A’RÂF SÛRESİ

İbn'u'd-Durays, en-Nehhâs, Nâsih'te, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de, değişik kanallarla İbn Abbâs'tan, A'râf Sûresinin Mekke'de nazil olduğunu bildirir.

İbn Merdûye'nin Abdullah b. ez-Zübeyr'den bildirdiğine göre A'râf Sûresi, Mekke'de nazil oldu.

İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde der ki: A'râf Sûresinin "Onlara, deniz kıyısındaki kasabanın durumunu sor. Cumartesi yasaklarına tecavüz ediyorlardı. Cumartesileri balıklar sürüyle geliyor, başka günler geliniyorlardı. Biz onları, yoldan çıkmaları sebebiyle böylece deniyorduk" âyeti Medine'de nazil olmuştur. Diğer âyetleri ise Mekke'de inmiştir.

Ahmed, Buhârî, Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn Huzeyme ve Taberânî, İbn Cüreyc vasıtasıyla, İbn Ebî Muleyke'den, o Urve b. ez-Zübeyr'den, o da Mervân b. el- Hakem'in şöyle dediğini bildirir: Zeyd b. Sâbit bana:

“Sen niçin akşam namazlarında Kısaru'l-Mufassal (denilen kısa sûreleri) okuyorsun? Hâlbuki ben Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) akşam namazında en uzun iki sûrenin uzununu (=Tûlâ et-Tûleyeyn) okurken görmüştüm" dedi. (Râvî İbn Ebi Müleyke) dedi ki (Urve'ye):

“Tûla et-Tûleyeyn nedir?" diye sorduğumda:

“A'râf Süresidir" cevabını verdi. İbn Cüreyc der ki:

“Aynı soruyu İbn Ebî Müleyke'ye sorduğumda, (hiç kimsenin rivâyetine başvurmadan) kendiliğinden "Mâide ve A'râf Sûreleridir" cevabını verdi.

Taberânî, Zeyd b. Sâbit'in:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bize akşam namazını kıldırırken A'râf Sûresini sonuna kadar okuduğunu gördüm" dediğini bildirir.

Semmûye, Fevâid'de, Zeyd b. Sâbit'in:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) akşam namazında en uzun iki sûrenin uzununu (=Tûlâ et-Tûleyeyn) okurdu" dediğini nakleder.

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Hâkim ve Taberânî, Ebû Eyyûb ve Zeyd b. Sâbit'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) akşam namazının iki rekatında A'râf Sûresinin tamamını okuduğunu bildirir.

Beyhakî, Sünen'de , Hazret-i Âişe'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) akşam namazının iki rekatında A'râf Sûresinin tamamını okuduğunu bildirir.

1

"Elif, Lâm, Mim, Sâd"

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, eî-Esmâ ve's-Sifât'ta Beyhakî ve İbnu'n-Neccâr'ın, Tarih'te İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....), "Ben Allah'ım, açıklarım, genişçe anlatırım" demektir.

İbn Cerîr'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre (.....), "Ben Allah'ım, açıklarım, genişçe anlatırım" demektir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ali (b. Ebi Talha) vasıtasıyla İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“(.....) ve benzeri âyetler, Allah'ın kendileriyle yemin ettiği âyetlerdir ve Allah'ın isimlerinden birer isimdir."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre (.....) âyetinin mânâsı, şekil veren anlamında olan "el-Musavvir" kelimesinin kısaltılmışıdır.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el- Kurazî, (.....) âyetinin mânâsı hakkında:

“(.....), Allah lafzından, (.....) Rahman lafzından, (.....) ise Samed lafzından gelmektedir" dedi.

Ebu'ş-Şeyh'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Ben doğru söyleyen Allah'ım" mânâsındadır.

2

Bkz. Ayet:4

3

Bkz. Ayet:4

4

"Sana bir Kitap indirildi. Onunla insanları uyarman ve inananlara öğüt vermen için kalbine bir darlık gelmesin. Rabbinizden size indirilen Kitab'a uyun, O ndan başka dostlar edinerek onlara uymayın. Pek az öğüt dinliyorsunuz. Biz nice kentleri yok etmişizdir; geceleyin veya gündüz uykularında iken baskınımıza uğramışlardır."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs (.....) kelimesinin şüphe anlamında olduğunu söyleyip bir bedeviye:

“Siz kelimesini hangi mânâda kullanırsınız?" diye sorunca, bedevi:

“Bir işi şüpheli, hakikati bilinmez hale koymak için karıştırmak, mânâsında kullanırız" cevabını verdi.

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) sözü, "Ona karşı sende bir şüphe olmasın" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre kelimesi şüphe mânâsındadır.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk, (.....) kelimesinin sıkıntı mânâsında olduğunu söylemiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde, âyette geçen indirilen Kitab'dan kastedilen Kur'ân'dır.

5

"Azabımız onlara geldiğinde çağırışları, «Biz gerçekten zalîm kişilermişiz» demelerinden başka bir şey olmadı"

İbn Ebî Hâtim, İbn Mes'ûd'un:

“Bir kavim; kendini ma'zûr görmeyecek duruma gelinceye kadar (günahları ve ayıpları iyice çoğalmaksızm) helak olmaz" dedikten sonra, "Azabımız onlara geldiğinde çağırışları, "Biz gerçekten zalim kişilermişiz" demelerinden başka bir şey olmadı" âyetini okuduğunu bildirir.

İbn Cerîr, İbn Mes'ûd'dan aynı hadisi merfû olarak nakletmiştir.

6

Bkz. Ayet:7

7

"And olsun kî, kendilerine peygamber gönderilenlere soracağız, peygamberlere de soracağız. And olsun ki, yaptıklarını kendilerine bir bir anlatacağız, zira onlardan uzak değildik."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Beyhakî, el-Ba's'ta, İbn Abbâs'ın, "And olsun ki, kendilerine peygamber gönderilenlere soracağız, peygamberlere de soracağız. And olsun ki, yaptıklarını kendilerine bir bir anlatacağız, zira onlardan uzak değildik" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“İnsanlara, peygamberlerin getirdikleri hükümlere uyup uymadıklarını mutlaka soracağız. Kendileriyle hükümlerimizi gönderdiğimiz peygamberlere de, bu hükümleri tebliğ edip etmediklerini elbette soracağız. Kıyamet günü kitap (amel defterleri) konulacak ve onların yaptıklarını söyleyecektir."

Abd b. Humeyd'in Ferkad'dan bildirdiğine göre (.....) âyetinde kastedilenlerden biri, peygamberler, diğeri de meleklerdir. "And olsun ki, yaptıklarını kendilerine bir bir anlatacağız, zira onlardan uzak değildik" sözü ise Yüce Allah'ın sözüdür.

İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) sözünden kastedilen, insanlara "Lâ ilâhe illallahı kabul edip etmediklerinin sorulacağıdır. (.....) sözünden kastedilen ise Cibrîl'dir.

İbn Ebî Hâtim'in Süfyân es-Sevrî'den bildirdiğine göre "And olsun ki, kendilerine peygamber gönderilenlere soracağız, peygamberlere de soracağız" âyetinden kasıt, peygamberlerin tebliğ edip etmediğinin ve insanların bu tebliğe ne karşılık verdiğinin sorulmasıdır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Kâsım Ebû Abdirrahman bu âyeti okuyup şöyle dedi: Kıyamet günü kula şu dört şey sorulacaktır: Yüce Allah şöyle buyuracaktır:

“Ben sana beden vermedim mi, onu nerede eskittin? Sana ilim vermedim mi, bu ilimle nasıl amel ettin? Sana mal vermedim mi, bu malı Bana itaatte mi, yoksa isyanda mı harcadın? Sana ömür vermedim mi, ömrünü neyle geçirdin?"

Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh, Vuheyb b. el-Verd'in şöyle dediğini bildirir: Bana bildirildiğine göre Yüce Allah'a en yakın olan İsrafil'dir. Arş, İsrafil'in iki küreği arasındadır. Vahiy ineceği zaman Levh, Arş tarafından sarkıtılır ve İsrafil'in alnına değer. İsrafil Levh'e bakıp Cibrîl'i çağırır ve vahyi onunla gönderir. Kıyamet günü İsrafil çağrılır ve böğrü (endişeden) titrer bir şekilde getirilip:

“Levh'in sana teslim ettiğini ne yaptın?" diye sorulur. İsrafil:

“Ey Rabbim! Onu Cibril'e teslim ettim" cevabını verince, Cibril çağrılır ve böğrü (endişeden) titrer bir şekilde getirilip:

“İsrafil'in sâna teslim ettiği şeyi ne yaptın?" diye sorulur. Cibrîl:

“Ey Rabbim! Peygamberlere tebliğ ettim" cevabını verince, peygamberler çağrılır ve böğürleri (endişeden) titrer bir şekilde getirilip:

“Cibril'in size teslim ettiği şeyi ne yaptınız?" diye sorulur. Peygamberler:

“Ey Rabbimiz! Onu insanlara tebliğ ettik" cevabını verirler. Yüce Allah'ın, "And olsun ki, kendilerine peygamber gönderilenlere soracağız, peygamberlere de soracağız" âyeti buna işaret etmektedir.

Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Ebû Sinan'ın şöyle dediğini bildirir:

“Yarattıkları arasında Allah'a en yakın olan Levh'tir. Levh, Arş'a asılıdır. Allah, bir şey vahyetmek istediği zaman Levh'e yazılır ve Levh gelip İsrâfil'in alnına vurur. İsrafil yüzünü kanatlarıyla kapatmıştır ve Allah'a olan ta'zîminden dolayı bakışlarını kaldırmaz. İsrafil Levh'e bakar ve eğer Levh'te yazılı olan şey sema halkına ait bir şeyse onu Mîkâil'e, yeryüzü halkına aitse Cibril'e teslim eder. Kıyamet günü ilk olarak hesaba çekilecek olan Levh'tir. Levh çağrılır ve böğrü (endişeden) titrer bir şekilde getirilip:

“Tebliğ ettin mi?" diye sorulur. Levh:

“Evet" cevabını verince, Yüce Allah:

“Sana kim şahitlik yapar?" diye sorar. Levh:

“İsrafil şahitlik yapar" cevabını verince, İsrâfil çağrılır ve böğrü (endişeden) titrer bir şekilde getirilip:

“Levh sana tebliğ etti mi?" diye sorulur. İsrâfil:

“Evet" cevabını verince, levh:

“Beni hesabın kötülüğünden kurtaran Allah'a hamd olsun" der. Sonra öbürlerine de aynı şey sorulur.

Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini bildirir: Kıyamet günü Yüce Allah:

“Ey İsrafil! Seni vekil tayin ettiğim şeyi(n hesabını) ver" buyurunca, İsrâfil:

“Evet ey Rabbim! Sur'da şu kadar delik, şu kadar insan ruhu, şu kadar cin ruhu, şu kadar şeytan ruhu, şu kadar yırtıcı hayvan canı, şu kadar kuş canı, şu kadar hayvan canı, şu kadar arslan canı ve şu kadar balık canı vardır" der. Yüce Allah:

“Onları Levh'ten al" buyurunca, İsrâfil saydıklarının ne fazla, ne de eksik olduğunu görür. Yüce Allah:

“Ey Mîkâil! Seni vekil tayin ettiğim şeyi(n hesabını) ver" buyurunca, Mîkâil:

“Evet ey Rabbim! Gökyüzünden şu kadar ölçek, şu kadar miskal, şu kadar kırat, şu kadar hardal tanesi ağırlığı, şu kadar zerre (yağmur, dolu ve kar) indirdim. Falan sene de şu kadar, falan ayda şu kadar, falan haftada şu kadar, falan gün şu kadar, falan saşt şu kadar indirdim. Bunların şu kadarını ekinlere, şeytanlara şu kadar, insanlara şu kadar, hayvanlara şu kadar, yırtıcı hayvanlara şu kadar, kuşlara şu kadar, balıklara şu kadar, aslanlara şu kadar indirdim. Bunların hepsi ise şu kadar eder" karşılığını verip te Yüce Allah:

“Onları Levh'ten al" buyurunca, Mîkâil saydıklarının ne fazla ne de eksik olduğunu görür. Sonra Yüce Allah: Ey Cibrîl! Seni vekil tayin ettiğim şeyi(in hesabını) ver" buyurunca, Cibrîl:

“Evet ey Rabbim! Falan peygamberine, şu kadar âyet indirdim. Bu âyetlerin şu kadarı falan ayda, şu kadarı falan haftada, şu kadarı falan günde indirdim. Falan peygamberine de şu kadar ayet, şu kadar sûre indirdim. Bu sûrelerde şu kadar ayet, şu kadar harf vardır. Şu kadar şehri helak ettim ve şu kadarını da yere batırdım" der. Yüce Allah:

“Onları Levh'ten al" buyurunca, Cibrîl saydıklarının ne fazla ne de eksik olduğunu görür. Sonra Yüce Allah: Ey Azrâîl! Seni vekil tayin ettiğim şeyi(in hesabını) ver" buyurunca, Azrail:

“Evet ey Rabbim! Şu kadar insanın, şu kadar cinin, şu kadar şeytanın, şu kadar suda boğulanın, şu kadar yangında ölenin, şu kadar kafirin, şu kadar şehidin, şu kadar yıkıntı altında kalanın, şu kadar hayvan tarafından sokulanın, şu kadar düzlükte olanın, şu kadar dağda olanın, şu kadar kuşun, şu kadar arslanın, şu kadar yırtıcı hayvanın canını aldım. Bunların toplamı şu kadar eder" der. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Onları Levh'ten al" buyurunca, Azrâil saydıklarının ne fazla, ne de eksik olduğunu görür.

Ahmed, Muâviye b. Hayde'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Rabbim beni çağırıp: «Kullarıma tebliğde bulundun mu?» diye soracak, ben: «Ey Rabbim! Onlara tebliğ ettim» cevabını vereceğim. Burada olanlarınız, burada olmayanlara tebliğ etsin. Sonra sizler ağızlarınıza konuşmamanız için gem vurulmuş bir şekilde çağrılacaksınız. Sizden ilk olarak ortaya çıkacak şey, baldırınız ve avuçlarınızdır. "

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Tâvus bu âyeti okuyup:

“İdareci, idaresinde olan halktan, erkek, ev halkından, kadın kocasının evinden, köle efendisinin malından hesaba çekilecektir" demiştir.

Buhârî, Müslim, Tirmizî ve İbn Merdûye, İbn Ömer'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hepiniz çobansınız hepiniz güttüğünden sorumlusunuz. İnsanların idaresini üstlenen devlet başkam halkından sorumludur. Erkek çoluk çocuğundan sorumludur. Kadın da, kocasının evinden sorumludur. Köle efendisinin malından sorumludur" buyurduğunu nakleder.

İbn Hibbân ve Ebû Nuaym, Enes'ten Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah, her çobandan güttüğünün hesabını, onu muhafaza mı etti, yoksa ihmal mi etti diye soracaktır. Hatta erkek ailesinden hesaba çekilecektir" buyurduğunu nakleder.

Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta, sahih isnâdla Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hepiniz çobansınız, hepiniz güttüğünden sorumlusunuz. Sorulacağınız şeylere cevap hazırlayınız" buyurdu. Sahabe:

“Cevabı nedir?" diye sorunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Güzel amellerdir" cevabını verdi.

Taberânî, M. el-Kebîf de, Mikdâm'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir topluluğu idare eden her kişi kıyamet günü elinde sancakla onların önünde gelir. İdare ettikleri kişiler de onu takip ederler. Bu kişi idare ettiklerinden, onlar da idarecilerinden dolayı hesaba çekilir" buyurduğunu nakleder.

Taberânî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“On kişiye idareci olan hiç kimse yoktur ki, kıyamet günü onlardan dolayı hesaba çekilmesin" buyurdu.

Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki:

“Allah, her çobandan güttüğünü iyi mi idare ettiğinin yoksa ihmal mi ettiğinin hesabını soracaktır. Hatta erkek, çoluk çocuğundan hesaba çekilecektir."

Taberânî, M. el-Evsat'ta, Enes'ten Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kıyamet günü kulun hesaba çekileceği ilk şey namazıdır. Eğer namazı düzgün olursa, kurtuluşa erer. Namazı düzgün olmazsa kaybeder ve zararlı çıkar. "

8

Bkz. Ayet:9

9

"Gerçek tartı kıyamet günündedir, Tartıları ağır gelenler, işte onlar kurtulanlardır. Tartıları hafif gelenler, âyetlerimize yaptıkları haksızlıklardan ötürü kendilerini mahvetmiş olanlardır"

Lâlekâî, es-Sünne'de ve Beyhakî, el-Ba's'ta, Ömer b. el-Hattâb'ın şöyle dediğini bildirir: Bazı kişilerle Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında otururken, yoldan gelmiş bir hali olmayan ve içimizden kimsenin tanımadığı bir adam çıkageldi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gidip, önüne namazda oturulduğu şekilde oturdu, elini Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dizlerinin üstüne koydu ve:

“Ey Muhammed! İslam nedir?" diye sordu. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İslâm, Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allattın resûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Hac ve umre yapman, cünüplükten temizlenmen, abdesti tastamam alman ve ramazan orucunu tutmandır" buyurunca, adam:

“Eğer bunları yaparsam ben Müslüman olur muyum?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet" cevabını verince, adam:

“Doğru söyledin ey Muhammed! Peki, İman nedir?" diye sordu. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, Cennete, cehenneme ve Mîzan'a, öldükten sonra dirilmeye, kadere, hayrına ve şerrine iman etmendir" cevabını verince, adam:

“Eğer bunları yaparsam ben mümin olur muyum?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet" cevabını verince, adam:

“Doğru söyledin" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözü, adalet manasındadır. (.....) sevapların ağır gelmesi, (.....) ise sevapların hafif gelmesidir.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebî Hâtim Ubeydullah b. el-Ayzâr'dan şöyle bildirir: Kıyamet günü ayaklar sadaktaki oklar gibi olacaktır. O gün mutlu olan, basabileceği yer bulabilendir. Mizân'ın yanında bir melek:

“Bilin ki, falan oğlu falanın terazisi ağır gelmiştir ve artık hiçbir zaman bedbaht olmayacağı bir mutluluğa kavuşmuştur. Bilin ki, falan oğlu falanın da terazisi hafif gelmiştir. Bu kişi de artık hiçbir zaman mutlu olamayacağı bir bedbahtlığa düşmüştür" diye seslenecektir.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre (.....) sözünden kastedilen amellerin tartılmasıdır.

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebû Nuaym, el-Hitye'de, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini bildirir:

“Ameller son amellere göre tartılır. Allah bir kul hakkında hayır dilerse onun son amelini hayır kılar. Hakkında hayır istemediği kişinin de son amelini şer kılar."

İbn Ebî Hâtim bildirdiğine göre Hâris el-A'var der ki:

“Hak(ka uymak), hak ehli için Mizan'da ağır geldiği gibi ağır (zor) gelir. Yina batıl ehli için batıl(a uymak), Mizan'da hafif geldiği gibi hafif (kolay) gelir."

İbnu'l-Münzir ve Lâlekâî'nin Abdulmelik b. Ebî Süleymân'dan bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî)'nin yanında Mizan'dan bahsedilince:

“Mizan'ın dili ve iki kefesi vardır" dedi.

Ebu'ş-Şeyh'in Kâ'b(u'l-ahbâr)'dan bildirdiğine göre Mizan, Beytu'l- Makdis'te iki ağacın arasında konulacaktır.

İbn Ebi'd-Dünyâ, İbn Cerîr ve Lâlekâî, Huzeyfe'nin şöyle dediğini bildirir:

“Kıyamet günü Mizan'larla görevli olan melek Cibrîl'dir. Cibrîl, bazılarının sevaplarını veya günahlarını alıp bazılarına yükleyecektir. Zalimin sevaplarından alıp mazluma verecektir. Eğer zalimin sevapları yoksa mazlumun günahlarından alınıp zalime verilecektir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Kelbî, Ebû Sâlih'ten, İbn Abbâs'ın "Gerçek tartı kıyamet günündedir..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: Mizan'ın dili ve iki kefesi vardır. "Tartıları ağır gelenler, işte onlar kurtulanlardır. Tartıları hafif gelenler, âyetlerimize yaptıkları haksızlıklardan ötürü kendilerini (ve Cennetteki makamlarını) mahvetmiş olanlardır."

Abdürrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde, "Tartıları ağır gelenler, işte onlar kurtulanlardır" âyetini açıklarken şöyle dedi:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ailesinden biri:

“Ey Allah'ın Resûlü! İnsanlar kıyamet günü ailesini hatırlayacak mı?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şu üç yerde hatırlamayacaktır: Mizan'ın yanında, amel defterlerinin ellerde uçuştuğu günde ve Suat'ta" cevabını verdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Kıyamet günü insanlar hesaba çekilirler ve sevapları günahlarından bir fazla olan cennete girer. Günahları sevaplarından bir fazla olan da cehenneme girer." Sonra İbn Abbâs:

“Gerçek tartı kıyamet günündedir. Tartıları ağır gelenler, işte onlar kurtulanlardır. Tartıları hafif gelenler, âyetlerimize yaptıkları haksızlıklardan ötürü kendilerini mahvetmiş olanlardır" âyetlerini okuyup şöyle dedi:

“Mizan, bir sevap veya günahla ağır veya hafif gelir. Günahlarıyla sevapları eşit olanlar ise A'râf ehlindendir ve bunlar Sırat'ta bekletilirler."

İbn Ebi'd-Dünyâ, Kitabu'l-İhlâs'ta, Ali b. Ebî Tâlib'in şöyle dediğini bildirir:

“Dış dünyası/zahiri, iç dünyasından/batınından daha tercihe şayan olan kişinin Mizan'ı kıyamet günü hafif gelir. İç dünyası, dış dünyasından daha tercihe şayan olan kişinin ise kıyamet günü Mizan'ı ağır gelir."

Ebu'ş-Şeyh'in Câbir'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kıyamet günü Mizan konulup sevaplar ve günahlar tartılır. Sevapları günahlarından ağır gelen cennete girer, günahları sevaplarından ağır olanlar ise cehenneme girerler."

Bezzâr, İbn Merdûye, Lâlekâîve Beyhakî, Enes'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Mizanla görevli bir melek vardır. Kıyamet günü kul getirilir ve Mizan'ın iki kefesi arasında durdurulur. Sevap kefesi ağır gelirse, melek mahlukatın duyacağı bir sesle: «Falan oğlu falan, hiçbir zaman bedbaht olmayacak şekilde mutlu oldu» diye seslenir. Eğer sevap kefesi günah kefesinden hafif gelirse, melek: «Falan oğlu falan, hiçbir zaman mutlu olamayacak şekilde bedbaht oldu» diye seslenir."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvûd, el-Âcurrîeş-Şerîa'da, Hâkim ve Beyhakî el-Ba's'ta bildirir: Hazret-i Âişe Cehennem ateşini hatırlayıp ağlayınca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Seni ağlatan nedir?" diye sordu. Hazret-i Âişe:

“Cehennem ateşini hatırladım da onun için ağlıyorum" deyip, "Siz kıyamet gününde aile halkınızı hatırlayacak mısınız?" diye sordu. Bunun üzerine Hazret-i peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Üç yer var ki orada kimse kimseyi hatırlamaz: Ameller tartılırken terazisinin hafif mi yoksa ağır mı geldiğini öğreninceye kadar. Kendisine amel defterinin verileceği sırada (yani): «Alın kitabımı okuyunsözü söylendiği zaman, kitabının sağından soluna mı yoksa arkasına mı nereye konulacağını bilinceye kadar. Sırat'tın cehennemin üstüne konulduğu zaman" buyurdu.

Hâkim, Selmân'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kıyamet günü Mizan konulur. Eğer semalar ve yeryüzü Mizan'da tartılsaydı sığardı. Melekler: «Ey Rabbim! Bu Mizan kim için tartacak?» diye sorunca, Yüce Allah: «Yaratıklarımdan dilediklerim için» karşılığını verecek. Melekler: «Seni noksanlıklardan tenzih ederiz. Biz Sana hakkıyla ibadet etmedik» derler. Sonra kılıç gibi keskin (ince) olan Sırat konulacak. Melekler: «Bunun üzerinden kimi (geçirip) kurtaracaksın?» diye sorunca, Yüce Allah: «Yarattıklarımdan dilediklerimi» karşılığını verecek. Bunun üzerine melekler yine: «Seni noksanlıklardan tenzih ederiz. Biz Sana hakkıyla ibadet etmedik» diyecekler. "

İbnu'l-Mübârek Zühd'de, el-Âcurrî eş-Şerîa'da ve Lâlekâî, Selmân'ın şöyle dediğini bildirir: İki kefesi olan Mizan konulur, eğer onun bir kefesine gökler ve yeryüzü konulsa sığardı. Melekler:

“Bununla kim tartacak?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Mahlûkatımdan kimi istersem o tartacaktır" buyurur. Bunun üzerine melekler:

“Seni noksanlıklardan tenzih ederiz. Biz Sana hakkıyla ibadet etmedik" derler.

İbn Merdûye, Hazret-i Âişe'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah, Mizan'ın kefelerini gökler ve yeryüzü büyüklüğünde yaratmıştır. Sıratı ise kılıç gibi keskin (ince) yaratmıştır.

Melekler: «Ey Rabbimiz! Bundan kimi geçireceksin?» diye sorunca Allah: «Dilediğimi geçireceğim» buyurdu."

Beyhakî, Şuabul-îman'da, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Mizan'ın bir dili ve sevapların ve günahların tartıldığı iki kefesi vardır. Sevaplar en güzel sûrette getirilip Mizan'ın kefesine konulur ve bu sevaplar günahlardan ağır gelince alınıp Cennetteki menziline konulur. Sonra mümine:

“Ameline yetiş" denir ve mümin cennete gidip ameli vasıtasıyla, cennetteki yerini öğrenir. Günahlar en çirkin sûrette getirilir ve Mizan'ın kefesine konulur. Günahlar hafif gelince, -ki batıl her zâman hafiftir- Cehennemdeki yerine atılıp, günahların sahibine:

“Ameline, cehenneme yetiş" denir. Bu kişi cehenneme gider, ameli vasıtasıyla cehennemdeki yerini ve Allah'ın ona hazırladığı azab türlerini bilir." İbn Abbâs devamla şöyle der:

“Cennetlikler ve cehennemlikler, Cuma namazından dönen topluluğun evlerini tanımasından daha iyi tanırlar."

Tirmizî ve el-Ba's'ta Beyhakî, Enes'ten bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), kıyamet günü bana şefaatçi olmasını söylediğimde:

“Dediğini yapacağım" karşılığını verdi. Ben:

“Ey Allah'ın Resûlü! Seni nerede arayayım?" diye sorduğumda, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Beni Suat'ta ara" buyurdu. Ben:

“Eğer Sırat'ta bulamazsam nerede arayayım?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Mizan'ın yanında ara" karşılığını verdi. Ben:

“Eğer Mizan'ın yanında da bulamazsam" deyince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Havz'ın yanında ara. Muhakkak bu üç yerden birinde bulunurum" buyurdu.

Ahmed, Tirmizî, İbn Mâce, Hâkim, İbn Merdûye, Lâlekâî ve Beyhakî, el- Ba's'ta, Abdullah b. Amr'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir:

“«Ümmetimden bir kişi herkesin önünde çağrılıp o kişi aleyhinde doksan dokuz dosya açılacaktır. Her bir dosyanın boyu gözün görebildiği mesafe kadar olacaktır. Yüce Allah, ona: «Bunlardan bir şeyi reddediyor musun? Amel muhafızım kâtip melekler sana haksızlık yapmışlar mıdır?» diye soracak. Bu kişi: «Hayır ya Rabbi!» diye cevap verecektir. Sonra Yüce Allah: «Herhangi bir mazeretin var mı?» buyuracako kimse: «Hayır ya Rabbi» diye cevap verecektir. Bunun üzerine Allah şöyle buyuracak: «Evet yanımızda sana ait makbul bir amelin vardır ve bugün sana asla haksızlık edilmeyecektir.» Üzerinde: «Ben şehadet ederim ki Allah'tan başka gerçek ilah yoktur Muhammed de onun kulu ve Resulüdür'» yazılı bir kağıt parçası çıkarılacak ve Allah: «Kendi tartında kendin bulun» diyecektir. O kişi de: «Ya Rabbi! Bu tek kağıt parçasının bu dosyalar karşısında ağırlığı ne olur ki!» diyecek. Bunun üzerine ona: «Bugün sana asla zulmetmeyecek» denilecek. Dosyalar bir kefeye, o kelimenin yazılı olduğu kağıt diğer kefeye konulacak ve dosyalar hafif gelip kağıt ağır basacaktır. Allah'ın ismi yanında hiç birşey ağır basamaz."

Ahmed hasen isnâdla Abdullah b. Amr'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kıyamet günü teraziler konulur ve kişi alınıp (sevapları) bir kefeye, günahları ise diğer kefeye konulur. Mizan'ın günah olan kefesi ağır gelince cehenneme gönderilir. Adam alınıp götürülürken Rahman'ın katından bir ses: «Acele etmeyiniz, acele etmeyiniz! Daha teraziye konulmamış (güzel) ameli vardır» diye seslenir. Sonra üzerinde «Ben şehâdet ederim ki Allah'tan başka gerçek ilah yoktur Muhammed de onun kulu ve Resûlüdür» yazılı bir kağıt parçası getirilir ve adamın güzel amelleriyle aynı kefeye konulunca, kağıdın bulunduğu kefe ağır basar. "

İbn Ebi'd-Dünyâ ve İbn Abdilberr en-Nemerî, Kitabu'l-İlm'de Abdullah b. Amr'ın şöyle dediğini nakleder: Hazret-i Âdem'in, Arş'ın üzerinde Allah tarafından verilmiş bir yeri vardır. Hazret-i Âdem'in üzerinde yeşil iki giysi vardır ve boyu uzun bir hurma ağacı gibidir. Hazret-i Âdem, çocuklarından Cennete ve Cehenneme götürenlere bakar ve bu sırada Hazret-i Muhammed'in ümmetinden bir adamın cehenneme götürüldüğünü görünce:

“Ey Ahmed, ey Ahmed!" diye seslenir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Buyur ey insanlığın babası!" karşılığını verince, Hazret-i Âdem:

“Ümmetinden olan şu adam cehenneme götürülmekte" der. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), izarını yukarı kaldırarak meleklerin peşinden koşar ve:

“Ey Rabbimin elçileri! Bekleyiniz!" der. Melekler:

“Biz, Allah'ın bize emrettikleri konusunda Ona isyan etmeyen, acımasız ve güçlü melekleriz" karşılığını verirler. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) onlardan ümidini kesince sağ eliyle sakalını tutup yüzünü Arş'a dönüp:

“Ey Rabbim! Ümmetim konusunda beni mahcup etmeyeceğini vaad etmiştin" der. Arş'ın yanından:

“Muhammed'e itaat edin ve bu kulu makama tekrar götürün" diye bir ses duyulur. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), kemerinin altından Besmele çekerek bir kağıt çıkarır, Mizan'ın sağ kefesine atar, bunun üzerine adamın sevapları günahlarından ağır basar ve:

“Falan oğlu falanın terazisi ağır geldi ve mutlu oldu. Onu cennete götürün" diye seslenilir. Adam:

“Ey Allah'ın elçileri! Bekleyin de Rabbi katında değerli olan şu kulun kim olduğunu sorayım" deyip:

“Annem babam sana feda olsun! Senin yüzün ne kadar güzel, yaratılışın ne iyi! Beni bu zorluktan kurtaran, sen kimsin?" diye sorar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ben senin peygamberin Muhammed'im. Bu da bana getirdiğin salâvatlardır. Bu salâvatlar en çok ihtiyacın olduğu zamanda işine yaradı" der.

Taberânî, M. el-Evsat'ta, Câbir'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Mizan'a konulacak ilk şey, kulun ailesine harcadığı nafakasıdır" buyurduğunu nakleder.

Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Lâlekâî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İki kelime vardır ki, dilde hafif, terazide ağır ve Rahman olan Allah'a da pek sevimlidir. Bu kelimeler: «Allah'ı hamd ile noksanlıklardan tenzih ederim ve Yüce Allah'ı noksanlıklardan tenzih ederim» kelimeleridir" buyurdu.

Taberânî, İbn Abbâs'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Canım elinde olana yemin ederim ki, semalar, yeryüzü, bu ikisinin üstünde, arasında ve altındakiler getirilip Mizan'ın bir kefesine, Kelime-i şahadet diğer kefeye konsa, Kelime-i şehadet hepsinden ağır gelirdi. "

İbn Ebi'd-Dünyâ, Bezzâr, Ebû Ya'lâ, Taberânî ve Beyhakî ceyyid isnâdla, Enes'ten bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Zer ile karşılaşınca:

“Sana, bedenin için hafif Mizan'da ise başka şeylerden daha ağır gelecek bir şeyi bildireyim mi?" diye sordu. Ebû Zer:

“Evet ey Allah'ın Resûlü!" karşılığını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Güzel ahlaklı olmaya ve (gerekmediği müddetçe konuşmayarak) susmaya bak. Canım elinde olana yemin ederim ki mahlûkat, bu ikisi gibi (üstün olan başka) bir şeyle amel etmemiştir" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Meymûn b. Mihrân'ın şöyle dediğini bildirir: Ümmü'd- Derdâ'ya:

Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) bir şey duymadın mı?" diye sorduğumda:

“Evet duydum. Bir gün yanına girdim ve: «Mizân'a konulacak ilk şey güzel ahlâktır» buyurduğunu duydum" dedi.

Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn Hibbân ve Lâlekâî, Ebu'd-Derdâ'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kıyamet günü Mizan'a, güzel ahlâktan daha ağır bir şey bırakılamaz" buyurduğunu nakletmiştir.

Taberânî, M. el-Evsat'ta, Ömer b. el-Hattâb'ın şöyle dediğini bildirir: Allah yolunda bir deve bağışladım ve daha sonra onun doğurduğu develerden birini satın almak istedim. Bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorduğumda:

"Onu bırak ki, kıyamet günü bağışladığın deve, yavrularıyla Mizan'ına gelsin" buyurdu.

Ebû Nuaym, İbn Ömer'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kıyamet günü, kardeşinin bir ihtiyacını giderenin Mizan'inin yanında dururum. Eğer Mizan'ındaki sevapları ağır gelmezse kendisine şefaatçi olurum" buyurduğunu nakleder.

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed, Zühd'de Muğîs b. Sumeyy'den ve Mesrûk'ten şöyle bildirir: Bir rahip, manastırında altmış yıl ibadet ettikten sonra bir gün semadaki yağmura bakıp:

“Çıkıp kimseyi görmeden su içsem ve abdest alıp tekrar yerime dönsem" deyip manastırından çıktı. Bu sırada karşısına bir kadın çıkıp giysilerini açtı. Rahip dayanamayıp kadınla ilişkiye girdikten sonra bir su birikintisine girip yıkanırken ölüm kendisine geldi. Rahip ölürken yanından bir dilenci geçince, dilenciye elbisesinde olan ekmeği almasını işaret etti ve dilenci ekmeği aldı. Rahip ölünce altmış yıllık ibadeti getirilip bir kefeye, işlediği günah öbür kefeye kondu. Günahın bulunduğu kefe ağır basınca dilenciye verdiği ekmek getirilip amelinin bulunduğu kefeye konunca sevap kefesi ağır geldi."

Taberânî, el-Evsat'ta, Sefîne'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şu beş şey Mizan'da ne kadar da ağırdır: «Sübhânallah, Elhamdülillah, Lâ ilahe illallah, Allahu Ekber ve kendinden evvel ölen salih evlat sebebi ile beklediği ecir»" buyurduğunu nakleder.

Ebû Ya'lâ ve İbn Hibbân, Amr b- Hureys'ten Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hizmetçinin işlerinden hafiflettiğin şeylerin sevabı Mizan'ında karşına çıkacaktır" buyurduğunu nakletmiştir.

İbn Asâkir, zayıf isnâdla Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Abdest alıp (azaları) temiz giysiyle silmekte sakınca yoktur. Abdest azalarını silmemek ise daha faziletlidir. Çünkü abdest, kıyamet günü diğer amellerle beraber tartılacaktır" buyurduğunu nakleder.

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, Saîd b. el-Müseyyeb'in abdest aldıktan sonra mendile kurulanmayı kerih görüp:

“Abdest (suyu) Mizan'da tartılacaktır" dediğini bildirir.

Tirmizî ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre Zührî:

“Abdestten sonra mendille kurulanmak, her damlasının Mizan'da tartılacağı için mekruh görülmüştür" dedi.

el-Murhibî, Fadlu'l-îlm'de, İmrân b. Husayn'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kıyamet günü âlimlerin mürekkebi ve şehitlerin kanı tartılır; âlimlerin mürekkebi şehitlerin kanından daha ağır gelir" buyurduğunu nakleder.

Deylemî, İbn Amr ve İbn Ömer'den aynı hadisi nakletmiştir.

İbn Abdulberr, Fadlu'l-İlm'de , İbrâhim en-Nehaî'nin şöyle dediğini bildirir:

“Kıyamet günü kişinin ameli getirilir ve terazinin kefesine konulunca hafif gelir. Sonra bulutlar gibi bir şey getirilip terazisinin kefesine konulunca sevapların olduğu kefe ağır gelir. Bu kişiye:

“Bunun ne olduğunu biliyor musun?" diye sorulunca:

“Hayır" cevabını verir. Bunun üzerine kendisine:

“Bu, insanlara öğrettiğin ilmin faziletidir" denilir.

İbnu'l-Mübârek,'Zühd'de, Hammâd b. Ebî Süleyman'ın şöyle dediğini bildirir:

“Kıyamet günü kişi gelir ve amelinin az olduğunu görür. O bu durumdayken buluta benzer bir şey gelip terazisine düşer. Kendisine:

“Bu, insanlara öğrettiğin hayırdır. Bu senden sonra kalmış ve bu sebeple sana bunun ecri verilmiştir" denilir.

İbnu'l-Mübârek, Ebu'd-Derdâ'nın:

“Tek derdi karnı ve cinsel organı olan kişi, kıyamet günü Mizan'da zarara uğrar" dediğini bildirir.

İsbehânî, et-Terğîb'de, Leys'ten, İsa b. Meryem'in (aleyhisselam) şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Muhammed'in ümmeti, Mizan'da en ağır olacak kişilerdir. Dilleri öyle bir kelimeye alıştı ki bu kelimeyle kendilerinden öncekilerden (Mizan'daki amelleri yönünden) daha ağır oldular. Bu kelime: «Lâ ilâhe illallah» kelimesidir."

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'da, Eyyûb b. Hâlid'in şöyle dediğini bildirir: Arkadaşlarımdan, birden çok kişiden duyduğuma göre, kıyamet günü kul Mizan'da durdurulur. Bu kişi Mizan'a ve Mizan'la görevli olana bakar. Mizan'la görevli olan, ona:

“Ey Allah'ın kulu! Bu amellerin içinde olmadığını düşündüğün bir şey var mı?" diye sorunca, bu kişi:

“Evet" cevabını verir. Mizan'la görevli olan:

“Hangi şey yoktur?" diye sorunca, bu kişi: «Lâ ilâhe illallahu vahdehû lâ şerîke lehu» kelimesi" cevabını verir. Mizan'la görevli olan:

“O kelime, Mizan'a konulmayacak kadar büyüktür" der. Mûsa b. Ubeyde ekledi:

“Duyduğuma göre kıyamet günü bu kelime, dünyadayken kendisini söyleyen için bir hasım gibi mücadele eder."

Ebû Dâvûd ve Hâkim, Ebu'l-Ezher el-En mâ in'd en bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) yatağına girdiği zaman şöyle derdi:

“Allahım! Beni bağışla, şeytanımı zelil kıl, rehinlerimi çöz, Mizan'ımı ağırlaştır ve beni (mukarreb meleklerin toplandığı) yüksek meclise koy. "

10

Andolsun ki, sizi, yeryüzünde yerleştirdik ve sizin için orada bir çok geçim imkânları hazırladık. Siz ne az şükrediyorsunuz!...

11

"And olsun kî, sizi yarattık, sonra şekil verdik, sonra meleklere, «Âdem'e secde edin» dedik; İblisten başka hepsi secde etti; o, secde edenlerden olmadı."

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve Beyhakî'nin, Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre İbn Abbâs, "And olsun ki, sizi yarattık, sonra şekil verdik..." âyetini açıklarken:

“Erkeklerin sulbünden yaratıldılar ve kadınların rahimlerinde kendilerine şekil verildi" demiştir.

Firyâbî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, bu âyeti açıklarken:

“Âdem'in sulbünden yaratıldılar ve kendilerine rahimlerde şekil verildi" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın, âyeti açıklarken (.....) kelimesinden kastedilenin Hazret-i Âdem, (.....) ise zürriyeti kastedilmiştir" dediğini bildirir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken:

“Hazret-i Âdem'i yarattı ve onun sulbünde sizlere şekil verdi" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde, "And olsun ki, sizi yarattık, sonra şekil verdik..." âyetini açıklarken:

“Allah, insanı çamurdan yarattı, sonra sizlere annelerinizin karnında, ilk önce kan pıhtısı, sonra et parçası, sonra kemik, sonra bu kemiklere et giydirerek şekil verdi" dediğini bildirir.

Abdürrezzâk ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre el-Kelbî, "And olsun ki, sizi yarattık, sonra şekil verdik..." âyetini açıklarken:

“İnsanı rahimde yarattı, sonra ona şekil verip, kulaklarını, gözlerini ve parmaklarını meydana getirdi" demiştir.

12

"Allah, «Sana emrettiğim halde, seni secdeden alıkoyan nedir?» dedi, «Benî ateşten, onu çamurdan yarattın, ben ondan üstünüm» cevabını verdi"

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“Allah, «Sana emrettiğim halde, seni secdeden alıkoyan nedir?» dedi, «Beni ateşten onu çamurdan yarattın, ben ondan üstünüm» cevabını verdi" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Allah'ın düşmanı İblis, Allah'ın Hazret-i Âdem'e verdiği üstünlüğü kıskanıp:

“Ben ateştenim, bu ise topraktandır" dedi. Allah'ın düşmanı İblis'in büyüklenip Hazret-i Âdem'e secde etmemesi büyük günahların başlangıcıdır. Allah, İblis'i kibir ve hasedinden dolayı helak etmiştir."

Ebu'ş-Şeyh, Ebû Sâlih'ten, İkrime'nin şöyle dediğini bildirir:

“İblis ateşten, melekler ise nurdan yaratılmıştır."

İbn Cerîr'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre İblis, "Beni ateşten, onu çamurdan yarattın, ben ondan üstünüm..." buyruğuyla kıyas yapmıştır. İlk kıyas yapan da İblis'tir.

Ebû Nuaym, el-Hilye'de ve Deylemî, Câfer b. Muhammed'den, o babasından, o da dedesinden, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Dinin emirlerinden birini kendi görüşüne dayanarak ilk kıyas yapan İblis'tir. Yüce Allah ona: «Âdem'e secde et» buyurunca, İblis: «Beni ateşten onu çamurdan yarattın, ben ondan üstünüm» sözüyle kıyas yapmıştır." Câfer der ki:

“Allah, dinin emrini kendi görüşüne dayanarak kıyas yapanı, bu konuda İblis'e uyduğu için kıyamet günü İblis ile beraber kılacaktır.

13

"Ona, «İn oradan, orada büyüklenmek sana düşmez, defol, sen alçağın bîrisin» dedi"

Ebu'ş-Şeyh, Süddî'nin, "Orada büyüklenmek sana düşmez" sözünün "Orada büyüklenmek haddin değildir" mânâsında olduğunu söylediğini bildirir.

14

İblis:

“Bana kıyâmete kadar ömür ve mühlet ver”, dedi.

15

Allah da:

“Sen mühlet verilenlerdensin”, buyurdu.

16

"İblis dedi ki: Öyle ise benî azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Lâlekâî'nin, es-Sünne'de İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) sözü "Beni saptırtığın için" mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Bakiyye vasıtasıyla Ertea'dan bildirir: Tâif halkından bir adam, (.....) sözü hakında şöyle dedi:

“İblis, sapıtmasının Allah katından geldiğini bildiği için kadere iman etmiştir."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözü, "Hak" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünden, Mekke yolu kastedilmiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Avn b. Abdillah'ın, sözünü açıklarken:

“Burada kastedilen Mekke yoludur" dediğini bildirir.

Ebu'ş-Şeyh, Avn b. Abdillah vasıtasıyla İbn Abbâs'tan aynı yorumu nakletmiştir.

İbnu'l-Münzir, Mücâhid'in:

“Mekke'ye gitmek için yola çıkan hiçbir topluluk yoktur ki, İblis te onların (yoldan çıkarmak için) yaptığı hazırlık gibi hazırlık yapmış olmasın" dediğini bildirir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk, âyetin:

“Onları senin yolundan saptırmak için, yollarına otururum" mânâsında olduğunu söyledi.

Ahmed, Nesâî, İbn Hibbân, Taberânî ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Sebre b. Fâkih'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

"Şeytân, Âdemoğlunun yollarında oturur. Şeytan, insana karşı İslâm yolunda oturur ve: «Müslüman olup, dinini, babalarının dinini mi bırakıyorsun?» der. Âdemoğlu onu dinlemeyerek Müslüman olur. Sonra ona karşı hicret yolunda oturur ve: «Hicret edip yerini, yurdunu mu terk ediyorsun? Hicret eden, ipte bağlı bir kısrak gibidir» der. Âdemoğlu onu dinlemeyip hicret eder. Sonra ona karşı, cihâd yolunda oturur ve: «Cihad, canının ve malının yok olmasıdır. Savaşıp öldürüleceksin. Hanımın nikâhlanacak ve malın bölüşülecek!» der. Âdemoğlu ona karşı gelip cihâd eder." Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) devamla şöyle buyurdu:

“Onlardan kim bunu yapar ve ölürse veya hayvanı onu üzerinden atar ve öldürürse; onu cennete sokmak Allah üzerinde bir haktır.

17

"Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreçlen (kimse)ler bulamayacaksın" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Önlerinden sokulmaktan kastedilen, onları âhiret konusunda şüpheye düşürmesi, arkalarından sokulmaktan kasıt, onları dünyaya meylettirmek, sağlarından sokulmak, dinin emirlerini karıştırmak, sollarından sokulmak, nefsanî arzulan onlara sevdirmek ve batılı kendilerine basit göstermektir. "Çoğunu şükredenlerden bulamayacaksın" sözünden kasıt ise çoğunun muvahhid olmayacağıdır."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre, önlerinden kastedilen dünya, arkalarından kasıt âhiret, sağlarından kasıt sevapları, sollarından kastedilen ise günahlarıdır.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre önlerinden ve sağlarından kastedilen görebilecekleri yer, arkalarından ve sollarından kastedilen ise göremeyecekleri yerdir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre önlerinden sokulmaktan kastedilen, onlara öldükten sonra dirilme, cennet ve cehennemin olmadığını söylemesidir. Arkalarından sokulmaktan kasıt, dünyalıklarla onlara yaklaşıp dünyayı kendilerine güzel göstererek onları dünyalıklara davet etmesidir. Sağlarından sokulmak sevap işlemelerine engel olmaya çalışmasıdır. Sollarından sokulmak, günahları ve isyanı onlara güzel göstermesi, onları günaha davet edip, isyan etmelerini emretmesidir. Katâde der ki:

“Ey Âdemoğlu! İblis sana ön tarafından geldi, ama üstünden gelemedi. Çünkü şeytan, seninle Allah'ın rahmeti arasına giremez."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Lâlekâî, Sünrıe'de, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“İblis, Allah'ın, onların üzerinde olduğunu bildiği için "Üstlerinden sokulacağım" diyememiştir. Bir lafızda ise:

“Çünkü rahmet onlara üstlerinden inmektedir" şeklindedir.

Ebu'ş-Şeyh, İkrime'nin şöyle dediğini bildirir:

“Ey Âdemoğlu! İblis sana her yönden sokulur, ancak seninle Allah'ın rahmeti arasına giremez. Allah'ın rahmeti sana üstünden gelir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şa'bî der ki: İblis:

“Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın" deyince, ona:

“Üstlerinden onlara rahmet indirilmiştir" buyruldu.

Ebu'ş-Şeyh'in Ebû Sâlih'ten bildirdiğine göre önlerinden sokulmaktan kastedilen, onlara hak yollarından, sollarından sokulmak batıl yollardan, sağlarından sokulmak âhiretle ilgili şeylerle, sollarından sokulmak ise dünyayla ilgili şeylerle sokulmaktır.

Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn Mâce, İbn Hibbân ve Hâkim, İbn Ömer'in şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), sabahladığı ve akşamladığı zaman şu duayı muhakkak yapardı:

“Allahım! Beni önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan ve üstümden (gelecek her türlü tehlikeden) koru. Altımdan (gelecek belalarla) helak olmaktan senin büyüklüğüne sığınırım.)

18

"Allah, «Yerilmiş ve kovulmuşsun, oradan defol; and olsun kl insanlardan sana kim uyarsa, hepinizi cehenneme dolduracağım» dedi"

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi alçalmış, (.....) kelimesi ise gazaba uğramış anlamındadır.

Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'ın, (.....) kelimesinin kınanmış, (.....) kelimesinin ise sürgün edilmiş anlamında olduğunu söylediğini bildirir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi alçalmış, (.....) kelimesi ise gazaba uğramış anlamındadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi ayıplanmış, (.....) kelimesi ise sürgün edilmiş anlamındadır.

19

Ey Âdem! Sen, zevcenle birlikte cennette yerleş de, ikiniz dilediğiniz nimetlerden yeyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın ki, sonra zâlimlerden olursunuz.

20

Bkz. Ayet:25

21

Bkz. Ayet:25

22

Bkz. Ayet:25

23

Bkz. Ayet:25

24

Bkz. Ayet:25

25

"Derken şeytan, birbirine kapalı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi ve: «Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladı» dedi. Ve onlara; «Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim» diye yemin etti. Böylece onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara: «Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?» diye nidâ etti. (Âdem ile eşi) dediler ki: «Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize anmazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.» Allah: «Birbirinize düşman olarak inin! Sîzin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır» buyurdu. «Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan (diriltilip) çıkarılacaksınız» dedi"

İbn Cerîr, Muhammed b. Kays'ın şöyle dediğini bildirir: Yüce Allah, Hazret-i Âdem ve Havva'ya Cennetteki bîr ağaçtan yemelerini yasaklayınca şeytan gelip yılanın karnına girdi ve Havva ile konuştu. Hazret-i Âdem'e de vesvese vererek:

“Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladı, dedi. Ve onlara: «Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim» diye yemin etti." Bunun üzerine Havva ağacı kesince ağaç kanadı. Hazret-i Âdem ve Havva'nın üzerindeki tüyler de döküldü. "Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara: «Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?» diye nida etti" Yüce Allah ona:

“Niçin bu ağaçtan yedin? Ben bunu sana yasaklamıştım" diye sorunca, Hazret-i Âdem:

“Ey Rabbim! Onu bana Havva yedirdi" cevabını verdi. Allah, Havva'ya:

“Sen niçin ona bunu yedirdin?" diye diye sorunca, Havva:

“Bana yılan emretti" cevabını verdi. Allah, yılana:

“Havva'ya bunu neden emrettin?" diye sorunca, Yılan:

“Onu bana İblis emretti" karşılığını vedi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“İblis lanete uğramış ve kovulmuştur. Sen de ey Havva! Ağacı kanattığın gibi her ay kanayacaksın. Sana gelince ey yılan, senin ayaklarını keseceğim ve yüzüstü sürükleneceksin. Seni görenler kafanı ezecekler. "Birbirinize düşman olarak inin..." buyurdu.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Ğuneym Saîd b. Hudeyr el-Hadramî der ki: Allah, Hazret-i Âdem ve Havva'yı cennete koyduğu zaman, Hazret-i Âdem Cennette dolaşmak için çıktı. İblis, Hazret-i Âdem'in yokluğunu fırsat bilip Havva'nın olduğu yere gelerek yanındaki kavalla Havva'nın duyacağı şekilde çaldı. Havva ile İblis'in arasında iç içe olan yetmiş kubbe vardı. Sesi duyan Havva ona görününce daha önce kimsenin duymadığı güzellikte ve kulağa hoş gelen şekilde bu kavalla çalmaya başladı. Sesten dolayı Havva'nın titremeyen hiçbir uzvu kalmadı ve:

“Allah için senden çaldığın şeyi bırakmanı istiyorum. Beni helak ettin" dedi. İblis kavalı çıkarıp yine çalmaya başladı. Bunun üzerine kimsenin duymadığı kadar hüzünlü çalan kavaldan dolayı Havva tekrar ağlamaya başladı. Sonunda hüzün ve ağlamaktan takati kesilip:

“Allah için çaldığın şeyi bırakmanı istiyorum" dedi. İblis çalmayı bırakınca Havva:

“Bu çaldığı şey de nedir? Beni hem sevindirdi, hem hüzünlendirdi" dedi. İblis:

“Birincide, cennetteki konumunuzu ve Allah katındaki değerinizi hatırlayıp bunlardan dolayı sizin adınıza sevindim. Ondan çıkacağınızı hatırlayıp, sîzin için ağlayarak üzüldüm. Rabbiniz size, şu ağaçtan yediğiniz zaman öleceğinizi ve cennetten çıkacağınızı söylemedi mi? ey Havva! Bana bak. Ben ondan yersem ve ölürsem veya şeklim değişirse siz ondan yemeyiniz. Yemin ederim ki, Rabbiniz sadece cennette ebedi kalmayasınız diye bundan yemenizi yasakladı. Yemin ederim ki ben size nasihat edenim" deyip giderek ağaçtan toplayıp yedi. Sonra:

“Ey Havva! Şeklim değişti mi veya öldüm mü? Ben sana söylediğimi söyledim" diyerek dönüp gitti. Hazret-i Âdem gelip Havva'nın üzüntülü olduğunu görünce:

“Neyin var?" diye sordu. Havva:

“Bana şefkatli bir nasihatçı geldi" karşılığını verince, Hazret-i Âdem:

“Yazıklar olsun! Sakın bu gelen, Allah'ın bizi onun konusunda uyardığı İblis olmasın" dedi. Havva:

“Ey Âdem! Vallahi gözümün önünde gidip ağaçtan yedi ve ne öldü, ne de şekli değişti" diyerek güzel sözlerle aldattı ve sonunda ikisi de ağacın yanına gittiler. Hazret-i Âdem ağaçtan almak için elini uzatınca bütün cennet ağaçlan:

“Ey Âdem! Ondan yeme!" dediler. Toplamak istediği ağaç uzamaya, Hazret-i Âdem de toplamak için elini uzatmaya başladı. Hazret-i Âdem meyveye dokununca, meyve sertleşti. Hazret-i Âdem meyveyi toplayarak yedi ve Havva'ya da yemesi için verdi. Onlar meyveyi yiyince cennette üzerlerindeki güzellik giysileri düşmeye başladılar. "Ayıp yerleri kendilerine göründü..."âyeti buna işaret etmektedir. Bunun üzerine "...cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar..." Hâlbuki Hazret-i Âdem, Yüce Allah'ın kendilerine baktığını bilmekteydi. Allah, cennete yönelip:

“Ey Âdem! Neredeysen çık!" buyurdu. Hazret-i Âdem:

“Ey Rabbim! Huzuruna çıkmaya utanıyorum" karşılığını verince, Allah:

“Sakın sana yasakladığım ağaçtan yemiş olmayasın" buyurdu. Hazret-i Âdem:

“Ey Rabbim! Benimle birlikte kıldığın (Havva) beni yoldan çıkardı" deyince, Yüce Allah:

“Ey Âdem! Benden mi saklanıyorsun? Herşeyin benim olduğunu, ne gece karanlığında ne de gündüz hiçbir şeyin Benden gizli kalmayacağını bilmiyor musun?" buyurdu. Sonra Yüce Allah onlara melekler gönderdi ve bu melekler Hazret-i Âdem ve Havva'yı boyunlarından itekleyerek Cennet'ten İblis ile beraber çıkarıp çıplak olarak Allah'ın huzurunda durduruldular. O zaman Allah, onlar ve İblis hakkında hüküm verdi ve İblis te onlarla beraber yeryüzüne indirildi. Hazret-i Âdem Rabbinden birtakım kelimeler öğrenip tövbe etti."

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usul'da, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih, "Derken şeytan, birbirine kapalı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Hazret-i Âdem ve Havva'nın giysisi avret yerlerini örten bir nurdu ve birbirlerinin avretlerini görmezlerdi. Yasaklanan ağaçtan yedikleri zaman bu nur kendilerinden çekilip alındı."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, bu âyeti açıklarken şöyle dedi:

“Şeytan, onların örtülü olan avret yerlerini açığa çıkarmak için tuzaklar kurarak vesvese verdi. Şeytan, meleklerin kitaplarından okuduklarından onların avretlerinin olduğunu biliyordu. Hazret-i Âdem ise böyle bir şeyden habersizdi. Hazret-i Âdem ve Havva'nın giysisi, tırnak gibi sert ve beyaz renkte bir şeydi."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“İblis, Hazret-i Âdem ve Havva'ya gelip:

“Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladı..." Onun gibi yani Yüce Allah gibi olmamanız için yasakladı, dedi. İlk başta ona inanmadılar, ama İblis yılanın karnına girip konuşunca kendisine inandılar."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti (.....) şeklinde (.....) harfini esre şeklinde okudu.

İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'in, bu âyeti, (.....) şeklinde (.....) harfini nasb şeklinde okuduğunu bildirir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladı..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Şeytan, onlara meleklerin sûret olarak, kanatlarının olmasıyla ve Allah katındaki dereceleriyle üstün kılındıklarım söyledi."

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini bildirir:

“Cennette, iki dalı olan bir ağaç vardır. Birinde melekler dolaşır. Diğeri ise:

“Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladı..." âyetinde bahsedilen daldır. Şeytan onlara:

“Bu daldan yerseniz, diğer dalda dolaşan melekler gibi olursunuz" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbas bu ayeti, (.....) şeklinde okudu ve şöyle dedi: Şeytan:

“Eğer melek olamazsanız, muhakkak ölümsüz olursunuz" deyip onlara yemin ederek:

“Ben size öğüt verenlerdenim" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre (.....) sözü ölümsüz olmak, (.....) kelimesi ise şeytanın, Allah adına yemin etmesi mânâsındadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "...Ve onlara «Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim» diye yemin etti" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: Şeytan, Allah adına yemin ederek onları aldattı. Mümin, Allah'ın adı anılarak aldatılabilmektedir. Şeytan onlara:

“Ben sizden önce yaratıldım ve sizden daha bilgiliyim. Bana uyun ki size yol göstereyim." Katâde der ki: İlim adamlarından biri:

“Allah adına yemin ederek birini aldatana aldanabiliriz" derdi.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Rabî b. Kays der ki: Bu âyet bazı kıraatlerde (.....) şeklindedir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Muhammed b. Ka'b'dan bildirdiğine göre , Şeytanın onları hileyle aldatmasından kasıt, onlara hile yaparak, Allah'ın bağışlayıcı olmasına güvendirip günah işlemelerini söylemesidir.

Abdürrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“Hazret-i Âdem ile Havva, ağaçtan yemeden önce avret yerlerini görmüyorlardı" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir, İkrime'nin:

“Her hayvanın giysisi kendindendir. İnsanın giysisi ise tırnağıdır. Hazret-i Âdem, giysisi olan tırnağı üzerinden çekilirken tövbe etti" dediğini bildirir.

Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Beyhakî, Sünen'de ve İbn Asâkir, Tarih'te, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Âdem ve Havva'nın giysisi tırnağa benzer bir şeydi. Yasaklanan ağaçtan yediklerinde üzerlerinde sadece tırnak kadar bir şey kaldı ve incir ağacından yapraklar koparıp avret yerlerini örtmeye başladılar."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Allah, Hazret-i Âdem'i cennete koyduğu zaman ona tırnaktan bir gömlek giydirdi. Hazret-i Âdem günahı işleyince o gömleği kendisinden aldı ve bu tırnak sadece parmak uçlarında kaldı."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Âdem'in giysisi, kuşlardaki tüy gibi tırnaktandı. İsyan ettiği zaman tırnaktan olan giysisi üzerinden düştü ve sadece tırnakları süs ve başka şeylerde kulanması için kaldı."

İbn Ebî Hâtim, Enes b. Mâlik'in:

“Hazret-i Âdem'in cennetteki giysisi yakuttu. Hazret-i Âdem isyan edince bu yakut büzülüp tırnağa dönüştürüldü" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“Hazret-i Âdem'in boyu altmış arşındı. Allah onu deriyle kapiadı ve kaşınması için de kendisine tırnak verdi" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, (.....) sözünü açıklarken:

“Yaprakları koparıp kendilerini giysi şeklinde örtmeye başladılar" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Şüddî'nin, (.....) sözünü açıklarken:

“Üzerlerini örtmeye başladılar" dediğini bildirir.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) sözünden, Hazret-i Âdem ve Havva'nın, avret yerlerine cennet yapraklarını koymaları kastedilmiştir.

İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'nin, (.....) sözünden, Hazret-i Âdem ve Havva'nın, avretlerini örtmek için yaprakları toplamasının kastedildiğini söylediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, "Rableri onlara: Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve «Şeytan size apaçık bir düşmandır» demedim mi? diye nida etti" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Hazret-i Âdem:

“Ey Rabbim! Şeytan senin adını anarak yemin etti. Ben de yarattıklarından hiç kimsenin senin adını anarak yalan yere yemin edeceğini düşünmedim" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Hazret-i Âdem ve Havva:

“Ey Rabbimiz! "Biz kendimize zulmettik.." Yani:

“Günah işledik" deyince, Allah onları affetti.

Abd b. Humeyd'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre, Hazret-i Âdem ve Havva'nın, "Biz kendimize zulmettik..." sözü, Hazret-i Âdem'in Rabinden öğrendiği kelimelerdir.

Abd b. Humeyd, Dahhâk'tan aynı rivayette bulundu.

Ahmed, Zühd'de ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin şöyle dediğini bildirir:

“Kul, günah işlediği zaman Rabbinden utanır ve Allah'ın yardımıyla bu günahtan nasıl kurtulacağını bilir. Bilir ki günahtan kurtuluşu istiğfar edip tövbe etmektedir. Hiç kimse tövbe etmekten çekinmesin. Eğer tövbe olmasaydı, Allah'ın kullarından hiç kimse muhlis olamazdı. İlk babanız Hazret-i Âdem günahı işlediği zaman Yüce Allah tövbeyle onun imdadına yetişmişti."

Ebu'ş-Şeyh, Kureyb'in şöyle dediğini bildirir: İbn Abbâs beni çağırıp dedi ki:

“Şöyle yaz:

“Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. Abdullah'tan Teymâ âlimi olan falan kişiye: Bana: «Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır» âyetini sormuşsun. Yeryüzünde bir süre kalmaktan kastedilen, yerin üstünde kaldığı süre, anne rahminde kaldığı süre, yerin altında kaldığı süre ve cennet veya cehenneme gitmek için beklediği süredir."

26

"Ey Âdemoğulları! Ayıp yerlerinizi örtecek giyimlikle sizi süsleyecek elbiseler gönderdik. Takva örtüsü ise bunlardan daha hayırlıdır. Allah'ın bu âyetleri, öğüt almanız içindir"

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Ey Âdemoğulları! Ayıp yerlerinizi örtecek giyimlikle sizi süsleyecek elbiseler gönderdik.,." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Araplardan bazıları Kâbe'yi çıplak olarak tavaf ederler ve kişi, tavaf ettiği elbiseyi (başka zaman) giymezdi. (.....) kelimesinden kastedilen ise maldır.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime, "Ey Âdemoğulları! Ayıp yerlerinizi örtecek giyimlikle sizi süsleyecek elbiseler gönderdik..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bu âyet, Kureyş'ten Hums (fanatik alt kabile) olanlar, Ensar'dan Arap olan, Evs, Hazrec, Huzâa, Sakîf, Benî Âmir b. Sa'aa', Kinâne b. Bekr'in yakınları hakkında inmiştir. Bunlar, (ihramlıyken) et yemez, evlerine de kapıdan değil duvarlardan aşarak girerler, tüy ve kıldan yapılmış elbiseler giymez, deriden yapılmış giysiler giyerler, çocuklarına da göbekle diz kapağı arasını örten kıyafet giydirirlerdi. Kureyş dışında herkes çıplak tavaf eder ve tavaf etmek için geldiklerinde giysilerini çıkarıp:

“Bunlar, kendileriyle Rabbimize karşı günah işlediğimiz giysilerdir. Bunlardan temizlendik" derler, sonra Kureyşlilere:

“Kim bize bir izar ödünç verir?" derlerdi. Eğer Kureyşlilerden giyecek bir şey bulamazlarsa çıplak olarak tavaf ederler ve tavafı bitirince, çıkarmış oldukları giysileri tekrar giyerlerdi."

İbn Cerîr'in Urve b. ez-Zübeyr'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünden kasıt elbise, (.....) kelimesi mal (para), (.....) kelimesi ise Allah korkusu anlamındadır.

İbn Ebî Hâtim'in Zeyd b. Ali'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünden kasıt herkesin giydiği elbise, (.....) kelimesi süs için giyilen giysi, (.....) kelimesi ise İslam anlamındadır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, değişik kanallarla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesinden, mal, elbise, hayat ve nimetler kastedilmektedir. (.....) kelimesi, iman ve salih amel mânâsındadır. (.....) sözünden kastedilen ise, iman ve salih amelin, mal ve kıyafetten daha hayırlı olmasıdır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) kelimesinden kastedilenin mal olduğunu söyledi.

Ahmed, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Hazret-i Âli'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yeni bir kıyafet giydiği zaman:

“Bana, avretimi örtecek ve insanlar arasında güzel görünecek giysiler giydiren Allah'a hamd olsun" derdi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Zeyd'in:

“(.....) kelimesi, güzellik mânâsındadır" dediğini bildirir.

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesinin ne anlama geldiğini sorunca, İbn Abbâs:

“Mal anlamındadır" karşılığını vermiştir. Nâfi':

“Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir:

“Tabi ki! Şâirin:

"Beraatime hükmettiğin gihi hayırlı mallar da ver

Efendilerin en hayırlısı mal verip perişan etmeyendir" dediğini bilmez misin?"

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünden kasıt elbise, (.....) sözü ise iman mânâsındadır. Yüce Allah elbiseyi indirmiş, sonra:

“Elbiselerin en hayırlısı takva'dır" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd, Mücâhid'in, bu âyeti (.....) şeklinde merfu (ötre) olarak okuduğunu bildirir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, bu âyetin (.....) kelimesini med harfi olmadan, (.....) kelimesini ise merfu (ötre) olarak okudu.

İbn Merdûye'nin Osman'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bu kelimeyi (.....) şeklinde okumuştur.

İbn Cerîr, Zir b. Hubeyş'in, bu kelimeyi, (.....) şeklinde okuduğunu nakletmiştik.

Ebû Ubeyd, Abd b. Humeyd, Hakîm et-Tirmizî, İbnu'l-Münzir, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ma'bed el-Cuhenî der ki:

“Takva elbisesinden kasıt hayâdır. Yüce Allah'ın, "Ey Âdemoğulları! Ayıp yerlerinizi örtecek giyimlikle sizi süsleyecek elbiseler gönderdik. Takva örtüsü ise bunlardan daha hayırlıdır" buyurduğunu görmüyor musun? Ayıp yerlerinizi örten elbiselerden kasıt, giyecekleriniz, süsleriniz ve mallarınızdır. Takva elbisesi ise hayadır (utanma duygusudur)."

İbn Ebî Hâtim, İbn Zeyd'in, (.....) sözünü açıklarken:

“Kişi, Allah'tan korkup ayıp yerlerini örter. İşte bu takva elbisesidir" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime, (.....) sözünü açıklarken:

“Bundan kasıt, takva sahiplerinin kıyamet günü giyecekleri şeylerdir. İşte bunlar dünya ehlinin giyeceğinden daha hayırlıdır" dediğini bildirir.

Ebu' ş-Şeyh'in Atâ'dan bildirdiğine göre (.....) âyetinden kastedilen, takva sahiplerinin kıyamet günü giyeceklerinin, dünya ehlinin giyeceklerinden daha hayırlı olmasıdır.

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan, (.....) âyetinden kastedilenin, yüzde görünen (yüze yansıyan) güzel görünüş olduğunu bildirir.

Ebu'ş-Şeyh, Hasan(ı Basrî)'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Hayır veya şer yapan hiçbir kul yoktur ki, bu ameliyle bilsin diye ona amelinin elbisesi giydirilmesin. «Takva örtüsü ise bunlardan daha hayırlıdır» âyeti bunu tasdik etmektedir."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Hasan(ı Basrî)'den bildirir: Hazret-i Osmân'ı minberde şöyle derken duydum:

“Ey insanlar! Şu gizliliklerde (gönüllerde olan şeylerde) Allah'tan korkunuz. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyururken işittim: «Muhammenin canı elinde olan Allah'a yemin ederim ki; gizlice amel işleyip te Allah'ın kendisine o amelin aleniyyet elbisesini giydirmediği hiç kimse yoktur. Eğer ameli hayır ise hayır, kötü ise kötü." Sonra Osmân âyeti okudu ve (.....) kelimesini (.....) şeklinde okuyup, takva elbisesinden kastedilenin vakar ve ağırbaşlılık olduğunu söyledi.

İbn Cerîr'in Süddî'den bildirdiğine göre (.....) sözünden kastedilen elbiseler, (.....) mal, (.....) iman, (.....) sözünden kastedilen ise takva elbisesi olan imanın mallardan ve ayıpları örten elbiseden daha hayırlı olmasıdır.

27

"Ey Âdemoğulları! Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananızı babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtmasın. Sizin onları görmediğiniz yerlerden o ve taraftarları sizi görürler. Biz şeytanları, inanmayanlara dost kılarız."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Ey Âdemoğulları! Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananızı babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtmasın. Sizin onları görmediğiniz yerlerden o ve taraftarları sizi görürler. Biz şeytanları, inanmayanlara dost kılarız" âyetini açıklarken şöyle dedi: Âyette geçen elbiseden kastedilen takvadır. O ve taraftarları sözünden kastedilen ise cin ve şeytanlardır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Vehb b. Münebbih'ten bildirdiğine göre âyette geçen elbiseden kasıt nurdur.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Zeyd b. Eslem'in, (.....) kelimesinden kastedilenin şeytanın nesli olduğunu söylediğini nakletmiştir.

Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh Katâde'nin, "...Sizin onları görmediğiniz yerlerden o ve taraftarları sizi görürler..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Vallahi! Senin görmediğin yerden seni gören düşmanın tasallutu çok şiddetli olur. Ancak Allah'ın korudukları bundan müstesnadır."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki:

“Şeytan, Yüce Allah'tan, görmeyi, ama görünmemeyi, yer altindan çıkmayı ve ihtiyarlayınca tekrar genç olmayı isteyince, Allah, onun bu duasını kabul etti."

İbn Ebî Şeybe bildirir: Mutarrif:

“Eğer kişi bir av görür, ama av kendisini görmez de bu kişi avı aldatırsa, onu yakalayamaz mı?" diye sorar, yanındakiler:

“Evet" cevabını verince, Mutarrif:

“Şeytan bizi görüyor, ama biz onu göremiyoruz. Bu sebeple şeytan biri yakalıyor" derdi.

Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Kime şeytan görünürse ondan kaçmasın ve yoluna devam etsin. Sizin onlardan korktuğunuzdan daha fazla onlar sizden korkar. Eğer kişi ondan kaçarsa, şeytan kendisine biner. Kişi yoluna devam edecek olursa şeytan kendisinden kaçar." Mücâhid der ki:

“Ben, şeytanı gördüm ve İbn Abbâs'ın sözünü hatırlayıp yoluma devam ettim. Bunun üzerine şeytan benden kaçtı."

Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de Nu'aym b. Ömer'in:

“Cinler, şeytanları insanlar gibi göremezler" dediğini bildirir.

28

"Onlar bîr Kötülük yaptıkları zaman: «Babalarımızı bu yolda bulduk. Allah da bize bunu emretti» derler. De ki: Allah kötülüğü emretmez. Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mî söylüyorsunuz?"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'ın, "Onlar bir kötülük yaptıkları zaman: «Babalarımızı bu yolda bulduk. Allah da bize bunu emretti» derler. De ki: Allah kötülüğü emretmez. Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?" âyetini açıklarken:

“Onlar, Kâbe'yi çıplak olarak tavaf ederlerdi. Kendilerine böyle yapmaları yasaklandı" dediğini bildirir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Onlar bir kötülük yaptıkları zaman: «Babalarımızı bu yolda bulduk. Allah da bize bunu emretti» derler. De ki: Allah kötülüğü emretmez. Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?" âyetindeki kötülükten kastedilen, Kabe'nin etrafında çıplak olarak dönmeleridir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“Onlar bir kötülük yaptıkları zaman..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Yemen halkının Araplarından bir kabile Kâbe'yi çıplak olarak tavaf ederlerdi. Onlara:

“Niçin böyle yapıyorsunuz?" denince de:

“Atalarımızı bu hal üzere bulduk. Bunu bize Allah emretti" derlerdi.

İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'nin şöyle dediğini bildirir:

“Müşriklerin erkekleri Kâbe'yi gündüz vakti çıplak olarak tavaf ederler, kadınlar ise gece vakti yine çıplak olarak tavaf ederlerdi ve:

“Atalarımızı bu hal üzere bulduk. Bunu bize Allah emretti" derlerdi. İslam ve yüce ahlâkı gelince böyle yapmaları yasaklandı."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde, bu âyet hakkında şöyle dedi:

“Vallahi! Allah, kulun isyanına karşı ne razı olmuş, ne de emretmiştir. Allah, ona itaat etmenizden razı olmuş ve kendisine isyan etmenizi yasaklamıştır."

29

Bkz. Ayet:30

30

"De kî: Rabbim adaleti emretti. Her secde ettiğinizde yüzlerinizi O'na çevirin ve dini yalnız Allah'a has kılarak O'na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi (yine O na) döneceksiniz. Allah insanlardan bîr takımını doğru yola eriştirdi, fakat bir takımı da sapıklığı haketti, çünkü bunlar Allah'ı bırakıp şeytanları dost edinmiş ve kendilerini doğru yolda sanmışlardı."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi adalet mânâsındadır. "Yüzlerinizi O'na çevirin ve dini yalnız Allah'a has kılarak O'na yalvarın..." sözünden kastedilen ise, namaz kılınan yer bir kilise olsun veya başka bir yer olsun yüzün Kâbe'ye çevrilmesidir. "İlkin sizi yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz" sözünden kastedilen ise:

“Bedbaht (cennetlik) bedbaht olarak, bahtiyar (cehennemlik) te bahtiyar olarak diriltilecektir" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim, Ebu'l-Âliye'nin, "De ki: Rabbim adaleti emretti. Her secde ettiğinizde yüzlerinizi O'na çevirin ve dini yalnız Allah'a has kılarak O'na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Âdem zamanında, sizleri İslam fıtratı üzerine kıldığı gibi dini Allah'a has kılınız. Ona öylece dua ediniz ve Ondan başka ilah edinmeyiniz. Yine onlara dini, duayı ve ameli sadece Allah'a has kılmalarını, sonra yüzlerini Kâbe'ye çevirmelerini emretti."

Huşeyş, el-İstikâme'de , İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın, "İlkin sizi yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Allah, Âdemoğullarını, "Sizi yaratan O'dur. Böyle iken kiminiz kâfir, kiminiz mümindir. Allah yaptıklarınızı görendir" âyetinde belirtildiği gibi mümin ve kafir olarak yarattı. Sonra kıyamet günü onları mümin ve kafir olarak diriltecektir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Câbir, bu âyet hakkında şöyle dedi:

“Dünyadayken oldukları hal üzere diriltileceklerdir. Dünyada mümin olan mümin, münafık olan da münafık olarak diriltilecektir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'in, "İlkin sizi yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Dünyadayken mümin olan mümin, kafir olan kafir olarak diriltilecektir."

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, Kaderiyye mezhebinden olanları zikredip:

“Allah Onları kâhiretsin! Yüce Allah:

“İlkin sizi yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz. O, bir gurubu doğru yola iletti, bir guruba da sapıklık müstehak oldu" buyurmuyor mu!" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Ebu'l-Âliye'nin, "İlkin sizi yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Allah yarattıklarını ezeli ilminde nasıl bilmiş ve takdir etmişse yaratıklar, Allah'ın o bilgisine göre diriltileceklerdir." Yüce Allah'ın, "O, bir grubu doğru yola iletti, bir gruba da sapıklık müstehak oldu..."buyurduğunu görmüyor musun?"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Muhammed b. Ka'b'ın, "İlkin sizi yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah'ın, ilk yaratışında hidayet ve mutluluk üzere yarattığı kişiyi ilk yaratıldığı hal üzere diriltecek. Nitekim Allah, (Hazret-i Mûsâ zamanındaki) sihirbazları hidayet ve mutluluk üzere yarattı. Sonunda onları Müslüman olarak vefat ettirdi. İblis'i ise küfür ve dalalet üzere yarattı.

İblis (başlangıçta) meleklerin yaptığı amelleri yapmasına rağmen Allah onu yaradılışındaki hal üzere kafir olarak öldürecektir. Yüce Allah, İblis hakkında:

“...zaten o kafirlerden idi" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "İlkin sizi yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz" âyetinin mânâsının:

“Sizi ilk yarattığım gibi döndürüleceksiniz" olduğunu söyledi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Hasan(-ı Basrî)'nin, "İlkin sizi yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir. "Allah sizleri, hiç yokken ilk defa nasıl var ettiyse, sizi öldürdükten sonra kıyamet günü tekrar diriltecektir."

İbn Ebî Hâtim bildirir: Rabî b. Enes, "İlkin sizi yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Onları topraktan yarattı, tekrar toprağa döneceklerdir. Hikmet'te şöyle denir:

“Topraktan yaratılan ve tekrar toprağa dönecek olanın büyüklenmemesi gerekir. Bugün hayatta olup yarın ölecek olanın kibirlenmemesi gerekir. Yüce Allah, mütekebbirlere, onları alçaltıp zayıfları yücelteceğini vaad etmiştir. Yüce Allah:

“Sizi yerden yarattık, oraya döndüreceğiz, sizi tekrar oradan çıkaracağız." ve "Allah insanlardan bir takımını doğru yola eriştirdi, fakat bir takımı da sapıklığı haketti, çünkü bunlar Allah'ı bırakıp şeytanları dost edinmiş ve kendilerini doğru yolda sanmışlardı" buyurmaktadır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "İlkin sizi yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Âyetten ölümden sonrası kastedilmektedir. Hidâyette olan kendini hidayette, zengin olan hidâyette zanneder ve bu ölüm anına kadar böyle devam eder. Ölüm anında kişinin ne hal üzere olduğu açığa çıkar. Kıyamet günü de öldükleri hal üzere dirilirler. Yüce Allah'ın, "...kendilerini doğru yolda sanmışlardı" âyeti buna işaret etmektedir."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Saîd b. Cübeyr'in, "İlkin sizi yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Sizin için takdir ettiği hal üzere ona döneceksiniz. "Allah insanlardan bir takımını doğru yola eriştirdi.,."

Ebu'ş-Şeyh, Ömer b. Ebî Ma'rûf'un şöyle dediğini bildirir:

“Güvenilir olan bir kişi bana, "İlkin sizi yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz" âyetinin mânâsının, sünnetsiz olarak dirilmek olduğunu söyledi."

Ebu'ş-Şeyh, Mukâtil b. Vehb el-Abdî'nin:

“İlkin sizi yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz" âyetinin tevili, bu ümmetin sonunda ortaya çıkacaktır, dediğini bildirir.

Buhârî, ed-Du'afâ'da, Abdulğafûr b. Abdilazîz b. Saîd el-Ensârî'den, o babasından, o da dedesinden, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Yüce Allah, insanlardan birçoğunu başka sûrete çevirir. İnsan yalnızken bir günah işler ve Yüce Allah: «Bu günahı, beni hafife aldığın için mi işliyorsun?» buyurup onu başka bir sûrete çevirir. Sonra kıyamet günü onu insan suretinde diriltip: «İlkin sizi yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz» buyurur. Sonra onu cehenneme sokar. "

Süfyân b. Uyeyne, el-Câmi'de , Mücâhid'in, "İlkin sizi yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz" âyetiyle ilgili olarak:

“Bu âyette kastedilen, bedbahtlık ve bahtiyarlıktır" dediğini bildirir.

31

"Ey Âdemoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gıdın; yiyin İçin fakat israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez."

İbn Ebî Şeybe, Müslim, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Kadınlar çıplak olarak tavaf yapıyorlardı. Sadece tavaf edecekleri zaman cinsel organlarını bir bez parçasıyla kapatıp:

Bugün onun bir kısmı yahut tamamı görünüyor olabilir

Ama ben ondan görünen kısmını kimseye helal kılmıyorumr derdi. Bunun üzerine:

“Ey Âdemoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin; yiyin için fakat israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez " âyeti nazil oldu."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki:

“İnsanlar Kâbe'de çıplak olarak tavaf ederler ve:

“Günah işlediğimiz giysilerle tavaf etmeyiz" derlerdi. Bir kadın gelip giysilerini çıkararak tavaf etti ve elini edeb yeri üzerine koyarak:

Bugün onun bir kısmı yahut tamamı görünüyor olabilir

Ama ben ondan görünen kısmını kimseye helal kılmıyorumr dedi. Bunun üzerine:

“Ey Âdemoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin; yiyin için fakat israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez " âyeti nazil oldu."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Ey Âdemoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin... " âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Erkekler çıplak olarak Kâbe'yi tavaf ederlerdi. Yüce Allah onlara zineti emretti. Zinet te avret yerlerini örten giysidir. Bunun dışındakiler ise elbisenin güzelliği ve metâdır."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Ey Âdemoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin... " âyetini açıklarken:

“Bir aba da olsa avret yerini örten şey kastedilmiştir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, İbn Abbâs'ın, "Ey Âdemoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin... " âyetindeki "güzel" sözünden kastedilenin herhangi bir giysi olduğunu söyledi.

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, Tâvus'un:

“Peştamal zinetten sayılır" dediğini bildirir.

Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Müşrikler Kâbe'yi çıplak olarak tavaf ediyorlardı. Evlerine duvarların üzerinden aşarak girerlerdi. Bunlar, Kureyş'ten kendilerine Hums denilen (ayrıcalıklı) bir topluluktu. Yüce Allah onlar hakkında, "Ey Âdemoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin... " âyetini indirmiştir.

İbn Merdûye, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirin Araplardan bazıları Kâbe'yi çıplak olarak tavaf ediyorlardı. Kadın çıplak olarak gelip tavaf ediyordu. Bunun üzerine Yüce Allah, "Ey Âdemoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin... " âyetini indirmiştir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Ey Âdemoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin... " âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Gece vakti Kâbe'yi çıplak olarak tavaf ediyorlardı. Allah, bu âyetle onlara giysilerini giymelerini ve soyunmamalarını emretti."

İbn Merdûye, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Araplar hac yaptıkları zaman Harem'in yakınında konaklar ve giysilerini çıkararak Mekke'ye çıplak olarak girerlerdi. Ancak, kişinin Hums sayılan kişilerden (ayrıcalıklı Kureyş boylarından) dostu varsa bu kişi dışarıdan gelen dostuna kendi kıyafetinden ödünç verip yemeğinden yedirirdi. Bunun üzerine Yüce Allah, "Ey Âdemoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin... " âyetini indirdi.

Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh, Atâ'nın şöyle dediğini bildirir: Cahiliye döneminde müşrikleri Kâbe'yi çıplak olarak tavaf ederlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah, "Ey Âdemoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin... " âyetini indirdi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde der ki:

“Yemen halkından bir kabile Kâbe'yi çıplak olarak tavaf ederlerdi. Sadece Mekke halkından bir giysi ödünç alabilen o kıyafeti giyerek tavaf ederdi. Bunun üzerine Yüce Allah, "Ey Âdemoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin..." âyetini indirdi.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Tâvus'un bu âyet hakkında şöyle dediğini bildirir:

“Allah, onlara ipekli veya halis ipekten yapılmış elbise giymelerini emretmedi. Onlar, Kâbe'yi çıplak olarak tavaf ediyorlardı. Hac için geldiklerinde, giysilerini Mescid'in dışına bırakıyor ve öyle giriyorlardı. Kıyafetiyle Mescid'e giren kişiyi dövüp elbiselerini çıkarıyorlardı. Bunun Üzerine Yüce Allah, "Ey Âdemoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin... " âyetini indirdi.

İbn Adiy, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Namazın süsünü takınınız" buyurunca ona:

“Namazın süsü nedir?" diye sordular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ayakkabılarınızı giyip onlarla namaz kılınız" buyurdu.

Ukaylî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve İbn Asâkir, Enes'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), "Ey Âdemoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin... " âyetiyle ilgili olarak:

“Ayakkabılarınızla namaz kılınız" buyurduğunu nakletmiştir.

İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'ın bu ümmete ikramlarından biri de namaz kılarken ayakabılarım giymeleridir" buyurmuştur.

Ebû Dâvûd ve Hâkim, Şeddâd b. Evs'ten Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yahudilere muhalefet ediniz. Onlar ne mestleriyle, ne de ayakkabılarıyla namaz kılmazlar" buyurduğunu nakletmiştir.

Ebû Dâvûd, Hâkim ve Beyhakî, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Biriniz namaz kılarken ayakkabılarını çıkarırsa, onlarla kimseye eziyet etmesin. Onları ya ayaklarının arasına koysun ya da onlarla namaz kılsın" buyurduğunu nakletmiştir.

Ebû Ya'lâ zayıf isnâdla Ali b. Ebî Tâlib'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Namazın süsü ayakkabılardır (onlarla namaz kılmaktır" buyurduğunu nakleder.

Bezzâr zayıf isnâdla Enes'ten Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yahudilere muhalefet ederek mestlerinizle ve ayakkabılarınızla namaz kılınız. Yahudiler; ne mestlerle, ne de ayakkabılarla namaz kılmazlar" buyurduğunu nakletmiştir.

Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta zayıf isnâdla İbri Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Namazı ayakkabılarla kılmak; namazı tamamlayan unsurlardandır" buyurdu.

Ahmed, Ebû Umâme'nin şöyle dediğini bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ensar'dan sakalları ağarmış olan ihtiyar bir grubun yanına çıkarak:

“Ey Ensar topluluğu! Sakallarınızı kırmızı ve sarıya boyayarak Ehl-i Kitab'a muhalefet ediniz" buyurunca, biz:

“Ey Allah'ın Resûlü! Ehl-i Kitab şalvar giyiyor ama izar giymiyorlar" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Siz, hem şalvar, hem izar giyerek Kitab ehline muhalefet ediniz" buyurdu. Biz:

“Ey Allah'ın Resûlü! Kitab ehli mest giyiyorlar, ama ayakkabı giymiyorlar" deyince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Siz, hem mest, hem ayakkabı giyerek Kitab ehline muhalefet ediniz" buyurdu. Biz:

“Ey Allah'ın Resûlü! Kitab ehli sakallarını kesip bıyıklarını uzatıyorlar" deyince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Siz, bıyıklarınızı kesip sakalınızı uzatarak Kitab ehline muhalefet ediniz" buyurdu.

Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Nesâî'nin bildirdiğine göre Enes'e:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ayakkabılanyla namaz kılar mıydı?" diye sorulunca, Enes:

“Evet" cevabını verdi.

