EN'ÂM SÜRESİİbnu'd-Durays, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, Delâil'de, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre En'âm Sûresi, Mekke'de nazil olmuştur. Ebû Ubeyd, Fadâil'de, İbn'u'd-Durays, Fadâil'de, İbnu'l-Münzir, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “En'âm Sûresi, Mekke'de gece vakti toplu olarak nazil olmuştur ve nazil olduğu zaman etrafında yetmiş bin melek yüksek sesle tesbih etmişlerdir." İbn'u'd-Durays'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “En'âm Sûresi toplu olarak Mekke'de nazil olmuştur. Sûre nazil olurken gökle yer arasını kaplayacak kadar çok sayıda melek, yeryüzünü titretecek kadar yüksek sesle tesbih ederek ona eşlik etmiştir. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) meleklerin yüksek sesle tesbih ettiklerini duyunca, korkup Sûrenin nuzulü tamamlanıncaya kadar secdeye kapandı." İbn Merdûye'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre En'âm Sûresi nazil olurken ona bin melek eşlik etmiştir. İbn Merdûye, Esmâ'dan bildiriyor: “En'âm Sûresi, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)seferdeyken kendisine nazil oldu. Sûre nazil olurken semayla yer arasını melekler doldurmuşlar yüksek sesle tesbih ediyorlardı." Taberânî ve İbn Merdûye, Esma binti Yezîd'den bildiriyor: “En'âm Sûresi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) toplu olarak nazil oldu. Sûre nazil olurken ben Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) devesinin yularını tutmuştum ve sûrenin ağırlığından neredeyse devenin kemikleri kırılacaktı." el-Hilaî, el-Hilaiyyât'ta, Es mâ binti Yezîd'in şöyle dediğini bildirir: En'âm Sûresi, semayla yer arasını dolduran meleklerin yüksek sesle getirdikleri tesbih sesleri arasında nazil oldu. Bu sûre Mekkîdir. Sadece "De ki: «Gelin size Rabbinizin haram kıldığı şeyleri söyleyeyim: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anaya babaya iyilik yapın, yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, sizin ve onların rızkını veren Biziz, gizli ve açık kötülüklere yaklaşmayın, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın. Allah bunları size düşünesiniz diye buyurmaktadır.» Yetim malına, erginlik çağına erişene kadar en iyi şeklin dışında yaklaşmayın; ölçüyü ve tartıyı doğru yapın. Biz kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz. Konuştuğunuzda, akraba bile olsa sözünüzde adil olun. Allah'ın ahdini yerine getirin. Allah size bunları öğüt alrnanız için buyurmaktadır." âyetleri Medine'de nazil olmuştur." Taberânî ve İbn Merdûye'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “En'âm Sûresi bana toplu olarak indi. Sûre inerken yetmiş bin melek ona yüksek sesle tesbih ve getirip hamd ederek eşlik ettiler" Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Şuabu'l-îman'da Beyhakî ve et- Tuyuriyyâfta es-Silefî, Enes'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “En'âm Sûresi yerle gök arasını kaplamış, yüksek sesle Allah'ı tesbih ve takdis eden melekler eşliğinde nazil oldu." Ravi der ki: “Sûre nazil olurken yeryüzü titriyordu ve bu sırada Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah'ı noksanlıklardan tenzih ederim, Yüce Allah'ı noksanlıklardan tenzih ederim" diyordu. Hâkim, Şuabu'l-îman'da Beyhakî ve Mu'cem'de İsmâîlî bildirir: Câbir der ki: “En'âm Sûresi nazil olunca Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) tesbih ettikten sonra: “Bu sûreye yerle gök arasım kaplayacak kadar çok sayıda melek eşlik etmiştir" buyurdu. Şuabu'l-îman'da Beyhakî ve Hatîb, Tarih'te Ali b. Ebî Tâlib'den bildiriyor: “Kur'ân beşer âyet şeklinde nazil olmuştur. Bu sebeple Kur'ân'ı beşer âyet şeklinde ezberleyen unutmaz. Sadece En'âm sûresi toplu olarak nazil olmuştur. Bu sûre nazil olurken her semada ona yetmiş melek eşlik etmiştir. Bu sûre hangi hastaya okunsa muhakkak ki Allah o hastaya şifa verir." Ebu'ş-Şeyh'in, Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “En'âm Sûresi bana toplu olarak, yetmiş bin meleğin, yüksek sesle tesbih, tahmîd, tekbir ve tehlillerle eşlik etmesiyle nazil oldu" buyurdu. Nehhâs, Nâsih'te bildiriyor: İbn Abbâs der ki: “En'âm Sûresi, Mekke'de toplu olarak nazil oldu. Bu sûre, üç âyeti dışında Mekkîd'ir. Sadece: “De ki: «Gelin size Rabbinizin haram kıldığı şeyleri söyleyeyim: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anaya babaya iyilik yapın, yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı Öldürmeyin, sizin ve onların rızkını veren Biziz, gizli ve açık kötülüklere yaklaşmayın, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın. Allah bunları size düşünesiniz diye buyurmaktadır.» Yetim malına, erginlik çağına erişene kadar en iyi şeklin dışında yaklaşmayın; ölçüyü ve tartıyı doğru yapın. Biz kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz. Konuştuğunuzda, akraba bile olsa sözünüzde adil olun. Allah'ın ahdini yerine getirin. Allah size bunları öğüt almanız için buyurmaktadır. Bu, dosdoğru olan yoluma uyun. Sizi Allah yolundan ayrı düşürecek yollara uymayın. Allah size bunları sakınasınız diye buyurmaktadır." âyetleri Medine'de nazil olmuştur." Deylemî, zayıf isnâdla, Enes'ten Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bir münâdi: «Ey En'âm Sûresini okuyan! Bu sûreyi sevmen ve okuman sebebiyle haydi Cennete gel» diye seslenir" buyurduğunu nakleder. Abdürrezzâk, Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre En'âm Sûresi toplu olarak, beş yüz meleğin ona eşlik etmesiyle nazil olmuştur. İbnu'l-Münzir, Ebû Cuhayfe'den: “En'âm Sûresi, yetmiş bin meleğin eşliğinde toplu olarak Mekke'de nazil olmuştur. Sadece: “Eğer biz onlara melekleri indirsek, ölüler onlarla konuşsa ve her şeyi karşılarına toplasaydık, Allah dilemedikçe, yine de inanmazlardı; fakat onların çoğu bunu bilmiyorlar" âyeti Medine'de nazil oldu" dediğini bildirir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Muhammed b. el-Münkedir der ki: “En'âm Sûresi nazil olduğu zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) tesbih getirip: «Bu sûrenin inişine yerle gök arasını kaplayacak kadar çok sayıda melek eşlik etmiştir» buyurdu." Firyâbî, Müsned'de İshâk b. Râhûye ve Abd b. Humeyd, Şehr b. Havşeb'den bildiriyor: “En'âm Sûresi toplu olarak meleklerin yüksek sesle tesbihi eşliğinde nazil olmuştur. Sûre nazil olurken melekler dünya seması ile yeryüzü arasını kaplamıştı. Bu sûre iki âyeti dışında Mekkî'dir. Bu âyetler de: De ki: «Gelin size Rabbinizin haram kıldığı şeyleri söyleyeyim: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anaya babaya iyilik yapın, yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, sizin ve onların rızkını veren Biziz, gizli ve açık kötülüklere yaklaşmayın, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın. Allah bunları size düşünesiniz diye buyurmaktadır.» Yetim malına, erginlik çağına erişene kadar en iyi şeklin dışında yaklaşmayın; ölçüyü ve tartıyı doğru yapın. Biz kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz. Konuştuğunuzda, akraba bile olsa sözünüzde adil olun. Allah'ın ahdini yerine getirin. Allah size bunları öğüt almanız için buyurmaktadır" âyetleridir. Ebu'ş-Şeyh'in Atâ'dan bildirdiğine göre En'âm Sûresi yetmiş bin melek eşliğinde toplu olarak inmiştir. Ebu'ş-Şeyh, Kelbî'den bildirir: En'âm Sûresinin hepsi Mekke'de inmiştir. Sadece iki âyeti Medine'de Yahudi bir adam hakkında nazil olmuştur. Bu âyetlerden biri: “Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir, demekle Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. De ki: «Musa'nın insanlara nur ve yol gösterici olarak getirdiği Kitab'ı kim indirdi? Ki siz onu kağıtlara yazıp bir kısmını gösterip çoğunu gizlersiniz, atalarınızın ve sizin bilmediğiniz size onunla öğretilmiştir.» «Allah» de, sonra da onları daldıkları sapıklıkta bırak, oynasınlar" âyetidir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süfyân der ki: En'âm Sûresinin hepsi Mekke'de inmiştir. Sadece iki âyeti Medine'de Yahudi bir adam hakkında nazil olmuştur. Bu âyetlerden biri: “Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir, demekle Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. De ki: «Musa'nın insanlara nur ve yol gösterici olarak getirdiği Kitab'ı kim indirdi? Ki siz onu kağıtlara yazıp bir kısmını gösterip çoğunu gizlersiniz, atalarınızın ve sizin bilmediğiniz size onunla öğretilmiştir.» «Allah» de, sonra da onları daldıkları sapıklıkta bırak, oynasınlar" âyetidir. Âyette "Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir" dediği söylenen kişi Yahudilerden şişman bir âlim veya Mâlik b. Sayf'tır. Fadâil'de Ebû Ubeyd, Müsned'de Dârimî, Kitâbu's-Salât'ta Muhammed b. Nasr ve Ebu'ş-Şeyh'in Ömer b. el-Hattâb'dan bildirdiğine göre En'âm Sûresi Kur'ân'ın en faziletli sûrelerindendir. Muhammed b. Nasr'ın İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre En'âm Sûresi Kur'ân'ın en faziletli sûrelerindendir. Ebu'ş-Şeyh, Habîb b. Muhammed el-Âbid'den bildiriyor: En'âm Sûresinin başından üç âyet okuyan kişiye Yüce Allah kıyamete kadar kendisine dua etmeleri için yetmiş bin melek gönderir ve bu kişi o meleklerin yaptığı amellerin sevabının aynısını alır. Kıyamet günü olunca Allah bu kişiyi cennete sokar ve Selsebîl'den içirip Kevser havuzunda yıkadıktan sonra: “Gerçekten Ben senin Rabbinim ve sen Benim kulumsun" buyurur. İbn'u'd-Durays, Muhammed el-Fârisî'nin babası Habîb b. İsa el-Ammî'den bildirir: “En'âm Sûresinin başından üç âyet okuyan kişiye Yüce Allah kıyamete kadar kendisine istiğfar etmeleri için yetmiş bin melek gönderir ve bu kişi o meleklerin yaptığı amellerin sevabının aynısını alır. Kıyamet günü olunca Allah bu kişiyi cennete sokar, Arş'ının gölgesinde gölgelendirir, cennet meyvelerinden yedirir, Kevser suyundan içirir ve Selsebil suyunda yıkayıp: «Gerçekten Ben senin Rabbinim ve sen Benim kulumsun» buyurur." Silefî, zayıf isnâdla İbn Abbâs'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Sabah namazını kılarken En'âm Sûresi ilk üç âyetini okuyan kişi için kırkbin melek görevlendirir. Bunlar Kıyamet gününe kadar kendi ibadetlerinin mislini onun için yazarlar Yedinci semâdan bir melek de beraberinde demirden bir balyoz ile iner. Şeytan o kişiye vesvese vermek yahut kalbine bir kötülük telkin etmek istedi mi, ona öyle bir darbe indirir ki, o kişi ile şeytan arasında yetmiş perde meydana gelir. Kıyamet günü oldu mu Yüce Allah şöyle buyurur: «Ben senin Rabbinim. Sen de Benim kulumsun. Haydi, benim gölgemde yürü. Kevser'den iç, Selsebil suyunda yıkan, hesaba çekilmeden ve azab görmeden cennete gir.»" Deylemî'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Sabah namazını cemaatle kılıp namazgahında oturarak En'âm Sûresinin başından üç âyet okuyana Yüce Allah yetmiş melek görevlendirir ve kıyamet gününe kadar bu melekler Allah'ı tesbih edip bu kişi için istiğfar ederler." Abdürrezzâk Huzeyfe'den bildirir: Allah'ın Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kılarken yanına gittim ve arkasında namaz kılmak için durdum. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Bakara Sûresini okuduktan sonra üç defa: “Allahım, Sana hamd olsun" dedi, sonra Âl-i İmrân Suresini okudu. Onu da bitirince rükûya gitmeden, üç defa: “Allahım, Sana hamd olsun" dedi. sonra Mâide Sûresini okuyup bitirdi ve rükûya gitti. Rükûda: “Sübhâne Rabbiyel- Azîm" dediğini duydum. Dudaklarını kıpırdatmasından başka şeyler de söylediğini anladım. Sonra secdeye vardığında: “Sübhâne Rabbiyel-A'lâ" dediğini duydum. Dudaklarını kıpırdatmasından başka şeyler de söylediğini fark ettim, ama ne dediğini anlamadım. Sonra ikinci rekatta En'âm Sûresine başlayınca ben bırakıp gittim." 1"Hamd, gökleri ve yen yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Böyle iken inkâr edenler başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar" İbn'u'd-Durays, Fadâilu'l-Kur'ân'da, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş- Şeyh, Ka'b'dan bildirir: “Tevrat, "Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Böyle iken inkâr edenler başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar" âyetiyle başlamakta ve: “Çocuk edinmeyen, hâkimiyette ortağı bulunmayan, âcizlikten ötürü bir dosta da ihtiyacı olmayan Allah'a hamd olsun» de ve tekbir getirerek O'nun şanını yücelt!" âyetiyle bitmektedir. Abd b. Humeyd, Rabîb. Enes'in şöyle dediğini bildirir: “Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Böyle iken inkâr edenler başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar" âyeti Tevrat'ta altı yüz yerde geçmektedir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Böyle iken inkâr edenler başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar" âyetini açıklarken: “Yüce Allah, bu âyetle kendini övmüş ve yarattıklarını yüceltmiştir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali'ye Haricilerden bir adam gelip: “Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Böyle iken inkâr edenler başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar" öyle değil mi?" dedi. Hazret-i Ali: “Evet" karşılığını verince adam gitti. Sonra Hazret-i Ali adama: “Geri dön" deyince adam geri döndü ve Hazret-i Ali: “Ey falan! Bu âyet kitab ehli hakkında nazil oldu" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Abdurrahman b. Ebzâ'dan, o da babasından bildiriyor: Kendisine Haricilerden bir kişi gelip: “Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı vâr eden Allah'a mahsustur. Böyle iken inkâr edenler başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar" âyetini okuyarak: “Rablerine başka şeyleri denk tutanlar inkar edenler değil mi?" diye sordu. Abdurrahman b. Ebzâ'nın babası: “Evet" cevabını verince adam gitti. Oradakilerden biri Abdurrahman b. Ebzâ'nın babasına: “Ey İbn Ebzâ! Bu adam, âyete senin kasdettiğinden başka bir anlam verdi. Bu kişi Haricilerdendir" deyince, İbn Ebzâ: “Onu bana geri getirin" dedi. Adam gelip, İbn Ebzâ: “Bu âyetin kim hakkında indiğini biliyor musun?" diye sorunca, adam: “Hayır" cevabını verdi. İbn Ebzâ: “Bu âyet Kitab ehli hakkında inmiştir. Buna başka anlam verme" dedi. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'den bildiriyor: “Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Böyle iken inkâr edenler başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar" âyeti Zındıklar hakkında nazil olmuştur. Onlar: “Allah, karanlık, bok böceği ve akreb gibi kötü şeyleri yaratmamıştır. Allah, aydınlık ve güzel olan her şeyi yaratmıştır" deyince, onların bu sözüne karşılık bu âyet nazil oldu. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: “Cibril, En'âm Sûresini taşıyan yetmiş bin melekle indiğinde, melekler yüksek sesle tesbih, tekbir, tehlil ve tahmid ediyorlardı. Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Böyle iken inkâr edenler başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar" âyetinde üç dine reddiye vardır. "Hamd, gökleri ve yeri yaratan... Allah'a mahsustur..." âyetinde Dehriyye'nin: “Herşey devamlıdır ve yok olmayacaktır" sözlerini reddetmiş,"... karanlıkları ve aydınlığı var eden..." buyruğuyla zulmet ve nurun müdebbir ve halik olduklarını iddia eden Mecusilerin bu iddialarını reddetmiştir. "...Böyle iken inkâr edenler başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar" âyetiyle de Allah'tan başka ilah edinen Arap müşriklerinin bu inançlarını reddetmiştir." İbn Cerîr, Ebû- Ravk'ın: “Kur'ân'da (.....) olarak geçen her kelime "Yaratmak" mânâsındadır" dediğini bildirir. Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen karanlık ve aydınlıktan kasıt küfür ile imandır. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Böyle iken inkâr edenler başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar" âyeti hakkında şöyle dedi: “Allah semayı yeryüzünden, karanlığı aydınlıktan ve cenneti cehennemden önce yarattı. Allah'ı inkar eden müşrikler ise başka şeyleri Rablerine denk tuttular." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Süddî, âyette geçen karanlıktan kastedilenin gece karanlığı, aydınlıktan ise gündüz aydınlığı olduğunu, başka şeyleri Rablerine denk tutanların ise müşrikler olduğunu söyledi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesinin mânâsı ortak koşmaktır. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Zeyd'in (.....) âyetinin mânâsını açıklarken: “İnkar edenler, ibadet ettikleri ilahları Allah'a denk tutarlar. Halbuki Allah'ın dengi, benzeri yoktur, Ondan başka ilah yoktur ve O ne bir eş ne de çocuk edinmemiştir" dediğini bildirir. 2Bkz. Ayet:5 3Bkz. Ayet:5 4Bkz. Ayet:5 5"O, sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel tayin edendir. Belirli bir ecel O nun katındadır; sonra bir de şüphe edersiniz. O, göklerin ve yerin Allah'ı, içinizi dışınızı bilir, kazandıklarınızı da bilir. Onlara Rablerinin âyetlerinden bir âyet geldikçe ondan yüz çevirirlerdi. Gerçek kendilerine gelince onu yalanladılar. Alaya aldıkları şeyin haberleri kendilerine gelecektir." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın, "O, sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel tayin edendir. Belirli bir ecel O'nun katındadır; sonra bir de şüphe edersiniz" âyetinin mânâsını açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Çamurdan yaratılan Hazret-i Âdem'dir. Ecelden kastedilen ölüm, Onun katında olan belirli ecel ise kıyamet saati ve Yüce Allah'ın huzurunda durulacağı zamandır." Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "O, sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel tayin edendir. Belirli bir ecel O'nun katındadır; sonra bir de şüphe edersiniz" âyetinin mânâsını açıklarken: “Ecelden kastedilen dünyadır - başka bir lafızda ise ölümünüzdür- Onun katında olan belirli ecel ise zamanını sadece Allah'ın bileceği kıyamet saatidir" dediğini bildirir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs der ki: “Âyette geçen takdir edilen ecelden maksat uykudur. Zira, kişi uyurken ondan ruh çıkar, uyanınca tekrar pna döner. Tayin edilen ecelden maksat ise, insanın ölümüdür." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde, "O, sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel tayin edendir. Belirli bir ecel O'nun katındadır; sonra bir de şüphe edersiniz" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu, yaratılışın başlangıcıdır. Hazret-i Âdem çamurdan yaratılmış, sonra onun nesli değersiz bir sudan türemiştir. Takdir edilen ecel ise kişinin ölünceye kadar yaşadığı süre ve öldükten sonra haşroluncaya kadarki süredir. Âyette geçen (.....) sözünün mânâsı ise şüphe etmektir." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen tayin edimiş ecel dünyadaki ölüm, belirli ecel ise âhiretteki haşrolmadır. Abdürrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde ve Hasan(ı Basrî'nin) şöyle dediğini bildirir: “Tayin edilen ecelden kasıt, yaratıldığın zamandan ölümüne kadar olan dünya hayatındır. Belirli ecel ise kıyamet günüdür." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Yûnus b. Yezîd der ki: “Tayin edilen ecelden kasıt, Allah'ın altı günde yarattıkları, belirli ecelden kasıt ise bundan sonra kıyamet gününe kadar olanlardır." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre sözünün mânâsı şüphe etmektir. İbn Ebî Hâtim'in Hâlid b. Ma'dân'dan bildirdiğine göre "...sonra bir de şüphe edersiniz" âyetinde şüphe edilen şeyden kasıt öldükten sonra dirilmedir. İbn Ebî Hâtim, Katâde'nin, "Onlara Rablerinin âyetlerinden bir âyet geldikçe ondan yüz çevirirlerdi. Gerçek kendilerine gelince onu yalanladılar. Alaya aldıkları şeyin haberleri kendilerine gelecektir" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Kendilerine Rablerinin Kitabından gelen bütün âyetlerden yüz çevirirler. Kıyamet günü kendisiyle alay ettikleri Allah'ın Kitabının haberi onlara gelecektir." 6"Onlardan önce nice nesilleri yok ettiğimizi görmediler mi? Onları, sizi yerleştirmediğimiz bir şekilde yeryüzüne yerleştirmiş, gökten bol yağmur yağdırmış, altlarından ırmaklar akıtmıştık. Fakat onları günahlarından ötürü yok ettik ve ardlarından başka bir nesil yetiştirdik" İbn Ebî Hâtim'in, Ebû Mâlik'ten bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünün mânâsı ümmettir. Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen: “...Onları, sizi yerleştirmediğimiz bir şekilde yeryüzüne yerleştirmiş..." sözünden kasıt onlara, size vermediğimiz şeyleri verdik" demektir. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Ali (b. Ebi Talha)'nın vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: “Âyette geçen (.....) sözünden kasıt, yağmurun bol ve aralıksız yağmasıdır." İbn Ebî Hâtim ye Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hârûn et-Teymî, (.....) sözünden kastedilenin, yağmurun zamanında ve yeteri kadar yağması olduğunu söyledi. 7"Sana Kitab ı Kağıtta yazılı olarak indirmiş olsak da, elleriyle ona dokunsalar, inkar edenler yine de, «Bu apaçık bir büyüdür» derlerdi" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, el-Avfî'den, İbn Abbâs'ın, "Sana Kitab'ı kağıtta yazılı olarak indirmiş olsak da, elleriyle ona dokunsalar, inkar edenler yine de, «Bu apaçık bir büyüdür" derlerdi" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Gökyüzünden, elleriyle dokunacakları bir kitabın olduğu sahifeler göndersek bile bu, onların sadece daha çok yalanlamasına sebep olurdu." Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesinin mânâsı kağıttır. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "...elleriyle ona dokunsalar, inkar edenler yine de, «Bu apaçık bir büyüdür» derlerdi" âyetini açıklarken şöyle, dedi: “Onlar, gökten indirdiğimiz kitabı kendi elleriyle dokunup kontrol etseler bile yine "Bu apaçık bir büyüdür" derlerdi." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "...elleriyle ona dokunsalar, inkar edenler yine de, «Bu apaçık bir büyüdür» derlerdi" âyetinde kastedilen, onların indirilen kitaba dokunsalar ve gözleriyle görseler bile ona inanmayacak olmalarıdır. 8Bkz. Ayet:9 9"Muhammed'e (görebileceğimiz) bir melek indirilseydi ya! dediler. Eğer biz öyle bir melek indırseydık elbette iş bitirilmiş olur, artık kendilerine göz bile açtırılmazdı. Eğer peygamberi bir melek kılsaydık muhakkak ki onu insan sûretine sokar onları yine düşmekte oldukları kuşkuya düşürürdük" İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. İshâk'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kavmini İslam'a davet edip onlarla konuşarak tebliğde bulundu. Bana bildirildiğine göre Zem'a b. el-Esved b. el-Muttalib, Nadr b. el-Hâris b. Kelde, Abde b. Abdiyağûs, Ubey b. Halef b. Vehb ve Âs b. Vâil b. Hişâm ona: “Ey Muhammed! Seninle beraber insanlarla konuşan ve görünen bir melek olsa" deyince, Yüce Allah: “Muhammed'e (görebileceğimiz) bir melek indirilseydi ya! dediler. Eğer biz öyle bir melek indirseydik elbette iş bitirilmiş olur, artık kendilerine göz bile açtırılmazdı. Eğer peygamberi bir melek kılsaydık muhakkak ki onu insan suretine sokar onları yine düşmekte oldukları kuşkuya düşürürdük" âyetleri nazil oldu. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: “Müşrikler insan sûretinde bir meleğin inmesini istediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Eğer biz öyle bir melek indirseydik elbette iş bitirilmiş olur, artık kendilerine göz bile açtırılmazdı" yani kıyamet kopardı, buyurdu." Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “Muhammed'e (görebileceğimiz) bir melek indirilseydi ya! dediler..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Eğer onlara melek indirilseydi ve sonra iman etmeselerdi derhal (dünyadayken) azaba uğrarlardı." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh bildiriyor: İbn Abbâs, "Muhammed'e (görebileceğimiz) bir melek indirilseydi ya! dediler. Eğer biz öyle bir melek indirseydik elbette iş bitirilmiş olur, artık kendilerine göz bile açtırılmazdı. Eğer peygamberi bir melek kılsaydık muhakkak ki onu insan suretine sokar onları yine düşmekte oldukları kuşkuya düşürürdük" âyetlerinin mânâsını açıklarken şöyle dedi: “Eğer melek onlara kendi sûretinde gelseydi onları helak ederdik ve azaplarını geciktirmezdik. Eğer onlara melek gelecek olsaydı ancak insan sûretinde gelirdi. Çünkü onların meleklere bakmaya güçleri yetmez. Onlara meleği insan sûretinde gönderseydik yine ona kuşkuyla bakmalarını ve (bu insan mı, melek mi? diye) kanştırmalarını sağlardık." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünü şöyle açıkladı: “Eğer meleklerden bir peygamber gönderseydik, insanların ondan vahiy alabilmeleri ve onunla muhatap olabilmeleri için o meleği de bir erkek adam suretinde gönderirdik." Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh bildiriyor: Katâde bu âyeti: “Eğer meleklerden bir peygamber gönderseydik, insanların ondan vahiy alabilmeleri ve onunla muhatap olabilmeleri için o meleği de insan suretinde gönderirdik" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti: “Eğer bir peygamberi melek olarak gönderecek olsaydık, onu melek sûretinde değil, insan sûretinde gönderirdik" şeklinde açıkladı. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünün mânâsı benzetmektir. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Süddî'nin (.....) âyetini açıklarken: “Onların kendi kendilerine şüphe olarak verdiğini onlara şüphe olarak verirdik" dediğini bildirir: “ İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin: “Muhakkak ki onu insan suretine sokar onları yine düşmekte oldukları kuşkuya düşürürdük" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Allah, şüpheye düşen kavmin kalbine kuşkuyu sokar. Çünkü kuşku ancak insanlar tarafından gelir. Allah dinini insanlara açıklayıp peygamberlerini göndermiş, onlara âyetler göstermiş ve tehdidiyle onlara uyanda bulunmuş, (buna rağmen kuşkuya düşmeleri durumunda) onlar aleyhinde hücceti olmuştur." 10"Andolsun, senden önce geçen peygamberlerle de alay edildi; onlarla eğlenenleri, alaya aldıkları şey çepeçevre kuşatıverdi." İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim Muhammed b. İshâk'tan bildiriyor: Bana ulaştığına göre Allah'ın Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem), Velîd b. el-Muğîre, Umeyye b. Halef ve Ebû Cehl b. Hişâm'ın yanından geçerken, birbirlerine göz kırpıp onunla alay ettiler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu duruma kızınca, "Andolsun, senden önce geçen peygamberlerle de alay edildi onlarla eğlenenleri, alaya aldıkları şey çepeçevre kuşatıverdi" âyeti nazil oldu. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî, "...onlarla eğlenenleri, alaya aldıkları şey çepeçevre kuşatıverdi" âyetini açıklarken: “Peygamberlerle alay etmelerinin cezasına maruz kaldılar" dedi. 11"De ki: Yeıyüzünde gezip dolaşın, sonra da, yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bir bakın" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'nin, "De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın, sonra da, yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bir bakın" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Vallahi! Yalanlayanların sonu ne kadar kötüdür. Allah onları yok etti. Onları helak etti. Sonra onları cehenneme gönderdi." 12"(Onlara) Göklerde ve yerde olanlar kimindir? diye sor. «Allah'ındır» de. O, merhamet etmeyi kendi zatına farz kıldı. Sizi, varlığında şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. Kendilerini ziyana sokanlar var ya, işte onlar inanmazlar" Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Selmân'ın, "...O, merhamet etmeyi kendi zatına farz kıldı...." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Biz Tevrat'ta iki atifeyi gördük. Yüce Allah, gökleri ve yeri yarattı. Sonra yaratılmışları yaratmadan önce yüz rahmeti yarattı. Sonra yaratılmışları yarattı. Onların arasına o yüz rahmetten birisini koyup doksandokuzunu yanında tuttu. İşte yaratılmışlar o bir rahmet ile birbirine merhamet edip şefkat gösterirler. O bir rahmet ile birbirine bir şeyler alıp verir, birbirlerini ziyaret ederler. O bir rahmetin sayesinde deve yavrusuna şefkat gösterir, sığır yavrusunu doğurur ve koyun yavrusu için meler. O rahmetin sayesinde, kuşlar birbirini takib ederler. Onun sayesinde balıklar denizde birbirinin peşine takılırlar. Kıyamet günü geldiğinde Allah, o rahmeti katındaki rahmetlerle birleştirir. Onun rahmeti daha üstün ve daha geniştir." Ahmed, Müslim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Selmân'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Allah, gökleri ve yeri yarattığı zaman yüz rahmet yarattı. O rahmetin bir tanesiyle birbirlerine merhamet etmektedir ve bu rahmet onlara kıyamet gününe kadar yeter. Kıyamet günü olunca Yüce Allah, yüz rahmeti bu rahmetle tamamlayacaktır."' Abdürrezzâk, Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah yaratılmışları yarattığı zaman, üzerine: «Rahmetim gazabımı geçmiştir» yazılı bir yazı yazıp Arş'ın üzerine koydu" buyurduğunu nakleder. Tirmizî, İbn Mâce, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah, tüm yarattıklarını yarattığı zaman kendisi hakkında: «Muhakkak Benim rahmetim gazabıma galip gelire diye yazmıştır" buyurdu. İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Allah, yarattıkları hakında hüküm vermeyi bitirince, Arş'ın altından: «Rahmetim gazabıma galip gelir. Ben merhamet edenlerin en merhametlisiyim» yazılı bir yazı çıkarır. Sonra cehennemliklerden, hiç hayır yapmamış olanlardan, alınlarında «Allah'ın azad ettiği kişiler» yazılı bir veya iki avuç (bu tabir, Allah'ın merhametinden kinayedir) alıp çıkarır. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah, gökleri ve yerleri yaratmadan önce kendi eliyle kendisi hakkında: «Rahmetim gazabımı geçmiştir» yazıp Arş'ının altına koymuştur" dediğini bildirir. Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Tâvus'un şöyle dediğini bildirir: “Allah yarattıklarını yarattığı zaman, yüz rahmet yaratıp onların arasına bir rahmet koymadan, hiç biri birbirine merhamet etmedi. Allah, yüz rahmetten birini yaratılmışların arasına koyunca, birbirlerine merhamet etmeye başladılar." İbn Cerîr bildiriyor: İkrime der ki: “Allah, yarattıkları arasında hüküm verdikten sonra Arş'ın altından: “Rahmetim, gazabımı geçmiştir ve Ben merhametlilerin en merhametlisiyim" yazılı bir yazı çıkarır. Sonra Cennetliklerin sayısınca kişiyi cehennemden çıkarır." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Abdullah b. Amr der ki: “Allah'ın yüz rahmeti vardır ve bunlardan bir tanesini dünya halkına indirmiştir. Cinler ve insanlar, gökteki kuşlar, sudaki balıklar, yeryüzünde yürüyen hayvanlar, haşerat ve fezada bulunanlar o rahmetin sayesinde birbirlerine merhamet ederler. Allah, doksandokuz rahmeti katında bırakmıştır. Kıyamet günü geldiğinde yeryüzüne ahalisi için dünyaya indirmiş olduğu rahmeti alır, yanındaki rahmetlere katar ve bütün o merhametleri cennet ahalisinin kalbinde ve onların üzerinde kılar." İbn Cerîr'in, Züheyr b. Sâlim'den bildirdiğine göre Hazret-i Ömer, Ka'b'a: “Yüce Allah'ın ilk yarattığı şey nedir?" diye sorunca, Ka'b: “Yüce Allah, kalemsiz ve mürekkebsiz olarak, kudret parmağıyla, zeberced, inci ve yakutla: “Ben, Kendisinden başka ilah olmayan Allah'ım. Rahmetim gazabımı geçmiştir" yazdı" cevabını verdi. İbn Ebi'd-Dünyâ, Hüsnü'z-Zanni Billâh'ta, Ebû Katâde'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Yüce Allah meleklere şöyle dedi: «Size îsrailoğullarından iki kul hakkında bilgi vereyim mi?» İsrailoğulları, bunlardan birinin ahlâk ve din bakımından diğerinden daha üstün görürdü. Diğeri ise nefsine zulmeden biriydi. İkinci kişinin durumu, dindar olanın yanında zikredilince, dindar olan: «Allah onu bağışlamaz» dedi. Hâlbuki bu kulum, Benim merhamet edenlerin en merhametlisi olduğumu bilmiyor mu? Bu kişi, rahmetimin gazabımı geçtiğini bilmiyor mu? (Nefsine zulmeden kişi hakkında böyle diyen dindar olan kişiye) Cehennemi gerekli kıldım." Allah'ın Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hadisi zikrettikten sonra: “Sakın Allah adına hüküm vermeyin" buyurdu. İbn Ebî Şeybe ve İbn Mâce, Ebû Saîd el-Hudrî'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Allah gökleri ve yeri yarattığı zaman yüz rahmet yaratmış ve bunlardan birini yeryüzüne koymuştur. Anne yavrusuna ve hayvanlar birbirlerine bununla merhametli davranmaktadır. Diğer doksan dokuz rahmeti ise kıyamet günü için saklamıştır. Kıyamet günü, yeryüzüne indirdiği rahmetle onları yüze tamamlayacaktır. " Müslim ve İbn Merdûye, Selmân'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Allah göklerle yeri yarattığı gün yüz rahmet yaratmıştır. Her rahmet göklerle yer arasını dolduracak kadardır. Ondan yeryüzüne bir rahmet indirmiştir. İşte anne yavrusuna bununla şefkat eder. Vahşî hayvanlarla kuşlar birbirlerine bununla acırlar. Kıyamet günü, yüz rahmeti bu rahmetle tamamlayacaktır. " 13Bkz. Ayet:18 14Bkz. Ayet:18 15Bkz. Ayet:18 16Bkz. Ayet:18 17Bkz. Ayet:18 18"Gecede ve gündüzde bulunan O'nundur. O, İşiten'dir, Bilen'dir. «Gökleri ve yeri yaratan, beslenmeyip besleyen Allah'tan başka bir dost mu edinirim?» de. «Doğrusu ben ilk müslüman olmakla emrolundum» de; asla ortak koşanlardan olma! «Ben Rabbîme karşı gelirsem, büyük günün azabından korkarım» de. O gün kim azabdan alıkonursa, şüphesiz o kimse rahmete erişmiştir. Bu, apaçık bir kurtuluştur. Allah sana bir sıkıntı verirse, O'ndan başkası gideremez. Sana bir iyilik verirse başkası onu engelleyemez. O, her şeye Kadır'dir. O, kullarının üstünde yegâne tasarruf sahibidir. Hakimdir, haberdardır" İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî (.....) âyetinin mânâsının: “Gece ve gündüzde barınan herşey ona aittir" olduğunu, (.....) âyetinde geçen veli'den kastedilen kişinin ise Allah'ı dost edinen ve Onun Rububiyyetini ikrar eden kişi olduğunu söyledi. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyetinin mânâsı: “Gökleri ve yeri yoktan var eden" demektir. Ebu Ubeyd Fadâil'de , İbn Cerîr ve İbnu'l-Enbârî, el-Vakf ve'l-îbtidâ'da bildiriyor: İbn Abbâs der ki: “Ben, âyette geçen (.....) sözünün mânâsını bilmiyordum. İki bedevinin arasında bir kuyu hakkında anlaşmazlık vardı. Birisi: “Ben onun Fâtiriyim, yani onun kazılmasına ben başlamışım" deyince ben Fâtir kelimesinin anlamını öğrendim." Abdürrezzâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyetinin mânâsı: “Gökleri ve yeri yaratan" demektir. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre (.....) âyetinin mânâsı: “O, rızık verir, ama O'na rızık verilmez" demektir. Nesâî, İbnu's-Sünnî, Hâkim, Şuabu'l-îman'da Beyhakî ve İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Ensâr'dan bir adam Peygamberimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) yemeğe davet edince biz de onunla birlikte gittik. Allah Resulü yemeğini bitirdiği zaman ellerini yıkadı ve şöyle dua etti: “Yedirdiği halde yedirilmeyen, lütfedip bizi hidayete erdiren, bizi yedirip içiren, en güzel belalarla imtihan eden Allah'a hamdolsun! Hiçbir zaman terk edilemeyecek olan, ama yine de verilenlerin karşılığı olamayan, her zaman kendisine muhtaç olunacak hamdler Yüce Allah'a mahsustur. Çeşitli yiyecekleri yediren, çeşitli içecekleri içiren, çıplakları giydirer, dalâlette olanlara yol gösteren, karanlıkları aydınlığa çeviren ve yaratıklarından çoğuna lütuflarda bulunan âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun." Abdürrezzâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildirir: Katâde, (.....) âyetini: “O gün kim azaptan uzaklaştırılırsa..." şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Hâtim Buşr b. es-Serî vasıtasıyla bildirir: Hârûn en-Nehhâs bu âyetin, Ka'b'ın kıraatinde (.....) şeklinde okunduğunu söyledi. Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözündeki hayırdan kasıt, afiyettir. 19"De kî: «Kimin şahidliği en büyüktür?» De ki: «Benimle sizin aranızda Allah şahiddir. Şu Kur an bana, onunla; sizi ve her kime ulaşırsa onları korkutup uyarmam için vahyolundu. Acaba Allah ile birlikte başka ilâhların varlığına gerçekten siz mi şahitlik edersiniz?» De ki: «Ben şehadet etmem.» De ki: «O, ancak tek bir ilâhtır ve ben, muhakkak sizin ortak koştuklarınızdan uzağım.»" İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Nehhâm b. Yezîd, Kardem b. Ka'b ve Bahrî b. Amr Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Ey Muhammed! Sen Allah'tan başka onunla beraber ilah olduğunu biliyor musun?" deyince Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben, La ilahe illallah, için gönderildim ve buna çağırıyorum" cevabını verdi. Bunun üzerine: “De ki: «Kimin şahidliği en büyüktür?» De ki: «Benimle sizin aranızda Allah şahiddir. Şu Kur'ân bana, onunla; sizi ve her kime ulaşırsa onları korkutup uyarmam için vahyolundu. Acaba Allah ile birlikte başka ilâhların varlığına gerçekten siz mi şahidlik edersiniz?» De ki: «Ben şehadet etmem.» De ki: “O, ancak tek bir ilâhtır ve ben, muhakkak sizin ortak koştuklarınızdan uzağım" âyeti nazil oldu. Âdem b. Ebî İyâs, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve el-Esmâ ve's-Sifât'ta Beyhakî bildirir: Mücâhid, "De ki: «Kimin şahidliği en büyüktür?» De ki: «Benimle sizin aranızda Allah şahiddir. Şu Kur'ân bana, onunla; sizi ve her kime ulaşırsa onları korkutup uyarmam için vahyolundu. Acaba Allah ile birlikte başka ilâhların varlığına gerçekten siz mi şahidlik edersiniz?» De ki: «Ben şehadet etmem.» De ki: “O, ancak tek bir ilâhtır ve ben, muhakkak sizin ortak koştuklarınızdan uzağım" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem); Kureyş'e: “Kimin şahitliği en büyüktür?" diye sorması emredildikten sonra, "Benimle sizin aranızda Allah şahiddir" demesi emredildi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta bildirir: İbn Abbâs "...Şu Kur'ân bana, onunla; sizi ve her kime ulaşırsa onları korkutup uyarmam için vahyolundu...." âyetini: “Şu Kur'ân bana onunla sizi" ey Mekkeliler "ve her kime ulaşırsa onları" yani Kur'ân'ın kendisine ulaştığı her kimseyi "korkutup uyarmam için vahyolundu" şeklinde açıklamıştır. Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye Enes'ten bildirir: “Benimle sizin aranızda Allah şahiddir. Şu Kur'ân bana, onunla; sizi ve her kime ulaşırsa onları korkutup uyarmam için vahyolundu. Acaba Allah ile birlikte başka ilâhların varlığına gerçekten siz mi şahidlik edersiniz?" De ki: «Ben şehadet etmem.» De ki: “O, ancak tek bir ilâhtır ve ben, muhakkak sizin ortak koştuklarınızdan uzağım" âyeti nazil olduğu zaman, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), Kisrâ'ya, Kayser'e, Necâşi'ye ve her zorbaya mektup yazıp onları Allah'ın dinine davet etti. Kendisine mektup yazdığı Necâşi, cenaze namazını kıldığı Necâşi değildir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) esirler getirilince, onlara: “İslam'a davet edildiniz mi?" diye sordu. Esirler: “Hayır" cevabını verince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) onları serbest bıraktı ve: “Benimle sizin aranızda Allah şahiddir. Şu Kur'ân bana, onunla; sizi ve her kime ulaşırsa onları korkutup uyarmam için vahyolundu. Acaba Allah ile birlikte başka ilâhların varlığına gerçekten siz mi şahidlik edersiniz?" De ki: «Ben şehadet etmem.» De ki: “O, ancak tek bir ilâhtır ve ben, muhakkak sizin ortak koştuklarınızdan uzağım" âyetini okuduktan sonra: “Onları serbest bırakınız da güvende oldukları yere gitsinler. Çünkü bunlara (henüz) İslam tebliğ edilmemiştir" buyurdu. İbn Merdûye, Ebû Nu'aym ve Hatîb, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kendisine Kur'ân ulaşan kişi, onu benden duymuş gibidir" buyurduktan sonra: “Benimle sizin aranızda Allah şahiddir. Şu Kur'ân bana, onunla; sizi ve her kime ulaşırsa onları korkutup uyarmam için vahyolundu. Acaba Allah ile birlikte başka ilâhların varlığına gerçekten siz mi şahidlik edersiniz?" De ki: «Ben şehadet etmem.» De ki: “O, ancak tek bir ilâhtır ve ben, muhakkak sizin ortak koştuklarınızdan uzağım" âyetini okudu. İbn Ebî Şeybe, İbn'u'd-Durays, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'nin, "Benimle sizin aranızda Allah şahiddir. Şu Kur'ân bana, onunla; sizi ve her kime ulaşırsa onları korkutup uyarmam için vahyolundu. Acaba Allah ile birlikte başka ilâhların varlığına gerçekten siz mi şahidlik edersiniz?" De ki: «Ben şehadet etmem.» De ki: “O, ancak tek bir ilâhtır ve ben, muhakkak sizin ortak koştuklarınızdan uzağım" âyeti hakkında şöyle dediğini bildirir: Kendisine Kur'ân ulaşan kişi Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) görmüş gibidir." Başka bir lafızda ise: “Kendisine Kur'ân ulaşıp onu öğrenip anlayan, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile karşılaşıp onunla konuşan gibidir" şeklindedir. Âdem b. Ebî İyâs, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Mücâhid'den bildirdiğine göre "Şu Kur'ân bana, onunla; sizi ve her kime ulaşırsa onları korkutup uyarmam için vahyolundu...." ayetindeki "Siz", sözünden kasıt Araplar, "her kime ulaşırsa" sözünden kasıt ise acemlerdir. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan b. Sâlih der ki: Leys'e: “Kendisine İslam'ın ulaşmadığı kimse kaldı mı?" diye sorduğumda şöyle karşılık verdi: Mücâhid: “Kur'ân'ın yetiştiği yer davet edilmiş ve o toplum uyarılmış demektir" dedikten sonra: “Şu Kur'ân bana, onunla; sizi ve her kime ulaşırsa onları korkutup uyarmam için vahyolundu..." âyetini okudu. Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Şu Kur'ân bana, onunla; sizi ve her kime ulaşırsa onları korkutup uyarmam için vahyolundu...." âyetiyle ilgili olarak şöyle dedi: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'ın size gönderdiği dini tebliğ ediniz. Kendisine Allah'ın Kitab'ından bir âyet ulaşan kişiye Allah'ın emri yetişmiş demektir" derdi." İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh Katâde'nin vasıtasıyla Hasan(ı Basrî)'den bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle derdi: “Ey insanlar! Allah'ın Kitab'ından bir âyet te olsa tebliğ ediniz. Kendisine Allah'ın Kitab'ından bir âyet ulaşan kişiyebu kişi bu âyeti ister alsın ister bıraksın, Allah'ın emri ulaşmış demektir. Buhârîve İbn Merdûye, Abdullah b. Amr'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Bir âyet te olsa benden sonra gelenlere tebliğ ediniz. İsrailoğullarından hikayeler nakledin. Onlardan nakilde bulunmanızda herhangi bir sakınca yoktur. Kim, kasıtlı olarak benim adıma yalan söylerse, cehennemdeki yerine hazırlansın. " Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b der ki: “Kıyamet günü Yüce Allah insanlara Kur'ân'ı okuyacağı zaman, sanki daha önce onu hiç duymamış gibi olacaklar." 20"Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, onu kendi öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini zarara uğratanlar ise onlar iman etmezler" Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî, "Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, onu kendi öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini zarara uğratanlar ise onlar iman etmezler" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem), çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar. Çünkü onun vasfı, yanlarındaki Tevrat'ta mevcuttur. Bu kişiler, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) tanıdıktan sonra buna rağmen inkar etmeleri sebebiyle zarara uğramışlardır." 21"Allah'a karşı yalan uyduranlardan veya âyetlerini yalanlayanlardan daha zalim kim olur? Gerçek şu ki, zalimler kurtuluşa eremez." İbn Ebî Hâtim, İkrime'nin şöyle dediğini bildirir: Abduddâr oğullarından olan Nadr: “Kıyamet günü Lât ve Uzza benim için şefaatçi olacaktır" deyince, Yüce Allah: “Allah'a karşı yalan uyduranlardan veya âyetlerini yalanlayanlardan daha zalim kim olur? Gerçek şu ki, zalimler kurtuluşa eremez" âyetini indirdi. 22Hele müşriklerin hepsini kıyâmet gününde toplayıp sonra onlara: “ Hani, nerede Allah’a eş sayarak o tapınmış olduğunuz ortaklarınız?” deriz. 23Bkz. Ayet:24 24"Bundan sonra: «Rabbîmîz olan Allah hakkı için biz müşriklerden olmadık» demelerinden başka bir çareleri olmayacak. Kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediklerine ve iftira ettikleri şeylerin de nasıl önlerinden kaybolup gittiğine bir bak!" İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünün mânâsı mazerettir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildirir: Âyette geçen (.....) sözünün mânâsı hüccettir. "Rabbimiz olan Allah hakkı için biz müşriklerden olmadık" diyecek olanlar ise münafıklar ve müşriklerdir. Bunlar cehennemdeyken: “Gelin de (Rabbimize) yalan söyleyelim. Belki bize faydası olur" derler. Yüce Allah: “Kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediklerine ve iftira ettikleri Şeylerin de nasıl önlerinden kaybolup gittiğine bir bak!" buyurdu. Yani dünyadayken söyledikleri yalanlar âhirette önlerinden kaybolup gider (onlara bir faydası olmaz)." Abd b. Humeyd bildirdiğine göre Âsim, bu âyeti, (.....) üstün olarak ve (.....) esreli olarak okumuştur. Abd b. Humeyd, Şu'ayb b. el-Habhâb'dan bildirir: Şa'bî'nin, bu âyeti, (.....) şeklinde okuduğunu duyunca: “Nahivciler bu âyeti (.....) şeklinde okuyorlar" dedim. Şa'bî: “Alkame b. Kays bana bu âyeti bu şekilde okuttu" karşılığını verdi. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Alkame, bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir Ali'nin vasıtasıyla bildirir: İbn Abbâs: “Rabbimiz olan Allah hakkı için biz müşriklerden olmadık" âyetini okuduktan sonra: "Allah'tan hiçbir sözü de gizleyemeyeceklerdir" âyetini de okuyup: “Azaları gizledikleri her şeyi söyleyecek" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Rabbimiz olan Allah hakkı için biz müşriklerden olmadık" demelerinden başka bir çareleri olmayacak. Kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediklerine ve iftira ettikleri Şeylerin de nasıl önlerinden kaybolup gittiğine bir bak!" âyetinin mânâsını açıklarken şöyle dedi: “Müşrikler günahların bağışlandığını ve hiçbir müşriğin bağışlanmadığını görünce "Rabbimiz olan Allah hakkı için biz müşriklerden olmadık..." derler. Yüce Allah "Kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediklerine ve iftira ettikleri şeylerin de nasıl önlerinden kaybolup gittiğine bir bak!"buyurarak onların yalan söylediğini bildirir." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, bu âyeti (.....) şeklinde okuyup: “Müşrikler yemin ederek özür beyan ettiler" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde, bu âyeti açıklarken: “Nasıl da batılla ve yalanla özür beyan ettiklerine bak. Allah'a ortak koştukları önlerinden nasıl da kaybolup gitti" dedi. 25"Onlardan seni dinleyenler vardır, Kur'ân'ı anlarlar diye kalblerine örtüler kulaklarına da ağırlık koyduk. Onlar her türlü mucizeyi görseler bile, yine de ona inanmazlar, nihayet sana geldiklerinde de seninle çekişirler. İnkar edenler, «Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir» derler" Abd b. Humeyd, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Onlardan seni dinleyenler vardır, Kur'ân'ı anlarlar diye kalblerine örtüler, kulaklarına da ağırlık koyduk. Onlar her türlü mucizeyi görseler bile, yine de ona inanmazlar, nihayet sana geldiklerinde de seninle çekişirler. İnkar edenler, «Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir» derler" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Âyette Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) dinleyenlerden kastedilen Kureyşlilerdir. Kur'ân'ı anlamasınlar diye, ok torbasının okları örttüğü gibi kalplerini örttük." Abdürrezzâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'nin, "Onlardan seni dinleyenler vardır, Kur'ân'ı anlarlar diye kalblerine örtüler kulaklarına da ağırlık koyduk. Onlar her türlü mucizeyi görseler bile, yine de ona inanmazlar, nihayet sana geldiklerinde de seninle çekişirler. İnkar edenler, «Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir» derler" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Onu kulaklarıyla duyarlar, ama bir şey anlamazlar. Tıpkı sesi duyan hayvanın ne söylendiğini anlamaması gibi." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî, "Onlardan seni dinleyenler vardır, Kur'ân'ı anlarlar diye kalblerine örtüler kulaklarına da ağırlık koyduk. Onlar her türlü mucizeyi görseler bile, yine de ona inanmazlar, nihayet sana geldiklerinde de seninle çekişirler. İnkar edenler, «Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir» derler" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Örtü, onu anlamalarına engel oldu ve böylece hakkı anlamaz oldular. Onların kulaklarında ise (hakka karşı) sağırlık vardır. Onlar Kur'ân için: “Bu, öncekilerin kafiyeli sözleridir" derler." İbn Cerîr'in Ali (b. Ebi Talha) vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünün mânâsı: “Öncekilerin sözü" demektir. Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve İbnu'l-Münzir'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünün mânâsı: “Öncekilerin yalan ve batıl sözleri" demektir. 26Bkz. Ayet:29 27Bkz. Ayet:29 28Bkz. Ayet:29 29"Onlar hem (başkalarını) ona ufaktan alıkoyar, hem kendileri de ondan uzaklaşırlar. Bu şekilde ancak kendilerini helak ediyorlar. Ama işin farkında değillerdir. Onların, ateşin kenarına getirilip durdurulduklarında, «Keşke dünyaya tekrar döndürülseydik, Rabbimiz'in âyetlerini yalanlamasaydık ve inananlardan olsaydık» dediklerini bir görsen! Hayır; daha önce gizledikleri onlara göründü. Eğer geri döndürülseler yine kendilerine yasak edilen şeylere dönerler. Doğrusu onlar yalancıdırlar. «Hayat ancak bu dünyadakinden ibarettir, biz dirilecek değiliz» dediler." Firyâbî, Abdürrezzâk, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Hâkim ve Beyhakî, Delâil'de bildirir: İbn Abbâs der ki: “Onlar hem (başkalarını) ona uymaktan alıkoyar, hem kendileri de ondan uzaklaşırlar. Bu şekilde ancak kendilerini helak ediyorlar. Ama işin farkında değillerdir" âyeti Ebû Tâlib hakında inmiştir. Ebû Tâlib, hem müşriklerin Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) eziyet etmesine engel oluyor, hem de onun getirdiği İslam'dan uzak duruyordu." İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, Kâsım b. Muhaymire'den bildirir: “Onlar hem (başkalarını) ona uymaktan alıkoyar, hem kendileri de ondan uzaklaşırlar. Bu şekilde ancak kendilerini helak ediyorlar. Ama işin farkında değillerdir" âyeti Ebû Tâlib hakında inmiştir. Ebû Tâlib, hem Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) eziyet edilmesine engel oluyor, hem ona inanmıyordu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atâ b. Dînâr der ki: “Onlar hem (başkalarını) ona uymaktan alıkoyar, hem kendileri de ondan uzaklaşırlar. Bu şekilde ancak kendilerini helak ediyorlar. Ama işin farkında değillerdir" âyeti Ebû Tâlib hakında inmiştir. Ebû Tâlib, hem insanların Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) eziyet etmesine engel oluyor, hem de Allah tarafından Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilenden uzak duruyordu." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Ali b. Ebî Talha vasıtasıyla bildirir: İbn Abbâs, "Onlar hem (başkalarını) ona uymaktan alıkoyar, hem kendileri de ondan uzaklaşırlar. Bu şekilde ancak kendilerini helak ediyorlar. Ama işin farkında değillerdir" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Onlar, hem insanların Hazret-i Muhammed'e iman etmesine engel oluyor, hem de kendileri ondan uzak duruyorlardı." İbn Cerîr, el-Avfî'nin vasıtasıyla bildirir: İbn Abbâs, "Onlar hem (başkalarını) ona uymaktan alıkoyar, hem kendileri de ondan uzaklaşırlar. Bu şekilde ancak kendilerini helak ediyorlar. Ama işin farkında değillerdir" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Ne onlar Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile görüşür, ne de başkalarının görüşmesine müsaade ederlerdi." İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Muhammed b. el-Hanefiyye'den bildirdiğine göre "Onlar hem (başkalarını) ona uymaktan alıkoyar, hem kendileri de ondan uzaklaşırlar. Bu şekilde ancak kendilerini helak ediyorlar. Ama işin farkında değillerdir" âyeti, hem insanların Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) davetini kabul etmesine engel olan, hem de kendileri İslam'ı kabul etmeyen Mekke kafirleri hakkında inmiştir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Onlar hem (başkalarını) ona uymaktan alıkoyar, hem kendileri de ondan uzaklaşırlar. Bu şekilde ancak kendilerini helak ediyorlar. Ama işin farkında değillerdir" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Kureyşliler insanların Kur'ân'a iman etmelerini engellerken kendileri de ondan uzak duruyordu." Abdürrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "Onlar hem (başkalarını) ona uymaktan alıkoyar, hem kendileri de ondan uzaklaşırlar. Bu şekilde ancak kendilerini helak ediyorlar. Ama işin farkında değillerdir" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “İnsanları Kur'ân ve Hazret-i Muhammed'e uymaktan alıkoyarken kendileri de uzak duruyorlardı." İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Ebî Hilâl'den bildirdiğine göre "Onlar hem (başkalarını) ona uymaktan alıkoyar, hem kendileri de ondan uzaklaşırlar. Bu şekilde ancak kendilerini helak ediyorlar. Ama işin farkında değillerdir" âyeti Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) on amcası hakkında inmiştir. Onlar görünüşte Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) en çok destek olanlardanken, gizlide onun aleyhinde olmakta insanların en şiddetlisi idiler. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b, "Onlar hem (başkalarını) ona uymaktan alıkoyar, hem kendileri de ondan uzaklaşırlar. Bu şekilde ancak kendilerini helak ediyorlar. Ama işin farkında değillerdir" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Onlar, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) öldürülmesine engel oluyorlardı, ama kendisine tabi olmuyorlardı." Ebû Ubeyd ve İbn Cerîr'in Hârûn'dan bildirdiğine göre İbn Mes'ûd (.....) âyetini, (.....) şeklinde (.....) harfiyle okumuştur. Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Hayır; daha önce gizledikleri onlara göründü. Eğer geri döndürülseler yine kendilerine yasak edilen şeylere dönerler. Doğrusu onlar yalancıdırlar" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Onların gizledikleri amelleri, onlara göründü. Eğer Yüce Allah onlara daha önce yaşadıkları dünya gibi bir dünya verseydi, kendilerine yasaklanan o kötü amelleri yine yaparlardı." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn İshâk'ın Süddî'den bildirdiğine göre "Hayır; daha önce gizledikleri onlara göründü. Eğer geri döndürülseler yine kendilerine yasak edilen şeylere dönerler. Doğrusu onlar yalancıdırlar" âyetinde kastedilen şey, dünyadayken gizledikleri amellerinin âhirette onlara görünmesidir. İbn Ebî Hâtim, Ali (b. Ebi Talha)'nın vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: “Yüce Allah onların eğer dünyaya tekrar gönderilseler bile hidayete tabi olamayacaklarını bildirip: “Eğer geri döndürülseler yine kendilerine yasak edilen şeylere dönerler. Doğrusu onlar yalancıdırlar" buyurmuştur. Eğer dünyaya geri döndürülseler, onlarla hidayet arasına, tıpkı daha önce dünyadayken engel koyduğumuz gibi yine engel koyarız." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Zeyd'in, "Eğer geri döndürülseler yine kendilerine yasak edilen şeylere dönerler. Doğrusu onlar yalancıdırlar" âyetiyle ilgili şöyle dediğini bildirir: “Eğer onlar tekrar dünyaya döndürüise, döndürüldükleri zaman yine: «Hayat ancak bu dünyadakinden ibarettir, biz dirilecek değiliz» derler." 30Sen, onların Rablerine arzedildiklerini (hesaba çekildiklerini) göreydin! Allah, onlara şöyle buyuracak: “ Öldükten sonra diriliş ve bu hesap, hak değil mi imiş?” Onlar da: “ Evet, Rabbimize yemin ederiz ki, bu hak’dır.” diyeceklerdir. Allah: “ O hâlde dünyada yaptığınız küfürlerin cezasını (azabını) tadın.” buyuracaktır. 31"Allah'a kavuşmayı yalanlayanlar doğrusu kaybedenlerdir kî kıyamet saati onlara ansızın gelince, ağırlıklarını arkalarına yüklenerek, «Dünyada işlediğimiz büyük kusurlardan ötürü yazıklar olsun bize» derler. Dikkat edin, yüklendikleri şeyler ne kötüdür!" İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın, (.....) kelimesinin mânâsının pişmanlık olduğunu söylediğini nakleder. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Hatîb sahih isnâdla, Ebû Saîd el-Hudrî'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), (.....) kelimesiyle ilgili: “Hasret, cehennemliklerin, cennetteki yerlerini görünce, «Yazıklar olsun bize» demeleridir" buyurduğunu nakleder. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, "Allah'a kavuşmayı yalanlayanlar doğrusu kaybedenlerdir ki kıyamet saati onlara ansızın gelince, ağırlıklarını arkalarına yüklenerek, «Dünyada işlediğimiz büyük kusurlardan ötürü yazıklar olsun bize» derler. Dikkat edin, yüklendikleri şeyler ne kötüdür!" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Âyette geçen hasretten kasıt pişmanlıktır. Onlar pişmanlıkla: “Cennete götüren amellerden kaybettiklerimiz dolayısıyla yazıklar olsun bizlere!" derler. Hiçbir zalim insan yoktur ki o ölüp kabrine konulduktan sonra onun yanına çirkin yüzlü, siyah renkli, pis kokulu, kirli elbiseli bir adam gelmiş olmasın. Ölen zalim kimse, kabirde yanına giren o kişiyi görünce, "Yüzün ne de çirkinmiş" der, o da "Senin amelin böyleydi!" der. Zalim: “Kokun ne pişmiş" deyince, o da "Senin amelin böyle pis idi" karşılığını verir. Zalim: “Senin elbisen ne kadar kirli" deyince, o da: “Senin amelin böyle kirli idi" cevabını verir. Zalim: “Sen kimsin?" diye sorunca, o: “Ben senin amelinim" cevabını verir. O, ölen zalim kişiyle birlikte kabirde kalır ve kıyamet gününde zalim olan bu kişi diriltilince de ameli ona: “Dünyada iken zevk ve şehvani arzular vasıtasıyla ben seni taşıyordum. Bu gün de sen beni taşıyacaksın" der. Böylece ameli o kişinin sırtına binerek onu sürer ve cehennem ateşine sokar. İşte Yüce Allah'ın: “...ağırlıklarını arkalarına yüklenirler..." âyetinin mânâsı budur. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Amr b. Kays el-Mulâî'den bildirir: Mümin kabrinden çıktığı zaman ameli onu en güzel suretle ve en tatlı kokuyla karşılayıp: “Beni tanıdın mı?" diye sorar. Mümin: “Hayır, ancak, Allah senin kokunu ve sûretini güzelleştirmiştir" deyince, ameli: “Sen dünyada böyleydin. Ben senin salih amelinim. Dünyada iken sen beni taşıyordun, bu gün ben seni taşıyacağım. "O gün, takva sahiplerini, heyet olarak Rahmân'ın huzuruna toplayacağız" âyeti buna işaret etmektedir. Kâfiri ise ameli en kötü sûrette ve en pis kokuyla karşılayıp: “Beni tanıdın mı?" diye sorar. Kâfir: “Hayır, ancak, Allah senin suretini çok çirkin ve kokunu çok pis yapmış" deyince, ameli: “Sen dünyada böyleydin. Ben senin kötü amelinim. Dünyadayken ben seni taşıyordum, şimdi sen beni taşı" der. "Allah'a kavuşmayı yalanlayanlar doğrusu kaybedenlerdir ki kıyamet saati onlara ansızın gelince, ağırlıklarını arkalarına yüklenerek, «Dünyada işlediğimiz büyük kusurlardan ötürü yazıklar olsun bize» derler. Dikkat edin, yüklendikleri şeyler ne kötüdür!" âyeti buna işaret etmektedir." İbn Ebî Hâtim, Amr b. Kays'ın vasıtasıyla Ebû Merzûk'tan aynı rivayete bulunmuştur. Abdürrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözü "Yaptıkları ne kötüdür" manasındadır. 32"Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttakî olanlar için âhiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâla akıl erdiremiyor musunuz?" İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'in: “Her oyun lehv'dir" dediğini bildirir. 