ENFÂL SÛRESİNehhâs, Nâsih'de, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Enfâl Sûresi, Medine'de nazil oldu" demiştir. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. ez-Zübeyr: “Enfâl Sûresi, Medine'de nazil oldu" demiştir. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Zeyd b. Sabit: “Enfâl Sûresi, Medine'de nazil oldu" demiştir: Saîd b. Mansûr, Buhârî, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: “İbn Abbâs'a Enfâl Sûresi'ni sorduğumda: “Sedir savaşında nazil oldu" dedi." Başka bir lafızda İbn Abbâs: “Bu sûre Bedir Sûresi'dir" demiştir. Taberânfnin sahîh bir senedle Ebû Eyyûb'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) akşam namazında Enfâl Sûresi'ni okurdu. Taberânî'nin Zeyd b. Sâbit'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) akşam namazının iki rekatında Enfâl Sûresi'ni okurdu. 1"Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De kî: «Ganimetler, Allah'a ve Resulüne aittir. O hâlde, eğer müminler iseniz Allah'a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Resûlüne itaat edin.»" İbn Ebî Şeybe, Ahmed, İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildirir: Bedir savaşında kardeşim Umeyr öldürüldü. Ben de müşriklerden Saîd b. el-Âs'ı öldürdüm ve Zül-Kuteyfe denilen kılıcını aldım. Bu kılıçla birlikte Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gittiğimde bana: “Kılıcı götürüp ganimet mallarının içine koy" buyurdu. Kılıcı ganimet mallarının içine koymaya giderken kardeşimin öldürülmesi ve ele geçirdiğim bu kılıcın benden alınmasından dolayı içimde büyük bir sıkıntı vardı. Ancak çok geçmedi Enfâl Sûresi nazil oldu. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: “Git ve o kılıcım al" buyurdu. Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebû Nuaym, Hilye'de, İbn Merdûye, Hâkim ve Beyhakî, Saîd'den bildirir: Bedir savaşından sonra Allah Resûlü'ne: “Yâ Resûlallah! Bugün Yüce Allah müşriklerden yana içimi rahatlattı. Onlardan elde ettiğim bu kılıcı da bana ver" dedim. Ancak Allah Resulü: “Bu kılıç ne senin ne de benimdir. Onu ganimet mallarının içine koy" karşılığını verdi. Bunun üzerine kılıcı götürüp ganimet mallarına koydum. Döndükten sonra içimden: “Belki de bu kılıç savaşta benim kadar sıkıntı çekmemiş birine verilecektir" dedim. Böyle düşünürken arkamdan biri (Resûlullah) bana seslendi. "Hakkımda bir şeyler mi nazil oldu?" diye sorduğumda: “Bu kılıcı benden istediğinde benim olmadığı için sana vermedim. Ancak şimdi sana bağışlandı. Artık senindir; alabilirsin" karşılığını verdi. Sonrasında Yüce Allah: “Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “'Ganimetler, Allah'a ve Resûlüne aittir..."âyetini indirdi. İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye, Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildirir: “Benim hakkımda ana babaya iyilik, enfal, malda üçtebirlik vasiyet ve içkinin haram kılınması olmak üzere dört âyet nazil oldu." Tayâlisî, Buhârî, el-Edebu'l-Müfred'de, Müslim, Nehhâs, Nâsih'de, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuab'da Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildirir: Yüce Allah'ın Kitâb'ındaki dört âyet benim hakkımda nazil olmuştur. İlki, Muhammed'den (sallallahü aleyhi ve sellem) ayrılmadığım sürece annem yememe ve içmemeye yemin etmişti. Bunun üzerine: “Eğer, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin..." âyeti nazil oldu. İkincisi, savaş sonrasında beğendiğim bir kılıcı almış ve: “Yâ Resûlallah! Bu kılıcı bana hibe et" demiştim. Bunun üzerine: “Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah'a ve Resûlüne aittir..." âyeti nazil oldu. Üçüncüsünde hasta olmuştum. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ziyaretime geldiğinde: “Yâ Resûlallah! Malımı taksim etmek istiyorum. Onun için malın yarısını vasiyet edeyim mi?" dedim. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayır!" karşılığını verdi. "Üçte birini vasiyet edeyim mi?" diye sorduğumda ise sustu ve herhangi bir cevap vermedi. Bu olaydan sonra da vasiyette üçte birlik oran geçerli oldu. Dördüncüsü ise Ensâr'dan bir toplulukla içki içmiştim. İçlerinden biri sarhoş haliyle devenin çene kemiğini aldı ve bana vurup burnumu kırdı. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip durumu bildirdiğimde içkiyi yasaklayan âyet nazil oldu. Abd b. Humeyd, Nehhâs, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Sa'd'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) savaş sonrası çok miktarda ganimet elde etti. Ganimet malları içinde gördüğüm bir kılıcı alıp Allah Resûlü'ne geldim ve: “Savaşta neler yaptığımı gördün. Onun için bu kılıcı bana hediye olarak ver" dedim. Ancak Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “O kılıcı nereden aldıysan geri yerine koy" karşılığını verdi. Bu sözü üzerine kılıcı ganimet mallarına koymak üzere geri döndüm. Ancak tam koymak üzereyken nefsim bana izin vermedi ve bir daha dönüp: “Bu kılıcı bana ver" dedim. Allah Resûlü bu defa daha yüksek bir sesle: “O kılıcı nereden aldıysan geri yerine koy" karşılığını verdi. Ardından da: “Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah'a ve Resûlüne aittir. âyeti nazil oldu. İbn Merdûye, Sa'd'dan bildirir: “Bedir savaşında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana ganimet mallarından olan bir kılıcı hediye olarak verdi. Ganimet malları konusundaki âyet de benim hakkımda nazil oldu." Tayâlisî ve Ebû Nuaym, el-Ma'rife'de Mus'ab b. Sa'd vasıtasıyla Sa'd'dan bildirir: Bedir savaşında müşriklerden bir kılıç ele geçirdim. Savaş sonrası Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Bu kılıcı bana hediye olarak ver" dedim. Ancak Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “O kılıcı nereden aldıysan geri yerine koy" karşılığını verdi. Bunun üzerine: “Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah'a ve Resulüne; aittir.." âyeti nazil oldu. Abdullah'ın (İbn Mes'üd) kıraatinde bu âyet: (.....) şeklindedir. Ahmed, Abd b. Hurneyd, İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de Ebû Umâme'den bildirir: Ubâde b. es-Sâmit'e Enfâl Sûresi'ni sorduğumda şöyle dedi: “Bedir savaşına katılan bizler hakkında nazil olmuştur. Zira bu savaş sonrasında elde edilen ganimet konusunda çekişmiş ve kötü tavırlar sergilemiştik. Bunun üzerine Yüce Allah ganimetin tasarrufunu elimizden alıp Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) verdi. Allah Resûlü de ganimeti Müslümanlar arasında eşit bir şekilde paylaştırdı." Saîd b. Mansûr, Ahmed, İbnu'l-Münzîr, İbn Ebî Hatim, İbn Hibbân, Ebu'ş- Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de Ubâde b. es-Sâmit'ten bildirir: Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) çıkılan Bedir savaşına ben de katıldım. Müşriklerle karşılaştığımızda Yüce Allah'ın da inayetiyle onları hezimete uğrattık. Savaş sonrası Müslümanlardan bîr grup kaçan müşriklerin peşine düştü ve yakaladıklarını öldürmeye başladı. Bir grup savaş meydanında kalıp ganimetleri toplamaya koyuldu. Bir grup da herhangi bir zarar gelmesin diye Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) etrafında kalıp onu korudular. Akşam vakti olunca da bütün Müslümanlar bir arada toplandı. Ganimeti toplayanlar: “Ganimetleri biz toplayıp bir araya getirdik onun için bunlarda bizden başka kimselerin hakkı yok" dediler. Kaçan müşriklerin peşine düşenler de: “«Ganimetler» üzerinde sizin bizden daha fazla hakkınız yok! Zira düşmanlara ganimetleri bıraktıran ve onları hezimete uğratanlar bizdik" karşılığını verdiler. Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) koruyan grup ise: “Ganimetler üzerinde sizin bizden daha fazla hakkınız yok! Zira düşmandan yana herhangi bir zarar gelmesin diye Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) koruyan ve Ganimetlerle bu nedenle ilgilenmeyenler bizdik" dediler. Bunun üzerine: “Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: Ganimetler, Allah'a ve Resûlüne aittir. O hâlde, eğer müminler iseniz Allah'a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltiri, Allah ve Resûlüne itaat edin" âyeti nazil oldu. Bu âyetin ardından Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ganimetleri Müslümanların arasında eşit bir şekilde paylaştırdı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) düşman topraklarında savaşıp ganimet elde ettiği zaman bunun dörtte birini orada iken dağıtırdı. Savaşa çıkanlarla birlikte diğer Müslümanların yanına döndüğü zaman da kalan ganimetlerin üçte birini dağıtırdı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ganimet peşine düşmekten hoşlanmaz ve: “Maddi durumu iyi Müslümanlar ganimetten aldıklarım durumu iyi olmayan Müslümanlara versinler" buyururdu. İshâk b. Râhuye, Müsned'Ğe, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Ebû Eyyûb el- Ensârî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir birlik gönderip de Allah'ın inayetiyle zafer kazanıp düşmanları hezimete uğrattıklarında ganimet olarak kim bir şey getirirse Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hums'tan (beşte birinden) ona hediye olarak bir şeyler verirdi. Yine böylesi bir birlik göndermişti. Savaş meydanındaki ganimetleri bırakıp düşmanla çarpışan, onlardan öldürüp esirler alan grup geri döndüğünde ganimetin dağıtıldığını ve kendilerine bir şey kalmadığını gördüler. "Yâ Resûlallah! Bazılarımız düşmanla birebir çarpışıp onları öldürürken ve esir alırken neden çarpışmaya bizzat katılmayan kişilere ganimeti verdin?" dediklerinde Allah Resûlü susup herhangi bir cevap vermedi. Bunun üzerine: “Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah'a ve Resûlüne aittir. O hâlde, eğer müminler iseniz Allah'a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Resûlüne itaat edin" âyeti nazil oldu. Bu âyetin nûzülunden sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ganimetten pay alanları çağırdı ve: “Ganimetten aldıklarınızı geri getirin ve tekrar aranızda eşit bir şekilde paylaşın. Zira Yüce Allah'ın size emri böyledir" buyurdu. Ganimeti alanlar: “Ama aldıklarımızı harcayıp yedik" dediklerinde, Allah Resûlü ganimetten pay alamayanlara: “Karşılığını Allah'tan isteyin" buyurdu. İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin, Amr b. Şuayb'dan, onun babasından, onun da dedesinden naklen bildirdiğine göre Bedir savaşında Müslümanlar elde edilen ganimetler konusunu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) sorduklarında: “Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah'a ve Resûlüne aittir. O hâlde, eğer müminler iseniz Allah'a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Resûlüne itaat edin" âyeti nazil oldu. İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden naklen bildirir: “Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah'a ve Resûlüne aittir..." âyeti nazil olduktan sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) taksimat öncesi ganimetten kimselere hediye olarak bir şey vermedi. Verdiklerini de humsun içinden saydı. İbn Merdûye, Habîb b. Mesleme el-Fihrî'den bildirir: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ganimetten humsu ayırdıktan sonra kalan malların üçte birini nefi (hediye) olarak dağıtırdı." İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Hibbân, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de İbn Abbâs'tan bildirir: Bedir savaşı sırasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Birini öldüren kişiye (ganimetten) şu şu vardır. Birini esir alan kişiye de şu şu vardır" buyurdu. Savaş sırasında ihtiyarlar sancağın yanında kalırken bu sözü duyan gençler müşrikleri öldürmeye ve ganimet elde etmeye koştular. Sonrasında ihtiyar olanlar gençlere: “Elde ettiklerinize bizi de ortak edin. Zira biz sizin arkanızı kolladık ve hezimete uğramanız durumunda bize sığınacaktınız" dediler. Bu konuda çekişip Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) başvurduklarında: “Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah'a ve Resûlüne aittir..." âyeti nazil oldu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ganimeti aralarında eşit bir şekilde paylaştırdı. Abdurrezzâk, Musannef’te, Abd b. Humeyd, İbn Merdûye ve İbn Asâkir, İbn Abbâs'tan bildirir: Bedir savaşı sırasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Birini öldürecek kişiye (ganimetten) şu şu vardır. Birini esir alacak kişiye de şu şu vardır" buyurdu. Ebu'l-Yeser b. Amr el-Ensârî yanında iki esirle geldi ve: “Yâ Resûlallah! Esir getirmemiz durumunda bizlere bir söz vermiştin" dedi. Bunu duyan Sa'd b. Ubâde kalkıp: “Yâ Resûlallah! Şayet ganimetleri bu şekilde onlara verirsen diğer ashabına bir şey kalmaz. Bizi de bu şekilde esir almaktan alıkoyan ne bunlardan yüz çevirmemiz, ne de düşmandan korkumuzdur. Ancak müşrikler arkadan gelip sana zarar vermesinler diye, seni onlardan korumak için yanında kaldık" dedi. Bu konuda ashâb aralarında çekişince: “Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah'a ve Resûlüne aittir..." âyeti nazil oldu. Abdullah'ın öğrencileri bu âyeti: “(Sana ganimetleri soruyorlar. De ki: “Ganimetler Allah'a ve Resûlüne aittir. Alllah'tan korkun ve çekiştiğiniz konularda anlaşın...)" lafzıyla okurlardı. Bu âyetin nüzulünden sonra elde edilen tüm ganimetler Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) teslim edildi. Yine bu konuda: “Eğer Allah'a ve hakkı batıldan ayıran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız, bilin ki, ele geçirdiğiniz ganimetin beşte biri Allah'ın, Peygamber'in ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır. Allah her şeye Kadir'dir" âyeti nazil oldu. İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir müfreze gönderdi. Askerlerden zayıf olanlar askeri karargâhta beklerken diğerleri bizzat çarpışmaya katıldılar ve ganimet elde ettiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) elde edilen ganimeti tümü arasında paylaştırınca, bizzat çarpışanlar: “Bizzat çarpışmaya katılmayıp karargâhta bekleyenler ganimeti bizimle mi paylaşacaklar!" dediler. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Size yardım edilmesi aranızdaki zayıflardan dolayı değil midir?" karşılığını verdi. Sonrasında: “Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah'a ve Resûlüne aittir..." âyeti nazil oldu. İbn Merdûye, Hazret-i Âişe'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir savaşr sonrası Medine'ye döndüğünde Enfâl Sûresi nazil oldu ve Yüce Allah, Bedir savaşında elde edilen ganimetleri paylaştırma konusunda Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sitem etti. Zira Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Bedir savaşında elde edilen ganimetleri ashabı arasında herkesin ihtiyacına göre paylaştırmıştı. Ashâb da ganimetlerin paylaştırılması konusunda aralarında çekişmişlerdi. Yüce Allah: “Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah'a ve Resûlüne aittir. O hâlde, eğer müminler iseniz Allah'a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Resûlüne itaat edin" buyurup ganimetleri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) devredince, Allah Resûlü bunu Müslümanlar arasında eşit bir şekilde paylaştırdı. Bu şekilde de Allah'a karşı gelmekten sakınıp O'na ve Resûlüne itaat edildi. Müslümanların da arası düzeltildi. İbn Cerîr, Mücâhid'den bildirir: Müslümanlar ganimetin beşte dördünün dağıtılmasından sonra geriye kalan beşte birlik (hums) kısmın ne olacağını sorunca: “Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah'a ve Resûlüne aittir..." âyeti nazil oldu. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: “Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah'a ve Resûlüne aittir..." âyetini açıklarken: “Bu olay Bedir savaşı sırasında oldu" demiştir. Nehhâs, Nâsih'de Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Sa'd ile Ensâr'dan bir adam savaş sonrası ganimet aramak üzere çıktıklarında atılmış bir kılıç buldular. Her ikisi de kılıcı almak için davrandı. Sa'd: “Kılıç benim!" derken, Ensârlı olan kişi de: “Kılıç benim!" diyordu. Sa'd: “Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gidene kadar kılıcı sana vermem!" karşılığını verince birlikte Allah Resûlü'ne gittiler ve olayı ona anlattılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Sard, bu kılıç ne senin ne de Ensarlı olanındır! Bu kılıç benimdir!" buyurdu. Bunun üzerine: “Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah'a ve Resûlüne aittir. O hâlde, eğer müminler iseniz Allah'a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Resûlüne itaat edin" âyeti nazil oldu. Bu âyetle kılıcın Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) teslim edilmesi emredildi. Ancak bu âyetin hükmü de daha sonra nazil olan: “Eğer Allah'a ve hakkı batıldan ayıran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız, bilin ki, ele geçirdiğiniz ganimetin beşte biri Allah'ın, Peygamber'in ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır. Allah her şeye Kadir'dir" âyetiyle neshedildi. Mâlik, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim ve Nehhâs, Nâsih'de İbn Ömer'den bildirir: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Necd taraflarına bir birlik gönderdi. Bu birlik ganimet olarak çok sayıda deve elde etti. Bu develer dağıtılınca her birinin payına oniki tane deve düştü. Bu pay dışında neft (hediye) olarak da her birine birer deve verdi." İbn Asâkir, Mekhûl vasıtasıyla Haccâc b. Süheyl en-Nasrî'den (ki sahabe olduğu söylenir) bildirir: Bedir savaşı sırasında Müslümanlardan bazıları bizzat çarpışırken bazıları Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında kaldılar. Bizzat çarpışanlar öldürdükleri kişilerin silah ve eşyaları ile geri döndüklerinde toplanan ganimet onlar arasında paylaştırıldı. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında duranlara ise ganimetten bir şey verilmedi. Bizzat savaşmayan ve ganimetten pay almayanlar diğerlerine: “Ganimetten bize de pay verin" dediklerinde, bizzat savaşıp ganimetten pay alanlar onlara bir şey vermeye yanaşmadı. Bu konuda da aralarında çekişince Yüce Allah: “Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah'a ve Resûlüne aittir. O hâlde, eğer müminler iseniz Allah'a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Resûlüne itaat edin" âyetini indirdi. Burada aranın düzeltilmes,i ganimet alanların aldıklarını Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geri vermeleriyle oldu. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah'a ve Resûlüne aittir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Âyette zikredilen "Enfâl" ifadesinden kasıt ganimettir. Önceleri elde edilen ganimetin tümü Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) tasarrufunda idi. Ganimet elde edildiği zaman bir iğne veya bir iplik olsa dahi kimse kendi için bir şey alamazdı. Alan da hırsız ve hain sayılırdı. Müslümanlar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ganimetten kendilerine bir şeyler vermesini istediklerinde Yüce Allah: “Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah'a ve Resûlüne aittir. O hâlde, eğer müminler iseniz Allah'a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Resûlüne itaat edin" âyetini indirdi. Burada Yüce Allah, ganimeti Resûlüne has kıldığını ve kimsenin onda bir hakkı olmadığını bildirdi. Daha sonra: “Eğer Allah'a ve hakkı batıldan ayıran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız, bilin ki, ele geçirdiğiniz ganimetin beşte biri Allah'ın, Peygamber'in ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır. Allah her şeye Kadir'dir" âyeti nazil oldu. Bu âyetle ganimetin beşte biri Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve Allah yolunda yolculuğa çıkanların hakkı olarak belirlendi. Kalan beşte dörtlük kısım da biri atı, biri de kendisi için olacak şekilde süvariye iki hisse, yaya olana da bir hisse olarak Müslümanların arasında paylaştınlmaya başlandı. Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah'a ve Resûlüne aittir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Âyette zikredilen "Enfâl" ifadesinden kasıt ganimettir. Ancak bu âyetin hükmü daha sonra nazil olan: “Eğer Allah'a ve hakkı batıldan ayıran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız, bilin ki, ele geçirdiğiniz ganimetin beşte biri Allah'ın, Peygamber'in ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır. Allah her şeye Kadir'dir" âyeti ile neshedilmiştir. Mâlik, İbn Ebî Şeybe, Ebû Ubeyd, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Nehhâs, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Kâsım b. Muhammed'den bildirir: Adamın birini İbn Abbâs'a "Enfâl" konusunu sorarken işittim. İbn Abbâs: “Düşmandan elde edilen atlar enfaldandır, öldürülen düşman askerinin eşyaları da enfaldendir" dedi. Adam aynı soruyu bir daha sorunca İbn Abbâs aynı cevabı verdi. Adam: “Yüce Allah'ın Kitab'da zikrettiği "Enfâl" ne anlama geliyor?" diye sordu. Sonrasında sorusunda o kadar ısrar etti ki İbn Abbâs rahatsız olmaya başladı. Sonrasında adam için: “Bu adam, Ömer tarafından dövülen Sabîğ'e benziyor" dedi. Başka bir lafızda ise İbn Abbâs: “Sana, Ömer'in Sabîğ e!-İrâkî'ye yaptığını yapacak biri lazım!" demiştir. Zira Ömer aynı şekilde davranan Sabîğ el- İrâkî'yi dövmüş, Sabîğ'in kanlan ayaklarına kadar inmişti. İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildirir: “Âyette zikredilen enfal, ganimet anlamındadır. Âyette aranın bulunması emredilmiş, güçlü olan kişinin elde ettiği ganimetten zayıf olana vermesi söylenmiştir." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Cerîr, Nehhâs ve Ebu'ş- Şeyh'in bildirdiğine göre Atâ: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Burada zikredilen enfâl, müşriklerle savaş yapılmadan ele geçirilen köle, binek ve eşya gibi şeylerdir. Bunlar Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) aittir ve bunlarla dilediğini yapar." İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Muhammed b. Amr'dan bildirir: Saîd b. el-Müseyyeb'e haber gönderip enfâl konusu sorduk: Saîd: “Bana enfâl konusunu soruyorsunuz, ancak Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından sonra artık nefl diye bir şey yoktur" karşılığını verdi. Abdurrezzâk, Musannef’te İbnu'l-Müseyyeb'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ancak ganimetin beşte birinden nefl verirdi. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd, İbnu'l-Müseyyeb'den bildirir: “Ashab ancak ganimetin beşte birinden (humsundan) nefl verirlerdi." Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre İbnu'l-Müseyyeb: “Müslümanların elde ettikleri ganimetlerden nefl olarak ancak beşte birin beşte birinden (humsun humsundan) verilebilir" demiştir. Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre valilerden biri ganimetin beşte birini henüz ayırmadan Enes'e nefl vermek isteyince Enes beşte bir ayrılmadan bunu almayı kabul etmemiştir. İbn Cerîr, Dahhâk'tan bildirir: Bu âyet İbn Mes'ûd'un kıraatinde (.....) şeklindedir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: “Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah'a ve Resûlüne aittir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Fey' at sürülüp çaba sarfedilmeden müşriklerden elde edilen ganimetlerdir ki bunların tasarrufu sadece Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) aittir." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtîm'in bildirdiğine göre Şa'bı: “Sana ganimetler hakkında soruyorlar..." âyetini açıklarken: “Buradaki enfal'den kasıt, savaşa çıkan birliklerin düşmandan elde ettikleridir" demiştir. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, Nehhâs, Nâsih'de ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid ile İkrime şöyle demişlerdir: Önceleri ganimet Allah'ın ve Resulünün idi Ancak hums hakkındaki: “Eğer Allah'a ve hakkı batıldan ayıran o günde, ikfc topluluğun karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız, bilin ki, ele geçirdiğiniz ganimetin beşte biri Allah'ın, Peygamber'in ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır. Allah her şeye Kadir'dir" âyetle ganimet konusundaki hüküm değişti. Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr, A'meş'ten bildirir: Abdullah'ın öğrencileri bu âyeti: (.....) lafzıyla okurlardı. İbn Ebî Şeybe, Buhârî, el-Edebu'l-Müfred'de, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuab'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Allah'a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bu âyet, ganimetlerin paylaşımı konusunda çekişen Müslümanlar için Allah'a karşı gelmekten sakınmaları ve aralarını düzeltmeleri konusunda bir uyarıdır." İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtîm'in bildirdiğine göre Süddî: “...Aranızı düzeltin..." âyetini açıklarken: “Birbirinize sövmeyin, anlamındadır" demiştir. İbn Ebî Hatim, Mekhûl'den bildirir: “Arayı düzeltme, dağıtılan ganimetin tekrar toplanması ve bizzat savaşıp ganimeti elde edenler ile Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında duranlar arasında paylaşılması yoluyla olmuştur." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ: “...Allah ve Resûlüne itaat edin" âyetini açıklarken: “Resûle itaat, Sünnet ile Kitab'a itaatle olur" demiştir. Ebû Ya'lâ, Ebu'ş-Şeyh ve Hâkim, Enes'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte otururken bir ara ön dişleri görünecek kadar güldüğünü gördük. Ömer: “Yâ Resûlallah! Neden güldün?" dîye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle karşılık verdi: “Ümmetimden iki kişi İzzetin Rabbi olan Allah'ın huzurunda diz çöktüler. Sonra biri: «Rabbim! Bu kardeşim bana haksızlık etti. Hakkımı ondan al» dedi. Yüce Allah: «Kardeşine hakkını ver!» buyurünca, hak yiyen kişi: «Rabbim! Ona vermek için iyiliklerimden bir şey kalmadı» karşılığını verdi. Hakkı yenen kişi de: «O zaman alacağım kadarıyla benim günahlarımdan yüklensin» dedi." Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ağlamaya başladı ve şöyle devam etti: “O gün öyle bir gün ki insanlar günahlarını kendileri yerine yüklenecek birilerine ihtiyaç duyarlar. Sonra Yüce Allah hakkını isteyen adama: «Başını kaldırıp Cennet bahçelerine bak» buyurur. Adam başını kaldırıp bakınca: «Rabbim! Gümüşten şehirler, incilerle süslenmiş altından saraylar görüyorum. Bunlar hangi peygamber için? Hangi sıddîk için? Hangi şehit için?» diye sordu. Yüce Allah: «Bunlar ücretini veren kişinindir» karşılığını verdi. Adam: «Rabbim! Böylesi bir ücrete kim sahip olabilir ki?» deyince, Yüce Allah: «Sen olabilirsin» buyurdu. Adam; «Nasü olabilirim?» diye sorunca, Yüce Allah: «Kardeşini affetmekle» karşılığını verdi. Adam: «Rabbim! Onu afettim» deyince de Yüce Allah: «O zaman kardeşinin elinden tut ve onu Cennete sok» buyurdu." Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Allah'a karşı gelmekten sakının ve aranızı düzeltin. Yüce Allah da kıyamet gününde müminlerin arasım düzeltecektir. " İbn Ebî Hâtim, Ali b. Ebî Tâlib'in kızkardeşi Ümmü Hâni'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kıyamet gününde Ulu ve Yüce Allah gelmiş geçmiş tüm insanları tek bir alanda toplar. Bu kalabalığın nereden başlayıp nerede bittiğini kim bilebilir!" buyurunca: “Allah ve Resûlü bilir" dedim. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti: “Sonrasında Arş'ın altında biri: «Et tevhid ahalisi!» diye seslenir. Bunu duyan tüm insanlar başlarını kaldırıp sese doğru bakacaklar. Sonra bir daha: «Ey tevhid ahalisi!» diye seslenecek. Üçüncüsünde de: «Yüce Allah sizleri affetti» diyecek. Dünya semasının karanlıklarında karşılıklı haklarını almak için birbirlerine tutunmuş bir şekilde kalktıklarında aynı ses: «Ey tevhid ahalisi! Birbirinizin üzerinde olan haklarınızı affedin, bunun karşılığını size Allah versin» diye seslenecek." İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet gününde herkes toplandığı zaman bir ses: «Ey tevhid ahalisi! Birbirinizin üzerinde olan hakları affedin, karşılığını ben vereyim» diye seslenir." 2"Müminler öyle kimselerdir kî, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Kendilerine O'nun âyetleri okunduğunda bu onların imanlarını artırır ve ancak Rablerine dayanıp güvenirler" İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Kalpleri ürperir" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Müminler öyle kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir.." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Münafıklar herhangi bir farzı eda ederken içlerinden Allah'ı anmazlar. Allah'ın hiçbir âyetine iman etmezler. Allah'a tevekkül etmezler. Kimselerin göremeyeceği yerlerde namaz kılmazlar, mallarının zekatlarını vermezler. İşte Yüce Allah bunların mümin olmadığını bildirmiş ve mümin olanları da: '"Müminler öyle kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Kendilerine O'nun âyetleri okunduğunda bu onların imanlarını artırır ve ancak Rablerine dayanıp güvenirler" şeklinde nitelemiştir. Hakîm et-Tirmizî, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Şehr b. Havşeb'den bildirir: Ümmü'd-Derdâ: “Kalplerin ürpermesi kuru hurma yapraklarının yanması gibi bir şeydir. Ey Havşeb! Sen Allah'ı anınca İçinde bir ürperme hissetmiyor musun?" deyince: “Evet, hissediyorum" karşılığını verdim. Bunun üzerine: “Böyle bir ürpertiyi hissettiğin zamanlarda dua et. Zira böylesi anlarda yapılan dualar kabul görür" dedi. Hakîm et-Tirmizî, Sabit el-Bünânî'den bildirir: Fülan (biri): “Dualarıma ne zaman icabet edildiğini bilirim" deyince: “Bunu nereden biliyorsun?" diye sordular. O da: “Şayet bedenimde bir ürperti, kalbimde bir korku olur, gözlerimden de yaş gelirse anlarım ki duama icabet edilecektir" dedi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre Süddî: “Müminler öyle kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Kişinin, zulüm veya günah olan bir şeyi yapmak üzereyken kendisine: “Allah'a karşı gelmekten sakın!" denilince bundan vazgeçmesidir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Onların imanlarını artırır..." âyetini açıklarken: “Samimiyetlerini arttırır" demiştir. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Rabî' b. Enes: “...Onların imanlarını artırır..." âyetini açıklarken: “Haşyetleri daha da artar" demiştir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Onların imanlarını artırır..." âyetini açıklarken: “İman artar ve eksilir. Zira iman hem söz, hem de amel demektir" demiştir. Ebu'ş-Şeyh, Süfyân b. Uyeyne'den bildirir: Kur'ân imanın artıp eksilebileceğini ifade etmiştir. "...Onların imanlarını artırır..." âyeti îmanın artabileceğini, "...Onların da inkârlarını büsbütün artırır..." âyeti da imanın eksilebileceğini ifade etmiştir. İbn Sa'd'in bildirdiğine göre ashâbdan Umeyr b. Habîb b. Hubâşe: “İman artar ve eksilir" deyince, kendisine: “Artıp eksilmesi nasıl olur?" diye soruldu. Bunun üzerine Umeyr şöyle dedi: “Allah'ı zikredip ona karşı gelmekten sakındığımızda imanımız artar. Gaflete düşüp Allah'ı unuttuğumuzda ve kendimizi kaybettiğimizde de imanımız eksilir." Hakîm et-Tirmizî ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre Ömer b. el- Hattâb: “Şayet Ebu Bekr'in imanı ile yeryüzündeki diğer tüm insanların imanı karşılıklı tartılacak olsa Ebû Bekr'in imanı daha ağır basardı" demiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Ancak Rablerine dayanıp güvenirler" âyetini açıklarken: “Allah'tan başkasına yönelmez ondan başkasından bir şey beklemezler" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Zühd'de, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Allah'a tevekkül imanın başıdır" demiştir. Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Tevekkül imanın başıdır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in başka bir kanaldan bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Allah'a tevekkül imanın yarısıdır" demiştir. 3"Onlar namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir." Ebu'ş-Şeyh, Hassân b. Atiyye'den bildirir: Allah'ın Kitâb'ında iman, hep amelle bağlantılıdır. Zira Yüce Allah önce: “Müminler öyle kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Kendilerine O'nun âyetleri okunduğunda bu onların imanlarını artırır ve ancak Rablerine dayanıp güvenirler" buyurmuş. Sonrasında ise: “Onlar namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir. İşte onlar gerçek müminlerdir..." buyurarak müminleri amel etmeye yönlendirmiştir. 4"İşte onlar gerçek müminlerdir. Onlar için Rableri katında nice dereceler, bağışlanma ve tükenmez bir rızık vardır" İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İşte onlar gerçek müminlerdir..." âyetini açıklarken: “Onlar tamamen küfürden uzak olmuşlardır" demiştir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İşte onlar gerçek müminlerdir..." âyetini açıklarken: “Onlar samimi olan müminlerdir" demiştir. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “İşte onlar gerçek müminlerdir..." âyetini açıklarken: “Onlar gerçek imanı haketmiş ve Allah da böylesi bir imanı onlara vermiştir" demiştir. İbn Ebî Hâtim, Yahya b. ed-Durays vasıtasıyla Ebû Sinân'dan bildirir: Amr b. Murra'ya: “İşte onlar gerçek müminlerdir..." âyeti sorulunca şöyle dedi: “Kur'ân Arapların diliyle nazil oldu. Bir toplulukta birçok efendi olmasına rağmen biri için: “Bu gerçek bir efendidir" demen gibi, bir toplulukla birçok şair olmasına rağmen biri için: “Bu gerçek bir şairdir" demen gibi bu âyette de gerçek müminden söz edilmektedir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Ravk: “İşte onlar gerçek müminlerdir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Küfürlerini gizleyip imanlı olduklarını gösteren bir topluluk vardı. Şartlardan dolayı imanlarını bazen gizleyip bazen de açığa vuran bir topluluk daha vardı. Yüce Allah bu iki topluluğu birbirinden ayırmak için: “Müminler öyle kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Kendilerine O'nun âyetleri okunduğunda bu onların imanlarını artırır ve ancak Rablerine dayanıp güvenirler. Onlar namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir. İşte onlar gerçek müminlerdir..." buyurarak gerçek müminler ile küfürlerini gizleyip imanlı olduklarını gösteren kişilerin bir olmadığını bildirmiştir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Amr b. Murra: “İşte onlar gerçek müminlerdir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Hepsi mümin olsa da Yüce Allah bazılarını bazılarına üstün kılmıştır." Taberânî, Haris b. Mâlik el-Ensârî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile karşılaştığımda bana: “Ey Harisi Bu sabah nasılsın?" diye sordu. "Bu sabah gerçek bir müminim" karşılığını verdim. Bana: “Ne dediğine dikkat eti Her şeyin bir hakikati bir gerçeği vardır. Senin imanının hakikati nedir?" diye sorunca: “Nefsimi dünyevi arzulardan uzaklaştırdım. Gecelerimi ibadetle gündüzlerimi oruçla geçirdim. Şu anda Cennet ahalisinin birbirlerine nasıl baktığını, Cehennem ahalisinin de nasıl feryat ettiklerini görür gibiyim" dedim. Bunun üzerine Allah Resûlü üç defa: “Ey Harisi İmanın hakikatini bildin. Bu şekilde devam et" buyurdu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...Onlar için Rableri katında nice dereceler vardır..." âyetini açıklarken: “Derecelerden kasıt fazilet ve rahmettir" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Onlar için Rableri katında nice dereceler vardır..." âyetini açıklarken: “Derecelerden kasıt dünyada iken yaptıkları değerli amellerdir" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: “...Onlar için Rableri katında nice dereceler vardır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Cennet ahalisi birbirlerinin üzerinde kat kat otururlar. Üstte olan kişi altta olana göre içinde bulunduğu güzel durumu görür ancak altta olan kişi başka kimselerin ondan üstün olduğunu göremez." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “...Onlar için Rableri katında... bağışlanma ve tükenmez bir rızık vardır..." âyetini açıklarken: “Günahlardan uzak durmaya karşılık bağışlanma, salih amellere karşılık da bol bol rızık vardır" demiştir. İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirir: Yüce Allah'ın: “...Tükenmez bir rızık vardır..." buyurduğunu işitirsen bil ki bu rızık Cennettir. 5Bkz. Ayet:6 6"Nasıl kı, Rabbîn seni hak uğruna evinden çıkarmıştı. Müminlerden bir grup ise bu konuda kesinlikle isteksizlerdi. Gerçek apaçık ortaya çıktıktan sonra, sanki göz göre göre ölüme sürülüyorlarmış gibi seninle o konuda tartışıyorlardı." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de Ebû Eyyûb el-Ensârî'den bildirir: Medine'deyken Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Süfyân'ın kervanının geldiği haberini alınca bize: “Bu kervana çıkmaya ne dersiniz? Belki Yüce Allah bu kervanı bize ganimet olarak ihsan eder ve bizi salim bir şekilde geri döndürür" buyurdu. Bu sözü üzerine yola koyulduk. Bir veya iki gün boyunca yol gittikten sonra Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hazırlanmamızı istedi. Hazırlığımızı yaptığımızda üçyüz onüç kişi toplandık. Hazırlandığımızı Allah Resûlü'ne bildirdiğimizde buna çok sevindi. Allah'a hamdetti ve: “Tâlut'un askerlerinin sayısı da bu kadardı" buyurdu. Sonra: “Müşrikler sizin kervan için çıktığınız haberini aldı. Onlarla savaşmaya ne dersiniz?" diye sordu. Biz: “Yâ Resûlallah! Vallahi onlarla savaşacak güçte değiliz. Biz sadece kervan için çıkmıştık" dedik. Bir daha: “Müşriklerle savaşmaya ne dersiniz?" diye sorunca, aynı karşılığı verdik. Mikdâd oradakilere: “İsrail oğullarının Musa'ya: «Sen Rabbinle birlikte gidip savaşın, biz sizleri burada bekleyeceğiz» demeleri gibi demeyin" karşılığını verince: “Nasıl ki, Rabbin seni hak uğruna evinden çıkarmıştı. Müminlerden bir grup ise bu konuda kesinlikle isteksizlerdi. Gerçek apaçık ortaya çıktıktan sonra, sanki göz göre göre ölüme sürülüyorlarmış gibi seninle o konuda tartışıyorlardı. Hani Allah size iki taifeden birini, o sizindir diye vaad ediyordu. Siz de güçsüz olanın sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı meydana çıkarmak ve kâfirlerin ardını kesmek istiyordu" âyetleri nazil oldu. Yüce Allah kervan veya müşriklerden birini bize vaad edince rahatladık. Daha sonra müşriklerle karşı karşıya geldik ve saflarımızı aldık. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allahım! Bana vaat ettiğini senden istiyorum" diye dua etti. Abdullah b. Revâha: “Yâ Resûlallah! Sana görüşümü söylemek istiyorum. Allah Resûlü de elbette ki kendisine görüş bildirecek kişiden daha hayırlıdır. Ancak Yüce Allah vaat ettiği şeyi kendisinden istemenden daha yüce ve daha uludur" deyince, Allah Resûlü: “Ey Revâha'nın oğlu! Yüce Allah'tan vaat ettiğini isteyeceğim, zira Allah vaadinden dönmez" buyurdu. Sonra yerden aldığı bir avuç toprağı müşriklere doğru savurunca müşrikler hezimete uğradı. Yüce Allah da bu konuda: “...Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı..." âyetini indirdi. Bu savaşta müşriklerden kimini öldürdük, kimini de esir aldık. Ömer: “Yâ Resûlallah! Biz sevgi davetçileriyiz. İnsanları esir almanın sana yaraşmadığını düşünüyorum" deyince, biz Ensân "Ömer bize hasedinden dolayı bunu söylüyor" diye düşündük. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) uyuduktan sonra kalktı ve: “Bana Ömer'i çağırın" buyurdu. Ömer gelince de ona: “Yüce Allah bana: «Yeryüzünde savaşırken, düşmanı yere sermeden esir almak hiçbir peygambere yaraşmaz. Geçici dünya malını istiyorsunuz, oysa Allah âhireti kazanmanızı ister. Allah Güçlü'dür, Hakim'dir» âyetini indirdi" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Musannef’te ve İbn Merdûye, Muhammed b. Amr b. Alkame b. Vakkâs el-Leysî'den, o da babasından, o da dedesinden naklen bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir'e doğru yola çıktı. Ravhâ'ya ulaştığı zaman bir konuşma yapıp, ashabına: “Bu konudaki görüşünüz nedir?" diye sordu. Ebû Bekr: “Yâ Resûlallah! Bize ulaşana göre şu şu yerdeler" dedi. Sonra bir konuşma daha yaptı ve bir daha: “Bu konudaki görüşünüz nedir?" diye sordu. Ömer kalkıp Ebû Bekr'in dediğinin aynısını söyledi. Sonra bir konuşma daha yaptı ve yine: “Bu konudaki görüşünüz nedir?" diye sordu. Bu kez Sa'd b. Muâz kalkıp şöyle dedi: “Yâ Resûlallah! Özellikle bizim görüşümüzü mü öğrenmek istiyorsun? Sana lütfeden ve kitabı indirene yemin olsun ki daha öncesinde böylesi bir şeyi yapmış değilim ve bu konuda herhangi bir bilgim yok. Ancak Yemen taraflarındaki Berkü'l-Ğimâd'a kadar gitsen biz de seninle birlikte oraya kadar geliriz. Mûsa'ya: “Sen ve Rabbin gidin savaşın! Biz burada sizleri bekleyeceğiz" diyenler gibi olmayacağız. Aksine biz: “Sen ve Rabbin gidip savaşın! Biz de sizinle birlikte savaşacağız!" diyoruz. Ancak sen başka bir şey için yola çıkmışken Yüce Allah sonradan sana daha başka bir şeyi emretmiş olabilir. Sana emrettiği yeni şeyi yapmaya bak. Dilediğinle bağ kur, dilediğinle de bağını kes. Dilediğine düşman ol, dilediğinle de barış yap. Mallarımızdan dilediğin kadarını al!" Sa'd'ın bu sözleri üzerine de: “Nasıl ki, Rabbin seni hak uğruna evinden çıkarmıştı. Müminlerden bir grup ise bu konuda kesinlikle isteksizlerdi. Gerçek apaçık ortaya çıktıktan sonra, sanki göz göre göre ölüme sürülüyorlarmış gibi seninle o konuda tartışıyorlardı. Hani Allah size iki taifeden birini, o sizindir diye vaat ediyordu. Siz de güçsüz olanın sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı meydana çıkarmak ve kâfirlerin ardını kesmek istiyordu" âyetleri nazil oldu. Zira Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Süfyân'ın kervanı için yola çıkmış ancak yoldayken Yüce Allah ona savaş emrini vermişti. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Nasıl ki, Rabbin seni hak uğruna evinden çıkarmıştı. Müminlerden bir grup ise bu konuda kesinlikle isteksizlerdi. Gerçek apaçık ortaya çıktıktan sonra, sanki göz göre göre ölüme sürülüyorlarmış gibi seninle o konuda tartışıyorlardı" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: “Yüce Allah nasıl ki hak uğruna seni evinden çıkarmışsa şimdi de hak uğruna savaş için çıkardı, anlamındadır. Tartıştıkları konudan kasıt da savaştır." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Süddî'den bildirir: “Nasıl ki, Rabbin seni hak uğruna evinden çıkarmıştı..." buyruğunda çıkarılma Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) savaş için Bedir'e çıkarılmasıdır. "...Müminlerden bir grup ise bu konuda kesinlikle isteksizlerdi" buyruğunda bazı müminlerin müşriklerin peşine düşmede isteksiz oldukları bildirilmiştir. "Gerçek apaçık ortaya çıktıktan sonra, sanki göz göre göre ölüme sürülüyorlarmış gibi seninle o konuda tartışıyorlardı" buyruğunda, sadece Yüce Allah'ın emrettiği şeyi yapmasına rağmen müşrikler geliyor denildiği zaman sanki bile bile ölüme götürülüyorlarmış gibi bazılarının onunla tartıştığı ifade edilmiştir. İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildirir: Bedir savaşı öncesinde Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklerle karşılaşma konusunu ashabına danışıp Sa'd b. Ubâde malum şeyleri söyleyince Allah Resûlü Müslümanların savaş için silahlarını hazırlamalarını emretti. Ancak bu emir bazı müminlerin pek hoşuna gitmedi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Nasıl ki, Rabbin seni hak uğruna evinden çıkarmıştı. Müminlerden bir grup ise bu konuda kesinlikle isteksizlerdi. Gerçek apaçık ortaya çıktıktan sonra, sanki göz göre göre ölüme sürülüyorlarmış gibi seninle o konuda tartışıyorlardı" âyetlerini indirdi. Tartışmaları da müşriklerle savaşmayı istememeleri yüzündendi. Bezzâr, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve İbn Asâkir, Abdurrahman b. Avf'tan bildirir: Yüce Allah hoşumuza gitmeyen ve bize zor gelen bazı şeyleri emrettiğinde hayrın da daha hayırlısının hoşlanmadığımız şeyde olduğunu da gördük. Peygamberimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte hoşumuza gitmese de Mekke'den çıkıp Harre önlerindeki Sebehe denilen yere yerleştiğimizde Yüce Allah bu yerde bize güç ve zafer ihsan etti. Aynı şekilde: “Nasıl ki, Rabbin seni hak uğruna evinden çıkarmıştı. Müminlerden bir grup ise bu konuda kesinlikle isteksizlerdi. Gerçek apaçık ortaya çıktıktan sonra, sanki göz göre göre ölüme sürülüyoriarmış gibi seninle o konuda tartışıyorlardı" âyetlerinde bahsedildiği gibi Bedir'e çıktığımızda Yüce Allah yine burada bize güç ve zafer ihsan etti. Bu şekilde hayrın da daha hayırlısının başlarda hoşumuza gitmeyen şeyde bulduk. İbn Cerîr, Zührî'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından biri: “...Sanki göz göre göre ölüme sürülüyoriarmış gibi seninle o konuda tartışıyorlardı" âyetini açıklarken bu tartışmanın kervan için çıkış konusunda olduğunu söylerdi. 7Bkz. Ayet:8 8"Hanı Allah size iki topluluktan birini, o sizindir diye vaat ediyordu. Siz de güçsüz olanın sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı meydana çıkarmak ve kâfirlerin ardını kesmek istiyordu. Ki günahkârlar istemese de hakkı gerçekleştirsin, bâtılı da ortadan kaldırsın" Beyhakî, Delâil'de İbn Şihâb ve Mûsa b. Ukbe'den bildirir: Nahle vadisinde İbnu'l-Hadramî'nin öldürülmesinden iki ay sonra Ebû Süfyân b. Harb, Kureyş'e ait bir kervanla Şam'dan Mekke'ye doğru dönüşe geçti. Kervanda, içlerinde Mahreme b. Nevfel ve Amr b. el-Âs'ın da bulunduğu Kureyş'in her bir ailesinden yetmiş binekli vardı. Şam'a ticaret için gitmişlerdi ve neredeyse Mekke'nin tüm mallarını götürmüşlerdi. Kervan'da bin devenin bulunduğu, Kureyş'ten bir ûkiyye ve üstü malı (gümüşü) olan her bir kişinin bunu ticaret için bu kervana verdiği söylenir. Sadece Huvaytib b. Abdiluzza'nın bu kervanda malı yoktu. Bedir savaşına katılmayışı da bundan dolayıdır. Bedir savaşı öncesi Müslümanlarla müşrikler arasında Nahle vadisinde bir karşılaşma olmuş, bu karşılaşmada İbnu'l-Hadramî öldürülürken Osmân ile Hakem esir alınmıştı. İki ay sonrasında Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Süfyân'ın kervanının dönüşe geçtiği söylenince Allah Resûlü kervandan haber getirmek üzere aslen Cüheneli olan Ğanm oğullarından Adiy b. Ebi'z- Ze'bâ el-Ensârî ile Besbes'i (İbn Amr) gönderdi. Adiy ile Besbes yola çıkıp sahile yakın bir yerde olan Cüheyne'den bir kabileye geldiler ve kervan ile Kureyş tüccarlarını sordular. Cüheyneliler kervan hakkında bildiklerini onlara söyleyince geri dönüp durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) aktardılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de Müslümanların hazırlanmalarını söyledi ki aylardan Ramazan'dı. Ebû Süfyân da Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabından yana bir korku içinde Cüheynelilerin yanına ulaştı. Onlara Muhammed hakkında bir haberleri olup olmadığını sorunca, Adiy ile Besbes'in gelip kervan hakkında bilgi istediklerini söylediler. Develerini bağladıkları yerleri de onlara gösterdiler. Ebû Süfyân: “Develerin dışkısından bir şeyler getirin" dedi. Getirilen deve dışkısını karıştırınca hurma çekirdeklerini gördü ve: “Bu Yesrib ahalisinin hayvanlar için kullandıkları yemdir. Gelen iki kişi de Muhammed'in gözcüleri idi" dedi. Ardından Müslümanlara yakalanmanın korku ve endişesi içinde aceleyle yola koyuldular. Ebû Süfyân, Ğifâr kabilesinden Damdam b. Amr adında bir adamı da: “Yola çıkın ve kervanınızı Muhammed ile arkadaşlarından koruyun! Zira kervana el koymak için arkadaşlarını harekete geçirdi" şeklinde bir haberle Kureyş'e gönderdi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) halası Âtike binti Abdilmuttalib, Mekke'de kardeşi Abbâs b. Abdilmuttalib'in yanında kalıyordu. Bedir savaşı öncesinden ve Damdam'ın Mekke'ye gelişinden önce bir rüya görüp korktu. Korkunca aynı gece kardeşi Abbâs'a gelmesi için haber yolladı. Abbâs gelince ona: “Bir rüya gördüm ve kavminin helak olmasından korktum" dedi. Abbâs: “Ne gördün?" diye sorunca da, Âtike: “Bunu başkalarına söylemeyeceğine dair bana söz vermeden sana anlatmam! Çünkü bunu duyacak olurlarsa bize eziyet eder ve işitmek istemediğimiz sözler söylerler" dedi. Abbâs ona bu yönde söz verince de Âtike şöyle anlattı: “Bir yolcu gördüm. Bineğinin üzerinde Mekke'nin en üst tarafından gelerek avazı çıktığı kadar: “Ey ihanet ailesi! İki veya üç gün içinde yola çıkın!" diye bağırıyordu. Sonra bineğiyle birlikte Mescid'e girdi. Mescid'in içinde de üç defa bağırdı. Erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan bazıları korku içinde ona doğru yöneldiler. Sonra yine bineğinin üzerindeyken onu Kâbe'nin üzerinde gördüm. Orada yine aynı şekilde üç defa: “Ey ihanet ailesi! Ey ahlaksızlık ailesi! İki veya üç gün içinde yola çıkın!" diye bağırdı. Sonra onun, Ebû Kubeys dağı üzerinde aynı şekilde: “Ey ihanet ailesi! Ey ahlaksızlık ailesi!" diye bağırdığını işittim ki Mekke ahalisinden iki dağ arasında onu duymayan kalmadı. Sonra büyükçe bir kayayı tutup yerinden söktü ve Mekke ahalisinin üzerine fırlattı. Kaya büyük bir gürültüyle gelip dağın dibinde parçalandı. O kayanın parçalarının Mekke'de girmediği ev kalmadı. Kavminin başına bir kötülüğün gelmesinden korktum." Âtike'nin bu rüyasında korkan Abbâs yanından ayrıldı. Gece sonuna doğru Abbâs, dostu olan Velîd b. Utbe b. Rabîa ile karşılaştı. Ona Âtike'nin rüyasını anlattı ve kimseye söylememesini istedi. Ancak Velîd bunu babası Utbe'ye anlattı. Utbe de kardeşi Şeybe'ye anlattı. Bu şekilde konu Ebû Cehil b. Hişâm'ın kulağına kadar gitti ve Mekke'de yayıldı. Sabah olunca Abbâs, Kabe'yi tavaf için gitti. Orada Ebû Cehil, Utbe b. Rabîa, Şeybe b. Rabîa, Ümeyye b. Halef, Zem'a b. el-Esved ve Ebu'l-Bahterî'yi bir grupla konuşurken buldu. Abbâs'ı gördüklerinde Ebû Cehil ona: “Ey Ebu'l-Fadl! Tavafın bittiğinde yanımıza gel" diye seslendi. Abbâs tavafını bitirince gelip yanlarında oturdu. Ebû Cehil ona: “Ey Ebu'l-Fadl! Âtike'nin gördüğü rüya ne?" diye sordu. Abbâs: “Rüya filan görmedi" karşılığını verince Ebû Cehil: “Ey Hâşim oğulları! Erkeklerinizin yalanları yetmedi de artık kadınlarınızın yalanlarıyla mı karşımıza çıkıyorsunuz! Sizlerle bizler galibiyet için yarışan atlar gibiydik. Ancak atlarımız yan yana gelince: «İçimizden bir Peygamber geldi!» dediniz. Yakında da: «İçimizden bir kadın Peygamber geldi!» demeye başlayacaksınız! Kureyş'te, erkekleri ve kadınları sizden daha yalancı olan başka bir aile görmedim!" dedi. O gün Abbâs'a ağır bir şekilde eziyet ettiler. Ebû Cehil yine şöyle dedi: “Âtike, bir atlının: «İki veya üç gün içinde buradan çıkın!» dediğini iddia ediyor. Bu üç gün geçince de Kureyş onların yalancılıklarını görecektir. Araplar içinde en yalancı erkek ve kadının sizden olduğuna dair bir yazı da yazıp Kabe'ye asacağız. Ey Kusayoğulları! Kabe kapıcılığı, toplantılara ev sahipliği yapma, hacılara su dağıtma, sancağı taşıma, hacılara yemek dağıtma işini almanız size yetmedi mi de bize gelip bir de içinizden bir peygamberin geldiğini söylüyorsunuz!" Bunun üzerine Abbâs ona: “Yeter artık! Yalancılık asıl sende ve ailendedîr!" karşılığını verdi. Orada bulunanlar da: “Ey Ebu'l-Fadl! Sen cahil ve bunak biri değilsin (bu rüyaya nasıl inanırsın)!" dediler. Âtike'nin rüyasını ifşa ettiği için Abbâs bu şekilde ağır bir eziyete maruz kaldı. Ancak Âtike'nin gördüğü rüyanın üçüncü gecesinde, Ebû Süfyân'ın gönderdiği atlı olan Damdam b. Amr el-Ğifârî, Kureyşlilere geldi ve: “Ey Ğâlib b. Fihr ailesi! Yola çıkın! Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabı Ebû Süfyân'a saldırmak için hareket ettiler. Kervanınıza sahip çıkın!" diye seslenmeye başladı. Bunu duyan Kureyş büyük bir korkuya kapıldı ve Âtike'nin rüyasından dolayı tedirgin oldular. Abbâs da: “Bizim yalancı olduğumuzu söylemiş ve Âtike'yi yalancı çıkarmıştınız!" dedi. Sonrasında küçük büyük demeden develerine binip kervanı korumak için yola çıktılar. Ebû Cehil: “Muhammed, Nahle vadisinde yaptığını kervan için de yapabileceğini mi düşünüyor! Kervanımıza sahip çıkıp çıkmadığımızı görecek!" dedi ve dokuz yüz kişilik bîr orduyla yola düştüler. İçlerinde yüz tane de atlı vardı. Az da olsa Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabına meyli olan, Müslüman olduğunu bildikleri herkesi, Hâşim oğullarından değer vermedikleri kişiler hariç herkesi beraberlerinde götürdüler. Zorla yanlarında götürdükleri içinde Abbâs b. Abdilmuttalib, Nevfel b. el-Hâris, Tâlib b. Ebî Tâlib ve Akîl b. Ebî Tâlib gibi kişiler de vardı. İşte bundan dolayıdır ki Tâlib b. Ebî Tâlib: "Tâlib bu süvarilerle birlikte çıkıp savaşsın Ancak ne ölsün ne de galip olarak dönsün " şeklinde bir şiir söylemiştir. Müşrikler Cuhfe'ye ulaştıklarında su ihtiyacını gidermek ve su tulumlarını doldurmak üzere orada konakladılar. İçlerinde Cuheym b. es-Salt b. Mahreme adında Muttalib b. Abdimenâf oğullarından bir adam vardı. Cuheym orada başını koyup az bir uyuduktan sonra korku içinde uyandı ve arkadaşlarına: “Az önce başımda duran süvariyi gördünüz mü?" diye sordu. Arkadaşları: “Hayır! Sen aklını oynatmışsın!" karşılığını verdiler. Cuheym: “Demin başımda bir süvari durdu ve Ebû Cehil, Utbe, Şeybe, Zem'a, Ebu'l- Bahterî, Umeyye b. Halef gibi Kureyş'in ileri gelenlerinin adlarını sayarak bunların öldürüldüğünü söyledi" deyince, arkadaşları: “Anlaşılan şeytan seninle oynamış" karşılığını verdiler. Cuheym'in bu olayı Ebû Cehil'e anlatılınca: “Hâşim oğullarının yalanı yanında şimdi de Muttalib oğullarının yalanıyla mı geldiniz! Oysa yarın kimlerin öleceğini göreceksiniz!" dedi. İçlerinden Ebû Süfyân b. Harb, Mahreme b. Nevfel, Amr b. el-Âs gibi kişilerin de bulunduğu Kureyş'e ait kervan Şam'dan döndüğü Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirilince Allah Resûlü kervanı karşılamak üzere yola çıktı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'den çıkarken Dînar oğullarının orada bulunan geçidinden çıktı. Dönüşte de Vedâ tepesinden şehre girdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) üçyüz onaltı kişi ile birlikte yola çıktı. (İbn Fuleyh'in rivayetinde bu sayının üçyüz onüç olduğu zikredilir.) Ashabından birçoğu da gözcülük yapmak üzere geride kaldılar. Yüce Allah'ın Müslümanları aziz kıldığı ilk savaş da bu olacaktı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicretinden onsekiz ay sonra Ramazan ayında yola çıktı. Yanındaki Müslümanlar da sadece kervanı ele geçirmek niyetiyle çıkmışlardı. Dînar oğullarının oradaki geçidinden şehir dışına çıktığında Müslümanlarda binek hayvanı çok değildi. Daha çok su taşımak için kullanılan develere binmişlerdi. Yanlarındaki bu develere de sırayla biniyorlardı. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yol arkadaşları da Ali b. Ebî Tâlib ile Hamza'nın anlaşmalısı Mersed b. Ebî Mersed el-Ganevi idi. Üçünde de sadece bir tane deve vardı. Mekke ile Medine arasında bulunan İrku'z- Zabya'ya ulaştıklarında Tihâme tarafından gelen bir yolcuyla karşılaştılar. Müslümanlar yollarına devam ederken ashâbdan birkaç kişi bu adamla durup Ebû Süfyân'ı sordular. Adam: “Onun hakkında herhangi bir bilgim yok" karşılığını verdi. Adamdan bu konuda bir şey öğrenemeyeceklerini anladıklarında: “Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) selam ver" dediler. Adam: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) aranızda mı ki?" dîye sorunca: “Evet!" dediler. Adam: “Hanginiz?" diye sorunca, Allah Resulünü ona gösterdiler. Bedevi, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Dediğin gibi sen gerçekten Allah'ın Resûlü müsün?" diye sorunca, Allah Resûlü: “Evet!" karşılığını verdi. Adam: “Dediğin gibi gerçekten Allah'ın Resûlü isen bu devemin karnındakinin ne olduğunu bil" deyince, Ensâr'dan ve Abdileşhel oğullarından biri olan Seleme b. Selâme b. Vakş buna çık kızdı ve adama: “Sen bu deveyle ilişkiye girdin. Karnında da senin çocuğun var!" karşılığını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Seleme'nin böyle çirkince çıkışından hoşlanmadı ve ondan yüz çevirdi. Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kervan hakkında .herhangi bir bilgi alamadan ve Kureyşlilerin de Mekke'den yola Çıktığını bilmeden yoluna devam etti. Bir ara ashabına: “İçinde bulunduğumuz bu durum ve yolculuğumuz hakkında ne düşünüyorsunuz?" diye sorunca, Ebû Bekr: “Yâ Resûlallah! Bölgedeki mesafeleri herkesten çok biliyorum. Adiy b. ez- Ze'bâ'nin bize bildirdiğine göre kervan filan vadideymiş. Yani Bedir denilen yere onlarla aynı zamanda varır orada karşılaşırız" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir daha: “Bana bu konudaki görüşlerinizi söyleyin" buyurunca, Ömer b. el-Hattâb: “Yâ Resûlallah! Kureyş aziz oldu olalı hiçbir zaman zelil duruma düşmedi. Küfre bulaştığından beri de hiçbir zaman imana gelmedi. Bunlar seninle savaşacaklar. Onun için gerekli önlemleri al ve savaş için hazırlığını yap" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir daha: “Bana bu konudaki görüşlerinizi söyleyin" buyurunca, Mikdâd b. Amr: «Biz Mûsa'ya: “Sen ve Rabbin gidin savaşın! Biz burada sizleri bekleyeceğiz» diyenler gibi olmayacağız. Aksine biz: «Sen ve Rabbin gidip savaşın! Biz de sizinle birlikte savaşacağız!» diyoruz" karşılığını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir daha: “Bana bu konudaki görüşlerinizi söyleyin" buyurdu. Sa'd b. Mûaz, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına danışıp, görüş bildirmelerine rağmen bir daha görüşlerini sormadaki ısrarını görünce aslında Ensâr'ın bu konudaki görüşlerini öğrenmek istediğini, niyet ettiği işte kendisine yardım edip etmeyecekleri konusunda çekincesi bulunduğunu düşündü. Bunun üzerine şöyle dedi: “Yâ Resûlallah! Sanırım Ensâr'ın bu konuda sana yardım etmeyeceklerini, düşmanları bizzat evlerine, kadınlanna ve çocuklarına saldırırken görmedikçe onlarla savaşmayı uygun görmeyeceklerini düşünüyorsun. Yâ Resûlallah! Ben Ensâr'ın yerine ve onlar adına cevap vereceğim. Dilediğin gibi hareket et. Mallarımızdan dilediğin kadarını al, dilediğin kadarını da bize bırak. Bizden aldığın bıraktığından daha fazla bizi sevindirecektir. Vallahi bineğini Yemen'deki Ğimd'de bulunan Berk'e sürsen dahi biz de peşinden gideriz."Sa'd böyle deyince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'ın ismiyle yola koyulun! Müşriklerin nasıl öldürüldüklerini gördüm!" buyurdu ve Bedir'e doğru harekete geçti. Ebû Süfyân ise aşağılara, deniz sahiline doğru inip oradan yoluna devam etti. Farklı bir yol tutup kervanı Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) kurtardığını düşündüğü için de Kureyş'e: “Sizler kervanı korumak ve kurtarmak için Mekke'den çıktınız. Kervan da kurtulduğuna göre artık Mekke'ye geri dönebilirsiniz" şeklinde bir mektup yazdı. Müşrikler Cuhfe'de iken bu mektup kendilerine ulaştı. Ebû Cehil: “Vallahi Bedir'e ulaşmadan, orada konaklayıp Araplardan bizimle gelenlere yemek ikramında bulunmadan geri dönmeyiz. Çünkü bizi gördükten sonra kimseler bizimle savaşmaya cesaret edemez" dedi. Ahnes b. Şarîk ise Ebû Cehil'in bu kararını beğenmedi. Geri dönmek istedi ve diğerlerinin de dönmesi yönünde görüş bildirdi. Ahnes, Kureyşlilerin dönmesinden ümidini kesince Zühre oğullarına ısrarda bulundu. Onlar bunu kabul edince onlarla birlikte Mekke'ye geri döndü. Bu şekilde Zühre oğulları Bedir savaşına katılmadılar. Sonrasında da Ahnes ölene kadar onun sözünü dinlediler, görüşlerine itibar ettiler. Hâşim oğulları da dönenlerle birlikte dönmek istedi ancak Ebû Cehil onlara sert davranıp: “Vallahi hep birlikte dönene kadar içimizden kimse geri dönmeyecek!" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip Bedir'e en yakın yerde konakladı. Sonra Ali b. Ebî Tâlib, Zübeyr b. el-Avvâm, Besbes el-Ensârî'yi ashabından bir grupla Bedir taraflarındaki tepeleri göstererek: “Şu tepelere doğru gidip bakın. Tepelerin ardındaki kuyuda müşriklerin durumunu öğrenmenizi umuyorum" buyurdu. Kılıçlarını kuşanmış bir şekilde oraya gittiler. Vardıklarında Kureyşlilerin su doldurmak üzere gönderdikleri kişileri gördüler. İçlerinden iki tane köleyi aldılar. Bunlardan biri Haccâc oğullarının kölesi Esved ile Ebu'l- Âs'ın kölesi Eşlem idi. Diğerlerini ise Kureyşlilere doğru bıraktılar. Sonradan köleleri alıp Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiler. Suyun yanında kurulan çardakta oturuyordu. Ashab köleleri Ebû Süfyân'ın olduğunu düşündükleri için Ebû Süfyân ile yanındakiler hakkında soru sormaya başladılar. Köleler ise Mekke'den çıkan müşrikler, başında bulunanlar ve onlarla birlikte gelenler hakkında konuşuyorlardı. Fakat Müslümanlar onlara inanmıyordu. Müslümanlar kölelerin haklarında bilgiler verdikleri müşriklerden nefret etmelerine rağmen Ebû Süfyân'ın kervanına tamah ettikleri için onun hakkında bilgi istiyorlardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de namaz kılıyor, ancak Müslümanların bu iki köleye yaptıklarını görüp işitiyordu. Müslümanlar kölelere vurunca, köleler: “Evet! Ebû Süfyân da burada" diyorlardı. Oysa kervan Yüce Allah'ın da buyurduğu gibi müslümanların aşağısında bulunuyordu. Yüce Allah bu konuda: “Siz vadiye en yakın ve onlar da en uzak yamaçta idiler; kervanın süvarileri sizden daha aşağıdaydı. Savaş için buluşmak üzere sözleşmeye kalksaydınız, vaktini tayinde anlaşmazlığa düşerdiniz; fakat Allah mahvölah, apaçık belgeden ötürü mahvolsun, yaşayan da apaçık belgeden ötürü yaşasın diye olacak işi yaptı. Doğrusu Allah işitir ve bilir" buyurmuştur. Sonrasında köleler: “Müşrikler sizinle savaşmaya geldi" deyince, Müslümanlar onları yalanlıyor, ancak: “Ebû Süfyân burada" dedikleri zaman onları bırakıyorlardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onların bu yaptığını görünce selam verip namazını bitirdi ve Müslümanlara: “Size ne bilgi verdiler?" diye sordu. Müslümanlar: “Müşriklerin savaş için geldiklerini söylediler" karşılığını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de: “Doğru söylemişler! Vallahi doğruyu söyledikleri zaman onları dövüyor, yalan söyledikleri zaman ise onları bırakıyorsunuz. Kervanı sizden korumak için müşrikler buraya geldiler" buyurdu. Daha sonra köleleri çağırıp müşrikleri sordu. Onlar da Kureyşlilerin durumunu anlattılar, ancak: “Ebû Süfyân hakkında herhangi bir bilgimiz yok" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Müşrikler kaç kişi?" diye sorunca, köleler: “Bilmiyoruz, ama vallahi sayıları çok fazla" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Dün yemeklerini kim verdi?" diye sorunca, adamın birinin adını söylediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kaç deve kesti?" diye sorunca: “On deve kesti" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bir önceki gün yemeklerini kim verdi?" diye sorunca, başka birinin adını söylediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kaç deve kesti?" diye sorunca: “Dokuz deve kesti" dediler. Bir gün dokuz bir gün de on deve kesmeleri Üzerine Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sayıları dokuz yüz ile bin arasında" buyurdu. Sonra: “Karargâhın yeri konusunda ne dersiniz?" diye sorunca Seleme oğullarından biri olan Hubâb b. el-Münzir: “Yâ Resûlallah! Ben bu gölgeyi ve kuyularını iyi biliyorum. Sen de uygun görürsen suyu bol ve temiz olan bir kuyuya müşriklerden önce varıp karargâhı kuralım. Sonra diğer tüm kuyuları kapatalım" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “O zaman yola koyulun! Yüce Allah iki topluluktan birini size vaat etti" buyurdu. Bu sözü üzerine Müslümanlardan çoğunun içine bir korku düştü. Şeytanın da korkutmasıyla içlerinde çekince de vardı. Bir yandan Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Müslümanlar, diğer yandan müşrikler iik önce suya varmak için hızlıca harekete geçtiler. O gece Yüce Allah bir yağmur gönderdi. Bu yağmur müşriklere sağanak şeklinde yağıp bir bela oldu ve yol almalarını engelledi. Müslümanlar için ise hafif bir şekilde indi ve kumluk olan yollarını az bir ıslatıp serinletti. Bu şekilde Müslümanlar gece yansı müşrikferden önce su başına vardılar ve yerleştiler. Söz konusu kuyunun suyunu yaptıkları büyük bir havuzda topladılar. Geri kalan kuyuları da kapattılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İnşallah yarın sabah burası onların mezarı olacaktır" buyurdu. Yüce Allah bu konuda: “Hani (Allah) kendi tarafından bir güvenlik olarak sizi hafif bir uykuya daldırıyor; sizi temizlemek, sizden şeytanın vesvesesini gidermek, kalplerinizi pekiştirmek ve ayaklarınızı sağlam bastırmak için üzerinize gökten yağmur yağdırıyordu" buyurdu. Sonrasında havuzun çevresinde Müslümanları konuşlandırdı. Müşrikler karşıdan göründüğünde: “Allahım! İşte müşrikler! Tüm kibirleri ve büyüklenmeleriyle, sana meydan okuyarak ve elçini yalanlayarak geldiler. Allahım! Senden bana vaat ettiğin şeyi istiyorum" diye dua etti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr'in kolundan tutmuş: “Allahım! Senden bana vaat ettiğini diliyoruml" diye dua ediyordu. Bunun üzerine Ebû Bekr: “Sevin! Nefsim elinde olana yemin olsun ki Yüce Allah sana vaat ettiğini yerine getirecektir!" dedi. Müslümanlar Yüce Allah'tan yardım ve zafer isteyince, Allah da Peygamberine ve Müslümanlara icabet etti. Müşrikler karşıdan geldiler. Şeytan da Surâke b. Cu'şum el-Mudlicî suretinde içlerindeydi. Kinâne oğullarının kendilerine yardım için arkadan geldiğini, böylesi bir günde kendilerini kimselerin yenemeyeceğini, Kinâne oğullarının geleceğini söylemesiyle kendilerine arka çıkacağını söylüyordu. Yüce Allah bu konuda: “Yurtlarından böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan men edenler gibi olmayın. Allah onların işlediklerini her yönüyle bilendir. Şeytan onlara işlediklerini güzel gösterdi ve «Bugün insanlardan sizi yenecek kimse yoktur; doğrusu ben de size yardımcıyım» dedi. İki ordu karşılaşınca da, geri dönüp, «Benim sizinle ilgim yok; doğrusu sizin görmediğinizi ben görüyorum ve şüphesiz Allah'tan korkuyorum, Allah'ın azabı şiddetlidir» dedi" âyetlerini indirdi. Müşriklerden biri Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanındakilerin azlığını görünce: “Bunlar kandırılmış kişilerdir" dedi. Bu konuda da Yüce Allah: “Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunan kimseler, «Bunları dinleri aldatmış» diyorlardı. Hâlbuki kim Allah'a tevekkül ederse, hiç şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir" buyurdu. Sonrasında müşrikler meydana gelip savaş için hazırlandılar. Hakîm b. Hizam, Utbe b. Rabîa'nın yanına gitti ve: “Yaşadığın sürece Kureyşlilerin efendisi olmak ister misin?" dedi. Utbe: “Neye karşılık?" diye sorunca, Hakîm: “İki tarafın savaşmasına engel ol. Öldürülen İbnu'l-Hadramî'nin kanı ile Muhammed'in o kervandan aldıklarının sorumluluğunu yüklen. Zira Kureyşliler Muhammed'den, o kervandan aldıkları ile İbnu'l-Hadramî'nin kanından başka bir şey istemiyorlar" karşılığını verdi. Utbe: “Evet, yaparım. Çok güzel bir şey söyledin ve çok güzel bir şeye davet ettin. Sen bu konuda kabilenle konuş, ben de dediğin şeyi yapmayı üzerime alıyorum" dedi. Hakîm, Kureyş'in eşrafıyla görüşüp onları buna davet etti. Utbe de bir deveye binerek arkadaşlarıyla birlikte müşriklerin arasında dolaştı ve şöyle dedi: “İnsanlar! Dinleyin ve sözüme itaat edin. Siz Müslümanlardan İbnu'l- Hadramî'nin kanı ile bulunduğu kervandan aldıklarından başka bir şey istemiyorsunuz. Kan ve kervandan alınanların sorumluluğunu ben üzerime alıyorum. Bu adamı da bırakın! Şayet peygamber değil de yalancı biri ise onu öldürme işini başka Araplar yerine getirecektir. Zira Müslümanlar ile müşriklerin içinde karşılıklı akraba olanlar var. Onları öldürecek olursanız kişi bir ömür kardeşinin veya oğlunun veya yeğeninin veya amcası oğlunun katiliyle yüz yüze gelecek. Bu da nesilden nesile kin ve öfkeyi aktaracaktır. Şayet bu adam bir hükümdar ise kardeşiniz olan birinin hükümranlığı altındasınız dernektir. Yok, eğer gerçekten bir peygamber ise o zaman neden bir peygamberi öldürüp kötü bir işe bulaşasınız? Hepsini tamamen öldürmedikten sonra da onları bitiremezsiniz. Ancak tersinin olmamasının, sizleri öldürmeyeceklerinin de güvencesini veremem!" Ebû Cehil, Utbe'yi bu konuşmasından dolayı kıskandı ve yeminler ederek aklındakini yapma dışında başka bir yolu kabul etmeyeceğini söyledi. Öldürülen İbnu'l-Hadramî'nin kardeşine: “Utbe insanların içine korkuyu düşürmek istiyor. Senin de kabul ettiğini varsayarak kardeşinin diyetini yükleniyor" dedi. Söylenene göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Utbe'yi izlerken: “Şayet müşriklerin içinde hâlâ bir hayır varsa o da şu kırmızı devenin üzerindeki adamda vardır ve onun -sözünü dinlerlerse doğrusunu yapmış olurlar" buyurmuştur. Ebû Cehil, Kureyşlileri savaş için kışkırtırken kadınların da Amr'a ağıtlar yakmasını söyledi. Kadınlar da: “Ah Amr! Vah Amr!" diye feryat edip ağlayarak insanları savaşa kışkırtmaya başladılar. Sonunda Kureyşliler savaş üzerinde karar kıldılar. Bunun üzerine Utbe, Ebû Cehil'e: “Bu gün kimin görüşünün daha doğru olduğunu göreceksin!" dedi. Sonrasında Kureyşliler savaş düzenine girdi. Umeyr b. Vehb'e: “Git ve Muhammed ile ashabının durumlarını öğren de gel" dediler. Umeyr atına binip Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabının bulunduğu yere gidip dolaştı. Sonra müşriklerin yanına döndü ve: “Üç yüz savaşçıları var. Birkaç kişi daha fazla veya daha az olabilir. Yetmişe yakın da develeri bulunuyor. Biraz daha bekleyin gidip bakayım yardımcı kuvvetleri veya kurdukları bir pusu var mı" dedi. Umeyr, süvarileri de yanına alarak gidip Müslümanların çevresinde dolaştı. Sonra dönüp: “Ne yardımcı kuvvetleri, ne de kurdukları bir pusuları var. Basit bir topluluktan da öte değiller" dedi. Bunun üzerihe Umeyr'e: “Sen askerleri kışkırtıp coşturmaya bak" dediler. Umeyr de yanına yüz atlı alarak askerlerin saflarına gitti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) uzandı ve: “Ben size izin vermeden savaşa başlamayınl" buyurdu. Uyku bastırınca da uyudu. Müslümanlar birbirlerine bakmaya başlayınca Ebû Bekr: “Yâ Resûlallah! Müşrikler yaklaştılar ve yanımıza kadar ulaştılar" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) uyandı. Uykusunda Yüce Allah müşrikleri kendisine az göstermişti. Müslümanların sayısını da müşriklere az göstermişti. Bundan dolayıdır ki müşrikler daha da hırslanmışlardı. Şayet müşrikleri onlara çok gösterseydi âyette de buyurduğu gibi savaş konusunda çekişir ve başarısız olurlardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkıp Müslümanlara bir konuşma yaptı. Konuşmasında böylesi bir günde şehit olanlara Yüce Allah'ın Cenneti vaat ettiğini söyledi. Askerler için hamur yoğuran Umeyr b. el-Humâm bunu duyunca hamur işini bıraktı ve Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yâ Resûlallah! Öldürülürsem benim için Cennet mi var?