İbn Merdûye, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Ali b. Ebî Tâlib, beni İbnu'l-Kevvâ ve arkadaşlarına gönderdiği zaman üzerimde ince bir gömlek ve kaftan vardı. İbnu'l-Kevvâ ve arkadaşları bana:

“Sen İbn Abbâs olduğun halde bu elbiseleri mi giyiyorsun?" deyince, ben:

“Sizinle ilk tartışacağım şey, Yüce Allah'ın, "Allah'ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı..." ve "Ey Âdemoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin... " âyetleridir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) iki bayramda da hırka ve nakışlı elbise giyerdi" karşılığını verdim.

Ebû Dâvûd'un bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Hârûriyye (isim verilen Haricîler, Hazret-i Ali ile savaşmak üzere yola) çıktıklarında ben Hazret-i Ali'nin yanına vardım, Hazret-i Ali:

“Şu topluluğa git (ve onlarla bir görüş)" dedi. Yemen kumaşlarının en güzelini giyerek yanlarına gittiğimde bana:

“Merhaba ey Abbâs'ın oğlu! Bu elbiseler de ne?" dediler. Ben:

“Beni ayıplıyor musunuz? Ben, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) üzerinde elbiselerin en güzelini gördüm" cevabını verdim... "

Taberânî ve Beyhakî, Sünen'de, İbn Ömer'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Biriniz namaz kılacağı zaman iki (iyi) elbisesini giysin. Allah kendisi için süslenmeye en layık olandır. Eğer iki elbisesi yoksa beline izar (peştamal) bağlasın. Yahudiler gibi (her tarafını örtecek şekilde tek bir örtüyle) örtünmesin. "

Şafiî, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sizden biriniz bir tek giysi içinde omuzlarında o giysinin bir kısmı bulunmadan namaz kılmasın" buyurdu.

Ebû Dâvûd ve Beyhakî'nin Bureyde'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kıyafeti giymeden üzerine atarak namaz kılmayı ve üst tarafı açık bırakıp sadece pantolonla namaz kılmayı yasaklamıştır.

İbn Mâce, Ebu'd-Derdâ'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kabirlerinizde ve mescidlerinizde Allahı ziyaret etmenize uygun en güzel giysi, şüphesiz beyaz olanıdır" buyurduğunu nakletmiştir.

Ebû Dâvûd, Tirmizî ve İbn Mâce'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hz, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Beyaz elbise giyiniz çünkü en hayırlı elbiseleriniz beyaz renkli olanlardır. Ölülerinizi de beyaz kefenle kefenleyiniz" buyurmuştur.

Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce, Semure b. Cündüb'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Beyaz elbise giyiniz. Beyaz elbise daha'temiz ve daha güzeldir. Ölülerinizi de beyaz kefenle kefenleyiniz" buyurduğunu nakleder.

Ebû Dâvûd, Ebu'l-Ahvas'tan, o da babasının şöyle dediğini bildirir: Eski bir elbise ile Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gittiğimde:

“Senin malın mülkün var mı?" diye sordu. Ben:

“Evet" cevabını verince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hangi (cins) maldır?" diye sordu. Ben:

“Allah bana deve, koyun, at ve köle verdi" diye cevap verince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah sana bir mal verdiği zaman Allattın nimetinin ve ikramının izleri senin üzerinde görülsün" buyurdu.

Tirmizî, Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah, kulunun üzerinde nimetinin izlerini görmeyi sever" buyurduğunu nakletmiştir.

Ahmed ve Müslim, Abdullah b. Mes'ûd'dan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kalbinde zerre kadar iman olan Cehenneme girmez. Yine kalbinde zerre kadar kibir olan cennete girmez" buyurunca, bir adam:

“Ey Allah'ın Resûlü! Elbisenim yıkanmış, başımın yağlanmış, ayakkabımın bağının yeni olmasından hoşlanıyorum" dedi ve daha başka şeyler de saydı. Hatta kamçısının askısını bile zikretti ve:

“Bu kibirden sayılır mı ey Allah'ın Resûlü?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hayır. Bu güzelliktir. Allah güzeldir ve güzelliği sever. Kibir ise, hak ve hakikati kabul etmeye tenezzül etmemek ve insanları hor-hakir görmektir" buyurdu.

İbn Sa'd, Cündüb b. Mekîs'in:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), kendisine bir heyet geldiği zaman en güzel elbiselerini giyer ve sahabenin ileri gelenlerine de güzel kıyafetlerini giymelerini emrederdi" dediğini bildirir.

Ahmed'in bildirdiğine göre Sehl b. el-Hanzaliyye der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraberken:

“Kardeşlerinizin yanına gidiyorsunuz. Bineklerinizi ve giysilerinizi güzelleştirin ki insanlar içinde bir ben gibi olunuz. Allah, çirkin söz ve fiilleri sevmez" buyurdu.

Abdürrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Şuabu'l- İman'da İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“İsraf veya büyüklenme olmadıktan sonra yemeyi ve içmeyi helal kılmıştır."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "...Allah müsrifleri sevmez" sözü, yemek ve içmek ile ilgilidir.

İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre "İsraf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez " sözü, giyecek yiyecek ve içecek ile ilgilidir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, "İsraf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez " âyetiyle ilgili olarak:

“Haram yemeyiniz. Haram yemek israftır" demiştir.

Abd b. Humeyd, Nesâî, İbn Mâce, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuabu'l- îman'da, Amr b. Şuayb vasıtasıyla, babasından, o da dedesinden Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Büyüklenmeden ve israf etmeden yiyiniz, içiniz, sadaka veriniz ve giyininiz. Yüce Allah, nimetinin izlerini kulunun üzerinde görmek ister."

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir günde iki defa yediğimi görünce:

“Ey Âişe! Midenden başka işinin olmamasını mı istiyorsun. Günde iki defa yemek israftandır. Allah da müsrifleri sevmez" buyurdu.

İbn Mâce, İbn Merdûye ve Beyhakî, Enes'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Canının her istediği şeyi yemen israftandır" buyurduğunu nakletmiştir.

Ahmed, Zühd'de , Hasan(ı Basrî'nin) şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Ömer, oğlu Abdullah'ın yanma girip yanlarında et olduğunu görünce:

“Bu et te nedir?" diye sordu. Abdullah b. Ömer:

“Canım çekmişti" cevabını verince, Hazret-i Ömer:

“Her canının çektiği şeyi yiyor musun? Canının her istediğini yemesi kişi için israf olarak yeterlidir" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“İsraf ve büyüklenme niyetin olmadıktan sonra dilediğini ye, iç ve giy."

İbn Ebî Şeybe ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr'e:

“Malda israf nedir?" diye sorulunca, Saîd:

“Allah'ın sana verdiği helal malı, sana haram kıldığı yollarda harcamandır" cevabını verdi.

İbn Mâce'nin bildirdiğine göre Selmân, yediği yemekten biraz daha yemesi için ısrar edilince:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Dünyada nisanların en çok doyasıya yiyenleri, kıyamet günü en uzun süre aç kalacak kişilerdir» buyurduğunu duymuş olmam, yememem için yeterli sebeptir" dedi.

Tirmizî ve İbn Mâce'nin bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: Bir adam Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında çok yediğinden dolayı geğirince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yanımızda geğirme. Çünkü kıyamet günü en uzun süre aç kalacak olanlarınız, dünyadayken en çok doymuş olanlarınızdır" buyurdu.

Ahmed, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Hibbân, et-Tıb'da İbnu's-Sünnî, Hâkim, et-Tib'da Ebû Nuaym ve Şuabu'l-İman'da Beyhakî, Mikdâm b. Ma'dîkerib'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

"Âdemoğlu midesinden daha kötü bir kap doldurmamıştır. Âdemoğluna kendisini ayakta tutacak kadar yemesi içmesi yeterlidir. Şayet bu miktardan fazla yiyecek ise midesini üç kısma ayırsın; bir kısmı yemek, bir kısmı içecek, bir kısmı da nefes için ayrılmalıdır. "

et-Tıbbu'n-Nebevî'de İbnu's-Sünnî ve et-Tıbbu'n-Nebevî'do. Ebû Nuaym, Abdurahman b. el-Murakka'dan şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah, dolu karından daha şerli bir kap yaratmamıştır. Eğer mutlaka yiyecekseniz, karnınızın üçte birini yemeğe, üçte birini içmeye diğer üçte birini de hava için bırakınız."

İbnu's-Sünnî ve Ebû Nuaym'ın Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Her hastalığın sebebi hazımsızlıktır" buyurmuştur.

İbnu's-Sünnî ve Ebû Nuaym, Ebû Saîd'den aynı rivâyette bulunmuştur.

Ebû Nuaym, Ömer b. el-Hattâb'ın şöyle dediğini bildirir:

“Karnınızı yemek ve içecekle doldurmaktan sakınınız. Böyle yapmak, bedene zararlı ve hastalığa sebep ve namazı üşenerek kılmaya neden olur. Yemek ve içmekte orta yollu olmak, bedene faydalı ve israfa engel olur. Allah şişman âlimden nefret eder. Kişi, şehvetini dinine tercih etmedikçe helak olmaz."

Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ertea'nın şöyle dediğini bildirir: Tabiplerden bir grup, krallardan birinin yanında toplanınca, kral:

“Midenin en büyük ilacı nedir?" diye sordu. Tabiplerden her biri bir şey söyledi. Sadece bir kişi susup konuşmadı ve onlar sözlerini bitirince kral, bu kişiye:

“Sen ne dersin?" diye sordu. Adam:

“Bunlar, hepsinin de bir takım faydası olduğu bazı şeyler saydılar, ama bütün söylediklerini kapsayan üç şey vardır: Bir yemeği canın istemeden yeme. Pişirilen et yemeğini iyice pişmeden yeme ve aldığın lokmayı iyice çiğnemeden yutma. Böyle yaparsan mideni zorlamamış olursun" dedi.

Beyhakî, İbrahim b. Ali ez-Zühlî'nin şöyle dediğini bildirir:

“Bütün sözlerden dört bin söz çıkar. Bu dört bin sözden dört yüz söz çıkar. Bu dört yüz sözden kırk söz, kırk sözden de dört söz çıkar. Bu sözler şunlardır: Bbirincisi, kadınlara güvenme. İkincisi, midene taşıyamayacağı şeyi yükleme. Üçüncüsü, mal (para) seni aldatmasın. Dördüncüsü ise, ilimden, faydalandığın kadarı senin için yeterlidir.

Ebû Muhammed el-Hallâl'ın bildirdiğine göre Hazret-i Âişe hastayken Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girdi ve:

“Ey Âişe! Az yemek devadır. Mide ise hastalıkların yuvasıdır. Bedeninizi elinizden geldiği kadar az yemeye alıştırınız" buyurdu.

Beyhakî, İbn Ebcer'den, o da babasının şöyle dediğini bildirir:

“Mide bedenin havuzudur. Bütün damarlar oraya uğrar ve oradan geçerler. Mide sağlam ise damarlarda sağlam ve sıhhatli olarak oradan geçer. Mide çürük ise damarlar da oradan çürük olarak geçerler."

Taberânî, el-Evsat'ta, İbnu's-Sünnî, et-Tıbbu'n-Nebevi'de , Ebû Nuaym, et- Tıbbu'n-Nebevi'de ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Mide bedenin havuzudur. Bütün damarlar oraya uğrar ve oradan geçerler. Mide sağlam ise damarlar da sağlam ve sıhhatli olarak oradan geçer. Mide çürük ise damarlar da oradan çürük olarak geçerler."

32

"De ki: Allah'ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde müminlerindir. İşte bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz."

Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Kureyşliler, Kâbe'yi çıplak olarak tavaf eder ve ıslık çalarak alkış tutarlardı. Yüvce Allah:

“De ki: Allah'ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı..." buyurarak onlara kıyafet giymelerini emretti. "De ki: Onlar, dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde müminlerindir. İşte bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz" buyruğuyla de müminlerin bu süslerden dünyada yararlanabileceğini, bunlardan yararlanmaları sebebiyle günah işlemiş olmayacaklarını bildirdi."

Vekî, el-Ğurar'da bildiriyor: Hazret-i Âişe'ye ipek başörtüsü kullanmanın hükmü sorulunca:

“Allah süslerden hiç birini yasaklamadı" cevabını verdi.

Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk, "De ki: Allah'ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı. De ki: Onlar, dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde müminlerindir. İşte bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Müşrikler, dünya süslerinden müminlerle beraber faydalanıyorlar, ama kıyamet günü bu süsler sadece müminlerin olacaktır."

Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen temiz rızıklardan kasıt, iç yağı, et ve eritilmiş yağdır.

Ebu'ş-Şeyh, İbn Zeyd'in şöyle dediğini bildirir: Bir topluluk, koyunun sütünü, etini ve yağını haram sayıyordu. Bunun üzerine Yüce Allah, "De ki: Allah'ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı. De ki: Onlar, dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde müminlerindir. İşte bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz" âyetini indirdi. Âyette geçen süsten kasıt ise giysilerdir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen temiz rızıktan kastedilen, Cahiliyenin kendi mallarından kendilerine haram kıldıkları Bahîra, Sâibe, Vasile ve Hâm diye isimlendirdikleri hayvanlardır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Cahiliye halkı, Allah'ın helal kıldığı giysi ve benzeri şeylerden bazılarını haram sayıyorlardı. Yüce Allah'ın, "De ki: Allah'ın size indirdiği rızıktan bir kısmını helâl, bir kısmını da haram bulmanıza ne dersiniz? De ki: Allah mı size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz" âyeti buna işaret etmektedir. Bunun üzerine Yüce Allah:

“De ki: «Allah'ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı?» De ki: «Onlar, dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde müminlerindir.» İşte bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz" âyetini indirdi. Müslümanlar ve müşrikler, dünyadaki temiz şeylerden yerler, güzel kıyafetler giyinirler, güzel kadınlarla evlenirler. Yüce Allah, bu nimetleri âhirette sadece iman edenlere has kılmış ve âhirette müşriklerin bu nimetlerden bir nasibi olmadığını bildirmiştir.

İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre âyette geçen süsler, âhiret günü, sadece dünyada iman edenlere has olacaktır.

Abd b. Humeyd, Âsım'ın şöyle dediğini bildirir: Haccâc b. Yûsuf'un bu âyeti (.....) merfu (ötreli) olarak okuduğunu duydum. Âsim:

“Haccâc bunun irabına dikkat etmemiştir" deyip bu kelimeyi (.....) şeklinde okumuştur.

33

"De kî; Rabbim, ancak hayâsızlıkları, onların açık olanını, gizli olanını, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır"

Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "De ki: Rabbim, ancak hayasızlıkları, onların açık olanını, gizli olanını, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır" âyetinde geçen açık hayasızlıktan kasıt çıplaklık, gizli hayasızlık ise zinadır. Müşrikler Kâbe'yi çıplak olarak tavaf ediyorlardı.

İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen açık hayâsızlıktan kasıt, Cahiliye halkının Kâbe'yi çıplak olarak tavaf etmesi, gizli hayâsızlıktan kasıt ise zinadır.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'tan daha kıskancı yoktur. Bu sebeple açık ve gizli olan hayâsızlıkları haram kılmıştır" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim ve İbn Merdûye, Muğîre b. Şu'be'den bildirir: Sa'd b. Ubâde'nin:

“Eğer birini hanımımla görsem, kılıçla boynunu vururdum" dediği Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kulağına varınca şöyle buyurdu:

“Sa'd'ın kıskançlığına şaşıyor musunuz? Vallahi ben Sa'd'dan daha kıskancım. Allah da benden daha kıskançtır. Bu sebeple Yüce Allah açık ve gizli olan hayâsızlıkları yasaklamıştır. Hiç kimse Allah'tan daha kıskanç değildir."

İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın Resûlü! Sen kıskanmaz mısın?" diye sorulunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Vallahi ben kıskanırım. Allah da benden daha kıskançtır. Bu sebeple Yüce Allah açık ve gizli olan hayâsızlıkları yasaklamıştır" buyurdu.

Ebu'ş-Şeyh'in Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre âyette geçen açıktan olan hayâsızlıktan kasıt, sütre olmadan yıkanmaktır.

Abdürrezzâk'ın Yahya b. Ebî Kesîr'den bildirdiğine göre bir adam:

“Ey Allah'ın Resûlü! Haddi gerektirecek bir günah işledim. Bana had (şeri ceza) uygula" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) adama had uygulayıp, kızgınlığı yüzüne vurmuş bir şekilde minbere çıktı ve şöyle dedi:

“Ey insanlar! Allah, sizlere açık ve gizli kötülükleri haram kılmıştır. Kim bu günahlardan birini işlerse, Allah'ın örtüsüyle örtünsün (günahını gizlesin). Kim bize gelip (şeri ceza gerektirecek) bir günahını itiraf ederse ona haddi uygularız. "

İbn Ebî Şeybe, Ebû Câfer'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ben kıskancım. Hazret-i İbrâhîm de kıskançtı. Gönlü hasta olanlardan başka kıskanç olmayan insan yoktur" buyurduğunu nakletmiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'nin şöyle dediğini bildirir:

“Âyette geçen (.....) kasıt, ma'siyettir. (.....) kelimesi ise haksız yere insanlara zulmetmek mânâsındadır."

34

"Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar, ne de bir an ileri gidebilirler"

İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, Hatîb, Tâli't-Telhîs'te ve İbnu'n- Neccâr Tarih'te, Ebu'd-Derdâ'nın şöyle dediğini bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında uzun ömür hakkında konuştuk ve:

“Akrabasını ziyaret, edenin ömrü uzatılır" dedik. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişinin ömrü uzamaz. Yüce Allah: «Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar; ne de bir an ileri gidebilirler» buyurmuştur; ama kişinin salih bir soyu olur ve vefatından sonra kendisine dua ederler ve bu dua kişiye ulaşır. İşte ömrün uzaması bu şekildedir" buyurdu. Bir lafızda ise şöyledir:

“Onların bu kişiye yaptıkları dua, o kişinin kabrine ulaşır. İşte ömrün uzaması bu şekildedir. "

İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Ebî Arûbe'den bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) şöyle derdi: Yüce Allah, "Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar, ne de bir an ileri gidebilirler" buyurmuşken, "Allahım! Ömrümü uzat diyen" şu topluluk ne kadar ahmaktır!"

Abdürrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Zührî'nin vasıtasıyla, İbnu'l- Müseyyeb'in şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Ömer hançerlendiği zaman Ka'b:

“Eğer Ömer Allah'a dua etse ecelini geciktirirdi" deyince, Ka'b'a:

“Yüce Allah, «Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri gidebilirler» buyurmuyor mu?" denildi. Ka'b:

“Yüce Allah, «Ömrü uzun olanın çok yaşaması ve ömürlerin azalması şüphesiz Kitab'dadır» buyurmuştur" karşılığını verdi. Zührî der ki:

“Herkes için yazılmış bir ömür vardır. Ka'b, bu sözüyle kişinin eceli gelmedikçe, Allah'ın, dilediğinin ömrünü uzatacağını veya kısaltacağını, ecel geldiği zaman ise ne geri kalacağını, ne de ileri alınacağını kastetmiştir."

İbn Sa'd, Tabakat'ta Ka'b(u'l-ahbâr)'ın şöyle dediğini bildirir:

“İsrail oğullarından bir kral vardı. Onu hatırladığımızda Hazret-i Ömer'i, Hazret-i Ömer'i hatırladığımızda ise o kralı hatırlarız. Bu kralın yanında, kendisine vahiy gelen bir peygamber vardı. Allah, bu peygambere, krala:

“Vasiyetini yazıp bana ver. Üç güne kadar öleceksin" demesini vahyetti. Peygamber, krala bunu söyleyince, kral üçüncü gün duvarla yatağı arasında secdeye varıp Rabbine yalvararak:

“Allahım! Adaletle hükmettiğimi, ihtilaf olduğu zaman ise senin hidâyetine tabi olduğumu ve (seni razı edecek) başka şeyler yaptığımı biliyorsan, çocuklarım büyüyünceye ve tebam çoğalana kadar ömrümü uzat" diye dua etti. Allah, o peygambere bu kralın dediklerini ve sözlerinin doğru olduğunu söyleyip ömrünü on beş yıl uzattığını bildirdi. Bu müddet zarfında kralın çocuğu büyüdü ve tebası çoğaldı.

Hazret-i Ömer hançerlendiği zaman Ka'b:

“Eğer Ömer Rabbinden kendisini yaşatmasını isteseydi Allah onu yaşatırdı" deyince, bunu Hazret-i Ömer'e bildirdiler. Hazret-i Ömer:

“Allahım! Acze düşmeden ve kınanmadan beni huzuruna al" diye dua etti.

İbn Sa'd, İbn Ebî Muleyke'den bildirir: Hazret-i Ömer hançerlendiği zaman Ka'b gelip kapıda ağlayarak:

“Vallahi eğer müminlerin emiri, kendisinin ecelini geciktirmesi için dua etse, Allah onun ecelini geciktirirdi" deyince, İbn Abbâs Hazret-i Ömer'in yanına girip:

“Ey müminlerin emiri! Ka'b şöyle şöyle söylüyor" dedi. Hazret-i Ömer:

“O zaman vallahi Allah'tan böyle bir şey istemem" dedi.

Beyhakî, Delâil'de  ve İbn Asâkir, Yahya b. Abdirrahman b. Lebîbe'den, o babasından, o da dedesinin bildirir: Sa'd b. Ebî Vakkâs dua edip:

“Ey Rabbim! Küçük çocuklarım var. Onlar büyüyene kadar ecelimi geciktir" dedi. Bunun üzerine Allah onun ecelini yirmi yıl geciktirdi.

Ahmed'in, Sevbân'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kim ecelinin geciktirilmesini ve rızkının bol olmasını isterse akrabalarıyla ilişkisini kesmesin" buyurdu.

Hakîm et-Tirmizî, İbn Abbâs'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kim, ümmetimden bir bölümünün sorumluluğunu alır ve bu kişinin gizli hali güzel olursa, bu kişiye idarelerini aldığı kişilerin kendisine saygı göstermesi sağlanır. Onlara iyilikle cömert davranırsa kendisine sevgi beslemeleri sağlanır. Onların malını çoğaltırsa, Allah da kendisinin- malını çoğaltır. Kuvvetliye karşı zayıfa insaflı davranırsa Allah onun iktidarını güçlendirir. Onlara adaletli davranırsa, Allah onun ömrünü uzatır. "

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Rabbinden korkan ve akrabasıyla ilişkiyi kesmeyen kişinin ömrü uzatılır, malı çoğalır ve ailesi tarafından sevilir" demiştir.

35

"Ey Âdem oğulları! Size aranızdan âyetlerimizi okuyan peygamberler geldiğinde, onların bildirdiklerine karşı gelmekten sakınan ve gidişini düzeltenlere, işte onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir"

İbn Cerîr, Ebû Seyyar es-Sülemî'nin şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah Hazret-i Âdem ve zürriyetini avucuna alıp:

“Ey Âdem oğulları! Size aranızdan âyetlerimizi okuyan peygamberler geldiğinde, onların bildirdiklerine karşı gelmekten sakınan ve gidişini düzeltenlere, işte onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir" buyurdu. Sonra peygamberlere bakıp:

“Ey peygamberler! Temiz şeylerden yiyin, yararlı iş işleyin; doğrusu Ben, yaptığınızı bilirim. Şüphesiz bu (insanlar) bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir; ben de sizin Rabbinizim. Öyle ise benden sakının" (denildi)" buyurdu. Sonra onları (yeryüzüne) yaydı,

36

Âyetlerimizi yalanlıyanlara ve bunlara îmanı, kibirlerine yedirmiyenlere gelince; bunlar cehennemliktirler, onlar ebedî olarak orada kalıcıdırlar.

37

"Allah'a karşı yalan uyduran veya âyetlerini yalan sayandan daha zalim kimdir? Kitab'daki payları kendilerine erişecek olanlar onlardır. Elçilerimiz canlarını almak üzere geldiklerinde onlara, «Allah'tan başka taptıklarınız nerede?» deyince, «Bizi koyup kaçtılar» derler, böylece inkarcı olduklarına kendi aleyhlerine şahidlik ederler"

Firyâbî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen "Kitab'daki payları kendilerine erişecek olanlar..." sözündeki paydan kastedilen, kendileri için takdir edilen hayır ve şerdir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın "Kitab'daki payları kendilerine erişecek olanlar..." sözünü açıklarken:

“Burada kastedilen amellerdir. Hayır veya şer yapanlar bunun karşılığını alırlar" dediğini bildirir.

İbrı Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Kitab'daki payları kendilerine erişecek olanlar..." sözündeki paydan kastedilen, kendileri için takdir edilen bedbahtlık ve saadettir.

İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Kitab'daki paylan kendilerine erişecek olanlar..." sözündeki paydan kastedilen, kendilerine bir işi yapmaları takdir edilen topluluğun o ameli yapmalarının kaçınılmaz olmasıdır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Kitab'daki paylan kendilerine erişecek olanlar..." sözündeki paydan kastedilen, kişinin, cennetlik veya cehennemlik olacağı hükmüdür.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'in, "Kitab'daki payları kendilerine erişecek olanlar..." sözünü açıklarken:

“Burada kastedilen Kur'ân'da vaadedilen hayır ve şerlerdir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Muhammed b. Kab'dan bildirdiğine göre "Kitab'daki payları kendilerine erişecek olanlar..." sözündeki paydan kastedilen, kişinin rızkı ve amelidir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Ebû Sâlih'ten bildirdiğine göre âyette geçen paydan kasıt azaptır.

Abd b. Humeyd, Hasan(ı Basrî)'den aynı rivâyette bulunmuştur.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Rabîb. Enes'ten, âyette geçen paydan kastedilenin, kendilerine yazılan rızık olduğunu bildirir.

38

Bkz. Ayet:39

39

"Allah buyuracak kî: «Sîzden önce geçmiş cin ve insan toplulukları arasında siz de ateşe girin!» Her ümmet girdikçe yoldaşlarına lânet edecekler. Hepsi birbiri ardından orada (cehennemde) toplanınca, sonrakiler öncekiler için, «Ey Rabbimiz! Bizi işte bunlar saptırdılar! Onun için onlara ateşten bir kat daha fazla azap ver!» diyecekler. Allah da: «Zaten herkes için bîr kat daha fazla azap vardır, fakat siz bilmezsiniz» diyecektir. Öncekiler de sonrakilere derler ki: Sizin bize bir üstünlüğünüz yok. O halde siz de yaptıklarınıza karşılık azabı tadın!"

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi geçti mânâsındadır. "Her ümmet girdikçe yoldaşlarına lânet edecekler. Hepsi birbiri ardından orada (cehennemde) toplanınca, sonrakiler öncekiler için, «Ey Rabbimiz! Bizi işte bunlar saptırdılar! Onun için onlara ateşten bir kat daha fazla azap ver!» diyecekler. Allah da: «Zaten herkes için bir kat daha fazla azap vardır, fakat siz bilmezsiniz» diyecektir. Öncekiler de sonrakilere derler ki: Sizin bize bir üstünlüğünüz yok. O halde siz de yaptıklarınıza karşılık azabı tadın!" sözünden kastedilen ise, her milletten insanlar cehenneme girince o dinden olan arkadaşlarına lanet okuyacaktır. Müşrikler müşriklere, Yahudiler Yahudilere, Hıristiyanlar Hıristiyanlara, Sâbiîler Sâbiîlere, Mecûsiler Mecûsilere, bunların sonradan gelenleri, daha önce gelenlere lanet okumalarıdır. Hepsi cehennemde toplanınca, âhir zamanda gelenler, daha önce kendilerine bu dini çıkaran öncekiler hakkında:

“Ey Rabbimiz! Bizi işte bunlar saptırdılar! Onun için onlara ateşten bir kat daha fazla azap ver!" diyecekler. Ama Yüce Allah:

“Zaten herkes (önceden gelenler ve sonradan gelenler) için bir kat daha fazla azap vardır" buyuracak. İlk gelenler de sonradan gelenlere:

“Sizin bize bir üstünlüğünüz yoktur. Bizim dalalete düştüğümüz gibi siz de düştünüz" diyecekler.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, kat kat demektir. Âyette Yüce Allah'ın onların her birine kat kat azab verileceği bildirilmiştir. "Sizin bize bir üstünlüğünüz yok..." sözündeki üstünlükten kastedilen ise, azabın bir taraf için daha hafif olmayacağıdır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Ebû Miclez'in, âyette geçen, "Öncekiler de sonrakilere derler ki: Sizin bize bir üstünlüğünüz yok..." sözünden kastın, öncekilerin:

“İsyan ettiğimiz zaman bize verilen azab size gösterildi ve bu konuda uyarıldınız. O halde sizin bizden ne üstünlüğünüz var?" demesidir.

Abd b. Humeyd, Katâde'nin şöyle dediğini bildirir: Hasan(-ı Basrî):

“Cinler ölmezler" deyince ben:

“Yüce Allah, «Sizden önce geçmiş cin ve insan toplulukları arasında siz de ateşe girin» buyurmuyor mu?" diye sordum. Hasan:

“Âyette geçen (.....) kelimesi, öldü değil, geçti mânâsındadır" cevabını verdi.

40

"Doğrusu âyetlerimizi yalan sayıp, onlara karşı büyüklük taslayanlara, göğün kapıları açılmaz; deve iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete de giremezler. Suçluları böyle cezalandırırız"

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen göğün kapılarının açılmaması, amellerinin Allah'a ulaşmaması demektir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Âyetteki "Göğün kapıları açılmaz..." sözünden kastedilen, göğün kapılarının, (kafirlerin) amel ve dualarının göğe çıkması için açılmamasıdır."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs "Göğün kapıları açılmaz..," sözünü açıklarken şöyle dedi:

“Âyette semanın kafirlerin ruhları için açılmayacağı, müminlerin ruhları için ise açılacağı kastedilmiştir."

İbn Merdûye'nin Berâ b. Âzib'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti (.....) şeklinde, harfiyle okumuştur.

Ahmed, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî, el- Bö's'ta, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kişi ölünce melekler de hazır bulunur ve ölen kişi müminse: «Ey temiz bedende bulunan temiz ruh! Övülmüş bir şekilde çık ve rahatlık; hoşnutluk ve senden razı olup sana gazaplanmayan Rab ile müjdelen» derler. Ruh çıkana kadar kendisine böyle denilmeye devam edilir. Sonra onu semaya çıkarırlar ve sema kapıları kendisine açılıp: «Bu kimdir?» diye sorulur. Onu çıkaran melekler: «Falan oğlu falandır» cevabını verince, kapıyı açan melekler: «Merhaba ey temiz bedende bulunan temiz ruh! Övülmüş bir şekilde gir ve rahatlık, hoşnutluk ve senden razı olup sana öfkelenmeyen Rab ile müjdelen» derler. Yedinci semaya varıncaya kadar her semada kendisine aynı şeyler söylenir. Ölen kişi kötü birisi ise ona: «Ey pis bedende olan pis ruh! Ayıplanmış bir şekilde çık. Kor ateş, irin ve bunun gibi türlü azaplarla müjdelen» derler. Ruh çıkana kadar kendisine böyle denmeye devam edilir. Sonra onu semaya çıkarırlar ve sema kapıları çalınınca: «Bu kimdir?» diye sorulur. Onu çıkaran melekler: «Falandır» cevabını verince, kapıyı açan melekler: «Pis bedende olan pis ruha Allah genişlik ve bolluk vermesin. Ayıplanmış bir şekilde geri dön. Sema kapıları senin için açılmaz» derler ve ruh semadan gönderilip mezara konulur."

Tayâlisî, İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, Lâlekâî, es-Sünne'de ve Beyhakî, el- Bas'ta Ebû Mûsa el-Eş'arî'nin şöyle dediğini bildirir: Müminin ruhu çıkarken kokusu miskten daha güzel olur ve onu vefat ettiren melekler, kendisini semaya çıkarırken semanın yanında başka melekler karşılayarak:

“Sizinle olan bu kişi kim?" diye sorar. Ruhu alan melekler:

“Falan kişidir" deyip onu en güzel amelleriyim anarlar. Bunun üzerine onları karşılayan melekler:

“Allah'ın selamı sizin ve sizinle olan bu kişinin üzerine olsun" derler ve bu kişiye semaların kapısı açılır. Bu kişi amelinin çıktığı semanın kapısından yükselir ve yüzü parlayıp Rabbinin huzuruna güneş gibi parlak olarak çıkar. Kafirin ise ruhu çıkarken leş kokusundan daha pis bir kokusu olur. Onu vefat ettiren melekler kendisini semaya çıkarırken semanın yanında başka melekler karşılayarak:

“Sizinle olan bu kişi kim?" diye sorar. Ruhu alan melekler:

“Falan kişidir" deyip onu en kötü amelleriyle anarlar. Bunun üzerine onları karşılayan melekler:

“Bunu geri çevirin, Allah buna zulmetmemiştir" derler ve bu kişinin ruhunu yerin dibine indirirler." Ebû Mûsa böyle dedikten sonra:

“Deve iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete de giremezler..." âyetini okudu.

Tayâlisî, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Hennâd b. es-Serî, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvûd, Sünen'de, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Azâbu'l-Kabr'da, Berâ b. Âzib'in şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber Ensar'dan bir adamın cenazesinde bulunduk. Kabre vardığımızda mezarın henüz lahdi yapılmamıştı. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) oturdu. Biz de onun çevresinde, başlarımızda sanki kuşlar varmış gibi sükûnetle oturduk. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) elindeki bir çöple yeri karıştırıyordu. Derken başını kaldırıp iki ya da üç defa:

“Kabir azabından Allah'a sığınınız" buyurduktan sonra şöyle devam etti:

“Mümin bir kulun dünyadan kopup âhirete yönelme vakti gelince; onun yanına gökten, yüzleri güneşe benzeyen beyaz yüzlü melekler iner. Yanlarında cennet kefenlerinden ve cennet kokularından bulunur. O melekler, can vermekte olan kişinin gözünün göreceği kadar bir uzaklıkta otururlar. Sonra Ölüm Meleği gelir, onun başucuna oturur ve: «Ey temiz olan ruh! Vücuttan çıkıp Allah'ın affına ve rızasına kavuş» der.

Bunun üzerine su kabından bir damlanın akması gibi ruh vücuttan akıp çıkar. Melek onu alır ve diğer melekler o ruhu, Ölüm Meleğinin elinden, göz açıp kapayıncaya kadar bile bekletmeksizin alarak Cennetten getirdikleri o kefenin ve kokunun içine koyarlar. O ruhtan, yeryüzündeki en güzel miskin kokusu gibi bir koku çıkar ve melekler bu ruhu alıp yukarı çıkarlar. Onların uğradığı hiçbir melek topluluğu yoktur ki: «Bu temiz ruh kimdir?» diye sormasın. Melekler, dünyada iken onun isimlendirilmiş olduğu isimlerin en güzeli ile: «Falan oğlu falandır» derler. Nihayet dünya semâsına ulaşır ve onun açılmasını isterler. Dünya seması onun için açılır. Her semânın Mükarrebûn melekleri, onu bir sonraki semâya kadar geçirirler. Nihayet yedinci semâya ulaştırdıklarında; Allah: «Bu kulumun amelini yüksek katlardakinin içine yazın ve kendisini yeryüzüne gönderin. Çünkü ben onları oradan yarattım ve oraya döndürürüm. Tekrar oradan çıkaracağım» buyurur. Ruhu (yeryüzüne) iade edilir.

İki melek gelip onu oturturlar ve ona: «Rabbin kim?» diye sorarlar. O: «Rabbim Allah'tır» cevabını verince, ona: «Dinin nedir?» derler. O: «Dinim İslâm'dır» karşılığını verince, Ona: «Size gönderilen şu adam kimdir?» diye sorarlar. O: «O, Allah'ın Resûlü'dür» cevabını verince; ona: «İlmin nedir?» diye sorarlar. O: «Allah'ın Kitabını okudum, ona iman ettim ve onu doğruladım» diye cevap verince, semadan: «Kulum, doğru söyledi. (Kabrini) cennette döşeyin, onu cennetten giydirin ve ona cennetten bir kapı açın» diye bir ses gelir. Ona cennetin rahatlığı ve hoşluğu gelir ve kabri, gözünün uzanacağı yere kadar onun için genişletilir. Ona güzel yüzlü, güzel elbiseli ve hoş kokulu bir adam gelip: «Seni sevindiren şeyle ferah bul, bu, sana vaad edilen gündür» der. Mümin kul ona: «Sen kimsin? Yüzün hayır getiriyor» diye sorunca, o: «Ben senin sâlih amelinim» diye cevap verir. Kul: «Ey Rabbim! Kıyameti kopar, kıyameti kopar ki aileme ve malıma döneyim» der.

Kâfir kul ise, dünyadan ayrılıp âhirete yöneldiğinde, gökten ona, siyah yüzlü melekler iner. Yanlarında paçavralar vardır. O melekler can vermekte olan kişinin gözünün görebileceği kadar bir uzaklıkta otururlar. Sonra Ölüm Meleği (Azrail) gelir, onun başucuna oturur ve: «Ey pis ruh, Allah'tan kızgınlık ve öfkeyle çık» der. Ruh cesedinde dağılır da, ölüm meleği onu; şişin, ıslanmış yünden çıkarılışı gibi çıkarıp alır. Ruhu çıkardığında, melekler onu Ölüm Meleğinin elinde göz açıp kapayıncaya kadar bırakmayıp alır ve o paçavraya koyarlar. Ondan, yeryüzünde bulunan leş kokusunun en kokmuşu gibi bir koku çıkar. Onu alıp yükseltirler. Uğradıkları- hiçbir melek topluluğu yoktur ki: «Bu pis ruh kimindir?» diye sormasın. Onlar dünyada isimlendirilmekte olduğu isimlerin en çirkini ile: «Falan oğlu, falandır» derler. Nihayet, onu dünya semâsına ulaştırırlar ve dünya semasının kapısının açılmasını isterler, ama semanın kapısı açılmaz»" Sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Göğün kapıları açılmaz..." âyetini okudu ve şöyle devam etti:

“Yüce Allah: «Bunun amelini, yerin en alt katında bulunan Siccîn'e yazın» buyurur ve onun ruhu aşağıya atılır." Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a ortak koşan kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgarın bir uçuruma attığı şeye benzer" âyetini okuyup şöyle devam etti:

"Bu kişinin ruhu bedenine iade edilir ve iki melek gelip kendisini oturtarak: «Rabbin kimdir?» diye sorarlar. O: «Hı.. hıı bilmiyorum» cevabını verir. Onlar: «Dinin nedir?» diye sorunca, o: «Hı.. hıı bilmiyorum» cevabını verir. Onlar: «Size gönderilen şu adam kimdir?» diye sorunca, o: «Hı.. hıı bilmiyorum» cevabını verir. Bunun üzerine semadan: «Kulum yalan söyledi. Onun (kabrini) ateşten döşeyin ve ona cehennemden bir kapı açın» diye bir ses gelir. O sırada cehennemin sıcağı ve yakıcı havası kendisine gelmeye başlar. Kabri kendisine öyle bir daraltılır ki kaburga kemikleri birbirine girer. Ona çirkin yüzlü, çirkin elbiseli, pis kokulu bir adam gelir ve: «Seni, üzüleceğin bir şeyle müjdelerim. İşte bu, sana vaad edilen gündür» der. Kâfir kul: «Sen kimsin? Yüzün kötülük getiriyor» der. O kişi: «Ben senin çirkin amelinim» karşılığını verince bu kişi: «Ey Rabbim, kıyameti koparma!» diye dua eder."

İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen göğün kapılarının açılmaması, dualarının ve amellerinin Allah'a ulaşmaması demektir.

İbn Cerîr, Saîd b. Cübeyr'in, "Göğün kapıları açılmaz..." sözünden kastedilenin, amel ve dualarının Allah'a ulaşmaması olduğunu söylediğini bildirir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki:

“Göğün kapıları açılmaz..." sözünden, göklerin kapılarının hem ruhları, hem amelleri için açılmayacağı kastedilmiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, "Göğün kapıları açılmaz..." sözünü açıklarken şöyle dedi:

“Kâfirin ruhu alındıktan sonra, yeryüzünde bulunan melekler o ruhu döverler ve ruh göğe doğru çıkar. Oraya ulaşınca da gökteki melekler onu döverler ve o yeryüzüne iner. Yine yeryüzü melekleri onu döverler. Ruh yukarı çıkar, göğe ulaşınca da gökteki melekler onu döverler. O ruh da yeryüzünün en alt tabakasına iner. Müminin ruhu ise yükseltilir ve sema kapıları kendisi için açılır. Hangi meleğin yanından geçseler, o melek kendisine selam verir. Sonunda ruh Yüce Allah'ın huzuruna varınca, Allah bu ruha dilediğini verir, sonra:

“Kulumun ruhunu yeryüzüne indirin. Çünkü ben onları topraktan yarattım, onları toprağa döndüreceğim ve tekrar oradan çıkaracağım" buyurur.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Ali (b. Ebi Talha)'nın vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Deve iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete de giremezler..." sözünden kastedilen, ayakta duran devenin iğne deliğinden geçmesidir.

Abdürrezzâk, Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, Taberânî, M. el-Kebîr'de ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre "Deve iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete de giremezler..."sözünden kastedilen erkek devedir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Deve iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete de giremezler..." sözünden kastedilen, ağılda dört ayağı üzerine durabilen yavru devedir.

Saîd b. Mansûr, Âbd b. Humeyd, Ebû Ubeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbnu'l-Enbârî, eî-Mesâhifte ve Ebu'ş-Şeyh'in değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti (.....) şeklinde (.....) harfini merfu, (.....) harfini de şeddeli okur ve:

“(.....), gemi halatı mânâsındadır" derdi.

Ebû Ubeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbnu'l-Enbârî, el-Mesâhifte ve Ebu'ş- Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre İbn Mes'ûd'un kıraatinde bu âyet (.....) şeklinde okunmuştur.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mus'ab:

“Bu âyet (.....) şeklinde okunursa, biz adı Cemel olan bir kuş biliyoruz" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette kastedilen, gemi halatının iğne deliğinden girmesidir.

Ebu'ş-Şeyh'in İkrime'den bildirdiğine göre âyette kastedilen, hurma ağaçlarına tırmanmak için kullanılan halattır.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Hasan(-ı Basrî)'nin bu âyete, "Deve, iğne deliğinden geçmedikçe..." mânâsını verdiğini bildirir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Ömer'e bu âyet sorulunca, "Kastedilen, devenin iğne deliğine girmesidir" cevabını verdi.

41

"Onlar İçin cehennemden bir yatak ve üstlerine de örtüler vardır. Zalimleri böyle cezalandırırız"

İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) yatak, ise yorgan mânâsındadır.

Hennâd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den aynı rivâyette bulunmuştur.

Ebu'l-Hasan el-Kattân, et-Tivâlât' ta ve İbn Merdûye, Berâ'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kafire, kabrinde ateşten iki levha giydirilir. Yüce Allah'ın, «Onlar için cehennemden bir yatak ve üstlerine de örtüler vardır»âyeti buna işaret etmektedir" buyurduğunu nakletmiştir.

İbn Merdûye'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Onlar için cehennemden bir yatak ve üstlerine de örtüler vardır..." âyetini okuyup şöyle buyurdu:

“Bu örtüler, üstünden ve altından tabakalar şeklindedir. Kişi altındakinin mi yoksa üstündekinin mi daha fazla olduğunu bilmez. Ayrıca, alttaki tabakalalar onu yükseltirken, yukarıdakiler aşağıya doğru bastırarak sıkıştırırlar ve tıpkı okun ucundaki demirin okta sıkışması gibi ikisi arasında sıkışır."

42

İman edip sâlih amel işleyenler (var ya) - ki biz herkese ancak gücünün yettiğini teklif ederiz- işte onlar, cennetliktirler, onlar orada ebedî olarak kalıcıdırlar.

43

"Cennette altlarından ırmaklar akarken gönüllerinden kini çıkarıp atarız. «Bizi buraya eriştiren Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bizi doğru yola iletmeseydf, biz doğru yolu bulamazdık. And olsun ki Rabbimizin peygamberleri bize gerçeği getirmiştir» derler. Onlara, «İşlediğinize karşılık işte mirasçısı olduğunuz cennet» diye seslenilir"

Abdürrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Ali b. Ebî Tâlib'in:

“Vallahi! "Cennette altlarından ırmaklar akarken gönüllerinden kini çıkarıp atarız.." âyeti, Bedir ahalisi olan (yani bu savaşa katılan) bizim hakkımızda inmiştir" dediğini bildirir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, düşmanlık mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Cennetlikler Sırat köprüsünü geçtikten sonra, dünyadayken birbirlerine yapmış oldukları haksızlıklardan dolayı bekletilirler ve haklının haksızdaki alacağı alınıp, böylece cennete birbirlerine karşı kalplerinde kin olmadan girerler. "

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî der ki:

“Cennetlikleri cennete sürülüp cennete ulaştıklarında, kapısının yanında dibinde iki çeşme olan bir ağaç görürler. O çeşmelerin birisinden içerler. Böylece onların kalbinde bulunan kin sökülüp düşer. İşte temiz içecek budur. Diğer çeşmeden yıkanırlar. Onların üzerinde nimetin parıltısı görünür. Onlar artık hiçbir zaman kirlenmezler."

İbn Cerîr, Ebû Nadra'nın şöyle dediğini bildirir:

“Cennetlikler cennete girmeden önce, haklarını birbirlerinden almaları için bekletilirler. Böylece onlar cennete girdiklerinde, herhangi bir kimse diğerinden, kesilen bir tırnak kadar bir haksızlığın cezasını istemek durumunda kalmaz. Cehennemlikler de cehenneme varmadan önce birbirlerinden haklarını almak üzere durdururlar. Onlar cehenneme girdiklerinde herhangi biri diğerinden, kesilen bir tırnak kadar haksızlığın cezasını istemek durumunda kalmaz."

Nesâî, İbn Ebi'd-Dünyâ, Zikru'l-Mevt'te, İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

"Bütün cehennemlikler aslında cennette kendileri için hazırlanmış olan yerlerini görürler ve «Keşke Allah bize hidayet verseydi(de cennete girebilseydik)» derler ve bu bu durumları, onlar için bir pişmanlık olur. Bütün cennetlikler de aslında cehennemde kendileri için hazırlanan yerlerini görürler ve: «Eğer Allah bize hidayet nasib etmeseydi biz bunu bulamazdık» derler. Bu da onların, Allah'a şükretmeledir."

Saîd b. Mansûr, Ebû Ubeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Ebû Hâşim'den bildirir: Adiy b. Ertea, Ömer b. Abdilazîz'e bir mektup yazarak:

“Yanımızdaki Basralılar öyle dünyalıklar elde ettiler ki, onlar için ehdişelenmeye başladım" deyince, Ömer b. Abdilazîz:

“Mektubunu anladım. Yüce Allah, cennetlikleri cennete koyduğu zaman, onların: «Bizi buraya eriştiren Allah'a hamdolsun» demelerinden dolayı kendilerinden razı olmuştur. Yanındakilere Allah'a hamdetmelerini emret" cevabını yazdı.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Dârimî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Ebû Hureyre ve Ebû Saîd'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), "İşlediğinize karşılık işte mirasçısı olduğunuz cennet, diye seslenilir" âyeti hakkında şöyle dedi:

“Onlara: «Sıhhat bulun, ihtiyarlamayın. Varlık içinde olun, darlık çekmeyin. Genç kalın, ihtiyarlamayın. Ebedi yaşayıp hiç ölmeyin» diye seslenilir.

Hennâd, İbn Cerîr ve Abd b. Humeyd, Ebû Saîd'in şöyle dediğini bildirir:

“Cennetlikler cennete girdiği zaman bir münadi:

“Ey Cennet ahalisi! Sizin için hayat vardır. Artık ebediyen ölmeyeceksiniz. Sizin için nimet içinde olmak vardır. Artık ebediyen fakirleşmeyeceksiniz. Sizin için gençlik vardır. Artık ebediyen ihtiyarlamayacaksınız. Sizin için sıhhat vardır. Artık ebediyen hasta olmayacaksınız" diye seslenir, Yüce Allah'ın, "İşlediğinize karşılık işte mirasçısı olduğunuz cennet, diye seslenilir" âyeti buna işaret etmektedir.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî, "İşlediğinize karşılık işte mirasçısı olduğunuz cennet, diye seslenilir" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Hiçbir mümin ve kâfir yoktur ki, cennette ve cehennemde belli olan bîr yeri olmasın. Cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme girip yerlerine vardıkları zaman, Cennet, cehennemlikler için yükseltilir ve cehennemlikler cennetteki menzillerine bakarlar. Onlara: «Eğer Allah'a itaat etseydiniz, sizin menziliniz burasıydı» denilir. Sonra cennetliklere: «Yaptıklarınızdan dolayı (Cehennemliklerin kaybettikleri cennetteki yerlerine) onlara varis olunuz» denilir. Bunun üzerine cennetlikler, cehennemliklerin cennetteki yerlerini paylaşırlar."

İbn Ebî Hâtim, Ebû Mu'âz el-Basrî'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Canım elinde olana yemin ederim ki, (müminler) kabirlerinden çıktıkları zaman kanatları olan beyaz, altın eyerli, parlayan nurdan nalları olan ve her adımda gözün gördüğü kadar bir mesafeyi aşan develerle karşılanırlar. Kökünden iki çeşme akan bir ağacın yanına götürülürler ve çeşmelerden birinden içince karınlarındaki bütün pislikler temizlenir. Diğer çeşmeden yıkanınca, artık tenleri ve saçları hiç kirlenmez. Kendilerine güzel nimetler bahşedilir ve nihayet cennetin kapısına varırlar. Kapının altın levhaları üzerinde kızıl yakuttan bir halka görürler. Halkayı levhaya vururlar.

Yüksek sesli bir tangırtı tungurtu duyulur. Huri kadınlar eşlerinin gelmekte olduğunu duyarlar. Kayyumlarını gönderip kapıyı açtırırlar. İçeri giren mümin, onu görür görmez secdeye kapanır. Kayyum ona: «Başını kaldır. Ben senin kayyumunum. Emrine verildim» der. Adam onun peşine düşer, onu takib eder. Huri, hafif davranıp acele eder. İnci ve yakuttan yapılmış olan çadırından çıkar. Adamını kucaklar. Sonra ona: «Sen benim sevgilimsin. Ben de senin sevgilimin. Ben, ölümsüz ve ebediyim. Ben yumuşağım, zarar vermem. Ben hoşnudum, kızmam. Ben burada kalıcıyım, göçmem» der ve temelden tavana yüksekliği yüz zira olan bir eve girerler. O ev, mercan kayaları üzerine inşâ edilmiştir. Yolları kızıl, yeşil ve sarı renkli (taşlarla döşenmiş)dir. Hiç bir yolu diğerine benzemez. Evin içinde yetmiş divan, her .divânın üzerinde yetmiş minder, her minderin üzerinde yetmiş hanım, her hanımın üzerinde yetmiş elbise vardır. Bacaklarının ilikleri elbiselerinin üzerinden görülür. Onunla yapılan cinsel ilişki, sizin şu gecelerinizden bir gece kadar süren bir zamanda tamamlanır. Köşklerinin altlarından ırmaklar akar, o ırmakların suları saf ve temizdir. Cennete giren kişi, bu meyveleri dilerlerse ayakta yer, dilerse oturarak, dilerlerse bir yere yaslanarak yer."

Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle dedikten sonra:

“Meyve ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkmış ve onların koparılması kolaylaştırılmıştır" âyetini okudu ve şöyle devam etti:

“Cennete giren müminin canı yemek ister. Ona beyaz bir kuş gelip kanadını kaldırır, adam onun dilediği renkteki kısmından yer, sonra kuş uçup gider. Sonra melek gelip selâm verir ve:

“İşlediklerinize karşılık, size miras verilen işte bu cennettir" der.

44

"Cennet ehli cehennem halkına: «Biz Rabbimizin bize vaadettiğini gerçek bulduk, sîz de Rabbinizın size vaadettiğini gerçek buldunuz mu?» diye seslenir. «Evet!» derler. Ve aralarından bir çağrıcı, «Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!» diye bağırır"

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Cennet ehli cehennem ehline: Biz Rabbimizin bize vadettiğini gerçek bulduk, siz de Rabbinizin size vadettiğini gerçek buldunuz mu? diye seslenir.." âyetinden kastedilen, cennetlikler için vaad edilenlerden kasıt, nimet ve üstünlükler, cehennemlikler için vaad edilenler ise rezalet, zillet ve azaptır.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Süddî'nin şöyle dediğini bildirir:

“Cennetlikler, kendilerine vaad edilen sevabı, cehennemlikler de kendilerine vaad edilen azabı görürler."

İbn Ebî Şeybe, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir'de, öldürülen müşriklerin atıldığı kuyuların başında durup:

“Biz Rabbimizin bize vaadettiğini gerçek bulduk, siz de Rabbinizin size vaadettiğini gerçek buldunuz mu? diye seslenir..."" deyince, sahabe:

“Bunlar ölü değil mi!" diye sordular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunlar, sizin duyduğunuz gibi duyarlar" buyurdu.

45

İnsanları Allah yolundan çevirenler ve yolu eğri (çarpık) bir hale getirmek isteyenler, işte onlar, âhireti inkâr edenlerdir.

46

"İki taraf arasında bîr perde ve burçlar üzerinde her iki tarafı da simalarından tanıyan adamlar vardır; cennetliklere, «Size selam olsun» derler. Bunlar henüz girmeyen fakat cenneti uman kimselerdir"

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünden kastedilen, A'râf denilen sûrdur. A'râf'a bu ismin verilmesinin sebebi; buranın ahalisinin insanları tanımalarıdır.

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Huzeyfe:

“A'râf, Cennet ve cehennem arasında bir sûrdur" demiştir.

Abdürrezzâk, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, el-Ba's'ta, İbn Abbâs'ın:

“A'râf, yüksekçe yer mânâsına gelir" dediğini bildirir.

Firyâbî, Hennâd, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“A'râf, horozun ibiği gibi yüksekliği olan bir sûrdur" demiştir.

Hennâd, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“A'râf, Cennet ile cehennem arasında kapısı olan bir sûrdur" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Saîd b. Cübeyr'in:

“A'râf, Cennet ile cehennem arasında bulunan dağlardır. (Günahkarlar) o dağların zirvesinde durdurulurlar" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr):

“Allah'ın Kitabında sözü edilen A'râf, yüksek bir dağın arkasındaki derin bir vadidir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, İbn Cüreyc'in:

“A'râf'ın, Sırat olduğu söylenmiştir" dediğini bildirir.

İbn Cerîr, İbn Abbâs'ın:

“A'râf, Cennet ve Cehennem arasında, günahkarların bekletildiği tepelerdir" dediğini bildirir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“A'râf, Cennet ve Cehennem arasında olan bir sûrdur" demiştir.

İbn Cerîr, İbn Abbâs'ın:

“Yüce Allah'ın Kur'ân'da zikrettiği A'râf, Cennet ve cehennem arasındadır" dediğini bildirir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ud: Kıyamet günü insanlar hesaba çekilir ve sevapları günahlarından bir fazla olanlar cennete, günahları sevaplarından bir fazla olanlar da cehenneme girerler" deyip:

“Tartıları ağır gelenler, işte onlar kurtuluşa ermiş olanlardır. Tartıları hafif gelenler, işte onlar, kendilerine yazık edendir, cehennemde temellidirler" âyetini okudu ve şöyle devam etti:

“Mizan'ın kefesi, bir zerre kadar günah veya sevapla ağır gelir. Sevablarıyla günahları eşit olanlar, A'râf ahalisinden olur. Bunlar Sırat'ta durdurulur, sonra cennetlikler ve cehennemlikler bunlara gösterilir. A'râf'ta duran, cennetliklere bakınca:

“Size selam olsun" derler. Sol taraflarında olan cehennemliklere baktıklarında ise:

“Allahım! Bizi zalimlerle beraber eyleme" deyip cehennemliklerin bulunduğu yerden Allah'a sığınırlar. Sevap sahiplerine bir nur verilir ve bu nur önlerini ve sağlarını aydınlatır, onlar da böylece yürürler. O gün her kula, her ümmete bir nur verilir. Sırat'a geldiklerinde Allah her münafık kadın ve erkeğin nurunu çekip alır. Cennetlikler, münafıkların düştüğü durumu görünce:

“Ey Rabbimiz! Nurumuzuı tamamla" diye dua ederler. A'râf ahalisin ise ellerindeki nur alınmaz. O zaman Yüce Allah:

“Bunlar henüz girmeyen, fakat cenneti uman kimselerdir" buyurur. A'râf ahalisinin umduğu şey, cennete girmektir. Kul, bir iyilik yaptığı zaman ona on iyilik sevabı yazılır. Kötülük işlediği zaman ise sadece kötülük günahı yazılır. Biri (bir günahı) onlarını (on kat verilen sevaplarını) geçen kişi helak olmuştur.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Huzeyfe der ki:

“A'râf ahalisi, amelleri olan ve Allah'ın kendilerini cehennemden kurtardığı kişilerdir. Bunlar, cennete en son girecek kişileridr. Bu kişiler, hem cennetlikleri, hem cehennemlikleri tanırlar."

İbn Cerîr, Huzeyfe'nin şöyle dediğini bildirir: A'râf ahalisi, amelleri eşit olan, iyilikleri kendilerini cennete ulaştırmayan, kötülükleri de cehenneme sokmayacak kadar olmayan kimselerdir. Onlar, A'râf'da tutulurlar ve insanları, simaları ile tanırlar. Allah kullar arasında hükmettiğinde, onlara şefaat istemeleri için müsâade verir ve bunlar Hazret-i Âdem'e gelip:

“Ey Âdem! sen babamızsın. Rabbin katında bizim için şefâatta bulun" derler. Hazret-i Âdem:

“Allah'ın benim dışımda kendi eliyle yarattığı, ruhundan ona üflediği, kendisi hakkında, rahmetim gazabımı geçti dediği, meleklerin kendisine secde ettiği birini biliyor musunuz?" diye sorar. Onlar:

“Hayır" cevabını verince, Hazret-i Âdem:

“Size şefâatta bulunabilecek kadar amel işlemedim. Size şefâatta bulunmaya gücüm yetmez. Fakat oğlum İbrâhîm'e gidin" der. Hazret-i İbrâhîm'e (aleyhisselam) varıp Rableri katında kendileri için şefâatta bulunmasını isterler. Hazret-i İbrâhîm:

“Allah'ın kendisine dost edindiği bir kimseyi bilir misiniz? Allah için kavminin kendisini ateşte yaktığı benden başka birini tanıyor musunuz?" diye sorunca, onlar:

“Hayır" cevabını verirler. Hazret-i İbrâhîm (aleyhisselam):

“Size şefâatta bulunabilecek kadar amel işlemedim. Sizin için şefâatta bulunmaya gücüm yetmez. Fakat oğlum Mûsa'ya gidin" der. Onlar da Hazret-i Mûsâ'ya (aleyhisselam) varınca, Hazret-i Mûsa:

“Allah'ın kendisiyle konuştuğu ve sırdaş olarak kendine yaklaştırdığı benden başka birini biliyor musunuz?" diye sorar. Onlar:

“Hayır" cevabını verince, Hazret-i Mûsa:

“Size şefâatta bulunabilecek kadar amel işlemedim, sizin için şefâatta bulunmaya gücüm yetmez. Fakat İsâ'ya gidin" der. Hazret-i İsâ'ya (aleyhisselam) varıp ona:

“Rabbin katında bizim için şefâatta bulun" dediklerinde, Hazret-i İsa (aleyhisselam):

“Benden başka Allah'ın babasız olarak yarattığı birini biliyor musunuz?" diye sorar. Onlar:

“Hayır" cevabını verince, Hazret-i İsa:

“Anadan doğma körü, abraşı iyileştiren, Allah'ın izniyle ölüyü dirilten, benden başka birini tanıyor musunuz?" diye sorar. Onlar, yine:

“Hayır" cevabını verince, Hazret-i İsa (aleyhisselam):

“Ben, ancak kendime hüccet ve delilim. Size şefâatta bulunabilecek kadar amel işlemedim, size şefaat etmeye güç yetiremem. Fakat Muhammed'e gidiniz" der.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Bana gelirler ve ben elimi göğsüme vurup: «İşte bunun ehli benim» deyip giderek Arş'in önünde dururum. Rabbime senada bulunurum ve işitenlerin, bir mislini işitmedikleri bir övgü bana açılır. Sonra secdeye kapanırım da bana: «Ey Muhammed! Başını kaldır ve dile, sana verilecek. Şefâatta bulun, şefaatin makbul olacak» denilir. Ben, başımı kaldırır've Rabbime senâ edip secdeye kapanırım. Yine bana: «Ey Muhammed! Başını kaldır ve dile, sana verilecek. Şefâatta bulun, şefaatin makbul olacak» denilir. Bunun üzerine ben: «Ey Rabbim! Ümmetim» derim. Yüce Allah: «Onlar senindir» buyurur. Gönderilmiş hiçbir peygamber, Mukarrab meleklerinden hiçbirisi kalmaz ki, bu konumumdan dolayı bana gıbta etmemiş olsun. O, Makâm-ı Mahmûd'dur. Onları cennete götürür ve açılmasını isterim. Bana ve onlara açılır, onlar, hayat nehri denilen bir nehre götürülürler. Bu nehrin iki kıyısında inciyle süslenmiş kamışlar vardır. Bu nehrin toprağı misk, çakılları yakuttur. Onda yıkanırlar ve cennet ehlinin rengi ve kokusu onlara döner. Böylece parlak yıldızlar gibi olurlar. Ancak göğüslerinde beyaz benler kalır ki, bunlarla tanınırlar ve onlara; cennet ehlinin yoksulları, denilir."

Abdürrezzâk, Saîd b. Mansûr, Hennâd, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, el-Ba's'ta, Huzeyfe'nin şöyle dediğini bildirir:

“A'râf ahalisi, amelleri eşit olan, iyilikleri kendilerini cennete ulaştırmayan, kötülükleri de cehenneme sokacak kadar olmayan kimselerdir. Onlar, insanlar arasında hüküm verilinceye kadar Cennet ile Cehennem arasında bir sûrda durdurulurlar. Onlar bu durumdayken Rableri kendilerine tecelli eder ve: «Kalkın ve cennete girin. Sizi bağışladım» buyurur."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, el-Ba's'ta bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“A'râf, Cennet ile Cehennem arasındaki sûrdur. Orada duracak olanlar, büyük günahları olup durumları Allah'a kalmış olanlardır. Bu kişiler A'râf'ta duracaklar ve cehennem ahalisini yüzlerinin siyahlığından, cennetlikleri de yüzlerinin beyazlığından tanıyacaklardır. Bunlar, cennet ahalisine bakınca cennete girmeyi umut edecekler, cehennemliklere bakınca da, ondan Allah'a sığınacaklar. Bunun üzerine Allah onları cennete sokacaktır. "Allah'ın, kendilerini hiçbir rahmete erd irmeyeceği ne dair yemin ettiğiniz kimseler bunlar mı..." âyeti A'râf ehline işaret etmektedir. Onlara:

“...Girin cennete; artık size korku yoktur ve siz üzülecek de değilsiniz..." denilecektir.

Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve İbn Asâkir, Câbir b. Abdillah'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kıyamet günü Mizan kurulup sevaplar ve günahlar tartılır. İyilikleri kötülüklerinden, bir bit sirkesi kadar ağır gelen kişi cennete girer. Kötülükleri de iyiliklerinden bir bit sirkesi kadar ağır gelen kişi de cehenneme girer." Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın Resulü! Ya iyilik ve kötülükleri bir birine eşit olanın durumu ne olacak?" diye sorulunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İşte bunlar A'râf takilerdir. Cennete giremedikleri halde oraya girmeyi umanlardır" buyurdu.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Ebû Zur'a b. Amr b. Cerîr'den bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) A'râf ahalisi sorulunca, şöyle buyurdu:

“Bunlar, kullar arasında haklarında en son hüküm verilecek olanlardır. Allah, kullar arasında hüküm vermeyi bitirince, onlara: «Sizler, iyilikleri kendilerini cehennemden çıkaran, ama cennete sokamayan kişilersiniz. Siz, benim azad ettiğim kişilersiniz. Cennetten dilediğiniz gibi faydalanın» buyuracak."

Beyhakî'nin el-Ba's'ta, Huzeyfe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kıyamet günü insanlar toplanır ve cennetliklerin cennete, cehennemliklerin cehenneme gitmesi emredilir. Sonra A'râf ahalisine: «Ne bekliyorsunuz?» diye sorulur. Onlar: «Senin emrini bekliyoruz» deyince, onlara: «İyilikleriniz, sizi cehenneme girmekten kurtarmıştır. Günahlarınız ise sizinle cennetin arasına girmiştir. Mağfiretim ve rahmetimle cennete giriniz» denilir."'

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde der ki:

“A'râf, cennet ile cehennem arasında bir duvardır. Bize bildirildiğine göre İbn Abbâs şöyle derdi:

“A'râf'takiler, iyilikleri ve kötülükleri eşit olduğundan dolayı orada bekletilirler."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“A'râf'takiler, iyilikleri ve kötülükleri eşit oldukları için orada bekleyen bir topluluktur. Bu sebeple sûrda bekletilirler ve bu kişiler cennetlikleri görünce yüzlerinin beyazlığından onları tanırlar. Cehennemlikleri de yüzlerinin siyahlığından tanırlar." İbn Abbâs, bu kişilerin cennete girmesiyle ilgili olarak:

“Bunlar henüz girmeyen fakat cenneti uman kimselerdir" dedikten sonra:

“Allah A'râf ahalisini burada beklettikten sonra cennete sokar" dedi.

Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Hennâd, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, Abdullah b. el-Hâris b. Nevfel'in şöyle dediğini bildirir:

“A'râf'takiler, iyilikleri ve kötülükleri eşit oldukları için orada bekleyen bir topluluktur. Bu kişiler, Hayat Nehri denilen bir nehre götürülürler. Bu nehrin toprağı misk, çakılları yakuttur ve iki kıyısında inciyle süslenmiş kamışlar vardır. Onda yıkanırlar ve göğüslerinde beyaz bir ben kalır. Sonra bir daha yıkanırlar ve daha beyaz olurlar. Sonra kendilerine: «Dilediğinizi isteyin» derler ve onlar da dilediklerini dilerler. Kendilerine: «Diledikleriniz ve yetmiş katı size verilmiştir» denilir. İşte bunlar cennetin miskinleridir."

Hennâd, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Abdullah b. el-Hâris vasıtasıyla, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini nakleder:

“A'râf, cennet ile cehennem arasında, perde vazifesi gören sûrdur. A'râf ahalisi de bu yerdedir. Allah onları affetmek istediği zaman, bu kişiler Hayat Irmağı denilen bir nehre götürülürler. Bu nehrin iki kıyısında inciyle süslenmiş kamışlar vardır. Bu nehrin toprağı misktir. Onda Allah'ın dilediği bir süre bembeyaz oluncaya kadar yıkanırlar. Sonra nehirden çıktıklarında, göğüslerinde beyaz bir ben kalır ve bu ben'den tanınırlar. Yüce Allah onlara: «İsteyin!» buyurunca, onlar her türlü isteklerini arzedecekler, Allah da onlara: «Size bütün istekleriniz yetmiş kat fazlasıyla verildi» diyecek, onlar da cennete gireceklerdir. Onlar göğüslerindeki beyaz ben'den tanınacaklar ve kendilerine «Cennetin miskinleri» denecektir."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Menî, Müsned,'de, Hâris b. Ebî Usâme, Müsned'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Enbârî, el-Azdâd'da, Harâitî, Mesâviu'l- Ahlâk'ta, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin el-Ba's'ta, Abdurrahman el-Müzenî'den bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), A'râf ahalisi sorulunca şöyle buyurdu:

“Bu kişiler; babalarına asi olarak Allah yolunda cihada çıkıp şehid olan kimselerdir. Allah yolunda öldürülmeleri onları cehenneme girmekten kurtarmış, babalarına asi olmaları da cennete girmelerine mani olmuştur. "

Taberânî ve İbn Merdûye zayıf isnâdla Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) A'râf ahalisi sorulunca şöyle buyurdu:

“Bu kişiler; babalarına asi olarak Allah yolunda cihada çıkıp şehid olan kimselerdir. Şehid olmaları onları cehenneme girmekten kurtarmış, babalarına asi olmaları da cennete girmelerine mani olmuştur. Bu kişiler cennet ile cehennem arasındaki bir sûrda etleri ve yağları kuruyuncaya kadar dururlar. Allah, yarattıklarım hesaba çekmeyi bitirip, bu kişilerden başka kimse kalmayınca, onları rahmetine gark eder ve cennetine koyar.

İbn Merdûye ve Beyhakî'nin el-Ba's'ta, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) A'râf ahalisi sorulunca şöyle buyurdu:

“Bu kişiler, babalarına asi olarak Allah yolunda cihada çıkıp şehid olan kimselerdir. Bu kişilerin babalarına asi olmaları cennete girmelerine mani olmuş, Allah yolunda öldürülmeleri de onları cehenneme girmekten kurtarmıştır."

Hâris b. Ebî Usâme, Müsned'de, İbn Cerîr ve İbn Merdûye Abdullah b. Mâlik el-Hilâlî kanalıyla babasının şöyle dediğini bildirir: Bir kişi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın Resûlü! Ashabu'l-A'râf ne demektir?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Babalarından izin almadan Allah için cihada çıkanlardır. Bu kişiler şehit oldular, şehid olmaları cehenneme girmelerine mani oldu, babalarına asi olmaları ise cennete girmelerine engel oldu. Bunlar, cennete en son girecek olan kişilerdir" cevabını verdi.

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“A'râf ahalisi, anne babalarından izin almadan Allah yolunda cihada çıktıkları için, anne babalarının kendilerine kızgın oldukları kişilerdir. Bunların şehid olması cehenneme girmelerine, anne babalarına isyan etmeleri de cennete girmelerine engel olmuştur."

Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Muhammed b. el-Münkedir vasıtasıyla, Muzeyne'den bir kişiden bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) A'râf ahalisi sorulunca:

“Babalarından izin almadan cihada çıkıp şehid olan kişilerdir" buyurdu.

Beyhakî, el-Ba's'ta, Enes b. Mâlik'ten bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cinlerin müminlerinin sevabının lehlerine olduğu gibi cezaları aleyhlerinedir" buyurunca, biz, cinlerin sevabını sorduk. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu kişiler A'râf ta bekletilirler ve cennette Muhammed ümmetiyle beraber olamazlar" buyurdu. Biz:

“A'râf nedir?" diye sorunca ise:

“Cennetin duvarıdır. Orada nehirler akar, ağaçlar biter ve meyveler yetişir" buyurdu.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Enbârî, el-Azdâd'da, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, el-Ba's'ta, Ebû Miclez'in şöyle dediğini bildirir:

“A'râf, üzerinde meleklerin durduğu ve cennetliklerle cehennemlikleri yüzlerinden tanıdığı yüksek bir yerdir. A'râf ehli, cennetlikler cennete girmeden önce onlara:

“Size selam olsun!"' diye seslenirler. Cennetlikler cennete henüz girmeden, oraya girmeyi umarlar." Ebû Miclez'e:

Ebû Miclez! Yüce Allah: «Erkekler» buyuruyor, sen ise melekler olduğunu söylüyorsun" denilince, Ebû Miclez:

“Onlar dişi değil, erkektir" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe, Hennâd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“A'râf ahalisi, fakih ve alim olan salih bir topluluktur" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'den, Hasan(ı Basrî'nin) şöyle dediğini bildirir:

“A'râf ahalisi kendini beğenmiş bîr topluluktur." Katâde, Müslim b. Yesâr'ın:

“Bunlar, borçlu olarak ölen kişilerdir" dediğini bildirir.

İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre, A'râftakiler, cehennemlikleri yüzlerinin siyahlığı ve gözlerinin maviliğinden, Cennetlikleri ise yüzlerinin beyazlıklarından tanıyacaklardır.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Şa'bî'ye, A'râf ehli sorulunca şöyle cevap verdi: Bana bildirildiğine göre Yüce Allah, cennetlikleri cennete, cehennemlikleri de cehenneme koyduktan sonra, A'râf'takilerin yanına gelip:

“Neden burada durdurulmuşsunuz?" diye sorar. Onlar:

“Sen bizim Rabbimiz, bizi yaratansın ve bizi bizden daha iyi tanırsın" cevabını verince, Yüce Allah:

“Dünyadan hangi hal üzere ayrıldınız?" diye sorar. Onlar:

“Allah'tan başka ilah olmadığına şahitlik ederek ayrıldık" karşılığını verince Yüce Allah:

“Sizi, Benden başkasına bırakmam. Sevaplarınız sizi ateşten kurtardı, günahlarınız da cennete girmenize engel oldu" buyurur.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın:

“Sevapları ve günahları eşit olan, A'râf ehlinden olur" dediğini bildirir.

İbn Cerîr, İbn Mes'ûd'un:

“Sevapları ve günahları eşit olan, A'râf ehlinden olur" dediğini bildirir.

Abd b. Humeyd, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, el-Ba's'ta, Mücâhid'in, A'râf ehli hakkında şöyle dediğini bildirir:

“Bunlar, sevapları ve günahları eşit olan bir topluluktur. Bu kişiler cennet ve sehennem arasındaki bir sûrdadır. Bunlar, cennete girmeyi umarlar ve cennete gireceklerdir."

Abdürrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Bunlar henüz girmeyen fakat cenneti uman kimselerdir" âyetini açıklarken:

“Allah, onların kalblerine bu ümidi sâdece kendileri için dilediği bir değerden dolayı koymuştur" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Ubeyde b. Muhammed b. Ammâr'a, "Bunlar henüz girmeyen, fakat cenneti uman kimselerdir" âyetinin mânâsı sorulunca:

“Onlar cennete girmeden melekler kendilerine selam vermiştir. Melekler kendilerine selam verince, bu kişiler cennete girmeyi umut ediyorlardı" cevabını verdi.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî der ki:

“A'râf ahalisi, insanları yüzlerinden tanırlar. Cennete götürülen bir grupla karşılaştıklarında:

“Selam size olsun" derler. Cehenneme götürülen bir toplulukla karşılaştıklarında ise:

“Allahım! Bizi zalimlerle beraber eyleme" derler.

Ahmed, Zühd'de, Katâde'den, Ebû Huzeyfe'nin azatlısı Sâlim'in:

“A'râf ahalisinin bulunduğu konumda olmayı isterdim" dediğini bildirir.

47

"Gözleri cehennemlikler yönüne çevrilince: «Rabbimiz! Bizi zalimlerle beraber bulundurma» derler"

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn-Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime, "Gözleri cehennemlikler yönüne çevrilince..." âyetini açıklarken:

“Onların yüzleri ateşte dağlanır. Cennet halkını gördüklerinde ise bu durum onlardan gider" demiştir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Zeyd'in, "Gözleri cehennemlikler yönüne çevrilince..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Yüzlerinin kararmış, gözlerinin dönüp beyazlığının görünmüş olduğunu görünce, "Rabbimiz! Bizi zalimlerle beraber bulundurma, derler."

Abd b. Humeyd, Ebû Miclez'in, bu âyeti açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Gözleri, cennet ehlinden cehennem ehline çevrilince, "Rabbimiz! Bizi zalimlerle beraber bulundurma, derler."

48

Bkz. Ayet:49

49

"(Yine) A'râf ahalisi simalarından tanıdıkları birtakım adamlara seslenerek derler ki; «Ne çokluğunuz, ne de taslamakta olduğunuz büyüklük size hiçbir yarar sağlamadı. Allah'ın, kendilerini hiçbir rahmete erdirmeyeceğine dair yemin ettiğiniz kimseler bunlar mı?» (ve cennet ahalisine dönerek); «Girin cennete; artık size korku yoktur ve siz üzülecek de değilsiniz» (derler)."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "(Yine) A'râf ehli simalarından tanıdıkları birtakım adamlara seslenerek derler ki: Ne çokluğunuz ne de taslamakta olduğunuz büyüklük size hiçbir yarar sağlamadı" âyetinde, kendilerine seslenilen kişiler, cehennem ahalisidir. Onlara, "Sizin çokluğunuz ve büyüklük taslamanız size fayda vermedi" denilir. Allah, büyüklük taslayanlara:

“Allah bunları rahmete erdirmez' diye yemin ettikleriniz A'râf ehli mi?" buyurarak:

“Sonra A'râf ahalisine dönerek: «Haydi, girin cennete. Size korku yok. Siz üzülecek de değilsiniz» der."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre A'râf ahalisi, onları yüzlerinin siyahlığı ve gözlerinin dönüp beyazlığının görünmesinden tanırlar.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Miclez'in, "(Yine) A'râf ehli simalarından tanıdıkları birtakım adamlara seslenerek derler ki..." âyetini açıklarken:

“Bu olay, cennetlikler cennete girdiği zaman olur" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim, Süddî'nin, "(Yine) A'râf ahalisi simalarından tanıdıkları birtakım adamlara seslenerek derler ki: Ne çokluğunuz, ne de taslamakta olduğunuz büyüklük size hiçbir yarar sağlamadı" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“A'râf ahalisinin yanından zorbalardan bir grup geçince, onları yüzlerinden tanırlar ve:

“Ne çokluğunuz, ne de taslamakta olduğunuz büyüklük size hiçbir yarar sağlamadı. Allah'ın, kendilerini hiçbir rahmete erdirmeyeceğine dair yemin ettiğiniz kimseler bunlar mı..." diye seslenirler. Zorbaların, rahmete kavuşamayacağına dair yemin ettikleri kişiler, zayıflardır."

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İkrime, "Allah'ın, kendilerini hiçbir rahmete erdirmeyeceğine dair yemin ettiğiniz kimseler bunlar mı..." âyetinde, rahmete eremeyeceğine dair yemin edilen kişilerin cennete girdiğini söylemiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Rabî b. Enes, "Girin cennete; artık size korku yoktur ve siz üzülecek de değilsiniz, derler." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Cehennemde olanlardan bazıları, Allah'ın, A'râf ahalisine rahmet etmeyeceğine dair yemin etmişlerdi. Allah bunları yalanlamıştır. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından öğrendiğimize göre bu kişiler cennete en son girecek olanlardır.

50

"Cehennem halkı, cennet halkına: «Suyunuzdan veya Allah'ın sîze verdiği rızıktan biraz da bize verin!» diye seslenirler. Onlar da: «Allah bunları kâfirlere haram kılmıştır» derler."

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da bildirir: İbn Abbâs'a:

“Hangi sadaka daha üstündür?" diye sorulunca, İbn Abbâs şöyle cevap verdi: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“En üstün sadaka, (ihtiyaç sahiplerine) su vermektir. Cehennem ehlinin cennetliklerden yardım isterken: «Suyunuzdan veya Allah'ın size verdiği rızıktan biraz da bize verin.» dediğini duymadın mı?" buyurdu.

Ahmed, Sa'd b. Ubâde'den bildirir: Sa'd'ın annesi vefat edince:

“Ey Allah'ın Resûlü! Onun için sadaka vereyim mi?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet" cevabını verince, Sa'd:

“Hangi sadaka daha faziletlidir?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“(İhtiyaç sahiplerine) su vermektir" cevabını verdi.

İbn Ebî Şeybe, Hennâd, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Cehennem ehli, cennet ehline: «Suyunuzdan veya Allah'ın size verdiği rızıktan biraz da bize verini» diye seslenirler. Onlar da: «Allah bunları kâfirlere haram kılmıştır» derler" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kişi, kardeşine seslenip: «Ey kardeşim, bana yardım et, ben yandım, bana su ver» der, bu kişinin kardeşine: «Ona cevap ver» denilince, «Allah bunları kâfirlere haram kılmıştır» der."

İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Salih'in şöyle dediğini bildirir: Ebû Tâlib hastalandığı zaman kendisine:

“Yeğenine haber göndersen de, iyileşmen için cennetinden sana bir salkım üzüm yollasa" dediler. Gönderdikleri kişi geldiğinde, Hazret-i Ebû Bekr de oradaydı. Hazret-i Ebû Bekr, (gelen kişiye):

“Allah bunları kâfirlere haram kılmıştır" dedi.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî, âyette geçen rızıktan kastedilenin yemek olduğunu söyledi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Zeyd'in, "Cehennem ehli, cennet ehline: «Suyunuzdan veya Allah'ın size verdiği rızıktan biraz da bize verin!» diye seslenirler. Onlar da: «Allah bunları kâfirlere haram kılmıştır» derler" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Cehennem ahalisi, cennetliklerden su ve yemek isterler; ama Allah, onlara cennet yiyeceğini ve içeceğini haram kılmıştır."

Abdullah b. Ahmed, Zühd'ün zevaidi olarak ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Akîl b. Sumeyr er-Riyâhî'nin şöyle dediğini bildirir: Abdullah b. Ömer soğuk su içti ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Kendisine:

“Neden ağlıyorsun?" diye sorulunca, şöyle devam verdi:

“Yüce Allah'ın Kitab'ında olan:

“Kendileriyle, arzuladıkları şeyler arasına artık engel konur" âyetini hatırladım ve cehennemliklerin, sadece soğuk suyu arzulayacaklarını anladım. Yüce Allah, onların:

“Suyunuzdan veya Allah'ın size verdiği rızıktan biraz da bize verin" diyeceğini bildirmiştir."

Buhârî ve İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kıyamet günü Hazret-i İbrahim, babasını yüzü kararmış ve toz içinde görüp: « Rab! Sen bana, beni zelil etmeyeceğini vaadetmiştin. Şimdi ise babamın bu vaziyetinden daha fazla âr ve hayayı icap ettiren hangi zelillik olabilir?» diye yalvarır. Yüce Allah ise ona: «Ben Cenneti kâfirlere haram kıldım» buyurur."

51

"O kâfirler ki, dinlerini bir eğlence ve oyun edindiler de dünya hayatı onları aldattı. Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları ve âyetlerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi biz de bugün onları unuturuz"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifâfta bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları ve âyetlerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi biz de bugün onları unuturuz" âyetinin:

“Nasıl ki onlar bize kavuşacakları gün için amel etmeyi bıraktılarsa, biz de onları cehennemde bırakırız" mânâsında olduğunu söyledi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Allah, hayır hususunda onları unuttu, yani kulak ardı etti. Şer hususunda onları unutmadı. Yani şerri onlara tatbik etti" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Biz de bugün onları unuturuz" âyetinden kastedilen, onların cehennemde terkedilmesidir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî, "Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları ve âyetlerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi biz de bugün onları unuturuz" âyetinin, onların, kıyamet günü için amel yapmayı terk ettikleri gibi rahmet yönünden terk edilmeleri mânâsında olduğunu söyledi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Yezîd b. Ebî Mâlik der ki:

“Cehennemde, atılanların orada unutulduğu kuyular vardır. Kişi oraya atıldığı zaman dibine yetmiş yılda ulaşır."

52

Andolsun, biz onlara (Mekke’lilere) bir kitap (Kur’ân) getirdik ki, îman edecek olan herhangi bir kavme, bir hidâyet ve rahmet (temel nizam) olsun. Onun için tam bir ilim üzere, onun hükümlerini ayrı ayrı beyan ettik.

53

"Kitab ın haber verdiği sonuçtan başka bir şey mi bekliyorlar? Sonuç gelip çattığı gün, önceleri onu unutmuş olanlar, «Rabbîmîzîn peygamberleri şüphesiz bize gerçeği getirmişti, şimdi bize şefaat etsin, yahut geriye çevrilsek de işlediklerimizin başka türlüsünü işlesek» derler. Doğrusu kendilerini mahvetmişlerdir, uydurdukları şeyler onları koyup kaçmışlardır"

Abdürrezzâk, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, âkıbet anlamındadır.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, âyette geçen (.....) kelimesinden kastın vaad edilen azab, onların unutmasından kastedilenin ise, yüz çevirmeleridir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen sonucun gelip çattığı günden kastedilen, kıyamet günüdür.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) ifadesini açıklarken:

“Bundan kasıt, âkıbet ve sonuçlardır. Bedir savaşı, kıyamet günü gibi yerlerde gerçekleşmesi vaad edilen şeylerdir" demiştir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Rabî b. Enes,, bu âyeti açıklarken şöyle dedi:

“Hesab günü tamamlanıp, cennet ehli cennete, cehennem ehli de cehenneme girinceye kadar; onun te'vîlinden bir şey gelmekte devam eder. Ancak o gün te'vîli tamamlanmış olur. "Sonuç gelip çattığı gün" sözünden kastedilen gün, Yüce Allah'ın dostlarına ve düşmanlarına amellerinin karşılığını vereceği gündür. O gün, "...önceleri onu unutmuş olanlar, «Rabbimizin peygamberleri şüphesiz bize gerçeği getirmişti, şimdi bize şefaat etsin, yahut geriye çevrilsek de işlediklerimizin başka türlüsünü işlesek» derler...."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, âyette geçen (.....) kelimesinin, gerçekleşme mânâsında olduğunu söyleyip:

“...işte bu; vaktiyle gördüğüm rüyanın gerçekleşmesidir..." âyetini okudu.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Uydurdukları şeyler onları koyup kaçmışlardır" sözünden kasıt, dünyada söyledikleri yalanlardır.

İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre "Uydurdukları şeyler onları koyup kaçmışlardır" sözünden kasıt, şirk koşmalarıdır.

54

"Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istiva eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; Güneş'i, Ay'ı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da, emretmek de O na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir!"

Ebu'ş-Şeyh, Sumayt'ın:

“Yüce Allah, "Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istiva eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; Güneşi, Ay'ı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da, emretmek de O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir" âyetiyle, bizlere beyan etmektedir" dediğini bildirir.

İbn Ebi'd-Dünyâ, ed-Dua'da ve Hatîb, Tarih'te, Hasan b. Ali'nin şöyle dediğini bildirir:

“Ben, Yüce Allah'ın, şu yirmi âyeti okuyanı her zalim sultandan, azgın şeytandan, zarar veren vahşi hayvanlardan, düşmanlık eden her hırsızdan koruyacağına kefil olurum. Bunlar: Âyetu'l-Kürsî, A'râf Sûresinden, "Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istiva eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; Güneş'i, Ay'ı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir" diye başlayan üç ayet, Sâffât Sûresinin ilk on âyeti, Rahmân Sûresinden "Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çevresini aşıp geçmeye gücünüz yetiyorsa geçin! Ama Allah'ın verdiği bir güç olmaksızın geçemezsiniz ki!..." ile başlayan üç âyet ve Haşr Sûresinin sonudur."

İbn Ebî Hâtim, Sa'd b. İshâk b. Ka'b b. Ucra'dan bildiriyor:

“Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istiva eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; Güneş'i, Ay'ı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir" âyeti nazil olduğu zaman, Bedevilerden oldukları zannedilen büyük bir süvari grubuyla karşılaşıldı ve:

“Siz kimsiniz?" diye soruldu. Onlar:

“Biz cinlerdeniz. Bu âyet bizi Medine'den çıkardı" dediler.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ubeyd b. Ebî Merzûk der ki: Uyuyacağı zaman, "Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; Güneş'i, Ay'ı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir" âyetini okuyan için bir melek sabaha kadar kanadını gerer ve bu kişi malının çalınmasından korunur."

Ebu'ş-Şeyh, Ömer b. Abdulazîz'in arkadaşı Muhammed b. Kays'ın şöyle dediğini bildirir: Medine halkından bir adam hastalanınca bir grup gelerek kendisini ziyaret etti ve gelenlerden birisi:

“Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istiva eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; Güneş'i, Ay'ı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir" âyetini okudu. Adam okumayı bitirince, hasta olan kişi kalkıp oturdu ve o günün gündüzüyle gecesini secdede geçirdi. İkinci gün ailesi adama:

“Sana afiyet veren Allah'a hamd olsun" deyince adam:

“Canımı almak için bir melek gönderildi. O adam bu âyeti okuyunca, melek secdeye kapandı, ben de onunla beraber secde ettim. Melek şimdi başını secdeden kaldırdı" deyip ruhunu teslim etti.

İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan..." âyetindeki günlerin, (Dünya günleriyle) bin yıl uzunluğunda olduğunu söyledi.

Semmûye, Fevâid'de, Zeyd b. Erkam'ın şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah, gökleri ve yeri altı günde yarattı, bu altı günden her birinin, Ebû Câd, Hevvâz, Huttî, Kelemûn, Se'fas, Karşât gibi ismi vardır."

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifnt'ta, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir:

“İlk önce, Arş, su ve hava yaratılmıştır. Yeryüzü sudan yaratıldı. Allah, yeri yaratmaya pazar günü başlamış pazartesi, salı, çarşamba ve perşembe günleri devam etmiş, cuma gününde ise yaratma işini tamamlamıştır. Fakat Yahudiler, cumartesi gününü kutsal kabul etmişlerdir. O altı günden her bir gün sizin, saydığınız günlerden bin sene gibidir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime der ki:

“Yüce Allah, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri Pazar günü başlamış, sonra cuma günü üç saatte Arş'a istiva etmiştir. İlk saatte, insanların, Rablerine dua edip yönelmesi için güneşleri yaratmıştır. Bir saatte de, insanoğlu öldüğü zaman (açıkta bırakılmayıp) gömülmesi için insandan çıkan pis kokuyu yaratmıştır.

Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Hayyân el-A'rac'dan bildirir: Yezîd b. Ebî Müslim, Câbir b. Zeyd'e bir mektup yazarak, yaratılışın başlangıcını sorunca, Câbir:

“İlk olarak, Arş, su ve Kalem yaratılmıştır. Bunlardan hangisinin ilk önce yaratıldığını ise Allah daha iyi bilir" cevabını verdi.?

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr) der ki:

“Allah, gökleri ve yeri Pazar günü yaratmaya başlamış, pazartesi, salı, çarşamba ve perşembe ve cuma günlerinde ise yaratma işini tamamlamıştır. O altı günden her bir günü (sizin, saydığınız günlerden) bin sene uzunluğunda yaptı."

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) elimden tutup şöyle buyurdu:

“Ey Ebû Hureyre! Allah, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra Arş'a istiva etmiştir. Toprağı cumartesi, dağları pazar, ağaçları pazartesi, falan şeyi sah, nuru çarşamba, hayvanları perşembe, Hazret-i Âdem'i de cuma günü gündüzün sonunda yaratmıştır. "

İbn Ebî Hâtim, Katâde'nin:

“Yüce Allah, yedinci gün Arş'a istiva etmiştir" dediğini bildirir.

Firyâbî'nin Mücâhid'den bildirdiğine göre Yüce Allah Arş'a istiva etmiştir.

İbn Merdûye ve Lâlekâî, es-Sünne'de , müminlerin annesi Ommü Seleme'nin:

“Sonra Arş'a istivâ eden" âyetini açıklarken:

“İstivanın nasıl olduğu akılla idrak edilemez, istivanın gerçekleştiği ise bilinen bir şeydir. İstivayı ikrar etmek imanlı olmak, inkar etmek ise küfürdür" dediğini bildirir.

Lâlekâî'nin İbn Uyeyne'den bildirdiğine göre Rabîa'ya:

“Yüce Allah Arş'a nasıl istiva etti?" diye sorulunca, Rabîa:

“İstiva bilinen bir şeydir. Nasıl olduğu ise akılla idrak edilemez. Allah gönderir, peygamber tebliğ eder, bize ise tasdik etmek düşer" cevabını vermiştir.

Beyhakî, el-Esmâ ve'-Sifât'ta, Abdullah b. Sâlih b. İbn Müslim vasıtasıyla:

“Rabîa'ya bu soru soruldu" deyip aynı rivâyette bulundu.

Lâlekâî'nin Câfer b. Abdillah'tan bildirdiğine göre bir kişi Mâlik b. Enes'e gelerek:

“Ey Ebû Abdillah! Âyette geçen istiva nasıl olmuştur?" diye sorunca, Mâlik'in hiçbir soruya cevap verirken bu kadar zor durumda kalıp terleyerek kendinden geçtiğini görmedim. Mâlik'in bu halini gören oradakiler sessizce beklediler ve Mâlik kendine gelince:

“İstivanın nasıl olduğu akılla idrak edilemez, ama istivanın gerçekleştiği de bilinen bir şeydir. Buna iman etmek vacip, bu konuda sonu sormak bidattir. Senin (bu soruyla) dalalete düşmüş olmandan korkarım" deyip adamı yanından çıkarttı.

Beyhakî'nin Abdullah b. Vehb'in şöyle dediğini bildirir: Mâlik b. Enes'in yanındayken bir adam girip:

“Ey Ebû Abdillah! "Rahmân, Arş'a istivâ etmiştir" âyetinde geçen istivanın gerçekleşmesi nasıl olmuştur?" diye sorunca, Mâlik'i ter bastı. Sonra başını kaldırıp:

“Rahmân, kendini vasfettiği şekilde Arş'a istiva etmiştir. Ona: «Nasıl?» diye sorulmaz. Ona, nasıl olduğu sorulmaz. Sen bidat sahibi kötü bir insansın. Bunu buradan çıkarınız" dedi ve adamı oradan çıkardılar.

Beyhakî, Ahmed b. Ebi'l-Havârî'den, Süfyân b. Uyeyne'nin şöyle dediğini bildirir:

“Allah, Kitab'ında kendini nasıl vasfetmişse, mânâsını okunduğu gibi kabul edip bu konuda susmak ve yorum yapmamak gerekir."

Beyhakî, İshâk b. Mûsa'dan, İbn Uyeyne'nin şöyle dediğini bildirir:

“Allah, kendini nasıl vasfetmişse, mânâsını okunduğu gibi kabul etmek gerekir. Bu konuda Allah ve peygamberleri dışında hiç kimsenin yorumda bulunma hakkı yoktur."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû İsa der ki:

“Yüce Allah Arş'a istiva ettiği zaman bir melek secdeye kapandı ve bu melek kıyamet gününe kadar secdede kalacaktır. Kıyamet günü geldiği zaman da başını kaldırıp:

“Ey Rabbim! Seni noksanlıklardan tenzih ederim. Sana hakkıyla ibadet edemedim ancak, Sana ortak koşmadım ve Senden başkasını dost edinmedim" diyecek.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî:

“Gecenin gündüzü bürümesinden kasıt, gündüzün ışığını- götürmesi ve durmadan kovalayıp peşinden gitmesidir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi süratli mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim, Katâde'nin (.....) sözünden kastedilenin, geceyi gündüze giydirmesi mânâsında olduğunu söylediğini bildirir.

Taberânî, M. el-Evsat'ta, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Enes'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Güneş, Ay, ve yıldızlar, Arş'ın nurundan yaratılmıştır."

İbn Ebî Hâtim'in Süfyân b. Uyeyne'den bildirdiğine göre, âyette geçen (.....) kelimesinden kasıt, Arş'ın altında, (.....) kelimesinden kastedilen ise üstünde olandır.

İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Süfyân b. Uyeyne'nin, "(.....) kelimesinden yaratılmışlar, (.....) kelimesinden kastedilen ise Allah'ın kelamıdır" dediğini bildirir.

îbn Cerîr, Abdulazîz eş-Şâmî'den, o da Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sohbetinde bulunan babasından, O'nun (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Yaptığı salih amelden dolayı Allah'a hamd etmeyip kendi nefsini öven kişinin ameli boşa gider. Allah'ın emirden bir kısmını kullarına tahsis ettiğini söyleyen de, Yüce Allah'ın «Bilesiniz ki yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir» buyruğuna göre, peygamberlere indirileni inkâr etmiştir."

55

"Rabbinize gönülden ve gizlice yalvarın. Doğrusu O, aşırı gidenleri sevmez."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, âyeti açıklarken "Allah'a gizlice yalvarın. Allah ne duada, ne de başka şeylerde haddi aşanları sevmez" dedi.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“(.....) açıktan, (.....) ise gizli demektir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'in bu âyeti açıklarken (.....) sükunet içinde, (.....) ise sessizce demektir. Âyet, dünya ve âhiret için dua edenin alçak sesle ve sükunet içinde hacetini Allah'a arz edilmesinin gerektiğini bildirmektedir. Aşırı gitmekten kastedilen ise, mümin erkek veya kadına:

“Allahım! Bunu rezil et, lanet et" gibi dua edilmemesidir. Bu şekilde yapılan dua, haddi aşmak sayılmaktadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Miclez, "Doğrusu O aşırı gidenleri sevmez" âyetini açıklarken:

“Yüce Allah'tan, peygamberlerin makamını istemeyiniz" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Zeyd b. Eslem'in:

“Açıktan dua yapmak, haddi aşmak olarak kabul edilirdi" dediğini bildirir.

Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; Güneş'i, Ay'ı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah size kudretini, azametini ve celâlini bildirirken, hemen ardından nasıl dua edeceğinizi beyan ederek:

“Rabbinize gönülden ve gizlice yalvarın. Doğrusu O, aşırı gidenleri sevmez" buyurdu. Şunu bilin ki, duanın bazısında haddi aşmak vardır. Gücünüz yeterse haddi aşmaktan ve düşmanlıktan uzak durunuz. Allah'tan başka güç sahibi yoktur. Bize bildirildiğine göre, Benî Süleym'e mensup Mücâlid b. Mes'ûd, dua ederken sesini yükselten bir topluluk görünce yanlarına gidip:

“Ey topluluk! Siz, ya öncekilerden üstün olan bir şey yaptınız ya da helak oldunuz" dedi. Bunun üzerine bu topluluk teker teker oradan ayrılıp bulundukları yeri terkettiler.

Bize ulaştığına göre İbn Ömer dua ederken ellerini kaldıran bir topluluğa uğrayınca:

“Bu topluluk niye el uzatıyor? Vallahi, eğer en uzun dağın başında olsalar Allah'a bundan daha fazla yakın olamazlar" dedi. Katâde devamla şöyle der:

“Allah'a, Ona itaat ederek yaklaşılır. Allah'a dua edeceğiniz zaman, sükun, vakar, güzel bir hâl ve sözlerle ediniz."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, İbn Mâce, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Muğaffel, oğlunun:

“Allahım! Cennete girdiğim zaman, senden Cennetin sağındaki beyaz köşkü istiyorum" dediğini duyunca:

“Evladım! Allah'tan cenneti iste, cehennemden Allah'a sığın. Ben, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bu ümmette, duada ve temizlikte haddi aşan bir topluluk olacaktır» buyurduğunu duydum" dedi.

Tayâlisî, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvud, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Sa'd b. Ebî Vakkâs, oğullarından birinin:

“Allahım! Senden cenneti, nimetlerini, güzelliğini, şunları ve şunları isterim. Cehennemden, cehennemin zincirlerinden, bukağılarından, sana sığınırım" dediğini duyunca şöyle dedi:

“Yüce Allah'tan, birçok hayır isteyip birçok şerden Kendisine sığındın. Ben Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Duada haddi aşan bir topluluk gelecek» buyurup:

“Rabbinize gönülden ve gizlice yalvarın. Doğrusu O aşırı gidenleri sevmez" âyetini okuduğunu duydum. Senin: «Allahım! Senden Cenneti ve beni cennete yaklaştıracak söz veyâ amelleri istiyorum. Cehennemden ve beni cehenneme yaklaştıracak söz veya amellerden da Sana sığınırım» demen yeterlidir."

Ebu'ş-Şeyh, Rabî'nin, bu âyeti açıklarken:

“Yüce Allah'tan, sana yasaklanan veya istemeye hakkın olmayan şeyi istemekten sakın" dediğini bildirir.

İbnu'l-Mübârek, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Hasan(-ı Basrî'nin) şöyle dediğini bildirir:

“Önceleri, çokça dua ederler, ama sesleri duyulmazdı. Duaları gizlice ve Rableriyle aralarında olurdu. Bu konuda Yüce Allah:

“Rabbinize gönülden ve gizlice yalvarın. Doğrusu O, aşırı gidenleri sevmez" buyurmaktadır. Yine Yüce Allah, salih bir kulu zikretmiş ve bu kişinin:

“O, Rabbine içinden yalvarmıştı" âyetinde belirtildiği üzere içinden yalvarmasından razı olmuştur.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, bu âyeti açıklarken şöyle dedi:

“Duada haddi aşmak: Sesi yükseltmek ve bağırıp çağırarak dua etmektir. Halbuki dua, boyun eğerek sükunet içinde yapılmalıdır."

56

"İslah edilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah'a korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Muhakkak ki iyilik edenlere Allah'ın rahmeti çok yakındır."

İbn Ebî Hâtim, Ebû Sâlih'in, bu âyeti, açıklarken:

“Peygamberler ve ashâbları ıslah ettikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın" dediğini bildirir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Bekr b. Ebî Ayyâş'a:

“Islah edilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın" âyeti sorulunca şöyle dedi:

“Yüce Allah, Hazret-i Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem), bozulmuş olan yeryüzü halkına gönderdi. Yüce Allah onları Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ıslah etti. Hazret-i Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) getirdiğinin tersine çağıran, yeryüzünde bozgunculuk yapmış sayılır."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Sinân, bu âyeti:

“Ben, helal kıldıklarımı, haram kıldıklarımı ve hadlerimi belirttim. Bunları bozmayın" şeklinde açıklamıştır.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Islah edilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah'a korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Muhakkak ki iyilik edenlere Allah'ın rahmeti çok yakındır" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Burada kastedilen, Allah'tan korkarak, yanındakileri ümit ederek dua etmektir. Allah'ın rahmeti müminlere yakındır. Allah'a iman etmeyen ise yeryüzünde bozgunculuk yapanlardan sayılır."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Matar el-Varrâk'ın şöyle dediğini bildirir:

“Allah'a itaat ederek O'nun, vaadini yerine getirmesini isteyiniz. O, rahmetinin ihsan edenler üzerinde çok yakın olmasına hükmetmiştir."

57

"Rahmetinin önünde, müjdeci olarak rüzgarları gönderen Allah'tır. Rüzgarlar, yağmur yüklü bulutları taşıdığında, onu ölü bir memlekete gönderir, su indirir ve onunla her türlü ürünü yetiştiririz; ölüleri de bunun gibi diriltip, çıkarırız; belki bundan ibret alırsınız"

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti (.....) şeklinde çoğul olarak, (.....) kelimesindeki harfini ötreli, (.....) harfini sakin ve sonu da tenvinli olarak okumuştur.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Süddî'nin bu âyet hakkında şöyle dediğini bildirir:

“Allah rüzgarları gönderir ve rüzgarlar bulutları, gökle yerin birleştiği yerden getirdikten sonra Allah bulutları semada dilediği gibi yayar. Sonra semanın kapılarını açıp bulutların üzerine su akar, bundan sonra bulutlardan yağmur yağar."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen müjdeci kelimesinden kasıt, insanların Allah'ın gönderdiği rahmetle (yağmur) birbirini müjdelemesidir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abdullah el-Yemânî, bu âyeti şeklinde okumuştur.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen rahmetten kasıt yağmurdur. "Ölüleri de bunun gibi diriltip, çıkarırız..."sözü ise, "Suyun vasıtasıyla bitkinin bittiği gibi, sizi de öldükten sonra diriltip çıkarırız" mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'in, "Ölüleri de bunun gibi diriltip, çıkarırız..." sözünü açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Allah, ölüleri çıkarmak istediği zaman yağmur yağdırır ve yer yarılır. Sonra ruhları gönderir ve her ruh kendisine ait olan bedene girer. Allah, yeryüzünü yağmurla dirilttiği gibi, bu şekilde ölüleri diriltir."

58

"Rabbinin izniyle güzel memleketin bitkisi (güzel) çıkar; kötü olandan ise faydasız bitkiden başka birşey çıkmaz. İşte biz, şükreden bir kavim için âyetleri böyle açıklıyoruz."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın, "Rabbinin izniyle güzel memleketin bitkisi (güzel) çıkar; kötü olandan ise faydasız bitkiden başka birşey çıkmaz. İşte biz, şükreden bir kavim için âyetleri böyle açıklıyoruz" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Allah, mümini güzel toprağa benzetmiş, güzel toprağın meyvesinin de güzel olacağını bildirerek, müminin de hem kendisinin, hem amelinin güzel olduğuna işaret etmiştir. Kafiri de bereketsiz olan tuzlu ve çorak toprağa benzetmiş, tıpkı çorak toprak gibi kafirin de hem kendisinin, hem de amelinin kötü olacağına işaret etmiştir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Rabbinin izniyle güzel memleketin bitkisi (güzel) çıkar; kötü olandan ise faydasız bitkiden başka birşey çıkmaz. İşte biz, şükreden bir kavim için âyetleri böyle açıklıyoruz" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yeryüzünde çorak toprak ve başka şeyler olduğu gibi Âdemoğulları arasında iyi olan kimseler de kötü olan kimseler de vardır."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "Rabbinin izniyle güzel memleketin bitkisi (güzel) çıkar; kötü olandan ise faydasız bitkiden başka birşey çıkmaz" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Allah'ın Kitabını dinleyip anlayan ve onu alıp amel ederek faydalanan mümin, yağmur yağıp bol ve güzel bitki çıkaran memlekete benzetilmiştir. Allah'ın Kitabını dinleyip anlamayan, onunla amel edip faydalanmayan kafir ise, yağmur yağmasına rağmen, hayvanların yemesi için bitki çıkarmayan memlekete benzetilmiştir."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî der ki:

“Allah, bu misali kalpler için vererek:

“Yağmur yağınca, Allah'ın izniyle güzel memleketin bitkisi çıkar. Kötü olan ise çorak olan yerdir. Böyle yerin bitkisi faydasız olur. Kalpler de böyledir. Kur'ân müminin kalbine inince ona iman eder ve imanı kalbinde sabit olur. Tıpkı kötü memleketin faydasız bitkileri çıkardığı gibi, inen Kur'ân, kafirin kalbine girince orada faydalanacağı hiçbir şey kalmaz ve bu kişinin kalbinde imandan sadece kendisine fayda vermeyecek (kadar az) olanlar kalır."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, bu âyeti (.....) şeklinde (.....) harfini nasb ile, (.....) harfini ise merfu olarak okumuştur.

İbn Cerîr, Mücâhid'in bu âyeti açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Güzel olan memleketin toprağına yağmur faydalı olur ve orada bitki çıkar. Çorak olan yere ise yağmurun bir faydası olmaz. Böyle olan yerde sadece faydasız olan bitkiler çıkar. Yüze Allah bu misali Hazret-i Âdem ve onun bütün zürriyetine vermiştir. Bunların hepsi bir nefisten yaratılmıştır. Bunlardan bazısı Allah'a ve kitabına iman edip güzel olmuş, bazısı ise Allah'ı ve kitabını inkar ederek kötü olmuştur."

İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre Yüce Allah bu âyeti, kafir ve müminler hakkında misal olarak vermiştir.

Ahmed, Buhârî, Müslim ve Nesâî, Ebû Mûsa'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah'ın benimle gönderdiği hidâyet ve ilim, bir yere inen bol yağmur gibidir. O yeryüzüne indiğinde isabet ettiği yerlerden bazısı temizdir. Suyu kabul eder ve bol otlar, bitkiler çıkarır. Bir kısmı da vardır ki; kurak olup suyu tutar. Allah o su ile insanlara yarar sağlar. İnsanlar o sudan hem kendileri içerler, hem de koyunlarına içirirler ve zirâat yaparlar. Yeryüzünde bir başka yer daha vardır ki; çukur olup su tutmaz. Bitki de bitirmez. Allah'ın benimle gönderdiği şeyden kendisine fayda verdiği, öğrenip öğreten kimsenin misâli ile bu hususta kibirinden baş kaldırmayanın ve benim kendisiyle gönderildiğim Allah'ın hidâyetine icabet etmeyenin misâli budur. "

59

"And olsun kî Nuh'u mîlletine gönderdik. «Ey mîlletim! Allah'a kulluk edînr O ndan başka tanrınız yoktur; doğrusu sîzin için böyük günün azabından korkuyorum» dedi"

İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Asâkir, Enes'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“îlk gönderilen peygamber Nûh'tur" buyurduğunu nakletmiştir.

İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Ebû Nuaym ve İbn Asâkir, Yezîd er-Rakkâşî'nin şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Nûh'a (aleyhisselam) bu ismin verilmesi, kendisi için uzun süre ağlaması sebebiyledir."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime:

“Hazret-i Nûh'a (aleyhisselam) bu ismin verilmesi, kendisi için uzun süre ağlaması sebebiyledir" demiştir.

İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, Mukâtil ve Cuveybir'den şöyle bildirir: Hazret-i Âdem ihtiyarlayıp kemikleri zayıflayınca:

“Ey Rabbim! Ne zamana kadar çalışıp koşturacağım?" dediğinde, Yüce Allah:

“Ey Âdem! Sünnet olmuş bir çocuğun doğuncaya kadar" buyurdu. On nesil sonra Hazret-i Nûh doğduğunda Hazret-i Âdem dokuz yüz kırk yaşındaydı. Hazret-i Nûh, Emek b. Mettûşlah b. İdrîs'in oğluydu. Hazret-i İdrîs'in adı ise, Ahnûh b. Yerd b. Mehlâîl b. Kaynân b. Enûş b. Şît b. Âdem'dir. Hazret-i Nûh'un adı, es-Seken'di. Kendisine Nûh es-Seken denilmesinin sebebi, Hazret-i Âdem'den sonra insanların kendisine sığınması ve insanların atası olmasıdır. Kendisine Nûh denilmesinin sebebi, kavmi için dokuz yüz elli sene ağlamasıdtr. Bu müddet zarfında kavmini Allah'a iman etmeye davet etti, ama kavmi bu daveti reddedince de onlar için ağladı."

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Vehb (b. Münebbih):

“Hazret-i Nûh (aleyhisselam) ile Hazret-i Âdem (aleyhisselam) arasında on nesil vardır. Hazret-i Nûh ile Hazret-i İbrâhim (alayhimesselam) arasında da on nesil vardır."

İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Âdem ile Hazret-i Nûh arasında on nesil vardır ve hepsi de hak din üzereydi.

İbn Asâkir, Nevf eş-Şâmî'nin:

“Beş peygamber Araplardandır: Hazret-i Muhammmed (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Nûh, Hazret-i Hûd, Hz, Sâlih ve Hazret-i Şu'ayb (aleyhimusselam) " dediğini bildirir.

İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Nûh, Hazret-i Âdem'in gönderilişinden iki bin yıl sonra gönderildi. Hazret-i Nûh gönderildiğinde kavmi arasında günahlar yayılmış, zorbalık çoğalmış ve azgınlıkları artmıştı. Hazret-i Nûh onları, gece gündüz, gizli ve açıktan, sabırla ve yumuşaklıkla İslam'a davet ediyordu. Hiçbir peygamber, Hazret-i Nûh'un karşılaştığı zorlukla karşılaşmamıştır. Kavmi, Hazret-i Nûh'un yanına girip kendisini boğuyor, meclislerde kendisine vuruyorlar, kovuyorlar, o ise bütün bu yaptıklarına rağmen onları davet etmekten vazgeçmiyor ve:

“Ey Rabbim! Kavmimi bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar" diyordu. Hazret-i Nûh'un bu yaptıkları kavminin sadece kendisinden daha fazla kaçmalarını sağlıyordu. Hatta, biriyle konuşunca konuştuğu kişi, Hazret-i Nûh'un söylediklerini duymamak için elbisesiyle başını sarıyor ve parmaklarıyla kulaklarını tıkıyordu. Yüce Allah'ın:

“Doğrusu ben Senin onları bağışlaman için kendilerini her çağırışımda, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine hüründüler, direndiler, büyüklendikçe büyüklendiler" âyeti buna işaret etmektedir. Sonra kavmi koşarak yanında ayrılıp Hazret-i Nûh'un yalancı olduğunu yaymaya başladılar. Hazret-i Nûh zamanında gelen her nesil bir öncekinden daha kötü ve daha azgındı. Hatta:

“Bu kişi babalarımızla beraber yaşadı ve o zaman da aynı şekilde akılsızdı" diyorlardı. Veya kişi öleceği zaman çocuklarına:

“Bu akılsızdan sakının. Babalarım bana, insanların helakinin bu adamın eliyle olacağını anlattılar" diye vasiyet ederdi. Nesilden nesile böyle vasiyette bulunuyorlar, hatta kişi çocuğunu omuzlarında taşırken Hazret-i Nûh'un yanında duruyor ve:

“Evladım! Eğer sen yaşar da ben ölürsem, bu ihtiyardan sakın" diyordu. Durum uzun süre böyle devam edip te Hazret-i Nûh davetine devam edince onlar:

“Ey Nuh! Bizimle cidden tartıştın; hem de çok tartıştın. Doğru sözlülerden isen tehdit ettiğin azabı başımıza getir" dediler.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir, Katâde'nin şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Nûh, Cezîre'dendir ve oranın halkına peygamber olarak gönderilmiştir. Hazret-i Hûd, Şihr denilen yerin Mehre bölgesinden, Hazret-i Sâlih Hicr denilen yerden, Hazret-i Lût Sedûm'dan, Hazret-i Şu'ayb Medyen'dendir. Hazret-i İbrâhim, Hazret-i Âdem, Hazret-i İshâk ve Hazret-i Yûsuf Filistin toprağında vefat ettiler. Hazret-i Yahya b. Zekeriyyâ ise Şam'da öldürüldü."

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: Kavmi, Hazret-i Nûh bayılıncaya kadar ona vuruyorlardı. O ise kendine gelince:

“Ey Rabbim! Kavmimi bağışla. Onlar bilmiyorlar" diyordu.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Zühd'de , Ebû Nuaym ve İbn Asâkir, Mücâhid'in vasıtasıyla, Ubeyd b. Umeyr'in şöyle dediğini bildirir:

“Kavmi, Hazret-i Nûh bayılıncaya kadar ona vuruyorlardı. O ise kendine gelince: «Ey Rabbim! Kavmime hidayet ver. Onlar bilmiyorlar» diyordu." Şakîk, Abdullah (b. Mes'ûd)'un şöyle dediğini bildirir:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzündeki kanı silerken, peygamberlerden birisinden bahsedip: «Allahtm! Kavmime hidayet ver. Onlar bilmiyorlar» diyordu" buyurduğunu işittim."

İbn İshâk ve İbn Ebî Hâtim başka bir kanalla, Ubeyd b. Umeyr el-Leysî'den buna benzer bir rivayette bulundu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime der ki:

“Kavmi Hazret-i Nuh'un gözleri kararıncaya kadar boğazını sıkarlar, onu bıraktıklarında ise Hazret-i Nûh: «Allahım! Kavmimi bağışla. Onlar bilmiyorlar» derdi."

Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim ve İbn Mâce, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir:

“Sanki Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), peygamberlerden birinin kavmi tarafından dövüldüğünü ve bu peygamber alnındaki kanı silerken:

"Allahım! Kavmimi bağışla. Onlar bilmiyorlar" dediğini anlatırkan seyreder gibiyim."

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî, Şu'abu'l-İmân'da Ebu'l-Muhâcir er-Rakkî'nin şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Nûh, kavmi arasında kıldan, yapılmış bir evde dokuz yüz elli sene yaşadı. Ona:

“Ey Allah'ın peygamberi! Bir ev yap" dediklerinde, o:

“Ya bugün yarın öleceğim" karşılığını verirdi.

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî, Vuheyb b. el-Verd'in şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Nûh, kendine kamıştan bir ev yapınca kendisine: «Bundan başka bir ev yapsaydın» denildi. Hazret-i Nûh: «Ölecek kişi için bu ev bile çoktur» cevabını verdi."

İbn Ebi'd-Dünyâ, Ukaylî, İbn Asâkir ve Deylemî, Hazret-i Âişe'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Hazret-i Nûh, peygamberlerin büyüğüdür. Ne zaman heladan çıkacak olsa: «Bana (nimetinin) tadını tattıran, faydalı kısmını bende bırakıp, eza veren kısmını çıkaran Allah'a hamd olsun» derdi. "

Buhârî, Tarih'te, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah, Hazret-i Nûh'u gönderdi ve onun kavminin helakına zındıklardan başkası sebep olmadı. Sonra peygamberler peş peşe geldiler. Vallahi bu ümmetin de helakına zındıklardan başkası sebep olmayacaktır."

Ebu'ş-Şeyh, Sa'd b. Hasan'ın şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Nûh'un kavmi, ayda iki defa ekim yaparlardı. Kadın, günün başlangıcında doğum yapar, günün sonunda bu çocuk annesinin peşinden gelecek duruma yetişirdi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd der ki:

“Hazret-i Nûh'un kavmi, ovaların ve dağların hepsine bina yapılmadan ve bu ova ve dağların hepsine insanlar sahip olmadan helak olmadılar."

İbn Ebî Hâtim'in Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre Hazret-i Nûh zamanında, ovadakilere ve dağdakilere bulundukları yerler dar gelmeye başladı. Hatta ovadakiler dağa çıkamaz, dağdakiler de ovaya inemez oldular.

Ebû Nuaym, el-Hilye'de  ve İbn Asâkir, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Nûh, zamanının en güzel insanıydı ve yüzünü peçeyle örterdi. Gemide aç kaldıklarında, Hazret-i Nuh gemidekilere yüzünü gösterirdi ve bunun üzerine gemidekiler doyardı."

Beyhakî, Şu'abu'î-İmân'da ve İbn Asâkir, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hac yaptığı zaman Usfân vadisinden geçerken:

“Bu vadiden, Hûd, Salih ve Nûh, yularları liften olan kırmızı develer üzerinde geçtiler. Onların abalarını izar, siyah yün bir kumaşı da rida olarak kullanır ve telbiye getirerek Kabe'yi tavaf ederlerdi" buyurdu.

İbn Asâkir'in İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Nuh, Ramazan ve Kurban bayramı dışında bütün seneyi oruçlu geçirirdi. Dâvud senenin yarısını, İbrâhim her aydan üç gün oruç tutardı. Bu şekilde yılın yarısını oruç tutarak, yarısını da tutmayarak geçirmiş sayılırdı."

Ahmed, Buhârî, el-Edebu'l-Müfred'de , Bezzâr, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât' ta, Abdullah b. Amr'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Hazret-i Nûh vefat edeceği zaman oğluna şöyle dedi: «Ben sana vasiyyetimi söylüyorum: Sana iki şeyi emrediyorum ve iki şeyi yasaklıyorum. Sana, Lâ ilahe illallah'ı emrediyorum. Çünkü yedi kat göklerle yedi kat arz eğer bir terazi kefesine ve Lâ ilahe illallah da diğer bir kefeye konsa, bu kelime onlara daha ağır basardı. Eğer yedi kat göklerle yedi kat arz, uçsuz bucaksız bir çember olsalar, onları Lâ ilahe illallah ve Sübhânallahi ve-bihamdihi kelimeleri kırardı. Çünkü bu kelimeler her yaratığın duâsıdır ve bunlarla her şey rızıklamr. Bir de Allah'a ortak koşmaktan ve kibirlenmekten menederim.»" Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın Resulü! Kibirlenmek nedir? Birimizin güzel elbisesi olup onu giymesi veya güzel bir atı olup onu beğenmesi midir?" diye sorulunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hayır. Kibir, hakkı çiğnemek ve insanları küçük görmektir" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'nin Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hazret-i Nuh'un, oğluna öğrettiğini size öğreteyim mi?" diye sorunca, sahabe:

“Evet" karşılığını verdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Hazret-i Nûh, oğluna şöyle dedi: «Allah'tan başka ilah yoktur, O tektir, O'nun ortağı yoktur, mülk O'nundur, hamd O'na aittir. O, herşeye kadirdir» demeni vasiyet ediyorum. Eğer gökler bir kefede olsa, bu kelime bir kefede olsa, bu kelime semadan daha ağır basardı. Eğer sema bir uçsuz bucaksız bir çember olsaydı, bu kelime onu kırardı. Sana, Sübhânallahi ve-bihamdihi(=Allah'ı hamd ile tesbih ederim) kelimelerini söylemeni vasiyet ediyorum. Çünkü bu kelimeler her yaratığın duâsı ve tesbihidir. Bütün yaratılmışlar bununla rızıklamr."

60

Bkz. Ayet:64

61

Bkz. Ayet:64

62

Bkz. Ayet:64

63

Bkz. Ayet:64

64

"Kavminden ileri gelenler dediler ki: Biz seni gerçekten apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz! Dedi ki: «Ey kavmim.' Bende herhangi bir sapıklık yoktur; fakat ben, âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum, size öğüt veriyorum ve ben sizin bilmediklerinizi Allah'tan (gelen vahiy ile) biliyorum. Allah'ın azabından) sakınıp da rahmete nail olmanız ümidiyle, içinizden sizi uyaracak bir adam vasıtasıyla size bir zikir (kitap) gelmesine şaştınız mı?» Onu yalanladılar; biz de onu ve gemide beraberinde olanları kurtardık, âyetlerimizi yalan sayanları suda boğduk, çünkü onlar kör bir milletti."

İbn Ebî Hâtim'in Ebû Mâlik'ten bildirdiğine göre (.....) sözünden kastedilen kavminin ileri gelenleridir.

Ebu'ş-Şeyh, Süddî'den bildirdiğine göre (.....) sözünden kasıt, delildir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Dahhâk'ın vasıtasıyla İbn Abbâs'ın, (.....) sözünün mânâsının "Onlar kör bir milletti" olduğunu söylediğini bildirir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) sözünden kastedilen, onların hakka karşı kör olmalarıdır.

65

Bkz. Ayet:71

66

Bkz. Ayet:71

67

Bkz. Ayet:71

68

Bkz. Ayet:71

69

Bkz. Ayet:71

70

Bkz. Ayet:71

71

"Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u (gönderdik). O dedi ki; «Ey kavmim! Allah'a kulluk edin; sizin O'ndan başka tanrınız yoktur. Hâla sakınmayacak mısınız?» Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: «Biz seni kesinlikle bir beyinsizlik içinde görüyoruz ve gerçekten seni yalancılardan sanıyoruz.» «Ey kavmim! dedi, ben beyinsiz değilim; fakat ben âlemlerin Rabbinin gönderdiği bir elçiyim. Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm. Sizi uyarmak için içinizden bir adam vasıtasıyla Rabbinizden size bir zikir (kitap) gelmesine şaştınız mı? Düşünün ki O sızı, Nuh kavminden sonra onların yerine getirdi ve yaratılışta sizi onlardan üstün kıldı. O halde Allah'ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz.» Dediler ki: «Sen bize tek Allah'a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarını bırakmamız için mi geldin? Eğer doğrulardan isen, bizi tehdit ettiğini (azabı) bize getir,» Hûd) dedi ki: «Üzerinize Rabbinizden bir azap ve bir hışım inmiştir. Haklarında Allah'ın hiçbir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimler hususunda benimle tartışıyor musunuz? Bekleyin öyleyse, şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!»"

İbnu'l-Münzir, el-Kelbî vasıtasıyla Ebû Sâlih'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u (gönderdik)..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Hazret-i Hûd, onlarla din kardeşi değil, onlardan biri olduğu için nesep olarak kardeşti. Bu sebeple Yüce Allah onu kardeşleri olarak zikretmiştir."

İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, Şarkî b. Kutâmî'nin:

“Hazret-i Hûd'un ismi, Âbir b. Şâlih b. Fahşez b. Sâm b. Nûh'tur" dediğini bildirir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki:

“İddia edildiğine göre Hazret-i Hûd, Hadramût'tan, Benî Abdiddahm kabilesindendir."

İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, Atâ'nın vasıtasıyla İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“İlk olarak Arapça konuşan kişi Hazret-i Hûd'dur. Onun, Kahtân, Makhat, Kâhit ve Fâlih adında dört çocuğu olmuştur. Fâlih, Mudar kabilesinin, Kahtân, Yemenlilerin atasıdır. Diğerlerinin ise nesli devam etmemiştir."

Ebu'ş-Şeyh, Süfyân'ın:

“Hazret-i Muhammed, Hazret-i Sâlih, Hazret-i Şuayb, Hazret-i Hûd ve Hazret-i İsmâil, Arap olan peygamberlerdendir" dediğini bildirir.

İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, Mukâtil'in vasıtasıyla, Dahhâk'tan, İbn İshâk vasıtasıyla ise ismini verdiği bazı kişilerden ve Kelbî'nin vasıtasıyla İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Âd kavmi putlara tapan bir topluluktu. Vedd, Suvâ, Yağûs ve Nesr gibi putlar edinmişlerdi. Samûd ve Hettâl adında iki put daha yapmışlardı. Allah onlara Hazret-i Hûd'u gönderdi. Hazret-i Hûd Halûd kabilesindendi ve nesep olarak kavminin eşrafından, herkesin değer verdiği ve en güzel yüzlüleriydi. Vücudu da diğerleri gibi büyüktü. Bembeyazdı, uzun bir boynu vardı. Sakalı uzundu. Kavmini Allah'a kul olmaya ve O'na ortak koşmamaya çağırıyordu. Onları halka zulmetmekten engellemeye çalıştı. Onları bundan başka bir şeye davet etmedi. Onları ne bir şeriata uymaya, ne de namaza çağırdı. Ancak kavmi Hazret-i Hud'u dinlemeyerek onu yalanladılar ve:

“...bizden daha kuvvetli kim var? dediler." Yüce Allah'ın, "Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u (gönderdik). O dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin; sizin O'ndan başka tanrınız yoktur. Hâla sakınmayacak mısınız?.. Düşünün ki O sizi, Nuh kavminden sonra onların yerine getirdi ve yaratılışta sizi onlardan üstün kıldı. O halde Allah'ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz" âyetindeki kardeşlik, din kardeşliği değil, aynı kavimden olmalarıdır. Hazret-i Hûd, kavminden sadece Allah'a kulluk etmelerini ve ona ortak koşmamalarını, Allah'tan başka ilahları olmadığını söyleyip:

“Nasıl olur da sakınmazsınız? Nûh kavminden sonra sizi yeryüzünün sakinleri yaptı. Onlardan nasıl ibret alıp iman etmezsiniz. Hâlbuki Nûh kavmine, isyan ettikleri zaman inen belayı biliyorsunuz. Elinizdeki bu nimetleri hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz" dedi. Âd kavminin evleri Yemen'de Umman ile Hadramevt arasındaki kumsal bölgede idi. Fakat tüm yeryüzünü ifsad ettiler ve Allah'ın kendilerine verdiği kuvvetle yeryüzü halkını ezdiler.

İbn Ebî Hâtim, Rabî b. Huseym'in:

“Âd kavmi, Yemen'den Şam'a kadar olan bölgede yayılmış çekirgeler gibi çoktular" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Süddî'nin şöyle dediğini bildirir: Âd kavmi Yemen'deki kumsallarda yaşıyorlardı. "Düşünün ki O sizi, Nuh kavminden sonra onların yerine getirdi ve yaratılışta sizi onlardan üstün kıldı. O halde Allah'ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz." âyetinde kastedilen, Nûh kavminin helakından sonra Âd kavmini onların yerine getirmesidir. Yaratılışta üstün kılınmaları ise diğer insanlardan daha uzun boylu olmalarıdır.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Vehb (b. Münebbih) der ki:

“Âd kavminin erkekleri, onların arşınıyla altmış arşın boyundaydı. Kişinin başı, büyük bir kubbe gibiydi. Adamın bir gözüne yırtıcı hayvanlar yavrulardı, burun delikleri de böyleydi."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde der ki:

“Bize bildirildiğine göre Âd kavminin boyu on iki arşındı."

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Amr:

“Sizden öncekilerin iki omuzu arasındaki mesafe bir mil uzunluğundaydı" demiştir.

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'da, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Âd kavminde normal bir insanın boyu seksen kulaç kadardı. O zaman buğday tanesi, bir sığır böbreği büyüklüğündeydi. Bir narın kabuğunun içinde ise on kişi oturabilirdi."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünden kasıt kuvvettir.

Abdullah b. İbn Abbâs, Zühd'ün zevâidinde ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Hureyre'nin şöyle dediğini bildirir:

“Âd kavminden bir adam taştan iki kapı kanadı yapardı. Eğer bu ümmetten beşyüz kişi onu kaldırmak için bir araya gelecek olsaydı buna güç yetiremezdi. Onlardan herhangi birisi ayağı ile yere vuracak olsaydı, ayağı yere geçerdi."

Zübeyr b. Bekkâr, el-Mufavvakiyyât'ta, Sevr b. Zeyd ed-Diyelî'nîn şöyle dediğini bildirir:

“Bir kitapta şöyle okudum:

“Ben Şeddâd b. Âd'ım. Ben direkleri kaldıran kişiyim. Ben bileğimle bir vadinin ağzını kapatanım. Ben, denizde dokuz arşın boyunda ve sadece Muhammed'in ümmetinin çıkarabileceği bir hazineyi saklayan kişiyim."

İbn Bekkâr, Sevr b. Zeyd'in şöyle dediğini bildirir: Yemen'e geldiğimde, daha önce ondan daha uzununu görmediğim bir adamı gördüm ve hayret ettim. Bana:

“Buna hayret mi ediyorsun?" diye sorduklarında, ben:

“Vallahi bundan daha uzun boylu birini görmedim" karşılığını verdim. Bana:

“Vallahi! Bir ayak veya el gördük ve bu adamın eliyle ölçtük, ölçtüğümüz şey bunun elinin on altı katı çıktı" dediler.

Zübeyr b. Bekkâr'ın bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem:

“Eskiden, dört yüz yıl geçerdi ve kimsenin öldüğü duyulmazdı" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, Allah'ın nimetleri, (.....) kelimesi ise gazab mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre (.....) sözünden kastedilen, Yüce Allah'tan onlara azab gelmesidir. Kur'ân'da geçen her (.....) kelimesi azab anlamındadır.

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesinin ne anlama geldiğini sorunca, İbn Abbâs:

“(Ricz lanet, gazab ise azab anlamındadır" karşılığını vermiştir. Nâfi':

“Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir:

“Tabi kü Şâirin:

"Derken bir yıl Necd'de helak oldular

O yılın laneti ve azabı üzerlerine düştü" dediğini bilmez misin?

72

"Onu ve onunla beraber olanları rahmetimizle kurtardık ve âyetlerimizi yalanlayıp da iman etmeyenlerin kökünü kestik"

İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, Amr b. Şuayb vasıtasıyla, babasından, o da dedesinden şöyle nakleder:

“Yüce Allah, Âd kavminden intikam alması için Akîm'e vahyedince, öküz burnu kalınlığında şiddetli bir kasırga gönderdi. Bu kasırga doğusundan batısına her tarafı yerinden oynattı. Bunun üzerine yeryüzüyle görevli melekler:

“Ey Rabbimiz! Rüzgara karşı durmaya gücümüz kalmadı" dediler. Eğer kasırga gönderildiği gibi değil de normal büyüklüğüyle gönderilseydi, yeryüzünün doğusunda ve batısında olan her şeyi helak ederdi. Yüce Allah:

“Geri dön!" diye vahyedince geri döndü, kasırga da geri döndü ve tekrar bir yüzük deliği kalınlığında çıktı. Yüce Allah, Hazret-i Hûd'a, beraberindeki müminlerle oradan ayrılıp bir harmana gitmelerini emretti. Hazret-i Hûd yanındakilerle çıkıp bir harmana varınca onların etrafında bir çizgi çizdi ve kasırga gelince Hazret-i Hûd ve yanındakilerin olduğu yere girmedi. Kasırgadan, sadece kendilerine serinlik verecek kadar bir şey esti. Âd kavmine ise gökle yeri dolduracak kadar esip bütün taşlan onların üzerine savurdu. Yüce Allah, yılan ve akreplere, Âd kavminin yollarını tutmasını emretti ve onlardan kimse yılan ve akrepleri aşıp bir yere gidemedi.

İbn Asâkir, Vehb (b. Münebbih)'in şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah, Âd kavmine rüzgarı gönderdiği zaman, Hazret-i Hûd ve beraberindekiler etrafı çevrili bir yere çekilmişlerdi. Rüzgâr, onlara ancak derileri yumuşatacak ve nefislere neşe verecek kadar dokunuyordu. Kâfirleri ise yer ile gök arasında savuruyor ve taşlara çarparak beyinlerini parçalıyordu."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, "Ayetlerimizi yalanlayıp da iman etmeyenlerin kökünü kestik" sözünün, onların hepsinin helak olması anlamında olduğunu söyledi.

Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de Hureym b. Hamza'nın şöyle dediğini bildirir:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Yüce Allah'tan, kendisine Âd kavminden birini göstermesini isteyince, Yüce Allah ona perdeyi kaldırdı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Âd kavminden kendisine gösterilen adamın başının Medine'de, ayaklarının ise Zu'l-Huleyfe'de olduğunu gördü. Adam dört mil boyundaydı."

İbn Asâkir, Sâlim b. Ebi'l-Ca'd vasıtasıyla Abdullah'ın şöyle dediğini nakleder:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında peygamberlerden bahsedlip Hazret-i Hûd'un bahsi geçince:

“O, Allah'ın halilidir" buyurdu.

Ahmed, Ebû Ya'lâ ve İbn Asâkir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hac yaptığı zaman Usfân vadisinden geçerken:

"Bu vadiden, Hûd, Salih ve Nûh, yularları liften olan kırmızı develer üzerinde geçtiler. Onlar abalarını izar, siyah yün bir kumaşı da rida olarak kullanır ve telbiye getirerek Kâbe'yi tavaf ederlerdi" buyurdu.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Sâbıt der ki:

“Makam, Rükün ve Zemzem kuyusu arasında doksan dokuz peygamberin mezarı) vardır. Hazret-i Hûd, Hazret-i Nûh, Hazret-i Şuayb, Hazret-i Salih ve Hazret-i İsmail bu yerde defnedilmiştir."

İbn Sa'd ve İbn Asâkir, İshâk b. Abdillah b. Ebî Ferve'nin şöyle dediğini bildirir:

“Peygamberlerden sadece üçünün mezarının yeri bilinmektedir. Hazret-i İsmâil'in kabri oluğun altında Kâbe ile Rükn'ün arasındadır. Hazret-i Hûd'un kabri Yemen'de kumdan bir tepededir ve üzerinde bir- ağaç vardır. Hazret-i Hûd'un mezarının bulunduğu yer, yeryüzünün en sıcak yeridir. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kabrinin yeri de bilinmektedir. Mezarları kesin olarak bilinen peygamberler bunlardır."

Buhârî, Tarih'te, İbn Cerîr ve İbn Asâkir, Ali b. Ebî Tâlib'in şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Hûd'un kabri, Hadramût'ta kızıl kumdan bir tepededir ve başucunda bir sedir ağacı vardır."

İbn Asâkir, Osmân b. Ebi'l-Âtike'nin şöyle dediğini bildirir:

“Dımaşk (Şam) mescidinin kıble tarafında Hazret-i Hûd'un mezarı vardır."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki:

“Hazret-i Hûd, dört yüz yetmiş iki yıl yaşamıştır."

Zübeyr b. Bekkâr, el-Muvaffakiyyât'ta, Abdullah b. Amr b. el-Âs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Dünyadaki olağanüstü şeyler dört tanedir. Birisi, İskenderiyye kulesinde asılı olan aynadır. Kişi bu aynanın altında oturur ve Kostantiniyye ve İskenderiyye arasındaki her yeri görürdü. İkincisi: Endülüs'te olan bakırdan yapılmış bir attır. Bu at ayaklarını açmış:

“Kimse beni aşıp giremez" der gibiydi. O memlekete giren herkesi karıncalar yerdi. Bir diğeri, Âd kavminin yurdunda bakırdan bir kule ve üzerinde bakırdan yapılmış bîr adam heykeli vardır. Haram aylar geldiği zaman bu kuleden su akar ve insanlar içip sular, havuzlara doldururlardı. Haram aylar geçince bu su kesilirdi. Başka bir olağanüstü şey ise Roma topraklarında üzerinde (üzüm ve çekirgeyle beslenen kuşların cinsinden) bakırdan bir kuş olan bakırdan yapılmış bir ağaçtır. Bu cinsten olan her kuş ayağında iki, gagasında bir zeytin tanesiyle gelir ve bakırdan yapılmış kuşa atarlardı. Bu kuşun sahipleri, yiyecek ve kandilleri için diğer yılın kış mevsimine yetecek kadar zeytin yağı çıkarırlardı."

73

Bkz. Ayet:79

74

Bkz. Ayet:79

75

Bkz. Ayet:79

76

Bkz. Ayet:79

77

Bkz. Ayet:79

78

Bkz. Ayet:79

79

"Semûd kavmine de kardeşleri Salih'i (gönderdik). Dedi ki: «Ey kavmim! Allah'a kulluk edin; sizin O'ndan başka tanrınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir. O da, size bir mucize olarak Allah'ın şu devesidir. Onu bırakın, Allah'ın arzında yesin, (içsin); ona kötülük etmeyin; sonra sizi elem verici bir azap yakalar. Düşünün ki, (Allah) Âd kavminden sonra yerlerine sizi getirdi. Ve yeryüzünde sizi yerleştirdi: Onun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler yontuyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın.» Kavminin ileri gelenlerinden büyüklük taslayanlar, içlerinden zayıf görülen inananlara dediler kî: «Siz Salih'in, Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?» Onlar da «Şüphesiz biz onunla ne gönderilmişse ona inananlarız» dediler. Büyüklük taslayanlar, «Sizin inandığınızı biz inkar ediyoruz» dediler ve dişi deveyi kesip devirdiler; Rablerinin buyruğuna baş kaldırdılar, «Ey Salih, eğer sen peygambersen bizi tehdit ettiğin azaba uğrat bakalım» dediler. Bunun üzerine onları o (gürültülü) sarsıntı yakaladı da yurtlarında diz üstü dona kaldılar. Salih o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi; «Ey kavmim! Andolsun ki ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ettim ve size öğüt verdim; fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz.»"

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Muttalib b. Ziyâd der ki: Abdullah b. Ebî Leylâ'ya, Yahudi ve Hıristiyanlara kardeş denilip denilemeyeceğini sorduğumda:

“Onlar yurt kardeşidir. Yüce Allah'ın: «Semûd kavmine de kardeşleri Salih'i (gönderdik)» buyurduğunu görmüyor musun" karşılığını verdi.

Suneyd, İbn Cerîr ve Hâkim, Haccâc'ın vasıtasıyla, Ebû Bekr b. Abdillah'tan, o Şehr b. Havşeb'den, o da Amr b. Hârice'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Yüce Allah, Hazret-i Sâlih'in kavmi olan Semûd kavmine uzun ömür verdi. Hattâ, onlardan, bir kimse, kendisine taştan, çamurdan bir ev yapar, adam, daha sağ iken, ev yıkılır giderdi.Bunun için, onlar, dağlarda kayaları oyarak kendilerine evler edindiler ve geçim bolluğu içinde yaşadılar durdular. Hazret-i Salih'e: «Ey Salih! Rabbine dua et te, senin peygamber olduğunu bilmemiz için bir delil çıkarsın» dediler. Hazret-i Sâlih Rabbine dua edince Allah onlara bir deve çıkardı. Semûd kavminin kuyusundan bir gün deve, bir gün de kendileri su içiyordu. Devenin su içme günü gelince onun su içmesine izin verirler ve sütünü sağarak bütün kaplarım sütle doldururlardı. Yüce Allah, Hazret-i Salih'e: «Kavmin, deveni kesecekler» diye vahyedince, Hazret-i Salih kavmine bunu bildirdi. Kavmi: «Kesmeyeceğiz» karşılığını verince, Hazret-i Salih: «Eğer siz kesmezseniz, sizden, deveyi kesecek birinin doğması yakındır» dedi. Onlar: «Bu çocuğun alâmeti nedir? Vallahi onu bulursak öldürürüz» diye sorunca, Hazret-i Sâlih: «Kumral, saçlarının ucu kırmızı bir kişidir» cevabını verdi. Şehirde halkın ileri gelenlerinden ve güçlü iki yaşlı vardı. Bunlardan birinin oğlu vardı ve evlenmek için kendisine denk bir kadın bulunmuyordu. Diğerinin ise evlenebilecek dengi bulunamayan bir kızı vardı. Bunlar bir araya geldiler ve biri diğerine: «Neden oğlunu evlendir miyorsun?» diye sordu. Öbürü: «Onun dengi olacak birini bulamıyorum» cevabını verince, soruyu soran kişi: «Benim kızım bunun dengidir. Ben kızımı senin oğlunla evlendiririm» deyip kızını bu adamın oğluyla evlendirdi. Bu oğlan ve kızdan, deveyi kesecek olan çocuk doğdu. Şehirde, yeryüzünde fesat çıkaran sekiz kişi vardı. Hazret-i Sâlih onlara: «İçinizden doğacak bir kişi deveyi kesecek» deyince, şehirden sekiz ebelik yapan kadın buldular ve yanlarında askerlerle şehirde dolaşıp doğum sancısı çeken kadın gördüklerinde, doğan çocuğun cinsiyetine bakıyorlardı. Eğer doğan çocuk erkekse, Hazret-i Sâlih'in tarifine uyup uymadığına bakıyorlardı. Eğer kızsa onu bırakıyorlardı. Hazret-i Sâlih'in tarif ettiği çocuğu bulduklarında kadınlar bağırıp: «Allah'ın Peygamberi Sâlih'in tarif ettiği çocuk budur» dediler. Askerler çocuğu almak isteyince, dedeleri araya girerek: «Eğer Sâlih böyle bir şey yapmak isteseydi onu öldürürdük» dediler. Çocuk, kötü biriydi. Bir günde, normal bir çocuğun bir haftada büyüdüğü kadar, bir haftada, başka çocuğun bir ayda büyüdüğü kadar, bir ayda, başka bir çocuğun bir yılda büyüdüğü kadar gelişiyordu. Yeryüzünde ıslah etmeyip fesad çıkaran, aralarında bu iki ihtiyarın da bulunduğu sekiz kişi bir araya gelip: «Bu çocuğun yanımızdaki değeri ve dedelerinin konumu sebebiyle aleyhimizde kullanılmıştır» dediler. Bunlar (çocukla beraber) dokuz kişiydi. Hazret-i Sâlih onlarla aynı köyde yatmaz, mescidinde uyurdu. Sabah olunca da yanlarına gidip nasihatte bulunurdu. Akşam olunca da mescidine gidip orada gecelerdi."

Haccâc der ki: İbn Cüreyc şöyle dedi: Hazret-i Sâlih onlara:

“Bir çocuk doğacak ve helakiniz onun eliyle olacaktır" deyince, "Ne yapmamızı emredersin?" diye sordular. Hazret-i Sâlih:

“Onları öldürmenizi emrediyorum" karşılığını verince, biri dışında (doğan çocukların) hepsini öldürdüler. O çocuk büluğa erince:

“Eğer çocuklarımızı öldürmeseydik, bizim de çocuklarımız bunun kadar olurdu. Bunun tek müsebbibi Salih'tir" dediler. Aralarında Hazret-i Salih'i öldürmeye karar verdiler ve:

“İnsanların gözü önünde yolculuğa çıkarız. Sonra falan ay falan gece geri dönüp mescidinin yanında pusuya yatarız ve onu öldürürüz. İnsanlar, bizi seferde bildiğinden dolayı şüphelenmezler" dediler. Anlaştıkları zamanda gelip bir kayanın altında pusuya yattılar. Allah kayayı onların üzerine göndererek kendilerini, ezdi. Onların bu planını bilen bazıları gidip baktıklarında kayanın altında ezildiklerini görerek köye döndüler ve:

“Ey Allah'ın kulları! Salih'in, çocuklarını öldürmelerini emretmesi yetmedi mi ki onları da öldürdü" diye bağırdılar. Bunun üzerine köy halkı deveyi öldürmek için toplandılar ve onuncu çocuk dışındaki herkes deveyi öldürmekten kaçındı.

Sonra Haccâc bunları söyledikten sonra Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hadisine şöyle devam etti:

“Hazret-i Sâlih'e tuzak kurmak istediler ve gidip Salih'e giden yoldaki bir dehlize geldiler. Sekiz kişi burada saklanıp: «Yanımıza geldiği zaman onu öldürürüz ve ailesine gidip onlara da baskın yaparız» dediler. Yüce Allah yeryüzüne emretti ve yer dümdüz olup onları açığa çıkardı. Bunun üzerine toplanıp suyun yanında olan devenin yanına gittiler ve Şakı, içlerinden birine: «Git ve deveyi kes» dedi. Adam gitti, ama korktu ve kesmeden geri döndü. Şakî, başka birini gönderince o da korktu ve deveyi kesemedi. Şakî kimi gönderdiyse, giden kişi deveyi kesmekten korkarak geri dönünce kendisi gidip devenin sinirlerini kesti ve deve düşüp tepinmeye başladı. Aralarından bir adam Hazret-i Sâlih'e gidip: «Deveye yetişi Onu kestiler» dedi. Hazret-i Sâlih yanlarına gelince onu karşılayıp özür dileyerek: «Ey Allah'ın peygamberi! Bunu falan kişi kesti. Bizim bir suçumuz yoktur» dediler. Hazret-i Sâlih: «Bakınız onun yavrusuna yetişecek misiniz. Eğer yavrusuna yetişirseniz belki Allah azabı üzerinizden kaldırır» deyince, gidip devenin yavrusunu aradılar. Yavru, anesinin can çekişmekte olduğunu görünce yüksek olmayan Kâra adındaki bir dağa çıktı. Onlar yavruyu almak için gidince Yüce Allah dağa vahyetti ve dağ semaya doğru kuşların bile yetişemeyeceği kadar yükseldi Hazret-i Sâlih köye girince yavru deve kendisini gördü ve ağlayarak göz yaşı akıttıktan sonra Hazret-i Sâlih'e dönerek bir defa böğürdü, sonra bir daha, sonra üçüncü defa böğürdü. Hazret-i Sâlih, kavmine şöyle dedi: «Yavru devenin her böğürmesi için bir gününüz vardır.

Yurdunuzda üç gün yaşayınız. "...Bu, yalanlanmayacak bir sözdür. Size gelecek azabın alâmeti, birinci günde küçük olsun büyük olsun, erkek olsun kadın olsun hepinizin yüzünün safran sürülmüş gibi sararmasıdır.» Akşam olunca hepsi birden: «Ecelinizden bir gün geçti ve azab size yaklaştı» diye bağırdı. İkinci günün sabahı yüzlerinin kanla boyanmış gibi kırmızı olduğunu gördüler ve bağırıp feryad ederek ağlayıp azabın geldiğini anladılar. Akşam olunca hepsi birden: «Ecelinizden bir gün daha geçti ve azab size yaklaştı» diye bağırdı. Üçüncü günün sabahı yüzlerinin kömürle boyanmış gibi simsiyah olduğunu görerek: «Azab size geldi. Kefenlerinizi giyip kendinizi mumyalayın» dediler. Onlar sabır otu ve kırmızı çamurla mumyalanırlardı. Kefenleri ise deridendi. Kefenlenip mumyalandıktan sonra kendilerini yere attılar ve azabın, başlarının üstünden mi yoksa ayaklarının altından mı geleceğini bilmeden bir semaya, bir yere bakmaya başladılar: Dördüncü gün kendilerine semadan her yıldırımın, yeryüzünde de sesi olan herşeyin sesinin bulunduğu bir sayha geldi ve kalpleri göğüslerinde parçalanıp yurtlarında dizüstü donakaldılar. "

Abdürrezzâk, Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu't-Tufayl der ki:

“Semûd kavmi Hazret-i Salih'e:

“Eğer doğru söylüyorsan bize bir delil getir" deyince, Hazret-i Sâlih:

“Çıkınız" dedi. Semûd kavmi bir kayanın üzerine çıktılar ve bu kayanın gebe olanın sancı çektiği gibi sancılandığını gördüler. Sonra kaya yarıldı ve ortasından deve çıktı. Hazret-i Sâlih, onlara:

“Size bir mucize olarak Allah'ın şu devesidir. Onu bırakın, Allah'ın arzında yesin, (içsin); ona kötülük etmeyin; sonra sizi elem verici bir azap yakalar" dedi. Semûd kavmi deveden usandıkları zaman onu kesince, Hazret-i Sâlih onlara:

“Yurdunuzda üç gün daha kalın..." dedi.

Abdürrezzâk, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre Hazret-i Sâlih, onlara, deveyi kestikleri zaman:

“Üç gün daha kalın" dedikten sonra:

“Helak olmanızın alâmeti, yarın yüzlerinizin sararması, ikinci gün kızarması, üçüncü gün ise kararmasıdır. Yüzleri Hazret-i Sâlih'in dediği gibi sararıp kızarınca ve üçüncü gün kararınca, helak olacaklarına inandılar.

Bunun üzerine kefenlerini giyip kokular süründüler, sonra sayha onları yerle bir etti. Deveyi kesen kişi:

“Hepiniz razı olmadıkça onu kesmem" deyince, herkesin rızasını almaya başladılar. Hata kadının çadırına girip:

“Razı oldun mu?" diye sordular. Kadın:

“Evet" cevabını verdi. Çocuklara bile sordular ve sonunda hepsi de devenin kesilmesine razı olunca deveyi kestiler.

Ahmed, Bezzâr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, M. el- Evsafta, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve İbn Merdûye, Câbir b. Abdillah'ın şöyle dediğini nakleder:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) (Medine ile Şam arasındaki) Hicr denilen yerde konaklayınca kalkıp halka hitab ederek şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Peygamberinizden mucize istemeyiniz. Hazret-i Sâlih'in kavmi kendisinden mucize isteyince, Allah onlara deveyi gönderdi. O deve işte şu yoldan gelir, geldiği gün onların bütün suyunu içerdi. Onlar da deveden ertesi gün, bir gün önce içmiş olduğu su kadar süt sağarlardı. Sonra da deve şu yoldan çıkıp giderdi. Onlar Rablerinin emrine karşı gelip deveyi kestiler. Bunun üzerine Allah onlara üç gün gün sonra azab edeceğini vaadetti. Allah sözünde asla yalancı çıkmaz. Sonra yerle gök arasında korkunç bir ses hasıl oldu. Allah'ın haremindeki bir kişi dışında hepsi helak oldular. O adamı Harem, Allah'ın azabından korudu." Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın Resûlü! Bu kişi kimdir?" diye sorulunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ebû Riğâl'dır. Bu kişi de Harem'den çıkınca, onların uğradığı akıbete uğradı" buyurdu.

İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Ebu't-Tufayl'ın hadisinden aynı rivayeti merfu olarak yapmıştır.

Ahmed ve İbnu'l-Münzir, Ebû Kebşe el-Enmârî'nin şöyle dediğini bildirir: Tebuk gazvesinde bir topluluk Hicr halkının olduğu yere girmek için hızlanınca, halka:

“Namaz toplayıcıdır" diye seslenildi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına vardığım zaman:

“Neden, Allah'ın gazab ettiği bir kavmin olduğu yere giriyorsunuz?" diyordu. Bir adam:

“Onların bu haline şaşıyoruz da ondan ey Allah'ın Resûlü!" karşılığını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Bundan daha çok şaşılacak şeyi size bildireyim mi? İçinizden birisi, sizden önce olanı ve sizden sonra olacağı size haber veriyor. İstikâmet üzere ve doğru olunuz. Allah sizin azabınıza hiç aldırmaz. Öyle bir kavim gelecek ki; kendilerinden hiçbir şeyi geri çeviremeyecekler."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Semûd kavmi deveyi kestikleri zaman birbirlerine işaret ederek:

“Deve yavrusuna saldırınız" dediler. Deve yavrusu dağa kaçtı ve bir gün geçtikten sonra kıbleye dönüp:

“Ey Rabbim! Annem! Ey Rabbim! Annem! Ey Rabbim! Annem!" dedi. O zaman Semûd kavmine sayha gönderildi."

İbn Ebî Hâtim'in Abdullah b. Ebi'I-Huzeyl'den bildirdiğine göre Deve kesildiği zaman yavrusu dağa kaçıp böğürmeye başladı. Onun böğürmesini duyan herkes öldü.

İbn Ebî Hâtim, Atâ'nın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Sâlih'in kavmi deveyi öldürünce, Hazret-i Sâlih onlara:

“Azab size gelecektir" dedi. Onlar:

“Bunun alâmeti nedir?" diye sorunca, Hazret-i Sâlih:

“Birinci gün yüzünüzün kızarması, ikinci gün sararması ve üçüncü gün kararmasıdır. Sabah olup yüzlerinin kızarmış, ikinci gün sararmış, üçüncü gün de kararmış olduğunu görünce Hazret-i Sâlih'in dediğine inandılar. Koku sürünüp kefenlerini giydiler ve evlerinde beklediler. Cibril'in sayhasıyla da canlan çıktı."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî der ki:

“Allah, Hazret-i Sâlih'i Semûd kavmine peygamber olarak gönderdi ve Hazret-i Sâlih onları İslam'a davet etti ama onlar Hazret-i Sâlih'i yalanlayarak bir delil getirmesini istediler. Delil olarak onlara deveyi getirdi ve sularından içmesi için deveye bir gün, kendilerine bir gün ayırdılar. Bunu Semûd kavminin hepsi kabul ettiler. Devenin su içtiği gün iki dağın arasından geçince dağlar onu sıkıştırırdı. Zamanımıza kadar o iki dağda devenin sürtünme izi mevcuttur. Sonra deve gelip Semûd kavminin yanında durur ve onlar sütünü sağarak susuzluklarını giderirlerdi. Suyu kulanma günü kendilerine gelince ise deve yanlarına gelmezdi. Devenin bir yavrusu vardı. Hazret-i Sâlih, kavmine:

“Bu ayda bir çocuk doğacak ve sizin helakiniz onun eliyle olacaktır" dedi. O ay Semûd kavminden dokuz kişinin çocuğu oldu. Doğan çocukları öldürdükten sonra onuncu kişinin çocuğu doğdu, ama bu kişi oğlunu öldürmeyi kabul etmedi. Bu kişinin daha önce çocuğu olmamıştı. Onuncu çocuk hızlı bir şekilde gelişti ve dokuz yaşına gelince (çocuklarını öldüren dokuz kişi) onu görüp:

“Eğer çocuklarımız sağ olsaydı bunun gibi olurlardı" deyip Hazret-i Salih'e kızdılar.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Güreye, "Ona kötülük etmeyin..,"sözünün, "Onu öldürmeyin" mânâsında olduğunu söyledi.

İbn Ebî Hâtim, Süddî'nin, "Dağlarında evler yontuyorsunuz..." sözünü açıklarken:

“Dağları oyup evler yapıyorlardı" dediğini bildirir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre, âyette geçen (.....) kelimesi, batıla dalıp aşırı gittiler, (.....) sözü ise gürültü mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik, âyette geçen, "Yurtlarında diz üstü dona kaldılar" sözünden kastedilenin Semûd kavminin bütün askerleri olduğunu söyledi.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözü, "Öldüler" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözü, "Öldüler" mânâsındadır.

Abdürrezzâk ve Ebu'ş-Şeyh, Hasan(ı Basrî'nin) şöyle dediğini bildirir:

“Semûd kavmi deveyi kesince yavrusu kaçıp tepelere çıktı ve:

“Ey Rabbim! Annem nerede?" deyip bir defa böğürdü ve çığlık inip Semûd kavmini helak etti."

Ahmed, Zühd'de, Ammâr'ın şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Sâlih'in kavmi deveyi (mucize olarak) istediler. Deve gönderilince de onu kestiler. İsrailoğulları bir sofra indirilmesini istediler. Sofra inince, yine inkar ettiler. Sizin imtihanınız ise dinar ve dirhemledir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Vehb (b. Münebbih) der ki:

“Hazret-i Sâlih ve beraberindekiler Semûd kavminin uğradığı sayhadan kurtulunca, Hazret-i Sâlih:

“Ey kavmim! Bu yurt ve ehli, Allah'ın lanetine uğramıştır. Yola çıkıp Allah'ın haremine ve güvenli kıldığı yere gidiniz" dedi. Bunun üzerine kavmi o anda hac için ihrama girdiler ve yola çıkıp Mekke'ye vardılar. Ölene kadar orada yaşadılar. Bu kişilerin mezarı Kâbe'nin batısındadır."

80

Bkz. Ayet:84

81

Bkz. Ayet:84

82

Bkz. Ayet:84

83

Bkz. Ayet:84

84

"Lût'u da (peygamber gönderdik). Kavmine dedi ki: «Sizden önceki milletlerden hiçbirinin yapmadığı fuhuşu mu yapıyorsunuz? Çünkü sız, şehveti tatmin için kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere yanaşıyorsunuz. Doğrusu siz taşkın bir milletsiniz.» Kavminin cevabı: Onları (Lût'u ve taraftarlarını) memleketinizden çıkarın; çünkü onlar fazla temizlenen insanlarmış! demelerinden başka bir şey olmadı. Bunun üzerine Lut'u ve taraftarlarını kurtardık; yalnız karısı, geride kalıp helake uğrayanlardan oldu. Geriye kalanların üzerine öyle bir yağmur yağdırdık kil Suçluların sonunun nasıl olduğuna bir bak!"

İbn Asâkir, Süleyman b. Surad'ın şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Lût'un babası, Hazret-i İbrâhîm'in amcasıdır."

İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Hazret-i Lût altı üstüne getirilen şehirlere peygamber olarak gönderildi. Gönderildiği şehirler dört tanedir ve bunlar: Sedûm, Emûra, Âmûra ve Sabvira şehirleridir. Her şehirde de yüz bin savaşçı vardı. En büyük şehirleri Sedûm'du ve Hazret-i Lût orada ikamet etmekteydi. Sedûm, Şam (Suriye) beldelerindendir ve Filistin'e bir günlük mesafededir. Hazret-i İbrâhim, Lût b. Harrân b. Târeh'in amcasıdır. Hazret-i İbrâhim, Hazret-i Lût'un kavmine de nasihatte bulunmaktaydı. Yüce Allah, İslam'ın perdesini yırtan, Allah'ın haram kıldıklarını işleyen ve büyük fuhşu yapan Hazret-i Lût kavmine mühlet vermişti. Hazret-i İbrâhim merkebine biner ve Hazret-i Lût'un şehirlerine gidip onlara nasihat ediyordu, ama onlar nasihati kabul etmiyorlardı. Sonra merkebinin üzerinde gelip Sedûm şehrine bakıp:

“Ey Sedûmî Allah'ın azabı acaba sana hangi gün gelecek! Sedûm, sizi Allah'ın cezasını hak edecek şeyleri yapmanızdan menederim" diye sesleniyordu. Zamanı gelince Yüce Allah Cibril'i meleklerden bir grupla gönderdi ve bunlar erkek sûretinde yeryüzüne inip ekinini sulamakta olan Hazret-i İbrâhim'in yanına gittiler. Su, akacağı kanala ulaşınca Hazret-i İbrâhîm çapasını koyup arkasında iki rekat namaz kılıyordu. Yüce Allah'ın Hazret-i İbrâhîm'i dost edindiğini bilmeyen melekler Hazret-i İbrâhîm'e bakıp:

“Eğer Allah bir dost edinecek olsaydı bu kulu dost edinirdi" dediler.

İbn Ebi'd-Dünyâ, Zemmu'l-Melâhî'de, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Beyhakî, Şu'abu'l-İmân'da ve İbn Asâkir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Sizden önceki milletlerden hiçbirinin yapmadığı fuhuşu mu yapıyorsunuz?" sözündeki fuhuştan kasıt, erkeklerin erkeklerle cinsi münasebette bulunmalarıdır.

İbn Ebî Şeybe, İbn Ebi'd-Dünyâ, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Beyhakî ve İbn Asâkir, Amr b. Dînâr'ın "Sizden önceki milletlerden hiçbirinin yapmadığı fuhuşu mu yapıyorsunuz?" sözünü açıklarken:

“Lût kavminde baş gösterene kadar, hiçbir erkek, erkekle cinsel ilişkiye girmemiştir" dediğini bildirir.

İbn Ebi'd-Dünyâ, İbn Ebî Hâtim, Beyhakî ve İbn Asâkir, Ebû Sahra Câmi b. Şeddâd'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Lût kavmi livatayı erkeklerle yapmadan kırk yıl önce kadınlarla yaptılar."

İbn Ebi'd-Dünyâ ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Tâvus'a, kadına arkasından (anal olarak) yaklaşan erkeğin durumu sorulunca:

“Bu, Lût kavminin başlattığı bir şeydir. Lût kavmi ilk önce kadınlara arkalarından yaklaştılar, sonra da erkeklere aynı şeyi yaptılar" cevabını verdi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de bildiriyor: Hazret-i Ali minberde:

“Bana sorunuz" deyince, İbnu'l-Kevvâ:

“Kadınlarla arkadan (anal) münasebette bulunmak caiz midir?" diye sordu. Hazret-i Ali:

“Rezil oldun, Allah seni rezil edesice! Sen Yüce Allah'ın:

“Sizden önceki milletlerden hiçbirinin yapmadığı fuhuşu mu yapıyorsunuz?"buyurduğunu duymadın mı?" karşılığını verdi.

İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Lût kavmini, kadınları bırakıp erkeklerle münasebete iten sebep şudur: onların hem evlerinde, hem bahçelerinde, hem de dışarıda yol kenarında ürünleri vardı. Lût kavmine kuraklık ve kıtlık isabet edince birbirlerine:

“Eğer, açıkta olan bu ürünlerinizden yolcuların almasına engel olursanız, onların alacağından siz faydalanırsınız" dediler. "Nasıl engel olacağız?" diye soranlara da:

“Memleketinizde yakaladığınız yabancılarla cinsi münasebeti kural haline getiriniz ve ona dört dirhem ceza veriniz. Eğer böyle yaparsanız insanlar memleketinize gelmez" dediler. Böylece daha önce hiç kimsenin yapmadığı şeyi kendileri yapmaya başladılar."

İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, Muhammed b. İshâk vasıtasıyla, İbn Abbâs'tan rivayette bulunan bir kişiden şöyle bildirir:

“Lût kavminin bu kötü işe başlamaları şöyle olmuştur: Yukarıdaki hadiste belirtilen kararı aldıkları zaman İblis, insanların gördüğü en güzel oğlan şeklinde gelip kendilerini nefsine çağırdı ve onunla ilişki kurdular. Ondan sonra bu işe devam ettiler."

İbn Ebi'd-Dünyâ, Ebu'ş-Şeyh, Beyhakî ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Huzeyfe der ki:

“Lût kavmi hakkında azab hükmü, kadınlar kadınlarla, erkekler de erkeklerle münasebette bulunmaya başlayınca gerçekleşti."

İbn Ebi'd-Dünyâ, Beyhakî ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ebû Hamza der ki: Muhammed b. Ali'ye:

“Allah, Lût kavminin kadınlarına, erkekleri sebebiyle mi azab etti?" diye sorduğumda:

“Allah böyle yapmayacak kadar adaletlidir. Erkekler erkeklerle, kadınlar da kadınlarla münasebette bulundukları için cezalandırıldılar" cevabını verdi.

Abdürrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Çünkü onlar fazla temizlenen insanlarmış..." sözünden kastedilen, erkeklere ve kadınlara arkadan (anal) yaklaşmamalarıdır.

Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Çünkü onlar fazla temizlenen insanlarmış..." sözünü açıklarken:

“Bu söz, Lût kavminin, erkeklere ve kadınlara arkadan yaklaşmamalarıyla alay etmek için söyledikleri bir sözdü" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "Çünkü onlar fazla temizlenen insanlarmış..." sözünü açıklarken:

“Onlar, iman edenleri, ayıp olmayan bir şey sebebiyle ayıpladılar ve kötü olmayan bir şey sebebiyle kötülediler" dediğini bildirir.

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“Yalnız karısı, geride kalıp helake uğrayanlardan oldu. Geriye kalanların üzerine öyle bir yağmur yağdırdık ki! Suçluların sonunun nasıl olduğuna bir bak!" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Hazret-i Lût'un ailesinden sadece hanımı, Allah'ın azabına uğrayanlarla beraber azaba uğradı. Yüce Allah geride kalanların üzerine gökten taş yağdırarak helak etti."

İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Zührî der ki:

“Yüce Allah, Hazret-i Lût'un kavmine azab edince, Hazret-i Lût, Hazret-i İbrâhim'in yanına gitti ve vefat edene kadar onunla beraber kaldı."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr), "Geriye kalanların üzerine öyle bir yağmur yağdırdık ki! Suçluların sonunun nasıl olduğuna bir bak!" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yağdırılan yağmur, kırsalda olanlara, çobanlara ve seferde olanlarına da isabet etti. Onlardan hiç kimse bu azabdan kurtulamadı."

İbn Ebî Hâtim'in Vehb (b. Münebbih)'den bildirdiğine göre Lût kavminin üzerine üzerine kükürt ve ateş yağdırılmıştır.

Ebu'ş-Şeyh'in Saîd b. Ebî Arûbe'den bildirdiğine göre Lût kavmi dört milyon kişiydi.

İbn Ebi'd-Dünyâ, Zemmû'l-Melâhî, Hâkim ve Beyhakî, Şu'abu'l-İmân'da, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Sahibinden başkasını sahip edinen köleye Allah lanet -etsin. Tarlanın sınırını değiştirene Allah lanet etsin. Gözleri görmeyeni (yanlış, yol göstererek) yoldan çıkarana Allah lanet etsin. Anne babasına lanet okuyana- Allah lanet etsin, Allah'tan başkası için kurban kesene Allah lanet etsin. Hayvanla ilişki kurana Allah lanet etsin. Lût kavminin yaptığını yapana Allah lanet etsin." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) son cümleyi üç defa söyledi.

Ahmed, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Ebi'd-Dünyâ, Zemmu'l-Melâhî'de ve Beyhakî, Câbir b. Abdillah'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Ümmetim için en çok korktuğum şey; Lût kavminin yaptığını yapmalarıdır. "

İbn Adiy ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber:

“Şu dört kişi Allah'ın gazabıyla sabahlayıp Allah'ın öfkesiyle akşamlar" buyurunca, sahabe:

“Bunlar kimdir ey Allah'ın Resûlü?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kadınlara benzemeye çalışan erkekler, erkeklere benzemeye çalışan kadınlar; hayvanla cinsel münasebette bulunan ve erkeklerle ilişkide bulunan (erkek)lerdir" cevabını verdi.

Abdürrezzâk, Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Ebi'd- Dünyâ, Dârekutnî, İbnu'l-Cârûd, el-Müntekâ'da, Hâkim ve Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Lût kavminin yaptığını yapanı gördüğünüzde, yapanı da yapılanı da öldürünüz" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî, Ebû Nadra'dan bildirir: İbn Abbâs'a:

“Livata yapanın cezası nedir?" diye sorulunca, "Köydeki en yüksek binaya çıkarılıp başüstü aşağıya atılır, sonra taşlanır" cevabını verdi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin Zeyd b. Kays'tan bildirdiğine göre Hazret-i Ali livata yapanı recmetmiştîr.

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Şihâb:

“Livata yapan kişi, evli olsun bekar olsun recmedilir. Bu, geçmişten beri uygulanagelen bir adettir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbrâhîm:

“Eğer iki defa recmedilebilecek biri olsaydı bu kişi livata yapan kişi olurdu" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Ubeydullah b. Abdillah b. Ma'mer'in:

“Livata yapan, Lût kavminin öldürüldüğü gibi taşlanarak öldürülür" dediğini bildirir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî, Hasan ve İbrâhîm'in:

“Livata yapanın haddi, zina haddi gibidir. Eğer evliyse recmedilir, bekara ise had (kırbaç cezası) uygulanır" dediğini bildirir.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki:

“İlk olarak Lût kavminin yaptığını yapmakla itham edilen kişi, Hazret-i Ömer zamanında itham edilen bir kişidir. O zaman Hazret-i Ömer, Kureyş gençlerine, onunla oturmamalarını emretmişti."

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî, Vadîn b. Atâ'dan, tâbiundan birinin şöyle dediğini bildirir:

“Onlar (sahabe) güzel yüzlü erkek çocuğuna bakışların dikilmesini hoş karşılamazlardı."

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî, Bakiyye'den, tâbiunden birinin şöyle dediğini bildirir:

“Ben, kendini ibadete vermiş bir genç için, zararlı bir aslandan çok, yanında oturan sakalı çıkmamış çocuktan korkarım."

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî, Hasan b. Zekvân'ın şöyle dediğini bildirir:

“Zengin çocuklarıyla oturma. Çünkü onların kadınlar gibi suretleri vardır ve bakirelerden daha çok fitneye sebep olurlar."

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Necîb b. es-Serî:

“Bir erkek, sakalı çıkmamış genç çocukla bir evde gecelemesin" derdi.

Beyhakî'nin Abdullah b. el-Mübârek'ten bildirdiğine göre Süfyân es-Sevrî hamama girince yanına parlak yüzlü bir genç girdi. Bunun üzerine Süfyân:

“Bunu çıkarın. Ben her kadınla beraber bir şeytanın olduğunu, her gençle ise on şeytan olduğunu görüyorum" dedi.

İbn Ebi'd-Dünyâ, Hakîm et-Tirmizî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Şîrîn der ki:

“Domuz ve merkepler dışında hiçbir hayvan Lût kavminin yaptığını yapmaz."

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî, Ebû Sehl'in şöyle dediğini bildirir:

“Bu ümmetten, livatacılar denilen bir topluluk olacaktır. Bunlar üç sınıf olacaktır: Bîr sınıfı yüze bakar, bir sınıf tokalaşır yapar, bîr sınıf ise livatayı bizzat yaparlar."

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir:

“Livatayı yapan gökteki ve yerdeki damla suyla yıkansa bile pis kalmaya devam eder."

İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Câbir b. Zeyd der ki:

“Dübürün dokunulmazlığı, fercin dokunulmazlığından daha güçlüdür."

Hâkim ve Beyhakî, Şüabu'l-İmân'da, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Yüce Allah, yarattıklarından yedi sınıf insanı yedi kat semada lanetlemiştir. Bu lanetini bir sınıfa üç defa tekrarlamış ve diğer sınıfı da birer defa lanetlemiştir. Yüce Allah şöyle buyurur: «Lût kavminin yaptığını yapan melundur; melundur, melundur. Hayvanlarla cinsel ilişkide bulunan melundur. Bir kadınla kızını aynı nikah altında, bulunduran melundur, Anne babasına isyan eden melundur. Allah'tan başkası için kurban kesen melundur. Allah'ın hadlerinden birini değiştiren melundur. Efendisinden başkasını efendi edinen (köle) melundur.»"

İbn Mâce ve Hâkim, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Lût kavminin yaptığını yapanı da yapılanı da recmediniz"

Abdürrezzâk, Musannef’te, İbn Ebî Şeybe, Musannef’te ve Ebû Dâvud'un bildirdiğine göre İbn Abbâs, livata ederken yakalanan bekar hakkında:

“Recmedilir" dediğini rivayet etmişlerdir.

Allah'ın Resûlü'nün bildirdiğine göre Hazret-i Âişe, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) üzüntülü olduğunu görüp:

“Ey Allah'ın Resûlü! Neden üzgünsün?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ümmetimin, benden sonra Lût kavminin yaptığım yapmalarından olan korkum sebebiyle üzüntülüyüm" cevabını verdi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Hasîn der ki: Birini öldürmesi, evli olduğu halde zina etmesi, müslüman olduktan sonra mürted olması ve Lut kavminin yaptığı işi (livatalık) yapması gibi dört durum dışında bir müslümanın kanının dökülmesinin haram olduğunu bilmiyor musunuz?"

Taberânî'nin Sâlim b. Abdillah, Ebân b. Osmân ve Zeyd b. Hasan'dan bildirdiğine göre Hazret-i Osmân'a Kureyşli bir çocukla livata yapan bir adamı getirdiklerinde:

“Bu adam evli mi?" diye sordu. "Bir kad.ınla evlendi, ama henüz onunla zifafa girmedi" cevabını verdiklerinde, Hazret-i Ali, Hazret-i Osmân'a:

“Eğer kadınla zifafa girseydi, onu recmetmek helal olurdu. Ama madem ki zifafa girmemiş ona had (şeri ceza) uygula" dedi. Ebû Eyyûb:

“Şahitlik ederim ki, Ebu'l-Hasan'ın söylediğini Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) duyduğuma şahitlik ederim" deyince, Hazret-i Osmân adama yüz kırbaç vurulmasını emretti.

85

Bkz. Ayet:93

86

Bkz. Ayet:93

87

Bkz. Ayet:93

88

Bkz. Ayet:93

89

Bkz. Ayet:93

90

Bkz. Ayet:93

91

Bkz. Ayet:93

92

Bkz. Ayet:93

93

"Medyen'e de kardeşleri Şuaybı (gönderdik). Dedi ki: «Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin ondan başka tanrınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir; artık ölçüyü, tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin. Düzeltilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer inananlar iseniz bunlar sizin için daha hayırlıdır. Tehdit ederek, inananları Allah yolundan alıkoyarak ve o yolu eğip bükmek isteyerek öyle her yolun başında oturmayın. Düşünün ki siz az idiniz de O sizi çoğalttı. Bakın ki, bozguncuların sonu nasıl olmuştur! Eğer içinizden bir grup benimle gönderilene inanır, bir grup da inanmazsa, Allah aranızda hükmedinceye kadar bekleyin. O hakimlerin en iyisidir.» Kavminden ileri gelen kibirliler dediler ki: «Ey Şuayb! Seni ve seninle beraber inananları memleketimizden kesinlikle çıkaracağız veya dinimize döneceksiniz.» (Şuayb): «İstemesek de mi? dedi. Doğrusu Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize dönersek Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Meğerki Rabbimız Allah dilemiş olsun, yoksa ona geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah'a dayanırız. Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında adaletle hükmet! Sen hükmedenlerin en hayırlısısın.» Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: «Eğer Şuayb'e uyarsanız o takdirde siz mutlaka ziyana uğrarsınız.» Derken o şiddetli deprem onları yakalayıverdi de yurtlarında diz üstü donakaldılar. Şuaybı yalanlayanlar sanki yurtlarında hiç oturmamış gibiydiler. Asıl ziyana uğrayanlar Şuayb'ı yalanlayanların kendileridir. (Şuayb), onlardan yüz çevirdi ve (içinden) dedi ki; «Ey kavmim! Ben size Rabbimin gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim. Artık kâfir bir kavme nasıl acırım!»"

İbn Asâkir, İshâk b. Bişr vasıtasıyla, Ubeydullah b. Ziyâd b. Sem'ân'ın şöyle dediğini bildirir: Kutsal kitapları okuyan bir kişi şöyle dedi:

“Tevrat ehli, Hazret-i Şuayb'ın isminin Tevrat'ta Mîkâîl olarak geçtiğini iddia ederler. Hazret-i Şuayb'ın ismi, Süryâni dilinde Hirâ b. Yeshur, İbranî dilinde Şuayb b. Yeşhur b. Lâvî b. Yâkûb'dur."

İbn Asâkir, İshâk b. Bişr vasıtasıyla, neseb ilmini bilen Şarkî b. el- Kutâmî'nin şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Şuayb'ın ibrânice'de adı Yesrûb, Arapça'da Şuayb b. Ankâ b. Yevbeb b. İbrahim'dir."

İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Hazret-i Şuayb, Hazret-i Yûsuf'tan sonra gönderilen resûl peygamberdir. Yüce Allah, Hazret-i Şuayb ve kavmi hakkında haber vermiştir: Allah:

“Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin ondan başka tanrınız yoktur..." buyurmaktadır. Medyen kavmi, şirklerinin yanında ölçülerini ve tartılarını tam yapmayan bir topluluktu. Peygamberlerini yalanlamaları yanında, yoldan çıkmış ve azgınlık yapan bir topluluktu. Yolda oturup insanların mallarının onda birini alırlardı. İnsanların mallarının onda birini almaya ilk başlayan topluluk Medyen kavmidir. Yanlarına bir yabancı geldiği zaman onun parasını alırlar ve:

“Şu paran eksiktir deyip parayı yontup eksiltirler, sonra düşük fiyata alırlardı. Yüce Allah'ın:

“...Düzeltilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın..." sözü buna işaret etmektedir. Medyen kavminin memleketi, gıdanın bol olduğu bir memleketti. İnsanlar gelip ihtiyaçlarını oradan alırlardı. Medyen halkı yollarda oturup insanların, Hazret-i Şuayb'ın yanına gitmesini engeleyip:

“Onu dinlemeyin. O yalancıdır ve sizi fitneye düşürür" derlerdi. "Tehdit ederek, inananları Allah yolundan alıkoyarak ve o yolu eğip bükmek isteyerek öyle her yolun başında oturmayın" sözü buna işaret etmektedir. İnsanlara:

“Şuayb'a tabi olursanız. Sizi fitneye düşürür" deyip, Hazret-i Şuayb'ı da tehdid ederek:

“Ey Şuayb! Ya seni köyümüzden çıkaracağız veya babalarımızın dînine geri döneceksin" dediler. O zaman Hazret-i Şuayb:

“Ey kavmim! Eğer benim, Rabbim tarafından (verilmiş) apaçık bir delilim varsa ve O bana tarafından güzel bir rızık vermişse buna ne dersiniz? Size yasak ettiğim şeylerin aksini yaparak size aykırı davranmak istemiyorum. Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum. Fakat başarmam ancak Allah'ın yardımı iledir. Yalnız O'na dayandım ve yalnız O'na döneceğim" dedi. Hazret-i Şuayb:

“Allah, beni korur. Ben Ona döneceğim. İstemesem de beni dininize mi çevireceksiniz? Eğer sizin dininize girecek olursak, Allah'ı yalancılıkla itham etmiş oluruz. Allah bizi, sizin dininizden koruduktan sonra artık o dine girmemize imkan yoktur" deyip "Meğer ki Rabbimiz Allah dilemiş olsun, yoksa ona geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah'a dayanırız. Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında adaletle hükmet! Sen hükmedenlerin en hayırlısısın" sözünü de ekleyerek her şeyin Allah'ın dilemesine bağlı olduğunu belirtmiş, kendileri için ne takdir edildiğini bilemeyeceğini söyleyip Allah'a tevekkül etmiştir.

İbn Abbâs der ki: Hazret-i Şuayb, yumuşak huylu, doğru sözlü ve vakûr biriydi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Şuayb'ı andığı zaman, kavmini davet ederken kullandığı üslubun güzelliğinden, kavminin de küçükleri olsun büyükleri olsun, onu yalanlayıp taşlamakla ve memleketlerinden sürmekle tehdit etmelerinden dolayı:

“O, peygamberlerin hatibidir" buyururdu. Kavmi:

“Eğer Şuayb'e uyarsanız o takdirde siz mutlaka ziyana uğrarsınız" demesine rağmen, Hazret-i Şuayb onları davet etmekten geri durmadı. Kavmi Allah'a karşı kibirlenip haddi aşınca, şiddetli bir deprem onları yakaladı. Cibrîl inip üzerlerinde durarak bağırınca dağlar ve yer sarsıldı ve Medyen kavminin ruhları bedenlerinden çıktı. Yüce Allah'ın:

“Derken o şiddetli deprem onları ya kalayı verdi..." sözü buna işaret etmektedir. Medyen kavmi, Cibrîl'in sayhasını duyunca korkup ayağa fırladılar, yeryüzü sarsılıp onları ölü olarak yere devirdi. Medyen kavmi nasihati kabul etmeyip Allah onları azabıyla cezalandırınca, Hazret-i Şuayb:

“Ey kavmim! Ben size Rabbimin gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim. Artık kâfir bir kavme nasıl acırım!" dedi.

İshâk ve İbn Asâkir, İkrime ve Süddî'nin şöyle dediğini bildirir:

“Allah, Hazret-i Şuayb dışında hiçbir peygamberi iki defa göndermemiştir. Birincisinde onu Medyen'e gönderdi ve (Medyen daveti reddedince) onları sayhayla helak etti. İkinci olarak ta Eyke halkına gönderdi ve onları da gölge gününün azabıyla yakaladı.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'dan bildirdiğine göre (.....) sözü, insanlara zulmetmeyin, anlamındadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) sözü, insanlara zulmetmeyin, anlamındadır. Medyen halkı, Hazret-i Şuayb'a gidip İslam'ı kabul edenlerin yolunda oturup onları alıkoyuyorlardı.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) sözünü açıklarken:

“Yolda oturuyor yanlarından geçene: «Şuayb yalancıdır. Sakın sizi dininizden döndürmesin» diyorlardı" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi yol, (.....) ise korkutmaktır. Onlar, halkın Hazret-i Şuayb'a gitmelerine engel olup korkutuyorlardı.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki:

“Halkı tehdit ederek, Allah yolundan alıkoyarak eğip bükmek için fırsat kolluyorlardı."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî:

“Tehdit ederek, inananları Allah yolundan alıkoyarak ve o yolu eğip bükmek isteyerek öyle her yolun başında oturmayın..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yolun başında oturanlar öşürcülerdi. Bunlar insanların müslüman olmalarına engel oluyor ve böylece helak olmalarını istiyorlardı."

Abdürrezzâk, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh Katâde der ki:

“Yolun başında otururlar ve insanları haktan saptırmaya çalışırlardı."

Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette kastedilenler öşürcülerdir.

İbn Cerîr, Ebu'l-Âliye'den, o da Ebû Hureyre'den veya başka birinden (Ebu'l-Âliye ravinin adından emin değildir) şöyle bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İsra gecesi bir direğe uğradı ve direğin yanından geçen her elbiseyi yırttığını, herşeyi eskittiğini gördü. Cibril'e:

“Bu nedir ey Cibril?" diye sorunca, Cibril:

“Bu, ümmetinden yol kesen bazı toplulukların misalidir" cevabını verip:

“Tehdit ederek, inananları Allah yolundan alıkoyarak ve o yolu eğip bükmek isteyerek öyle her yolun başında oturmayın" âyetini okudu.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî, "Doğrusu Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize dönersek Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Meğer ki Rabbimiz Allah dilemiş olsun, yoksa ona geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Allah bizi kurtardıktan sonra Allah dilemedikçe sizin düştüğünüz şirke düşmeyiz. Allah da şirk koşulmasını istemez. Ancak Allah böyle takdir etmişse başka, Allah'ın ilmi her şeyi kuşatır."

Zübeyr b. Bekkâr, el-Muvaffakiyyât'ta, Zeyd b. Eslem'in, Kaderiyye hakkında şöyle dediğini bildirir:

“Vallahi onlar, ne Allah'ın, ne peygamberlerin, ne cennet ehlinin, ne cehennem ehlinin, ne de kardeşleri İblis'in dediği gibi demediler. Yüce Allah:

“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz" buyurdu. Hazret-i Şuayb:

“Doğrusu Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize dönersek Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Meğer ki Rabbimız Allah dilemiş olsun, yoksa ona geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir" dedi. Cennet ehli:

“Bizi buraya eriştiren Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bizi doğru yola iletmeseydi, biz doğru yolu bulamazdık" dediler. Cehennem ehli:

“Lakin azap sözü inkarcıların aleyhine gerçekleşir" dediler. İblis de:

“Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!" demişti.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Enbârî, el- Vakf ve'l-İbtidâ'da ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirin "Zû Yezen'in kızı bana (.....) "Gel seninle davalaşalım" diyene kadar (.....) âyetinin mânâsını bilmezdim."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre, âyette geçen kelimesi, hüküm vermek anlamındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî der ki: (.....) hüküm vermektir.

Bu kelime, Yemenliler tarafından kullanılmaktadır. Yemenliler:

“Gel seninle aramızdaki hükmü vereyim" derler.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) kelimesi, ikamet etmek anlamındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) kelimesi yaşamak anlamındadır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in, Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) kelimesi yaşamak anlamındadır.

Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "(Şuayb), onlardan yüz çevirdi ve (içinden) dedi ki: Ey kavmim! Ben size Rabbimin gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim. Artık kâfir bîr kavme nasıl acırım!" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bize bildirildiğine göre Hazret-i Şuayb da, Hazret-i Sâlih te, tıpkı Hazret-i Muhammed gibi kavmine tebliğde bulunmuştur."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, üzülmek anlamındadır.

İbn Asâkir, Cebele b. Abdillah'ın şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah gece yarısı Cibrîl'i, evlerini başlarına yıkması için Medyen halkına gönderdi. Cibrîl, Allah'ın Kitab'ını okuyan biriyle karşılaşınca onu helak olanlarla beraber helak etmekten korktu ve geri dönüp:

“Ey Rabbim! Sen, noksan sıfatlardan münezzeh ve mukaddessin. Beni evlerini başlarına yıkmam için Medyen halkına gönderdin, ama ben Allah'ın Kitabını okuyan bir adamla karşılaştım" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Ben onu tanıyorum. Bu kişi, falan oğlu falandır. Sen helak etmeye ondan başla. Bu kişi sadece barışık olduğu kişileri haramların konusunda uyarmıştır" diye vahyetti.

İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Hazret-i Şuayb, Yüce Allah'ın Hazret-i İbrahim'e indirdiği kitaplardan okurdu."

İbn Asâkir, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Mescidu'l-Harâm'da sadece iki mezar vardır. Bunlar, Hazret-i İsmâil ve Hazret-i Şuayb'ın mezarıdır. Hazret-i İsmâil'in mezarı Hicr'de, Hazret-i Şuayb'ın mezarı işe Haceru'l-Esved'in karşısındadır."

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih der ki:

“Hazret-i Şuayb ve onunla iman edenler Mekke'de vefat ettiler. Mezarları Kabe'nin batısında, Dâru'n-Nedve ile Benî Sehm kapısı arasındadır."

İbn Ebî Hâtim İbn Vehb vasıtasıyla, Mâlik b. Enes'in:

“Hazret-i Şuayb peygamberlerin hatibiydi" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim ve Hâkim, İbn İshâk'ın şöyle dediğini bildirir: Yâkûb b. Ebî Seleme'nin bana söylediğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Şuayb'dan bahsedince, hitabetinin güzelliği ve kavmine güzelce davette bulunmasından, kavminin onun davetini reddetmesinden dolayı:

“O, peygamberlerin hatibiydi" demiştir. Kavmi onu reddedip taşlamak ve yurdundan sürmekle tehdid ederek Allah'a isyan edince onları gölge gününün azabı yakaladı. Bana bildirildiğine göre Medyen halkından Amr b. Celhâ adında bir kişi, gölge gününün azabını görünce şöyle dedi:

Ey kavim! Şüphesiz ki Şuayb peygamberdir.

Siz Sumeyr ve ibn Şeddâd'ı bırakınız

Ey havim! Ben bir yağmur bulutunun çıktığım görüyorum

Bu yağmur vadideki taşlardan sesleniyor

Yarın sabah, bu yağmurdanr engebelerde yürüyenlerden

Sadece Rakîm susuzluğunu giderebilir.

Sumeyr ve İmrân, bu topluluğun kâhini, Rakîm ise köpekleridir.

94

Bkz. Ayet:95

95

"Biz hangi ülkeye bir peygamber gönderdiysek, ora halkını, (peygambere baş kaldırdıklarından ötürü bize) yalvarıp yakarsınlar diye mutlaka yoksulluk ve darlıkla sıkmışızdır. Sonra kötülüğün yerine iyiliği koyduk, öyle kî, çoğalıp, «Babalarımız da darlığa uğramış, bolluğa kavuşmuşlardı» dediler. Bu yüzden onları haberleri olmadan, ansızın yakalayıverdik."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünden kasıt, sıkıntıyı bolluğa çevirmektir. (.....) sözü ise, kendilerinin ve mallarının çoğalması mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi şer, (.....) ise, bolluk, adalet ve çocuk, (.....) sözü ise mallarının ve çocuklarının çoğalmasıdır.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözü çoğalmak mânâsındadır.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'nin, "...babalarımız da darlığa uğramış, bolluğa kavuşmuşlardı" dediler. Bu yüzden onları haberleri olmadan, ansızın yakalayıverdik" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirin Onlar:

“Babalarımızın daha önce buna benzer bir şey başına gelmişti. Bu önemli bir şey değildir" demişlerdi. Onlar böyle deyince, Allah onlara azabını gönderdi. Allah bütün topluluklara azabını rahatlık içinde oldukları ve içinde bulundukları nimetlere aldandıklarr bir zamanda göndermiştir. Allah hakında yanılgıya düşmeyiniz. Allah hakkında ancak fasık olan topluluklar yanılgıya düşerler."

96

"Eğer kentlerin halkı inanmış ve Size karşı gelmekten sakınmış olsalardı, onlara göğün ve yerin bolluklarını verirdik. Ama yalanladılar; bu yüzden onları, yaptıklarına karşılık yakalayıverdik"

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Eğer kentlerin halkı inanmış ve Bize karşı gelmekten sakınmış olsalardı, onlara göğün ve yerin bolluklarını verirdik. Ama yalanladılar; bu yüzden onları, yaptıklarına karşılık yakalayıverdik" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Eğer onlar kendilerine indirilene inanmış ve Allah'ın haram kıldığı şeylerden sakınmış olsalardı, gökyüzü onlara bereketini (yağmurunu) yeryüzü de nebatatını verirdi."

İbn Ebî Hâtim, Muâz b. Rifâa vasıtasıyla Mûsa et-Tâifî'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ekmeğe hürmet gösteriniz. Çünkü Yüce Allah onu gökyüzünün bereketlerinden indirmiş, yeryüzünün bereketlerinden çıkarmıştır" buyurduğunu nakleder.

Bezzâr ve Taberânî zayıf isnâdla, Abdullah b. Ümmü Hirâm'ın şöyle dediğini bildirir:

“İki kıbleye karşı da Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber namaz kıldım ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Ekmeğe hürmet gösteriniz. Çünkü Yüce Allah onu gökyüzünün bereketlerinden indirmiş, yeryüzünün bereketlerini de onum hizmetine vermiştir. Sofradan düşeni alıp kaldırıp yiyen kişinin de günahları bağışlanır» buyurduğunu işittim."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki:

“Âyette bahsedilen kentin halkına Yüce Allah o kadar boluk vermişti ki ekmekle istinca ediyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah onlara açlık gönderdi ve üzerine oturdukları şeyi bile yemeye başladılar."

97

Bkz. Ayet:98

98

"Kentlerin halkı, geceleyin uyurlarken azabımızın kendilerine gelmesinden güvende miydiler? Yahut kentlerin halkı, kuşluk vakti eğlenirlerken azabımızın kendilerine gelmesinden güvende miydiler?"

Ebu'ş-Şeyh, Ebû Nadra'nın şöyle dediğini bildirir:

“Kişinin, "Kentlerin halkı, geceleyin uyurlarken azabımızın kendilerine gelmesinden güvende miydiler?" âyetini okurken sesini yükseltmesi müstehaptır.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Tavuk ve köpek beslemeyiniz, yoksa âyette bahsedilen kentin halkından olursunuz" deyip "Kentlerin halkı, geceleyin uyurlarken azabımızın kendilerine gelmesinden güvende miydiler?" âyetini okudu.

99

"Allah'ın azabından emin mi oldular? Fakat ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah'ın (böyle) mühlet vermesinden emin olamaz"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hişâm b. Urve der ki: Bir adam, arkadaşına şöyle yazdı:

“Allah'tan seni memnun edecek bir şey elde edecek olursan, bu şeyin, senin için Allah tarafından bir azab sebebi olmayacağından emin olma. Çünkü Allah'ın azabından sadece ziyana uğrayanlar emin olur."

İbn Ebî Hâtim, Zeyd b. Eslem'in şöyle dediğini bildirir: Yüce Allah meleklerine:

“Size hiç kimseye vermediğim bir derece vermeme rağmen neden bu kadar korkuyorsunuz?" buyurunca, melekler:

“Ey Rabbimiz! Senin azabından emin olamayız. Çünkü Allah'ın azabından sadece ziyana uğrayanlar emin olur" karşılığını verdiler.

Abdullah b. Ahmed, Zühd'ün zevaidi olarak, Ali b. Ebî Halîme'nin şöyle dediğini bildirir: Zer b. Abdillah el-Havlânî yatsı namazını kıldığı zaman mescitte kalır ve çıkacağı zaman yüksek sesle, "Allah'ın azabından emin mi oldular? Fakat ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah'ın (böyle) mühlet vermesinden emin olamaz" âyetini okurdu.

İbn Ebî Hâtim'in İsmâil b. Râfi'nin:

“Kulun günaha devam edip Allah'ın kendisini bağışlamasını temenni etmesi, Allah'ın azabından emin olmaktır" dediğini bildirir.

100

"Yeryüzüne sahiplerinden sonra varis olanlara, hâlâ şu belli olmadı mı: Eğer Biz dileseydik onları da günahlarından ötürü azaplandırır, kalplerini mühürlerdik de işitmez oluverirlerdi"

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi belli olmak mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi belli olmak mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, "Yeryüzüne sahiplerinden sonra varis olanlara..." âyetinde kastedilenlerin müşrikler olduğunu söylemiştir.

101

"İşte o kentlerin haberlerini sana anlatıyoruz. And olsun ki onlara peygamberler belgeler getirdi; önceleri yalanladıklarından ötürü inanamadılar. Allah kafirlerin kalblerini böylece kapatıp mühürler"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b, "Önceleri yalanladıklarından ötürü inanamadılar..." sözünü açıklarken:

“Allah kendilerinden misak aldığı günde kimin yalanlayıp kimin tasdik edeceğini bildiği için bu ifadeyi kullanmıştır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'in, "Önceleri yalanladıklarından ötürü inanamadılar..." sözünü açıklarken:

“Bu âyet, "Eğer geri döndürülseler yine kendilerine yasak edilen şeylere dönerler..." âyetiyle aynı mânâdadır" dediğini bildirir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre "Önceleri yalanladıklarından ötürü inanamadılar." sözü, kendilerinden misak alındığı gün istemeden iman etmelerine işaret etmektedir.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Rabî'nin, "İşte o kentlerin haberlerini sana anlatıyoruz. And olsun ki onlara peygamberler belgeler getirdi; önceleri yalanladıklarından ötürü inanamadılar. Allah kafirlerin kalblerini böylece kapatıp mühürler" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah, kimin itaat edeceğini ve kimin isyan edeceğini ezeli ilmiyle Hazret-i Âdem'in sulbünde onları yarattığı zaman biliyordu. "Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan topluluklara bizden bir selamet ve bereketle gemiden in. Ama birçok toplulukları da geçindireceğiz, sonra onlara can yakıcı bir azab vereceğiz, denildi" âyeti bunu doğrulamaktadır. Bu konuda Yüce Allah:

“Eğer geri döndürülseler yine kendilerine yasak edilen şeylere dönerler" ve "Biz peygamber göndermedikçe kimseye azab etmeyiz" buyurmaktadır.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân, "Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“ Yüce Allah, onları zerreler şeklinde çıkardıktan sonra onları konuşturup:

“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sordu. Onlar da hep birden:

“Evet. Rabbimizsin" deyip dilleriyle ikrar ettiler. Misak günü bazıları diliyle ikrar ederken kalbiyle küfründe ısrar etti. Yüce Allah'ın, "And olsun ki onlara peygamberler belgeler getirdi; önceleri (misak günü) yalanladıklarından ötürü inanamadılar. Allah kafirlerin kalblerini böylece kapatıp mühürler" âyeti buna işaret etmektedir.

102

"Onların çoğunda ahde bağlılık görmedik, çoğunu fasık kimseler olarak bulduk"

İbn Ebî Hâtim'in Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre âyette geçen kelimesi vefa mânâsındadır.

Abd b. Humeyd'in Katâde'den bildirdiğine göre "Onların çoğunda ahde bağlılık görmedik..." âyetinde kastedilen, onları iptila edip sonra beladan kurtarınca, verdikleri ahde vefa göstermemeleridir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“Âyette geçen ahid'den kasıt, misak günü kendilerinden alınan sözdür" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "Onların çoğunda ahde bağlılık görmedik..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah onları sıkıntı, zorluk ve belalarla iptila edip sonra onlara bolluk ve afiyet verince çoğunu kınayıp:

“Onların çoğunda ahde bağlılık görmedik, çoğunu fasık kimseler olarak bulduk" buyurdu.

İbn Cerîr'in Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre "Onların çoğunda ahde bağlılık görmedik..." âyetinden kastedilen, onlardan, Hazret-i Âdem'in sulbündeyken aldığı misaktır.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b, "Onların çoğunda ahde bağlılık görmedik..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yüce Allah o gün kimin ahdine bağlı kalıp kimin kalmayacağını bildi ve "...çoğunu fasık kimseler olarak bulduk" buyurdu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'in, "Onların çoğunda ahde bağlılık görmedik..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Ahid'den kasıt, insanlardan, henüz Hazret-i Âdem'in sulbündeyken Allah'ın almış olduğu misaktır ve insanlar bu ahde bağlı kalmamışlardır. "Çoğunu fasık kimseler olarak bulduk" sözünden kastedilen ise geçmiş nesillerdir.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın, "Çoğunu fasık kimseler olarak bulduk" sözünü açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah'ın, kentlerin halkını helak ediş sebebi kendilerinden almış olduğu ahde bağlı kalmamalarıdır."

103

"Sonra peygamberlerin ardından Mûsa'yı âyetlerimizle Firavun ve erkanına gönderdik. Âyetlerimize karşı haksızlık ettiler. Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Hazret-i Mûsa'ya bu adın verilmesinin sebebi su ve ağaçların bulunduğu bir yere atılmasıdır. Kıptî dilinde suya "Mû", ağaçlara da "Sa" denir.

İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre Firavun, İstahar halkından olan Persli biriydi.

İbn Ebî Hâtim, İbn Lehîa'nın:

“Firavun, Mısır halkındandı" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Muhammed b. el- Münkedir der ki:

“Firavun üç yüz yıl yaşamıştır. Firavun, iki yüz yirmi yıl, hiçbir sıkıntıyla karşılaşmadı. Hazret-i Mûsa onu seksen yıl (İslam'a) davet etti."

İbn Ebî Hâtim'in Ali b. Ebî Talha'dan bildirdiğine göre Firavun zinadan olma Kıptî biriydi ve yedi karış boyundaydı.

İbn Ebî Hâtim, Hasan(-ı Basrî)'nin:

“Firavun, Hemedân'dan iri yarı biriydi" dediğini bildirir.

Beyhakî, Şu'abu'l-İmân'da İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Firavun'a dört yüz yıl mühlet verdin. Halbuki o:

“Ben sizin yüce Rabbinizim" deyip Senin âyetlerini yalanlıyor, peygamberlerine karşı geliyordu" deyince, Yüce Allah:

“Firavun, güzel ahlâklı ve halkın kendisine kolay ulaştığı biriydi. Bu sebeple onu mükafatlandırmak istedim" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe, Mücâhid'in:

“Saç ve sakalını ilk siyaha boyayan Firavun'dur" dediğini bildirir.

Ebu'ş-Şeyh'in İbrâhim b. Miksem el-Huzelî'den bildirdiğine göre Firavun dört yüz yıl başı bile ağrımadan yaşadı.

Ebu'l-Eşres der ki:

“Firavun, dört yüz yıl yaşadı. Bu sırada nesiller gelip geçiyordu."

Hatîb, Hakem b. Uteybe'nin şöyle dediğini bildirir: Saç ve sakalını ilk siyaha boyayan Firavun'dır. Hazret-i Mûsa ona:

“Eğer Allah'a iman edersen, Yüce Allah'tan, gençliğini iade etmesini isterim" deyince, Firavun bunu Hâmân'a anlattı. Bunun üzerine Hâmân, Firavun'un saç ve sakalını siyaha boyadı. Buna karşılık Hazret-i Mûsa ona:

“Bu boyanın ömrü üç gündür" dedi ve üç gün sonra Firavun'un saçlarındaki boyanın rengi gitti.

İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. Ubeydillah b. Umeyr'in şöyle dediğini bildirir:

“Firavun'un yanına ulaşmak için kapalı dokuz kapı vardı. Hazret-i Mûsa onun yanına gireceği zaman vardığı her kapı açılırdı ve Hz, Mûsa Firavun'un yanına varıncaya kadar kimseyle konuşmazdı."

104

Bkz. Ayet:112

105

Bkz. Ayet:112

106

Bkz. Ayet:112

107

Bkz. Ayet:112

108

Bkz. Ayet:112

109

Bkz. Ayet:112

110

Bkz. Ayet:112

111

Bkz. Ayet:112

112

"Mûsa, «Ey Firavun! Ben âlemlerin Rabbinin peygamberiyim. Bana Allah'a karşı ancak gerçeği söylemek yaraşır. Size Rabbinizden bîr mucize getirdim, İsraıloğullarını benimle beraber gönder» dedi. Firavun: «Bir mucize getirdiysen ortaya koy bakalım, doğru sözlülerden isen bunu yaparsın» dedi. Bunun üzerine Mûsa asasını yere attı. O hemen apaçık bir ejderha oluverdi! Ve elini (cebinden) çıkardı. Birdenbire o da seyredenlere bembeyaz görünüverdi. Firavun un kavminden ileri gelenler dediler ki: «Bu çok bilgili bir sihirbazdır. Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Ne buyurursunuz? Onu ve kardeşini eğle; şehirlere toplayıcılar gönder, bütün bilgin sihirbazları sana getirsinler.»"

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, (.....) âyetini, (.....) şeklinde okurdu.

Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Mûsa asasını yere attı. O hemen apaçık bir ejderha oluverdi" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bize anlatıldığına göre o asa Hazret-i Âdem'in asasıydı. Bu asayı bir melek, Hazret-i Mûsa Medyen'e giderken vermişti. Asa, Hazret-i Mûsa'ya gece vakti ışık saçmakta, gündüz ise asayı yere vurunca yerden rızkı çıkardı. Aynı zamanda bu asayla hayvanlarına yaprak silkiyordu. Hazret-i Mûsa, asayı yere atınca, sanki üzerine atılacak gibi duran bir ejderhaya dönüştü."

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Minhâl'ın şöyle dediğini bildirir:

“Yılan bir mil kadar gökyüzüne yükseldi ve Firavun'a dönüp:

“Ey Mûsa! Bana dilediğini emret" deyince, Firavun:

“Ey Mûsa! Seni gönderenin hakkı için beni bundan kurtarmanı istiyorum" dedi ve korkudan karnına sancılar girdi."

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Mûsa, Firavun'un yanına üzerinde boyu topuklarını geçmeyen yünden yapılmış bir abayla girdi. Girmesi için Firavun'dan izin alınınca:

“Onu yanıma sokun" dedi. Hazret-i Mûsa Firavun'un yanına girip:

“İlahım, beni sana gönderdi" deyince Firavun etrafındakilere bakıp:

“Benden başka bir ilahınızın olduğunu bilmiyorum. Bunu buradan alınız" dedi. Hazret-i Mûsa:

“Ben sana bir delille geldim" deyince, Firavun:

“Eğer doğru söylüyorsan delilini getir" dedi. Hazret-i Mûsa asasını yere bırakınca, asa gözleri önünde iki çenesi arası tavandan yere kadar olan bir ejderha oldu. Hazret-i Mûsa elini cebine sokup, şimşeğin gözleri kamaştırdığı gibi gözleri kamaştıracak kadar beyaz bir şekilde çıkardı. Bunun üzerine oradakiler yüzüstü kapaklandılar ve Hazret-i Mûsa asasını alarak oradan çıktı.

Çıkarken de kendisiyle karşılaşan herkes kaçtı. Firavun kendine gelip korkusunu üzerinden atınca etrafındakilere:

“Ne yapmamı önerirsiniz?" diye sordu. Etrafındakiler:

“Onu ve kardeşini oyala, ama yanımıza getirme ve bize yaklaştırma. Sonra şehire (sihirbazlar) çağıracak kimseleri yolla" dediler. Sihirbazlar Firavun'dan korkuyorlardı. Sihirbazlar çağrılınca, kendilerine:

“İlahınızın size ihtiyacı var" dediler. Firavun:

“Bu kişi (Mûsa) şöyle şöyle yaptı" deyince, sihirbazlar:

“Bu, sihir yapan bir sihirbazdır" eğer ona galip gelirsek bize ödül var mı?" diye sordular. Firavun:

“Bu, insanlara sihir yapan biridir. Sihirbaza da ancak bir sihirbaz sihir yapabilir. Evet. Eğer onu yenerseniz, sizi kendime yakın tutacağım" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Hakem'den bildirdiğine göre Hazret-i Mûsa'nın asası, dikenli bir ağaç türündendir ve bu ağaç türü Hazret-i Mûsa'dan sonra kimsenin hizmetine verilmemiştir.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Mûsa'nın asasının adı Mâşâ'dır.

İbn Ebî Hâtim, Müslim'in şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Mûsa'nın asası, Dâbbetu'l-Arz'dır."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in değişik yollarla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi, erkek yılan anlamındadır.

Abdürrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Ma'mer'in vasıtasıyla Katâde'nin (.....) âyetini açıklarken:

“Büyük bir yılana dönüştü" dediğini bildirir. Ma'mer der ki: Katâde'den başkası:

“Şehir kadar büyük bir yılan oldu" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in Kelbî'den bildirdiğine göre Hazret-i Musa'nın asası sarı renkli erkek bir yılana dönüşmüştür.

İbn Ebî Hâtim, Vehb b. Münebbih'in:

“Hazret-i Musa'nın asasının dönüştüğü yılanın iki çenesinin arası on iki arşındı.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Ferkad es-Sebahî'nin şöyle dediğini bildirir:

“Firavun'un tuvalet ihtiyacı olduğunda, sihirbazlar onu elli fersah uzaklığa götürür, ihtiyacını giderince geri getirirlerdi. Hazret-i Mûsa'nın asasının yılana dönüştüğü gün, yılan ağzını açınca, iki çenesi arası kırk arşın oldu ve o gün Firavun kırk defa ihtiyaç giderdi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'nin, (.....) âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Asa, erkek bir yılana dönüştü. Yılan ağzını açınca, alt çenesi yerde, üst çenesi de sarayın tepesinin seviyesinde oldu. Sonra Firavun'u yutmak için ona yöneldi. Firavun yılanı görünce ondan korkusundan yerinden sıçradı ve altına yaptı. Daha önce böyle bir duruma düşmeyen Firavun bağırarak:

“Ey Mûsa! Bunu al, ben de sana iman edip İsrailoğullarını seninle gönderirim" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa yılanı alınca tekrar asaya dönüştü.

Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi avuç mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözü:

“Sizi toprağınızdan çıkarmak istiyor" mânâsındadır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi, ertelemek mânâsındadır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'nin (.....) kelimesinin tutuklamak olduğunu söylediğini bildirir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh değişik kanallarla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesinin polis mânâsında olduğunu bildirir.

113

Bkz. Ayet:125

114

Bkz. Ayet:125

115

Bkz. Ayet:125

116

Bkz. Ayet:125

117

Bkz. Ayet:125

118

Bkz. Ayet:125

119

Bkz. Ayet:125

120

Bkz. Ayet:125

121

Bkz. Ayet:125

122

Bkz. Ayet:125

123

Bkz. Ayet:125

124

Bkz. Ayet:125

125

"Sihirbazlar Firavun'a gelerek «Yenecek olursak bize şüphesiz bir mükafat var değil mi?» dediler. Firavun, «Evet, yenerseniz gözdelerden olacaksınız» dedi. Sihirbazlar: «Ey Mûsa! Marifetini ya sen ortaya koy veya biz koyalım» dediler. Mûsa: «Siz koyun» dedi. Sihirbazlar marifetlerini ortaya koyunca insanların gözlerini büyülediler ve onları ürküttüler, büyük bir sihir yaptılar. Biz de Mûsa'ya, «Asanı koyuver» dedik, o da koydu; hemen onların uydurduklarını yutmaya başladı. Hak tahakkuk etti, onların yaptıkları boşa gitti. İşte orada yenildiler küçük düştüler. Sihirbazlar ise secdeye kapandılar. «Mûsa ve Harun'un Rabbi olan âlemlerin Rabbine inandık» dediler. Firavun dedi ki: «Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Bu, hiç şüphesiz şehirde, halkını oradan çıkarmak için kurduğunuz bir tuzaktır. Ama yakında (başınıza gelecekleri) göreceksiniz! Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi asacağım!» Onlar da: «Şüphesiz o takdirde biz Rabbimize döneceğiz» dediler."

Abdürrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Sihirbazlar kırk kişiydi. Bunlar sihirbaz olarak sabahlayıp şehit olarak akşamladılar." Bir lafızda ise şöyledir:

“Bunlar, günün başlangıcında sihirbazdı, günün sonunda öldürüldüklerinde ise şehid oldular."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Ka'b'dan bildirdiğine göre Firavun'un sihirbazları on iki bin kişiydi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn İshâk'ın:

“Hazret-i Mûsa'nın karşısında on iki bin sihirbaz toplandı" dediğini bildirir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ebû Sumâme'den bildirdiğine göre Firavun'un sihirbazları on yedi bin, başka bir lafızda ise on dokuz bin kişiydi.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Süddî'nin şöyle dediğini bildirir:

“Sihirbazlar otuz küsur bin kişiydi ve her birinde bir ip veya asa vardı. İplerini ve asalarını atınca insanların gözlerini büyüleyip ürküttüler."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Kâsım b. Bezze'nin şöyle dediğini bildirir:

“Firavun'un sihirbazları yetmiş bin kişiydi. Bunlar yetmiş bin ip ve yetmiş bin asa attılar. Onların yaptığı sihirden dolayı Hazret-i Mûsa ip ve asaların hareket etmekte olduğunu görünce, Yüce Allah:

“Ey Mûsa! Asanı at!" diye vahyetti. Hazret-i Mûsa asasını atınca asa ağzını açmış bir ejderhaya dönüştü ve sihirbazların ip ve asalarını yuttu. O zaman sihirbazlar secdeye kapandılar ve başlarını kaldırmadan önce cenneti, cehennemi ve buraya girenlerin amellerini gördüler."

İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. Kab'ın şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah'ın müslüman olarak öldürdüğü sihirbazların sayısı seksen bindi."

Ebu'ş-Şeyh'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre Feyyûm denilen yerden üç yüz, Arîş denilen yerden üç yüz sihirbaz gelmişti. İskenderiyye'den de üç yüz kişinin olduğu söylenir.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen sihirbazların söylediği (.....) kelimesinden kasıt, bahşiş ve üstünlüktür.

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre sihirbazlar ortaya kalın ipler ve uzun uzun ağaçlar attılar. Sonra da sihir yaparak bu attıkları şeyleri insanlara hareket ediyormuş gibi gösterdiler.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Süddî'nin:

“Biz de Mûsa'ya, «Asanı koyuver» dedik..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah Hazret-i Mûsa'ya: «Sağ elindekini at!» diye vahyedince, Hazret-i Mûsa asasını attı ve asa sihirbazların bütün yılanlarını yedi. Bunu gören sihirbazlar secdeye kapandılar."

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Biz de Mûsa'ya, «Asanı koyuver» dedik..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Hazret-i Mûsa asasını atınca, asa sihirbazların iplerden ve odundan yaptıkları sihirlerin hepsini yuttu."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, yalan söylemek mânâsındadır.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Hasan(-ı Basrî)'nin (.....) sözünü açıklarken:

“İplerini ve asalarını yutmaya başladı" dediğini bildirir.

İbn Ebî Dâvud'un, el-Mesâhifte bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti, (.....) şeklinde okurdu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Bize bildirildiğine göre sihirbazlar toplandığı zaman:

“Eğer Hazret-i Mûsa'nın yaptığı şey sihirse, biz yenilmeyiz. Eğer yaptığı şey Allah tarafından ise onu da görürsünüz" dediler Hazret-i Mûsa asasını atınca sihirbazların yaptığı sihirleri yedi ve eski haline geri döndü. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa'nın yaptığı şeyin Allah tarafından olduğunu anladılar ve secdeye kapanarak:

“Âlemlerin Rabbine inandık" dediler."

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Mes'ûd ve sahabenin bazılarının şöyle dediğini nakleder: Hazret-i Mûsa ve sihirbazların lideri karşılaştılar ve Hazret-i Mûsa:

“Eğer seni yenersem, bana iman edip getirdiğimin hak olduğuna şahitlik eder misin?" diye sordu. Sihirbazların lideri:

“Yarın, hiçbir sihrin alt edemeyeceği bir sihir yapacağım. Vallahi eğer beni yenecek olursan sana iman edeceğim ve hak olduğuna şahitlik edeceğim" cevabını verdi. Bu sırada Firavun onlara bakıyordu. Firavun:

“Şüphesiz bu, halkı oradan çıkarmak için şehirde kurduğunuz bir tuzaktır" sözüyle, Hazret-i Mûsa ile sihirbazın konuşmasını kastetmektedir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözü, hakkın açığa çıkması, (.....) sözü ise yaptıkları yalandan şeylerin boşa gitmesidir.

İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'in, "Sihirbazlar ise secdeye kapandılar" âyetini açıklarken:

“Sihirbazlar secdedeyken cennette kendileri için inşa edilen menzillerini gördüler" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim, Evzâî'nin:

“Sihirbazlar secdeye kapanınca, cennet onlar için yükseltildi ve cenneti gördüler" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Süddî'nin, "Bu, hiç şüphesiz şehirde, halkını oradan çıkarmak için kurduğunuz bir tuzaktır. Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Firavun onlara: «Bu, ikiniz buluştuğunuz zaman halkını oradan çıkarmak için kurduğunuz bir tuzaktır» dedi ve sihirbazları öldürüp dediği gibi ellerini ve ayaklarını kestirdi."

İbn Ebî Hâtim, İbn İshâk'ın şöyle dediğini bildirir: Firavun'un Hazret-i Mûsa'ya karşı topladığı sihirbazların liderleri arasında, Sâbûr, Âz'ur, Hathat ve Musfâ vardı. Bu dört kişi Allah'ın âyetlerini görünce iman etmişler, onları gören diğer sihirbazlar da iman etmişlerdi."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Firavun, adam asan, el ve ayakları çaprazlama kesen ilk kişidir."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: Sihirbazlar ellerindekilerini atıp sihirlerini yapınca, Hazret-i Mûsa asasını attı ve asa bir ejderhaya dönüşüp ağzını değirmen taşı büyüklüğünde açtı. Alt dudağını yere, üst dudağını da havaya kaldırıp sihir yaptıkları bütün ipleri ve odunları yuttu. Sonra Hazret-i Mûsa gelip onu aldı ve asa eski haline döndü. Bunun üzerine İsrailoğulları secdeye kapanarak:

“Mûsa ve Hârun'un Rabbine iman ettik" deyince, Firavun:

“Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz?" dedi. Elleri ve ayakları çaprazlama olarak ilk kesen ve ilk insan asan kişi Firavun'dur.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde, "Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Firavun, onların sağ elini kestiği kişinin sol ayağını, sol elini kestiği kişinin sağ ayağını kesti."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'nin:

“Bize bildirildiğine göre, günün başlangıcında sihirbazdılar, günün sonunda ise şehid oldular" dediğini bildirir.

126

Senin bizden intikam almaya kalkışman ancak, Rabbimizin âyetleri gelince îman etmemizden ileri geliyor. Ey Rabbimiz! üzerimize sabır yağdır ve bizi müslüman olarak öldür.”

127

"Firavun mîlletinin ileri gelenleri: «Mûsa yı ve milletini yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar, seni ve tanrılarını bıraksınlar diye mi koyveriyorsun?» dediler. Firavun: «Onların oğullarını öldüreceğiz, kadınlarını sağ bırakacağız. Elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz» dedi."

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l- Enbârî, el-Mesâhifte ve Ebu'ş-Şeyh bir kanalla bildirdiğine göre, İbn Abbâs bu âyeti, (.....) şeklinde okurdu ve:

“Sana ibadeti bıraksınlar diye mi koyveriyorsun?" mânâsını verirdi ve:

“Firavun'a ibadet edilirdi, o ibadet etmezdi" derdi.

İbnu'l-Enbârî, Dahhâk'tan aynı rivâyette bulunmuştur.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) âyetinin:

“Sana ibadeti bırakırlar" mânâsında olduğunu söylemiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, ibadet mânâsındadır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk, yanındakilere: (.....) âyetini nasıl okuyorsunuz?" diye; sorunca, "(.....) şeklinde okuyoruz" cevabını verdiler. Dahhâk:

“Bu kelime (.....) şeklinde okunmalıdır ve mânâsı:

“Sana ibadet etmeyi bıraktılar" demektir. Firavun'un:

“Ben sizin en yüce Rabinizim" dediğini görmüyor musun?" dedi.

Abd b. Humeyd, İkrime'den, İbn Abbâs'ın, (.....) âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Burada ilâhlardan kastedilen putlar değildir. Bu söz: «Seni ta'zîm etmeyi bırakacaklar» mânâsındadır."

İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre (.....) âyetinden kastedilen putlar değil, Firavun'un ta'zîminin bırakılmasıdır.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Süleymân et-Teymî'nin şöyle dediğini nakleder: Bekr b. Abdillah'a, bu âyeti (.....) şeklinde okuyunca, bana:

“Bunun Arapça mânâsını biliyor musun?" diye sordu. Ben:

“Evet" dedim. Hasan gelince, âyeti ona da aynı şekilde okumamı istedi. Âyeti okuduğumda Hasan:

“Bu âyet (.....) şeklindedir" dedi. Ben:

“Firavun bir şeye ibadet ediyor muydu?" diye sorunca, Hasan:

“Evet vallahi! İbadet ettiği bir şey vardı" cevabını verdi. Süleymân et-Teymî der ki:

“Firavun, ibadet etmek için boynuna bir şey koyardı. Öğrendiğime göre İbn Abbâs, Firavun'un ineğe taptığını söylemiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), (.....) âyetini açıklarken:

“Firavun'un gizlice taptığı ilahları vardır" demiştir.

İbn Cerîr, İbn Abbâs'ın:

“Sihirbazlar iman edince, Hazret-i Mûsa'ya İsrailoğullarından altı yüz bin kişi tâbi olmuştur" dediğini bildirir.

128

Mûsa kavmine:

“ Allah’dan yardım dileyin ve sabredin. Muhakkak ki yeryüzü Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Sonunda kurtuluş, Allah’dan korkanlar içindir.” dedi.

129

"Dediler ki: «Sen bize gelmeden önce de bize işkence edildi, geldikten sonra da.» Mûsa, «Umulur kî, Rabbiniz düşmanınızı helâk edecek ve sizi bu yerde (Mısır'da) egemen kılıp, nasıl davranacağınıza bakacaktır» dedi"

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Sen bize gelmeden önce de bize işkence edildi, geldikten sonra da.." âyetini açıklarken:

“Burada kastedilen Hazret-i Mûsa'nın peygamber olarak gönderilmeden önce ve gönderildikten sonrasıdır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Vehb b. Münebbih'in bu âyet hakkında şöyle dediğini bildirir:

“İsrailoğulları Hazret-i Mûsa'ya:

“Sen gelmeden önce Firavun bize sadece kerpiç yapma görevini vermişti. Sen gelince ise hem kerpiç yapma işini, hem de (daha zor olsun diye kerpiçlere) saman (katma) işini verdi" deyince, Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Firavun'u helak et, onu ne zamana kadar yaşatacaksın?" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Onları, sebebiyle helak edeceğim günahı işlemediler" diye vahyetti.

Abd b. Humeyd, Katâde'nin, "Dediler ki: «Sen bize gelmeden önce de bize işkence edildi, geldikten sonra da.» Mûsâ, «Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helâk edecek ve sizi bu yerde (Mısır'da) egemen kılıp, nasıl davranacağınıza bakacaktır» dedi" âyetini açıklarken şöyle dediğini nakleder:

“Hazret-i Mûsa gönderilmeden önce bir kahin- Allah'ın düşmanı Firavuna, bu yıl doğacak olan bir çocuğun mülkünü çekip alacağını söyleyince, Firavun o yıl doğan çocukların erkeklerini kestirdi. Sonra Hazret-i Mûsa'nın doğduğu yıl doğan erkek çocukları da kestirdi. Bu, İsrâiloğullarının Hazret-i Mûsa'ya şikâyette bulunmalarının sebebidir. Hazret-i Mûsa onların şikâyette bulunmalarına karşılık:

“Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helâk edecek ve sizi bu yerde (Mısır'da) egemen kılıp, nasıl davranacağınıza bakacaktır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Biz Ehl-i beyt ile fetihler yapılır, olaylar sonuca bağlanır. Hâşim oğulları bir gün mutlaka iktidar sahipleri olacaklardır. Onun için bu iktidarın Hâşim oğullarından kimlerin olacağına dikkat edin" İbn Abbâs der ki:

“Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helâk eder ve onların yerine sizi yer yüzüne hakim kılar da nasıl hareket edeceğinize bakar" âyeti de onlar hakkında nazil oldu.

130

"Andolsun biz, Firavun ailesini, öğüt alsınlar diye yıllarca süren kıtlık ve ürün eksikliği ile cezalandırdık"

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi açlık mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh Mücâhid'in, bu âyeti açıklarken (.....) kelimesi, helak mânâsında ve ürün eksikliğinin ise, ekinlerin azlığının dışında olan şeyler olduğunu söylediğini bildirir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, bu âyeti açıklarken dedi ki:

“Yüce Allah onları açlık yıları ile cezalandırdı, ürünlerinin ve hayvanlannın helak olması kırsalda olmuştur. Ürünlerinin eksik olması ise şehirde ve köylerinde olmuştur."

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Recâ b. Hayve'nin, bu âyeti açıklarken:

“Öyle bir kıtlık oldu ki, hurma ağacında sadece bir tek hurma tanesi olmuştu" dediğini bildirir.

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'da ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Allah, Firavun ailesini kıtlığa duçar ettikten sonra her şey kurudu, hayvanlar öldü. Hatta Nil nehri bile kurudu. Halk, Firavun'un yanına gidip ona, "Eğer iddia ettiğin gibi gerçekten Rab isen, Nil nehrinin suyunu akıt" deyince, Firavun da onlara, "Su, yarın sabah akacak" diye teminat verdi. Onlar huzurundan çıktıktan sonra da, "Eyvah! Ben ne yaptım. Benim buna gücüm yetmez. Yarın beni yalanlayacaklar" diye yakınmaya başladı. Sonra gece yarısı olunca kalkıp, yünden yapılmış bir aba giyerek yalınayak Nil'e gitti ve tam ortasında, durup:

“Allahım! Kuşkusuz sen benim senin kudretini ve Nil'i suyla doldurmaya gücünün yettiğini bildiğimi bilirsin. Onu su ile doldur" diye dua etti. Sözleri biter bitmez Firavun suyun hışırtısını işitti ve su, kaynağından çıkıp dolu dolu akmaya başladı. Çünkü Cenab-ı Hakk onları nasıl olsa helak edecekti."

131

"Fakat onlara iyilik geldiği zaman, «Bu bizimdir, (biz çalışıp kazandık)» derler. Eğer başlarına bir kötülük gelirse, Mûsâ ve beraberindekilerin uğursuzluğuna yorarlardı. İyi bilin ki, onların uğursuzluk sebebi ancak Allah katında (yazılı)dır. Fakat çokları bilmezler."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Fakat onlara iyilik geldiği zaman, «Bu bizimdir, (biz çalışıp kazandık)» derler. Eğer başlarına bir kötülük gelirse, Mûsâ ve beraberindekilerin uğursuzluğuna yorarlardı..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Onlara iyilik, bolluk ve bereket geldiği zaman: «Biz buna layıkız, bunlar bizim hakkımızdır» derler. Kendilerine bir kötülük, bir bela ve kıtlık geldiğinde ise, Hazret-i Mûsa ve beraberindekilerin uğursuzluğuna yorarlar."

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre, "İyi bilin ki, onların uğursuzluk sebebi ancak Allah katında (yazılı)dır..." sözündeki uğursuzluktan kastedilen, başlarına gelen musibetlerdir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'ın, "İyi bilin ki, onların uğursuzluk sebebi ancak Allah katında (yazılı)dır..." sözünün, "Onların uğursuzluğu Allah tarafından, yani Onun hükmüyle gelmektedir" mânâsında olduğunu söylediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim, Dahhâk'ın, "İyi bilin ki, onların uğursuzluk sebebi ancak Allah katında (yazılı)dır..." sözünü açıklarken:

“Kişinin başına gelen şey, kendi elleriyle yaptıklarından dolayı Allah tarafından onun hükmüyle gelmektedir" dediğini bildirir..

132

"Dediler ki: Bizi büyülemek için her ne getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: Âyet "U" ziyadesiyle birlikte, "Bizi büyülemek için her ne getirirsen getir" anlamındadır.

133

"Biz de, her biri ayrı ayrı birer mucize olmak üzere başlarına tufan, çekirge, ürün güvesi (haşarat), kurbağalar ve kan gönderdik. (Hiçbirinden ders almadılar.) Büyüklük tasladılar ve suçlu bir kavim oldular"

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Tufan'dan kasıt ölümdür" buyurduğunu nakleder.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Atâ'dan bildirdiğine göre Tufan'dan kasıt ölümdür.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre Tufan'dan kasıt ölümdür.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh İbn Abbâs'ın:

“Tufan, yağmurların sebep olduğu su taşmalarıdır." dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Tufan, sekiz gün boyunca gündüz gece üzerlerine yağmur yağfnası, (.....) kelimesi ise kanatları olmayan bir çekirge türüdür."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın:

“Tûfan, onlan kuşatan ilâhî bir emirdir" deyip:

“Ama onlar daha uykudayken Rabbinin katından gönderilen bir salgın o bahçeyi sarıvermişti..." âyetini okuduğunu bildirir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Yüce Allah, Firavun'un kavmine yağmur olan tufanı gönderince:

“Ey Mûsa! Rabbine dua et. Eğer bu yağmuru üzerimizden kaldıracak olursa, sana iman eder ve İsrailoğullarını seninle beraber göndeririz" dediler. Hazret-i Mûsa dua edince, Allah yağmuru durdurdu ve o sene daha önce hiç bitmediği kadar ekin ve ot bitirdi. Firavun'un kavmi:

“Bu (bolluk) bizim istediğimiz şeydi" dediler (ve sözlerinde durmadılar). Bunun üzerine Yüce Allah onlara çekirgeleri musallat etti, Çekirgelerin ekinlerinden bir şey bırakmayacağını anlayınca da, Hazret-i Mûsa'dan aynı şeyi istediler. Hazret-i Mûsa dua edince, Allah çekirgeleri onlardan giderdi. Firavun'un kavmi kalan ekinin tanelerini ayırıp evlerine depoladılar ve:

“Ekinlerimizi depoladık" dediler. Yüce Allah onlara buğdayın içinden çıkan güveler gönderdi. Kişi, değirmene on ölçek buğday götürüyor, öğütülünce sadece üç ölçek çıkıyordu. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa'dan aynı şeyi istediler. Hazret-i Mûsa dua edince, Allah bu güveleri buğdaylarından giderdi, ama onlar yine İsrâiloğullarını Hazret-i Mûsa ile göndermediler. Hazret-i Mûsa Firavun'un yanındayken, dereden gelen kurbağa sesi duyunca:

“Ey Firavun! Sen ve kavmin şu kurbağalardan nasıl da sıkıntıya düşeceksiniz!" deyince, Firavun:

“Bu kurbağa ne yapabilir ki!" karşılığını verdi. Henüz akşam olmadan kurbağalar onlara öyle musallat oldular ki, kişi oturduğu zaman çenesine kadar kurbağaların içinde kalıyordu. Kim konuşsa hemen ağzına bir kurbağa sıçrıyordu. Kurbağayla dolmayan hiçbir kapları kalmadı. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa'dan aynı istekte bulunup aynı sözü verince, Allah, kurbağaları onlardan giderdi, ama yine sözlerinde durmadılar. Bunun üzerine Allah onlara kanı gönderdi. Nehirleri ve kuyuları kanla doldu. Halk bu durumu Firavun'a bildirip yakınınca:

“Yazıklar olsun size! Mûsa sizlere sihir yaptı" karşılığını verdi. Onlar:

“Kaplardaki, kuyulardaki ve nehirlerdeki bütün sulardan içtiğimizde taze kan tadında olduğunu görüyoruz" deyince, Firavun, Hazret-i Mûsa'ya:

“Ey Mûsa! Rabbine dua et de onlardan bu musibeti kaldırsın" dedi. Yüce Allah onları bu musibetten kurtarınca, yine sözlerinde durmadılar.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Allah onlara tufanı göndermiştir. Tufan, yağmur sularıdır. Onlar, neredeyse yağmurla helak olacaklardı. Bu sebeple İsrailoğulları, Mûsa'ya gidip demişlerdir ki:

“Ey Mûsa! Rabbine dua et. Eğer bu yağmuru üzerimizden kaldıracak olursa, sana iman eder ve İsrailoğullarını seninle beraber göndeririz" dediler. Hazret-i Mûsa dua edince, Allah yağmuru durdurdu ve ekinlerini bitirdi. Bu yağmurlar memleketlerinde bulunan her şeyi yeniden diriltti. Bunun üzerine onlar:

“Vallahi bize böyle bir yağmurun yağmamış olmasını istemezdik. Çünkü yağmurun yağması bizim için daha hayırlı oldu. Ey Mûsa! Biz İsrailoğullarını seninle birlikte göndermeyiz. Sana da iman etmeyiz" dediler.

Bu defa Allah onlara çekirge gönderidi. Çekirgeler onların her şeyini yiyip bitirdi. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa'ya:

“Ey Mûsa! Bizi bu çekirgelerden kurtarması için Rabine dua et, o zaman sana iman ederiz ve İsrâiloğullarını seninle beraber göndeririz" dediler. Hazret-i Mûsa Rabbine dua edince, Yüce Allah onları çekirgelerden kurtardı. Çekirgeler, onlara bir kısım mahsuller bırakmışlardı. Firavun ve taraftarları:

“Bizim ekinlerimizden, bize yetecek kadar kaldı. Biz, sana iman etmeyiz, İsrailoğullarını da seninle birlikte göndermeyiz" dediler.

Bunun üzerine Allah onlara kanatsız çekirgeleri musallat etti. Bunlar da, önceki çekirgelerden arta kalan ekinlerini, ağaçlarını ve bütün bitkilerini imha ettiler. Helak olmaktan korkarak:

“Ey Mûsa! Bizi bu kanatsız çekirgelerden kurtarması için Rabbine dua et, o zaman sana iman ederiz ve İsrâiloğullarını seninle beraber göndeririz" dediler. Hazret-i Mûsa Rabbine dua edip, Yüce Allah onları kanatsız çekirgelerden kurtarınca da:

“Biz, sana iman etmeyiz, İsrailoğullarını da seninle birlikte göndermeyiz" dediler. Bunun üzerine Allah onlara kurbağaları gönderdi ve evlerini kurbağalarla doldurdu. Onların, kurbağalardan çektikleri sıkıntı, önceki sıkıntılardan daha dehşetli idi. Kurbağalar, yemek kaplarına girip yemeklerini bozuyor ve ateşlerini söndürüyordu. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa'ya:

“Ey Mûsa! Bizi bu kurbağalardan kurtarması için Rabine dua et. Onlar sebebiyle çok sıkıntı çekiyoruz. Eğer bizi bunlardan kurtarırsa, sana iman ederiz ve İsrâiloğullarını seninle beraber göndeririz" dediler. Hazret-i Mûsa Rabbine dua edip, Yüce Allah onları kurbağalardan kurtarınca da:

“Biz, sana iman etmeyiz, İsrailoğullarını da seninle birlikte gönderemeyiz" dediler.

Bunun üzerine Allah onlara kanı gönderdi. Bütün yiyecekleri ve içecekleri kana dönüşünce Hazret-i Mûsa'ya gelip:

“Ey Mûsa! Bizi bu kandan kurtarması için Rabbine dua et. Eğer bizi bu kandan kurtarırsa, sana iman ederiz ve İsrâiloğullarını seninle beraber göndeririz" dediler. Hazret-i Mûsa dua edip te Yüce Allah onları kandan kurtarınca:

“Ey Mûsa! Biz, sana iman etmeyiz, İsrailoğullarını da seninle birlikte gönderemeyiz" dediler. Bu mucizeler kendilerine karşı delil olması için ayrı ayrı geliyordu. Bu mucizelere rağmen iman etmediklerinden dolayı Allah onları bu günahları sebebiyle yakalayıp denizde boğdu.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki:

“Tufan'dan kastedilen, sel ve veba hastalığıdır. Çekirgeler, kapılarının çivileri ve elbiselerini bile yiyordu. (.....) kelimesi kanatsız çekirgedir. Kurbağalar yataklarına ve yemeklerinin içine düşüyordu. Kan, elbiselerine, sularına ve yiyeceklerine bulaşıyordu."

Ebu'ş-Şeyh, Atâ'nın şöyle dediğini bildirir:

“Bana ulaştığına göre İsrâiloğullarına musallat edilen çekirgeler, onların kapılarını, çivilerine varıncaya kadar yediler."

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre çekirgeler, denizdeki bir balığın hapşırması sonucu çıkmıştır.

Ukaylî, ed-Duafâ'da ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) çekirgeler sorulunca:

“Hazret-i Meryem, Yüce Allah'tan, kendisine kanı olmayan et yedirmesini isteyince, Allah ona çekirge yedirdi" buyurdu.

Taberânî, ve Beyhakî, Sünen'de, Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Hazret-i Meryem, Yüce Allah'tan, kendisine kanı olmayan et yedirmesini isteyince, Allah ona çekirge yedirdi. Bunun üzerine Hazret-i Meryem: «Allahım! Onu emzirme olmaksızın yaşat, çağırûmadan (ses olmaksızın) onları birbirlerine sevdir» diye dua etti."

Beyhakî,, Sünen'de, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) üvey kızı Zeyneb'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Peygamberlerden biri, Yüce Allah'tan, kesilmesine gerek olmayan kuş eti isteyince, Allah ona balık ve çekirgeleri verdi" buyurduğunu nakleder.

Ebû Dâvud, İbn Mâce, Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Selmân'dan bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) çekirge yemenin hükmü sorulunca:

“Çekirge, Allah'ın ordularının en çoğunu teşkil etmektedir. Ben onu yemem ve haram da kılmam" buyurdu.

Ebû Bekr el-Berkî, Ma'rifetu's-Sahabe'de, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, el- Azame'de ve Beyhakî, Şuabu'l-îmân'da, Ebû Zuheyr en-Numeyrî'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Çekirgeleri öldürmeyiniz; çünkü onlar; Allah'ın büyük ordularındandır" buyurduğunu nakleder. Beyhakî der ki:

“Eğer bu rivayet sahihse, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), çekirgelerin ekinlere zarar vermemesi durumunda öldürülmemesini emretmiş demektir. Eğer ekinlere musallat olurlarsa, onlardan, mücadele etmek veya öldürmek şeklinde kurtulmak caiz olur. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözüyle çekirgelerin ne kadar mücadeleci ve savaşçı mahlûklar olduğunu kastetmiş olabilir."

Beyhakî, Fudayl b. İyâd vasıtasıyla, Muğîre'den, o İbrâhîm'den, o da Abdullah (b. Mes'ûd)'un şöyle dediğini bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) önüne bir çekirge düşünce:

“Onu öldürelim mi ey Allah'ın Resûlü!" diye sordular. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Çekirgeyi öldüren, bir savaşçıyı öldürmüş gibidir" cevabını verdi. Beyhakî der ki:

“Bu hadis, ravilerden bazılarının meçhul olması ve İbrâhim ile İbn Mes'ûd arasındaki kopukluk sebebiyle zayıftır."

Hâkim, Tarih'te ve Beyhakî, meçhul birinin olduğu bir isnâdla İbn Ömer'in şöyle dediğini bildirir:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) önüne bir çekirge düşünce, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu kaldırdı ve kanadında İbrâni diliyle şöyle yazılmıştı:

“Benim ceninim bir fayda sağlamaz, beni yiyen doymaz. Biz, Allah'ın büyük ordularıyız. Bizim doksan dokuz yumurtamız vardır. Eğer yüz yumurtamız olsaydı dünyayı içindekilerle beraber yerdik." Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allahım! Çekirgeleri helak et. Büyüklerini katlet, küçüklerini öldür. Yumurtalarını boz, müslümanların ekinlerine ve rızıklarına karşı bu çekirgelerin ağzını kapat. Şüphesiz ki Sen duayı işitensin" şeklinde dua edince, Cibrîl gelip:

“Duanın bir kısmına icabet edildi" dedi. Beyhakî:

“Bu hadis münkerdir" demiştir.

Taberânî, İsmâil b. Abdilğâfir el-Fârisî, el-Erbaûn'da ve Beyhakî, Hüseyin b. Ali'nin şöyle dediğini bildirir: Ben, kardeşim Muhammed b. el-Hanefiyye ve amcam oğulları Abdullah b. Abbâs, Kuşem ve Fadl bir sofradayken, sofraya bir çekirge düştü. İbn Abbâs çekirgeyi alıp bana:

“Bu çekirgenin kanadında ne yazıldığını biliyor musun?" diye sorunca, ben şöyle dedim: Babama aynı şeyi sorduğumda şöyle dedi. Ben de Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu sordum, şöyle buyurdu:

“Çekirgenin kanadında: «Ben, kendisinden başka ilah olmayan Allah'ım. Çekirgenin Rabbi ve rızkını verenim. Eğer istersem bu çekirgeyi bir topluluğa rızık olarak, istersem azab olarak gönderirim» yazılıdır." Bunun üzerine İbn Abbâs:

“Vallahi bu, ilmin içinde gizlendiği bir şeydir" dedi.

Ebû Nuaym, el-Hilye'de  bildirdiğine göre İkrime der ki: İbn Abbâs bana. şöyle dedi:

“Çekirğenin kanadında Süryânî diliyle:

“Ben Allah'ım, Benden başka ilah yoktur ve Ben tek'im. Benim ortağım yoktur. Çekirgeler, Allah'ın ordularından bir ordudur. Onları kullarımdan dilediğime musallat ederim" yazılıdır."

Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Saîd b. el-Müseyyeb'in:

“Yüce Allah, Hazret-i Âdem'i yarattığı zaman, onun çamurundan bir miktar arttı ve ondan da çekirgeleri yarattı" dediğini bildirir.

Saîd b. Ebi'I-Hasan da aynı rivâyette bulunmuştur.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“(.....), güvedir" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Saîd b. Cübeyr'in:

“Tufan yağmurdur. Çekirge de bildiğimiz çekirgedir. (.....) ise buğdayda bulunan haşarattır" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Sahr:

“(.....), güvedir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Hasan'ın:

“(.....), bit mânâsındadır" dediğini bildirir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Zeyd'in:

“Bazı insanlar, (.....) kelimesinin pire anlamında olduğunu iddia etmiştir" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Habîb b. Ebî Sâbit'ten bildirdiğine göre (.....) kelimesi, hamam böceği mânâsındadır.

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) kelimelerinin ne anlama geldiğini sorunca, İbn Abbâs:, "Kummel güve, çekirge de bildiğimiz çekirgedir" karşılığını vermiştir. Nâfi':

“Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir:

“Tabi ki! Ebû Süfyân b. el-Hâris b. Abdilmuttalib'in:

"'Ansızın hurma ağaçlarına koşuşuyorlar

Onlar zayıflıkta tıpkı güve gibidir" dediğini bilmez misin?"

Ebu'ş-Şeyh'in İkrime'den bildirdiğine göre (.....), çekirgelerin küçük ve dişi olanlarıdır.

Ebu'ş-Şeyh, Afîf'ten, Hişâm'ın ailesinden bir kişinin:

“(.....), pire mânâsındadır" dediğini bildirir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Kurbağalar kara hayvanıydı. Yüce Allah onları Firavun ve adamlarına gönderip, kurbağalar da bu emre uyup itaat ederek kendilerini kaynayan kazanlara, yanan tandırlara atınca, güzelce itaat etmeleri sebebiyle suyun soğukluğuyla ödüllendirildiler."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Firavun ve kavmi için kurbağalardan daha çok sıkıntı vereni olmamıştı. Kurbağalar kaynayan kazanlara gelip kendini atıyordu. Bu sebeple Yüce Allah kuyamet gününe kadar onları suyun serinliğine varis kılmıştır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abdullah b. Amr der ki:

“Kurbağalan öldürmeyiniz. Kurbağalar Firavun'un kavmine gönderildiği zaman, bir kurbağa kendini yanmakta olan tandıra attı ve bununla Allah'ı razı etmeyi istedi. Buna karşılık Yüce Allah, kurbağa için, (tandırın ateşini) bildiğimiz en soğuk şey olan suyla değiştirdi ve bağırmasını da tesbih yaptı."

Ahmed, Ebû Dâvud ve Nesâî, Abdurrahman b. Osman et-Teymî'den bildirir:

“Bir tabip, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında kurbağanın bir ilaç için kullanılmasından bahsedince, . Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kurbağaların öldürülmesini yasakladı."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre Nil nehri kan olarak aktı. İsrâiloğullarından olan nehirden su içerken, Firavun'un tarafından içen ise kan içiyordu. Aynı kaptan içecekleri zaman İsrâiloğullarından olanın tarafı tatlı su, Firavun'un tarafından olan kişinin tarafı ise kan oluyordu.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'nin şöyle dediğini bildirir:

“Allah onlara kan gönderdi ve kaplarını hangi suya batırsalar o su, kızıl kana dönüşüyordu. Hatta bize ulaştığına göre Firavun, Kıptî ve İsrâîlî olan iki kişiye aynı kabın yanında durduruyor, İsrâîlî olanın tarafı su olurken, Kıptî olanın tarafı kan oluyordu."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem, âyette geçen kan gönderilmesini açılklarken, sürekli burunlarından kan geldiğini söylemiştir.

Ahmed, Zühd'de, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh Nevf eş-Şâmî'nin şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Mûsa, sihirbazları yendikten sonra Firavun'un kavmi arasında yirmi sene kaldı ve bu müddet zarfında onlara, çekirge, güve, kurbağa ve kan mucizelerini gösterdi ama onlar, buna rağmen müslüman olmayı reddettiler."

Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Mûsa sihirbazları yendikten sonra Firavun'un kavmi arasında kırk yıl kalarak onlara, çekirge, güve ve kurbağa mucizelerini gösterdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Biz de, her biri ayrı ayrı birer mucize olmak üzere başlarına tufan, çekirge, ürün güvesi (haşarat), kurbağalar ve kan gönderdik..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah tarafından, aleyhlerine delil olması için Firavun'un kavmine mucizeler ayrı ayrı geliyordu" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'ın, "Biz de, her biri ayrı ayrı birer mucize olmak üzere başlarına tufan, çekirge, ürün güvesi (haşarat), kurbağalar ve kan gönderdik" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Mucizeler ayrı ayrı geliyordu. Birisi gelip cumartesinden cumartesine kadar sürüyor. Bir ay geçtikten sonra diğer mucize geliyordu."

İbn Ebî Hâtim, Zeyd b. Eslem'in:

“Dokuz mucize, her biri bir yılda olmak üzere dokuz yılda gelmiştir" dediğini bildirir.

134

Bkz. Ayet:135

135

"Üzerlerine azap çökünce, «Ey Mûsâ! Rabbinin sana verdiği söz uyarınca bizim için dua et. Eğer azabı üzerimizden kaldırırsan, mutlaka sana inanacağız ve İsrailoğullarını seninle birlikte elbette göndereceğiz» dediler. Fakat erişecekleri bir süreye kadar biz azabı üzerlerinden kaldırınca hemen yeminlerini bozarlar."

İbn Merdûye'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

"(.....) azab demektir" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Hazret-i Mûsa İsrâiloğullarına emrederek:

“İçinizden her erkek bir koç kessin ve avucunu kanına batırdıktan sonra evinin kapısına vursun" dedi. Kiptiler, İsrâiloğullarına:

“Neden bu kanı kapılarınıza sürüyorsunuz?" diye sorunca, İsrailoğulları:

“Allah size bir azab gönderecek, biz kurtulacağız, siz ise helak olacaksınız" cevabını verdiler. Kiptiler:

“Allah, sizi ancak bu alâmetlerle mi tanıyacak!" deyince, İsrailoğulları:

“Peygamberimiz bize böyle emretti" karşılığını verdiler. Sabah olunca, Firavun'un kavminden yetmiş bin kişinin öldürüldüğünü gördüler ve akşam olunca artık ölülerini gömecek güçleri kalmadı. O zaman Firavun:

“Ey Mûsâ! Rabbinin sana verdiği söz uyarınca bizim için dua et. Eğer azabı üzerimizden kaldırırsan, mutlaka sana inanacağız ve İsrailoğullarını seninle birlikte elbette göndereceğiz" dedi. Âyette geçen azabdan kasıt veba hastalığıdır. Hazret-i Mûsa Rabine dua edince Yüce Allah onlardan bu hastalığı kaldırdı ve bunun üzerine Firavun sözünde durup:

“İsrâiloğullarıyla dilediğin yere git" dedi.

Ebu'ş-Şeyh, Saîd b. Cübeyr'in şöyle dediğini bildirir:

“Allah, Firavun'un kavmine veba hastalığını gönderdi ve Hazret-i Mûsa aralarından çıkıncaya kadar onları veba salgınıyla meşgul etti. Hazret-i Mûsa, İsrâiloğullarına:

“Avuçlarınızı çamur ve küle bulayıp kapılarınıza koyunuz ki, ölüm meleği size uğramasın. Firavun (etrafındakilere):

“Kölelerimizden ölen olmadı mı?" diye sorunca, ona:

“Hayır" cevabını verdiler. Bunun üzerine Firavun:

“Bizim ölmemiz ve onların ölmemesi şaşılacak şey değil mi!" dedi."

Abd b. Humeyd'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre âyette geçen azaptan kasıt veba hastalığıdır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin:

“Gönderilen azab, veba hastalığıydı" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen erişecekleri süreden kasıt, denizde boğulmalarıdır.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir:

“Âyette geçen erişecekleri süreye kadar azabın onlardan kaldırılmasından kasıt veba hastalığının (ölümlerinden önceki) belli günler kaldırılmasıdır."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen yeminlerini bozmalarından kasıt, vermiş oldukları sözlerden dönmeleridir.

136

"Bu yüzden onlardan intikam aldık. Âyetlerimizi yalanlamaları ve onları umursamamaları sebebiyle kendilerini denizde boğduk"

Ebu'ş-Şeyh'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre Yüce Allah, (kendilerine mühlet verdikten) sonra onları denizde boğarak kendilerinden intikam almıştır.

İbn Ebî Hâtim, değişik yollarla İbn Abbâs'ın:

“(.....) deniz mânâsındadır" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim, değişik yollarla Süddî'nin:

“(.....) deniz mânâsındadır" dediğini bildirir.

137

"Hor görülüp ezilmekte olan kavmi (İsrailoğullarını), toprağına bolluk ve bereket verdiğimiz yerin doğu ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, onların sabretmeleri karşılığında gerçekleşti. Firavun ve kavminin yaptıklarını ve (özenle kurup) yükselttiklerini yerle bir ettik."

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Asâkir'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre toprağına bolluk ve bereket verilen yerin doğu ve batı tarafından kastedilen Şam topraklarıdır.

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Asâkir, Katâde'nin:

“Toprağına bolluk ve bereket verilen yerin doğu ve batı tarafından kastedilen Şam (Suriye) topraklarıdır" dediğini bildirir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Abdullah b. Şevzeb, toprağına bolluk ve bereket verilen yerin doğu ve batı tarafından kastedilenin Filistin toprakları olduğunu söylemiştir.

İbn Asâkir'in Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre toprağına bolluk ve bereket verilen yerin doğu ve batı tarafından kastedilen Şam köyleridir.

İbn Asâkir, Ka'bu'l-Ahbâr'ın şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah, Fırat'tan (Mısır diyarındaki) Arîş'e kadar olan Şam topraklarını bereketli kılmıştır."

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre sahabeye yetişen Ebu'l-A'yas'a, Şam'ın bereketli bölgelerinin sınırları sorulunca:

“Mısır diyarındaki Arîş'ten başlar, bir kenarı tepeye kadar, bîr kenarı Fırat'a, bir kenarı da Hazret-i Hûd'un mezarının olduğu dağa kadar uzanır" cevabını verdi.

İbn Asâkir, Muâviye b. Ebî Süfyân'ın şöyle dediğini bildirir:

“Rabbin, Hazret-i İbrâhîm'e: «Bereketli toprak olan Arîş'ten Fırat'a olan kısmı imar et» buyurdu. Hazret-i İbrâhim, ilk sünnet olan ve ilk misafir ağırlayan kişiydi."

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih eler ki:

“Dımaşk'ı, Hazret-i İbrâhim'in Habeşî olan kölesi inşa etmiştir. Bu köleyi Nemrûd b. Kenân, Hazret-i İbrâhim ateşten çıktığı zaman kendisine hediye etmişti ve bu çocuğun adı Dımaşk'tı, kurduğu şehre de kendi adını verdi. Hazret-i İbrâhim, bu köleyi beytülmalına bakmakla görevlendirmişti. Hazret-i İbrâhim'den çok sonra bu şehirde Romalılar ikamet etmiştir."

İbn Asâkir, Abdulmelik el-Cezerî'nin şöyle dediğini bildirir:

“Dünya, beta ve kıtlık içinde olduğu zaman, Şam (Suriye), bolluk ve afiyet içinde olur. Şam bela ve kıtlık içinde olduğu zaman ise Filistin bolluk ve afiyet içinde olur. Filistin bela ve kıtlık içinde olduğu zaman, Beytu'l-Makdis bolluk ve afiyet içinde olur. Şam, bereketli, Filistin mukaddestir. Beytu'l-Makdis ise bin defa takdis edilmiştir."

İbn Asâkir, Abdurrahman b. Zeyd b. Câbir'den bildirir: Ebu's-Selâm el- Esved'e:

“Neden Humus'tan Dımaşk'a geldin?" diye sorduğumda:

“Dımaşk'ta bereketin iki kat olduğunu öğrendim" cevabını verdi.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Mekhûl, bir adama:

“Nerede ikamet ediyorsun?" diye sorunca, adam:

“Ğûta'da" karşılığını verdi. Bunun üzerine Mekhûl:

“Neden Dımaşk'ta ikamet etmiyorsun? Orasına iki kat bereket verilmiştir" dedi.

îbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr) der ki:

“Tevrat'ta:

“Şam, Yüce Allah'ın yeryüzündeki hazinesidir. Allah'ın hazinesi olan kulları oradadır" diye yazılıdır. Yani peygamberlerden Hazret-i İbrâhim, İshâk ve Yâkûb'un mezarı oradadır.

İbn Asâkir, Sâbit b. Ma'bed'in şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah: «Ey Şam! Sen, memleketlerimin en hayırlılarındansın ve sende kularımın hayırlılarını ikamet ettiririm» buyurmuştur."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Müsned'de, Tirmizî, Müsned'de, İbn Hibbân, Taberânî ve Hâkim, Zeyd b. Sâbit'in şöyle dediğini bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında Kur'ân yazılı parçalardan derlemekteyken, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):"Ne pıutlu Şam'a" buyurunca, biz:

“Hangi sebeplerden dolayı ey Allah'ın Resûlü!" diye sorduk. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Rahman'ın melekleri kanatlarım Şam'ın üzerine germişlerdir" buyurdu.

Bezzâr ve Taberânî hasen isnâdla Ebu'd-Derdâ'dan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“(Gün gelecek) Şam'da bir tane, Mısır'da bir tane, Irak'ta bir tane ve Yemen'de bir tane olmak üzere ordular hazırlayacaksınız" buyurunca, biz:

“Ey Allah'ın Resûlü! Biz bu (zama)na yetişecek olursak (bunlardan hangisine katılalım? bunlardan birini) bizim için tercih et?" dedik. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şam'da olmaya bakınız. Çünkü Yüce Allah Şam için bana teminat vermiştir" buyurdu.

Bezzâr ve Taberânî zayıf isnâdla İbn Ömer'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“(Gün gelecek bölünüp) ordular hazırlayacaksınız" buyurunca bir adam:

“Ey Allah'ın Resûlü! Ben bu (zama)na yetişecek olursam (bunlardan hangisine katılayım? Bunlardan birini) benim için tercih et" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şam'da olmaya bak. Çünkü Şam, Allah'ın yeryüzünden tercih ettiği bir memlekettir ve orada Allah'ın en hayırlı kulları vardır. Oraya gitmek istemeyen Necd'e gitsin. Allah bana Şam ve Şam halkı hakkında teminat verdi" buyurdu.

Ahmed ve İbn Asâkir, Abdullah b. Havâle el-Ezdî'den bildirir: Abdullah b. Havâle:

“Ey Allah'ın Resûlü! (Fitne zamanında) Hangi memlekette bulunmamı tavsiye edersin?" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şam'da olmaya bak. Çünkü Yüce Allah: «Ey Şam! Sen, memleketlerim içinde seçtiğimsin ve kullarımdan hayırlılarını sana sokarım»" buyurd u. Ahmed'in lafzı ise şöyledir:

“Şam, Allah'ın, memleketleri arasında en, hayırlılarındandır ve orası için kullarının hayırlılarını seçer. Eğer Şam'a gitmek istemezseniz Yemen'inize gidiniz. Allah bana Şam ve Şam halkı hakkında teminat verdi."

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Vâsile b. el-Eska'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Şam'da olmaya bakınız. Orası, Yüce Allah'ın, kullarının hayırlılarını ikamet ettirdiği ve memleketleri arasından seçtiği bir yerdir. Şam'a gitmek istemeyen Yemen'ine gitsin ve oradaki havuzlardan içsin. Allah bana Şam ve Şam halkı hakkında teminat verdi. "

Ahmed, Ebû Dâvud, İbn Hibbân ve Hâkim, Abdullah b. Havâle el-Ezdî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“(Gün gelecek) Şam'da bir tane, Irak'ta bir tane ve Yemen'de bir tane olmak üzere ordular hazırlayacaksınız" buyurunca, İbn Havâle: Ben bu (zama)na yetişecek olursam (bunlardan hangisine katılayım? Bunlardan birini) benim için tercih et" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şam'da olmaya bakınız. Şam'a gitmek istemeyen Yemen'ine gitsin ve oradaki havuzlardan içsin. Allah bana Şam ve Şam halkı hakkında teminat verdi" buyurdu.

Hâkim'in bildirdiğine göre Abdullah b. Amr:

“İnsanlara öyle bir zaman gelecek ki, Şam'a gitmeyen (iltica etmeyen) mümin kalmayacaktır" demiştir.

İbn Asâkir, Avn b. Abdillah b. Utbe'nin şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah'ın, peygamberlerden birine indirdikleri arasında: «Şam, benim ok kuburumdur. Bir topluluğa gazaplandığim zaman ondan aldığım okla onları vururum» yazıldığını okudum."

Taberânî ve İbn Asâkir'in Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Benden kısa bir müddet sonra ümmetim Şam şehrini fethedecektir. Onu fetheden veya oraya giren bilsin ki Şam halkı, Arap yarımadasının sonuna kadar sınır bekçileridir. Oradaki sahillerden birine giren cihada gitmiş demektir. Beytu'l-Makdis ve çevresini ele geçiren ise sınır bekçisi konumundadır. "

İbn Ebî Şeybe, Tirmizî, İbn Mâce ve İbn Asâkir'in Kurre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Şam halkı bozulunca sizin orada bulunmanızda hayır yoktur. Ümmetimden bir grup Allah'ın yardımı ile galibiyeti sürdürecek ve kıyamet kopuncaya kadar onlara karşı koyanlar onlara hiçbir zarar veremeyeceklerdir."

İbn Asâkir, Damra b. Rabîa'nın:

“Bütün peygamberler Şam'dan gönderilmiştir. Şam'dan olmayan peygamberler ise Şam'a götürülmüştür" dediğini bildirir.

Ahmed, Taberânî, Ebû Nuaym ve Hâfız Ebû Bekr en-Neccâd, Cüzu't- Terâcim'de, Ebu'd-Derdâ'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Ben uyurken Kitab'ın direğinin başımın altından alındığını gördüm. Onu alıp götüreceklerini zannederek bakmaya başladım. Onu Şam'a götürdüler. Şunu bilin ki; fitne anında iman Şam'dadır."

İbn Merdûye'nin Ebû Zer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):"Şam, mahşerin ve dirilmenin olacağı yerdir" buyurduğunu nakleder.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin:

“Yıldırım, şimşek ve bereket Şam'a hicret edecektir" dediğini bildirir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Kasım b. Abdirrahman der ki: Abdullah (b. Mes'ûd) zamanında Fırat taştığında halkın hoşuna gitmeyince Abdullah:

“Ey insanlar! Fıratın taşmasını kerih görmeyiniz. Bir kazan suyun aranıp bulunmayacağı gün yakındır. Bu, her suyun kaynağına döneceği zamandır. O zaman, su ve kalan müminler Şam'da olacaktır."

İbn Ebî Şeybe, Ka'b'ın şöyle dediğini bildirir:

“Allah'ın en çok sevdiği memleket Şam'dır. Şam (Suriye) memleketinden en çok sevdiği yer ise Kudüs'tür. Kudüs'ten en çok sevdiği yer ise Nâblus dağıdır. İnsanlara öyle bir zaman gelecek ki birbirleriyle dağlarda el sıkışacaklar."

Taberânî, İbn Asâkir ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, İbn Ömer'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“İblis Irak'a girip ihtiyacını giderdikten sonra Şam'a girdi, ama onu Beysân'a kadar kovaladılar. Sonra Mısır'a girip orada yumurtlayıp yavruladı ve hakimiyetini orada yaydı."

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Ömer der ki:

“Şeytan doğuda konaklayıp ihtiyacını giderdi, sonra mukaddes toprak olan Şam'a gitmek için yola çıktı, ama kendisine engel olundu. Sonra yola çıkıp Mağrib'e geldi ve yumurtasını yumurtlayıp orada hakimiyetini yaydı."

İbn Asâkir, Vehb b. Münebbih'in:

“Kitaplarda Şam'ın o kadar zikredildiğini görüyorum ki, sanki Yüce Allah başka bir yeri istemiyor zannediyorum" dediğini bildirir.

Ahmed ve İbn Asâkir'in İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allahım! Şam'ımızı ve Yemen'imizi bize mübarek kıl" diye dua edince, bir kişi:

“Ya Resûlallah! (Bu dua) Necd'imize de mi? — bir lafızda ise Doğumuza da mı?" şeklindedir— diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Orada zelzele, fitneler vardır ve oradan şeytanın boynuzu çıkar" buyurdu. İbn Asâkir rivâyetinde:

“Şerrin onda dokuzu oradadır" lafzını eklemiştir.

İbn Asâkir ve Hatîb, el-Muttefik ve'l-Muteferrik'te, İbn Amr'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Hayır, ona bölünmüştür. Bunun dokuzu Şam'da, diğer biri de başka memleketlerdedir. Şer de ona bolümnüştür. Bunun biri Şam'da, diğer dokusu da başka memleketlerdedir. Şam halkı bozulunca sizin orada bulunmanızda hayır yoktur. "

Taberânî ve İbn Asâkir'in Abdullah b. Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allah, hayrı on'a böldü. Dokuzunu Şam'a, birini de yeryüzünün kalan kısmına yerleştirdi. Şerri de on'a böldü ve birini Şam'a, kalan dokuzunu da yeryüzünün kalan kısmına yerleştirdi. "

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ka'bu'l-Ahbâr der ki:

“Allah'ın (kutsal) kitabında yeryüzünü kerkenez kuşuna benzetiriz. Bu kuşun başı Şam, kanatları doğu ve batı, kuyruğu Yemen'dir. Baş durduğu müddetçe insanlar hayır içindedir. Baş koparılınca insanlar helak olur. Canım elinde olana yemin ederim ki, Arap yarımadasında hiçbir yer yoktur ki, orada Şam halkından olan otuz veya kırk kişilik atlı grubu İslam üzere kalmaları için kendileriyle savaşmasın. Eğer Şam'dan olan bu savaşçılar olmasa onlar küfre girerlerdi."

İbn Asâkir, İyâs b. Muâviye'nin:

“Dünya bir kuşa benzetilmiş, Mısır ve Basra bu kuşun kanatlarına, Cezîre (Arap Yarımadası) göğüs kafesine, Şam başına ve Yemen'de kuşun kuyruğuna benzetilmiştir" dediğini bildirir.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih:

“Yeryüzünün başı Şam'dır" demiştir.

İbn Asâkir, Ka'b'ın:

“Allah'ın indirilen (bir kutsal) kitabında, yeryüzünün, Şam'dan kırk yıl önce harab olacağını görüyorum" dediğini bildirir.

İbn Asâkir, Buhayr b. Sa'd'ın:

“Yeryüzü harab olduktan sonra Şam kırk yıl daha kalır" dediğini bildirir.

İbn Asâkir, Abdullah b. Ömer'den şöyle bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kıyamet kopmadan, önce Hadramût'tan bir ateş çıkıp insanları diriltecek" buyurunca, biz:

“Ey Allah'ın Resûlü! O zaman ne yapmamızı emredersin?" diye sorduk. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şam'da olmaya bakınız" buyurdu.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr) der ki:

“Yemen'den bir ateşin çıkıp insanları Şam'a sürmesi yakındır. Onlarla sabahlar, onlar konaklayınca o da konaklar; yola çıkınca kendilerini takib eder. Bu ateşin çıktığını duyduğunuzda Şam'a gidiniz."

Temmâm, Fevâid'de ve İbn Asâkir, Abdullah b. Amr'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Ben (uyurken) Kitab'ın direğinin başımın altından alındığını gördüm ve (onu alıp götüreceklerini zannederek) bakmaya başladım. Bu sırada yükselen bir nur olan Kitabın direğini Şam'a doğru yönelttiler. Şunu bilin ki, fitneler çıktığı zaman iman Şam'dadır."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Leys b. Sa'd der ki:

“Hor görülüp ezilmekte olan kavmi (İsrailoğullarını), toprağına bolluk ve bereket verdiğimiz yerin doğu ve batı taraflarına mirasçı kıldık..." âyetinde, miras kılınan yer Mısır'dır ve bu şehir, Allah'ın Kitab'ında bereketli kılınmıştır.

İbn Abdilhakem, Tarih Mısır'da, Muhammed b. er-Rabî el-Cîzî, Müsned es- Sahabe ellezîne Dahalû Mısf da, Abdullah b. Amr'ın:

“Mısır, yeryüzünün en güzel, en son harab olacak toprağıdır. Yeryüzünde bereketten bir şey olduğu müddetçe orada da bereket olacaktır" dediğini bildirir.

İbn Abdilhakem, Abdullah b. Amr'ın:

“Firdevs'i hatırlamak veya dünyadayken Firdevs'in benzerine bakmak isteyen, toprağı yeşerdiği ve meyveleri yetiştiği zaman Mısır'a baksın" dediğini bildirir."

İbn Abdilhakem, Ka'bu'l-Ahbâr'ın:

“Cennetin benzerine bakmak isteyen, yeşerdiği zaman Mısır'a baksın" dediğini bildirir.

İbn Abdilhakem'in İbn Lehîa'dan bildirdiğine göre Amr b. el-Âs:

“Mısır halkına emirlik yapmak, hilafet görevini yapmaya eşittir" derdi.