33"Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar." Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Hâkim ve el- Muhtâre'de Diyâ, Hazret-i Ali'den bildirir: Ebû Cehil, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Biz seni yalanlamıyoruz. Senin getirdiğini yalanlıyoruz" deyince, "Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar" âyeti nazil oldu. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Ebû Yezîd el-Medenî'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Cehil ile karşılaşınca, Ebû Cehil kendisine yumuşak davranıp sorular sormaya başladı. Bazı arkadaşları Ebû Cehil'e uğrayıp: “Bunu sen mi yapıyorsun?" deyince, Ebû Cehil: “Evet vallahi! Ona böyle davranıyorum. Ben onun doğru olduğunu biliyorum, ama biz ne zaman Abdimenâf oğulferına tâbi olduk ki?" karşılığını verdi. "Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar" âyeti buna işaret etmektedir. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye, Ebû Meysere'den bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Cehil'in yanından geçerken: “Ey Muhammed! Allah'a andolsun ki biz seni yalanlamıyoruz. Şüphesiz bize göre sen doğru söylüyorsun. Fakat senin getirdiğini yalanlıyoruz" dedi. Bunun üzerine, "Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar" âyeti nazil oldu. İbn Cerîr'in, Ebû Sâlih'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) üzgün bir şekilde otururken Cibrîl geldi ve: “Neden üzgünsün?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şunlar beni yalanladı" cevabını verince, Cibrîl: “Onlar seni yalanlamıyorlar. Senin doğru olduğunu biliyorlar "Fakat o zalimler açıkça Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar" dedi. Ebu'ş-Şeyh, Ebû Sâlih'ten bildiriyor: “Müşrikler, Mekke'de Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) gördükleri zaman kendi aralarında birbirlerine: “Bu peygamberdir" diyorlardı. "Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar" âyeti bu konuda nazil olmuştur." Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Diyâ'ın bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib, bu âyeti (.....) şeklinde şeddesiz olarak okudu ve: “Onlar, senin getirdiğinden daha doğru olan bir doğruyu getiremezler" dedi. İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti (.....) şeklinde şeddesiz olarak okudu ve: “Ne senin peygamber olmana, ne de Kur'ân'ın Kur'ân olmasına engel olamazlar. Eğer seni yalanlarlarsa ancak dilleriyle yalanlayabilirler. Onların yaptıkları seni yalanlamaktır ama yalancı olduğunu ortaya koyamazlar" dedi. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b'ın, bu âyeti (.....) şeklinde şedesiz olarak okur ve: “Elindekini boşa çıkaramazlar" derdi. Abdürrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'nin, "...Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar" âyetini açıklarken: “Allah'ın Resûlü olduğunu bildikleri halde inkâr ediyorlar" dediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan'ın yanında bir adam, bu âyeti (.....) şeklinde okuyunca, Hasan, adamın: (.....) şeklinde okumasını söyleyip, mânâsının: “Onlar, Hazret-i Muhammed'in peygamber olduğunu bildiler ama buna rağmen inkâr ettiler" olduğunu söyledi. 34"Senden önce nice peygamberler yalanlandı ve kendilerine yardımımız gelene kadar yalanlanmalarına ve sıkıştırılmaya katlandılar. Allah'ın sözlerini değiştirebilecek yoktur; and olsun ki peygamberlerin haberi sana da geldi." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "Senden önce nice peygamberler yalanlandı ve kendilerine yardımımız gelene kadar yalanlanmalarına ve sıkıştırılmaya katlandılar. Allah'ın sözlerini değiştirebilecek yoktur; and olsun ki peygamberlerin haberi sana da geldi" âyetinin mânâsını açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Duyduğunuz gibi Allah, peygamberini teselli ediyor ve kendisinden önce gelen peygamberlerin de yalanlandığını, onların, Allah aralarında hüküm verinceye kadar bu yalanlamalara sabrettiğini bildiriyor." İbn Cerîr'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre Yüce Allah, "Senden önce nice peygamberler yalanlandı..." âyetiyle peygamberini teselli etmektedir. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, Yüce Allah, "Senden önce nice peygamberler yalanlandı..." âyetiyle peygamberini teselli ettiğini söyledi. 35Bkz. Ayet:37 36Bkz. Ayet:37 37"Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldi ise, yapabilirsen yerin içine inebileceğin bir tünel ya da göğe çıkabileceğin bir merdiven ara ki onlara bir mucize getiresinl Allah dileseydî, elbette onları hidayet üzerinde toplayıp birleştirirdi, o halde sakın cahillerden olmal Ancak (samimiyetle) dinleyenler daveti kabul eder. Ölülere gelince, Allah onları diriltecek, sonra da O na döndürülecekler. O na Rabbinden bir mucize indirilseydi ya! dediler. De ki: şüphesiz Allah mucize indirmeye kadirdir. Fakat onların çoğu bilmezler" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyetinde geçen (.....) kelimesi tünel demektir. Yani: “Eğer gücün yeterse yerin dibine inebileceğin bir tünel veya gökyüzüne çıkacağın bir merdiven ara ve gökyüzüne çıkıp onlara, kendilerine getirdiğimizden daha üstün bir mucize getir. Eğer ben isteseydim hepsini doğru yolda toplardım." Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre âyete geçen (.....) kelimesi tünel demektir. (.....) kelimesi ise merdiven demektir. Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona: “Bana Yüce Allah'ın, âyette geçen (.....) sözünün mânâsını söyle" deyince, İbn Abbâs: “Yeryüzünde bir delik bulup kaçabilirsen kaç" demektir" cevabını verdi. Nâfi: “Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: “Tabi ki! Yoksa Adiyy b. Zeyd'in: "Amr kendisi için bir çukur açıp pusu kurdu Ama o kurulan pusudan korkmadı" dediğini bilmez misin?" İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbn Merdûye, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basri), (.....) âyetini açıklarken, "dinleyenlerden kasıt müminler, ölülerden kasıt ise kafirlerdir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyetinde duyanlardan kasıt, müminlerin zikri dinlemesidir. (Mânen ölü olan) kâfirleri ise Yüce Allah ölülerle beraber (kıyamet günü) diriltecektir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Ancak (samimiyetle) dinleyenler daveti kabul eder. Ölülere gelince, Allah onları diriltecek, sonra da O'na döndürülecekler" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Samimiyetle dinleyenler, Allah'ın Kitabını dinleyip ondan faydalanarak içinde yazanları anlayıp yerine getirendir. Bu kişinin kalbi ve basireti diridir. "Âyetlerimizi yalanlayanlar karanlıklarda kalmış sağır ve dilsizlerdir..." âyeti de doğru yolu görmeyen ve ondan faydalanmayan, manen sağır ve dilsiz olan kafire misal verilmiştir." 38"Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanismiyle uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler." Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid (.....) âyetini açıklarken: “Bunlar, kendileriyle tanındıkları isimleri bulunan sınıflar halindedirler" dedi. Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanismiyle uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler" âyetini açıklarken: “Kuşlar bir ümmet, insanlar bir ümmet ve cinler bir ümmettir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, (.....) âyetinin mânâsını açıklarken: “Sizin gibi varlıklardır" demiştir. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Cerîr'den bildirir: “Zerreden hayvanlara kadar Allah'ın yarattığı her şey bir ümmettir." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim Ali'nin vasıtasıyla İbn Abbâs'ın, (.....) âyetini açıklarken: “Ümmü'l-Kitab'da yazmadığımız bir şey yoktur" dediğini bildirir. Abdürrezzâk ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre "Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık..." âyetinde kastedilen kitap, Allah katındaki kitaptır. Şuabu'l-îman'da Beyhakî, Tâli't-Telhîs'te Hatîb ve İbn Asâkir, Ubeydullah b. Ziyâd el-Bekrî'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arkadaşlarından olan Busr el-Mâzinî'nin iki oğlunun yanına girip: “Allah size merhamet etsin. Bizden biri bineğe binip ona kamçıyla vuruyor veya gemini çekiyor. Bu konuda Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) bir şey duydunuz mu?" diye sordum. Onlar: “Hayır cevabını verince içeriden bir kadın bana seslenip: “Ey kişi! Yüce Allah Kitab'ında: “Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanismiyle uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler" buyuruyor" dedi. Bunun üzerine onlar: “Bu bizim kızkardeşimizdir ve bizden büyük olup Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) yetişmiştir" dediler. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, âyette geçen (.....) sözünün mânâsı hakkında: “Kitapta unuttuğumuz bir şey bırakmadık. Her ne varsa mutlaka o Kitapta vardır" demiştir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Enes b. Mâlik'e: “Hayvanların canını kim alır?" diye sorulunca: “Ölüm meleği" karşılığını verdi. Hasan, Enes'in bu cevabından haberdar olunca: “Doğru söylemiş. Bu konu Allah'ın Kitab'ında vardır" deyip: “Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanismiyle uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır..."âyetini okudu. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh bildiriyor: İbn Abbâs, "Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler" âyetini açıklarken: “Hayvanların ve kuşların haşredilmeleri (toplanmaları) ölmeleridir" dedi. Abdürrezzâk, Ebû Ubeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim bildiriyor: Ebû Hureyre der ki: “Kıyamet gününde Allah bütün mahlûkatı, hayvanları, diğer canlıları, kuşları ve herşeyi haşredeçektir. O günde Yüce Allah'ın adaleti, boynuzsuz hayvan lehine boynuzludan hakkın alınacağı seviyeye kadar ulaşacaktır. Daha sonra Yüce Allah bunlara "Toprak olunuz!" diyecektir. O gün kâfir: “Keşke toprak olsaydım diyecektir" Eğer isterseniz: “Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanismiyle uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler" âyetini okuyunuz." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Zer şöyle der: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında iki koyun toslaşınca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: “Ey Ebû Zer! Bunların ne için toslaştıklarını biliyor musun" diye sordu. Ben: “Hayır" cevabını verince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Fakat Allah bilir ve ikisi arasında hüküm verecektir. Ebû Zer der ki: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat etmeden önce bize gökteki kuşun kanatları hakkında bile bilgi verdi." 39"Âyetlerimizi yalanlayanlar karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu şaşırtır, dilediği kimseyi de doğru yola iletir" Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Munzi ve İbn Ebî Hâtim bildirir: Katâde, "Âyetlerimizi yalanlayanlar karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu şaşırtır, dilediği kimseyi de doğru yola iletir" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Doğru yolu görmeyen ve ondan faydalanmayan kâfir, sağır ve dilsiz olarak vasfedilmiştir. Bu kişi karanlıklarda şaşkın bir vaziyette kalır ve oradan çıkamaz." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Yûsuf el-Medenî der ki: “Kur'ân'da, insanoğlunun dilemesinden bahseden her âyet, "Allah kimi dilerse onu şaşırtır, dilediği kimseyi de doğru yola iletir" âyetiyle neshedilmiştir." 40(Ey Resûlüm), müşriklere söyle: “ Bana haber verir misiniz, eğer Allah’ın azâbı, yahut kıyâmet başınıza gelirse, Allah’dan başkasına mı yalvarırsınız? Eğer doğru söyleyen insanlarsanız... (Putlar ilâh’dır sözünde gerçekçi iseniz, kurtulmanız için onlara yalvarıp dua edin.) 41Şüphesiz ancak, Allah’a dua edersiniz de, dilerse O, bertaraf edilmesine yalvardığınızı (belâyı) kaldırır. O vakit, ortak koştuğunuz putları unutursunuz. 42"Şüphesiz kî, senden önce ümmetlere peygamberler göndermiştik; onları yalvarsınlar diye darlık ve sıkıntıya sokmuştuk." Ebu'ş-Şeyh'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre âyette geçen sıkıntı ve darlıktan kasıt, idareciden korkmak ve pahalılıktır. 43"Hiç değilse, onlara şiddetimiz geldiği zaman yalvarıp yakarmalı değil iniydiler? Lakin kalbleri katılaştı, şeytan da yaptıklarını onlara güzel gösterdi" Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh bildirir: Katâde: “Hiç değilse, onlara azabımız geldiği zaman yalvarıp yakarmalı değil miydiler? Lakin kalbleri katılaştı, şeytan da yaptıklarını onlara güzel gösterdi" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Azab geldiği zaman bile kalplerinin katı olmasını ayıplamıştır. Onlar Allah'ın azabını küçümseyip hafife aldılar. Allah sizlere hayırlar versin,"sizler Allah'ın azabı geldiğinde kalpleriniz katılaşıp onu hafife almayınız. Çünkü Yüce Allah sizden önceki bir topluluğu bu sebeple ayıplamıştır." 44Bkz. Ayet:45 45"Kendilerine yapılan uyarılan unuttuklarında, (indirmiş olduğumuz sıkıntı ve musibetleri kaldırıp) özerlerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık, birdenbire onlar bütün ümitlerini yitirdiler. Böylece zulmeden toplumun kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ali'nin vasıtasıyla İbn Abbâs'ın, (.....) âyetinin mânâsının: “Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında..." olduğunu söyledi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'in, (.....) âyetinin mânâsını açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Allah'ın ve Peygamberinin davet ettikleri şeyden yüz çevirip reddettiler." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid "Üzerlerine her şeyin kapılarını açtık..." sözünü açıklarken: “Allah, ilk nesile dünya rahatlığı ve kolay bir hayat verdi" dedi. Abdürrezzâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre "Üzerlerine her şeyin kapılarını açtık..." sözünün mânâsı, onlara rahatlık ve bol rızkın verilmesidir. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh bildirir: Süddî, "Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında, (indirmiş olduğumuz sıkıntı ve musibetleri kaldırıp) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık, birdenbire onlar bütün ümitlerini yitirdiler. Böylece zulmeden toplumun kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur" âyetini açıklarken: “Kendilerine verilen rızıkla şımardıklarında onları ansızın yakalayıverdik. Onlar da ümitsizliğe kapılıp şaşkına döndüler. Böylece zulmeden toplumun nesli kesildi" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Muhamed b. en- Nadr el-Hârisî'nin (.....) âyetini açıklarken: “Onlar ansızın yakalanmadan önce kendilerine yirmi yıl mühlet verilmişti" dediğini bildirir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi: “Mublis: Kişiye engel olamayacağı kötülüğün isabet etmesidir. Müblis (ümitsiz) müştekinden (boyun eğenden) daha zordur. Böylece zalim topluluğun nesli kesildi." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre kelimesinin kökü, üzülmektir. Başka bir lafızda ise, ümitsizliğe düşmektir. İbn Ebî Hâtim, Süddî'nin: “İblâs, yüzün değişmesidir. İblîs'e bu adın verilmesi, Yüce Allah'ın onun yüzünü değiştirip bozmasıdır" dediğini bildirir. Ahmed, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Münzir, Taberânî, el-Kebîr'de, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Şuabu'l-îman'da Beyhakî'nin, Ukbe b. Âmir'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kulun günah işlemesine rağmen Allah'ın, dünya nimetlerinden o kulun sevdiği şeyleri ona verdiğini gördüğün zaman, bil ki bu, Allah tarafından onun için bir istidracdır" buyurup: “"Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında, (indirmiş olduğumuz sıkıntı ve musibetleri kaldırıp) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık, birdenbire onlar bütün ümitlerini yitirdiler. Böylece zulmeden toplumun kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur" âyetini okudu. İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin, Ubâde b. es-Sâmit'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Yüce Allah bir topluluğun neslinin devam etmesini veya gelişmesini dilerse, onlara rızık, doğruluk adalet ve iffet verir. Bir kavmin de kökünün kesilmesini dilerse; onlara ihanet kapısını açar." Sonra Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında, (indirmiş olduğumuz sıkıntı ve musibetleri kaldırıp) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık, birdenbire onlar bütün ümitlerini yitirdiler. Böylece zulmeden toplumun kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur" âyetlerini okudu. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Hasan(ı Basrî'nin) şöyle dediğini bildirir: “Allah kimin rızkını genişletir de kendisinin imtihan edildiğini görmezse; onun sıhhatli bir görüşü yoktur. Allah kimin rızkını daraltır da o kişi kendisine yardım edildiğini görmezse; onun da sıhhatli bir görüş ve aklı yoktur." Sonra Hasan: “Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onlara her şeyin kapısını açtık; kendilerine verilene sevinince ansızın onları yakaladık da umutsuz kalıverdiler" âyetini okuyup: “Kâbe'nin rabbine yemin olsun ki onlar imtihan edildiler. Onlara ihtiyaçları verildi, sonra da cezaya çarptırıldılar" dedi. Îbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Câfer der ki: “Yüce Allah Hazret-i Dâvud'a: “Her halde Benden kork. En fazla da nimetlerin bol olduğu zamanda, o bolluk içindeyken seni yere vurup yüzüne bakmamafndan kork" diye vahyetti. Beyhakî, Şuabu'l-îman'da bildirir: Ebû Hâzım der ki: “Kendisine isyan ettiğin halde Allah sana nimetlerini peşpeşe gönderiyorsa, ondan sakın. Seni Allah'a yaklaştırmayan her nimet bir beladır." Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onlara her şeyin kapısını açtık; kendilerine verilene sevinince ansızın onları yakaladık da umutsuz kalıverdiler" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Bir kavim Allah'ın emrine karşı gelmişti. Allah bir kavmi ancak onların bolluk, gafleti ve nimet içinde oldukları zamanda alıp yakalayıverir. Allah'ın size verdiği boluk ve refaha aldanarak sizi sevdiğini sanıp aldanmayınız. Ancak fasıklar Allah hakkında yanılgıya düşerler." İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Rabî b. Enes: “Sivrisinek aç olduğu müddetçe hayatta kalır. Doyduğu zaman ise ölür. İnsanoğlu da aynı şekilde, dünya malıyla dolduğu zaman Allah onu alır (ve cezalandırır)" deyip: “Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onlara her şeyin kapısını açtık; kendilerine verilene sevinince ansızın onları yakaladık da umutsuz kalıverdiler" âyetini okudu. Tastî'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak kendisine: (.....) âyetinin mânâsını açıklar mısın?" diye sorunca, İbn Abbâs: “Kökleri kurudu nesilleri kesildi" mânâsındadır" karşılığını verdi. Nâfi: “Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: “Tabii ki! Züheyr'in: "Arka ayaklarının üstüne şaha kalkmış atın Ağzına vurulan gemden etleri kesilmekte " dediğini İşitmedin mi?" 46Bkz. Ayet:50 47Bkz. Ayet:50 48Bkz. Ayet:50 49Bkz. Ayet:50 50"De ki: Ne dersiniz; eğer Allah kulaklarınızı sağır, gözlerinizi kör eder, kalplerinizi de mühürlerse bunları size Allah'tan başka hangi tanrı geri verebilir! Bak, delilleri nasıl açıklıyoruz. Onlar hâla yüz çeviriyorlar! De ki: Söyler misiniz; size Allah'ın azabı ansızın veya açıkça gelirse, zalim toplumdan başkası mı helâk olur? Biz, peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar üzüntü de çekmeyecekler. Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, yoldan çıkmalarından dolayı onlar azap çekeceklerdir. De ki: Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım. De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesinin mânâsı yüz çevirmektir. Tastî'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak kendisine: kelimesinin mânâsını açıklar mısın?" diye sorunca, İbn Abbâs: “yüzçevirmek" mânâsındadır" karşılığını verdi, Nâfi: “Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: “Tabi ki! Yoksa sen Süfyân b. el-Hâris'in indirilen her haktan yüzçevirmemize rağmen Allah'ın bize karşı olan hilmine şaşıyorum" dediğini bilmez misin? Abd b. Humeyd, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "...Âyetleri nasıl türlü türlü açıkladığımıza bir baksana, sonra da onlar yüz çevirirler. De ki: Söyler misiniz; size Allah'ın azabı ansızın veya açıkça gelirse, zalim toplumdan başkası mı helak olur?" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: (.....) sözünün mânâsı yüzçevirmektir. Onlar, emniyet içindeyken veya bakarken azab size gelirse zalim toplumdan başkası mı helak olur. "... De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?" âyetinde geçen kör ve görenden kasıt ise dalalette olan ve doğru yolda olandır." İbn Cerîr'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre Kur'ân'da geçen her "Fısk" kelimesinin mânâsı "yalan" demektir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh Katâde'nin, "...De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Kör, Allah'ın, üzerindeki hakından ve verdiği nimetler karşı kör olan kafir demektir. Gören ise, ibret gözüyle bakan, Allah'ı tevhid edip Rabbini razı edecek ameller yapan ve Allah'ın kendisine verdiklerinden faydalanan mümindir." 51Bkz. Ayet:55 52Bkz. Ayet:55 53Bkz. Ayet:55 54Bkz. Ayet:55 55"Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları onunla (Kur'ân ile) uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost ne de bir aracı vardır; belki sakınırlar. Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O na yalvaranları kovma! Onların hesabından sana bir sorumluluk; senin hesabından da onlara herhangi bir sorumluluk yoktur ki bunları kovup da zalimlerden olasın! Böylece, «Aramızdan Allah bunlara mı iyilikte bulundu?» demeleri için onları birbiriyle denedik. Allah şükredenleri iyi bilen değil midir? Âyetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: Selâm size! Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine yazdı. Gerçek şu ki: Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tövbe edip de kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Böylece suçluların yolu belli olsun diye âyetleri iyice açıklıyoruz" Ahmed, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym, el-Hilye'de, Abdullah b. Mes'ûd'dan bildirir: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında, Suheyb, Ammâr, Bilâl ve Habbâb gibi müzlümanların zayıfları varken Kureyş topluluğu geldi ve: “Ey Muhammed! Kavmini bırakıp ta bunlarla birlikte olmaya mı razı oldun? Biz bunlara mı tabi olacağız. Bunları yanından kov, onları kovarsan belki sana tabi oluruz" dediler. Bunun üzerine: “Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları onunla (Kur'ân ile) uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost, ne de bir aracı vardır; belki sakınırlar. Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O'na yalvaranları kovma!... De ki: Acele istediğiniz şey benim elimde olsaydı, elbette benimle sizin aranızda iş bitirilmişti. Allah zalimleri daha iyi bilir" âyetleri nazil oldu." İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir İkrime'den bildirir: Utbe b. Rabîa, Şeybe b. Rabîa, Kuraza b. Abdiamr b. Nevfel, Haris b. Âmir b. Nevfel ve Mut'im b. Adiyy b. el-Hiyâr b. Nevfel, Abdimenâf'ın kafirlerinin ileri gelenleryle Ebû Tâlib'e gidip: “Eğer kardeşinin oğlu, bizim kölelerimiz ve işçilerimiz olan şu köleleri kovarsa, bizim gönlümüzde daha büyük, bizim yanımızda daha itaat edilen ve bizim tabî olmamıza daha yakın olan olur" dediler. Ebu Tâlib, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) onların söylediğini aktarınca, Ömer b. el-Hattâb: “Ey Allah'ın Resûlü! Sözlerinden ne kasdettiklerini ve ne yapacaklarını görmemiz için bunu yapsanız" dedi. Bunun üzerine Allah: “Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları onunla (Kur'ân ile) uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost, ne de bir aracı vardır; belki sakınırlar. Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O'na yalvaranları kovma! Onların hesabından sana bir sorumluluk; senin hesabından da onlara herhangi bir sorumluluk yoktur ki bunları kovup da zalimlerden olasın! Böylece, "Aramızdan Allah bunlara mı iyilikte bulundu?" demeleri için onları birbiriyle denedik. Allah şükredenleri iyi bilen değil midir?" âyetlerini indirdi. Müşriklerin, uzaklaştırılmalarını istedikleri kişiler: Bilâl, Ammâr b. Yâsir, Huzeyfe'nin azatlısı Sâlim, Esîd'in azatlısı Suheyb, İbn Mes'ûd, Mikdâd b. Amr, Vâkid b. Abdillah el-Hanzalî, Amr b. Abdiamr Zu'ş-Şimâleyn, Mersed b. Ebî Mersed gibileri vardı. Kureyşin ileri gelenleri, azatlılar ve anlaşmalılar hakkında: “Böylece, "Aramızdan Allah bunlara mı iyilikte bulundu?" demeleri için onları birbiriyle denedik. Allah şükredenleri iyi bilen değil midir?" âyeti inince, Hazret-i Ömer gelip söylediklerinden dolayı özür diledi. Bunun üzerine: “Âyetlerimize inananlar sana gelince: «Size selam olsun» de. Rabbiniz, sizden kim bilmeyerek fenalık işlerce arkasından tövbe eder ve nefsini düzeltirse, ona rahmet etmeyi kendi üzerine almıştır. O, bağışlar ve merhamet eder" âyeti indi. İbn Ebî Şeybe, İbn Mâce, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Ebû Nuaym, el-Hilye'de ve Beyhakî, Delâil'de, Habbâb'dan bildirir: Akra b. Habis et-Temîmî ve Uyeyne b. Hısn el- Fezârî, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiler. Onun, Bilal, Süheyb, Ammar ve Habbab gibi, müminlerin mustaz'aflarının yanında oturduğunu görüp bunları küçümsediler ve Hazret-i Peygambere gidip onunla başbaşa kaldılar ve şöyle dediler: “Biz, senin bize, arapların bu vesileyle üstünlüğümüzü bilip tanıyacakları özel bir meclis tertiplemeni istiyoruz. Çünkü araplann kafileleri senin yanma gelir, biz de araplann bizleri bu kölelerle birlikte görmelerinden utanınz. O bakımdan biz yanına geldik mi, bunları yanından kaldır, gitsinler. Biz yanından ayrılıp gittik mi, istersen onlarla beraber oturursun." Hazret-i Peygamber de: “Olur" dedi. Bu sefer onlar: “Bu hususta bize bunu yerine getireceğine dair bir belge yaz dediler." (Habbab devamla) der ki: “Bir sahife getirilmesini istedi ve Ali'yi da biz bir tarafta oturuyorken yazmak üzere çağırdı. Bunun üzerine Cibrîl inip: “Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O'na yalvaranları kovma! Onların hesabından sana bir sorumluluk; senin hesabından da onlara herhangi bir sorumluluk yoktur ki bunları kovup da zalimlerden olasın! Böylece, "Aramızdan Allah bunlara mı iyilikte bulundu?" demeleri için onları birbiriyle denedik. Allah şükredenleri iyi bilen değil midir? Âyetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: Selâm size! Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine yazdı. Gerçek şu kî: Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tövbe edip de kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir" âyetlerini indirdi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) elindeki kağıdı atıp bizi çağırdı. Yanına gittiğimizde: “...Selâm size! Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine yazdı...." âyetini okuyordu. Artık biz Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber oturuyorduk, o gitmek istediği zaman kalkıp gidiyor ve bizi orada bırakıyordu. Bunun üzerine: “Ey Muhammed, rablerinin rızasını dileyerek sabah akşam ona ibadet edenlerle birlikte dur, sabret sakın dünya hayatının ziynetine kapılıp gözünü onlardan şyırma..." âyeti nazil oldu. Bundan sonra artık Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizimle birlikte oturuyordu. Onun kalkma zamanı gelince biz kalkıyorduk ve onu bırakıyorduk ki o da kalksın." Zübeyr b. Bekkâr, Ahbâru'l-Medine'de, Gufra'nın azatlısı Amr b. Abdillah b. el-Muhâcir'in, Mescid-i Nebevinin içinde bulunan direğin yanında şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) nafile namazlarını en çok bunun yanında kılardı. Sabah namazını kılınca yanına giderdi. Zayıflar, miskinler, hastalar, müellefe-i kulûb ve Mescid'den başka kalacağı yeri olmayanlar kendisinden önce orada toplanıp halka oluştururlardı. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah namazından sonra onların yanına gider ve o gece kendisine nazil olan âyetleri okur ve güneş doğuncaya kadar sohbet ederlerdi. Toplumun ileri gelenleri zenginleri ve eşrafı gelip Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında oturacak yer bulamadılar. Hem onlar Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İle beraber Oturmak İstediler, hem Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlarla oturmak istedi. Bunun üzerine: “Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek O'na yalvaranlarla beraber sen de sabret. Dünya hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden ayırma. Bizi anmasını kendisine unutturduğumuz ve işinde aşırı giderek hevesine uyan kimseye uyma. Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Biz, zalimlere öyle bir cehennem hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepe çevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) imdat dileyecek olsalar imdatlarına, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. Ne fena bir içecek ve ne kötü bir kalma yeri!" âyetleri nazil oldu. Bunun üzerine onlar: “Ey Allah'ın Resulü! Bu (zayıf ve miskinleri) etrafından kovsan da, biz seninle oturan kardeşlerin olsak ve senden ayrılmasak" dediler. Onların bu sözüne karşılık: “Sabah akşam, Rabblerinin rızasını isteyerek O'na yalvaranları kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk yoktur, senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur ki onları kovarak zulmedenlerden olasın. Böylece, «Aramızdan Allah bunlara mı iyilikte bulundu?» demeleri için onları birbiriyle denedik. Allah şükredenleri iyi bilen değil midir?" âyetleri nazil oldu. Firyâbî, Abd b. Humeyd, Müslim, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Hâkim, Ebû Nuaym, el- Hilye'de ve Beyhakî, Delâil'de, Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildirir: “Bu âyet altı kişi hakkında nazil olmuştur: ben, Abdullah b. Mes'ûd, Bilâl, Huzeyl'den bir adam ve iki kişi hakkında. Medine'nin ileri gelenleri: “Ey Allah'ın Resulü! Bunları kov. Biz, bunlara tabi olmaktan utanıyoruz" dediler. Bunun üzerine kalbine Allah ne diledi ise o geldi ve içinden bir şeyler geçirdi, Yüce Allah: “Sabah akşam, Rabblerinin rızasını isteyerek O'na yalvaranları kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk yoktur, senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur ki onları kovarak zulmedenlerden olasın. Böylece, «Aramızdan Allah bunlara mı iyilikte bulundu?» demeleri için onları birbiriyle denedik. Allah şükredenleri iyi bilen değil midir?"âyetlerini indirdi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: “Âyette kovulmamalart istenen kişiler namaz kılanlardır. Bilâl ve İbn Ümmu Abd Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber otururdu. Kureyşliler onları küçük görerek: “Eğer bunlar ve benzerleri omasaydı Hazret-i Muhammed ile beraber otururduk" dediler. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bunları kovması yasaklandı ve: “Sabah akşam, Rabblerinin rızasını isteyerek O'na yalvaranları kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk yoktur, senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur ki onları kovarak zulmedenlerden olasın. Böylece, «Aramızdan Allah bunlara mı iyilikte bulundu?» demeleri için onları birbiriyle denedik. Allah şükredenleri iyi bilen değil midir?" âyetleri nazil oldu. Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Rabî b. Enes der ki: Aralarında, Bilâl, Suheyb ve Selmân'ın da bulunduğu kişiler Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) meclisinde bulunmak için yarışırlardı. Toplumun ileri gelenleri ve eşrafı geldiğinde ise Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) yakın yer bulamadıklarından dolayı bir kenarda otururlardı. Bunun üzerine ileri gelenler: “Suheyb, Rum diyarındandır. Selmân ise Fârisî'dir. Bilâl da Habeşî'dir. Bunlar gelip Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında oturuyor, biz ise bir kenarda oturuyoruz" dediler. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Biz, kavminin ileri gelenleri ve efendileriyiz. Geldiğimiz zaman bizi kendine yaklaştırsan" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) dediklerini yapmak isteyince, Allah: “Sabah akşam, Rabblerinin rızasını isteyerek O'na yalvaranları kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk yoktur, senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur ki onları kovarak zulmedenlerden olasın."âyetini indirdi. İbn Asâkir, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir: Kureyş'in ileri gelenleri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelince, Bilâl, Suheyb, İbn Ümmü Abd (İbn Mes'ud), Ammâr ve Habbâb gibi sahabenin etrafını çevirmiş olduğunu görürlerdi. Bunun üzerine: “Bilâl Habeşî'dir. Selmân, Fârisî'dir. Suheyb ise Rum diyarındandır. Eğer onları bir kenara çekerse onun yanına gidebilirdik" derlerdi. Bunun üzerine: “Sabah akşam, Rabblerinin rızasını isteyerek O'na yalvaranları kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk yoktur, senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur ki onları kovarak zulmedenlerden olasın." âyeti indi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ali'nin vasıtasıyla bildirir: İbn Abbâs, "Sabah akşam, Rabblerinin rızasını isteyerek O'na yalvaranları kovma..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Burada kastedilen sabah akşam, kendilerine farz kılınan namazları kılanlardır." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen sabah ve akşamdan kasıt, sabah ve ikindi namazlarıdır. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbrâhim'den bildirdiğine göre âyette kastedilenler zikir ehlidir. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) onları zikirden alıkoymamasını emretmiştir. Süfyân ise "Bunlardan kasıt fakirlerdir" demiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ali (b. Ebi Talha) vasıtasıyla İbn Abbâs'ın "Böylece, «Aramızdan Allah bunlara mı iyilikte bulundu?» demeleri için onları birbiriyle denedik. Allah şükredenleri iyi bilen değil midir?" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Allah bazılarını zengin, bazılarını fakir yapmıştır. Zenginler, fakirlerle alay ederek: «Allah, aramızdan bunları mı hidayete kavuşturdu» dediler." Abdürrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre "Onları birbiriyle denedik..." sözünden kastedilen birbirleriyle imtihan edilmeleridir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Aramızdan Allah bunlara mı iyilikte bulundu?" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Müşrikler bu sözleriyle: «Eğer bunların Allah katında bir değeri olsaydı bu kadar sıkıntı içinde yaşamazlardı» demek istediler." İbn Merdûye, İbn Abbâs'ın: “Onları birbiriyle denedik..." sözünü açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber olan bazı fakirler hakkında Kureyş'in ileri gelenleri: “Sana iman ederiz, ama seninle namaz kılarken şu seninle olanları geriye çek ve onlar arkamızda namaz kılsınlar" dediler. Firyâbî, Abd b. Humeyd, Müsned'de Müsedded, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Mâhân'dan bildirir: Bir topluluk Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Biz büyük günahlar işledik" deyince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara cevap vermedi. Onlar gidince Yüce Allah: “Âyetlerimize inananlar sana gelince: «Size selam olsun» de. Rabbiniz, sizden kim bilmeyerek fenalık işler de arkasından tövbe eder ve nefsini düzeltirse, ona rahmet etmeyi kendi üzerine almıştır. O, bağışlar ve merhamet eder" âyetini indirdi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onları çağırıp nazil olan âyeti kendilerine okudu. İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildirir: Bana ulaştığına göre "Size selam olsun" de..." âyeti nazil olduktan sonra, bu kişiler Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanma girince kendisi önce davranıp selam verirdi. Onlarla karşılaştığı zaman da kendisi önce selam verirdi." Abdürrezzâk ve İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyetinden kasıt âyetlerin açıklanmasıdır. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre "Suçluların yolu belli olsun diye, böylece âyetleri uzun uzun açıklarız" âyetindeki suçlulardan kasıt Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) fakirlerin oradan kovulmasını söyleyen kişilerdir. 56"De ki: Allah'ın dışında taptığınız şeylere tapmak bana yasak edildi. De ki: Ben sizin arzularınıza uymam, aksi halde sapıtırım da hidayete erenlerden olmam" İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve İbn Ebî Hâtim, Huzeyl b. Şurahbîl'den bildirir: Bir adam Ebû Mûsa ve Selmân b. Rabîa'ya geldi ve kızın, oğlun kızının ve kızkardeşin mirastaki hisselerini sordu, ikisi birden şöyle dediler: “Yarısı kızındır, geri kalanı kız kardeşindir. Yine de sen, Abdullah (b. Mes'ûd)'a git ona da sor. Onun söylediği de bizimkiyle uyacaktır" dediler. Adam, Abdullah'a gelerek durumu anlatınca, Abdullah dedi ki: “Onların söylediklerine uyacak olursam yanlış yapmış olurum ve hidayete erenlerden olmam. Fakat bu konuda Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) verdiği hüküm gibi hüküm vereceğim: “Yarısı kızındır, oğlun kızma ise altıda bir düşer böylece üçte ikinin tamamlanması olarak oğlun kızınındır, geri kalan ise kız kardeşindir." 57Bkz. Ayet:58 58"De ki: «Ben Rabbimden bir belgeye dayanmaktayım, halbuki sîz onu yalanladınız; acele istediğiniz de elimde değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O, hükmedenlerin en iyisi olarak gerçeği anlatır.» De ki: «Acele istediğiniz şey elimde olsaydı, benimle aranızdaki iş bitmiş olurdu.» Allah zulmedenleri en iyi bilendir" İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû İmrân el-Cevnî, âyette geçen (.....) kelimesinin mânâsının "güven" olduğunu söyledi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Esmaî der ki: Ebû Amr bu âyeti (.....) şeklinde okudu ve: “Ayırd etmek (=fasl), ancak hüküm vermede (kazada) sözkonusu olur" dedi. İbn Ebî Hâtim, Hasan b. Sâlih b. Hay vasıtasıyla, Muğîre'den bildirir: İbrahim en-Nehaî bu âyeti, (.....) şeklinde okudu. İbn Hay der ki: “Ayırd etmek (=fasl), ancak hüküm vermede (kazada) sözkonusu olur." İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir bildirdiğine göre Şa'bî, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuştur. Dârakutnî, el-Efrâd'da ve İbn Merdûye, Ubey b. Ka'b'dan bildirir: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bîr adama bu âyeti (.....) şeklinde okuttu." Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, bu âyeti, (.....) şeklinde okur ve (.....) derdi. İbnu'l-Enbârî'nin Hârûn'dan bildirdiğine göre Abdullah (b. Mes'ûd) bu âyeti, (.....) şeklinde okumuştur. Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti, (.....) şeklinde okur ve: “Eğer şeklinde okunsaydı (.....) kelimesinin (.....) şeklinde olması gerekirdi" derdi. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İkrime'den bildirdiğine göre "De ki: «Acele istediğiniz şey elimde olsaydı, benimle aranızdaki iş bitmiş olurdu.» Allah zulmedenleri en iyi bilendir" âyetindeki bitmiş olması gereken işten kasıt kıyametin kopmasıdır. 59"Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu ki apaçık Kitab'dadır ancak O bilir." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Süddî (.....) âyetini,"Gaybın hazineleri Onun elindedir" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu ki apaçık Kitab'dadır ancak O bilir" âyetini açıklarken: “Bu anahtarlar beştir" deyip: “Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru O indirir, rahimlerde bulunanı O bilir, kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır" âyetini okudu. Ahmed, Buhârî, eî-İstikâme'de Huşeyş b. Esram, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, İbn Ömer'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Gaybın anahtarları beştir. Bunları Allah tan başkası bilemez. Yarın ne Macağını Allah tan başkası bilmez. Rahimlerin ne zaman hamile kalacağını Allah'tan başkası bilemez. Yağmurun ne zaman geleceğini Allah'tan başkası bilemez. Kimin nerede öleceğini Allah tan başka kimse bilmez. Kıyametin de ne zaman kopacağını Allah'tan başka kimse bilmez." İbn Cerîr, el-İstikâme'de Huşeyş ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Peygamberinize, gaybın anahtarı olan beş şey dışındaki her şey verildi" dedikten sonra: “Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru O indirir, rahimlerde bulunanı O bilir, kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır" âyetini okudu. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: “Yüce Allah'ın, "Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları ancak O bilir..." âyetindeki gaybdan kasıt: “Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru O indirir, rahimlerde bulunanı O bilir, kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır" âyetinde geçenlerdir. Saîd b. Mansûr, Müsned'de Müsedded, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs "Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu ki apaçık Kitab'dadır, ancak O bilir" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Karada olsun, denizde olsun; hiçbir ağaç yoktur ki ondan düşen yaprağı yazmak üzere onun için görevlendirilmiş bir melek olmasın." Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'in: “Hiçbir ağaç yoktur ki onun için görevlendirilmiş bir melek olmasın. Bu melek ağaçtan düşen yaprakları yazar ve onu melekten daha iyi bilen Yüce Allah'a çıkarır" dediğini bildirir. Ebu'ş-Şeyh, Muhammed b. Cuhâde'nin, "Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu ki apaçık Kitab'dadır ancak O bilir" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Yüce Allah'ın, Arş'ın altında bir ağacı vardır ve her mahlûkun bu ağaçta bir yaprağı vardır. O yaprak düştüğü zaman bu mahlûkun canı bedeninden çıkar. "Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu ki apaçık Kitab'dadır ancak O bilir" âyeti buna işaret etmektedir." Hatîb, Tarihte zayıf isnâdla İbn Ömer'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Yeryüzünde ne kadar ekin, ağaçlar üzerinde ne kadar meyve varsa mutlaka onun üzerinde: Bismillahirrahmanirrahim (bu) filan oğlu filanın rızkıdır; diye yazılıdır. Yüce Allah'ın, "Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu ki apaçık Kitab'dadır ancak O bilir" âyeti buna işaret etmektedir. " İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. Amr b. el-Âs'tan bildirir: “Üçüncü yerin altında ve dördüncünün üstünde öyle cinler vardır ki; onlar size görünseler siz onlarla birlikte hiçbir aydınlık görmezdiniz. Bunlar yeryüzünün dört bir köşesine dağılırlar. Yeryüzünün dört bir köşesinde Allah Teâlâ'nın mühürlerinden bir mühür vardır. Onlardan her biri üzerine Allah'ın gönderdiği bir melek vardır. Allah onlara katındakilerden her gün bir melek ile «Yanındakileri muhafaza et» emrini gönderir." İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Abdullah b. el- Hâris'in şöyle dediğini bildirir: “Yeryüzünde bir ağaç ve bir iğne yeri kadar hiçbir yer yoktur ki, her gün, ıslandığında ıslaklığını, kuruduğunda kuruluğunu Allah'a iletmekle görevli bir melek olmasın." A'meş der ki: “Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu ki apaçık Kitab'dadır ancak O bilir" âyeti buna işaret etmektedir." Ebu'ş-Şeyh, Ka'b(u'l-ahbâr)'ın şöyle dediğini bildirir: “Hiçbir ağaç veya iğne yeri kadar bir yer yoktur ki, Allah'a onunla ilgili bilgi iletmekle görevli bir melek olmasın. Gökyüzündeki meleklerin sayısı topraktan daha çoktur." Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'ın, "Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu ki apaçık Kitab'dadır ancak O bilir" âyetini okuyup: “Âyetteki yaş ve kurudan kasıt, yaş ve kuru olan her şeydir" dediğini bildirir. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Allah Nûn'u —ki bu, Kalem'dir— ve levhaları yarattı. Yaratılmış bir yaratığın son bulmasına, helâl veya haram bir rızka, iyinin veya günahkârın ameline (işine) varıncaya kadar dünyanın işlerini ona yazdı" dedikten sonra, "Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu ki apaçık Kitab'dadır ancak O bilir" âyetini okuyup şöyle devam etti: “Sonra Kitaba ve yarattıklarına hafaza melekleri görevlendirdi. İnsanlarla görevli hafazalar gece gündüz yaptığınız amelleri yazmaktadır ve mahlukat kendileri için takdir edildiği şekilde hayat sürer. Kime ne takdir edilmişse onu görür ve bundan başka bir şey yapamaz. Hafaza meleklerinin elindeki kitapta yazılı olanları yaşarlar ve kimse bunun dışına çıkamaz." İbn Abbas'a, "Biz, kitapta sadece amelimizin yazılı olduğunu zannederdik" denilince, İbn Abbas, "Siz Arap değil misiniz. Hiç bitmeyen şeyin bir nüshası olur mu?" deyip, "Bu kitabımız gerçekten sizin aleyhinize konuşur. Biz yaptıklarınızı şüphesiz bir bir kaydediyorduk" âyetini okudu. 60"Geceleyin sizi öldüren (öldürür gibi uyutan), gündüzün de ne işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten (uyandıran) O'dur, Sonra dönüşünüz yine O nadır. Sonunda O, yaptıklarınızı size haber verecektir." Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Her insanla birlikte bir melek vardır. Uyuduğu zaman onun nefesini alır. Allah onun canını alma izni verirse canını alır; değilse ona geri verir. Yüce Allah'ın: “Geceleyin sizi öldüren (öldürür gibi uyutan), gündüzün de ne işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten (uyandıran) O'dur. Sonra dönüşünüz yine O'nadır. Sonunda O, yaptıklarınızı size haber verecektir" âyeti buna işaret etmektedir" buyurdu. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de bildirir: İkrime, "Geceleyin sizi öldüren (öldürür gibi uyutan), gündüzün de ne işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten (uyandıran) O'dur" âyetinin mânâsını açıklarken şöyle dedi: “Yüce Allah uyuyan kişinin ruhunu alır. Her gece Yüce Allah bütün ruhları alır ve gündüz ne yaptığını sorar. Sonra ölüm meleğini çağırıp: «Şunu al, şunu al» der. Ölüm meleği her gün insanların hayat kitabına bakar. Kimi, «Her bir insanın üç meleği vardır» derken, bazıları da, «beş meleği vardır» demiştir." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Geceleyin sizi öldüren (öldürür gibi uyutan), gündüzün de ne işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten (uyandıran) O'dur. Sonra dönüşünüz yine O'nadır. Sonunda O, yaptıklarınızı size haber verecektir" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Onları gece öldürmesi, onların uyumasıdır. Allah kulların gündüz yaptıklarından haberdardır ve gündüz onları (uyandırarak) tekrar diriltir. Belirlenmiş ecelden kasıt ise ölümdür." Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre kişinin gece vefat etmesinden kasıt uyumasıdır. Allah onların gündüz yaptıkları kötülüklerden haberdardır. Allah onları gündüz, (uyandırmak suretiyle) tekrar diriltir. Âyette geçen ba's'tan kasıt uyanmaktır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) sözünden kasıt işlenen kötülüklerdir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Cureyc'den bildirdiğine göre Abdullah b. Kesîr der ki: (.....) sözünden kastedilen, Yüce Allah'ın, onların ecellerini tamamlamasıdır." 61"O, kullarının üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucular gönderir. Nihayet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz (görevli melekler) onun canını alırlar. Onlar vazifede kusur etmezler." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in, Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen koruyucular, onu korumak ve amelini tesbit etmekle görevli meleklerdir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "O, kullarının üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucular gönderir.." âyetinin manâsıyla ilgili olarak şöyle dedi: “Ey Âdemoğlu! Bunlar, senin amelini, rızkını ve ecelini tesbit eden hafaza melekleridir. Ecelin geldiği zaman ruhun alınıp Rabbine götürülür." İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbrâhim'in, "Nihayet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz (görevli melekler) onun canını alırlar..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Melekler ruhu alır, sonra ölüm meleği bu ruhu meleklerden teslim alır." Abdürrezzâk, Zühd'de Ahmed, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh ve el-Hilye'de Ebû Nuaym, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir: “Yeryüzü, ölüm meleği için bir kazan gibi yapılmıştır. Ondan dilediği gibi alır. Yine ölüm meleğine yardımcılar verilmiştir. Bunlar ruhları alırlar ve ölüm meleği bu ruhları onlardan teslim alır." Abdürrezzâk, İbn Cerîr ve el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh bildiriyor: Katâde, "Nihayet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz (görevli melekler) onun canını alırlar..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Ölüm meleğinin elçileri vardır. Bu elçiler ruhu aldıktan sonra ölüm meleğine teslim ederler." Abdürrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in, el-Kelbî'den bildirdiğine göre ruhları alan ölüm meleğidir. Eğer aldığı can, mümin birinin canı ise onu rahmet meleklerine teslim eder. Aldığı can bir kâfirin canı ise onu azab meleklerine teslim eder. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem); Zühd'de Ahmed, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: “Kıldan yapılmış olsun, çamurdan yapılmış olsun hiçbir ev yoktur ki, ölüm meleği o ev halkına günde bir veya iki defa uğramasın." İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Rabî b. Enes'e: “Ölüm meleği canları tek başına mı alır?" diye sorulunca, şöyle cevap verdi: “Ruhların alınmasından sorumlu olan melek odur ve bu işte onun yardımcıları vardır. Yüce Allah'ın: “Elçilerimiz canlarını almak üzere geldiklerinde.." ve "Elçilerimiz (görevli melekler) onun canını alırlar. Onlar vazifede kusur etmezler" buyurduğunu duymadın mı? ancak ölüm meleği bu meleklerin lideridir ve onun her adımı doğudan batıya kadar yetişir." Kendisine: “Peki, müminlerin ruhları nereye gider?" diye sorulunca: “Cennette, Sidretu'l- Müntehâ'nın yanına giderler" cevabını verdi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) sözünün mânâsı "İhmal etmemek"tir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Kays der ki: Osmân b. Affân, Abdullah b. Mes'ûd'un yanına girip: “Kendini nasıl hissediyorsun?" diye sorunca, "Hak olan Mevlama döndürülmekte olduğumu görüyorum" cevabını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Osmân: “(Gideceğin yerden dolayı) ne mutlu sana" dedi. 62Öldükten sonra insanlar, hak olan Mevlâ’ları Allah’a çevirilip teslim edilirler. Dikkat edin! Hüküm yalnız O’nundur ve O hesaba çekenlerin en çabuk olanıdır. 63"De ki: Karanın ve denizin karanlıklarından (tehlikelerinden) sizi kim kurtarır ki? (O zaman) O na gizli gizli yalvararak «Eğer bizi bundan kurtarırsan andolsun şükredenlerden olacağız» diye dua edersiniz." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in, Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen karanın ve denizin karanlıklarından kasıt, kara ve denizin sıkıntılarıdır. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “De ki: Karanın ve denizin karanlıklarından (tehlikelerinden) sizi kim kurtarır ki? (O zaman) O'na gizli gizli yalvararak «Eğer bizi bundan kurtarırsan andolsun şükredenlerden olacağız» diye dua edersiniz" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Kişi yolu kaybettiği zaman, Yüce Allah'a: «Andolsun ki, eğer bizi bu sıkıntıdan kurtarırsan şükredenlerden oluruz» şeklinde dua etsin." 64De ki: “Allah, sizi o tehlikelerden ve bütün kederlerden kurtarır. Sonra yine siz, O’na eş koşarsınız.” 65Bkz. Ayet:67 66Bkz. Ayet:67 67"De ki: «Üstünüzden ve altınızdan size azab göndermeğe, sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncını tattırmağa Kadir olan O dur.» Anlasınlar diye âyetleri nasıl yerli yerince açıkladığımıza bak. Gerçekten, senin milletin Kur'ân'ı yalanladı. «Cezanızı ben verecek değilim» de. Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır ki siz onu yakında bileceksiniz" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "De ki: Üstünüzden ve altınızdan size azab göndermeğe, sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncını tattırmağa Kadir olan O'dur.." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Allah, idarecileriniz veya ayak takımınız vasıtasıyla azab göndermeğe, çeşitli fırka ve hiziplere ayırarak bazınızı diğerine musallat edip sizi birbirinize öldürtme azabı gibi azapları size vermeye kadirdir." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in başka bir kanalla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "De ki: Üstünüzden ye altınızdan size azab göndermeğe, sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncını tattırmağa Kadir olan O'dur..." âyetinde, üstten kastedilen, idareciler ve ileri gelenlerdir. Alttan kastedilen ise kötü hizmetçilerdir." Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "De ki: Üstünüzden ve altınızdan size azab göndermeğe, sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncını tattırmağa Kadir olan O'dur..." âyetinde, üstten kastedilen, idareciler ve ileri gelenlerdir. Alttan kastedilen ise ayaktakımı ve kölelerdir. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in Ebû Mâlik'ten bildirdiğine göre "De ki: Üstünüzden ve altınızdan size azab göndermeğe, sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncını tattırmağa Kadir olan O'dur..." âyetinde, üstten kastedilen, (üzerlerine semadan bir şeyler) atmaktır (=kazf). Alttan kastedilen ise yerin dibine geçirilmektir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "De ki: Üstünüzden ve altınızdan size azab göndermeğe, sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncını tattırmağa Kadir olan O'dur" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Üstten gelecek olan azabdan kasıt, çığlık, taş yağdırmak ve rüzgar, alttan gelecek azabdan kasıt, yalanlayanların uğradığı azab olan sarsıntı ve yerin dibine geçirmektir. Kiminin hıncını kimine tattırmak şeklindeki azab ise Müslümanların (dünyada uğradığı) azab şeklidir." İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Mücâhid'in, "De ki: Üstünüzden ve altınızdan size azab göndermeğe, sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncını tattırmağa Kadir olan O'dur" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Üstten gelen azab, taş yağdırmak, alttan gelen azab, yöre batırmaktır. Fırka fırka yapmaktan kasıt ise insanların heva ve hevesleri yüzünden fırkalara ayrılmalarıdır." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: “Müslümanların azabı kılıçla(savaş)'dır. "Sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncını tattırmağa Kadir olan O'dur" âyeti buna işaret etmektedir. Yalanlayanların azabı ise çığlık (=sayha) ve zelzeledir." Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, Buhârî, Tirmizî, Nesâî, el-Fiten'de Nuaym b. Hammâd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve el-Esmâ ve's-Sifât'ta Beyhakî, Câbir b. Abdillah'ın şöyle dediğini bildirir: “De ki: Üstünüzden ve altınızdan size azab göndermeğe, sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncını tattırmağa Kadir olan O'dur" âyetinin "Üstünüzden" kelimesine kadar olan kısmı nazil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “(Allahım!) Senin himayene sığınırım" dedi. Âyetin "Veya ayaklarınızın altından bir azap gönderir" bölümü inince de Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “(Allahım!) Senin himayene sığınırım" dedi. Âyetin "Ve sizi parçalara bölüp de birbirinize düşürür" bölümü indiğinde ise: “Bu daha ehvendir -veya- kolaydır" buyurdu. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Câbir der ki: “De ki: Üstünüzden ve altınızdan size azab göndermeğe, sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncını tattırmağa Kadir olan O'dur" âyetinin "Üstünüzden veya ayaklarınızın altından bir azap gönderir" kelimesine kadar olan kısmı nazil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bundan Allah'a sığınırım" dedi. Âyetin "Ve sizi parçalara bölüp de birbirinize düşürür" bölümü indiğinde ise: “Bu daha kolaydır" buyurdu. Eğer isteseydi, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bundan da Allah'a sığınırdı. Ahmed, Tirmizî, el-Fiten'de Nuaym b. Hammâd, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildirir: “De ki: Üstünüzden ve altınızdan size azab göndermeğe, sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncını tattırmağa Kadir olan O'dur" âyeti nazil olduğu zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Bu hadise olacaktır, ama henüz vukû bulmamıştır" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Nuaym b. Hammâd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, el-Hilye'de Ebû Nuaym, el-Muhtâre'de Diyâ, Ebu'l-Âliye'nin vasıtasıyla Ubey b. Ka'b'dan bildirir: “Bu âyette zikredilen tehditler dört tanedir. Onların hepsi azaptır ve mutlaka gerçekleşecektir. Onlardan iki tanesi, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından yirmi beş sene sonra gerçekleşmiştir. Müminler, bölük pörçük olmuşlar ve birbirlerine acılarını tattırmışlardır. Bu azaplardan ikisi kalmıştır. Bunlar da mutlaka gerçekleşecektir. Yani, yere geçirilme ve taş yağdırma azapları henüz gerçekleşmemiştir." İbn Merdûye'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre bu âyet nazil olunca Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkıp abdest aldıktan sonra: “Allahım! Ümmetime, üstlerinden ve ayaklarının altından azab gönderme. Onları fırkalara ayırma ve birbirlerine, birbirlerinin hıncını tattırma" diye dua edince Cibrîl gelip: “Allah, ümmetini, üstlerinden veya altlarından azab göndermekten korumuştur" dedi. İbn Merdûyeh'ın, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Rabbime, ümmetimden şu dört azabı kaldırması için dua ettim. Bunlardan ikisini kaldırdı, ama diğer ikisini kaldırmayı kabul etmedi. Rabbimden, semadan taş yağdırmamasını, yerin dibine batırmamasını, onları fırkalara ayırmamasını ve birbirlerine birbirlerinin hincini tattırmamasını (öldürmemesini) istedim. Onlardan semadan taş yağdırmayı ve yerin dibine batırmayı kaldırdı, birbirlerini öldürmeyi ve fitneyi kaldırmayı ise kabul etmedi" İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Müslim, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün Âliye'den (Necd tarafından) geldi. Benî Muâviye'nin mescidine uğradığı vakit, içeri girerek, orada iki rek'at namaz kıldı. Onunla birlikte biz de kıldık. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbine uzun uzun dua ettikten sonra bize dönüp şöyle buyurdu: “Rabbimden üç şey istedim. Bana ikisini verdi, birini vermedi. Rabbimden ümmetimi yere batırarak ve kıtlıkla helak etmemesini ve istedim, bunları bana verdi. Birbirlerine birbirlerinin hıncını tattırmamasını (öldürmemesini) istedim, ama bunu kabul etmedi. " İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Muâviye b. Ebî Süfyân der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza çıkıp: “Benim, içinizde en son vefat edecek kişi olduğumu mu konuşuyorsunuz?" diye sorunca, biz: “Evet" cevabını verdik. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben, aranızda vefat.edecek ilk kişiyim ve birbirinizi öldürmüş ve ayrılığa düşmüş topluluklar olarak peşimden geleceksiniz" buyurup: “De ki: «Üstünüzden ve altınızdan size azab göndermeğe, sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncını tattırmağa Kadir olan O'dur.» Anlasınlar diye âyetleri nasıl yerli yerince açıkladığımıza bak. Gerçekten, senin milletin Kur'ân'ı yalanladı. «Cezanızı ben verecek değilim» de. Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır ki siz onu yakında bileceksiniz" âyetlerini okudu. Ahmed, Abd b. Humeyd, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn Mâce, Bezzâr, İbn Hibbân, Hâkim (lafız kendisinindir) ve İbn Merdûye, Sevbân'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir: “Rabbim benim için yeryüzünü dürüp topladı ve ben yeryüzünün doğusunu ve batısını gördüm. Ayrıca Rabbim bana kırmızı (altın) ve beyaz (gümüş) olan iki hazine verdi. Şüphesiz benim ümmetimin hükümranlığı, dünyadan benim için dürülüp toparlanan yere ulaşacak. Ben, Rabbim'den ümmetim için, onları genel bir kıtlıkla helak etmemesini ve onlara kendilerinden başka bir düşman musallat edip de köklerini kazımamasını istedim. Rabbim bu isteklerimi yerine getirdi. Rabbimden, birbirlerine birbirlerinin hıncını tattırmamasını (öldürmemesini) istedim, ama Rabbim bu isteğimi vermedi ve bana: «Ey Muhammed! Şüphesiz ben bir şeyi takdir ettiğim zaman, artık o geri çevrilmez. Ben, onları genel bir kıtlıkla helak etmeyeceğim. Onlar aleyhine dünyanın dört bucağından toplansalar bile, köklerini kazısın diye, başlarına kendilerinden başka bir düşmanı musallat etmem. Fakat sonunda onlar yani senin ümmetin birbirini kıracak ve birbirini esir edecektir» buyurdu. Ben ümmetim için ancak sapıtıcı (yoldan çıkartıp bidatları emreden) liderlerden korkarım. Ümmetimden bazı kabileler, müşriklere iltihak etmedikçe ve yine ümmetimden bazı kabileler putlara tapmadıkça kıyamet kopmaz. Benim ümmetimin arasına kılıç girdi mi (iç kavgalar çıkınca), artık kıyamet gününe kadar bir daha aralarındaki savaş bitmez." Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yüz sene içinde çıkacak şeyleri söyleyip şöyle buyurdu: “Şüphesiz, ümmetim içerisinden otuz tane yalancı çıkacak. Onların her biri kendisinin peygamber olduğunu iddia edecek. Ben peygamberlerin sonuncusuyum ve benden sonra peygamber gelmeyecektir. Benim ümmetimden bir grup da Allah'ın emri gelinceye kadar hak için savaşacaklar ve üstün geleceklerdir. Onları yardımsız bırakanlar, Allah'ın emri gelinceye kadar, kendilerine zarar veremeyecektir." Ravi der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Cennetliklerin, çenette kopardığı her meyvenin yerine Allah'ın yeni bir meyve bitirdiğini söyledi ve şöyle devam etti: “Kişinin, çocukları için harcadığı dinardan gibi üstünü yoktur. Sonra Allah yolunda kullandığı bineği için harcadığı, sonra Allah yolunda arkadaşları için harcadığı dinar daha üstündür." Ravi der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) meselenin önemini hatırlattı. Kıyamet günü Cahiliye ehlinin putlarını sırtlarında taşıyarak geleceklerini ve Rablerinin kendilerine: “Neye ibadet ediyordunuz?" diye soracağını, Müşriklerin de: “Ey Rabbimiz! Bize peygamber göndermedin ve bize bir emir gelmedi" cevabını vereceklerini söyledi. Yüce Allah: “Size bir şey emredersem itaat eder misiniz?" diye soracak, onlar: “Evet" deyince, Allah orilardan bu konuda ahid alacak ve onlara, gidip cehenneme girmelerini emredecek. Onlar gidip cehenneme varınca, onun sıcaklığını ve alevlerin yükselmesini görünce korkarak Rablerine geri dönecekler ve: “Ey Rabbimiz! Ondan korktuk" diyecekler. Yüce Allah: “İtaat edeceğinize dair bana söz vermediniz mi? Cehenneme gidin ve girin!" buyuracak. Onlar yine gidip cehennemi gördüklerinde korkarak geri dönecekler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Orada devamlı kalmak üzere giriniz" buyuracak. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Eğer ilk gidişlerinde Cehenneme girselerdi, Cehennem kendileri için serin ve selamet olurdu." Ahmed ve Hâkim, Abdullah b. Abdillah b. Câbir b. Atîk'ten, Câbir b. Atîk'in şöyle dediğini bildirir: Abdullah b. Amr, Ensâr'ın köylerinden bîri olan Benî Muâviye'ye yanımıza geldi ve bana: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), bu mescidinizin neresinden namaz kıldığını biliyor musun?" diye sordu. Ben: “Evet" deyip yan tarafını işaret edince, "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kabul edilmeleri için dua ettiği üç şeyin ne olduğunu biliyor musun?" diye sordu. Ben: “Evet" cevabını verince, Abdullah: “Onları bana söyle" dedi. Ben: “Onlara kendilerinden başka bir düşman musallat edip de köklerini kazımamasını ve onları genel bir kıtlıkla helak etmemesini istedi. Allah onun bu iki isteğini kabul etti. Yine, birbirlerine birbirlerinin hıncını tattırmamasını (öldürmemesini) istedi; ama Allah bu isteğini kabul etmedi" dedim. Abdullah: “Doğru söyledin. Müslümanların arasındaki fitne ve kargaşa kıyamet gününe kadar bu devam edecektir" dedi. Ahmed, Taberânî ve İbn Merdûye'nin Ebu'l-Basra el-Ğifârî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Rabbimden dört şey istedim, bunların üçünü bana verdi; ama birini vermeyi kabul etmedi. Allah'tan, ümmetimin dalalet üzere birleşmemelerini istedim, bunu kabul etti. Rabbimden, ümmetime kendilerinden başka bir düşman musallat edip de köklerini kazımamasını istedim, bunu da bana verdi. Yüce Allah'tan ümmetimi, daha önceki ümmetlere yaptığı gibi kıtlıkla helak etmemesini istedim, bunu da bana verdi. Yine Allah'tan, ümmetimin birbirlerine birbirlerinin hıncını tattırmamasını (öldürmemesini) istedim; ama bu isteğimi kabul etmedi. " . Ahmed, Nesâî ve İbn Merdûye, Enes'in şöyle dediğini bildirir: Bir yolculukta Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kuşluk namazını sekiz rekat olarak kıldığını gördüm. Namazdan ayrılınca şöyle buyurdu: “Ben, ümit ve korku namazı kıldım. Rabbımdan üç şey istedim, bana ikisini verdi, birini vermedi: Ümmetimi kıtlıkla imtihan etmemesini istedim, bu isteğimi kabul etti. Düşmanlarını onlar üzerine galip getirmemesini istedim, bu isteğimi de kabul etti. Onları fırka fırka ayırmamasını istedim, bunu kabul etmedi." İbn Ebî Şeybe ve İbn Merdûye, Huzeyfe b. el-Yemân'dan bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Benî Muâviye taşlığına çıkınca ben de peşinden gittim, (volkanik) taşlığa (Harre'ye) çıkınca sekiz rekat kuşluk namazı kıldı ve rekatları uzattı. (Namazdan) sonra bana dönüp: “Rabbımdan üç şey istedim, bana ikisini verdi, birini vermedi. Ümmetim üzerine kendilerinden olmayan bir düşmanı musallat etmemesini istedim, bunu bana verdi. Onları yere batırmak sûretiyle helak etmemesini istedim, bunu da bana verdi. Felâket ve korkularının kendi aralarından kılınmamasını istedim, bu isteğimi kabul etmedi." İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Ümmetimi kıtlıkla helak etmemesini istedim, bu isteğimi kabul etti. Ümmetim üzerine kendilerinden olmayan bir düşmanı musallat etmemesini istedim, bunu da bana verdi. Ümmetimi, birbirlerini öldürmek suretiyle helak etmemesini istedim, bu isteğimi kabul etmedi. " İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Ben, ümit ve korku namazı kıldım, ümit ve korku duası yaptım. Sonunda Allah bana cenneti gösterdi ve cennetteki salkımları gördüm. Ondan koparmak için davrandığımda ise ateşle korkutuldum. Rabbimden üç şey istedim, bunlardan ikisini kabül etti; ama üçüncü isteğimi kabul etmedi. Düşmanlarını onlar üzerine galip getirmemesini istedim, bu isteğimi kabul etti. Onları kıtlıkla helak etmemesini istedim, bu isteğimi de kabul etti. Felâket ve korkularının kendi aralarından kılınmamasını istedim, bu isteğimi kabul etmedi" İbn Merdûye, Abdullah b. Şeddâd'dan bildirir: Mu'âz b. Cebel veya Sa'd b. Ebî Vakkâs Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) arayınca, onun bir volkanik taşlıkta (Harre'de) namaz kıldığını gördü ve bir kenara çekilip beklemeye başladı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) namazı bitirince: “Ey Allah'ın Resûlü! Daha önce benzerini kıldığını görmediğim bir namaz kıldın" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ümit ve korku namazı kılarak, namazda Rabbimden üç şey istedim. Bunlardan ikisini kabul etti, ama üçüncü isteğimi kabul etmedi. Ümmetimi açlıkla helak etmemesini istedim, bu isteğimi kabul etti" buyurup: “And olsun ki, Biz de Firavun ailesini, ders alsınlar diye, yıllarca kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık" âyetini okudu. Sonra: “Düşmanlarını onlar üzerine galip getirmemesini istedim, bu isteğimi de kabul etti" buyurup: “Puta tapanlar hoşlanmasa da, dinini bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini doğru yol ve hak dinle gönderen Allah'tır" âyetini okudu. Sonra: “Felâket ve korkularının kendi aralarından kılınmamasını istedim, bu isteğimi kabul etmedi" buyurdu ve: “De ki: «Üstünüzden ve altınızdan size azab göndermeğe, sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncım tattırmağa Kadir olan O'dur.» Anlasınlar diye âyetleri nasıl yerli yerince açıkladığımıza bak" âyetini okuyup: “Bu din, Müslümanlara düşmanlık edenlere üstün gelmeye devam edecektir" dedi. Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Habbâb b. el-Eret, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kıldığını gördü ve sabah olduğunda: “Ey Allah'ın Resûlü! Bu gece, daha önce kılmadığın uzunlukta namaz kıldığını gördüm" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ona şöyle karşılık verdi: “Evet bu; korku ve ümid namazı idi. Bu namaz içerisinde ben Allah'tan üç şey istedim ikisini bana verdi; birini vermedi. Allah'tan, sizden önceki ümmetleri helak ettiği gibi sizi de kıtlıkla helak etmemesini istedim, bunu bana verdi. Bize, düşmanı musallat etmemesini istedim, bunu da bana verdi. Üçüncü olarak da ümmetimin birbirine düşürülmemesini istedim, bunu bana vermedi. " İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Nâfi b. Hâlid el-Huzâî'nin vasıtasıyla, babasından bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), rükû ve secdeleri tam olan kısa iki rekat namaz kıldı ve: “Bu namaz, ümit ve korku namazıydı. Bu namazda Allah'tan üç şey istedim. Bunlardan ikisini bana verdi, üçüncüsünü ise vermedi. Allah'tan, sizden öncekilere isabet eden azabın sizlere isabet etmemesini istedim, bu isteğimi kabul etti. Düşmanın size musallat olup kanınızı heder etmemesini istedim, bu isteğimi de verdi. Sizi fırkalara ayırıp, felâket ve korkularınızın kendi aranızdan kılınmamasını istedim, bu isteğimi kabul etmedi" buyurdu. Taberânî, ağacın altında Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) biat edenlerden olan Hâlid el-Huzâî'den bildiriyor: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün bize, kısa okuyarak namaz kıldırdı ve tahiyyatı uzattı. Namazı bitirip: “Ey Allah'ın Resûlü! Namazda kâdeyi uzattın" dediğimizde, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: “Kıldığımız namaz ümit ve korku namazıydı. Bu namazda Allah'tan üç şey istedim. Bunlardan ikisini verdi, üçüncüsünü ise kabul etmedi. Allah'tan, sizden önceki toplulukları helak ettiği şeyle sizi helak etmemesini istedim, bu isteğimi kabul etti. Düşmanın size musallat olup öldürmemesini istedim, bu isteğimi de kabul etti. Sizi fırkalara ayırıp birbirine düşürmemesini istedim, bu isteğimi kabul etmedi" el-Fiten'de Nuaym b. Hammâd, Dırâr b. Amr'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), "Sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncını tattırmağa Kadir olan O'dur..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Dört fitne olacaktır: İlk fitne, kan akıtılmasının helal sayılmasıdır. İkinci fitnede kanlar ve mallar helal sayılacak, üçüncüde kanlar, mallar ve cinsel organlar helal sayılacaktır. .Dördüncü fitnede ise zifiri karanlık bir fitnedir ve deniz gibi gelip yayılacak ve girmedik Müslüman evi bırakmayacaktır." Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye Şeddâd b. Evs'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Allah, benim için yeryüzünü dürüp topladı ve ben yeryüzünün doğusunu ve batısını gördüm. Ayrıca Rabbim bana kırmızı (altın) ve beyaz (gümüş) olan iki hazine verdi. Şüphesiz benim ümmetimin hükümranlığı, dünyadan benim için dürülüp toparlanan yere ulaşacak. Ben, Rabbim'den ümmetim için, onları genel bir kıtlıkla helak etmemesini ve onları fırkalara ayırarak, birbirlerine birbirlerinin hıncını tattırmamasını (öldürmemesini) istedim. Rabbim bana: «Ey Muhammed! Şüphesiz ben bir şeyi takdir ettiğim zaman, artık o geri çevrilmez. Ben, onları genel bir kıtlıkla helak etmeyeceğim. Onlara, kendilerinin dışında onları öldürsün diye, başlarına kendilerinden başka bir düşmanı musallat etmem. Fakat sonunda onlar yani senin ümmetin birbirini kıracak ve birbirini esir edecektir.»" Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dedi: “Ümmetim için insanları dalalete düşüren idarecilerden korkuyorum. Benim ümmetimin arasına kılıç girdi mi (iç kavgalar çıkınca), artık kıyamet gününe kadar bir daha aralarındaki savaş bitmez. " İbn Ebî Şeybe, Ahmed, İbn Mâce, İbnu'l-Münzir, lafız kendisinindir ve İbn Merdûye, Mu'âz b. Cebel'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), kıyam, rükû ve secdeleri uzun bir namaz kıldı; namazı bitirince ben: “Ey Allattın Resulü! Bu gün namazı uzattın" dedim. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle karşılık verdi: “Kıldığım namaz ümit ve korku namazıydı. Bu namazda Rabbimden üç şey istedim, bunlardan ikisini verdi, birini ise vermedi. Onlara, kendilerinin dışında onları öldürsün diye, başlarına kendilerinden başka bir düşmanı musallat etmemesini istedim, bu isteğimi kabul etti. Onlara kendilerini helak edecek genel bir kıtlık vermemesini istedim, bu isteğimi de verdi. Ümmetimi birbirine düşürmemesini istedim, bu isteğimi kabul etmedi. " İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Rabbimden ümmetim için dört şey istedim, bunlardan üçünü verdi, birini ise kabul etmedi. Ümmetimin toplu olarak küfre girmemesini istedim, bu isteğimi kabul etti. Düşmanın kendilerine galip gelmemesini istedim, bu isteğimi de kabul etti. Daha önceki ümmetlere verdiği azapla onları azarlandırmamasını istedim, bu isteğimi de kabul etti. Ümmetimi birbirine düşürmemesini istedim, bu isteğimi kabul etmedi. " İbn Cerîr'in bildirdiğine göre "De ki: Üstünüzden ve altınızdan size azab göndermeğe, sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncını tattırmağa Kadir olan O'dur" âyeti nazil olduğu zaman, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkıp abdest aldı ve Rabbinden, ümmetine üstlerinden veya altlarından azab indirmemesini, onları fırkalara ayırmamasını ve İsrailoğullarını birbirine düşürdüğü gibi kendilerini de birbirlerine düşürmemesini istedi. Bunun üzerine Cibril inip: “Ey Muhammed! Rabbinden dört şey istedin, Rabbin bunlardan ikisini verdi, diğer ikisini ise kabul etmedi. Ne üstlerinden, ne de ayaklarının altından onları helak edecek azab gelmeyecektir. Peygamberini yalanlayan ve Rabbinin kitabını inkar eden her ümmete iki azab vardır, ama senin ümmetin fırkalara ayrılacak ve birbirlerine düşecektir. Bu azab şekli, Kitabı ikrar eden ve peygamberleri tasdik edenlerin azabıdır. Ama (Kıyamet günü de) günahlarından dolayı azab çekeceklerdir" dedi ve: “Biz seni onlardan alıp götürsek de yine onlardan intikam alırız. Yahut onlara vâdettiğimiz azabı, sana gösteririz. Çünkü bizim onlara gücümüz yeter" âyetini indirdi. Yani, ya sen vefat ettikten sonra ümmetinden intikam alırız veya sen hayattayken onlara tattırdığımız azabı sana gösteririz. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkıp Rabbine dua ederek: “Ümmetimin birbirine azab ettiğini görmemden daha büyük hangi musibet vardır!" deyince, "Elif, Lam, Mim. İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece «İman ettik» demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?" âyeti hazil oldu ve kendisine, imtihan edilmede diğer ümmetlere göre ayrıcalıklı olmayacağı, diğer ümmetlerin uğradığı belalara kendilerinin de uğrayacağı bildirildi. Sonra, "De ki: “Rabbim, eğer onlara vâdedilen azabı bana mütlaka göstereceksen, beni o zalimler güruhu arasında bulundurma Rabbim!" âyeti nazil olunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah'a sığındı ve Yüce Allah, onun bu isteğini kabul etti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetinden sadece cemaati, ülfeti ve itaati gördü. Sonra Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), "Aranızdan yalnız zalimlere erişmekle kalmayacak fitneden sakının, Allah'ın azabının şiddetli olduğunu bilin" âyetini vahyedip ümmetini fitneden sakındırarak, bazılarının bu fitneye düşeceğini, bazılarının ise sakınabileceğim" bildirdi, Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra ashâbından bazıları bu fitneye düşmüş, bazıları ise sakınmıştır. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre "De ki: Üstünüzden ve altınızdan size azab göndermeğe, sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncını tattırmağa Kadir olan O'dur" âyeti nazil olduğu zaman, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Benden sonra küfre dönerek birbirinizin boynunu kılıçla vuranlar olmayınız" deyince, sahabe: “Biz, Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in de Allah'ın Resûlü olduğuna şahitlik ettiğimiz halde böyle mi yapacağız!" karşılığını verdi. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet" deyince, insanların bazısı: “Kesinlikle böyle bir şey olmaz" dediler. Bunun üzerine: “De ki: «Üstünüzden ve altınızdan size azab göndermeğe, sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncını tattırmağa Kadir olan O'dur.» Anlasınlar diye âyetleri nasıl yerli yerince açıkladığımıza bak. Gerçekten, senin milletin Kur'ân'ı yalanladı. «Cezanızı ben verecek değilim» de. Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır ki siz onu yakında bileceksiniz" âyetleri nazil oldu. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre kendilerine üstlerinden ve altlarından azab gönderilecek olanlar müşriklerdir. Fırkalara ayrılıp birbirine düşecek olan kişiler ise Müslümanlardır. İbn Ebî Hâtim ve Mu'cem'de İbn Kâni', İbn İshâk'tan, Abdullah b. Ebî Bekr'in şöyle dediğini bildirir: Abdullah b. Süheyl babasına: “Gerçekten, senin milletin Kurfân'ı yalanladı. «Cezanızı ben verecek değilim» de." âyetini okuyunca, babası: “Evladım! Eğer Mekke'de Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber bizimle sen de bulunsaydın, bugün âyetten benim anladığımı sen de anlardın. Ben o zaman Müslüman olmuştum" dedi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî, "Gerçekten, senin milletin Kur'ân'ı yalanladı. «Cezanızı ben verecek değilim» de. Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır ki siz onu yakında bileceksiniz" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Kureyş, Kur'ân hak olmasına rağmen onu yalanladı. Vekîl sözünden kasıt ise: “Ben sizi koruyacak değilim" demektir. Kur'ân'ın, Kureyşlilere vaad ettiği azab, Bedir günü gerçekleşmiştir." Nehhâs'ın Nâsih'te, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Gerçekten, senin milletin Kur'ân'ı yalanladı. «Cezanızı ben verecek değilim» de" âyetini, savaşa ruhsat veren "Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tövbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder" âyeti neshetmiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır ki siz onu yakında bileceksiniz" âyetinde geçen (.....) sözünün mânâsı "Hakikat" demektir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan, "Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır ki siz onu yakında bileceksiniz" âyetini okuyup: “Günâhı işleyinceye kadar, cezası tutulur da günâhı işlediğinde cezası gönderilir" dedi. İbn Cerîr, Avfî'nin tarikiyle İbn Abbâs'ın, "Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır ki siz onu yakında bileceksiniz" âyeti hakkında: “Her amelin bir karşılığı vardır. Bu karşılık, ya dünyada ya da âhirette kişiye verilir" dediğini bildirir. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır ki siz onu yakında bileceksiniz" âyeti hakkında, "Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır. Onun gerçekleştiğini ya dünyada görürsünüz veya âhirette size gösterilir" demiştir. 68Bkz. Ayet:69 69"Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma. Takvâ sahiplerine, inanmayanların hesabından herhangi bir sorumluluk yoktur. Fakat belki korunurlar diye hatırlatmak gerekir" îbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma" ve benzeri âyetler hakkında şöyle dedi: “Allah müminlere cemaati emretti ve ihtilafa düşüp fırkalara ayrılmalarını yasaklayıp, kendilerinden önce gelenlerin, Allah'ın dini konusunda tartışıp birbirleriyle düşman olmaları sebebiyle helak olduğunu bildirmiştir." Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Allah, âyetleri konusunda ileri geri konuşup onu yalanlayanlarla oturulmasını yasakladı ve unutarak oturduğu takdirde, hatırladığı anda artık zalim olan bu toplulukla oturulmamasını emretti." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Mücâhid, "Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma" âyetinin mânâsını açıklarken şöyle dedi: “Hazret-i Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah'ın âyetleriyle alay edenlerle oturmasını yasaklandı. Ancak unutarak oturduğu takdirde hatırlayınca hemen oradan kalkmasını söylendi." Abd b. Humeyd, Ebû Dâvûd, Nâsih'te, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Ebû Mâlik ve Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre "Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma. Takva sahiplerine, inanmayanların hesabından herhangi bir sorumluluk yoktur. Fakat belki korunurlar diye hatırlatmak gerekir" âyetinde geçen ileri geri konuşanlardan kastedilen, Allah'ın âyetlerini yalanlayan müşriklerdir. Unutarak oturulduğu takdirde, hatırlanınca hemen oradan kalkılması ve onlarla oturulmaması emredilmiştir. Böyle yapıldığı takdirde, onların yaptığından kişinin sorumlu tutulmayacağı bildirilmiştir. Âyetin sonunda ise, müşriklere, böyle yapmalarından dolayı rahatsız olunduğunun bildirilmesi gerektiği, söylendiği takdirde Müslümanları rahatsız etmemek için ileri geri konuşmaktan sakınabilecekleri söylenmiştir. Bu âyetlerden sonra Yüce Allah: “O, size Kitab'da «Allah'ın âyetlerinin inkar edildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, başka bir söze geçmedikçe, onlarla bir arada oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz» diye indirdi. Doğrusu Allah münafıkları ve kafirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır" âyetini indirmiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, bu âyet hakkında şöyle demiştir: “Müşrikler, Müslümanlarla oturdukları zaman Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Kur'ân hakkında kötü konuşurlar, ona sövüp alay ederlerdi. Bu sebeple Allah müminlere, müşrikler başka bir konuya geçmeden onlarla oturmamalarını emretti." Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Muhammed b. Şîrîn: “Bu âyetin hevâ ehli (=şehevi arzular peşinde koşanlar) hakkında nazil olduğu söylenirdi" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Hilye'de Ebû Nuaym, Ebû Câfer'in: “Heva ehli ve münakaşa edenlerle oturmayınız. Onlar Allah'ın âyetleri hakkında ileri geri konuşan kişilerdir" dediğini bildirir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ali: “Allah'ın âyetleri hakkında ileri geri konuşanlar heva ehlidir" demiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Cüreyc'in şöyle dediğini bildirir: Müşrikler Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber oturur ve onu dinlemeyi severlerdi. Duydukları zaman da onunla alay ederlerdi. Bu sebeple: “Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma" Bu âyet nazil olunca artık müşrikler alay edince yanlarından kalkmaya başladı. Bunun üzerine müşrikler: “Onunla alay etmeyiniz. Yoksa yanınızdan kalkıp gider" dediler. Sonra: “Takva sahiplerine, inanmayanların hesabından herhangi bir sorumluluk yoktur. Fakat belki korunurlar diye hatırlatmak gerekir" âyeti nazil oldu. Âyetteki belki korunurlar sözü, müşriklerin "Onunla alay etmeyiniz" sözüne işaret etmektedir. Âyet, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) onlarla oturduğu takdirde alay etmekten sakınabileceklerini, ama buna rağmen kendileriyle oturmamasını emretmiştir. Bu âyet daha sonra Medine'de nazil olan: “O, size Kitab'da «Allah'ın âyetlerinin inkar edildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, başka bir söze geçmedikçe, onlarla bir arada oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz» diye indirdi. Doğrusu Allah münafıkları ve kafirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır" âyetiyle neshedilmiştir. Firyâbî ve Ebû Nasr es-Siczî'nin, el-İbâne'de Mücâhid'den bildirdiğine göre "Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma" âyetinde kastedilenler, kitap ehlidir. Müşriklerin Kur'ân hakkında, doğru olmayan şeyler söyledikleri takdirde Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) onlarla oturması yasaklanmıştır. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Vâil der ki: “Kişi, yanındakileri güldürmek için bir söz söyler ve onunla Allah'ın kendisine öfkelenmesine sebep olur." Ebû Vâil'in bu sözü İbrâhîm en-Nehaî'ye zikredilince: “Doğru söylemiş. Allah'ın Kitab'ında: “Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma" buyurmuyor mu?" karşılığını verdi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mukâtil der ki: “Mekke'de, müşrikler Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabının Kur'ân okuduğunu duyunca ileri geri konuşup alay ederlerdi. Müslümanlar: “Onlarla oturmamamız gerekir. Onlarla oturup ileri geri konuştuklarını duyduğumuz halde kendilerini ayıplamadığımız için dinden çıkmamızdan korkarız" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma" âyetini indirdi. Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre: “Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma" âyetini, Nisa Süresindeki: “O, size Kitab'da «Allah'ın âyetlerinin inkar edildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, başka bir söze geçmedikçe, onlarla bir arada oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz» diye indirdi. Doğrusu Allah münafıkları ve kafirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır" âyeti neshetmiştir. Daha sonra Yüce Allah: “Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tövbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder" âyetini indirmiştir. Nehhâs, Nâsih'te, İbn Abbâs'tan bildirir: “Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma" âyeti Mekke'de nazil olmuştur ve Medine'de, "O, size Kitab'da «Allah'ın âyetlerinin inkar edildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, başka bir söze geçmedikçe, onlarla bir arada oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz» diye indirdi. Doğrusu Allah münafıkları ve kafirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır" âyetiyle neshedilmiştir. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyet hakkında: “Takva sahipleri onlarla otursa bile onların yaptıklarından sorumlu değildir, ama onlarla oturmamaları gerekir" demiştir. Ebu'ş-Şeyh, Saîd b. Cübeyr'in şöyle dediğini bildirir: “Müslümanlar Medine'ye hicret ettikleri zaman, münafıklar onlarla oturup, Kur'ân okuduklarını duyduklarında, Mekkeli müşriklerin yaptığı gibi ileri geri konuşarak alay ettiler. Müslümanlar: “Onlarla oturmamızda bir sakınca yoktur. Allah, onlarla oturmamıza izin verdi. Onların ileri geri konuşmasından biz sorumlu değiliz" dediler. Bu âyet Medine'de nazil oldu. İbn Ebî Şeybe, Hişâm b. Urve'den bildirir: “Ömer b. Abdilaziz'e, şarap içen ve bu esnada aralarında oruçlu birinin bulunduğu bir topluluk getirilince, Ömer oruçlu olan kişiyi cezalandırarak: “Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma" âyetini okudu. 70"Dinlerini oyun ve eğlenceye alanları, dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak. Kur'ân ile öğüt ver kî, bîr kimse kazandığıyla helake düşmeye görsün, o takdirde Allah'dan başka ona ne bir yardımcı, ne de bir kurtarıcı bulunur; her türlü fidyeyi de verse kabul olunmaz. Kazandıklarından ötürü yok olanlar işte bunlardır. İnkar etmelerinden dolayı kızgın içecek ve can yakıcı azab onlaradır." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Dinlerini oyun ve eğlenceye alanları, dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak" âyetindeki (bırak) sözüyle, "Tek olarak yarattığım o kimseyi bana bırak" âyetindeki (bırak) sözü aynı mânâda, tehdid kasdıyla kullanılmıştır. Abd b. Humeyd, Ebû Dâvûd, Nâsih'te, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Nehhâs, Nâsih'te Katâde'den bildiriyor: Allah, "Dinlerini oyun ve eğlenceye alanları, dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak" âyetini indirdikten sonra Tevbe süresindeki, "Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tövbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder" âyetini indirerek önceki âyeti neshetmiş ve onlarla savaşılmasını emretmiştir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen, "Dinlerini oyun ve eğlenceye alanlar..." sözünden kastedilenler, dini yemek ve içmek (dünyalık) için kullananlardır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünün mânâsı ayıpların ortaya çıkmasıdır. (.....) sözü de (bütün) ayıpları ortaya çıktı, demektir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünün mânâsı helake teslim edilmektir. (.....) sözü de yaptıklarından dolayı helake teslim edildiler, demektir. Tastî, İbn Abbâs'tan bildirir: Nâfi b. el-Ezrak ona: “Bana Yüce Allah'ın, âyette geçen (.....) sözünün mânâsını söyle" deyince, İbn Abbâs: “Nefsin, yaptıklarından dolayı ateşte hapsedilmesi, demektir" cevabını verdi. Nâfi: “Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: “Tabi ki! Yoksa Züheyr'in: "Ayrılırken seni öyle bîr durumda bıraktı ki Veda günü kalbim sanki kapatılıp hapsedilmişti" dediğini bilmez misin?" Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözü, nefsin alınıp hapsedilmesidir. (.....) sözünün mânâsı ise: “Yeryüzü doluşunca altın getirse ondan kabul edilmez, demektir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd (.....) sözünün mânâsı "Yaptıklarından dolayı (helake sürüklenmeleri için) teslim alınmaktır." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süfyân b. Hüseyn'e, (.....) sözünün mânâsı sorulunca: “Yardımsız bırakıldılar, teslim alındılar" demektir. Şâir'in: "Onlardan ayrılırsa yardımsız kalırlar" dediğini duymadın mı?" cevabını verdi. 71"De ki: Allah'ı bırakıp da bize fayda veya zarar veremeyecek olan şeylere mi tapalım? Allah bizi doğru yola ilettikten sonra şeytanların saptırıp şaşkın olarak çöle düşürmek istedikleri, arkadaşlarının ise; «Bize gel!» diye doğru yola çağırdıkları şaşkın kimse gibi gerisin geri (inkarcılığa) mı döndürüleceğiz? De ki: Allah'ın hidayeti doğru yolun ta kendisidir. Bize âlemlerin Rabbine teslim olmamız emredilmiştir." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "De ki: Allah'ı bırakıp da bize fayda veya zarar veremeyecek olan şeylere mi tapalım? Allah bizi doğru yola ilettikten sonra şeytanların saptırıp şaşkın olarak çöle düşürmek istedikleri, arkadaşlarının ise: «Bize gel!» diye doğru yola çağırdıkları şaşkın kimse gibi gerisin geri (inkârcılığa) mı döndürüleceğiz? De ki: Allah'ın hidayeti doğru yolun ta kendisidir. Bize âlemlerin Rabbine teslim olmamız emredilmiştir" âyeti, putları ve onlara davet edenlerle Allah'a davet edenleri tasvir eden bir âyettir. Bazıları onu: “Ey falan oğlu falan gel" diyerek kendi yollarına davet eder, arkadaşları: “Ey falan! (doğru olan) yola gel" diye çağırırlar. Bu kişi ilk çağıranlara uyarsa kendisini helaka sürüklerler. Eğer doğru yola çağıranların davetine icabet ederse, doğru yolu bulmuş olur. İlk davetçiler, sahrada şeytanlar tarafından çağırılan kişiye benzer. Onlara icabet eden, Allah'tan başka ilahlara tapmanın doğru olduğunu düşünür ve sonunda pişmanlık içinde ölüm kendisini bulur. . Kendisini doğru yoldan saptıran ise şeytanlardır. Onu ismi, babasının ve dedesinin ismiyle çağırınca o da bunun doğru bir şey olduğunu sanarak ona uyar. Nihayet onu helake atarlar, belki de yerler. Veya yeryüzünde ıssız bir yere atarlar da orada susuzluktan helak olur. İşte bu, Allah'tan başka ibâdet edilen ilâhlara icabet edenin örneğidir. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî, "De ki: Allah'ı bırakıp da bize fayda veya zarar veremeyecek olan şeylere mi tapalım? Allah bizi doğru yola ilettikten sonra şeytanların saptırıp şaşkın olarak çöle düşürmek istedikleri, arkadaşlarının ise: «Bize gel!» diye doğru yola çağırdıkları şaşkın kimse gibi gerisin geri (inkarcılığa) mı döndürüleceğiz? De ki: Allah'ın hidayeti doğru yolun ta kendisidir. Bize âlemlerin Rabbine teslim olmamız emredilmiştir" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Müşrikler, müminlere: “Bizim yolumuza tabi olun ve Muhammed'in dinini bırakın" deyince, Yüce Allah: “De ki: Allah'ı bırakıp da bize fayda veya zarar veremeyecek olan şeylere (bu ilahlara) mi tapalım?" buyurdu. Böyle yapacak olursak, "Şeytanların kendisini saptırıp şaşkın olarak çöle düşürdüğü kişiler gibi oluruz. Yani Yüce Allah şöyle buyuruyor: “İmandan sonra küfre düşerseniz, şu adam gibi olursunuz: Yolda bir toplulukla beraber iken yolu kaybetmiş, şeytanlar kendisini şaşırtıp yeryüzünde saptırmış, arkadaşları (doğru) yolda olup onu kendilerine çağırarak: “Bize gel, biz yoldayız" demeye başlarlar. O ise onların yanına gitmeyi reddeder. Hazret-i Muhamed'i tanıdıktan sonra onlara tabi olanların durumu böyledir. (Doğru) yola davet eden Hazret-i Muhammed'dir. Davet ettiği yol ise İslamdır." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "De ki: Allah'ı bırakıp da bize fayda veya zarar veremeyecek olan şeylere mi tapalım? Allah bizi doğru yola ilettikten sonra şeytanların saptırıp şaşkın olarak çöle düşürmek istedikleri, arkadaşlarının ise: «Bize gel!» diye doğru yola çağırdıkları şaşkın kimse gibi gerisin geri (inkarcılığa) mı döndürüleceğiz? De ki: Allah'ın hidayeti doğru yolun ta kendisidir. Bize âlemlerin Rabbine teslim olmamız emredilmiştir" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Fayda ve zarar vermeyen şeylerden kasıt putlardır. Yolunu şaşıran kişiyi arkadaşları yola davet eder (kendisi ise bu çağrıları kabul etmez). İşte bu durum, hidâyetten sonra dalalete düşen kişiye örnek verilmiştir." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Şeytanların saptırıp şaşkın olarak çöle düşürmek istedikleri, arkadaşlarının ise: «Bize gel!» diye doğru yola çağırdıkları şaşkın kimse gibi gerisin geri (inkarcılığa) mı döndürüleceğiz? De ki: Allah'ın hidayeti doğru yolun ta kendisidir. Bize âlemlerin Rabbine teslim olmamız emredilmiştir" âyetindan kastedilen kişi, Allah'ın gösterdiği hidayete icabet etmeyen kişidir. Bu kişi şeytana tabi olmuş, yeryüzünde günah işlemiş, haktan ayrılıp hak yolundan sapmıştır. Bu kişinin, kendisini hidayete çağıran, kendisine söyledikleri şeyin Allah'ın gösterdiği hidayet olduğunu söyleyen arkadaşları vardır. Yüce Allah, insanlardan olan dostlarına: “Gerçek hidayet, Allah'ın gösterdiği hidayettir. Dalalet ise cinlerin davet ettiği yoldur" buyurur. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, bu âyet hakkında: “Bu âyetle Yüce Allah, Hazret-i Muhammed ve ashâbına, dalalet ehliyle bu konuda nasıl münakaşa edeceklerini öğretmiştir" dedi. İbnu'l-Enbârî'nin, el-Mesâhifte, Ebû İshâk'tan bildirdiğine göre Abdullah (b. Mes'ûd), bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur. İbn Cerîr ve İbnu'l-Enbârî'nin, Ebû İshâk'tan bildirdiğine göre Abdullah (b. Mes'ûd), bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh bildirir: Mücâhid der ki: İbn Mes'ûd, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuş ve: “Hidayet, yol demektir ve apaçıktır" demiştir. 72"Namazı dosdoğru Kılın ve Allah'tan korkun, (diye de emredildik). O, huzuruna varıp toplanacağınız Allah'tır." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Evzâî der ki: “Evlerinde namaz için belirli bir vakit ayıran ev halkına muhakkak, Hazret-i İbrâhim ve ailesine verildiği gibi bereket verilir." 73"Gökleri ve yeri gerçekle yaratan O'dur ki «Ol» dediği gün (an) hemen olur; sözü gerçektir. Sura üfleneceği gün hükümranlık O nundur. Görülmeyeni de görüleni de bilir. O Hakim'dir haberdardır" İbnu'l-Mübârek, Zühd'de , Abd b. Humeyd, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, el- Ba's'ta Abdullah b. Amr'dan bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), Sûr'un ne olduğu sorulunca: “Kendisine üflenilecek bir boynuzdur" cevabını verdi. İbn Ebî Hâtim'in Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer Mina halkı boynuzu (Sûr'u) yerinden kaldırmak isteselerdi kaldıramazlardı" buyurdu. Müsedded, Müsned'de, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Sûr, kendisine üflenilecek boynuz gibi bir şeydir" dedi. Firyâbî, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre Sûr, boruya benzer bir şeydir. İbn Mâce, Bezzâr ve İbn Ebî Hâtim'in Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sûr'a üflemekle görevli olan (iki melek) Sûr'u tutmuş, kendilerine Sûr'a üflemesinin emredilmesini beklemektedir" buyurdu. Hâkim, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sûr'un sahibi (ona üflemekle görevli melek) kendisine bu görev verildiği zamandan bu yana Sûr'a üflemeye hazırdır. O, parlak iki yıldız gibi olan gözlerini, henüz kırpmadan emrin verilmesinden korkarak Arş'a doğru bakıp kendisine verilecek emri beklemektedir" buyurduğunu nakleder. Ahmed, Taberânî, M. el-Evsat'ta, Hâkim ve Beyhakî, el-Ba's'ta, İbn Abbâs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Sur sahibi (İsrafil) Sur'u ağzına almış, alnını yere eğmiş, kulağını Allah'ın emrine vermiş ve Su fa üflemek için üfleme emrini beklerken ben nasıl rahat yaşayabilirim!" Sahabe: “O zaman ne diyelim ey Allah'ın Resûlü!" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hasbunallah ve nimel-vekîl, alellâhi tevekkelnâ (=Allah bize yeter. O ne güzel vekildir. Biz Allah'a tevekkül ettik)" deyiniz" cevabını verdi. Saîd b. Mansûr, Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve Beyhakî, Ebû Saîd'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sur sahibi (İsrafil) Sur'u ağzına almış, alnını yere eğmiş, kulağını Allah'ın emrine vermiş ve Sur'a üflemek için üfleme emrini beklerken ben nasıl rahat yaşayabilirim!" buyurdu. Sahabe: “O zaman ne diyelim ey Allah'ın Resûlü!" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hasbunallah ve nimel vekîl, alellâhi tevekkelnâ (=Allah bize yeter. O ne güzel vekildir. Biz Allah'a tevekkül ettik)" deyiniz" cevabını verdi. Ebû Nuaym, el-Hilye'de, Câbir b. Abdillah'dan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sur sahibi (İsrafil) Suru ağzına almış, alnını yere eğmiş, kulağını Allah'ın emrine vermiş ve Sur'a üflemek için üfleme emrini beklerken ben nasıl rahat yaşayabilirim!" buyurdu. Sahabe: “O zaman ne diyelim ey Allah'ın Resûlü!" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “«Hasbunallah ve nimel vekîl (=Allah bize yeter. O ne güzel vekildir)» deyiniz" cevabını verdi. Bezzâr ve Hâkim'in Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Her sabah iki melek iner ve bunlardan birisi: «Allahım! (Malını) infak edene bir bedelini ver» diye dua eder. Diğeri ise: «Allahım! (Malını) tutana telef ver» diye beddua eder. İki melek te Sûr'a üflemekle görevlidir. Bunlar kendilerine Sûra üflemelerinin emredilmesini beklerler. Yine, iki melekten biri: «Ey hayrı isteyen buraya gel!» derken, diğeri: «Ey şerri isteyen, şerri terk et» der. Yine iki melekten biri: «Kadınlardan dolayı erkeklerin vay haline» derken, diğer melek: «Erkeklerden dolayı kadınların vay haline» diye seslenir." Ahmed ve Hâkim'in Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Sûra üflemekle görevli iki melek, ikinci semadadır. Her birinin, başı doğuda, ayakları ise batıdadır. Bunlar kendilerine Sûr'a üflemelerinin emredileceği zamanı beklemektedir. " Abd b. Humeyd, Taberânî, M. el-Evsat'ta ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de hasen isnâdla Abdullah b. el-Hâris'in şöyle dediğini bildirir: Ben, Hazret-i Âişe'nin yanındayken, Ka'bu'l-Ahbâr da oradaydı. Ka'b, İsrafil'den bahsedince, Hazret-i Âişe: “Bana İsrafil'den haber ver" dedi. Ka'b: “Bu konuda asıl bilgi sizdedir" karşılığını verince, Hazret-i Âişe: “Öyledir, ama sen bana onu anlat" dedi. Bunun üzerine Ka'b şöyle dedi: “Onun dört kanadı vardır. Bu kanatların ikisi havadadır. Bir kanatla örtünmekte, bir kanadı iki küreği arasında ve kalem de kulağının üstündedir. Vahiy geldiği zaman kalem bu vahyi yazar, sonra melekler bu vahyi ezberlerler. Sûr ile görevli melek bir dizini bükmüş diğerini dikmiş, Sûr'u kaldırmış belini bükmüştür. İsrafil'in kanatlarını topladığını gördüğü anda bu melek Sûr'a üflemekle görevlendirilmiştir." Bunu duyan Hazret-i Âişe: “Ben de Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle dediğini işittim" dedi. Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini bildirir: “Yüce Allah, Sûr'u, cam gibi berrak olan beyaz inciden yarattı. Sonra Arş'a: “Sûr'u al!" deyince, Sûr Arş'a asıldı. Allah sonra: “Ol!" buyurunca, İsrâfil oldu. Allah ona Sûr'u almasını emredince İsrâfîl Sûr'u aldı. Sûr'da yaratılmış canlılar sayısınca delik vardır ve bîr delikten iki can çıkmaz. Sûr'un tepesinde sema ve yerin genişliğinde bir delik vardır. İsrafil ağzını bu deliğe dayamıştır. Sonra Yüce Allah: “Seni Sûr'a üflemekle görevlendirdim. Sen Sûr'a üflemek ve sayhayla görevlisin" buyurdu. İsrafil Ârş'ın ön tarafına geçti ve sağ ayağını Arş'ın altına sokup sol ayağını ona yaklaştırdı. Allah'ın onu yarattığı zamandan bu yana İsrafil, gözünü kırpmadan kendisine Sûr'a üflemesinin emredilmesini beklemektedir." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Bekr el-Huzelîder ki: “Sûr'a üflemekle görevli meleğin bir ayağı yerin yedinci katındadır ve diz üstü çökmüş, Gözlerini İsrâfil'e dikmiştir. Allah'ın onu yarattığı zamandan bu yana gözünü kırpmadan kendisine Sûr'a üflemesinin emredilmesini beklemektedir." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Âyette geçen "Sura üfleneceği gün"den kastedilen birinci üflemedir. Yüce Allah'ın, "Sûr'a üflenince, Allah'ın dilediği bir yana, göklerde olanlar, yerde olanlar hepsi düşüp ölür. Sonra Sûr'a bir daha üflenince hemen ayağa kalkıp bakışır dururlar" buyurduğunu duymuyor musun? İkinci üflemede yaratılmışlar ayağa kalkacaklar." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti, (.....), yani:' "Yaratılmışlara üflendiği gün" şeklinde okumuştur. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "...Görülmeyeni de görüleni de bilen..." Sûr'a üfleyendir. İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre görülen ve görülmeyeni bilmek, gizli ve açık olanı bilmek demektir. İbn Ebî Hâtim, Hasan'ın, "Görülen, yarattıklarından görebildiklerinizdir. Gayb ise bilmediğiniz ve göremediğiniz şeylerdir" dediğini bildirir. 74"İbrâhîm, babası Azere, «Putları tanrı olarak mı benimsiyorsun? Doğrusu ben seni ve milletini açık bir sapıklık içinde görüyorum» demişti" İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Azer, bir putun adıdır. Hazret-i İbrâhim'in babasının adı Yâzer'dir. Annesinin adı ise Müslâ'dır. Hanımının ismi Sâre, oğlu İsmâil'in annesinin ismi Hâcer'dir. Hazret-i Dâvûd, Emîn'in oğlu, Hazret-i Nûh Lamek'in oğlu, Hazret-i Yûnus ise Mattâ'nın oğludur. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Azer, Hazret-i İbrâhim'in babası değil, bir putun adıdır" dediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre Hazret-i İbrâhim'in adı Târeh'tir. Azer ise bir putun adıdır. İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'in şöyle dediğini bildirir: “Âyete geçen Âzer, Hazret-i İbrâhîm'in babası değildir. Âzer, ilahların adıdır. Hazret-i İbrâhîm'in babası Târeh'tir." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süleymân et-Teymî, "Bana ulaştığına göre Âzer yamuk demektir. Bu da İbrâhîm'in babasına söylediği en ağır sözdür" demiştir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İbrâhîm, babası Azer'e, "Putları tanrı olarak mı benimsiyorsun?..." âyetini şöyle açıkladı: “Kendine Allah'tan başka yardımcı mı ediniyorsun? Böyle yapma!" Hazret-i İbrahim'in babasının adı Âzer değil Târeh'tir." Ebû Zür'a bu kelimeyi iki hemzeyle okumuştur. Ebu'ş-Şeyh'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre Âzer, Hazret-i İbrahim'in babasının adıdır. 75Bkz. Ayet:79 76Bkz. Ayet:79 77Bkz. Ayet:79 78Bkz. Ayet:79 79"Böylece biz, kesin îman edenlerden olması için İbrâhîm'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk. Gece basınca bîr yıldız gördü, «İşte bu benim Rabbim!» dedi; yıldız batınca, «Batanları sevmem» dedi. Ay'ı doğarken görünce, «İşte bu benim Rabbîm!» dedi, batınca, «Rabbim benî doğruya eriştirmeseydi and olsun ki sapıklardan olurdum» dedi. Güneş'i doğarken görünce «İşte bu benim Rabbim, bu daha büyük!» dedi; batınca, «Ey milletimi Doğrusu ben ortak koştuklarınızdan uzağım» dedi. "Doğrusu ben yüzümü, gökleri ve yeri yaratana, doğruya yönelerek çevirdim, ben ortak koşanlardan değilim" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sifât'ta İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "İbrâhîm'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk..." âyetindeki melekût'tan kasıt, Güneş, Ay ve yıldızlardır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in göre İbn Abbâs, "İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Göklerle yerin arası açıldı ve onları bir kayanın üstünde, kayayı da bir balığın üzerinde gördü. Bütün insanların rızıkları bu balıktan gelmektedir. Balık bir zincire, zincir de İzzet mührüne bağlıdır. Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "İbrâhîm'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk..." âyetinde geçen melekût, Nebatilerin dilinde Melekûsa'dır. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre "İbrâhîm'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk..." âyetinde geçen melekût, Nebatfıların dilinde Melekûsa'dır. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid, "İbrâhîm'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk.." âyetini açıklarken: “Hazret-i İbrâhîm'e, göklerin ve yerin âyetleri gösterilmiştir" dedi. Âdem b. Ebî İyâs, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, el- Esma ve's-Sifât'ta bildirdiğine göre Mücâhid, "İbrâhîm'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Melekût'tan kasıt göklerin ve yerin âyetleridir. Hazret-i İbrâhim'e yedi kat gök yarıldı ve bakışları Arş'a vanncaya kadar semaya, semadakilere baktı. Yedi kat yer kendisine yarıldı ve içindekilere baktı." Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, "İbrâhîm'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk.." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Hazret-i İbrâhim, bir kayanın üzerinde durdu ve yedi kat gökyüzü önünde yarıldı. O da Arş'a ve Cennetteki menziline varana kadar onları bakıp gördü. Sonra yerler de onun önünde açıldı ve onlara baktı. Hatta yerlerin üzerinde durduğu kayayı bile gördü. İşte Yüce Allah'ın: “Biz ona dünyada da ecrini verdik" âyeti buna işaret etmektedir. Ahmed, İbn Cerîr, İbn Merdûye ve Beyhakî, eî-Esmâ ve's-Sifât'ta, Abdurrahman b. Ayyaş el-Hadramî'den, o da sahabeden bazılarından, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Rabbimi en güzel sûrette gördüm. Bana: «Ey Muhammed, Mele-i Alâ(daki meleklerin) hangi. hususta münâkaşa ederler?» buyurdu. Ben: «Ey Rabbim, bilmiyorum» dedim. Allah, elini omuzlarım arasına koydu, elinin serinliğini göğsümde hissettim. Her şey bana tecellî etti ve göklerle yerdeki her şeyi bildim." Sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Böylece biz, kesin iman edenlerden olması için İbrâhîm'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk." âyetini okuyup şöyie devam etti: “Sonra Rabbim: «Ey Muhammed! Mele-i Alâ(daki melekler) hangi hususta münâkaşa ederler?» buyurdu. Ben: «Günahların bağışlanmasına ve derecelerin yükselmesine vesile olan şeylerde» karşılığını verdim. Allah: «Hangi şey günahları bağışlatır?» diye sorunca, ben: «Cemaat namazları için atılan adımlar, namazlardan sonra mescitlerde oturmalar, her türlü zorluk ve soğuklarda bile abdest organlarını kapsamlı yıkamaktır. Kim böyle yaparsa hayırla yaşar, hayırla ölür ve her türlü hata ve günahlarından sıyrılarak annesinden doğduğu gün gibi tertemiz olur. Dereceler ise, selam vermek, yemek yedirmek ve insanlar uyurken gece namaz kılmaktır» cevabını verdim. Allah: «Allahım! İyilikler yapmayı kötülüklerden el çekmeyi yoksulları sevmeyi, beni bağışlamanı ve merhamet etmeni senden dilerim. Kullarına bir kötülük göndereceğin vakit beni o kötülüklerden uzak tut yanına al de» buyurdu." Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bunları öğreniniz, çünkü bunlar haktır" buyurdu. İbn Merdûye'nin Ali b. Ebî Tâlib'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Hazret-i İbrahim, göklerin ve yerin melekûtuna bakınca bir adamın Allah'a isyan etiğini gördü ve ona beddua etti. Bunun üzerine adam helak oldu. Sonra isyan eden başka birini gördü, ona da beddua etti ve o adam da helak oldu. Sonra isyan eden başka birini görüp ona da beddua edeceği zaman, Allah ona şöyle vahyetti: «Ey İbrahim! Sen duası kabul olanlardan birisin, kullarıma beddua etme. Çünkü onlar benden ötürü üç şey üzerindedirler: Ya tövbe edecek, Ben tövbesini kabul edeceğim. Veya onun neslinden bir soy çıkaracağım ki, yeryüzünü tesbihle dolduracaktır. Veya onu katıma kabzedeceğim. Dilersem affedeceğim, dilersem azab edeceğim.»" Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh, Atâ'nın şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i İbrahim, göklerin melekûtuna yükseltildiği zaman zina eden bir adamı görünce ona beddua etti ve adam helak oldu. Sonra yine yükseltilince başka bir adamın zina ettiğini gördü ve ona da beddua edince o adam da helak oldu. Sonra bir daha yükseltilip zina eden başka bir adamı görünce ona da beddua etmek istedi. Bunun üzerine Yüce Allah ona şöyle vahyetti: “Yavaş ol ey İbrahim! Sen duası kabul olanlardan birisin, kullarıma beddua etme. Ben kuluma şu üç şekilden biriyle muamele edeceğim: Ya tövbe edecek, Ben tövbesini kabul edeceğim veya onun neslinden temiz bir soy çıkaracağım veya işlediğine devam edecek ve Ben de onun peşindeyim (Dilersem affedeceğim, dilersem azab edeceğim.)" Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, Şehr b. Havşeb'den bildirir: “Hazret-i İbrâhim, semaya çıkarılınca aşağıya baktı ve bir adamın günah işlediğini görüp ona beddua etti. Bunun üzerine adam yerin dibine batırıldı. Hazret-i İbrâhim aynı durumda olan yedi adam için beddua edip yedisi de yerin dibine batırılınca, kendisine şöyle vahyedildi: “Ey İbrâhim! Kullarımı rahat bırak. Ben kuluma şu üç şekilden biriyle muamele edeceğim: Ya tövbe edecek, Ben tövbesini kabul edeceğim veya onun neslinden Müslüman bir zürriyet çıkaracağım ya da küfre girecek ve o zaman bu kişi için cehennem yeterli olacaktır." Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Şuabu'l-îman'da Beyhakî, Şehr b. Havşeb vasıtasıyla, Mu'âz b. Cebel'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Hazret-i İbrahim, göklerin melekûtuna bakınca bir adamın Allah'a isyan etiğini gördü ve ona beddua etti. Sonra isyan eden başka birini gördü, ona da beddua etti. Bunun üzerine Allah ona şöyle vahyetti: «Ey İbrahimi Sen duası kabul olanlardan birisin, kimseye beddua etme.» Ben kuluma şu üç şekilden biriyle muamele edeceğim: Ya onun sulbünden Bana ibadet eden bir nesil çıkaracağım veya ömrünün sonunda tövbe edecek. Ben tövbesini kabul edeceğim. Veya tövbe etmekten kaçınacak, işte o zaman varacağı yer cehennem olacaktır. " Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Selmân el-Fârisî der ki: “Hazret-i İbrâhim, göklerin ve yerin melekûtuna bakınca bir adamın Allah'a karşı günah işlediğini gördü ve ona beddua etti. Bunun üzerine adam helak oldu. Sonra günah işleyen başka bîrini gördü, ona da beddua etti ve o adam da helak oldu. Sonra günah işleyen başka birini görüp ona da beddua edince, Allah ona şöyle vahyetti: “Yavaş ol ey İbrâhim! Sen duası kabul olanlardan birisin. Kullarıma beddua etme. Ben kuluma şu üç şekilden biriyle muamele edeceğim: Ya ölmeden önce tövbe edecek, Ben tövbesini kabul edeceğim. Veya onun neslinden Beni zikredecek bir nesil çıkaracağım. Veya tövbe etmekten kaçınacak, işte o zaman varacağı yer cehennem olacaktır." Beyhakî, Şuabu'l-îman' da, Atâ'dan bildirir: Hazret-i İbifâhim, göklerin melekûtuna yükseltildiği zaman zina eden bir adamı görünce ona beddua etti ve adam helak oldu. Sonra yine yükseltilince başka bir adamın zina ettiğini gördü ve ona da beddua edince o adam da helak oldu. Sonra yine yükseltilince başka bir adamın zina ettiğini gördü ve ona da beddua edince o adam da helak oldu. Sonra yine yükseltilince başka bir adamın zina ettiğini gördü ve ona da beddua edince o adam da helak oldu.. Bunun üzerine Yüce Allah ona şöyle vahyetti: “Yavaş ol ey İbrâhim! Sen duası kabul olanlardan birisin, kullarıma beddua etme. Ben kuluma şu üç şekilden biriyle muamele edeceğim: Ya tövbe edecek, Ben tövbesini kabul edeceğim veya onun neslinden Bana ibadet edecek temiz bir soy çıkaracağım veya işlediğine devam edecek, işte o zaman varacağı yer cehennem olacaktır." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Böylece biz, kesin iman edenlerden olması için İbrâhîm'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Allah kendisine göklerin ve yerin yaratılışını gösterdi. Hazret-i İbrâhim, yaratılmışların gizli ve açık bütün hallerini gördü. Günah işleyenleri görüp onlara beddua edince Yüce Allah: “Senin, buna (yaratılmışların halini görmeye) gücün yetmez" deyip, eski haline geri döndürdü." Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, bu âyet hakkında şöyle dediğini bildirir: “Bize anlatıldığına göre Hazret-i İbrâhim zorba bir idareciden kaçırılıp yerin altında bir mahzene konuldu. Allah ona rızkını parmaklarında vermişti. Parmaklarından birini emdiğinde onda rızkını buluyordu. İbrâhîm mahzenden dışarı çıkınca Allah ona, göklerin melekûtunu gösterdi. Hazret-i İbrâhim, dağları, denizleri, nehirleri, ağaçları, bütün hayvanları ve yaratıkları gördü. "Gece basınca bir yıldız gördü, «İşte bu benim Rabbim!» dedi; yıldız batınca, «Batanları sevmem» dedi." Söylendiğine göre gördüğü yıldız Zühre yıldızıdır. Zühre yıldızı yatsı vakti çıkmış ve batınca, Rabbinin daim olduğunu ve yok olmayacağını bildi. "Ay'ı doğarken görünce,(onun yıldızdan daha büyük olduğunu gördü ve) «İşte bu benim Rabbiml» dedi, batınca, «Rabbim beni doğruya eriştirmeseydi and olsun ki sapıklardan olurdum» dedi. Güneş'i doğarken görünce «İşte bu benim Rabbim, bu daha büyük!» dedi..." Yani: “Güneş, yıldızdan ve Ay'dan daha büyük ve daha parlaktır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre Hazret-i İbrâhim, yeryüzünün doğusuna hükmeden, Nemrûd b. Kenan b. Kûş b. Sâm b. Nûh'un zamanında yaşamıştır. Yeryüzünün hepsine hükmeden sadece dört kral vardır. Bunlar, Nemrûd, Hazret-i Süleymân, Zu'l-Karneyn ve Bahtunassar'dır. Bunlardan bazısı Müslüman, bazısı ise kâfirdi. Nemrûd'a (rüyasında) Güneş'in ve Ay'ın ışığını bastıran bir yıldız görününce, bundan korktu ve sihirbazlarla kâhinleri çağırıp onlara bunun yorumunu sordu. Onlar: “Senin idaren altında olan yerden, seni ve mülkünü yok edecek biri çıkacak" dediler. O zaman Nemrûd, Bâbil'de ikamet ediyordu. Bunun üzerine bulunduğu şehirden başka bir şehre gitti ve kadınları olduğu şehirde bırakıp erkekleri beraberinde götürdü. Sonra doğan her erkek çocuğunun öldürülmesini emretti. Nemrûd'un şehirde bir işi çıkınca, bu iş için sadece Hazret-i İbrâhim'in babası Azer'e güvendi ve onu çağırıp şehre göndererek: f'Sakın ailenle birlikte olma" dedi. Azer: “Ben dinimi bu yolda feda edemeyecek kadar kuvvetliyim" dedi, ama şehre girip hanımını görünce nefsine hakim olamayıp onunla birlikte oldu ve hanımıyia Küfe ile Basra arasında, Ûr denilen bir şehre kaçtı. Hanımını bir mahzene koyup belli aralıklarla yemek ve diğer ihtiyaçlarını getirdi. Aradan uzun zaman geçip Nemrûd'a bireşey olmayınca, Nemrûd: “Sihirbazlar yalan söyledi. Memleketinize geri dönünüz" dedi ve herkes geri dönünce Hazret-i İbrâhim doğdu. Hazret-i İbrâhim doğunca, bir günde bir haftalıkmış gibi, bir haftada bir aylıkmış gibi büyüyüp gelişti. Nemrût ise olanları unutmuştu. Hazret-i İbrâhim büyüdü ve bu sırada onu anne ve babasından başka kimse görmedi. Hazret-i İbrâhim'in babası, arkadaşlarına: “Benim gizlediğim bir oğlum var. Onu getirirsem korkup krala haber verir misiniz?" diye sorunca, arkadaşları: “Hayır, onu getir" cevabını verdiler. Azer gidip Hazret-i İbrahim'i mahzenden çıkarınca, Hazret-i İbrâhim, hayvanlara ve diğer yaratıklara bakıp babasına: “Bu nedir?" diye sormaya başladı. Babası da ona sorduğu şeylerin adını: “Bu devedir, bu inektir, bu attır, bu koyundur" deyince, Hazret-i İbrâhim: “Bu yaratıkların muhakkak bir Rabbinin olması gerekir" dedi. Hazret-i İbrâhim, mahzenden Güneş battıktan sonra çıkmıştı. Başını kaldırıp semaya bakınca Müşteri (Jüpiter)'i gördü ve: “Bu, benim Rabbimdir" dedi. Çok geçmeden yıldız kaybolunca, Hazret-i İbrâhim: “Ben kaybolanları sevmem" dedi. İbn Abbâs der ki: “Hazret-i İbrâhim, mahzenden ayın sonunda çıktığı için yıldızdan önce Ay'ı görmemişti. Gecenin sonunda Ay'ın doğduğunu görünce: “Bu, benim Rabbimdir" dedi. Ay kaybolunca ise: “"Rabbim beni doğruya eriştirmeseydi and olsun ki sapıklardan olurdum" dedi. sabah olup Güneş'i doğarken görünce: “Bu, benim Rabbimdir, bu daha büyüktür" dedi. Güneş kaybolunca ise: “Ey milletim! Doğrusu ben ortak koştuklarınızdan uzağım" dedi. Yüce Allah, ona: “Teslim ol, buyurduğunda, o, Âlemlerin Rabbine teslim oldum" dedi. Bundan sonra Hazret-i İbrâhim kavmini İslam'a davet edip uyarmaya başladı. Babası, put yapar ve satması için onları oğluna verirdi. Hazret-i İbrâhim putları satarken: “Hiçbir zarar ve fayda veremeyen şeyleri kim satın alır?" diye bağırırdı. Diğer kardeşleri putları satıp dönerken Hazret-i İbrâhim ise hiçbir putu satamadan geri dönerdi. Sonra Hazret-i İbrâhim, babasını: “Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun?" diyerek İslam'a davet etti. Sonra putların bulunduğu eve gidip onların büyük bir salonda olduğunu, büyük bir putun da salonun kapısına doğru döndürülmüş olduğunu gördü. Büyük putun yanında ondan daha küçük bir put ve diğerleri de aynı şekilde büyükten küçüğe yan yana kapının yanına kadar dizilmişti. Putperestler, putların önünde bayramdan dönüşleri sırasında yemek maksismiyle yemek bırakırlar ve: “Döndüğümüzde ilahlarımızın bereketi yemeğimize geçer ve yemeği böyle yeriz" derlerdi. Hazret-i İbrâhim, putlara ve önlerindeki yemeğe bakıp: “Yemez misiniz?" dedi. Putlar cevap vermeyince ise: “Size ne olmuş ki konuşmuyorsunuz?" diye sordu. Sonra gidip kavmini davet edip uyarmaya başlayınca onu eve hapsettiler ve onu yakmak için odun topladılar. Onu yakmak için çok odun topladılar. Yakılan odun yığını o kadar çoktu ki yakınından uçan kuşların kanatları ateşin hararetinden yanıyordu. Hazret-i İbrâhim'i alıp ateşe atacakları yapının üzerine çıkardılar. Hazret-i İbrâhim başını semaya kaldırınca, sema, yer, dağlar ve melekler: “Ey Rabbimiz! İbrâhim Senin için yakılacak mı?" dediler. Allah: “Ben onun durumunu sizden daha iyi bilirim. Eğer sizden yardım isterse ona yardım ediniz" buyurdu. Hazret-i İbrâhim, başını semaya kaldırınca: “Allahım! Gökte sen teksin, ben de yerde (iman eden) tek kişiyim. Yerde, sana benden başka ibadet eden yoktur. Hasbiyellah ve Ni'mel-vekil (=Allah bana yeter. O ne güzel vekildir)" dedi. Onu ateşe attıklarında Cibril ateşe: “Ey ateş! İbrâhîm'e karşı serin ve zararsız ol" buyurdu. İbn Abbâs der ki: “Eğer Cibrîl ona sadece serin olmasını söyleyip zararsız da olmasını söylemeseydi Hazret-i İbrâhim soğuktan ölürdü. O gün yeryüzünde sönmeyen hiçbir ateş kalmadı. Bütün ateşler kendisinin sönmesinin emredildiğini zannetti. Ateş sönünce Hazret-i İbrahim'e baktılar ve yanında başka bir adamın da olduğunu gördüler. Hazret-i İbrâhim'in başı o adamın kucağında ve bu kişi Hazret-i İbrâhim'in yüzündeki teri siliyordu. Söylendiğine göre o adam gölgelerle görevli olan melekti. Sonra Allah yeryüzüne yeniden ateş indirdi ve insanlar o ateşten faydalandılar. Hazret-i İbrâhim'i ateşe atanlar onu çıkarıp kralın yanına götürdüler. Hazret-i İbrâhim daha önce kralın yanına girip konuşmamıştı. Ebu'ş-Şeyh'in, el-Azame'de, Süddî'den bildirdiğine göre Hazret-i İbrâhim'in gördüğü yıldız, akşarri vakti kıble yönünde çıkan Müşteri (Jüpiter) yıldızıdır. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Zeyd b. Ali'den bildirdiğine göre Hazret-i İbrâhim'in gördüğü yıldız Zühre (Venüs) yıldızıdır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, (.....) sözünün "gitmek" olduğunu söyledi. İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyetinde geçen (.....) kelimesinin mânâsı "yok olan"dır. Tastî'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak kendisine: (.....) kelimesinin mânâsını açıklar mısın?" diye sorunca, İbn Abbâs: “Güneş'in, göğün ortasından batıya doğru kayıp batmasıdır" karşılığını verdi. Nâfi: “Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: “Tabi ki! Yoksa sen Ka'b b. Mâlik el-Ensârî'nin Onun yokluğundan parlayan Ay değişti Güneş te tutuldu, neredeyse batacaktı" dediğini bilmez misin? Nâfi: “Bana (.....) kelimesinin mânâsını açıklar mısın?" diye sorunca, îbn Abbâs: “Dini yalnızca Allah'a has kılmaktır" karşılığını verdi. Nâfi: “Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: “Tabi ki! Yoksa sen Hamza b;. Abdilmuttalib'in: islam'a ve sadece Allah'a has olan dine yöneltip Allah gönlüme hidayet verdiğinde ona hamdettim " dediğini bilmez misin? Yine Araplardan bir adam; Abdülmuttaliboğuları ve üstünlüklerini zikrederken şöyle dedi: Bize, sadece Allah'a has olan bir dini gösterin Çünkü siz bizim için kendilerine uyulan seçilmişlersiniz. Ebu'ş-Şeyh'in Atâ'dan bildirdiğine göre (.....) kelimesinin mânâsı ihlâstır. Müslim, Nesâî ve İbn Merdûye, İyâd b. Himâr el-Mucâşiî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbe verirken şöyle dedi: “Allah, bana bu gün öğrettiklerinden bilmediklerinizi size öğretmemi emretti ve bana şöyle buyurdu: “Kullarıma verdiğim her mal helaldir. Bütün kullarımı (Allah'a has din üzere) müslüman olarak yarattım. Şeytanlar onlara gelip dinlerinden saptırdılar ve onlara helal kıldığım şeyleri haram saydılar, Benim emretmediğim şeyi Bana ortak koşmalarım emrettiler. " Ahmed, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de, Hazret-i Ali'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), namaza kalktığı zaman şöyle derdi: “Yönümü, yerleri ve gökleri yaratan Allah'a samimi bir şekilde yönelttim. Ben müşriklerden değilim. Benim namazım ve tüm kulluklarım, ölümüm ve diriliğim Âlemlerin rabbi olan Allah içindir. Onun hiçbir ortağı yoktur. Böyle olmam bana emredildi ve ben Müslümanların ilkiyim" 80Bkz. Ayet:81 81"Kavmi onunla tartışmaya girişti. Onlara dedi ki: Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O'na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Ancak, Rabbim'in bir şey dilemesi hariç. Rabbimin ilmi herşeyî kuşatmıştır. Hâla ibret almıyor musunuz? Siz, Allah'ın size haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım! Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki gruptan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır?" İbn Ebî Hâtim'in Rabî b. Enes'ten bildirdiğine göre (.....) sözü, "Kavmi onunla tartıştı" demektir. İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) sözü, "Benimle tartışıyor musunuz?" demektir. Abd b. Humeyd, Âsım'ın, bu sözü (.....) şeklinde (.....) harfini şeddeli olarak okuduğunu bildirir. İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Kavmi onunla tartışmaya girişti. Onlara dedi ki: Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O'na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Ancak, Rabbim'in bir şey dilemesi hariç. Rabbimin ilmi herşeyi kuşatmıştır. Hâla ibret almıyor musunuz? Siz, Allah'ın size haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım! Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki gruptan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır?"âyetlerini açıklarken şöyle dedi: “Kavmi, onunla tartışarak Allah'tan başka ilah olduğunu söyleyince, Hazret-i İbrâhim: “Ben Rabbimi bildim" karşılığını verdi. Bunun üzerine onlar ilahlarının kendisine bir zarar vermesiyle korkutunca, Hazret-i İbrâhim: “Ey müşrikler! "Siz, Allah'ın size haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım!" dedi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "...iki gruptan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır?"sözü, Hazret-i İbrâhim'in, kendisine ilahlarından korkmasını söyleyenlerin sözünü çürütmek için söylediği sözlerden biridir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Zeyd'in, "... iki gruptan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır?" sözünü açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Allah'tan başkasından korkup, Allah'tan korkmayan mı, yoksa Allah'tan korkup başkasından korkmayan mı güvende olmaya daha layıktır?" Yüce Allah bu konuda: “İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır" buyurmaktadır." 82"İman edenler ve imanlarına zulüm karıştırmayanlara gelince; işte güvenlik ve hidâyete ermiş olanlar onlardır." Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, el-Efrâd'da Dârakutnî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye Abdullah b. Mes'ûd'dan bildirir: “İman edenler ve imanlarına zulüm karıştırmayanlara gelince; işte güvenlik ve hidâyete ermiş olanlar onlardır" âyeti nazil olduğu zaman, bu hüküm insanlara ağır geldi ve: “Ey Allah'ın Resûlü! Hangimiz kendine yazık etmemiştir ki?" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bunun anlamı sizin zannettiğiniz şekilde değildir. Yoksa siz salih (Hazret-i Lokman) kulun: “...oğluna öğüt vererek: “Evladım! Allah'a eş koşma, doğrusu eş koşmak büyük zulümdür" dediğini duymadınız mı? burada kastedilen Allah'a ortak koşmaktır" cevabını verdi. Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Nevâdiru'l-Usûl'da, Hakîm et-Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye bildiriyor: Hazret-i Ebû Bekr'e, "İman edenler ve imanlarına zulüm karıştırmayanlara gelince; işte güvenlik ve hidâyete ermiş olanlar onlardır" âyetinin mânâsı sorulunca: “Siz ne dersiniz?" diye sordu. Onlar: “Zulmetmezler, mânâsındadır" cevabını verince, Hazret-i Ebû Bekr: “Siz bu kelimeye en zor manayı verdiniz, âyetteki zulümden kasıt şirktir. Yüce Allah'ın: “...doğrusu eş koşmak büyük zulümdür" dediğini duymadınız mı?" karşılığını verdi. Ebu'ş-Şeyh'in Ömer b. el-Hattâb'dan bildirdiğine göre âyette geçen zulümden kasıt şirktir. Firyâbî, Ebû Ubeyd, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, Huzeyfe'den, âyette geçen zulümden kastın şirk olduğunu bildirir. Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh, Ebû Nasr es-Siczî, el- İbâne'de bildirir: Selmân el-Fârisî'ye, "İman edenler ve imanlarına zulüm karıştırmayanlara gelince; işte güvenlik ve hidâyete ermiş olanlar onlardır" âyetinin mânâsı sorulunca: “Âyetteki zulümden kasıt şirktir. Yüce Allah'ın, "...doğrusu eş koşmak büyük zulümdür" dediğini duymadın mı?" cevabını verdi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre âyette geçen zulümden kasıt şirktir. İbnu'l-Münzir, Hâkim ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Ömer evine girdiği zaman mushafı açıp okurdu. Birgün evine girip En'âm Sûresini okudu ve "İman edenler ve imanlarına zulüm karıştırmayanlara gelince; işte güvenlik ve hidâyete ermiş olanlar onlardır" âyetine gelince ayakkabılarını giyip ridasını üzerine atarak Ubey b. Ka'b'a gitti ve: “Ey Ebu'l- Münzir! Yanına, «İman edenler ve imanlarına zulüm karıştırmayanlara gelince; işte güvenlik ve hidâyete ermiş olanlar onlardır» âyeti sebebiyle geldim. Gördüğün gibi bizler zulmediyor ve daha nice şeyler yapıyoruz" dedi. Ubey: “Ey Müminlerin emiri! Âyette kastedilen zulüm bu değildir. Yüce Allah, "...doğrusu eş koşmak büyük zulümdür" buyurmaktadır. Âyetteki zulümden kasıt şirktir" cevabını verdi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'ın âyette geçen zulümden kastedilenin şirk olduğunu söylediğini bildirir. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen zulümden kasıt şirktir. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen zulümden kasıt putlara tapmaktır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, "İman edenler ve imanlarına zulüm karıştırmayanlar..." âyetini açıklarken: “İmanlarına şirk karıştırmayanlar" demiştir. Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib, "İman edenler ve imanlarına zulüm karıştırmayanlara gelince; işte güvenlik ve hidâyete ermiş olanlar onlardır" âyeti, bu ümmet hakkında değil, Hazret-i İbrâhim ve kavmi hakkında nazil olmuştur" demiştir. Ahmed, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Birgün Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile yola çıktık. Medine'den ayrılınca bir bineklinin hızla bize doğru geldiğini gördük. Adam gelip bize yetişti ve selam verdi. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Nereden geliyorsun?" diye sorunca, adam: “Ailem, çocuklarım ve kabilemden, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) görmek için geldim" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Tam isabet ettin" buyurunca, adam: “Ey Allah'ın Resulü! İmanın ne olduğunu bana öğret" dedi. Resulullah: “İman, Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed'in, Allah'ın Resulü olduğuna şehadet getirmen, namazı kılman, zekatı vermen, Ramazan'da oruç tutman ve hac yapmandır" buyurunca adam: “Kabul ettim" diye cevap verdi. Sonra bineğinin ön ayağı, yerde açılmış olan bir fare deliğine girip düşünce, adam da kafasının üzerine düşerek öldü. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “İşte bu adam, Yüce Allah'ın haklarında: «İman edenler ve imanlarına zulüm karıştırmayanlara gelince; işte güvenlik ve hidâyete ermiş olanlar onlardır» buyurduğu kişilerdendir. Hurilerin bu kişinin ağzına cennet meyvelerinden birşeyler koyduklarını gördüm ve onun aç olarak öldüğünü anladım" buyurdu. Hakîm et-Tirmizî ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Yolculuklarından birinde Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikteydik. Bir Bedevi karşısına çıkarak: “Seni hak ile gönderene yemin olsun ki, senin hidâyetinle hidâyete ermek, senin sözünü tutup dinlemek üzere memleketimden, mal ve mülkümden çıkıp geldim. Bana (İslâm'ı) anlat" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona (İslâm'ı) anlatınca o da kabul etti. Onun çevresine yığıldık. Devesinin ayağı bir fare yuvasına girdi ve bedevi düşüp boynunu kırdı. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Az amel yapıp çok ecir alanı duydunuz mu? Bu kişi onlardandır. Bu kişi, Yüce Allah'ın, «İman edenler ve imanlarına zulüm karıştırmayanlara gelince; işte güvenlik ve hidâyete ermiş olanlar onlardır» buyurduğu kişilerdendir." İbn Ebî Hâtim'in Bekr b. Sevâde'den bildirdiğine göre düşmanlardan bir kişi Müslümanlara saldırıp birini öldürdü. Sonra bir daha saldırıp bir müslümanı daha öldürdü. Sonra bir daha saldırıp birini daha öldürdü. Sonra: “Bütün bu yaptıklarımdan sonra Müslüman olmamın bana bir faydası olur mu?" diye sordu. Sahabe: “Bilmiyoruz" cevabını verip durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattılar. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet faydası olur" karşılığını verince, adam atını sürüp Müslümanların safına geçti. Sonra arkadaşlarına (müşriklere) saldırıp onlardan birini öldürdü. Sonra bir daha saldırıp bir kişiyi daha öldürdü. Sonra bir kişiyi daha öldürdü ve kendisi de öldürüldü. Sahabe, "İman edenler ve imanlarına zulüm karıştırmayanlara gelince; işte güvenlik ve hidâyete ermiş olanlar onlardır" âyetinin bu kişi hakkında nazil olduğu kanaatindedir. Abd b. Humeyd, İbrâhim et-Teymî'den bildirir: Bir kişi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyet hakkında sorunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) adama cevap vermedi. Bir adam gelip Müslüman olduktan kısa bir süre sonra şehid olunca Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):"Bu kişi, «İman edenler ve imanlarına zulüm karıştırmayanlara gelince; işte güvenlik ve hidâyete ermiş olanlar onlardır» âyetinde bahsedilen kişilerdendir" buyurdu. Beğavî, Mu'cem'de, İbn Ebî Hâtim, İbn Kâni, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Sahbara'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim, belaya maruz kalır da sabreder, verildiğinde şükreder, zulme maruz kalınca affeder ve zulmedince istiğfar ederse" deyip sustu: “Ey Allah'ın Resûlü! Bu kişiye ne vardır?" diye sorulunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İşte güvenlik ve hidâyete ermiş olanlar onlardır" âyetini okudu. 83"İşte bu, kavmine karşı İbrâhîm'e verdiğimiz delillerimizdir. Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki senin Rabbin hikmet sahibidir, hakkıyle bilendir." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Rabîb. Enes'tem bildirdiğine göre "İşte bu, kavmine karşı İbrâhîm'e verdiğimiz delîllerimizdir. Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki senin Rabbin hikmet sahibidir, hakkıyle bilendir" âyetinde, Hazret-i İbrâhîm'in kavmiyle ve zorba olan Nemrûd ile tartışması esnasında onlara karşı getirmiş olduğu delillerine işaret edilmektedir. İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre "İşte bu, kavmine karşı İbrâhîm'e verdiğimiz delillerimizdir..." âyetinde bahsedilen deliller, Hazret-i İbrâhîm'e, kavmiyle tartıştığı zaman verilen delillerdir. Ebu'ş-Şeyh'in Mâlik b. Enes vasıtasıyla Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki senin Rabbin hikmet sahibidir, hakkıyle bilendir" âyetinde geçen derecelerinin yükseltilmesinden kasıt, kendilerine ilim verilmesidir. Ebu'ş-Şeyh, Dahhâk'ın, "Âlimlerin, şehitlerin dereceleri gibi dereceleri vardır" dediğini bildirir. 84Bkz. Ayet:88 85Bkz. Ayet:88 86Bkz. Ayet:88 87Bkz. Ayet:88 88"Biz ona, İshâk İle Yakub'u bağışladık. Her birine hidayet verdik. Daha önce de Nuh'a hidâyet vermiştik. Onun zürriyetinden Davud'a, Süleyman'a, Eyyub'a, Yusuf'a, Mûsa'ya ve Harun'a da. Biz, ihsan edenleri işte böyle mükâfatlandırırız. Zekerîyya'ya, Yahya'ya, İsa'ya, İlyas'a da. Hepsi salihlerdendi. İsmail'e, Elyesa'ya, Yunus'a ve Lût'a da. Her birini âlemlere üstün kıldık. Onların babalarından, zürriyetlerinden ve kardeşlerinden bazılarını da (hidâyete erdirdik). Onları seçtik ve onları doğru bir yola da ilettik. Bu, Allah'ın hidâyetidir. O, kullarından kimi dilerse onunla hidâyete erdirir. Eğer onlar dahi şirk koşsalardı, yaptıkları herşey boşa giderdi." İbn Ebî Hâtim, Ebû Harb b. Ebi'l-Esved'in şöyle dediğini bildirir: Haccâc, Yahyâ b. Ya'mer'i çağırıp: “Öğrendiğime göre Hasan ve Hüseyin'in, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) zürriyetinden olduğunu söylüyor ve bunu da Allah'ın Kitab'ında gördüğünü iddia ediyormuşsun. Ben Kur'ân'ı başından sonuna kadar okudum, ama böyle bir şey görmedim" dedi. Yahyâ: “En'âm Sûresini okumuyor musun?" deyip: “Biz ona, İshâk ile Yakub'u bağışladık. Her birine hidayet verdik. Daha Önce de Nuh'a hidâyet vermiştik. Onun hürriyetinden Davud'a, Süleyman'a, Eyyub'a, Yusuf'a, Mûsa'ya ve Harun'a da. Biz, ihsan edenleri işte böyle mükâfatlandırırız. Zekerîyya'ya, Yahya'ya, İsa'ya, İlyas'a da. Hepsi salihlerdendi" âyetlerini okudu ve şöyle devam etti: “Hazret-i İsa, babası olmamasına rağmen Hazret-i İbrâhîm'in soyundan değil mi?" Bunun üzerine Haccâc: “Doğru söyledin" dedi. Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve Beyhakî'nin Abdulmelik b. Umeyr'den bildirdiğine göre Yahya b. Ya'mer, Haccâc'ın yanına girince Hüseyin'den bahsetti. Haccâc: “O, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) soyundan değildir" deyince, Yahya: “Yalan söyledin. Karşılığını verdi. Haccâc: “O zaman bana söylediğinin doğruluğunu gösteren delil getireceksin" deyince, Yahyâ, "Biz ona, İshâk ile Yakub'u bağışladık. Her birine hidayet verdik. Daha önce de Nuh'a hidâyet vermiştik. Onun zürriyetinden Davud'a, Süleyman'a, Eyyub'a, Yusuf'a, Mûsa'ya ve Harun'a da. Biz, ihsan edenleri işte böyle mükâfatlandırırız. Zekerîyya'ya, Yahya'ya, İsa'ya, İlyas'a da. Hepsi salihlerdendi" âyetlerini okuyup: “Yüce Allah, Hazret-i İsa'nın anne tarafından Hazret-i Âdem'in soyundan olduğunu bildirdi" dedi. Bunun üzerine Haccâc: “Doğru söyledin" dedi. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Muhammed b. Ka'b'ın şöyle dediğini bildirir: “Dayı, babadır. Amca da babadır. Yüce Allah, Hazret-i İsa'yı dayılarına nisbet edip: “Biz ona, İshâk ile Yakub'u bağışladık. Her birine hidayet verdik. Daha önce de Nuh'a hidâyet vermiştik. Onun zürriyetinden Davud'a, Süleyman'a, Eyyub'a, Yusuf'a, Mûsa'ya ve Harun'a da. Biz, ihsan edenleri işte böyle mükâfatlandırırız. Zekerîyya'ya, Yahya'ya, İsa'ya, İlyas'a da. Hepsi salihlerdendi" buyurdu." İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: “Biz ona, İshâk ile Yakub'u bağışladık. Her birine hidayet verdik. Daha önce de Nuh'a hidâyet vermiştik. Onun zürriyetinden Davud'a, Süleyman'a, Eyyub'a, Yusuf'a, Mûsa'ya ve Harun'a da. Biz, ihsan edenleri işte böyle mükâfatlandırırız. Zekerîyya'ya, Yahya'ya, İsa'ya, İlyas'a da. Hepsi salihlerdendi. İsmail, Elyesa', Yunus ve Lût'u da (hidayete erdirdik). Hepsini âlemlere üstün kıldık" buyurmuş, sonra bu ayette isimlerini verdiği peygamberler hakkında, "...onların yoluna uy..." buyurmuştur. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre ayette geçen (.....) sözü, seçmek mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre "Eğer onlar dahi şirk koşsalardı, yaptıkları herşey boşa giderdi" âyetinde kastedilenler hidayete erdirilip üstün kılınan kişilerdir. 89"Kendilerine kitap, hüküm ve peygamberlik verdiklerimiz işte bunlardır. Kafirler onları inkar ederlerse, inkar etmeyecek bir milleti onlara vekil kılarız" İbn Ebî Hâtim, Cuveyriye b. Beşîr'den bildirir: Bir adam Hasan'a: “Kendilerine kitap, hüküm ve peygamberlik verdiklerimiz işte bunlardır. Kafirler onları inkar ederlerse, inkar etmeyecek bir milleti onlara vekil kılarız" âyetinde kastedilenlerin kimler olduğunu sorunca, Hasan(-ı Basrî): “Âyetin başından buraya kadar belirtilen kişilerdir" cevabını verdi. Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen hükümden kastedilen akıldır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen inkar edenlerden kastedilen Kur'ân'ı inkar eden Mekkeliler, inkar etmeyenlerden kasıt ise Medine.halkı ve Ensar'dır. Abdürrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen inkar edenlerden kastedilen Kur'ân'ı inkar eden Mekkeliler, yani Kureyş kafirleri, inkar etmeyenlerden kasıt ise Yüce Allah'ın, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) kıssalarını anlattığı ve: “...onların yoluna uy..."buyurduğu on sekiz peygamberdir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in Ebû Recâ el-Utâridî'den bildirdiğine göre inkar etmeyenlerden kasıt meleklerdir. İbn Merdûye, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: “Medine halkı, Resûlullah kendilerine hicret etmeden önce, orayı yurt edinmişler ve imanı kalblerine yerleştirmişlerdi. Mekke halkı inkar edince, Yüce Allah: “Kendilerine kitap, hüküm ve peygamberlik verdiklerimiz işte bunlardır. Kafirler onları inkar ederlerse, inkar etmeyecek bir milleti onlara vekil kılarız" âyetini indirdi. Abd b. Humeyd'ln Saîd b. el-Müseyyeb'den bildirdiğine göre âyette geçen inkar edenlerden kastedilen Mekkeliler, inkar etmeyenlerden kasıt ise Ensar'dan olan Medine halkıdır. 90"İşte bunlar Allah'ın doğru yola eriştîrdîklerîdîr, onların yoluna uy, «Sîzden buna karşılık bîr ücret istemem, bu sadece herkes îçîn bîr hatırlatmadır» de." Saîd b. Mansûr, Buhârî, Nesâî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'ın, "İşte bunlar Allah'ın doğru yola eriştirdikleridir, onların yoluna uy, «Sizden buna karşılık bir ücret istemem, bu sadece herkes için bir hatırlatmadır» de" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) onların (peygamberlerin) yoluna uyması emredildi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Sâd Sûresinde (secde âyeti gelince) secde ederdi." İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den olan lafzı ise şöyledir: İbn Abbâs'a, Sâd Süresindeki secde hakkında sorduğumda, yukarıdaki âyeti okudu ve: “Peygamberinize, Hazret-i Davud'a uyması emredilmiştir" cevabını verdi. Abd b. Humeyd, Katâde'nin, "Yüce Allah, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) on sekiz peygamberin kıssasını anlattıktan sonra kendisine onların yoluna uymasını emretti" dediğini bildirir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, (.....) sözünü durmadan okuduğu zaman (.....) harfini gizlememiş okumuştur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "...Sizden buna karşılık bir ücret istemem, bu sadece herkes için bir hatırlatmadır, de" âyetini, "Ey Muhammed! Sizi davet ettiğim şey sebebiyle, sizden hiçbir dünya malı istemiyorum, de" şeklinde açıklamıştır. 91"(Yahudiler) Allah'ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü «Allah hiçbir beşere bîr şey İndirmedi» dediler. De ki: Öyle ise Mûsa'nın insanlara bir nûr ve hidayet olarak getirdiği Kitab ı kim indirdi? Siz onu kâğıtlara yazıp (istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilemediği şeyler (Kur'ân'da) size öğretilmiştir. (Resûlüm) sen «Allah» de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar!" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "(Yahudiler) Allah'ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü «Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi» dediler. De ki: Öyle ise Mûsa'nın insanlara bir nûr ve hidayet olarak getirdiği Kitab'ı kim indirdi? Siz onu kâğıtlara yazıp (istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilemediği şeyler (Kur'ân'da) size öğretilmiştir. (Resûlüm) sen «Allah» de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar!" âyetini açıklarken şöyle dedi: Allah'ı gereği gibi tanımayanlardan kasıt, Allah'ın her şeye kadir olduğunu kabul etmeyen kafirlerdir. Allah'ın her şeye kadir olduğuna iman eden Allah'ı hakkıyla tanımış olur. Buna iman etmeyen ise Allah'ı hakkıyla tanımamış demektir. Yahudiler, Allah, İsrailoğullarından hiçbir beşere bir şey indirmedi" deyip: “Ey Muhammed! Allah sana kitap indirdi mi?" diye sordular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet" cevabını verince, onlar: “Vallahi! Allah semadan kitap indirmedi" dediler. Bunun üzerine Allah: “De ki: Öyle ise Mûsa'nın insanlara bir nûr ve hidayet olarak getirdiği Kitab'ı kim indirdi? Siz onu kâğıtlara yazıp (istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilemediği şeyler (Kur'ân'da) size öğretilmiştir" âyetini indirdi ve Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onlara: «Mûsa'nın insanlara bir nûr ve hidayet olarak getirdiği Kitab'ı Allah indirdi» de" buyurdu. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b, "(Yahudiler) Allah'ı gereği gibi tanımadılar..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Onlar, Allah'ı yalanladıkları zaman Onu hakkıyla tanımadılar." İbn Ebî Hâtim, Süddî'nin vasıtasıyla Ebû Mâlik'ten bildirdiğine göre "(Yahudiler) Allah'ı gereği gibi tanımadılar..." âyetinin mânâsı: “Onu gereği gibi yüceltmediler" demektir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "...Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi..." diyenler Kureyş müşrikleridir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre "...Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi..." sözünü Yahudilerden Finhâs adında bir adam söylemiştir. Bu kişi: “Allah, Muhammed'e bir şey indirmedi" demiştir. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in İkrime'den bildirdiğine göre "...Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi..." âyeti Mâlik b. es-Sayf hakkında inmiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'in şöyle dediğini bildirir: Yahudilerden Mâlik b. es-Sayf adında bir adam gelip Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İle tartışınca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Tevrat'ı Mûsa'ya indiren hakkı için söylemeni istiyorum: Tevrat'ta «Şüphesiz Allah şişman din âlimine buğz eder» şeklinde bir ifade bulmuyor musun?" diye sordu. Malik b. es-Sayf da gerçekten şişman bir hahamdı. Bunun üzerine kızdı ve: Allah'a yemin ederim Allah hiçbir insana hiç bir şey indirmiş değildir" dedi. Bu sefer, onunla beraber bulunan arkadaşları: “Yazıklar olsun sana. Mûsa'ya da mı indirmemiştir" deyince, Mâlik: “Allah'a yemin ederim, Allah hiçbir insana birşey indirmemiştir" karşılığını verdi. Bunun üzerine, "(Yahudiler) Allah'ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü «Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi» dediler. De ki: Öyle ise Mûsa'nın insanlara bir nûr ve hidayet olarak getirdiği Kitab'ı kim indirdi? Siz onu kâğıtlara yazıp (istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilemediği şeyler (Kur'ân'da) size öğretilmiştir. (Resûlüm) sen «Allah» de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar!" âyeti nazil oldu. İbn Cerîr, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'nin şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) otururken Yahudilerden bir grup yanma gelip: “Ey Ebu'l-Kâsım! Hazret-i Mûsa'nın semadan levhalar geitrdiği gibi sen de kitap getirmeyecek misin?" deyince, Yüce Allah: “Ehl-i kitap senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Onlar Musa'dan, bunun daha büyüğünü istemişler de, «Bize Allah'ı apaçık göster» demişlerdi. Zulümleri sebebiyle hemen onları yıldırım çarptı. Bilâhare kendilerine açık deliller geldikten sonra buzağıyı (tanrı) edindiler. Biz bunu da affettik. Ve Mûsa'ya apaçık delil (ve yetki) verdik" âyetini indirdi. Yahudilerden bir adam diz çöküp: “Allah, ne sana, ne Mûsa'ya ne İsa'ya ne de başka birine bir şey indirmedi" deyince Yüce Allah: “(Yahudiler) Allah'ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü "Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi" dediler. De ki: Öyle ise Mûsa'nın insanlara bir nûr ve hidayet olarak getirdiği Kitab'ı kim indirdi? Siz onu kâğıtlara yazıp (istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilemediği şeyler (Kur'ân'da) size öğretilmiştir. (Resûlüm) sen "Allah" de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar!" âyetini indirdi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî der ki: “Yüce Allah, Hazret-i Muhammed'e, kendisi hakkında bildiklerini ve kitaplarındaki vasıflarını nasıl gördüklerini sormasını emretti. Yahudiler, kıskançlıklarından dolayı Allah'ın Kitabını ve peygamberlerini inkar edip:. "Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi" deyince, Allah: “(Yahudiler) Allah'ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü «Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi» dediler. De ki: Öyle ise Mûsa'nın insanlara bir nûr ve hidayet olarak getirdiği Kitab'ı kim indirdi? Siz onu kâğıtlara yazıp (istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilemediği şeyler (Kur'ân'da) size öğretilmiştir. (Resûlüm) sen «Allah» de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar!" âyetini indirdi. Sonra: “Ey Muhammed! Sen bunları bilene gel buyurmuş ve, "...Bunu bir bilene sor" âyetiyle, "...Herşeyden haberdar olan Allah gibi, sana kimse haber vermez" âyetini indirdi. Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ka'b(ul-ahbar)'dan bildirir: “Allah, çok et yiyen ev halkına ve şişman olan âlim'e buğzeder." Beyhakî Ca'de el-Cuşemî'den bildirir: Bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), gördüğü rüyayı anlatırken Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şişman olan bir adamı gördü ve karnına bir şeyle dürtüp: “Bunun bir kısmı başka birinde olsaydı senin için daha hayırlı olurdu" buyurdu. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in, Mücâhid'den bildirdiğine göre "Siz onu kâğıtlara yazıp (istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilemediği şeyler (Kur'ân'da) size öğretilmiştir. (Resûlüm) sen «Allah» de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar!" âyetindeki yazdıklarından istediğini açıklayıp çoğunu gizleyenler Yahudilerdir. Kendilerine bilmedikleri şey öğretilenler ise Müslümanlardır. İbnu'l-Münzir'in, İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre "Siz onu kâğıtlara yazıp (istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz" âyetindeki yazdıklarından istediğini açıklayıp çoğunu gizleyenler, Tevrât'ın istedikleri kısmını açıklayıp, Hazret-i Muhammed'in peygamberliğine işaret eden kısmını gizleyen Yahudilerdir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, bu âyeti (.....) şeklinde okumuş ve "Siz onu kâğıtlara yazıp (istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz..." cümlesinde kastedilenlerin Araplar olduğunu söylemiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre "Sizin de atalarınızın da bilemediği şeyler (Kur'ân'da) size öğretilmiştir" sözünden Yahudiler kastedilmektedir. Allah onlara ilim (Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderileceği bilgisi) vermiş, ama onlar kendilerine verilen ilme uymamış, (gönderilen peygamberi) kabul etmemiş ve verilen ilimle amel etmemişlerdir. Bu sebeple, Allah onların böyle yapmasını kınamıştır. 92"Bu indirdiğimiz, kendinden öncekileri doğrulayan, Mekkelileri ve etrafındakileri uyaran mübarek Kitab'dır. Âhirete inananlar buna inanırlar, namazlarına da devam ederler" İbn Ebî Hâtim'in, Katâde'den bildirdiğine göre "Bu indirdiğimiz, kendinden öncekileri doğrulayan, Mekkelileri ve etrafındakileri uyaran mübarek Kitap'dır..." âyetindeki kitaptan kasıt, Hazret-i Muhammed'e indirilen Kur'ân'dır. Abd b. Humeyd'in, Katâde'den bildirdiğine göre "Bu indirdiğimiz, kendinden öncekileri doğrulayan, Mekkelileri ve etrafındakileri uyaran mübarek Kitap'dır..." âyetindeki "Öncekileri doğrulayan" sözünden kasıt, Hazret-i Muhammed'den önceki peygamberlere indirilen kitaplardır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve el-Esmâ ve's-Sifât'ta Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildirir: “Âyette geçen Ümmü'l-Kurâ'dan kasıt Mekke'dir. Etrafındakilerden kastedilen ise doğudan batıya, Mekke'nin etrafındaki şehirlerdir." İbn Ebî Hâtim, Atâ ve Amr b. Dînâr'ın şöyle dediğini bildirir: “Allah bir rüzgar gönderdi ve bu rüzgar suyu yardı. Kâbe'nin bulunduğu yer beyaz bir kayanın üzerinde ortaya çıktı ve Allah yeryüzünü o kayadan yaydı. Bu sebeple oraya şehirlerin anası ismi verilmiştir." İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre Ümmü'l-Kurâ'dan kasıt Mekke'dir. Mekke'ye bu adın verilmesi, ilk evin oraya inşa edilmesi sebebiyledir. Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde der ki: “Ümmü'l-Kurâ'dan kasıt Mekke'dir. Bana bildirildiğine göre yeryüzü Mekke'den yayılıp döşenmeye başlanmıştır." İbn Merdûye'nin Bureyde'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ümmü'l-Kurâ, Mekke'dir" buyurdu. 93"Allah'a karşı yalan uydurandan veya kendisine bir şey vahyedilmemişken «Bana vahyolundu, Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim» diyenden daha zalim kim olabilir? Bu zalimleri can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış, «Canlarınızı verin, bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden, O'nun âyetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü alçaltıcı azabla cezalandırılacaksınız» derken bir görsen!" Hâkim'in, el-Müstedrek'te, Şurahbîl b. Sa'd'dan bildirdiğine göre "Allah'a karşı yalan uydurandan veya kendisine bir şey vahyedilmemişken «Bana vahyolundu, Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim» diyenden daha zalim kim olabilir? Bu zalimleri can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış, «Canlarınızı verin, bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden, O'nun âyetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü alçaltıcı azabla cezalandırılacaksınız» derken bir görsen!" âyeti, Abdullah b. Ebî Serh hakkında nazil olmuştur. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'ye girdiği zaman İbn Ebî Serh, sütkardeşi olan Hazret-i Osmân'a sığınıp onun yanında saklanmıştı. Nihayet Mekkeliler Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ilan ettiği genel afla iç huzuru bulunca, Hazret-i Osman bu adamı Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) getirip onun için eman dilemişti. İbn Ebî Hâtim, Ebû Halef el-A'mâ'dan bildirir: İbn Ebî Şerh, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiy katibiydi. Bu kişi (irtidad edip) Mekke'ye gittiğinde: “Ey İbn Ebî Serh! Kur'ân'ı, İbn Ebî Kebşe'ye (Resûlullah'a) nasıl yazıyordun?" diye sordular. O: “İstediğim şekilde yazıyordum" cevabını verince, Yüce Allah: “Allah'a karşı yalan uydurandan veya kendisine bir şey vahyedilmemişken «Bana vahyolundu, Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim» diyenden daha zalim kim olabilir? Bu zalimleri can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış, «Canlarınızı verin, bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden, O'nun âyetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü alçaltıcı azabla cezalandırılacaksınız» derken bir görsen!" âyetini indirdi. İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre "Allah'a karşı yalan uydurandan veya kendisine bir şöy vahyedilmemişken «Bana vahyolundu, Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim» diyenden daha zalim kim olabilir? Bu zalimleri can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış, «Canlarınızı verin, bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden, O'nun âyetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü alçaltıcı azabla cezalandırılacaksınız» derken bir görsen!" âyeti, Abdullah b. Sa'd b. Ebî Serh el-Kureşî hakkında nazil olmuştur. Bu kişi Müslüman oldu ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiy kâtipliğini yaptı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Semîen alîme" yazmasını emrettiği zaman, "Alîmen hakîme, "Alîmen Hakîmâ" yazmasını emrettiği zaman ise, "Semîan alîme" şeklinde yazardı. Bu kişi şüpheye düşerek dinden çıktı ve: “Eğer Muhammed'e vahiy geliyorsa, bana da geliyor" dedi. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre "Allah'a karşı yalan uydurandan veya kendisine bir şey vahyedilmemişken «Bana vahyolundu, Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim» diyenden daha zalim kim olabilir? Bu zalimleri can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış, «Canlarınızı verin, bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden, O'nun âyetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü alçaltıcı azabla cezalandırılacaksınız» derken bir görsen!" âyetinin, "Allah'a karşı yalan uydurandan veya kendisine bir şey vahyedilmemişken "Bana vahyolundu..." kısmı Müseylemetu'l-Kezzâb ve onun gibi peygamberlik iddiasında bulunanlar hakkında nazil olmuştur. "Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim" diyenden daha zalim kim olabilir?" kısmı ise Abdullah b. Sa'd b. Ebî Serh hakkında nazil olmuştur. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre bu âyet, (yalancı peygamber) Müseyleme hakkında inmiştir. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İkrime'den bildirdiğine göre bu âyetin, "Allah'a karşı yalan uydurandan veya kendisine bir şey vahyedilmemişken "Bana vahyolundu..." kısmı, Müseylemetu'l-Kezzâb hakkında nazil olmuştur. Bu kişi, vezinli ifadelerle konuşuyor ve gaipten haberler vererek peygamber olduğunu iddia ediyordu. Âyetin, "Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim" diyenden daha zalim kim olabilir?" bölümü ise Abdullah b. Sa'd b. Ebî Serh hakkında nazil olmuştur. Bu, kişi Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiy kâtiplerindendi ve gelen vahyi yazarken, "Ğafûrun Rahîm" yazacağı yerde başka şekilde yazar ve Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) yazdığı şekilde okurdu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: “Olur, ikisi de aynıdır" derdi. Bu kişi daha sonra irtidad edip Kureyşlilere iltihak etti. Abd b. Humeyd, İkrime'nin şöyle dediğini bildirir: “Yemin olsun, (iyiliklerle) birbiri peşinden gönderilenlere; şiddetle eserek (zararlıları) savurup atanlara" âyetleri nazil olduğu zaman Abduddâr oğullarından olan Nadr: “Öğüttükçe öğütenlere, hamur yoğurdukça yoğuranlara, ekmeği oldukça pişirenlere ve onu lokma lokma yiyenlere andolsun" diye birçok söz söyleyerek Kur'ân'a benzer bir şeyler söyleyebileceğini göstermek istedi. Bunun üzerine Allah: “Allah'a karşı yalan uydurandan veya kendisine bir şey vahyedilmemişken "Bana vahyolundu..." âyetini indirdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: “Kur'ân'da hiçbir şey yoktur ki, sizden öncekiler onunla amel etmesin. Sizden sonrakiler de onunla amel edecektir. Sadece, "Allah'a karşı yalan uydurandan veya kendisine bir şey vahyedilmemişken "Bana vahyolundu..." âyetini okuduğumda, Muhtar b. Ebî Ubeyd çıkıncaya kadar bu kıble ehlinin Allah'a karşı yalan uydurmadığını gördüm." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Şu iki âyette kafire ölüm anında müjde vardır. Bunlardan birisi: “Bu zalimleri can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış, «Canlarınızı verin, bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden, O'nun âyetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü alçaltıcı azabla cezalandırılacaksınız» derken bir görsen!" âyetidir." İbn Merdûye, zayıf isnâdla İbn Abbâs'tan bildirir: Bir gün Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) otururken, "Allah'a karşı yalan uydurandan veya kendisine bir şey vahyedilmemişken «Bana vahyolundu, Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim» diyenden daha zalim kim olabilir? Bu zalimleri can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış, «Canlarınızı verin, bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden, O'nun âyetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü alçaltıcı azabla cezalandırılacaksınız» derken bir görsen!" âyetini okuduktan sonra: “Muhammed'in canı elinde olana yemin ederim ki hiçbir nefis, Cennetteki veya Cehennemdeki yerini görmeden dünyadan ayrılmaz" deyip şöyle devam etti: “Kişinin ölüm anı geldiği zaman yüzleri güneş gibi olan melekler iki saf halinde yerle gök arasını doldurur. Ölen kişinin size baktığını görseniz bile bu kişi onlara bakar ve başka bir şey görmez. Bu meleklerin her birinde kefenler ve güzel kokular vardır. Eğer ölen kişi müminse onu cennetle müjdelerler ve: «Ey güzel ruh, Rabbinin rızâsına ve cennetine gel. Allah senin için, dünya ve içindekilerden daha hayırlı nimetler hazırladı. Onu, ruhu çıkana kadar bu şekilde müjdeleyip etrafını sarmaya ve ruhunu, her tırnak altından ve mafsaldan ayrılırken teselli etmeye devam ederler. Onlar, annenin çocuğuna davrandığından daha yumuşak davranırlar. Böylece uzuvlarından ruhu çıkarken cansız kalan her uzuv soğumaya başlar. Siz onu ölürken zorlandığım görseniz bile ölüm ona kolaylaştırılmıştır. Ruhu çenesine gelince, çocuğun, anne rahminden çıkışından daha çok zorlanır. Ruhu çıkınca bütün melekler onu kapmak için yarışır ve ölüm meleği onu alır.»" Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “De ki: Size vekil kılınan (bu konuda görevlendirilen) ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz" âyetini okuyup şöyle devam etti: “Ölüm meleği onu beyaz kefenlere koyar ve bağrına basar. Ölüm meleği bu ruha, annenin çocuğuna gösterdiği ihtimamdan daha çok ihtimam gösterir. Sonra bu ruhtan meleklere miskten daha güzel bir koku yayılır. Melekler birbirini müjdeleyip: «Merhaba ey güzel koku ve güzel ruh! Allahım! Onun ruhuna ve çıktığı bedene merhamet et» diyerek, onunla semaya yükselirler. Semada, sayısını ancak kendisinin bildiği Allah'ın yarattıkları vardır. Bunlara da o ruhtan miskten daha güzel bir koku yayılır. Semadaki mahlukat bu ruha dua edip birbirlerini müjdelerler. Ruha semaların kapıları açılır ve uğradığı semalardaki her melek bu ruha dua eder. Bu durum, ruhun Yüce Allah'ın huzuruna varışına kadar devanı eder. Yüce Allah, ruha: «Güzel ruha ve çıktığı bedene merhaba!» buyurur. Yüce Allah bir şeye, «Merhaba» derse her şey buna geniş ve refah olup her darlık ondan uzaklaşır.- Sonra Yüce Allah: «Bu güzel nefsi alıp cennete götürün ve makamını gösterip, kendisi için hazırlanan nimet ve güzellikleri arzedin, sonra onu yeryüzüne indirin. Çünkü Ben şuna hükmetmişim: Onları yerden yarattım. Ve ona iade edeceğim ve bir daha onları ondan çıkartacağım» buyurur. Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, o, vücuttan çıkmayı istemediğinden daha fazla (Cennetten) çıkmak istemez ve: «Beni nereye gotürüyorsun? İçinde olduğum cesede mi?» der. Bunun üzerine melekler: «Biz buna memuruz. Bu senin için gerekli bir şeydir» derler. Yıkanması ve tekfini bitecek bir müddet içinde onu indirirler. Ve o ruhu, cesedi ve kefeni içine koyarlar. Bu ruh, dostu olsun olmasın yanında konuşulan her şeyi duyar, ancak cevap vermesine izin verilmez. Eğer en çok sevdiği kişinin: «Yavaş olun. Neden (onu defnetmekte) acele ediyorsunuz» sözüne cevap vermesine izin verilseydi, bu kişiye (kendisini cennetten geciktirdiği için) lanet ederdi. Kendisini defnetmeye gidenlerin ayak seslerini ve geri dönerken ellerindeki tozu silkmelerini bile duyar. Defnedildikten sonra yanına, Münker ve Nekîr denilen kaba iki melek, ellerinde demirden bir sopayla gelir. Eğer insanlar ve cinler bir araya gelse o sopayı kaldıramazlardı, ama bu sopayı kaldırmak bu iki melek için çok kolaydır. Bu iki melek ona: «Allah'ın izniyle otur» derler ve kendini doğrulup oturmuş olarak görür. O kadar kötü bir şekil görür ki öldüğü zaman karşılaştıklarını unutur. Melekler: «Rabbin kimdir?» diye sorunca, «Allah» cevabını verir. Melekler: «Dinin nedir?» diye sorunca, «İslam» cevabını verir. O zaman kendisini şiddetli bir şekilde azarlayıp: «Peygamberin kimdir?» diye sorunca, «Muhammed» cevabını verir ve bu sırada o kadar terler ki altındaki toprak ıslanır. Bu terle altındaki ıslanan toprak misk kokusundan daha güzel olur. O zaman semadan gizli bir ses: «Kulum doğru söyledi. Doğruluğu ona fayda verecektir» diye seslenir. Sonra kabri_ kendisine göz alabildiğince genişletilir ve reyhan bitirilip ipekle örtülür. Eğer ezberinde Kur'ân'dan bir şey varsa, onun nuru kendisine yeter. Eğer ezberinde bir şey yoksa kabrinde güneş gibi bir nur konulup cennete kapılar ve pencereler açılır. Bu kapı ve pencerelerden, daha önce kendisine gösterilen cenneteki makamını seyreder. Sonra kendisine: «Rahat uyu»' denir, onun (kıyamete kadar olan) uykusu kendisine, sizden birinin uyuyup uykuya doymadan kalkması gibi gelir. Gözlerini silerek uyanır. İşte kıyamete kadar olan uykusu budur. Eğer ölen kişi mümin değilse ölüm meleği iner ve melekler iki saf halinde yerle gök arasını doldurur. Ölen kişinin size baktığını görseniz bile bu kişi onlara bakar ve başka bir şey görmez. Siz onu ölürken rahat görseniz bile ölüm ona zorlaştırılmıştır. Melekler ona lanet ederek: «Çık ey pis ruh! Allah sana, şu ceza ve azabları hazırlamıştır. Kendin için yaptıkların ne kötüdür» derler ve onu yorgunluk, kabalık, gazap ve şiddetle teselli ederler. Ruhu her tırnaktan, her mafsaldan teker teker ayrılır ve canı, tıpkı dikenli bir dalın yünden çıkışı gibi zor olur. Ruhu çenesine gelince, kendisine vaad edilen azab ve ceza çeşitlerinden dolayı çocuğun, anne rahminden çıkışından daha çok zorlanır. Ruhu çıkınca bütün melekler ondan kaçınırlar. Onu almakla görevli ölüm meleği ruhu alır ve Allah'ın yarattığı en pis ve kaba bir beze atar. Ondan, Allah'ın yarattığı en pis koku çıkar. Ölüm meleği ve diğer melekler burunlarını tıkarlar ve: «Allahım! Bu ruha ve çıktığı bedene lanet et» derler. Semaya çıkarıldığında semanın kapıları yüzüne kapanır ve Ölüm meleği onu havada bırakır. Ruh yere yaklaşınca, ölüm meleği hızla peşinden gidip bir demirle onu yakalar ve aynı şeyi üç defa yapar." Sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'a ortak koşan kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgarın bir uçuruma attığı şeye benzer" âyetini okuyup şöyle devam etti: “Sahîk, uzak demektir. Sonra götürülüp Yüce Allah'ın huzurunda durdurulur ve Yüce Allah: «Ne bu pis ruh, çıktığı beden rahatlık görmesin» buyurduktan sonra: «Bunu cehenneme götürün ve yerini gösterip kendisi için hazırladığım azab ve cezayı arzedin» buyurur. Sonra Yüce Allah: «Bunu yere indiriniz. Çünkü Ben şuna hükmetmişim: Onları yerden yarattım. Ve ona iade edeceğim ve bir daha onları ondan çıkartacağım» buyurur. Yıkanması ve tekfini bitecek bir müddet içinde onu indirirler. Ve o ruhu, cesedi ve kefeni içine koyarlar. Bu ruh, dostu olsun olmasın yanında konuşulan her şeyi duyar, ancak cevap vermesine izin verilmez. Eğer en çok sevdiği kişinin: «Acele edip onu defnediniz» sözüne cevap vermesine izin verilseydi, bu kişiye lanet eder ve kıyamete kadar öylece kalıp mezara konulmamayı isterdi, Kabre girince siyah, mavi ve kaba iki melek, yanlarında demirden çekiç, zincir, bukağı ve demir çengellerle gelip: «Allah'ın izniyle otur» derler. Bunun üzerine kendini kefenleri düşmüş ve oturmuş olarak görür. Öyle korkunç bir manzara görür ki, ölüm anında görmüş olduğu bütün zorlukları unutur. Kendisine: «Rabbin kimdir?» diye sorunca, o: «(Meleği göstererek) Sen» cevabını verir. Bunun üzerine melekler ona demir çekiçle bir darbe vururlar ve adamın bütün azaları yere düşer. O zaman bu kişi öyle bir çığlık atar ki, sesini duymayan hiçbir yaratık kalmaz. Sadece insanlar ve cinler bu sesi duymazlar. O zaman kendisine bir defa lanet ederler. Yüce Allah'ın: «...işte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder» âyeti buna işaret etmektedir. Muhammed'in canı elinde olana yemin ederim ki, Cinler ve insanlar o çekici yerinden kaldırmak isteseydi, kaldıramazlarda ama o melekler için bunu kaldırmak kolaydır. Sonra melekler: «Allah'ın izniyle geri dön» derler ve bu kişi tekrar doğrulup oturur. Ona: «Rabbin kimdir?» diye sorduklarında, bu sefer «Bilmiyorum» cevabını verir. Ona: «Peygamberin kimdir?» diye sorduklarında «İnsanların: «Muhammed» dediklerini. duydum» cevabını verir. Melekler «Peki sen ne diyorsun?» diye sorduklarında, o: «Bilmiyorum» cevabını verir Melekler: «Bir şeyi bilmeyesin» derler ve bu kişi o kadar terler ki altındaki toprak ıslanır ve kokusu bir leşin kokusundan daha kötü olur. Kabri o kadar daralır ki kemikleri birbirine girer. Melekler kendisine: «Uyku yüzü göremeyesin» derler ve devamlı deve büyüklüğünde ateşten yılan ve akrepler onu ısırırlar. Sonra kendisine bir kapı açılıp cehennemdeki yerini görür ve cehennemin kokusuyla alevleriyle rüzgarı kendisine doğru eser. Kıyamet gününe kadar sabah akşam ateş yüzünü yalayıp durur." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) sözünün mânâsı ölüm sekerâtıdır (sarhoşluğudur). İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "...Bu zalimleri can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış..." âyetinde bahsedilen meleklerin ellerini uzatması olayı ölüm anındadır. Uzatmak ise vurmak anlamındadır. Melekler onların yüzlerine ve arkalarına vururlar. Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "...Bu zalimleri can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış..." âyetinde bahsedilen melek, ölüm meleğidir. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre "Bu zalimleri can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış..." âyetinde bahsedilen, meleklerin zalimlere azab etmek için ellerini uzatmasıdır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Kays: “Ölüm meleğinin, meleklerden yardımcısı vardır" dedikten sonra: “Bu zalimleri can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış, «Canlarınızı verin, bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden, O'nun âyetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü alçaltıcı azabla cezalandırılacaksınız» derken bir görsen!" âyetini okudu. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Vehb (b. Münebbih): “İnsanlara beraber olan melekler, onların ruhunu alan ve ecellerini yazan meleklerdir. Ecelleri geldiğinde onların canlarını alırlar" deyip, "Bu zalimleri can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış, «Canlarınızı verin, bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden, O'nun âyetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü alçaltıcı azabla cezalandırılacaksınız» derken bir görsen!" âyetini okudu. Kendisine: “Yüce Allah, "De ki: Size vekil kılınan (bu konuda görevlendirilen) ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz" buyurmuyor mu?" denilince, Vehb: “Evet. Melekler birinin canını aldığı zaman onu ölüm meleğine verirler. Ölüm meleği, onun emrinde olup canları alan meleklerden, aldıkları canlan teslim almakla görevlidir" cevabını verdi. Tastî ve İbnü'l-Enbârî'nin, el-Vakfve'l-îbtidâ'da İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona: (.....) kelimesinin mânâsını açıklar mısın?". diye sorunca, İbn Abbâs: “Devamlı ve şiddetli azabtır" karşılığını verdi. Nâfi: “Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: “Tabi ki! Yoksa sen şairin "Zilletten, rezillikten ve şiddetli azap çekip durmaktan kurtaracak kadar, Allah'ın arzının geniş olduğunu gördük" dediğini bilmez misin? Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi zillet azabı mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, onları zillete düşürecek azab mânâsındadır. 94"Andolsun kî, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geleceksiniz ve (dünyada) size verdiğimiz şeyleri arkanızda bırakacaksınız. Yaratılışınızda ortaklarımız sandığınız şefaatçılarınızı da yanınızda göremeyeceğiz. Andolsun, aranız açılmış ve (tanrı) sandığınız şeyler sizden kaybolup gitmiştir." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebü'ş-Şeyh'in İkrime'den bildirdiğine göre Nadr b. el-Hâris: “Lât ve Uzza bana şefaat edecek" deyince, "Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geleceksiniz ve (dünyada) size verdiğimiz şeyleri arkanızda bırakacaksınız. Yaratılışınızda ortaklarımız sandığınız şefaatçılarınızı da yanınızda göremeyeceğiz. Andolsun, aranız açılmış ve (tanrı) sandığınız şeyler sizden kaybolup gitmiştir" âyeti nazil oldu. İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe, "Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geleceksiniz ve (dünyada) size verdiğimiz şeyleri arkanızda bırakacaksınız. Yaratılışınızda ortaklarımız sandığınız şefaatçılarınızı da yanınızda göremeyeceğiz. Andolsun, aranız açılmış ve (tanrı) sandığınız şeyler sizden kaybolup gitmiştir" âyetini okuyup: “Ey Allah'ın Resûlü! Vay bizim çirkinliğimize. Kuşkusuz erkekler ve kadınların hepsi haşrolunacaklar. Birisi diğerinin çirkin yerlerine bakacaklardır" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), "O gün, herkesin kendine yeter derdi vardır" âyetini okuyup: “Ne erkekler kadınlara, ne de kadınlar erkeklere bakamayacaktır. O gün herkes kendi durumuyla meşguldür" buyurdu. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Saîd b. Cübeyr'in, "Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geleceksiniz..." âyetini açıklarken: “(Kıyamet günü) kişi o gün annesinden doğduğu günkü gibi (çıplak) ve doğduktan sonra vücudundan eksilen parçaları kendisine iade edilmiş bir şekilde gelir. " İbn Ebî Hâtim, Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kıyamet günü insanlar yalınayak çıplak ve sünnetsiz olarak haşrolunurlar" buyurdu. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre "...size verdiğimiz şeyleri arkanızda bırakacaksınız..." âyetinde verilen şeyden kasıt mal ve hizmetçiler, arkada sözünden kastedilen ise dünyadır. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): Kıyamet günü insanoğlu bir kuzu gibi getirilir. Allah, bu kişiye: “Topladıkların nerede?" diye sorunca, "Ey Rabbim, topladım ve olduğundan daha bol halde bıraktım" cevabını verir. Allah: “Kendin için önden gönderdiğin nerede?" diye sorunca ise o, önden hiçbir şey göndermediğini görür" deyip: “"Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geleceksiniz ve (dünyada) size verdiğimiz şeyleri arkanızda bırakacaksınız. Yaratılışınızda ortaklarımız sandığınız şefaatçılarınızı da yanınızda göremeyeceğiz. Andolsun, aranız açılmış ve (tanrı) sandığınız şeyler sizden kaybolup gitmiştir" âyetini okudu. Hâkim, Abdullah b. Bureyde'nin şöyle dediğini bildirir: İbn Ziyâd'ın yanında Ebu'l-Esved ed-Deylemî ve Cübeyr b. Hayye es-Sekafî varken, âyetin (.....) kısmını zikredip biri: “Bunun nasıl okunduğu konusunda, ilk giren kişi aramızda hakem olsun" dedi. Yahya b. Ya'mer girince, ona sordular. Yahya şeklinde merfû (ötre) olarak okunacağını söyledi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre A'rec, bu kelimeyi (.....) şeklinde okumuş ve: “Andolsun, aranızdaki bağlar kesilmiştir" mânâsını vermiştir. Ebu'ş-Şeyh bildirir: Hasan, bu kelimeyi (.....) şeklinde okumuş ve: "Andolsun, dünyadayken aranızdaki bağlar kopmuştur" mânâsını vermiştir. Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, (.....) sözünden kastedilenin aralarındaki bağlar olduğunu söyledi. Abdürrezzâk ve Abd b. Humeyd'in İkrime'den bildirdiğine göre Hazret-i Ömer, Hazret-i Ali'nin kızı Ümmü Gülsüm ile evlenince arkadaşları başına toplanıp onu kutladılar ve dua ettiler. Hazret-i Ömer: “Benim kadınlara ihtiyacım olmamasına rağmen onunla evlendim. Evlenme sebebim, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kıyamet günü bütün nesepler ve bağlar kesilir. Sadece benim nesebim ve bağım kesilmez" buyurmasıdır. Benimle Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) arasında neseb bağı olmasını arzu ettiğim için evlendim" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "...aranız açılmış ve (tanrı) sandığınız şeyler sizden kaybolup gitmiştir" âyetinde kastedilen, akrabalık bağları ve makamlardır. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre"... aranız açılmış ve (tanrı) sandığınız şeyler sizden kaybolup gitmiştir" âyetinde kastedilen, dünyadayken kurulan bağlardır. 95"Şüphesiz Allah, tohumu ve çekirdeği çatlatandır, ölüden diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkarandır. İşte Allah budun O halde (haktan) nasıl dönersiniz!" İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Şüphesiz Allah, tohumu ve çekirdeği çatlatandır" âyetindeki çatlatmaktan kasıt, yaratmaktır. Abdürrezzâk, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Şüphesiz Allah, tohumu ve çekirdeği çatlatandır" âyetini açıklarken: “Bitkilerden, tohum ve çekirdeği çıkarmaktır" dedi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Şüphesiz Allah, tohumu ve çekirdeği çatlatandır" âyetinde, tane ve çekirdekteki yarıkları kastetmektedir. Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in Ebû Mâlik'ten bildirdiğine göre "Şüphesiz Allah, tohumu ve çekirdeği çatlatandır" âyetinde kastedilen, çekirdek ve buğdaydaki yarıktır. İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre "Şüphesiz Allah, tohumu ve çekirdeği çatlatandır âyetinde kastedilen, başaktan taneyi, ağaçtan ise çekirdeği çıkarmaktır. Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh bildirir: Ebû Mâlik, "...ölüden diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkarandır..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Ağacı çekirdekten, başağı tohumdan çıkarması, ölüden diriyi çıkarmaktır. Ağaçtan çekirdeği, başaktan tohumu çıkarması ise diriden ölüyü çıkarması mânâsındadır." İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'in, "...ölüden diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkarandır..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Canlı olan insanları nutfeden, cansız olan nutfeyi canlı olan ihsanlardan, aynı şeyi hayvanlardan ve bitkilerden çıkarandır." İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) sözü: “Nasıl yalanlarsınız" mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre (.....) sözü: “Haktan nasıl döndürülüyorsunuz" mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre (.....) sözü: “Bu nasıl olurda aklınıza gelmez" mânâsındadır. 96"Tanyerinî ağartan, geceyi dinlenme zamanı, Güneş ve Ay'ı zaman ölçüsü kılandır. Bu, Güçlü olan'ın, Bilenin nizamıdır" İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) sözünün mânâsı, geceyi ve gündüzü yaratmaktır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, (.....)sözünün mânâsını açıklarken şöyle dedi: “İsbâh'tan kasıt, gündüz Güneş'in, gece de Ay'ın ışığıdır." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, İsbâh'tan kastedilenin fecir aydınlığı olduğunu söyledi. Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) sözünün mânâsı, sabahı aydınlatmaktır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk, (.....) sözünün, ışığı ve gündüzü yaratan mânâsında olduğunu söyledi. İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre geceyi dinlenme zamanı kılmaktan kastedilen, her kuş ve canlının onda dinlenmesidir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: “Güneş ve Ay'ı vakit ölçüsü kılandır" sözünden kastedilen, günlerin, ayların ve yılların bilinmesini sağlamaktır. Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre "Güneş ve Ay'ı vakit ölçüsü kılandır" sözünden kastedilen, bunların bir ölçüyle dönmeleridir. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, (.....) sözünün ışık mânâsında olduğunu söyledi. Ebu'ş-Şeyh'in Rabî'den bildirdiğine göre "Güneş ve Ay'ı vakit ölçüsü kılandır" sözünden, Güneş'in ve Ay'ın bir hesapla hareket etmesi kastedilmiştir. Bunların süreleri dolduğu zaman, dünyanın sonu gelmiş ve büyük korkunun günü (kıyamet) gelmiş demektir. Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de zayıf isnâdla, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: “Allah, semanın üç fersah altında bir deniz yarattı. Bu denizin dalgalanması engelenmiştir ve Allah'ın emriyle havada bir ok gibi hızlı akmasına rağmen, ondan bir damla bile damlamamaktadır. Güneş, Ay ve yıldızlar da onun yörüngesinde yürümektedir. Yüce Allah'ın: “Geceyi ve gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı yaratan O'dur. Her biri bir yörüngede yürür" âyeti buna işaret eder. Allah, Güneş'in tutulmasını dilediği zaman Güneş yörüngesinden çıkıp o denizin derinliğine düşer. Daha büyük bir delil getirmek istediği zaman Güneş'in hepsi yörüngeden o denize düşer. Daha küçük delil getirmek istediği zaman, Güneş'in yarısı, üçte biri veya üçte ikisi denize düşer, diğer kısmı yörüngesinde kalır. Bunun üzerine Güneş'le görevli melekler ikiye ayrılıp, kimi onu yörüngeye doğru çekerken, diğer kısmı yörüngeyi Güneş'e doğru çekerler. Güneş batınca, meleklerin uçuş hızında yedinci semaya çıkarılır ve Arş'ın altında hapsedilir. Güneş hangi yönden çıkacağına dair izin aldıktan sonra, yedinci kat sema ile cennetin en alt tabakası arasında meleklerin uçuş hızında götürülür. Sonra her semanın doğusundan inerek dünya semasına fecir vakti gelir ve işte o zaman Güneş doğmuş olur. Allah, dünyayı yarattığı zaman, doğu tarafında karanlıktan bir perde yaratmış ve onu dünya geceleri sayısınca mesafedeki yedinci denizde bırakmıştır. Güneş batacağı zaman geceyle görevli melek gidip o karanlıktan bir avuç alır, sonra batıya dönüp parmaklarının arasından azar azar, şafakı gözeterek bırakır. Şafak kaybolunca avucundaki bütün karanlığı bırakır. Sonra kanatlarını açar ve kanatları yerle semanın her yönünü kaplayıp ve kanatlarıyla gece karanlığı her tarafa yayılır. Sabah olunca, kanatlarını toplar ve karanlığı, doğudan başlayarak avucunda toplar. Sonra avucundaki bu karanlığı batıdaki yedinci denize tekrar koyar." Ebu'ş-Şeyh'in zayıf isnâdla bildirdiğine göre Selmân der ki: “Şerâhîl adında bir melek geceyle görevlidir. Gece vakti olduğu zaman siyah bir boncuk alıp onu batıya doğru sarkıtır. Güneş bu boncuğa bakınca, göz açıp kapamadan batar. Güneş'e, bu boncuğu görmeden batmaması emredilmiştir. Güneş batınca gece gelir ve Herâhîl adındaki melek gelinceye kadar bu boncuk orada kalır. Herâhîl beyaz bir boncukla gelip onu güneşin doğacağı yöne asar. Şerâhîl, beyaz boncuğu görünce, siyah boncuğunu alır ve güneş beyaz boncuğu görüp çıkar. Güneş'e, beyaz boncuğu görmeden çıkmaması emredilmiştir. Güneş doğunca da gündüz olmuş demektir." Hâkim'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'ın en çok sevdiği kulları, Allah'ı zikretmek (ibadet) için Güneş'i ve Ay'ı gözetenlerdir" buyurdu. Hatîb, Kitabu'n-Nücûm'da, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Allah'ın en çok sevdiği kulları, Güneş'i ve Ay'ı gözetenler; kulları Allah'a, Allah'ı da kullarına sevdirenlerdir. " İbn Şâhîn, Taberânî, Hâkim ve Hatîb, Abdullah b. Ebî Evfâ'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:"Allah'ın en hayırlı kulları, Allah'ı zikretmek (ibadet) için Güneş'i Ay'ı ve yıldızları ve gölgeleri gözetenlerdir. " Ahmed, Zühd'de ve Hatîb'in bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ der ki: “Allah'ın en çok sevdiği kulları, (ibadet için) Güneş'i ve Ay'ı gözetenlerdir." Hâkim, Târih'te ve Deylemî zayıf isnâdla, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Allah, şu üç kimseyi kendi gölgesinden başka gölgenin bulunmadığı günde gölgelendirir: Güvenilir tüccar; adil idareci ve gündüz (ibadet etmek için) Güneş'i gözeten." Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, Zevâidu'z-Zühd'de, Selmân el-Fârisî'nin şöyle dediğini bildirir: “Şu yedi kişi, Allah'ın gölgesinden başka gölgenin bulunmadığı günde Allah'ın gölgesinde olacaktır: Bunlardan birisi, (mümin) kardeşi ile karşılaştığında ona: «Seni Allah için seviyorum!» diyen ve aynı karşılığı gören kimsedir. Bir diğeri, Allah'ı zikredip te, Allah korkusundan gözleri dolup ağlayan kimsedir. Diğer biri, sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek kadar verdiği sadakayı gizleyen kimsedir. Bir başkası son derece soylu ve güzel bir hanım kendisini davet ettiğinde: «Ben Allah'tan korkarım» diyerek, ona icabet etmeyen kimsedir. Başka biri, gönlündeki sevgisinden dolayı kalbi mescitlere bağlı olan kimsedir. Bir diğeri, namaz vakitleri için sürekli Güneş'i gözetleyen kimsedir. Sonuncusu ise, konuştuğu vakit ilimle konuşan ve ancak hilmi yüzünden susan kimsedir." İbn Ebî Şeybe, Müslim b. Yesâr'dan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dualarından biri de şöyleydi: “Sabahı yarıp çıkartan, geceyi sükûnet vakti kılan, Güneş'i ve Ay'ı hesaba işaret kılan Allahım! Borcumu bana ödet, beni fakirlikten, ihtiyaçtan kurtar. Senin yolunda kulağımdan, gözlerimden ve gücümden güzel bir şekilde beni faydalandır." 97"O, yıldızları kara ve denizin karanlıklarında yol bulaşınız diye sizin için var edendir. Bilen millet için âyetleri uzun uzadıya açıkladık" İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "O, yıldızları kara ve denizin karanlıklarında yol bulaşınız diye sizin için var edendir" âyetini açıklarken: “Kişi, karanlıkta ve yanlış yola saparak yolunu kaybedebilir" demiştir. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve Hatîb, Kitâbu'n-Nücûm'da, Ömer b. el- Hattâb'ın şöyle dediğini bildirir: “Sadece karanın ve denizin karanlıklarında yol bulmak için yıldız ilmini öğreniniz. Ondan sonrasından sakının. Vallahi yıldızlar, semaya süs, şeytanları taşlamak ve yol bulmak için yaratılmıştır. Neseb ilminden de akrabalarınızla bağ kuracak kadarını öğreniniz; Kadınlardan size hangisinin helal hangisinin haram olduğunu öğreniniz ve ondan sonrasından sakınınız." Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Hatîb, Kitabu'n-Nücûm'da, Katâde'nin şöyle dediğini bildirir: “Allah, bu yıldızları üç özellikte yarattı: Onları semanın süsü yaptı, onlarla yol bulunmasını sağladı ve onlarla şeytanların taşlanmasını sağladı. Kim yıldızlarla ilgili bunlardan başka bir şey söylerse, kendi görüşünü söylemiş, isabet etmemiş, nasibini kaybetmiş ve bilmediği konuda sorumluluk yüklenmiş olur. İnsanlar, Allah'ın emri konusunda cahildir. Bu yıldızlarla kâhinliği çıkardılar ve: «Kim falan yıldızın (doğuşu veya batışı) anında evlenirse şöyle şöyle olur. Veya kim falan yıldızın (doğuşu veya batışı) anında yola çıkarsa şöyle şöyle olur» demeye başladılar. Ömrüme yemin olsun ki, her yıldızın doğuşunda, beyaz da siyah ta, uzun da kısa da, güzel de çirkin de doğar. Eğer gaybı bilecek biri olsaydı o da, Allah'ın, kendi eliyle yarattığı, melekleri secde ettirdiği ve her şeyin ismini öğrettiği Hazret-i Âdem olurdu." İbn Merdûye ve Hatîb'in, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sadece karanın ve denizin karanlıklarında yol bulmak için yıldız ilmini öğreniniz. Ondan sonrasından sakının" buyurdu. Hatîb, Mücâhid'in, "Kişinin, karada ve denizde yol bulmak için yıldız ilmini ve Ay'ın yörüngelerini öğrenmesinde bir sakınca yoktur" dediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim ve el-Murhibî, Fadlu'l-İlm'de, Humeyd eş-Şâmî'nin: “Yıldızların ilmi) Hazret-i Âdem'in ilmidir" dediğini bildirir. el-Murhibî'nin, Hasan b. Sâlih'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Yıldız ilmi, insanların ihmal ettiği bir ilimdir" dedi. Hatîb'in bildirdiğine göre İkrime, bir kişiye yıldızlarla ilgili hesabı sorunca, adam ona cevap vermek istemedi. Bunun üzerine İkrime şöyle dedi: “İbn Abbâs'ın: «Yıldız ilmi, insanların aciz kaldığı bir ilimdir. Keşke ben bu ilmi öğrenseydim» dedi." Hatîb der ki: “İkrime'nin adamdan öğrenmeyi arzu ettiği şey, Arapların mahir oldukları ve mubah olan yıldızlarla hesap ilmidir. Zübeyr b. Bekkâr, el-Muvaffakiy ât'ta, Abdullah b. Hafs'tan bildirir: “Araplar şu özellikleriyle başka milletlerden ayrıldılar: Kâhinlikte, iz sürmede, kuş uçurmada (ve bununla kâhinlik yapıp uğur veya uğursuzluk görmek), yıldız ve hesap ilminde. İslâm kâhinliği yıktı. İslâm'dan sonra diğerleri kaldı." İbn Ebî Hâtim ve el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, el-Kurazî'den bildirir: “Vallahi, yeryüzünde kimsenin semada yıldızı yoktur. Ama kâhinler yıldızları takib edip onları bazı olayların sebebi sayarlar." Ebû Dâvûd ve Hatîb, Semure b. Cündüb'ün hutbe verip Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle bir hadis zikrettiğini bildirir: “Derim ki: Bazıları, Güneş'in ve Ay'ın tutulmasını, yıldızların kaymasını yeryüzündeki büyük insanların ölümüne bağlıyorlar. Onlar yalan söylüyorlar. Aksine onlar Allah'ın alâmetlerinden bir alâmettirler. Kullarından tövbe edecekleri görmek için bunları vesile kılar. " Hatîb'in, Ömer b. el-Hattâb'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yıldızlardan bir şey istemeyiniz, Kur'ân'ı kendi görüşünüze göre yorumlamayınız ve ashabımdan kimseye sövmeyiniz. Bu üç şeyden sakınmanız halis imana sahip olduğunuzu gösterir" buyurdu. İbn Merdûye ve Hatîb'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali der ki: “Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) yıldızlara bakmamı yasakladı ve bana abdest almamı emretti." İbn Merdûye, el-Murhibî ve Hatîb'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), yıldızlara bakılmasını yasakladı" demiştir. Hatîb'in Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), yıldızlara bakılmasını yasaklamıştır. Taberânî, el-Hilye'Ğe Ebû Nuaym ve Hatîb, İbn Mes'ûd'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ashabımın (aleyhinde) konuşulduğu zaman onlar hakkında konuşmaktan sakınınız. Kaderden bahsedildiği zaman bu konuda konuşmaktan sakınınız ve yıldızlardan bahsedildiği zaman yine bu konuda konuşmaktan sakınınız" buyurduğunu nakleder. Ebû Ya'lâ, İbn Merdûye ve Hatîb'in Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ümmetim için iki şeyden korkarım: Kaderi yalanlamak ve yıldızları tasdik etmek." Bir lafza göre de: “Yıldız ilmiyle uğraşmak" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvûd ve İbn Merdûye'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yıldız ilminden bir şey öğrenen sihirden bir şey öğrenmiştir. Bu ilmi arttıkça öbürüsü de artar" buyurdu. Abdürrezzâk, Musannef’te, İbn Ebî Şeybe ve Hatîb, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: “Bir topluluk, yıldızlara bakıp ebced hesabı yapı(p bazı hükümler çıkarıyorlar. Bunların yaptıklarının hiçbir değeri olmadığını düşünüyorum." Hatîb'in bildirdiğine göre Meymûn b. Mihrân der ki: İbn Abbâs'a, bana vasiyette bulun" dediğimde, şöyle karşılık verdi: “Allah'tan korkmanı ve yıldız ilminden (astrolojiden) sakınmanı tavsiye ediyorum. Çünkü yıldız ilmi kişiyi kâhinliğe götürür. Sakın Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından birini hayır dışında bir şeyle anma. Eğer böyle yaparsan Allah seni yüzüstü cehenneme atar. Çünkü Allah onlarla bu dini üstün kılmıştır. Sakın kader hakında konuşma. Kader hakkında konuşan iki kişiden ya ikisi veya biri günaha girmiştir." Hatîb, Kitâbu'n-Nücûm'da zayıf isnâdla Atâ'dan bildirir: Hazret-i Ali'ye: “Yıldız ilminin aslı var mıdır?" diye sorulunca, Hazret-i Ali şöyle cevap verdi: “Evet. Peygamberlerden Yûşa b. Nûn adında birisine kavmi: “Bize yaratılışın nasıl başladığını ve ecellerini bildirmedikçe sana iman etmeyiz" deyince, Allah bir buluta vahyetti ve bulut onlara yağmur yağdırdı. Yağan yağmurdan dağda saf su birikti, sonra Allah, Güneş, Ay ve yıldızlara, o suda yürümelerini vahyetti. Sonra Yûşa b. Nûn'a, kavmiyle beraber dağa tırmanmalarını emretti. Dağa çıkıp suyun yanına vardılar ve Güneş'in, Ay'ın ve yıldızların sudaki akışından yaratılışın başlangıcını, ecellerini ve geceyle gündüzün saatlerini öğrendiler. Onlardan her biri ne zaman öleceğini, ne zaman hasta olacağını, kimin çocuğunun olacağını, kimin çocuğunun olmayacağını biliyordu. Onlar hayatlarının bir kısmını bu durumda geçirdiler, sonra Hazret-i Dâvud, küfürleri sebebiyle onlarla savaştı ve onlar, Hazret-i Dâvud'un karşısına eceli gelmeyenleri çıkardılar. Eceli gelenleri ise evlerinde bıraktılar. Savaşta Hazret-i Dâvud'un adamları ölürken, onlardan kimse ölmüyordu. Yüce Allah, Hazret-i Davud'a: “Onlara yaratılışın başlangıcını ve ecelleri öğrettim. Bunlar da karşına eceli gelmeyenleri çıkardılar, eceli gelenleri ise evlerinde bıraktılar. Bu sebeple senin adamların ölürken, onlardan kimse ölmüyor" diye vahyetti. Bunun üzerine Hazret-i Dâvud: “Ey Rabbim! Hangi yollarla ecellerini bilmelerini sağladın?" diye sorunca, Allah: “Güneş, Ay ve yıldızların akışı ve geceyle gündüzün saatleriyle biliyorlar" buyurdu. Hazret-i Dâvud, Allah'a dua edince, Güneş'in batması engellendi ve gün uzayınca, gündüzle gecenin saatleri karıştı. Onlar da bu sebeple günlerin hesabını karıştırınca doğru hesap yapamaz oldular." Hazret-i Ali der ki: “Bu olaydan sonra, yıldızlara bakarak hüküm çıkarmak kerih görülmeye başlandı." el-Murhibî, Fadlu'l-İlm'de, Hasan b. Ali'den bildirir: “Allah, Peygamberine Hayber'i fethetmeyi nasib ettiği zaman, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yayını istedi ve ona dayanarak, Allah'a hamd ettikten sonra fetihten ve Allah'ın yardımından bahsedip: Fuhuş gelirini, altın yüzük takmayı, Acemlere has kırmızı renkte bir cins eyeri kullanmayı, ipek karışımı elbiseyi giymeyi, köpek satışından elde edilen geliri, ehli eşeklerin etini yemeyi, altını altınla, gümüşü gümüşle faizle vererek değiştirmeyi ve yıldızlara bakıp kahinlik yapmayı yasakladı." el-Murhibî, Mekhûl'den İbn Abbâs'ın, "Yıldız ilmini öğrenme. Çünkü bu, kişiyi kâhinliğe götürür" dediğini bildirir. İbn Merdûye, Hasan'ın vasıtasıyla Abbâs b. Abdilmuttalib'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yıldızlar kendilerini saptırmadıkça, Allah, bu yarımadayı şirkten temizlemiştir" buyurduğunu nakleder. İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ebced harflerini öğrenip onlarla yıldızlardan hüküm çıkaran nice kişiler vardır ki, kıyamet günü Allah katında hiçbir nasibi yoktur" buyurdu. 98"O, sizi bîr tek nefisten (Âdem den) yaratandır. (Sizin için) bir kalma yeri, bir de emanet olarak konulacağınız yer vardır. Anlayan bir toplum için âyetleri ayrıntılı bir şekilde açıkladık" İbn Merdûye, Ebû Umâme'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah, Hazret-i Adem'i huzurunda durdurup eliyle sol omzuna vurdu veböylece Hazret-i Adem'in zürriyeti sulbünden çıkıp yeryüzünü doldurdu" buyurduğu nü nakleder. Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Hâkim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen "kalma yeri" sözünden kastedilen rahimde olandır. "Emanet olarak" sözünden kastedilen ise erkeklerin ve hayvanların sulbünde olandır. Başka bir lafızda ise, kalma yerinden kasıt, rahimde, yerin üstünde ve altında olan diriler ve ölülerdir. Başka bir lafızda, kalma yerinden kastedilen yeryüzünde olan, emanet olandan kasıt ise sulblerde olandır. Abdürrezzâk, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre kaima yerinden kastedilen dünya, emanet olan yer ise âhirettir. Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Ebu'ş- Şeyh, İbn Mes'ûd'un, "Kalma yeri rahim, emanet yer ise öleceğin yerdir" dediğini bildirir. Abdürrezzâk, Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir: “Kişinin eceli (kendisinin bulunmadığı) bir yerdeyse, orada kendisi için bir ihtiyaç yaratılır ve böylece ecelinin geldiği yere vardığı zaman ruhu alınır. Kıyamet günü o yer: «Sen bu gün için bana emanet bırakılmıştın» der." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Kalma yerinden kasıt kabir, emanet yer ise dünyadır. Kişinin, kalma yerine gitmesi ise yakındır" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in Avf'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Hazret-i Adem'e bütün isimlerin öğretildiği gibi, bana da kıyamet gününe kadar bu ümmetin, kalma yerinde ve emanet yerinde olanları bildirildi." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Diş ağrısından şikayet eden, elini dişine koysun ve: “O, sizi bir tek nefisten (Âdem'den) yaratandır. (Sizin için) bir kalma yeri, bir de emanet olarak konulacağınız yer vardır. Anlayan bir toplum için âyetleri ayrıntılı bir şekilde açıkladık" âyetini okusun." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, (.....) kelimesindeki (.....) harfini üstün okumuştur. Abdürrezzâk'ın bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: İbn Abbâs, bana: “Evlendin mi?" diye sorunca, ben: “Hayır. Evlenmek te istemiyorum" cevabını verdim. İbn Abbâs: “Eğer sulbünde bir emanet varsa muhakkak çıkacaktır" dedi. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) sözü: “Anlayan bir toplum için âyetleri ayrıntılı bir şekilde açıkladık" mânâsındadır. 99"O, gökten su indirendir. İşte biz her çeşit bitkiyi onunla bitirdik. O bitkiden de kendisinde üstüste binmiş taneler bitireceğimiz bir yeşillik; hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar; üzüm bağları; bir kısmı birbirine benzeyen, bir kısmı da benzemeyen zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik. Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine bakın! Kuşkusuz bütün bunlarda inanan bir toplum için ibretler vardır." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen "üst üste binmiş tanelerden" kastedilen, başaktır. Abdürrezzâk, Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Berâ b. Âzib'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözü, salkımların (yere) yakın olması mânâsındadır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözü, kısa olan hurma ağaçlarının salkımlarının yere yapışık olması mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) sözü, salkımdır. (.....) ise dikilmiş, mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, âyette geçen (.....) sözüne: “Hurma ağacının tomurcuğundan hurmaların sarkması" mânâsını vermiştir. Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre sözü, hurma salkımıdır. (.....) ise sarkmış, mânâsındadır. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, (.....) sözünü açıklarken: “Yaprakları birbirine benzer, ama meyveleri benzemez" dedi. İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. Ka'b'ın, "...Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine bakın..." sözünde, meyvelerden kastedilenin, hurma ve üzüm olduğunu söylediğini bildirir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, bu âyeti (.....) şeklinde (.....) ve (.....) harfini üstün olarak, (.....) kelimesindeki harfini de üstün olarak okudu. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Muhammed b. Mis'ar der ki: “Meyveler çıktığında insanların çıkıp onlara bakmaları farzdır. Çünkü Allah: “Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine bakın" buyurmaktadır. Ebû Ubeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Berâ'dan bildirdiğine göre (.....) kelimesi olgunlaşmak, mânâsındadır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi olgunlaşmak, mânâsındadır. Tastî, İbn Abbâs'tan bildirir: Nâfi b. el-Ezrak ona: “Bana Yüce Allah'ın, âyette geçen (.....) kelimesinin mânâsını söyle" deyince, İbn Abbâs: “Olgunlaşıp yetişmesi, demektir" cevabını verdi. Nâfi: “Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: “Tabi ki! Yoksa şairin Olgunlaşmış meyvelerin bulunduğu ince dalın salınması gibi Kadınların ortasında yürüdüğü zaman öyle salınır" dediğini bilmez misin?" 100"Cinleri Allah'a ortak koştular. Oysa ki onları da Allah yaratmıştı. Bilgisizce O'na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. Hâşâ! O, onlann ileri sürdüğü vasıflardan uzak ve yücedir" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim bildirir: İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi: “Cinleri de Allah yarattığı halde, onları Allah'a ortak koştular ve yalan söyleyerek bilgisizce, Ona oğullar ve kızlar yakıştırdılar." İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) ayeti, "Allah'a, oğullar ve kızlar kıldılar" mânâsındadır. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, (.....) kelimesinin, yalan söylediler, mânâsında olduğunu söyledi. İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Süddî, "Bilgisizce O'na oğullar ve kızlar yakıştırdılar..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Araplar: «Melekler, Allah'ın kızlarıdır» dediler. Yahudiler ve Hıristiyanlar da: “Mesîh ve Uzeyr, Allah'ın oğullarıdır" dediler. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Katâde, âyette geçen (.....) kelimesinin, "Yalan söylediler" mânâsında olduğunu söyleyip şöyle dedi: “Yahudi ve Hıristiyanlar: «Biz Allah'ın oğulları ve sevdikleriyiz» dediler. Arap müşrikleri, Lât ve Uzza'ya tapıyor ve: «Uzza, Allah'ın kızlarıdır» diyorlardı. Bu konuda Allah: “Hâşâ! O, onların ileri sürdüğü vasıflardan uzak ve yücedir" buyurarak onların yalan söylediğini bildirmiştir." Tastî, İbn Abbâs'tan bildirir: Nâfi b. el-Ezrak kendisine: “Bana Yüce Allah'ın, âyette geçen (.....) sözünün mânâsını söyle" deyince, İbn Abbâs: “Allah'a iftira ederek, O'na oğul ve kız uydurmak, demektir" cevabını verdi. Nâfi: “Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: “Tabi ki! Hassân b. Sâbit'in: "Onunla oyalanıp laflar uydurdu En güzel sözleri darmadağın etti" dediğini işitmedin mi?" Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Yahya b. Ya'mer, bu âyeti (.....) şeklinde şeddesiz olarak okurdu ve: “Uydurdukları şeyi Allah'a yakıştırdılar" derdi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), bu âyeti (.....) şeklinde şeddeli olarak okurdu. Ebu'ş-Şeyh, Hasan(ı Basrî'nin) şöyle dediğini bildirir: “(.....) sözü de ne demek! Bu kelime (.....) şeklinde şeddesiz olarak okunur. Bir kişi yalan söylediği zaman, birisi o toplumun içinde: «Bu kişi bu sözü uydurdu» diye bağırırdı." 101Göklerin ve yerin yaratıcısı O...O’nun nasıl çocuğu olabilir ki, bir eşi de bulunmak mümkün değildir. Her şeyi yaratmıştır ve O her şeyi hakkıyla bilendir. 102İşte bu sıfatlara sahip olan Rabbiniz, Allah’dır. Ondan başka hiç bir ilâh yoktur. Her şeyi yaratan O’dur. O hâlde ona kulluk (ibâdet) edin. O, her şeye karşı (güvenilecek) bir vekildir. 103"Gözler onu göremez. O ise bütün gözleri görür. O, lütuf sahibidir, herşeyden haberdardır" İbn Ebî Hâtim, Ukaylî, İbn Adiy, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye zayıf isnâdla, Ebû Saîd el-Hudrî'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), "Gözler Onu göremez" âyetiyle ilgili olarak şöyle buyurduğunu nakleder: “İnsanlar, cinler, şeytanlar ve melekler, şayet yaratıldıkları günden sona erecekleri güne kadar, bir çizgide saf tutsalar yine de Allah'ı asla kuşatamazlar." Zehebî hadisin münker olduğunu söyledi. Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Lâlekâî, es-Sünne'de bildirir: İbn Abbâs: “Muhammed, Rabbini görmüştür" deyince, İkrime: Yüce Allah, «Gözler onu göremez. O ise bütün gözleri görür. O, lütuf sahibidir, herşeyden haberdardır» buyurmadı mı?" diye sordu. İbn Abbâs: “Annesiz kalasın! O, Senin dediğin husus kendi nuruyla tecelli ettiği zamandır. O, nuruyla tecelli ettiği zaman, gözler Onu göremez" başka bir lafızda ise: “Allah, kendi keyfiyyetiyle tecelli ettiği zaman hiçbir göz onu göremez" cevabını verdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Gözler Onu göremez" âyetiyle ilgili olarak: “Hiç kimsenin gözü Allah'ı kuşatamaz" dedi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye bildirir: İkrime, İbn Abbâs'ın: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbini gördü" dediğini aktarınca, bir kişi: “Yüce Allah: «Gözler Onu göremez» buyurmuyor mu?" diye sordu. İkrime: “Sen semayı görmüyor musun?" diye sorunca, adam: “Evet" cevabını verdi. Bunun üzerine İkrime: “Peki, semanın tamamını mı görüyorsun!" dedi. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "Gözler Onu göremez" âyetini açıklarken: “O, gözlerin kendisini idrak edemeyeceği kadar yücedir" dediğini bildirir. Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî Kitahu'r-Ru'ye'de, Hasan(-ı Basrî)'nin, "Gözler Onu göremez" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Onu dünyadayken göremezler. Cennet ehli, Cennette Allah'ı görürler. Yüce Allah: “Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakacaklardır" buyurmaktadır. Kıyamet günü cennetlikler Allah'ın yüzüne bakacaklar. İbn Ebî Hâtim, Süddî'nin, "Gözler onu göremez. O ise bütün gözleri görür..." âyetini açıklarken: “Onu hiçbir şey göremez ama O, bütün mahiukatı görür" dediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İsmail b. Uleyye'den bildirdiğine göre "Gözler onu göremez..." âyetinde kastedilen, Allah'ı dünyada görememektir. İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Lâlekâî, Abdurrahman b. Mehdî vasıtasıyla bildirir: Mekke ehlinin Kıraat imamlarından Ebu'l-Husayn Yahya b. el-Husayn, "Gözler onu göremez..." âyetinde kastedilenin, akılların Onu idrak edememesi olduğunu söyledi. İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildirir: Bir kadın: “Ey Allah'ın Resûlü! Rabbin katında benim için şefaatçi ol" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kime karşı şefaatçi olmamı istediğini biliyor musun? Onun Kür si'si gökleri ve yeri doldurmuştur ve Allah ona oturduğu zaman dört parmaklık bile boş yer kalmamıştır" buyurup şöyle devam etti: “Bu Kürsi, yeni bineğin yeni olan eğerinin çıkardığı gibi ses çıkarır." Allah'ın, "Gözler onu göremez. O ise bütün gözleri görür" âyeti buna işaret etmektedir. Yani, bakışları semanın kenarına varmadan gözlerinin feri biter. İddia edildiğine göre kıyametin kopacağını ilk olarak cinler öğrenecektir. Cinler gidip semanın kenarına geldiklerinde düşecekler ve kaçacak yer bulamayıp doğuya, batıya, Yemen'e ve Şam'a doğru gideceklerdir. 104"Doğrusu size Rabbiniz'den açık belgeler gelmiştir; kim görürse kendi lehine ve kim körlük ederse kendi aleyhinedir. Ben sizin bekçiniz değilim" Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, belge mânâsındadır. "Kim görürse kendi lehine ve kim körlük ederse kendi aleyhinedir" sözü ise: “Hidayete ererse, kendi lehine, hidâyeti kabul etmez de dalalete saparsa kendi aleyhinedir" mânâsındadır. 105"Sana, «Sen okumuşsun» derler; oysa Biz, öğrenecek kimselere âyetleri böylece türlü türlü açıklamaktayız" Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve Diyâ, el- Muhtâre'de bildirir: İbn Abbâs (.....) kelimesini (.....) şeklinde, (.....) ile (.....) harfi arasına med harfi koyarak okudu ve mânâsının: “Biriyle beraber okumak" olduğunu söyledi. Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi: “Okuyup öğrendin" mânâsındadır. Abdürrezzâk, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Taberânî ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi: “Tartıştın, mücadele ettin ve okudun" mânâsındadır. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, (.....) sözünü açıklarken: “Yahudilerle tartıştın, sen onlara okudun, onlar da sana okudular" dedi. Abdürrezzâk, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Amr b. Dînâr, Abdullah b. ez-Zübeyr'in şöyle dediğini bildirir: Bazıları bu âyeti (.....) şeklinde okuyorlar, hâlbuki bu (.....) şeklindedir. Yine (.....) şeklinde okuyorlar, hâlbuki bu (.....) şeklinde okunur. Yine şu âyeti (.....) şeklinde okuyorlar. Bu âyette (.....) şeklinde okunmalıdır." Amr der ki: “İbn Abbâs bütün bu âyetlerde Abdullah b. ez-Zübeyr'e muhalefet ediyordu." İbn Merdûye ve Hâkim, Ubey b. Ka'b'ın şöyle dediğini bildirir: “Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bana bu âyeti, (.....) şeklinde okuttu." Ebu'ş-Şeyh, Saîd b. Cübeyr'in vasıtasıyla İbn Abbâs'ın bu âyeti (.....) şeklinde okuyup: “Yahudilerle tartışıp onlarla mücadele ettin" dediğini bildirir. Ubey ise bu âyeti (.....) şeklinde okuyup: “Öğrendi" mânâsını vermiştir. Ebû Ubeyd ve İbn Cerîr'in Harun'dan bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b ve İbn Mes'ûd bu âyeti (.....) şeklinde okuyup: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) okudu" mânâsını vermiştir. İbn Ebî Hâtim, İbn Yezîd'in, bu kelimeyi, (.....) şeklinde okuyup "Sana öğretildi" mânâsını verdiğini nakleder. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Ebû İshâk el-Hemdânî'nin şöyle dediğini bildirir: İbn Mes'ûd bu kelimeyi elif olmadan (.....) şeklinde, sin harfini üstün, ta harfini sakin olarak okumuştur. Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), bu kelimeyi (.....) şeklinde okuyup: “Senin bu okuduğun Kur'ân'ın zamanı geçmiştir" mânâsını verdi. Saîd b. Mansûr, Hasan(-ı Basrî)'nin, bu kelimeyi (.....) şeklinde, şeddeli olarak okuduğunu bildirir. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, bu kelimeyi (.....) şeklinde okuyup: "Öyle tartıştı ki sözleri sütleğen ve ebucehil karpuzundan daha acıydı" beytini söylerdi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, bu âyeti (.....) şeklinde okudu ve "Sen bunu okuyup ta öğrendin" mânâsını verip: “Kureyşliler Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle söylediler" dedi. 106"Rabbinden sana vahyolunana uy. O ndan başka tanrı yoktur, müşriklerden yüz çevir" Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî, âyetteki (.....) sözünü: “Müşriklerden yüz çevir" diye açıkladı ve âyetin, "Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tövbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder" âyetiyle neshedildiğini söyledi. 107"Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzerine bir bekçi kılmadık. Sen onların vekili de değilsin" İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta bildirir: İbn Abbâs, "Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı..." âyetini açıklarken: “Yüce Allah: «Eğer dileseydim, hepsini doğru yolda toplardım» buyuruyor" dedi. İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, koruyucu, mânâsındadır. 108"Allah'tan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyin; sonra onlar da bilgi sizce, düşmanca Allah'a söverler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini câzip gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. Artık O ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn' Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Allah'tan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyin; sonra onlar da bilgisizce, düşmanca Allah'a söverler..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Müşrikler: “Ey Muhammed! Ya ilahlarımıza sövmekten vazgeçersin veya biz de senin Rabbini hicvederiz" deyince, Yüce Allah, Müşriklerin bilmeden düşmanlık ederek Allah'a sövmemeleri için, Müslümanların putlara sövmelerini yasakladı." İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildiriyor: Ebû Tâlib vefat edeceği zaman Kureyşliler: “Yürüyün şu adamın yanına girelim ve kardeşinin oğlunun bize sataşmasını yasaklamasını isteyelim. Çünkü bizler, onun ölümünden sonra yeğenini öldürmekten utanırız. Çünkü Araplar diyeceklerdir ki: Onu öldürmelerine Ebû Tâlib engel oluyordu. O ölünce yeğenini öldürdüler. Ebû Süfyan, Ebû Cehil, Nadr b. el-Hâris, Umeyye b. Halef, Ubey b. Halef, Ukbe b. Ebî Muayt, Amr b. el-Âs ve Esved b. el-Bahterî bir araya gelip "Muttalib" isimli birini Ebu Tâlib'e göndererek, kendisini ziyaret için ondan izin istediler. Adam Ebû Tâlib'in yanına varıp ona: “Bunlar kavminin ileri gelenleridir. Senin yanına gelmek istiyorlar" deyince, Ebû Tâlib gelmelerine izin verdi. İçeri girdiler ve ona dediler ki: “Ey Ebû Tâlib, sen bizim büyüğümüz ve efendimizsin. Muhammed, bize de, ilahlarımıza da eziyet etti. Onu çağırıp bizim ilahlarımıza sataşmaktan vaz geçmesini, bizim de onu, ilahı ile başbaşa bırakmamızı emretmeni istiyoruz." Bunun üzerine Ebû Tâlib Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) çağirdl. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gelince, Ebû Tâlib Ona: “Bunlar senin kavmin ve amcalarının oğullarıdır" dedi. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ne istiyorlar?" diye sorunca, onlar: “Senin, bizi ve ilahlarımızı bırakmanı, bizim de seni ve ilahını bırakmamızı istiyoruz" cevabını verdiler. Ebû Tâlib, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kavmin sana insaflı davrandı. Onların bu tekliflerini kabul et" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Söyleyin bana, eğer ben, bu teklifinizi kabul edeceğime dair size söz verecek olsam sizler de, söylediğiniz takdirde Araplara hakim olacağınız ve Arap olmayanları da haraç alarak boyun eğdireceğiniz bir sözü söyleyeceğinize dair bana söz verir misiniz?" buyurdu. Ebû Cehil dedi ki: “Baban hakkı için evet söyleriz ve onun on mislini de söyleriz. O söz nedir?" Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “La ilâhe illallah, deyin" buyurunca, müşrikler bunu kabul etmeyip yüzlerini astılar. Ebû Tâlib: “Ey yeğenim, onun dışında başka bir söz söyle. Çünkü kavmin bu sözden tedirgin oldu" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey amca, onlar' Güneş'i getirip sağ elime koysalar, yine de ben bunun dışında bir söz söylemem" buyurdu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu söyleyerek müşriklerin beklentilerinden vazgeçip ümide kapılmamalarını istedi. Fakat onlar öfkelendiler ve: “Ya ilahlarımıza sövmekten vazgeçersin veya biz de sana ve sana emir gönderene söveriz" dediler. Bunun üzerine, "Allah'tan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyin; sonra onlar da bilgisizce, düşmanca Allah'a söverler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini cazip gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. Artık O ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir" âyeti nazil oldu. Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin şöyle dediğini bildirir: Müslümanlar, kafirlerin putlarına sövüyorlar, bu sebeple de kafirler Allah'a sövüyorlardı. Bunun üzerine, "Allah'tan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyin; sonra onlar da bilgisizce, düşmanca Allah'a söverler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini cazip gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. Artık O ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir" âyeti nazil oldu. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem, "Böylece biz her ümmete kendi işlerini câzip gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. Artık O ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir" âyetini açıklarken şöyle dedi: “O amel üzere ölmeleri için Allah her ümmete işlediklerini cazip göstermiştir." 109Bkz. Ayet:111 110Bkz. Ayet:111 111"Kendilerine bir mucize gösterilirse, mutlaka ona inanacaklarına dair bütün güçleriyle Allah'a yemin ederler. De ki: «Mucizeler, ancak Allah katındadır» Onların, mucize geldiği zaman da inanmayacaklarını anlamıyor musunuz? Onların kalblerini, gözlerini, ona ilk defa inanmadıkları gibi çeviririz; onları taşkınlıkları içinde şaşkın şaşkın bırakırız. Eğer biz onlara melekleri indirsek, ölüler onlarla konuşsa ve her şeyi karşılarına toplasaydık, Allah dilemedikçe, yine de inanmazlardı; fakat onların çoğu bunu bilmiyorlar" Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Kendilerine bir mucize gösterilirse, mutlaka ona inanacaklarına dair bütün güçleriyle Allah'a yemin ederler. De ki: «Mucizeler, ancak Allah katındadır» onların, mucize geldiği zaman da inanmayacaklarını anlamıyor musunuz?" âyeti, Kureyşliler hakkında inmiştir. Yüce Allah Müslümanlara: “Ey Müslümanlar! Onların inanmayacaklarını anlamıyor musunuz? Ancak Yüce Allah dilerse onları İslam'a girmeleri için zorlar" buyurmuştur. İbn Cerîr, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildiriyor: Allah'ın Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem) Kureyşlilerle konuşunca: “Ey Muhammed! Bize, Hazret-i Musa'nın asasıyla taşa vurup ondan oniki tane pınar fışkırttığını, İsa'nın ölüleri dirilttiğini, Semud'un bir dişi devesinin bulunduğunu haber veriyorsun. Haydi, seni tasdik etmemiz için bu mucizelerden bir kısmını sen de bize göster" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Nasıl bir mucize göstermemi istersiniz?" diye sorunca, onlar: “Safa tepesini altın yap" cevabını verdiler. Hazret-i peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer yaparsam Müslüman olur musunuz?" diye sorunca, onlar: “Evet. Vallahi eğer yapacak olursan, hepimiz sana tabi oluruz" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkıp dua etmeye başlayınca, Cibrîl gelip: “Eğer istersen, Safâ tepesi altın olur. Fakat bir mucize gönderilir de buna rağmen iman etmezlerse biz onları mutlaka azaba uğratırız. İstersen bırak onları da tövbe edip imana gelenler tövbe etmiş olsunlar" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “O halde tövbe edenler tövbe etsin" dedi ve "Kendilerine bir mucize gösterilirse, mutlaka ona inanacaklarına dair bütün güçleriyle Allah'a yemin ederler. De ki: «Mucizeler, ancak Allah katındadır» onların, mucize geldiği zaman da inanmayacaklarını anlamıyor musunuz? Onların kalblerini, gözlerini, ona ilk defa inanmadıkları gibi çeviririz; onları taşkınlıkları içinde şaşkın şaşkın bırakırız. Eğer biz onlara melekleri indirsek, ölüler onlarla konuşsa ve her şeyi karşılarına toplasaydık, Allah dilemedikçe, yine de inanmazlardı; fakat onların çoğu bunu bilmiyorlar" âyetleri nazil oldu. Ebu'ş-Şeyh'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre bu âyetler, alay edenler hakkında nazil olmuştur. Onlar Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) mucize göstermesini isteyince, onlar hakında, "Kendilerine bir mucize gösterilirse, mutlaka ona inanacaklarına dair bütün güçleriyle Allah'a yemin ederler. De ki: «Mucizeler, ancak Allah katındadır» onların, mucize geldiği zaman da inanmayacaklarını anlamıyor musunuz? Onların kalblerini, gözlerini, ona ilk defa inanmadıkları gibi çeviririz; onları taşkınlıkları içinde şaşkın şaşkın bırakırız. Eğer biz onlara melekleri indirsek, ölüler onlarla konuşsa ve her şeyi karşılarına toplasaydık, Allah dilemedikçe, yine de inanmazlardı; fakat onların çoğu bunu bilmiyorlar" âyetleri nazil oldu. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid: “Kasem, yemin demektir" dedikten sonra: “Kendilerine bir mucize gösterilirse, mutlaka ona inanacaklarına dair bütün güçleriyle Allah'a yemin ederler..." âyetini okudu. İbn Ebî Şeybe'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre kasem, yemin demektir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh, Mücâhid'in, "Kendilerine bir mucize gösterilirse, mutlaka ona inanacaklarına dair bütün güçleriyle Allah'a yemin ederler..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: Kureyş, Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) bir mucize göstermelerini isteyince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (mucize gösterdiği takdirde iman edeceklerine dair) onlara yemin ettirdi. Allah, "Mucizeler, ancak Allah katındadır, onların, mucize geldiği zaman da inanmayacaklarını anlamıyor musunuz?" buyurarak onların iman etmeyeceklerine hükmetti. "Onların kalblerini, gözlerini, ona ilk defa inanmadıkları gibi çeviririz; onları taşkınlıkları içinde şaşkın şaşkın bırakırız" buyurarak, bütün mucizeler gelse, ilk defasında onlarla iman arasına engel konulduğu gibi yine onlarla iman arasına engel konulacağını ve böylece şaşkın vaziyette kalacaklarını bildirdi. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh başka bir kanalla Mücâhid'den bildiriyor: (.....) sözünün mânâsı: “Mucize gösterildiği zaman iman edeceğinizi nereden biliyorsunuz?" şeklindedir. Sonra Allah, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Mucize geldiği zaman inanmayacaklar" buyurarak müşriklerin iman etmeyeceğini bildirdi. Ebu'ş-Şeyh, Nadr b. Şümeyl'den bildiriyor: Bir adam, Halîl b. Ahmed'e, âyette geçen (.....) kelimesinin mânâsını sorunca, "Belki" mânâsındadır. Birisine: “Git, belki (gidersen) bize falan şeyi getirirsin" dersin, buradaki de aynı mânâdadır" cevabını verdi." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Onların kalblerini, gözlerini, ona ilk defa inanmadıkları gibi çeviririz; onları taşkınlıkları içinde şaşkın şaşkın bırakırız" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Müşrikler, Allah'ın indirdiğini inkar edince, kalpleri bir görüşte sabit kalmadı ve her şeye kuşkuyla bakmaya başladılar." İbn Ebî Hâtim, İkrime'nin, "Onların kalblerini, gözlerini, ona ilk defâ inanmadıkları gibir çeviririz; onları taşkınlıkları içinde şaşkın şaşkın bırakırız" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara deliller getirmesine rağmen onlar inanmayınca, gözlerini ve kalplerini çevirdik. Onlara ne kadar delil getirse Allah dilemedikçe onlar iman etmezler." İbnu'l-Mübârek, Zühd'de Ahmed, İbn Ebî Şeybe, Şuabu'l-îman'da Beyhakî ve İbn Asâkir, Ümmu'd-Derdâ'dan bildiriyor: Ebu'd-Derdâ vefat edeceği zaman: “Kim, şu günüm gibi bir gün için amel yapar, kim şu saatim gibi bir saat için amel yapar, kim bu yatağa düştüğüm duruma düşeceği zaman için amel yapar" deyip: “Onların kalblerini, gözlerini, ona ilk defa inanmadıkları gibi çeviririz; onları taşkınlıkları içinde şaşkın şaşkın bırakırız" âyetini okuyor ve kendinden geçiyordu. Kendine gelince de aynı şeyi söylüyordu. Bu sözleri, vefat edene kadar söylemeye devam etti. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın, "Her şeyi karşılarına toplasaydık, Allah dilemedikçe, yine de inanmazlardı; fakat onların çoğu bunu bilmiyorlar" âyetinin mânâsını açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Herşeyi gözleriyle görecekleri şekilde karşılarına toplasaydık, yine de bedbaht olanlar inanmazlardı. Ancak Allah'ın iman etmelerini dilediği saadet ehli (cennetlikler) müstesnadır." Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Her şeyi karşılarına toplasaydık, Allah dilemedikçe, yine de inanmazlardı; fakat onların çoğu bunu bilmiyorlar" âyetinin mânâsını açıklarken: “Herşeyi gözleriyle görecekleri şekilde karşılarına toplasaydık, yine de inanmazlardı" demiştir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Her şeyi karşılarına toplasaydık, Allah dilemedikçe, yine de inanmazlardı; fakat onların çoğu bunu bilmiyorlar" âyetinin mânâsını açıklarken: “Herşeyi gruplar halinde karşılarına toplasaydık, yine de inanmazlardı" demiştir. 112Bkz. Ayet:113 113"Böylece biz, her peygambere insan ve cîn şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak. Âhirete inanmayanların kalpleri ona (yaldızlı söze) kansın, ondan hoşlansınlar ve işledikleri suçu işlemeye devam etsinler diye (böyle yaparlar)" Ahmed, İbn Ebî Hatim ve Taberânî, Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Ebû Zeri Cin ve insanlardan olan şeytanların şerrinden Allah'a sığın" buyurunca, Ebû Zer: “Ey Allah'ın Resûlü! İnsanlardan da şeytanlar var mıdır?" diye sordu. Allah'ın Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet" cevabını verip, "Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar..." âyetini okudu. Ahmed, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ebû Zer'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: “Ey Ebû Zer! Cin ve insanlardan olan şeytanların şerrinden Allah'a sığın" buyurunca, ben: “Ey Allah'ın Resûlü! İnsanlardan da şeytanlar var mıdır?" diye sordu. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet" cevabını verdi. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “İnsanları yoldan çıkaran şeytanların olduğu gibi cinleri de yoldan çıkaran şeytanları vardır. Bunlar birbiriyle karşılaştıkları zaman, biri diğerine: “Ben, bu adamımı şu işle saptırdım. Sen de onun bir benzeriyle adamını saptır" der. "(Bunlar) aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar..."sözü buna işaret etmektedir. Cinler ve şeytanlar aynı şeyler değildir. Şeytanlar, İblis'in çocuklarıdır ve ancak İblis öldüğü zaman ölürler. Cinler ise ölürler ve bazıları mümin, bazıları da kâfirdir." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Kahinler, insanlardan olan şeytanlardır" demiştir. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "(Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar..." sözünü açıklarken şöyle dedi: “Cinlerin şeytanları insanlardan olan şeytanlara fısıldarlar. Bu konuda Yüce Allah: “Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar, eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz" buyurmaktadır. Abdürrezzâk ve İbnu'l-Münzir, Katâde'nin, "Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “İnsanlardan şeytanlar olduğu gibi cinlerden de şeytanlar vardır. Bunlar birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar." İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen, yaldızlı sözlerden kastedilen kötü sözdür. İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen, yaldızlı sözlerden kastedilen, fitnelerinde birbirlerine uymalarını sağlamak için tatlı söz söylemeleridir. Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, Ebû Nasr es-Siczî, el-İbâne'de ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, bu âyet hakkında, cinlerin şeytanları, insanların şeytanlarına, yani kâfirlerine yaldızlı sözlerle batılı fısıldarlar. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, bu âyeti açıklarken: “Batılı süsleyip onunla insanları ve cinleri kandırırlar" dedi. Ebu'ş-Şeyh, İbn Zeyd'in şöyle dediğini bildirir: “Zuhruf' süslenmiş demektir. Şeytanlar, tıpkı İblis'in Hazret-i Âdem'i süslü sözlerle aldatması ve kendisine nasihat ettiğini yeminle söylemesi gibi, insanları bu süslü sözlerle aldatırlar. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) sözü, meyletmek (kanmak) mânâsındadır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) sözü, kaymak ve meyletmek, (.....) sözü ise kazanmak elde etmek mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre "Âhirete inanmayanların kalpleri ona (yaldızlı söze) kansın, ondan hoşlansınlar ve işledikleri suçu işlemeye devam etsinler diye (böyle yaparlar)" âyetinden kastedilen, kâfirlerin kalplerinin yaldızlı sözlere meyletmesi, batılı sevmeleri ve işledikleri günahlara devam etmeleridir. Tastî'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak kendisine: (.....) sözünün mânâsını açıklar mısın?" diye sorunca, İbn Abbâs: “Batıl ve aldatıcı sözler, mânâsındadır" karşılığını verdi. Nâfi: “Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: “Tabi ki! Yoksa sen Süfyân b. el-Hâris'in Onlar sizi aldatamazlar, ama Nimetler ve kibir sizi dağıtır" dediğini işitmedin mi? Züheyr b. Ebî Selmâ da: İnsanların onu yüceltip aldattığı kişinin yanmda Sen de duyduklarına inanıp aldanma " demiştir. Nâfi: “(.....) sözünün mânâsını açıklar mısın?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: “Meyletmek, yönelmek" mânâsındadır. Bu konuda el- Kutâmî şöyle demiştir: "Yol alırken duyunca bir mırıltı Hareketsiz duran yıldızların altında Develer hemen kulaklarım diker Ve sürücüden gelen bu sese yönelirler. " Nâfi: (.....) sözünün mânâsını açıklar mısın?" diye sorunca, İbn Abbâs: “Yaptıkları amellere devam etmeleri için" demektir. Zira kıyamet günü yaptıklarının karşılığını göreceklerdir" cevabını verdi. Nâfi: “Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: “Tabi ki bilirler. Lebîd b. Rabîa'nın: "Önceden yaptıklarıma yine devam edeceğim Nefsimin yapmamı istediği şeylerden yüz çevirmişim" dediğini işitmedin mi? 114"Allah'dan başka bîr hakem mi arayacağım? Halbuki sîze Kitab'ı açık olarak indiren O dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur an ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüpheye düşenlerden Olma!" Abdürrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, apaçık, mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim, Mâlik b. Enes vasıtasıyla Rabîa'dan bildirir: “Yüce Allah, Kitabı indirmiş ve bazı şeyleri sünnete bırakmıştır. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de sünnetini açıklamış ve bazı şeyleri insanların görüşüne bırakmıştır." 115"Rabbinin sözü, doğruluk ve adaletle tamamlandı. O nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O, işitir ve bilir" Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, bu âyeti açıklarken: “Allah vaad ettiğinde sadık, hükmünde ise adildir" dedi. İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Ebû Nasr es-Siczî, el-İbâne'de Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'nin, bu âyeti açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Allah'ın dünya ve âhiretle ilgili söylediği bir şeyi değiştirebilecek yoktur" Bu âyet: “Benim huzurumda söz değiştirilmez ve ben kullara asla zulmedici değilim" âyeti, bu âyetle aynı şeyi kasdetmektedir." İbn Merdûye'nin Ebu'l-Yemân Âmir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'nin fethinde elinde asayla Mescidu'l- Harâm'a girdi. O zaman Kabe'de, her kavmin taptığı bir put bulunmaktaydı. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), putların yanına gidip elindeki asayla putun göğsüne dürterek tek tek yıktı. Sahabe düşen her puta ellerindeki kazmalarla kırana kadar vuruyor ve onu Mescid'in dışına atıyordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ise bu sırada: “Rabbinin sözü, doğruluk ve adaletle tamamlandı. O'nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O, işitir ve bilir" âyetini okuyordu. İbn Merdûye ve İbnu'n-Neccâr'ın, Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Rabbinin sözü, doğruluk ve adaletle tamamlandı..." âyetindeki sözden kastedilenin: “Lâ ilâhe illallah" sözü olduğunu söyledi. Buhârî, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî, el-Esmâ ve's- Sifât'ta bildiriyor: İbn Abbâs der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hasan ve Hüseyin'i: “Her ikinizi de Allah'ın noksansız tüm kelimeleriyle her türlü şeytan, zararlı hayvanlar ve göz değmesine karşı Allah'a sığındırırım" diyerek tedavi eder ve: “Babanız İbrâhim (aleyisselam), İsmail ve İshâk'ı aynı şekilde okuyarak efsunlardı" derdi. İbn Ebî Şeybe, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî'nin Havle binti Hakîm'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle derdi: “Bir yerde konakladığında: «Yarattığı her şeyin, şerrinden Allah'ın noksansız tüm kelimelerine sığınırım» diyen kişiye, oradan ayrılıncaya kadar hiçbir şey zarar veremez." Müslim, Nesâî ve Beyhakî, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Ey Allah'ın Resûlü! Dün gece beni bir akrep ısırdı" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer akşam olduğunda: «Yarattıkları her şeyin şerrinden Allah'ın noksansız tüm kelimelerine sığınırım» deseydin akrep sana zarar veremezdi" buyurdu. Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî, Hazret-i Ali'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yatağına girdiği zaman: “Ey Allahım! Perçeminden tuttuğun şeylerin şerrinden kerem sahibi olan zâtına ve tam olan kelimelerine sığınırım. Allahım! Borcu ve günahı sen giderirsin. Allahım! (Senin) askerin yenilmez, vâdinin aksi yapılmaz ve zenginlik sahibine senden (gelecek azaba karşı) zenginliği fayda vermez. Seni her türlü eksiklikten tenzih ederim ve Sana hamd ederim" derdi. İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî'nin, Muhammed b. Yahya b. Habbân'dan bildirdiğine göre Velîd b. el-Velîd, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) uykuda kabus görmekten şikâyet edince Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ona şöyle buyurdu: "Yatağına girdiğin zaman: «Gazabından, cezasından, kullarının şerrinden, şeytanların vesvesesinden ve bana musallat olmalarından Allah'ın tam olan kelimelerine sığınırım» de. Eğer böyle yaparsan sana hiçbir şey zarar vermez, hatta sana yaklaşmaz. " İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî, Ebu't-Teyyâh'tan bildirir: Bir adam, Abdurrahman b. Hanbeş'e: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), şeytanlar kendisine kötülük yapmak istediği zaman ne yaptı?" diye sorunca, Abdurrahman şöyle cevap verdi: “Şeytanlar, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) zarar vermek için dağlardan ve vadilerden akın ettiler. İçlerinde, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) yakmak için elinde bir ateş parçası olan bir şeytan da vardı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onları görüp korkunca Cibril geldi ve: “Ey Muhammed! Söyle!" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ne söyleyeyim?" diye sorunca, Cibrîl şöyle cevap verdi: “Yaratıklarının şerrinden, yoktan var edip icad ettiklerinin şerrinden, gökten inip göğe yükselen (her) şeyin şerrinden, yeryüzünde çoğaltıp yaydığı ve yeryüzünden çıkan (her) şeyin şerrinden, gece ve gündüzün şerrinden, (kapımızı) hayırla çalanın dışında kalan herkesin şerrinden, iyi veya kötünün aşamayacağı Allah'ın noksansız kelimelerine sığınırım, ey Rahman!" de!" Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözleri söyleyince şeytanların ateşleri söndü ve Allah onları hezimete uğrattı. Nesâîve Beyhakî, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: Cinlerin Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldikleri gece, İfrît elinde bir ateşle gelmişti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kur'ân okudukça cinler daha fazla yaklaşıyordu. Bunun üzerine Cibrîl, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dedi: “Onu yüzüstü yere devirecek ve ateşini söndürecek kelimeleri öğreteyim mi? Şöyle de: “Gökten inip göğe yükselen (her) şeyin şerrinden, yeryüzünde çoğaltıp yaydığı ve yeryüzünden çıkan (her) şeyin şerrinden, gece ve gündüzün şerrinden, gece gelen musibetlerden, (kapımızı) hayırla çalanın dışında kalan herkesin şerrinden, iyi veya kötünün aşamayacağı Allah'ın Kerim olan rızasına ve noksansız kelimelerine sığınırım, ey Rahman!" Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözleri söyleyince İfrit yüzüstü yere kapandı ve ateşi söndü. İbn Ebî Şeybe'nin Mekhûl'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'ye girdiği zaman Cinler onu karşılayıp üzerine ateş kıvılcımları atmaya başladılar. Cibrîl: “Allah'a sığın ey Muhammed!" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şu kelimelerle Allah'a sığındı: “Gökten inip göğe yükselen (her) şeyin şerrinden, yeryüzünde çoğalıp yayılan ve yeryüzünden çıkan (her) şeyin şerrinden, gece ve gündüzün şerrinden, (kapımızı) hayırla çalanın dışında kalan herkesin şerrinden, iyi veya kötünün aşamayacağı Allah'ın noksansız kelimelerine sığınırım, ey Rahman!" Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözleri söyleyince cinler oradan ayrıldılar. 116Eğer yeryüzündeki insanların ekserisine (ki onlar cahil ve kâfirlerdir) uyarsan, seni, onlar Allah yolundan saptırırlar. Onlar, ancak zan ardında yürürler (babalarının gittiği yolu hak zannederler) ve sadece yalan uydururlar. 117Muhakkak Rabbin, yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, doğru yolda bulunanları da ziyade bilendir. 118Bkz. Ayet:120 119Bkz. Ayet:120 120"Allah'ın âyetlerine inanıyorsanız, üzerine Allah'ın adı anılmış olan şeyden yiyin. Size ne oluyor ki, Allah size darda kalmanızın dışında, haram olanları genişçe anlatmışken adının üzerine anıldığı şeyden yemiyorsunuz? Doğrusu çoğunluk, heva ve heveslerine uyarak, bilmeden sapıtıyorlar. Aşırı gidenleri en iyi bilen Rabbindir. Günahın açığını da, gizlisini de bırakın. Günah kazananlar, kazandıklarına karşılık şüphesiz ceza göreceklerdir" Ebû Dâvûd, Tirmizî, Bezzâr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş- Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Yahudiler Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Öldürdüklerimizden kendimiz yiyoruz da, Allah'ın öldürdüğünü (yani, kesme dışında herhangi bir yolla ölenleri) yemiyoruz" deyince, Allah: “Allah'ın âyetlerine inanıyorsanız, üzerine Allah'ın adı anılmış olan şeyden yiyin. Size ne oluyor ki, Allah size darda kalmanızın dışında, haram olanları genişçe anlatmışken adının üzerine anıldığı şeyden yemiyorsunuz? Doğrusu çoğunluk, heva ve heveslerine uyarak, bilmeden sapıtıyorlar. Aşırı gidenleri en iyi bilen Rabbindir. Günahın açığını da gizlisini de bırakın. Günah kazananlar, kazandıklarına karşılık şüphesiz ceza göreceklerdir. Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin, bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar, eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz" âyetlerini indirdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, "Allah'ın âyetlerine inanıyorsanız, üzerine Allah'ın adı anılmış olan şeyden yiyin. Size ne oluyor ki, Allah size darda kalmanızın dışında, haram olanları genişçe anlatmışken adının üzerine anıldığı şeyden yemiyorsunuz? Doğrusu çoğunluk, heva ve heveslerine uyarak, bilmeden sapıtıyorlar. Aşırı gidenleri en iyi bilen Rabbindir" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: “Eğer Kur'ân'a inanıyorsanız, üzerine Allah'ın adı anılmış olan şeyler size helaldir. Onlardan yiyin. Size ne oluyor ki, Allah size darda kalmanızın dışında, haram olan leşleri yiyemeyeceğinizi genişçe anlatmışken adının üzerine anıldığı kurbanlardan yemiyorsunuz? Arap müşriklerinin çoğu heva ve heveslerine uyarak bilmeden kurbanlık ve başka şeyler hakkında konuşup sapıtıyorlar. Aşırı gidenleri en iyi bilen Rabbindir." Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen genişçe anlatmaktan kastedilen, yenilmesi haram olan şeylerin açıklanması, darda kalınca yenilebilecek şeylerden kastedilen ise, leş, kan ve domuz etidir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, bu âyeti (.....) şeddeli ve (.....) harfini nasb ile, (.....) sözündeki (.....) harfini merfu, (.....) harfini ise esreli, (.....) sözündeki (.....) harfini de merfu olarak okumuştur. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve' İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Günahın açığını da gizlisini de bırakın..." âyetinde geçen günahın açığından kastedilenin, anne ve kızlarla evlenmek, gizlisinden kastedilenin ise zina olduğunu söyledi, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: “Günahın açığından kastedilen, "Babalarınızın evlendikleri kadınlarla evlenmeyin, geçmişte olanlar artık geçmiştir çünkü bu bir fuhuş ve iğrenç bir şeydi, ne kötü yoldu! Sizlere, analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeşlerinizin kızları, kızkardeşlerinizin kızları, sizi emziren sütanneleriniz, sütkardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle gerdeğe girdiğiniz kadınlarınızin yanınızda kalan üvey kızlarınız ki onlarla gerdeğe girmemişseniz size bir engel yoktur, öz oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir arada almak suretiyle evlenmek, -geçmişte olanlar artık geçmiştir- size haram kılındı. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder" âyetlerinde geçenlerdir. Gizli günahtan kastedilen ise zinadır." Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette kastedilen, açıktan ve gizli olarak işlenen bütün günahlardır. İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'den, âyette kastedilenin, kişinin içinden geçirdiği ve işlediği günahlar olduğunu nakletmiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî b. Enes, "Günahın açığını da gizlisini de bırakın..."' âyetini açıklarken: “Allah, açıktan da, gizli olarak ta günah işlenmesini yasaklamıştır" dedi. 121"Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin, bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar, eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz." Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvûd, İbn Mâce, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, Nehhâs, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Taberânî, Hâkim ve Sünen'de Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildirir: Müşrikler -bir lafızda ise Yahudiler-: “Allah'ın öldürdüğünden yemiyorsunuz da, kendi öldürdüğünüzden mi yiyorsunuz?" deyince, Yüce Allah: “Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin, bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar, eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz" âyetini indirdi. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre müşrikler, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbına: “Siz, kendi kestiğinizi yiyorsunuz da, peki, bu ölenleri kim öldürüyor?" diye sordular. Sahabe: “Allah öldürüyor" cevabını verince, müşrikler: “Allah'ın öldürdüğünü haram, kendi öldürdüğünüzü helal mi kabul ediyorsunuz!" deyince, Allah: “Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin, bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar, eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz" âyetini indirdi. İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin, bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar, eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz" âyeti nazil olduğu zaman, Fârisiler, Kureyşlilerin gidip Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile tartışmasını isteyince, Kureyşliler gelip: “Sen, kendin bıçakla kestiğini helal kabul ediyorsun ama Allah'ın altın kılıçla kestiğini (ölen hayvanı) haram mı sayıyorsun!" dediler. Bunun üzerine, Allah: “Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar, eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz" âyetini indirdi. Burada şeytanlardan kastedilen Fârisiler, onların dostları ise Kureyşlilerdir. Ebû Dâvûd, Nâsih'te, İkrime'den bildiriyor: Müşrikler Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girip: “Oğlak öldüğü zaman, onun canını alanın kim olduğunu söyle" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onun canını alan Allah'tır" cevabını verince, müşrikler: “Sen ve ashâbının öldürdüğü şeyin helal, Allah'ın öldürdüğü şeyin ise haram mı olduğunu iddia ediyorsun!" dediler. Bunun üzerine Allah: “Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin, bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar, eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz" âyetini indirdi. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen "Allah'ın adının anılmadığı.." şeylerden kasıt, ölü olan hayvandır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Şeytan, müşriklerden olan dostlarına: “Siz, kendi öldürdüğünüzü yiyorsunuz da, Allah'ın öldürdüğünüzü yemiyor musunuz!" demelerini fısıldadı. Hâlbuki sizin öldürdüğünüz hayvanlar kesilirken üzerlerine Allah'ın adı anılmıştır. Kendiliğinden ölen hayvanların üzerine ise Allah'ın adı zikredilmemiştir. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre müşrikler: “Ey Muhammed! Kendi elinizle kesip öldürdüğünüzü yiyorsunuz da, Allah'ın öldürdüğünü haram mı sayıyorsunuz!" deyince, yüze Allah: “Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin, bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar, eğer -size yasakladığım konularda- onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz" âyetini indirdi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde der ki: “Allah'ın düşmanı İblis, dalalet ehli olan dostlarına gidip: “Ölen hayvanlar konusunda Muhammed'in ashabıyla tartışın ve: “Kesip öldürdüklerinizi yiyorsunuz da, Allah'ın öldürdüğünü yemiyorsunuz. Bir de Allah'ın emrine uyduğunuzu iddia ediyorsunuz" dedi. Bunun üzerine: “Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin, bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar, eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz" âyeti nazil oldu. Vallahi! Şirk, sadece şu üç şeyden biri sebebiyle olur: Allah ile beraber başka bir ilaha inanmak, Allah'tan başkasına secde etmek veya Allah'tan başkası için kurban kesmek." İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in, İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs "Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar..." âyetini açıklarken: “İblis, Kureyş müşriklerine fısıldamıştır" dedi. Abdürrezzâk, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Sünen'de bildirir: İbn Abbâs der ki: “Hayvanı keserken Besmele çekmeyi unutan, Besmele çekip kestiğini yesin. Hayvanı İslami kurallara uygun kestiği takdirde onu şeytana bırakmasın. Çünkü Allah'ın adı, her müslümanın kalbindedir." Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik, hayvanı keserken Besmele çekmeyi unutan kişi için: “Onu yemesinde sakınca yoktur" cevabını verdi. Kendisine: “Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin..." âyetinin hükmü ne olacak?" diye sorulunca, "Sen onu dininle (kurallarına uygun olarak) kestin" cevabını verdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ, "Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin..." âyetini açıklarken: “Âyet, Kureyşlilerin putlar için ve Mecusilerin kestiğinin yenmesini yasaklamıştır" dedi. Abd b, Humeyd'in, Râşid b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Müslümanın kestiği Besmele çekse de çekmese de, eğer Besmele'yi kasıtsız terketmemişse helaldir. Onun avladığı hayvan için de aynı hüküm geçerlidir" buyurdu. Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd ve Beyhakî, Urve'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bir topluluk Müslüman oldu ve Medine'ye gelip yanlarındaki eti satmak istediler. Sahabenin midesi satılan bu eti kaldırmadı ve: “Bunlar hayvanları keserken Besmele çekmemiş olabilirler" deyip, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Sordular. Bunun üzerine Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sizler Besmele çekip yiyiniz" buyurdu. Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Allah'ın ismini zikretmemişse dahi müslüman boğazladığında ondan yiyebilir. Çünkü müslümanda (kalbinde) Allah'ın isimlerinden bir isim vardır." İbn Adiy ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre bir adarfı Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Ya Resûlalah! Bizden biri hayvanı keserken Besmele çekmeyi unutursa ne yapmalı?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Her müslümanın (kalbinin) üzerinde Allah'ın adı vardır" cevabını verdi. Abdürrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Tâvus der ki: “Müslüman, devamlı Allah'ı zikreden kişidir. Kişi, hayvanı keserken Besmele çekmeyi unutursa, Besmele çekip kestiğinden yesin. Mecusi, hayvanı keserken Besmele çekse bile, kestiği yenmez." Ebû Dâvûd, Beyhakî, Sünen'de ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki, "Yüce Allah, "Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin, bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar, eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz" âyetini indirmiş, sonra bunu neshedip: “... Kitab verilmiş olanların yemeği de size helâldir" âyetiyle, Kitab ehlinin kestiklerini, yenmeyeceklerin dışında tuttu. Abd b. Humeyd bildiriyor: Abdullah b. Yezîd el-Hatmî der ki: “Müslümanların ve Ehl-i Kitabın, Allah'ın adını anarak kestiklerini yiyiniz." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Muhammed b. Şîrîn, hayvanı keserken Besmele çekmeyi unutanın kestiğinin yenmeyeceğini söyledi. En-Nehhâs'ın bildirdiğine göre Şa'bî: “Kesilirken Allah'ın adının anılmadığı hayvandan yemeyiniz" demiştir. İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “İblis: «Ey Rabbim! Bütün yarattıklarının rızkını belirledin. Benim rızkım hangi şeydedir?» diye sorunca Yüce Allah: «Adımın anılmadığı şeylerdedir» buyurdu." Abdürrezzâk, Musannef’te, Ma'mer'den bildirir: Bir adam, İbn Ömer'e, Hıristiyan ve Yahudilerin kestiğinin hükmünü sorunca, İbn Ömer: “Bugün, size temiz olanlar helal kılındı. Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin yemeğiniz de onlara helaldir. İnanan hür ve iffetli kadınlar ve sizden önce kitap verilenlerin hür ve iffetli kadınları -zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın ve mehirlerini verdiğiniz takdirde- size helaldir. Kim imanı inkar ederse, şüphesiz amelleri boşa gider. O, âhirette de kaybedenlerdendir." âyetini, "Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin, bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar, eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz" âyetini ve "Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilenler, -canları çıkmadan önce kesmemişseniz, boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından süsülmüş, yırtıcı hayvan tarafından yenmiş olanları- dikili taşlar üzerine boğazlananlar ile fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı; bunlar fasıklıktır. Bugün, inkar edenler sizi dininizden etmekten umutlarını kesmişlerdir, onlardan korkmayın, Benden korkun. Bugün, size dininizi bütünledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslam'ı beğendim. Açlıktan darda kalan, günaha kaymaksızın yiyebilir. Doğrusu Allah Bağışlayan'dır, merhametli olandır" âyetlerini okudu. Adam aynı soruyu sorunca, İbn Ömer: “Allah, Yahudi, Hıristiyan ve Arapların kâfirlerine lanet etsin. Bu adam ve arkadaşları bana soruyorlar, ben, onların istediği cevabı vermeyince ise benimle tartışıyorlar" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mekhûl der ki: “Yüce Allah, Kur'ân'da: “Üzerine Allah'ın âdının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin, bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar, eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz" âyetini indirdi, sonra Müslümanlara merhamet edip bu âyeti neshederek: “Bugün, size temiz olanlar helal kılındı. Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin yemeğiniz de onlara helaldir. İnanan hür ve iffetli kadınlar ve sizden önce kitap verilenlerin hür ve iffetli kadınları -zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın ve mehirlerini verdiğiniz takdirde- size helaldir. Kim imanı inkar ederse, şüphesiz amelleri boşa gider. O, âhirette de kaybedenlerdendir." âyetini indirdi ve Kitab ehlinin kestiğini helal kıldı." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, "Eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz" âyetinin mânâsını açıklarken: “Onlara uyup ölünün etini helal sayarsanız, onlar gibi müşrik olursunuz" dedi. İbn Ebî Hâtim bildirir: Şa'bî'ye, "Eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz" âyeti soruldu ve: “Hâriciler, burada kastedilenlerin valiler olduğunu iddia ediyor" denildi. Şa'bî: “Yalan söylüyorlar. Bu âyet müşrikler hakkında inmiştir. Müşrikler, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabıyla tartışıp: “Allah'ın öldürdüğünü yemiyorsunuz, ama kendi öldürdüğünüzü yiyorsunuz" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin, bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar, eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz"- âyetini indirerek, Müslümanların, müşriklere uyarak ölen hayvanı yemeleri durumunda müşrik olacaklarını bildirdi" cevabını verdi. İbn Ebî Hâtim bildirdiğine göre İbn Ömer'e: “Muhtar, kendisine vahiy geldiğini iddia ediyor" denilince, "Doğru söylüyor: “...Doğrusu şeytanlar... dostla rina fısıldarlar..." karşılığını verdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Zumeyl der ki: İbn Abbâs'ın yanında oturuyordum ve bu sırada Muhtâr b. Ebî Ubeyd hac yapmıştı. Bir adam gelip: “Ey Ebu'l-Abbâs! Ebû İshâk (Muhtar), bu gece kendisine vahiy geldiğini iddia etti" deyince, İbn Abbâs: “Doğru söylüyor" karşılığını verdi. Ben yerimden fırlayıp: “İbn Abbâs: “Doğru söylüyor (mu) diyor!" deyince, İbn Abbâs: “Vahiy iki çeşittir: Biri, Allah'ın vahyetmesi, diğeri ise Şeytanın fısıldamasıdır. Allah'ın vahyi Hazret-i Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelirken, Şeytan, dostlarına vahyetmektedir (fısıldamaktadır)" deyip: “...Doğrusu şeytanlar...dostlarına fısıldarlar..." âyetini okudu. 122'Ölü iken kalbini diriltip, insanlar arasında yürürken önünü aydınlatacak bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp çıkamayan kimsenin durumu gibi midir? Kafirlere de, işledikleri güzel gösterilmiştir" İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Ölü iken kalbini diriltip, insanlar arasında yürürken önünü aydınlatacak bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp çıkamayan kimsenin durumu gibi midir? Kafirlere de, işledikleri güzel gösterilmiştir" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Ölü iken diriltmekten kastedilen, kafir iken hidayete erdirmektir. Nur'dan kasıt, Kur'ân, karanlıktan kastedilen ise küfür ve dalalettir." Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in, Mücâhid'den bildirdiğine göre âyetteki, ölüden kasıt, dalalette olan, diriltmekten kasıt hidayete erdirmek, nurdan kasıt, hidayet, karanlıktan kasıt ise ebedi dalâlettir. Saîd b. Mansûr ve Beyhakî, Azâbu'l-Kabr'da Muhammed b. Ka'b'dan bildirir: “Kâfir, beden olarak diri, kalben ise ölüdür. Yüce Allah'ın: “Ölü iken kalbini diriltip, insanlar arasında yürürken önünü aydınlatacak bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp çıkamayan kimsenin durumu gibi midir? Kafirlere de, işledikleri güzel gösterilmiştir" âyeti buna işaret etmektedir. Yani, kâfir iken hidayete erdirilen, karanlıklarda kalıp çıkamayan kimsenin durumu gibi değildir." İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in, İkrime'den bildirdiğine göre: “Ölü iken kalbini diriltip, insanlar arasında yürürken önünü aydınlatacak bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp çıkamayan kimsenin durumu gibi midir? Kafirlere de, işledikleri güzel gösterilmiştir" âyeti, Ammâr b. Yâsir hakkında inmiştir. Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen, ölüyken diriltilenden kastedilen kişi, Ömer b. el-Hattâb, karanlıklarda kalıp çıkamayan kişi ise Ebû Cehil b. Hişâm'dır. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in, Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre: “Ölü iken kalbini diriltip, insanlar arasında yürürken önünü aydınlatacak bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp çıkamayan kimsenin durumu gibi midir? Kafirlere de, işledikleri güzel gösterilmiştir" âyeti, Ömer b. el-Hattâb ve Ebû Cehil b. Hişâm hakkında inmiştir. Bunlar, dalaletleri içinde ölüyken, Allah Ömer b. el-Hattâb'a hidayet verip onu üstün kılmış, Ebû Cehil ise dalaletinde ölü olarak kalmıştır. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allahım! İslam'ı, Ebû Cehil b. Hişâm veya Ömer b. el-Hattâb ile aziz kıl" diye dua etmişti. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Dahhâk'tan bildirdiğine göre âyette geçen, ölüyken diriltilenden kastedilen kişi, Ömer b. el-Hattâb, karanlıklarda kalıp çıkamayan kişi ise Ebû Cehil b. Hişâm'dır. Ebu'ş-Şeyh'in Ebû Sinân'dan bildirdiğine göre "Ölü iken kalbini diriltip, insanlar arasında yürürken önünü aydınlatacak bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp çıkamayan kimsenin durumu gibi midir? Kafirlere de, işledikleri güzel gösterilmiştir" âyeti, Ömer b. el-Hattâb hakkında inmiştir. Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Ölü iken kalbini diriltip, insanlar arasında yürürken önünü aydınlatacak bîr nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp çıkamayan kimsenin durumu gibi midir? Kafirlere de, işledikleri güzel gösterilmiştir" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Burada, diriltilenden kasıt, kendisinde Allah'tan bir delil olan mümindir. Mümin bu delille amel eder, ona uygun hareket eder ve ona tutunur. Bu delil, Allah'ın Kitab'ıdır. Kafir ise dalaletin karanlığında şaşkın bir şekilde kalıp oradan çıkacak bir yol bulamaz." Abd b. Humeyd'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyetteki nurdan kastedilen Kur'ân'dır. 123"Böylece biz, her kasabada, oralarda bozgunculuk yapmaları için, günahkârlarını liderler yaptık. Onlar yalnız kendilerim aldatırlar, ama farkında olmazlar" İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İkrime'den bildirdiğine göre "Böylece biz, her kasabada, oralarda bozgunculuk yapmaları için, günahkârlarını liderler yaptık. Onlar yalnız kendilerini aldatırlar, ama farkında olmazlar" âyeti, (Müslümanlarla) alay edenler hakkında nazil olmuştur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Böylece biz, her kasabada, oralarda bozgunculuk yapmaları için, günahkârlarını liderler yaptık. Onlar yalnız kendilerini aldatırlar, ama farkında olmazlar" âyetini açıklarken şöyle dedi: “O kasabanın kötülerini oranın şerlilerine hâkimiyet, güç ve kuvvet verdik de isyan ettiler. Bunu yaptıklarında ise onları azâb ile helak ettik." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünden kastedilen, liderlerdir. 124"Onlara bir âyet geldiğinde, Allah'ın elçilerine verilenin benzerî bize de verilmedikçe kesinlikle inanmayız, dediler. Allah, peygamberliğini kime vereceğini daha iyi bilir. Suç işleyenlere, yapmakta oldukları hilelere karşılık Allah tarafından aşağılık ve çetin bir azap erişecektir" İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh bildirir: Mücâhid: “Onlara bir âyet geldiğinde, «Allah'ın elçilerine verilenin benzeri bize de verilmedikçe kesinlikle inanmayız» dediler. Allah, peygamberliğini kime vereceğini daha iyi bilir. Suç işleyenlere, yapmakta oldukları hilelere karşılık Allah tarafından aşağılık ve çetin bir azap erişecektir" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları İslam'a davet ettiği zaman: “Eğer peygamberlik hak ise, bizden biri, Muhammed'den daha çok ona müstahak idi" dediler. "Bu Kur'ân, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilmeli değil miydi? dediler" âyeti buna işaret etmektedir. Ahmed, İbn Mes'ûd'dan bildirir: “Allah, kulların kalblerine baktı ve Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kalbini kulların kalplerinin en hayırlısı bularak onu kendi nefsi için seçti ve peygamber olarak gönderdi. Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kalbinden sonra kulların kalblerine baktı ve onun ashâbının kalplerini, kulların kalplerinin en hayırlısı bularak onları dini üzere çarpışan peygamberinin vezirleri yaptı. Müslümanların güzel gördükleri şey, Allah katında da güzeldir. Kötü gördükleri ise, Allah katında da kötüdür." İbn Ebî Hâtim'in İbn Ebi'l-Hüseyn'den bildirdiğine göre bir adam, İbn Abbâs'ı mescidin kapısından girerken gördü ve ona hayran kalarak: “Bu kimdir?" diye sordu. Kendisine: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) amcasının oğlu İbn Abbâs'tır" cevabı verilince, adam: “Allah, risaletini kime vereceğini daha iyi bilir" dedi. İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen suç işleyenler müşrikler, (.....) kelimesi ise zillet mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi zillet mânâsındadır. 125"Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslamiyet'e açar, kimi de saptırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi, kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah böylece, inanmayanları küfür bataklığında bırakır" Zühd'de İbnu'l-Mübârek, Abdürrezzâk, Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî, el- Esmâ ve's-Sifât'ta bildirir: Ebû Câfer el-Medâinî der ki (Bu kişi, Muhammed b. Ali'nin oğlu değil, Hâşim oğullarından bir kişidir.): Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hangi mümin daha güzeldir?" diye sorulunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ölümü en fazla hatırlayan ve ölümden sonrası için en güzel hazırlanandır" cevabını verdi. Yine Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslamiyet'e açar, kimi de saptırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi, kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah böylece, inanmayanları küfür bataklığında bırakır" âyetinin mânâsı sorulup: “Yâ Resûlallah! Hidayete eren kişinin göğsü nasıl açılır?" dediler. Allah'ın Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem): “İslam bir nur olarak onların gönlüne konur; onların gönlü de bu nur ile açılır, huzura kavuşur" cevabını verdi. Sahabe: “Böyle olanı belirtecek bir alâmet var mıdır?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ebedî yurda yönelmek, aldatan yurttan kaçınmak ve ölüm gelmeden önce ona hazırlanmaktır" cevabını verdi. Abd b. Humeyd'in Fudayl'dan bildirdiğine göre bir kişi, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yâ Resûlallah! "Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslamiyet'e açar, kimi de saptırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi, kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah böylece, inanmayanları küfür bataklığında bırakır" âyetindeki göğsün açılması nasıl olur?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah, bir kul hakkında hayır dilediği zaman onun kalbine İslam'ın nurunu koyar ve bu kişinin gönlü bu nur ile açılır" cevabını verdi. Adam: “Yâ Resûlallah! Böyle olanı belirtecek bir alâmet var mıdır?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet" cevabını verdi. Adam: “Bunun alâmeti nedir?" diye sorunca ise Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ebedî yurda yönelmek, aldatan yurttan kaçınmak ve ölüm gelmeden önce ona güzelce hazırlanmaktır" cevabını verdi. İbn Ebi'd-Dünyâ, Zikru'l-Mevt'te Hasan(ı Basrî)'den bildiriyor: “Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslamiyet'e açar, kimi de saptırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi, kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah böylece, inanmayanları küfür bataklığında bırakır" âyeti nazil olduğu zaman, bir adam kalkıp: “Böyle olanı belirtecek bir alâmet var mıdır?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet. Ebedî yurda yönelmek, aldatan yurttan kaçınmak ve ölüm gelmeden önce ona hazırlanmaktır" cevabını verdi. İbn Ebî Şeybe, İbn Ebi'd-Dünyâ, İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Hâkim ve Beyhakî, Şuabu l-îman'da, İbn Mes'ûd vasıtasıyla bildirir: “Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslamiyet'e açar, kimi de saptırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi, kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah böylece, inanmayanları küfür bataklığında bırakır" âyeti nazil olduğu zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah, îslatn nurunu kalbe soktuğu zaman, kalp ferahlayıp genişler" buyurdu. Sahabe: “Böyle olanı belirtecek bir alâmet var mıdır?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Evet Ebedî yurda yönelmek, aldatan yurttan kaçınmak ve ölüm gelmeden önce ona hazırlanmaktır" cevabını verdi. İbn Merdûye bildirir: İbn Mes'ûd der ki: Bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Allah'ın Resûlü! Hangi mümin daha güzeldir?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ölümü en fazla hatırlayan ve ölümden sonrası için en güzel hazırlanandır" cevabını verip, "Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslamiyet'e açar, kimi de saptırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi, kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah böylece, inanmayanları küfür bataklığında bırakır" âyetini okudu. Ben: “Allah, kişinin kalbini nasıl İslam'a açar?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kişinin kalbine İslam nuru konulur ve nur kişinin kalbine düşünce, kalp ferahlayıp genişler" buyurdu. Sahabe: “Ey Allah'ın Resûlü! Böyle olanı belirtecek bir alâmet var mıdır?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet. Ebedî yurda yönelmek, aldatan yurttan kaçınmak ve ölüm gelmeden önce ona hazırlanmaktır" buyurduktan sonra şöyle devam etti: “Allah için adaleti yerine getirmeyen bir topluluk ne kötüdür. Hakkı emreden kişileri öldüren bir topluluk ne kötüdür." Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta ve Îbnu'n-Neccâr, Tarih'te, Câfer b. Ebî Tâlib'in oğullarından olan Abdullah b. Misver'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslamiyet'e açar, kimi de saptırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi, kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah böylece, inanmayanları küfür bataklığında bırakır" âyetini okuyunca, sahabe: “Kalbin açılmasının mânâsı nedir?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu, kalbe bir nurun atılması ve kalbin bu nura açılmasıdır" cevabını verince, sahabe: “Ey Allah'ın Resûlü! Böyle olanı belirtecek bir alâmet var mıdır?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet. Ebedî yurda yönelmek, aldatan yurttan kaçınmak ve ölüm gelmeden önce ona hazırlanmaktır," buyurdu. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslamiyet'e açar, kimi de saptırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi, kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah böylece, inanmayanları küfür bataklığında bırakır" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Kalbin açılması, gönlün, tevhide ve imana açılmasıdır. Âyetteki sıkıntıdan kastedilen ise kişinin şüphe içinde olmasıdır. İnsanoğlu nasıl ki, semaya çıkamazsa, aynı şekilde Allah istemedikçe, kişinin de kalbine tevhid ve iman giremez." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in Ebu's-Salt es- Sekafî'den bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb, kelimesini okurken (.....) harfini nasb ile okudu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından, yanında olan bir kişi: (.....) şeklinde (.....) harfini esre ile okuyunca, Hazret-i Ömer: “Bana, Kinâne'nin Müdlic kolundan çoban olan birini getiriniz" dedi. Adamı getirdiklerinde, Hazret-i Ömer: “Ey delikanlı! Sizin lisanınızda ne demektir?" diye sordu. Adam: “Biz, ağaçların arasında ne evcil, ne de vahşi hayvanların ulaşamadığı ağaca deriz" cevabını verince, Hazret-i Ömer: “Münafığın da kalbi de aynı şekildedir, onun kalbine hayırdan bir şey ulaşamaz" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, bu kelimeyi, (.....) şeklinde (.....) harfini esre ile okumuştur. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) sözünün mânâsı, şüphe içinde olmaktır. Ebu'ş-Şeyh, İbn Cüreyc'in, (.....) sözünün mânâsını açıklarken: “Lâ ilâhe illallah, kelimesine karşı kalbi dar ve sıkı kılınmıştır. Bu kişi tevhid kelimesini gönlüne sokamaz ve ona kalbinde yer bulamaz" dediğini bildirir. Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre bu kişinin kalbi, sanki gökyüzüne yükseliyormuş gibi daralır ve sıkılır. Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifâfta, bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Kimi de saptırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi, kalbini dar ve sıkıntılı kılar..."âyetini açıklarken şöyle dedi: “Allah, kimi saptırmak isterse kalbini daraltır ve İslam'a dar eder. İslam geniştir. Yüce Allah'ın: “...dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır...." Yani, İslam'da darlık yoktur, âyeti buna işaret etmektedir. Abdürrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ el- Horasânî, "Kimi de saptırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi, kalbini dar ve sıkıntılı kılar..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Allah, kimi saptırmak isterse kalbini daraltır ve İslam ona giremez. Bu kişi tıpkı göğe yükselmek isteyip yükselemeyen kişiye benzer." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, hayırsız mânâsındadır. 126Bkz. Ayet:127 127"Rabbinin, dosdoğru yolu işte budur. İbret alan kimselere âyetleri uzun uzadıya açıkladık. Rablerinin katında selamet yurdu onlarındır. O, işlediklerinden ötürü onların dostudur." Abdürrezzâk ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre ( illü âl otöll) âyeti, âyetlerimizi açıkladık mânâsındadır. Selamet yurdundan kastedilen ise cennettir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Câbir b. Zeyd: “Selâm, Allah'tır" demiştir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: “Selâm, Allah'tır. Onun yurdu ise cennettir" demiştir. 128"Allah hepsini toplayacağı gün, «Ey cin topluluğu! İnsanların çoğunu yoldan çıkardınız» der, insanlardan onlara uymuş olanlar, «Rabbimiz! Bir kısmımız bir kısmımızdan faydalandık ve bize tayin ettiğin sürenin sonuna ulaştık» derler. «Cehennem, Allah'ın dilemesine bağlı olarak, temelli kalacağınız durağınızdır» der. Doğrusu Rabbin hakimdir, bilendir" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh bildirir: İbn Abbâs, (.....) sözünün mânâsını açıklarken: “İnsanların birçoğunu yoldan çıkardınız" dedi. "Cehennem, Allah'ın dilemesine bağlı olarak, temelli kalacağınız durağınızdır..." sözünü açıklarken ise: “Bu âyet, hiç kimsenin, kullar hakkında cennetlik veya cehennemlik olmaları konusunda hüküm veremeyeceğini göstermektedir" dedi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) sözü, "Yoldan çıkardıklarınız çoğaldı" mânâsındadır. Abdürrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....)" sözü, "İnsanların çoğunu yoldan çıkardınız" mânâsındadır. Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh bildirir: Hasan(-ı Basrî): “Allah hepsini toplayacağı gün, «Ey cin topluluğu! İnsanların çoğunu yoldan çıkardınız» der, insanlardan onlara uymuş olanlar, «Rabbimiz! Bir kısmımız bir kısmımızdan faydalandık ve bize tayin ettiğin sürenin sonuna ulaştık» derler. «Cehennem, Allah'ın dilemesine bağlı olarak, temelli kalacağınız durağınızdır» der. Doğrusu Rabbin hakimdir, bilendir" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Kıyamet günü Rabbiniz cehennemlikleri çok bulacaktır. Onların birbirlerinden faydalanması; cinlerin emretmesi, insanların da bu emri yerine getirmesidir. Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Muhammed b. Ka'b'dan bildirdiğine göre âyette geçen birbirlerinden faydalananlardan kastedilen dünyadaki dostluklardır. Sürenin sonu ise ölümdür. İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh bildiriyor: İbn Cüreyc bu âyeti açıklarken şöyle dedi: “Cahiliye döneminde kişi bir yerde konakladığı zaman: «Bu vadinin büyüğüne sığınırım» derdi. Onların birbirinden faydalanmasının mânâsı budur. Bu kişiler kıyamet günü özür beyan edeceklerdir. Âyette geçen sürenin sonundan kastedilen ise ölümdür." 129"Zalimlerin bîr kısmını, kazandıklarından ötürü diğer bîr kısmına böylece musallat ederiz." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh bildirir: İbn Zeyd, "Zalimlerin bir kısmını, kazandıklarından ötürü diğer bir kısmına böylece musallat ederiz" âyetini açıklarken: “Burada kastedilen, cinlerden ve, insanlardan zalim olanlardır" deyip: “Rahman olan Allah'ı anmayı görmezlikten gelene, yanından ayrılmayacak bir şeytanı arkadaş veririz" âyetini okudu ve: “Cinlerden zalim olanları, insanların zalim olanlarına musallat ederiz" dedi. Abdürrezzâk, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Zalimlerin bir kısmını, kazandıklarından ötürü diğer bir kısmına böylece musallat ederiz" âyetini açıklarken: “Allah, zalimleri dünyada birbirine dost yapar ve bunlar cehennemde birbirlerinin peşinden giderler" dedi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Zalimlerin bir kısmını, kazandıklarından ötürü diğer bir kısmına böylece musallat ederiz" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Allah, insanları amelleriyle birbirlerine dost yapar. Mümin, nerede ve nasıl olursa olsun müminin dostudur. Kâfir de, nerede ve nasıl olursa olsun kafirin dostudur. Allah'a iman, sadece temenni ve süslü sözlerle olmaz. Ömrüme yemin olsun ki, Allah'a itaat etsen ve Allah'a itaat edenlerden kimseyi tanımasan, bunun sana zararı olmaz. Allah'a isyan etsen ve Allah'a itaat edenlerle dost olsan, bunun sana bir faydası olmaz." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mansûr b. el-Esved der ki: A'meş'e: “Zalimlerin bir kısmını, kazandıklarından ötürü diğer bir kısmına böylece musallat ederiz" âyetinin mânâsı hakkında: “Bu âyet hakkında sahabe ne diyordu?" diye sorduğumda: “İnsanlar bozulduğu zaman, başlarına en kötüleri gelir, derlerdi" cevabını verdi. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh bildiriyor: Mâlik b. Dînâr der ki: “Zebur'da: «Münafıktan, münafık vasıtasıyla intikam alırım. Sonra bütün münafıklardan intikam alırım» yazıldığını okudum. Allah'ın Kitab'ındaki: “Zalimlerin bir kısmını, kazandıklarından ötürü diğer bir kısmına böylece musallat ederiz" âyeti de aynı mânâya gelmektedir." Hâkim, Tarih'te ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Yahya b. Hâşim vasıtasıyla, Yûnus b. Ebî İshâk'tan, o babasından, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir: “Siz nasılsanız, idarecileriniz de öyle olur." Beyhakî hadisin kopuk olduğunu ve Yahya'nın zayıf olduğunu söyledi. Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ka'bu'l-Ahbâr der ki: “Allah'ın, her zaman insanların kalplerine göre gönderdiği idareciler vardır. Eğer Allah o topluluğun ıslahını isterse, kendilerine ıslah edecek bir idareci gönderir. Helaklerini isterse zorba bir idareci gönderir." Beyhakî, Hasan(ı Basrî'nin) şöyle dediğini bildirir: İsrâiloğulları, Hazret-i Mûsa'ya: “Rabbinden, bizlerden razı olduğunun ve öfkelendiğinin alâmetlerini göstermesini iste" dediler. Hazret-i Mûsa, Allah'tan bunları isteyince, Yüce Allah: “Ey Mûsa! Onlara de ki, kendilerinden razı olduğumun alâmeti, başlarına hayırlılarından birini getirmemdir. Kendilerine öfkelendiğimin alâmeti ise başlarına şerlilerinden birini getirmemdir" buyurdu." Beyhakî, Abdulmelik b. Kureyb el-Esmaî vasıtasıyla, Mâlik'ten, o Zeyd b. Eslem'den, o da babasından bildirir: Ömer b. el-Hattâb der ki: “Bana ulaştığına göre Hazret-i Mûsa veya Hazret-i İsa: “Ey Rabbim! Kullarından razı olduğunun alâmeti nedir?" diye sorunca, Allah: “Onlara yağmuru ekinlerin ektiği zaman indirmem, hasat vakti yağdırmamam, idarelerini ağırbaşlı olanlarına vermem ve ganimetlerini müsamahakarlarının elinde bulundurmamdır" buyurdu. "Ey Rabbim! Onlara öfkelendiğinin alâmeti nedir?" diye sorunca ise, Allah: “Onlara yağmuru ekinlerin hasat zamanında indirmem, ektikleri zaman yağdırmamam, idarelerini sefih olanlarına vermem ve ganimetlerini cimrilerinin elinde bulundurmamdır" buyurdu." 130"Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bu günle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi? Derler ki: «Kendi aleyhimize şahitlik ederiz.» Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler." Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'in, "Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bu günle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi? Derler ki: «Kendi aleyhimize şahitlik ederiz.» Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Cinlerden peygamber yoktur. Peygamberler insanlardan, nüzur (uyarıcılar) ise cinlerden olur. "Kur'ân'ı dinleyecek cinlerden bir takımını sana yöneltmiştik. Onlar Kur'ân'ı dinlemeğe hazır olunca birbirlerine: «Susun!» dediler. Kur'ân'ın okunması bitince, her biri birer uyarıcı olarak milletlerine döndüler" âyeti buna işaret etmektedir." İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünden kastedilen, peygamberlerin elçileridir. "Kur'ân'ı dinleyecek cinlerden bir takımını sana yöneltmiştik. Onlar Kur'ân'ı dinlemeğe hazır olunca birbirlerine: «Susun!» dediler. Kur'ân'ın okunması bitince, her biri birer uyarıcı olarak milletlerine döndüler" âyeti buna işaret etmektedir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk'a, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilmeden önce cinlerden peygamber olup olmadığı sorulunca: “Yüce Allah'ın: “Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bu günle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi? Derler ki: «Kendi aleyhimize şahitlik ederiz.» Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler" buyurduğunu duymadın mı?" karşılığını verip hem insanlardan, hem cinlerden peygamber gönderildiğini söyledi. 131Bu peygamberleri göndermek şundandır: Rabbin, memleketler halkını gâfil haldelerken (peygamber tebliğinden habersizlerken) onları zulm ile helâk edici olmadığından... 132"Herkesin yaptıkları işlere göre dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir" İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Dahhâk'ın: “Cinler cennete girecek, yiyecek ve içeceklerdir" dediğini bildirir. İbnu'l-Münzir, Leys'ten cinlerin sevaplarının olmadığını duyduğunu bildirir. Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de Leys b. Ebî Süleym'den bildirir: “Cinlerden Müslüman olanlar ne cennete, ne de cehenneme girmeyecekler. Çünkü Allah onların babasını cennetten çıkarmıştır ve ne onu, ne de çocuklarını oraya iade etmeyecektir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ebî Leylâ: “Cinler sevap alırlar, bu: “Herkesin yaptıkları işlere göre dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir" âyetinde bildirilmektedir" dedi. Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Vehb b. Münebbih'ten aynı rivâyette bulunmuştur. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Mahlûkat dört gruptur: Bir kısmının hepsi cennetlik, bir kısmının hepsi cehennemlik, iki grup ta hem cennetlik, hem cehennemliktir. Hepsi cennette. olanlar meleklerdir. Cehennemlik olanlar şeytanlar, hem cennette, hem cehennemde olanlar ise insanlar ve cinlerdir. Bunların mükâfatı olduğu gibi cezalan da vardır." Nevâdiru'l-Usûl'da Hakîm et-Tirmizî, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, es-Sünne'de Lâlekâî ve el-Esmâ ve's-Sifât'ta Beyhakî, Ebû Sa'lebe el- Huşenî'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Cinler üç sınıftır: Bir sınıfın kanatları vardır ve semada uçarlar; bir sınıf yılan ve köpek şekline girebilen cinler, üçüncü sınıf ise meskûn mahalle yerleşen ve ihtiyaç hissettiğinde yolculuk yapabilen cinlerdir." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: “Cinler, İblis'in çocuklarıdır. İnsanlar ise Hazret-i Âdem'in çocuklarıdır. İnsanlardan müminler olduğu gibi cinlerden de müminler vardır. İnsanların günahı ve sevabı olduğu gibi, cinler de sevap alıp günah işleyebilirler. İnsanlardan olsun cinlerden olsun iman edenler Allah'ın dostu, iki taraftan da kâfir olanlar ise şeytandır." İbn Ebî Hâtim, İbn En'um'un şöyle dediğini bildirir: “Cinler üç sınıftır: bir sınıfın hem sevabı, hem günahı vardır. Bir sınıf semayla yer arasında uçarlar. Bir sınıf ise yılan ve köpek suretine bürünürler. İnsanlar da üç sınıftır: Bir sinisi, Yüce Allah kıyamet günü Arş'ının gölgesinde gölgelendirir, bir sınıf hayvan gibi hatta daha aşağılıktır, bir sınıf ise insan suretinde ama kalpleri şeytan kalbidir." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih'e: “Cinler yiyip içerler mi, ölürler mi ve evlenirler mi?" diye sorulunca şöyle cevap verdi: “Cinler cins cinstir: Cinlerin bir türü, rüzgâr gibidir ve bunlar, yemezler, içmezler, Ölmezler ve üremezler. Bir türü ise yer, içer, evlenir ve ölürler. Cinlerin sihirbaz olanları, Ğûl(yabani) ve benzeri cinsleri ikinci gruptandır." Ebu'ş-Şeyh, Yezîd b. Câbir'in şöyle dediğini bildirir: “Hiçbir Müslüman evi yoktur ki, evlerinin tavanında Müslüman cinlerden bir aile olmasın. Bu insanlar sabah ve akşam yemek için sofrayı koyunca cinler inip onlarla birlikte yerler." 133"Rabbîn zengindir, rahmet sahibidir. Dilerse sizi yok eder ve sizi başka bir kavmin zürriyetinden yarattığı gibi sizden sonra yerinize dilediği bir kavmi yaratır" İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Ebân b. Osmân b. Affân'ın: “ Zürriyyet asıldır, zürriyyet nesildir" dediğini bildirir. 134"Size vâdedilen, mutlaka yerine gelecektir; siz O'nu aciz kılamazsınız" İbn Ebi'd-Dünyâ, Kasru'l-Emel'de, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Şuabu'l- îman'da bildiriyor: Ebû Saîd el-Hudrî der ki: Usâme b. Zeyd, bir ay sonra ödemek üzere yüz dinara cariye alınca Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bir ay vâdeyle (hizmetçiyi) satın alan Usâme'ye şaşırmıyor musunuz? Usâme uzun yaşayacağını umuyor. Canım kudret elinde olana yemin ederim ki, gözlerimi açtığımda bir daha kapatmadan, yukarı kaldırdığımda aşağıya indirmeden öleceğimi, ağzıma bir lokma aldığımda da onun boğazımda takılıp kalacağını ve Allah'ın ruhumu kabzederek öleceğimi düşünürüm. Ey Âdemoğulları! Eğer akıl sahibiyseniz, kendinizi ölülerden sayınız. Canım elinde olana yemin ederim ki: “Size vâdedîlen, mutlaka yerine gelecektir; siz O'nu aciz kılamazsınız buyurduğunu duydum." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözü, "kaçamazsınız" mânâsındadır. 135"De ki: Ey kavmim! Elinizden geleni yapın! Ben de yapacağım! Yurdun (dünyanın) sonunun kimin lehine olduğunu yakında bileceksiniz. Gerçek şu ki, zalimler iflah olmazlar." İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözü, kendi tarafınızda kalın, mânâsındadır. Ebu'ş-Şeyh'in Mâlik'ten bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözü, kendi yolunuz ve tarafınızda kalın, mânâsındadır. 136"Kendi zanlarına göre «Bu Allah'ındır, bu da putlarımızındır» diyerek, Allah'ın yarattığı hayvanlar ve ekinlerden pay ayırdılar. Putları için ayırdıkları Allah için verilmez, ama Allah için ayırdıkları putlarına verilirdi; ne kötü hüküm veriyorlardı!" İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de bildirir: İbn Abbâs, "Kendi zanlarına göre «Bu Allah'ındır, bu da putlarımızındır» diyerek, Allah'ın yarattığı hayvanlar ve ekinlerden pay ayırdılar. Putları için ayırdıkları Allah için verilmez, ama Allah için ayırdıkları putlarına verilirdi; ne kötü hüküm veriyorlardı!" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Mahsulden ve sulanndan, Allah'a bir pay, şeytana ve putlara bir pay ayırdılar. Allah için ayırdıkları kısımdan şeytana ayırdıkları kısma bir şey düşünce onu şeytana ayırdıkları kısımda bırakırlar, şeytana ayırdıkları kısımdan Allah için ayırdıkları kısma düşen meyveyi ise şeytana ayırdıkları kısma iade ederlerdi. Allah için ayırdıkları su taşıp: şeytanın kısmına akınca suyu bırakırlar, şeytan için ayırdıkları su, Allah için ayırdıkları kısma akınca ise onu tekrar şeytanın kısmına geri çevirirlerdi. Allah için ayırdıkları ekin ve su işte budur. Hayvanlardan, şeytan için ayırdıkları pay ise: “Allah, kulağı çentilen, salıverilen, erkek dişi ikizler doğuran, on defa yavrulamasından ötürü yük vurulmayan hayvanların adanmasını emretmemiştir; fakat inkar edenler Allah'a karşı yalan uydururlar ve çoğu da akletmezler" âyetinde bahsedilenlerdir. İbn Ebî Hâtim'in, el-Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Kendi zanlarına göre «Bu Allah'ındır, bu da putlarımızındır» diyerek, Allah'ın yarattığı hayvanlar ve ekinlerden pay ayırdılar. Putları için ayırdıkları Allah için verilmez, ama Allah için ayırdıkları putlarına verilirdi; ne kötü hüküm veriyorlardı!" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Ekin veya meyve ektikleri zaman, ondan Allah için bir pay, putlar için bîr pay ayırırlar, putların payından olan ekin ve meyveyi korurlar, putlar için ayırdığından, Allah için ayırdıkları kısma bir şey düşünce, onu putların hissesinin bulunduğu kısma iade ederlerdi. Putlar için ayırdıkları su, Allah için ayırdıkları kısmı sulayacak olsa, o kısmı putların hissesine katarlardı. Allah için ayırdıkları kısımdan, putlarının kısmına bir şey düşünce ise: “Bu, fakirdir" deyip, Allah için ayırdıkları kısma geri çevirmezlerdi. Allah için ayırmış oldukları su, onların önüne geçer ve putlar için ayrılanı sularsa bunu putlar için bırakırlardı. Davarlar içinden Bahîra, Sâibe, Vasîle ve Hâm diye adlandırdıkları hayvanları haram sayarlar, bunları putlara ayırırlar, sonra da bunları Allah için haram kıldıklarını iddia ederlerdi." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Kendi zanlarına göre «Bu Allah'ındır, bu da putlarımızındır» diyerek, Allah'ın yarattığı hayvanlar ve ekinlerden pay ayırdılar. Putları için ayırdıkları Allah için verilmez, ama Allah için ayırdıkları putlarına verilirdi; ne kötü hükünı veriyorlardı!" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Ekinlerinden Allah için bir pay, putları için de bir pay ayırırlardı. Rüzgarın, Allah için ayırdıklarından savurup putlar için ayırdıkları kısma götürdüğünü yerinde bırakırlar ve: «Allah'ın buna ihtiyacı yoktur» derlerdi. Putlarının hissesinden, Allah için ayırdıkları kısma savrulanları ise alıp putların hissesine iade ederlerdi. Allah için ayırdıkları hayvanlar ise Bahîra ve Sâm diye adlandırdıkları hayvanlardır." 137"Bunun gibi ortaklan, müşriklerden çoğuna çocuklarını (kızlarını) öldürmeyi hoş gösterdi ki, hem kendilerini mahvetsinler, hem de dinlerini karıştırıp bozsunlar! Allah dileseydi bunu yapamazlardı. Öyle ise onları uydurdukları ile başbaşa bırak!" İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ali (b. Ebi Talha) vasıtasıyla İbn Abbâs'ın, (.....) âyetini açıklarken: “Onlara, çocuklarını öldürmeyi hoş gösterdiler" dediğini bildirir. Abd b. Humeyd, İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, (.....) âyetini açıklarken: “Şeytanları, onlara açlık korkusuyla çocuklarını diri diri toprağa gömmelerini emretmiştir" dedi. 138"Onlar saçma düşüncelerine göre dediler ki: «Bu (tanrılar için ayrılan) hayvanlarla ekinler haramdır. Bunları bizim dilediğimizden başkası yiyemez. Bunlar da binilmesi yasaklanmış hayvanlardır.» Birtakım hayvanlar da vardır ki, (Allah böyle emrediyor diye) O'na iftira ederek üzerlerine Allah'ın adını anmazlar. Yapmakta oldukları iftiraları yüzünden Allah onları cezalandıracaktır" İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ali (b. Ebi Talha) vasıtasıyla İbn Abbâs'ın, (.....) âyetini açıklarken: “Hicr, hayvanlardan ve başka şeylerden Allah için (ayırıp) haram kıldıklarıdır" dediğini bildirir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyetinde kastedilen, Allah için ve Allah'a ortak koştukları şeyler için ayırdıklarıdır. Abdürrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde, âyette geçen (.....) sözünün, haram kılmak olduğunu söyledi. İbn Ebî Hâtim, İbn Zeyd'in, "Onlar saçma düşüncelerine göre dediler ki: “Bu (tanrılar için ayrılan) hayvanlarla ekinler haramdır. Bunları bizim dilediğimizden başkası yiyemez. Bunlar da binilmesi yasaklanmış hayvanlardır..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: O ekinleri, ilahları için haram kıldılar ve: “Bunları kadınlara haram kıldık, erkekler ise yiyebilirler" dediler. Yine: “Eğer istersek kızlara da haram kıldıklarımızdan pay ayırırız" dediler. Onlar, (Allah böyle emrediyor diye) O'na iftira attılar. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî, "Onlar saçma düşüncelerine göre dediler ki: «Bu (tanrılar için ayrılan) hayvanlarla ekinler haramdır. Bunları bizim dilediğimizden başkası yiyemez. Bunlar da binilmesi yasaklanmış hayvanlardır.» Birtakım hayvanlar da vardır ki, (Allah böyle emrediyor diye) O'na iftira ederek üzerlerine Allah'ın adını anmazlar. Yapmakta oldukları iftiraları yüzünden Allah onları cezalandıracaktır" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Onlar «Bunu, bizim istediğimiz kişiler dışındaki kimselerin yemesi haramdır» dediler. Faydalanılması haram kılınan hayvanlar, putları için Bahîre, Sâibe ve Hâm kıldıkları hayvanlardır. Allah'ın adının anılmadığı hayvanlardan kasıt ise doğum anında ve keserken Allah'ın adını zikretmedikleri hayvanlardır." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Vâil'den bildirdiğine göre "Birtakım hayvanlar da vardır ki, (Allah böyle emrediyor diye) O'na iftira ederek üzerlerine Allah'ın adını anmazlar. Yapmakta oldukları iftiraları yüzünden Allah onları cezalandıracaktır" âyetinde kastedilen hayvan, onunla hac yolculuğuna çıkılmayan Bahîra adını verdikleri hayvandır. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebân b. Osman, bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, bu âyeti (.....) şeklinde okurdu. Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir, İbnu'z-Zübeyr'in, bu âyeti (.....) şeklinde okuduğunu bildirir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, âyeti okurken, (.....) şeklinde (.....) harfini nasb şeklinde okumuştur. Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Enbârî, el-Mesâhifte, Hârûn'dan bildirir: Bu âyet, Abdullah (b. Mes'ûd)'un kıraatinde, (.....) şeklindedir. İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti şeklinde harfini merfu (ötre) olarak okurdu. 139"«Bu hayvanların karınlarında olan yavrular yalnız erkeklerimize mahsus olup, eşlerimize yasaktır. Ölü doğacak olursa hepsi ona ortak olurlar» dediler. Allah bu türlü sözlerin cezasını verecektir, çünkü O hakîm'dir, bilendir" Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyetinde kastedilen, hayvanların sütüdür. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Bu hayvanların karınlarında olan yavrular yalnız erkeklerimize mahsus olup, eşlerimize yasaktır. Ölü doğacak olursa hepsi ona ortak olurlar, dediler. Allah bu türlü sözlerin cezasını verecektir, çünkü O hakîm'dir, bilendir" âyetinde kastedilen hayvan, Sâibe ve Bahîra'dır. Bunları, hanımlarına haram kılmışlardı. Allah, onların bu türlü sözlerinin cezasını verecektir. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Bu hayvanların karınlarında olan yavrular yalnız erkeklerimize mahsus olup, eşlerimize yasaktır. Ölü doğacak olursa hepsi ona ortak olurlar, dediler. Allah bu türlü sözlerin cezasını verecektir, çünkü O hakîm'dir, bilendir" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bahîra'nın sütü, erkeklere helal, kadınlara ise haram kabul edilirdi. Ölen hayvan ise hem erkeklere, hem de kadınlara helal sayılırdı. Allah onların bu türlü (helal ve haram uydurarak) yalan uydurmalarının cezasını verecektir." Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Bu hayvanların karınlarında olan yavrular yalnız erkeklerimize mahsus olup, eşlerimize yasaktır. Ölü doğacak olursa hepsi ona ortak olurlar, dediler. Allah bu türlü sözlerin cezasını verecektir, çünkü O hakîm'dir, bilendir" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Keçi, erkek doğurduğu zaman onu keserlerdi ve ondan sadece erkekler yiyebilirdi. Dişi doğurduğu zaman ise onu kesmezlerdi. Ölü doğan hayvan ise hem erkekler, hem kadınlar tarafından yenebilirdi." İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın, "Bu hayvanların karınlarında olan yavrular yalnız erkeklerimize mahsus olup, eşlerimize yasaktır. Ölü doğacak olursa hepsi ona ortak olurlar, dediler. Allah bu türlü sözlerin cezasını verecektir, çünkü O hakîm'dir, bilendir" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Hayvanın sütünü kadınlara haram sayarlar ve bu sütü sadece erkekler içebilirdi. Hayvan, erkek doğurunca, doğan yavruyu sadece erkekler yiyebilirdi. Dişi doğurduğu zaman ise onu kesmezlerdi. Ölü doğan hayvan ise hem erkekler, hem kadınlar tarafından yenebilirdi." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, bu âyeti (.....) şeklinde okurdu. Buhârî, Tarih'te, Hazret-i Âişe'nin şöyle dediğini bildirir: “Bazılarınız, malını sadece erkek çocuklarına veriyor. Bu durumunuz, Müşriklerin, âyette belirtildiği üzere: “Bu hayvanların karınlarında olan yavrular yalnız erkeklerimize mahsus olup, eşlerimize yasaktır..." demelerine benzemektedir." 140"Beyinsizlikleri yüzünden, körü körüne çocuklarını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri Allah'a iftira ederek haram sayanlar mahvolmuşlardır; onlar sapıtmışlardır, zaten doğru yolda da değillerdi" Abd b. Humeyd, Buhârî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Arapların cahilliğini bilmek istersen, En'âm Sûresinin yüz otuzuncu âyetinden, yüz kırkıncı âyete kadar olan kısmını oku." İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in İkrime'den bildirdiğine göre "Beyinsizlikleri yüzünden, körü körüne çocuklarını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri Allah'a iftira ederek haram sayanlar mahvolmuşlardır; onlar sapıtmışlardır, zaten doğru yolda da değillerdi" âyeti, kızlarını diri diri toprağa gömen Mudar ve Rabîa kabilesi hakkında nazil olmuştur. Onlardan bir erkek evlenirken kadınlara şart koşardı: Eğer kız çocuklar doğuracak olursa bu kız çocuklardan birini sağ bırakırsa, bir diğerini (ikincisini) kadın kendi elleriyle diri diri gömüp öldürecektir. Evlendiği kadın, evlenirken diri diri gömülmesi üzerine anlaştığı kız çocuğunu doğurduğunda erkek ondan uzaklaşır ve ona: “Eğer bu çocuğu diri diri gömüp öldürmezsen sen, bana, anamın sırtı gibisin" diyerek zıhar yapardı. O kadın kendi ailesine gönderilir; kadının kabilesinin kadınları toplanır ve hep birden yardımlaşarak o kız çocuğunu diri diri toprağa gömerlerdi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "Beyinsizlikleri yüzünden, körü körüne çocuklarını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri Allah'a iftira ederek haram sayanlar mahvolmuşlardır; onlar sapıtmışlardır, zaten doğru yolda da değillerdi" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Bu gelenek Cahiliye halkının uyguladığı bir şeydi. Cahiliye döneminde, esir alınma ve açlık korkusuyla kız çocuklarını öldürürlerdi. Yine cahiller, Şeytanın mallarınâ olan tahakkümüyle, kendi mallarından Bahîra, Sâibe, Vasîle ve Hâm diye adlandırdıkları hayvanları ayırıp, kendi hayvanlarından ve ekinlerinden bir kısmını haram saydılar. Bu gelenekleri, şeytan onlara öğretti ve Allah'a iftira atarak haram saydılar." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Rezîn, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuştur. 141"Çardaklı ve çardaksız bağları inşa eden Allah'tır. Tadları çeşitli ekin ve hurmaları, zeytin ve narı birbirine benzer ve benzemez şekilde yaratan O'dur. Ürün verdiği zaman ürününden yiyin, devşirildiği ve biçildiği gün hakkını verin; israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez" İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ali (b. Ebi Talha) vasıtasıyla İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: “Çardaklı sözünden kastedilen, insanlar için hazırlanan bahçelerdir. Çardaksızlardan kastedilen ise dağlarda ve ovalarda yetişen meyvelerdir." Abd b. Humeyd'in Katâde'den bildirdiğine göre çardaklıdan kastedilen, çalılarla ve kamışlarla gölgelenen, çardaksız ise kendisine gölgelik yapılmayan şeylerdir. Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre çardaklı sözünden kastedilen üzüm bağlarıdır. Ebu'ş-Şeyh başka bir kanalla İbn Abbâs'tan bildirir: “Çardaklı bahçelerden kasıt, üzüm bağları gibi dalları çardak üzerine çıkarılabilen şeylerdir. Çardaksız bağlardan kasıt ise, çardak üzerine çıkarılamayan bitkilerdir." İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre "Çardaklı ve çardaksız bağlan inşa eden Allah'tır. Tadları çeşitli ekin ve hurmaları, zeytin ve narı birbirine benzer ve benzemez şekilde yaratan O'dur..." âyetindeki meyveler, görünüş olarak birbirlerine benzerler, ama tad olarak birbirlerine benzemezler. İbnu'l-Münzir, en-Nehhâs, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Ebû Saîd el- Hudri'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), "...devşirildiği ve biçildiği gün hakkını verin..." sözünü açıklarken: “Başaktan düşeni verin" buyurmuştur. Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, en-Nehhâs ve Beyhakî'nin, Sünen'de, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "...devşirildiği ve biçildiği gün hakkını verin..." âyetini, öşür (onda bir) ve yarısı (yirmide bir) verilmesiyle ilgili emir neshetmiştir. İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atiyye el-Avfî, "...devşirildiği ve biçildiği gün hakkını verin..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Ekinler biçilip dövüldüğü ve taneleri ayrıldığı zaman onun bir kısmını fakirelere verirlerdi. Öşür (onda bir) ve yarısı (yirmide bir) verilmesiyle ilgili emir bunu neshetti." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, en-Nâsih'te Ebû Dâvûd ve İbnu'l-Münzir bildirir: Süfyân der ki: Süddî'ye: “...devşirildiği ve biçildiği gün hakkını verin..." âyetini sorduğumda: “Bu âyet Mekke'de nazil olmuştur. Öşür (onda bir) ve yansı (yirmide bir) verilmesiyle ilgili emir bunu neshetti" dedi. Ben: “Bunu kimden naklediyorsun?" diye sorunca ise Süddî: “İlim adamlarından" cevabını verdi. en-Nehhâs, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, "...devşirildiği ve biçildiği gün hakkını verin..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu âyetin hükmü, zekat âyetinden önce geçerliydi. Kişi, ekininden dilediği kadarını verir, hayvanını yemler ve yetimlerle miskinlere avuç avuç verirdi, (zekat âyeti nazil olunca bu, belli bir kurala bağlandı). İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Zekat âyeti, Kur'ân'daki sadakayla ilgili bütün âyetleri neshetmiştir" dedi. Ebû Ubeyd, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in, Dahhâk'tan bildirdiğine göre zekat âyeti, Kur'ân'daki sadakayla ilgili bütün âyetleri neshetmiştir. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, en-Nehhâs, Ebu'ş-Şeyh, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de, İbn Ömer'in, "...devşirildiği ve biçildiği gün hakkını verin..." âyetini açıklarken: “Yanlarına gelip ihtiyaç sahibi olduğunu belli eden, ama istemeyen kişilere verdikleri sadaka kastedilmektedir" dediğini bildirir. Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid, "...devşirildiği ve biçildiği gün hakkını verin..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Hasat yaptığın zaman, fakirler yanına gelince onlara da başaklardan ver. Ekini deste yaptığın zaman fakirler yanına gelince onlara da bu destelerden ver. Öğütüp savurduğun zaman fakirler yanına gelince onlara da ver. Savurup topladığın ve ölçüsünü bildiğin zaman ise ondan zekatı ayır. Hurmalar yetişip, fakirler geldiklerinde onlara da henüz ham olan hurmalardan ver. Onu topladığın zaman fakirler yanına gelirse, kendilerine topladığın hurmalardan ver. Hurmaları yığıp, miktarı belli olduğu zaman ise ondan zekatı ayır." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, Meymûn b. Mihrân ve Yezîd b. el-Esam'ın şöyle dediğini bildirir: “Medine halkı, hurmalarını topladıkları bir dalını getirip Mescid'e koyarlardı. Fakirler gelip sopayla dala vurur ve düşen hurmaları yerlerdi. "... devşirildiği ve biçildiği gün hakkını verin..." âyeti buna işaret etmektedir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hammâd b. Ebî Süleymân, "...devşirildiği ve biçildiği gün hakkını verin..." âyetini açıklarken: “Sahabe, fakirlere yaş olan hurmalardan yedirirlerdi" demiştir. Ebû Ubeyd, Ebû Dâvûd, Nâsih'te ve İbnu'l-Münzir'in, Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "...devşirildiği ve biçildiği gün hakkını verin..." âyetinden kastedilen, hububat ve meyvelerden sadaka vermektir. Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir'in Enes'ten bildirdiğine göre Temîm kabilesinden bir adam: “Ey Allah'ın Resûlü! Ben, malı çok ama çocukları, ailesi ve etrafı kalabalık olan biriyim. Bana, nasıl infakta bulunacağımı söyle" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Malının zekatını verirsin. Çünkü bu senin için temizlenmedir, akrabalarım gözetirsin, dilencinin, komşunun ve fakirlerin de hakkını verirsin" buyurdu. Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Şa'bî: “Malda, zekat dışında fakirlerin başka hakkı da vardır" demiştir. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş Şeyh, Ebu'l-Âliye'nin, "...devşirildiği ve biçildiği gün hakkını verin.." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Daha önce, zekat dışında bir miktar infakta bulunurlardı. Sonra bunda rekabete girerek açırıya kaçınca, Yüce Allah, âyetin: “...israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez' kısmını indirdi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre bu âyet Sâbit b. Kays b. eş-Şemmâs hakkında inmiştir. Sâbit, hurmaları toplayıp: “Bu gün yanıma kim gelirse ona bu hurmalardan yedireceğim" dedi. Yanına gelen herkese yedirdi ve akşama kadar yanında hiç hurma kalmadı. Bunun üzerine Allah, âyetin: “...israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez" kısmını indirdi. İbn Ebî Hâtim, Ğufra'nın azatlısı Ömer'in: “Allah için infak ettiğin hiçbir şey israf sayılmaz" dediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Eğer, Allah için, Ebû Kubeys dağı kadar altın infak etsen, yine de israf sayılmaz. Allah'a isyan olan bir hususta bir avuç infakta (harcamada) bulunsan bile bu israf sayılır" demiştir. Abdürrezzâk ve İbn Ebî Hâtim, Saîd b. el-Müseyyeb'in, "... israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez" âyetini açıklarken: “Sadakayı yasaklamayınız. Aksi takdirde isyan etmiş olursunuz" dediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim, Avn b. Abdillah'ın, "...israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez" âyetini açıklarken: “Müsrif, başkasının malını yiyen kişidir" dediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem, "Çardaklı ve çardaksız bağları inşa eden Allah'tır. Tadları çeşitli ekin ve hurmaları, zeytin ve narı birbirine benzer ve benzemez şekilde yaratan O'dur. Ürün verdiği zaman ürününden yiyin, devşirildiği ve biçildiği gün hakkını verin; israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Hasadın hakkından kasıt, öşürdür. Allah, idarecilere: «Hakkınız olmayanı alarak israf etmeyiniz» buyurmuş, mal sahiplerine, üründeki fakirin hakkını vermesini, idarecilere de sadece hakları olan miktarı almalarını emretmiştir." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre. "...israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez" âyeti: “Bütün malınızı verip sizler muhtaç duruma düşmeyiniz" mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Muhammed b. Ka'b'ın, "Çardaklı ve çardaksız bağları inşa eden Allah'tır. Tadları çeşitli ekin ve hurmaları, zeytin ve narı birbirine benzer ve benzemez şekilde yaratan O'dur. Ürün verdiği zaman ürününden yiyin, devşirildiği ve biçildiği gün hakkını verin; israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Ürün verdiği zaman, hurmalardan ve üzümlerden yiyiniz. Hasad vakti geldiği zaman ise (fakirin) hakkını veriniz. Verirken israf etmek, onu verilmesi gereken yerlere vermemektir." Ebu'ş-Şeyh, Süfyân b. Hüseyn'den, Ebû Bişr'in şöyle dediğini bildirir: İnsanlar, İyâs b. Mu'âviye'nin etrafında toplanıp: “İsraf ne demektir?" diye sorunca, İyâs: “Allah'ın emrine tecavüz ettiğin şey israftır" cevabını verdi." Süfyân b. Hüseyn: “Allah'ın emirlerinden birini ihmal etmen de israftır" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde, "...devşirildiği ve biçildiği gün hakkını verin..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Üründeki hak, içindeki zekattır. Bize bildirildiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), yağmurla veya akarsuyla sulanan ya da sulanmadan toplanan mahsulden onda bir, parayla sulanan mahsulden ise yirmide bir zekat verilmesini emretmiştir. Bu, ölçülebilen mahsuller için geçerlidir. Denildiğine göre mahsuller beş vesek (üç yüz sa')'a yetişince ondan zekat verilmesi gerekir. Ölçülemeyen mahsullerden de, tıpkı ölçülebilen mahsuller gibi verilmesini müstehap görürlerdi." İbn Ebî Hâtim, Nehhâs, İbn Adiy ve Beyhakî'nin, Sünen'de, Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre "...devşirildiği ve biçildiği gün hakkını verin..."âyetinden kastedilen, farz olan zekattır. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "...devşirildiği ve biçildiği gün hakkını verin..." âyetinden kastedilen, ölçüldüğü ve miktarı belli olduğu zaman farz olan zekattır. İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvûd, Nâsih'te ve Beyhakî'nin, Tâvus'tan bildirdiğine göre "... devşirildiği ve biçildiği gün hakkını verin..." âyetinden kastedilen, zekattır. 142"Hayvanlardan yük taşıyanı ve döşek yapılanları yaratan O dur. Allah'ın size verdiği rızıktan yeyin, şeytanın ardına düşmeyin; şüphesiz o sizin için apaçık bir düşmandır" Firyâbî, Ebû Ubeyd, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve Hâkim, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir: “Yük için yaratılandan kastedilen, develerdir. Döşek yapılandan kasıt ise yük taşıyamayan küçük develerdir." Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: “Yük için yaratılanlardan kasıt, büyük develerdir. Döşek yapılandan kasıt ise küçük develerdir." Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen yük taşıyan ve döşek yapılandan kastedilen, sadece develerdir. (.....) üzerinde yük taşınan, (.....) ise kesilip yenilen develerdir. et-Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak kendisine: “Bana Yüce Allah'ın, âyette geçen (.....) sözünün mânâsını söyle" deyince, İbn Abbâs: “Furuş, küçük develerdir" cevabını verdi. Nâfi: “Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: “Tabi ki! Umeyye b. Ebi's-Salt'ın: "Keşke beni görmeden önce Dağ başlarında yavru develer otlatan biri olsaydım" dediğini bilmez misin?" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “(.....), Deve, at, katır ve eşek gibi üzerinde yük taşlınan hayvanlardır. (.....) ise koyunlardır." Abd b. Humeyd'in, Ebu'l-Âliye'den bildirdiğine göre "(.....), Deve ve sığırdır. ise koyun ve keçilerdir. 143Bkz. Ayet:144 144"(Dişi ve erkek olarak) sekiz eş yarattı: Koyundan iki, keçiden iki... De ki: O, bunların erkeklerini mi, dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram etti? Eğer doğru iseniz bana ilimle söyleyin. Deveden de iki, sığırdan da iki (yarattı.) De ki: O bunların erkeklerini mi, dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kıldı? Yoksa Allah'ın size böyle vasiyet ettiğine şahit mi oldunuz? Bilgisizce insanları saptırmak için Allah'a karşı yalan uydurandan kim daha zalimdir! Şüphesiz Allah o zalimler topluluğunu doğru yola iletmez." İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de değişik kanallarla İbn Abbâs'ın: “Sekiz eşin, deve, sığır, koyun ve keçiden oluşmaktadır" dediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî (.....) sözünü açıklarken: “Sizler için, saydıklarımdan, dişi ve erkek olmak üzere sekiz çift indirdim" demiştir. Abd b. Humeyd'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) sözünde geçen erkek ve dişinin her biri bir çift sayılır. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) sözünden kastedilen, Allah'ın yasaklamış olduğu Bahira ve Sâibe'dir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Leys b. Ebî Süleym der ki: “Manda ve, Buhtî(uzun boyunlu bir deve cinsi) bu sekiz çifttendir." İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim değişik kanallarla, İbn Abbâs'ın, "(Dişi ve erkek olarak) sekiz eş yarattı: Koyundan iki, keçiden iki... De ki: O, bunların erkeklerini mi, dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram etti? Eğer doğru iseniz bana ilimle söyleyin" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Bunlar, dört çifttir ve Ben, bunlardan hiç birini haram kılmadım. Rahim, dişi veya erkekten başkasını mı taşır! Öyleyse neden bazısını haram, bazısını helal kılıyorsunuz. Bunların, yani Cahiliye döneminde müşriklerin haram kıldığı hayvanların hepsi helaldir." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre (.....) sözünden kastedilen, rahimlerin taşıdığıdır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, (.....) sözünü açıklarken şöyle dedi: “Müşriklerin, hayvanlardan bazılarını haram sayıp: “Allah bize böyle emretti" demeleri sebebiyle, Yüce Allah: “Bilgisizce insanları saptırmak için Allah'a karşı yalan uydurandan kim daha zalimdir" buyurmuştur." 145"De kî: Bana vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan yahut domuz etî -kî pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış birşey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak üzere kim (bunlardan) yemek zorunda kalırsa bilsin ki Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir." Abd b. Humeyd, Tâvus'un: “Cahiliye halkı, bazı şeyleri helal, bazı şeyleri de haram sayıyorlardı. Bunun üzerine, "De ki: Bana vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış birşey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak üzere kim (bunlardan) yemek zorunda kalırsa bilsin ki Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir" âyeti nazil oldu" dediğini bildirir. Abd b. Humeyd, Ebû Dâvûd, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve İbn Merdûye bildirir: İbn Abbâs: “Cahiliye halkı, bazı şeyleri yiyor, bazı şeyleri de pis sayıp yemiyorlardı. Allah, Peygamberini gönderip Kitabını indirerek, helalini ve haramını beyan etti. Allah'ın helal kıldığı helal, haram kıldığı da haramdır. Hakkında bir şey söylemedikleri ise affedilmiş şeylerdir" deyip: “De ki: Bana vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış birşey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak üzere kim (bunlardan) yemek zorunda kalırsa bilsin ki Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir" âyetini okudu. Abdürrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “De ki: Bana vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış birşey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak üzere kim (bunlardan) yemek zorunda kalırsa bilsin ki Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir" âyetini okuyup: “Bunun dışındakiler helaldir" dedi. Buhârî, Ebû Dâvûd, İbnu'l-Münzir, en-Nehhâs ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Amr b. Dînâr der ki: Câbir b. Zeyd'e: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), Hayber zamanında, ehli eşeklerin etini haram kıldığını iddia ediyorlar" dediğimde: “Hakem b. Amr el-Gifârî de Basra'dayken Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) aynı hükmü naklediyordu ama İbn Abbâs, bunun doğru olmadığını söyledi ve: “De ki: Bana vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış birşey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak üzere kim (bunlardan) yemek zorunda kalırsa bilsin ki Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir" âyetini okudu." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Hayvanlardan, Yüce Allah'ın Kitab'ında: “De ki: Bana vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış birşey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak üzere kim (bunlardan) yemek zorunda kalırsa bilsin ki Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir" âyetiyle haram kıldıkları dışında haram olan yoktur." Saîd b. Mansûr, Ebû Dâvûd, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer'e: “Kirpi etini yemenin hükmü sorulunca, "De ki: Bana vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış birşey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak üzere kim (bunlardan) yemek zorunda kalırsa bilsin ki Rabbin bağışlayan veesirgeyendir" âyetini okudu. Yanındaki bir ihtiyar: “Ebû Hureyre'nin Rösûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında kirpiden bahsedilince: «O, pis hayvanlardan biridir» buyurduğunu işittim" deyince, İbn Ömer: “Eğer bunu Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) söylediyse" dediği gibidir" karşılığını verdi. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, en-Nehhâs, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye bildiriyor: Hazret-i Âişe'ye yırtıcı hayvanların azı dişli olanlarının ve pençeleriyle avlanan kuşların hükmü sorulunca, "De ki: Bana vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış birşey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak üzere kim (bunlardan) yemek zorunda kalırsa bilsin ki Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir" âyetini okurdu. Ahmed, Buhârî, Nesâî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Sevde binti Zem'a'nın bir oğlağı ölünce Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Allah'ın Resulü! Oğlağım öldü" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onun derisini alsaydım ya" buyurunca, Sevde: “Ey Allah'ın Resulü! Ölen bir oğlağın derisini mi alacağız?" diye sordu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “De ki: Bana vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış birşey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak üzere kim (bunlardan) yemek zorunda kalırsa bilsin ki Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir" âyetini okudu ve: “Siz onu yemeyeceksiniz, sadece ondan faydalanmak için (deriyi) tabaklayacaksınız" buyurdu. Sevde birini gönderip oğlağın derisini yüzdürdü ve onu tabaklayıp su tulumu yaparak eskiyinceye kadar kullandı. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "De ki: Bana vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış birşey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak üzere kim (bunlardan) yemek zorunda kalırsa bilsin ki Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir" âyetini okudu ve şöyle dedi: “Ölen hayvanın yenmesi, yani eti haram kılınmıştır. Ölen hayvanın derisi, dişi, kemiği, kılı ve yünü helaldir." İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünden kastedilen akmış kandır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Cahiliye halkı, hayvanı boğazladıkları zaman, onun şah damarlarını kesip akan kanı alıp yerler ve: “Bu, akıtılmış kandır" derlerdi. Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: “Akıtılan kan haram kılınmıştır. Et ve etin içinde kalan kanı yemekte bir sakınca yoktur." Abdürrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in bildirdiğine göre İkrime der ki: “Eğer, "De ki: Bana vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış birşey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak üzere kim (bunlardan) yemek zorunda kalırsa bilsin ki Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir" âyeti olmasaydı, Yahudilerin ette damarları bulup araştırmaları gibi, müslümanlar da öylece yapacaklardı." İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre (.....) sözünden kastedilen akmış kandır. Damarlarda kalan kanı yemekte bir sakınca yoktur. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, Sünen'de, İkrime'den bildirir: İbn Abbâs'a bir adam gelerek: “Boğazlanan hayvanın dalaklarını yiyebilir miyim?" diye sorunca, İbn Abbâs: “Evet" cevabını verdi. Adam: “Ama dalağın geneli kandan oluşmaktadır" deyince, İbn Abbâs: “Allah, akıtılan kanı haram kılmıştır" karşılığını verdi. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Miclez, oğlağın boğazlandığı kısımda veya kazanın üst tarafında olan kan hakkında: “Bunda bir sakınca yoktur. Yasaklanan, akıtılmış olan kandır" dedi. Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, İbn Ömer ve Hazret-i Âişe'nin: “De ki: Bana vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış birşey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak üzere kim (bunlardan) yemek zorunda kalırsa bilsin ki Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir" âyetinde zikredilmeyen her şeyi yemekte bir sakınca yoktur, dediğini bildirir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Şa'bî'ye, fil ve aslan etinin hükmü sorulunca, "De ki: Bana vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmif bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış birşey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak üzere kim (bunlardan) yemek zorunda kalırsa bilsin ki Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir" âyetini okudu. İbn Ebî Şeybe ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbnu'l-Hanefiyye'ye yılan balığının hükmü sorulunca, "De ki: Bana vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış birşey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak üzere kim (bunlardan) yemek zorunda kalırsa bilsin ki Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir" âyetini okudu. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs'a, köpek, kurt, kedi gibi hayvanların ücreti sorulunca, "Ey Mü’minler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Kur'ân indirilirken onları sorarsanız size açıklanır (ama üzülürsünüz). Allah sorduğunuz şeyleri affetmiştir. Allah Bağışlayan'dır, Halim'dir" âyetini okuyup: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı bazı şeyleri kerih görür, ama haram saymazlardı. Allah bir kitap indirmiş, bazı şeyleri helal bazı şeyleri haram kılmıştır. Yine Kitab'ında, "De ki: Bana vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış birşey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak üzere kim (bunlardan) yemek zorunda kalırsa bilsin ki Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir" buyurmuştur" cevabını verdi. İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim ve Nesâî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hayber günü, ehli eşeklerin etinin yenmesini haram kılmıştır. İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizî'nin Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hayber günü, ehli eşeklerin etinin yenmesini haram kılmış, atların etinin ise yenmesine ruhsat vermiştir. Buhârî, Müslim ve Nesâî'nin bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bir adam gelip: “Eşekler yenildi" dedi. Sonra başka birisi gelip: “Eşekleri (yiyip) bitirdiler" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) birine emretti ve bu kişi, halka: “Allah ve Resulü, ehli eşeklerin etini yemenizi haram kıldı, onların eti pistir" diye seslendi. Bunun üzerine eşek etiyle dolup taşan kazanlar döküldü. Mâlik, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin, Ebû Sa'Iebe el-Huşenî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber günü azı dişi olan yırtıcı hayvanların etini yasaklamıştır. Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hayber günü azı dişi olan yırtıcı hayvanların ve pençesi olan kuşların etini yasaklamıştır." Ebû Dâvûd, Hâlid b. el-Velîd'in şöyle dediğini bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber Hayber savaşına katıldım. Yahudiler gelip, halkın aşılarlına akı edip hayvanlarını talan ettiğini söyleyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şunu bilin ki, anlaşmalı olarak müslüman topraklarında yaşayan gayr-ı müslimlerin mallarını haksız yere ellerinden almak helâl olmaz. Ehli eşek eti size haram olduğu gibi at ve katır da haramdır. Azı dişi olan yırtıcı hayvanlar ve pençesi olan kuşların eti de haramdır" buyurdu. İbn Ebî Şeybe ve Tirmizî'nin bildirdiğine göre Câbir der ki: “Hayber günü Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), ehli eşek ve katırların etini, azı dişi olan yırtıcı hayvanların, pençesi olan kuşların, hedef tahtası yapılıp öldürülen hayvanların, gasbedilmiş ve çalıntı hayvanın etinin yenmesini yasakladı." İbn Ebî Şeybe ve Tirmizî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber günü, azı dişi olan yırtıcı hayvanların, hedef tahtası yapılarak öldürülmüş hayvanın ve ehli eşeğin etinin yenmesini yasaklamıştır. Tirmizî'nin İrbâd b. Sâriye'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber günü, azı dişi olan yırtıcı hayvanların, pençesi olan kuşların ve ehli eşeklerin etini yasaklamıştır. Abdürrezzâk, Muşannefte, Mekhûl'ün şöyle dediğini bildirir: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber günü, ehli eşeklerin etini, hamile olan esir cariyelere yaklaşmayı, taksim edilmeden önce ganimetten bir şey satmayı ve azı dişi olan yırtıcı hayvanların etini yemeyi yasakladı." İbn Ebî Şeybe, Kâsım ve Mekhûl vasıtasıyla, Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber günü ehli eşek etinin, azı dişi olan yırtıcı hayvanların yenmesini yasakladı. Hamile olan esir kadınlar doğum yapmadan onunla cinsel ilişki kurulmasını, taksim edilmeden önce ganimetteki payın satılmasını, meyvelerin ne kadar ürün vereceği belli olacak duruma gelmedikçe satılmamasını emretti. O gün, saçına ek yapan ve saçının başka kadının saçına eklenmesine izin veren kadına, derisine dövme yapan, yaptıran, (musibet anında) yüzünü tırmalayan ve gömleğinin yakasını yırtan kadına lanet etti." Ebû Dâvûd, Tirmizî ve İbn Mâce'nin, Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), kedi etinin yenmesini ve ondan alınan ücreti yasaklamıştır. Mâlik, Şâfiî, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) keler etinin hükmü sorulunca: “Ben onu ne yerim, ne de yasaklarım" buyurdu. Mâlik, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce bildirir: Hâlid b. el- Velîd, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber Meymûne'nin evine girince, pişirilmiş bir keler getirdiler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona elini uzatınca, hanımlarından biri: “Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ne yediğini bildirin" dedi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) eşleri: “Bu kelerdir ey Allah'ın Resûlü!" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) elini çekti. Ben: “Ey Allah'ın Resûlü! Bunun yenmesi haramıdır?" diye sorduğumda, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayır ama bu, kavmimin toprağında yaşayan bir hayvan değildir. Bu sebeple ondan tiksinti duyuyorum" Hâlid der ki: “Bunun üzerine keleri önüme çektim ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana bakarken ben yedim." İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce, Sâbit b. Vedîa'nın şöyle dediğini bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber bir askeri birlikteyken birkaç keler yakaladık. Ben onlardan birini kızartıp Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) getirdim ve önüne koydum. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bir çöp alıp onunla (kelerin) parmaklarını saydıktan sonra: “îsrail oğullarından bir topluluk yerde yürüyen hayvanlar şekline çevrilmiştir. Ancak ben (onların çevrildiği) bu hayvanın hangi hayvan olduğunu bilmiyorum" buyurdu ve (bu keleri) yemedi, yenmesini de yasaklamadı. Ebû Dâvûd'un, Hâlid b. el-Huveyris'ten bildirdiğine göre Abdullah b. Amr, Sıfâh denilen yerdeyken, tavşan avlamış olan bir adam, kendisine: “Tavşan hakkında ne dersin?" diye sordu. İbn Amr: “Ben, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında otururken, kendisine tavşan getirildi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu yemedi, yenmesini de yasaklamadı ve onun hayız görmekte olduğunu söyledi" cevabını verdi. İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin bildirdiğine göre Enes der ki: Merruzzahran denilen yerde bir tavşanı Ürküttük, oradakiler tavşanın peşinden koştular, ama ben ona yetişip yakaladım ve Ebû Talha'ya getirdim. Ebû Talha onu kesip bir budunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Onu kabul etti. İbn Ebî Şeybe, Tirmizî ve İbn Mâce, Huzeyme b. Cez es-Sülemî'nin şöyle dediğini bildirir: “Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), sırtlan eti yemenin hükmünü sorduğumda: “Sırtlan etini kim yer ki?" karşılığını verdi. Kurt eti yemenin hükmünü sorduğumda: “Hayırlı kimseler kurt eti yer mi?" karşılığını verdi. İbn Mâce'nin lafzında ise şöyledir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Allah'ın Resûlü! Sana yeryüzündeki bazı hayvanlar hakkında sormak istiyorum, tilki hakında ne dersin?" diye sorduğumda, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Tilki etini kim yer ki?" cevabını verdi. Ben: “Keler hakkında ne dersin?" diye sorunca: “Onu ne yerim, ne de haram olduğunu söylerim" cevabını verdi. Ben: “Neden ey Allah'ın Resûlü?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ümmetlerden birisi kayboldu ve beni (bu ümmetin onlara dönüştürüldüğü konusunda) şüphelendiren bir mahlükat türü gördüm" cevabını verdi. Ben: “Ey Allah'ın Resûlü! Tavşan hakkında ne dersin?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onu ne yerim, ne de haram olduğunu söylerim" cevabını verdi. Ben: “Neden ey Allah'ın Resûlü?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bana, tavşanın hayız olduğu bildirildi" cevabını verdi. İbn Mâce'nin bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: “Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ona fâsık dediği halde kargayı kim yer ki? Vallahi karga temiz (yenen) hayvanlardan değildir." Ebû Dâvûd ve Tirmizî, İbrâhîm b. Ömer b. Sefîne vasıtasıyla, babasından, dedesinin: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber toy kuşu eti yedim" dediğini bildirir. Buhârî. Müslim, Tirmizî ve Nesâî, Ebû Mûsa'nın: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) tavuk eti yedini gördüm" dediğini bildirir. Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce, Abdurrahman b. Ebî Ammâr'ın şöyle dediğini bildirir: Câbir'e: “Sırtlan av hayvanı mıdır?" diye sorduğumda: “Evet" cevabını verdi. Ben: “Onu yiyebilir miyim?" diye sorunca ise yine: “Evet" cevabını verdi. Ben: “Bunu Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) mi söyledi?" diye sorunca, yine: “Evet" karşılığını verdi. 146"Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram Kıldık. Sırtlarında yahut bağırsaklarında taşıdıkları ya da kemiğe karışan yağlar hariç olmak üzere sığır ve koyunun iç yağlarını da onlara haram kıldık. Bu, zulümleri yüzünden onlara verdiğimiz cezadır. Biz elbette doğru söyleyeniz" İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen tırnaklı hayvanlardan kasıt, parmaklan birbirinden ayrı olmayan, deve ve deve kuşu gibi hayvanlardır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs, âyette geçen tırnaklı hayvanlardan kastedilenin, deve ve devekuşu olduğunu söyledi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde der ki: “Âyette geçen tırnaklılardan kastedilenin deve, devekuşu, bazı kuşlar ve balıklar olduğu söylenirdi." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhîd, "Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık...." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Yasaklanan hayvanlar, parmakları birbirinden ayrı olmayan hayvanlardır. Yahudiler parmakları birbirinden ayrı olan hayvanları yerdi. Tavuk ve kuşların parmakları birbirinden ayrı olduğu için Yahudiler onlan yerdi. Deve, deve kuşu, kaz gibi parmak araları ayrık (yarılmış) olmayan hayvanları ise yemezlerdi. Aynı zamanda yabani eşek eti de yemezlerdi." Ebu'ş-Şeyh'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre, Yahudilere haram kılınan hayvanlar arasında horoz da vardır. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık..,." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Parmakları ayrı olmayan her hayvan onlara haramdı. Parmakları ayrılan hayvanları ise yerlerdi. Yahudiler, deve, devekuşu, ördek, kaz ve yabani eşek etini yemezlerdi." Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve İbn Merdûye'nin Câbir b. Abdilah'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah Yahudileri kâhiretsin! Allah onlara iç yağını haram kılınca, onu eritip satarak parasını yediler" buyurmuştur. İbn Merdûye'nin Usâme b. Zeyd'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Allah Yahudilere lanet etsin! İç yağı onlara haram kılınınca, onu eritip satarak parasını yediler. " Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Mâce ve İbn Merdûye'nin Ömer b. el- Hattâd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah Yahudilere lanet etsin! İç yağı onlara haram kılınınca, onu eritip satarak parasını yediler." İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah Yahudileri kâhiretsin! Allah onlara iç yağını haram kılınca, onu eritip satarak parasını yediler" buyurduğunu nakleder. Ebû Dâvûd ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Allah Yahudilere lanet etsin!- Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu üç defa söyledi- İç yağı onlara haram kılınınca, onu eritip satarak parasını yediler. Allah, bir topluluğa hangi hayvanı haram kılsa, onun yağını da haram kılar." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, Sünen'fe bildirdiğine göre İbn Abbâs âyeti açıklarken, Allah'ın, onlara hayvanın sırtındaki ve bağırsaka yapışmış olan yağların dışında kalan yağları yasakladığını söyledi. İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre Yüce Allah, Yahudilere işkembenin, bağırsakların ve böbreklerin etrafındaki yağların dışında kalan yağları yasakladı. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki: “Yüce Allah, Yahudilere işkembenin, bağırsakların, böbreklerin etrafındaki ve kemiğe yapışık olmayan yağların dışında kalan yağları yasakladı." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih der ki: “Yahudilere yasaklanan yağ, kuyruk yağı, bağırsaklara yapışmış olan yağ ve kemiklere karışmış olan yağların dışında kalan yağlardır." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) sözünden kastedilen, bağırsaklardır. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre (.....) sözünden kastedilen, bağırsakların toplandığı yer ve bağırsaklardır. (.....) sözünden kastedilen ise kemiğe yapışmış olan yağlardır. İbn Ebî Hâtim, İbn Zeyd'in şöyle dediğini bildirir: “(.....) sözünden kastedilen midenin bulunduğu karın boşluğu, süt bezeleri olduğunu söyler. Arap dilinde buna (.....) denilir." İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) sözünden kastedilen, kuyruk yağıdır. Kuyruk yağının, kuyruk sokumuna karışan kısmı helal sayılmıştır. Ayaklardaki, yanlardaki, baçtaki gözlerde ve kulaklardaki yağlar hakkında: “Bunlar kemiklere karışmıştır ve onlar için helaldir denmiştir. Yahudilere, bağırsakları saran, böbrekleri saran ve buna benzer kemiklerin etrafında olmayan yağlar haram kılınmıştır. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh bildirdiğine göre Katâde der ki: “Allah, bu yağlar pis olmamasına rağmen azgınlıkları sebebiyle onlara bu yağları yasaklamıştır." 147"Eğer seni yalanlarlarsa de Ki: Rabbiniz geniş bir rahmet sahibidir. Bununla beraber O'nun azabı, suçlular topluluğundan uzaklaştırılamaz" İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen yalanlayanlardan kastedilen Yahudilerdir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî der ki: Yahudiler: “Bunu, İsrail haram kılmıştı, biz de haram kılıyoruz" diyorlardı. Yüze Allah'ın, "Eğer seni yalanlarlarsa de ki: Rabbiniz geniş bir rahmet sahibidir. Bununla beraber O'nun azabı, suçlular topluluğundan uzaklaştırılamaz" âyeti buna işaret etmektedir. 148Bkz. Ayet:149 149"Putperestler diyecekler kî: «Allah dileseydi ne biz ortak koşardık, ne de atalarımız. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık.» Onlardan öncekiler de aynı şekilde (peygamberleri) yalanladılar ve sonunda azabımızı tattılar. De ki: Yanınızda bize açıklayacağınız bir bilgi var mı? Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz. De ki: Kesin delil, ancak Allah'ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin, el-Esmâ ve's-Sifâf ta Mücâhid'den bildirdiğine göre "Putperestler diyecekler ki..." sözünden kastedilenler Kureyşlilerdir. Kureyşliler: “Allah, Bahîra, Sâibe, Vasîle ve Hâm'ı haram kılmıştır" demişlerdir. Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta bildiriyor: İbn Abbâs'a: “Bazıları: «Şer, kader değildir» diyor, denilince, İbn Abbâs şöyle karşılık verdi: “Bizimle, Kaderiyye arasında: “Putperestler diyecekler ki: «Allah dileseydi ne biz ortak koşardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık.» Onlardan öncekiler de aynı şekilde (peygamberleri) yalanladılar ve sonunda azabımızı tattılar. De ki: Yanınızda bize açıklayacağınız bir bilgi var mı? Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz. De ki: Kesin delil, ancak Allah'ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi" âyetleri vardır. Acizlik ve güzellik te kaderdendir." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ali b. Zeyd der ki: “Kaderiyye'nin delilleri, "De ki: Kesin delil, ancak Allah'ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi" âyetiyle çürümüştür. Ebu'ş-Şeyh'in İkrime'den bildirdiğine göre (.....) sözü delil mânâsındadır. 150"De kî: Allah şunu yasak etti, dîye şehadet edecek şahitlerinizi getirin! Eğer onlar şahitlik ederlerse, sen onlarla beraber şahitlik etme; âyetlerimizi yalanlayanların ve âhiret gününe inanmayanların arzularına uyma. Onlar, Rablerine eş tutuyorlar." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in, Süddî'den bildirdiğine göre (.....) sözü, "Bana, şahitlerinizi gösteriniz" mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "De ki: Allah şunu yasak etti, diye şehadet edecek şahitlerinizi getirin..." âyetinde yasaklandığını iddia ettikleri şey, Bahira ve Sâibe'dir. 151Bkz. Ayet:152 152"De kî: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de onların da rızkını biz veririz-; kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah'ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allah'ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız. Rüşd çağına erişinceye kadar, yetimin malına, sadece en iyi tutumla yaklaşın; ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun, Allah'a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size, iyice düşünesiniz diye bunları emretti" Tirmizî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir: Her kim üzerinde Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) mührü bulunan sahifeye bakmaktan hoşlanırsa, "De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de onların da rızkını biz veririz-; kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah'ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allah'ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız. Rüşd çağına erişinceye kadar, yetimin malına, sadece en iyi tutumla yaklaşın; ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun, Allah'a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size, iyice düşünesiniz diye bunları emretti. Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti" âyetlerini okusun. Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve İbn Merdûye, Ubâde b. es-Sâmit'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):"Kim şu üç âyet konusunda bana biat eder?" deyip: “De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de onların da rızkını biz veririz-; kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah'ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allah'ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız. Rüşd çağına erişinceye kadar, yetimin malına, sadece en iyi tutumla yaklaşın; ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun, Allah'a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size, iyice düşünesiniz diye bunları emretti. Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti" âyetlerini okudu ve şöyle devam etti: “Kim bunların gereğini yerine getirirse, onun ecri Allah'a aittir. Kim bu âyetlerin gereğini yerine getirmez de Allah dünyadayken ona bir şey verirse, bu kişinin cezası dünyada verilmiş olur. Cezası âhirete bırakılanın durumu ise Allah'a kalmıştır. Dilerse cezalandırır, dilerse affeder." Ebû Ubeyd, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Münzir es-Sevrîder ki: Rabîb. Huseym, bana: “Üzerinde Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) mührü bulunan sahifeye bakmak ister misin?" diye sorunca, ben: “Evet" cevabını verdim. Bunun üzerine bana: “De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de onların da rızkını biz veririz-; kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah'ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allah'ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız. Rüşd çağına erişinceye kadar, yetimin malına, sadece en iyi tutumla yaklaşın; ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun, Allah'a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size, iyice düşünesiniz diye bunları emretti. Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti" âyetlerini okudu. İbn Ebî Şeybe, İbn'u'd-Durays ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr) der ki: “Tevrat'tan, ilk olarak on âyet nazil olmuştur. Bunlar, En'âm Sûresinin sonundan olan: “De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de onların da rızkını biz veririz-; kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah'ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allah'ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız. Rüşd çağına erişinceye kadar, yetimin malına, sadece en iyi tutumla yaklaşın; ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun, Allah'a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size, iyice düşünesiniz diye bunları emretti. Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti" âyetleridir. Ebu'ş-Şeyh, Ubeydullah b. Abdillah b. Adiy b. el-Hiyâr'dan bildirir: Ka'b(u'l- ahbâr), bir adamın: “De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de onların da rızkını biz veririz-; kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah'ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allah'ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız. Rüşd çağına erişinceye kadar, yetimin malına, sadece en iyi tutumla yaklaşın; ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun, Allah'a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size, iyice düşünesiniz diye bunları emretti. Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti" âyetlerini okuduğunu duyunca, "Ka'b'ın canı elinde olana yemin ederim ki, bu âyetler, Tevrat'ın nazil olan ilk âyetleridir" deyip aynı âyetleri okudu. İbn Sa'd, Muzâhim b. Züfer'in şöyle dediğini bildirir: Bir adam, Rabî b. Huseym'e: “Bana tavsiyede bulun" deyince, Rabî: “Bana bir kağıt getir" dedi ve getirilen kağıda: “De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de onların da rızkını biz veririz-; kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah'ın yasakladığı cana haksız yere kiymayın! İşte bunlar Allah'ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız. Rüşd çağına erişinceye kadar, yetimin malına, sadece en iyi tutumla yaklaşın; ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun, Allah'a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size, iyice düşünesiniz diye bunları emretti. Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti" âyetlerini yazdı. Adam: “Ben, tavsiyede bulunman için sana gelmiştim" deyince, Rabî: “Bunları yerine getirmeye bak" karşılığını verdi. Ebû Nuaym, Delâil'de ve Beyhakî, Delâil'de, Ali b. Ebî Tâlib'in şöyle dediğini bildirir: Allah, Peygamberine, kendisini Arap kabilelerine arzetmesini emredince, yanında ben ve Ebû Bekr ile Mina'ya çıktı. Ebû Bekr, neseb ilmini iyi bilen biriydi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Arap kabilelerinin evleri ve sokakları arasında durup selam verdi ve Araplar selama karşılık verdiler. Mefrûk b. Amr, Hâni b. Kubeysa, Müsenna b. Hârise ve Nu'mân b. Şerîk orada toplanmıştı. Ebû Bekr'e en yakın olan ise Mefrûk'tu. Mefrûk diğerlerinden daha güzel konuşan biriydi. Bu kişi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) dönüp: “Ey Kureyşli kardeş! Bizi neye davet ediyorsun?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yaklaşıp oturdu ve Ebû Bekr de yanında durup kıyafetiyle ona gölge yaptı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sizi, Allah'tan başka ilah olmadığına, onun tek olduğu ve ortağı olmadığına, benim de onun peygamberi olduğuma şahitlik etmeye, beni barındırmanızı, yardım etmenizi, Allah'ın beni görevlendirdiği şeyi yerine getirmem için beni korumanızı istiyorum. Kureyşliler Allah'ın emrine karşı geldi ve Allah'ın peygamberini yalanladı. Hakkı bırakıp batıla sarıldı, hâlbuki Allah'ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur ve hamdedilmeye layıktır" buyurdu. Mefrûk: “Başka neye davet ediyorsun ey Kureyş'in kardeşi?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de onların da rızkını biz veririz-; kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah'ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allah'ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız. Rüşd çağına erişinceye kadar, yetimin malına, sadece en iyi tutumla yaklaşın; ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun, Allah'a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size, iyice düşünesiniz diye bunları emretti. Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti" âyetlerini okudu. Mefrûk, yine: “Başka neye davet ediyorsun ey Kureyşli kardeş? Vallahi bu dünyalıların kelamı değildir. Eğer dünyalıların kelamından olsaydı bilirdik" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor" âyetini okudu. Mefrûk: “Ey Kureyşli kardeş! Vallahi sen ahlâkın güzelliklerine ve güzel amellere davet ediyorsun. Seni yalanlayan ve karşı çıkan topluluk aptal demektir" dedi. Hâni b. Kubeysa: “Söylediklerini duydum ve sözlerinin güzel olduğunu gördüm ey Kureyş'in kardeşi. Konuştukların hoşuma gitti" dedi. Sonra Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara: “Kısa bir müddet sonra Allah onların Farisilerin yurdunu ve Kisrâ nehirlerini size verecek, onların kızlarını eşiniz yapacaktır. Bütün bunlardan sonra, siz Allah'ı tesbih ve tenzih edecek misiniz?" dedi. Nu'mân b. Şerîk: “Ey Kureyşli kardeş, biz senin söylediklerini kabul ettik" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Allah'ın izniyle, bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarak (gönderdik)" âyetlerini okuyup kalkarak Ebû Bekr'in elini tuttu ve oradan ayrıldı. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, âyette geçen, (.....) sözünün fakirlik olduğunu söyleyip şöyle dedi: “Cahiliye halkı fakirlik korkusu ve esir edilme endişesiyle kız çocuklarını öldürürlerdi. (.....) sözü ise gizli ve açık mânâsındadır." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) sözünün mânâsı fakirliktir. Cahiliye döneminde gizli yapılan zinada bir sakınca görmezlerdi. Açıktan yapılan zinayı ise kötü görürlerdi. Allah, "...kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın..."buyruğuyla, gizli olsun açıktan olsun zinayı yasaklamıştır. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Atâ'nın vasıtasıyla, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre, âyette geçen (.....) sözü açıktan, (.....) sözü ise gizli mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim'in, İmrân b. Husayn'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Zina eden, çalan ve içki içen hakkında ne dersiniz?" diye sorunca, sahabe: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir" karşılığını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bunlar, kötülüklerdendir ve cezaları vardır" buyurdu. İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Ebû Hâzım er-Rehâvî, azatlısının Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem): “İnsanlardan bir şey istemek, kötülüklerdendir" buyurduğunu duyduğunu nakleder. İbn Ebî Hâtim, Yahya b. Câbir'in şöyle dediğini bildirir: “Bana bildirildiğine göre Allah'ın, Kitab'ında yasakladığı kötülüklerden biri de, kişinin bir kadınla evlenip, kadın kendisine bir çocuk doğurunca onu sebepsiz yere boşamasıdır." İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen açıktan olan kötülük, anne ve kızkardeşle ilişki kurmak, gizli olan kötülük ise zinadır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İkrime'den bildirdiğine göre âyette geçen açıktan olan kötülük, insanlara zulmetmek, gizli olan kötülük ise zina ve hırsızlıktır. İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre âyette geçen "...Allah'ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allah'ın size emrettikleridir..." sözünden Allah'ın haram kıldığı candan kastedilen müminin canına kıymaktır. Ahmed, Nesâî, İbn Kâni, Beğavî, Taberânî, Hâkim ve İbn Merdûye, Seleme b. Kays el-Eşcaî'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Veda haccında şöyle buyurduğunu nakleder: “Şu dört şeyden uzak durun: Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayınız, Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmeyiniz, zina yapmayınız ve hırsızlık yapmayınız." Seleme der ki: “Bunları Allah'ın Resûlü'nden (sallallahü aleyhi ve sellem) duyduktan sonra, bu dört şeyden hep uzak durdum." Abdürrezzâk'ın Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen yetimin malına yaklaşmamak, ondan ödünç almamak mânâsındadır. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), İbn Ömer'den aynı rivâyette bulunmuştur. İbn Ebî Hâtim'in Atiyye'den bildirdiğine göre âyette geçen yetimin malına yaklaşmamak, onunla ticaret yapıp kâr yapmak maksadı dışında yaklaşmayın mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk, "...yetimin malına, sadece en iyi tutumla yaklaşın..." âyetini açıklarken "Yetimin malını geliştirmek maksadı dışında yaklaşmayınız" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, "...yetimin malına, sadece en iyi tutumla yaklaşın..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “İyi tutumdan kasıt: Muhtaç olduğu zaman ondan makul ölçüde yemek, ihtiyaç duymadığında ise dokunmamaktır. Yüce Allah: “Zengin olan, iffetli olmağa çalışsın, yoksul olan uygun bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, yanlarında şahid bulundurun. Hesap sormak için Allah yeter" buyurmaktadır. İbn Zeyd'e: “Yetimin malından giyecek almanın hükmü sorulunca ise: “Allah ihtiyaç sahibinin yiyebileceğini zikretmiş, ama giyecek alabileceğini söylememiştir" cevabını verdi. Ebu'ş-Şeyh'in İkrime'den bildirdiğine göre yetimin malından ne külah, ne de sarık alamaz. Ondan ancak (ihtiyaç halinde) yetimle beraber yiyebilir. İbn Ebî Hâtim bildirir: Şa'bîder ki: “Rüşd çağına gelmek, büluğ çağına erip, sevap kazandığı gibi işlediği günahlardan da sorumlu tutulduğu çağa gelmesidir." İbn Ebî Hâtim'in Muhammed b. Kays'tan bildirdiğine göre kişi, on beş yaşında rüşd çağına girer. Ebu'ş-Şeyh bildirir: Rabîa b. Ebî Abdirrahman, bu âyet hakkında: “(.....) sözünden kasıt, evlenme yaşına gelmeleridir" derdi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem, (.....) kelimesinin ergenlik çağı olduğunu söyledi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “...ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz" âyetini okuyup şöyle buyurdu: "Kim ölçü ve tartıyı adaletle yaparsa , ki Allah onun düzgün tartmaktaki niyetini bilmektedir, elinde olmadan yaptığı eksiklikten sorumlu tutulmaz" Saîd b. el-Müseyyeb der ki: “...Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz..." sözünün mânâsı budur. Ebu'ş-Şeyh'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi adalet, (.....) sözü ise "Kimseye gücünün yetmeyeceğini yüklemeyiz" demektir. Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre göre âyette geçen (.....) kelimesi, adaletle mânâsındadır. Tirmizî, İbn Adiy, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Şuabu'l iman'da bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Ey tacirler topluluğu! Sizden öncekilerin helakine sebep teşkil eden iki işin başına getirilmiş bulunuyorsunuz: Ölçü ve tartı." İbn Merdûye'nin Abdullah b, Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah, ölçü ve tartıda eksiklik yapan her topluluğa açlığı musallat etmiştir" buyurdu. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Zeyd'in (.....) sözünün: “Söylediğiniz zaman hakkı söyleyiniz" mânâsında olduğunu söylediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre (.....) sözü: “Akraban hakkında olsa bile doğruyu söyle" mânâsındadır. 153"Bu, dosdoğru olan yoluma uyun. Sizi Allah yolundan ayn düşürecek yollara uymayın. Allah sîze bunları sakınasınız dîye buyurmaktadır" Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "Bu, dosdoğru olan yoluma uyun. Sizi Allah yolundan ayrı düşürecek yollara uymayın. Allah size bunları sakınasınız diye buyurmaktadır" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Biliniz ki yol birdir. Bu da doğru yolda olan topluluğun yoludur. Bu yolun sonu da cennettir. İblis, dalalette birleşen değişik yollar açmıştır ve bu yolların sonu cehenneme varır." Ahmed, Abd b. Humeyd, Bezzâr, Nesâî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir çizgi çizdi ve: “Bu, benim doğru yolumdur" buyurdu. Sonra bu çizginin sağında ve solunda çizgiler çizerek: “Bu çizgiler ise her birinde kendine davet eden şeytanın bulunduğu yollardır" buyurdu. Sonra da: “Bu, dosdoğru olan yoluma uyun. Sizi Allah yolundan ayrı düşürecek yollara uymayın. Allah size bunları sakınasınız diye buyurmaktadır" âyetini okudu. Ahmed, İbn Mâce, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında otururken, önünde bir çizgi çizdi ve: “Bu, Allah'ın yoludur" buyurdu. Sonra bu çizginin sağına ve soluna iki çizgi çizip: “Bu da şeytanın yoludur" dedi. Sonra elini ortadaki çizgiye koyup: “Bu, dosdoğru olan yoluma uyun. Sizi Allah yolundan ayrı düşürecek yollara uymayın. Allah size bunları sakınasınız diye buyurmaktadır" âyetini okudu. Abdürrezzâk, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre bir adam İbn Mes'ûd'a: “Doğru yol nedir?" diye sorunca, İbn Mes'ûd: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bizi, onun başında bırakmıştır. Onun öbür ucu cennettedir. Sağında ve solunda yollar vardır. Buralarda, geçenleri oralara çağıran kişiler vardır. Kim bu yollara girerse yolu cehenneme varır. Doğru yola giren kişiyse onunla cennete ulaşır" deyip, "Bu, dosdoğru olan yoluma uyun. Sizi Allah yolundan ayrı düşürecek yollara uymayın. Allah size bunları sakınasınız diye buyurmaktadır" âyetini okudu. İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünden kastedilen dalalete düşüren yollardır. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünden kastedilen bidatler ve şüpheli şeylerdir. 154"Sonra, iyilik işleyenlere nimeti tamamlamak, her şeyi uzun uzadıya açıklamak, doğruyu göstermek ve rahmet olmak üzere Mûsa'ya Kitab'ı verdik. Rablerine kavuşacaklarına belki artık inanırlar" Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münziri İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'in, "Sonra, iyilik işleyenlere nimeti tamamlamak, her şeyi uzun uzadıya açıklamak, doğruyu göstermek ve rahmet olmak üzere Mûsa'ya Kitab'ı verdik..." âyetinde iyilik işleyenlerden kastedilenler, ihsan sahibi olan müminlerdir" dediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Ebû Sahr (.....) sözünün, "İyilik işleyenlere olan nimetini ve ihsanını tamamlamak" mânâsında olduğunu söyledi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, (.....) sözünün mânâsını açıklarken şöyle dedi: "Dünyada iyilik yapana kıyamet gününde Allah bu iyiliğini tamamlar." Bir lafızda da: “Kıyamet günü Allah'ın ona olan nimetleri tamamlanır" şeklindedir. (.....) sözü ise, helal olsun haram olsun her şeyi açıklamaktır. İbnu'l-Enbârî, Mesâhifte, Harun'dan bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur. İbnu'l-Enbârî, Mesâhifte, Hârun'dan bildirdiğine göre Abdullah bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur. İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre her şeyi uzun uzadıya açıklamaktan kastedilen, kendilerine emredilen ve yasaklanan şeylerin açıklanmasıdır. İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'in, "Hazret-i Mûsa, levhaları attığı zaman, hidayet ve rahmetin yazılı olduğu levhalar kaldılar ve tafsilatı açıklayan âyetler gittiler" dediğini bildirir. 155"İşte bu, bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna uyun ve Allah'tan korkun ki size merhamet edilsin" Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh bildirir: Katâde, âyette kastedilen kitabın, Hazret-i Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) indirilen Kur'ân olduğunu ve onda helal sayılanları almalarını, haram olarak bildirilenlerden ise sakınılması istendiğini söylemiştir. İbn Ebî Şeybe, Zühd'de Ahmed, İbn'u'd-Durays, Muhammed b. Nasr ve Taberânî, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir: “Kuşkusuz ki, bu Kur'ân hem şefaat eden ve hem de şefaat istenendir. Ona dayanarak mücadele eden mutlaka doğru konuşmuş olur. Onu rehber edineni cennete götürür, umursamayanı ise cehenneme götürür." İbn Ebî Şeybe ve İbn'u'd-Durays, Amr b. Şuayb'ın, babasından, o da dedesinden Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Kıyamet günü Kur'ân bir adam suretinde görünür ve dünyadayken onu bilen ve gereğini yerine getirmeyen kişiyi getirip ona hasım olarak: «Ey Rabbim! Bu adam beni ezberledi ve taşıdı; fakat en kötü hamallardandı. Benim hududlarımı aştı, farzlarımı yapmadı ve hep günah işleyip isyan etti. Bana itaati terk etti» der ve öyle deliller getirir ki Kur'ân'a «Sen ve sahibin başbaşa kalın, ne yaparsan yap» denilir. Kur'ân o kişinin elinden tutar ve onu yüzüstü cehennemin içine atar. Sonra salih bir kimse getirilir; o da Kur'ân'ı ezberleyip taşımıştır ve Kur'ân'ın emirlerini korumuştur. Kur'ân onun hakında da: «Ey Rabbiml Bu adam beni taşıdı. O ne güzel hamaldı. Benim hududlanma riayet etti, farzları yerine getirdi, günahlardan kaçındı ve bana itaat etti» deyip, öyle deliller getirir ki ona «Sen ve arkadaşın başbaşa beraber olun ne yaparsan yap» denilir ve Kur'ân bu kişinin elinden tutar, ona incilerden yapılı elbiseler giydirilir. Başına bir taç koyar ve ona cennet içkisinden içirir." İbn Ebî Şeybe ve İbn'u'd-Durays'nin bildirdiğine göre Ebû Mûsa el-Eş'arî der ki: “Bu Kur'ân, ya lehinizde şahitlik edecek veya aleyhinizde bir günah olacaktır. Onu öğrenip tabi olunuz. Eğer Kur'ân'a tabi olursanız sizi cennet bahçelerine götürür. Eğer Kur'ân size tabi olursa sizi sırtüstü cehenneme atar." 156Bkz. Ayet:157 157"«Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından gerçekten habersizdik» demeyesiniz diye. Yahut «Bize de kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk» demeyesiniz diye (Kur'ân'ı indirdik). İşte sîze de Rabbinizden açık bir delil, hidayet ve rahmet geldi. Kim, Allah'ın âyetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha zalimdir! Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmelerinden ötürü azabın en kötüsüyle cezalandıracağız" Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi..." âyetini açıklarken: “Kendilerine kitap indirilenlerden kasıt, Yahudiler ve Hıristiyanlardır. Hitab ise Kureyşlileredir" demiştir. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim bildirir: İbn Abbâs der ki: “İki topluluktan kasıt, Yahudiler ve Hıristiyanlardır. (.....) sözü ise okumak mânâsındadır." Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre "Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi..." âyetinin muhatabı Arap kafirleridir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, "Rabbinizden açık bir delil, hidayet ve rahmet geldi ..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Sizler, Yahudi ve Hıristiyanların kitaplarını okuyamazken, Allah'tan size apaçık Arapçayla bir delil gelmiştir." İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) sözü, yüz çevirmek mânâsındadır. Abd b. Humeyd'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre (.....) sözü, yüz çevirmek mânâsındadır. 158"Onlar ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini yahut Rabbinin bazı alâmetlerinin gelmesini bekliyorlar. Rabbînin bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, şüphesiz biz de beklemekteyiz!" İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh bildirir: İbn Mes'ûd der ki: “Kendilerine meleklerin gelmesi ölüm anındadır. Rabbin gelmesi ise kıyamet günüdür." Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre kendilerine meleklerin gelmesi ölüm anındadır. Rabbin gelmesi ise kıyamet günüdür. İbn Ebî Hâtim bildirir: Mukâtil der ki: “Yüce Allah, kıyamet günü bulutlardan gölgelerle (kullarını hesaba çekmek için) gelecektir." Ahmed, Abd b. Humeyd, Müsned'de, Tirmizî, Ebû Ya'lâ, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Ebû Saîd el-Hudrî'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün ..." âyeti hakkında: “O alâmet Güneş'in batıdan doğmasıdır" buyurduğunu nakleder. İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre "Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün ..." âyetinden kasıt, Güneş'in batıdan doğmasıdır. Taberânî, İbn Adiy ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün ..." âyeti hakkında: “O alâmet, Güneş'in batıdan doğmasıdır" buyurdu. Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Nuaym b. Hammâd, el- Fiten'de ve Taberânî, İbn Mes'ûd'un: “Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün" âyeti hakkında: “O alâmet Güneş'in batıdan doğmasıdır" dediğini bildirir. Saîd b. Mansûr, Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Taberânî'nin bildirdiğine göre îbn Mes'ûd: “Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün..." âyetinden kastedilen, Güneş ve Ay'ın arkadaş olan iki deve gibi beraberce batıdan doğmasıdır" dedikten sonra: “Güneş ve Ay toplanır" âyetini okudu. Abd b. Humeyd'in Mücâhîd'den bildirdiğine göre "Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün ..."âyetinden kasıt, Güneş'in batıdan doğmasıdır. Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn Mâce, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Ba's'ta, Ebû Hureyre'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Güneş batıdan doğmadan kıyamet kopmaz. Güneş batıdan doğup insanlar görünce hepsi iman edecek. İşte o zaman, iman edenin imanının fayda vermeyeceği zamandır" buyurup: “Onlar ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini yahut Rabbinin bazı alâmetlerinin gelmesini bekliyorlar. Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, şüphesiz biz de beklemekteyiz.'" âyetini okudu. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Müslim, Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Merdûye ve Beyhakî, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Şu üç şey çıktığında, daha önce iman etmemiş olan kişinin imam fayda etmez: Deccâl, Dabbetü'l-arz ve Güneş'in batıdan doğması. " İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Müslim, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvûd, İbn Mâce, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve Beyhakî, Abdullah b, Amr'ın şöyle dediğini bildirir: “Allah'ın Resûlü'ünden (sallallahü aleyhi ve sellem) öğrendiğime göre ilk çıkacak kıyamet alâmeti, Güneş'in battığı yerden doğması ve kuşluk zamanı insanların üzerine Dâbbe'nin çıkmasıdır. Hangisi diğerinden önce çıkarsa,, öteki de hemen onun akabinde olacaktır." Sonra Abdullah şöyle dedi, Abdullah, daha önce gönderilen kutsal kitapları okumuştu): “Zannediyorum o ikisinden daha önce çıkacak olan; Güneş'in batıdan doğmasıdır. Güneş her batışında Arş'ın altına gelir ve secdeye kapanıp geri dönmek için izin alır. Güneş'e tekrar doğması için izin verilir. Batıdan doğacağı zaman gelince, daha önce yaptığı gibi Arş'ın altına gelip secdeye kapanarak geri dönmek için izin isteyecek, ama kendisine cevap verilmeyecek. Gecenin bir kısmı geçip, kendisine izin verilse bile artık zamanında doğamayacağını anlayınca: “Ey Rabbim! Doğu ne kadar uzaktır!" diyecek. Ufuk bir taç gibi olunca geri doğmak için izin isteyecek ve kendisine: “Olduğun yerden (batıdan) doğ" denilecek. Bunun üzerine Güneş battığı yerden doğacak." Sonra İbn Amr, "Onlar ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini yahut Rabbinin bazı alâmetlerinin gelmesini bekliyorlar. Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, şüphesiz biz de beklemekteyiz!" âyetini okudu. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Huzeyfe der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Allah'ın Resûlü! Güneş'in batıdan doğmasının alâmeti nedir?" diye sorduğumda şöyle cevap verdi: “O gece, iki gece kadar uzun olur. Gece namaz kılanlar uyanıp henüz yıldızların olduğunu, Güneş'in çıkmadığını görürler ve tekrar uyurlar. Sonra uyanıp ibadet ederler ve tekrar uyurlar. Sonra kalkarlar ve uyumaktan yanlarının uyuştuğunu görürler. İnsanlar sabahın olmadığım görünce korkuya kapılırlar ve bu halde Güneş'in doğudan çıkmasını beklerken, güneş batıdan doğar. İnsanlar Güneş'in batıdan doğduğunu görünce iman ederler, ama o anda iman edenin bu imanı kendisine fayda vermez. " Abd b. Humeyd, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, Ebû Zer'in şöyle dediğini bildirir: güneş batarken, üzerinde palan ve bir çul bulunan merkebe binmiş olan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) terkisinde idim. Bana: “Ey Ebû Zeri Güneş'in nereye gittiğini biliyor musunuz?" diye sorunca: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir" karşılığını verdim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Güneş, Arş'ın altına, Rabbinin huzuruna gidip secdeye kapanır. Çıkma vakti geldiği zaman, kendisine izin verilir ve Güneş tekrar doğar. Allah, Güneş'in batıdan doğmasını istediği zaman çıkmasına izin verilmez. Güneş: «Ey Rabbiml Yolum uzundur» deyince, Yüce Allah: «Battığın yerden çık» buyurur. İşte ö zaman, daha önce iman etmeyenlerin o onda iman etmeleri kendilerine bir fayda sağlamaz." İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, şüphesiz biz de beklemekteyiz!" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Kıyametin alâmetleri geldiği zaman müşriklerin iman etmeleri kendilerine bir fayda vermez. İman edenler daha önce salih ameller işlemişlerse o andaki imanlarının kendilerine faydası olur." İbn Abbâs der ki: Bir akşam Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) çıktı ve: “Ey Allah'ın kulları! En kısa müddette Allah'a tövbe ediniz. Güneş'in batıdan doğuşunu görmeniz yakındır. Güneş batıdan doğunca, tövbenin vakti geçmiş, amel zamanı bitmiş ve iman etme zamanı da bitmiş olur" buyurdu. İnsanlar: “Ey Allah'ın Resûlü! Bunun alâmetleri var mı?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: “O gecenin alâmeti, üç gece uzunluğunda olmasıdır. O gece, Allah'tan korkanlar kalkıp namaz kılacak ve namaz kılmayı bitirmelerine rağmen gecenin hiç ilerlememiş olduğunu görerek tekrar yatacaklar. Tekrar uyanınca gecenin ilerlemediğini görecekler ve bunun olağanüstü bir durum olduğunu görüp korkuya kapılacaklar. Uzun zaman geçmesine rağmen Güneş'in doğmadığım görüp beklemeye başlayacaklar ve sonunda batıdan doğduğunu görecekler. Güneş batıdan doğunca, o zamana kadar iman etmeyenlerin, o andaki imanları kendilerine bir fayda sağlamayacak. " Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, «... Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, şüphesiz biz de beklemekteyiz!" âyetini açıklarken şöyle dedi: Bize bildirildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şu altı şey gelmeden önce amel yapmaya bakınız: Güneş'in batıdan doğması, Veccâl, Duhân, Dâbbetu'l-Arz, ölüm anı ve kıyamet günü" buyururdu. Bir adam: “Ey Allah'ın Resûlü! Güneş'in batıdan doğuşunun alâmeti nedir?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: “O gece uzar ve iki gece uzunluğunda olur. İbadet edenler, namaz için kalkıp namaz kılarlar ve yıldızların olduğu gibi durduğunu görünce tekrar yatarlar. Yanları uyuşuncaya kadar yatıp tekrar kalkarak namaz kılarlar ve gecenin hâlâ devam ettiğini görüp korkuya kapılırlar. Sonra topluluklar halinde sabahlayıp Güneş'in doğudan çıkmasını beklerken, batıdan çıktığını görürler." İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre "Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, şüphesiz biz de beklemekteyiz!" âyetinden kasıt, kıyametin alâmeti geldiği zaman iman edenin imanının fayda vermemesi, daha önce amel etmeyenin o anda amel etmesinin de faydasının olmamasıdır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh bildirir: Süddî, "...ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, şüphesiz biz de beklemekteyiz!" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Daha önce salih amel yapmamış olan Ehl-i kıblenin, kıyamet alâmetini gördükten sonra yaptığı amellerin faydası olmaz. Eğer kıyamet alâmetleri gelmeden önce yaptığı ameli, alâmet geldikten sonra da yaparsa, bu amelinin faydası olur." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh bildirir: Mukâtil "...ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, şüphesiz biz de beklemekteyiz!" âyetini açıklarken şöyle dedi: “İman etmekle beraber hayır yapmayan ve büyük günahlara devam eden müsiümanın, kıyamet alâmeti geldikten sonra yapacağı amel kabul edilmez." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Abdullah b. Amr. "Güneş'in batıdan doğuşundan sonra insanlar yüz yirmi sene kalırlar" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kıyamet alâmetleri, bir ipe dizilmiş boncuk gibidir. İp kesildiği zaman kıyamet alâmetleri ' birbiri ardından çıkmaya başlarlar" buyurmuştur. Hâkim, Enes'ten Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kıyamet alâmetleri, bir ipe dizilmiş boncuk gibidir. İp kesildiği zaman kıyamet alâmetleri birbiri ardınca çıkmaya başlarlar" buyurduğunu nakleder. İbn Ebî Şeybe ve Hâkim, İbn Amr'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyamet alâmetleri, bir ipe dizilmiş boncuk gibidir. İp kesildiği zaman kıyamet alâmetleri birbiri ardınca çıkmaya başlarlar" buyurduğunu nakleder. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Huzeyfe der ki: “Kişi, Allah yolunda bir at ayırsa ve bu at kıyametin ilk alâmetinin çıktığı anda bir tay doğursa, bu tay binilecek yaşa gelmeden önce kıyametin son alâmeti çıkar." İbn Ebî Şeybe, Huzeyfe'nin: “Kıyametin ilk alâmetini gördüğünüz zaman, artık diğer alâmetler de peşpeşe gelirler" dediğini bildirir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Ebû Hureyre'nin, "Kıyametin bütün alâmetleri sekiz ay içinde gelirler" dediğini bildirir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Ebu'l-Âliye'nin, "Kıyametin bütün alâmetleri altı ay içinde gelirler" dediğini bildirir. Abd b. Humeyd, Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de ve Hâkim, Abdullah b. Amr'ın şöyle dediğini bildirir: “Güneş battığı zaman secdeye kapanıp tekrar çıkmak için izin ister ve kendisine izin verilir. Kıyamet alâmetinin çıkacağı gün yine batar ve secdeye kapanıp çıkmak için izin ister. Çıkması için izin verilmeyince: “Ey Rabbim! Doğu çok uzaktır ve eğer bana izin verilmezse (zamanında çıkmak için) yetişemem" der. Güneş, Allah'ın istediği kadar bir müddet bekletilir, sonra: “Battığın yerden çık" denilir. İşte o zamandan, kıyamet gününe kadar, "...önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz..." Beyhakî, el-Ba's'ta, Abdullah b. Amr b. el-Âs'ın: “Kişiye iman etmesinin fayda vermeyeceği alâmet, Güneş'in batıdan doğmasıdır" dediğini bildirir. Abd b. Humeyd ve İbn Merdûye, Abdullah b. Ebî Evfâ'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “İnsanlara, sizin bu gecelerinizin üç katı kadar uzun olacak bir gece gelecektir. O geceyi namaz kılanlar bilecek ve kişi kalkıp, Kur'ân'dan her zaman okuduğu miktarı okuyarak tekrar yatacak. Sonra kalkıp yine aynı miktarda okuyacak ve tekrar yatacak ve yine kalkacak. Onlar bu durumdayken insanlarda bir kargaşa çıkacak ve: «Bu nedir?» deyip mescitlere sığınacaklar. Onlar bu durumdayken Güneş'in batıdan doğduğunu görüp hep birden feryâd edecekler. Güneş, gökyüzünün ortasına gelince; geri dönecek ve sonra doğuş yerinden doğacak. İşte o sırada kişiye îmânı fayda vermeyecek. " Tayâlisî, Saîd b. Mansûr, Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, Taberânî, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh, Beyhakî ve İbn Merdûye, Safvân b. Assâl'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Allah tövbe için batıda, genişliği yetmiş yıllık mesafe olan bir kapı yaratmış ve Güneş o kapı tarafından doğuncaya kadar o kapı tövbenin kabulü) için daima acık olacaktır: «Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz» âyeti buna işaret etmektedir." İbn Mâce'nin lafzı ise: “Güneş batıdan doğduğu zaman, daha önce iman etmeyenin o anda iman etmesi veya iman edip hayırlı amel yapmayanın o anda hayırlı amel yapması kendisine fayda sağlamaz. " Taberânî, Safvân b. Assâl'ın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza çıkıp: “Tövbe için, iki kanadı arasında, doğuyla batı arası kadar mesafe olan bir kapı vardır. Bu kapı, Güneş batıdan doğmadan kapanmaz" buyurarak: “Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz" âyetini okudu. Abdürrezzâk, Ahmed, Abd b. Humeyd, Müslim ve el-Ba's'ta Beyhakî, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah, Güneş batıdan çıkmadan önce tövbe edenin tövbesini kabul eder" buyurduğunu nakletmiştîr. Abd b. Humeyd ve Taberânî, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir: Şu üç şey çıkmadıkça Âdemoğlunun tövbesi kabul edilir: Güneş'in batıdan doğması, Dâbbe'nin çıkması veya Yecûc ve Mecûc'un çıkması." Yine İbn Mes'ûd: “Gelen her yıl öncekinden daha kötü olacaktır" demiştir. Ahmed, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvûd ve Nesâî Muâviye b. Ebî Süfyân'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Tövbe vakti sona ermedikçe hicret bitmez. Güneş batıdan doğmadıkça tövbe vakti sona ermez" buyurduğunu nakletmiştir. Ahmed, Beyhakî, Şuabu'l-îman'da ve İbn Merdûye, Mâlik b. Yahâmir es- Seksekî vasıtasıyla Abdurrahmân b. Avf, Muâviye b. Ebî Süfyân ve Abdullah b. Amr b. el-Âs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Hicret iki türlüdür: Birincisi günahları terk etmen, diğeri ise Allah'a ve Resulüne hicret etmendir. Tövbe kabul edildiği sürece hicret bitmez. Güneş batıdan doğmadığı müddetçe tövbe kabul edilir. Güneş batıdan doğunca, her kalbe olduğu durum üzerine mühür vurulur ve insanlara amel bıraktırılır." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Şu dördü dışında kıyamet alâmetleri gelmiştir: Deccâl, Dâbbe, Yecûc ve Mecûc ve Güneş'in batıdan doğması. Allah'ın, kendisiyle amelleri sona erdireceği alâmet, Güneş'in batıdan doğmasıdır" deyip: “Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz" âyetini okudu ve: “Âyetten kastedilen Güneş'in batıdan doğmasıdır" dedi. Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Güneş'in batıdan doğduğu sabah bu ümmetten, maymun ve domuza dönüştürülecekler olacaktır. Amel defterleri dürülecek, kalemler kuruyacak ve artık kimsenin ne sevabı artacak, ne de günahı eksilecektir. Daha önce iman etmeyenin, o gün iman etmesi kendisine fayda vermeyecektir. Daha önce iman edip salih asmel yapmayanın o anda yaptığı iyilik te kabul edilmeyecektir." Abdürrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Hazret-i Âişe'nin şöyle dediğini bildirir: “Kıyametin ilk alâmeti çıktığı zaman, (amelleri yazan) kalemler atılır ve amel defterleri dürülür, hafaza melekleri hapsedilerek bedeni kişinin amellerine şahitlik eder." Ahmed, Abd b. Humeyd, Müslim, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şu altı şey gelmeden: Güneş'in battığı yerden doğmasından, Deccâl'dan, dumandan, Dâbbe'den, birinizin hassaten başına gelecek beladan ve halkın geneline gelecek fitneden önce; amellere devam etmeye bakınız. İbn Mâce'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Şu altı şey gelmeden: Güneş'in battığı yerden doğmasından, Deccâl'dan, dumandan, Dâbbe'den, birinizin hassaten başına gelecek beladan ve halkın geneline gelecek fitneden Önce, amellere devam etmeye bakınız." Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî)'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Kıyametin büyük alâmetleri yedi tanedir. Bunlardan biri olan Tufan geçmiştir ve altı tane kalmıştır..-Bunlar: Güneş'in batıdan doğması, duman, Deccâl, Dâbbetu'l-Arz, Yecuc ve Mecûc ve Sûr'a üflenmesidir." Abd b. Humeyd'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “İki ihtiyarın karşılaşıp, birinin diğerine: «Ne zaman doğdun?» diye sorup, diğerinin: «Güneş batıdan doğduğu zaman» cevabını vermedikçe kıyamet kopmaz." Abd b. Humeyd, Katâde'nin: “Kıyamet alâmetlerinin ipe dizilmiş boncuklar gibi peş peşe geleceğini söylerdik" dediğini bildirir. Abd b. Humeyd, Abdullah b. Amr'ın: “Kıyamet alâmetleri, bir ipe dizilmiş gibidir. İp koptuğu zaman peşpeşe gelirler" dediğini bildirir. İbn Mâce ve Hâkim, Ebû Katâde'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kıyametin (büyük) alâmetleri, daha önce gelecek olan iki yüz küçük alâmetten sonra gelecektir" buyurduğunu nakleder. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der kî: “Kıyamet alâmeti geldikten sonra insanlar namaz kılıp oruç tutar ve hac yaparlar. Allah, kıyamet alâmeti gelmeden önce amellerini kabul ettiği kişilerin o anki amellerini de kabul eder. Daha önce kabul etmediği kişilerin amelini ise o zaman da kabul etmez." İbn Merdûye, Ebû Umâme'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kıyametin ilk alâmeti, Güneş'in batıdan doğmasıdır" buyurduğunu nakleder. Hâkim, İbn Ömer'in şöyle dediğini bildirir: “İnsanlar Müzdelife'de denilen yerde gecelerler, Dâbbetu'f-Arz da üzerlerine gelir. Sabah olunca, kendilerini Dâbbetu'l-Arz'ın başıyla kuyruğu arasında bulurlar. Dâbbe, her mümine dokunur ve her münafığın ve kafirin burnuna gem vurur. O anda tövbe kapısı henüz açıktır. Sonra Deccâl çıkar ve müminler bir nezleye tutulur. Bu hastalık münafıkların ve kafirlerin kulağına girer ve sonunda bunların kulağı pişmiş gibi olur. Bu sırada tövbe kapısı yine açıktır. Bundan sonra Güneş batıdan doğar." İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Merdûye ve el-Ba's'ta Beyhakî, Huzeyfe b. Esîd'in şöyle dediğini bildirir: Biz aramızda kıyameti müzakere ederken Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) üst kattan bize bakıp: “Neyi müzakere ediyorsunuz?" diye sordu. Biz: “Kıyamet saatini müzakere ediyoruz" cevabını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “On alâmet görülmeden kıyamet kopmayacaktır: Dumanın çıkması, Deccâl'ın çıkması, İsa b. Meryem'in gönderilmesi, Yecûc ve Mecûc'un çıkması, Dâbbetu'l-Arz'ın çıkması, Güneş'in batıdan doğması, biri doğuda biri batıda bir diğeri de Arap yarımadasında meydana gelecek yere batma hadisesi, çöküntüler, Aden'in veya Yemen'in ortasından çıkacak bir ateşin insanları mahşere sürmesi. Bu ateş, onlarla beraber gelip gidecek ve onlarla beraber istirahat edecektir. " Beyhakî, Abdullah b. Amr'ın şöyle dediğini bildirir: Yecûc ve Mecûc'un çocuklarından biri ölmeden, onun sulbünden binden fazia kişi doğar. Onlardan hiç kimse geride bin veya daha fazla zürriyet bırakmadıkça ölmez. O Yecûc ve Mecûc'un arkasından sayılarını ancak Allah'ın bildiği üç ümmet daha olacaktır: Mensek, Tâvîl ve Târîs. Güneş'in doğduğu her gün bütün mahlûkat ona bakar. Battığı zaman secdeye kapanıp selam vererek tekrar doğmak için izin ister, ama kendisine izin verilmez. Sonra bir daha izin ister, yine doğmasına izin verilmez. Üçüncü defa izin isteyip izin verilmeyince: “Ey Rabbim! Kulların beni bekliyorlar ve yolum uzaktır" der, ama kendisine izin verilmez. İki veya üç gecelik bir süre geçince: “Battığın yerden tekrar çık" denilir. Güneş batıdan doğar ve bütün mahlûkat onu görür. Bize bildirildiğine göre Güneş'in batıdan doğması, daha önce iman etmeyenin, o an iman etmesinin fayda vermeyeceğinin delilidir. Güneş'in batıdan doğması üzerine insanlar altın tasadduk ederler, ama bu altınlar onlardan kabul edilmez ve: “Daha önce vermeniz gerekirdi" denilir. Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Mes'ûd, bir gün kendisiyle beraber oturanlara: “Yüce Allah'ın, "...onu kara bir balçıkta batar buldu...." âyetinden kastedilenin ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sorunca, oradakiler: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir" karşılığını verdiler. Bunun üzerine İbn Mes'ûd şöyle dedi: “Güneş battığı zaman, Arş'ın altında Yüce Allah'a secde eder ve Onu tesbih edip ta'zim eder. Doğacağı zaman da Yüce Allah'a secde eder ve Onu tesbih edip ta'zim ederek çıkmak için izin isteyince, çıkması için izin verilir. Doğmasına izin verilmeyeceği zaman gelince, Güneş yine Yüce Allah'a secde eder ve Onu tesbih edip ta'zim ederek çıkmak için izin ister; ama kendisine: “Yerinde dur!" denilir. Doğacağı zaman gelince tekrar secdeye kapanıp Allah'ı tesbih ve ta'zim eder ve izin ister. Yine kendisine: “Yerinde dur!" denilir ve iki gece miktarınca çıkmasına izin verilmez. Teheccüde kalkanlar Güneş'in doğmadığını görünce komşularına seslenip: “Ey falan, bu gece neler oluyor böyle? Uyuyup uykuya doydum, yoruluncaya kadar namaz kıldım" derler. Sonra Güneş'e: “Battığın yerden çık!" denilir. İşte o gün, "Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz." Saîd b. Mansûr, Haris b. Ebî Usâme ve Beyhakî, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Ömer bize hutbe verip şöyle dedi: “Ey insanlar! Bu ümmetten recm (cezasını)ı, Deccâl'ı, Güneş'in batıdan doğmasını, kabir azabını, şefaati ve cehennemde bir müddet yandıktan sonra oradan çıkacak bir topluluğun olacağını yalanlayacak bir topluluk çıkacaktır." Buhârî, Tarih'te, Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de ve İbn Asâkir, Ka,b(u'l-ahbâr),m şöyle dediğini bildirir: “Allah, Güneş'in batıdan doğmasını istediği zaman onu kutupta (ters) çevirir ve doğusunu batısında, batısını doğusunda yapar." İbn Merdûye zayıf isnâdla İbn Abbâs'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Allah, doğu tarafında yedinci denizin yanında karanlıktan dünya geceleri miktarınca perde yarattı. Güneş batacağı zaman geceyle görevli meleklerden biri gelir ve bu karanlıktan bir avuç alıp batıya doğru dönerek, şafağı gözetip parmak uçlanyla azar azar bu karanlığı bırakır. Şafak kaybolduğu zaman bütün karanlığı bırakır, sonra kanatlarını serer ve bu kanatlar yerleri ve gökleri kaplar. Melek, Allah'ı tesbih ve takdis ederek kanatlarıyla gecenin karanlığını yarar ve gece miktarınca zaman geçince batıya ulaşır. Bunun üzerine fecir doğudan çıkar. Melek kanatlarını kapatıp karanlığı ovucunda toplar ve sonunda karanlığı doğudan almış olduğu gibi bir avucunda tutar. Sonra bu karanlığı batıdaki yedinci denize koyar. Gece karanlığı bu denizden gelmektedir. O perde doğudan batıya çevrildiği zaman Sü'ra üflenir. Gündüz ışığı Güneş'ten, gece karanlığı ise o perdeden gelmektedir. Allah, kullarının tövbesini kabul ettiği sürece Güneş doğudan çıkıp batıda kaybolur. Güneş ve Ay battıkları zaman nereden çıkacakları konusunda izin isterler ve kendilerine izin verilmez. Güneş'in üç gün, Ay'ın ise iki gün çıkmasına izin verilmez. Güneş'in ve Ay'ın ne kadar süre kaybolduklarını insanların çoğu bilmez. Sadece insanların faziletlileri, Kur'ân ehli ve o gece vird yapan kişiler bilirler. Vird yapan, virdini bitirince bakar ve gecenin ilerlemediğini görür, tekrar virdine başlar. Virdini bitirip tekrar bakınca, gecenin ilerlemediğini görür. O gecenin uzunluğunu sadece Kur'ân ehli anlar. Kur'ân ehli birbirlerini çağırırlar ve mescitlerinde toplanıp dua edip ağlayarak geceyi geçirirler. O gecenin uzunluğu üç gece uzunluğundadır. Sonra Yüce Allah, Cibril'i Güneş ve Ay'a gönderir ve Cibril: «Yüce Allah! Battığınız yere dönüp oradan çıkmanızı emrediyor. Sizin için yanımızda ışık ve nur yoktur» der. Bunun üzerine Güneş ve Ay kıyamet gününden ve ölümden korkarak ağlarlar. Güneş ve Ay batıdan doğarlar ve bu durumda insanlar Allah'a yalvararak ağlarlar. Gafiller ise gafletlerine devam ederler. Bu sırada bir münadi: «Bilin ki, tövbe kapısı kapanmıştır ve Güneşle Ay batıdan doğmuştur» diye seslenir. İnsanlar bakarlar ve Güneşle Ayin simsiyah ve ışıksız olduğunu görürler. Yüce Allah'ın, «Güneş ve Ay toplanır» âyeti buna işaret etmektedir. İkisi de birbirine bağlanmış deve gibi birbirleriyle yükselmek için yarışırlar. Onları gören dünya ahalisi bağırmaya, anneler çocuklarını bırakmaya, hamileler çocuklarını düşürmeye başlarlar. Salihler ve iyilerin o gün ağlamaları kendilerine fayda eder ve bu ağlama kendilerine ibadet olarak yazılır. Fasık ve facirlerin ise o gün ağlamaları kendilerine fayda etmez ve bu ağlamaları kendileri için bedbahtlık olarak yazılır. Güneş ve Ay semanın ortasına gelince, Cibrîl gelip onları boynuzlarından tutar ve battıkları tarafa çevirir, ama batmalarına da izin vermez. Onları tövbe kapısının yanında batırır." Ömerb. el-Hattâb, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Tövbe kapısı nedir?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Ey Ömer! Allah, Batının arkasında tövbe için bir kapı yaratmıştır ve bu kapı cennet kapılarındandır. Bu kapının, inci ve mücevherlerle süslenmiş altından iki kanadı vardır. Her kanadın arasındaki mesafe, süvari olan birinin kırk yılda aşabileceği büyüklüktedir. Allah'ın, mahlûkatı yarattığı zamandan, Güneş ve Ay'ın batıdan doğacağı günün sabahına kadar, bu kapı açıktır. Hazret-i Âdem'den o güne kadar nasûh tövbe eden Allah'ın hiçbir kulu yoktur ki, onun tövbesi bu kapıdan girdikten sonra Allah'a sunulmuş olmasın." Mu'âz b. Cebel: “Ey Allah'ın Resûlü! Nasûh tövbe nedir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kulun pişman olması, o günahtan Allah'a sığınması, sonra, süt (çıktığı) memeye bir daha dönmedikçe işlemiş olduğu günaha bir daha dönmemesidir" buyurup şöyle devam etti: “Cibril, Güneş ve Ay'ı o kapıda batırır ve kapının iki kanadını da kapatır. Kapının kapanmasıyla, sanki daha önce bu iki kanadın arasında hiç aralık yokmuş gibi olur. Tövbe kapısı kapandığı zaman, artık hiçbir kulun tövbesi kabul edilmez, bundan sonra yapılan iyilikler kabul edilmez. Sadece daha önce iyilik yapanların iyilikleri kabul edilir. Daha önce kulların lehine ve aleyhine olan şeyler üzerine haklarında hüküm verilir. Yüce Allah'ın, «Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz» âyeti buna işaret etmektedir." Ubey b. Ka'b: “Ey Allah'ın Resûlü, anam babam sana feda olsun! Ondan sonra Güneş ve Ay'a ne olur? İnsanların ve dünyanın hali ne olur?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: “Ey Ubey! Ondan sonra Güneş ve Ay'a nurun tşığı giydirilir. Sonra daha önce olduğu gibi insanlara doğup batarlar. İnsanlar ise o âyetleri ve âyetlerin büyüklüğünü görünce dünyaya daha çok yapışırlar ve onu iman ederler. Onda nehirler akıtırlar, ağaçlar dikerler ve binalar yaparlar. Dünya ise, Güneş'in batıdan doğmasından, Sûr'a üfleneceği zaman arasında kişinin bir atı doğursa, doğan yavru binilecek yaşa gelecek kadar zaman geçmeyecektir. " Nuaym b. Hammâd, el-Fiten'de ve Hâkim, el-Müstedrek'te, Abdullah b. Mes'ûd'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Deccâl'ın merkebinin iki kulağı arası kırk arşındır. Her adımı ise üç günlük mesafedir. Deccâl, merkebiyle denizi, sizden birinin atıyla bir kanalı geçtiği gibi geçer. Deccâl: «Ben Âlemlerin rabbiyim. Şu Güneş ve Ay da benim iznimle hareket ederler. Onların doğmasına engel olmamı ister misiniz?» der ve Güneş'in doğmasına engel olacak ve bir günü bir ay gibi, bir haftayı da bir sene gibi yapacak. Sonra: «Güneş ve Ay'ın doğup batmasını sağlayayım mı?» diye sorup, bir günü, bir saat gibi yapacak. Bir kadın gelip: «Ey Rab! Oğlumu, kardeşimi ve kocamı dirilt» diyecek ve (kadın, Deccâl'ın onları dirilttiğini zannederek) şeytanı kucaklayacak. O gün insanların evleri şeytanlarla dolacak. Deccâl'a bir bedevi gelip: «Ey Rab! Develerimizi ve koyunlarımızı dirilt» diyecek, bunun üzerine Deccâl bu bedevilere, develerine ve koyunlarına benzeyen, onlarla aynı yaşta olan şeytanlar verecek. İnsanlar: «Eğer bu Rabbimiz olmasaydı, ölülerimizi diriltemezdi» diyecekler. Deccâl'ın yanında et suyundan, hiç soğumayan sıcak çorbadan bir dağ, akan bir nehir, bahçelerden ve yeşilliklerden bir dağ ile ateşten ve dumandan bir dağ vardır ki: «İşte bu, cennetim, bu cehennemim, bu yiyeceğim, bu da içeceğim!» diyecek. Beraberinde insanları uyarmak için Elyesa' (aleyhisselam) olup: «Bu sahtekâr Mesih'tir, ondan sakının, Allah ona lanet etsin!» diyecektir. Allah ona öyle bir hafiflik ve çabukluk verecektir ki, Deccâl ona yetişemeyecektir. Deccâl: «Ben, âlemlerin rabbiyim!» deyince, insanlar ona «Yalan söyledin!» diyecekler. Elyesa'(aleyhisselam) da: «İnsanlar doğru söyledi!» diyecektir. Elyesa' (aleyhisselam) Mekke'ye gelecek, orada büyük bir yaratıkla karşılaşacak, ona: «Sen kimsin?» diye sorunca, o da: «Ben Mikail'im. Allah beni, onu haremine sokmayayım diye gönderdi» cevabını verecek. Medine'ye uğradığında da büyük bir mahlûkla karşılaşacak ve: «Sen kimsin?» diye soracak. O da: «Ben Cibril'im, Allah beni, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hareminden onu men edeyim diye gönderdi» cevabını verecek. Deccâl Mekke'ye uğradığında Mikail'i görüp, kaçacak ve hareme giremeyecektir, o zaman bir nara atacak, Mekke'de bulunan bütün münafıklar yanına çıkacaktır. Medine'ye uğradığında da aynı şey olacaktır. O sırada Allah'ın, İstanbul'u fethetmeyi nasip ettiği cemaatle, Beyt-i Makdis'de bulunan Müslümanlardan, onlarla ülfeti bulunanlara bir uyarıcı gelecek. Deccâl, bu uyarıcıyı yakalayıp: «Şu, benim kendisine gücüm yetmediğini iddia eden kişiyi öldürün!» diyecek ve o zat, testereyle biçilecektir. Sonra Deccâl: «Ben, onu diriltirim» diyecek ve bu kişiye: «Kalk!» diyecek. Allah, Deccâl'a ondan başka bir nefsi diriltme izni vermeyecektir. Deccâl ona: «Ben, seni öldürdükten sonra diriltmedim mi?» deyince, o kişi: «Şimdi (senin Deccâl olduğun konusunda) inancım daha da arttı, ben Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), senin beni öldüreceğini, sonra Allah'ın izniyle diriltileceğimi müjdelediği kişiyim» karşılığını verecek. O zaman Deccâl, o uyarıcının derisine bakırdan levhalar koyacak ve onların silahlarından hiçbirisi kendisine tesir etmeyecektir. Bunu gören Deccâl: «Onu ateşime atın!» diyecek, Allah, o uyarıcıya ateş dağını yeşil bahçeler haline döndürünce, insanlar Deccâl hakkında şüpheye düşecektir. Bunun üzerine Deccâl, Beyt-i Makdis'e doğru süratle yola çıkıp, Efîk tepesine vardığında, gölgesi Müslümanların üzerine düşecek, onlar da, onunla savaşmak için yaylarına kiriş takacaklardır. O gün Müslümanların en kuvvetlisi, açlık ve zayıflıktan (dolayı, yatmayıp) çökebilen yahut oturabilenler olacaktır. O zaman Müslümanlar «Ey insanlar! Muhakkak ki size yardım gelmiştir» diye bir nida işiteceklerdir. Bunun üzerine onlar: «Bu söz, karnı tok olan birinin sözüdür» karşılığını verecekler. Yeryüzü, Rabbinin nuruyla aydınlanacak, Meryemoğlu İsa inecek ve: «Ey Müslümanlar! Rabbinize hamdedin ve O'nu tesbih edin!» diyecek. Müslümanlar da Hazret-i İsa'nın (aleyhisselam) dediğini yapacaklar. Deccâl ve adamları kaçmak isteyince, Allah onlara yeryüzünü daraltacak, yarım saatte (Filistin nahiyelerinden bir köy olan) Lüdd kapısına gelince, orada İsa'ya (aleyhisselam) rastlayacaklar ve onu görünce: «Namaz kıl!» diyecekler; Deccâl da: «Ey Allah'ın peygamberi! Namaz kılındı!» deyince, Hazret-i İsa (aleyhisselam): “Ey Allah'ın düşmanı! Sen, âlemlerin rabbi olduğunu iddia ediyorsun. O zaman kim için namaz kılıyorsun?" diyerek, kısa bir mızrakla vurup onu öldürecek. O zaman onun yardımcılarından hiçbir kimse; hiçbir şeyin arkasında kalamayıp, mutlaka o arkasına saklandığı şey: «Ey mümin! İşte bu, Deccâl'ın adamıdır, onu öldür!» diye seslenecek. Böylece Hazret-i İsa (aleyhisselam) ve inananlar kırk sene, hiçbir kimse ölmeden ve hiçbir fert hastalanmadan nimet içinde yaşayacaklar. Adam, koyunlarına ve hayvanlarına: «Gidin, otlayın!» diyecek, iki tarla arasında gezen hayvanlar bir başak bile yiyemeyecekler (hiçbir şeye. zarar vermeyeceklerdir. Yılanlar ve akrepler kimseye eziyet etmeyecek, yırtıcı hayvanlar, evlerin kapısında durup kimseye eziyet etmeyecektir. Adam bir ölçek buğdayı tarlayı sürmeden saçacak, ondan yediyüz ölçek mahsul çıkacaktır. Bu durum, Ye'cüc-Me'cüc'ün şeddi yıkmasına kadar devam edecek, sonra dalga dalga birbirine karışıp ifsada başlayacaklar. İnsanlar dua edip yardım istese de duaları kabul olmayacaktır. Hazret-i İsa'nın (aleyhisselam) Tur dağına sığındırdığı Müslümanlar, Allah'ın, kendilerine (dua kapısını) açtığı kimselerdir. Onlar dua edince, Allah, yeryüzünden, ayakları olan bir hayvan gönderecek, bu hayvan, onların kulaklarına girince hep birden öleceklerdir. Yeryüzü onlar(ın leşlerin)den öyle bir kokuşacaktır ki, hayatlarından daha kötü bir şekilde kokularıyla insanlara eziyet verecekler, insanlar Allah'tan yardım isteyince, Yüce Allah, Yemen'den kupkuru bir rüzgar gönderecek, bu rüzgar, insanlara bulut ve duman olacak ve onlara nezle isabet edecektir. Üç gün sonra kendilerindeki hal açılacak, kokan bu cesetler denize atılmış olacaktır. Çok geçmeden güneş batıdan doğacak, kalemler kurumuş, sayfalar dürülmüş olacak ve artık kimseden tövbe kabul edilmeyecektir. İblis secdeye kapanarak: «Ey İlah'ım! Dilediğine secde etmemi emret!» diyecek. Şeytanlar başına toplanarak ona: «Ey efendimiz! Kime feryat ediyorsun?» diye sorunca, o: «Ben, Rabbimden, ancak dirilme gününe kadar bana mühlet vermesini istemiştim. İşte güneş batısından doğdu ve bu, bilinen vakittir» diye cevap verecektir. Şeytanlar yeryüzünde açıkça dolaşmaya başlayacak; hatta bir kişi: «İşte beni azdıran arkadaşım buydu! Onu rüsvay eden Allah'a hamdolsun!» diyecektir. Dabbetü'l-arz çıkıp, kendisini öldürünceye kadar, İblis secdede ağlamaya devam edecektir. O günden sonra müminler, kırk sene her istedikleri kendilerine verilerek rahatlık içinde yaşayacaklar ve Dabbe'den sonra, kırk sene kendileri için tamamlanacaktır. Sonra ölüm onlara çabukça geri dönecek ve artık bir mümin kalmayacaktır. Kafirler, hayvanlar gibi yollarda çiftleşecekler. Hatta kişi, yolun ortasında annesiyle ilişki kuracak. Anneyle bir oğlu ilişkiye girdikten sonra diğeri gelip girecek. Bu kişilerin en iyisi: «Şayet bunu yaparken yolun kenarına çekilseydiniz daha iyi olurdu» diyecek Bu durum, nikâhla doğan hiç kimse kalmayıncaya kadar devam edecek Sonra Allah otuz yıl kadınları kısırlaştıracak ve hepsi zina yoluyla doğmuş ve insanların en şerlileri olacak İşte kıyamet bunların üzerine kopacaktır. " Taberânî ve İbn Merdûye, Abdullah b. Amrb. el-Âs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Güneş batıdan doğduğu zaman İblis secdeye kapanıp: «Ey İlahım! Dilediğine secde etmemi emret!» diye dua edip feryad edecek. Zebâniler başına toplanarak ona: «Ey şeytanların efendisi! Bu dua da ne oluyor!» deyince, İblis: «Ben, Rabbimden, ancak dirilme gününe kadar bana mühlet vermesini istemiştim. İşte güneş batısından doğdu ve bu, bilinen vakittir» diye cevap verecektir. Sonra Dâbbetu'l Arz, Safa'da bir çatlak (yarık) tan çıkar. Onun adımını ilk atacağı yer, Antakya'dır. İblis'e varıp onun ağzına gem takacaktır. " İbn Ebî Şeybe, Müslim, Nesâî, el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh ve el-Esmâ ve's- Sifât'ta ve Beyhakî'nin Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah, gündüz günah işleyenin tövbesini kabul etmek için gece elini açar, gece günah işleyenin tövbesini kabul etmek için gündüz elini açar. Bu durum, güneş battığı yerden doğuncaya kadar devam eder" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Amr der ki: “Güneş battığı yerden çıktığı zaman kişi biriktirdiği malına gidip onu sırtında taşıyarak: “Kim bunu alır?" diye sorar. Adama: “Bu malı neden dün getirmedin!" denilir ve malı kabul edilmez. Bunun üzerine adam, malı daha önce çıkardığı yere gelir ve onu yere atarak: “Keşke seni görmeseydim" der. İbn Ebî Şeybe, Cündüb b. Abdillah el-Becelî'nin şöyle dediğini bildirir: Huzeyfe'nin yanına girmek için üç defa izin istememe rağmen, girmem için izin vermedi. Geri döndüğümde, birini gönderip beni çağırdı ve: “Neden geri döndün?" diye sordu. Ben: “Uyuduğunu zannettim" cevabını verince, Huzeyfe: “Güneş'in nereden doğacağını görmeden uyumam" dedi. İbn Avn der ki: Bu olayı Muhammed (b. Sîrîn)'e anlattığımda: “Bunu, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından birçok kişi yapmıştır" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Seleme der ki: “Güneş'in batıdan doğacağı günün gecesi üç gece uzunluğundadır. O gece ibadet edenler kalkıp namaz kılacak, namazlarını bitirince Güneş'in doğup doğmadığına bakacaklar ve Güneş'in batıdan doğduğunu görecekler." Taberânî, Ebû Serîha Huzeyfe b. Esîd'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'ın, müminlerin canını almak için gönderdiği rüzgâr geldikten sonra güneş battığı yerden doğacak. Yüce Allah'ın Kitab'ında zikrettiği âyet budur" dediğini bildirir. Nuaym b. Hammâd, el-Fiten'de Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Şu beş şeyden hangisinin ilk alâmet olduğunu ve hangisi geldiği zaman daha önce iman etmeyenin o alâmet geldiğinde iman etmesinin fayda vermeyeceği veya yaptığı iyiliğin kabul edilmeyeceğini bilmiyorum: Güneş'in batıdan doğması, Deccâl, Yecüc ve Mecüc, Duman ve Dâbbetu'l-Arz." Nuaym b. Hammâd, el-Fiten'de İbn Abbâs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Güneş batıdan doğduğu zaman anneler çocuklarını, sevenler sevdiklerini bırakacak ve her nefis karşılaşacağı şeylerle meşgul olacak. Bundan sonra kimsenin tövbesi kabul edilmeyecek. Sadece daha Önce ihsan sahibi olanlar için daha önce olduğu, gibi yaptıklarının sevabı yazılacaktır. Kâfirler için ise Güneş'in batıdan doğmasıyla pişmanlık başlayacaktır. Güneş batıdan doğduktan sonra doğmuş olan bir tay binilecek yaşa gelmeden kıyamet kopacaktır. İnsanlar çarşıda, alışveriş yaparken,. bir elbisenin pazarlığını yapan iki kişi alışverişi bitirmeden ve elbise dürülmeden, kişi, elindeki lokmayı ağzına götüremeden kıyamet kopacaktır." Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra: “Senden azabı acele bekliyorlar. Eğer süre belirtilmiş olmasaydı azap onlara hemen gelirdi. Ama yine de onlar farkına varmadan başlarına ansızın gelecektir" âyetini okudu. 159"Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktun Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir." İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilmeden önce Yahudiler ve Hıristiyanlar ihtilafa düşmüştü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilince, "Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir" âyeti nazil oldu. en-Nehhâs, Nâsih'te bildirir: İbn Abbâs, "Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir" âyetini açıklarken şöyle dedi: Gruplara ayrılanlar Yahudi ve Hıristiyanlardır. Bunlar, İslam'ı ve kendilerine emredilen dini bırakıp fırkalara ayrılmışlardır. Âyet, Mekke'de nazil olmuş, "Kitap verilenlerden, Allah'a, âhiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın" âyetiyle ise neshedilmiştir. Ebu'ş-Şeyh'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) sözü, "Değişik topluluklar" anlamındadır. Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre "Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar..." âyetinden kastedilenler bu ümmettendir. Hakîm et-Tirmizî, İbn Cerîr, Taberânî, Şîrâzî, el-Elkâb'da ve İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre "binlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar..." âyetinden kastedilenler bu ümmetin, bid'at ve heva ehlidir. Abd b. Humeyd, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre "Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar..." âyetinden kastedilenler Harûri'lerdir (Haricilerdir). İbn Ebî Hâtim, en-Nehhâs ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Ğâlib'e "Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar..." âyeti sorulunca şöyle dedi: “Ebû Umâme bana, Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) naklen bu kişilerin Hariciler olduğunu söyledi." Hakîm et-Tirmizî, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Şâhîn, İbn Merdûye, Ebû Nu'aym, el-Hilye'de, Ebû Nasr es-Siczî, el-İbâne'de ve Beyhakî Şuabu'l-îtnan'da, Hazret-i Ömer'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Âişe'ye şöyle buyurdu: “Ey Âişe! «Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar...» âyetinde kastedilenler, bu ümetin bid'at, heva ve dalâlet ehlidir. Bunların tövbesi yoktur. Ey Âişe! Bid'at ve heva ehli dışındaki her günah sahibinin tövbesi vardır. Sadece bunların tövbesi yoktur. Ben onlardan uzağım ve onlar da benden uzaktır. " Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur. Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib, bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti (.....) şeklinde okuduğunu duydum. Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre "Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar..." âyetinden kastedilenler Yahudiler ve Hıristiyanlardır. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar..." âyetinden kastedilenler Yahudilerdir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Süddî'nin, "Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: Yahudi ve Hıristiyanlar dinlerini terk ettiler ve fırkalara ayrıldılar. Önce Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) onlarla savaşmak emredilmedi, sonra Tevbe Sûresinde nazil olan âyetle onlarla savaşması emredildi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in Ebu'l-Ahvas'tan bildirdiğine göre "Senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur" sözünden kastedilen, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) onlardan berî olmasıdır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Murre et-Tayyib: “Kişi, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisinden berî (uzak) olmasından sakınsın" deyip, "Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir" âyetini okudu. İbn Menî, Müsned'de ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ümmü Seleme, "Kişi, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisinden berî olmasından sakınsın" deyip, "Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir" âyetini okudu. Abd b. Humeyd Hasan(-ı Basrî'nin) şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Osmân öldürüldüğü gün Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) zevcelerinden birinin, kolunu duvarla perde arasından çıkarmış: “Allah ve Resûlü bizi, dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlardan berî kılmıştır" diye seslendiğini gördüm. Hakîm et-Tirmizî, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) azatlısı Eflah'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ümmetim için en çok şu üç şeyden korkuyorum: Revaların dalâleti (sapık mezhepler), karın ve cinsel organ konusunda nefsanî isteklere tabi olmak ve kendini beğenmek" buyurduğunu nakleder. 160"Kim ortaya bîr iyilik koyarsa ona on katı verilir; ortaya bir kötülük koyan ise ancak misliyle cezalandırılır; onlara haksızlık yapılmaz" Abd b. Humeyd, Saîd b. Cübeyr'in şöyle dediğini bildirir: “Kim ortaya bir iyilik koyarsa ona on katı verilir; ortaya bir kötülük koyan ise ancak misliyle cezalandırılır; onlara haksızlık yapılmaz" âyeti nazil olduğu zaman, Müslümanlardan bir kişi: “Ey Allah'ın Resûlü! Lâ ilâhe illallah kelimesi iyilik midir?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): hem de iyiliklerin en üstünüdür" cevabını verdi. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebû Nu'aym ve el-Hilye'de, İbn Mes'ûd'un, "Âyette geçen iyilikten kastedilen, Lâ ilâhe illallah kelimesi kelimesidir" dediğini bildirir. İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen iyilikten kastedilen Lâ ilâhe illallah kelimesi kelimesidir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), "Âyette geçen iyilikten kastedilen, Lâ ilâhe illallah kelimesi kelimesidir" buyurduğunu bildirir. İbn Cerîr, Rabî'nin şöyle dediğini bildirir: Bu âyet nazil olduğu zaman her ay üç gün oruç tutarlar, mallarının onda birini fakirlere verirlerdi. Daha sonra Ramazan orucu ve zekatı emreden âyetler nazil oldu. Ahmed, Buhârî, Müslim, Nesâî ve İbn Hibbân'ın bildirdiğine göre Abdullah b. Amr b. el-Âs der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yaşadığım sürece gündüzü oruçlu, geceyi ise ibadetle geçireceğim" dediğim haber verilince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana bunu söyleyip söylemediğimi sordu. Ben: “Evet, söyledim ey Allah'ın Resûlü!" cevabını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Buna gücün yetmez. Bazen oruç tut, bazen tutma, bazen uyu bazen kalkıp ibadet yap ve her aydan üç gün oruç tut. Her iyiliğe on kat sevap verilir. Bu üç günü oruçlu geçirmen senin için bütün seneyi oruçlu geçirmen gibidir" buyurdu. Ahmed, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Ebû Zer'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Her aydan üç gün oruç tutan seneyi oruçlu geçirmiş gibidir." Yüce Allah Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözünü tasdik için, "Kim ortaya bir iyilik koyarsa ona on katı verilir; ortaya bir kötülük koyan ise ancak misliyle cezalandırılır; onlara haksızlık yapılmaz" âyetini indirerek, her gün için on gün sevabı verildiğini bildirdi. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Zer der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Allah'ın Resûlü! Bana, beni cennete yaklaştıracak ve cehennemden uzaklaştıracak bir amel öğret" dediğimde: "Bir kötülük yaptığın zaman, peşinden bir iyilik yap. Bu iyiliğe on kat sevap verilir" buyurdu. Ben: “Ey Allah'ın Resûlü! Lâ ilâhe illallah kelimesi iyiliklerden sayılır mı?" diye sorduğumda, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu kelime iyiliklerin en güzelidir" cevabını verdi. İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Ebû Hureyre, "Kim ortaya bir iyilik koyarsa ona on katı verilir; ortaya bir kötülük koyan ise ancak misliyle cezalandırılır; onlara haksızlık yapılmaz" âyeti kim hakkında inmiştir?" diye sorunca, "Müslümanlar hakkında" dedik. Bunun üzerine Ebû Hureyre: “Hayır vallahi! Bu âyet sadece Bedeviler hakkındadır. Muhacirlerin ve Ensar'ın iyiliklerinin karşılığı yedi yüz kattır" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre bu âyet, Bedeviler hakkındadır. Muhacirlerin iyiliklerinin karşılığı yedi yüz kattır. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, İbn Ömer'in şöyle dediğini bildirir: “Bu âyet bedeviler hakkında inmiştir. Muhacirlere verilecek sevaplar ise daha fazladır." Bir lafızda ise: “Ey Ebû Abdirrahman! Muhacirlerin iyiliğinin karşılığı nedir?" diye sorulunca, İbn Ömer: “Onların sevabı bundan daha çoktur" deyip: “Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz, zerre kadar iyilik olsa onu kat kat arttırır ve yapana büyük ecir verir" âyetini okudu ve: “Allah bir şeye büyük dediği zaman, o şey büyüktür" dedi. Ahmed, Ebû Saîd ve Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Kim, Cuma günü gusledip misvak kullanır, yanındaki güzel kokulardan sürünüp, en güzel kıyafetlerini giyer, sonra mescide gelerek insanların omuzlarının üzerinden aşmadan içeri girip namaz kılarsa, sonra imam geldiği zaman konuşmadan namazım bitirirse, bu yaptıkları önceki Cumadan o Cumaya kadar olan günahlarına kefaret olur." Ebû Hureyre ise gün sayısının üç gün daha fazla olduğunu söyler ve: “Allah her iyiliğe on kat sevap vermiştir" derdi. İbn Ebî Hâtim bildirdiğine göre Katâde, bu âyeti açıklarken der ki: Bize bildirildiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) : “Kul, iyilik yapmak isteyip yapamazsa ona bir sevap yazılır. Kötülüğe niyet edip sonra yaparsa, kendisine sadece bir günah yazılır" derdi. Ahmed, Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Esmâ ve's- Sifât'ta, İbn Abbâs'tan naklettiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Yüce Allah'tan şöyle bildirdi: “Bir kimse bir iyilik yapmaya niyetlenir de yaparsa, kendisine on iyilik sevabı yazılır ve bu sevabı yedi yüze ve daha fazlasına kadar çıkar. Kim bir kötülük yapmaya niyetlenir de sonra vazgeçerse, Allah onun için tam bir iyilik sevabı yazar. Eğer bu kişi o kötülüğü yaparsa, Allah o kimse için bir günah yazar veya o günahı da siler. Bütün bunlardan sonra Allah'a karşı, ancak kendisini helak etmek isteyen helak olur. " Ahmed, Müslim, İbn Mâce, İbn Merdûye ve Beyhakî, Ebû Zer'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Yüce Allah şöyle buyurur: «Kim bir iyilik yaparsa, bu kişiye on kat veya daha fazla sevap verilir. Kim bir kötülük yaparsa, bu kişiye ya sadece bu kötülüğün günahı yazılır veya affedilir. Kim, yeryüzü doluşunca günah işler, sonra huzuruma, Bana hiçbir şeyi ortak koşmadan çıkarsa, işlediği günahlar miktarınca kendisine mağfiret ederim. Kim Bana bif karış yaklaşırsa, Ben ona bir arşın yaklaşırım. Kim bana bir arşın yaklaşırsa Ben ona bir kulaç yaklaşırım, Bana yürüyerek gelene Ben koşarak giderim.»" Tirmizî, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Sözü hak olan Yüce Allah: «Kulum bir iyilik yapmak istediği zaman ona bir sevap yazınız. Eğer niyet ettiği iyiliği yaparsa, kendisine on kat sevap yazınız. Eğer bir kötülük yapmayı içinden geçirirse onu yazmayın, şayet o kötülüğü işlerse ona bir günah yazın. Şayet ondan vazgeçerse ona bir sevap yazın» buyurdu." Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu söyledikten sonra, "Kim ortaya bir iyilik koyarsa ona on katı verilir; ortaya bir kötülük koyan ise ancak misliyle cezalandırılır; onlara haksızlık yapılmaz" âyetini okudu. Ebû Ya'lâ, Enes'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim bir iyilik yapmak ister de yapamazsa, ona bir sevap yazılır. Eğer bu iyiliği yaparsa ona on sevap yazılır. Bir kötülüğe niyet edip yapmayana bir şey yazılmaz. Eğer niyet ettiği kötülüğü yapacak olursa bir günah yazılır" buyurduğunu nakleder. Taberânî, Ebû Mâlik el-Eş'arî'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder. "Cuma, kendisiyle diğer Cuma ve üç gün fazlası arasındaki günahlara bir kefarettir. Çünkü Yüce Allah: «Kim ortaya bir iyilik koyarsa ona on katı veriliri buyurmaktadır." İbn Merdûye, Osmân b. Ebi'l-Âs'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “İyiliğe on katı sevap verilir" buyurduğunu nakleder. İbn Merdûye, Abdullah b. Amr b. el-Âs'ın şöyle dediğini bildirir: “Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bana her ay üç gün oruç tutmamı emretti ve bunun bütün seneyi oruçlu geçirmek gibi olduğunu söyledi. Çünkü her iyiliğe on katı sevap verilir." İbn Merdûye, Hazret-i Ali'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Her ay üç gün oruç tutmak, tüm seneyi oruçlu geçirmek gibidir. Çünkü her gün on gün oruç sevabı verilir. «Kim ortaya bir iyilik koyarsa ona on katı verilir» âyeti buna işaret etmektedir." Hatîb, aynı hadisi Hazret-i Ali'den onun sözü olarak nakletmiştir. Ahmed'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Allah, Âdemoğlunun, oruç duşındaki iyiliklerine on kattan yedi yüz kata kadar sevap vermiştir. Yüce Allah oruç için: «O, benimdir ve Onun sevabını ancak Ben veririm» buyurmaktadır." İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Hibbân'ın İbn Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “İki özellik vardır ki bunlara devam eden Müslüman cennete girer. Bu iki şey çok kolaydır ama bunları yapan çok azdır. Her namazın arkasından on sefer «Sübhânallah», on kez «Elhamdülillah», on kez «Allahu ekber» demek. İşte bunlar günde beş vakit namazda söylendiği takdirde yüz elli eder. Allah iyiliklere bire on verdiği için Mizan'da binbeşyüz eder. İkinci özellik: Yatacağı zaman otuz dört «Allahu ekber», otuz üç defa «Elhamdülillah» ve yine otuz üç defa «Sübhânallah» demektir. Bu, dilde yüz, fakat Mizan'da bindir. Hangi biriniz bir gece ve gündüzde iki bin beş yüz günah işler?" İbn Ebî Şeybe, Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bir hastayı ziyaret eden veya yolda eziyet veren bir şeyi kaldıran kişiye on kat sevap verilir" buyurduğunu nakleder. Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: “Kur'ân'ı öğrenip okuyunuz. Ondan her harf için on sevap alırsınız. Ben, (.....) on sevap demiyorum, (.....) harflerinin toplam sevabı otuzdur. Yüce Allah'ın, «Kim ortaya bir iyilik koyarsa ona on katı verilir» âyeti buna işaret etmektedir." Ahmed, Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Hureym b. Fâtik'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “İnsanlar dört, ameller ise altı kısımdır: (Cenneti veya cehennemi) vacip kılan ameller ise iki kısımdır. Yapılana misliyle karşılık ve on katından yedi yüz katına kadar sevap vermek. Kâfir olarak ölene cehennem vacip olur. Mümin olarak ölene ise cennet vacip olur. Kul kötülük yaptığı zaman sadece misliyle cezalandırılır. Kul iyilik yapmak istediği zaman kendisine bir sevap yazılır. Bu kul iyiliği yaptığı zaman kendisine on kat sevap yazılır. Kul, Allah yolunda infakta bulununca kendisine yedi yüz kat sevap verilir. İnsanlar dört kısımdır: Dünyada ve âhirette bolluk içinde olan kişi, dünyada bolluk, âhirette ise darlık içinde olan kişi, dünyada darlık içinde, âhirette ise bolluk içinde olan kişi ve hem dünyada, hem de âhirette darlık içinde olan kişi. " İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Müslüman kulun yaptığı her iyiliğe yedi kattan yedi yüz kata kadar sevap verilir" buyurdu. İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah, bir iyiliğe bir milyon sevap verir" buyurduktan sonra, "Kim ortaya bir iyilik koyarsa ona on katı verilir.. ." âyetini okudu. Ebû Dâvûd et-Tayâlisî, İbn Hibbân ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Ebû Osmân'ın şöyle dediğini bildirir: Ebû Hureyre ile bir yolculuktayken yemek hazırlandı ve Ebû Hureyre'ye haber gönderdik. Gönderdikleri kişi gelip Ebû Hureyre'nin oruçlu olduğunu söyleyince yemek konuldu ve bu sırada Ebû Hureyre gelip yemeye başladı. Oradakiler, çağırması için gönderdikleri adama bakınca, adam: “Neden bakıyorsunuz? Vallahi oruçlu olduğunu söyledi" dedi. Ebû Hureyre: “Doğru söyledi" deyip şöyle devam etti: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ramazan ayında ve her aydan üç gün oruç tutmak, bütün seneyi oruçlu geçirmek gibidir" dediğini duydum. Ben Allah'ın sevabının kat kat olmasından dolayı oruç tuttum, verdiği ruhsat ile de orucumu bozdum" dedi. İbn Hibbân'ın lafzı şu şekildedir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):"Her aydan üç gün oruç tutmak, bütün seneyi oruçlu geçirmek gibidir" dediğini duydum. Her aydan üç gün oruç tuttum ve böylece ayın tümünü oruçlu geçirmiş gibiyim. Bu sözümü, Yüce Allah'ın Kitabındaki: “Kim ortaya bir iyilik koyarsa ona on katı verilir ..." âyeti doğrulamaktadır." Tayâlisî, Ahmed ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Ezrak b. Kays'tan, Temîm oğullarından bir adamın şöyle dediğini bildirir: Yanımızda Ebû Zer olduğu halde Muâviye'nin kapısındayken, Ebû Zer, oruçlu olduğunu söyledi. Muâviye'nin yanına girdiğimizde sofralar kuruldu ve Ebû Zer yemeye başladı. Ben ona bakınca: “Neyin var?" diye sordu. Ben: “Oruçlu olduğunu söylememiş miydin?" karşılığını verince, Ebû Zer: “Evet. Sen Kur'ân okudun mu?" diye sordu. Ben: “Evet" cevabını verince, Ebû Zer: “Sadece müfred olan kısmını okuyup, sevapların kat kat verildiğini bildiren âyet olan, «Kim ortaya bir iyilik koyarsa ona on katı verilir» âyetini okumamış olmayasın" deyip şöyle devam etti: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Ramazan ayında ve her aydan üç gün oruç tutmak, kalpteki bozukluğu giderir» dediğini duydum" ' dedi. Ben: “Kalpteki bozukluk ne demektir?" diye sorunca ise: “Şeytanın kalbe bıraktığı pislik demektir" cevabını verdi. Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, bim ve Beyhakî'nin Ebû Eyyûb el- Ensârî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ramazan ayını oruçla geçirip ondan sonra altı gün oruç tutmak, tüm seneyi oruçlu geçirmek gibidir" buyurdu. Ahmed ve Beyhakî, Câbir b. Abdillah'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ramazan ayını oruçla geçirip ondan sonra altı gün oruç tutmak, tüm seneyi oruçlu geçirmek gibidir" buyurduğunu nakleder. Bezzâr ve Beyhakî'nin Sevbân'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ramazan ayım oruçla geçirip ondan sonra altı gün oruç tutmak, seneyi oruçlu geçirmek gibidir" buyurdu. Ahmed ve Beyhakî, Sevbân'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ramazan'da bir ay oruç tutmak, on ay oruç tutmak gibidir. Ondan sonra tutulacak olan altı gün oruç ta iki aya bedeldir. Bu da senenin hepsini oruçlu geçirmek gibidir" buyurduğunu nakleder. İbn Mâce'nin Sevbân'dan bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ramazandan sonra altı gün oruç tutan, senenin hepsini oruçlu geçirmiş gibidir" buyurup, "Kim ortaya bir iyilik koyarsa ona on katı verilir..."âyetini okudu. Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre Ebû Seleme b. Abdurrahman b. Avf şöyle dedi: “Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), Medine'de verdiği ilk hutbede kalkıp, Allah'a layıkıyla hamd ve sena ettikten sonra şöyle dedi: “Ey insanlar! Kendiniz için, önden âhiret azığı olacak şeyler gönderiniz. Elbette, bilirsiniz ki; her biriniz ölecek ve davarını çobansız bırakacaktır! Sonra Rabbi ona tercümansız, perdedarsız olarak: «Sana Resûlüm gelip emirlerimi tebliğ etmedi mi? Ben sana mal verdim, ihsanda bulundum. Sen kendin için (âhiret azığı olarak) ne gönderdin?» buyuracak. O da, sağına soluna bakacak, hiçbir şey göremeyecek. Sonra önüne bakacak. Önünde de cehennemden başka birşey göremeyecek. Öyle ise yarım hurma ile de oha cehennemden kendisini korumaya gücü yeten kimse, hemen o hayrı işlesin. Onu bulamayan da, güzel bir sözle kendisini korumaya çalışsın. Çünkü bir iyiliğe on mislinden yedi yüz misline kadar sevab verilir. Selam ve Allah'ın rahmet ve bereketleri üzerinize olsun." Sonra Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ikinci bir hutbe verip şöyle dedi: "Allah'a hamd olsun! Allah'a hamd eder ve O'ndan yardım dilerim. Nefislerimizin şerlerinden ve kötü amellerinden, Allah'a sığınırız. Allah'ın doğru yola ilettiğini hiç kimse saptıramaz! Saptırdığını da hiç kimse doğru yola iletemez! Şehadet ederim ki: Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur! O, birdir; O'nun ortağı yoktur! Sözlerin en güzeli, Yüce Allah'ın Kitab'ıdır. Allah kimin kalbini Kur'ân'la süsler ve onu küfürden sonra İslâmiyete sokar, o da Kur'ân'ı insanların sözlerine tercih ederse, işte o kimse felah bulmuş, kurtulmuştur. Doğrusu, Allah'ın kelamı sözlerin en güzeli, en belâgatlısıdır. Allah'ı seveni seviniz! Allah'ı candan gönülden seviniz. Allah'ın kelamından, zikrinden usanmayınız. Allah'ın kelamından, kalbinize kasvet ve darlık gelmesin. Çünkü Allah'ın kelamı, herşeyin üstününü ayırıp seçer, amellerin hayırlısını, kulların seçkinlerini ve, kıssaların iyisini zikreder. Helal ve haram olan herşeyi beyan eyler. Artık Allah'a ibadet ediniz ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayınız. O'ndan gereği gibi sakınınız. Dilinizle söylediğiniz güzel sözlerinizle Allah'ı tasdik ve ikrar ediniz. Allah'ın ihsan ettiği rahmetle birbirinizi seviniz. Muhakkak biliniz ki: Allah, ahdinin bozulmasına gazab eder. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun." 161"De kî: Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, Allah'ı birleyen İbrâhîm'in dinine iletti. O, ortak koşanlardan değildi" Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, bu âyeti (.....) şeklinde harfini esre, (.....) harfini ise nasb ve şeddesiz şekilde okumuştur. Ahmed, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, İbn Ebzâ'dan, o da babasının şöyle dediğini bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) sabahladığı zaman: “İslam fıtratı, ihlâs kelimesi, peygamberimiz Muhammed'in dini ve muvahhid olan İbrâhîm'in milleti üzere sabahladık. O (İbrahim) müşriklerden olmadı" derdi. Akşam olduğu zaman da aynı şeyleri söylerdi. 162Bkz. Ayet:163 163"De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir. O nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben Müslümanların İlkiyim." Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre Ebû Mûsa şöyle dedi: “Her müslümanın, Allah'ın Kitab'ından bir şey okurken, "De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir" âyetini okumasını isterdim." İbn Ebî Hâtim'in Mukâtil'den bildirdiğine göre âyette geçen namazdan kastedilen, farz namazdır, (.....) kelimesi ise hac mânâsındadır. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre âyette geçen kelimesi kurban mânâsındadır. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi hac ve kurban mânâsındadır. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, hac ve umrede kesilen kurban mânâsındadır. Abdürrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi kurban mânâsındadır. "Ben Müslümanların ilkiyim" sözünden kastedilen ise, bu ümmetten olduğunu bildirmektir. Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Fâtıma! Kalk ve kurbanının kesilmesine şahit ol. Kurbanının kanından düşen ilk kandamlasıyla bütün günahların bağışlanır. (Kurbanın kesilmesine şahitlik ederken): «Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir. O'nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben müslümanların ilkiyim» de" buyurdu. Ben: “Ey Allah'ın Resûlü! Bu dediğin sadece sana ve ailene verilmiş bir ayrıcalık mı? Yoksa bütün Müslümanlar için geçerli mi?" diye sorduğumda Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bütün Müslümanlar için geçerlidir" cevabını verdi. 164"De kî: Allah her şeyin Rabbi iken ben ondan başka Rab mı arayacağım? Herkesin kazanacağı yalnız kendisine aittir. Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. Ve O, uyuşmazlığa düştüğünüz gerçeği size haber verecektir" Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) sözünden kastedilen, kimsenin başkasının günahından sorumlu olmayacağıdır. Hâkim'in Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Zinadan doğan çocuğun, anne babasının işlediğinden dolayı bir sorumluluğu yoktur" buyurmuş ve, "Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez" âyetini okumuştur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ebî Muleyke der ki: Amr b. Ebân b. Osmân'ın annesi vefat edip cenaze defin için hazır olunca, İbn Ömer ağlama sesi duydu ve: “Şunların ağlamasını engellemeyecek misin? Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Ölü, dirinin kendisi için ağlamasıyla azab görür» buyurdu" dedi. Ben, Hazret-i Âişe'ye gidip İbn Ömer'in anlattığını kendisine bildirince, Hazret-i Âişe: “Vallahi! Sen bana yalan söylemeyen ve yalancılıkla itham edilmeyen birinden haber veriyorsun; ama kulak hata edebilir. Kur'ân'ın, "Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez" âyeti sizin için yeterli değil mi?" dedi. Abdürrezzâk, İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebî Hâtim, Urve'den bildiriyor: Hazret-i Âişe'ye, zinadan olan çocuğun durumu sorulunca: “Anne babasının hatasından dolayı sorumlu değildir" deyip, "Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez" âyetini okudu. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Şa'bî: “Zinadan olan çocuk üç kişinin (annesi, babası ve kendisi) en hayırlısıdır" dedi. Ka'b ise: “Zinadan doğan çocuk, üç kişinin en şerlisidir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez" âyetini açıklarken: “Allah, kula başkasının günahını yüklemez ve onu ancak amelinden sorumlu tutar" demiştir. 165"Verdikleriyle denemek için sîzi yeryüzünün halifeleri kılan ve kiminizi kiminize derecelerle üstün yapan O dur. Doğrusu Rabbinin cezalandırması süratlidir. Şüphesiz O bağışlar, merhamet eder." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî, "Verdikleriyle denemek için sizi yeryüzünün halifeleri kılan ve kiminizi kiminize derecelerle üstün yapan O'dur. Doğrusu Rabbinin cezalandırması süratlidir. Şüphesiz O, bağışlar, merhamet eder" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Daha önceki nesilleri helak edip bizleri onların yerine geçirdi ve bizi rızık konusunda onlardan üstün kıldı." İbn Ebî Hâtim'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre âyette geçen halife kılmaktan kasıt, nesilleri birbirinin yerine geçirmesidir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mukâtil'den bildirdiğine göre âyette geçen, kimini kiminden üstün yapmaktan kasıt, fazilet ve zenginlikteki üstünlüktür. Denemekten kastedilen ise, fakirle zengini, eşraftan olanla avâmdan olanı, hür ile köleyi kendilerine verilenlerle denemektir. |
﴾ 0 ﴿