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet!" karşılığını verince, Umeyr müşriklerin arasına daldı ve şehit oldu. Müslümanlar içinde ilk öldürülen kişi de kendisi oldu. Müşriklerden Esved b. Abdil-Esed el-Mahzûmî, Muhammed'in yaptırdığı havuzdan su içeceğine, sonra da onu yıkacağına dair putlarının adına yeminler etmeye başladı. Havuza yaklaşınca da karşısına Hamza b. Abdilmuttalib çıktı. Kılıcıyla vurup ayağını kesti. Esved emeklemeye başlayınca havuzun içine düştü. Hamza peşinden havuza indi ve onu öldürdü. Utbe b. Rabîa devesinden indi ve müslümanlara: “Var mı karşıma çıkacak!" diye seslendi. Ardından kardeşi Şeybe ve oğlu Velîd de meydana indiler ve onun gibi çarpışmak için adam istediler. Ensâr'dan üç kişi karşılarına çıkmak için kalktılar, ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bundan mahçup oldu ve saflarına geri dönmelerini, onlara karşı amcaoğullarının çıkmasını istedi. Bunun üzerine Hamza, Ali b. Ebî Tâlib ve Ubeyde b. el-Hâris b. el-Muttalib çıktı. Hamza Utbe'yi, Ubeyde ise Şeybe'yi, Ali de Velîd'i öldürdü. Şeybe, Ubeyde'nin ayağına vurup kesmişti, ancak Hamza ile Ali ona yardım ettiler. Ubeyde alandan taşındı; ancak Safrâ vadisinde vefat etti. Müşriklerden üç kişinin öldürülmesi üzerine Hind fırsat bulması halinde Hamza'nın ciğerini yiyeceğine dair yemin etti. Bunlar her iki tarafın da bilfiil savaşa başlamasından önce oldu. Savaşın bu şekilde başlamak üzere olduğunu gören Müslümanlar dualar ederek Yüce Allah'tan yardım ve zafer istediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de vaat ettiğini kendisine vermesi için ellerini kaldırıp: “Allahtm! Şayet bu topluluk yenilecek olursa şirk yayılacak ve dinini ayakta tutan kimseler kalmayacak" diye dualar ediyordu. Ebû Bekrde: “Yâ Resûlallah! Nefsim elinde olana yemin olsun ki Yüce Allah sana yardım edip zafer ihsan edecek, yüzünü kara çıkartmaya çaktır!" diyordu. Bunun üzerine Yüce Allah müşriklerin her iki tarafına meleklerden ordular gönderdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları görünce: “Yüce Allah yardımını gönderdi! Melekler indi! Müjdeler olsun ey Ebû Bekri Cebrail'i sarığıyla yüzünü kapatmış bir şekilde yerle gök arasını dolduran süvarilere komuta ettiğini gördüm. Yere indiği zaman oturdu. Bir ara gözümden kayboldu, ama kalktığında dudaklarında toz gördüm" buyurdu. Ebû Cehil de: “Allahım! Bu iki topluluktan hayırlı olanı muzaffer eyle! Allahım! Bizim dinimiz eski, Muhammed'in dini ise henüz yenidir" demeye başladı. Şeytan melekleri görünce dönüp kaçmaya başladı ve müşriklere yardım etmekten uzak durdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yerden bir avuç toprak alıp müşriklerin yüzlerine doğru savurdu. Yüce Allah o bir avuçluk toprağı çoğalttı ve müşriklerden gözüne toz kaçmayan tek bir kişi dahi kalmadı. Bu arada melekler de müşrikleri öldürüyor, esir alıyordu. Müşriklerden her biri yere kapanmış nereye gideceğini bilemiyor, gözüne giren tozu toprağı temizlemekle uğraşıyordu. Sonunda müşrikler hezimete uğramış bir şekilde Mekke'ye geri döndüler. Bedir savaşında Yüce Allah müşrik ve münafıkları zelil kıldı. Medine'de ne kadar münafık ve Yahudi varsa Bedir'de olanlardan dolayı boyun bükmüşlerdi. O günü Furkân Günü'ydü; zira Yüce Allah bu günde şirk ile imanı birbirinden ayırmıştı. Yahudiler de: “Tevrat'ta anlatılan peygamber gerçekten de budur! Vallahi bugünden sonra girdiği bütün savaşlarda artık muzaffer olacaktır" demeye başladılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dönüşte Medine'ye Vedâ tepesinden girdi. Yüce Allah da başlarda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile çıkmayı istemedikleri konuda onlara bahşettiği nimetleri anlatan: “Nasıl ki, Rabbin seni hak uğruna evinden çıkarmıştı. Müminlerden bir grup ise bu konuda kesinlikle isteksizlerdi. Gerçek apaçık ortaya çıktıktan sonra, sanki göz göre göre ölüme sürülüyoriarmış gibi seninle o konuda tartışıyorlardı. Hani Allah size iki taifeden birini, o sizindir diye vaat ediyordu. Siz de güçsüz olanın sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı meydana çıkarmak ve kâfirlerin ardını kesmek istiyordu. Ki günahkârlar istemese de hakkı gerçekleştirsin, bâtılı da ortadan kaldırsın" âyetlerini indirdi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ve müminlerin yardım talebine icabet etmesi konusunda: “Hani Rabbinizden yardım istiyor, ya karıyordunuz. O da, «Ben size ard arda bin melekle yardım ediyorum» diye cevap vermişti. Allah bunu, sadece bir müjde olsun ve onunla kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı. Yoksa yardım, ancak Allah katındandır. Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetlerini indirdi. Kendilerine bastıran uyku konusunda: “Hani (Allah) kendi tarafından bir güvenlik olarak sizi hafif bir uykuya daldırıyor; sizi temizlemek, sizden şeytanın vesvesesini gidermek, kalplerinizi pekiştirmek ve ayaklarınızı sağlam bastırmak için üzerinize gökten yağmur yağdırıyordu" âyetini indirdi. Müslümanlara yardım için meleklerine vahyetmesi konusunda: “Hani Rabbin meleklere, «Ben sizinle beraberim. İman edenlere sebat verin. Ben kâfirlerin kalplerine korku salacağım. Şimdi vurun boyunlarının üstüne. Vurun, onların bütün parmaklarına» diye vahyediyordu. Bu, onların Allah'a ve Resûlüne karşı gelmelerindendir. Her kim de Allah'a ve Resûlüne karşı gelirse bilsin ki Allah'ın cezası şiddetlidir" âyetlerini indirdi. Müşriklerin öldürülmesi ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzlerine doğru savurduğu bir avuç toprak hakkında: “Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı. Allah bunu, inananları güzel bir imtihana tâbi tutmak için yapmıştı. Doğrusu O işitir ve bilir. İşte bu, Allah'ın inkarcıların düzenini zayıflatıp yok etmesidir" âyetlerini indirdi. Müşriklerin zafer ve fetih istemeleri konusunda: “Ey inkarcılar! Zafer istiyorsanız, işte zafer geldi (aleyhinize çıktı). Peygambere karşı gelmekten vazgeçerseniz sizin iyiliğinize olur, yok tekrar dönerseniz biz de döneriz; topluluğunuz çok da olsa size hiçbir fayda vermez. Allah inananlarla beraberdir" âyetini indirdi. Ardından peş peşe: “Ey iman edenler! Allah'a ve Resûlüne itaat edin ve (Kur'an'ı) dinlediğiniz hâlde ondan yüz çevirmeyin... O vakti hatırlayın ki siz yeryüzünde güçsüz ve zayıf idiniz. İnsanların sizi kapıp götürmesinden korkuyordunuz. Derken Allah sizi barındırdı, yardımıyla destekledi ve sizi temiz şeylerden rızıklandırdı ki şükredesiniz" âyetlerini indirdi. Müslümanların konakladığı yer konusunda: “Siz vadiye en yakın ve onlar da en uzak yamaçta idiler; kervanın süvarileri sizden daha aşağıdaydı. Savaş için buluşmak üzere sözleşmeye kalksaydınız, vaktini tayinde anlaşmazlığa düşerdiniz; fakat Allah mahvolan, apaçık belgeden ötürü mahvolsun, yaşayan da apaçık belgeden ötürü yaşasın diye olacak işi yaptı. Doğrusu Allah işitir ve bilir. Allah onları uykunda sana az gösteriyordu. Çok göstermiş olsaydı, yılacak ve bu hususta çekişmeye başlayacaktınız, fakat Allah sizi kurtardı; çünkü O kalplerde olanı bilir" âyetlerini indirdi. Savaş için verilen öğütler konusunda: “Ey iman edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki başarıya erişesiniz... Şeytan onlara işlediklerini güzel gösterdi ve «Bugün insanlardan sizi yenecek kimse yoktur; doğrusu ben de size yardımcıyım» dedi. İki ordu karşılaşınca da, geri dönüp, «Benim sizinle ilgim yok; doğrusu sizin görmediğinizi ben görüyorum ve şüphesiz Allah'tan korkuyorum, Allah'ın azabı şiddetlidir» dedi" âyetlerini indirdi. Müslümanların sayısını az görüp de Müslümanların aldandığını söyleyen kişi hakkında: “Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunan kimseler, «Bunları dinleri aldatmış» diyorlardı. Hâlbuki kim Allah'a tevekkül ederse, hiç şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetini indirdi. Müşrikleri ile onların peşinden gelenlerin öldürülmesi konusunda da peş peşe: “Melekler, inkar edenlerin yüzlerine ve sırtlarına vurarak, «Yakıcı azabı tadın, bu, kendi ellerinizle yaptığınızın karşılığıdır» diyerek canlarını alırken bir görseydin! Yoksa Allah kullara asla zulmetmez... Eğer bir topluluğun anlaşmaya hıyanet etmesinden korkarsan, sen de onlara karşı anlaşmayı bozarak aynı şekilde davran. Doğrusu Allah hainleri sevmez" âyetlerini indirdi. İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Süfyân'ın Şam'dan dönüşe geçtiği haberini alınca Müslümanları: “Kureyş'in mallarını taşıyan kervan geliyor. Kervana doğru çıkın, belki Yüce Allah size ganimet ihsan eder" buyurarak hazırlanmalarını istedi. Bunun üzerine Müslümanlar hazırlanmaya başladılar. Müslümanlardan bazıları Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bir savaşa girmeyeceğini düşündükleri için hazırlığını yavaştan alırken, kimisi de hızlıca hazırlandı. Ebû Süfyân da Hicâz bölgesine yetiştiği zaman olası bir durumla karşılaşmamak için karşılaştığı yolculara bölgenin durumu konusunda sorular sorar, bilgi alırdı. Bu şekilde soruştururken bazı yolculardan Muhammed ile ashabının kervanı karşılamak üzere harekete geçtiği haberini aldı. Ebû Süfyân önlemini almak için Damdam b. Amr el-Ğifârî'yi kiralayıp Mekke'ye gönderdi. Muhammed ile ashabının kervanı ele geçirmek için herakete geçtiğini, onların da mallarına sahip çıkmak için derhal harekete geçmelerini söylemesini istedi. Damdam hızlıca Mekke'ye doğru yola çıktı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yola çıkıp Zefirân adında vadiye kadar ulaştı. Oradayken Kureyşlilerin kervanı kurtarmak için Mekke'den yola çıktıkları haberini aldı. Konuyu Müslümanlara danışınca Ebû Bekr savaş konusunda olumlu ve güzel şeyler söyledi. Ömer de kalkıp aynı şekilde güzel sözler söyledi. Mikdâd b. Amr da kalkıp şöyle dedi: “Yâ Resûlallah! Yüce Allah'ın sana emrettiği şeyi yap, biz seninle olacağız. Vallahi İsrâil oğullarının Mûsa'ya: «Sen ve Rabbin gidin savaşın! Biz burada sizleri bekleyeceğiz» demesi gibi demeyiz. Aksine biz: «Sen ve Rabbin gidip savaşın! Biz de sizinle birlikte savaşacağız!» diyoruz. Seni hakla gönderene yemin olsun ki Berku'l-Ğimâd'a kadar gitsen bile biz yine seninle gideriz." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de Mikdâd'a hayrlı şeyler söyledi ve ona dua etti. Ardından Sa'd b. Muâz da kalkıp şöyle dedi: “Şayet şu denize dönüp bineğini oraya sürsen biz de peşinde denize dalarız ve içimizden bir kişi dahi bundan geri durmaz. Yarın düşmanımızla karşılaşmanı istemiyor değiliz. Zira biz savaşçı bir milletiz ve savaş meydanını terk etmeyiz. Umulur ki Yüce Allah bizden yana seni mutlu edecek şeyler gösterir. Allah'ın da bereketiyle bizi dilediğin yere götür!" Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Sa'd'ın bu sözleri üzerine mutlu oldu, moral buldu ve: “Yola düşün ve sevinin! Yüce Allah bana iki topluluktan birini vaat etti. Vallahi müşriklerin ölü düşeceği yeri şimdiden görür gibiyim" buyurdu. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Hani Allah size iki topluluktan birini, o sizindir diye vaat ediyordu..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Mekkelilere ait kervan Şam'dan dönüşe geçince Müslümanların bundan haberi oldu. Kervanı ele geçirmek üzere Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte yola çıktılar. Mekkeliler Müslümanların bu niyetle çıktığını iğrenince Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabı onu ele geçirmeden önce kurtarmak için aceleyle yola düştüler. Şam'dan dönen kervan Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yetişmeden arayı açtı. Yüce Allah da Müslümanlara kervan veya Mekkeli müşrikler olmak üzere iki topluluktan birini vaat etmişti. Güçlerine güç katacağı ve ganimet elde edecekleri için Müslümanlar kervanla karşılaşmayı daha çok istemişlerdi. Ancak kervan geçince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklerle savaşmak üzere yolunu değiştirdi. Bu değişiklik Müşriklerin silah gücünü bilen Müslümanların pek hoşuna gitmedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklerle su kuyularının arasında kalan bir kum tepesinin yanında konakladı. Burada Müslümanların içine zayıflık korkusu düştü. Şeytan da kalplerine: “Allah'ın dostları olduğunuzu, Allah Resulünün aranızda bulunduğunu söylüyorsunuz, ancak müşrikler sizden önce su kuyularına vardı. Sizler ise cünüp bir şekilde namazlarınızı kılıyorsunuz" şeklinde vesveseler verdi. Ancak Yüce Allah o günü sağanak bir yağmur gönderdi. Bu yağmurla su ihtiyaçlarını giderip temizlendiler. Yüce Allah içlerinden şeytanın verdiği vesveseleri de temizledi. Yağmuru yiyen kumlar da yürümek için daha uygun bir hale geldi. Bu şekilde Müslümanlar kimi deve üzerinde, kimi de yürüyerek müşriklerin karşısına çıktılar. Bu savaşta Yüce Allah, Peygamberine yardım olarak bin melek gönderdi. Cebrâil ile Mikâil, her birinin emrinde beşyüz melek olacak şekilde Müslümanların ordusunun sağ ve sol kanatlarında yerlerini aldılar. İblis de elinde sancağı şeytanlardan oluşan ordusuyla müşriklerin yardımına geldi. Şeytanlar Mü.dlic oğullarından adamların suretinde İblis de Surâka b. Mâlik b. Cu'şum'un suretinde idi. İblis, müşriklere Yüce Allah'ın da bildirdiği gibi: “...Bugün insanlardan sizi yenecek kimse yoktur; doğrusu ben de size yardımcıyım..." dedi. Müşrikler savaş için saf düzenine girince Ebû Cehil: “Allahım! İçimizden kim hakka daha yakın ise ona yardım et" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ellerini kaldırıp: “Rabbim! Bu topluluk yok olutsa yeryüzünde artık sana kimseler ibadet etmez" diye dua etti. Cebrâil öna: “Bir avuç toprak al ve müşriklerin yüzlerine doğru savur" deyince, Allah Resûlü aldığı bir avuç toprağı müşriklerin yüzlerine doğru savurdu. Müşriklerden gözü, burnu ve ağzı toprakla dolmayan kimse kalmadı. Ardından kaçmaya başladılar. Cebrâil de İblis'in yanına geldi. Müşriklerden birinin kolundan tutmuştu. Cebrail'i görünce adamın kolunu bırakıp ordusuyla birlikte kaçmaya başladı. Kolu bırakılan adam da arkasından: “Ey Surâka! Hani sen bizim yardımcımızdın!" diye seslendi. İblis de Yüce Allah'ın bildirdiği gibi: “...Benim sizinle ilgim yok; doğrusu sizin görmediğinizi ben görüyorum ve şüphesiz Allah'tan korkuyorum, Allah'ın azabı şiddetlidir" karşılığını verdi. Gördüğü şey de meleklerdi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “Hani Allah size iki topluluktan birini, o sizindir diye vaat ediyordu..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “İki topluluktan biri Şam'dan kervanla dönen Ebû Süfyân'dır. Diğer topluluk da Mekke'den yola çıkan Ebû Cehil b. Hişâm ile yanındakilerdir. Müslümanlar savaşmayı istememiş bunun yerine kervanı ele geçirmeyi istemişlerdir. Ancak Yüce Allah'ın dilediği gerçekleşti." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk: “...Siz de güçsüz olanın sizin olmasını istiyordunuz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Güçsüz olan topluluk Ebû Süfyân'ın kervanıdır. Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı savaşın olmamasını ve kervanın ellerine geçmesini istemişlerdi." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: “Kafirlerin düşmanlığını bitirmek istiyordu" şeklinde açıklamıştır. Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Bedir savaşı sonrası Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kervanın peşinden gidelim, zira korumaları kalmadı" denilince, esirler içinde bağlı duran Abbâs: “Bunu yapman doğru olmaz" diye seslendi. Allah Resûlü: “Neden?" diye sorunca, Abbâs: “Çünkü Allah sana iki topluluktan birini vaat etti. Vaat ettiğini de verdi" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Doğru söyledin" buyurdu. 9Bkz. Ayet:10 10"Rabbinizden yardım İstiyordunuz. O da, «Ben peş peşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim» diyerek duanızı kabul buyurdu. Allah bunu ancak bir müjde olması ve kalplerinizin yatışması için yapmıştı. Yardım ancak Allah katındandır. Doğrusu Allah Aziz'dir, Hakim'dir." İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebû Avâne, İbn Hibbân, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Ebû Nuaym, Delâil'de ve Beyhakî, Delâil'de Abdullah b. Abbâs'tan, o da Ömer b. el-Hattâb'tan bildirir: Bedir savaşı öncesi Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sayıları üçyüz on küsur kadar olan ashabına baktı. Sonra sayıları binden daha fazla olan müşriklere baktı. Sonra, kıbleye döndü, ellerini kaldırıp Rabbine: “Allahım! Bana vaat ettiğini yerine getir! İslam'ın halkı olan bu topluluğu eğer helak edersen artık yeryüzünde sana ibadet eden kimse kalmaz!" diye yalvarmaya başladı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), elleri havada, kıbleye dönmüş bir şekilde ridası omuzlarından düşene kadar böyle yalvardı. Ebû Bekr gelip düşen ridasını aldı ve tekrar omuzlarına koydu. Sonra arkasında durup: “Ey Allah'ın Peygamberi! Yalvarman yeter! Yüce Allah sana vaat ettiğini yerine getirecektir!" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da, ben peş peşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim, diyerek duanızı kabul buyurdu" âyetini indirdi. Savaş olduğunda Yüce Allah müşrikleri hezimete uğrattı. Müşriklerden yetmiş kişi öldürülürken yetmiş kişi de esir alındı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) esirler konusundan Ebû Bekr'le, benimle ve Ali ile istişare etti. Ebû Bekr: “Ey Allah'ın Peygamberi! Onlar amcaoğullarımız, akrabalarımız ve kardeşlerimizdir. Onlardan fidye almayı uygun görüyorum. Bu şekilde kafirlere karşı gücümüz artar ve belki Yüce Allah onları da İslam dinine eriştirir" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: “Ey Hattâb'ın oğlu! Sen ne dersin?" diye sorunca: “Vallahi, Ebû Bekr'in düşündüğü gibi düşünmüyorum" dedim ve bana yakın duran birini göstererek şöyle devam ettim: “Bana izin ver de şunun boynur.u vurayım. Müşriklere karşı içimizde acıma olmadığını görsünler. Zira bunlar müşriklerin önde gelenleri, elebaşları ve komutanlarıdır." Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) benim görüşümü tasvip etmeyip Ebû Bekr'in görüşünü uygun buldu ve esirlerden fidye almayı kabul etti. İkinci gün sabah Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiğimde Ebû Bekr ile birlikte oturmuş ağladıklarını gördüm. "Yâ Resûlallah! Arkadaşınla neden ağlıyorsunuz? Şayet ağlanacak bir şeyse ben de ağlayayım. Yok, ağlanacak bir durum değilse ben de sizinle beraber ağlamaya çalışırım!" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Arkadaşlarının bana fidye almamı teklif etmeleri üzerine ağlıyorum. Zira onların azabı bana, şu ağaçtan daha yakın olarak gösterildi" buyurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu derken yakınında bulunan bir ağacı gösterdi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Yeryüzünde savaşırken, düşmanı yere sermeden esir almak hiçbir peygambere yaraşmaz. Geçici dünya malını istiyorsunuz, oysa Allah âhireti kazanmanızı ister. Allah Güçlü'dür, Hakim'dir. Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azab erişirdi" âyetlerini indirdi. Bir sonraki âyetle de ganimeti Müslümanlara helal kıldı. Bir yıl sonrasında Uhud savaşında Müslümanlar bir önceki savaşta fidye almalarına karşılık cezalandırıldılar. Zira ashâbdan yetmiş kişi öldürüldü, diğerleri de Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) bırakıp kaçtılar. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dişlerinden biri kırıldı. Miğferi başında parçalanıp kanları yüzüne aktı. Bu konuda Yüce Allah: “Başkalarını iki misline uğrattığınız bir musibete kendiniz uğrayınca mı: «Bu nereden?» dersiniz. De ki: “O, kendi tarafınızdandır..." âyetini indirdi ki bu duruma düşmeleri bir önceki savaş sonrası fidye almalarından dolayıydı." İbn Abbâs der ki: O gün (Bedir savaşında) Müslümanlardan bir adam önünde bulunan müşriklerden bir adamın peşinden giderken, üst tarafından bir kırbaç vuruşu ile, "İlerle ey Hayzûm!" diyen bir süvari sesi duydu. Önündeki müşriğe bakınca da bir anda yere serildiğini gördü. Ona baktığında ise burnunun dağılıp, kırbaç vuruşuyla yüzünün yarılmış olduğunu ve her tarafının morardığını gördü. Ensâr'dan olan bu adam gelip durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattığında: “Doğru söylüyorsun! Zira bu üçüncü semanın yardımlarındandır" buyurdu. O günü Müslümanlar, müşriklerden yetmiş kişiyi öldürüp, yetmiş kişiyi de esir aldılar. İbn Cerîr, Hazret-i Ali'den bildirir: “Bedir savaşında Cebrâil bin melekle Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) sağına indi ki sağ tarafta Ebû Bekr vardı. Mikâil de bin melekle birlikte Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) sol tarafına indi. Ben de sol tarafta bulunuyordum." İbn Ebî Şeybe, İkrime'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir savaşında: “Bu Cebrâil, Atının dizginlerini tutmuş, üzerinde savaş techizatıyla geliyor" buyurdu. Süneyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'den bildirir: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Enfâl Sûresi'nde de belirtildiği gibi binden daha fazla melekle desteklenmemiştir. Üç bin veya beş bin meleğin zikredilmesi sadece Müslümanlara bir moral desteğidir. Ancak binden fazla melekle desteklenmiş değildir." İbn Ebî Şeybe ve Buhârî, Bedir savaşına katılanlardan birisi olan Rifâa b. Râfi' ez-Zürakî'den bildirir: Cebrâil, Peygaberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve: “Bedir savaşına katılanları nasıl görüyorsunuz?" diye sordu. Allah Resûlü: “Müslümanların en üstünlerinden görüyoruz" karşılığını verince, Cebrâil: “Biz de Bedir savaşına katılan melekleri öyle görüyoruz" dedi. Ebu'ş-Şeyh, Atiyye b. Kays'tan bildirir: Cebrâîl yeşil ve üzeri tozlu dişi bir at üzerinde, elinde mızrağı üzerinde zırhı ile Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında durdu ve: “Ey Muhammed! Yüce Allah beni sana gönderdi. Sen razı olana kadar yanından ayrılmamamı emretti. Benden razı mısın?" dedi. Allah Resûlü: “Evet!" karşılığını verdi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini arka arkaya, peş peşe şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini "yardımcı, takviye olarak" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: “Melekleri birbiri ardına gönderdi" demiştir. İbn Ebî Hâtim, Şa'bî'den bildirir: “Peş peşe bin melek gönderilmiş sonradan üç bin melek daha indirilmiştir. Bu şekilde girdikleri savaşlarda Müslümanlara dört bin melek yardımcı olarak gönderilmiştir." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini "yardımcı, takviye olarak" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Yüce Allah Müslümanlara takviye olarak peş peşe bin melek gönderdi. Daha sonra üç bin melek daha göndermiş, sonrasında bunları beş bine tamamlamıştır. Bu şekilde meleklerin indirilmesi konusunda da: “Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı..." buyurmuştur. Bize bildirilene göre Ömer de: “Bedir gününde meleklerin bizimle birlikte olduğu konusunda herhangi bir şüphemiz yoktur. Ancak sonraki savaşlarda olup olmadıklarını ancak Allah bilir" demiştir. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) ifadesini arka arkaya, peş peşe şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Allah bunu ancak bir müjde olması ve kalplerinizin yatışması için yapmıştı..." âyetini açıklarken: “Yüce Allah melekleri Müslümanlar buna sevinsin ve korkuları yatışsın diye gönderdi" demiştir. 11"Hanı (Allah) kendi tarafından bir güvenlik olarak sizi hafif bir uykuya daldırıyor; sizi temizlemek, sizden şeytanın vesvesesini gidermek, kalplerinizi pekiştirmek ve ayaklarınızı sağlam bastırmak için üzerinize gökten yağmur yağdırıyordu." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb: “...Sizi temizlemek... için üzerinize gökten yağmur yağdırıyordu" âyetini açıklarken: “Bedir savaşında inen hafif yağmurdur" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Sizi temizlemek... için üzerinize gökten yağmur yağdırıyordu" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Yüce Allah yağmuru uykudan önce indirdi. Bu şekilde inen yağmurla toz bulutları dindi, yer ıslandı, Müslümanların kalpleri yatıştı ve ayakları yere daha sağlam basmaya başladı." İbn İshâk ve İbn Ebî Hâtim, Urve b. ez-Zübeyr'den bildirir: “Yüce Allah yağmuru indirdiğinde yerler çok yumuşaktı. Yağmurdan sonra yerler ıslanınca yol almada zorluk çekmediler. Aynı yağmur müşriklerin üzerine sağanak şekline indiği için bu yağmur altında yol alamadılar." İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Cüreyc vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Bedir savaşı başlamadan müşrikler su kuyularına Müslümanlardan önce varmışlardı. Bu yüzden Müslümanlar susuz kaldılar, pis ve cünüp bir şekilde namazlarını kıldılar. Şeytan da içlerine üzüntüyü sokarak: “İçinizde bir peygamberin bulunduğunu söyleyip Allah'ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsunuz, ancak pis ve cünüp bir şekilde namazlarınızı kılıyorsunuz" demeye başladı. Bunun üzerine Yüce Allah üzerlerine gökten yağmur indirdi. Yağmurla vadi su doldu ve yanlarına kadar aktı. Bu şekilde su İçip temizlendiler. Ayakları yere daha sağlam basmaya başladı ve içlerindeki vesvese gitti. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: “Şeytanın vesvesesi" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “...Kalplerinizi pekiştirmek ve ayaklarınızı sağlam bastırmak..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Kalplerini sakinleştirmesi sabırla olmuştur. Ayakların sağlam bastırılmasına gelince, yol aldıkları vadi kumluk ve yumuşak bir yerdi. Yağmur inince yerler sertleşti ve bu şekilde daha rahat yol almaya başladılar." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: “...Ayaklarınızı sağlam bastırmak için üzerinize gökten yağmur yağdırıyordu" âyetini açıklarken: “Üzerinde yol aldıkları kumluk yer sert olsun ve ayakları yere daha sağlam bassın diye yağmuru göndermiştir" demiştir. İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Hazret-i Ali'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir savaşının olacağı günün gecesinde namaz kılıp: “Allahım! Bu topluluk helak olursa artık sana ibadet eden kalmaz" diye dua ediyordu. İşte o gece üzerilerine sağanak bir yağmur indi. "...Ayaklarınızı sağlam bastırmak için üzerinize gökten yağmur yağdırıyordu" âyeti da bu anlamdadır. 12"Hani Rabbin meleklere, «Ben sîzinle beraberim. îman edenlere sebat verin. Ben kafirlerin kalplerine korku salacağım. Şimdi vurun boyunlarının üstüne. Vurun, onların bütün parmaklarına» diye vahyediyordu." İbn Ebî Hâtim, Ebû Bedr Abbâd b. Velîd el-Ğuberi'den o da Ebû Saîd'den (Ahmed b. Dâvud el-Haddâd) bildirir: Yüce Allah hiç kimseye "Ben sizinle beraberim" demiş değildir. Sadece Bedir savaşında bunu meleklere söylemiş ve fetih hakkında: “...Ben sizinle beraberim..." buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid: “Melekler Müslümanların yanında sadece Bedir savaşında savaşmışlardır" demiştir. Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Ebû Umâme b. Sehl b. Huneyf'ten bildirir: Babam bana şöyle dedi: “Evladım! Bedir savaşında birimizin müşrik birinin başına işaret ettiğini, ancak kılıç müşriğe henüz ulaşmadan başının bedeninden ayrıldığını görmüşümdür." İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Müşrikler, kervanı Müslümanlardan korumak ve onlarla savaşmak üzere çıkıp Bedir'e gittiklerinde oradaki kuyulara müminlerden önce vardılar. Karargahı da oraya kurdular. Hal böyle olunca Müslümanlar susuz kaldılar, pis ve cünüp bir şekilde namazlarını kıldılar. Şeytan da içlerine üzüntüyü sokarak: “İçinizde bir peygamberin bulunduğunu söyleyip Allah'ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsunuz, ancak pis ve cünüp bir şekilde namazlarınızı kılıyorsunuz" demeye başladı. Durum ashabın içinde büyük bir sıkıntı yarattı. Bunun üzerine Yüce Allah bir yağmur gönderdi. Vadi suyla dolup taştı. Müslümanlar kaplarını su doldurdular, hayvanlarını suladılar, yıkanıp temizlendiler. Bu şekilde Yüce Allah yağmurla hem onları temizledi, hem de yerler ıslanıp sertleştiği için ayaklan yere sağlam basar oldu. Çünkü müşriklerle aralarında kumluk bir arazi vardı. Yüce Allah yağmuru gönderince kumluk ve yumuşak olan yerler sertleşti, yürürken yere daha sağlam basar oldular. Sonrasında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanlarla birlikte harekete geçti. O günü ikiyüz yetmişi Ensâr'dan, kalanları Muhacirlerden olmak üzere Müslümanların sayısı üçyüz onüç kişiydi. Müşriklerin başında o zaman yaşından dolayı Ütbe b. Rabîa bulunuyordu, ütbe savaş öncesi şöyle bir konuşma yaptı: “Ey Kureyşliler! Beni dinleyin! Size karşı şefkatimden dolayı nasihatta bulunacağım ki bundan sonra size nasihat etme imkanım olmayacak. Mekke'den çıkış amacınıza ulaştınız ve Ebû Süfyân kervanla birlikte kurtuldu. Sağ salim bir şekilde siz de geri dönün. Şayet Muhammed doğru söylüyorsa Ve gerçekten bir peygamber ise buna en çok sizler sevinmelisiniz. Yok, eğer yalancı biri ise onun kanını dökmemek en çok size yaraşır." Bu sözleri duyan Ebû Cehil asık bir suratla ona doğru döndü, söverek: “İçin korkuyla dolmuş!" dedi. Utbe: “Bu gün kimin ödlek olduğunu, kabilesini dağıtıp bozan kişinin kim olduğunu göreceksin" karşılığını verdi. Bu konuşmalardan sonra Utbe b. Rabîa ve Şeybe b. Rabîa meydana çıktılar. Müslümanların mızrak alanı içine girdiklerinde: “Bize, karşılıklı çarpışacağımız adamlarınızı gönderin!" diye seslendiler. Bu çağrı üzerine Hazrec oğullarından birkaç genç kalktı, ancak Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) geri oturmalarını söyledi. Bu gören Utbe: “Ey Hâşim oğulları! Peygamber sizden olduğu halde biz kardeşlerinize Hazrec oğullarından olan gençleri mi gönderiyorsunuz!" dedi. Bunun üzerine Hamza b. Abdilmuttalib, Ali b. Ebî Tâlib ve Ubeyde b. el-Hâris kalktı. Kılıçlarıyla alana indiler. Yaklaştıklarında Utbe: “Konuşun da kim olduğunuzu öğrenelim. Şayet bize denk kişilerseniz rakip olarak kabul edelim" dedi. Hamza: “Ben Allah'ın ve Resûlünün aslanıyım!" deyince, Utbe: “Değerli bir rakipsin" karşılığını verdi. Şeybe, Hamza'nın üzerine atıldı. Karşılıklı bir iki kılıç salladıktan sonra Hamza onu vurup öldürdü. Sonra Ali b. Ebî Tâlib, Velîd b. Utbe'nin karşısına çıktı. Onlar da karşılıklı bir iki kılıç salladıktan sonra Ali onu vurup öldürdü. Sonra Ubeyde kalktı. Utbe de onun karşısına çıktı. Karşılıklı birkaç kılıç salladıktan sonra her ikisi de yaralandı. Hamza, Utbe'nin üzerine atlayıp onu öldürdü. Sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kalktı ve: “Allahım! Rabbim! Sen ki bana kitabı indirdin. Savaşmamı emredip zaferi de vaat ettin. Verdiğin bu sözden dönme!" diye dua etti. Sonrasında Cebrail geldi ve: “...Rabbinizin size, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?" âyetini getirdi. Yüce Allah da meleklere: “...Ben sizinle beraberim. îman edenlere sebat verin. Ben kafirlerin kalplerine korku salacağım. Şimdi vurun boyunlarının üstüne. Vurun, onların bütün parmaklarına" diye vahyetti. Müşriklerden içlerinde Ebû Cehil'in de bulunduğu altmış dokuz kişi öldürüldü. Ukbe b. Ebî Muayt esir alındı. Hapsedildiği yerde ötünce müşriklerden ölenlerin sayısı yetmişi buldu. Yetmiş kişi de esir alındı. İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de Sâide oğullarından birinden bildirir: Ebû Esîd Mâlik b. Rabîa'nın kör olduktan sonra şöyle dediğini işittim: Şayet şu an sizinle Bedir'de bulunsaydım ve gözlerim görüyor olsaydı Meleklerin çıktığı yollan tereddüt taşımadan teker teker size gösterirdim. Yüce Allah melekleri indirip onlara: “...Ben sizinle beraberim. İman edenlere sebat verin. Ben kafirlerin kalplerine korku salacağım. Şimdi vurun boyunlarının üstüne. Vurun, onların bütün parmaklarına" diye vahyetti. Onlara sebat vermesi de Müslümanlardan birine tanıdığı birinin suretiyle gelmesi ve: “Sevinin! Müşrikler hiçbir şey yapamaz. Allah da sizinle beraberdir. Onlara saldırın!" demesidir. İblis melekleri bu şekilde görünce dönüp kaçmaya başladı ve müşriklere: “Benim sizinle bir ilgim yok!" dedi. İblis de müşriklerle savaşa Surâka adında birinin suretinde katılmıştı. Ebû Cehil de müşrikleri kışkırtarak: “Surâka'nın sizi bu şekilde yüzüstü bırakması sizi zayıf düşürmesin! Zira önceden Muhammed'le anlaşmıştı" demeye başladı. Daha sonra: “Vallahi Muhammed ile ashabını iplerle bağlamadan buradan dönmeyeceğiz! Onun için onları öldürmeyin canlı olarak yakalayın!" dedi. Beyhakî, Delâil'de İkrîme vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Bedir savaşı başlamak üzereyken Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ellerini kaldırıp: “Allahım! Şayet bu bir avuç insan hezimete uğrayacak olursa şirk galip gelecek ve yeryüzünde senin için din diye bir şey olmayacak" şeklinde dua etmeye ve Allah'tan yardım istemeye başladı. Ebû Bekr de: “Vallahi Allah sana yardım edecek ve yüzünü kara çıkarmayacaktır" diyordu. Sonrasında Yüce Allah peş peşe iki bin meleği müşriklerin bulunduğu yere indirdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Müjdeler olsun ey Ebû Bekr! Cebrâil, sarı sarığım sarmış ve atının dizginlerini tutmuş bir şekilde yer gök arasını doldurarak geldi. Yere indikten sonra bir ara gözden kayboldu. Gördüğümde ön dişleri toza bulanmıştı. Bana da: «Sen Yüce Allah'a dua ettin. Allah da sana yardımını gönderdi» dedi.'A İbn Ebî Hâtim, Rabî' b. Enes'ten bildirir: “Bedir savaşı sırasında insanlar kimlerin melekler tarafından öldürüldüğünü biliyorlardı. Zira melekler tarafından öldürülen kişilerin boyun ve parmakları sanki bir ateş al eviyle kesilmiş gibiydi." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: “...Vurun boyunlarının üstüne..." âyetini: “Başlarını vurun" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atiyye: “...Vurun boyunlarının üstüne..." âyetini: “Boyunlarını vurun" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk: “...Vurun boyunlarının üstüne..." âyetini: “Boyunlarını vurun" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Vurun, onların bütün parmaklarına" âyetini açıklarken: “Burada parmaklardan kasıt parmak uçlarıdır" demiştir. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Atiyye: (.....) âyetini: “Parmaklarının her bir mafsalına vurun" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Evzaî: (.....) âyetini açıklarken: “Yüzlerine gözlerine vurun ve onlara ateşten oklar atın" demiştir. Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyeti ne anlama gelmektedir?" diye sorunca, İbn Abbâs: “Parmak uçları demektir. Huzeyl lehçesinde ise tüm beden anlamında kullanılır" demiştir. Nâfi: “Her iki anlamı konusunda şiirle örnek verebilir misin?" diye sorunca, İbn Abbâs şöyle demiştir: “Evet, verebilirim. Parmak uçları anlamı konusunda Antere el-Abesî: "Parmak uçları mızrakları kavradığı anda Yoktur kabilemden cengaveri savaş meydanında" demiştir. Tüm beden anlamı konusunda ise el-Huzelî: Bir aslan çıkar karşısına bedeni hasta ve şişman Pençeleri körelmiş bir işe yaramayan " demiştir, " Abd b. Humeyd ve İbn Merdûye, Ebû Dâvud el-Mâzinî'den bildirir: “Bedir savaşında müşriklerden birinin peşine düştüm ve ona doğru kılıcımı salladım. Ancak kılıcım henüz ona değmeden adamın başı yere düştü. Bu şekilde onu başkasının öldürdüğünü anladım." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “... Şimdi vurun boyunlarının üstüne. Vurun, onların bütün parmaklarına" âyetini açıklarken: “Bedir savaşında vurulanlar ya başından ya yüzünden ya da mafsallarından vurulmuşlardı" demiştir. 13Onları bu azâbın yapılış sebebi şu; Çünkü onlar, Allah’a ve Rasûlüne karşı geldiler. Kim Allah’a ve Rasûlüne karşı gelirse, ona Allah’ın azabı çok şiddetlidir. 14Ey kâfirler! Bu, şimdiki azâbınızdır, tadın bunu! Kâfirlere âhirette bir de cehennem azâbı vardır. 15Bkz. Ayet:16 16"Ey Mü’minler! Savaş için ilerlerken kafirlerle toplu halde karşılaştığınızda onlara arkanızı dönmeyin, tekrar savaşmak için bîr tarafa çekilmek veya bir başka topluluğa katılmak maksadı dışında, o gün arkasını düşmana dönen kimse Allah'tan bir gazaba uğramış olur. Onun varacağı yer cehennemdir. Ne kötü bir dönüştür!" Buhârî, Târih'de, Nesâî, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Nâfi'den bildirir: İbn Ömer'e: “Biz düşmana karşı savaşta bazen sebat gösteremiyoruz. Ayrıca âyette belitilen fie'nin (başka topluluğun, yardımcının) kim olduğunu bilmiyoruz. İmamımız mı yoksa askerlerimiz mi?" diye sorduğumda: “Bu topluluk ve yardımcıdan kasıt Allah Resûlüdür" karşılığını verdi. "Ama Yüce Allah: “Savaş için ilerlerken kafirlerle toplu halde karşılaştığınızda onlara arkanızı dönmeyin" buyuruyor" dediğimde: “Bu âyet, Bedir savaşına katılanlar için nazil olmuştur. Ne öncesini, ne de sonrasını ilgilendirir" karşılığını verdi. Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Nehhâs, Nâsih'de, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Saîd el-Hudrî: “...O gün arkasını düşmana dönen kimse Allah'tan bir gazaba uğramış olur..." âyetini açıklarken: “Bu âyet özel olarak Bedir savaşına katılanlar hakkında nazil oldu" demiştir. İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Nadra: “...O gün arkasını düşmana dönen kimse Allah'tan bir gazaba uğramış olur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bedir savaşında nazil olmuştur. O zaman oradaki Müslümanların katılacakları başka bir Müslüman topluluk yoktu. Katılacaklarsa da ancak müşriklere katılmış olurlardı." İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Ömer b. el-Hattâb'tan bildirir: “Bu âyeti farklı yorumlayıp kendinizi kandırmayın. Ayet Bedir savaşında nazil olmuştur; ancak bu gün her bir Müslümanın yardımcısı benim." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken: “Bedir savaşı için geçerli olan bir konudur; zira o zaman Müslümanlar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında bulunuyorlardı" demiştir. Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken: “Bu âyet özel olarak Bedir savaşına katılanlar hakkında nazil olmuştur. Zira Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) bırakıp kaçma gibi bir yolları yoktu" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Nehhâs, Nâsih'de ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...O gün arkasını düşmana dönen kimse Allah'tan bir gazaba uğramış olur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bu âyet, Bedir savaşına özel hüküm içeren bir âyettir. Savaştan kaçma da büyük günahlardan değildir." İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İkrime: “...O gün arkasını düşmana dönen kimse Allah'tan bir gazaba uğramış ahır..." âyetini açıklarken: “Bedir savaşı hakkındadır" demiştir. Abdurrezzâk, Musannef’te, İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr, Dahhâk'tan bildirir: “Bedir savaşında bulunanlar hakkındadır. Zira o günü Müslümanların Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) başka katılacakları kimse yoktu." Abdurrezzâk, Katâde'den bildirir: “...O gün arkasını düşmana dönen kimse Allah'tan bir gazaba uğramış olur..." âyeti Bedir savaşı hakkındadır. Görmez misin "O gün" buyurmaktadır. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Yezîd b. Ebî Habîb'den bildirir: Yüce Allah, Bedir savaşından kaçanları Cehenneme koyacağını bildirmiş ve: “...O gün arkasını düşmana dönen kimse Allah'tan bir gazaba uğramış olur..." buyurmuştur. Uhud savaşında olanlar hakkında ise: “İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirip kaçanları, şeytan ancak yaptıkları bazı hatalardan dolayı yoldan kaydırmak istemişti. Ama yine de Allah onları affetti..."buyurmuştur. Bundan yedi yıl sonra Huneyn savaşında olanlar için de: “...Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonunda gerisin geri dönmüştünüz. Sonra Allah, Resûlü ile müminler üzerine sekînetini indirdi, sizin görmediğiniz ordular (melekler) indirdi de kâfirlere azap etti. İşte bu, o kâfirlerin cezasıdır. Sonra Allah, bunun ardından yine dilediğinin tövbesini kabul eder. Zira Allah bağışlayan, esirgeyendir" buyurmuştur. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilmek veya bir başka topluluğa katılmak maksadı dışında, o gün arkasını düşmana dönen kimse Allah'tan bir gazaba uğramış olur. Onun varacağı yer cehennemdir. Ne kötü bir dönüştür!" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bedir savaşında savaşanlar müşriklere bir daha saldırmak veya kaçmadan arkadaşlarının arasına bir daha katılmak dışında savaş alanından kaçtığı zaman Allah'ın gazabını haketmiş demektir ve onun yeri cehennemdir. Bu âyet Bedir savaşına has bir hükmü içermektedir. Kafirlerin kökünü kazımak için Yüce Allah Müslümanlara öylesine ağır bir hüküm koymuştur. Mekkeli müşriklerle Müslümanlar arasında yapılan ilk savaş da budur." İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Dahhâk'tan bildirir: “Müteharrif, düşmanın açığını bulmak ve oradan saldırmak üzere diğer arkadaşlarından öne geçen kişidir. Mütehayyiz ise Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabına kaçıp sığınan kişidir. Bugün de başındaki amirin veya arkadaşlarının yanına kaçan kişi de mütehayyiz biri sayılır. Bu âyet, böylesi savaş alanından kaçmamaları için Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına inen bir uyarıydı. O zamanlarda Müslümanların yardımcısı Allah Resûlü idi." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, Atâ b. Ebî Rebâh'tan bildirir: “'...O gün arkasını düşmana dönen kimse Allah'tan bir gazaba uğramış olur...'" buyruğundaki hüküm: “Şimdi Allah, yükünüzü hafifletti, sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa, (onlardan) ikiyüz kişiye galip gelir. Ve eğer sizden bin kişi olursa, Allah'ın izniyle (onlardan) ikibin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir" âyetiyle neshedildi. İbn Cerîr ve Nehhâs, Nâsih'de İbn Abbâs'tan bildirir: Savaş alanından kaçmak büyük günahlardandır. Çünkü Yüce Allah: “Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilmek veya bir başka topluluğa katılmak maksadı dışında, o gün arkasını düşmana dönen kimse Allah'tan bir gazaba uğramış olur. Onun varacağı yer cehennemdir. Ne kötü bir dönüştür!" buyurur. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Ömer: “Savaş alanından kaçmak, büyük günahlardandır" demiştir. İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: “Savaş alanından kaçmak, büyük günahlardandır" demiştir. Saîd b. Mansûr, İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, el-Edebu'l-Müfred'de, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Nehhâs, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da İbn Ömer'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizleri bir savaşa gönderdi. Savaş esnasında da bozguna uğrayıp kaçtık. Bunun üzerine: “Savaş alanından kaçıp Allah'ın azabına maruz kalmışken Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzüne nasıl bakarız?" demeye başladık. Dönüşte sabah namazından önce Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gittik. Evinden çıktığında: “Sizler kimsiniz?" diye sordu. "Biz savaş alanından kaçanlarız" dediğimizde: “Aksine siz geri dönmek üzere kaçtınız" buyurdu. Bu sözü üzerine ellerini öpmeye başladık. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Müslümanların yardımcısı da benim" buyurdu ve: “Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilmek veya bir başka topluluğa katılmak maksadı dışında, o gün arkasını düşmana dönen kimse Allah'tan bir gazaba uğramış olur..." âyetini okudu. İbn Merdûye, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) azatlısı Umâme'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) abdestine yardımcı olup ellerine su dökerken adamın biri geldi ve: “Yâ Resûlallah! Ailemin yanına gitmek istiyorum. Bana aklımda tutacağım bir nasihatte bulun" dedi. Allah Resûlü: "Savaş alanından kaçma! Zira savaş alanından kaçan kişi, Allah'ın gazabına uğrar ve onun varacağı yer Cehennemdir" buyurdu. Şâfiî ve İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Düşmanlardan üç kişiden kaçan kişi savaştan kaçmamış olur. Ancak iki kişiden kaçan kişi savaş alanından kaçmış sayılır" demiştir. Hatîb, el-Muttefik ve'l-Mufterik'de İbn Ömer'den bildirir: “Ey Mü’minler! Savaş için ilerlerken kafirlerle toplu halde karşılaştığınızda onlara arkanızı dönmeyin" âyeti nazil olduğunda, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu konuda Allah'ın buyurduğu gibi deyini" buyurdu. "Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar..." âyeti nazil olduğunda da: “Bu konuda Allah'ın buyurduğu gibi deyin!" buyurdu. Ahmed, Amr b. el-Âs'tan bildirir: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ani gelen ölüm, yılan ısırmasıyla gelen ölüm, yırtıcı hayvanlardan gelen ölüm, boğularak ölme, yanarak ölme, bir şeyin üzerine düşerek ölme, üzerine bir şey düşerek ölme ve savaş alanından kaçarken ölme olmak üzere yedi çeşit ölümden Allah'a sığınırdı." Ahmed, Ebu'l-Yeser'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şu yedi sözle dua ederdi: “Allahım! Yüksek bir yerden düşüp Ölmekten sana sığınırım. Dertten, boğulmaktan ve yanarak ölmekten sana sığınırım. Ölüm anımda şeytanın bana bulaşmasından sana sığınırım. Senin yolunda kaçarken ölmekten sana sığınırım. (Bir hayvan tarafından) sokularak ölmekten de sana sığınırım." İbn Sa'd, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Beyhakî, el-Esmâu ve's-Sifât'ta Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) azatlısı Bilâl b. Yesâr b. Zeyd'den, o da babasından, o da dedesinden naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kendisinden başka ilah olmayan, hep diri kalıp yarattıklarını ayakta tutan Allah'tan mağfiret diler ona tövbe ederim, diyen kişi savaş alanından kaçmış olsa dahi bağışlanır. " İbn Ebî Şeybe ve Hâkim'in bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Üç defa: «Kendisinden başka ilah olmayan, hep diri kalıp yarattıklarını ayakta tutan Allah'tan mağfiret diler ona tövbe ederim» diyen kişi savaş alanından kaçmış olsa dahi günahları bağışlanır. İbn Ebî Şeybe de Muâz b. Cebel'den merfû olarak benzerini zikreder. 17"Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen «atmamıştın, fakat Allah atmıştı. Allah bunu, inananları güzel bir imtihana tâbi tutmak için yapmıştı. Doğrusu Allah işitendir, bilendir" İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Onları siz öldürmediniz fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Müslümanlar Bedir savaşında; "Ben şöyle öldürdüm, böyle öldürdüm" deyince Yüce Allah müşrikleri kendisinin öldürdüğünü bildirmiştir. Yine Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklerin: yüzüne doğru attığı bir avuç toprağı kendisinin attığını ifade etmiştir. Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “...Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı..." âyetini açıklarken: “Bundan kasıt, Bedir savaşında Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklere doğru savurduğu topraktır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “...Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bedir savaşında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yerden aldığı üç tane çakıl taşından birini müşriklerin sağ tarafına, birini sol tarafına, diğerini de önlerine attı ve: “Yüzleri berbat olsun!" dedi. Sonrasında müşrikler hezimete uğradı. İbn Asâkir, Mekhûrden bildirir: Bedir savaşında Hazret-i Ali ile Hamza, Şeybe b. Rabîa'nın üzerine saldırınca müşrikler: “Bir kişiye karşı iki kişi mi!" demeye başladılar. Ardından savaş başladı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allahım! Sen bana savaşmayı emrettin ve zafer sözü verdin. Şüphesiz sen sözünden dönmezsin" buyurdu. Sonra yerden aldığı bir avuç çakıl taşını müşriklerin yüzüne doğru savurdu. Allah'ın da izniyle müşrikler hezimete uğradı. İşte: “...Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı..." âyeti da bunu ifade etmektedir. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye, Hakîm b. Hizâm'dan bildirir: Bedir savaşında bir tasın içine çakıl atılıyormuş gibi gökten bir sesin yere indiğine şahit olduk. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de: “Yüzleri berbat olsun!" diyerek bu taşları bize doğru attı. Sonrasında hezimete uğradık. İşte: “...Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı..." âyeti da bunu ifade etmektedir. Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Câbir'den bildirir: Bedir savaşında gökten yere düşen çakıl sesleri işittim. Sanki bir tasın içine atılmış gibiydiler. Her iki taraf savaş için saf düzenine girdiğinde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu taşları alıp müşriklerin yüzüne doğru attı. Sonrasında müşrikler hezimete uğradılar. İşte: “...Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı..." âyeti da bunu ifade etmektedir. Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir savaşında Hazret-i Ali'ye: “Yerden bana bir avuç toprak ver" buyurdu. Hazret-i Ali toprağı verince Allah Resûlü onu müşriklerin yüzüne doğru attı. Müşriklerden gözleri toprakla dolmayan tek bir kişi dahi kalmadı. İşte: “...Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı..." âyeti bu konuda nazil oldu. İbn Cerîr, Muhammed b. Kays ile Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirir: Bedir'de iki topluluk birbirine yaklaştığında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yerden aldığı bir avuç toprağı müşriklerin yüzüne doğru savurdu ve: “Yüzleri berbat olsun!" dedi. Müşriklerden gözüne toprak girmeyen kimse kalmadı. Sonra Müslümanlar onları öldürmeye ve esir almaya başladılar. Müşriklerin hezimeti de Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzlerine savurduğu toprakla oldu. Bunun üzerine Yüce Allah: “...Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı. Allah bunıl, inananları güzel bir imtihana tâbi tutmak için yapmıştı. Doğrusu Allah işitendir, bilendir" âyetini indirdi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildirir: Uhud savaşında Ubey b. Halef atına binip koşturmaya başladı. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) yaklaşınca Müslümanların bazıları Ubey'in önüne çıkmak istediler; ancak Allah Resûlü: “Geri durun!" buyurdu. Ashab geri durunca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) mızrağını eline alıp Ubey b. Halefe attı. Mızrak Ubey'in kaburga kemiklerinden birini kırdı. Ubey ağır yaralı bir şekilde arkadaşlarının yanına döndü. Müşrikler geri dönerken Ubey'yi de taşıdılar ve: “Bir şeyin yok" diyerek onu teselli etmeye çalıştılar. Onların bu sözünü duyan Ubey de: “Vallahi o mızrağı tümümüzü kastederek atsaydı hepimizi vururdu. Ancak atarken sadece: “İnşaallah seni öldüreceğim!" dedi. Arkadaşları Ubey'i ayakta tutmaya çalıştılar, ancak yoldayken ölünce onu gömdüler. Bu konuda da Yüce Allah: “...Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı. Allah bunu, inananları güzel bir imtihana tâbi tutmak için yapmıştı. Doğrusu Allah işitendir, bilendir" âyetini indirdi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Saîd b. el-Müseyyeb ile Zührî'den bildirir: “Bu âyet, Uhud savaşı sırasında Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) attığı mızrak hakkında nazil oldu. Bu savaşta Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) böbürlenen Ubey'e mızrağını fırlatmış ve onu köprücük kemiğinden vurmuştu. Ubey aldığı bu darbenin ardından birkaç defa atından düşecek gibi sallanıp durdu. Aldığı bu yaradan dolayı günlerce acılar içinde kıvrandıktan sonra da öldü. Ardından Berzah'ta onun da ardından âhirette azabı tadacaktır." İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Zührî: “...Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Uhud savaşında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) mızrağısıyla Ubey b. Halefi yaralamıştı. Kendisine: “Ufak bir yara" denilince, Ubey: “Muhammed: «Seni öldüreceğim!» demişti. Vallahi bunu tüm insanlar için demiş olsaydı hepsi de ölürdü" karşılığını verdi. İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim, Abdurrahman b. Cübeyr'den bildirir: İbn Ebi'l- Hukayk ile yapılan savaşta Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine bir yay getirilmesini söyledi. Uzun (gevşek) bir yay getirilince: “Bundan başka bir yay getirin" buyurdu. Bunun üzerine daha kısa ve sert bîr yay getirildi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu yayla kaleye doğru oku attı. Ok gidip İbn Ebi'l-Hukayk'ı yatağında iken öldürdü. Bunun üzerine Yüce Allah: “...Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı..." âyetini indirdi. İbn İshâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Urve b. ez-Zübeyr: “...Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı. Allah bunu, inananları güzel bir imtihana tâbi tutmak için yapmıştı .. âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Onu attığın zaman aslınsa atan kişi sen değildin. Zira Yüce Allah sana yardım etmeseydi ve düşmanlarının kalbine korkuyu salmasaydı zafer gelmeyecekti. Az sayılarına rağmen çok sayıda olan düşmana karşı Yüce Allah müminleri muzaffer kılmıştır ki bu şekilde kendilerine ihsan ettiği bu nimeti bilsinler ve hakkıyla buna şükretsinler." 18Bu tecrübe gerçektir ve Allah, muhakkak kâfirlerin hilelerini zayıflatıp gevşetendir. 19"(Ey inkarcılar!) Zafer İstiyorsanız, işte zafer geldi (aleyhinize çıktı). Peygambere karşı gelmekten vazgeçerseniz sizin iyiliğinize olur, yok tekrar dönerseniz biz de döneriz; topluluğunuz çok da olsa size hiçbir fayda vermez. Allah inananlarla beraberdir" İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-M ünzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, İbn Mende, Hâkim ve Beyhakî, Delâil'de İbn Şihâb vasıtasıyla Abdullah b. Salebe b. Suayr'dan bildirir: Ebû Cehil, müşrikler ile Müslümanlar karşı karşıya geldiğinde: “Allahım! Akrabalık bağlarımızı kesti ve bilmediğimiz yeni bir şeyle geldi. Sabaha onu sağ çıkarma" deyip Allah'tan zafer istedi. Bunun üzerine: “(Ey inkarcılar!) Zafer istiyorsanız, işte zafer geldi (aleyhinize çıktı). Peygambere karşı gelmekten vazgeçerseniz sizin İyiliğinize olur, yok tekrar dönerseniz biz de döneriz; topluluğunuz çok da olsa size hiçbir fayda vermez. Allah inananlarla beraberdir" âyeti nazil oldu. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'im bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Zafer istiyorsanız işte zafer geldi.." âyetini açıklarken: “Ey müşrikleri Allah'tan zafer istiyorsanız işte aleyhinize olacak şekilde yardım geldi" demiştir. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Atiyye'den bildirir: Bedir savaşında Ebû Cehil: “Allahım! İki topluluktan doğru yolda olana, İki topluluktan daha üstün ve daha hayırlı olana yardım edip zafer ver" deyince: “(Ey inkarcılar!) Zafer istiyorsanız, işte zafer geldi (aleyhinize çıktı)..." âyeti nazil oldu. Ebû Ubeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) (zafer istiyorsanız, işte zafer geldi. Peygambere karşı gelmekten vazgeçerseniz sizin iyiliğinize olur, yok tekrar dönerseniz biz de döneriz. Toplulukları çok da olsa Allah'a karşı kendilerine hiçbir fayda vermez...) lafzıyla okumuştur. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bunlar, Kureyşli müşriklerdir; zira: “Rabbimiz! Muhammed ve ashabı ile bizim aramızı aç" demişler, Yüce Allah da Bedir savaşında aralarını açmıştır. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Eğer aranızda hüküm istiyorsanız Bedir savaşında bu hüküm verildi, anlamındadır." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: “...Vazgeçerseniz sizin iyiliğinize olur, yok tekrar dönerseniz biz de döneriz; topluluğunuz çok da olsa size hiçbir fayda vermez. Allah inananlarla beraberdir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Eğer Muhammed'le (sallallahü aleyhi ve sellem) savaşmaktan vazgeçerseniz bu sizin iyiliğinize olur. Ancak bir daha kendiniz için zafer dileyip savaşırsanız biz de zaferi bir daha Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) veririz. Zira Allah, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabıyla beraberdir." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “...Tekrar dönerseniz biz de döneriz..." âyetini açıklarken: “Bir daha size ölü ve esir verdiririz, anlamındadır" demiştir. 20Ey mü’minler! Allah’a ve Rasûlüne itâat edin. (Kur’ân’ı ve öğüdlerini) dinlediğiniz hâlde, Peygamberin emirlerinden yüz çevirmeyin. 21"İşitmedikleri halde işittik diyenler gibi olmayın" İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “İşitmedikleri halde..." âyetini açıklarken: “İsyan ettikleri halde, anlamındadır" demiştir. 22"Allah katında, yeryüzündeki canlıların en kötüsü, gerçeği akletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir" İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: “Allah katında, yeryüzündeki canlıların en kötüsü..." âyetini açıklarken: “Bu âyet, filan kişi ile arkadaşları hakkında nazil oldu" demiştir. Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Buhârî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Allah katında, yeryüzündeki canlıların en kötüsü..." âyetini açıklarken: “Bunlar Kureyş'ten, Abduddâr oğullarından bir topluluktur" demiştir. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken: “Bu âyet, Abduddâr oğullarından bir topluluk hakkında nazil oldu" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “Bu âyet, Nadr b. Hâris ve kabilesi hakkında nazil oldu" demiştir. İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) âyetini açıklarken: “Âyette geçen "Devâb" ifadesi canlılar anlamındadır" dedi ve: “Eğer Allah, insanları kazandıkları yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yerkürenin sırtında hiçbir canlı bırakmazdı..."âyeti ile: “Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'ın üzerinedir..." âyetini okudu. 23"Allah onlarda bîr hayır görseydi elbette onlara işıttîrirdi. Fakat işittirseydi bile yine onlar yüz çevirerek dönüp giderlerdi" İbn İshâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Urve b. ez-Zübeyr: “Allah onlarda bir hayır görseydi elbette onlara işittirirdi..." âyetini açıklarken: “Yüce Allah dileseydi dilleriyle söylediklerini içlerine nüfuz ettirirdi. Ne var ki kalplerinin bundan yüz çevireceğini bilmektedir" demiştir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “...Fakat işittirseydi bile..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Yüce Allah onlarda bir hayır bulunmadığını bildikten sonra yine de işittirseydi bu bilgisine göre yine de bir faydası olmayacaktı." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Söz konusu olan bu kişiler: “Biz kör ve sağırız. Zira Muhammed'in bize yaptığı daveti işitmiyoruz. Biz dilsiziz; zira davetini onaylayarak ona cevap veremiyoruz" diyorlardı. Hepsi de Uhud savaşında öldürüldüler. Bunlar Uhud savaşında kızıl sancağın altında bulunuyorlardı. 24'Ey Mü’minler! Allah ve Peygamber, sizi, hayat verecek şeye çağırdığı zaman icabet edin. Allah'ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve sonunda O'nun katında toplanacağınızı bilin" İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Sizi, hayat verecek şeye çağırdığı zaman..." âyetini açıklarken: “Hak olan şeye çağırdığı zaman" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “...Sizi, hayat verecek şeye çağırdığı zaman..."âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Kendisine çağırılan bu şey hayat, güven, kurtuluş ve dünya ile Ahiretin şerrinden uzak durma olan Kur'ân'dır." İbn İshâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Urve b. ez-Zübeyr: “'...Sizi, hayat verecek şeye çağırdığı zaman..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Kendisine çağırılan bu şey Yüce Allah'ın, zelil iken sizi aziz kıldığı, zayıf iken sizi güçlü kıldığı, düşmanlarınıza karşı boyun eğerken sîzi onlardan koruyacak olan savaştır." İbn Ebî Şeybe, Huşeyş b. Asra'ın, İstikâme'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Allah'ın kişi ile kalbi arasına girdiğini bilin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Mümin ile küfür ve Allah'a isyan arasına girer. Aynı şekilde kafir ile iman ve Allah'a itaat arasına girer." İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “...Allah'ın kişi ile kalbi arasına girdiğini bilin..." âyetini sorduğumda Yüce Allah'ın mümin ile küfre girme ve kafir ile hidayete erme arasına girebileceği anlamına geldiğini söyledi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bü âyeti açıklarken: “Yüce Allah kafir ile bir hayır kapısını bulma, böyle bir kapıyı öğrenme veya böylesi bir kapıya doğru gitmesi arasına girer" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî' b. Enes: “...Allah'ın kişi ile kalbi arasına girdiğini bilin..." âyetini açıklarken: “Yüce Allah'ın ilmi, kişi ile kalbi arasına girer" demiştir. İbn Ebî Hâtim, Ebû Ğâlib el-Hulcî'den bildirir: İbn Abbâs'a: “...Allah'ın kişi ile kalbi arasına girdiğini bilin..." âyetini sorduğumda şöyle dedi: “Yüce Allah, müminin helak olmayı gerektirecek günahlar işlemesine engel olur. İnsanoğlu mutlaka böylesi günahlardan daha küçük olan günahları da işleyecektir. Ancak Yüce Allah kişiyi fasıklardan biri kılacak şeylerin kalbine girmesine engel olur. Aynı şekilde kafir kişinin Allah'a itaat etmesine de engel olabilir. Bu şekilde kafir olan kişi Allah'ın rahmet ve Cennetini hak edecek, Allah dostlarının yaptıkları bir amelde bulunmamış olur. Bütün bunlar da Yüce Allah'ın takdirinden önce ezeli ilmiyle olur ve kullar bu takdire göre hareket eder." Ebu'ş-Şeyh, Ebû Ğâlib'den bildirir: İbn Abbâs'a: “...Allah'ın kişi ile kalbi arasına girdiğini bilin..." âyetini sorduğumda şöyle dedi: Aynı şeyi benden önce Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) soran olmuştu ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashaba Allah'ın kazasını açıklamıştı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ömer ile yanındaki ashaba: “Amel et, bunun sana kolaylaştırıldığım göreceksin" buyurdu. Ömer: “Nasıl bir kolaylaştırma?" diye sorunca, Allah Resûlü: "Cehennemlik olan kişiye kendisini Cehenneme götürecek ameller kolaylaştırüır. Cennetlik olan kişiye de kendisini Cennete götürecek ameller kolaylaştırılır" karşılığını verdi. Ahmed, Zühö'de ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb, bir çocuğun: “Allahım! Sen ki kişi ile kalbi arasına girersin. Günahlarla arama gir ki hiçbir günaha bulaşmayayım" diye dua ettiğini işitince ona: “Allah sana merhamet etsin!" dedi ve çocuğa hayırduada bulundu. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Allah'ın kişi ile kalbi arasına girdiğini bilin..." âyetini açıklarken: “Öyle ki kişiyi hiçbir şeyi anlayamayacak bir hale sokar" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Allah'ın kişi ile kalbi arasına girdiğini bilin..." âyetini açıklarken: “Kişiye o kadar yakındır" demiştir. 