İbn Abdilhakem, Abdulah b. Amr b. el-Âs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Dünya, kuşun, başı, göğsü, iki kanadı ve kuyruğu olmak üzere beş surette yaratılmıştır. Başı, Mekke, Medine ve Yemen, göğsü Şam ve Mısır, sağ kanadı Irak, sol kanadı Sind ve Hind, kuyruğu ise Hemmâm'dan (İskenderiye ve Afrika arasında, Afrika'ya yakın bir şehir), Güneş'in battığı yere olan kısımdır. Kuşun en kötü yeri de kuyruğudur."

Ebû Nuaym, el-Hilye'de, Nevf'in şöyle dediğini bildirir:

“Dünya kuşa benzetilmiştir. Kuşun kanadı kesilince kuş düşer. Yeryüzünün iki kanadı Mısır ve Basra'dır. Bu iki şehir bozulunca, dünya yok olur."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen, "Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, onların sabretmeleri karşılığında gerçekleşti" sözünden kastedilen, Hazret-i Musa'nın Firavun'a galip gelmesi ve Yüce Allah'ın onları yeryüzüne yerleştirip yeryüzünün varisleri kılmasıdır.

İbn Ebî Hâtim, İbn Vehb vasıtasıyla, Mûsa b.Âli'den, babasının şöyle dediğini bildirir:

“İsrâiloğulları Firavun'un kavmiyle aynı yerde yaşıyordu ve Firavun onlara dört yüz kırk yıl hükmetti. Buna karşılık Allah İsrailoğullarına sekiz yüz seksen yıl idareyi ele almalarını nasib etti. İlk çağlarda kişi bin yıl yaşardı ve ancak yüz yirmi yaşında büluğ çağına erişirdi."

İbn Sa'd, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki:

“İnsanlar, idarecileri tarafından bir mağduriyete uğrayınca sabredip Allah'a dua etseler, fazla zaman geçmeden Allah o mağduriyetlerini giderir. Ama insanlar böyle durumlarda kılıca (silaha) sığınıp ona güvenirler. Vallahi böyle yapanlar, bir gün bile hayır görmezler." Hasan bu sözleri söyledikten sonra, "Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, onların sabretmeleri karşılığında gerçekleşti..." âyetini okudu.

Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh, Hasan(-ı Basrî)'nin bu âyeti açıklarken:

“İsrailoğullarına verilenler, ancak sabırları sebebiyle verilmiştir. Bu ümmet, sıkıntıya düşünce kılıca sığındığı müddetçe hayır elde edemez" dediğini bildirir.

Ahmed, Zühâ'de, Ebu'd-Derdâ'nın:

“Başına defedemeyeceğin bir iş geldiği zaman sabret ve Allah'dan bir çıkış yolu kılmasını bekle" dediğini bildirir.

Ahmed, Beyân b. Hakîm'in şöyle dediğini bildirir: Ebu'd-Derdâ'ya bir adam gelerek bir komşusunu şikayet edince, Ebu'd-Derdâ:

“Sabret, Allah seni ondan koruyacaktır" dedi. Fazla geçmeden, Muâviye gelip adama bağışta bulundu. Adam Ebu'd-Derdâ'ya gelip durumu anlatınca, Ebu'd-Derdâ:

“Bu, Allah'ın sana vermiş olduğu bir ödüldür" karşılığını verdi.

Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "Firavun ve kavminin yaptıklarını ve (özenle kurup) yükselttiklerini yerle bir ettik" âyetini açıklarken:

“Allah, kâfire, onu ameliyle helak etmekiçin az bir mühlet verir" dediğini bildirir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesinin mânâsı, inşa etmektir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Firavun ve kavminin yaptıklarını ve (özenle kurup) yükselttiklerini yerle bir ettik" âyetini açıklarken:

“Yaptıkları ev ve benzeri yüksek binaları "darmadağın ettik" demektir. Firavun'un kavminin asma ağaçları çardaksızdı" demiştir.

138

Bkz. Ayet:141

139

Bkz. Ayet:141

140

Bkz. Ayet:141

141

"İsrailoğullarını denizden geçirdik, orada kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastladılar. Bunun üzerine: «Ey Mûsa! Onların tanrıları olduğu gibi, sen de bizim için bir tanrı yap!» dediler. Mûsa: «Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz« dedi. Şüphesiz bunların içinde bulundukları (din) yıkılmıştır, yapmakta oldukları da bâtıldır. Mûsa dedi ki: «Allah sizi âlemfere üstün kılmışken ben size Allah'tan başka bir tanrı mı arayayım? Hatırlayın ki, size işkencenin en kötüsünü yapan Firavun un adamlarından sizi kurtardık. Onlar oğullarınızı öldürüyorlar, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardır.»"

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre İsrâiloğullarının rastladığı kavim, Lahm kabilesidir.

İbn Ebî Hâtim, Ebû İmrân el-Cevnî'nin:

“İsrâiloğullarının rastladığı kavim Lahm ve Cüzâm kabilesidir" dediğini bildirir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki:

“İsrâiloğullarının rastladığı kavmin taptığı putlar, bakırdan yapılmış inek heykelleriydi. Sâmirî, buzağıyı yaptığı zaman bu buzağı rastladıkları kavmin heykellerine benzetildi. Yüce Allah'ın, onlar aleyhine delil olması ve sonra kendilerinden intikam almasına sebep olan buzağının yapılması bu şekilde olmuştur."

Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "Ey Mûsa! Onların tanrıları olduğu gibi, sen de bizim için bir tanrı yap..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Sübhânallah! Allah'ın kölelikten kurtardığı, denizi aşırdığı, düşmanlarını helak ettiği ve büyük mucizeler gösterdiği kavim, daha sonra açıkça şirk koşmak için kendilerine put yapılmasını istediler."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, Taberânî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Ebû Vâkid el-Leysî'den bildirir: Huneyn savaşından önce Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile çıkıp bir ağacının yanından geçerken:

“Ey Allah'ın Resûlü! Kâfirlerin (kutsal saydıkları) o askılı ağacı gibi bize de bir ağaç edin" dedim. Kâfirler silahlarını bir sedir ağacına asıp etrafında tavaf yaparlardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allahu ekber! Bu söz, İsrailoğullarımn, Hazret-i Mûsa'ya: «Ey Mûsa, bunlann nasıl ilahları varsa bize de öyle ilah yap» demelerine benzer. Şüphesiz ki sizler, sizden öncekilerin izini takib ediyorsunuz" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Münzir ve Taberânî, Kesîr b. Abdillah b. Avf vasıtasıyla, babasından, o da dedesinin şöyle dediğini bildirir: Fetih yılı, bin küsur kişiyle Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber gazveye çıktık ve Allah Mekke ve Huneyn'i fethetmemizi nasib etti. Huneyn ile Tâif arasındayken büyük bir sedir ağacına rastladık. Bu ağaca silahlar asıldığı için, "Askılı ağaç" diyorlardı ve bu ağaca ibadet ediyorlardı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ağacı görünce yaz günü olmasına rağmen ondan uzaklaşıp gölgesi daha küçük olan bir ağacın altına gitti. Bir adam:

“Ey Allah'ın Resûlü! Kâfirlerin (kutsal saydıkları) o askılı ağacı gibi bize de bir ağaç edin" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Canım elinde olana yemin ederim ki, bu söz, İsrailoğullarının, Hazret-i Mûsa'ya: «Ey Mûsa, bunların nasıl ilahları varsa bize de öyle ilah yap» demelerine benzer. Şüphesiz ki sizler, sizden öncekilerin izini takib ediyorsunuz" buyurdu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi "Hüsran" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen kelimesi "Helak olan" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim, İbn Zeyd'in, (.....) âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: (.....) zarara uğratılmış mânâsındadır. (.....) ve (.....) aynıdır. Bu iki kelime, "Ğafûrun Rahîm, Afuvvun Ğafûr" gibidir. Araplar:

“Mutebber fakir ve Muhassarfakir sözlerini aynı anlamda kullanırlar."

142

"Mûsâ'ya otuz gece süre belirledik, buna on (gece) daha kattık. Böylece Rabbinin belirlediği vakit kırk geceye tamamlandı. Mûsâ, kardeşi Hârûn'a, «Kavmim arasında benim yerime geç ve yapıcı ol. Sakın bozguncuların yoluna uyma» dedi"

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh değişik yollarla İbn Abbâs şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Mûsa'ya belirlenen süre, Zilkâde ayı ve Zilhicce ayından da on gündür."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süleymân et-Teymî der ki:

“Hadramî'nin iddia ettiğine göre Hazret-i Mûsa'ya belirlenen sürenin otuz günü Zilkâde ayı, bu otuz günü kırk güne tamamlayan on gün ise Zilhicce ayının on günüdür."

İbnu'l-Münzir, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir:

“Yılın hiçbir ayında yapılan amel, Zilhicenin ilk on gününde yapılan amel kadar faziletli değildir.

Bu günler, Yüce Allah'ın Hazret-i Mûsa'ya belirlediği otuz güne eklediği on gündür."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye der ki:

“Hazret-i Mûsa'ya belirlenen otuz günük süre Zilkade ve Zilhicce'den on gündür. Hazret-i Mûsa kavminden ayrılıp Hazret-i Hârun'u yerine bıraktı ve Tûr dağında kırk gece kaldı. Bu sürede kendisine Tevrat levhalar halinde nazil oldu, Yüce Allah onu kendisine, Hazret-i Mûsa Kalem'in hışırtısını duyacak kadar yaklaştırıp konuşturdu. Bize ulaştığına göre Hazret-i Mûsa bu kırk gece zarfında, Tûr dağından ininceye kadar abdest bozmadı."

Abdürrezzâk ve Abd b. Humeyd'in Mücâhid'den bildirdiğine göre Hazret-i Mûsa'ya belirlenen kırk gecenin otuz gecesi Zilkâde, on gün ise Zilhice ayındandır.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Mûsa'ya otuz gece süre belirledik, buna on (gece) daha kattık..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Hazret-i Mûsa kavmine:

“Rabbim bana onunla buluşmam için otuz gün belirledi ve Hârûn'u başınıza getirmemi emretti" dedi. Hazret-i Mûsa kavminden ayrılıp Rabbiyle buluşmaya gidince Allah bu otuz güne kırk gün ekledi. İsrâiloğulları bu on günde fitneye düştüler. Otuz gün geçince daha önce Cibrîl'i görmüş ve atının ayak izinden toprak almış olan olan Sâmirî:

“Ey İsrâiloğulları! Yanınızda Firavun'dan kalmış olan süs eşyaları vardır ve bunları kullanmanız haramdır. Bu süsleri getirin de yakalım" dedi. Bunun üzerine İsrâiloğulları yanlarındaki süs eşyalarını getirdiler ve Sâmirî ateş yakıp süs eşyalarını ateşe attı. Süs eşyaları eriyince de Cibrîl'in atını ayak izinden aldığı toprağı ateşe attı ve süs eşyaları böğüren bir buzağıya dönüştü. Buzağı tek bir defa böğürdü, bir daha da böğürmedi. Bu sefer, etrafındakilere:

“Mûsa Rabbinizle buluşmak için gitti ama işte bu, Mûsa'nın da ilâhıdır" dedi. "Bu sizin de Musa'nın da tanrısıdır, ama o unuttu..." âyeti buna işaret etmektedir. Sâmirî şöyle dedi:

“Mûsa, Rabbiyle buluşmak için gitti, ama Onu bulamadı. İşte onun Rabbi budur." Yüce Allah Hazret-i Musa'yla konuşurken:

“Doğrusu Biz, senden sonra milletini sınadık; Samiri onları saptırdı" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Musa, "Milletine kızgın ve üzgün olarak döndü. "Ey milletim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Uzun bir zaman mı geçti, yoksa Rabbinizin gazabına mı uğramak istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?" dedi."

Ahmed, Zühd'de, Vehb (b. Münebbih)'in şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah Hazret-i Mûsa'ya:

“Kavmine, Zilhicce'nin on gününde bana yönelmelerini ve dua etmelerini emret. Onuncu gün olunca huzuruma çıksınlar, o zaman kendilerini affederim" buyurdu. Vehb der ki:

“Yahudiler yanlış günde affedilmeyi istediler, ayların hesabı konusunda Araplar kadar doğru bileni yoktur."

Deylemî, İbn Abbâs'tan merfû olarak Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Hazret-i Mûsa otuz gün sonrasında Rabbine gidip konuşmak ister; ama oruçlu olan bir kimsenin ağzındaki o kokuyla Rabbiyle konuşmayı uygun görmeyerek yerden bazı otlar alır ve çiğner. Rabbi ona orucunu niçin bozduğunu sorunca da: «Ya Rabbi! Ağzım kötü kokarken seninle konuşmaya utandım» diye cevab verir. Allah: «Ey Mûsa! Bilmiyor musun ki oruçlunun ağzından gelen koku benim katımda misk kokusundan daha güzeldir. Git; on gün daha oruç tut, sonra yanıma gel» buyurdu. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa (aleyhisselam) Rabbinin emrini yerine getirdi. Yüce Allah ile Hazret-i Mûsa arasındaki konuşma bu on günde vuku bulmuştur. "

143

"Mûsa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de Rabbi onunla konuşunca «Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!» dedi. (Rabbi); «Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!» buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Mûsa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim."

Bezzâr, İbn Ebî Hâtim, Ebû Nuaym, el-Hilye'de ve Beyhakî, el-Esmâ ve's- Sifât'ta, Câbir'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

"Allah Tur gününde Hazret-i Mûsa ile konuşurken onu daha önce çağırdığı günkü konuşmasından daha başka bir şekilde konuşmuştur. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa: «Ey Rabbim! Bu, daha önce benimle konuştuğun gibi midir?» diye sorunca, Allah: «Ben seninle on bin dil gücüyle konuştum. Tüm dillerin gücü benim içindir ve ben daha kuvvetliyim» buyurdu. Hazret-i Mûsa, İsrailoğullarına geri döndüğünde kendisine: «Ey Mûsa! Bize Rahman'in konuşmasının özelliklerini anlat» deyince, Hazret-i Mûsa: «Buna gücünüz yetmez. Siz hiç çakan şimşeklerin sesini duymadınız mı? İşte o ses de işittiklerinizin en tatlısıdır. Allah'ın sesi de ona yakındır ama o değildir» karşılığını verdi."

Abdullah b. Ahmed, Zühd'ün zevâidinde, Atâ b. es-Sâib'in:

“Hazret-i Mûsa'nın altı yüz arşın boyunda bir çadırı vardı ve onun içinde Rabbine münacaatta bulunurdu" dediğini bildirir.

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de, Ka'b(u'l-ahbâr)'ın şöyle dediğini nakleder:

“Yüce Allah Hazret-i Mûsa ile konuşunca, Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Senin kelamın böyle mi?" diye sordu. Yüce Allah:

“Ey Mûsa! Ben seninle on bin dil gücüyle konuştum. Tüm dillerin gücü benim içindir. Eğer seninle kendi kelamımla konuşsaydım yok olurdun" buyurdu.

Abdürrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Ka'b(u'l-ahbâr)'ın şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah, Hazret-i Mûsa konuşurken, Hazret-i Mûsa'nın dilinden önce bütün dillerle konuştu. Hazret-i Mûsa hepsinde de:

“Ey Rabbim! Anlamıyorum" dedi. Sonunda Allah onunla kendi diliyle ve sesiyle konuştu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Senin kelamın böyle mi?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Hayır. Eğer konuşmamı olduğu gibi duyacak olsaydın yok olurdun" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Yarattıkların arasında Senin konuşmana benzeyen bir şey var mıdır?" diye sorunca ise Yüce Allah:

“Hayır. Yarattıklarım arasında konuşmama en yakın olanı, insanların duydukları en şiddetli şekilde çakan şimşeklerin sesidir" buyurdu.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el- Kurazî der ki: Hazret-i Mûsa'ya:

“Rabbinin konuşmasını, yaratılmışlardan neye benzettin?" diye sorduklarında, Hazret-i Mûsa:

“Durgun bir şimşeğe benzettim" cevabını verdi.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim, Ebu'l-Huveyris Abdurrahman b. Muâviye'nin şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah, Hazret-i Mûsa ile gücünün yeteceği kadar konuştu. Eğer bütün kelamıyla konuşsaydı Hazret-i Mûsa'nın buna gücü yetmezdi. Hazret-i Mûsa Tûr dağında kırk gece kaldı. Bu kırk gün zarfında Hazret-i Mûsa'yı biri görse Âlemlerin Rabbinin nuruyla ölürdü."

Deylemî, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kardeşim Mûsa, Rabbinin münacaatına çıktığında Rabbi onunla bin iki yüz kelime konuşmuştur, tik konuştuğu dil Berberice idi ve Berberice olarak: «Ey Mûsa! Ben Yüce olan Allah'ım» buyurmuştu. Hazret-i Mûsa: «Ey Rabbim! Dünyayı, düşmanlarına verdin, dostlarına ise vermedin» deyince Yüce Allah: «Dünyayı, düşmanlarıma bulansınlar diye verdim. Dostlarım da Bana münacaatta bulunsunlar diye vermedim» buyurdu."

İbn Ebî Hâtim'in İbn Aclân'dan bildirdiğine göre Yüce Allah Hazret-i Mûsa ile bütün dilerle konuşmuştur ve konuştuğu diller arasında Berberice de vardır. Hazret-i Mûsa'ya Berberice olarak:

“Ben Yüce olan Allah'ım " buyurmuştur.

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifâftz, İbn Mes'ûd'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Yüce Allah Hazret-i Mûsa ile konuştuğu zaman Hazret-i Mûsa'nın üzerinde yünden bir cübbe, yünden gömlek, yünden şalvar; yün şapka ve ölmüş eşek derisinden yapılmış bir ayakkabı vardı."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Abdurrahman b. Muâviye der ki:

“Hazret-i Mûsa, Rabbiyle konuştuğu zaman, kırk gün boyunca Tûr dağında kaldı. Bu süre zarfında onu gören herken, Âlemlerin Rabbinin nuruyla öldü."

Ebu'ş-Şeyh, Urve b. Ruveym'in şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Mûsa, Rabbi kendisiyle konuştuktan sonra kadınlara yaklaşmadı ve yüzüne bir burka geçirildi. Hazret-i Mûsa'nın yüzüne bakan ölüyordu. Hazret-i Mûsa yüzünü açıp hanımına gösterince, güneş ışığı gibi bir ışık vurdu ve hanımı elini yüzüne kapatıp Allah için secdeye kapandı."

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Ebû Nuaym, el-Hilye'de, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah, Hazret-i Mûsa ile bin makamda konuştu. Her konuşmasında da Hazret-i Mûsa'nın yüzünde üç gün boyunca bir nur göründü. Hazret-i Mûsa Rabbiyle konuştuktan sonra kadınlara yaklaşmadı."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Urve b. Ruveym el-Lahmî der ki: Hanımı, Hazret-i Mûsa'ya:

“Kırk yıldır senden uzağım (bana yaklaşmıyorsun). Sana bir defa bakabilir miyim?" dedi. Hazret-i Mûsa yüzündeki burkayı kaldırınca yüzündeki nurdan kadının gözleri kamaştı ve:

“Allah'a dua et te Cennette beni zevcen yapsın" dedi. Hazret-i Mûsa:

“Benden sonra evlenmemen ve sadece elinin emeğini yemen şartıyla olur" karşılığını verdi. Hazret-i Mûsa'nın hanımı ekin biçenlerin ardından kalanları seçerek geçinirdi. Ekin biçenler onu görünce kendisi için ekinden bırakırlardı, ama o böyle yaptıklarını hissedince bıraktıklarını almazdı.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Zühd'de, Ebû Hayseme, Kitabu'l-İlim'de  ve Beyhakî, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini nakleder: Hazret-i Mûsa, Yüce Allah kendisiyle konuştuğu zaman:

“Ey Rabbim! Hangi kullarını daha çok seversin?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Beni en fazla zikredeni" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Hangi kulun daha güzel hüküm verendir?" diye sorunca, Allah:

“Kendi aleyhinde, insanların aleyhinde hüküm verdiği gibi verendir" buyurdu.

Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Hangi kulların daha zengindir?" diye sorunca, ise Allah:

“Verdiğime razı olandır" buyurdu.

Ahmed, Ziıhd'de ve Beyhakî, Hasan(ı Basrî'nin) şöyie dediğini bildirir:

“Hazret-i Mûsa, Allah'tan bütün hayırları toplayan şeyi sorunca, Yüce Allah:

“İnsanların sana nasıl davranmasını istiyorsan, sen de onlara öyle davran" buyurdu.

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdirul-Usul'da, Taberânî ve Beyhakî, Cuveybir vasıtasıyla Dahhâk'tan, o da İbn Abbâs'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Yüce Allah, Hazret-i Mûsa ile üç günde yüz kırk bin kelimeyle konuştu. (Daha sonra) Hazret-i Mûsa, kulakları Rabbinin kelamına alıştığı için insanların sözlerini duyunca rahatsız olmaya başladı. Yüce Allah'ın Hazret-i Mûsa'ya söyledikleri arasında şunlar da vardır: «Ey Mûsa! Zahidler zühdden öte bir şey yapamazlar. Bana yaklaşmak isteyenler kendilerine haram kılınandan sakınmanın dışında bir amelle bana yaklaşamazlar. Âbidler korkumdan ağlamaktan başka bir amelle kulluk yapamazlar.» Bunun üzerine Hazret-i Mûsa: «Ya Rabbil Ey bütün yaratılmışların İlahı! Ey din gününün sahibi, Ey büyüklük ve kerem sahibi! Bu kulların için ne hazırladın, onlara mükâfat olarak ne vereceksin?» diye sorunca, Yüce Allah: «Zahidlere cennetimi vereceğim. Öyle ki diledikleri gibi yer edinsinler. Kendilerine haram kıldığım şeylerden sakınanlara ise kıyamet gününde, insanları hesaba çekerken her ayrıntıdan hesaba çekeceğim, ama haramlarımdan sakınanlara tazim ve ikram edecek; onları hesaba çekmeden cennete sokacağım. Benim korkumdan ağlayan kimselere gelince, en yüce dost onlar içindir. Bu hususta hiç kimse onlara ortak olmaz» diye cevap verdi. "

Ebû Ya'lâ, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Ebû Saîd el- Hudrî'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Hazret-i Mûsa: «Ey Rabbim! Bana, seni zikredeceğim ve dua edeceğim bir şey öğret» deyince, Yüce Allah: «"Ey Mûsa:

“Lâ ilahe illallah" de» buyurdu. Hazret-i Mûsa: «Ey Rabbim! Bütün kulların bunu söylüyor» deyince de, Yüce Allah: «Lâ ilahe illallah, de» buyurdu. Hazret-i Mûsa: «Ey Rabbim! Senden başka ilah yoktur. Ben, kendime has bir şey istiyorum» deyince, Allah: «Ey Mûsa! Eğer yedi gök, yedi kat yeryüzü ve içindekiler terazinin bir kefesine, "Lâ ilahe illallah" diğer kefeye konsa, "Lâ ilâhe illallah" kelimesinin olduğu kefe ağır gelirdi» buyurdu.

Ahmed, Zühd'de ve îbn Ebi'd-Dünyâ, Kitabu'l Evliyâ'da, Atâ b. Yesâr'ın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Arş'ının gölgesinde gölgelendireceğin ehlin kimlerdir?" diye sorunca, Yüce Allah şöyle buyurdu:

“Onlar, elleri bol ve kalbleri temiz olan, celâlim hakkı için birbirini seven kimselerdir. Onlar, Ben anıldığım zaman Beni zikreden, zikrettikleri vakit de zikirleriyle anıldığım kimselerdir. Onlar öyle kimselerdir ki, sıkıntılı vakitlerde abdestlerini güzelce alırlar ve kartalların yuvalarına döndüğü gibi Benim zikrime koşarlar. Çocukların insan sevgisine düşkün oldukları gibi onlar da Benim sevgime düşkün olurlar. Haramlarım helâl edinildiği vakit köşeye sıkıştırılmış kaplan gibi öfkelenirler."

Ahmed, İmrân el-Kasîr'in şöyle dediğini bildirir: Mûsa b. İmrân:

“Ey Rabbim! Seni nerede arayayım?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Kalpleri kırık olanların yanında ara. Ben onlara her gün bir kulaç yaklaşırım. Eğer böyle olmasaydı onlar perişan olurlardı" buyurdu.

İbnu'l-Mübârek ve Ahmed, Ammâr b. Yâsir'den bildiriyor: Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Bana, en çok sevdiğin kulları söyle" deyince Yüce Allah:

“Neden?" diye sordu. Hazret-i Mûsa:

“Senin onları sevdiğinden dolayı benim de sevmem için" cevabını verince, Allah:

“Dünyanın bir ucundaki tanımadığı adamın başına bir musibet geldiği zaman onu tanımadığı halde kendisi musibete uğramış gibi üzülen, ona bir diken batınca, kendisine batmış gibi acı duyan ve bunu sadece Benim için yapan dünyanın öbür ucundaki insandır. Bu kişi, yarattıklarım arasında en çok sevdiğim kişidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Cehenneme sokacak veya azab edecek mahluklar mı yarattın!" deyince Allah:

“Hepsi Benim yarattıklarımda" buyurdu. Sonra:

“Ekin ek"" buyurdu. Hazret-i Mûsa ekin ekince, Allah:

“Onu sula!" buyurdu. Hazret-i Mûsa ekini sulayınca, Allah:

“Ekinin başında dur!" buyurdu. Hazret-i Mûsa ekin olgunlaşınca biçip kaldırdı. Yüce Allah:

“Ey Mûsa! Ekinine ne oldu?" diye sorunca, Hazret-i Mûsa:

“Onu biçip kaldırdım" cevabını verdiç Allah:

“Ondan bir şey bırakmadın mı?" diye sorunca ise:

“İşe yaramayan kısmını bıraktım" cevabını verdi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Ben de öyle. Sadece işe yaramayanı (hayırsızı) azaplandırırım" buyurdu.

Ebû Nuaym, el-Hilye'de, Hazret-i Âişe'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Hazret-i Mûsa: «Ey Rabbim! Senin için yarattıklarının en değerlisini bana söyle» deyince, Yüce Allah: «Kartalın istediği yöne uçtuğu gibi Benim istediğim şeylere hızla koşandır. Çocukların insan -sevgisine düşkün oldukları gibi salih kullarıma düşkün olan. Haramlarım helâl edinildiği vakit rahatsız edilmiş kaplan gibi öfkelenendir. Şüphesiz ki kaplan öfkelendiği zaman insanların az veya çok olduğunu umursamaz» buyurdu. "

İbn Ebî Şeybe, Urve'den aynı hadîsi mevkuf olarak nakletmiştir.

Ebû Nuaym, el-Hilye'de, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Mûsa Rabbine:

“Hangi kulların daha zengindir?" diye sorunca, Allah:

“Kendisine verilenle kanaat eden" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Hangi kulların daha güzel hüküm verendir?" diye sorunca, Allah:

“Kendi hakkında, insanların hakkında verdiği gibi hüküm verendir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Hangi kulların daha bilgilidir?" diye sorunca ise Allah:

“Benden en fazla korkanlardır" buyurdu.

Ebû Bekr b. Ebî Âsim, es-Sünne'de ve Ebû Nuaym, Enes'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Bir gün Hazret-i Mûsa yolda yürürken, Cebbâr olan Allah: «Ey Mûsa!» diye seslendi. Hazret-i Mûsa sağa sola baktı, ama kimseyi göremedi. Yüce Allah ona bir daha: «Ey Mûsa b. îmrân!» diye seslenince, Hazret-i Mûsa yine sağa sola baktı ve kimseyi göremeyince endişeyle irkildi. Sonra Yüce Allah üçüncü defa: «Ey Mûsa b. İmrân! Ben, kendisinden başka ilah olmayan Allah'ım» buyurunca, Hazret-i Mûsa: «Buyur ey Rabbim!» deyip secdeye kapandı. Allah: «Ey Mûsa b. îmrân! Başını kaldır» deyince Hazret-i Mûsa başını kaldırdı. Allah şöyle buyurdu: «Ey Mûsa! Eğer, Benim gölgemden başka gölgenin olmadığı günde Arş'ımın gölgesinde gölgelenmek istiyorsan, yetime, merhametli baba gibi ol. Dul kadına da, onu muhafaza eden ve gözeten koca gibi ol Ey Mûsa b. İmrânl Merhametli ol. Böyle olursan, sana da merhamet edilir. Ey Mûsa! Sen nasıl davranırsan, sana da öyle davranılır.Ey Mûsa! İsrailoğullarına haber ver ki, kim Habîbim Muhammed'e yetişir de ona iman etmezse, onu ateşe atarım.» Hazret-i Mûsa: «Muhammed kimdir?» diye sorunca, Allah: «Ey Mûsa! İzzetim ve celâlim hakkı için, benim için ondan daha değerlisini yaratmadım. Gökleri, yeri, Güneş'i ve Ay'ı yaratmadan bin yıl önce onun adını Benim adımla beraber Arş'a yazdım. İzzetim ve celâlim hakkı için, Muhammed ve ümmeti Cennete girmeden, kimse Cennete giremez» buyurdu. Hazret-i Mûsa: «Ey Rabbim! Onun ümmeti kimdir?» diye sorunca, Allah: «Onun ümmeti, çıkarken, inerken ve her halde bana hamd ederler. Temizdirler. Gündüzleri oruç tutar, geceleri ibadet ederler. Onların yaptığı az bir şeyi de kabul ederim. "La ilahe illallah" deyip, bunu kalbleriyle tasdik ve kabul ettikten sonra, onları Cennete sokarım» buyurdu. Bunun üzerine, Hazret-i Mûsa: «Ey Rabbim! "Beni bu ümmetin Peygamberi eyle"» deyince, Allah: «Onların Peygamberi, kendilerindendir» buyurdu. Hazret-i Mûsa bu defa: «Ey Rabbim! Beni o peygamberin ümmetinden kıl» diye yalvarınca, Allah: «Ey Mûsa! Sen önce geldin. Onlar sonra gelecekler. Fakat âhirette seninle onu bir araya getiririm» buyurdu."

Ebû Nuaym'ın bildirdiğine göre Vehb der ki: Hazret-i Mûsa:

“Allahım! Seni diliyle ve kalbiyle zikredenin sevabı nedir?" diye sorunca, Allah:

“Ey Mûsa! Kıyamet günü onu Arş'ımın gölgesinde gölgelendiririm ve himayeme alırım" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Hangi kulların daha bedbahttır?" diye sorunca, Allah:

“Kendisine nasihat fayda etmeyen ve yalnız kalınca Beni zikretmeyen kişidir" buyurdu.

Ebû Nuaym'ın bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr) der ki: Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Durumu iyi oluncaya kadar bir yetimi barındıran veya dul bir kadına kefil olanın sevabı nedir?" diye sorunca, Allah:

“Onu cennetime yerleştiririm ve Benim gölgemden başka gölgenin olmadığı günde kendisini gölgelendiririm" buyurdu.

İbn Şahin, et-Terğîb'de, Ebû Bekr es-Sıddîk'in şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Yakını ölen birini teselli edene ne vardır?" diye sorunca, Allah:

“Benim gölgemden başka gölgenin olmadığı günde kendisini gölgelendiririm" buyurdu.

Âdem b. Ebî İyâs, Kitabu'l-İlim'de, Abdullah b. Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Mûsa kendisiyle konuşulmak için yaklaştırılınca Arş'ın gölgesinde bir adam görüp ona bulunduğu konumdan dolayı gıpta etti ve Yüce Allah'a adamın kim olduğunu sordu. Allah, Hazret-i Mûsa'ya adamın adını söylemedi ve onun amelinin ne olduğunu bildirerek şöyle buyurdu:

“Bu adam, Allah'ın kendilerine verdiğinden dolayı insanları kıskanmazdı. Anne babasına iyi davranırdı. Koğuculuk yapmazdı" buyurup:

“Ey Mûsa! Ne istemeye geldin?" diye sordu. Hazret-i Mûsa:

“Hidâyeti istemek için geldim ey Rabbim!" cevabını verince, Allah:

“Hidâyeti buldun ey Mûsa!" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Geçmiş, gelecek ve bunlar arasındaki, Senin benden daha iyi bildiğin günahlarımı bağışla. Nefsimin vesvesesinden ve kötü amellerimden sana Sana sığınırım" deyince, kendisine:

“Ey Mûsa! İstediğin verildi" denildi.

Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Senin için hangi ameli yapmamı daha çok seversin?" diye sorunca, Allah:

“Beni zikret ey Mûsa" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Hangi kulların daha muttakidir?" diye sorunca, Allah:

“Beni zikredip unutmayan kullanırıdır" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Hangi kulların daha zengindir?" diye sorunca, Allah:

“Kendisine verilenle yetinendir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Hangi kulların dana üstündür?" diye sorunca, Allah:

“Hak ile hüküm veren ve hevasına uymayandır" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Hangi kulların daha alimdir?" diye sorunca, Allah:

“İnsanların ilmini onlardan öğrenip kendi ilmine eklemek azminde bulunan. Öyle ki o, bir kelime işitip te o kelimenin kendisini hidayete götürmesini veya bir belâdan kurtarmasını umar" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Amel yönünden hangi kullarını daha çok seversin?" diye sorunca, Allah:

“Dili yalan söylemeyen, tenasül uzvu zina etmeyen ve kalbinde fısk ve fücur bulunmayan kimseyi" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Bundan başka kimi seversin?" diye sorunca, Allah:

“Güzel ahlâka sahip mümin bir kalbi" cevabını verdi.

Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Senin katında en sevimsiz kulun hangisidir?" diye sorunca, Allah:

“Kötü ahlâka sahib kafir bir kalb" buyurdu: Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Bundan başka?" diye sorunca, Allah:

“Geceleri leş gibi yatan, gündüzleri tembel olan" buyurdu.

Ahmed'in, Zühd'de, Ebu'l-Celd'den bildirdiğine göre Allah, Hazret-i Mûsa'ya şöyle vahyetti:

“Beni zikrettiğin zaman, azaların titresin ve zikrim esnasında da huşu ve sükunet içerisinde ol. Yine Beni zikrettiğin vakit dilini kalbine tâbi kıl. Benim huzurumda kıyama durduğun vakit küçük, zelil bir kul gibi dur. Nefsini kına, çünkü o, kınanmaya en müstehak olandır. Bana münâcaatta bulunduğun zaman titreyen bir kalp ve doğru bir lisanla yakarışta bulun."

Ahmed, Kusey'den bildirir: Kitab ehlinden bir adamın bildirdiğine göre Yüce Allah Hazret-i Mûsa'ya:

“Ey Mûsa! Sen abdestsizken ölüm sana gelirse, kendinden başkasınv kınama" diye vahyetti. Yine Allah, Hazret-i Mûsa'ya:

“Allah, doğruluk sayesenda, sel, yangın, hırsızlık ve zâtulcenb hastalığı gibi yetmiş türlü kötülüğü defeder" diye vahyedince, Hazret-i Mûsa:

“Ateşi de defeder mi?" diye sordu. Allah:

“Ateşi de defeder" buyurdu.

Ahmed'in Ka'bu'l-Ahbâr'dan bildirdiğine göre Yüce Allah, Hazret-i Mûsa'ya:

“Hayrı öğret ve öğren; çünkü ben, hayrı öğretenlerin ve öğrenenlerin kabirlerini, yalnızlık hissetmesinler diye nurlandırırım" diye vahyetti.

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usul'da, Ebû Hureyre'nin şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Mûsa Tûr dağına çıktığı zaman Cebbar olan Allah, onun parmağında bir yüzük gördü ve:

“Ey Mûsa! Bu nedir?" diye sordu. Hazret-i Mûsa:

“Erkeklerin taktığı bir süs eşyasıdır ey Rabbim!" cevabını verince, Allah:

“Onun üzerinde Benim isimlerimden veya sözlerimden biri yazılmış mı?" diye sordu. Hazret-i Mûsa:

“Hayır" cevabını verince, Allah:

“Onun üzerine, «Her şeyin vakti ve süresi yazılıdır» yaz buyurdu."

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usu'l da, Atâ'dan bildiriyor: Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Çocuğun anne babasını öldürüp yetim bıraktın, şimdi onu böylece bırakacak mısın?" diye sorunca, Allah:

“Ey Mûsa! Kefil olarak Bana razı olmaz mısın?" buyurdu.

İbnu'l-Mübârek'in Atâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Hangi kullarını daha çok seversin?" diye sorunca, Allah:

“Beni en çok tanıyan kularımı" cevabını verdi.

Ahmed, Zühd'de ve Ebû Nuaym, el-Hilye'de, Vehb'den bildirir: Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Senin başlangıcının nasıl olduğunu bana soracaklar" deyince, Yüce Allah:

“Onlara, Benim, herşeyden önce var olduğumu, her şeyi var ettiğimi ve herşeyden sonra da var olacağımı bildir" buyurdu.

Ahmed, Zühd'de, Ebu'l-Celd'den bildiriyor: Hazret-i Mûsa, Rabbine:

“Ey Rabbim! Kullarına iletmem için bana muhkem bir âyet indir" deyince, Allah:

“'Ey Mûsa! Git ve kullarımın sana getirmelerini arzuladığın şeyi sen onlara götür" buyurdu.

Ahmed'in Katâde'den bildirdiğine göre Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Yeryüzüne en az olarak verdiğin şey nedir?" diye sorunca, Allah:

“Yeryüzüne en az verdiğim şey adalettir" buyurdu.

Ahmed'in Amr b. Kays'tan bildirdiğine göre Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Hangi insanlar daha takvalıdır?" diye sorunca, Allah:

“Beni zikreden ve unutmayandır" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Hangi insanlar daha bilgilidir?" diye sorunca ise:

“İnsanların ilminden öğrenip kendi ilmine katandır" buyurdu.

Ahmed ve Ebû Nuaym'ın Vehb b. Münebbih'ten bildirdiğine göre Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Hangi kullarını daha çok seversin?" diye sorunca, Allah:

“İnsanların onu gördüklerinde Beni hatırladığı kimseleri" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Hangi kullarını daha çok seversin?" diye sorunca ise:

“Hastaları ziyaret edenler, yakını ölene taziyede bulunan ve cenazeleri teşyî edenleri" buyurdu.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde der ki:

“Dağlara: «Yüce Allah tecelli edecek» denilince bütün dağlar kibirlendi; ancak Yüce Allah'ın tecelli ettiği dağ tevazu gösterdi."

Beyhakî, Şuabu'l-İmân'da, Ahmed b. Ebi'I-Havârî'den, Ebû Süleyman'ın şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah, insanların kalbine baktı ve Hazret-i Mûsa'nın kalbinden daha mütevazisini göremedi. Bu tevazusu sebebiyle konuşmak için onu seçti." Ebû Süleyman'dan başkası şöyle dedi:

“Yüce Allah dağlara: «Sizin üzerinizde kullarımdan biriyle konuşacağım» deyince bütün dağlar kendileri üzerinde konuşulsun diye böbürlenip yükseldiler ve sadece Tûr dağı tevazu göstererek: «Eğer bir şey takdir edilmişse olur» dedi. Yüce Allah, Tûr dağının bu tevazusu sebebiyle Hazret-i Mûsa'yla onun üzerinde konuştu."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Alâ b. Kesîr der ki: Yüce Allah, Hazret-i Mûsa'ya:

“Ey Mûsa! Seninle neden konuştuğumu biliyor musun?" diye sorunca, Hazret-i Mûsa:

“Hayır ey Rabbim!" cevabını verdi. Yüce Allah:

“Çünkü, senin gibi Bana tevazu gösteren kimseyi yaratmadım" buyurdu.

Ahmed, Zühd'de ve Ebû Nuaym, el-Hilye'de, Nevf el-Bikâlî'den bildirir: Allah, dağlara:

“Sizden birinizin üzerine ineceğim" diye vahyedince, Tûr dağı dışındaki bütün dağlar böbürlenip yükseldiler. Tur dağı, tevazu göstererek:

“Allah'ın benim için takdir ettiğine razı olurum" dedi. Ve iniş de onun üzerinde gerçekleşti." Bir lafızda ise şöyledir: Tûr dağı:

“Benim için bir şey takdir edilmişse gelecektir" deyince, Yüce allah, ona:

“Tevazundan ve kudretime olan rızandan dolayı senin üzerine ineceğim" diye vahyetti.

Hatîb, Tarih'te, Ebû Hâlid el-Ahmar'dan bildirir:

“Yüce Allah, Hazret-i Mûsa ile konuştuğu zaman İblis dağın karşısına dikildi. Bunun üzerine Cibrîl ona yetişip:

“Zillete düş ey lanetli! Burada ne yapıyorsun?" dedi. İblis:

“Babasına (Hazret-i Âdem'e) yaptığım şeyi ona da yapmaya geldim" deyince, Cibrîl:

“Zillete düş ey lanetli" dedikten sonra Hazret-i Mûsa'nın karşısında oturup ağlamaya başladı. Allah, Hazret-i Mûsa'nın cübbesini dile getirdi ve cübbe:

“Ey Cibril! Neden ağlıyorsun?" diye sordu. Cibrîl:

“Ben, Allah'a yakınım ve Hazret-i Mûsa'nın, Allah'ın kelamını duyduğu gibi ben de duymayı isterdim" cevabını verince, cübbe:

“Ey Cibrîl! Ben Mûsa'nın cübbesiyim ve Mûsa'nın cildinin üzerindeyim. Mûsa'ya ben mi daha yakınım,yoksa sen mi daha yakınsın ey Cibrîl! Buna rağmen ben Onu duyamıyorsam, sen nasıl duyacaksın!" dedi.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs (.....)sözünün mânâsının:

“Ey Rabbim! Bana, Seni görme imkanını ver" olduğunu söylemiştir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde der ki:

“Hazret-i Mûsa, Yüce Allah'ın konuşmasını duyunca Onu görmek istedi."

Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Mûsa, Rabbine:

“Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim.;." deyince, Yüce Allah:

“Ey Mûsa! Beni hiçbir zaman göremezsin. Ey Mûsa! Beni gördüğü halde kimse yaşayamaz" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Seni gördükten sonra ölmem, benim için Seni gördükten sonra yaşamamdan daha sevimlidir" deyince Yüce Allah:

“Ey Mûsa! Şu büyük, uzun ve sert dağa bak. "...eğer o yerinde durabilirse...", yerinden sarsılmazsa ve azametimi gördüğünden dolayı yıkılmazsa, zayıf ve güçsüz olmana rağmen "...sen de beni göreceksin." Dağ, sertliğine ve büyüklüğüne rağmen sarsılıp yıkıldı. Sen dağdan daha zayıf ve güçsüzsün" buyurdu.

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usul'da ve Ebû Nuaym, el-Hilye'de, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim" âyetini okuyup şöyle buyurdu:

“Yüce Allah: «Ey Mûsa! Beni gören her diri ölmüş, her kuru (büzülüp) yusyuvarlak olmuş, her yaş dağılmıştır. Beni, gözleri ölmeyecek ve bedenleri eskimeyecek olan cennet ahalisi görecektir» buyurdu. "

Abd b. Humeyd, Mücâhid'in, "Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin..." âyetinin mânâsını şöyle açıkladı:

“Muhakkak ki dağ, senden daha büyük ve yaratılış itibariyle senden daha güçlüdür. Yüce Allah dağa tecellî edince, Hazret-i Mûsa kendine hâkim olamayıp dağa baktı. Dağ öne doğru ilerleyip etekleri üzerine yıkıldı. Hazret-i Mûsa dağa yapılanı gördü ve baygın düştü."

İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Yüce Allah, Mûsa b. îmrân'a: «Seninle Tûr dağında konuşacağım» diye vahyedince, Hazret-i Mûsa'nın bulunduğu yer ile Tûr dağının arasında, dört fersah eninde ve dört fersah boyunca, gök gürlemesi, şimşek ve sağnak yağmur oldu. O gece soğuk bir geceydi. Hazret-i Mûsa gelip Tûr dağındaki bir kayanın önünde durunca, üzerinden su damlayan yeşil ve içinden neredeyse ateş çıkacak bir ağaç gördü. Hazret-i Mûsa hayretler içinde kalınca ağacın içinden kendisine: «Ey Mîşa!» diye seslenildi. Hazret-i Mûsa sesi dinleyip: «Benimle İbranice konuşan bu ses kimdir» diye sorunca, Yüce Allah: «Ey Mûsa! Ben İbranî değilim. Ben, Alemlerin Rabbi olan Allah'ım» buyurdu. Yüce Allah o makamda Hazret-i Mûsa ile yetmiş dilde konuştu ve konuştuğu her dil diğerine benzemiyordu. Aynı.yer de kendisine Tevrat'ı yazdı. Hazret-i Mûsa: «Allahım! Bana (kendini) göster; seni göreyim» deyince, Allah: «Beni gören herkes öldü» buyurunca, Hazret-i Mûsa: «Allahım! Bana (kendini) göster; seni göreyim, sonra öleyim» deyince,Tûr dağı kendisine: «Ey Mûsa b. İmrân! Sen büyük bir şey istedin. Senin bu isteğinin büyüklüğü sebebiyle yedi kat gök, yer ve içindekiler titredi, dağlar yok oldu denizler dalgalandı» karşılığını verdi. Hazret-i Mûsa, aynı şeyi tekrar edip: «Allahım! Bana (kendini) göster; seni göreyim» deyince, Allah; «Ey Mûsa! Dağa bak. Eğer dağ yerinde durursa, sen de Beni göreceksin» buyurup dağa tecelli etti ve onuu paramparça etti. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa bir hafta boyunca baygın düşüp ayıldıktan sonra yüzündeki toprağı silerek: «Seni noksanluklardan tenzih ederim. Sana tövbe ettim ve ben müminlerin ilkiyim» dedi. Bundan sonra artık Hazret-i Mûsa'yı gören herkes ölmeye başladı. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa yüzüne bir burka koymaya ve insanlarla sırtım dönerek konuşmaya başladı. Bir gün Hazret-i Mûsa sahradayken mezar kazan iç kişi gördü, bunlar mezarı kazmayı bitirince Hazret-i Mûsa yanlarına gelip: «Bu mezarı kim için kazıyorsunuz?» diye sordu. Onlar: «Senin gibi, hatta sanki sen olan, senin boyunda veya senin boyuna yakın olan biri için kazıyoruz. İnsen de seninle bu mezarın boyunu ölçsek» dediler. Hazret-i Mûsa mezara inip uzanınca, Yüce Allah yere emretti ve yer (o mezardayken) üzerine kapandı."

Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Adiyy, el-Kâmil'de, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Kitabu'r- Ru'ye'de değişik kanallarla Enes b. Mâlik'ten Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti..." âyetini okuyup iki parmağıyla işaret ederek baş parmağının ucunu serçe parmağının boğumu üzerine koyup —Bir lafızda ise: serçe parmağının üst boğumuna koydu şeklindedir— "İşte Yüce Allah, dağa bu kadar tecelli etti ve dağ yere gömüldü ve Mûsa da bayılıp düştü. Kıyamet gününe kadar da Mûsa Allah'ı görmeyi arzu etmeye devam edecektir" buyurduğunu nakletmiştir.

Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Sâbit'in vasıtasıyla Enes'ten Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem)"Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti..." âyetini okuyup başparmağını serçe parmağının üzerine koydu ve:

“Yüce Allah bu kadar dağa tecelli etti" buyurdu. Humeyd, (Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) parmağını nasıl koyduğunu işaretle gösteren Ebû Muhammed'e):

“Ey Ebû Muhammed! Bununla neyi kastediyorsun?" diye sorarak göğsüne vurdu. Ebû Muhammed:

“Sana ne oluyor ey Humeyd! Sana ne oluyor ey Humeyd! Enes b. Mâlik bunu bana Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) naklediyor, sen ise: «Bununla neyi kastediyorsun?» diyorsun" karşılığını verdi.

Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre, Yüce Allah'ın Hazret-i Mûsa'ya, bakmasını emrettiği dağ, Tûr dağıdır.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, er-Ku'ye'de, İbn Abbâs'ın, "Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah sadece serçe parmağı kadar dağa tecelli etti ve onu toprak haline çevirdi. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa bayıldı" dediğini bildirir.

Ebu'ş-Şeyh'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Yüce Allah tecelli ettiği zaman Mûsa, karanlık gecede on fersahlık mesafede kayanın üzerinde karıncanın ayak sesini bile görüyordu."

İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Ebû Nuaym, el-Hilye'de ve Deylemî, Enes b. Mâlik'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Yüce Allah dağa tecelli ettiği zaman, azametinden dolayı yedi dağ uçtu. Bunların üçü Medine'de düştü. Bu dağlar: Uhud, Verikân ve Radvâ dağlarıdır. Mekke'ye ise Hira, Sebîr ve Sevr dağları düştü."'

Taberânî, M. el-Evsaf ta, İbn Abbâs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Yüce Allah, Hazret-i Mûsa'ya tecelli ettiği zaman yedi dağ uçtu. Bunlardan beşi Hicaz'da, ikisi ise Yemen'dedir. Hicaz'daki dağlar: Uhud, Sebîr; Hira, Sevr ve Verikân dağlarıdır. Yemen'deki dağlar ise: Hadûr ve Sabîr dağlandır. "

İbn Merdûye, Ali, b. Ebî Tâlib'in, "Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: Yüce Allah, Hazret-i Mûsa'ya duyurarak:

“Ey Mûsa! Ben Allah'ım" buyurdu. Bu, Arefe akşamı olmuştur ve dağ Mevkif'teydi. Yüce Allah'ın böyle buyurmasıyla dağ yedi parçaya bölündü, bir parçası Hazret-i Mûsa'nın önüne düştü. Bu parça Arefe günü imamın durduğu yerdir. Medine'ye de üç parça düştü: Taybe, Uhud ve Radvâ dağları. Şam'a da Tûr dağı düştü. Bu dağa bu adın verilmesi, havalanıp Şam'a kadar uçması sebebiyledir.

İbn Merdûye'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Rabbi o dağa tecellî edince onu paramparça etti..." âyetindeki tecellinin keyfiyetini gösterirken serçe parmağını göstermiştir.

İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), bu âyeti, şeddeli ve uzatarak, (.....) şeklinde okumuştur.

İbn Merdûye ve Hâkim'in Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bu âyeti, tenvinli ve uzatmadan, (.....) şeklinde okumuştur.

Ebû Nuaym, el-Hilye'de, Muâviye b. Kurra'dan, o da babasından, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Rabbi dağa tecelli edince, azametinden dolayı altı dağ uçtu ve Uhud, Vatikan, Radvâ dağları Medine'ye; Sevr, Sebîr ve Hira dağları ise Mekke'ye düştüler."

İbn Cerîr, Hâkim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Rabbi, Hazret-i Mûsa'yı konuşturunca, Mûsa Rabbine bakmak istedi. Yüce Allah:

“Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak.." buyurdu ve dağı meleklerle kuşattı, meleklerin de etrafını ateşle çevirdi, ateşin etrafını da meleklerle, sonra yine meleklerin etrafını ateşle çevirip, sadece serçe parmağı kadar dağa tecelli etti ve dağı paramparça etti. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa bayılıp bir müddet öylece kaldı. Sonra kendine gelince:

“Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim" yani İsrailoğullarından ilk iman eden kişiyim" dedi.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah, perdelerin bir kısmını kaldırarak tecelli etti" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti (.....) şeklinde okur ve:

“Dağ, sert bir taştı. Yüce Allah ona tecelli edince bir toprak yığınına dönüştü" derdi.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süfyân, (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Dağ yere batıp denize düştü ve hâla denizde gitmeye devam etmektedir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Ma'şer der ki:

“Hazret-i Mûsa, kırk gün Tûr dağında kaldı. Bu süre içinde ona bakan hemen ölüyordu. Bunun nedeni de Âlemlerin Rabbi'nin nuruydu. "Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti..." âyeti bunu doğrulamaktadır."

Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi toprak mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Urve b. Ruveym der ki:

“Yüce Allah, Hazret-i Mûsa için Tûr'a tecellî etmeden önce dağlar sert, düz ve yarıksız idiler. Allah, Mûsa için Tûr'a tecellî ettiğinde, paramparça oldu, dağlar da yarılıp yarıklar ve mağaralar oluştu."

İbn Ebî Hâtim'in A'meş'ten bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, dümdüz olan yer mânâsındadır.

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözü dağın bir kendi kendini paramparça etmesi mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Mûsa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Hazret-i Mûsa bayıldı, ama canı bedenindeydi. Kendine gelince ise gördüğünün azametinden dolayı: «Seni başkasının görmesinden tenzih ederim. İstediğim şeyden vaz geçtim ve Seni kimsenin göremeyeceğine ilk inanan kişi de benim» dedi."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'ın, "Ben inananların ilkiyim" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Yarattıklarından seni hiç kimsenin göremeyeceğine ilk iman eden benim."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Mûsa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Hazret-i Mûsa ölü olarak yere düştü ve Allah ona ruhunu iade edince:

“Seni gören hiçbir nefsin yaşamayacağına inandım. Her âlim de bunun böyle olduğunu bilir" dedi;

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'in, "Sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Seni görmeyi istediğim için tövbe ederim ve kavmimden sana ilk iman eden benim."

Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, "Sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim" âyetini açıklarken şöyle dedi: Hazret-i Mûsa'dan önce de müminler de vardı. Hazret-i Mûsa bu sözle:

“Kıyamet gününden önce Seni hiç kimsenin göremeyeceğine inandım" demek istemiştir.

Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve İbn Merdûye, Ebû Saîd'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Beni diğer peygamberlerden üstün görmeyiniz. Kıyamet günü insanlar baygın düşecek ve ilk ayılacak kişi ben olacağım ve Mûsa'nın Arş'ın direklerinden birini tutmuş olduğunu göreceğim. Benden önce mi ayılmış, yoksa Tûr'daki bayılması ile mi yetinilmiş bilmiyorum.

144

"(Allah) «Ey Mûsâ! seni risâletlerimle ve konuşmamla seçip insanlara üstün kıldım. Öyleyse sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol» dedi."

Ebu'ş-Şeyh, İbn Şevzeb'in şöyle dediğini bildirir: Yüce Allah, Hazret-i Mûsa'ya:

“Seni, neden risâletlerimle ve konuşmamla seçip insanlara üstün kıldığımı biliyor musun?" diye sorunca, Hazret-i Mûsa:

“Hayır yâ Rabbi!" cevabını verdi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Hiç kimse bana senin gibi tevazu göstermedi" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr) der ki: Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Bana öyle bir amel göster ki, onu yaptığımda, bana yaptıklarına karşı şükür olsun" deyince, Yüce Allah: «Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh, Lehül-mülkü ve lehül-hamdu ve hüve alâ külli şey'in kadîr» de" buyurdu. Hazret-i Mûsa sanki bedeni için daha ağır olan bir amel istemişti. Yüce Allah:

“Ey Mûsa! Eğer yedi gök ve yedi kat yer terazinin bir kefesine, Lâ ilâhe illallâh, diğer kefeye konsa, bu kelimenin bulunduğu kefe ağır basardı" buyurdu.

145

"Nasihat ve her şeyin açıklamasına dair ne varsa hepsini Mûsa için levhalarda yazdık. (Ve dedik ki): Bunları kuvvetle tut kavmine de onun en güzelini almalarını emret. Yakında size, yoldan çıkmışların yurdunu göstereceğim"

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den 'bildirdiğine göre Tevrat altından kalemlerle yazılmıştır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Ali b. Ebî Tâlib'in:

“Yüce Allah, levhaları yazarken, Hazret-i Mûsa kalemlerin çıkardığı cızırtıları işitiyordu" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin, Câfer b. Muhammed'den, onun babasından, onun da dedesinden Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Mûsa ya indirilen levhalar, cennet ağaçlarındandır ve her levhanın boyu on iki arşın uzunluğundadır" buyurduğunu nakleder.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki:

“Bana ulaştığına göre Hazret-i Mûsa'ya indirilen levhalar, zebercedden ve cennet zümrütlerindendir. Yüce Allah Cibrîl'e emredince, Cibril onları Adn cenetinden getirdi ve levhaları, Zikr'i yazdığı kalemle kendi eliyle yazdı. Allah, Nûr nehrinden mürekkep alıp onunla levhaları yazdı."

İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'in şöyle dediğini bildirir:

“Levhalar yakuttandı" derlerdi. Ben ise, levhalar zümrüttendi. Yazısı ise altındandı. Yüce Allah onu kendi eliyle yazdı ve yazarken de gök halkı kalemin cızırtısını duydular, derim.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“Hazret-i Mûsa'ya indirilen levhalar zümrüttendi" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki:

“Hazret-i Mûsa'ya indirilen levhalar yeşil zümrüttendi. Yüce Allah Cibril'e emredince, onları Adn cennetinden getirdi ve Allah levhaları kendi eliyle Zikr'i yazdığı kalemle yazdı. Yüze Allah nur nehrinden mürekkep alarak levhaları yazdı."

İbn Ebî Şeybe, Atâ'nın şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah, Hazret-i Mûsa'ya levhaları kendi eliyle yazdı. Bu sırada Hazret-i Mûsa sırtını bir kayaya dayamış, kalemin cızırtısını duyuyordu. Zümrütten olan levhalar yazılırken Hazret-i Mûsa ile Yüce Allah arasında sadece perde vardı."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime der ki:

“Yüce Allah sadece üç şeye dokunmuştur: Hazret-i Âdem'i kendi eliyle yaratmış, Cennet ağaçlarını kendi eliyle dikmiş ve Tevrat'ı kendi eliyle yazmıştır."

İbn Ebî Şeybe, Hennâd, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Hakîm b. Câbir'in şöyle dediğini bildirir:

“Bana bildirildiğine göre Yüce Allah yarattıklarından sadece üç şeye dokunmuştur. Cennet ağaçlarını kendi eliyle dikmiş, toprağını safran ve zafirandan, dağlarını miskten yaratmıştır. Hazret-i Âdem'i kendi eliyle yaratmış ve Hazret-i Mûsa'ya Tevrat'ı kendi eliyle yazmıştır."

Abd b. Humeyd, Verdân Ebû Hâlid'in şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah, Hazret-i Âdem'i, Cibril'i, Kalem'i ve Arş'ı kendi eliyle yaratmış, katındaki Kitabı kendi eliyle yazmış ve bu Kitabı Allah'tan başkası görmemiştir. Tevrat'ı da kendi eliyle yazmıştır."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Muğîs eş-Şâmî der ki:

“Bana ulaştığına göre Yüce Allah sadece şu üç şeyi kendi eliyle yaratmıştır: Cenneti yaratıp kendi eliyle ağaçlarını dikmiş, Hazret-i Âdem'i kendi eliyle yaratmış ve Tevrat'ı kendi eliyle yazmıştır."

Taberânî, es-Sünne'de, İbn Ömer'in şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah, Hazret-i Âdem'i, Adn cennetini kendi eliyle yaratmış, Tevrat'ı kendi eliyle yazmış, sonra diğer şeylere de:

“Ol!" deyince olmuşlardır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Hazret-i Musa'ya Tevrat zebercedden olan yedi levhada verilmiştir. Onda her konuda açıklama ve nasihat vardır. Hazret-i Mûsa levhaları alarak İsrâiloğullarına gelip, onların buzağıya taptıklarını görünce elindeki Tevrat'ı yere attı. Atılan Tevrat levhaları parçalandı ve levhalardan yalnızca yedide biri kaldı, yedide altısı kayboldu."

Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre "Nasihat, ve her şeyin açıklamasına dair ne varsa hepsini Mûsa için levhalarda yazdık..." âyetinde geçen açıklamadan kasıt, kendilerine emredilen ve yasaklanan şeylerdir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Nasihat ve her şeyin açıklamasına dair ne varsa hepsini Mûsa için levhalarda yazdık..." âyetinde geçen açıklamadan kasıt, kendilerine emredilen ve yasaklanan şeylerdir.

Hâkim, el-Müstedrek'te, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah Kitabında:

“Seni risâletlerimle ve konuşmamla seçip insanlara üstün kıldım... Nasihat ve her şeyin açıklamasına dair ne varsa hepsini Musa için levhalarda yazdık" buyuruyor. Hazret-i Mûsa'ya herşeyin öğretildiği zannediliyordu. Tıpkı sizin âlimlerinizin her şeyi bildiğini zannettiğiniz gibi. Hazret-i Mûsa deniz kenarına gidip o âlimle karşılaşınca, onunla konuştu ve bu âlimin kendisinden daha bilgili olduğunu kabul etti; ama onu kıskanmadı."

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Mûsa'ya ölüm gelince:

“Bu, Âdem sebebiyledir. Yüce Allah bizi ölmeyeceğimiz bir yerde yaratmıştı. Âdem hatayı işleyince buraya inmemize sebep oldu" dedi. Yüce Allah:

“Sana Âdem'i göndereyim de onunla tartışır mısın?" buyurunca, Hazret-i Mûsa:

“Evet" cevabını verdi. Yüce Allah, Hazret-i Âdem'i gönderince Hazret-i Mûsa:

“Eğer sen olmasaydın, biz burada olmazdık" dedi. Hazret-i Âdem:

“Yüce Allah sana nasihat ve her konunun açıklamasını vermiştir. Sen Yüce Allah'ın:

“Yeryüzüne ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce o, Kitab'da bulunmasın..." buyurduğunu bilmiyor musun?" diye sordu. Hazret-i Mûsa:

“Evet biliyorum" dedi ve Hazret-i Âdem Hazret-i Mûsa'ya galip geldi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Yüce Allah levhalarda Hazret-i Muhammed'i, ümmetini, onlar için hazırladıklarını, dinlerinde kolay kıldığı şeyleri, helalleri nasıl genişlettiğini de yazmıştı."

İbn Ebî Hâtim, Meymûn b. Mihrân'ın şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah'ın levhalarda Hazret-i Mûsa'ya yazdıkları arasında:

“Ey Mûsa! Benim adımla yalan yemin etme. Ben, adıma yalan yemin edenin amelini temizlemem" sözü de vardır.

Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Vehb b. Münebbih'in, "Nasihat ve her şeyin açıklamasına dair ne varsa hepsini Mûsa için levhalarda yazdık" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: Yüce Allah Hazret-i Mûsa'ya levhalarda şöyle yazdı:

“Bana ibadet et ve ne sema ahalisinden, ne de yer halkından hiçbir şeyi bana ortak koşma. Bütün onlar benim yarattıklarımdır. Bana ortak koşulursa öfkelenirim. Gazaplandığım zaman da lanetlerim. Benim lanetim de dördüncü çocuğa (dört nesile) kadar ulaşır. Bana itaat edilirse razı olurum. Razı olduğumda ise bereketlendiririm. Benim bereketim de nesiller boyu devam eder. Benim adıma yalan yere yemin etme. Ben, yalan yere adıma yemin edeni temize çıkarmam. Anne babana saygı göster. Anne babasına saygı gösterenin ömrünü uzatır, kendisine iyi davranacak çocuk veririm. Anne babasına iyi davranmayanın ömrünü kısaltır ve kendisine kötü davranacak çocuk veririm. Cumartesi gününe sahip çık. Çünkü ben yarattıklarımı cumartesi günü yaratmayı bitirdim. Zina etme, çalma, düşmanımdan yüz çevirme. Sana güvenen komşunun hanımıyla zina etme. Komşunun malını zorla alma ve komşunun hanımıyla düşüp kalkma."

Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, Şu'abu'l-İmân'da Ebû Hazre el-Kâss'ın şöyle dediğini bildirir: Yüce Allah'ın, levhalarda Hazret-i Mûsa'ya yazdığı on âyet şunlardır:

“Bana ibadet et ve hiçbir şeyi Bana ortak koşma. . Benim adıma yalan yere yemin etme. Ben, yalan yere adıma yemin edeni ne temize çıkarırım, ne de temizlerim. Bana ve anne babana şükret. Böyle yaparsan ömrünü uzatırım ve seni telef edecek şeylerden korurum. Çalma, zina etme. Böyle yaparsan eğer senden yüzümü saklar, göğün kapılarını sana kapatırım. Komşunun dostuna (hanımına) hainlik yapma. Kendin için sevdiğini diğer insanlar için de sev. Kulağının duymadığı ve kalbinin anlamadığı konuda şahitlik etme. Kıyamet günü, şahitleri şahitlikleri sebebiyle durduracak, sonra bu şahitliklerinden dolayı hesaba çekeceğim. Benden başkası için kurban kesme. Yeryüzündekilerin kestiği kurbanlardan sadece kesilirken adımın anıldığı kurbanlar Bana ulaşır."

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Atâ der ki:

“Bana ulaştığına göre Yüce Allah'ın Hazret-i Mûsa'ya indirdikleri arasında:

“Heva ehliyle oturmayınız. Onlarla oturursanız, kalbinizde olmayan şeyi kalbine düşürürler" sözü de vardır.

İbn Merdûye, Ebû Nuaym, el-Hilye'de ve İbn Lâl, Mekârimu'l-Ahlâk'ta, Câbir b. Abdillah'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Yüce Allah'ın Hazret-i Mûsa'ya verdiği levhaların başında şu on konu vardı: «Ey Mûsa! Bana hiçbir şeyi ortak koşma. Müşriklerin cehennemde yanacakları hükmü sabit olmuştur. Bana, annene ve babana şükredersen seni telef edicilerden korur, ömrünü uzatır, güzel bir hayat yaşatır ve daha sonra seni dünya hayatından daha güzel bir hayata götürürüm. Sakın Allah'ın haram kıldığı bir can alma. Böyle yaparsan eğer, yer ve gök sana dar gelir. Öfkeme ve cehenneme maruz kalırsın. Sakın yalan yere günahkâr olarak ismim üzerine yemin etme. Çünkü beni tenzih, isimlerimi tazim etmeyen bir kimseyi temizlemem. İnsanlara vermiş olduğum hayırlardan dolayı onları kıskanma. Onlara vermiş olduğum rızık ve nimetime hased etme. Hasedçiler nimetimin düşmanı, kaza ve kaderimi reddeden ve kullarım arasında yaptığım taksimata razı olmayan kişilerdir. Ben ne böyle bir kimsedenim, ne de o benden. Bizzat duymadığın ve anlamadığın bir şey hakkında şahitlik yapma. Çünkü ben kıyamet gününde şahitlerin, şahitlikleri üzerinde duracağım. Sonra da inceden inceye hesaba çekeceğim. Sakın zina yapma, hırsızlık etme. Komşunun eşiyle zina yapma. Öyle yaparsan senden yüzümün nurunu saklar; göğün kapılarını sana kapatırım. Kendin için istediğini başkaları için de iste. Benim adım dışında, kimsenin adına bir şey kesme. Çünkü ben kurbanlardan ancak kendi adıma kesileni, sadece benim rızam için yapılan ameli kabul ederim. Cumartesi gününü benim'için ayır. Nefsini ve bütün aileni bana yönelt»" Hazret-i Peygamber bunları söyledikten sonra "Allah cumartesi gününü Mûsa'ya, cuma gününü de bize bayram kılmıştır" buyurmuştur.

Ebu'ş-Şeyh, Meymûn b. Mihrân'ın:

“Yüce Allah'ın Hazret-i Mûsa'ya levhalarda yazdıkları arasında:

“Kardeşinin ne malını, ne de hanımını arzulama" cümlesi de vardır" dediğini bildirir.

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'da, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini bildirir: Tevrat'ta şöyle yazılıdır:

“Biz sizi teşvik ettik, ama siz isteksiz davrandınız. Size ağıt yaktık, ama ağlamadınız. Şunu bilin ki, Yüce Allah'ın semada her gece şöyle seslenen bir meleği vardır:

“Katillere, Allah'ın yanında yatmayan bir kılıç olduğunu müjdele. Bu kılıç ta cehennem ateşidir. Kırk yaşında olanlar, hasat vakti yaklaşan ekin gibidir. Elli yaşındakiler, hesap için geliniz. Artık sizin mazeretiniz yoktur. Altmış yaşında olanlar, ne gönderdiniz? Ne bıraktınız? Yetmiş yaşında olanlar, daha ne bekliyorsunuz? Keşke yaratılmışlar yaratılmasaydı. (Bir daha) yaratıldıkları (diriltildikleri) zaman neden yaratıldıklarını anlarlar, daha zamanı gelmedi mi? Tedbirinizi alınız."

Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Levhalarda, yaratılışta sonradan gelecek, cennete girmede ise önden giden bir ümmet görüyorum bunları benim ümmetim yap" deyince, Yüce Allah:

“Bunlar Ahmed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Levhalarda, insanlara gönderilmiş en hayırlı bir ümmeti görüyorum. Bunlar iyiliği emredip kötülükten sakındırıyor ve Allah'a iman ediyor. Bunları benim ümmetim yap" deyince, Yüce Allah:

“Bunlar Ahmed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Levhalarda, ilk indirilen ve son indirilen kitaba iman eden, dalaletten kalanlarla savaşan, hatta yalancı kör ile (Deccâl) savaşan bir ümmet görüyorum. Bunları benim ümmetim yap" deyince, Yüce Allah:

Ahmed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Levhalarda, zikirleri kalplerinde olan ve bu zikri (ezbere) okuyan bir ümmet görüyorum.

—Katâde der ki:

“Sizden öncekiler kitaplarını ezbere değil yüzünden okurlardı. Kitabı kaldırınca ondan bir şey okuyamaz ve okudukları da akıllarında kalmazdı. Ey ümmet! Allah size, daha önceki ümmetlere vermediği ezberleme kabiliyeti vermiştir. Allah bunu sadece size verip ikramda bulunmuş ve daha önceki ümmetlere böyle bir şey vermemiştir"— Bunları benim ümmetim yap" deyince, Yüce Allah:

“Bunlar Ahmed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Levhalarda, kendi sadakalarını (kurbanlarını) kendileri yedikleri halde ecir alan bir ümmet görüyorum. — Katâde der ki:

“Oysa onlardan önceki ümmetler bir sadaka verdiklerinde (kurban adadıklarında) sadakaları (kurbanları) kabul olunacaksa Allah bir ateş gönderir, ateş o kurbanı yakardı. Kabul olunmayan sadakayı ise vahşi hayvanlar ve kuşlar yerdi. Allah, rahmetiyle, sizin için kolaylık olması için zenginlerinizden alıp fakirlerinize vermiştir."—

Bunları benim ümmetim yap" deyince, Yüce Allah:

“Bunlar Ahmed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Levhalarda, bir iyilik yapmak isteyip yapamayana bir sevabın yazıldığı, yaptığı iyiliğe on kattan yedi yüz kata kadar sevabın yazıldığı bir ümmet görüyorum. Bunları benim ümmetim yap" deyince, Yüce Allah:

“Bunlar Ahmed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Levhalarda, bir kötülük yapmak isteyene o kötülüğü yapmadıkça günahın yazılmadığı, kötülüğü yapınca da sadece bir günahın yazıldığı bir ümmet görüyorum. Bunları benim ümmetim yap" deyince, Yüce Allah:

“Bunlar Ahmed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Levhalarda, (Allah'ın davetine) icabet eden ve duaları kabul edilen bir ümmet görüyorum. Bunları benim ümmetim yap" deyince, Yüce Allah:

“Bunlar Ahmed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetidir" buyurdu.

Katâde der ki: Bize bildirildiğine göre Allah'ın peygamberi Hazret-i Mûsa levhaları atıp:

“Allahım! O zaman beni Ahmed'in ümmetinden yap" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa'ya hiç kimseye verilmeyen iki şey verildi. Yüce Allah:

“Seni risâletlerimle ve konuşmamla seçip insanlara üstün kıldım" buyurunca Hazret-i Mûsa razı oldu. Sonra Yüce Allah:

“Musa'nın milletinden bir topluluk hakkı gösterirler ve onunla hükmederlerdi" buyurarak ona ikinci üstünlüğü verdi. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa bütün kalbiyle razı oldu.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Levhalarda, insanların içinde ümmetlerin en hayırlısı olan, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir ümmeti görüyorum. Bunları benim ümmetim yap" deyince, Yüce Allah:

“Bunlar Ahmed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Levhalarda, iyilik yapmak isteyince kendisine bir sevap yazılan, o iyiliği yapınca da on katından yedi yüz katına kadar sevap yazılan bir ümmet görüyorum. Bunları benim ümmetim yap" deyince, Yüce Allah:

“Bunlar Ahmed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Levhalarda, kötülük yapmak isteyip vaz geçince kendisine günah yazılmayan, kötülüğü yaptığında ise sadece bir günah yazılan bir ümmet görüyorum. Bunları benim ümmetim yap" deyince, Yüce Allah:

“Bunlar Ahmed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Levhalarda, zikirleri kalplerinde olan ve bu zikri (ezbere) okuyan bir ümmet görüyorum. Bunları benim ümmetim yap" deyince, Yüce Allah:

“Bunlar Ahmed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Levhalarda, sadakalarını yiyen ve bundan sevap kazanan bir ümmet görüyorum. Bunları benim ümmetim yap" deyince, Yüce Allah:

“Bunlar Ahmed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Levhalarda, şefaatları istenen ve şefaat etmelerine izin verilen bir ümmet görüyorum. Bunları benim ümmetim yap" deyince, Yüce Allah:

“Bunlar Ahmed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Levhalarda, (Allah'ın davetine) icabet eden ve kıyamet günü kendilerine icabet edilen bir ümmet görüyorum. Bunları benim ümmetim yap" deyince, Yüce Allah:

“Bunlar Ahmed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Levhalarda, kendilerine düşmanlık edenlere karşı, yardım edilen, kör olan Deccâl ile savaşan bir ümmet görüyorum. Bunları benim ümmetim yap" deyince, Yüce Allah:

“Bunlar Ahmed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa elindeki levhaları atıp:

“Ey Rabbim! Beni Ahmed'in ümmetinden yap" deyince, Yüce Allah:

“Musa'nın milletinden bir topluluk hakkı gösterirler ve onunla hükmederlerdi" âyetini indirdi. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa razı oldu.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Hazret-i Mûsa'nın Rabbiyle konuştukları arasında, Yüce Allah'ın Hazret-i Muhammed ve ümmetine vermiş olduğu ve Hazret-i Mûsa'nın da bunları Tevrat'ta okuduğu, Hazret-i Muhammed ve ümmetinin de vasfını içeren şeyler de vardır. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Kendisini ve ümmetini hem ilk, hem son yaptığın bu peygamber kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah şöyle buyurdu:

“Bu, ümmi, Arap, Harem'den, Tihâme'den ve Kâzer b. İsmâil'in oğlu peygamber Muhammed'dir. Onu ilk haşrdedilen, son gönderilen peygamber yaptım ve onunla peygamberlik kapısını kapattım. Ey Mûsa! Onun şeriatiyle diğer şeriatleri, onun kitabıyla diğer kitapları, onun sünnetiyle diğer sünnetleri, onun diniyle diğer dinleri tamamladım." Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Sen beni seçip benimle konuştun" deyince, Yüce Allah:

“Ey Mûsa! Sen Benim seçilmişim ve sevdiğimsin. Kıyamet günü onu yüksek bir yere göndereceğim ve onun Havz'ını havzların en genişi, etrafı en kalabalık ve tabisi en çok olanı yapacağım" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Ona ikramda bulundun ve şeref verdin" deyince, Yüce allah:

“Ey Mûsa! Ona ikramda bulunmam, onu ve ümmetini üstün tutmam haktır. Çünkü onlar bana ve bütün peygamberlerime, bütün kitaplarıma, Hazret-i Peygamber zamanında ve ondan sonra kıyamet gününe kadar gayb olan bütün şeylere iman ederler" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Onların vasıfları bu mu?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Evet" cevabını verdi. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Cuma gününü onlara mı yoksa benim ümmetime mi verdin?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Cuma günü, senin ümmetine değil, onun ümmetine aittir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta yüzleri nurlu, elleri ve ayakları parlak olan bir topluluğun vasıflarını gördüm. Bunlar kimdir, bunlar İsrailoğullarından mı, yoksa başka bir topluluk mu?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir. Yüzlerinin nurlu, elleri ve ayaklarının parlak olması abdest azalarından dolayıdır" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, Sırat'tan şimşek ve rüzgar gibi geçen bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, beş vakit namaz kılan bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, göbekten aşağısını örten (ihram giymiş) bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, (Gece ibadeti için) güneşi(n batmasını) gözetleyen, sesleri semada yankılanan topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, Seni her tepede ve vadide zikreden bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, yaptığı bir iyiliğe on kat sevap, kötülüğe ise sadece bir kötülük günah yazılan bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, kılıçlarını çekmiş, hiç bir istekleri geri çevrilmeyen bir topluluk gördüm. (Bunlar kimdir?)" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, bir iş yapmak istedikleri zaman istihare edip sonra o işi yapan bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, iyilerinin kötülerine şefaatçi olmasına izin verilen bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, Beytu'l-Harâm'ı ziyaret edip hac yapan ve ondan hiç uzak durmayan bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Beytu'l-Harâm'a olan istekleri tükenmeyen Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, kurbanları kanları olan (canlarını Sana feda eden) bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, Senin yolunda saflar halinde bitkin olsalar bile savaşan ve büyük sabır gösteren bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, günah işleyen kişinin abdest alınca günahlarının bağışlandığı, namaz kılınca da namazdan günahsız bir şekilde çıkan bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, peygamberlerin tebliğ ettiklerine şahitlik eden bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, sadakayı yiyen bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, ganimetlerin diğer ümmetlere haram olmasına rağmen, kendilerine helal kılındığı bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, yeryüzünün kendilerine temiz ve mescit yapıldığı bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, içlerinden bir adamın, önceki ümmetlerden otuz adamdan daha hayırlı olduğu bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir. Ey Mûsa! Önceki ümmetlerden olan bir kişi, Muhammed ümmetinden olan kişiden otuz kat daha çok ibadet yapar. Buna rağmen, Muhammed ümmetinden olan, bütün kitaplara iman etmesi sebebiyle, diğer ümmetlerden olan kişiden otuz kat daha üstündür" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, tıpkı kartalların yuvalarına sığındığı gibi Senin zikrine sığınan ve bu zikre devam etmekle birbirlerini seven bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, kızdıkları zaman Seni tehlil eden, birbirleriyle ihtilafa düştükleri zaman Seni tesbih eden bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, yırtıcı kaplanın rahatsız edilince kızdığı gibi Senin rızan için kızan bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, ameleri ve ruhları için gök kapılarının açıldığı, meleklerin birbirlerini müjdelediği bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, Seni tesbih ve takdis ettiklerinden dolayı, yanlarından geçtikleri ağaçların ve dağların birbirini müjdelediği bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, musibet anında kendilerine istircâ'ı (=İnna lillah ve inna ileyhi râciûn sözü) verdiğin, musibet anında namazı, rahmeti ve hidâyeti verdiğin bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, kendilerine Senin ve meleklerinin salât ettiğin bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, iyilerinin hesaba çekilmeden cennete gireceği, orta halli olanının kolayca hesaba çekileceği, zalimlerinin de affedileceği bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Beni de onlardan yap" deyince, Yüce Allah:

“Ey Mûsa! Sen onlardansın, onlar da sendendir. Çünkü sen Benim dinim üzeresin ve onlar da Benim dinim üzeredir. Ama seni risaletimle ve konuşmamla onlardan üstün kıldım. Şükredenlerden ol" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, kıyamet günü haşr edildiklerinde saflarının doğuyla batı arasını dolduracağı, mahşerde durmanın (beklemenin) onlara kolaylaştırılacağı ve üstünlüklerine hiçbir ümmetin yetişemediği bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, yataklarında canlarını aldığın halde şehit sayılan bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, Senin yolunda, hiçbir kınayanın kınamasından korkmayan bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzetli olan bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, Sıddîkleri, sıddîklerin en üstünü olan bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Ona (Hazret-i Ahmed'e) hem ikramda bulundun, hem de üstün kıldın" deyince ise Yüce Allah:

“Ey Mûsa! O, benim hem peygamberim, hem seçtiğim, hem de sevdiğimdir ve onun ümmeti de en hayırlı ümmettir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, kendisi ve ümmeti girmedikçe, diğer ümmetlere cenneti haram kıldığın bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Peki İsrailoğullarına ne olmuş ki!" deyince, Yüce Allah:

“Ey Mûsa! Kavminden olan İsrailoğulları, senden sonra dinini ve sana indirdiğim kitabı değiştireceklerdir. Muhammed'in ümmeti ise onun ne sünnetini değiştirecek, ne de ona indirdiğim kitabın hükümlerini kıyamet gününe kadar terk etmeyeceklerdir. Bu sebeple onları ikramımın zirvesine yerleştirdim, diğer ümmetlerden üstün ve onların peygamberlerini diğer peygamberlerden üstün, Haşır günü ilk haşrolacak, yer yarıldığında mezarından ilk kalkacak, şefaat etmek için ilk istekte bulunacak ve şefaat etmesine ilk izin verilecek kişi kıldım" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, yumuşak huylu ve âlim, peygamber olacak derecede fakih oları bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir ey Musa! Onlara öncekilerin ve sonrakilerin ilmi verilmiştir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, önlerine sofra konulduğunda, sofra kalkmadan günahları bağışlanan bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, elbiseyi giyen ve onu henüz eskitmeden günahları bağışlanan bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, bineklerine bindiklerinde Sana hamd edince günahları bağışlanan bir topluluk gördüm. Bunlar kimdir?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir. Onlar benim, kendileriyle ateşe ve putlara tapanlardan intikam aldığım dostlarımdır ey Mûsa" buyurdu.

Ebû Nuaym, Delâil'de, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Hazret-i Mûsa'ya Tevrat nazil olup onu okuyunca, bu ümmetin orada zikredildiğini gördü ve: «Ey Rabbim! Levhalarda, sonradan gelen ve (üstünlükte) önde olan bir ümmet görüyorum. Bu ümmeti benim ümmetim eyle» deyince, Yüce Allah: «Bu, Ahmed'in ümmetidir» buyurdu. Hazret-i Mûsa: «Ey Rabbim! Levhalarda, (dâvetine) icabet eden ve dualarına icabet edilen bir ümmet görüyorum. Bu ümmeti benim ümmetim eyle» deyince, Yüce Allah: «Bu, Ahmed'in ümmetidir» buyurdu. «Ey Rabbim! Levhalarda, Kitapları kalplerinde onu ezbere okuyan bir ümmet görüyorum. Bu ümmeti benim ümmetim eyle» deyince, Yüce Allah: «Bu, Ahmed'in ümmetidir» buyurdu. «Ey Rabbim! Levhalarda, ganimeti yiyen bir ümmet görüyorum. Bu ümmeti benim ümmetim eyle» deyince, Yüce Allah: «Bu, Ahmed'in ümmetidir» buyurdu. «Ey Rabbim! Levhalarda, sadakayı yiyen ve bu sadakaları yedikleri için sevap alan bir ümmet görüyorum. Bu ümmeti benim ümmetim eyle» deyince, Yüce Allah: «Bu, Ahmed'in ümmetidir» buyurdu. «Ey Rabbim! Levhalarda, iyilik yapmak isteyip yapamayınca bir sevap alan, iyiliği yapınca on sevap alan bir ümmet görüyorum. Bu ümmeti benim ümmetim eyle» deyince, Yüce Allah: «Bu, Ahmed'in ümmetidir» buyurdu. «Ey Rabbim! Levhalarda, kötülük yapmak isteyip bundan vazgeçene günahın yazılmadığı, günahı işlediği zaman ise bir günah yazılan bir ümmet görüyorum. Bu ümmeti benim ümmetim eyle» deyince, Yüce Allah: «Bu, Ahmed'in ümmetidir» buyurdu. «Ey Rabbim! Levhalarda, İlmin evveli ve âhiri kendilerine verilen, dalalet ehlini ve Deccâl'ı öldüren bir ümmet görüyorum. Bu ümmeti benim ümmetim eyle»  deyince, Yüce Allah: «Bu, Ahmed'in ümmetidir» buyurdu. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa: «Ey Rabbim! Beni Ahmed'in ümmetinden eyle» deyince, Hazret-i Mûsa'ya (şu âyetlerde geçen) iki haslet verildi, «Ey Mûsâ! seni risâletlerimle ve konuşmamla seçip insanlara üstün kıldım. Öyleyse sana verdiğimi al ve şükredenlerden oldedi» ve Hazret-i Mûsa razı oldu. "

Ebû Nuaym, el-Hilye'de, Abdurrahman el-Meâfirî'den, o da babasından bildiriyor: Ka'bu'l-Ahbâr, bir Yahudi âliminin ağladığını görünce:

“Neden ağlıyorsun?" diye sordu. Yahudi âlimi:

“Bazı şeyleri hatırladım" cevabını verince, Ka'b:

“Sana, neden ağladığını söylediğimde, eğer doğru söylüyorsam, Allah için beni tasdik etmeni istiyorum" dedi. Yahudi âlimi:

“Olur" karşılığını verince Ka'b şöyle dedi:

“Allah için söylemeni istiyorum. Hazret-i Mûsa kendisine indirilen Tevrat'a bakıp:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, insanlara gönderilen en hayırlı, iyiliği emredip kötülükten sakındıran, ilk kitaba ve son kitaba iman eden, dalalet ehliyle savaşan, hatta kör Deccâl ile savaşan bir ümmet görüyorum. Ey Rabbim! Bu ümmeti benim ümmetim eyle" deyince Yüce Allah:

“Onlar, Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Bu doğru değil mi?" Yahudi alimi:

“Evet" cevabını verince, Ka'b şöyle devam etti:

“Allah için söylemeni istiyorum. Hazret-i Mûsa kendisine indirilen Tevrat'a bakıp:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, çokça hamdeden, (gece ibadeti için) Güneş'i(n batmasını) gözetleyen, bir şey yapmak istedikleri zaman «Eğer Allah dilerse yapacağım» diyen bir ümmet görüyorum. Ey Rabbim! Bu ümmeti benim ümmetim eyle" deyince Yüce Allah:

“Onlar Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Yahudi alimi:

“Evet" cevabını verince, Ka'b şöyle devam etti:

“Allah için söylemeni istiyorum. Hazret-i Mûsa kendisine indirilen Tevrat'a bakıp:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, bir tepeye çıkınca tekbir getiren, bir vadiye inince Allah'a hamd eden, toprağın kendilerine temiz ve yeryüzünün mescit kılındığı, nerede olursa olsunlar cünüplükten temizlenebilen, su bulamadıkları zaman toprakla teyemmüm etmeleri su ile temizlik yapmış gibi sayılan, abdest izinden dolayı elleri ve yüzleri nurla parlayan bir ümmet görüyorum. Ey Rabbim! Bu ümmeti benim ümmetim eyle" deyince Yüce Allah:

“Onlar Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Yahudi alimi:

“Evet" cevabını verince, Ka'b şöyle devam etti:

“Allah için söylemeni istiyorum. Hazret-i Mûsa kendisine indirilen Tevrat'a bakıp:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, merhamet edilmiş, zayıf, Kitaba varis olan, içlerinden zalimler, orta halli olanlar ve hayırda ileri gidenler olan, hepsinin de rahmete eriştiği bir ümmet görüyorum. Ey Rabbim! Bu ümmeti benim ümmetim eyle" deyince Yüce Allah:

“Onlar Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Yahudi alimi:

“Evet" cevabını verince, Ka'b şöyle devam etti:

“Allah için söylemeni istiyorum. Hazret-i Mûsa kendisine indirilen Tevrat'a bakıp:

“Ey Rabbim! Tevrat'ta, mushafları ezberleyen, cennet ahalisinin elbiselerinin renginde giysiler giyen, namazlarında melekler gibi saf tutan, mescitlerinde bal arısı gibi sesleri olan, ağaçta hiç yaprak kalmaması gibi hiçbir sevabı kalmayan dışında hiç birinin cehenneme girmeyeceği bir ümmet görüyorum. Bu ümmeti benim ümmetim eyle" deyince Yüce Allah:

“Onlar Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Yahudi âlimi şöyle dedi:

“Evet. Hazret-i Hazret-i Mûsa, Yüce Allah'ın Muhammed'e ve ümmetine verdiği hayırlardan hayrete düşünce:

“Keşke ben de Ahmed'in ümmetinden olsaydım" dedi. Yüce Allah, kendisini razı etmek için üç âyet vahyetti. "Ey Mûsâ! Seni risâletlerimle ve konuşmamla seçip insanlara üstün kıldım. Öyleyse sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol, dedi" ve Hazret-i Mûsa tüm gönlüyle razı oldu.

Ebû Nuaym'ın, Saîd b. Ebî Hilâl'den bildirdiğine göre Abdullah b. Amr, Ka'bu'l-Ahbâr'a:

“Bana, Muhammed'in ve ümmetinin vasıflarını bildir deyince, Ka'b şöyle karşılık verdi:

“Hazret-i Ahmed ve ümmetinin Allah'ın kitabında: Çokça hamd eden, her hayır ve şerre karşı Allah'a hamd eden, her tepede Allah'ı ululayan, her menzilde Allah'ı tesbih eden, sesleri semada yankılanan, kayadaki bal arılarının çıkardığı ses gibi namazlarında sesleri çıkan, namazda, meleklerin saf bağladığı gibi saf tutan, savaşta da namazda saf tuttukları gibi saf tutan, Allah yolunda savaşa çıktıkları zaman meleklerin önlerinde ve arkalarında güçlü mızraklarla durduğu, Allah yolunda savaş için saf tuttuklarında Yüce Allah'ın, tıpkı kartalların yuvalarına gölge yaptığı gibi gölge yaptığı ve Cibrîl yanlarına gelmeden önce savaş meydanından geri çekilmeyen bir topluluk olduğu zikredilmektedir."

Taberânî ve Beyhakî, Delâil'de, Muhammed b. Yezîd es-Sekafî'nin şöyle dediğini bildirir: Kays b. Hareşe ve Ka'bu'l-Ahbâr yola beraber çıkıp Sıffîn'e geldiklerinde Ka'b durup bir müddet baktıktan sonra:

“Bu toprakta, daha önce hiçbir yerde dökülmediği şekilde Müslüman kanı dökülecektir" dedi. Kays:

“Nereden biliyorsun? Bu dediğin Allah'ın gayb olarak tarif ettiği bir şeydir" deyince, Kays:

“Yeryüzünde, kıyamet gününe kadar olacak ve çıkacak her şey, Yüce Allah'ın Hazret-i Mûsa'ya indirdiği Tevrat'ta mevcuttur" karşılığını verdi.

Abdullah b. Ahmed, Zevâidu'z-Zühd'de, Hâlid er-Rib'î'nin şöyle dediğini bildirir:

“Allah'ın indirilmiş kitabında, Hazret-i Osman b. Affân'ın ellerini açmış: «Ey Rabbim! Beni mümin kulların öldürdü» dediğini okudum."

Ahmed, Zühd'de, Hâlid er-Rib'î'nin:

“Tevrat'ta: «Ey Âdemoğlu! Allah'tan kork. Doyduğun zaman aç olanı hatırla» yazıldığını okudum" dediğini bildirir.

Ahmed'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Bize bildirildiğine göre Tevrat'ta:

“Ey Âdemoğlu! Merhamet et ki sana da merhamet edilsin. Merhamet etmeyene merhamet edilmez. Sen kullarıma merhamet etmezken, nasıl benim merhametimi umarsın?" yazılıdır.

Ahmed ve Ebû Nuaym, el-Hilye'de, Mâlik b. Dînâr'ın: Tevrat'ta:

“Ey Âdemoğlu! Huzurumda ağlayarak namaza durmaktan aciz olma. Ben, senin kalbine yaklaşan Allah'ım. Beni görmeden nurumu gördün" yazılıdır. Mâlik ekledi:

“Bundan kasıt, müminin namazdayken hissettiği huzurdur."

Ebû Nuaym, el-Hilye'de, Vehb b. Münebbih'in:

“Tevrat'ta şu dört âyet yazılıdır: Danışmayan pişman olur. Başkalarına el açmayan nimeti diğerlerinden daha çok hak eder. Fakirlik, kızıl ölümdür ve başkasına nasıl davranırsan sana da öyle davranılır."

Ahmed ve Ebû Nuaym'ın bildirdiğine göre Hayseme der ki: Tevrat'ta:

“Ey Âdemoğlu! Kendini ibadetime ver, böyle yaparsan kalbini zenginlikle doldurur, fakirliğini gideririm. Eğer böyle yapmazsan kalbini meşguliyetle doldururum ve fakirliğini gidermem" yazılıdır.

Ahmed, Zühd'de, Beyân'ın şöyle dediğini bildirir: Bana ulaştığına göre Tevrat'ta:

“Ey Âdemoğlu! Ufak bir kırıntı sana yeter, bir bez parçası seni örter, bir oda seni barındırır" yazılıdır.

Ahmed, Vuheyb el-Mekkî'nin şöyle dediğini bildirir: Bana bildirildiğine göre Tevrat'ta şöyle yazılıdır:

“Ey Âdemoğlu! Kızdığın zaman Beni hatırla ki, Ben de kızdığım zaman seni hatırlayayım da helak ettiklerimle beraber seni de helak etmeyeyim. Zulme uğradığın zaman Benim yardımımla yetin. Benim sana yardımım, senin kendine olan yardımından daha hayırlıdır."

Ahmed, Ebu'l-Hasan'ın şöyle dediğini bildirir:

“İsrâiloğulları Hazret-i Mûsa'ya gidip:

“Tevrat bize büyük geliyor. Bize bütün Tevrat'takileri toplayan daha kolay bir şey bildir" deyince, Yüce Allah Hazret-i Mûsa'ya:

“Kavmin senden ne istedi?" diye sordu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Sen daha iyi bilirsin" karşılığını verince, Yüce Allah:

“Ben sen, onların durumunu bana bildirmen, benim sana emrettiklerimi de onlara bildirmen için gönderdim" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Benden, Tevrat'takileri de kapsayan daha kolay bir şey istediler ve Tevrat'ın kendilerine büyük geldiğini iddia ettiler" deyince, Yüce Allah:

“Onlara de ki: Miras konusunda birbirinize zulmetmeyiniz. Hiçbir köle evinize izin almadan girmesin. Namaz için abdest alınan durumlarda, yemek için de abdest alınsın." İsrailoğulları bunları çok basit gördüler, ama daha sonra bunları da yerine getirmediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Siz şu altı şeyi yapmayı kabul edin, ben de sizin cennete girmenizi kabul edeyim (cennete girmenize kefil olayım): Konuşan kişi yalan söylemesin. Söz veren sözünden dönmesin. Kendisine bir şey emanet edilen emanete ihanet etmesin. Ellerinizi, gözlerinizi ve cinsel organlarınızı (haramdan) koruyunuz."

Ahmed, Mâlik b. Dinâr'ın şöyle dediğini bildirir: Tevrat'ta şöyle okudum:

“İlmi artanın sıkıntısı artar." Yine Tevrat'ta:

“Günah işleyen komşusu olup onu engelemeyen, komşusunun günahına ortaktır" yazıldığını okudum.

Ahmed'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Tevrat'ta:

“Ey Âdemoğlu! Beni hem anıyor, hem unutuyorsun. Hem Bana çağırıyorsun, hem Benden kaçıyorsun. Ben sana rızık verirken sen başkasına kulluk ediyorsun" yazılıdır.

Abdullah b. Ahmed, Velîd b. Amr'ın şöyle dediğini bildirir: Bana ulaştığına göre Tevrat'ta şöyle yazılıdır:

“Ey Âdemoğlu.' Elini kımıldat sana bir rızık kapısı açayım. Sana emrettiğim şeylerde Bana itaat et. Sen, yararına olacak şeyi nereden bileceksin!"

Abdullah, Ukbe b. Ebî Zeyneb'in şöyle dediğini bildirir: Tevrat'ta şöyle yazılıdır:

“Âdemoğluna bel bağlama. Çünkü Âdemoğlu hiçbir şey değildir, sen ölmeyecek olan diriye tevekkül et." Yine Tevrat'ta:

“Allah'ın, kendisiyle konuştuğu Mûsa bileölmüşken ölmeyecek olan kimdir?" yazılıdır.

Ahmed'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih der ki:

“Yüce Allah'ın Hazret-i Mûsa'ya indirdikleri arasında şunun da olduğunu gördüm:

“Dünyayı sevene Allah buğzeder. Dünyaya buğzedeni Allah sever. Dünyaya değer verene Allah değer vermez, dünyaya değer vermeyene Allah değer verir."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Urve der ki: Tevrat'ta şöyle yazılıdır:

“Yüzün güleç, sözün tatlı olsun. Böyle yapmakla insanlar seni onlara bağışta bulunanlardan daha çok severler."

İbn Ebî Şeybe, Urve'den bildiriyor: Bana ulaştığına göre Tevrat'ta:

“Nasıl merhamet ederseniz, öyle merhamet olunursunuz" yazılıdır.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr) der ki: İsrailoğulları için denizi yarana yemin ederim ki Tevrat'ta şöyle yazılıdır:

“Ey Âdemoğlu! Rabbinden kork. Anne babana iyi davran, akrabalarınla alakanı kesme. Böyle yaparsan ömrünü uzatır, kolayını daha kolaylaştırır ve zorluklan senden uzaklaştırırım."

İbn Ebî Şeybe, Kürdûs es-Sa'lebî'nin şöyle dediğini bildirir: Tevrat'ta:

“(Allah'tan) sakın ki, sen de korunasın. Sakınmak takvadadır. Merhamet edin ki merhamet olunasınız. Tövbe ediniz ki tövbeniz kabul edilsin" diye yazılıdır.

Hakîm, Nevâdiru'l-Usu'l da, Ebu'l-Cevzâ'nın şöyle dediğini bildirir: Tevrat'ta:

“Eğer yaşamak ve yakîni ilme kavuşmak istersen, her an dünya şehvetlerine galip gelmeye alış. Şeytan, dünya şehvetlerine galip gelen kişinin gölgesinden bile korkar" yazıldığını okudum.

Taberânî, Sünne'de ve Ebu'ş-Şeyh, Ka'b'ın şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah, Hazret-i Mûsa'ya Tevrat'ı yazmak istediği zaman Cibril'e:

“Cennete gir ve Cennet ağaçlarından iki levha getir" buyurdu. Cibril cennete girince cennet ağaçlarından, kırmızı yakuttan olan bir ağaç kendisini karşıladı. Cibril ondan iki levha kesti ve ağaç Yüce Allah'ın Cibril'e verdiği emri yerine getirmesine izin verdi. Cibril levhaları alıp Rahmân'ın huzuruna varınca, Yüce Allah onları eliyle aldı ve Yüce Allah onlara dokununca levhalar nura dönüştüler. Arş'ı altında nurdan bir nehir vardır. Arş'ı taşımakla görevli melekler bu nehrin, Allah, mahlukatı yarattığı zamandan bu yana nereden geldiğini ve nereye gittiğini bilmezler. Allah bu nehirden mürekkep alınca nehir kurudu ve akmaz oldu. Yüce Allah, kendi eliyle levhaları Mûsa'ya yazıp verdi ve Hazret-i Mûsa levhaları alınca taşa dönüştüler. Hazret-i Mûsa İsrailoğullarına ve Hazret-i Harun'a kızgın bir şekilde dönüp, Hazret-i Hârun'u sakalından ve başından tutup çekmeye başladı. Hazret-i Hârun:

“Ey anamın oğlu! Bu kavim beni zayıf buldu. Nerdeyse beni öldüreceklerdi. Buna rağmen ben, beni dinlemeden: «İsrâiloğullarının arasını ayırdın» demenden korktum" deyince, Hazret-i Mûsa Rabbinden mağfiret ve kardeşi için de bağışlanma diledi. Hazret-i Mûsa o zaman levhaları elinden yere atınca kırılmışlardı.

Ahmed'in Zühd'de, Ka'bu'l-Ahbâr'dan bildirdiğine göre Hazret-i Mûsa duasında:

“Allahım! Tevrat'la kalbimi yumuşat ve onu taş gibi katı yapma" derdi.

İbn Ebî Şeybe'nin Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Mûsa, içinde birçok şeyi toplayan bir amel isteyince, kendisine:

“İnsanların seninle nasıl dost olmasını istediğine bak, sen de onlarla böyle dost ol" denildi.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Bunları kuvvetle tut, kavmine de onun en güzelini almalarını emret. Yakında size, yoldan çıkmışların yurdunu göstereceğim" âyetindeki kuvvetle tutmaktan kasıt, ciddiyetle ve sıkıca sarılmaktır. Yoldan çıkmışlardan kastedilen ise kafirlerdir.

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Bunları kuvvetle tut, kavmine de onun en güzelini almalarını emret. Yakında size, yoldan çıkmışların yurdunu göstereceğim" âyetindeki kuvvetle tutmaktan kasıt, ciddiyetle sarılmaktır. Hazret-i Mûsa'ya, levhalara kavminin sarıldığından daha ciddiyetle sarılması emredilmiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde "Bunları kuvvetle tut, kavmine de onun en güzelini almalarını emret. Yakında size, yoldan çıkmışların yurdunu göstereceğim" âyetini açıklarken:

“Yüce Allah, kullarının, emirine ciddiyetle ve sıkıca sarılmalarını sever" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, Rabî b. Enes'in, "Bunları kuvvetle tut..." âyetinden kastedilen, Allah'a itaat etmektir, dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre "Bunları kuvvetle tut, kavmine de onun en güzelini almalarını emret. Yakında size, yoldan çıkmışların yurdunu göstereceğim" âyetinden kastedilen, levhaları ciddiyet ve bütün gücüyle tutmak, içindekileri en güzel şekilde almaktır.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen, "Yakında size, yoldan çıkmışların yurdunu göstereceğim" sözünden kastedilen, yoldan çıkmışların âhirette varacakları yerdir.

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen, "Yakında size, yoldan çıkmışların yurdunu göstereceğim" sözünden kastedilen, yoldan çıkmışların dünyadaki yurtlarıdır.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre âyette geçen, "Yakında size, yoldan çıkmışların yurdunu göstereceğim" sözündeki yurttan kastedilen cehennemdir.

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre saîd b. Cübeyr, "Yakında size, yoldan çıkmışların yurdunu göstereceğim" âyetini açıklarken:

“Yoldan çıkmışların yurdu, Hazret-i Mûsa için yükseltildi ve Hazret-i Mûsa onu gördü" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen yurttan kastedilen Mısır'dır.

146

"Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları, âyetlerimden yüz çevirteceğim. Onlar bütün âyetleri görseler yine de inanmazlar; doğru yolu görseler, yol olarak benimsemezler; azgınlık yolunu görseler, hemen onu yol edinirler. Bu, onların mucizelerimizi yalan saymaları ve onlardan habersiz görünmelerinden ileri gelir."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen "Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları, âyetlerimden yüz çevirteceğim..." sözündeki yüz çevirtmekten kasıt, onların âyetleri düşünmelerine engel olmaktır.

İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Cüreyc'in, "Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları, âyetlerimden yüz çevirteceğim..." sözünü açıklarken:

“Göklerin, yerin ve bunlardaki âyetleri (i'câzı) düşünmekten ve ibret almaktan yüz çevirteceğim, mânâsındadır" dediğini bildirir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süfyân b. Uyeyne, "Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları, âyetlerimden yüz çevirteceğim..." sözünü açıklarken:

“Onların Kur'ân'ı anlamalarını engelleyeceğim, mânâsındadır" demiştir.

147

Hâlbuki, âyetlerimizi ve âhirete kavuşmayı yalanlıyanların bütün yaptıkları ameller boşa gitmiştir. Onlar, ancak kendi amellerinin cezasını çekeceklerdir.

148

"Mûsa'nın ardından milleti, ziynet takımlarından, canlıymış gibi böğüren bir buzağı heykeli yaparak onu tanrı edindiler. O buzağının kendileriyle konuşmadığını ve yol da göstermediğini görmediler mi? Onu tanrı olarak benimseyip kendilerine yazık ettiler"

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Musa'nın ardından milleti, ziynet takımlarından, canlıymış gibi böğüren bir buzağı heykeli yaparak onu tanrı edindiler..." âyetini açıklarken:

“Buzağıyı yaptıkları zaman Sâmirî, buzağının üzerine Cibril'in atının ayak izinden almış olduğu bir avuç toprağı atmıştı" demiştir.

Abdürrezzâk, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Musa'nın ardından milleti, ziynet takımlarından, canlıymış gibi böğüren bir buzağı heykeli yaparak onu tanrı edindiler.." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“ İsrâiloğulları Firavun'un kavminden süs eşyası ödünç almışlardı. Sâmirî, bu süs eşyalarını toplayıp eriterek bir buzağı yaptı. Allah bu buzağıyı eti, kanı olan ve böğüren bir buzağıya çevirdi."

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesinin ne anlama geldiğini sorunca, İbn Abbâs:

“Buzağının böğürmesidir" karşılığını vermiştir. Nâfi':

“Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir:

“Tabi ki! Şâirin:

"Sanki Muâviye b. Bekr oğulları islam'a karşı seher vakti böğüren buzağılar gibidir" dediğini bilmez misin?"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Buzağı sadece bir defa böğürmüştür. Yüce Allah'ın:

“O buzağının kendileriyle konuşmadığını ... görmediler mi?" buyurduğunu görmüyor musun?" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre âyette geçen kelimesi ses mânâsındadır.

149

"Elleri böğründe, çaresiz Kalıp, kendilerinin sapıtmış olduklarını görünce: «Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa, and olsun ki mahvoluruz» dediler"

İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Elleri böğründe, çaresiz kalıp, kendilerinin sapıtmış olduklarını görünce..," sözünden kastedilen, sapıtmış olduklarını anlamalarıdır.

150

"Mûsa, kızgın ve üzgün bir halde kavmine dönünce: «Benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?» dedi. Tevrat levhalarını yere attı ve kardeşinin (Harun'un) başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi): «Anam oğlu! Bu kavim beni cidden zayıf gördüler ve nerede ise beni öldüreceklerdi. Sen de düşmanları bana güldürme ve beni bu zalim kavimle eş tutma!» dedi."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, değişik yollarla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi üzgün mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Mûsa, kızgın ve üzgün bir halde kavmine dönünce..." âyetini açıklarken:

“Hazret-i Mûsa, Tur dağına çıktığı zaman kavminin yaptıklarına üzülmüştü" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi üzgün mânâsındadır. Zuhruf sûresinde geçen (.....) kelimesi ise kızdırmak mânâsındadır. (.....) kelimesi, kızmak ve üzülmek mânâsında kullanılır.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi tasa mânâsındadır.

Ebu'ş-Şeyh, Ebu'd-Derdâ'nın:

“Esef, gazabın ötesinde ve ondan daha ağır bir durumdur" dediğini bildirir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b:

“Esef, çok kızmaktır" demiştir.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Bezzâr, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah Mûsa'ya merhamet etsin. Bir şeyi gözüyle görmek, duymak gibi değildir. Rabbi ona kavminin fitneye düştüğünü haber verince, Mûsa levhaları elinden atmadı. Onların fitneye düştüğünü gözleriyle görünce ise levhaları yere attı ve levhaların bir kısmı kırıldı. "

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem:

“Hazret-i Mûsa kızdığı zaman sarığından ateş çıkardı" dedi.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'ın:

“Hazret-i Mûsa levhaları atınca kırıldılar ve sadece altıda biri kaldı" dediğini bildiriyor.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Yüce Allah levhalarda Hazret-i Mûsa'ya her şeyden bir öğüt yazdı ve her şeyi uzun uzadıya açıkladı. Hazret-i Mûsa levhaları atınca Yüce Allah bu levhalardan yedide altısını kaldırdı ve geriye sadece yedide biri kaldı. Yüce Allah'ın:

“Onlardaki yazıda Rablerinden korkanlar için hidayet ve rahmet (haberi) vardı" âyeti geriye kalan bir levhadadır."

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Seb'ul-Mesâni verilmiştir. Bunlar da uzun olan sûrelerdir. Hazret-i Mûsa'ya ise altı levha verilmiştir. Hazret-i Mûsa levhaları atınca bunların ikisi kaldırıldı, sadece dört tanesi kaldı."

Ebu'ş-Şeyh, Rabî'in, "...Tevrat levhalarını yere attı ..." sözünü açıklarken şöyle dediğini bildirir: Bize ulaştığına göre levhalardan, insanların bilmemesi gereken ve "'Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru O indirir, rahimlerde bulunanı O bilir, kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır" âyetinde geçen beş şey kaldırılmıştır.

Ebû Nuaym, el-Hüye'de, Mücâhid veya Saîd b. Cübeyr'in şöyle dediğini bildirir:

“Levhalar zümrüttendi. Hazret-i Mûsa onları yere atınca levhalardaki tafsilat gitmiş, sadece hidayetle ilgili bölüm kalmıştır."

İbnu'l-Münzir bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki:

“Bana ulaştığına göre Hazret-i Mûsa'ya verilen levhalar dokuz taneydi. Bunlardan iki tanesi kaldırılmış ve yedi tane kalmıştır."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen zalimlerden kasıt, buzağıya tapanlardır.

151

Mûsa:

“ Ey Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine ithal et. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin.” dedi.

152

"Buzağıyı tanrı olarak benimseyenler Rablerinin öfkesine ve dünya hayatında alçaklığa uğrayacaklardır; iftira edenleri böylece cezalandırırız."

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd , İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in Eyyûb'dan bildirdiğine göre Ebû Kılâbe, "Buzağıyı tanrı olarak benimseyenler Rablerinin öfkesine ve dünya hayatında alçaklığa uğrayacaklardır; iftira edenleri böylece cezalandırıriz" âyetini okuyup:

“Bu, kıyamet gününe kadar iftira eden her kişiyi zelil edeceği cezadır" demiştir.

İbn Râhûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ali der ki:

“Yüce Allah'ın, "Buzağıyı tanrı olarak benimseyenler Rablerinin öfkesine ve dünya hayatında alçaklığa uğrayacaklardır; iftira edenleri böylece cezalandırırız" buyurduğunu duyduk. Biz onların (bize) iftira ettiğini görüyoruz ve bu iftiralarının cezasını göreceklerdir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân, "İftira edenleri böylece cezalandırırız" âyetini açıklarken:

“Her bid'at sahibi zelildir" demiştir.

Beyhakî, Şu'abu'l-İmân'da, Süfyân b. Uyeyne'nin şöyle dediğini bildirir:

“Her bid'atçinin zelil olduğunu görürsün. Yoksa Yüce Allah'ın, "Buzağıyı tanrı olarak benimseyenler Rablerinin öfkesine ve dünya hayatında alçaklığa uğrayacaklardır; iftira edenleri böylece cezalandırırız" buyurduğunu duymadın mı?"

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süfyân b. Uyeyne:

“Yeryüzünde bid'atçi olan hiç kimse yoktur ki zillet onun her yanını kaplamasın. Bunun böyle olduğu Allah'ın Kitabı'nda geçmektedir" deyince:

“Nerede geçmektedir?" diye sordular. Süfyân:

“Yüce Allah'ın, «Buzağıyı tanrı olarak benimseyenler...» âyetini duymadınız mı?" cevabını verdi. Onlar:

“Ey Ebû Muhammed! Bu âyet buzağıya tapanlara has bir ayettir" deyince, Süfyân:

“Hayır. Ondan sonrasını okuyunuz. Âyetin devamında «...iftira edenleri böylece cezalandırırız» buyrulmaktadır. Bu, kıyamet gününe kadar her iftiracı ve bid'atçiyi kapsamaktadır" cevabını verdi.

153

"Kötülük işleyip ardından tövbe edenler ve inananlar bilsinler ki Rabbin, bu hareketlerinin ardından onları şüphesiz bağışlar ve merhamet eder."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd'a, bîr kadınla zina ettikten sonra onunla evlenenin durumu sorulunca:

“Kötülük işleyip ardından tövbe edenler ve inananlar bilsinler ki Rabbin, bu hareketlerinin ardından onları şüphesiz bağışlar ve merhamet eder" âyetini okudu.

154

"Mûsa, öfkesi yatışınca, bir nüshasında Rablerinden korkanlar için doğru yol ve rahmet yazılı olan levhaları aldı."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Yüce Allah, Hazret-i Mûsa'ya, Tevrat'ı zebercedden yedi levha üzerinde verdi. Onda her şeyin açıklaması ve Tevrat'taki öğütler yazılıydı. Onları alarak gelince İsrâiloğullarının buzağıya taptığını gördü ve Tevrat'ı elinden atınca da levhalar parçalandılar. Hazret-i Mûsa, Harun'a yönelerek başından tutup kendine doğru çekmeye başladı. Allah, bu levhalardan yedide altısını kaldırdı, geriye sadece yedide biri kaldı. Hazret-i Mûsa'nın kızgınlığı geçince:

“Bir nüshasında Rablerinden korkanlar için doğru yol ve rahmet yazılı olan levhaları aldı"' Hazret-i Mûsa'nın aldığı levhalarda, daha önceki âyetlerde geçen açıklamalardan bahsedilmemiştir."

155

"Mûsa tayin ettiğimiz vakitte kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş deprem yakalayınca Musa dedi ki: Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de daha önce helak ederdin. İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği (günah) yüzünden hepimizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini saptırırsın, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim sahibimizsin, bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin!"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Mûsa tayin ettiğimiz vakitte kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş deprem yakalayınca Mûsa dedi ki: Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de daha önce helâk ederdin. İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği (günah) yüzünden hepimizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini saptırırsın, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim sahibimizsin, bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yüce Allah Hazret-i Mûsa'ya kavminden yetmiş kişiyi seçmesini emretmişti. Hazret-i Mûsa yetmiş kişi seçip Rablerine dua etmek için yola çıktılar. Duaları arasında:

“Allahım! Bizden önce kimseye vermediğin ve bizden sonra kimseye vermeyeceğin bir şey ver" duası da vardı. Yüce Allah onların bu duasını kerih gördü ve kendilerini bir sarsıntı yakaladı. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Eğer isteseydin onları daha önce de helak ederdin. Bu sarsıntı, Senin dilediğine isabet ettireceğin, dilediğinden savacağın bir azaptır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde, "Musa tayin ettiğimiz vakitte kavminden yetmiş adam seçti..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Onları, Hârun ile beraber Allah'ın emrini yerine getirmeleri için seçti. Ancak sarsıntıya tutulunca kavimlerini yakalayan şimşek onlara da isabet etti."

Abd b. Humeyd, Ebû Sa'd vasıtasıyla Mücâhid'in, "Mûsa tayin ettiğimiz vakitte kavminden yetmiş adam seçti..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Mûsa yetmiş kişiyle Yüce Allah'a dua ederek başlarındaki belayı kaldırması için çıkınca duaları kabul edilmeyip kendilerini sarsıntı yakaladığı zaman, Hazret-i Mûsa, kavminin yaptığı masiyeti kendilerinin de yaptığını anladı."

Ebû Sa'd der ki: Muhammed b. Ka'b el-Kurazî bana:

“Bu yetmiş kişi kavmini çirkin işlerden alıkoymadıkları ve iyiliği emretmedikleri için duaları kabul edilmemiş, kendilerini sarsıntı yakalamış ve ölmüşlerdir. Daha sonra ise Yüce Allah onları diriltmiştir" dedi.

Abd b. Humeyd, er-Rakkâşî'nin yeğeni Fadl b. İsa'nın şöyle dediğini bildirir: Bir gün İsrailoğulları Hazret-i Mûsa'ya:

“Sen bizim amcamız oğlu ve bizden değil misin? Rabbinle konuştuğunu da iddia etmiyor musun? Allah'ı açıkça görmedikçe sana iman etmeyiz" dediler. Bu şartı yerine getirmedikçe iman etmeyi kabul etmemeleri üzerine Yüce Allah Hazret-i Mûsa'ya:

“Kavminden yetmiş kişi seç" diye vahyetti. Hazret-i Mûsa kavminin en hayırlılarından yetmiş kişi seçti ve onlara:

“Yola çıkınız" dedi. Yola çıktıklarında güç yetiremeyecekleri şeylerle karşılaştılar ve onları bir sarsıntı yakaladı. Hazret-i Mûsa'ya:

“Ey Mûsa! Bizi geri çevir" dediklerinde Hazret-i Mûsa:

“Benim sizi geri çevirme yetkim yok. Siz bir şey istemiştiniz ve istediğiniz de geldi" dedi. Bu yetmiş kişinin hepsi öldü ve:

“Ey Mûsa! Geri dön!" denildi. Hazret-i Mûsa şöyle dedi:

“Ey Rabbim! Nereye döneceğim. "Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de daha önce helâk ederdin. İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği (günah) yüzünden hepimizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini saptırırsın, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim sahibimizsin, bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin! Bize, bu dünyada da iyilik yaz âhirette de. Şüphesiz biz sana döndük." Allah buyurdu ki: Kimi dilersem onu azabıma uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatır. Onu, sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım " İkrime der ki:

“O zamandan, rahmet, bu ümmet için yazılmıştır."

Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünyâ, Men âşe ba'de'İ-mevt'te, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali der ki: Hazret-i Hârun'un eceli gelince Yüce Allah Hazret-i Mûsa'ya:

“Sen, Hârun ve oğlu dağdaki mağaraya gidiniz. Ben Hârun'un canını alacağım" diye vahyetti. Hazret-i Mûsa, Hazret-i Hârun ve oğlu gidip mağaraya girince bir divan gördüler. Hazret-i Mûsa divana uzanıp kalktı ve:

“Bu yer ne kadar güzelmiş ey Hârun!" dedi. Hazret-i Hârun divana uzanınca Yüce Allah onun canını aldı. Hazret-i Mûsa ve Hazret-i Hârun'un oğlu üzgün bir şekilde İsrâiloğullarına dönünce, kendisine:

“Hârun nerede?" diye sordular. Hazret-i Mûsa:

“Vefat etti" cevabını verince, İsrailoğuları:

“Onu sen öldürdün. Onu sevdiğimizi biliyordun" dediler. Hazret-i Mûsa:

“Yazıklar olsun size! Yüce Allah'tan, onu benim yardımcım yapmasını istemişken, kendisini öldürecek miyim!? Eğer onu öldürecek olsaydım, oğlu beni bırakır mıydı?" deyince, Onlar:

“Onu bizden kıskandığın için öldürdün" karşılığını verdiler. Hazret-i Mûsa yetmiş kişiyi seçip yola çıkınca, yolda iki kişi hastalandı. Hazret-i Mûsa onlara bir hat çizdi ve Hazret-i Hârun'un oğlu ve İsrâiloğullarıyla yola devam etti. Hazret-i Hârun'un yanına geldiklerinde Hazret-i Mûsa:

“Ey Hârun! Seni kim öldürdü?" diye sordu. Hazret-i Hârun:

“Kimse öldürmedi, ecelimle öldüm" cevabını verince, onlar:

“Ne yapacağız ey Mûsa! Rabbine dua et de bizi peygamber yapsın" dediler. Bunun üzerine hem kendileri, hem de yolda hastalanıp yolda kalan iki kişiyi sarsıntı yakaladı. Hazret-i Mûsa kalkıp Rabbine dua ederek:

“Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de daha önce helâk ederdin. İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği (günah) yüzünden hepimizi helâk edecek misin?" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah onları tekrar diriltti ve bu yetmiş kişi kavimlerine peygamber olarak geri döndüler.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Nevf el-Himyerî der ki: Hazret-i Mûsa, Rabbiyle buluşmak için kavminden yetmiş kişi seçince Yüce Allah Hazret-i Mûsa'ya:

“Yeryüzünü sizin için mescid ve temiz yapacağım, İlahi huzuru sizinle beraber evlerinizde kılacağım, Tevrat'ı ezbere okumanızı sağlayacağım, her erkek, kadın, hür, köle, küçük ve büyük onu ezbere okuyabilecek" buyurdu. Hazret-i Mûsa onlara:

“Yüce Allah, yeryüzünü sizin için mescid ve temiz kıldı" deyince, İsrailoğuları:

“Kiliselerden başka yerde namaz kılmak istemiyoruz" karşılığını verdiler. Hazret-i Mûsa:

“Sekîne'yi (ilahi huzuru) sizinle beraber evlerinizde kıldı" deyince, İsrailoğulları:

“Sekîne'nin, eskiden olduğu gibi tabutta (sandıkta) olmasını istiyoruuz" karşılığını verdiler. Hazret-i Mûsa:

“Tevrat'ı ezbere okumanızı sağladı. Onu her erkek, kadın, hür, köle, küçük ve büyük onu ezbere okuyabilecek" deyince, İsrâiloğulları:

“Biz Tevrat'ı ona bakarak okumak istiyoruz" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Kimi dilersem onu azabıma uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatır. Onu, sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım. Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'ân'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ben, Sana kavmimden bir heyetle geldim, onların hediyesini başkasına verdin. Beni o ümmetin peygamberi yap" deyince, Yüce Allah:

“Onların peygamberi kendilerindendir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Beni o ümmetten yap" deyince, Yüce Allah:

“Sen onlara yetişemeyeceksin" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Ben, Sana kavmimden bir heyetle geldim, onların hediyesini başkasına verdin" deyince Yüce Allah, kendisine:

“Musa'nın milletinden bir topluluk hakkı gösterirler ve onunla hükmederlerdi" buyurdu. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa razı oldu.

Nefv der ki:

“Sizin gıyabınızda sizin için şahitlik eden ve başkasının hediyesini size veren Rabbinize hamd etmeyecek misiniz?"

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Nevf el-Bikâlî'nin şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Mûsa, kavminden yetmiş kişi seçtiği zaman onlara:

“Allah için yürüyünüz ve Ondan dileyiniz" dedi. Yüce Allah'tan, Hazret-i Musa'nın istediği başka, kavminin istediği başkaydı. Yüce Allah'ın Hazret-i Mûsa'ya vaadettiği Tur dağına vardıklarında, Hazret-i Mûsa onlara:

“Allah'tan dileyiniz" dedi. Onlar:

“Allah'ı bize açıkça göster" deyince, Hazret-i Mûsa iki defa:

“Yazıklar olsun size! Allah'tan bunu mu istiyorsunuz!?" karşılığını verdi. Onlar:

“İstediğimiz budur. Bize Allah'ı açıkça göster" deyince, kendilerini bir sarsıntı yakaladı ve yere serildiler. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Sana, İsrâiloğullarının en hayırlısı olan yetmiş kişiyle geldim. Onların yanına yanımda bir kişi bile omadan mı döneceğim? O zaman İsrailoğulları ile ne yapacağım. Beni öldürmezler mi?" dedi. Hazret-i Mûsa'ya:

“Sen, istediğini söyle" denilince, Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Onları tekrar diriltmeni istiyorum" karşılığını verdi. Yüce Allah onları diriltince, hem Hazret-i Mûsa, hem onlar Yüce Allah'tan dilediklerini bildiremediler ve bu dua, bu ümmete nasib oldu."

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Ebû Saîd er-Rakkâşî'nin, "Mûsa tayin ettiğimiz vakitte kavminden yetmiş adam seçti..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Seçilen kişiler otuz yaşından fazla, ama kırk yaşına girmemiş kişilerdi. Bu sebeple otuz yaşını geçenin cahilliği ve gençliği gitmiş olur. Kırk yaşına girenin ise aklında bir eksikliği olmaz."

Abd b. Humeyd , İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Mûsa tayin ettiğimiz vakitte kavminden yetmiş adam seçti.." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Hazret-i Mûsa, Rabbiyle buluşmak için yetmiş kişi seçti. Onları sarsıntı yakalayınca yetmişi de öldüler, sonra Allah onları tekrar diriltti."

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, âyette geçen (.....) kelimesinden kastedilenin sınama, imtihan olduğunu söylemiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesinden Allah'ın dilemesi kastedilmiştir.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Kendilerine buzağıya tapmalarını söyleyen şu Sâmirî'dir. Ona rûhu kim üfledi?" deyince, Yüce Allah:

“Ben" cevabını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! O zaman bunları Sen dalalete düşürdün" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in Râşid b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Mûsa Rabbiyle olan buluşmasına gidince, Yüce Allah:

“Ey Mûsa! Kavmin, senden sonra fitneye düştüler" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Onları Firavun'dan kurtarmana, denizden geçirmene ve nimetler vermene rağmen nasıl fitneye düşerler?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Ey Mûsa! Senden sonra, böğürtüsü olan bir buzağıyı ilah edindiler" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! O buzağıya kim can verdi?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Ben" cevabını verdi. Hazret-i Mûsa:

“O zaman ey Rabbim! Onları Sen dalalete düşürdün" deyince, Yüce Allah:

“Ey Mûsa! Ey peygamberlerin başı! Ey hikmetli kişilerin babası! Ben onların kalbinde böyle (bir şeye yatkınlık) gördüm ve bunu onlara kolaylaştırdım" buyurdu.

Abd b. Humeyd , Ebû Ömer el-Adenî, Müsned'de, İbn Cerîr ve Ebu'ş- Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Hazret-i Mûsa'nın seçtiği yetmiş kişiyi sarsıntının yakalamasının sebebi, buzağıyı ilah kabul etmemelerine rağmen buna engel olmamalarıdır."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Şeybe'in bildirdiğine göre Katâde der ki:

“Bize ulaştığına göre Hazret-i Mûsa'nın seçmiş olduğu yetmiş kişi, bakire kızların ördüğü temiz elbiseleri giyip, yağmurlu gecenin sabahında vahaya çıkarak Allah'a dua ediyorlardı. Vallahi! O zaman onların istediği her şeyi Yüce Allah bu ümmete vermiştir."

Ebu'ş-Şeyh, Ebu'l-Esved Muhammed b. Abdirrahman'ın:

“Hazret-i Mûsa'nın seçmiş olduğu yetmiş kişi, saç ve sakallarının siyaha boyamalarıyla tanınmaktaydı" dediğini bildirir.

156

Bkz. Ayet:157

157

"Bize, bu dünyada da iyilik yaz, âhirette de. Şüphesiz biz sana döndük." Allah buyurdu ki: Kimi dilersem onu azabıma uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatır. Onu, sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım. Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'ân'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır."

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Yüce Allah, Hazret-i Mûsa'nın, "...bu dünyada da iyilik yaz âhirette de..." şeklindeki isteğini vermedi ve:

“Kimi dilersem onu azabıma uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatır. Onu, sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım. Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'ân'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır" buyurdu."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime, "Bize, bu dünyada da iyilik yaz âhirette de..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah o zamandan, rahmetini bu ümmete yazmıştır" dedi.

Ebu'ş-Şeyh'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre âyette geçen kelimesi, mağfiret mânâsındadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in değişik kanallarla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözü, "Sana tövbe ettik" mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe'nin Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözü, "Sana tövbe ettik" mânâsındadır.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Arapça ilminde insanların en bilgilisi olan Ebû Vecze es-Sa'dî:

“Vallahi! Araplardan hiç kimsenin bu kelimeyi (.....) şeklinde kullandığını bilmiyorum" deyince, kendisine:

“Ya nasıl kullanıyor?" diye soruldu. Bunun üzerine Ebû Vecze (.....) şeklinde (.....) harfi esreli olarak kullanılır. Mânâsı da «sana meylettik» demektir" dedi.

Abdürrezzâk, Ahmed, Zühd'de, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh, Hasan(-ı Basrî) ve Katâde'nin, "Rahmetim ise her şeyi kuşatır" âyetini açıklarken:

“Allah'ın rahmeti dünyada iyileri ve kötüleri kuşatır. Kıyamet günü ise sadece takva sahiplerine hastır" dediğini bildirir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Atâ, "Rahmetim ise her şeyi kuşatır" âyetini açıklarken:

“Allah'ın rahmeti, dünyada bütün yarattıklarını kapsamaktadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Simâk b. Fadl'ın yanında:

“Hangi şey daha büyüktür?" denilip, gökler ve yerin varlığından bahsedildi. O ise susmuş konuşmuyordu. Kendisine:

“Ey Ebu'l-Fadl! Sen ne dersin?" diye sorulunca:

“Hiçbir şey Allah'ın rahmetinden büyük değildir. Yüce Allah, "Rahmetim ise her şeyi kuşatır" buyurmaktadır" dedi.

Ahmed, Ebû Dâvud, el-Bâverdî, Taberânî, Hâkim ve Diyâ el-Makdisî, Cündüb b. Abdillah el-Becelî'nin şöyle dediğini bildiriyor: Bir bedevi gelip devesini çökerttikten sonra onu bağladı, sonra Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ardında namaz kıldı, sonra yüksek sesle:

“Ey Allahım! Bana ve Muhammed'e merhamet et ve ikimize olan bu rahmetine hiçbir kimseyi ortak etme!" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Geniş olan bir rahmeti daralttın. Yüce Allah yüz rahmet yaratmış ve yeryüzüne bir rahmet indirmiştir. İnsanlar; cinler ve hayvanlar onunla birbirlerine merhametli davranıyorlar. Doksan dokuz rahmeti ise katında bırakmıştır." buyurdu.

Ahmed ve Müslim, Selmân'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Yüce Allah'ın yüz rahmeti vardır. Bu yüz rahmetten biriyle yaratılmışlar birbirlerine merhametli davranır, vahşi hayvanlar yavrularına şefkat gösterirler. Doksan dokuz rahmetini ise kıyamet günü için bırakmıştır. "

İbn Ebî Şeybe'nin, Selmân'dan onun sözü olarak, İbn Merdûye, Hatîb, el- Müttefik ve'l-Müteferrik'te Selmân'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah gökleri ve yeri yarattığı zaman yüz rahmet yaratmıştır. Bu rahmetlerin her biri gökle yer arası kadardır. Bunlardan bir- tanesini yeryüzüne indirmiştir ve mahlukat bu rahmetle birbirlerine merhamet ederler; anne çocuğuna şefkat gösterir. Bununla kuşlar ve vahşi hayvanlar su içer ve mahlukat bununla yaşar. Kıyamet günü olunca bu rahmetini mahlûkatından çeker ve takva sahiplerine verip bu rahmetin üzerine doksan dokuz rahmetini de koyar" buyurduktan sonra:

“Rahmetim ise her şeyi kuşatır. Onu, sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım" âyetini okudu.

Taberânî'nin Huzeyfe b. el-Yemân'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Canım elinde olana yemin ederim ki, dininde facir, yaşayışında ahmak olan cennete girecmeyeektir. Canım elinde olana yemin ederim ki, günahı sebebiyle cehennemin kendisini yaktığı kişi cennete girecektir. Canım elinde olana yemin ederim ki, Yüce Allah kıyamet günü öyle mağfiret edecek ki, İblis bile belki kendisine de rahmet edilir umuduyla uzanacaktır."

Ahmed, Abd b. Humeyd, Müsned'de, Ebû Ya'lâ, İbn Huzeyme, İbn Hibbân ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Cennet ve cehennem övünüp, cehennem: «Ey Rabbim! Bana, zorbalar, krallar ve halkın ileri gelenleri giriyorlar» dedi. Cennet: «Ey Rabbim! Bana, fakirler, zayıflar ve miskinler giriyor» dedi. Bunun üzerine Yüce Allah cehenneme: «Sen Benim azabımsın. Dilediğimi seninle azaplandırırım», cennete de: «Sen Benim rahmetimsin ve her şeyden genişsin. İkinize de doluncaya kadar girilecek» buyurdu."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Bekr el-Huzelîder ki:

“Rahmetim ise her şeyi kuşatır" sözü nazil olduğu zaman İblis:

“Ben de o bir şeydenim" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah, âyetin:

“...Onu, sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım" bölümünü indirdi ve rahmetini İblis'ten çekip aldı.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî der ki:

“Rahmetim ise her şeyi kuşatır" sözü nazil olduğu zaman İblis:

“Ey Rabbim! Ben de o bir şeydenim" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah,:

“...Onu, sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım" buyruğuyla öncekini heshetti.

İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Cüreyc'in şöyle dediğini bildirir:

“Rahmetim ise her şeyi kuşatır" sözü nazil olduğu zaman İblis:

“Ben de o bir şeydenim" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“... Onu, sakınanlara, zekâtı verenlere...yazacağım" buyurdu. Yahudiler:

“Biz sakınıyor ve zekat veriyoruz" deyince, Yüce Allah:

“Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'ân'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır" âyetini indirdi ve Yüce Allah rahmetini İblis ve Yahudilerden ayırıp Muhammed ümmetine has kıldı."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'den buna benzer bir rivâyette bulunmuştur.

Beyhakî, Şu'abu'l-İmân'da, Süfyân b. Uyeyne'nin şöyle dediğini bildirir:

“Rahmetim ise her şeyi kuşatır" sözü nazil olduğu zaman İblis boynunu uzatıp:

“Ben de o bir şeydenim" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Onu, sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım" buyurdu. Yahudiler ve Hıristiyanlar boyunlarını uzatıp:

“Biz Tevrat ve İncil'e iman ediyor ve zekat veriyoruz" deyince, Yüce Allah rahmetini İblis ve Yahudilerden ayırıp Muhammed ümmetine has kıldı ve:

“Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'ân'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır" buyurdu.

Bezzâr, Müsned'de, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan. bildirdiğine göre Hzl Mûsa, Rabbinden bir şey istedi, Yüce Allah o şeyi Hazret-i Muhammed'e verdi. Yüce Allah'ın, "Mûsa, tayin ettiğimiz müddette milletinden yetmiş kişi seçti; onları sarsıntı tutunca dedi ki:

“Rabbim! Dileseydin daha önce beni ve onları yok ederdin, aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi yok eder misin? Bu, Senin imtihanından başka birşey değildir, bununla dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletirsin; bizim dostumuz Sensin; bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bağışlayanların en iyisisin. Bize, bu dünyada da iyilik yaz âhirette de. Şüphesiz biz sana döndük" âyetlerinde belirttiği ve Hazret-i Mûsa'nın Rabbinden istediği herşeyi bu ümmete yazmıştır.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "...Onu, sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım' âyetini açıklarken:

“Yüce Allah rahmetini bu ümmete yazmıştır" dedi.

Hâkim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Mûsa dua edince, Yüce Allah onun duasına karşılık kendisine yetmiş kişi gönderdi ve duasını da Hazret-i Muhammed'e iman edip tabi olanlara verdi. Yüce Allah:

“...bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin" duasını, sakınanlara, zekat verenlere ve Hazret-i Muhamed'e tabi olanlara yazmıştır.

İbn Cerîr, İbn Abbâs'ın, "...Onu, sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım" âyetini açıklarken:

“Sakınanlardan kastedilen şirke düşmekten sakınanlardır" dediğini bildirir.

Ebu'ş-Şeyh, Saîd b. Cübeyr'in, "...Onu, sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım" âyetini açıklarken:

“Burada kastedilen Hazret-i Muhammed'in ümmetidir. Hazret-i Mûsa:

“Keşke Ahmed'in ümmetinin zamanına kadar yaşasaydım" deyince, Yahudiler, Hazret-i Mûsa'ya:

“Allah, yarattıklarına sonra azab mı eder?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Ey Mûsa! Ekin ek!" diye vahyetti. Hazret-i Mûsa (ekini ekti ve):

“Ektim" deyince, Yüce Allah (ekin olgunlaşınca):

“Onu biç!" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Biçtim" deyince, Yüce Allah:

“Onu döv!" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Dövdüm" deyince, Yüce Allah:

“Şimdi onu savur" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Savurdum" deyince, Yüce Allah:

“Geriye ne kaldı?" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Sadece işe yarar kısmı kaldı" karşılığını verince, Yüce Allah:

“Ben de yarattıklarımdan sadece işe yaramayanları (hayırsızları) azaplandıracağım" buyurdu.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Ali b. Ebî Tâlib'den bildirir: Kendisine (Hazret-i Ali'ye) Hazret-i Ebû Bekr ve Hazret-i Ömer sorulunca:

“Bunlar, Hazret-i Musa'nın Rabbinden yetmiş kişinin içinde olmasını istediği iki kişidir. Allah onları Hazret-i Mûsa'ya değil Hazret-i Muhammed'e vermiştir" deyip:

“Mûsa, tayin ettiğimiz müddette milletinden yetmiş kişi seçti..." âyetini okudu.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ali der ki: Cuma günü Cibrîl Mescidu'l-Haram'a inip sancağını Mescidu'l-Haram'a diker. Diğer melekler de insanların Cuma namazı kıldıkları diğer mescitlere gidip bayrak ve sancaklarını o mescitlerin kapısına dikerler. Sonra gümüşten sayfaları, altından kalemleri açıp ilk gelen kişiyi başta olmak üzere cumaya geliş sırasına göre yazarlar. Cumaya erken gelenler yetmiş kişiye ulaşınca sayfalar dürülür ve bu kişiler, Hazret-i Mûsa'nın kavminden seçmiş olduğu yetmiş kişi gibi olurlar. Hazret-i Mûsa'nın kavminden seçmiş olduğu kişiler de peygamberdi."

îbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Bizden (bu ümmetten) yetmiş kişi Cuma namazı için gidince, Hazret-i Mûsa'nın, Rabbiyle buluşmak için seçtiği yetmiş kişi gibi veya onlardan daha üstün olurlar. "

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbrâhim en-Nehaî, "Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar..." âyetini açıklarken:

“Hazret-i Muhamed okuma ve yazmayı bilmezdi" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen ümmî peygamberden kastedilen, okuması ve yazması olmayan Hazret-i Muhammed'dir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Amr b. el-Âs der ki: Birgün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza sanki bizimle veda eder gibi çıktı ve:

“Ben, ümmi olan peygamber Muhammed'im. Ben, ümmi olan peygamber Muhammed'im. Ben, ümmi olan peygamber Muhammed'im. Benden sonra peygamber gelmeyecektir. Bana sözlerin ilki, sonu ve az sözle çok şey ifade etme özelliği verildi. Cehennemin bekçilerini ve Arş'ı taşıyanları bildim. Aranızda olduğum müddetçe beni dinleyip itaat ediniz. Aranızdan alındığım zaman ise Allah'ın Kitabına sarılıp, helalini helal, haramını da haram kabul ediniz" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Merdûye İbn Ömer'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Biz, ümmi bir ümmetiz. Yazmayı ve hesabı bilmeyiz. Bir ay da şu kadardır" buyurup eliyle altı defa işaret edip, bunların birinde parmağının birini yumdu. (Yani bir ayın, yirmi dokuz gün olduğunu ifade etti).

Ebu'ş-Şeyh, Mücâlid vasıtasıyla, Avn b. Abdillah'tan babasının şöyle dediğini bildirir:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat etıtıeden önce okudu ve yazdı." (Mücâlid der ki:

“Bunu Şa'bî'ye anlattığımda:

“Doğru söylemiş. Arkadaşlarımızın da böyle dediğini duydum" karşılığını verdi.

İbn Sa'd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar..." âyetini açıklarken:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şemailini, özelliklerini ve peygamberliğini yanlarındaki Tevrat'ta görüyorlardı" demiştir.

İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Katâde der ki:

“Bazı (kutsal) kitaplarda Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vasıflarının şöyle geçtiğini öğrendik:

“Allah'ın Resûlü Muhammed, katı ve kaba olmayan, çarşılarda bağırmayan, kötülüğe kötülükle karşılık vermeyen ama afedip bağışlayan, ümmeti her hal üzereyken hamdeden."

İbn Sa'd ve Ahmed, bedevilerden bir adamdan şöyle bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında Medine'ye satmak için bir şey götürdüm. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Ebû Bekr ve Hazret-i Ömer'in arasında yürürken onlarla karşılaştım ve peşlerinden gittim. Tevrat'ı açmış, ölmek üzere olan çok güzel oğlu için okuyan bir Yahudinin yanına uğradılar ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Tevrat'ı indiren hakkı için söylemeni istiyorum. Benim vasıflarımı ve gönderileceğimi Tevrat'ta görüyor musun?" diye sordu. Adam başıyla:

“Hayır" işareti yapınca oğlu:

“Tevrat'ı indirene yemin olsun ki, senin vasıflarını ve gönderileceğini Tevrat'ta görüyoruz. Şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve Muhammed de Onun peygamberidir" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yahudiyi kardeşinizin yanından kaldırın" buyurdu ve çocuğun kefenini kendisi tedarik edip namazını kıldı.

İbn Sa'd, Buhârî, İbn Cerîr ve Beyhakî, Delâil'de, Atâ b. Yesâr'ın şöyle dediğini bildirir: Abdullah b. Amr b. Âs ile karşılaştım ve ona:

“Resulullah'ın sıfatlarını bana bildir" dedim. Abdullah şöyle karşılık verdi:

“Bildireyim. Allah'a yemin ederim o, Tevrat'ta, Kur'ân-ı Kerim'de yer alan bazı sıfatları ile nitelendirilmiştir:

“Ey Peygamber! Şüphe yok ki, Biz seni bir şahid, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Bir de ümmîlere bir koruyucu sığınak olarak sen benim kulum, elçimsin. Ben sana el-Mütevekkil adını verdim. Sen, ne sert ne kabasın. Çarşı pazarlarda da bağırıp çağırmazsın. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez, ama affeder ve bağışlarsın. Yüce Allah da onun vasıtasıyla «Lâ ilâhe illallah» demeleri suretiyle o eğri milleti doğrultmadıkça, onun vasıtasıyla kör bir takım gözleri, sağır bir takım kulakları ve örtülü kalpleri açmadıkça canını almayacaktır."

İbn Sa'd, Dârimî, Müsned'de, Beyhakî, Delâil'de ve İbn Asâkir, Abdullah b. Selâm'ın şöyle dediğini ibldirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Tevrat'taki vasıfları şöyledir:

“Ey Peygamber! Şüphe yok ki, Biz seni bir şahid, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Bir de ümmîlere bir koruyucu sığınak olarak sen benim kulum, elçimsin. Ben sana el-Mütevekkil adını verdim. Sen, ne sert ne kabasın. Çarşı pazarlarda da bağırıp çağırmazsın. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez, ama affeder ve bağışlar. Yüce Allah da onun vasıtasıyla «Lâ ilâhe illallah» demeleri suretiyle o eğri milleti doğrultmadıkça, onun vasıtasıyla kör bir takım gözleri, sağır bir takım kulakları ve örtülü kalpleri açmadıkça canını almayacaktır."

Dârimî, Ka'b(u'l-ahbâr)'ın şöyle dediğini bildirir: Tevrat'ın ilk satırında:

“Allah'ın Resûlü Muhammed, seçilmiş kulumdur. Ne sert ne kaba, ne de çarşılarda çağırıp bağıran, ne kötülüğe kötülükle karşılık veren biridir. O, affedip bağışlayan biridir. Mekke'de doğacak, Medine'ye hicret edecek, Mülkü Şam'da olacaktır" yazılıdır. İkinci satırında ise şöyle yazılıdır:

“Muhammed, Allah'ın Resûlüdür. Ümmeti çokça hamdeden, Allah'a iyi hallerinde ve sıkıntılı anlarında hamd ederler. Her menzilde Allah'a hamd ederler, her tepede onu yüceltirler. Güneş'i gözetirler ve vakti gelince, bir çöplükte olsalar bile namazlarını kılarlar. Ortalarına (bellerine) îzâr kuşanır, kenar organlarını (el-kol ve ayaklarını) temizlerler. Geceleyin göğün boşluğunda sesleri arı sesi gibidir."

İbn Sa'd, Dârimî ve İbn Asâkir, Ebû Kurra'dan bildirir: İbn Abbâs, Ka'bu'l- Ahbâr'a:

“Tevrat'ta Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vasıflarını nasıl bulmaktasın?" diye sorunca, Ka'b şöyle karşılık verdi:

“Onun Tevrat'taki vasıfları şöyledir: Abdullah'ın oğlu Muhammed. Mekke'de doğacak, Tâbe'ye (Medine'y)e hicret edecek, mülkü Şam'da olacak. O ne çirkin söz söyleyen ve çirkin iş yapan biridir, ne de çarşılarda bağırıp çağıran biridir. O kötülüğe kötülükle karşılık vermez. Fakat affeder ve bağışlar. Onun ümmeti çok hamdeden bir ümmettir. Onlar her bolluk ve darlıkta Allah'a hamdeder, her yüksek yerde Allah'ı yüceltirler. Kenar organlarını (el-kol ve ayaklarını) temizlerler. Ortalarında (bellerine) izâr kuşanırlar. Namazlarında, savaşlarında saf tuttukları gibi saf tutarlar. Mescidlerindeki uğultuları, arı uğultusu gibidir. Münâdilerinin (ezan okuyanlarının) sesi gök boşluğunda duyulur."

Ebû Nuaym, Delâil'de ve Beyhakî, Delâil'de, Ümmu'd-Derdâ'nın şöyle dediğini bildirir: Ka'b(u'l-ahbâr)'a:

“Tevrat'ta Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vasıflarını nasıl bulmaktasın?" diye sorduğumda şöyle cevap verdi:

“Allah'ın Resûlü Muhammed. İsmi el-Mütevekkil'dir. Ne sert ve kaba, ne de çarşılarda bağırıp çağıran biridir. Kör olan gözleri açmak, sağır olan kulaklara duyurmak, eğri olan dilleri düzeltmek ve insanların, Allah'tan başka ilah olmadığına, onun tek olduğuna ve ortağının bulunmadığına şahitlik etmeleri için anahtarlar verilmiştir. O, mazluma yardım eder ve zulme uğramasına engel olur."

Zübeyr b. Bekkâr, Ahbâru'l-Medine'de ve Ebû Nuaym, Delâil'de, İbn Mes'ûd'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

"Benim (Tevrat'taki vasıflarım) şöyledir: Ahmed el-Mütevekkil, Doğum yeri Mekke'dir. Hicret edeceği yer Taybe'dir. Sert ve kaba değildir. İyiliğe iyilikle karşılık verir. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez. Onun ümmeti çok hamdeden bir ümmettir. Ortalarında (bellerine) izâr kuşanırlar. Kenar organlarını (el-kol ve ayaklarını) temizlerler. Kitaplarını ezbere okurlar. Savaş için saf tuttukları gibi namazlarında saf tutarlar. Bana, kanlarıyla (şehid olarak) yaklaşırlar. Onlar geceleri rahip (kendini ibadete veren) gündüzlerin aslanıdırlar."

Ebû Nuaym, Ka'b(u'l-ahbâr)'ın şöyle dediğini bildirir: Babam, Hazret-i Mûsa'ya indirileni en çok bilen kişiydi ve bildiği hiçbir şeyi benden saklamazdı. Ölüm anı geldiği zaman beni çağırdı ve şöyle dedi:

“Evladım! Bildiğim hiçbir şeyi senden gizlemediğimi bilirsin. Ancak senden zamanının yaklaştığı gönderilecek peygamberin vasıflarının bulunduğu iki sayfayı senden sakladım ve sana bunları bildirmeyi istemedim. Şu yalancıların çıkıp (peygamber olduğunu iddia etmesinden ve) senin de onlara itaat etmenden korkarım. Bu iki sayfayı şu gördüğün deliğe koydum ve üzerini sıvadım. Onlara şimdi dokunma ve bakma. Allah senin hakında hayır dilerse ve o peygamberi gönderirse ona tabi olursun." Sonra babam vefat etti ve onu defnettik. Benim için o iki sayfaya bakmaktan daha sevindirici bir şey yoktu. Sıvanmış olan deliği açıp sayfaları çıkardım ve içinde şöyle yazılı olduğunu gördüm:

"Allah'ın Resûlü Muhammed. Peygamberlerin sonuncusudur ve ondan sonra peygamber yoktur. Doğum yeri Mekke'dir. Hicret edeceği yer Taybe'dir. Sert ve kaba değildir. Çarşılarda çağırıp bağırmaz. Kötülüğe iyilikle karşılık verir. Affeder ve bağışlar. Ümmeti çokça hamdeder. Onlar her halde Allah'a hamd ederler. Dilleri her an tekbir getirir. Peygamberlerine de her düşmanlığa karşı yardım edilir. Avret yerlerini yıkarlar. Ortalarında (bellerine) izâr kuşanırlar. Kitaplarını ezbere okurlar. Birbirlerine karşı, kardeşin kardeşe gösterdiği gibi merhamet gösterirler. Onlar, ümmetler arasında cennete girecek ilk ümmettir."

Allah'ın dilediği bir müddet bekledikten sonra Hazret-i Peygamber'in Mekke'den çıktığını öğrendim. Onun gerçekten peygamber olduğunu anlamak için bekledim, sonra vefat ettiğini, halifesinin de yerine geçtiğini duydum. Orduları bize geldiğinde ben:

“Bunların hayatlarını ve amellerini görmeden bu dine girmem" dedim ve doğru olup olmadığını anlamak için İslam'a girmeyi hep erteledim. Ömer b. el-Hattâb'ın memurları yanımıza gelip, onların ahitlerine olan sadakatlerini ve düşmanlarına karşı Allah'ın kendilerine nasıl yardım ettiğini görünce onların beklediğim kişiler olduğunu anladım. Vallahi bir gece damımın üzerindeyken müslümanlardan bir adamın:

“Ey kendilerine kitab verilenler, Biz, birtakım yüzleri silip tanınmaz hale getirip de arkalarına çevirmezden, yahut Cumartesi sahiplerini lanetlediğimiz gibi, onları da lânetlemezdeh önce, (gelin) beraberinizdekini doğrulayıcı olarak indirdiğimize iman edin. Allah'ın emri mutlaka yerine gelir" âyetini okuduğunu duyunca, sabah olmadan yüzümün çarpılmasından korktum. Artık benim için sabahın olması kadar sevindirici bir şey yoktu. Sabah olunca müslümanların yanına gittim.

Hâkim ve Beyhakî'nin, Delâil'de, Ali b. Ebî Tâlib'den bildirdiğine göre bir Yahudinin Hazret-i Peygamberden bir miktar para alacağı vardı. Adam parasını isteyince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şu an sana verecek param yok" buyurdu. Adam:

“Vallahi ey Muhammed! Paramı vermeden senden ayrılmayacağım" deyince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O zaman ben de seninle otururum" buyurup adamla oturdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarını kıldı, o sırada sahabe adamı tehdid ediyorlardı. Sahabe, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın Resûlü! Bir Yahudi mi seni hapsediyor?" deyince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, anlaşmalı olana (zımmiye) veya başka birine haksızlık etmemi yasaklamıştır" buyurdu. Gün yükselince Yahudi müslüman oldu ve:

“Malımın yarısını Allah yolunda verdim. Vallahi! Sana yaptığım, senin Tevrat'taki vasfını görmek içindi. Tevrat'taki vasfın şöyledir: Abdullah'ın oğlu Muhammed. Doğum yeri Mekke'dir. Hicret edeceği yer Taybe'dir. Mülkü ise Şam'dadır. Sert ve kaba değildir. Çarşılarda çağırıp bağırmaz. Kötülüğe iyilikle karşılık verir. Kötü şeyler yapmaz ve çirkin söz söylemez."

İbn Sa'd'ın Zührî'den bildirdiğine göre bir yahudi şöyle dedi: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Tevrat'taki bütün vasıflarını gördüm. Sadece yumuşaklığını göremedim. Bunun üzerine kendisine belli bir süre sonra hurma almak karşılığında otuz dinar verdim ve ödeme tarihinden bir gün önce gidip:

“Ey Muhammed! Hakkımı ver. Siz Abdulmuttalib oğulları borcu uzatan bir topluluksunuz" dedim. Hazret-i Ömer:

“Ey pis yahudi! Eğer Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) huzuru omasaydı boynunu vururdum" deyince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah seni bağışlasın ey Ebû Hafs! Allah seni bağışlasın ey Ebû Hafs! Biz senden bundan başka türlüsünü görmek ihtiyacında idik. Sen bana onun üzerimde bulunan hakkını güzellikle ödememi söyleyecek, ona da hakkını tahsilde yardımcı olmakla beraber alacağını isterken daha nazik davranmasını tavsiye edecektin" buyurdu ve benim cahilce hareketime karşı sadece yumuşaklıkla karşılık verip:

“Ey Yahudi! Senin hakkının ödeme günü ancak yarın sabah girecektir" buyurdu. Sonra, Hazret-i Ömer'e:

“Ey Ebû Hafs! Onu yarın günün başlangıcında istediği hurma bahçesine götür ve eğer beğenirse kendisine şu kadar hurma ver. Ona söylediğin sözlerden dolayı da şu kadar daha hurma ver. Eğer razı olmazsa ona bahçeden şu kadar hurma ver" buyurdu. Hazret-i Ömer, Yahudiyi bahçeye götürdü ve Yahudi hurmaları beğenince, ona Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) söylediği miktarı, söylediği fazlalığı verdi. Yahudi hurmalarını alınca şöyle dedi:

“Şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve Muhammed de onun peygamberidir. Ey Ömer! Vallahi gördüğün şeyi yapmamın sebebi, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Tevrat'ta geçen yumuşak huyluluk dışındaki bütün vasıflarını görmemdir. Bu gün de onun yumuşak huyluluğunu denedim ve Tevrat'ta vasfedildiği gibi olduğunu gördüm. Bu hurmaların ve malımın yarısının müslümanların fakirlerinin olduğuna seni şahit tutuyorum." Hazret-i Ömer:

“Veya bazısının?" deyince yahudi:

“Evet bazısının" karşılığını verdi. Bu Yahudinin, yüz yaşında olan bir ihtiyar dışındaki bütün ailesi müslüman oldular. Sadece bu ihtiyar küfrüne devam etti.

İbn Sa'd, Kesîr b. Murre'nin şöyle dediğini bildirir: Yüce Allah şöyle buyurur:

“Size, işlerinde gevşek ve tembel olmayan bir peygamber gelmiştir. O, "La ilâhe illallah" demeleri suretiyle kör olan gözleri açar, sağır olan kulaklara duyurur, örtülü kalpleri açar ve eğri olan gelenekleri doğrultur."

İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Yahudilerin ilim meclisine gitti ve:

“Bana en âliminizi çıkarınız" buyurdu. Onlar:

“En âlimimiz Abdullah b. Sûriyâ'dır" deyince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onunla baş başa kaldı ve dinin hakkı, Allah'ın kendilerine yedirdiği kudret helvası ve bıldırcın eti yedirmesi, bulutlardan gölgeler yapması hürmetine doğru söylemesini isteyerek:

“Benim peygamber olduğumu biliyor musun?" diye sordu, Abdullah:

“Vallahi evet. Öbürleri de benim bildiğimi biliyorlar. Senin vasıfların Tevrat'ta açıkça belirtilmektedir; ama seni kıskanıyorlar" cevabını verince Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sen neden iman etmiyorsun?" diye sordu. Abdullah:

“Kavmimle ters düşmek istemiyorum. Umarım ki sana tâbi olurlar ve ben de müslüman olurum" dedi.

Taberânî, Ebû Nuaym ve Beyhakî, Feletân b. Âsım'ın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraberken bir adam geldi ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) adama:

“Tevrat'ı okuyor musun?" diye sordu. Adam:

“Evet" cevabını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Peki İncil'i de okuyor musun?" diye sordu. Adam:

“Evet" cevabını verince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) adama yemin verdirerek:

“Beni, Tevrat'ta ve İncil'de görüyor musun?" diye sordu. Adam:

“Senin vasıfların, şeklin ve çıkışına benzer şeyler görüyoruz ve çıkacak kişinin bizden olmasını temenni ediyorduk. Sen çıkınca, bu kişinin sen olmasından korktuk ve baktığımızda, Tevrat ve İncil'de vasıfları belirtilen kişinin sen olmadığını gördük" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Peki neden?" diye sorunca, adam:

“Onunla beraber ümmetinden hesaba çekilmeyecek ve azab görmeyecek yetmiş bin kişinin olduğunu görüyoruz. Senin yanında ise az sayıda kişi vardır" cevabını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Canım elinde olana yemin ederim ki, o kişi benim ve onlar da benim ümmetimdir. Onlar yetmiş bin kişiden ve yetmiş bin kişiden de daha fazladır" buyurdu.

İbn Sa'd'ın İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Kureyş, Nadr b. el-Hâris, Ukbe b. Ebî Muayt ve başkalarını Medine yahudilerine gönderip:

“Onlara Muhammed'i sorun" dediler. Bunlar Medine'ye gelip:

“İçimizde olan bir olay sebebiyle size geldik. Aramızda büyük söz söyleyen ve Rahmân'ın elçisi olduğunu iddia eden yetim bir genç var" dediler. Yahudiler:

“Bize vasıflarını söyleyiniz" deyince, Kureyş heyeti onlara Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vasıflarını söylediler. Yahudiler:

“Sizden ona tâbi olanlar kimlerdir" diye sorunca, onlar:

“Ayak takımımız" cevabını verdiler. Bunun üzerine yahudilerin bir âlimi gülüp:

“Bu, vasıflarını ve insanlar içinde kendisine kavminin en çok düşmanlık edeceğini gördüğümüz peygamberdir" dedi.

Ebû Nuaym, el-Hilye'de, Vehb (b. Münebbih)'in şöyle dediğini bildirir: İsrailoğullarından, Allah'a yüz yıl isyan ettikten sonra ölen bir adam vardı. Bu adam ölünce kendisini alıp bir çöplüğe attılar. Yüce Allah Hazret-i Mûsa'ya:

“Git ve onun cenaze namazını kıl" diye vahyedince Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! İsrailoğulları, bu kişinin sana yüz yıl isyan ettiğine şahitlik yaptılar" deyince Yüce Allah:

“Bu kişi böyleydi, ancak her Tevrat'ı açıp Hazret-i Muhammed'in adına baktığında onu öpüp gözlerine sürer ve salavat getirirdi. Bu sebeple onun bu hareketine karşılık verdim ve kendisini bağışlayarak yetmiş hûri ile evlendirdim" diye vahyetti.

İbn Sa'd, Hâkim, Delâi?de Ebû Nuaym ve Delâil'de Beyhakî, Hazret-i Âişe'nin şöyle dediğini bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) İncil'de:

“Ne sert ve kaba, ne de çarşılarda çağırıp bağıran biridir. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez, ama affedip bağışlar" şeklinde vasfedilmiştir.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Cârûd b. Abdillah Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip müslüman oldu ve:

“Seni hak olarak gönderene yemin ederim ki, senin vasıflarını İncil'de gördüm ve Betûl'un oğlu (Hazret-i İsa) seni müjdelemiştir" dedi.

İbn Sa'd ve İbn Asâkir, Mûsa b. Yâkub ez-Zem'î vasıtasıyla, Hayseme'nin azatlısı Sehl'in şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Muhammed'in İncil'deki vasıflarını okudum: O, ne kısa, ne de uzundur. Beyaz tenli, saçlarını ikiye ayırır, iki omuzu arasında peygamberlik mührü vardır. İnsanlarla çok hediyeleşir, sadakayı kabul etmez, merkebe ve deveye biner, koyun sağar, yamalı gömlek giyer. Böyle yapan kişi de kibirden arınır ve nitekim o da böyle yapıyordu. O, Hazret-i İsmâil'in zürriyetindendir ve adı Ahmed'dir."

İbn Ebî Hâtim ve Ebû Nuaym'ın, Delâil'de bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih der ki: Yüce Allah, Hazret-i Şuayb'a:

“Ümmi bir peygamber göndereceğim ve onunla sağır kulakları, örtülü kalpleri, kör gözleri açacağım. Onun doğum yeri Mekke, Hicret yeri Taybe, mülkü (saltanatı) ise Şam'dadır. O tevekkül eden, seçilmiş, yüceltilmiş, sevgili, tercih edilmiş kulumdur. O, kötülüğe, kötülükle karşılık vermez, affedip bağışlar, müslümanlara karşı merhametli, yarvusunu kaybeden hayvana, dul kadının kucağındaki yetim çocuğa bile ağlar. Ne sert ve kaba, ne de çarşılarda bağırıp çağıran biridir. Ne kötülük yapar, ne de kötü söz söyler. O kadar sükunetle yürür ki, eğer bir kandilin yanından geçse kandil sönmez, kuru kamışın üstünde yürüse ayak sesi duyulmaz. Onu müjdeci ve uyarıcı olarak göndereceğim. Her güzellikte onu destekleyeceğim ve her güzel ahlâkı ona vereceğim. Sekineti onun libası, iyiliği şiarı, takvayı vicdanı, hikmeti sözü, doğruluk ve vefayı huyu, affedip bağışlamayı ve iyilik yapmayı huyu, adaleti sîreti, hakkı şeriatı, hidâyeti imamı, İslam'ı milleti yapacağım. İsmini Ahmed yapacağım ve dalalete düşene onunla doğru yolu göstereceğim. Cehaletten sonra onunla öğretecek, düşkünlüğü onunla kaldıracak, bilinmeyeni onunla bildirecek, azlığı onunla çok yapacak, fakirlikten sonra onunla zengin edecek, ayrılıktan sonra onunla birleştireceğim. Onunla kalpleri ve ihtilafa düşmüş ümmetleri birleştireceğim. Onun ümmetini, iyiliği emretme, kötülükten sakındırma, beni tevhid etmede, iman etmede, ihlasla bağlanmada ve peygamberlerimin getirdiklerini tasdik etmede insanlara gönderilen en hayrlı ümmet yapacağım. Onlar ibadet etmek için Güneş'i gözetip dururlar. O kalplere ve Bana İhlasla bağlı yüzlere ne mutlu. Onlara mescitlerinde, meclislerinde, yataklarında, yolculuklarında ve konakladıkları yerlerde, tesbih, tekbir, tahmid ve tevhidi ilham ettim. Tıpkı meleklerin, Arş'ın etrafında saf tuttukları gibi mecsitlerinde saf tutarlar. Onlar benim velilerim ve yardımcılarımda. Onlarla, puta tapan düşmanlarımdan intikam alırım. Onlar, ayakta, oturarak, rükûya ve secdeye vararak benim için namaz kılarlar. Benim rızam için memleketlerini ve mallarını bırakırlar. Benim rızam için saflar halinde (emekleyecek kadar) yorgun olsalar da savaşırlar. Kitapları onların kitabıyla, şeriatleri onların şeriatıyla ve dinleri onların diniyle sonlandırırım. Onlara yetişip kitaplarına iman etmeyen, dinlerine girip şeriatlerine uymayan benden değildir, Ben de ondan değilim ve kendisinden beriyim. Onları ümmetlerin en faziletlisi yapacağım. Onları vasat ve insanlara şahit olan ümmet yapacağım. Onlar kızdıklarında beni tehlil ederler. Yakalandıklarında tekbir getirirler, aralarında tartıştıkları zaman Beni tesbih ederler; onlar yüzlerini ve diğer organlarını temizlerler. Ortalarına (bellerine) kadar elbiselerini (ihram) giyerler, her tepe ve yüksek yerde tehlil getirirler. Onların kurbanları kanlarıdır ve Kitaplarını ezbere okurlar. Onlar gece rahipleri (abidleri) ve gündüzün aslanlarıdır. Onların münadisinin sesi semalarda duyulur. (İbadet ederken) arı uğultusu gibi sesleri çıkar. Onlarla, onların dininden olanlara, onların ölçüsüne ve şeriatine uyanlara ne mutlu. İşte Ben böyle lütfumdan dilediğime veririm ve Ben büyük lütuf sahibiyim."

Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih der ki:

“Allah, Zebur'da şöyle buyurdu: Ey Davud! Senden sonra adı Ahmed ve Muhammed olan bir peygamber gelecektir. Ona asla öfkelenmeyeceğim, o da bana asla isyan etmeyecektir! Ben, o bana isyan edecek duruma gelmezden önce onun tüm günahlarını affeyledim. Onun ümmetine rahmet edilmiştir. Peygamberlere verdiğim bir benzerini onun ümmetine nafileler olarak verdim. Kıyamet gününde huzurumda toplanılacak ana kadar peygamberlere kıldığım farzları o ümmete farz kıldım. Onların nuru tıpkı peygamberlerin nuru gibidir. Çünkü daha önce peygamberlere farz kıldığım abdesti onlara da farz kıldım. Onlara gusül almayı emrettim. Nitekim önceki peygamberlere de emretmiştim. Daha önce peygamberlere emrettiğim gibi, haccı, cihadı onlara da emrettim. Ey Davudi Ben, Muhammed'in ümmetini diğer ümmetlerden üstün kıldım. Onlara verdiğim altı hasleti hiçbir ümmete vermedim: Onları hata ve unutkanlıkla sorumlu tutmam. Kasten işlemedikleri her günahı, tövbe ederlerse affederim. Âhiretleri için kendilerince güzel görüp önceden gönderdikleri her ameli kat kat, fazlasıyla mükâfatlandırırım. Musibetler karşısında sabredip "Biz Allah içiniz ve ona döneceğiz" dediklerinde onlara mağfiret ve rahmet eder, Naîm cennetlerimi veririm. Beni çağırdıklarında dualarına icabet eder veya hemen yerine getirir, ya da onlardan (buna mukabil) bir kötülüğü uzaklaştırırım. Veya bunu onlara âhirette azık yaparım. Ey Davud! Muhammed ümmetinden, benden başka ilah olmadığına, tek ve ortaksız olduğuma içten inananlar bana kavuştuklarında, cennetimde ve cömertliğimle benimle beraberdirler. Fakat Muhammed'i yalanlayıp Kitab'ımla alay edene gelince, öylelerine kabirlerindeyken akın akın azab göndereceğim. Kabrinden kalkarken melekler onların yüzüne ve arkalarına vururlar. Sonra da onları ateşe gönderirim."

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usul'da, Abdullah b. Amr'ın şöyle dediğini bildirir:

“Kitaplarda, bu ümmetin Allah'ı zikretmeyi, tıpkı güvercinin yuvasını sevdiği gibi sevdiğini, Allah'ı zikretmeye susuz olan devenin su havuzuna koşmasından daha hızlı koştuğunu okudum."

Taberânî, Hubeyb b. Süleymân b. Semure'den, o babasından, o da dedesinden bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına bir bedevi gelerek, kişiye, malında, kurbanında, hayvanlarında, adağında, ilk doğumu yapan hayvanında ne gibi haklan ve ne gibi görevleri olduğunu sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Temiz olan şeyler senin için helal, pis olan şeyler ise haramdır. Ancak bir yemeğe şiddetli ihtiyaç duyarsan, ihtiyacın kadar yiyebilirsin" cevabını verdi. Adam:

“Yiyebileceğim ihtiyacın ölçüsü nedir? Veya ihtiyacımın kalmamasının ölçüsü nedir?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Eğer sana bir şey geleceğini ümid ediyorsan, ümid ettiğin şey gelene kadar (ölmüş olan) hayvanlarının eti ile yetinmeye bak. Veya beklediğin bir şey varsa o şey gelene kadar yine (ölmüş olan) hayvanlarının eti ile yetinmeye bak ve ailene de yetecek kadar yedir" buyurdu. Bedevi:

“Bana ondan yetecek miktar ne kadardır?" deyince, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Eğer ailene bir gece içerebileceğin süt bulursan, Allah'ın sana haram kılmış olduğu yiyecekten uzak dur. Eğer bulamazsan hayvanın bütün eti helaldir" buyurdu. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ayrıca bedeviye yer yüz koyun için on tane koyunu (atîre olarak) kurban etmesini söyledi.

İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Sünen'de, İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre âyette geçen temiz şeylerden kasıt helal olan şerlerdir. "Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir..." sözünden ise, dinlerinde olan zorluklar kastedilmiştir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs "Onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir..." sözünü açıklarken şöyle dedi:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), domuz eti, fa iz ve Allah'ın haram kıldığı kendilerinin îse helal saydığı bazı şeyleri kendilerine haram kılmıştır. Ağır yük ve zincirlerden kastedilen ise Yüce Allah'ın, haram kıldıklarından sakınacaklarına dair kendilerinden aldığı sözdür."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir..." sözünü açıklarken şöyle dedi:

“Ağırlık ve zincirlerden kastedilen, Allah'ın kendilerine helal kıldığı, ancak kendilerinin haram saydığı şeylerdir."

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî, "Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir..." sözünü açıklarken:

“Ağır yükten kastedilen İncil'de ve Tevrat'ta kendilerinden alınan söz ve yeminlerdir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, "Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir..." sözünü açıklarken şöyle demiştir:

“Ağırlıktan kastedilen ibadetlerdeki zorluklardır. Onlardan biri bir günah işlediği zaman evinin kapısına: «Senin tövben, ailen ve malınla çıkıp düşmanla savaşman ve hepiniz ölünceye kadar geri dönmemendir» yazardı."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd , İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, "Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir..." sözünü açıklarken şöyle demiştir:

“İsrailoğulları için ağırlaştırılan şeyden kasıt, idrarın isabet ettiği deri ve benzeri şeylerin kesilerek temizlenmesi gibi ağır hükümlerdir."

İbn Ebî Hâtim, İbn Şevzeb'den bildirdiğine göre âyette geçen zincirlerden kastedilen üzerlerinde yapmakla zorunlu oldukları zorluklardır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen ağırlık ve zincirlerden kasıt o topluluğa yüklenen zorluklardır. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip bu zorlukları onlardan kaldırdı.

Ebu'ş-Şeyh, Saîd b. Cübeyr'in, "Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir..." sözünü açıklarken:

“İsrailoğulları için ağırlaştırılan şeyden kasıt, idrarın isabet ettiği şeylerin kesilerek temizlenmesi ve etteki damarların (içindeki kandan dolayı) temizlenmesi gibi ağır hükümlerdir" dediğini bildirir.

İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen ağırlıklardan kasıt, verdikleri ahiddir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, Ali (b. Ebi Talha) vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözü, yüceltip saygı duymaktır.

Ebu'ş-Şeyh, Süddî'nin, "Ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'ân'a) uyanlar var ya..." sözünü açıklarken:

“Ona, kılıçla (savaşarak) yardım edenler kastedilmektedir" dediğini bildirir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde, âyette geçen (.....) sözünün, yardım etmek mânâsında olduğunu söyleyip şöyle dedi:

“Ona yardım etmekte sizden önce davranılmıştır. Ama sizin en hayırlınız iman edip onunla indirilen nura (Kur'ân'a) tabi olandır."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....)sözünün mânâsı, ona davasında yardım etmek, onun elçisine de yardımcı olmaktır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim âyetteki bu kelimeyi, (.....)şeklinde şeddeli olarak okumuştur.

158

"De kî: Ey insanlar; Şüphesiz ben, göklerin ve yerin mülkü kendisinin olan, kendisinden başka hiç bir ilâh bulunmayan, hem dirilten, hem öldüren Allah'ın size, hepinize gönderdiği peygamberiyim. O halde Allah'a ve O'nun sözlerine iman eden, ümmî peygamber olan Resûlüne iman edin ve ona uyun ki, doğru yolu bulmuş olasınız."

Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Yüce Allah, Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) (derisi) kızıl olsun siyah olsun herkese gönderip:

“De ki: Ey insanlar! Şüphesiz ben, göklerin ve yerin mülkü kendisinin olan, kendisinden başka hiç bir ilâh bulunmayan, hem dirilten, hem öldüren Allah'ın size, hepinize gönderdiği peygamberiyim. O halde Allah'a ve O'nun sözlerine iman eden, ümmî peygamber olan Resulüne iman edin ve ona uyun ki, doğru yolu bulmuş olasınız" buyurmuştur."

Buhârî ve İbn Merdûye, Ebu'd-Derdâ'nın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Ebû Bekr ile Hazret-i Ömer arasında çıkan bir münakaşada Ebû Bekr, Ömer'i kızdırdı ve Hazret-i Ömer kızgın olarak oradan ayrıldı. Ebu Bekr, Ömer'in arkasından koşup ve kendisini affetmesini söyledi; ama Ömer buna yanaşmayarak kapısını onun yüzüne kapattı. Bunun üzerine Ebu Bekr dönüp Hazret-i Peygamber'in yanına geldi. Ömer yaptığından pişmanlık duyarak geldi ve selam vererek Hazret-i Peygamber'in yanına oturdu. Sonra da olayı olduğu gibi Hazret-i Peygamber'e anlattı. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) öfkelendi ve:

“Niçin arkadaşımı rahat bırakmıyorsunuz? Ben: «Ey insanlar! Ben Allah'ın

-peygamberiyim, hepiniz için gönderildim» deyince sizler: «Yalan söyledin» derken, Ebû Bekr: «Doğru söyledin» demişti" buyurdu.

Abd b. Humeyd , İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesinin mânâsı âyetlerdir.

Abd b. Humeyd , İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) kelimesinden kastedilen Hazret-i İsa'dır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Asım, bu âyeti, (.....) şeklinde çoğul olarak okumuştur.

159

"Mûsa nın kavminden hak ile doğru yolu bulan ve onun sayesinde âdil davranan bir topluluk vardır"

Firyâbî ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! (Tevrat'ta) kitaplarını ezbere okuyan bir ümmet görüyorum" deyince, Yüce Allah:

“Bu, senden sonra gelecek bir ümmettir ve Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Beş vakit namaz kılan ve bu namazların aralarında işlenen günahlarına kefaret olduğu bir ümmet görüyorum" deyince, Yüce Allah:

“Bu, senden sonra gelecek bir ümmettir ve Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Mallarının zekatını veren, sonra bu mallar kendilerine tekrar gelince de onları yiyen bir ümmet görüyorum" deyince, Yüce allah:

“Bu, senden sonra gelecek bir ümmettir ve Ahmed'in ümmetidir" buyurdu. Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Beni Ahmed'in ümmetinden eyle" deyince Yüce Allah, Hazret-i Mûsa'nın gönlünü almak için:

“Musa'nın kavminden hak ile doğru yolu bulan ve onun sayesinde âdil davranan bir topluluk vardır " âyetini indirdi.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in, Ebû Leyla el-Kindî'den bildirdiğine göre Abdullah b. Mes'ûd, "Musa'nın kavminden hak ile doğru yolu bulan ve onun sayesinde âdil davranan bir topluluk vardır" âyetini okuyunca bir adam:

“Ben onlardan olmayı istemezdim" dedi. İbn Mes'ûd:

“Neden? Oysa salihleriniz onlar gibi olabilmek için ne çok çaba gösteriyorlar" karşılığını verdi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Cüreyc'in, "Mûsa'nın kavminden hak ile doğru yolu bulan ve onun sayesinde âdil davranan bir topluluk vardır " âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Bana ulaştığına göre on iki kola ayrılan İsrailoğulları, Peygamberlerini öldürüp inkâra düşünce, içlerinden, bir kola mensup olanlar, bunların yaptıklarından uzak kalmışlar, onlara rıza göstermemişler ve Allah'tan, kendilerini bunlardan ayırmasını istemişlerdir. Bunun üzerine Allah onlara, yerin altından bir tünel açmış, onlar oradan yürüyüp, Çin topraklarının ötesinde bir yere çıkmışlardır. Onlar orada, bizim kıblemize yönelip müslüman olarak yaşamaktadırlar." İbn Cüreyc der ki: İbn Abbâs, "Bundan sonra İsrailoğullarına şöyle dedik:

“Buraya siz yerleşin. Âhiret vaadi (İsa) gelince sizleri bir araya toplarız" âyeti buna işaret etmektedir. İsrailoğulları o tünelin içinde bir buçuk yıl gittiler."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib der ki:

“İsrailoğulları Hazret-i Mûsa'dan sonra yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Bir fırka dışında, bu fırkaların hepsi cehennemdedir. Hıristiyanlar da Hazret-i İsa'dan sonra yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Bir fırka dışında, bu fırkaların da hepsi cehennemdedir. Bu ümmet yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka dışında, bu fırkaların da hepsi cehennemdedir. Yahudiler hakkında Yüce Allah'ın, "Mûsa'nın kavminden hak ile doğru yolu bulan ve onun sayesinde âdil davranan bir topluluk vardır" âyetinde açıkladığı fırka kurtuluşa erecektir. Hıristiyanlardan ise Yüce Allah'ın haklarında:

“İçlerinde orta yolu tutan bir zümre vardı..." buyurduğu fırka kurtuluşa erecektir. Bu ümmetten ise, Yüce Allah'ın haklarında:

“Yarattıklarımızdan bir topluluk hakkı gösterirler ve onunla hükmederler" buyurduğu fırka kurtuluşa erecektir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mukâtil der ki:

“Yüce Allah'ın Hazret-i Muhammed'e verdiği üstünlüklerden biri de Miraç gecesi kendisine Hazret-i Mûsa'nın, Çin topraklarının arkasında olan kavmini göstermesidir. İsrailoğulları, isyan edip iyiliği emreden insanları öldürünce, onların kolundan olan bu topluluk mukaddes topraklarda Rablerine dua edip:

“Allahım! Bizi bunların arasından çıkar" dediler. Allah onların duasını ."kabul, ederek yerden bir tünel açıp tünelde bir nehir akıttı ve onlara önlerinde nurdan bir kandil yaptı. Tünele girip içinde bir buçuk yıl gittiler ve Beytu'l-Makdis'ten şimdi ikamet ettikleri yere vardılar. Allah onları, insanların ve yırtıcı hayvanların beraberce yaşadığı, günah ve isyanın olmadığı bir toprağa çıkardı. O gece peygamber, yanında Cibrîl ile yanlarına gelince ona iman edip tasdik ettiler. Peygamber onlara namaz kılmayı öğretti. Bunu da daha önce Hazret-i Mûsa'nın onlara müjdelediğini söylediler.

İbn Ebî Hâtim, Süddî'nin, "Musa'nın kavminden hak ile doğru yolu bulan ve onun sayesinde âdil davranan bir topluluk vardır" âyetini açıklarken:

“Sizinle o kavmin arasında akan kumdan bir nehir vardır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Safvân b. Amr der ki:

“Yüce Allah'ın, haklarında, "Musa'nın kavminden hak ile doğru yolu bulan ve onun sayesinde âdil davranan bir topluluk vardır" buyurduğu topluluk İsrâiloğullarından iki koldur ve bu kişiler, (Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verdiği) Büyük savaşta İslam'a ve müslümanlara yardım edeceklerdir.

İbn Ebî Hâtim, Şa'bî'nin şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah'ın, bizimle Endülüs arasında olduğu gibi Endülüs'ün arkasında da, Allah'a isyan ettiği bir kulun bile görülmediği kulları vardır. Onların çakılları inci ve yakut, dağları ise altın ve gümüştür. Bunlar ne ekerler, ne biçerler ve hiç çalışmazlar. Kapılarının önünde geniş yapraklı ağaçlan vardır ve bu yapraklar onların giyeceğidir. Yine kapılarının önünde meyve veren ağaçlar vardır ve bu meyvelerden yerler."

160

"Biz İsrailoğullarını oymaklar halinde on iki topluluğa ayırdık. Mîlleti Mûsa'dan su isteyince ona: «Asanla taşa vur» diye bildirdik; ondan on iki pınar fışkırdı. Herkes içeceği yeri öğrendi. Bulutla üzerlerine gölge yaptık, onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik, «Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin» dedik. Onlar, karşı gelmekle, Bize değil kendilerine zulmediyorlardı."

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, fışkırmak mânâsındadır.

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesinin ne anlama geldiğini sorunca, İbn Abbâs:

“Yüce Allah'ın, her oymağın bir pınardan içmesi için kayadan on iki pınar akıtmasıdır" karşılığını vermiştir. Nâfi':

“Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir:

“Tabi ki! Bişr b. Ebî Hâzım'ın:

"Gözlerimden yaş süzülmeye başladı

Eskimiş tulumun su akıtması gibi" dediğini bilmez misin?"

161

O vakit onlara (İsrâil oğullarına) şöyle denilmişti; “ Şu şehirde (Beytü’l-Makdis’de) yerleşin ve onun mahsüllerinden dilediğinizi yeyin; günahlarımızı bağışla, diye dua edin. O şehrin kapısından, Allah’a şükr için secde ederek girin ki, size suçlarınızı bağışlayalım. İyilik edenlere ileride ziyadesini vereceğiz.”

162

Nihâyet içlerinden o zulmedenler (edecekleri duayı eğlenceye alarak) sözü değiştirdiler, kendilerine söylenenden başka şekle koydular (Hıtta’yi Hınta= Bizi bağışla’yı buğday mânası hâline soktular.) Zulmü âdet edinmeleri sebebiyle, biz de üstlerine, gökten murdar bir azap indirdik.

163

Bkz. Ayet:166

164

Bkz. Ayet:166

165

Bkz. Ayet:166

166

"Onlara, deniz kıyısındaki kasabanın durumunu sor. Cumartesi yasaklarına tecavüz ediyorlardı. Cumartesileri balıklar sürüyle geliyor, başka günler geliniyorlardı. Biz onları, yoldan çıkmaları sebebiyle böylece deniyorduk. Aralarından bir topluluk: «Allah'ın yok edeceği veya şiddetli azaba uğratacağı bir millete niçin öğüt veriyorsunuz?» dediler. Öğüt verenler: «Rabbinize, hiç değilse bir özür beyan edebilmemiz içindir, belki Allah'a karşı gelmekten sakınırlar» dediler. Kendilerine yapılan öğütleri unutunca. Biz fenalıktan menedenleri kurtardık ve zalimleri, Allah'a karşı gelmelerinden ötürü şiddetli azaba uğrattık. Kendilerine edilen yasakları aşınca, onlara: «Aşağılık birer maymun olun» dedik."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İkrime'nin şöyle dediğini ibldirir:

“Onlara, deniz kıyısındaki kasabanın durumunu sor. Cumartesi yasaklarına tecavüz ediyorlardı..." âyetini okuyan İbn Abbâs'ın yanına girdiğimde bana:

“Ey İkrime! Bu kasabanın hangi kasaba olduğunu biliyor musun?" diye sordu. Ben:

“Hayır" cevabını verince, İbn Abbâs:

“Eyle'dir" dedi.

İbn Ebî Hâtim, İbn Şihâb'dan bildirdiğine göre âyette bahsedilen kasaba Taberiyye'dir.

İbn Ebî Hâtim, İbn Zeyd'in:

“Âyette bahsedilen kasaba, Medyen ve Aynûnâ arasında Meknâ adında bir yerdir" dediğini bildirir.

Abd b. Humeyd'in Sa'd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre âyette bahsedilen kasaba Eyle'dir.

Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen kelimesi, zulmetmek mânâsındadır.

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, her taraftan mânâsındadır.

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, suyun üzerinde mânâsındadır.

İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, akın akın gelmek mânâsındadır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın, "Onlara, deniz kıyısındaki kasabanın durumunu sor..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Bu kasaba Mısır ve Medine arasında Eyle adındaki bir kasabadır. Yüce Allah onlara Cumartesi günü balık avlamayı haram kılmıştı. Balıklar da cumartesi günü akın akın kıyıya geliyor, cumartesi günü geçince ise balıklar gittiği için, avlanamıyorlardı. Bir müddet böyle geçtikten sonra onlardan bir grup cumartesi günü balıkları yakaladılar. Bir grubun kendilerini nehyetmesi, balık yakalayanların sadece bu işi daha fazla yapmasını sağlamıştı. Balık yakalayanları yasaklayanlardan bir grup, diğerlerine:

“Bunların azabı hakettiğini bilmenize rağmen "Allah'ın yok edeceği veya şiddetli azaba uğratacağı bir millete niçin öğüt veriyorsunuz?" dediler. Balık tutmayan herkesin, balık tutanları nehyetmesine rağmen, bu grup, balık tutanlara, nehyeden gruptan daha çok kızıyordu. Allah'ın gazabı balık tutanların üzerine düşünce, "Allah'ın yok edeceği veya şiddetli azaba uğratacağı bir millete niçin öğüt veriyorsunuz?" diyenler ve, "Rabbinize, hiç değilse bir özür beyan edebilmemiz içindir" diyenler kurtuldular, balık tutanlar ise Allah tarafından helak edilip maymuna dönüştürüldüler."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Onlara, deniz kıyısındaki kasabanın durumunu sor..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yüce Allah, İsrâiloğullarına size farz kıldığı Cuma gününü farz kıldı, ama onlar Cuma gününe değil de Cumartesi gününe hürmet gösterdiler ve kendilerine emredileni terkettiler. İsrailoğulları, cumayı cumartesiyle değiştirince, bu günle sınandılar ve bu günde balıklar kendilerine haram kılındı. Bu kasabanın adı Medyen'dir. Cumartesi günü balıklar denizde kendilerine doğru akın akın geliyor, cumartesi günü geçince de diğer cumartesine kadar balıklar görünmüyor, cumartesi olunca da tekrar görünüyorlardı. Nihayet içlerinden bir adam, cumartesi günü bir balık yakalamış onu, bir ip ile deniz kenarına çaktığı kazığı bağlamış ve onu suda bırakmıştır. Ertesi gün ise onu gizlice yemiştir. Diğer insanlar bunu görmelerine rağmen karşı çıkmamışlar, hiçbiri o kişiyi, bu yaptığından men etmemiştir. Ancak küçük bir topluluk onu engellemeye çalışmış, fakat muvaffak olamamışlardır. Öyle ki, bu iş çarşılara kadar yayılmış, herkesin gözü önünde yapılmaya başlanmıştır. İsrailoğullarından bir grup, bunu yasaklayan gruba:

“Allah'ın yok edeceği veya şiddetli azaba uğratacağı bir millete niçin öğüt veriyorsunuz?" deyince, onları sakındıran topluluk:

“Rabbinize, hiç değilse (onların bu yaptığına razı olmadığımızı gösteren) bir özür beyan edebilmemiz içindir, belki Allah'a karşı gelmekten sakınırlar" karşılığını verdiler. Bu konuda İsrâiloğulları üç gruba ayrılmıştı. Bir kısmı, cumartesi günü balık avlamaya karşı çıkıyor, diğer bir kısmı, karşı çıkanlara "Niçin bunlara nasihat ediyorsunuz?" diyor, üçüncü bir kısmı ise avlanma yasağını ihlal etmeye devam ediyordu. Bu üç grup insandan, sadece avlanma yasağını ihlal edenlere karşı çıkan grup, cezalandırılmaktan kurtuldu. Diğer iki grup ta cezalandırılmış oldular. Avlanma yasağını ihlal edenlere karşı çıkanlar bir gün, diğer iki grubun insanlarını göremez oldular. O gece tövbe edip kapılarını kapattılar ve:

“Bu insanlara ne olduğuna bir bakın. Başlarına bir şey mi geldi?" dediler. O insanların evlerine baktıklarında maymuna dönüştürülmüş olduklarını gördüler. Maymuna dönüştürülenlerin kim olduklarını gözlerinden tanıdılar.

Abdürrezzâk, fbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de, İkrime'nin şöyle dediğini bildirir: Bir gün ağlamakta olan İbn Abbâs'ın yanına geldim ve baktığımda önünde mushafın olduğunu gördüm. Kendisine:

“Ey İbn Abbâs! Neden ağlıyorsun?" diye sorunca:

“Şu sayfalar sebebiyle" cevabını verdi. Baktığımda, A'râf Sûresini okuduğunu gördüm. Bana:

“Eyle'yi biliyor musun?" diye sorunca, "Evet" cevabını verdim. İbn Abbâs şöyle anlattı:

Orada Yahudilerden bir kabile vardı. Cumartesi günü onlara balıklar gönderilir, sonra kaybolurdu. Ancak suya dalmak suretiyle, zorluk ve şiddetli zahmetten sonra balık bulabiliyorlardı. Cumartesi günü balıklar onlara beyaz, etli ve hamileymiş gibi şişman olarak sürüyle gelirdi. Onlar bir süre böyle devam ettiler. Sonra şeytân gelip onlara şöyle fısıldadı:

“Siz sadece cumartesi günü onları yemekten menolundunuz. Cumartesi günleri onları alın ve başka günlerde yiyin." Onlardan bir topluluk bunu yaptı. Bir topluluk ise:

“Siz cumartesi günü hem onu yemekten, hem almaktan ve hem de avlamaktan menolundunuz" dediler. Bir topluluk, çocukları ve kadınlarıyla birlikte gitti. Bir topluluk sağ tarafa ayrılıp uzaklaştı. Diğer bir topluluk da sol tarafa ayrılıp sustu. Sağdakiler:

“Yazıklar olsun size! Allah'ın cezasına ma'rûz kalmaktan sakının" dediler. Soldakiler ise:

“Allah'ın yok edeceği veya şiddetli azaba uğratacağı bir millete niçin öğüt veriyorsunuz?" deyince, sağdakiler:

“Rabbinize, hiç değilse bir özür beyan edebilmemiz içindir, belki Allah'a karşı gelmekten sakınırlar" Onların bu işi bırakmaları musibete uğramalarından ve helak olmalarından bize daha sevimlidir. Eğer vazgeçmezlerse, bu Rabbınıza karşı bir mazeret olur" karşılığını verdiler. Onlar, cumartesi günü balık yakalamaya devam edince sağdakiler:

“Ey Allah düşmanları! Bu gece biz şehrinizde sizinle birlikte gecelemeyeceğiz. Allah'a yemin olsun ki; sabaha çıktığınızda Allah; ya sizi yere batıracak, ya sizi atacak veya katından bir azabla cezalandıracak" dediler. Sabah olunca balık yakalayanların kapısını çalıp seslendiklerinde kimse cevap vermedi. Bunun üzerine bir merdiven koyup şehrin duvarlarına bir adam çıkardılar. Bu adam onlara dönüp:

“Ey Allah'ın kulları! bunlar maymun olmuş bağırıyorlar ve kuyrukları var" dedi. Açıp girdiklerinde, maymunlar; insanlardan olan yakınlarını ve akrabalarını tanıdılar, insanlar ise maymun olan yakınlarını tanımadılar. Maymunlar, insanlardan olan yakınlarına gelip elbiselerini koklamaya ve ağlamaya başladılar. İnsanlar:

“Sizi bundan menetmedik mi?" diyorlar, maymunlar ise, başlarıyla:

“Evet uyardınız" diye işaret ediyorlardı.

Sonra İbn Abbâs:

“Kendilerine yapılan öğütleri unutunca, Biz fenalıktan menedenleri kurtardık ve zalimleri, Allah'a karşı gelmelerinden ötürü şiddetli azaba uğrattık" âyetini okuyup şöyle dedi:

“Âyette geçen (.....) kelimesi şiddetli ve acı verici demektir. Gördüğüm kadarıyla, balık tutanları nehyedenler kurtuldular. Diğerlerinin ise kurtulduğundan bahsedilmemiştir. Biz, garipsediğimiz bir şey görsek bile bu konuda görüş bildirmeyebiliriz." İkrime der ki:

“Allah beni sana feda etsin. Görmüyor musun? Onlar, diğerlerinin içinde bulunduğu durumu hoşgörmemiş, onlara muhalefet etmiş ve: «Allah'ın kendilerini helak edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?» demişler" dedim. İbn Abbâs (sözlerim hoşuna gittiği için) bana iki kalın giysi verilmesini emretti.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime der ki: Deniz kenarında Eyle adında bir kasaba vardı ve sahilde taştan yapılmış, suya doğru dönük iki put vardı. Bunlardan birine Lukaym, diğerine de Lukmâne denirdi. Yüce Allah, balıklara cumartesi günü putların etrafında dolaşmasını vahyetti. Kasaba halkına da balıklara, cumartesi günü putların etrafında dönmelerini emrettiğini, bu günde insanlardan kaçmayan balıklara dokunmamalarını, cumartesi günü geçince de, diledikleri gibi avlanabileceklerini vahyetti. Cumartesi günü tan ağarınca balıklar akın akın putların yanına geliyor ve kimsenin kendilerini yakalayacağından korkmuyorlardı. Bir cumartesi günü kasabada bir miktar balık görününce kasaba halkı:

“Bunları cumartesi günü yakalarız, Pazar günü yeriz" dediler. Kasaba halkı, diğer cumartesi, bir önceki haftadan daha çok balık yakaladılar. Bir sonraki hafta da öncekine göre daha fazla balık yakalandığı görülünce kasaba halkından bazıları balık yakalayanlara nasihat ederek:

“Allah'tan korkunuz" dediler. Başka bir grup kalkıp:

“Allah'ın yok edeceği veya şiddetli azaba uğratacağı bir millete niçin öğüt veriyorsunuz?, dediler. Öğüt verenler: «Rabbinize, hiç değilse bir özür beyan edebilmemiz içindir, belki Allah'a karşı gelmekten sakınırlar» dediler" Bir cumartesi günü kasabanın her yerinde (yakalanan) balıkların olduğu görülünce, böyle yapılmamasını söyleyenler:

“Bu gece sizinle bu kasabada gecelemeyeceğiz" dediler. Kendilerine:

“Sabahı bekleşeniz de çocuklarınızı ve hanımlarınızı da götürseniz" denilince, onlar:

“Bu gece sizinle bu kasabada kalmayacağız. Sabah olduğunda ise dönüp çocuklarımızı ve mallarımızı aranızdan çıkaracağız" dediler. Bu olay kış mevsiminde vuku bulmuştur. Akşam olduğu zaman (kasabada kalanlar) kapılarını kapattılar ve sabah olunca, kasabayı terkedenlerden kimse balık yakalayanların sesini duymadı. Kasabadan hiçbir sürünün de (otlanmak için) çıktığı görülmedi. Bunun üzerine halk:

“Acaba bunların başına bir şey mi geldi?" deyip bir adamı bakması için gönderdiler. Adam kasabaya girip evlerin kapısının kapalı olduğunu görünce bîr evin içine baktı ve kadınların dişi, erkeklerin de erkek maymuna dönüştürüldüğünü gördü. Başka bir eve bakınca küçük olsun büyük olsun herkesin maymuna dönüştürüldüğünü görüp kasabanın dışındaki insanların yanına döndü ve:

“Ey topluluk! Korktuğunuz şey onların başına gelmiş, hepsi maymuna dönüştürülmüş ve kapıları açamıyorlar" dedi. İnsanlar gidip onların evine girince hepsinin maymuna dönüştürülmüş olduğunu gördüler. Evlere giren insanlar maymunlara işaretle:

“Sen falan mısın?" diye soruyor, o da başıyla işaret edip ağlayarak:

“Evet" diyordu. Bunun üzerine insanlar:

“Allah sizi rahmetinden uzaklaştırsın. Sizi bu konuda uyarmıştık" deyip kapıları açınca, maymuna dönüştürülmüş olanlar çıkıp sahralara gittiler.

Abd b. Humeyd , İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Balık yakalayanları bu işten vazgeçirmeye çalışanlar kurtulmuş, bu işi yapanlar ise helak olmuştur. Susup onlara karışmayanlara ise ne olduğunu bilmiyorum."

Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Vallahi, «Allah'ın yok edeceği veya şiddetli azaba uğratacağı bir millete niçin öğüt veriyorsunuz?» diyenlerin, bu kötülükten vazgeçirmeye çalışanlarla beraber kurtulduğunu bilmem, benim için kızıl develerimin olmasından daha sevimlidir. Ama ben cezanın hepsine birden verilmiş olmasından korkarım."

Abd b. Humeyd , İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime der ki: İbn Abbâs:

“Allah'ın yok edeceği veya şiddetli azaba uğratacağı bir millete niçin öğüt veriyorsunuz, diyenlerin kurtulup kurtulmadığını bilmiyorum" deyince ben ona o kadar açıklamada bulundum ki sonunda onların kurtulduğunu anladı ve bana bir kaftan hediye etti.

Abd b. Humeyd, Leys b. Ebî Süleym'in:

“Allah'ın yok edeceği veya şiddetli azaba uğratacağı bir millete niçin öğüt veriyorsunuz, diyenler taşa dönüştürülmüştür" dediğini bildirir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd , İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Onlara, deniz kıyısındaki kasabanın durumunu sor..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Allah, onlara haftanın bir gününde balık yakalamalarını haram kılmış, diğer günlerde ise izin vermiştir. Balıklar da yakalamaları haram olan günde, hâmileymiş gibi şişman olarak sürüyle geliyor ve kimseden kaçmıyorlardı. İnsanlar koşuşup balıkları yakalıyordu. Çok az kişi bu günde yasak olduğu için balık tutmuyordu. İnsanlar balıkları yakalayıp yediler. Vallahi yedikleri şey bir topluluğun yediği en pis şeydi. Bu hareketlerinden dolayı Allah onları dünyada rezil etmiş, âhirette ise şiddetli bir cezaya maruz bırakmıştır. Vallahi mümin, Allah katında balıktan daha değerlidir, ama Allah onlara (bu hareketlerinden dolayı) bir saat vaadetmiştir ve o saat daha belâlı ve daha acıdır."

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Hazret-i Mûsa, cumartesi günü odun taşıyan bir adamı yakalayınca Hazret-i Mûsa —ki o, cumartesi yasaklarına uyardı— onu astı."

Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud, cumartesi günü —ki cumartesi yasaklarına uyardı— odun toplayan bir adamı astırmıştır.

Abd b. Humeyd , Ebû Bekr b. Ayyâş'ın şöyle dediğini bildirir:

“Bu âyeti Âsım'dan (.....) şeklinde, fey'el vezninde ezberledim. Sonra ezberlediğim şekilden içime bir şüphe düşünce, bu âyetin Âsım'dan okunuş şeklini bırakıp A'meş'in feîl veznindeki (.....) şeklinde olan okuyuşunu aldım."

Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) sözü, rahmeti olmayan azap mânâsındadır.

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) sözü, acı veren azap mânâsındadır.

Abdürrezzâk ve İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) sözü, elim ve acı veren azap mânâsındadır.

Abd b. Humeyd , İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den, (.....) sözünün elim ve şiddetli azap mânâsında olduğunu bildirir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ der ki: Cumartesi yasağını çiğneyenlere üç defa seslenildi. Onlara:

“Ey kasaba halkı!" diye seslenilince, bir bölümü sesin geldiği tarafa baktı. Sonra ikinci defa:

“Ey kasaba halkı!" diye seslenilince, öncekinden daha kalabalık bir grup sesin geldiği tarafa baktı. Sonra üçüncü defa:

“Ey kasaba halkı!" diye seslenilince, erkekler, kadınlar ve çocuklar sesin geldiği tarafa baktılar. O zaman Yüce Allah:

“Aşağılık birer maymun olun" buyurdu. Kendilerini cumartesi yasağına uymaları konusunda uyaranlar yanlarına girip:

“Ey falan! Size yasaklamamıştık" deyince, onlar başlarını sallayarak:

“Evet" diye işaret ediyorlardı.

Abd b. Humeyd , Saîd b. Cübeyr ve Mâhân el-Hanefî'nin şöyle dediğini bildirir:

“Maymuna çevrildikleri zaman, insanlar onları birine benzetip: «Sen falan kişi değil misin?» diye soruyor, o da:

“Ellerimin yaptıklarından dolayı bu hale geldim" diye ellerini işaret ediyordu."

İbn Batta'nın Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yahudilerin işlediği günah işleyerek, Allah'ın haram kıldıklarını basit hilelerle helal saymayınız" buyurmuştur.

Ebu'ş-Şeyh'in Süfyân'dan bildirdiğine göre Abdullah b. Abdilazîz el-Ömerî el-Âbid'e, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak hakkında sorup:

“Senden bunları kabul etmeyenlere de iyiliği emredip kötülükten sakındırır mısın?" dediklerince, Abdullah:

“Böyle yapılırsa, o zaman hiç değilse Rabbimize bir özür beyan etmiş oluruz" deyip:

“Rabbinize, hiç değilse bir özür beyan edebilmemiz içindir, belki Allah'a karşı gelmekten sakınırlar, dediler" âyetini okudu.

167

Bkz. Ayet:168

168

"Rabbin, kıyamet gününe kadar, onları, kötü azaba uğratacak kimseleri üzerlerine göndereceğini bildirmişti. Doğrusu Rabbin, cezayı çabuk verir. Doğrusu O bağışlar ve merhamet eder. Biz onları yeryüzünde iyiler ve aşağılıklar olarak bölük bölük ayırdık; iyiliğe dönerler diye onları güzellikler ve kötülüklerle sınadık."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Rabbin, kıyamet gününe kadar, onları, kötü azaba uğratacak kimseleri üzerlerine göndereceğini bildirmişti" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Azaba uğrayacaklara bu azabı tattıracak olanlar, Hazret-i Muhammed ve kıyamet gününe kadar gelecek olan ümmetidir. Kötü azab ise cizyedir."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Rabbin, kıyamet gününe kadar, onları, kötü azaba uğratacak kimseleri üzerlerine göndereceğini bildirmişti" âyetinde kastedilen kişiler Yahudilerdir. Allah onlara, kendilerinden haraç alacak olan Arapları göndermiştir. Kötü azaptan kasıt budur. Hazret-i Mûsa'ya gelene kadar hiç bir peygamber haraç toplamış değildir. Haracı ilk olarak tesbit eden odur. Onüç yıl süreyle haraç topladı, sonra da bunu bıraktı. Daha sonra da haraç toplayan peygamber ise, bizim peygamberimizde. Bölük bölük ayrılan kişilerden kastedilenler de yahudilerdir. Allah onları yeryüzüne yaydı. Yeryüzünde yahudilerden bir grubun olmadığı hiçbir yer yoktur.

Abd b. Humeyd , İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Rabbin, kıyamet gününe kadar, onları, kötü azaba uğratacak kimseleri üzerlerine göndereceğini bildirmişti. Doğrusu Rabbin, cezayı çabuk verir. Doğrusu O bağışlar ve merhamet eder. Biz onları yeryüzünde iyiler ve aşağılıklar olarak bölük bölük ayırdık; iyiliğe dönerler diye onları güzellikler ve kötülüklerle sınadık" âyetlerini açıklarken şöyle dedi:

“Rabbin, Yahudi ve Hıristiyanlara, kıyamet gününe kadar, onları, kötü azaba uğratacak kimseleri göndereceğini bildirdi ve onlardan cizye alacak olan Hazret-i Muhammed'in ümmetini gönderdi. Yahudiler de alçalmış bir şekilde cizye verdiler. Yüce Allah,Yahudileri yeryüzünde iyiler ve aşağılıklar olarak bölük bölük ayırdı. Onlardan bazıları müslüman olan kitap ehlidir. Diğerleri ise Yahudilerdir. Onlar bolluk, afiyet, bela ve cezalarla sınanmışlardır."

İbnu'l-Enbârî, el-Vakfve'l-İbtidâ'da İbn Abbâs'tan bildirir: Nâfi' b. el-Ezrak, kendisine (İbn Abbâs'a): (.....) ifadesindeki ümmetlerden ne kastedildiğini sorunca, İbn Abbâs şöyle karşılık verdi:

“Fırkalar kastedilmiştir. Bu konuda Bişr b. Hazım şöyle dedi:

"Kays 'tan öyle erkek sırtlanlar vardır ki

Pençeleri kendilerindendir ve onlar hala fırkaların başıdır.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen güzellikler ve kötülüklerle sınamaktan kasıt bol verim ve kuraklıkla sınamaktır.

169

Bkz. Ayet:170

170

"Onların ardından da (âyetleri tahrif karşılığında) şu değersiz dünya malını alıp, nasıl olsa bağışlanacağız, diyerek Kitab'a vâris olan birtakım kötü kimseler geldi. Onlara, ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki, Kitab'da Allah hakkında gerçekten başka bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan söz alınmamış mıydı ve onlar Kitab'dakini okumamışlar mıydı? Âhiret yurdu sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâla aklınız ermiyor mu? Kitab'a sımsıkı sarılıp namazı dosdoğru kılanlar var ya, işte biz böyle iyiliğe çalışanların ecrini zayi etmeyiz."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs'a, "Onların ardından da (âyetleri tahrif karşılığında) şu değersiz dünya malını alıp, nasıl olsa bağışlanacağız, diyerek Kitab'a vâris olan birtakım kötü kimseler geldi. Onlara, ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki, Kitab'da Allah hakkında gerçekten başka bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan söz alınmamış mıydı ve onlar Kitab'dakini okumamışlar mıydı? Âhiret yurdu sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâla aklınız ermiyor mu?" âyeti sorulunca şöyle cevâp verdi:

“Bunlar, dünya malına meyledip yiyenler ve Kur'ân'daki ruhsatlara sarılıp: «Nasıl olsa bağışlanacağız» diyenlerdir. Bunların eline dünya malından ne geçse alırlar ve: «Nasıl olsa bağışlanacağız» derler."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd , İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Onların ardından da (âyetleri tahrif karşılığında) şu değersiz dünya malını alıp, nasıl olsa bağışlanacağız, diyerek Kitab'a vâris olan birtakım kötü kimseler geldi. Onlara, ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki, Kitab'da Allah hakkında gerçekten başka bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan söz alınmamış mıydı ve onlar Kitab'dakini okumamışlar mıydı? Âhiret yurdu sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâla aklınız ermiyor mu?" âyetini açıklarken şöyle demiştir.Onların ardından gelen kimselerden kasıt Hıristiyanlardır. Canlarının istediği bir şeyi gördüklerinde helal olsun haram olsun alıyorlar ve affedilmeyi umuyorlardı. Eğer aynı şeyi bir daha görseler onu yine alırlardı.

İbn Cerîr, İbn Abbâs'ın, "Onların ardından da (âyetleri tahrif karşılığında) şu değersiz dünya malını alıp, nasıl olsa bağışlanacağız, diyerek Kitab'a vâris olan birtakım kötü kimseler geldi. Onlara, ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki, Kitab'da Allah hakkında gerçekten başka bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan söz alınmamış mıydı ve onlar Kitab'dakini okumamışlar mıydı? Âhiret yurdu sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâla aklınız ermiyor mu?" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Helal olsun haram olsun alabildiklerini alıyorlar, dilediklerini de bırakıyorlardı ve: «Nasıl olsa affedileceğiz» diyorlardı."

Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "Onların ardından da (âyetleri tahrif karşılığında) şu değersiz dünya malını alıp, nasıl olsa bağışlanacağız, diyerek Kitab'a vâris olan birtakım kötü kimseler geldi. Onlara, ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki, Kitab'da Allah hakkında gerçekten başka bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan söz alınmamış mıydı ve onlar Kitab'dakini okumamışlar mıydı? Âhiret yurdu sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâla aklınız ermiyor mu?"âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Onların peygamberlerinin ardından, Yüce Allah'ın kendilerini kitaba varis kıldığı kötü bir nesil çıktı. Bunlar değersiz dünya malını alıp, Yüce Allah'ın kendilerini bağışlamasını temenni ediyor ve gaflet içinde bununla aldanıyorladı. Kendilerine bu dünya malının aynısı gelse onu da alıyorlar ve hiçbir şey, bu malı almalarına engel teşkil etmiyordu. Dünya malından karşılarına çıkan her şeyi helal haram demeden alıyorlardı."

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, Şüabül-İmân'ÖB Saîd b. Cübeyr'in, "Onların ardından da (âyetleri tahrif karşılığında) şu değersiz dünya malını alıp, nasıl olsa bağışlanacağız, diyerek Kitab'a vâris olan birtakım kötü kimseler geldi..." âyetini açıklarken:

“Bunlar, günah işliyorlar ve: «Nasıl olsa affedileceğiz» diyorlardı" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Atâ'dan bildirdiğine göre "Onların ardından da (âyetleri tahrif karşılığında) şu değersiz dünya malını alıp, nasıl olsa bağışlanacağız, diyerek Kitab'a vâris olan birtakım kötü kimseler geldi..." âyetinden kastedilen, dünya malından önlerine geleni alıp, "Allah'tan bağışlanma dileyip tövbe ederiz" demeleridir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî der ki:

“İsrailoğulları, hangi kadıya bir dava götürseler kadı onlardan rüşvet alıyordu. Ona neden böyle yaptığı sorulunca ise: «Nasıl olsa bağışlanırım» diyordu."

Ebu'ş-Şeyh, Ebu'l-Celed'in şöyle dediğini bildirir:

“İnsanlara öyle bir zaman gelecek ki, kalplerinde Kur'ân'dan hiçbir şey kalmayacaktır ve kalpleri elbisenin yıprandığı gibi yıpranacaktır. Hiçbir şeyden zevk almayacaklar ve hiç bir şeyin tadını bulamayacaklar. Kendilerine emredilen şeyleri ihmal ettikleri zaman: «Allah Gafûr ve Rahim'dir» diyecekler. Kendilerine yasaklanan bir şey yaptıkları zaman da: «Nasıl olsa bağışlanacağız. Biz hiçbir şeyi Allah'a ortak koşmadık» diyecekler. Bütün işleri, korkusuzca (dünya malına) tamah etmektir. Bunlar koyun postuna bürünmüş kurt gibidir. En üstün saydıkları kişi yağcılık yapan olacaktır."

Ebu'ş-Şeyh, Hasan(ı Basrî'nin) şöyle dediğini bildirir:

“Mümin, Allah'ın buyurduğunu, Allah'ın buyurduğu şekilde bilir. Mümin, insanların en güzel amel edeni ve insanlar içinde Allah'tan en çok korkandır. Eğer mümin dağ kadar malı infak etse, kurtuluşa ermeden kendini kurtuluşa ermiş saymaz. İyilikleri, güzellikleri ve ibadetleri ne kadar artarsa (Allah'tan) korkusu o kadar artar ve: «Ya kurtuluşa eremezsem» der. Münafık ise: «İnsanların günahı çoktur. Nasıl olsa affedileceğim ve bana bir şey olmaz» deyip kötü ameller işler ve Allah'ın kendisini bağışlayacağını umar."

Ebu'ş-Şeyh'in, bildirdiğine göre İbn Abbâs, "...Peki, Kitab'da Allah hakkında gerçekten başka bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan söz alınmamış mıydı ve onlar Kitab'dakini okumamışlar mıydı? Âhiret yurdu sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâla aklınız ermiyor mu?" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Hâla işlemeye devam ettikleri ve tövbe etmedikleri günahlarının affedilmesinin Allah için vacib olduğuna inandıklarından dolayı kınanmaktadırlar."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre "Onlar Kitab'dakini okumamışlar mıydı?" âyetinden kastedilen, onların Kitab'da yazılanları bilmeleri ve işledikleri günahları bilgisizlikleri sebebiyle yapmış olmamalarıdır.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in, Mücâhid'den bildirdiğine göre "Kitab'a sımsıkı sarılıp namazı dosdoğru kılanlar var ya, işte biz böyle iyiliğe çalışanların ecrini zayi etmeyiz" âyetinde kastedilenler, Yahudi ve Hıristiyan olanlardan bazılarıdır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre "Kitab'a sımsıkı sarılıp namazı dosdoğru kılanlar var ya, işte biz böyle iyiliğe çalışanların ecrini zayi etmeyiz" r âyetindeki Kitab'dan kastedilen, Hazret-i Musa'nın getirdiği kitaptır.

171

"Hani Biz dağı üzerlerine gölge bırakan bir bulut gibi çekip kaldırmıştık da onu üstlerine düşecek sanmışlardı. «Size verdiğimizi kuvvetle alın. Onda olanı düşünün ki sakınırsınız»

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, Ali (b. Ebi Talha) vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, kaldırmak mânâsındadır. Yüce Allah'ın, "Söz verdikleri için de Tûr'u üzerlerine kaldırmıştık..." âyeti de aynı olayı anlatmaktadır. Yüce Allah:

“Size verdiğimizi kuvvetle alın", yoksa dağı üzerinize gönderirim" buyurmaktadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Hani Biz dağı üzerlerine gölge bırakan bir bulut gibi çekip kaldırmıştık da onu üstlerine düşecek sanmışlardı. «Size verdiğimizi kuvvetle alın. Onda olanı düşünün ki sakınırsınız» (demiştik)" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Melekler dağı onların başının üzerine kaldırıp kendilerine:

“Size verdiğimi kuvvetle alın" denildi. Dağa baktıklarında:

“Duyduk ve itaat ettik" diyorlar, kitaba baktıklarında ise:

“Duyduk ve isyan ettik" diyorlardı.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Yahudilerin neden Yüce Allah'a bir hesaba binaen secde ettiğini biliyorum. Yüce Allah, "Hani biz dağı üzerlerine gölge bırakan bir bulut gibi çekip kaldırmıştık da onu üstlerine düşecek sanmışlardı..." buyurarak, "Ya emrimi tutarsınız ya da dağı üzerinize yıkarım" dedi. Bunun üzerine Yahudiler dağa bakıp, üzerlerine düşmesinden korkarak alınlarının kenarıyla (sol kaşlarını yere koyarak) secde ettiler. Allah onların bu secdelerini kabul etmişti ve bundan sonra Yahudiler bu şekilde secde etmeyi gelenek haline getirdiler.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İkrime der ki: Bir Yahudi ile bir Hıristiyan İbn Abbâs'a gelince, İbn Abbâs Yahudiye:

“Neden alnınızı yere koyarak secde ettiniz?" diye sordu. Yahudi ne cevap vereceğini bilemeyince, İbn Abbâs:

“Yüce Allah, «Hani Biz dağı üzerlerine gölge bırakan bir bulut gibi çekip kaldırmıştık da onu üstlerine düşecek sanmışlardı» buyurunca, dağa bakarak alnınızın kenarıyla secde ettiniz" dedi. Hıristiyan'a da:

“Siz, Yüce Allah, «Kitab'da Meryem'i de an. O, ailesinden ayrılarak, doğu yönünde bir yere çekilmişti» buyurduğu için doğu tarafına secde etmektesiniz" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in Atâ'dan bildirdiğine göre âyette İsrâiloğullarının üzerine kaldırıldığı söylenen dağ, Tûr dağıdır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'in, "Hani Biz dağı üzerlerine gölge bırakan bir bulut gibi çekip kaldırmıştık..." âyetini açıklarken, "Tıpkı tereyağının (sütün üzerinde) kabartıldığı gibi dağı öyle kaldırdık" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Sâbit b. el-Haccâc der ki:

“İsrâiloğuilarına Tevrat bir defada gelince, kendilerine ağır geldi ve onun emirlerini almayı kabul etmediler. Yüce Allah, dağı üzerlerine gölge bırakan bir bulut gibi çekip kaldırınca onu almayı kabul ettiler."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "Hani Biz dağı üzerlerine gölge bırakan bir bulut gibi çekip kaldırmıştık..." âyetini açıklarken, "Allah dağı kökünden söküp başlarının üzerine getirerek: «Ya emrimi yaparsınız ya da bu dağı başınızın üzerine yıkarım» buyurdu" dediğini bildirir.

Zübeyr b. Bekkâr'ın, el-Muvaffakiyyât'ta, Kelbî'den bildirdiğine göre Bizans kralı Heraklius, Muâviye'ye mektup yazarak şunları sordu:

“Bir şey olan ve hiçbir şey olan nedir? Allah katında kendisinden başkası kabul edilmeyen din hangisidir? Namazın anahtarı nedir? Cennetin fidanı nedir? Her şeyin namazı nedir? Kendilerinde ruh olduğu halde ne erkeklerin belinde, ne de kadınların rahminde dalgalanmayan dört şey nedir? Babası olmayan adam kimdir? Kavmi olmayan kişi kimdir? Sahibi ile yürüyen mezar hangisidir? Gökkuşağı nedir? Üzerinde bir defa güneş doğan, ondan önce ve ondan sonra artık bir daha güneş doğmayan yer hangisidir? Bir defa göç eden, artık ne önce ne de sonra göç etmeyen nedir? Susuz bitip de meydana gelen ağaç hangisidir? Ruhu olmadığı halde nefes alıp veren hangisidir? Bugün nedir? Dün nedir? Yarın nedir? Yarından sonra nedir? Bunların kelamdaki kısımları neyi ifade eder? Bulutlardan gelen ses, çakan şimşek, Samanyolu ve Ay'da görülen izlemedir?"

Bunun üzerine Muaviye'ye:

“Sen bu soruların cevabını veremezsin. Şayet Herakliuş'a yazacağın mektupta yanlış bir cevap verirsen bunu senin bilgisizliğine yoracaktır. En iyisi sen İbn Ab bas'a yaz, bu sorulara o cevap versin" dediler. Muâviye, İbn Abbâs'a yazıp bunları sorunca, İbn Abbâs şöyle cevap yazdı:

"Şey, sudur. Çünkü Allah «Her diri şeyi sudan kıldık» buyurmuştur. Hiçbir şey olan ise dünyadır. Dünya fani olup gider. Allah katında kendisinden başkası kabul edilmeyen din, "Lâ ilâhe illallah", namazın anahtarı "Allahu Ekber", cennetin fidanları "Lâ havle vela kuvvete illa billah", her nesnenin namazı (ibadeti) "Suübhânallah ve bi-hamdihi", kendilerinde ruh olduğu halde ne erkeklerin belinde, ne de kadınların rahminde dalgalanmayan dört şey de Âdem, Havva, Musa'nın asası ve İshak'a fidye olarak gönderilen koçtur. Babası olmayan kişi Meryem oğlu İsa, kavmi olmayan kişi ise Âdem'dir. Sahibi ile yürüyen mezar Yunus'un balığıdır. Çünkü Hazret-i Yunus onun karnındayken o yüzüyordu. Gökkuşağı ise Allah'ın kullarına, sel felaketine karşı vermiş olduğu emniyettir. Üzerinde bir defa güneş doğan, ondan önce ve ondan sonra da artık bir daha güneş doğmayan yer, İsrâiloğulları için yarılan denizin dibidir. Bir defa göç eden, ondan önce ve ondan sonra göç etmeyen şey kutsal topraklarla arasında dört günlük bir mesafe bulunan Tur-i Sina dağıdır. İsrailoğulları isyan ettiklerinde Allah, onda azabın çeşitleri olan nurdan yaratmış olduğu iki kanatla Tur-i Sina'yı uçurtmuştur. Allah onu İsrailoğulları'nın üzerine gölge yapınca bir münadi onlara:

“Eğer Tevrat'ı kabul ederseniz bu Tur-i Sina'yı üzerinizden kaldırıp yerine koyacağız. Aksi takdirde de onu üzerinize bırakacağız" demişti. Onlar da mecburen Tevrat'ı kabul ettiler. Allah ta onu yerine gönderdi. Bu olay, Hani Biz dağı üzerlerine gölge bırakan bir bulut gibi çekip kaldırmıştık" âyetiyle ifade edilmiştir. Susuz bitip de meydana gelen ağaç, Hazret-i Yunus'a (gölge yapması için) başucunda biten kabak ağacıdır. Ruhu olmadığı halde nefes alıp veren sabahtır. Çünkü Allah, "Nefes alıp verdiği zaman sabaha yemin ederim" diye buyurmuştur. Bugün çalışmak, dün bir misal, yarın ise eceldir. Yarından sonrası da bir emeldir. Çakan şimşek, meleklerin ellerinde bulunan ve bulutları sevkeden tokmaklardır. Gökgürültüsüne gelince, o bulutu sevketmekle görevli meleğin adıdır. Çıkan ses bulutun şevki sırasında çıkan sestir. Samanyolu ise göklerin kapısıdır. Oradan kapılar açılır. Ay'daki izlere gelince, Allah "Gece ile gündüzü iki âyet kıldık. Gecenin âyetini sildik" buyurmuştur. Şayet bu silinti olmasaydı gece gündüzden, gündüz de geceden ayırdedilmezdi.

Muaviye bu cevapları Bizans Kralı Heraklius'a gönderdiğinde Heraklius:

“Bu soruları bir peygamber ya da peygamber ailesinden biri dışında kimse cevaplandıramaz" demiştir.

172

Bkz. Ayet:174

173

Bkz. Ayet:174

174

"Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» (Onlar da), «Evet (buna) şâhit olduk» dediler. Yahut «Daha önce babalarımız Allah'a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik (onların izinden gittik). Bâtıl işleyenlerin yüzünden bizi helâk edecek misin?» dememeniz için (böyle yaptık). Belki inkârdan dönerler diye âyetleri böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz"

Abd b. Humeyd, Huşeyş b. Asram, el-İstikâme'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» (Onlar da), «Evet (buna) şâhit olduk» dediler..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yüce Allah Hazret-i Âdem'i yarattı ve kendisinden, onun Rabbi olduğuna dair söz aldı. Ecelini, rızkını ve başına gelecekleri yazdı. Sonra onun belinden zerre misali evlatlarını çıkardı. Onlardan da Rableri olduğuna dair söz aldıktan sonra ecellerini, azıklarını ve başlarına gelecek olanları yazdı."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» (Onlar da), «Evet (buna) şâhit olduk» dediler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Allah, Hazret-i Âdem'i yarattığı zaman zürriyetini zerreler halinde sulbünden çıkarıp onlara isimleriyle seslenerek:

“Bu falan oğlu falandır ve şöyle şöyle yapacaktır. Bu da falan oğlu falandır ve şöyle şöyle yapacaktır" buyurmuş, sonra eliyle iki avuç alıp:

“Bunlar cennette, bunlar da cehennemdedir" buyurmuştur.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Lâlekâî, es-Sünne'de, İbn Abbâs'ın, "Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedî ki: «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» (Onlar da), «Evet (buna) şâhit olduk» dediler..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: Yüce Allah Hazret-i Âdem'i yarattıktan sonra zürriyetini zerreler halinde sulbünden çıkarıp:

“Rabbiniz kimdir?" diye sordu. Onlar:

“Rabbimiz Allah'tır" cevabını verdikten sonra kendilerinden söz aldığı kimselerin, kıyamet gününe kadar ne fazla, ne de eksik olmadan dünyaya gelmeleri için Allah onları tekrar Hazret-i Âdem'in sulbüne iade etmiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Âdem yeryüzüne indirildiği zaman Dehnâ'ya indirildi. Yüce Allah onun sırtını meshedip, kıyamet gününe kadar yaratacağı bütün insanları çıkarmış, sonra da:

“Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şahit olduk, dediler..." O zaman Kalem, kıyamet gününe kadar olacakları yazdı ve mürekkebi kurudu.

Abdürrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs âyetin tefsiri hakkında şöyle demiştin "Yüce Allah Hazret-i Âdem'in sırtını meshedip kıyamet gününe kadar doğacak olan sulbünü çıkardıktan sonra, onların Rabbi olduğuna dair söz almış, onlar da bu sözü vermiştir. Kafir olsun mümin olsun kime:

“Rabbin kimdir?" diye sormuşsa, "Rabbim Allah'tır" cevabını vermiştir."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Lâlekâî'nin, es-Sünne'de Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre tarak ile nasıl başın saçları alınıyor (taranıyor) ise onlar da (Hazret-i Âdem'in zürriyeti de) sırtından böylece alındılar.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Mende, er-Reddu ale'l- Cehmiyye'de ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Yüce Allah, Hazret-i Âdem'in zürriyetini, sel sularındaki zerreler gibi çıkardı."

Abd b. Humeyd, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Allah sağ eliyle Âdem'in omuzuna vurdu ve zürriyeti oradan inciler gibi Allah'ın kudret eline döküldü. Allah:

“Bunlar cennet içindir" buyurdu. Sonra sol eliyle Âdem'in sol omuzuna vurdu. Oradan da kömür gibi simsiyah (kafir) olarak zürriyetleri çıktı. Allah:

“Bunlar da cehennem için yaratılmıştır" dedi. Bu, "And olsun ki, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık; onların kalbleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibi hatta daha sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir" âyetinin tefsiridir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Yüce Allah, Arafat'ın yanındaki Na'mân vadisinde, Hazret-i Âdem'in sırtını meshetti ve kendisinden kıyamet gününe kadar yaratacağı canyarı çıkardı. Sonra onlardan söz aldı" deyip, "Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» (Onlar da), «Evet (buna) şâhit olduk» dediler..." âyetini okudu. Ancak bu âyeti (.....) şeklinde okudu.

Ebu'ş-Şeyh'in, Abdulkerim b. Ebî Umeyye'den bildirdiğine göre Hazret-i Âdem'in zürriyeti, onun sulbünden karınca yolu gibi çıkarılmıştır.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Muhammed b. Ka'b'dan bildirdiğine göre ruhlar, bedenleri yaratılmadan önce, Allah'a imanı ve onu Rab olarak tanıdıklarını ikrar etmişlerdir.

İbn Ebî Şeybe, Muhammed b. Ka'b'ın:

“Allah, bedenleri yaratmadan önce ruhları yaratmış ve onlardan söz almıştır" dediğini bildirir.

İbn Abdilberr, et-Temhid'de, Süddî'nin vasıtasıyla, Ebû Mâlik ve Ebû Salih'ten, o İbn Abbâs'tan; Murre el-Hemedânî ise İbn Mes'ûd ve bazı sahabenin, "Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» (Onlar da), «Evet (buna) şâhit olduk» dediler..." âyetini açıklarken şöyle dediklerini bildirir:

“Yüce Allah Hazret-i Âdem'i cennetten çıkardığı zaman, onu yeryüzüne indirmeden önce sırtının sağ tarafını meshetti ve inciler gibi beyaz olan zerreler halinde bir zürriyet çıkarıp, onlara:

“Rahmetimle cennete girin" buyurdu. Sonra sırtının sol tarafını meshedip siyah renkte zerreler halinde bir zürriyet çıkarıp:

“Cehenneme giriniz. Sizler benim için önemli değilsiniz" buyurdu. Yüce Allah'ın, "Defterleri sağdan verilenler" ve "Defterleri soldan verilenler" âyetleri buna işaret etmektedir. Sonra onlardan söz alıp "Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (buyurdu. Onlar da), «Evet (buna) şâhit olduk» dediler" Bir grup isteyerek söz verirken, bir kısmı da istemeyerek söz verdiler. Yüce Allah ve melekler:

“Biz onların bu ikrarına şahid olduk. Kıyamet günü biz bundan gafildik demeyesiniz veya "Daha önce babalarımız Allah'a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik (onların izinden gittik)" demeyesiniz" dediler. Hazret-i Âdem'in çocuklarından Yüce Allah'ın Rabbi olduğunu bilmeyen yoktur. Yüce Allah'ın, "Göklerde ve yerdekiler, ister istemez O'na teslim olduğu halde onlar (Ehl-i kitap), Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki O'na döndürüleceklerdir" ve "De ki: Kesin delil, ancak Allah'ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi" âyetleri insanların söz verdiği güne işaret etmektedir.

İbn Cerîr, Medine halkından olan Ebû Muhammed'in şöyle dediğini bildirir: Ömer b. el-Hattâb'a, "Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» (Onlar da), «Evet (buna) şâhit olduk» dediler..."âyetini sorduğumda şöyle cevap verdi:

“Senin sorduğunu ben de Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sordum. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Şüphesiz ki Allah Hazret-i Âdem'i kendi eliyle yarattı ve ruhundan üfledi. Sonra onu oturtup sırtını sağı ile meshederek zürriyetler çıkardı ve: «Bunları cennet için yarattım» buyurdu. Sonra diğer eliyle Âdem'in sırtını meshetti. Yine ondan zürriyetler çıkardı ve: «Bunları da cehennem için yarattım. Bunlar dilediğim gibi amel yapacaklar; Ben onların hayatını en kötü amelleriyle bitirecek ve cehenneme koyacağım» buyurdu."

Abd b. Humeyd, Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, Müsned'in zevaidi olarak, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Mende, er-Reddu ale'l-Cehmiyye'de, Lâlekâî, İbn Merdûye, Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'da, Diyâ, el-Muhtâre'de ve İbn Asâkir, Tarih'te, Ubey b. Ka'b'ın, "Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» (Onlar da), «Evet (buna) şâhit olduk» dediler. Yahut «Daha önce babalarımız Allah'a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik (onların izinden gittik). Bâtıl işleyenlerin yüzünden bizi helâk edecek misin?» dememeniz için (böyle yaptık)" âyetlerini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Allah, Âdem'in soyundan gelecek olan insanları onun sulbünde toplamış, onlara can vermiş ve onları şekillendirmiştir. Sonra onları konuşmalarını istemiş, onlar da konuşmuşlardır. Daha sonra bunlardan söz almış ve bunları, kendi nefislerine şahit tutarak:

“Ben .sizin Rabbiniz değil miyim?" demiş onlar da:

“Evet, şahidiz, sen bizim Rabbimizsin" diye cevap vermişlerdir. Bunun üzerine Allah:

“Ben de yedi kat göğü ve yedi kat yeri ve atanız Âdem'i, kıyamet gününde: «Biz bunu bilmiyorduk» dememeniz için size karşı şahit tutuyorum. Bilin ki benden başka ne bir ilah, ne de bir rab vardır. Hiçbir şeyi bana ortak koşmayın. Ben sizlere, sizden aldığım sözü size hatırlatacak peygamberlerimi göndereceğim ve sizlere kitaplarımı indireceğim" buyurdu. Onlar da:

“Senin, bizim Rabbimiz ve ilahımız olduğuna, bizim senden başka hiçbir Rabbimiz olmadığına şahitlik ederiz" diyerek ikrarda bulundular. Onlar Hazret-i Âdem'e gösterildi ve Hazret-i Âdem, aralarında, zengin, fakir, güzel suretli ve çirkin kimseler olduğunu görünce:

“Ey Rabbim! Bu niye böyle, neden onların arasında eşitlik sağlamadın?" diye sordu. Yüce Allah:

“Bana şükredilsin istedim" buyurdu. Hazret-i Âdem, peygamberlerin onlar arasında bir kandil gibi nurlu olduğunu, onlardan, insanlardan ayrı olarak peygamberlikle ve tebliğle ilgili söz alındığını gördü. Yüce Allah'ın, "Peygamberlerden söz almıştık. Senden, Nuh'dan, İbrahim'den, Musa'dan, Meryem oğlu İsa'dan sağlam bir söz almışızdır", "Hakka yönelerek kendini Allah'ın insanlara yaratılışta verdiği dine ver. Zira Allah'ın yaratışında değişme yoktur; işte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler", "Onların çoğunda ahde bağlılık görmedik, çoğunu fasık kimseler olarak bulduk" ve "Sonra onun ardından milletlere peygamberler gönderdik, onlara belgeler getirdiler. Diğerlerinin daha önce yalan saymış olduklarına bunlar da inanmadılar. Aşırı gidenlerin kalblerini işte böylece mühürleriz" âyetleri buna işaret etmektedir. O zamandan, Allah'ın ilminde kimin yalanlayacağı, kimin tasdik edeceği mevcuttu. Hazret-i İsa'nın ruhu da Hazret-i Âdem zamanında kendilerinden söz alınan ruhlar arasındaydı. Allah onu insan sûretinde Hazret-i Meryem'e gönderdi, "...ona tam bir insan olarak görünmüştü" âyeti buna işaret etmektedir. Hazret-i İsa, Hazret-i Meryem'in ağzından girdi.

Mâlik, Muvatta'da, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Tarih'te, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, Huşeyş b. Asram, el-îstikâme'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, el-Âcurrî, eş-Şerîa'da, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye, Lâlekâî, Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Diyâ, el-Muhtâre'de, Müslim b. Yesâr'dan bildirir: Ömer b. el-Hattâb'a "Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» (Onlar da), «Evet (buna) şâhit olduk» dediler..." âyetinin tefsiri sorulunca şöyle dedi: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyetin sorulduğunu işittim. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurmuştu ki:

“Allah, Âdem'i yarattıktan sonra sırtını sağ eliyle sıvazladı ve ondan bir zürriyet çıkarıp: «Bunları cennet için yarattım ve bunlar cennetliklerin amelini işleyeceklerdir» buyurdu. Sonra Âdem'in sırtını tekrar sıvazladı; ondan bir zürriyet daha çıkararak: «Bunları da Cehennem için yarattım, bunlar da Cehennemliklerin amelini işleyeceklerdir» buyurdu." Bunun üzerine o âyetin tefsirini soran şahıs:

“Ey Allah'ın Resûlü! O halde çalışıp çabalamak ne işe yarar?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah bir kulu Cennet için yarattığı zaman onu Cennetliklerin ameli üzerinde kullanır da o kişi Cennetliklerin ameli üzere ölür ve Cennete girer. Bir kulu da Cehennem için yarattığı zaman onu da Cehennemliklerin ameli üzerinde kullanır, sonunda Cehennemliklerin amellerinden biri üzere ölür ve Allah onu Cehenneme sokar.

Ahmed, Nesâî, İbn Cerîr, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Esmâ ve's- Sifât' ta, İbn Abbâs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Yüce Allah, Hazret-i Âdem'in zürriyetinden Na'mân'da —Arafat'ta— söz aldı. Âdem'in sulbünden bütün zürriyetini çıkardı ve zerreler gibi onları elinde dağıttı, sonra onlarla konuşup:

“Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» (Onlar da), «Evet (buna) şâhit olduk» dediler. Yahut «Daha önce babalarımız Allah'a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik (onların izinden gittik). Bâtıl işleyenlerin yüzünden bizi helâk edecek misin?» dememeniz için (böyle yaptık)" buyurdu.

İbn Cerîr ve İbn Mende, er-Reddu ale'l-Cehmiyye'de, Abdullah b. Amr'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), "Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı..." âyetini açıklarken şöyle buyurduğunu nakleder:

"Âdemin sulbünden, daha sonra meydana gelecek olan insanlar, tarağın, baştan bir şeyleri alması gibi alınıp çıkarıldılar. Sonra Allah onlara: «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» diye sordu. Onlar da: «Evet sen bizim Rabbimizsin» dediler. Melekler de kıyamet gününde:

“Biz böyle bir şey hatırlamıyoruz" dememeniz için bizler şahidiz» dediler."'

İbn Ebî Hâtim, İbn Mende, Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de ve İbn Asâkir, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

"Yüce Allah Hazret-i Âdem'i yarattığı zaman onun belini sıvazladı ve Âdem'in belinden kıyamet gününe kadar doğacak her nefis indi. Allah, Âdem'in kaburga kemiklerinden birini çıkarıp ondan Havva'yı yarattı. Sonra onlardan söz alarak:

“Ben sizin Rabbmız değil miyim?" diye sordu. Onlar da: «Evet sen bizim Rabbimizsin» dediler. Sonra onlardan her birisinin gözleri arasında nurdan bir parlaklık yarattı. Yine kişinin dünyada karşılaşacağı bela ve.hastalıkları yarattı. Sonra bunları Âdem'e arzedip: «Ey Âdemi Bunlar zürriyetinden gelecek olanlardır» buyurdu. Âdem baktığında, cüzamlı, alacalı, kör ve değişik hastalıklara yakalanmış kişiler görerek: «Ey Rabbim! Zürriyetime neden böyle yaptın?» diye sordu. Yüce Allah: «Nimetime şükretmen için» buyurdu. Hazret-i Âdem: «Ey Rabbim! Şu nurları en fazla görünen kişiler kimlerdir?» diye sorunca, Allah: «Bunlar zürriyetinden gelecek olan peygamberlerdir» buyurur. Âdem: «Şu nurunun en fazla olduğunu gördüğüm kişi kimdir?» diye sorunca, Yüce Allah: «Bu, senin zürriyetinden gelecek sonraki ümmetlerden olan Dâvud'dur» buyurur. Hazret-i Âdem: «Ey Rabbim! Ömrünü kaç yıl olarak takdir buyurdun?» diye sorunca, Yüce Allah: «Altmış yıl» cevabım verdi. Hazret-i Âdem: «Ey Rabbim! Benim ömrümü kaç yıl takdir buyurdun?» diye sorunca, Yüce Allah: «Şu kadar yıl» cevabını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Âdem: «Ey Rabbim! Ona benim ömrümden kırk yıl ilave et ki onun ömrü yüz yıl olsun» dedi. Yüce Allah: «Ona ömründen verecek misin?» diye sorunca, Hazret-i Âdem: «Evet ey Rabbim!» karşılığını verdi. Yüce Allah: «O zaman, ona dediğin süre yazılıp mühürlenecek. Eğer biz yazıp mühürlersek artık o şey değişmez» buyurunca, Hazret-i Âdem: «Öyle yap ey Rabbim!» dedi."

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) devamla şöyle buyurdu:

“Ölüm meleği Hazret-i Âdem'e, canını almak için gelince, Hazret-i Âdem: «Ne istiyorsun ey ölüm meleği?» diye sordu. Ölüm meleği: «Canını almak istiyorum» karşılığını verince, Hazret-i Âdem: «Ömrümden daha kırk yıl yok mu?» diye sordu. Ölüm meleği: «Sen bu kırk yılı oğlun Dâvud'a vermedin mi?» diye sorunca, Hazret-i Âdem: «Hayır» cevabını verdi." Ebû Hureyre şöyle derdi:

“Hazret-i Âdem unuttu, zürriyeti de unuttu. Hazret-i Âdem inkar etti, zürriyetinden olanlar da inkar ettiler."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Cuveybir der ki: Dahhâk b. Muzâhim'in altı günlük bir oğlu vefat edince, Dahhâk:

“Oğlumu mezarına koyduğun zaman yüzünü aç ve (kefeninin) düğümlerini çöz. Çünkü oğlum oturtulup kendisine sorulacaktır" deyince, ben:

“Hangi şeyden sorulacak?" diye sordum. Dahhâk şöyle cevap verdi:

“Hazret-i Âdem'in sulbündeyken ikrar ettiği misaktan sorulacaktır. İbn Abbâs bana şöyle dedi:

“Yüce Allah, Hazret-i Âdem'in sulbünü sıvazlayıp, kıyamet gününe kadar yaratacağı bütün nefisleri çıkardı ve Kendisine ibadet etmeleri, Ona hiçbir şeyi ortak koşmamaları konusunda onlardan söz aldı. Onların rızkına da kefil olup tekrar Hazret-i Âdem'in sulbüne iade etti. O gün söi verenlerin hepsi doğmadıkça kıyamet kopmaz. Sonraki misaka yetişip (büluğ çağına gelip) ilk verdiği söze sadık kalan herkese ilk verdiği sözün faydası dokunur. Sonraki misaka yetişip ikrar etmeyen kişiye de ilk verdiği sözün faydası olmaz. Çocukken ölüp büluğ çağına yetişmeyen kişiye, ilk verdiği söz üzere vefat eder."

Abd b. Humeyd, Selmân'ın şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah Hazret-i Âdem'i yarattığı zaman sırtını sıvazladı ve kıyamet gününe kadar onun neslinden doğacak olanları çıkarıp ecelleri, rızıkları, amelleri, bedbahtlığı ve saadeti yazdı. Saadeti bilen, hayır yapıp hayır meclislerinde bulunur. Bedbahtlığı bilen ise şer yapıp şer meclislerinde bulunur."

Abd b. Humeyd, Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usul'da, Taberânî, Ebu'ş- Şeyh, el-Azame'de ve İbn Merdûye, Ebû Umâme'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Yüce Allah mahlukatı yaratıp insanlardan ve peygamberlerden ahid aldı. Onun Arş'ı suyun üzerindedir. Sağdakileri (saadet ehlini) sağ eliyle; soldakileri (bedbahtları) diğer eliyle — ki Rahmân'ın iki eli de sağdır— aldıktan sonra: «Ey sağdakileri» diye seslendi. Onlar: «Buyur ey Rabbimiz emret!» karşılığını verince, Allah: «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» buyurdu. Onlar: «Evet. Sen bizim Rabbimizsin» cevabını verince, soldakilere: «Ey soldakiler!» diye seslendi. Onlar: «Buyur ey Rabbimiz emret!» karşılığını verince; Allah: «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» buyurdu. Onlar: «Evet. Sen bizim Rabbimizsin» cevabını verdiler. Allah onları birbirine karıştırınca bazıları: «Ey Rabbimiz! Neden bizi birbirimize kattın» dediler. Allah: «Bundan başka da onların yapageldikleri işler de vardır» ve «Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye...» buyurup onları Hazret-i Âdem'in sulbüne iade etti. Artık cennetlikler cennetlik, cehennemlikler de cehennemliktir." Bir kişi:

“Ey Allah'ın Resûlü! O zaman neden amel yapalım ki?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Herkes kendi yeri için amel yapar" buyurdu. Bunun üzerine Hazret-i Ömer:

“O zaman (Cennete girmek için amel yapmaya) çalışırız" dedi.

Abd b. Humeyd, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allah Hazret-i Âdem'i yarattığı zaman sırtını sıvazlayınca sırtından kıyamet gününe kadar onun zürriyetinden yaratacağı her bir can döküldü. Onlardan her birisinin gözleri arasında nurdan bir parlaklık yarattı. Sonra bunları Âdem'e arzetti. Âdem: «Ey Rabbim! Bunlar kimlerdir?» diye sorunca, Yüce Allah: «Bunlar zürriyetinden gelecek olanlardır» buyurdu. Aralarından birisini görüp, gözleri arasındaki parlaklık hoşuna gidince: «Ey Rabbim, bu kimdir?» diye sordu. Allah: «Bu adam, senin zürriyetinden gelecek sonraki ümmetlerden bir adamdır. Ona Davud denilir» buyurunca, Hazret-i Âdem: «Ey Rabbim! Ömrünü kaç yıl olarak takdir buyurdun?» diye sordu. Allah: «Altmış yıl» cevabını verince, Hazret-i Âdem: «Ey Rabbim! Ona benim Ömrümden kırk yıl ekle» dedi. Âdem'in ömrü sona erince, ona ölüm meleği geldi Âdem: «Henüz benim ömrümden daha kırk yıl kalmadı mı?» diye sorunca, melek: «Sen bu kırk yılını oğlun Davud'a vermemiş miydin?» karşılığını verdi. Ancak, Âdem böyle bir şeyi reddetti. Bunun üzerine zürriyetinden gelenler de inkâr eder oldular. Âdem unutunca, zürriyeti de unutur kılındı."

İbn Ebi'd-Dünyâ, eş-Şükr'de, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, Şu'abu'l-İmân'da Hasan(ı Basrî'nin) şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah Hazret-i Âdem'i yarattığı zaman cennetlikleri onun sağ küreğinden, cehennem ahalisini de onun sol küreğinden çıkardı. Onlar yeryüzünde yürüdüler. Onların içinde iki gözü kör, sağır, alaca, kötürüm ve çeşitli musibetlere uğramış kimseler vardı. Âdem:

“Ey Rabbim! Niçin çocuklarımın hepsini eşit kılmadın?" deyince Yüce Allah:

“Ey Âdem! Ben şükredilmek istedim" diye buyurdu. Sonra da onları Âdem'in sulbüne geri gönderdi."

Abdürrezzâk, İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî, Şu'abu'l-îmân'da, Katâde ve Hasan(ı Basrî'nin) şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Âdem'e zürriyeti arzedilince bazılarının bazılarından üstün olduğunu görüp:

“Ey Rabbim! Niçin hepsini birbirine eşit kılmadın?" diye sordu. Allah:

“Üstünlük sahibinin üstünlüğünü görüp Bana hamdetmesini ve şükretmesini istedim" buyurdu.

Ahmed, Zühd'öş Bekr'den aynı rivâyette bulunmuştur.

İbn Cerîr, Bezzâr, Taberânî, Âcurrî, eş-Şerîa'da, İbn Merdûye ve Beyhakî, eî-Esmâ ve's-Sifât'ta Hişâm b. Hakîm'in şöyle dediğini bildirir: Bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Amellerimizin bize bir faydası olacak mı yoksa her şey baştan takdir edilmiş mi?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah, Hazret-i Adem'in züriyetini sulbünden aldıktan sonra onları kendi nefislerine şahit tuttu. Sonra onları eline alıp: «Bunlar cennetlik, bunlar ise cehennemliktir» buyurdu. Cennetliklere cennet ameli, cehennemliklere de cehennem ameli kolaylaştırılmıştır" buyurdu.

Taberânî ve İbn Merdûye'nin Muâviye'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, Hazret-i Adem'den onun zürriyetini çıkarınca yeryüzünü şöyle doldurdular" buyurup bir elini diğer eliyle birleştirdi.

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usul'da ve İbn Merdûye, Enes b. Mâlik'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Rabbimden istedim, benim için, müşriklerin çocuklarını cennetliklere hizmetçi olarak verdi. Onların cennette hizmetçi olmaları, babalarının düştüğü şirke yetişmemeleri sebebiyledir. Onlar ilk verdikleri ahit üzeredirler. "

Ahmed, Buhârî ve Müslim'in Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kıyamet günü cehennemlik olan kişiye: «Yeryüzünde, ne varsa hepsi senin olsaydı şimdi onları verip kendini kurtarmak ister miydin?» diye sorulur. O kişi: «Evet» cevabını verince, Allah ona: «Sen, Âdem'in sulbünde iken ben senden, bundan daha. kolayını istemiştim. Bana ortak koşmamanı istemiştim, fakat- sen, ortak koşmakta direttin» buyurur."

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ali b. Hüseyn azil yapar ve, "Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı.." âyetini böyle yapabileceğine delil gösterirdi.

Saîd b. Mansûr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Saîd el-Hudrîder ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) azlin hükmünün sorulduğunu duydum. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Azil yapmanızda sizin için bir zarar yoktur. Çünkü eğer sulbünüzdeki çocuk kendisinden misak (söz) alınanlardan ise bir taşın üzerinde olsa dahi ona ruh üfürülür" buyurdu.

Ahmed ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Enes der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) azil yapmanın hükmü sorulunca:

“Çocuğun olacağı su (nutfe) bir kayaya dökülse, Allah takdir ettiği şeyi ondan çıkaracak ve yaratmayı takdir ettiği canı yaratacaktır" buyurdu.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre İbn Mes'ûd'a azlin hükmü sorulunca:

“Allah, bir insanın sulbündeki candan ahid almışsa, bu kişi bir kayanın üzerine azil yapsa bile Allah o canı bu kayadan çıkarır. İster azil yap, ister yapma" cevabını verdi.

Abdürrezzâk, İbrâhim en-Nehaî'nin şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah'ın doğmasını takdir ettiği nutfe bir kayaya düşse, yine de ondan çocuk çıkar" derlerdi.

Abdürrezzâk, Musannef’te ve Ebu'ş-Şeyh, Fâtıma binti'I-Hüseyn'in şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah Âdemoğullarından ahid aldığı zaman onu Rükn'e koydu. Haceru'l-Esved'i istilam etmek, Allah'a verilen ahde vefanın göstergesidir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Câfer b. Muhammed der ki: Babam olan Muhammed b. Ali ile beraberken bir adam ona:

“Ey Ebû Câfer! Bu Rükün ne zaman yaratılmıştır?" diye sordu. Babam şöyle cevap verdi:

“Yüce Allah mahlûkatı yarattığı zaman Âdemoğullarına:

“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sordu. Onlar:

“Evet. Rabbimizsin" cevabını verince, Allah baldan tatlı ve tereyağından daha yumuşak bir nehir akıtıp Kalem'e emretti ve kalem ondan mürekkep doldurarak Âdemoğullarının bu ikrarını, kıyamet gününe kadar olacakları yazdı. Sonra o yazı bu taşa yedirildi. Şimdi gördüğün bu taşı istilam etmek insanların "Sen bizim Rabbimizsin" ikrarına sadık kaldıklarının işaretidir."

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Yüce Allah, Hazret-i Âdem'in sırtına vurunca cennet için yaratılmış olan her nefis, hardal tanesi gibi zerreler halinde çıktılar. Cennetlikler beyaz ve tertemiz bir şekilde çıktı. Allah:

“Bunlar Cennet ehlidir" buyurdu. Cehennem için yaratılan her nefis ise siyah bir şekilde çıktı ve Allah:

“Bunlar da cehennem ehlidir" buyurdu. Allah:

“Ey Allah'ın kulları! Allah'a icabet ediniz. Ey Allah'ın kulları! Allah'a itaat ediniz" buyurunca, onlar:

“Buyur ey Rabbimiz sana itaat ettik! Allahım Sana itaat ettik! Allahım Sana itaat ettik!" karşılığını verdiler. Yüce Allah'ın Hazret-i İbrahim'e hac yaparken emrettiği, "Buyur ey Rabbim! (Lebbeyk)" sözünün aslı budur. O zaman Yüce Allah kendilerinden iman edeceklerine, Allah'ın varlığını ikrar edeceklerine ve Allah'ı tanıyıp emirlerine uyacaklarına dair ahid almıştı."

el-Cenedî, Fadâilu Mekke'de, Ebu'l-Hasan el-Kattân, et-Tivâlât'ta, Hâkim ve Beyhakî, Şu'abu'l-İmân'da, Ebû Saîd el-Hudrî'nin şöyle dediğini bildirir: Ömer b. el-Hattâb ile hac yaptığımızda, Hazret-i Ömer tavafa başlayınca Haceru'l- Esved'e yönelip:

“Biliyorum ki, faydası ve zararı olmayan bir taşsın. Eğer Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) seni öptüğünü görmeseydim, ben de öpmezdim" diyerek onu öptü. Ali b. Ebî Tâlib, kendisine:

“Ey müminlerin emiri! Bu taşın yararı da, zararı da dokunur" deyince, Hazret-i Ömer:

“Hangi şeyle?" diye sordu. Hazret-i Ali:

“Allah'ın Kitab'ıyla" cevabını verince, Hazret-i Ömer:

“Bu, Allah'ın Kitab'ında nerede mevcuttur?" diye sorunca, Hazret-i Ali şöyle cevap verdi:

“Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» (Onlar da), «Evet (buna) şâhit olduk» dediler..." buyruğunda mevcuttur. Allah, Âdem'i yaratmış, onun sırtını sıvazlayıp (zürriyetini çıkararak) Rableri olduğunu, kendilerinin kul olduğunu ikrar ettirmiş, onlardan ahid ve söz almıştır. Alınan bu sözü bir kağıda yazmıştır. O zaman bu taşın iki gözü ve dili vardı. Allah, bu taşa:

“Ağzını aç!" deyince taş, ağzını açmış, Allah bu kağıdı taşın ağzına atmış ve şöyle demiştir:

“Sana karşı görevini yerine getirene kıyamet günü şahitlik yap." Ben, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğuna şahitlik ederim:

“Kıyamet gününde Hacerü'l-Esved getirilecek. Konuşan bir dili bulunacak ve kendisini selamlayan herkesin mü'min ve muvahhid olduğuna şehadet edecek." Ey Müminlerin emiri! Bu taş fayda ve zarar verebilir" Bunun üzerine Hazret-i Ömer:

“Ey Ebu'l-Hasan! Senin olmadığın bir günde yaşamaktan Allah'a sığınırım" dedi.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» (Onlar da), «Evet (buna) şâhit olduk» dediler..." âyetini açıklarken:

“İlk yaratılacakları ve sonradan yaratılacakları hardal tanesi gibi avucuna alıp iki veya üç defa evirip çevirdi, sonra onları babalarının sulbüne iade etti. Sonra onları nesil nesil çıkardı" dedikten sonra, "Onların çoğunda ahde bağlılık görmedik, çoğunu fasık kimseler olarak bulduk" âyetini okudu ve:

“Bu âyetten sonra, "Allah'ın size olan nimetini ve «İşittik, itaat ettik» dediğinizde sizi andına bağladığı sözünü anın. Allah'tan sakının, Allah içinizde olanı elbette bilir" âyeti nazil oldu" dedi.

Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Abdullah b. Amr'ın şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah, Hazret-i Âdem'i yarattığı zaman onu bir dağarcığı silkeler gibi silkeledi ve ondan kurtçuklar gibi zürriyeti döküldü. Onlardan iki avuç alıp sağdakilere:

“Siz cennettesiniz", soldakilere de:

“Siz cehennemdesiniz". buyurdu.

İbn Sa'd ve Ahmed'in, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından olan Abdurahman b. Katâde es-Sülemî'den bildirdiğine göre, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah Hazret-i Âdem'i yaratıp onun belinden zürriyetini alıp: «Bunlar (kazançlarıyla) cennetliktir, ben sorumlu değilim ve bunlar da (hatalarıyla) cehennemliktir, ben sorumlu değilim» buyurdu" deyince bir adam:

“Ey Allah'ın Resûlü! O hâlde neye göre amel edeceğiz?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Takdir edilen yerlere uygun olarak (amel edeceksiniz)" karşılığını verdi.

Ahmed, Bezzâr ve Taberânî'nin Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Yüce Allah, Hazret-i Âdem'i yarahp sağ omuzuna vurarak beyaz renkte zerre gibi bir zürriyet çıkardı. Sol omuzuna vurarak ta kömür gibi siyah bir zürriyet çıkardı. Sonra sağındakilere: «Bunlar (kazançlarıyla) cennetliktir, ben sorumlu değilim ve bunlar da (hatalarıyla) cehennemliktir; ben sorumlu değilim» buyurdu.

Bezzâr, Huşeyş, el-İstikâme'de, Taberânî, Âcurrî ve İbn Merdûye'nin Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Yüce Allah Hazret-i Âdem'i yarattığı zaman onun sulbünden bir avuç alınca, bütün güzellikler sağ eline, bütün pis olanlar da sol eline düştü. Yüce Allah: «Bunlar (kazançlarıyla) cennet ehlindendir, ben sorumlu değilim ve bunlar da (hatalarıyla) cehennem ehlindendir, ben sorumlu değilim» buyurup onları tekrar Hazret-i Âdem'in sulbüne iade etti. Bu zamana kadar onlar (zamanı gelen) doğmaktadır."

Bezzâr, Taberânî ve İbn Merdûye'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dedi:

“Yüce Allah, Hazret-i Âdem'in sulbünden aldığı iki avuç zürriyeti için: «Bunlar (kazançlarıyla) cennet ehlindendir, ben sorumlu değilim ve bunlar da (hatalarıyla) cehennem ehlindendir, ben sorumlu değilim» buyurmuştur."

Bezzâr ve Taberânî, İbn Ömer'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Âdem'in zürriyetinden alınan iki avuç hakkında:

“Bunlar, şunadır (Cennete), bunlar da şunadır (cehenneme)" dedikten sonra insanlar kader hakkında ihtilafa düşmeden ayrıldılar.

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usul'da ve Âcurrî, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Yüce Allah Hazret-i Âdem'i yarattığı zaman onun sağ tarafına vurup zerreler misali zürriyetler çıkardı ve: «Ey Âdem! Bunlar cennetlik olan zürriyetindir» buyurdu. Sonra sol tarafına vurarak kömür gibi bir zürriyet çıkarıp: «Ey Âdem! Bunlar da cehennemlik olan zürriyetindir» buyurdu."

Ahmed'in Ebû Nadra'dan bildirdiğine göre sahabeden, hasta olan Abdullah adında bir kişinin yanına girdiğinde onun ağlamakta olduğunu gördüler ve:

“Neden ağlıyorsun?" diye sordular. O:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah sağ eliyle bir avuç, diğerlerini de sol eline alıp şöyle buyurdu: «Bunlar, şunadır (Cennete), bunlar da şunadır (Cehenneme). Ben sorumlu değilim» dediğini duydum. Ben, hangi avuçtakilerden olduğumu bilmiyorum" karşılığını verdi.

İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Yüce Allah (Hazret-i Âdem'in zürriyetinden) bir avuç alıp: «Bunlar, rahmetimle cennetliktir.» Bir avuç daha alıp: «Bunlar da cehennemliktir ve bundan ben sorumlu değilim» buyurdu."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk der ki: Yüce Allah Hazret-i Âdem'i yarattığı zaman onun sulbünden kıyamete kadar doğacak olanları zerreler gibi çıkardı, sonra:

“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sordu. Onlar:

“Evet Rabbimizsin" cevabını verince melekler:

“Biz de buna şahitlik ettik" dediler. Sonra Yüce Allah sağ eliyle bir avuç alıp:

“Bunlar cennetliktir" buyurdu. Sonra bir avuç daha alıp:

“Bunlar da cehennemliktir ve bundan ben sorumlu değilim" buyurdu.

İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Cüreyc'in, "Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Burada habersizdik demeyesiniz" sözünden kastedilen onlardan alınan ahittir. "Yahut, Daha önce babalarımız Allah'a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik..." âyetiyle de hiç kimsenin:

“Babalarımız ortak koştu ve ahitlerini bozdular. Biz de onlardan sonra geldik. Yoksa bizi babalarımızın yaptığı veya batıl yolu tutanlar yüzünden helak mı edeceksin?" demeye hakkı kalmamıştır."

175

Bkz. Ayet:176

176

"Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat Dileseydik o âyetlerle onu elbette yüceltirdik. Fakat o, dünyaya saplanıp kaldı da kendi heva ve hevesine uydu. Onun durumu köpeğin durumu gibidir: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte bu, âyetlerimizi yalanlayan toplumun durumudur. Şimdi onlara bu olayları anlat ki düşünsünler"

Firyâbî, Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd , Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Taberânî ve İbn Merdûye'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre "Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat" âyetinde kastedilen kişi İsrâiloğullarından olan Bel'âm b. Ebur'dur.

Abd b. Humeyd , İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin değişik yollarla İbn Abbâs'ın:

“Âyette, kendisine İsm-i A'zam'ın verildiğinden bahsedilen ve İsrâiloğullarından olan kişi Bel'âm b. Bâûrâ'dır." Bir lafızda ise:

“Bel'âm b. Bâur'dur" dediğini bildirir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu kişi zorbaların şehrinden Bel'âm adında bir kişidir ve bu kişi Yüce Allah'ın îsm-i A'zam'ını öğrenmişti. Hazret-i Mûsa yanlarına gelince, amcaoğulları ve kavmi bu kişinin yanına gelip:

“Mûsa şiddetli ve demir gibi sert biridir. Yanında kalabalık bir ordu vardı. Eğer o bize gâlib gelirse; mahvoluruz. Allah'a duâ et de Mûsâ ve yanındakileri bizden geri çevirsin" dediler. O:

“Eğer ben Mûsâ ve yanındakileri geri çevirmesi için Allah'a duâ edersem; dünyam ve âhiretim gider" dedi. Onlar; bu isteklerinde devam edince; o da Hazret-i Mûsa ve yanındakilere beddua etti ve böylece Allah onu sahip olduğu ilminden ve imanından soyup uzaklaştırdı. "Onun durumu köpeğin durumu gibidir: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp solur", sözü ise: Ona hikmet verilirse taşıyamaz, kendi haline bırakılınca da hayrı bulamaz. Bu kişi tıpkı köpek gibidir. Üzerine gitsen de solur, kovsan da solur" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'ın, İbn Abbâs, "Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Bu, kendisine kabul edilecek üç dua verilen bir kişidir. Bu kişinin, kendisinden bir çocuğu olan bir hanımı vardı. Bu hanımı kendisine:

“Bu üç duadan birini bana ayır" deyince, Bel'âm:

“Duamın birisi senin olsun. Ne istiyorsun?" karşılığını verdi. Hanımı:

“Yüce Allah'tan beni İsrailoğullarının en güzel kadını yapmasını iste" deyince Bel'âm dua etti ve Yüce Allah bu kadını İsrailoğullarının en güzel hanımı yaptı. Kadın, israiloğullarının kadınlarının en güzeli olduğunu anladıktan sonra da kocasından yüz çevirdi ve başka şey istedi. Buna çok kızan kocası onun hakkında beddua etti ve bu sefer kadın bir köpek haline geldi. Kocanın iki dua hakkı da gidince, kadının oğulları, babalarının yanına gelip:

“Biz bu duruma dayanamayız. Allah'a yalvar da onu eski haline çevirsin" dediler. Bunun üzerine adam, dua edince kadın eski haline geldi. Sonunda adamın üç dua hakkı da gitti ve kadına Besûs adı verildi."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre bu kişi Yemen'den Bel'âm adında biridir. Allah ona âyetlerini vermişti ve o, bunları terketmişti.

Abd b. Humeyd, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Taberânî ve İbn Merdûye'nin Abdullah b. Amr'ın:

“Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat" âyetini açıklarken:

“Bu kişi Umeyye b. Ebi's-Salt es- Sekafî'dir." Bir lafızda ise:

“Bu âyet, arkadaşınız Umeyye b. Ebi's-Salt hakkında nazil olmuştur" demiştir. :

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb der ki: Umeyye b. Ebi's- Salt'ın kızkardeşi Fâria, Mekke'nin fethinden sonra Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kardeşinin şiirlerinden ezberinde bir şey var mı?" diye sordu. Kadın:

“Evet" cevabını verince Allah'ın Resûlü:

“Ey Fâria! Kardeşin, Allah'ın kendisine verdiği âyetlerden sıyrılan kişiye benzer" buyurdu.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Umeyye b. Ebi's-Salt şöyle demiştir:

Bizden bize haber verecek bir peygamber yok mu

Hedefimizle yolumuz arasındaki uzaklık ne kadardır.

Sonra Umeyye Bahreyn'e gitti ve Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamberlik gönderildi. Umeyye, Bahreyn'de sekiz yıl kaldıktan sonra, gelip Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir toplulukla beraberken buldu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu İslam'a davet edip kendisine Yâsin Sûresini okudu. Sûre bitince Umeyye kalkıp gitti. Kureyşliler peşinden gidip kendisine:

“Ne dersin ey Umeyye?" diye sorunca, Umeyye:

“Onun hak üzere olduğuna şahitlik ederim" cevabını verdi. Onlar:

“Ona tabi olacak mısın?" diye sorunca ise:

“Ne yapacağına bakacağım" dedi. Umeyye sonra Şam'a gitti ve Bedir savaşından sonra gelip müslüman olmak istedi. Kendisine Bedir savaşında öldürülenler söylenince Taife dönüp orada öldü. Yüce Allah, onun hakkında, "Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat" âyetini indirdi.

Abd b. Humeyd , İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve İbn Asâkir, Nâfi b. Âsim b. Urve b. Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir: Abdullah b. Amr'ın olduğu bir halkadayken bir adam A'râf Süresindeki, "Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat" âyetini okuyunca, İbn Amr:

“Âyette bahsedilen kişinin kim olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Bazıları:

“Sayfî b. er-Râhib'tir", bazıları ise:

“İsrailoğullarından bir kişi olan Bel'âm'dır" dedi. İbn Amr:

“Hayır" karşılığını verince, oradakiler:

“Peki, kimdir?" diye sordu. İbn Amr:

“Umeyye b. Ebu's- Salt'tır" cevabını verdi.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Şa'bî, "Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“İbn Abbâs, bu kişinin, İsrailoğullarından olan Bel'âm b. Bâûrâ adında bir kişi olduğunu söylemiştir. Ensar ise, bu kişinin, kendisi için Şikâk mescidinin inşa edildiği İbnu'r-Râhib olduğunu söylemiştir. Sakîf halkı ise bu kişinin Umeyye b. Ebi's-Salt olduğunu söylemiştir."

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette bahsedilen kişi Sayfî b. er-Râhib'dir.

İbn Cerîr, Mücâhid'in bu âyet hakkında şöyle dediğini bildirir:

“Bu kişi, İsrâiloğullarına peygamber olarak gönderilen Bel'âm'dır. Kavmi ona rüşvet verip susmasını, o da bu rüşveti kabul etmiş ve kavmini (uyarmayı bırakıp) kendi hallerine terketmiştir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat Dileseydik o âyetlerle onu elbette yüceltirdik..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kendisine verilen ilim ondan çekilip alındı. Eğer Yüce Allah dileseydi onu ilmiyle yüceltirdi."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mâlik b. Dînâr der ki:

“Hazret-i Mûsa, Bel'âm b. Bâûrâ'yı, Medyen kralına onları Allah'a davet etmesi için gönderdi. Bel'âm, duası kabul edilen ve İsrâiloğullarının âlimlerindendi. Hazret-i Mûsa zor zamanlarda onu ileri sürerdi. Medyen kralı Bel'âm'a birçok bağışlarda bulunup, hediyeler verince, o da Hazret-i Mûsa'nın dinini de terk edip kralın dinine girdi. "Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat. Dileseydik o âyetlerle onu elbette yüceltirdik..." âyetleri bu konuda nazil olmuştur.

İbn Ebî Hâtim, Ka'b'ın, "Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat" âyetini açıklarken:

“Bel'âm, Allah'ın, kendisiyle dua edildiğinde kabul edilen İsm-i A'zamını biliyordu" dediğini bildirir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat. Dileseydik o âyetlerle onu elbette yüceltirdik. Fakat o, dünyaya saplanıp kaldı da kendi heva ve hevesine uydu. Onun durumu köpeğin durumu gibidir: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte bu, âyetlerimizi yalanlayan toplumun durumudur. Şimdi onlara bu olayları anlat ki düşünsünler" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu, kendisine doğru yol gösterilip te bunu kabul etmeyerek yüz çeviren kişiye verilmiş misaldir. Eğer dileseydik, doğru yola uymasıyla onu yüceltirdik ve şeytan ona yaklaşacak yol bulamazdı. Ama Allah kullarından dilediğini sınar. Ama bu kişi hidayete uymayı kabul etmediği için bir köpeğe benzetilmiştir. Köpeğin yüreksiz olduğu gibi bu da yüreksizdir."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İkrime'nin, "Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlaf' âyetini açıklarken:

“Bunlar, Yahudiler, Hıristiyan ve Sâbîlerden, Yüce Allah'ın kendilerine vermiş olduğu âyet ve kitaplardan sıyrılan kişilerdir. Yüce Allah onları köpeğe benzetmiştir" dediğini bildirir.

Abd b. Humeyd , İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Dileseydik o âyetlerle onu elbette yüceltirdik. Fakat o, dünyaya saplanıp kaldı da kendi heva ve hevesine uydu. Onun durumu köpeğin durumu gibidir: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte bu, âyetlerimizi yalanlayan toplumun durumudur. Şimdi onlara bu olayları anlat ki düşünsünler" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Eğer dileseydik o âyetlerle kendisinden küfrü uzaklaştırırdık. Ancak o dünyaya meyletti ve onunla huzur buldu. Onu bineğinle de kovalasan, yürüyerek te kovalasan solur. Bu misal, Kitabı okuyup onunla amel etmeyen kişi için verilmiştir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, meyletmek, peşinden gitmek mânâsındadır.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözü, ona doğru koşmak mânâsındadır.

İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Cüreyc'in, "Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte bu, âyetlerimizi yalanlayan toplumun durumudur. Şimdi onlara bu olayları anlat ki düşünsünler" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Köpek, yüreksiz bir hayvandır. Onun üzerine gitsen de dilini sarkıtıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte hidâyeti terk edenin hali de böyledir. O korkaktır, yüreksizdir."

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Mu'temir'in şöyle dediğini bildirir: Ebu'l- Mu'temir'e, "Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat" âyeti sorulunca Seyyâr'ın şöyle dediğini söyledi: Kendisine peygamberlik verilen Bel'âm adında bir kişi vardı ve bu kişinin duası kabul olurdu. Hazret-i Mûsa, Bel'âm'ın bulunduğu ülkeye girmek isteyince, insanlar çok korktular ve Bel'âm'a gelip:

“Şu adama beddua et" dediler. Bel'âm:

“Rabbime danışayım" deyip Rabbine danıştı. Kendisine:

“Onlara beddua etme. Çünkü aralarında peygamberlerinin de bulunduğu kullarım var" denilince, Bel'âm, kavmine:

“Beddua etmek için Rabbime danıştım ve bana beddua etmemem emredildi" dedi. Kavmi Bel'âm'a hediye verince o hediyeyi kabul etti ve bunun üzerine bir daha gelip:

“Onlara beddua et" dediler. Bel'âm:

“Rabbime danışmadan beddua etmem" deyip, Rabbine danıştı, ama kendisine bir cevap verilmedi. Bunun üzerine kavmine:

“Danıştım, ama bana bir şey söylenmedi" deyince, kavmi:

“Eğer Rabbin onlara beddua etmeni istemeseydi, ilk defasında olduğu gibi seni bundan nehyederdi" dediler. Bel'âm, İsrailoğullarına beddua etmeye başladı; ama onlara her beddua ettikçe dili tersini söyleyerek kendi kavmine beddua etti. Kavminin muzaffer olması için dua ettiğinde de, Hazret-i Mûsa ve ordusunun galip gelmesi için dua etti. Kavmi:

“Görüyoruz ki sen bize beddua ediyorsun" deyince, Bel'am:

“Dilim buna dönüyor. Mûsa'nın aleyhine dua etsem de duam kabul edilmiyor. Fakat ben size, onların helak olacaklaı ümidini veren bir hususu öğreteyim. Allah, zinaya buğzeder. Eğer onlar zinaya düşecek olurlarsa umarım ki Allah onları helak eder. Kadınlarınızı gönderin onları karşılasınlar. Onlar, sefer halindeki insanlardır. Umulur ki zinaya düşerek helak olurlar" dedi. Bel'am'ın adamları, onun söylediklerini yaparak kadınları gönderip onları karşıladılar. İsrailoğulları zinaya düşünce Allah onlara veba hastalığını musallat etti ve onlardan yetmiş bin kişi öldü.

Ebu'ş-Şeyh, Saîd b. Cübeyr'in, "Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Bu kişinin İsmi Bel'âm'dı ve Allah'ın güzel isimlerinden birini biliyordu. Hazret-i Mûsa yetmiş bin kişilik bir orduyla onların üzerine yürüyünce, kavmi Bel'âm'a gelip:

“Onlara beddua et" dediler. Bu kavme bir topluluk saldırınca, Bel'âm'ın yanına giderler, o da saldıran topluluğa beddua eder ve helak olurlardı. Bel'âm, uyuyup, uykudayken kendisine ne emredileceğine bakmadan beddua etmezdi. Uyuyunca kendisine:

“Hazret-i Mûsa ve kavmi için beddua değil, dua et" denildi. Uyandığında beddua etmeyi reddedip kavmine:

“Kadınları süsleyiniz. Eğer (Hazret-i Mûsa'nın kavmi) kadınları görürlerse dayanamayıp günah işlerler ve sizler de onlara galip gelirsiniz" dedi.

177

Âyetlerimizi yalanlayıp ancak kendi nefislerine zulmeden topluluğun hâli ne kötüdür?

178

"Allah kimi hidayete erdirirce, doğru yolu bulan odur. Kimi de şaşırtırsa, işte asıl ziyana uğrayanlar onlardır"

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbesinde şöyle derdi:

“Hamd, Allah'a mahsustur. O'na hamdederiz, O'ndan yardım dileriz, O'ndan bağışlanma dileriz, nefislerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah kimi hidâyete eriştirse, onu dalâlete götürecek kimse yoktur. Kimi de dalâlete düşürürse, onu hidayete eriştirecek yoktur. Allah. tan başka ilâh olmadığına ve Muhammedin'de Onun kulu ve peygamberi olduğuna şehâdet ederim."

Müslim, Nesâî, İbn Mâce, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, el-Esmâ ve's- Sifât'ta bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbesinde, layık olduğu şekilde Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra şöyle derdi:

“Allah kimi hidâyete eriştirse, onu dalâlete götürecek kimse yoktur. Kimi de dalâlete düşürürse, onu hidayete eriştirecek yoktur. Sözlerin en doğrusu Allah'ın Kitab'ıdır. En güzel hidayet Muhammed'in hidayetidir. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlar (dine sokulanlardır. Sonradan (dine her) sokulan şey bidat, her bidat dalalet, her dalalet te cehennemdedir." Sonra da:

“Ben ve kıyamet saati — şahadet ve orta parmağını göstererek— şunlar gibi (birbirine yakın) gönderildik" buyururdu.

Tayâlisî, Ahmed, Tirmizî, İbn Cerîr, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Abdullah b. Amr'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Yüce Allah yaratıklarını karanlık içerisinde yarattı, kendi nurundan da onlara bir nur uzattı. O gün, o nurdan kime bir parça isabet etmişse hidayeti bulur. Kime de o nurdan bir parça ulaşmamışsa sapıklıkta kalır. İşte bunun için Allah'ın ilmi üzere kalem ve mürekkep kurudu diyorum. "

179

"Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da aşağıdırlar. İşte asıl gafiller onlardır"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi yaratmak mânâsındadır.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi cehennem için yaratmak mânâsındadır.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve İbnu'n-Neccâr, Abdullah b. Amr'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah cehennem için yaratıklarım yarattığı zaman, zinadan doğan çocuğu da cehennem için ' yaratmıştı" buyurduğunu nakleder.

Hakîm et-Tirmizî, İbn Ebi'd-Dünyâ, Mekâyidu'ş-Şeytan'da, Ebû Ya'lâ, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allah, cinleri üç türde yaratmıştır. Bir sınıfı yılan, akrep ve yeryüzündeki haşereler şeklinde, bir sınıfı gökteki rüzgar şeklinde, bir sınıfı da hesap ve ceza görecek şekilde yarattı. İnsanları da üç türde yarattı. Bir sınıfı hayvanlar gibidir, "Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar" Bir sınıfın da bedenleri insan bedeni, ruhları ise şeytanların ruhudur. Bir sınıfta Allah'ın gölgesinden başka gölgenin bulunmadığı günde, Allah'ın gölgesinde gölgelenecek olanlardır. "

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da aşağıdırlar. İşte asıl gafiller onlardır" âyetine şu manayı vermiştir:

“Cehennem için öyle kişiler yarattık ki, onların kalpleri vardır, ama âhiretle ilgili hiçbir şeyi kavramazlar, gözleri vardır ama doğru yolu görmezler. Kulakları vardır ama hakkı duymazlar. Yüce Allah onların hayvanlar gibi olduğunu söyledikten sonra hayvanlardan daha aşağı bir konuma koymuş, sonra onların gafil olduğunu belirtmiştir."

180

"En güzel isimler Allah'ındır. O'na o güzel isimleriyle dua edin ve O nun isimleri hakkında gerçeği çarpıtanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasına çarptırılacaklardır"

Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Huzeyme, Ebû Avâne, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Taberânî, Ebû Abdillah b. Mende, et-Tevhîd'de, İbn Merdûye, Ebû Nuaym, el-Hilye'de ve Beyhakî, el-Esmâ ve's- Sifât' ta, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Muhakkak Allah'ın doksan dokuz ismi, yani bir eksiği ile yüz ismi vardır. Kim bunları ezberleyip sayabilirse cennete girer. Yüce Allah tek'tir ve tek olanı sever. "

İbn Merdûye ve Ebû Nuaym'ın Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah'ın yüzden bir eksik (doksan dokuz) ismi vardır. Allah, bunlarla dua edenin duasına icabet eder" buyurdu.

Dârekutnî, Ğarâib'de, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Yüce Allah: «Benim doksan dokuz ismim vardır. Bunları ezberleyip sayan cennete girer» buyurdu."

İbn Merdûye ve Ebû Nuaym, İbn Abbâs ve İbn Ömer'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Muhakkak Allah'ın doksan dokuz ismi, yani bir eksiği ile yüz ismi vardır. Kim bunları ezberleyip sayabilirse cennete girer" buyurduğunu nakletmiştir.

Tirmizî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Mende, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

“Şüphesiz ki Allah'ın doksan dokuz ismi, yani bir eksiği ile yüz ismi vardır. Kim bunları ezberleyip sayabilirse cennete girer. Yüce Allah tek'tir ve tek olanı sever. O, kendisinden başka hiçbir ilah olmayan Allah, Rahman, Rahim, el-Melik, el-Kuddûs, es-Selâm, el-Mü'min, el-Müheymin, el- Azîz, el-Cebbâr, el-Mütekebbir, el-Hâlik, el-Bâri, el-Musavvir, el-Gaffâr, el- Kahhâr, el-Vehhâb, er-Rezzâk, el-Fettâh, el-Âlim, el-Kâbıd, el-Bâsıt, el-Hâfia, er-Râfi, el-Muizz, el-Müzil, es-Semî, el-Basîr, el-Hakem, el-Adi, el-Latîf, el- Habîr, el-Halîm, el-Azîm, el- Gafur, eş-Şekûr, el-Aliyy, el-Kebîr, el-Haftz, el- Mukît, el-Hasîb, el-Celîl, el-Kerîm, er-Rakîb, el-Mucîb, el-Vasi', el-Hakîm, el- Vedûd, el-Mecîd, el-Bâis, eş-Şehîd, el-Hakk, el-Vekîl, el-Kaviy, el-Metîn, el- Veliyy, el-Hamîd, el-Muhsî, el-Mübdî, el-Muîd, el-Muhyî, el-Mümît, el-Hayy; el-Kayyûm, el-Vâcid, el-Mâcid, el-Vâhid, el-Ahad, es-Samed, el-Kâdir, el- Muktedir, el-Mukaddim, el-Muahhir, el-Evvel, el-Âhir, ez-Zâhir, el-Bâtın, el- Ber, et-Tevvâb, el-Muntakim, el-Afuvv, er-Raûf, Mâlikü'l-mülk, Zülcelâl vel- ikram, el-Vâlî, el-Müteâlî, el-Muksit, el-Câmi, el-Ganî, el-Muğnî, el-Mâni, ed- Dârr, en-Nâfi, en-Nür, el-Hâdî, el-Bedf, el-Bâkî, el-Vâris, er-Reşîd, es- Sabûr'dur.

İbn Ebi'd-Dünyâ, ed-Dua'da, Taberânî, ed-Dua'da, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye, Ebû Nuaym ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Şüphesiz ki Allah'ın doksan dokuz ismi vardır. Kim bunları ezberleyip sayabilirse cennete girer. Allah, er-Rahman, el-İlâh, er-Rab, el-Melik, el-Kuddûs, es-Selâm, el-Mü' min, el-Müheymin, el- Azîz, el-Cebbâr, el-Mütekebbir, el-Hâlik, el-Bâri, el-Musavvir, el-Halîm, el- Alîm, es-Semî, el-Basîr, el-Hayy, el-Kayyûm, el-Vâsi, el-Latîf el-Habîr, el- Hennân, el-Mennân, el-Bedî, el-Ğafur, el-Vedûd, eş-Şekûr, el-Mecîd, el-Mubdî, el-Muîd, en-Nûr, el-Bâdi, -Bir lafızda ise, el-Kâim şeklindedir- el-Evvel, el-Âhir, ez-Zâhir, el-Bâtın, el-Afuvv, el-Ğaffâr, el-Vehhâb, el-Ferd,- Bir lafızda el- Kâdir şeklindedir- el-Ahad, es-Samed, el-Vekîl, el-Kâfi, el-Bâki, el-Muğî,s, ed- Dâim, el-Müteâlî, Zül-celal vel-ikrâm, el-Mevlâ, en-Nasîr, el-Hak, el-Mubîn-, el-Vâris, el-Munîr, el-Bâis, el-Kadîr, -bir lafızda, el-Mucîb şeklindedir- el- Muhyi, el-Mumît, el-Hamîd, -bir lafızda el-Cemîl şeklindedir- es-Sâdık, el- Hafîz, el-Muhît, el-Kebîr, el-Karîb, er-Rakîb, el-Fettâh, et-Tevvâb, el-Kadîm, el- Vitr, el-Fâtır, er-Rezzâk, el-Allâm, el-Aliyy, el-Azîm, el-Ganiyy, el-Melik, el- Muktedir, el-Ekrem, er-Raûf, el-Mudebbir, el-Mâlik, el-Kâhir, el-Hâdi, eş-Şâkir, el-Kerîm, er-Rafî, eş-Şehîd, el-Vâhid, Zut-tavl, Zul-meâric,- Zul-fadi, el-Hallâk, el-Kefil, el-Celîl olan Allah'tan istiyorum.

Ebû Nuaym, İbn Abbâs ve İbn Ömer'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah'ın Kur'ân'da doksan dokuz ismi vardır. Kim bunları ezberleyip sayarsa cennete girer" buyurduğunu nakleder.

Ebû Nuaym, Muhammed b. Câfer'in şöyle dediğini bildirir: Babam, Cafer b. Muhammed es-Sâdık'a, kişinin onları ezberleyip saydığında cennete gireceği Yüce Allah'ın doksan dokuz ismini sorduğumda şöyle cevap verdi:

“Bunlar Kur'ân'da mevcuttur. Fâtiha Sûresinde beş tane vardın Allah, Rab, Rahmân, Rahîm, Melik. Bakara Sûresinde otuz üç isim vardır. Muhît, yâ Kadîr, Alîm, yâ Hakîm, yâ Aliyy, yâ Azîm, yâ Tevvâb, yâ Basîr, yâ Veliyy, yâ Vâsi, yâ Kâfi, yâ Ra'uf, yâ Bedî, yâ Şâkir, yâ Vâhid, yâ Semî, yâ Kâbid, yâ Bâsit, yâ Hayy, yâ Kayyûm, yâ Ğaniyy, yâ Hamîd, yâ Gafûr, yâ Halîm, yâ İlâh, yâ Karîb, yâ Mucîb, yâ Azîz, yâ Nasîr, yâ Kaviyy, yâ Şedîd, yâ Serî, yâ Habîr. Âli-İmrân Sûresinde ise şu isimleri vardır: yâ Vehhâb, yâ Kâim, yâ Sâdık, yâ Bâis, yâ Mun'im, yâ Mutafaddil. Nisâ Sûresinde ise şu isimler vardır: Rakîb, yâ Hasîb, yâ Şehîd, yâ Mukît, yâ Vekîl, yâ Aliyy, yâ Kebîr. En'âm Sûresinde şu isimler vardır: yâ Fâtır, yâ Kahir, yâ Latîf, yâ Burhân. A'râf Sûresinde şu isimler vardır: yâ Muhyi, yâ Mumît. Enfâl Sûresinde şu isimler vardır: yâ Ni'mel-mevlâ, yâ Ni'mel-vekîl, yâ Ni'men-nasîr. Hûd sûresinde şu isimler vardır: Hafîz, yâ Mecîd, yâ Vedûd, yâ Fa'âlun limâ yurîd. Ra'd Sûresinde şu isimler vardır: Kebîr, yâ Mute'âl. İbrâhim Sûresinde: yâ Mennân, yâ Vâris isimleri vardır. Hicr sûresinde, yâ Hallâk ismi vardır. Meryem sûresinde, yâ Ferd, Tâha Sûresinde yâ Ğaffâr, Müminûn Sûresinde yâ Kerîm ismi vardır. Nûr Sûresinde, yâ Hak ve yâ Mubîn ismi, Furkân Sûresinde yâ Hâdi, Sebe sûresinde, yâ Fettâh, Zümer Sûresinde yâ Âlim ismi vardır. Câfir sûresinde, yâ Ğâfir, yâ Kâbilut-tevbe, yâ Zet-tavl ve yâ Rafî ismi vardır. Zâriyât Sûresinde, yâ Rezzâk, yâ Zel-kuvve, yâ Metîn, Tûr Sûresinde, yâ Berr, Kamer sûresinde, yâ Melîk, yâ Muktedir, Rahmân Sûresinde, yâ Zel-celâli vel-ikrâm, yâ Rabbe'l-maşrikayn, yâ Rabbe'l-mağribeyn, yâ Bâkî, yâ Muheymin, Hadîd sûresinde, yâ Evvel, yâ Âhir, yâ Zahir, yâ Bâtin isimleri vardır. Haşr sûresinde, yâ Melik, yâ Kuddûs, yâ Selâm, yâ Mü'min, yâ Muheymin, yâ Azîz, yâ Cebbâr, yâ Mutekebbir, yâ Hâlik, yâ Bâri, yâ Mûsavvir isimleri vardır. Burûc sûresinde, yâ Mubdi, yâ Mu'îd isimleri vardır. Fecr Sûresinde, yâ Vitr, İhlâs sûresinde ise yâ Ahad ve yâ Samed isimleri vardır."

Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Abdullah b. Mes'ûd'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder; "Kendisine dert veya üzüntü isabet eden: «Senin kulunum, kulunun oğluyum, cariyenin oğluyum. Perçemim senin elindedir. Hakkımdaki hükmün geçerlidir. Benim hakkımda Senin hükmün adaletlidir. Kendini isimlendirdiğin veya yaratıklarından birine bildirdiğin veya kitabında indirdiğin veya katında gayb ilminde kalmasını tercih ettiğin ismin hürmetine Kur'ân'ı kalbimin baharı, neşesi, göğsümün nuru, hüznümün gidericisi, üzüntümün yokedicisi kılmanı diliyorum» desin." Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) devamla:

“Allah, bu sözleri söyleyen herkesin üzüntüsünü sevince çevirir" buyurunca sahabe:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bu kelimeleri öğrenelim mi?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet. Bunları öğreniniz ve öğretiniz" buyurdu.

Beyhakî, Hazret-i Âişe'den bildirir: Hazret-i Âişe:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bana, Yüce Allah'ın, Kendisine onunla dua edildiği zaman icabet ettiği ismini öğret" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kalkıp abdest alarak Mescid'e gir, iki rekat namaz kıl, sonra dua et de duyayım" buyurdu. Hazret-i Âişe Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dediğini yapıp dua için oturunca Allah'ın Resûlü:

“Allahım! Onu (ismini söylemeye) muvaffak kıl" diye dua etti. Hazret-i Âişe:

“Allahım! Senden, onlarla dua edenin duasına icabet ettiğin, onlarla isteyenin istediğini verdiğin, bildiğimiz ve bilmediğimiz, Azîmu'l-A'zam, Kebîru'l-Ekber isimlerin ve bütün güzel isimlerinle istiyorum" diye dua edince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

"İsabet ettin, isabet ettin" buyurdu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, yalanlamak mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "O'nun isimleri hakkında gerçeği çarpıtanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasına çarptırılacaklardır.." sözünü açıklarken:

“Çarpıtmaktan kastedilen, müşriklerini Lât ve Uzza putlarına Allah'ın isimleriyle (onları tahrif ederek) isimlendirmeleridir" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre âyette geçen ilhad'dan kastedilen, müşriklerin Yüce Allah'ın Azîz isminden, Uzza adını, Allah lafzından da Lât ismini türetmeleridir.

İbn Ebî Hâtim'in Atâ'dan bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) kelimesi Allah'ın isimlerinin benzerlerini başka şeyler için kullanmak mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre A'meş bu kelimeyi (.....) şeklinde, ve fe) harflerini nasb olarak Lahit mânâsında okumuş ve:

“İçine ondan olmayan şeyi sokarlar" mânâsını vermiştir.

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) kelimesi ortak koşmak mânâsındadır.

Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) kelimesi Allah'ın isimlerini yalanlamak mânâsındadır.

181

"Yarattıklarımızdan, hakka sarılarak doğru yolu gösteren ve hak ile adaleti gerçekleştiren bir topluluk vardır."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Yarattıklarımızdan, hakka sarılarak doğru yolu gösteren ve hak ile adaleti gerçekleştiren bir topluluk vardır" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bize bildirildiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu âyette kastedilen ümmetimdir. Onlar hak ile hükmeder, alır ve verirler" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Katâde'nin, "Yarattıklarımızdan, hakka sarılarak doğru yolu gösteren ve hak ile adaleti gerçekleştiren bir topluluk vardır" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: Bize söylendiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti okuyunca:

“Bu, sizin içindir. Bir benzeri, sizden önceki kavme verilmiştir" deyip, "Mûsa'nın milletinden bir topluluk hakkı gösterirler ve onunla hükmederlerdi" âyetini okurdu.

İbn Ebî Hâtim, Rabî'nin, "Yarattıklarımızdan, hakka sarılarak doğru yolu gösteren ve hak ile adaleti gerçekleştiren bir topluluk vardır" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hazret-i İsâ ininceye kadar ümmetimden hak üzere kalacak olan bir topluluk vardır" buyurmuştur.

Ebu'ş-Şeyh, Ali b. Ebî Tâlib'in şöyle dediğini bildirir:

“Bu ümmet yetmiş üç fırkaya ayrılacak, biri dışında hepsi cehennemde olacaktır. Yüce Allah:

"Yarattıklarımızdan, hakka sarılarak doğru yolu gösteren ve hak ile adaleti gerçekleştiren bir topluluk vardır" buyurmaktadır. Bu ümmetten, kurtuluşa erecek olanlar bu fırkadır."

182

Bkz. Ayet:183

183

"Âyetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş helake götüreceğiz. Onlara mühlet veririm; (ama) benim cezam çetindir."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî der ki:

“Âyette geçen (.....) kelimesi almak mânâsındadır. Hiç bilemeyecekleri yerden kastedilen ise (Müşriklerin) Bedir savaşında uğradıkları azaptır."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Yahya b. el-Müsennâ, "Âyetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş helake götüreceğiz" âyetini açıklarken:

“Her günah işlemelerinde, kendilerine mağfiret dilemeyi unutturacak yeni nimetler verdik" mânâsındadır" demiştir.

İbn Ebi'd-Dünyâ, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Süfyân'ın, Âyetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş helake götüreceğiz" âyetini açıklarken:

“Onları nimetlerle donatırız ve şükretmeyi unuttururuz" mânâsındadır, dediğini bildirir.

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Sâbit el-Bunânî'ye istidrâc'ın mânâsı sorulunca:

“Bu, Yüce Allah'ın şükretmeyen kullarına tuzağıdır" cevabını verdi.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî, "Onlara mühlet veririm; (ama) benim cezam çetindir" âyetini açıklarken şöyle dedi: Âyet, "Onlara karışma ve kendi hallerine bırak. Şüphesiz ki Benim tuzağım şiddetlidir" mânâsındadır. Bu âyet, "Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün" âyetiyle neshedîlmiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Yüce Allah'ın tuzağı, onun azabı ve cezalandırmasıdır" demiştir.

184

"Düşünmediler mî ki, arkadaşlarında (Muhammed'de) delilik yoktur? O, ancak apaçık bîr uyarıcıdır."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Bize bildirildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Safâ tepesinde durup, Kureyş'e kabile kabile seslenerek:

“Ey filan oğulları, Ey falan oğulları" deyip Allah'ın azabı ve cezasından sakınmalarını söyledi. Bunun üzerine onlardan birisi:

“Sizin bu arkadaşınız elbetteki bir delidir. O, sabaha kadar bağırıp durdu" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Düşünmediler mi ki, arkadaşlarında (Muhammed'de) delilik yoktur? O, ancak apaçık bir uyarıcıdır" âyetini indirdi.

185

"Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur'ân'dan sonra hangi söze inanacaklar?"

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te ve Ahmed'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Miraç gecesi yedinci göğe ulaştığımda, üstüme baktım ve bir de gördüm ki şimşekler ve yıldırımlar var. Bir kavme vardığımda, karınlarının evler gibi olduğunu içlerinin karınlarının dışından görülen yılanla dolu olduğunu gördüm ve: «Ey Cibril, bunlar kim?» diye sordum. Cibrîl: «Bunlar, faiz yiyenlerdir» cevabını verdi. Dünya semasına indiğimde alt tarafıma baktım ve toz, duman, sesler gördüm. «Bu nedir, ey Cibril?» diye sorduğumda, Cibrîl: «Bunlar, şeytanlardır. Allah'ın göklerinin ve yerinin melekûtunu düşünmesinler diye Ademoğullarının gözlerini saptırıyorlar. Şayet bunlar olmasaydı, şaşılacak şeyler görürlerdi» diye cevab verdi."

186

"Allah kimi şaşırtırsa, artık onun için yol gösteren yoktur. Ve onları azgınlıkları içinde şaşkın olarak bırakır"

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb, Câbiye'de hutbe verip, Allah'a hamd ve senâ ederek şöyle dedi:

“Allah'ın hidayete eriştirdiğini kimse dalalete düşüremez. Dalalete düşürdüğünü de kimse hidayete erdiremez. Önünde duran bir keşiş Farsça bir şeyler söyleyince Hazret-i Ömer tercümana:

“Ne diyor?" diye sordu. Tercüman:

“Allah'ın kimseyi dalalete düşürmeyeceğini iddia ediyor" karşılığını verince, Hazret-i Ömer şöyle dedi:

“Yalan söyledin ey Allah'ın düşmanı! Allah seni yarattı ve dalalete düşürdü. Yine eğer isterse seni cehenneme sokar. Eğer aramızdaki anlaşma olmasaydı boynunu vururdum. Böylece halk, kader konusunda ihtilafa düşmeden dağılırlardı."

187

"Sana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. De kî: «Onun bilgisi ancak Rabbîmln katındadır. Onu vaktinde ancak O (Allah) ortaya çıkaracaktır. O göklere de, yere de ağır basmıştır. O, sîze ancak ansızın gelecektir.» Sanki senin ondan haberin varmış gibi sana soruyorlar. De kî: «Onun bilgisi sadece Allah katındadır. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar.»"

İbn İshâk, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Cebel b. Ebî Kuşeyr ve Semûel b. Zeyd Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Eğer peygamber isen bîze kıyamet saatinden haber ver, Çünkü biz ne zaman kopacağını biliyoruz" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Sana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. De ki: «Onun bilgisi ancak Rabbimin katındadır. Onu vaktinde ancak O (Allah) ortaya çıkaracaktır. O göklere de, yere de ağır basmıştır. O, size ancak ansızın gelecektir.» Sanki senin ondan haberin varmış gibi sana soruyorlar. De ki:

“Onun bilgisi sadece Allah katındadır. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar" âyetini indirdi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde der ki:

“Âyette geçen (.....) sözü, kıyamet ne zaman kopacak, mânâsındadır. Kureyşliler Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Muhammed! Aramızdaki akrabalık hatırına bize kıyametin ne zaman kopacağını gizlice söyle" deyince, Yüce Allah, "Sana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. De ki:

“Onun bilgisi ancak Rabbimin katındadır..." buyurdu. Bize bildirildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle derdi; "Kıyamet saati, kişi hayvanını sularken, kişi havuzunu tamir ederken, kişi terazisiyle tartarken, kişi malını çarşıda satarken ansızın gelecektir. Allah'ın kazası (kıyamet saati) size ansızın gelecektir. "

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözü, sonu, nihâyeti mânâsındadır.

Ahmed'in Huzeyfe'den bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) kıyamet saati sorulunca şöyle buyurdu:

“Onun bilgisi ancak Rabbimin katındadır. Onu vaktinde ancak O (Allah) ortaya çıkaracaktır"; ancak size onun şartlarını ve alâmetlerini bildirebilirim:

“Kıyamet kopmadan önce fitne ve here olacaktır." Sahabe:

“Ey Allah'ın Resûlü! Fitneyi anladık; Peki, here ne demektir?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): Habeşîlerin diliyle cinayetler demektir" buyurdu.

Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Mûsa el-Eş'arî der ki: Benim de bulunduğum bir sırada, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) kıyamet saati sorulunca:

“Onu Allah'tan başka kimse bilemez. Onu vaktinde ancak O (Allah) ortaya çıkaracaktır. Ama size alâmetlerini, kıyametten önce olacak fitne ve hercleri bildirebilirim" buyurdu. Bir adam:

“Ey Allah'ın Resûlü! Here ne demektir?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Habeşilerin diliyle cinayetler demektir. İnsanların küplerinin katılaşması, insanların sadece, ma'rûfu bilmeyen, münkerden kaçınmayan ahmaklarının kalması kıyametin alâmetlerindendir" buyurdu.

Müslim, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat etmeden bir ay önce şöyle dediğini duydum:

“Bana kıyamet saatini soruyorsunuz. Halbuki onun ilmi Allah katındadır. Allah adına yemin ederim ki, bugün yeryüzünde nefes alan hiç kimse yoktur ki yüz sene yaşasın. "

Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Şa'bî der ki: Hazret-i İsa Cibrîl ile karşılaşıp:

“Allah'ın selamı üzerine olsun ey Rûhullah!" deyince, Cibrîl de:

“Allah'ın selamı senin de üzerine olsun ey Rûhullah!" karşılığını verdi. Hazret-i İsa:

“Ey Cibrîl! Kıyamet saati ne zamandır?" diye sorunca, Cibrîl kanatlarını çırptıktan sonra:

“Bu konuda soru sorulan, soruyu sorandan daha bilgili değildir" deyip, "O göklere de, yere de ağır basmıştır. O, size ancak ansızın gelecektir" veya "Onu vaktinde ancak O (Allah) ortaya çıkaracaktır" âyetini okudu.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, (.....) sözünün kıyameti sadece Allah'ın ortaya çıkarabileceği mânâsında olduğunu söylemiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'nin âyet hakkında:

“Kıyameti ortaya çıkaracak olan sadece Allah'tır ve bunun ne zaman olacağını da sadece Allah bilir" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "O göklere de, yere de ağır basmıştır..." sözünü açıklarken:

“Yeryüzünde yaratılmışlardan kıyamet gününün zararı kendisine dokunmayacak kimse yoktur" demiştir.

Abdürrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "O göklere de, yere de ağır basmıştır..." sözünü açıklarken şöyle demiştir:

“Kıyamet saatini bilmemeleri yeryüzü ve gökyüzü halkına ağır gelmiştir." Hasan(-ı Basrî) ise:

“Kıyamet saati geldiği zaman yeryüzü ve gökyüzü halkına ağır gelecektir" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Cüreyc'in, "O göklere de, yere de ağır basmıştır..." sözünü açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Kıyamet saati geldiği zaman gök yarılır ve yıldızlar dağılır, Güneş dürülüp ışığı söner, dağlar yürütülür ve yerde yaşayanlar için pek zor bir hâdise olur. Yüce Allah'ın, ağır kıyametin göklerde ve yerde ağır basacağı sözünden kasıt budur."

İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) sözünden kastedilen, kıyametin, insanlar emniyet içindeyken ansızın gelmesidir.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kıyamet koparken, kişi ağzındaki lokmayı ne çiğneyebilecek, ne yutabilecek, ne de tükürebilecek. Yine kıyamet iki kişi satılık kumaşlarını aralarında yaymışken ve daha onun pazarlığını bitirip onu dürmeden kopacaktır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime:

“Bir münadi, üç defa: «Ey insanlar! Kıyamet saati geldi» demeden kıyamet kopmaz" demiştir.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Süddî'nin, bu âyeti açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Onu zamanında ancak Allah gönderir. Onun zamanı göklerden ve yerlerden gizlenmiştir. Kıyametin ne zaman kopacağını ne mukarreb bir melek, ne de gönderilmiş bir peygamber bilir. Kıyamet saati size ansızın gelir."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözü, "Sen onu o kadar çok sordun ki; sonunda onun vaktini öğrenmişsin gibi sana soruyorlar" mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre (.....) sözünün anlamının, Mücâhid ve Saîd b. Cübeyr'den birisi, "Sanki onu biliyormuşsun gibi", diğeri ise, "Kıyamet saatinin ne zaman olduğunu sormayı seviyorsun" olduğunu söylemiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'ın, (.....) sözünü açıklarken:

“Sanki onu biliyorsun gibi sana soruyorlar. Hâlbuki sen onun ne zaman olacağını bilmiyorsun" dediğini bildirir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) sözü, "Sanki onu biliyormuşsın gibi" mânâsındadır.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) sözünü açıklarken şöyle dedi:

“Sanki seninle onlar arasında bir yakınlık varmış, sanki onların dostuymuşsun gibi soruyorlar. İnsanlar Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) kıyamet saatini sorarken onların soru sormalarından, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı iyi davranmalarından sanki Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) memnun oluyormuşçasına gelip soruyorlardı. Yüce Allah, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) kıyamet saatinin ilminin Allah katında olduğunu ve bunu ne bir melek, ne de peygamberin bilemeyeceğini vahyetti."

Abd b. Humeyd'in Ebû Mâlik'ten bildirdiğine göre (.....) sözü:

"Bunu sana sorduklarında sanki sen kendilerinden çok memnunmuşsun gibi davranıyorlar" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki:

“Bu âyet, «Onların sormalarından memnunmuşsun, sormaları hoşuna gidiyormuş gibi gelip soruyorlar» mânâsındadır."

Abd b. Humeyd'in Amr b. Dînâr'dan bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti (.....) şeklinde okurdu.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk, bu âyeti şöyle açıklamıştır:

“Sanki, sana ne zaman olacağını bildirmemiz için, onların sana kıyameti sormalarından memnunmuşsun gibi soruyorlar." Allah kıyamet saatini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirmemiş, "Sen onu nereden bilip bildireceksin" ve "Kıyamet günü mutlaka gelecektir. Herkes peşine koştuğu şeyin karşılığını bulsun diye neredeyse onu (kendimden) gizleyeceğim" buyurmuştur. Ubey, Tâha Süresindeki bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Kureyşliler, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) "Seninle aramızda akrabalık vardır. Kıyamet saatinin ne zaman olacağını bize gizlice söyle" deyince, Yüce Allah:

“Sanki senin ondan haberin varmış gibi sana soruyorlar..." âyetini indirmiştir.

188

"De kî: Allah dilemedikçe ben kendime bir zarar verme ve bir fayda sağlama gücüne sahip değilim. Eğer ben gaybı biliyor olsaydım, daha çok hayır elde etmek isterdim ve bana kötülük dokunmazdı: Ben inanan bir kavim için sadece bîr uyarıcı ve bir müjdeciyim."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'ın, "Eğer ben gaybı biliyor olsaydım, daha çok hayır elde etmek isterdim ve bana kötülük dokunmazdı. Ben inanan bir kavim için sadece bir uyarıcı ve bir müjdeciyim" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Eğer gaybı bilseydim, kâr edeceğim şeyi bilip alır, sonra daha çok kârla satar ve böylece hiç fakirlik çekmezdim."

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "De ki: Allah dilemedikçe ben kendime bir zarar verme ve bir fayda sağlama gücüne sahip değilim. Eğer ben gaybı biliyor olsaydım, daha çok hayır elde etmek isterdim ve bana kötülük dokunmazdı" âyetini açıklarken:

“Zarar ve faydadan kastedilen, hidayet ve dalâlettir. Gayb'dan kasıt ise ne zaman öleceğidir. Çok hayır ise salih amel mânâsındadır" demiştir.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, "Bana kötülük dokunmazdı..." sözünü açıklarken:

“Kötülük olmadan (onu bilir) ve sakınırdım" demiştir.

189

Bkz. Ayet:193

190

Bkz. Ayet:193

191

Bkz. Ayet:193

192

Bkz. Ayet:193

193

"Sizi bîr nefisten yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşîni de ondan var eden Allah'tır. Eşîne yaklaşınca, eşi hafif bir yük yüklendi ve bu halde bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşınca, karı-koca, Rablerî olan Allah'a: «Bize kusursuz bir çocuk verirsen, and olsun ki şükredenlerden oluruz» diye yalvardılar. Allah onlara kusursuz bîr çocuk verince, kendilerine verdiği şey hakkında Allah'a ortaklar koştular. Allah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir. Kendileri yaratılmışken, bîr şey yaratamayan putları mı ortak koşuyorlar? Oysa putlar ne onlara yardım edebilir ve ne de kendilerine bir yardımları olur. Onları doğru yola çağırırsanız, sîze uymazlar; çağırmanız da, susmanız da onlar için birdir"

Ahmed, Tirmizî, Rûyânî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve İbn Merdûye, Semure b. Cündüb'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Havva, doğum yapınca şeytan onun çevresinde dolaşıp -Havva'nın çocukları yaşamıyordu- ona: «Çocuğa Abdulhâris adını verirsen yaşar» deyince, Havva da çocuğuna Abdulhâris adını verdi ve böylece çocuk yaşadı. Bu şeytanın onlara vahyi ve vesvesesidir.

Abd b. Humeyd , İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Semure b. Cündüb, "Allah onlara kusursuz bir çocuk verince, kendilerine verdiği şey hakkında Allah'a ortaklar koştular..." sözünü açıklarken:

“Çocuklarına Abdulhâris adını vermişlerdi" demiştir.

Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh, Ubey b. Ka'b'ın şöyle dediğini bildirir: Havya hamile kalınca —ki Havva'nın çocukları yaşamıyordu— Şeytan yanına gelerek:

“Ona Abdulhâris adını veriniz. Eğer böyle yaparsanız bu çocuğunuz yaşar" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Âdem ve Havva çocuklarına Abdulhâris adını verdiler. Bu, şeytanın onlara vahyi ve vesvesesidir."

Abd b. Humeyd , İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b der ki: Havva hamile kaldığı zaman şeytan yanına gelerek:

“Bana itaat edip çocuğunun yaşamasını istemez misin? Çocuğunun ismini Abdulhâris koy" dedi. Havva şeytanın dediğini kabul etmeyince çocuğu doğar doğmaz vefat etti. Sonra tekrar hamile kalınca, şeytan kendisine aynı şeyi söyledi, ama Havva yine şeytanın dediğini yapmadı. Üçüncü defa hamile kalınca şeytan gelip:

“Eğer dediğimi yaparsan çocuğun yaşar. Yoksa bir hayvan olarak doğar" deyip onu korkutunca, Havva, şeytanın dediğini yaptı."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Zeyd'den bildirdiğine göre Hazret-i Âdem'in bir oğlu olunca ismini Abdullah koydu. İblis yanlarına gidip:

“Bu oğlunuzun adını ne koydunuz?" diye sorunca, Hazret-i Âdem:

“Abdullah" cevabını verdi. Hazret-i Âdem ve Havva'nın daha önce bir çocukları doğmuş ve adını Abdullah koymuşlardı. İblis onlara:

“Siz, Allah'ın, kulunu yanınızda bırakacağını mı zannediyorsunuz. Valahi! Önceki çocuğunuzu aldığı gibi bunu da alacak. Ben sizlere bir isim öğreteceğim, ona bu adı verirseniz, siz yaşadığınız müddetçe sizinle kalır. Ona Abduşşems ismini veriniz" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Âdem ve Havva oğullarına Abduşşems ismini verdiler. Yüce Allah'ın, "Kendileri yaratılmışken, bir şey yaratamayan putları mı ortak koşuyorlar?" âyeti buna işaret etmektedir. Yani, hiç Güneş bir şey yaratabilir mi? Güneş'in kendisi yaratılmıştır." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şeytan, Hazret-i Âdem ve Havva'yı iki defa aldattı" buyurmuştur. Zeyd devamla der ki:

“Şeytan onları hem cennette, hem de yeryüzünde aldattı."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki:

“Yüce Allah, Hazret-i Âdem ve Havva'yı yeryüzüne indirdiği zaman, Hazret-i Âdem'in nefsine, hanımına karşı bir arzu koyunca, Hazret-i Âdem hanımıyla ilişkiye girdi, ilişki sonucunda Havva hamile kaldı, hamile kalır kalmaz bebek karnında kımıldamaya başlayınca Havva:

“Bu nedir?" diye sordu. İblis gelip:

“Hamile kaldın, doğum yapacaksın" karşılığını verince, Havva:

“Ne doğuracağım?" diye sordu. İblis:

“Deve, sığır, keçi veya koyundan başka bir şey doğuracağını mı sandın. Bunlardan birini doğuracaksın ve doğuracağın şey, ya burnundan, ya gözünden veya kulağından çıkacak" dedi. Havva:

“Vallahi benim her yerim bunları sığmayacak kadar dardır" deyince, İblis:

“Beni dinle ve çocuğun adını Abdulhâris koy —ki melekler arasında İblis'e Hâris denirdi—o zaman senin gibi bir insan doğurursun. Havva bunları Hazret-i Âdem'e anlatınca:

“O, bizi cennetten çıkaran kimse" dedi. Havva'nın karnındaki çocuk ölü doğdu. Havva ondan sonra tekrar hamile kaldı. İblis yine gelip ona:

“Ya benim dediğimi yaparsın ya da çocuğu öldürürüm. İlk çocuğu ben öldürmüştüm" deyince Havva durumu Hazret-i Âdem'e anlattı, ama Âdem ilk söylediklerini tekrar etti. Üçüncü defa hamile kalınca İblis gelip aynı şeyleri söyledi ve Havva yine bunları Hazret-i Âdem'e anlattı ama Hz, Âdem bu sefer karşı çıkmaz gibi bir tavır takındı. Bunun üzerine Havva çocuğa Abdülhâris adını verdi. "Allah onlara kusursuz bir çocuk verince, kendilerine verdiği şey hakkında Allah'a ortaklar koştular..." âyeti buna işaret etmektedir.

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Havva hamile kalınca İblis gelip:

“Ben sizi cennetten çıkaran kişiyim. Ya bana itaat edersiniz ya da doğacak çocuğa dağ keçisi gibi boynuz yaparım ve çocuk doğarken karnını yarar. Daha şunları şunları da yaparım diyerek onu korkuttu ve "Bu çocuğa Abdulharis adını veriniz" dedi. Hazret-i Âdem ve Havva İblis'in bu isteğini kabul etmedi ve çocuk ölü olarak doğdu. Sonra Havva bir daha hamile kalında, İblis gelip aynı şeyleri tekrar etti. Hazret-i Âdem ve Havva çocuk sevgisi sebebiyle ona Abdulharis adını verdiler. "Allah onlara kusursuz bir çocuk verince, kendilerine verdiği şey hakkında Allah'a ortaklar koştular.. ." âyeti buna işaret etmektedir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Süddî:

“Hazret-i Âdem ve Havva ilk oğlullanna Abdurahman ismini verdiler. Bu çocuk ölünce sonra doğan çocuğa Sâlih adını verdiler.

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Havva'nın Hazret-i Âdem'den çocukları olduğu zaman onlara, Allah'ın kulu anlamına gelen Abdullah ve Ubeydullah gibi isimler koyuyordu, ama çocuklar ölüyordu. İblis; Hazret-i Âdem Havva'ya gelip:

“Eğer doğan çocuğunuza verdiğiniz isimlerden başkasını verseydiniz yaşardı" dedi. Havva erkek bir çocuk doğurunca Hazret-i Âdem ismini Abdulharis koydu. "Allah onlara kusursuz bir çocuk verince, kendilerine verdiği şey hakkında Allah'a ortaklar koştular..." âyeti bu konuda nazil olmuştur.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Hasan(-ı Basrî) bu âyet hakkında:

“Bu gelenek, Hazret-i Âdem'de değil, bazı milletlerde vardı" dediğini bildirir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuştur.

Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin Semure'den bildirdiğine göre (.....) sözünden, hamile olduğu belli olmayacak şekilde geçen bir dönem kastedilmiştir. (.....) sözü ise hamileliğinin belli olması mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen sözü, hamile olup olmadığı konusunda şüpheye düşmesi demektir.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Eyyûb'den bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî)'ye, "Eşine yaklaşınca, eşi hafif bir yük yüklendi ve bu halde bir müddet taşıdı..." sözü sorulunca:

“Eğer Arap olsaydın bu sözü anlardın. Bu sözün mânâsı, hamileliğin devam etme süresidir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'nin, "Eşine yaklaşınca, eşi hafif bir yük yüklendi ve bu halde bir müddet taşıdı..." sözünü açıklarken:

“Hafif yükten kasıt nutfedir. Bir müddet taşıması ise hamilelik müdetince karnındakini taşımasıdır" dediğini bildirir.

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "...ve bu halde bir müddet taşıdı..." sözü, hamilelik müddetince karnındakini taşıması mânâsındadır.

Abd b. Humeyd , İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "...ve bu halde bir müddet taşıdı..." sözü, hamilelik müddetince karnındakini taşıması mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in, Meymûn b. Mihrân'dan bildirdiğine göre "...ve bu halde bir müddet taşıdı..." sözü, hamileliğin ağır gelmemesi anlamındadır.

Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen "Hamileliği ağırlaşınca..." sözü, çocuğun, karnında büyümesi anlamındadır.

Abd b. Humeyd , İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Ebû Sâlih'in, (.....) sözünü açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Doğan çocuğun hayvan olarak doğmasından korkup: «Eğer bize kusursuz bir insan verirsen...» demişlerdir"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Doğacak çocuğun insan olarak doğmamasından korktular" demiştir.

Abdürrezzâk, İbnu'l-Münzir, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre (.....) sözü, "Eğer bize kusursuz bir insan verirsen..." mânâsındadır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Allah onlara kusursuz bir çocuk verince, kendilerine verdiği şey hakkında Allah'a ortaklar koştular..." sözünü açıklarken:

“Yüce Allah'a, ibadette değil itaatte ortak koştular" demiştir.

Abd b. Humeyd , Âsım'ın, bu âyeti, (.....) şeklinde okuduğunu bildirir.

Abd b. Humeyd, Süfyân'ın, "Allah onlara kusursuz bir çocuk verince, kendilerine verdiği şey hakkında Allah'a ortaklar koştular..." sözünü açıklarken:

“Allah'a isimde ortak koştular. İblis'in künyesi Ebû Keddûs'tur" dediğini bildirir.

Abdürrezzâk, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî, "Allah onlara kusursuz bir çocuk verince, kendilerine verdiği şey hakkında Allah'a ortaklar koştular. Allah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir" sözünü açıklarken der ki:

“Bu ifade mevsul ve mafsul olan ifadelerdendir. "Allah onlara kusursuz bîr çocuk verince, kendilerine verdiği şey hakkında Allah'a ortaklar koştular" buyruğuyla Hazret-i Âdem ve Havva'nın çocuklarına verdikleri isimler kastedilmiştir. "Allah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir" buyruğuyla ise Hazret-i Âdem ve Havva değil, müşrikler kastedilmiştir."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Hazret-i Âdem, Allah'a şirk koşmamıştır. Âyetin başı Hazret-i Âdem'in şükründen bahsetmekte, sonunda ise kendisinden sonra geleceklere örnek verilmiştir" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre, "Allah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir" sözü, Hazret-i Âdem'le ilgili cümleden ayrıdır. Bu cümlede Arapların ilahları kastedilmektedir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik der ki:

“Âyetin son cümlesi mafsul bir ifadedir. Hazret-i Âdem ve Havva çocuklarına isim verme konusunda İblis'e itaat etmişlerdir; ama "Allah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir" sözü, Muhammmed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetini kasdetmektedir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Allah onlara kusursuz bir çocuk verince, kendilerine verdiği şey hakkında Allah'a ortaklar koştular..." sözünü açıklarken şöyle dedi:

“Allah'a, ibadet konusunda değil, itaat konusunda ortak koşmuşlardı. Hasan(-ı Basrî):

“Bu âyetten kastedilenler Yahudi ve Hıristiyanlardır. Allah onlara çocuklar vermiş, onlarsa bu çocukları Yahudi ve Hıristiyan yapmışlardı" derdi.

İbn Cerîr'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Allah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir" sözünden kastedilenler, Hazret-i Âdem'den sonra gelen zürriyetinden, Allah'a ortak koşanlardır.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Allah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir" sözünü açıklarken şöyle dedi:

“Bu sözle Yüce Allah Kendini ululamıştır. Melekler ve Allah'ı tesbih edenler de Yüce Allah'ı ululamışlardır."

Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Kendileri yaratılmışken, bir şey yaratamayan putları mı ortak koşuyorlar? Oysa putlar ne onlara yardım edebilir ve ne de kendilerine bir yardımları olur" âyetlerini açıklarken der ki:

“Bu âyet kâfirleri kastetmektedir. Onlar Allah'a dua ederler. Allah onlara çocuklar verince de onları Yahudi ve Hıristiyan yaparlar. Hiçbir şey yaratamayan ve kendileri yaratılmış olan şeytanlara itaat ederler. Halbuki kendilerine dua edilenler, dua edenlere hiçbir yardımda bulunamazlar."

194

"Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, şüphesiz sızın gîbı kullardır. Şayet doğru İseniz haydi onları çağırın da sîze karşılık versinler."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki:

“(Kıyamet günü) Güneş ve Ay getirilip Allah'ın huzurunda durdurulur, sonra bunlara ibadet edenler çağrılıp:

“Şayet doğru iseniz haydi onları çağırın da size karşılık versinler" denilir.

195

O putların yürüyecek ayakları, yoksa tutacak elleri, yoksa görecek gözleri, yoksa işitecek kulakları mı vardır? De ki:

“ Haydi, çağırın ortaklarınızı! Sonra bana istediğiniz hîleyi kurun da elinizden gelirse, bana göz açtırmayın.”

196

Çünkü size karşı benim yardımcım, Kur’ân’ı indiren Allah’dır ve o bütün salihlere de yardım eder.

197

Sizin, Allah’dan başka taptıklarınız ise, ne size yardım edebilirler, ne de kendi nefislerine yardımları dokunur.

198

"Onları hidayete çağırsanız duymazlar. Onları sana bakarken görürsün, halbuki onlar görmezler"

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre "Onları sana bakarken görürsün, halbuki onlar görmezler" sözünden kastedilen müşriklerdir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre, "Onları sana bakarken görürsün, halbuki onlar görmezler" sözünden kastedilen, çağrıldıkları doğru yolu görmemeleridir.

199

"Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir."

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Ebû Dâvud, Nesâî, en-Nehhâs, Nâsih'te, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de, Abdullah b. ez-Zübeyr'in şöyle dediğini bildirir:

“Bu âyet, insanların ahlâkını güzelleştirmek için nazil olmuştur." Bir lafızda ise şu şekildedir:

“Yüce Allah, "Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir" âyetiyle, Peygamberine, insanların huyları konusunda af yolunu tutmayı emretmiştir."

İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Taberânî, el-Evsat'ta, İbn Merdûye ve Hâkim'iri bildirdiğine göre İbn Ömer, "Sen af yolunu tut..." buyruğuyla, Yüce Allah'ın, peygamberine, insanların huyları konusunda af yolunu tutmayı emrettiğini söylemiştir.

İbn Ebi'd-Dünyâ'nın, Mekârimu'l-Ahlâk'ta, İbrâhim b. Edhem'den bildirdiğine göre, "Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir" âyeti nazil olduğu zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bana, insanların huyları konusunda af yolunu tutmanı emredilmiştir" buyurdu.

İbn Ebi'd-Dünyâ, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Şa'bî der ki:

“Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir" âyeti nazil olduğu zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu ne ey Cibril?" diye sorunca, o da şöyle dedi:

“Ben de bilmiyorum, bilene sorayım." Bunun üzerine gidip bir süre sonra gelince şöyle demiş:

“Şüphesiz Yüce Allah sana, haksızlık edeni affetmeni, seni mahrum bırakana vermeni, seninle bağını koparanların bağını gözetmeni emretmektedir."

İbn Merdûye'nin Câbir'den bildirdiğine göre "Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir" âyeti nazil olduğu zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Cibril! Bu âyet ne anlama gelmektedir ?" diye sordu. Cibril:

“Sormadan ben de cevap veremem" diyerek semaya yükseldi. Tekrar inince ise şöyle dedi:

“Ey Muhammed! Yüce Allah, sana zulmedeni affetmeni, seni mahrum bırakana vermeni, seninle bağını koparanların bağını gözetmeni emretmektedir." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dünya ve âhirette en yüksek ahlâkı size bildireyim mi?" diye sorunca, sahabe:

“O nedir ey Allah'ın Resûlü?" diye sordular. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sana zulmedeni affetmen, seni mahrum bırakana vermen, seninle bağını koparanların bağını gözetmendir" buyurdu.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Kays b. Sa'd b. Ubâde der ki: Allah'ın Resûlü, Hamza b. Abdilmuttalib'e bakınca:

“Vallahi, onlardan (müşriklerden) yetmiş kişiye müsle yapacağım" dedi. Bunun üzerine Cibrîl "Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir" âyetini getirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu ne ey Cibril?" diye sorunca, o da:

“Ben de bilmiyorum" deyip (Semaya çıktı) sonra dönüp şöyle dedi:

“Şüphesiz Yüce Allah sana zulmedeni affetmeni, seni mahrum bırakana vermeni, seninle bağını koparanların bağını gözetmeni emretmektedir."

İbn Merdûye'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre "Sen af yolunu tut..."sözü, "(İnsanların huylarına karşı) Sana verilen güzel ahlâkla muamele et" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'in, "Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir" âyetini açıklarken:

“Sen İnsanların ahlâklarının zahirine bak ve ahlâklarının iç yüzünün araştırmaya girişme. Onlara iyiliği emret" demiştir.

Buhârî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şu'abu'l- İmân'da, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Uyeyne b. Hısn, Huzeyfe b. Bedr'e gelip kardeşinin oğlu Hurr b. Kays b. Hısn'a misafir oldu. (Hurr), Hazret-i Peygamberin yakın tuttuğu kimselerden idi. Kurra (Kur'ânı okuyup bellemiş olanlar) Hazret-i Ömer'in akdettiği meclislerin üyeleri ve danıştığı kimseler arasında idiler. Genç ya da yaşlı olsunlar farketmezdi. Uyeyne, kardeşinin oğluna:

“Yeğenim! Senin bu emir nezdinde sözün geçerlidir. Yanına girmek için ondan bana bir izin alsan" dedi. Yeğeni:

“Yanına girmen için ondan sana izin isteyeceğim" deyip Uyeyne adına izin istedi. Uyeyne Hazret-i Ömer'in huzuruna girince şöyle dedi:

“Ey Hattab'ın oğlu, Allah'a yemin ederim ki sen bize çok vermiyorsun, aramızda da adaletle hükmetmiyorsun." Hazret-i Ömer sözlere o kadar kızdı ki üzerine atılmak istedi. Bu sefer Hurr şöyle dedi:

“Ey Mü'minlerin emiri, şüphesiz Allah Peygamberine: «Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir» diye buyurmuştur. Şüphesiz ki bu da cahillerdendir." Bunun üzerine Allah'a yemin ederim Ömer'e karşı bu âyeti okuduktan sonra Ömer bundan ileriye gitmedi. O, Yüce Allah'ın Kitab'ının çizdiği hudutta durur, ondan ileriye geçmezdi.

İbn Ebî Hâtim, İbn Vehb'in vasıtasıyla, Mâlik b. Enes'ten, Abdullah b. Nâfi'nin şöyle dediğini bildirir: Sâlim b. Abdillah, üzerlerinde çan olan Şam ahalisinin kervanına uğrayıp:

“Bunlar yasaklanmıştır" dedi. Kervandakiler:

“Biz bunu senden iyi biliriz. Kerih görülen büyük çandır. Bunlar gibi ufak çanları takmakta ise sakınca yoktur" cevabını verince, Sâlim:

“Cahillerden yüz çevir" deyip sustu.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde "Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir" âyetini açıklarken:

“Bu, Yüce Allah'ın, peygamberine emrettiği ve öğrettiği ahlâktır" demiştir.

Beyhakî'nin Şu' abu'l-İmân'da bildirdiğine göre Hazret-i Ali der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana:

“Sana, ilklerin ve sonrakilerin güzel ahlâkım öğreteyim mi?" diye sorunca, "Evet ey Allah'ın Resûlü" cevabını verdim. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Seni mahrum bırakana verirsin, sana zulmedeni affedersin ve seninle bağını koparanların bağını gözetirsin" buyurdu.

Beyhakî bildiriyor: Ukbe b. Âmir der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana şöyle buyurdu:

“Sana, dünya ve âhiret. halkının en güzel ahlakını bildireyim mi? Seninle bağını koparanların bağını gözetirsin, seni mahrum bırakana verirsin ve sana zulmedeni affedersin."

Beyhakî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Seninle bağını koparanların bağım gözet ve sana zulmedeni affet" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Sizlere dünya ve âhiret ahlâkının güzelliklerini bildireyim mi? Seninle bağını koparanların bağını gözetmen, seni mahrum bırakana vermen ve sana zulmedeni affetmendir. "

Beyhakî, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sizlere Dünya ve âhiret ahlâkının güzelliklerini bildireyim mi?" diye sorunca, sahabe:

“Evet ey Allah'ın Resûlü" cevabını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Seninle bağını koparanların bağını gözet, seni mahrum bırakana ver ve sana zulmedeni affet" buyurdu.

Abdürrezzâk, Musannef’te ve onun vasıtasıyla Beyhakî, Ma'mer'den, o Ebû ishâk el-Hemdânî'den, o da İbn Ebî Hüseyn'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Size, dünya ve âhiret ahalisinin en güzel ahlâkını bildireyim mi? Seninle bağını koparanların bağını gözetirsin, seni mahrum bırakana verirsin ve sana zulmedeni affedersin."

Beyhakî hadisin mürsel hasen olduğunu söylemiştir.

İbn Ebi'd-Dünyâ, Mekârimu'l-Ahlâk'ta, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kul, kendisiyle bağlarını koparanla, bu bağları gözetmedikçe, kendisine zulmedeni bağışlamadıkça ve kendisine kötülük yapana iyilikle karşılık vermedikçe katıksız imanı elde edemez."

İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah katında ahlâkın güzeliği, sana zulmedeni bağışlamak, seninle bağlarım koparanla bu bağları gözetmek ve seni mahrum bırakana vermektir" buyurup, "Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir" âyetini okudu.

Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'ın:

“Allah, af yolunun tutulmasından razı olmuş ve bunu emretmiştir" dediğini bildirir.

Ahmed ve Taberânî, Muâz b. Enes'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Faziletlerin en üstünü, seninle bağlarını koparanla bu bağlan gözetmek, seni mahrum bırakana vermek ve sana söveni affetmendir" buyurduğunu nakletmiştir.

Silefî, et-Tuyûriyyât'ta, Nâfi'den bildirir:

“İbn Ömer yolculuğa çıktığı zaman beraberinde, kötülerin kötülüğüne engel olması için bir sefih çıkarırdı."

İbn Adiyy ve Beyhakî, Şu'abu'l-İmân'da, İbn Şevzeb'in şöyle dediğini bildirir: Süleymân b. Mûsa ile beraber Mekhûl'un yanındayken bir adam gelip Süleyman'a karşı edepsizlik yaptı. Süleymân ise susmuş bir şey demiyordu. Süleyman'ın bir kardeşi gelip adama karşılık verince, Mekhûl:

“Yanında bir sefihi olmayan zillete düşer" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir" âyeti, "Sen, insanların mallarından, fazla olanı ve isteyerek sana getirdiklerini al" mânâsındadır. Bu hüküm, Tevbe Süresindeki zekat âyeti inmeden önce geçerliydi.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir" âyeti, "İnsanların mallarından fazlasını al, fazlasını infak et ve iyiliği emret" mânâsındadır.

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesinin ne anlama geldiğini sorunca, İbn Abbâs:

“Mallarından fazla olan kısmını al. Yüce Allah, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu emretmiştir" karşılığını vermiştir. Nâfi':

“Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir:

“Tabi ki! Ubeyd b. el-Abras'ın:

Kabalığı ve kötülüğü görmezden gelir

Arıların baharda yağmurun geçmesini beklemeleri gibi" dediğini bilmez misin?"

İbn Cerîr ve Nehhâs'ın, en-Nâsih'te bildirdiğine göre Süddî, (.....) sözünün, malın fazlasının alınması anlamında olduğunu, zekat âyetinin bunu neshettiğini söylemiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî der ki:

“Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir" âyeti nazil olduğu zaman, kişi malından kendisine yetecek kadarını bırakıp, kalanını tasadduk ediyordu. Zekat âyetinin inmesiyle âyetin zekatla ilgili hükmü neshedilmiştir. Bu âyet, namaz zekat ve cihad farz edilmeden önce nazil olmuştur. Allah bu âyette cahillerden yüz çevrilmesini emretmişti. Sonra, "Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselerin karşı koyup savaşmasına izin verilmiştir. Allah onlara yardım etmeğe elbette Kadir'dir" âyeti bunu neshetmiştir.

200

"Sana şeytandan bîr vesvese gelirse hemen Allah'a sığın, çünkü O, herşeyî işitendir, en iyi bilendir."

İbn Cerîr'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre "Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir" âyeti nazil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Rabbim ya gazabı (öfkeyi) ne yapacağız?" deyince, "Sana şeytandan bir vesvese gelirse hemen Allah'a sığın. Çünkü O, herşeyi İşitendir, en iyi bilendir" âyeti nazil oldu.

Abd b. Humeyd , İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Sana şeytandan bir vesvese gelirse hemen Allah'a sığın. Çünkü O, herşeyi İşitendir, en iyi bilendir" âyetini açıklarken:

“Yüce Allah, bu düşmanın (şeytanın) azgınlık edeceğini ve asi olacağını bilmiştir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle derdi:

“Allahım! Şeytandan, onun hemzinden, nefesinden ve nefhasından Sana sığınırım." (İbn Mes'ûd der ki) Şeytanın hemzi, delilik mânâsındadır. Nefesi şiir, nefha ise kişiye kibirli olmasını telkin etmesidir.

201

Bkz. Ayet:203

202

Bkz. Ayet:203

203

"Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, şeytan tarafından bîr vesveseye uğrayınca, Allah'ı anarlar ve hemen gerçeği görürler. Şeytanın kardeşleri onları azgınlığa sürüklerler ve bundan hiç geri durmazlar. Onlara bir âyet getirmediğin zaman, «Sen bir tane yapsaydın ya» derler. De ki: Ben ancak Rabbim tarafından bana vahyolunana uyarım. Bu Kitap inanan millete Rabbinîzden açık belgeler, yol gösterme ve rahmettir."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen sakınanlardan kasıt müminlerdir.

Ebu'ş-Şeyh, Abd b. Humeyd ve İbn Ebi'd-Dünyâ Zemmu'l-Gadab'da, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, öfke mânâsındadır.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi, öfke mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhak, bu âyeti ( pik: all pi eblk fy şeklinde okumuş ve:

“Bir kötülük yapmak isteyince (Allah'ı anıp) ondan vazgeçer" mânâsını vermiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddi, "Şeytan tarafından bir vesveseye uğrayınca.." sözünü, "Yanılarak günah işleyince tövbe ederler" olarak açıklamıştır.

Beyhakî, Şu'abu'l-İmân'da, Vehb b. Cerîr vasıtasıyla, babasının şöyle dediğini bildirir: Hasan(-ı Basrî)'nin yanında otururken bir adam gelip:

“Ey Ebû Said! Günah işledikten sonra tövbe eden kişi hakkında ne dersin?" diye sorunca, Hasan:

“Tövbesi onu ancak Allah'a yaklaştırır" cevabını verdi. Adam:

“Sonra bir daha aynı günahı işleyip tövbe ederse?" diye sorunca, Hasan:

“Tövbesi, ancak onun Allah katındaki değerini yükseltir" dedikten sonra bana:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konudaki sözünü duymadın mı?" diye sordu. Ben:

“Ne dedi?" diye sorduğumda, Hasan şöyle cevap verdi: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Mümin ekinin başağı gibidir. Bazen eğilir; bazen doğrulur ve böylece büyür. Ekinin sahibi ekini biçince aldığı ürüne şükretmesi gibi mümin de iyi bir amelde bulunduğu zaman haline şükreder" buyurdu ve:

“Şüphe yok ki Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman iyice düşünürler (derhal Allah'ı hatırlarlar da) sonra hemen gözlerini açarlar" âyetini okudu.

Ebu'ş-Şeyh, Muhammed b. Ka'b'ın:

“Allah, mümin kuluna kafir, adını vermemiştir" dedikten sonra, "Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, şeytan tarafından bir vesveseye uğrayınca, Allah'ı anarlar ve hemen gerçeği görürler" âyetini okuyup:

“Ona kafir dememiş, sakınan demiştir" dediğini bildirir.

İbn Merdûye'nin Cabir b. Abdillah'ın şöyle dediğini bildiriyor:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti, (.....) şeklinde okuduğunu duydum."

Abd b. Humeyd , A'meş'ten, İbrâhîm ve Yahya b. Eyyûb'dan birinin bu âyeti, (.....) şeklinde, diğerinin ise (.....) şeklinde okuduğunu nakleder.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti, (.....) şeklinde okumuştur.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye İbn Abbâs'ın bu âyet hakkında şöyle dediğini bildirir:

“Tayf, şeytanın verdiği bir sıkıntıdır. Şeytan onlara (günaha sokmak suretiyle) bir sıkıntı verdiği zaman gerçeği görüp hemen bu günahı bırakırlar ve Allah'ın emrine tutunarak şeytana isyan ederler. Şeytanın kardeşleri onları azgınlığa sürüklerler ve bundan hiç geri durmazlar. Ne insanlar günah ilşlemekten geri durur, ne de şeytanlar onları azgınlığa sürüklemek için çabalamayı terkeder. Onlara bir âyet (mucize) getirmediğin zaman "Sen onu kendin irticalen, düşünmeden ve hazırlanmadan bir tane yapsaydın ya" derler."

İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Şeytanın kardeşleri onları azgınlığa sürüklerler ve bundan hiç geri durmazlar" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Burada kastedilen, insanlardan olan dostlarına vesvese veren cinlerdir. Onları azgınlığa sürüklemek için uğraşmaktan hiç usanmazlar ve, "Onlara bir âyet getirmediğin zaman, «Sen bir tane yapsaydın ya» derler" Yani "Kendin uydursaydın ya" derler.

Abd b. Humeyd , İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, âyette geçen kardeşlerden kastın şeytanlar, (.....) kelimesinin ise onları cehalete sürüklemek olduğunu söyledi, (.....) sözü ise:

“Sen kendin yapsaydın" mânâsındadır.

Hakim et-Tirmizî'nin bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanıma üzgün olduğu yüzünden belli olmuş bir şekilde geldi ve sakalımdan tutup şöyle dedi:

“Şüphesiz biz Allah'a aidiz ve tekrar Ona döneceğiz. Az önce Cibril geldi ve bana: «Şüphesiz biz Allah'a aidiz ve tekrar Ona döneceğiz» dedi. Ben de: «Evet. Şüphesiz biz Allah'a aidiz ve tekrar Ona döneceğiz. Ama ey Cibril, Neden böyle dedin?» diye sordum. Cibril: «Senden kısa bir müddet sonra ümmetin fitneye düşecektir» cevabım verince, ben: «Bu fitne, küfür fitnesi mi yoksa dalâlet fitnesi mi?» diye sordum. Cibril: «İkisi de olacaktır» karşılığını verince, ben: «Ben onlara Allah'ın Kitab'ını bırakmışken, bu nasıl olacak?» diye sordum. Cibril: «Allah'ın Kitab'ıyla dalalete düşecekler. İlk dalâlete düşecek olanlar da kuraları (hafızları) ve idarecileridir. İdareciler insanlara haklarını vermeyecekler ve bunun üzerine savaşacaklar. Kurralar da idarecilerin hevasına uyacak. Onları azgınlıklarında destekleyecekler ve buna mani olmayacaklar» dedi. Ben: «Ey Cibril! Onlardan selamette olacaklar nasıl yapmalı?» diye sorduğumda ise Cibril: «Onlardan uzak durmak ve sabırla. Eğer kendilerine hakları olan bir şey verilirse alırlar; verilmediği zaman ise bırakırlar» cevabını verdi."

Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "De ki: Ben ancak Rabbim tarafından bana vahyolunana uyarım. Bu Kitap inanan millete Rabbinizden açık belgeler, yol gösterme ve rahmettir" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Bana vahyolunan Kur'ân, sizin için Rabbinizden bir açıklamadır, onu anlayınız. Bu Kur'ân, ona iman edene, onunla amel edene ve bu durumda ölene yol gösteren ve rahmettir."

204

"Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin"

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Beyhakî', el-Kırâatu fis- salât'ta ve İbn Asâkir'in Ebu Hureyre'den bildirdiğine göre, "Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin" âyeti, sahabenin, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasında namaz kılarken seslerini yükseltmesi sebebiyle nazil olmuştur.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, el-Kırâatu fis-salâf ta İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin" âyeti, farz olan namaz hakkında inmiştir.

İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Kırâatu fis-salât'ta İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) farz namazları kıldırırken, arkasındaki bir topluluk okuyup O'nun okumasını karıştırırlardı. "Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin" âyeti bu sebeple inmiştir." İbn Abbâs devamla şöyle dedi:

“Eğer okuyanı dinlemezsek, bizler eşekten daha kötü ve kabayız demektir."

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, el-Kırâatu fis-salât'ta Mühammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) namazda okuduğu zaman arkasındakiler onun peşinden aynı şeyi söylüyorlardı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bismillahirrahmanirrahîm" deyince onlar da diyor, Fatiha ve arkasından okunan sûreyi de onun peşinden tekrar ediyorlardı. Bu durum bir müddet böyle devam ettikten sonra, "Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin" âyeti nazil oldu ve âyet sahabeye "Sen oku" sahabeye de:

“Sizler (dinleyip) susun" dedi.

Abd b. Humeyd , İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir: Ensar'dan bir adam, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasında namaz kılarken okuyunca, "Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin" âyeti nazil olmuştur.

İbn Ebî Şeybe, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Buhârî, el-Kırâatu fis-salât'ta ve İbn Merdûye, Abdullah b. Muğaffel'den bildirir: İbn Muğaffel'e:

“Kur'ân'ın okunduğunu duyan herkesin dinleyip susması vacip midir?" diye sorulunca, "Hayır. «Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin» âyeti, imanın kıraati hakkında inmiştir. İmam okuduğu zaman onu dinle ve sus" cevabını verdi.

Abd b. Humeyd , İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, el- Kırâatu fis-Salât'ta bildirir: İbn Mes'ûd, arkadaşlarına namaz kıldırırken arkasındakilerden bazılarının (sesli) okumakta olduğunu gördü ve namazı bitirince şöyle dedi:

“Anlayacağınız zaman daha gelmedi mi! Akledeceğiniz zaman daha gelmedi mi! Yüce Allah'ın buyurduğu gibi, Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin."

İbn Ebî Şeybe, Taberânî, M. el-Evsafta, İbn Merdûye ve Beyhakî, el- Kırâatu fis-salât'ta, Ebû Vail'den bildirir: İbn Mes'ûd, imamın arkasında, okumak hakkında:

“Sana emredildiği gibi susup Kur'ân'ı dinle. Namazda (kendine has) bir meşguliyet vardır. Bu sebeple imamın okuması senin için yeterlidir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ali:

“İmamın arkasında okuyan kişi fıtrattan ayrılmıştır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe Zeyd b. Sâbit'in:

“İmamın arkasında okumak yoktur" dediğini bildirir.

İbn Ebî Şeybe'nin Ebu Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İmam, kendisine uyulması için imam yapılmıştır. O tekbir getirince siz de getirin, okuduğu zaman ise susunuz" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Câbir'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Namaz kılan bir kimsenin imamı bulunursa, imamın kıraati, onun için kıraattir" buyurduğunu nakleder.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî) der ki:

“İlk olarak çıkardıkları (bidat) imamın arkasında kıraattir. Daha önce imamın arkasında okunmazdı."

İbn Cerîr ve Beyhakî, el-Kırâatu fts-Salât'ta, Zührî'den bildirir:

“Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin" âyeti, Allah'ın Resûlü her ne zaman ne okursa o da kendisiyle beraber okuyan Ensar'dan olan bir genç hakkında inmiştir.

Abd b. Humeyd, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, el-Kırâatu fis-Salât'ta, Ebu'l- Âliye'den bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbına namaz kıldırırken, okuyunca, sahabe de ardından okurdu. "Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin" âyeti nazil olunca, sahabe sustu, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) okudu.

Ebu'ş-Şeyh'in İbn Ömer'den bildirdiğine göre İsrailoğullarının imamları okuduğu zaman, cemaat kendisine karşılık verirdi. Allah bu ümmetin böyle yapmasını kerih gördü ve, "Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, İbrâhîm(-i Nehaî)'nin şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) okuyunca arkasındakiler de okurdu. Bunun üzerine, "Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin" âyeti nazil oldu.

Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh, Talha b. Musarrif'in, "Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin" âyetini açıklarken:

“Bu imamlar, okudukları zaman susmamız ve kendilerini dinlememiz emredilen imamlar değildir" dediğini bildirir.

İbn Ebî Şeybe, Musannef'te, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş- Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, el-Kırâatu fis-Salât'ta bildirdiğine göre Ebu Hureyre der ki:

“Müslümanlar namaz içinde konuşurlardı. Bunun üzerine, "Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin" âyeti nazil oldu."

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre, İbn Mes'ûd, namaz kılmakta olan Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) selam verince, Allah'ın Resûlü selama karşılık vermedi. Daha önce kişi namazdayken konuşabiliyor ve bir şey isteyebiliyordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazı bitirince:

“Allah dilediğini yapar. «Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin» âyeti nazil oldu " buyu rd u.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki:

“Namazdayken birbirimize selam verirdik. Bunun üzerine, "Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin" âyeti nazil oldu."

İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de, Abdullah b. Muğaffel'in şöyle dediğini bildirir:

“İnsanlar namazdayken konuşurlardı, "Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin" âyeti nazil olunca namazda konuşmamızı yasakladı."

Abdürrezzâk, Musannef’te, Atâ'nın şöyle dediğini bildirir: Bana ulaştığına göre, "Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin" âyeti nazil olmadan önce müslümanlar, Yahudi ve Hıristiyanların yaptığı gibi namazda konuşurlardı."

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd , İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin, el- Kırâatu fis-Salât'ta bildirdiğine göre Katâde der ki: Namazın ilk emredildiği zamanlarda müslümanlar namazdayken konuşurlardı. Kişi, müslümanlar namazdayken gelir ve:

“Kaç rekat kıldınız?" diye sorar, namazdaki de:

“Şu kadar kıldık" cevabını verirdi. "Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin" âyeti nazil olunca dinleyip susmaları emredildi. Böylece bilindi ki susmak, kişinin dinleyip anlaması için daha iyidir. Yine bilindi ki susmadan anlayamayacaklar. Susmak dille, dinlemek te kulaklarla olur.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Müslümanlar namazdayken konuşurlardı. "Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin" âyeti nazil oldu (ve dinleyip susmaları emredildi)" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Sünen'de, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin" âyeti Cuma, Bayram ve açıktan okunan namazlar hakkında nazil olmuştur.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Mümin, okunan Kur'ân'ı dinleyip dinlememekte serbesttir. Ancak, Cuma, bayram ve açıktan okunan namazlardaki kıraati susup dinlemek zorundadır."

İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Kırâatu fiş-Salât'ta, İbn Abbâs'ın, "Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin" âyeti hakkında şöyle dediğini bildirir: Bu âyet, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasında namaz kılarken, Cuma ve bayram günlerinde hutbede seslerin yükseltilmesi hakkında inmiştir. Bu âyet inince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) müslümanların namazda ve hutbe verilirken, hutbe de namazdan olduğu için konuşulmasını yasaklayıp:

“Cuma günü imam hutbe verirken konuşanın namazı yoktur" buyurdu.

Abdürrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd , İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin, el-Kırâatu fis- Salât'ta bildirdiğine göre Mücâhid, "Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin" âyetinin namaz ve Cuma günü hutbe verilirken susmak hakkında nazil olduğunu söylemiştir.

Abdürrezzâk, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki:

“İki yerde susmak vaciptir. İmam okurken namazda ve Cuma günü imam hutbe verirken."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki: Atâ'ya:

“Cuma günü susmayı vacip kılan şey nedir?" diye sorduğumda, "Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin" âyetidir. Susup dinlemenin, namazda ve Cuma günü (hutbe verilirken) vacip olduğunu söylemişlerdir" cevabını verdi. Ben:

“Cuma günü hutbe verilirken susmanın hükmü namazda susmak gibi midir?" diye sorunca, Ata:

“Evet" cevabını verdi."

İbn Ebî Şeybe'nin Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin" âyetinde, farz namazlarda ve zikir (hutbe) sırasında dinleyip susmak emredilmiştir.

Abdürrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Kelbî der ki:

“Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin" âyeti nazil olmadan önce müslümanlar, namazdayken cennet ve cehennemden bahseden âyetleri duyunca seslerini yükseltiyorlardı.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'ın, "Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin" âyetini açıklarken:

“Dinleyip susulmasının emredildiği zaman, namaz ve vahyin iniş anıdır" dediğini bildirir.

Beyhakî, el-Kırâatu fis-Salât'ta Atâ'nın şöyle dediğini bildirir: İbn Abbâs'a, "Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin" âyetindeki dinleyip susma emrinin her okuyan hakkında mı olduğunu sorduğumda:

“Sadece namazda okunurken okunanı dinleyip susmak gerekir" cevabını verdi.

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, imam, korku veya rahmet ile alakalı bir âyet okuduğunda, arkasındakilerden birinin herhangi bir şey söylemesini kerih görmüş ve:

“Susmak gerekir" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Osman b. Zâide'ye Kur'ân okunduğu zaman elbisesiyle yüzünü kapatır ve, "Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin" âyetini delil göstererek, gözlerini ve diğer azalarını okunan Kur'ân'ın dışındaki şeylerle meşgul etmeyi kerih görürdü.

Ahmed ve Beyhakî, Şuabu'l-İmân'da hasen isnâdla, Ebu Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kur'ân'dan bir âyet dinleyene kat kat sevap yazılır. Kıyamet günü bu âyet, onu okuyana ışık olur."

İbnu'd-Durays, Fadailu'l-Kur'ân'da, Hasan(ı Basrî'nin) şöyle dediğini bildirir:

“Allah'ın Kitab'ından bir âyet dinleyene iki kat sevap yazılır. Kıyamet günü ise bu âyet, onu okuyana ışık olur."

205

"Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah-akşam zikret ve gafillerden olma"

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd , İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, bu âyeti açıklarken:

“Yüce Allah, peygamberine Onu zikretmesini emredip gaflete düşmemesini emretmiştir. (.....) sabah namazı, (.....) ise akşam demektir.

İbn Ebî Hâtim'in Ebu's-Sahr'dan bildirdiğine göre (.....) kelimesi öğle ile ikindi arası mânâsındadır.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Zeyd'in, "Kur'ân okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin. Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah-akşam zikret ve gafillerden olma" âyetlerini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Kur'ân'ın dinlenip susulacağı vakit, imamın namaza başladığı zamandır. Sonraki âyette ise Yüce Allah:

“Ey Kur'ân'ı dinleyip susan, sabah akşam, içinden yalvararak kısık sesle Rabbini zikret. Sesini yükseltme ve gafillerden olma" buyurmaktadır.

İbn Cerîr, İbn Şahin, et-Terğib fi'z-Zikr'fe ve Ebu'ş-Şeyh, Ubeyd b. Umeyr'in, "Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah-akşam zikret ve gafillerden olma" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: Yüce Allah:

“Kulum, Beni içinden zikrederse, ben de onu içimden zikrederim. Kulum Beni yalnızken zikrederse, Ben de onu yalnızken zikrederim. Kulum beni bir topluluk içinde zikrederse, Ben de onu daha üstün ve hayırlı bir topluluk içinde zikrederim" buyurmaktadır.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) fecrin sonu, (.....) kelimesinden kastedilen zamanın son vakti ise ikindi namazıdır. Bu iki vaktin de bir ilk, bir de son vakti vardır. Fecrin başlangıcı ve sonu olduğu gibi. "Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et" âyeti buna misal verilebilir. Buradaki (.....) Güneş'in batıya yönelmesinden, batmasına kadar olan zamandır. (.....) ise fecrin başlangıcıdır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Mutarrif b. Vâsil'den, Ebu Vâil'in Güneş batarken oğluna:

“Daha akşamlamadık mı?" dediğini, bildirir.

Bezzâr ve Taberânî'nin, İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Gafiller arasında Allah'ı zikreden, herkes kaçarken savaşan savaşçı gibidir" buyurduğunu nakleder.

İbn Ebî Hâtim, Bukeyr b. el-Ahnes'in şöyle dediğini bildirir:

“Cuma günü olduğu halde, Cuma günü olduğunu bilmeyen herkes gafillerden yazılır."

Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şu'abu'l-İmân'da,' İbn Amr'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Gaflet, şu üç şeyde olur: Allah'ı anma meselesinde, sabah namazını kıldıktan sonra güneş doğuncaya kadar geçen sürede ve kişinin ne derece borca girdiğini düşünmeden ödeyemeyecek kadar borç alması halinde:"

206

"Kuşkusuz Rabbin katındakiler O na kulluk etmekten kibirlenmezler. O nu tesbih eder ve yalnız O na secde ederler"

İbn Ebî Şeybe, Ebu'l-Uryân el-Mucaşii vasıtasıyla İbn Abbâs'ın Kur'ân'daki secde âyetlerini zikredip şu sûrelerde olduklarını söyledi:

“A'râf, Ra'd, Nahl, İsra, Meryem, Hac, Neml, Furkan, Secde, Fussilet ve Sad sureleri. Mufassal surelerde secde âyeti yoktur."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Atâ der ki:

“İbn Abbâs'ın on âyette tilavet secdesi yaptığı söylenmiştir: A'râf, Ra'd, Nahl, İsra, Meryem, Hac, Furkan, Neml, Secde ve Fussilet sureleri."

İbn Mâce ve Beyhakî, Sünen'de, Ebu'd-Derda'nın şöyle dediğini bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber on bir tilavet secdesi yaptım, bunlardan hiçbiri mufassal surelerde değildi. Bunlar, A'râf, Ra'd, Nahl, İsra, Meryem, Hac, Furkan, Süleyman (Neml), Secde, Sad ve Fussilet sûrelerinin secdeleridir."

Ebû Dâvud, İbn Mâce, Darekutni, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de, Amr b. el-Âs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine Kur'ân'da on beş secde (âyeti) okutmuştur. Bunlardan üçü mufassalardadır. Hac sûresinde de iki secde vardır.

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve Beyhakî, İbn Ömer'in şöyle dediğini bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize içerisinde secde âyeti olan bir sûreyi okuyup secde eder, onunla beraber biz de secde ederdik. O kadar ki, bizden bir kimse (kalabalıktan) alnını koymak için yer bulamazdı."

Müslim, İbn Mâce ve Beyhakî, Ebu Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Âdemoğlu secde âyetini okuyup secde ettiği zaman şeytan ağlayarak ve «Vay hâlime! Âdem oğlu secde etmekle emrolundu. (Emre uyup) secde etti. Bu nedenle Cennet onadır. Ben de secde etmekle emrolundum da secde etmekten imtina ettim. Cehennem ateşi banadır» diyerek (oradan) uzaklaşır.

Beyhakî, İbn Sîrîn'in şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Âişe'ye Kur'ân'daki secde âyetleriyle ilgili hükmü sorduğumda şöyle karşılık verdi:

“Bu, ya Allah'a ödemen gereken bir hak veya senin gönüllü olarak yaptığın bir şeydir. Allah'a bir defa secde eden hiçbir kul yoktur ki, Allah bu secdeyle onun derecesini yükseltmesin veya bir günahını silmesin, ya da ikisini birden yapmasın."

Beyhakî, Müslim b. Yesâr'ın şöyle dediğini bildirir:

“Kişi Kur'ân okurken secde âyetine gelecek olursa, âyeti bitirmeden secde yapmasın, âyeti okuyup bitirince ellerini kaldırıp tekbir getirerek secde yapsın."

Ebû Dâvud ve Beyhakî'nin İbn Ömer'in, "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bize Kur'ân okur, secde âyetine gelince tekbir getirip secde yapar, biz de onunla secde ederdik" dediğini bildirir.

İbn Ebî Şeybe, Musannef te, Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, Dârekutnî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) geceleri tilâvet secdelerinde "Yüzüm kendisini yaratana, güç ve kuvvetiyle kulak ve göz verene secde etti.Yaratanların en güzeli olan Allah herşeyden yücedir" derdi.

İbn Ebî Şeybe, Kays b. es-Seken'in şöyle dediğini bildirir: Allah'ın Resûlü secde ettiği zaman:

“Yüzüm kendisini yaratana, kulak ve göz verene secde etti" derdi. Bana bildirildiğine göre Hazret-i Dâvud, secde ettiği zaman:

“Yüzüm, toprağa bulanmış olarak yaradanıma secde etti ve Onun buna hakkı vardır" derdi. Sübhânallahi Peygamberlerin sözleri birbirine ne kadar da benziyor."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Ömer secde ettiği zaman:

“Allahım! Bedenim Sana secde etti. Kalbim Sana iman etti. Allahım! Bana, faydası olacak ilim ve beni yükseltecek amel ver" derdi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Katâde secde âyetini okuyunca üç defa:

“Rabbimizi noksanlıklardan tenzih ederim. Rabbimizin vaadi yerine gelecektir. Allah'ı hamd ile tesbih ederim" derdi.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Kişi, ancak temizken (abdestliyken) secde edebilir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Şa'bi'nin, "Öncekiler, secde âyetine geldiklerinde, secde etmeden okumaya devam etmeyi kerih görürlerdi" dediğini bildirir.

Beyhakî, Şu'abu'l-İmân'da İbn Ömer'in:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) her Cuma minberde A'râf Sûresinin son âyetini okumayı bırakmazdı" dediğini bildirir.

0 ﴿