25"Aranızdan yalnız zalimlere erişmekle kalmayacak fitneden sakının, Allah'ın azabının şiddetli olduğunu bilin" Ahmed, Bezzâr, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve İbn Asâkir, Mutarrif'ten bildirir: Zübeyr'e: “Ey Ebû Abdillah! Halifeyle (Osmân'la) ilgilenmediniz ve sonunda öldürüldü. Şimdi de kalkmış kanını istiyorsunuz?" dediğimizde şöyle karşılık verdi: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr, Ömer ve Osmân zamanında: «Aranızdan yalnız zalimlere erişmekle kalmayacak fitneden sakının...» âyetini okur; ancak bizim de bir gün bu âyetin muhatabı olacağımızı düşünmezdik. Sonunda başımıza malum şeyler geldi." İbn Ebî Şeybe, Nuaym b. Hammâd, Fiten'de, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Zübeyr'den bildirir: “Aranızdan yalnız zalimlere erişmekle kalmayacak fitneden sakının..." âyetini okur; ancak kendimizi bu âyetin muhatapları olarak düşünmezdik. Ancak daha sonra âyette bizlerin kastedildiğini gördük. İbn Ebî Hâtim, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Zübeyr: “Aranızdan yalnız zalimlere erişmekle kalmayacak fitneden sakının,.." âyetini okudu ve: “Bu fitne şu an içinde bulunduğumuz musibetler ve olaylardır" dedi. İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Aranızdan yalnız zalimlere erişmekle kalmayacak fitneden sakının..." âyetini açıklarken: “Bu âyet Ali, Osmân, Talha ve Zübeyr hakkında nazil oldu" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Vallahi bu âyet nazil olduğu zaman bazıları bunun bir topluluğa has olacağını da bilmekteydi." Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Vallahi bu âyet nazil olduğu zaman Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından feraset sahibi olanlar fitnelerin çıkacağını bildiler." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Dahhâk: “Bu âyet Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına has nazil olmuştur" demiştir. İbn Cerîr ile Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Bu âyet Bedir savaşma katılan Müslümanlara has bir şekilde nazil oldu. Daha sonra Cemel savaşında Müslümanlar aralarında savaşmış ve bu savaşta Talha ile Zübeyr öldürülmüştü. Her ikisi de Bedir savaşına katılmış sahabilerdi." İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: “Aranızdan yalnız zalimlere erişmekle kalmayacak fitneden sakının..." âyetini açıklarken: “Bana bildirilene göre âyette kastedilenler, Cemel savaşına katılanlardır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: “Aranızdan yalnız zalimlere erişmekle kalmayacak fitneden sakının..." âyetini açıklarken: “Hem zalim, hem de salih kişiye erişecek genel bir fitnedir" demiştir. Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'den bildirir: “Aranızdan yalnız zalimlere erişmekle kalmayacak fitneden sakının..." âyeti, "...Allah'ın kişi ile kalbi arasına girdiğini bilin..." âyeti gibidir. Öyle ki kişi hiçbir şeyi anlayamayacak bir hale gelir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Aranızdan yalnız zalimlere erişmekle kalmayacak fitneden sakının..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Yüce Allah bu âyetle müminlerin önlerinde yapılan kötülüğe sessiz kalmamalarını emretmiş, sessiz kalmaları halinde gelecek olan azabın iyi-kötü hepsine erişeceğini bildirmiştir." 26"Hatırlayın kî sîz bîr zamanlar yeryüzünde güçsüz ve zayıf îdlnîz. İnsanların sîzi kapıp götürmesinden korkuyordunuz. Bu haldeyken Allah sîzi barındırdı, yardımıyla sizi destekledi ve şükredeslniz diye size temizinden rızıklar verdi." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “Hatırlayın ki siz bir zamanlar yeryüzünde güçsüz ve zayıf idiniz. İnsanların sizi kapıp götürmesinden korkuyordunuz. Bu haldeyken Allah sizi barındırdı, yardımıyla sizi destekledi ve şükredesiniz diye size temizinden rızıklar verdi" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Araplar diğer topluluklar içinde en zelil konuma ve sıkıntılı yaşama sahip bir topluluktu. Herkesten daha fazla aç çıplaktılar. Herkesten daha fazla sapıklık içindeydiler. Biri Pers, biri de Roma olan iki aslanın baskısı altında perişandılar. Kıskanılacak herhangi bir yönleri yoktu. Yaşayanları perişan bir şekilde yaşar, ölenleri de ateşe giderdi. Sömürülür ancak kimselerden bir şey elde edemezlerdi. O günün şartlarında mekan olarak kendi mekanlarından daha kötüsü yoktu. Sonrasında Yüce Allah İslam dinini gönderdi. İslam'la Arapları güçlü kıldı, rızıklarını bollaştırdı. Onları diğer insanların başına idareciler kıldı. Şu gördüğünüz tüm şeyleri Yüce Allah İslam sayesinde ihsan etti. Onun için Allah'ın verdiği bu nimetlere şükredin. Zira Yüce Allah şükrü seven bir nimet verendir. Şükredenlerin de nimetlerini daha da arttırır." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “...İnsanların sizi kapıp götürmesinden korkuyordunuz. Bu haldeyken Allah sizi barındırdı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Cahiliye döneminde Mekke'de iken insanların sizi kapıp götürmesinden korkardınız. Ancak Yüce Allah sizleri İslam'la koruyup barındırdı." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Vehb: “...İnsanların sizi kapıp götürmesinden korkuyordunuz..." âyetini açıklarken: “O zaman Araplar, Pers ve Rumlardan korkarlardı" demiştir. Ebu'ş-Şeyh, Ebû Nuaym ve Deylemî, Müsnedu'l-Firdevs'de İbn Abbâs'tan bildirir: “...İnsanların sizi kapıp götürmesinden korkuyordunuz..." buyruğundaki insanların kimler olduğu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Sorulunca: 'Tersler" karşılığını verdi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: “...Bu haldeyken Allah sizi barındırdı, yardımıyla sizi destekledi..." buyruğunü açıklarken şöyle demiştir: “Medine'de Ensâr'ın yanında barındırmış, Bedir savaşında da yardım edip desteklemiştir." 27Bkz. Ayet:28 28"Ey îman edenleri Allah'a ve Peygamber'e hainlik etmeyin. Bile bile kendi emanetlerinize de hainlik etmeyin. Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir fitnedir. Büyük mükâfat Allah'ın katındadır" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Ebû Süfyân, Mekke'den çıktığında Cebrâil, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve: “Ebû Süfyân filan yerde" haberini verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de ashaba: “Ebû Süfyân filan yerde. Ona doğru çıkın, ama bunu gizli tutun" buyurdu. Münafıklardan biri Ebû Süfyân'a: “Muhammed peşinizden çıktı, önleminizi alın" diye mektup yazınca, Yüce Allah: “...Allah'a ve Peygamber'e hainliketmeyin..." âyetini indirdi. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Abdullah b. Ebî Katâde'den bildirir: “...Allah'a ve Peygamber'e hainlik etmeyin..." âyeti, Ebû Lubâbe b. Abdilmünzir hakkında nazil olmuştur. Kurayza oğulları hakkında verilecek hüküm konusunda Yahudiler ona: “Ne yönde hüküm çıkar?" diye sorduklarında, Ebû Lubâbe eliyle boğazına işaret edip kesilecekleri haberini verdi. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu. Bundan dolayıdır ki Ebû Lubâbe: “Henüz yerimden kımıldamadan Allah'a ve Resûlüne ihanet ettiğimi anladım" demiştir. Süneyd ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Zührî: “...Allah'a ve Peygamber'e hainlik etmeyin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Ebû Lubâbe hakkında nazil olmuştur. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu Kurayza oğullarına gönderince Yahudilere kesileceklerini haber verir gibi boğazına işaret etmişti. Bu âyetin nazil olmasından sonra Ebû Lubâbe: “Vallahi ölene veya Allah tövbemi kabul edene kadar hiçbir şey yemeyecek ve içmeyeceğim!" dedi. Bu şekilde bir şey yiyip içmeden yedi gün kaldı. Sonrasında kendinden geçip yere yığıldı. Daha sonra Yüce Allah onun tövbesini kabul etti. Kendisine: “Tövben kabul gördü" denilince: “Vallahi Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizzat gelip beni çözmedikten sonra buradan ayrılmam" karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizzat gelip Onu çözdü. Abd b. Humeyd, Kelbî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), müttefikleri olduğu için Ebû Lubâbe'yi Kurayza oğullarına gönderdi. Ebû Lubâbe onlar hakkında verilecek hükmün kesilme olduğunu boğazına işaret ederek bildirince: “Ey iman edenler! Allah'a ve Peygamber'e hainlik etmeyin. Bile bile kendi emanetlerinize de hainlik etmeyin..." âyeti nazil oldu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Lubâbe'nin karısına: “Ebû Lubâbe'nin neyi var? Namaz kılar, zekatını verir; cenabetlikten sonra yıkanır mıydı ?" diye sorunca, kadın: “Namaz kılar, zekatını verir, cenabetlikten sonra yıkanırdı. Allah ve Resulünü de severdi" karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu yanına çağırdı. Ebû Lubâbe geldiğinde: “Yâ Resûlallah! Namaz kılıyor, zekatımı veriyor ve cenabetlikten sonra yıkanıyorum. Ancak Yahudilerin kadın ve çocuklarını görünce onlara acıdım. Bundan dolayı da içimde bir sıkıntı oluştu ve bu konuda Allah'a ve Resûlüne ihanet ettiğimi anladım" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: “Ey iman edenler! Allah'a ve peygamber'e hainlik etmeyin..." âyetini açıklarken şöyle demiştin Ebû Lubâbe b. Abdilmünzir hakkında nazil oldu. Ancak: “Diğerleri; ise günahlarını itiraf ettiler... " âyetiyle neshedildi. İbn Merdûye, İkrime'den bildirir: Kurayza oğulları müşriklerle anlaşıp Müslümanları arkadan vurunca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ali'yi beraberindekilerle birlikte yanlarına gönderdi. Ali yanlarına yetiştiği zaman Yahudiler Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında kötü laflar ettiler. Bunun üzerine Cebrâil benekli bir atın üzerinde Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi. Hazret-i Âişe bunu anlatırken şöyle demiştir: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Cebrâil'in yüzündeki tozu silmesini şu an hâlâ görür gibiyim. Hatta ona: “Yâ Resûlallah! Bu Dihye mi?" diye sorduğumda bana: “Bu Cebrâil" karşılığını verdi." İkrime şöyle devam eder: Cebrâil: “Yâ Resûlallah! Kurayza oğullarının yanına neden gitmiyorsun?" diye sorunca, Allah Resûlü: “Kalelerinden içeri nasıl geçebilirim ki?" buyurdu. Cebrâil: “Ben bu atımı yanlarına geçiririm" deyince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) eğersiz bir şekilde atına bindi ve Kurayza oğullarının yanına doğru yola çıktı. Alı onu görünce: “Yâ Resûlallah! Yanlarına gitmesen de olur, zira sana söverler" dedi. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onları sadece selamlayacağım" karşılığını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanlarına gelince: “Ey maymun ve domuzların kardeşleri!" diye seslendi. Kurayzalılar: “Ey Ebu'l-Kâsım! Sen böyle kaba sözler söylemezdin" karşılığını verdiler. Sonra: “Biz Muhammed'in vereceği hükme göre teslim olmayız. Ama Sa'd b. Muâz'ın vereceği hükme razı olup teslim oluruz" dediler. Bu şekilde teslim olunca Sa'd b. Muâz savaşçılarının öldürülmesi, çoluk çocuklarının da esir alınması yönünde hüküm verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Seher vakti bana gelen melek de aynı yönde hüküm vermişti" buyurdu. Bunun üzerine: “Ey iman edenler! Allah'a ve Peygamber'e hainlik etmeyin. Bile bile kendi emanetlerinize de hainlik etmeyin..." âyeti nazil oldu. Âyet Ebû Lubâbe hakkında nazil oldu, Zira Kurayzalılar ancak Sa'd'ın hükmüne razı olacaklarını söyleyince Ebû Lübâbe: “Bunu yapmayın; zira vereceği hüküm kafalarınızın kesilmesi olacaktır" anlamında boğazına doğru işaret etti. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Ey iman edenler! Allah'a ve Peygamber'e hainlik etmeyin. Bile bile kendi emanetlerinize de hainlik etmeyin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Buyruk ve emirlerini terk ederek Allah'a, sünneti bırakıp günahlara bulaşarak Resûlüne hainlik etmeyin. Allah'ın, kullarını sorumlu tuttuğu görevleri yerine getirmemekle emanetlerinize hainlik etmeyin." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muğîre b. Şu'be: “Bu âyet, Osmân'ın öldürülmesi hakkında nazil oldu" demiştir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Yezîd b. Ebî Habîb: “...Allah'a ve Peygamber'e hainlik etmeyin..." âyetini açıklarken: “Bundan kasıt, savaşlarda silahları bozup onlara zarar vermektir" demiştir. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Her biriniz mutlaka bir fitnenin, imtihanın içindesinizdir. Zira Yüce Allah: “Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir fitnedir..." buyurmuştur. Onun için kişi Allah'a sığınırken kendisini saptıracak imtihan ve fitnelerden de Allah'a sığınmalıdır. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir fitnedir..." âyetini açıklarken: “Burada fitneden kasıt imtihandır ki Yüce Allah kişiyi bunlarla sınar" dedi ve: “...Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz..." âyetini okudu. 29"Ey iman edenler! Allah'tan sakınırsanız, O size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah büyük, bol nimet sahibidir" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: “Size çıkış yolu gösterir" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: “Size kurtuluş yolu verir" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr, İkrime'den yorumun benzerini zikreder. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: “Size zafer verir" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: “Size dünyada da, âhirette de çıkış yolu verir" demiştir. 30"Kafirler seni bağlayıp bir yere kapamak veya öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı. Onlar düzen kurarken, Allah da düzenlerini bozuyordu. Allah düzen yapanların en iyisidir." Abdurrezzâk, Ahmed, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, Taberânî, Ebu'ş- Şeyh, İbn Merdûye, Ebû Nuaym, Delâil'de ve Hatîb'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Kafirler seni bağlayıp bir yere kapamak veya öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Kureyşliler, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den Medine'ye hicret edeceği günün gecesinde bir araya gelip ona ne yapacakları konusunda istişare ettiler. Bazıları: “Sabah olduğunda onu yakalayıp bağlayın" derken, bazıları: “Bunun yerine onu öldürün" dediler. Bazıları da: “Onu Mekke'den çıkarın" şeklinde görüş belirttiler. Ancak Yüce Allah onların bu niyetlerini Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirdi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yatağında Hazret-i Alî yattl. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de Mekke'den çıkıp mağaraya sığındı. Müşrikler Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zannettikleri Ali'yi gözlemeye koyuldular. Sabah olunca saldırıya geçtiler, ancak yatakta olan kişinin Ali olduğunu gördüler. Bu şekilde Yüce Allah onların bu tuzaklarını boşa çıkardı. Ali'ye: “Arkadaşın nerede?" diye sorduklarında: “Bilmiyorum" karşılığını verdi. Sonrasında Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) izini takip ederek peşine düştüler. Mağaranın bulunduğu dağın eteğine geldiklerinde izler karıştı. Dağa çıkıp mağaraya da uğradılar. Ancak mağaranın kapısında örümcek ağını görünce: “Şayet buraya girseydi örümcek ağı bu şekilde kapıda olmazdı" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) o mağarada üç gün kaldı. İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebû Nuaym, Delâil'de ve Beyhakî, Delâil'de İbn Abbâs'tan bildirir: Kureyşli her kabilenin eşrafından bir grup Dâru'n-Nedve'de toplanmak üzere bir araya gelmişlerdi. Girişte İblis asil bir ihtiyar suretinde karşılarına çıktı. Onu gördüklerinde: “Sen kimsin?" diye sordular. İblis: “Necd ahalisinden bîriyim. Toplantı yapmak istediğiniz konuyu işittim ve sizinle birlikte bulunmak istedim. Bu konudaki görüş ve nasihatlerimden sizi mahrum bırakmak istemedim" karşılığını verdi. "Olur, gir" dediklerinde de onlarla birlikte içeriye girdi. İçerde onlara: “Şu adam konusunda bir çare düşünün. Davasının sizin davaya galip gelmesi pek yakındır" dedi. İçlerinden biri: “Onu bağlayıp bir yerde hapsedelim. Sonra öylesine bırakıp daha önce Züheyr ve Nâbiğa gibi şairlerin helak olması gibi helak olup gitsin. Zira o da bu ikisi gibidir" şeklinde görüş belirtince, Allah düşmanı Necdli ihtiyar (İblis): “Olmaz! Vallahi bu sizin için uygun bir çözüm değildir. Zira arkadaşları onun hapsedildiğini öğrenecek, size saldırıp onu elinizden kurtarıp koruyacaklardır. Bu durumda sizi yurdunuzdan çıkarmayacaklarından da emin olamam. Onun için başka bir çare düşünün" karşılığını verdi. Başka biri: “Onu Mekke'den çıkarıp rahat edin. Mekke'den çıkması halinde artık ne yapsa ve nereye gitse size bir zararı dokunmaz. Eziyetiyle birlikte sizden uzak durduğu zaman siz rahat eder, onunla da artık başkaları uğraşır" dedi. Necdli ihtiyar (İblis): “Olmaz! Vallahi bu da sizin için uygun bir çare değildir. Ne kadar güzel sözlü, tatlı dilli olduğunu, sözünü dinleyenlerin kalplerine nasıl işlediğini görmüyor musunuz? Vallahi şayet böyle yaparsanız diğer Araplara gidip davasını anlatır. Onlar da size karşı etrafında toplanıp sîzi yurdunuzdan çıkarır, ileri gelenlerinizi de öldürürler" karşılığını verdi. Oradakiler: “Vallahi adam doğru söylüyor. Başka bir çare düşünelim" dediler. Ebû Cehil: “Sîze öyle bir çare söyleyeceğim ki başkasına ihtiyacınız kalmayacak ve daha iyisini de bulamayacaksınız" deyince, oradakiler: “Nedir?" diye sordular. Ebû Cehil şöyle dedi: “Her kabileden saygın, güçlü kuvvetli bir genç seçelim ve her birine keskin bir kılıç verelim. Üzerine saldırıp tek bir kişinin vurması gibi vurup öldürsünler. Bu şekilde kanı tüm kabilelere dağılmış olur. Hâşim oğullarının da tüm Kureyşlilere karşı savaş açacaklarını zannetmiyorum. Bunu gördüklerinde de diyete razı olacaklar. Biz de onun eziyetlerinden kurtulup rahatlamış oluruz." Necdli ihtiyar (İblis) bunu duyunca: “Vallahi uygun olan görüş de budur! Tek çare bu genç adamın dediğidir ve başka da uygun bir yol göremiyorum" dedi; Bu görüş üzerinde karar kılıp dağıldılar. Ancak Cebrâil, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve müşriklerin kurduğu tuzağı ona bildirdi. O gece her zaman kaldığı yerde yatmamasını söyledi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) o gece her zamanki yerde yatmadı. Yüce Allah da ona Mekke'den çıkma iznini verip hicret etmelerini de emretti.. Daha sonra: “Kendilerine savaş açılan müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle cihad için izin verildi. Şüphe yok ki Allah'ın onlara yardım etmeğe gücü yeter. Onlar haksız yere ve «Rabbimiz Allah'tın) dediler diye yurtlarından çıkarılmışlardır..." âyetlerini de indirerek müşriklerle savaşı farz kıldı. Bu iki âyet savaş hakkında nazil olan ilk âyetlerdir. Yüce Allah, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye gidişinden sonra: “Kafirler seni bağlayıp bir yere kapamak veya öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı. Onlar düzen kurarken, Allah da düzenlerini bozuyordu. Allah düzen yapanların en iyisidir" âyetini indirerek ona ihsan ettiği nimetini hatırlattı. Süneyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Ubeyd b. Umeyr'den bildirir: Müşrikler Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) saldırıp onu öldürme veya Mekke'den çıkarma konusunda görüşüp bu yönde karar aldıklarında amcası Ebû Tâlib: “Müşriklerin senin hakkında ne planlar yaptıklarını biliyor musun?" diye sordu. Allah Resûlü: “Beni hapsetmek veya öldürmek veya Mekke'den çıkarmak istiyorlar" karşılığını verdi. Ebû Tâlib: “Sana bunu kim haber verdi?" diye sorunca, Allah Resûlü: “Rabbim" karşılığını verdi. Ebû Tâlib: “Rabbin ne iyi bir Rabdir! Ona iyi davran" deyince de, Allah Resûlü: “Ben mi ona iyi davranacağım! O bana iyi davranır" karşılığını verdi. İbn Cerîr, Ubeyd b. Umeyr vasıtasıyla Muttalib b. Ebî Vedâa'dan bildirir: Ebû Tâlib: “Kavminin senin hakkında ne planlar yaptıklarını biliyor musun?" diye sordu. Allah Resûlü: “Beni hapsetmek veya öldürmek veya Mekke'den çıkarmak istiyorlar" karşılığını verdi. Ebû Tâlib: “Sana bunu kim haber verdi?" diye sorunca, Allah Resûlü: “Rabbim" karşılığını verdi. Ebû Tâlib: “Rabbin ne iyi bir Rab'dir! Ona iyi davran" deyince de, Allah Resûlü: “Ben mi ona iyi davranacağım! O bana iyi davranır" karşılığını verdi. Bunun üzerine: “Kafirler seni bağlayıp bir yere kapamak veya öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı. Onlar düzen kurarken, Allah da düzenlerini bozuyordu. Allah düzen yapanların en iyisidir" âyeti nazil oldu. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “Kafirler seni bağlayıp bir yere kapamak veya öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı..." âyetini açıklarken: “İkrime bu âyetin Mekkî bir âyet olduğunu söyledi" demiştir. İbn Merdûye, Enes b. Mâlik'ten bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) günler hakkında sorulurken Cumartesi günü de soruldu. Allah Resûlü: “Cumartesi günü tuzak kurma ve hile günüdür" buyurdu. Ashab: “Yâ Resûlallah! Neden?" diye sorduklarında Allah Resûlü şu karşılığı verdi: “Çünkü bu günde Kureyşliler Dâru'n-Nedve'de bana bir tuzak kurdular. Ki Yüce Allah bu konuda: «Kafirler seni bağlayıp bir yere kapamak veya Öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı. Onlar düzen kurarken, Allah da düzenlerini bozuyordu. Allah düzen yapanların en iyisidir» buyurmuştur. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Atâ: (.....) ifadesini: “Seni hapsetmek için" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: “Seni bağlamak için" şeklinde açıklamıştır. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd, Katâde'den bildirir: Kureyşfiler Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bir tuzak kurmak üzere Dâru'n-Nedve'ye girerken: “Yanınızda sizden olmayan hiç kimse içeriye girmesin" dediler. Ancak Şeytan, Necdli bir ihtiyar suretinde onlarla birlikte içeriye girdi. İçeride konu hakkında istişare ederken içlerinden biri: “Bana sorarsanız onu bir deveye bindirip Mekke'den çıkarın" deyince, Şeytan: “Ne kötü bir fikirdir bu! O sizin içinizdeyken aranızı bozdu. Onu Mekke'den çıkarmanız halinde neler yapmaz ki? Tüm insanları bozup sizinle savaşmak üzere üzerinize salar" karşılığını verdi. Oradakiler: “Bu ihtiyar çok güzel düşündü" dediler. Başka biri: “Benim görüşüm onu bir odaya kapatın ve kapılarını da sıvayın. Bu şekilde onu orada ölüme bırakın" deyince, Şeytan: “Ne kötü bir fikirdir bu! Sence arkadaşları onu orada öyle bırakırlar mı ki? Bu yaptığınıza çok kızacaklar ve onu oradan çıkartacaklardır" karşılığını verdi. Ebû Cehil: “Benim görüşüm, her kabileden bir adam getirelim. Bunlar kılıçlarını alır, onu vurup öldürürler. Bu şekilde kimin öldürdüğü bilinmeyeceği için diyetini verirsiniz" deyince, Şeytan: “Bu adamın görüşü en iyi görüştür!" karşılığını verdi. Ancak Yüce Allah bu planı Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verdi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına Ebû Bekr'i de alıp Sevr denilen dağdaki mağaraya sığındılar. Allah Resulünün yatağında da Hazret-i Ali yattı. Müşrikler Allah Resûlü zannetikleri Ali'yi gözlemeye koyuldular. Sabah olunca üzerine saldırdılar. Ancak yatakta olan kişinin Ali olduğunu gördüklerinde: “Arkadaşın nerede?" diye sordular. Hazret-i Ali: “Bilmiyorum" karşılığını verdi. Ardından Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) izini sürerek mağaraya kadar geldiler, ancak onu bulamadan geri döndüler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) o mağarada Ebû Bekr ile birlikte üç gün kaldı. Abd b. Humeyd, Muâviye b. Kurra'dan bildirir: Kureyşliler bir evde toplandı ve: “Yanınızda sizden olmayan hiç kimse içeriye girmesin" dediler. İblis gelip girmek isteyince: “Sen kimsin?" diye sordular. İblis: “Necd ahalisinden bir ihtiyarım. Ben hısımlıktan dolayı sizin kabeledenim" karşılığını verdi. Onlar da: “Bir topluluğun (kadın tarafından) hısımı da o topluluktan biri sayılır" deyip katılmasını kabul ettiler. İçerde bazıları: “Onu bağlayalım" deyince, İblis: “Hâşim oğulları buna razı olup sessiz kalır mı ki?" karşılığını verdi. Bazıları: “Onu Mekke'den çıkaralım" deyince, İblis: “Başkaları ona sahip çıkar" karşılığını verdi. Ebû Cehil: “Her bir aileden bir kişi toplayalım ve hep birlikte onu öldürsünler" deyince, İblis: “En iyisi bu genç adamın dediğidir" karşılığını verdi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Kafirler seni bağlayıp bir yere kapamak veya öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı. Onlar düzen kurarken, Allah da düzenlerini bozuyordu. Allah düzen yapanların en iyisidir" âyetini indirdi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Kafirler seni bağlayıp bir yere kapamak veya öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı..." âyetini açıklarken: “Bunlar Kureyş kafirleridir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) henüz Mekke'den çıkmadan ona bunu yapmak için tuzak kurmuşlardı" demiştir. Hâkim, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Ali kendi canını feda edip Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) giysisini giydi ve onun yerinde yattı. Kureyşliler de Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) öldürme kararı almışlardı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sandıkları Ali'yi gözlüyorlardı. Ali yatakta sağa sola dönünce ancak kim olduğunu öğrenebildiler ve: “Sen rezîl birisin! Yatakta sağa sola dönüyorsun oysa arkadaşın yatarken sağa sola dönmezdi. Bunu yapınca o olmadığını anladık" dediler. Hâkim, Ali b. Hüseyn'den bildirir: Allah rızası için canını ilk feda eden kişi Ali'dir. Bu konuda da şöyle bir şiir söylemiştir: "Kendimi kalkan ettim yeryüzüne ayah basanların en iyisine Kâbe ile Hacer-i Esvedi tavaf edene Pusuya düşmekten çekinen Allah Resûlüne Pek güçlü olan Allah yetişti imdadına Güven içinde geceledi Allah Resûlü mağarada Allah'ın koruması ve himayesi altında Onları beklemeye koyuldum ki istedikleri ben değildim Bu yolda ölümü ve esir düşmeyi göze aldım. " 31"Ayetlerimiz onlara okunduğu zaman, «İşittik! İstesek biz de bunun benzerini söyleyebiliriz. Bu öncekilerin masallarından başka bir şey değildir» derlerdi." İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Bedir savaşında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ukbe b. Ebî Muayt, Tuayme b. Adiy ve Nadr b. el- Hâris'i bağlı iken öldürttü. Nadr'ı Mikdâd esir almıştı. Öldürülmek üzereyken Mikdâd: “Yâ Resûlallah! Bu benim esirim!" deyince, Allah Resûlü: “Allah'ın Kitabı hakkında ileri geri laflar ediyordu" karşılığını verdi. "Ayetlerimiz onlara okunduğu zaman, «İşittik! İstesek biz de bunun benzerini söyleyebiliriz. Bu öncekilerin masallarından başka bir şey değildir' derlerdi» âyeti de onun hakkında nazil olmuştur. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Nadr b. el-Hâris sık sık Hîre'ye gider bölge ahalisinin kafiyeli sözleri ile konuşmalarını dinlerdi. Mekke'ye geldiği zaman da Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) sözlerini ve Kur'ân âyetlerini işitip dinledi. Bunun üzerine: “...İşittik! İstesek biz de bunun benzerini söyleyebiliriz. Bu öncekilerin masallarından başka bir şey değildir" demeye başladı. 32Bkz. Ayet:34 33Bkz. Ayet:34 34"Bîr zaman: «Allahım! Eğer bu, senin katından gelmiş bîr gerçekse üzerimize gökten taş yağdır yahut bîze elem verici bîr azap getir!» demişlerdi. Oysa sen onların içinde iken, Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir. Yoksa Mescid-i Haram'a girmekten menederlerken Allah onlara niçin azab etmesin? Hem de onun dostu değiller. Onun dostları ancak karşı gelmekten sakınanlardır. Fakat çoğu bunu bilmiyorlar" Buhârî, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de Enes b. Mâlik'ten bildirir: Ebû Cehil b. Hişâm: “Allahım! Eğer bu senin katından gelmiş bîr gerçekse üzerimize gökten taş yağdır yahut bize elem verici bir azap getir!" deyince: “Oysa sen onların içinde iken, Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir" âyeti nazil oldu. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken: “Ebû Cehil b. Hişâm hakkında nazil oldu" demiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Bir zaman: «Allahım! Eğer bu senin katından gelmiş bir gerçekse üzerimize gökten taş yağdır yahut bize elem verici bir azap getir!" demişlerdi» âyetini açıklarken: “Nadr b. el-Hâris hakkında nazil oldu" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Allahım! Eğer bu senin katından gelmiş bir gerçekse üzerimize gökten taş yağdır yahut bize elem verici bir azap getir..." âyetini açıklarken: “Bunu diyen Nadr b. el-Hâris'ti" demiştir. İbn Cerîr, Atâ'dan bildirir: Nadr b. el-Hâris hakkında on küsur âyet nazil olmuştur. Bunlardan bazıları: “Allahım! Eğer bu senin katından gelmiş bir gerçekse üzerimize gökten taş yağdır yahut bize elem verici bir azap getir...", "Rabbimiz! Bizim payımızı hesap gününden önce ver, dediler.", "Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geldiniz..." ve, "Biri çıkıp gelecek azabı sordu" âyetidir. İbn Merdûye, Büreyde'den bildirir: Uhud savaşında Amr b. el-Âs'ın, atının üzerine durup: “Allahım! Şayet Muhammed'in söyledikleri gerçek ise atımla birlikte beni yerin dibine geçir!" dediğini işittim. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de İbn Abbâs'tan bildirir: Müşrikler Kâbe'yi tavaf ederken: “Allahım! Emrine amadeyiz! Senin hiçbir ortağın yoktur" derlerdi. Bunu duyan Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de: “Yeter! Bu kadarı yeteri" buyururdu. Ancak onlar: “Sadece bir ortağın vardır, o senindir. Hem ona hem de onun sahip olduklarına sahipsin!" diye devam ederlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Oysa sen onların içinde iken, Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir" âyetini indirdi. Azaptan yana onlar için biri Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) biri de istiğfar olmak üzere iki tane güvence vardı. Peygamber gidince geriye sadece istiğfar kaldı. Bu azap dünyada iken gelecek azap içindir. "Yoksa Mescid-i Haram'a girmekten menederlerken Allah onlara niçin azab etmesin..."âyetindeki azap ise âhiretteki azap hakkındadır. İbn Cerîr, Yezîd b. Rûmân ve Muhammed b. Kays'tan bildirir: Kureyşliler birbirlerine: “Allah içimizden Muhammed'e mi ihsanda bulundu? "Allahım! Eğer bu senin katından gelmiş bir gerçekse üzerimize gökten taş yağdır yahut bize elem verici bir azap getir..." dediler. Akşam olunca da: “Allahım! Bizi bağışla" demeye başladılar. Bunun üzerine Yüce Allah: “Sen onların içinde iken, Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir. Yoksa Mescid-i Haram'a girmekten menederlerken Allah onlara niçin azab etmesin? Hem de onun dostu değiller. Onun dostları ancak karşı gelmekten sakınanlardır. Fakat çoğu bunu bilmiyorlar" âyetlerini indirdi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Ebzâ'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de iken Yüce Allah: “Oysa sen onların içinde iken, Allah onlara azap edecek değildi..." âyetini indirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret edince: “...Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir" âyetini indirdi. Bunlar da Mekke'de kalan ve Allah'tan bağışlanma dileyen Müslümanlarda Ancak bu Müslümanlar da Mekke'den çıkınca Yüce Allah: “Yoksa Mescid-i Haram'a girmekten menederlerken Allah onlara niçin azab etmesin? Hem de onun dostu değiller. Onun dostları ancak karşı gelmekten sakınanlardır. Fakat çoğu bunu bilmiyorlar" âyetini indirdi. Bu azabı da onlara Mekke'nin fethinde tattırdı. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Atiyye'den bildirir: “Oysa sen onların içinde iken, Allah onlara azap edecek değildi..." buyruğunda kastedilen kişiler müşriklerdir ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) içlerinden çıkana kadar Yüce Allah onlara azap göndermeyeceğini bildirilmiştir. "...Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir" buyruğunda bağışlanma dileyenlerden kasıt, Mekke'de bulunan Müslümanlardır. Daha sonra Yüce Allah müşriklere yönelik: “Yoksa Mescid-i Haram'a girmekten menederlerken Allah onlara niçin azab etmesin? Hem de onun dostu değiller. Onun dostları ancak karşı gelmekten sakınanlardır. Fakat çoğu bunu bilmiyorlar" buyurmuştur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “...Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir" âyetini açıklarken: “Şayet bağışlanma dileyip günahlarını itiraf etselerdi mümin olurlardı" demiştir. "Yoksa Mescid-i Haram'a girmekten menederlerken Allah onlara niçin azab etmesin..." âyetini açıklarken de: “Bağışlanma dilemiyorlarsa onlara neden azap vermeyeyim?" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Oysa sen onların içinde iken, Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir" âyetini açıklarken: “Sen onların içlerinde bulunduğun sürece Allah onlara azap göndermez. Onların Müslüman olmaları beklenirken de azap gönderecek değildir" demiştir. Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Kelbî: “...Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir" âyetini açıklarken: “İçlerinde hâlâ Müslüman olma ihtimali olanlar varken Yüce Allah onlara azap gönderecek değildir" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime: “...Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir" âyetini açıklarken: “Hâlâ içlerinde Müslüman olanlar varken azap gönderecek değildir" demiştir. İbn Ebî Hâtim, Âtâ b. Dînâr'dan bildirir: Saîd b. Cübeyr'e istiğfar konusu sorulunca: “...Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir" âyetini okudu ve şöyle dedi: “Bunlar bağışlanmaya yönelik ameller yapanlardır. Bana bildirilene göre sadece dilleriyle bağışlanma dileyen ancak hem Müslüman, hem de diğer dinlerden olduğunu söyleyen kişiler de Cehenneme gideceklerdir." İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime ile Hasan: “...Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir" âyetini açıklarken şöyle demişlerdir: Bu âyetin hükmü: “Yoksa Mescid-i Haram'a girmekten menederlerken Allah onlara niçin azab etmesin..." âyetiyle neshedilmiştir. Ki daha sonra müşriklerle Mekke'de savaşılmış, ablukaya alınıp aç kalmışlardır. Ebu'ş-Şeyh, Süddî'den bu yorumun benzerini zikreder. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Ebû Mâlik'ten bildirir: “Oysa sen onların içinde iken, Allah onlara azap edecek değildi..." buyruğunda kastedilen kişiler Mekke ahalisidir. "...Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir" buyruğunda kastedilen kişiler, Mekkelilerin içinde bulunan ve bağışlanma dileyen müminlerdir. Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Katâde'den bildirir: “Kur'ân hastalığınızı da bunun devasını da size bildirmektedir. Hastalığınız günâhlarınızda. Bunun devası da istiğfardır." Beyhaki'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Size hastalığınızı ve bunun devasını söyleyeyim mi? Hastalığınız günahlarınızdır. Bunun devası da istiğfardır" buyurmuştur. İbn Ebi'd-Dünya ve Beyhakî, Ka'b'dan bildirir: “Kul küçük bir günah işleyip de bunu basit görür, pişman olmaz ve bağışlanma dilemezse bu günah büyüyerek Allah'ın katında dağ kadar olur. Büyük günah işleyip de buna pişman olur ve bağışlanma dilerse bu büyük günah, Allah katında küçülür ve sonunda bağışlanır." Tirmizî'nin Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Yüce Allah: “Oysa sen onların içinde iken, Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir" buyurarak ümmetime yönelik bana iki güvence verdi. Ben göçüp gittiğimde istiğfarı kıyamete kadar onlara bırakmış olacağım. Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ebû Hureyre'den bildirir: Sizlere verilmiş iki güvence vardı. Biri gitti diğeri kaldı. Yüce Allah: “Oysa sen onların içinde iken, Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir" buyurmuştur. İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, İbrr Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah bu ümmete iki güvence vermiştin Bu iki güvence sizde olduğu müddetçe azaptan beri olursunuz. Bu iki güvenceden birini Yüce Allah katına almıştır. Diğeri de hâlâ elinizin altındadır. O da Yüce Allah'ın: “...Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir" buyruğudur. İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh, Taberânî, İbn Merdûye, Hâkim ve İbn Asâkir, Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildirir: Yüce Allah: “Oysa sen onların içinde iken, Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir" buyurarak azaptan yana size iki güvence vermiştir. Bunlardan biri olan Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat edip Allah'ın katına gitmiştir. İstiğfar ise kıyamete kadar aranızda kalacaktır. Beyhakî, Şuabu'l-îman'da İbn Abbâs'tan bildirir: “Bu ümmetin Allah'ın azabına yönelik biri Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) biri de istiğfar olmak üzere iki güvencesi vardı. Bunlardan biri olan Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat etti. Geriye bir tane güvence kaldı ki o da istiğfardır." Ahmed'in Fadâle b. Ubeyd'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kul bağışlanma dilediği sürece Allah'ın azabından yana güvendedir" buyurmuştur. Ahmed ve Beyhakî, el-Esmâu ve's-Sifâfte Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Şeytan: “«Rabbiml İzzetine andolsun ki ruhları bedenlerinde durduğu müddetçe kullarını saptıracağım» deyince, Yüce Allah: «İzzetim ve celalime andolsun ki benden bağışlama diledikleri sürece ben de onları bağışlayacağım» karşılığını verdi. Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah çokça bağışlanma dileyen kişiye her derdinden bir kurtuluş yolu, her sıkıntısında bir çıkış yolu gösterir ve beklemediği yerden ona rızıklar ihsan eder." Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de, Nesâî ve İbn Mâce'nin Abdullah b. Büsr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Amel defterinde çokça istiğfar bulunan kişiye ne mutlu!" buyurmuştur. : Hakîm et-Tirmizî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kalplerin de demirde olduğu gibi pası olur. Kalbin cilası da istiğfardır" buyurmuştur. Hakîm et-Tirmizî'nin Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Elinizden geldiği kadar çokça istiğfar edin. Zira Allah'ın yanında istiğfardan daha sevimli ve kişiyi daha fazla muvaffak kılacak bir şey yoktur" buyurmuştur. Ahmed, Zühd'de Muğîs b. Sümey'den bildirir: Sizden önceki topluluklardan çokça günah işleyen bir adam vardı. Bir gün yolda yürürken geçmişte yaptıkları aklına geldi ve: “Allahım! Beni bağışla" dedi. Bu halde iken de ölünce bağışlandı. İbn Ebî Şeybe ve Ahmed, Zühd'de bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ: “Amel defterinde az da olsa istiğfar bulunan kişiye ne mutlu!" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Ebû Sa'id el-Hudrî'den bildirir: “Kendisinden başka ilah olmayan, hep diri kalan ve her şeyi ayakta tutan Allah'tan bağışlanma diler ona tövbe ederim" diyen kişi, günahları denizlerdeki köpükler kadar olsa dahi bağışlanır. Ebû Dâvud, Tirmizî, Şemâıl'de ve Nesâî, Abdullah b. Amr'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında güneş tutulması oldu. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaza durdu. Kıyamı o kadar uzun tuttu ki sanki rükû'a gitmeyecek gibiydi. Sonra rükû'a gitti, ancak rükû'u o kadar uzun tuttu ki sanki kalkmayacak gibiydi. Sonra kalktı, ancak kalktıktan sonra o kadar uzun durdu ki sanki secdeye gitmeyecek gibiydi. Sonra secdeye gitti ancak secdeyi o kadar uzun tuttu ki sanki başını kaldırmayacak gibiydi. Sonra başını kaldırdı, ancak kalktıktan sonra o kadar uzun durdu ki sanki secdeye gitmeyecek gibiydi. Sonra bir daha secdeye gitti ve yine o kadar uzun durdu ki sanki hiç kalkmayacak gibiydi. Sonrasında ikinci rekata kalktı ve onu da ilk rekattaki gibi kıldı. İkinci rekatta da secdelerini bitirdikten sonra üfledi ve: “Rabbim! Ben içlerindeyken onlara azap vermeyeceğine dair söz vermemiş miydin? Allahım! Bağışlanma diledikleri sürece onlara azap vermeyeceğine dair söz vermemiş miydin? Biz de senden bağışlanma diliyoruz" buyurdu. Bu şekilde namazını bitirince güneş de açılmıştı. Deylemî'nin Osmân b. Ebi'l-Âs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yeryüzünde Allah'ın azabından yana iki güvence vardır. Birinci güvence benim varlığım, ikincisi ise istiğfardır. Zamanı gelince ben gideceğim, ancak istiğfar kalacaktır. Onun için her bir günah ve suç için bağışlanma dilemeye çalışın." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Nehhâs, Nâsih'de ve Beyhakî, Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Oysa sen onların içinde iken, Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Yüce Allah bir kavmi peygamberleri henüz içlerindeyken azaplandıracak değildir. Azap gönderecekse de Peygamberleri oradan çıktıktan sonra gönderir. Aynı şekilde bir toplulukta ezelde Müslüman olmaları takdir edilen kişiler Allah'tan af dileyip iman edeceklerinden dolayı bunlar varoldukça da Allah azap göndermez. Yüce Allah kafirlere de: “Allah inananları sizin durumunuzda bırakacak değildir, temizi pisten ayıracaktır..." buyurmuştur. Burada temizi pisten ayırmaktan kasıt, kimin mutlu kimin de bedbaht olacağını belirlemektir. Yüce Allah Mekke müşrikleri konusunda da: “Yoksa Mescid-i Haram'a girmekten menederlerken Allah onlara niçin azab etmesin..." buyurmuş, azapları da Bedir savaşında boyunlarının kılıçla vurulmasıyla gerçekleşmiştir. İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah önce: “...Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir" buyurmuş sonra da: “Yoksa Mescid-i Haram'a girmekten menederlerken Allah onlara niçin azab etmesin..." buyurarak müşrikleri bundan istisna etmiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, Nehhâs ve Ebu'ş-Şeyh, Dahhâk'tan bildirir: “Oysa sen onların içinde iken, Allah onlara azap edecek değildi..."buyruğunda kastedilen kişiler Mekke'deki müşriklerdir. "...Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir" buyruğunda kastedilen kişiler Mekke'deki müminlerdir. "Yoksa Mescid-i Haram'a girmekten menederlerken Allah onlara niçin azab etmesin..." buyruğunda kastedilen kişiler ise Mekke kafirlerdir. İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Yoksa Mescıd-i Haram'a girmekten menederlerken Allah onlara niçin azab etmesin..." âyetini açıklarken: “Azapları Mekke'nin fethedilmesiyle gerçekleşti" demiştir. İbn İshâk ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abbâd b. Abdillah b. ez- Zübeyr: “Yoksa Mescid-i Haram'a girmekten menederlerken Allah onlara niçin azab etmesin..." âyetini açıklarken: “İddia ettikleri faziletler kendilerinde bulunmasına rağmen Allah'ın âyetlerini inkar edip elçilerini yalanladıkları sürece Allah onlara neden azap etmesin" demiştir. İbn İshâk ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Urve b. ez-Zübeyr: “Yoksa Mescid-i Haram'a girmekten menederlerken Allah onlara niçin azab etmesin..." âyetini açıklarken: “Sen ve sana tâbi olanlar gibi Allah'a iman edip ona ibadet edenleri Mescid-i Haram'dan alıkoyarlar" demiştir. "...Onun dostları ancak karşı gelmekten sakınanlardır..." âyetini açıklarken de: “Bu sakınanlar sen ve sana tâbi olanlar, orada ibadetlerini yaparlarken Mescid-i Haram'dan çıkarılanlardır" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Micâhid: “...Onun dostları ancak karşı gelmekten sakınanlardır..." âyetini açıklarken: “Her kim ve her nerede olurlarsa olsunlar oranın bakımına ehil olanlar, ancak Allah'a karşı gelmekten sakınanlardır" demiştir. Buhârî, el-Edebu'l-Müfred'de, Taberânî ve Hâkim, Rifâa b. Râfi'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ömer'e: “Bana kavmini (Kureyşlileri) topla" buyurdu. Ömer kavmini toplayıp Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kapısına dayandılar. Ömer içeri girip: “Kavmimi topladım" dedi. Ensâr bunu duyunca: “Kureyşliler hakkında vahiy indi" demeye başladılar ve ne denileceğini, ne olacağını görmek, duymak için onlar da oraya gittiler. Bir zaman sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kureyşlilerin karşısına çıktı ve: “İçinizde sizden olmayanlar var mı?" diye sordu. "Evet! Aramızda anlaşmalılarımız, kız kardeşlerimizin oğulları ve azatlılarımız var" dediklerinde, Allah Resûlü şöyle buyurdu: “Anlaşmalımız bizdendir. Kadın tarafından kabile hısımları. da bizdendir. Azatlılarımız da bizdendir. Beni dinleyin! Bilin ki benim dostlarım müttakilerdir. Şayet muttaki olacaksanız benim dostlarım olursunuz. Ancak olmayacaksanız dikkat edin de kıyamet gününde insanlar güzel amellerle huzura çıkarken siz günahlarla çıkmayın ki sizden yüz çevrilmesin." Buhârî, el-Edebu'l-Müfred'de Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bazı akrabalıklar bazılarından daha yakın .olsa da kıyamet gününde benim dostlarım müttakiler olacaktır. Onun için diğer insanlar güzel amellerle huzura gelirken siz dünya malını boynunuzda taşır bir şekilde çıkıp sonra: «Ey Muhammed!» diye benden yardım istemeyin. Zira o zaman ben de ondan şu şekilde yüz çevirip: «Olmaz» diyeceğim" buyurdu ve her iki tarafını da yüz çevirir gibi döndürdü. Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de Enes'ten bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Senin yakınların kimlerdir?" diye sorulunca: “Her bir müttaki benim yakınımdır" karşılığını verdi ve: “...Onun dostları ancak karşı gelmekten sakınanlardır..." âyetini okudu. Ahmed, Buhârî ve Müslim'in Amr b. el-Âs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Filanın ailesinden olanlar benim asıl dostlarım değildir. Benim dostlarım Allah ve salih müminlerdir" buyurmuştur. Ahmed'in Muâz b. Cebel'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bana en yakın olanlar, her kim ve her nerede olurlarsa olsunlar müttaki olanlardır" buyurmuştur. 35"Kabe'deki ibadetleri sadece ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. İnkarınıza karşılık artık azabı tadın" Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Kureyşliler tavaf sırasında Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) karşısına çıkıp ıslık çalar, el çırpar ve alay ederlerdi. Bunun üzerine: “Kabe'deki ibadetleri sadece ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir.." âyeti nazil oldu. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre ashâbdan biri olan Nubayt: “Kabe'deki ibadetleri sadece ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir..." âyetini açıklarken: “Müşrikler ıslık çalarak Kabe'yi tavaf ederlerdi" demiştir. İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Diyâ el-Makdisi, İbn Abbâs'tan bildirir: Kureyşliler Kabe'yi çıplak bir şekilde tavaf eder, ıslık çalıp el çırparlardı. Bunun üzerine Yüce Allah: “Kabe'deki ibadetleri sadece ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir..." âyetini indirdi. Âyette geçen "Mükâ" ifadesi ıslık anlamındadır. Âyet çıkardıkları sesleri kuşların ötüşü ile kanat çırpmalarına benzetmiştir. Onlar hakkında yine: “De ki: Allah'ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı..." âyeti nazil olmuştur. Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'â: (.....) âyetinin anlamı nedir?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı vermiştir: “Mükkâ tarla kuşudur. Tasdiye ise kuşun kanat çırparken çıkardığı sestir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de iken Hacer-i Esved ile Rüknü Yemâni arasında namaza kalktığı zaman Sehm oğullarından İki adam gelir, biri Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sağında biri de solunda dururdu. Biri tarla kuşunun ötmesi gibi öterken diğeri de kuşun kanat çırpması gibi el çırp ardı. Bu şekilde de Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) namazını bozmak isterlerdi." Nâfi': “Araplar öylesi ifadeleri bilir mi ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şöyle dedi: “Tabi ki bilirler. Hassân b. Sabitin: "Çağrılınca bizler namaza kalkarız; da Sizin tek derdiniz ıslık ile el çırpmadır" dediğini işitmedin mi? Yina başka bir şair "tasdiye" ifadesi konusunda: "Kuşlar kanat çırpıp uçmadan önce Bir karatavuğun farkına vardık " demiştir. İbnu'l-Münzir, Atiyye vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: “Mükâ ifadesi ıslık çalma anlamındadır. Müşrikler bir eli diğerinin üzerine koyar ve ıslık çalarlardı." Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: “Islık çalma ve el çırpma" olarak açıklamıştır. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hatim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer: “Mükâ ıslık çalma, tasdiye ise el çırpmadır" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: “Mükâ parmakları ağızlara koyma, tasdiye ise ıslak çalmadır. Müşrikler bu şekilde yaparak Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) namazını bozmak isterlerdi." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: “Miikâ, aynı isimde olan ve Hicaz bölgesinde yaşayan beyaz bir kuşun ötmesi gibi ses çıkarmadır. Tasdiye ise el çırpmadır." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Müşrikler parmaklarını birbirine geçirip ıslık çalarlardı. Bu şekilde de insanların namazına engel olurlardı." Abd b. Humeyd, İkrime'den bildirir: Müşrikler Kabe'yi tavaf ederken ters tarafa, sola doğru dönerlerdi. (.....) âyeti da bunu ifade etmektedir. Âyette geçen Mükâ ifadesi borazan gibi ses çıkarmalarıdır. Tasdiye ise tavafı tersten, sola doğru yapmalarıdır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk:"... İnkarınıza karşılık artık azabı tadın" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bunlardan kasıt, Bedir savaşına katılan müşriklerdir. Yüce Allah onları ölüm ve esaretle cezalandırmıştır." 36Bkz. Ayet:37 37"Doğrusu inkar edenler mallarını Allah'ın yolundan insanları alıkoymak için sarfederler ve daha da sarfedeceklerdir; ama sonra içleri yanacak, hem de mağlup olacaklardır. Bu, Allah'ın, temizi murdardan ayırması ve murdarları üst üste koyup hepsini yığarak cehenneme yerleştirmesi içindir; inkar edenler cehenneme toplanacaklardır. İşte onlar mahvolanlardır." İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Delâil'de bildirdiğine göre Zührî, Muhammed b. Yahya b. Hibbân, Âsim b. Ömer b. Katâde ve Husayn b. Abdirrahman b, Amr'dan bildirir: Bedir savaşında Kureyşliler hezimete uğrayınca Mekke'ye döndüler. Ebû Süfyân da kervanla birlikte Mekke'ye ulaştı. Bu dönüşün ardından Abdullah b. Ebî Rabîa, İkrime b. Ebû Cehil, Safvân b. Ümeyye ve savaşta babalan, kardeşleri öldürülen Kureyş'ten kişilerle birlikte Ebû Süfyân ile o kervanda malı bulunan kişilerin yanına gidip konuşarak: “Ey Kureyşliler! Muhammed kanınızı döktü ve en iyi adamlarınızı öldürdü. Onunla savaşmak için bu mallarla bize yardımcı olun da belki intikamımızı alırız" dediler. Mal sahipleri de bu teklifi kabul ettiler. İbn Abbâs'tan da nakledildiğine göre işte bunlar hakkında Yüce Allah: “Doğrusu inkar edenler mallarını Allah'ın yolundan insanları alıkoymak için sarfederler ve daha da sarfedeceklerdir; ama sonra içleri yanacak, hem de mağlup olacaklardır" âyetini indirmiştir. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Doğrusu inkar edenler mallarını Allah'ın yolundan insanları alıkoymak için sarfederler..." âyetini açıklarken: “Ebû Süfyân b. Harb hakkında nazil oldu" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Doğrusu inkar edenler mallarını Allah'ın yolundan insanları alıkoymak için sarfederler... İşte onlar mahvolanlardır" âyetlerini açıklarken: “Ebû Süfyân'ın Uhud savaş için kafirlere maddi olarak destek çıkması hakkında nazil oldu" demiştir. İbn Sa'd, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Doğrusu inkar edenler mallarını Allah'ın yolundan insanları alıkoymak için sarfederler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Ebû Süfyân b. Harb hakkında nazil oldu. Ebû Süfyân, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı savaşmak üzere toplanan Araplardan başka Kinâne oğullarından Ahâbiş denilen ikibin kişilik paralı bir kuvvet toplamıştır. İşte âyet bu durum hakkında nazil olmuştur. Ka'b b. Mâlik de Ahâbişler hakkında şöyle bir şiir söylemiştir: "Deniz dalgasını andıran ordunun ortasında Kimi peçeli kimi yüzü açık üçbin Ahâbiş vardı Bizim gibi ileri gelenler ise üçyüz kişiydi En fazla da dört yüz kişi çıkardı. " İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hakem b. Uteybe: “Doğrusu inkar edenler mallarını Allah'ın yolundan insanları alıkoymak için sarfederler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Ebû Süfyân hakkında nazil oldu. Zira Uhud savaşı için müşriklere kırk ûkiyye altın yardımı yapmıştı. O zamanlar da bir ûkiyye kırkiki miskal altın ediyordu." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: “Doğrusu inkar edenler mallarını Allah'ın yolundan insanları alıkoymak için sarfederler ve daha da sarfedeceklerdir; ama sonra içleri yanacak, hem de mağlup olacaklardır" âyetini açıklarken: “Allah yolundan alıkoydukları kişi Allah Resûlüdür. İçlerinin yanmasından kasıt da kıyamet gününde yaptıklarına olan pişmanlıklarıdır" demiştir. İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abbâd b. Abdillah b. ez-Zübeyr: “...İnkar edenler cehenneme toplanacaklardır.." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bunlar Ebû Süfyân ile kervanda malı bulunan diğer tüccarların yanına gidip Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı savaşmak için maddi destek isteyen kişilerdir. Ki bu yönde destek de görmüşlerdir." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Şimr b. Atiyye: “...Bu, Allah'ın, temizi murdardan ayırması içindir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Kıyamet gününde dünyadayken Allah için salih amel yapan kişiler ayırılır, sonrasında dünya içindekilerle birlikte Cehenneme atılır." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: ' âyetini: “Hepsini toplayıp yığar" şeklinde açıklamıştır. 38"İnkâr edenlere söyle: Eğer vazgeçerlerse, geçmiş günahları bağışlanır. Eğer dönerlerse, öncekilere uygulanan ilâhî kanun devam etmiş olacaktır." Ahmed ve Müslim, Amr b. el-Âs'tan bildirir: Yüce Allah kalbime İslam'ı düşürünce Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Sağ elini uzat sana biat edeyim" dedim. Sağ elini uzatınca ben elimi geri çektim. "Ne oldu?" diye sorunca: “Şart koşmak istedim" dedim. "Ne şartı koşacaksın?" diye sorunca: “Yüce Allah'ın beni bağışlaması şartını" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bilmez misin ki Müslüman olmak önceki günahları yok eder. Aynı şekilde hicret de önceki günahları yok eder. Hac da daha önce işlenen günahları yok eder" buyurdu. İbn Ebî Hâtim, Mâlik b. Enes'ten bildirir: Kafir biri Müslüman olduğu zaman artık kafir iken yaptığı şeylerden sorumlu tutulmaz. Zira Yüce Allah: “İnkâr edenlere söyle: Eğer vazgeçerlerse, geçmiş günahları bağışlanır..." buyurur. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Öncekilere uygulanan ilâhî kanun devam etmiş olacaktır" âyetini açıklarken: “Bu ilahi kanun Bedir'de Kureyşliler ile diğerleri için gerçekleşmiştir. Aynı şekilde geçmiş ümmetler için de gerçekleşmiştir" demiştir. 39Yeryüzünde fitne (şirk) kalmayıp din, tamamıyla Allah’ın oluncaya (ondan başkasına ibâdet edilmeyinceye) kadar onlarla savaşın, cihad yapın. Eğer küfürden vazgeçerlerse, Allah yaptıklarını görür ve mükâfatlarını verir. 40Eğer onlar îman etmezler ve savaştan geri durmazlarsa, artık bilin ki, Gerçekten Allah, sizin yardımcınızdır. O ne güzel Mevlâ ve ne güzel yardımcıdır! 41"Eğer Allah'a ve hakkı batıldan ayıran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız, bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'ın, Peygamberin ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır. Allah her şeye Kadir'dir" İbn İshâk ve İbn Ebî Hâtim, Abbâd b. Abdillah b. ez-Zübeyr'den bildirir: Sonrasında Yüce Allah, Bedir savaşı ile daha sonraki savaşlarda elde edilecek ganimetlerin nasıl taksim edilmesi gerektiğini: “Eğer Allah'a ve hakkı batıldan ayıran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız, bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'ın, Peygamberin ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır..." buyurarak bildirmiştir. Abdurrezzâk, Musannef’te, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin ,.." âyetini açıklarken: “İğne bile bunun içindedir" demiştir. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Necîh'ten bildirir: Mal; ganimet, fey' ve zekat olmak üzere üç şekilde elde edilir ki Yüce Allah bunlardan, her bir dirhemin dahi nerede kullanılması gerektiğini bildirmiştir. Ganimet konusunda: “Eğer Allah'a ve hakkı batıldan ayıran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız, bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'ın, Peygamberin ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır..." buyurmuştur. Fey' konusunda: “Allah'ın, fethedilen memleketler halkının mallarından Peygamberine verdikleri; Allah, Peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir; ta ki içinizdeki zenginler arasında elden ele dolaşan bir devlet olmasın. Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden menederse ondan geri durun; Allah'tan sakının, doğrusu Allah'ın cezalandırması çetindir" buyurmuştur. Zekat konusunda da: “Zekatlar; Allah'tan bir farz olarak yoksullara, düşkünlere, onu toplayan memurlara, kalpleri Müslümanlığa ısındırılacaklar verilir; kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların ve yolda kalanların uğrunda sarfedilir..." buyurmuştur. Abdurrezzâk, Musannef’te, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Hâkim, Kays b. Müslim el-Cedelî'den bildirir: İbnu'l- Hanefiyye'nin oğlu Hasan b. Muhammed b. Ali b. Ebî Tâlib'e: “Eğer Allah'a ve hakkı batıldan ayıran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız, bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'ın, Peygamberin ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır..." âyetinin anlamını sorduğumda şu karşılığı verdi: Âyetin girişinde ganimetin beşte birinin Allah'ın sayılması meseleye giriş babındandır; zira dünya da âhiret de Yüce Allah'ındır. Ancak Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından sonra Peygamberin ve yakınlarının payı konusunda ihtilafa düşülmüştür. Bazıları: “Âyette yakınların olarak zikredilen hisse Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yakınlarınındır" derken, bazıları da: “Yakınların hissesi halifenin yakınlarınındır" dedi. Bazıları da: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) payı vefatından sonra artık halifenin payıdır" demiştir. Daha sonra Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı bu iki hissenin Allah yolunda kullanılmak üzere at ve silah hazırlanmasında harcanması konusunda ittifak ettiler. Ebû Bekr ile Ömer'in zamanında da uygulama bu şekilde oldu. İbn Cerîr, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir birlik gönderip de ganimet elde edildiği zaman onu beşe bölerdi. Bunlardan ayırdığı beşte biri de beşe bölerdi. Yüce Allah bu beşte birin taksim edilmesi konusunda: “Eğer Allah'a ve hakkı batıldan ayıran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız, bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'ın, Peygamberin ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır..." buyurmuştur. Âyetin girişinde ganimetin beşte birinin Allah'ın sayılması meseleye giriş babındandır; zira göklerde ve yerde ne varsa hepsi Yüce Allah'ındır. Yüce Allah kendi payı ile Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) payını bir kılmıştır. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kendi payı ile yakınlarının payını Allah yolunda at ve silah hazırlamak için harcardı. Yetimlerin, düşkünlerin ve yolcuların payını da kendilerinden başkasına vermezdi. Ganimetten geriye kalan beşte dörtlük payı da süvari olan kişiye atına iki kendisine bir, yaya olana bir hisse verecek şekilde askerler arasında dağıtırdı. Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Katâde: “...Bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'ın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Elde edilen ganimetin beşte biri Allah'ındır. Bu beşte bir de beşe bölünür. Biri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), biri yakınlarına, biri yetimlere, biri düşkünlere, biri de yolda kalmışlara verilir." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: “Ganimet beş kısma bölünürdü. Dört bölümü savaşan askerler arasında paylaştırılır. Kalan beşte birlik kısım da dört hisseye bölünür. Bir hissesi Allah'a, Resûlüne ve Allah Resûlünün yakınlarına verilir. Zira Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) düşen hisse onun yakınlarınındır. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de beşte birden kendisine bir şey almadı. Bir hisse yetimlere, bir hisse düşkünlere, kalan bir hisse de yolda kalmışlara verilir. Yolda kalmış kişi de Müslümanlara misafir olan fakir kişidir." İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: “Eğer Allah'a ve hakkı batıldan ayıran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız, bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'ın, Peygamberin ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır..."âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Önceleri ganimet getirilip ortaya konulurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu beş bölüme ayırır, bir bölümünü ayırdıktan sonra kalan dört bölümü savaşa katılan askerler arasında dağıtırdı. Sonra elini bir kenara ayırdığı kısma daldırır, eline geleni Kabe için harcardı. Bu da âyette zikredilen ve Allah'ın payı olarak isimlendirilen bölümdü. Zira Allah için pay ayırılmaz. Dünya ve âhiret Allah'ındır. Sonrasında kalan beşte birden kalan kısmı yine beş hisseye ayırırdı. Bir hisse Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem), bir hisse yakınlarının olur, bir hisse düşkünlere, bir hisse de yolda kalmışlara verilirdi." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Eğer Allah'a ve hakkı batıldan ayıran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız, bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'ın, Peygamberin ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile yakınları zekat mafından bir şey almazlardı ve almak da kendilerine helal değildi. Ancak ganimetin beşte birinin beşte biri Hazret-i Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem), beşte biri yakınlarının, beşte biri yetimlerin, beşte biri düşkünlerin, beşte biri de yolda kalmışlarındır." Abdurrezzâk, Musannef’te, İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir, Şa'bî'den bildirir: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ganimetteki payı "Safiy" olarak isimlendirilirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) safiy hakkı olarak ganimetten dilerse bir köle, dilerse de bir at alırdı. Bunu da ganimetten beşte biri ayırmadan seçip alırdı. Savaşlarda bulunmadığı zaman bu payı kendisi için ayrılırdı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) eşi Safiyye b. Huyey'yi "safiy" olarak almıştı." İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Yüce Allah'ın payı olan beşte birlik hisse ile Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) payı olan beşte birlik hisse birdir. Bu payı Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) alır ve dilediği yerde kullanır." İbn Ebî Hâtim, Cübeyr b. Mut'im'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yerden bir şey veya bir deve kılı aldı ve: “Nefisim elinde olana yemin olsun ki beşte bir dışında ganimetten bana şu kadarhk bir şey bile yoktur. Beşte birlik kısım da yine size dönecektir" buyurdu. İbnu'l-Münzir, Ebû Mâlik vasıyasıtla İbn Abbâs'tan bildirir: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) savaş sonunda elde edilen ganimeti beş bölüme ayırırdı. Dört bölümünü savaşa katılanlar arasında paylaştırır, kalan beşte birlik bölümü de altı hisseye ayırırdı. Bir hisse Allah'a, bir hisse Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), bir hisse Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yakınlarına, bir hisse yetimlere, bir hisse düşkünlere, bir hisse de yolda kalmışlara verilirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Yüce Allah'ın hissesi olarak ayrılan kısmı savaş için silah ve binek tedarikinde, Kabe'nin örtüsü, kokusu ve diğer ihtiyaçları için harcardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendi payına düşen kısmı savaşta silah ve binek tedarikinde ve kendi ailesi için harcardı. Yakınlarına düşen hisseyi yakınlarına verirdi. Beşte birlik kısımdan yakınlarına verilen bu hisseden başka toplam ganimetten de paylarına düşeni verirdi. Humus içinden kalan beşte üçlük bölüm de yetim, düşkün ve yolda kalmışlara verilirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hisseleri de bunlardan dilediği kişilere ve dilediği şekilde verirdi. Abdulmuttalib oğullarına da bu üç hissesen sadece bir hisse vardı. Bunun yanında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hissesinden başka toplam ganimetten de payina düşeni alırdı." İbn Ebî Hâtim, Hasan el-Muallim'den bildirir: Abdullah b. Büreyde'ye: “Eğer Allah'a ve hakkı batıldan ayıran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız, bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'ın, Peygamberin ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır..." âyetini sorduğumda: “Yüce Allah'ın payı, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) payıdır. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) payı da eşlerinin payıdır" karşılığını verdi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Süddî: “...Peygamberin ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır..." âyetini açıklarken: “Yakınlardan kasıt, Abdulmuttalib oğullarıdır" demiştir. Şâfiî, Abdurrezzâk, Musannef’te, İbn Ebî Şeybe, Müslim, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre Necde, İbn Abbâs'a bir mektup yazıp bu âyette zikredilen yakınların kimler olduğunu sorunca, İbn Abbâs cevaben şöyle yazdı: “Bu yakınların bizler olduğumuzu düşünürdük. Ancak kabilemiz buna karşı çıktı ve Kureyşlilerin tümünün yakınlardan olduğunu söylediler." İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in başka birvecihle bildirdiğine göre Necde al-Harûrî, İbn Abbâs'a haber gönderip bu âyette zikredilen ve yakınların olan payın kime verileceğini sorunca, İbn Abbâs cevaben şöyle dedi: “Bu pay Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yakınlarınındır ki hayattayken bu payı kendisi vermiştir. Daha sonraları Ömer bundan başka bizlere bir şeyler vermek istedi ancak biz kabul etmedik." Ömer onlara içlerinden evleneceklere yardım etmeyi, borçlularının borçlarını ödemeyi, fakirlerine yardımda bulunmayı teklif etmiş, ancak onlar ganimetten paylarına düşen miktardan daha fazlasını almayı kabul etmemişlerdi. İbnu'l-Münzir, Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan bildirir: Hazret-i Ali'ye: “Ey müminlerin emiri! Ebû Bekr ile Ömer'in ganimetteki humsu sizlere ne şekilde verdiğini bana söyler misin?" dediğimde şu karşılığı verdi: “Ebû Bekr'in hilafeti döneminde humstan bize pay verilmedi. Ömer ise devamlı olarak elde edilen ganimetin humsundan bize düşeni bana verirdi. Susa ile Cundişapur'dan elde edilen ganimetleri taksim ederken ben de yanındaydım. Humstan bize düşen payı ayırdı ve: “Humstan siz Ehli beyt'in payı bu" dedi. O zamanlar bazı Müslümanların durumu kötüydü ve muhtaç durumdaydılar. Bunun için humustan bize düşen miktarın bir kısmını onlara aktarmak istedi. Ben: “Olur" dediğimde Abbâs b. Abdilmuttalib atladı ve: “Bizim olan bir şeyi almazlık etme!" diye itirazda bunmak istedi. Abbâs'a: “Müslümanlara şefkatli davranması gerekenler daha çok biz değil miyiz? Müminlerin emiri de onlara aracı oldu" dediğimde Ömer bize vereceği payı kendisinde bıraktı. Vallahi Osmân zamanında ganimetteki bu payımızı hiç alamadık, alma imkanımız da olmadı." Ali şöyle devam etti: “Yüce Allah sadakayı Resûlüne (sallallahü aleyhi ve sellem) haram kıldı. Ancak haram kıldığını ganimetteki humusla telafi etti. Aynı şekilde ümmeti içinde Ehli beyti'ne has bir şekilde sadakayı haram kıldı. Onlara da haram kıldığını ganimetteki humsla telafi etti." İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ellerinize kirin bulaşmamasını istedim. Zira humsun humsu sizler için yeterlidir ve sizi başkalarına muhtaç bırakmaz" buyurmuştur. İbn İshâk ve İbn Ebî Hâtim'in Zührî ile Abdullah b. Ebî Bekr'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber'den elde edilen ganimetten yakınlarına düşen payı Hâşim oğulları ile Muttalib oğulları arasında paylaştırdı. İbn Ebî Şeybe, Cübeyr b. Mut'im'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ganimetten yakınlarına düşen payı Hâşim oğulları ile Muttalib oğulları arasında paylaştırdı. Osman b. Affân'la birlikte yanına gittik ve:. "Yâ Resûlallah! Hâşim oğulları senin kardeşlerindir. Senin konumun dolayısıyla da Yüce Allah'ın onlara bahşettiği değeri inkar etmiyoruz. Bizi bırakıp Muttalib oğullarından olan kardeşlerimize de humstan pay verdin. Oysa akrabalıkta onlarla aynı konumdayız" dedik. Allah Resûlü: “Ancak onlar ne Cahiliye döneminde, ne de İslam geldikten sonra bizi hiç bırakmadılar" buyurdu. İbn Merdûye, Zeyd b. Erkam'dan bildirir: “Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yakınları humstan pay alanlardır ki bunlar da Ali, Abbâs, Câfer ve Akîl'in aileleridir." İbn Ebî Şeybe, Mücâhid'den bildirir: “Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ailesine sadaka helal değildir. Yüce Allah onlara humsun humsunu vermiştir." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Eğer Allah'a ve hakkı batıldan ayıran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız, bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'ın, Peygamberin ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Ganimetten kasıt, müşriklerden elde edilen ganimetlerdir. Yakınlardan kasıt, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yakınlandır. Yolcudan kasıt da misafirdir. Müslümanlar Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında ganimet elde ettikleri zaman onun beşte birini (humsunu) ayırırlardı. Sonra bu beşte biri dört hisseye bölerler, bir hissesini de Allah'a, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ve yakınlarına ayırırlardı. Allah'ın payı olan hisse Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile yakınlarının sayılırdı. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) de yakınlarından bir kişinin payı kadar vardı. İkinci hisse Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem), üçüncü hisse düşkünlere, dördüncü hisse de yolda kalmışlara verilirdi. Ganimetten arta kalanı da savaşa katılanlar aralannda paylaşırlardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ettiği zaman Ebû Bekr yakınların paylarını kendilerine vermez bunu Allah yolunda kullanırdı. Yetim, düşkün ve yolda kalmışların payı ise aynı şekilde bırakıldı." İbn Ebî Şeybe, Bağavî, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Belkayn'lı bir adamdan o da amcası oğlundan bildirir: Allah Resûlü'ne(sallallahü aleyhi ve sellem): “Yâ Resûlallah! Ganimet malı konusunda ne dersin?" diye sorduğumda: “Beşte biri Allah'ın, kalan beşte dördü de müslümanlarındır" buyurdu. "Ganimette birinin diğerinden daha fazla hakkı olabilir mi?" diye sorduğumda da: “Yok! Yan tarafına isabet eden ve çekip çıkardığın okta bile diğer Müslüman kardeşinden daha fazla hakkın yoktur" karşılığını verdi. İbn Ebî Şeybe, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuab'da Amr b. Şuayb'dan o babasından, o da dedesinden naklen bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hums hakkında âyet nazil olmadan önce henüz ganimet taksim edilmeden birilerine hediye olarak bir şeyler verirdi. Ancak: “Eğer Allah'a ve hakkı batıldan ayıran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız, bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'ın, Peygamberin ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır..." âyeti nazil olunca bu uygulamayı bıraktı. Nefl (hediye) olarak vereceğini de beşte birin beşte birinden yani Allah'ın ve Resûlünün hakkı olan hisseden vermeye başladı. İbn Ebî Şeybe, Mâlik b. Abdillah el-Has'amî'den bildirir: Osmân b. Affân'ın yanında oturuyorken bir ara bize: “Burada Şam ahalisinden kimse var mı?" diye sordu. Şam ahalisinden biri olarak ben kalktığımda bana: “Muâviye'ye söyle, bir ganimet elde ettiği zaman bunu beş parçaya ayırsın ve her bir parçasının üzerine: “Bu Allah'ındır" diye yazsın. Sonra kurayla birini çeksin. Kurada çektiğini kendisine alsın" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Şa'bî: “...Ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'ın, Peygamberin ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır..." âyetini açıklarken: “Allah'ın hissesi ile Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hissesi birdir" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Muhammed b. Sîrîn'den bildirir: “Ganimetin beşte biri Allah'ındır, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) de bir hisse ile safiy (ganimetten istediği şeyi alma) hakkı vardır. Ganimet olarak elde edilen esirler veya başka şeyler içinden en iyisi Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için kaldırılır sonra ganimetin beşte biri alınırdı. Daha sonra ise Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) savaşta hazır olsun veya olmasın diğer insanlarla birlikte hissedar kılınırdı." İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Atâ b. es-Sâib'e: “...Ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'ın, Peygamberin ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır..." ile, "Allah'ın, kentler halkından resulüne zahmetsizce aktardığı mal ve nimetler (fey)..."âyetlerinde geçen fey ile ganimetin ne olduğu sorulduğunda şu karşılığı verdi: “Şayet Müslümanlar müşriklere galip gelir, güç sarfederek onlara ve arazilerine hakim olurlarsa, bu galibiyetten dolayı onlardan elde ettikleri mallar ganimet, araziler ise fey'dir." İbn Ebî Şeybe, Süfyân'dan bildirir: “Ganimet, Müslümanlann güç sarfederek elde ettikleridir. Bunun da beşte biri Yüce Allah'ın bildirdiği yerlerin, kalan dört hissesi de bunu elde edenlerindir." İbn Ebî Şeybe ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs'a: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) humsu nerede kullanırdı?" diye sorulunca şu karşılığı verdi: “Humstan birine Yüce Allah yolunda binmek üzere bir binek verirdi. Sonra onu bir başkasına, sonra başka birine verirdi." İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ganimetin içinden hizmetçi veya at gibi kendi şahsı için seçtiği safiy adı altında bir hakkı olurdu. Bunu seçip aldıktan sonra humstan olan payını alırdı." İbn Merdûye, Ubâde b. es-Sâmit'ten bildirir: Elde ettiğimiz ganimetleri Allah'a ve Resûlüne teslim ederdik. Bedir savaşından elde edilen ganimetlerden beşte birlik pay ayrılmadı. Ancak: “...Ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'ın, Peygamberin ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır..." âyeti nazil olunca Bedir savaşından sonra elde edilen tüm ganimetlerden beşte birlik kısmı ayırmaya başladı. İbn Ebî Şeybe ve İbn Merdûye, Hazret-i Ali'den bildirir: Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah'ın humstan bize tahsis ettiği kısmı dağıtma işini bana verir misin?" dediğimde bu görevi bana verdi. Hâkim, Hazret-i Ali'den bildirir: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) humsun humsunu dağıtma işini bana vermişti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr ve Ömer zamanında bu hisseyi gerekli yerlere dağıttım." Abdurrezzâk, Musannef’te Mekhûl'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kişide bin tane at olsa dahi düşman topraklarına girip ganimet elde ettiği zaman sadece iki at için hisse alır" buyurdu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), Bedir savaşında süvariye iki, yaya olana bir hisse olacak şekilde ganimeti dağıttı. Abdurrezzâk'ın İbn Ömer'den bildirdiğine göre Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ganimetten süvariye iki, yaya olana ise bir hisse verdi. Abdurrezzâk, Katâde'den bildirir: Hazret-iEbû Bekr: “Yüce Allah'ın kendine kabul ettiği şeyin verilmesini öğütlüyorum" diyerek ganimetten humsun verilmesini öğütledi ve: “Eğer Allah'a ve hakkı batıldan ayıran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız, bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'ın, Peygamberin ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır.." âyetini okudu. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mukâtil: “Eğer Allah'a ve hakkı batıldan ayıran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Allah'a iman şartından kasıt, verdiği hükmün kabul edilmesidir. Kula indirilenden kasıt, ganimetin paylaşımı konusunda Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) indirilendir. Hakkı batıldan ayıran gün, Bedir savaşıdır. İki topluluktan kasıt da Müslümanların topluluğu ile müşriklerin topluluğudur." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Hakkı batıldan ayıran o gün..." âyetini açıklarken: “Bu günden kasıt, Bedir savaşıdır. Bedir de Mekke ile Medine arasında bulunan bir su kaynağıdır" demiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Hakkı batıldan ayıran o gün..."âyetini açıklarken: “Bu günden kasıt Bedir savaşıdır. Yüce Allah bu günde hak ile batılı birbirinden ayırdı" demiştir. İbn Cerîr, Mücâhid'den bu yorumun benzerini zikreder. Saîd b. Mansûr, Muhammed b. Nasr ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “...Hakkı batıldan ayıran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde.." âyetini açıklarken: “Bedir savaşı, Ramazan ayının onyedisinde oldu" demiştir. İbn Merdûye, Ali b. Ebî Tâlib'den bildirir: “Furkân günü (hakkı batıldan ayıran gün) sabahında iki topluluğun (Bedir'de) karşı karşıya geldiği gündür. O da Ramazan ayının onyedisinde bir Cuma günüydü." İbn Cerîr, Hasan b. Ali'den bildirir: “İki topluluğun karşılaştığı Furkân günü (Bedir savaşı) Ramazan ayının onyedisinde oldu." Abdurrezzâk ve İbn Cerîr, Urve b. ez-Zübeyr'den bildirir: “Kur'ân'da nazil olan âyetle Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) savaş izni verildikten sonra Allah Resûlünün yaptığı ilk savaş Bedir savaşı oldu. O zamanlar müşrik ordusunun başında Utbe b. 'Rabîa b. Adişems vardı. Ramazan ayının onaltı veya onyedisinde bir Cuma günü iki topluluk karşı karşıya geldi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı üçyüz on küsur kişiydi. Müşriklerin sayısı ise dokuzyüz ile bin kişi arasındaydı. O günü Yüce Allah'ın hak ile batılı ayırdığı Furkân günüydü. Bu savaşta Müslümanlardan ilk ölenler Ömer'in azatlısı Mihca' ile Ensâr'dan bir adamdı. Yüce Allah o günü müşrikleri hezimete uğrattı. Müşrikler yetmişten fazla ölü verdiler. Onlardan bir o kadar da kişi esir alındı." İbn Ebî Şeybe, Câfer'den, o da babasından bildirdiğine göre Bedir savaşı Ramazan ayının onyedisinde Cuma günü yapıldı. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Bekr b. Abdirrahman b. El-Hâris b. Hişâm'a: “Bedir savaşı hangi gün oldu?" diye sorulunca: “Ramazan ayının onüçünde Cuma günü oldu" karşılığını verdi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Âmir b. Rabîa el-Bedrî: “Bedir savaşı Ramazan ayının onyedisinde Pazartesi günü oldu" demiştir. 42"Hani sîz vadinin yakın tarafında, onlar uzak tarafında, kervansa sizin aşağınızdaydı. Şayet buluşmak üzere sözleşmiş olsaydınız sözleşmenizde ayrılığa düşerdiniz. Fakat Allah, olacak bir işi gerçekleştirmek için böyle yaptı ki, ölen açık bir delille ölsün, yaşayan da açık bir delille yaşasın. Şüphesiz Allah, elbette hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir" İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Hani siz vadinin yakın tarafında, onlar uzak tarafında, kervansa sizin aşağınızdaydı..." âyetini açıklarken: “Vadinin yakınından kasıt kenarıdır. Kervandan kasıt da Ebû Süfyân'ın kervanıdır" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: “Hani siz vadinin yakın tarafında, onlar uzak tarafında, kervansa sizin aşağınızdaydı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Vadinin yakın tarafından kasıt alt kenarı, uzak tarafından kasıt ise üst kenarıdır." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Urve: “...Kervansa sizin aşağınızdaydı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Ebû Süfyân yetmiş süvariyle birlikte vadinin aşağı tarafında bulunuyordu. Kervana saldırı olacağı haberini alan Kureyşliler de dokuzyüz kişilik bir kuvvetle yola düştüler. Kureyşliler Cuhfe'de iken Ebû Süfyân onlara: “Tehlikeyi atlatıp Müslümanları geçtim, geri dönebilirsiniz" haberini yolladı. Ancak Kureyşliler: “Vallahi Bedir kuyularına varmadan geri dönmeyiz!" karşılığını verdiler. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Kervansa sizin aşağınızdaydı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Ebû Süfyân ile arkadaşları kervanla Şam'dan dönüyorlardı ve onlar için çıkan Müslümanlardan haberleri yoktu. Bunun yanında ne Müslümanların Kureyş'ten yola çıkan müşriklerden, ne de müşriklerin Bedir'e doğru giden Müslümanlardan haberleri vardı. Sonunda Bedir kuyularının yanına karşı karşıya geldiler. Yapılan, savaşta müşrikler hezimete uğradılar ve birçok esir verdiler." İbn İshâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abbâd b. Abdillah b. ez- Zübeyr: “Hani siz vadinin yakın tarafında, onlar uzak tarafında, kervansa sizin aşağınızdaydı. Şayet buluşmak üzere sözleşmiş olsaydınız sözleşmenizde ayrılığa düşerdiniz. Fakat Allah, olacak bir işi gerçekleştirmek için böyle yaptı ki, ölen açık bir delille ölsün, yaşayan da açık bir delille yaşasın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Müşrikler vadinin Mekke tarafında, Ebû Süfyân ile kervanı ise sahil tarafında müşriklerden biraz daha aşağıda bulunuyordu. Şayet Müslümanlar müşriklerle karşılaşmak üzere anlaşmış olsalardı kendi sayılarının azlığı müşriklerin çokluğu karşısında ihtilafa düşer ve savaşmaktan vazgeçerlerdi. Ancak Yüce Allah, İslam ile Müslümanları aziz, küfrü ve kafirleri ise zelil kılmayı takdir etti. Onun için lütfü ve keremiyle Müslümanları sadece kervanı ele geçirmek için, Kureyşiileri de Mekke'den sadece kervanı korumak için yola çıkardı. Sonra her iki topluluğu da savaş için bir araya getirdi. Bunu da: “...Allah, olacak bir işi gerçekleştirmek için böyle yaptı ki..." şeklinde dile getirdi. Yüce Allah bunu hak ile batılı birbirinden ayırmak, küfre girenlerin açık delil ile ibretleri gördükten sonra küfre girmesi, iman edeceklerin de açık delilleri gördükten sonra iman etmesi için yaptı. 43"Allah onları uykunda sana az gösteriyordu. Çok göstermiş olsaydı, yılacak ve bu hususta çekişmeye başlıyacaktmız, fakat Allah sizi kurtardı; çünkü O kalblerde olanı bilir." Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Allah onları uykunda sana az gösteriyordu..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Yüce Allah, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) rüyasında müşriklerin sayısını az gösterdi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) uyanınca bunu ashabına da bildirdi. Bu onlara moral oldu." İbn İshâk ve İbnu'l-Münzir, Hibbân b. Vâsi' b. Hibbân'dan, o da kabilesinden bazı ihtiyarlardan naklen bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir savaşında ashabının saflarını düzelttikten sonra Ebû Bekr ile birlikte çadırına döndü. Çadırda az bir kestirdikten sonra kalktı ve: “Müjde ey Ebû Bekr! Allah'ın yardımı ulaştı. Cebrâil atının dizginlerini tutmuş dişleri tozlanmış bir şekilde geldi" buyurdu. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: “Şayet onları size çok gösterseydi savaştan uzak durur, bu konuda çekişmeye başlardınız" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: “Ancak Yüce Allah bu işi tamamına erdirdi" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: “Yüce Allah onları ihtilaftan yana selamete erdirdi ve düşmanlarına karşı muzaffer kıldı" demiştir. 44"Karşılaştığınızda, olacak işi oldurmak için, onları gözlerinize az gösteriyor ve sizi de onların gözünde azaltıyordu. Bütün işler dönüp Allah'a varır" İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Bedir savaşında müşrikler gözümüze çok az geldiler. Hatta yanımdaki birine: “Bunlar yetmiş kişi çıkar mı dersin?" diye sorduğumda: “Hayır, yüz kişi çıkarlar" dedi. Sonradan yakaladığımız müşriklerden birine sayılarını sorduğumuzda: “Bin kişiydik" karşılığını verdi. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İkrime: “Karşılaştığınızda, olacak işi oldurmak için, onları gözlerinize az gösteriyor ve sizi de onların gözünde azaltıyordu..." âyetini açıklarken: “Bu şekilde Yüce Allah her iki tarafı birbirlerine karşı kışkırtmış, harekete geçirmiştir" demiştir. 45"Ey iman edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki başarıya erişesiniz." Abdurrezzâk, Musannef’te, İbn Ebî Şeybe, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin ve Yüce Allah'tan afiyet dileyin. Ancak düşmanla karşılaştığınızda sebat gösterip Yüce Allah'ı çokça anın. Size saldırmak üzere toplandıklarında veya bağrışmaya başladıklarında siz susup sakin olun." İbn Ebî Hâtim, Ka'bu'l-Ahbâr'dan bildirir: Allah katında Kur'ân okuma ve zikirden daha sevimli bir şey yoktur. Zira böyle olmasaydı namaz ile savaşı insanlara emretmezdi. Görmüyor musunuz, savaş esnasında zikri emretmiş ve: “Ey iman edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki başarıya erişesiniz" buyurmuştur. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Yüce Allah en fazla meşgul olduğunuz bir anda, kılıçla vuruşurken kendisinin zikredilmesini emretmiştir." Ebû Nuaym, Hilye'de Ebû Câfer'den bildirir: “En ağır ameller her halükarda Yüce Allah'ı zikretme, gönülden gelerek adaleti gözetme ve mal konusunda kardeşine ihsanlarda bulunma olmak üzere üç tanedir." Abdurrezzâk ve İbn Ebî Şeybe, Abdullah b. Ebî Evfâ'dan bildirir... Abdurrezzâk'ın Yahya b. Ebî Kesîr'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin zira onlarla sınanıp sınanmayacağınızı bilemezsiniz. Düşmanların kılıçlarını çekmiş naralar atarak hücuma geçtiklerini gördüğünüzde yerinizde çömelin ve: «Rabbimiz ve Rableri olan Allahım! Perçemlerimiz de perçemleri de senin elindedir. Onları da öldürecek olan sensin» diye dua edin. Size yaklaştıkları zaman da onlara karşı saldırıya geçin. Bilin ki Cennet kılıçların gölgesi altındadır. " İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Atâ: “Savaş öncesi sessiz olup Allah'ı zikretmek vaciptir" dedi ve: “Ey iman edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki başarıya erişesiniz" âyetini okudu. İbn Asâkir, Atâ b. Ebî Müslim'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) savaşa gönderdiği Abdullah b. Revâha'yı uğurlarken, Abdullah: “Yâ Resûlallah! Öğüt olarak bana bir şeyi emret ki hep aklımda tutayım" deyince, Allah Resûlü: "Namazı çok az olan bir bölgeye gideceksin. Onun için oralarda çokça namaz kıl" buyurdu. Abdullah: “Bir tane daha ver" deyince, Allah Resûlü: “Allah'ı çokça zikret ki istediğin şeyde sana yardımcı olsun" buyurdu. Abdullah: “Bir tane daha ver" deyince, Allah Resûlü: “Ey Revâha'nın oğlu! On tane kötülük yaptığın zaman ardından bir tane iyilik yapmaktan geri durma" buyurdu. Bunun üzerine Abdullah: “Bundan sonra da senden bir şey istemeyeceğim" dedi. Hâkim'in Sehl b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Biri ezan okunduğu zaman yapılan, diğeri de taraflar birbirine girip çarpışma başlayınca yapılan olmak üzere iki dua reddedilmez. " Hâkim, Ebû Musa'dan bildirir: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) savaş esnasında bağrışmayı hoş görmezdi." İbn Ebî Şeybe ve Hâkim, Kays b. Ubâd'dan bildirir: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı savaş esnasında bağrışmayı hoş görmezlerdi." İbn Ebî Şeybe, Kays b. Ubâd'dan bildirir: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı savaş esnasında, Kur'ân okunurken ve cenazede olmak üzere üç yerde sessiz durmayı müstehab görürlerdi." İbn Ebî Şeybe, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) biri cenazede, biri savaş esnasında iki ordunun karşı karşıya geldiği zamanda, biri de Kur'ân okunduğu zaman olmak üzere üç yerde sesin yülseltilmesini hoş görmezdi." 46"Allah'a ve Peygamberine itaat edin; çekişmeyin, yoksa korkup başarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz gider. Sabredin, doğrusu Allah sabredenlerle beraberdir." İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ye Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “...Çekişmeyin, yoksa korkup başarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz gider..." âyetini açıklarken: “Birbirinizle ihtilafa düşüp çekişmeyin. Böyle yaparsanız korkuya kapılır ve zaferiniz elden gider" demiştir. Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Zaferiniz elden gider manasındadır. Zira Uhud savaşında Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı aralarında ihtilafa düşünce zaferi elden kaçırmışlardı." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Rîh (rüzgar), zafer anlamındadır. Zira Yüce Allah bir rüzgar gönderip de düşmanların yüzüne çarpmadan Müslümanlar asla bir zafer elde edemezler. Müslümanlar aralarında çekiştiği zaman ise güçleri gider ve düşmana karşı sebat gösteremezler." İbn Ebî Şeybe, Nu'mân b. Mukarrin'den bildirir: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) savaş esnasında günün başları ile sonlarında savaşmaz. Savaş için güneşin tepe noktasını aşmasını, rüzgarın çıkıp yardımın inmesini beklerdi." 47"Yurtlarından böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan men edenler gibi olmayın. Allah onların işlediklerini her yönüyle bilendir." İbn Ebî Hâtinvve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Yurtlarından böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan men edenler gibi olmayın..." âyetini açıklarken: “Bunlardan kasıt, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı Bedir'e savaşa çıkan müşriklerdir" demiştir. İbn Cerîr, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirir: Kureyşliler Mekke'den Bedir'e doğru yola çıkarken şarkıcılar ve tefler eşliğinde yola koyuldular. Bunun üzerine Yüce Allah: “Yurtlarından böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan men edenler gibi olmayın..." âyetini indirdi. İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Yurtlarından böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan men edenler gibi olmayın..." âyetini açıklarken: “Bunlar Bedir savaşına çıkan Ebû Cehil ile yanındaki müşriklerdir" demiştir. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Bedir savaşında Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı savaşan Kureyşli müşrikler caka satarak ve böbürlenerek yola çıkmışlardı. Henüz Bedir'e ulaşmadan kendilerine: “Kervan geçip gitti. Onu Müslümanların elinden kurtardınız, geri dönün" denildi ancak: “Hicaz ahalisi bizim bu hareketimiz ve sayımızı diline dolamadan vallahi geri dönmeyiz" karşılığını verdiler. Bize bildirilene göre o zamanlar Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allahım! Kureyş kibirlenerek ve büyüklenerek Resûlüne karşı savaşmak üzere geliyor" buyurmuştur. Yine: “Allahım! Kureyş tüm gücüyle Mekke'den çıktı buraya geliyor" buyurduğu bize bildirildi. 48Bkz. Ayet:49 49"Şeytan onlara işlediklerini güzel gösterdi ve «Bugün insanlardan sizi yenecek kimse yoktur; doğrusu ben de size yardımcıyım» dedi. İki ordu karşılaşınca da, geri dönüp, «Benim sizinle ilgim yok; doğrusu sizin görmediğinizi ben görüyorum ve şüphesiz Allah'tan korkuyorum, Allah'ın azabı şiddetlidir» dedi. İkiyüzlüler ve kalblerinde hastalık bulunanlar «Bunları dinleri aldattı» diyorlardı; oysa kim Allah'a güvenirse bilmelidir ki Allah üstündür, hikmet sahibidir." Vâkidî ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Bedir'de iki taraf karşı karşıya geldiğinde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir müddet kendinden geçtikten sonra kendine geldi ve sağ tarafta Cebrâil'in, sol tarafta Mikâil'in ve İsrâil'in birer ordu ile geldikleri müjdesini Müslümanlara verdi. İblis de Surâka b. Cu'şum el-Mudlicî'nin suretinde müşriklerin içindeydi. Onları savaş için kışkırtıyor ve böylesi bir günde onları kimselerin yenemeyeceğini söylüyordu. Ancak meleklerin indiğini görünce geri geriye kaçmaya ve: “Benim sizinle ilgim yok! Zira görmediğiniz şeyleri görüyorum" demeye başladı. Haris b. Hişâm, Surâka sandığı İblis'in böyle dediğini işitince üzerine saldırdı. Ancak İblis onun göğsüne vurup yere düşürdü. Sonra oradan kaybolup denize düştü. Denizde iken ellerini kaldırıp: “Rabbim! Bana kıyamete kadar yaşama sözü vermiştin! Sözünü tut!" demeye başladı. Taberânî ve Ebû Nuaym, Delâil'de Rifâa b. Râfi' el-Ensârî'den bildirir: İblis, Bedir savaşında meleklerin müşriklere yaptığını görünce sıranın kendisine gelmesinden korktu. Hâris b. Hişâm, Surâka b. Mâlik sandığı İblis'in üzerine saldırdı. Ancak İblis onun göğsüne vurup yere düşürdü. Sonra oradan kaçıp kendini denize attı. Denizde iken ellerini kaldırıp: “Rabbim! Bana verdiğin mühleti gözetmeni diliyorum" demeye başladı. Taberânî, M.el-Evsat'ta Ebû Hureyre'den bildirir: Yüce Allah, Mekke'de Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “O topluluk, yakında bozguna uğrayacak ve ardını dönüp kaçacak" âyetini indirince, Ömer b. el-Hattâb: “Yâ Resûlallah! Hangi topluluk?" diye sormuştu. Bu olay Bedir savaşından önce gerçekleşmişti. Bedir savaşı olup da müşrikler hezimete uğrayınca Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) elinde kılıcıyla müşriklerin peşinden: “O topluluk, yakında bozguna uğrayacak ve ardını dönüp kaçacak" âyetini okuyarak gittiğini gördüm. Bu şekilde âyetin Bedir savaşından bahsettiği anlaşıldı. Yüce Allah onlar hakkında: “Nihayet refah ve bolluk içinde olanlarını azapla kıskıvrak yakaladığımız zaman, bakmışsın ki feryat edip duruyorlar" âyetini de indirdi. Yine: “Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi?" âyetini indirdi. Bu savaşta Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara doğru bir avuç toprak atmış ve bu toprak hepsinin gözlerini ve ağızlarını doldurmuştu. Bundan dolayıdır ki müşriklerden gözlerini ve ağızlarını temizlerken öldürülenler de olmuştu. Yüce Allah bu konuda: “...Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı..." âyetini indirdi. İblis hakkında da: “...İki ordu karşılaşınca da, geri dönüp, «Benim sizinle ilgim yok; doğrusu sizin görmediğinizi ben görüyorum ve şüphesiz Allah'tan korkuyorum, Allah'ın azabı şiddetlidir» dedi" âyetini indirdi. Bedir savaşında Utbe b. Rabîa ve yanındakilerden bazıları: “Bunları dinleri aldatmış" deyince de Yüce Allah cevaben: “İkiyüzlüler ve kalblerinde hastalık bulunanlar «Bunları dinleri aldattı» diyorlardı..." âyetini indirdi. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasanlı Basrî): “...Ben görüyorum..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “İblis, ridasıyla yüzünü kapatmış arkadaşlarının önünde atının dizginlerinden tutup yürüyen Cebrâil'i görmüştü." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “...Ben görüyorum..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bize anlatılana göre İblis, Bedir savaşında Cebrâil'in diğer meleklerle birlikte indiğini görünce onlara karşı koymaya gücünün yetmeyeceğini anladı. Bundan dolayı: “...Şüphesiz Allah'tan korkuyorum..." dedi. Oysa yalan söylüyordu. Zira Allah'tan korkmuyordu, ancak meleklere karşı koyamayacağını ve onlara gücünün yetmeyeceğini biliyordu. Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir, Ma'mer'den bildirir: “Bize anlattıklarına göre müşrikler daha sonra gerçek Surâka b. Mâlik'e neden öyle yaptığını sorduklarında bu yönde bir şey demediğini söylemiştir." İbn İshâk ve İbn Ebî Hâtim, Abbâd b. Abdillah b. ez-Zübeyr'den bildirir: “İblis'in bu şekilde gerisin geriye kaçtığını gören kişi Hâris b. Hişâm b. Umeyr b. Vehb el-Cumahî'ydi." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İkiyüzlüler ve kalblerinde hastalık bulunanlar «Bunları dinleri aldattı» diyorlardı..." âyetini açıklarken: “Bunu o gün Müslümanlar için söylüyorlardı" demiştir. Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “İkiyüzlüler ve kalblerinde hastalık bulunanlar «Bunları dinleri aldattı» diyorlardı..." âyetini açıklarken: “Bunlar Bedir savaşına katılmayan kişilerdi ve bundan dolayı âyette münafık olarak isimlendirildiler" demiştir. Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir, Kelbî'den bildirir: Bunlar Mekke'de bulunan ve müslüman olduklarını söyleyen kişilerdir. Sonradan Bedir savaşına müşriklerlş birlikte çıkmışlardır. Orada Müslümanları gördüklerinde de: “...Bunları dinleri aldattı..." dediler. İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Şa'bî bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Mekke ahalisinden bazıları Müslüman olduklarını dile getirdiler. Ancak Bedir savaşına müşriklerle birlikte çıktılar. Orada Müslümanların azlığını görünce de: “...Bunları dinleri aldattı..." dediler. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn İshâk: “İkiyüzlüler ve kalblerinde hastalık bulunanlar «Bunları dinleri aldattı» diyorlardı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bunlar Mekke'de bulunan, Müslüman olduklarını dile getirip müşriklerle birlikte Bedir savaşına çıkan gençlerden bir topluluktu. Babalarının engellemesiyle hicret edememişlerdi. Şüpheler içinde de Bedir'e gidip Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabının azlığını, düşmanlarının ise çokluğunu gördüklerinde: “Bunları dinleri aldatmış" demeye başladılar. Bunlar Kays b. Velîd b. Muğîre el-Mahzûmî, Ebû Kays b. Fâkih b. Muğîre el-Mahzûmî, Haris b. Zem'a, Ali b. Umeyye b. Halef ve Âs b. Münebbih adında Kureyş gençlerinden beş kişidir. 50"Melekler, kâfirlerin yüzlerine ve artlarına vura vura ve «Haydi tadın yangın azabını» diyerek canlarını alırken bir görseydin" İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: “Melekler, kâfirlerin yüzlerine ve artlarına vura vura ve «Haydi tadın yangın azabını» diyerek canlarını alırken bir görseydin" âyetini açıklarken: “Bu kafirlerden kasıt, Yüce Allah'ın Bedirde öldürdüğü müşriklerdir" demiştir. İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Ölüm anında kafire iki şeyin yapılacağı haberi verilmiştir ki Yüce Allah bu konuda: “Melekler, kâfirlerin yüzlerine ve artlarına vura vura ve «Haydi tadın yangın azabını» diyerek canlarını alırken bir görseydin" buyurmuştur. Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Artlarına vura vura..." âyetini açıklarken: “Artlarından kasıt kıçlarıdır. Ancak Yüce Allah nezaket sahibidir ve bu tür konularda kinayeli konuşur" demiştir. 51Bunun sebebi ellerinizin önceden yaptığı (şeyler) yüzündendir, bir de Allah’ın, kullarına zulüm yapmadığındandır. 52(Bunların tavır ve âdetleri), tıpkı Fir'avun hanedanıyla, onlardan evvelkilerin tavrı gibidir. Onlar, Allah’ın âyetlerini inkâr etmişlerdi de O da (Allah), kendilerini günahları yüzünden yakalamıştı. Çünkü Allah, çok büyük kuvvetin sahibidir, azabı pek şiddetlidir. 53"Bu da, bir millet kendilerinde bulunanı değiştirinceye kadar Allah'ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır. Gerçekten Allah işitendir, bilendir" İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: “Bu da, bir millet kendilerinde bulunanı değiştirinceye kadar Allah'ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bahsedilen nimet, Muhammed'dir (sallallahü aleyhi ve sellem) ki Yüce Allah bunu Kureyşlilere ihsan etmişti. Ancak Kureyşliler ona inanmayıp inkar edince Yüce Allah bu nimeti onlardan alıp Ensâr'a verdi." 54Evet, aynen Fir'avun hanedânıyla onlardan öncekilerin âdetine benzer şekilde; onlar, Rablerinin âyetlerini yalanladılar. Biz de günahları yüzünden kendilerini helâk ettik ve Fir'avun hanedânını denizde boğduk. Bunların (Kureyş kâfirleri ile Fir'avun hanedânının) hepsi zâlimdiler. 55Bkz. Ayet:58 56Bkz. Ayet:58 57Bkz. Ayet:58 58"Allah katında, canlıların en kötüsü kâfir olanlardır. Çünkü onlar iman etmezler. Anlaşma yaptığın kimseler, sonucundan sakınmayarak anlaşmalarını her defasında bozarlar. Savaşta onları yakalarsan, arkalarındakilere ibret olacak şekilde darmadağın et. Eğer bir topluluğun anlaşmaya hıyanet etmesinden korkarsan, sen de onlara karşı anlaşmayı bozarak aynı şekilde davran. Doğrusu Allah hainleri sevmez" Ebu'ş-Şeyh, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: “Allah katında, canlıların en kötüsü kâfir olanlardır. Çünkü onlar iman etmezler" âyeti, Yahudilerden altı kişilik bir grup hakkında nazil olmuştur ki bunlardan biri de İbn Tâbut'tur." İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Anlaşma yaptığın kimseler, sonucundan sakınmayarak anlaşmalarını her defasında bozarlar" âyetini açıklarken: “Bunlar Kurayza kabilesidir ki Hendek savaşında anlaşmaya rağmen Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı düşmanlarla işbirliği yapmışlardı" demiştir. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Arkalarındakilere ibret olacak şekilde, darmadağın et" âyetini açıklarken: “Onlardan sonra geleceklere ibret olacak şekilde onları darmadağın et" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Arkalarındakilere ibret olacak şekilde, darmadağın et" âyetini açıklarken: “Arkalarında bulunanlara gözdağı verecek şekilde onları darmadağın et" demiştir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Arkalarındakilere ibret olacak şekilde, darmadağın et" âyetini açıklarken: “Arkalarında bulunanlara gözdağı verecek şekilde onları darmadağın et" demiştir. Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...Arkalarındakilere ibret olacak şekilde, darmadağın et" âyetini açıklarken: “Arkalarında bulunanlara uyarı olacak şekilde onları darmadağın et" demiştir. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “...Arkalarındakilere ibret olacak şekilde, darmadağın et" âyetini açıklarken: “Diğer insanlara ibret ve uyarı olacak şekilde onları darmadağın et" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “...Arkalarındakilere ibret olacak şekilde, darmadağın et" âyetini açıklarken: “Diğerlerini korkutup anlaşmaları bozmalarına engel olacak şekilde bunları darmadağın et" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “...Arkalarındakilere ibret olacak şekilde, darmadağın et" âyetini açıklarken: “Belki diğerleri bunlara yaptığından dolayı korkar da sizinle yaptıkları anlaşmaları bozmaya kalkışmazlar" demiştir. Ebu'ş-Şeyh, İbn Şihâb'dan bildirir: Cebrâil, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girdi ve şöyle dedi: “Sen silahlarını bıraktın, ancak biz henüz o topluluğun peşindeyiz. Yola düş! Yüce Allah sana Kurayza kabilesinin üzerine yürüme iznini verdi ve onlar hakkında: “Eğer bir topluluğun anlaşmaya hıyanet etmesinden korkarsan, sen de onlara karşı anlaşmayı bozarak aynı şekilde davran. Doğrusu Allah hainleri sevmez" buyurdu. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Eğer bir topluluğun anlaşmaya hıyanet etmesinden korkarsan, sen de onlara karşı anlaşmayı bozarak aynı şekilde davran..." âyetini açıklarken: “Bu topluluktan kasıt Kurayza kabilesidir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “Eğer bir topluluğun anlaşmaya hıyanet etmesinden korkarsan..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Şayet sana ihanet etmelerinden ve arkadan vurmalarından korkarsan onlar üzerine yürümeden önce: “...Sen de onlara karşı anlaşmayı bozarak aynı şekilde davran..." buyruğunda ifade edildiği gibi sen de önce anlaşmayı bozduğunu onlara bildir. İbn Ebî Hâtim, Ali b. el-Hüseyn'den bildirir: Sen de onlar gibi anlaşmayı bozduğunu bildirmeden düşmanların üzerine yürüme. Zira Yüce Allah: “...Doğrusu Allah hainleri sevmez" buyurur. İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Süleym b. Âmir'den bildirir: Muâviye ile Bizanslılar arasında bir anlaşma vardı. Muâviye de Rumlara doğru yaklaşıyor ve anlaşmanın müddetinin bitmesinin ardından onların üzerine saldırmayı düşünüyordu. Bunun üzerine Amr b. Abese yanına geldi ve şöyle dedi: “Allahu Ekber! Anlaşmaya ihanet değil vefa gerekir. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bir toplulukla anlaşması olan kişi anlaşma, müddeti. bitmeden veya karşılıklı olarak anlaşmayı vaktinden önce bozduklarını birbirlerine bildirmeden tek taraflı bunu bozmasın veya tek. taraflı bu anlaşmayı yenilemeye kalkışmasın» buyurduğunu işittim." Bunu duyan Muâviye ordularıyla birlikte geri döndü. Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Meymûn b. Mihrân'dan bildirir: “Üç şeyde Müslüman da kafir de birdir. Biriyle aranda bir anlaşma varsa Müslüman da olsa kafir de olsa bu anlaşmaya vefa göster. Zira anlaşma Allah'la yapılmış gibidir. Biriyle aranda akrabalık bağı varsa bu akraba Müslüman da olsa kafir de olsa bağı kesme. Biri sana bir şey emanet bıraktığı zaman emaneti veren kişi Müslüman da olsa kafirde olsa emaneti ona iade et." 59"İnkar edenler, asla öne geçtiklerini sanmasınlar, çünkü onlar bizi aciz bırakamıyacaklardır." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Çünkü onlar bizi aciz bırakamıyacaklardır" âyetini açıklarken: “Bizden kaçıp kurtulamayacaklar" demiştir. 60"Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez." Ahmed, Müslim,' Ebû Dâvud, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Ebû Yâkub İshâk b. İbrâhim el-Karrâb, Fadlu'r-Remy'de ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ukbe b. Âmir el-Cühenî'den bildirir: Minber üzerinde Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın..." âyetini okuduktan sonra üç defa: “Bilin ki bu kuvvet atıcılıktır! Bilin ki bu kuvvet atıcılıktır!" buyurduğunu işittim. İbnu'l-Münzir, Ukbe b. Âmir'den bildirir: Yüce Allah: “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın..." buyurur. Bilin ki bu kuvvet atıcılıktır! Bilin ki bu kuvvet atıcılıktır! Bilin ki bu kuvvet atıcılıktır! Yeryüzü sizlere açılıp fethedilecek ve yeterince rızıklara nail olacaksınız. Ancak içinizden hiç kimsenin tek meşgalesi, ganimetten payına düşecek olan şeyler olmasın!" Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ukbe b. Âmir: “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın..." âyetini okuduktan sonra: “Bilin ki bu kuvvet atıcılıktır!" dedi. İbnu'l-Münzir, Mekhûl'den bildirir: İki hedef arasında Cennet bahçelerinden bir bahçe vardır. Onun için atıcılığı öğrenin. Zira Yüce Allah'ın: “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın..."buyurduğunu işittim. Atıcılık da bahsedilen bu kuvvettendir. Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın..." âyetini açıklarken: “Atıcılık da bu kuvvettendir" demiştir. Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Âbbâs: “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın..." âyetini açıklarken: “Bu kuvvet atıcılık, kılıç talimi ve silah hazırlamaktır" demiştir. İbn İshâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abbâd b. Abdillah b. ez- Zübeyr: “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın..." âyetini açıklarken: “Yüce Allah savaş için Müslümanların at hazırlamalarını etmretmiştir" demiştir. Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'ûa bildirdiğine göre İkrime: “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın..." âyetini açıklarken: “Âyette bahsedilen kuvvet erkek atlardır. Ribat ise dişi atlardır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın..." âyetini açıklarken: “Âyette bahsedilen kuvvet erkek atlardır. Ribat ise dişi atlardır" demiştir. İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb bu âyeti açıklarken: “Bu kuvvet at hazırlamaktan başlar ok ve oktan daha basitini de kapsar" demiştir. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İkrime: “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın..." âyetini açıklarken: “Âyette bahsedilen kuvvet erkek atlardır. Ribat ise dişi atlardır" demiştir. Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İkrime: “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın..." âyetini açıklarken: “Âyette bahsedilen kuvvet erkek atlardır. Ribat ise dişi atlardır" demiştir. Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Onlarla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı korkutursunuz..." âyetini açıklarken: “Bununla hem Allah'ın düşmanını, hem de sizin düşmanınızı hüsrana uğratırsınız" demiştir. Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ok atışı yapan bir toplulukla karşılaşınca: “Atın ey İsmail oğulları! Sizin babanız da iyi bir atıcıydı!" buyurdu. Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce, Hâkim ve Beyhakî, Ukbe b. Âmir el- Cühenî'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: "Yüce Allah bir okla üç kişiyi Cennete sokar. Hayır umarak onu yapan kişi, Allah yolunda kullanmak üzere onu birine veren kişi, diğeri de Allah yolunda onu düşmana atan kişidir." Yine şöyle buyurdu: “Ok atışı ve binicilik talimi yapın. Ancak ok atışı yapmanız binicilik taliminden daha iyidir." Yine şöyle buyurdu: “Müslümanı oyalayan her türlü şey batıldır. Üç şey hariç! Bunlar da kişinin ok talimi yapması, atını eğitmesi ve ailesiyle vakit geçirmesidir. Bunlar hak ve meşru olan şeylerdir. Atıcılığı öğrendikten sonra bu işi bırakan kişi nimete karşı nankörlük etmiş olur. " Abdurrezzâk, Musannef’te ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Harâm b. Muâviye'den bildirir: Ömer b. el-Hattâb: “Yakınlarınızda domuz bulundurmayın. Aranızda haç yükselmesin. İçki içilen sofralara oturmayın. Atlarınızı eğitin ve atış talimi yapın" şeklinde bir mektup yazdı. Bezzâr ve Hâkim, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir ara dışarıda iken Eşlem kabilesinden atış talimi yapan bir toplulukla karşılaştı. Bunun üzerine: “Atın ey İsmail oğulları! Sizin babanız da iyi bir atıcıydı! Atın! Ben Edra'ın oğlunu tutuyorum" buyurdu. Ok atmayı bırakınca da nedenini sordu. Onlar: “Yâ Resûlallah! Sen kimi tutarsan o kazanacak" dediklerinde Allah Resûlü: “O zaman atışa devam edin! Ben hepinizden yanayım" buyurdu. Ahmed ve Buhârî, Seleme b. el-Ekva'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir ara çarşıya çıktığında atış müsabakası yapan iki grupla karşılaştı. Bunun üzerine: “Atın ey İsmâil oğulları! Sizin babanız da iyi bir atıcıydı! Atın! Ben de şu grubu tutuyorum" buyurdu. Ok atmayı bırakınca onlara: “Atmaya devam edin!" buyurdu. Onlar: “Yâ Resûlallah! Sen filan oğullarının tarafını tutarken nasıl atalım?" dediklerinde, Allah Resûlü: “O zaman atışa devam edin! Ben hepinizden yanayım" karşılığını verdi. Hâkim, Muhammed b. İyâs b. Seleme'den, o babasından, o da dedesinden naklen bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) atış yarışı yapan bir toplulukla karşılaşınca iki üç defa: “Vallahi çok güzel bir şey yapıyorsunuz" buyurdu ve: “Atın! Ben Edra'ın oğlunu tutuyorum" diye ekledi. Bu sözü üzerine onlar atmayı bırakınca bu kez: “Atışa devam edin! Ben hepinizden yanayım" buyurdu. O günü hepsi de atış yaptı ve biri diğerini yenemeden berabere kalmış bir şekilde dağıldılar. Taberânî, M.el-Evsat'ta, Hâkim ve el-Karrâb, Fadlu'r-Remy'de Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Üç şey dışında dünya işlerinden kişiyi oyalayan her şey batıldır. Bu üç şey de kişinin atış yarışı yapması, atını eğitmesi ve ailesiyle oynayıp vakit geçirmesidir. Bunlar hak ve meşru olan şeylerdir." Yine şöyle buyurdu: “Atış yarışı ve binicilik talimi yapın. Ancak atış talimi yapmanız benim için daha iyidir. Zira Yüce Allah bir okla üç kişiyi Cennetine sokar. Biri Allah rızası için oku yapan kişi, diğeri oku yapana yardım eden kişi, bir diğeri de onu Allah yolunda düşmana atan kişidir.'" Hâkim ve el-Karrâb, Ebû Necîh es-Sülemî'den bildirir: Tâif'teki sarayı kuşattığımızda Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah yolunda bir ok atan kişi köle azat etmiş gibi sevap alır" buyurduğunu işittim. Ben de o günü on altı tane ok attım. İbn Mâce, Hâkim ve el-Karrâb, Amr b. Abese'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah yolunda bir ok atan kişiye, attığı ok düşmana isabet etse de etmese de köle azat etmiş gibi sevap yazılır" buyurduğunu işittim. Hâkim, Abbâs b. Sehl b. Sa'd'dan, o da babasından; ayrıca Hamza b. Useyd'den, o da babasından naklen bildirir: Bedir savaşında müşriklerle karşı karşıya geldiğimiz zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize: “Size yaklaştıkları zaman oklarınızı onlara atın! Ancak sizin okların onların oklarından daha önce varmasına dikkat edin" buyurdu. Hâkim, Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildirir: Uhud savaşında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sa'd'a ok verin! Ey Sa'd oklarınla vur! Allah da vurduğunu isabet ettirsin! Anam babam sana feda olsun!" buyurdu. Hâkim, Âişe binti Sa'd'dan bildirir: Babam şöyle dedi: "Oklarımın göğsünü siper ederek arkadaşlarımı koruduğumdan Resûlullah'ın haberi oldu mu?" Sekâfî, Fevâid'de Ebû Eyyûb el-Ensârî'derı bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Melekler üç şey dışında oyalanıp vakit geçiren kişinin yanına gelmezler. Bu üç şey de kişinin hanımıyla hoş vakit geçirmesi, atını koşturup eğitmesi ve ok atışı yapmasıdır." İbn Adiy'in İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Melekler üç şeyde hazır bulunurlar. Bunlar da atış talimi at yarışı ve kişinin çoluk çocuğuyla oynamasıdır" buyurmuştur. Ebû Ubeyde'nin, el-Hayl'de Ebu'ş-Şe'sâ Cabir b. Zeyd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Ok atıcılığı, binicilik talimi yapın. Ancak atıcılık yapmanız benim için daha iyidir. Üç şey dışında mümini oyalayan her şey batıldır. Bu üç,şey de kişinin ok talimi yapması, atını eğitmesi ve ailesiyle oynayıp vakit geçirmesidir. Bunlar hak ve meşru olan şeylerdir. " Nesâî, Bezzâr, Bağavî, Bâverdî, Taberânî, el-Karrâb, Ebû Nuaym, Beyhakî ve Diyâ, Atâ b. Ebî Rebâh'tan bildirir: Câbir b. Abdillah ile Câbir b. Umeyr'in ok atışı yaptıklarını gördüm. Biri yorulup oturunca, diğeri ona şöyle dedi: “Sıkıldın mı? Oysa Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: "İçinde Allah'ın anılmadığı her türlü iş, boş ve oyalanmadan ibarettir. Dört şey hariç! Bunlar da kişinin hedef talimi yapması, atını eğitmesi, çoluk çocuğuyla oynaması ve yüzme öğrenmesidir. " el-Karrâb'ın Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah bir okla üç kişiyi Cennetine sokar. Bunlardan biri oku atan, diğeri atana oku veren, bir diğeri de karşılığını Allah'tan bekleyerek oku yapan kişidir." el-Karrâb, Huzeyfe'den bildirir: Hazret-iÖmer, Şam ahalisine şöyle bir mektup yazdı: “Ey ahali! Atıcılık ve binicilik talimi yapın. Ancak atıcılık benim için binicilikten daha iyidir. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Yüce Allah bir okla, onu Allah yolunda kullanmak üzere yapanı ve Allah yolunda kullanılmak üzere onu tedarik edeni Cennetine sokar" buyurduğunu işittim.» el-Karrâb'ın İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “En güzel oyalanma atıcılıkla oyalanmadır. Kişi atıcılığı öğrendikten sonra bunu bırakırsa kendisine verilen nimete karşı nankörlük etmiş olur." el-Karrâb, Ukbe b. Âmir'den bildirir: Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) işittiğim: “Atıcılığı öğrendikten sonra onu bırakan kişi bana isyan etmiş demektir" sözünden sonra elim kesik olsa dahi atıcılığı bırakmam. el-Karrâb'ın Mekhül'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Binicilik, atıcılık ve kişinin çoluk çocuğuyla oynaması dışında her türlü oyalanma batıldır. Onun içi atıcılık ve binicilik işinden geri durmayın, ama atıcılık benim için binicilikten daha iyidir. " el-Karrâb'ın Mekhûl vasıtasıyla Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Oyalanma ile vakit geçirme ancak atını eğitme, okla atış talimi yapma ve çoluk çocuğunla oynama ile olmalıdır." el-Karrâb'ın Mekhûl vasıtasıyla bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb, Şam ahalisine çocuklarına yüzmeyi, atıcılığı ve biniciliği öğretmeleri yönünde bir mektup yazdı. el-Karrâb, Süleymân et-Teymî'den bildirir: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kişinin iyi bir yüzücü ve atıcı olmasını çok beğenirdi." el-Karrâb'ın Enes'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah yolunda bir ok atan kişi, bu ok hedefe isabet etse de etmese de, hedefe varsa da varmasa da bir köle azat etmiş gibi olur. Kişinin azat ettiği köle de onun Cehennemden kurtuluşunun bedeli olur." el-Karrâb, Ebû Necîh es-Sülemî'den bildirir: Tâif'teki sarayı kuşattığımızda Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah yolunda bir ok atan kişiye attığı ok, hedefe ulaşsa da ulaşmasa da Cennette bir derece kazandırır" buyurduğunu işittim. el-Karrâb, Abdullah b. Mes'ûd'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Haktan sapmışlarla savaşın. Onlardan birini öldüren kişiye Cennette bir derece vardır" buyurdu. Ashab: “Yâ Resûlallah! Bu derece nasıldır?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “İki derece-arasında beş yüz yıllık bir mesafe vardır" karşılığını verdi. Taberânî ve el-Karrâb, Ebû Amre el-Ensârî'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah yolunda bir ok atan kişiye attığı ok, hedefe ulaşsa da ulaşmasa da kıyamet gününde kendisi için bir nur olur" buyurduğunu işittim. İbn Adiy'in İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah katında en iyi oyalanma kişinin biniciliği öğrenmesi, atış talimi yapması ve eşiyle oynamasıdır" buyurmuştur. Bezzâr ve Taberânî, M.el-Evsat'ta Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Atıcılığı öğrenin, zira atıcılık hayırlı bir şeydir" veya: “... oyalandığınız en hayırlı şeylerdendir" buyurmuştur. Ebû Avâne'nin bildirdiğine göre Sa'd b. Ebî Vakkâs: “Atıcılığı öğrenin zira atıcılık en iyi oyunlarınızdandır" demiştir. Bezzâr, Câbir'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ok atışı yapan bir toplulukla karşılaşınca: “Atın ey İsmâil oğulları! Sizin babanız da iyi bir atıcıydı" buyurdu. Bezzâr'ın Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Atıcılığı öğrenip de sonra da onu unutan (bırakan) kişi kendisine verilen nimete nankörlük etmiş demektir" buyurmuştur. Bezzâr'ın İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “At yarıştırma ve ok talimi yapmanız dışında melekler oyalandığınız hiçbir işte yanınızda hazır bulunmazlar" buyurmuştur. Bezzâr hasen bir senedle Enes'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah yolunda bir ok atan kişiye, attığı ok hedefe ulaşsa da ulaşmasa da İsmail oğullarından dört köleyi azat etmiş gibi sevap alır. " Bezzâr'ın Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah yolunda bir ok atan kişiye attığı ok, kıyamet gününde kendisi için bir nur olur" buyurmuştur. Taberânî, el-Evsatta Ömer b. el-Hattâb'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kişinin hanımıyla oynaşması, atıcılık yapması ve atını eğitmesi dışında her türlü oyalanma kerihdir" buyurmuştur. İbn Ebi'd-Dünyâ, er-Remy'de ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ebû Râfi'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Çocuğun babasının üzerindeki hakkı ona yazıyı, yüzmeyi ve atıcılığı öğretmesidir" buyurmuştur. İbn Ebi'd-Dünyâ ve Deylemî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Atıcılığı öğrenin! Zira atış yeri ile hedef arası Cennet bahçelerinden bir bahçedir" buyurmuştur. Taberânî'nin Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İki hedef arasında yürüyen kişiye her adımı için bir iyilik sevabı vardır" buyurmuştur. Taberânî, M. es-Sağîfde Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Biriniz dertlendiği zaman yayını alıp atış yapmaya çıksın. Bu şekilde derdini hafifletir" buyurmuştur. Beyhakî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Çocuklarınıza yüzmeyi, atıcılığı, cesareti ve yürı eğirmeyi öğretin" buyurmuştur. İbn Mende, Ma'rifede Bekr b. Âbdillah b. er-Rabî' el-Ensârî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Çocuklarınıza yüzmeyi, atıcılığı, cesareti ve yün eğirmeyi öğretin" buyurmuştur. Abdurrezzâk, Musannef’te Amr b. Abese'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kişinin Allah yolunda ağaran saçları, kıyamet gününde kendisi için bir nur olur. Kişinin Allah yolunda attığı bir ok, sevap bakımından bir köle azat etme ile aynı değerdedir" buyurduğunu işittim. Abdurrezzâk'ın Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kişinin Allah yolunda ağaran saçları, kıyamet gününde kendisi için bir nur olur. Kişi Allah yolunda bir ok attığı zaman hedefine isabet etse de etmese de İsmail oğullarından bir köleyi azat etmiş gibi olur." Ahmed'in Murra b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Düşmana bir ok isabet ettiren kişinin Yüce Allah Cennetteki derecesini arttırır ki iki derece arasında yüz yıllık bir mesafe vardır. Allah yolunda bir ok atan kişi de sevap bakımından bir köle azat etmiş kişi gibidir."' Hatîb'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah bir okla üç kişiyi Cennete sokar. Biri Allah rızasını gözeterek onu yapan kişidir. Diğeri onu askere veren kişidir. Bir diğeri de onu düşmana atan kişidir." Vâkidî, Müslim b. Cündeb'den bildirir: “Atı binek olarak kullanan ilk kişi İbrahim peygamberin oğlu İsmâil'dir. Ondan öncesinde atlar vahşi ve binilemezdi. Ancak daha sonra onun hizmetine verildi." Zübeyr b. Bekkâr, Ensâb'da İbn Abbâs'tan bildirir: “Önceleri atlar vahşi ve binilemezdi. Onu ehfileştirip ilk binen kişi de Hazret-i İsmâil'dir. Bundan dolayı da atlar İrâb olarak isimlendirilmiştir." Ahmed b. Selmân en-Neccâd, Cüz'de İbn Abbâs'tan bildirir: Önceleri atlar diğer vahşi hayvanlar gibi vahşi bir hayvandı. Yüce Allah, Hazret-i İbrâhim ile Hazret-i İsmâil'e Kâbe'yi inşa etme izni verdiğinde onlara: “Sizin için sakladığım bir hazineyi sizlere vereceğim" dedi. Sonra Hazret-i İsmâil'e: “Çık ve bu hazine için dua et" diye vahyetti. Bunun üzerine Hazret-i İsmâil, Ecyâd bölgesine çıktı, ancak ne bu hazine ne de onun için edeceği dua hakkında bir bilgisi vardı. Yüce Allah edeceği duayı kendisine vahyedince yeryüzünde bulunan bütün atlar bu duaya icabet etti. Yüce Allah'ın da izniyle bu vahşi atların yelesinden tutup onlara binebildi. Sizler de kendinize atlar edinin, zira atlar uğur getirir ve atanız İsmâil'in sizlere mirasıdırlar. Sa'lebî'nin Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah atı yaratmayı dilediği zaman güney rüzgarına: «Senden bir canlı yaratacağım ve onu dostlarıma izzet düşmanlarıma zillet, bana itaat edenlere de bir güzellik kılacağım» dedi. Rüzgar: «Yarat» karşılığını verince Yüce Allah bu rüzgardan bir tutam alıp ondan ah yarattı. Sonra ona: «Seni Arap olarak yarattım. Hayırlar yelene bağlı olacak, ganimetler sırtında gelecek. Sahibini sana şefkatli kılacağım ve kanatsız bir şekilde uçabileceksin. Birilerinin peşine düşmek için de birilerinden kaçmak için de sen kullanılacaksın. Sırtına beni tesbih eden, bana hamdeden, tehlil getiren kişileri bindireceğim. Onlar tesbih edince siz de edin, onlar hamdedince siz de edin, onlar tehlil getirince siz de getirin» buyurdu. Bunun içindir ki at üzerinde olan kişi ne zaman tesbih etse, hamdetse ve tekbir getirse atı da aynısıyla karşılık verir." Melekler atın bu yaptığını ve yaratılışını gördükleri zaman: «Rabbim! Seni tesbih eden ve sana hamdeden biz melekler için ne var?» diye sordular. Yüce Allah onlar için de boyunları deve boynunu andıran alacalı atlar yarattı. At gökten inip de ayakları yere basınca kişnedi. Bunun üzerine kendisine: «Hayvanlar içinde en güzel ve en bereketlisi sensin! Kişnemenle müşrikler zillete düştü, boyunları büküldü. Kişnemen kulaklarını doldurdu ve kalplerine korku saldı» denildi. Yüce Allah, Adem'e tüm yaratılanları sunup: «Bunlar arasından dilediğini seç» deyince, Adem atı seçti. Bunun üzerine Yüce Allah ona: «Senin ve çocuklarının izzetini seçtin. Onlar durdukça bu at da duracak, onlar baki kaldıkça bu at da onlarla baki kalacak. Bereketim senin de onların da üzerinde olacak. Zira benim için senden ve onlardan daha sevimli yaratıklar yaratmış değilim» dedi." Ebu'ş-Şeyh, Azame'de İbn Abbâs'tan mevkuf olarak aynısını zikreder. Mâlik, Buhârî, Müslim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Atlar üç şey içindir. Biri için ecir ve sevaptır. Biri için bir örtüdür. Biri için de günah vesiledir. Onu Allah yolunda kullanmak üzere ayıran kişi için at, bir ecir ve mükâfat vesiledir. Bu atı uzun bir iple bahçeye veya otlağa bağladığı zaman ipin o bahçe ve otlaktan değdiği her bir yer için ona bir iyilik sevabı vardır. At ipini koparıp da bir iki tur atıp dolaştığı zaman da bıraktığı her bir iz ve dışkı için de ona bir iyilik sevabı vardır. Sulama niyeti olmadan bir nehrin yanından geçerken at o nehirden su içse bu da ona iyilik olarak yazılır. İşte böylesi bir at sahibi için ecir ve sevap vesiledir. Atını başkalarına muhtaç olmamak için yanında tutan, ancak yük ve binme konusunda Allah'ın hakkını da unutmayan kişi için de bu at bir örtüdür. Atını övünme, gösteriş olsun diye ve Müslümanlara düşmanlık yapmak için besleyen kişi için de bu at günah vesiledir." İbn Ebî Şeybe, Müslim ve Beyhakî, Şuab'da Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Hayırlar kıyamete kadar atların perçemlerinde bağlı durur. Atlar da ecir atı, örtü atı ve günah atı olmak üzere üç çeşittir. Örtü olan at sahibi tarafından bu konuda başkalarına muhtaç olmamak için, onur ve güzellik için beslenen attır. Sahibi darlıkta da bollukta da yük ve yavruları konusunda olan hakkı unutmaz. Ecir ve sevaba vesile olan at da sahibi tarafından Allah yolunda kullanılmak üzere beslenen attır. Böyle bir atın yediği her bir şey için sahibine sevap yazılır." Ebû Hureyre der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) böylesi bir atın dışkı ve sidiğinin bile sahibine sevap olarak yazılacağını -zikrettikten sonra şöyle devam etti: “Böylesi bir atın vadide bir iki tur atması dahi âhiret gününde sahibinin Mizan'ına sevap olarak yazılır. Günahlara vesile olan at da sahibi tarafından diğer insanlara karşı kibirlenmek için beslenen attır. Böylesi bir atın yediği her bir şeyde sahibi için bir günah yazılır." Ebû Hureyre der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) böylesi bir atın dışkı ve sidiğinin bile sahibine günah olarak yazılacağını zikrettikten sonra şöyle devam etti: “Böylesi bir atın vadide bir iki tur atması dahi sahibinin hanesine günah olarak yazılır. " Mâlik, Ahmed b. Hanbel, Tayâlisî, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Mâce ve İbn Hibbân'ın İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayırlar kıyamete kadar atların perçemlerinde bağlı durur" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce, Urve el- Bârikî'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayırlar kıyamete kadar atların perçemlerinde bağlı durur" buyurdu. Kendisine: “Bu hayırlar nedir?" diye sorulunca da: “Sevap ve ganimettir" karşılığını verdi. İbn Ebî Şeybe, Müslim ve Nesâî, Cerîr b. Abdillah'tan bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem), parmağıyla atının perçemini yatırdığına ve: “Hayırlar kıyamete kadar atların perçemlerinde bağlı durur" buyurduğuna şahit oldum. Nesâî ve Ebû Müslim el-Keşşî, Sünen'de Seleme b. Nüfeyl'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayırlar kıyamete kadar atların perçemlerinde bağlı durur" buyurmuştur. Taberânî ve el-Âcurrî, en-Nasîha'da Ebû Kebşe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayırlar kıyamete kadar atların perçemlerinde bağlı durur. Sahipleri kendisinden dolayı yardım görürler. Ata harcama yapan kişi cömertçe sadaka veren kişi gibidir" buyurmuştur. Taberânî, Sevâde b. Rabî' el-Cermî'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiğimde bana ufak bir deve sürüsü verilmesini söyledi ve: “At edinmeye çalış, zira hayırlar kıyamete kadar atların perçemlerinde bağlı durur" buyurdu. Taberânî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Hayır ve ganimet (bereket) kıyamete kadar atların perçemlerinde bağlı durur. Yeleleri onların giysisi, kuyrukları ise yelpazesidir." İbn Sa'd, Tabakât'ta ve İbn Mende, Sahabe'de Yezîd b. Abdillah b. Arîb el- Müleykî'den, babasından, o da dedesinden naklen bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Hayırlar ve kazançlar kıyamete kadar atların perçemlerinde bağlı durur. Sahipleri kendisinden dolayı yardım görürler. Ata harcama yapan kişi cömertçe sadaka veren kişi gibidir. Atın dışkısı kıyamet gününde Allah katında misk gibi tertemiz kokar. İbn Ebî Şeybe ve Ahmed'in Esmâ binti Yezîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Hayırlar kıyamete kadar atların perçemlerinde bağlı durur. Her kim Yüce Allah yolunda bir at besler de karşılığını Allah'tan bekleyerek ona harcama yaparsa atın tokluğu, açlığı, susuzluğu, suya kanmışlığı, dışkısı ve sidiği kıyamet gününde sahibinin terazisinde kendisini ateşten kurtaracak şekilde yer alır. Her kim de riya, gösteriş ve eğlence olsun diye at beslerse atın tokluğu, açlığı, susuzluğu, suya kanmışlığı, dışkısı ve sidiği kıyamet gününde sahibinin terazisinde onun için bir hüsran olacaktır.P Ebû Bekr b. Ebî Âsim, Cihâd'da ve Kadı Ömer b. Hasan el-Uşnânî, Târih'de Ali b. Ebî Tâlib'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Hayırlar kıyamete kadar atların perçemlerinde bağlı durur. Her kim Yüce Allah yolunda bir at beslerse atın yemi, dışkısı, sidiği ve bıraktığı izleri kıyamet gününde sahibinin terazisinde (iyilik olarak) yer alır." İbn Ebî Şeybe, Hazret-i Ali'den mevkûf onun sözü olarak aynısını zikreder. Ahmed ve el-Keşşî, Sünen'de Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Hayırlar ve kazançlar kıyamete kadar atların perçemlerinde bağlı durur. Sahipleri kendisinden dolayı yardım görürler. Onun için bu atların perçemlerinden tutup bereket için dualar edin. Onlara gerdanlık takın, ama bu gerdanlıklar telden olmasın." Ebû Ubeyde, el-Hayl'de Ziyâd b. Müslim el-Ğifârî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyururdu: “Atlar (değer olarak) üç çeşittir. Birini sahibi, Yüce Allah yolunda cihad etmek ve düşmana karşı koymak için besler ki bu atın tokluğu, suya kanmışlığı, açlığı, susuzluğu, koşması, teri, dışkısı ve sidiği kıyamet gününde sahibinin terazisinde sevap olarak yer alır. Birini de sahibi sırf kendisini güzel göstermesi için besler ki onun da kazancı sadece bu güzellik olur. Birini de sahibi övünme ve gösteriş için besler ki bu atın tokluğu, suya kanmışlığı, açlığı, susuzluğu, koşması, teri, dışkısı ve sidiği kıyamet gününde sahibinin terazisinde günah olarak yer alır. " Taberânî ve el-Âcurrî, eş-Şerîa ile en-Nasiha'da Habbâb'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Atlar, biri Rahmanın biri insanın biri de Şeytanın olmak üzere üç çeşittir. Rahman' ın olan at, Allah yolunda kullanılmak üzere beslenen ve üzerinde Allah düşmanlarıyla savaşılan attır. İnsanın olan at, döl almak ve üzerine binilmek üzere beslenilen attır. Şeytanın olan at da bahis için kullanılan attır. " İbn Ebî Şeybe, Habbâb'tan bu hadisi mevkûf yani onun sözü olarak zireder. Ahmed'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Atlar, biri Rahmân'ın, biri insanın, biri de Şeytanın olmak üzere üç çeşittir. Rahmân'ın olan at, Allah yolunda kullanılmak üzere beslenen attır. Böylesi bir atın yemi de dışkısı da sidiği de... Şeytanın olan at da bahis ve kumar için kullanılan attır. İnsanın olan at, döl almak üzere beslenilen attır. Böylesi bir at kişiyi fakir düşmekten korur. " İbn Ebî Şeybe ve Ahmed'in Ebû Amr eş-Şeybânî vasıtasıyla Ensâr'dan bir adamdan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Atlar (değer olarak) üç çeşittir. Birini sahibi Yüce Allah için besler ki bunun bedeli sahibi için sevap, dışkısı da sevaptır ve yemlemesi de sevaptır. Diğer at da bahisler için beslenilir ki bunun bedeli de günahtır, yemlemesi de günahtır ve binmesi de günahtır. Diğer at ise döl almak için beslenilir. Yüce Allah'ın böylesi bir at sahibini fakirlikten kurtarması umulur." İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim ve Nesâî'nin Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bereket atların perçemindedir" buyurmuştur. Nesâî, Enes'ten bildirir: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kadınlardan sonra en çok sevdiği şey atlardı." İbn Sa'd ve Ahmed, Zühd'de bildirdiğine göre Ma'kil b. Yesâr: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) en çok atları severdi" dedi ancak daha sonra: “Allahım! Beni bağışla! Kadınlardan sonra en çok atları severdi" diye düzeltti. Dimyâtî, el-Hayl'de Zeyd b. Sâbit'ten bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kişinin Allah yolunda kullanmak üzere besletiği at kendisini Cehhennem ateşinden korur" buyurduğunu işittim. İbn Ebî Âsim, Cihâd'da Yezîd b. Abdillah b. Arîb el-Müleykî'den, babasından, o da dedesinden naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Atlarda, dışkılarında ve sidiklerinde Cennetteki miskten bir parça vardır" buyurmuştur. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Atlara harcama yapan kişi, cömertçe sadaka veren kişi gibidir. Atların dışkı ve sidikleri de kıyamet gününde Allah katında tertemiz kokan misk gibi olur" İbn Mâce ve İbn Ebî Âsim, Temîm ed-Dârî'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah yolunda kullanılmak üzere at besleyip elleriyle yemini koyan kişiye her bir yem tanesi için bir iyilik sevabı vardır" buyurduğunu işittim. Ahmed ve İbn Ebî Âsim, Temîm'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bir Müslüman, atı için arpa seçip de ona yem olarak koyduğu zaman her bir arpa tanesi için bir iyilik sevabı alır" buyurduğunu işittim. İbn Mâce ve İbn Ebî Âsim, Ebû Bekr es-Sıddîk'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Elinin altındaki köle ve cariyelere kötü davranan kişi Cennete giremez" buyurdu. Ashab: “Yâ Resûlallah! Köle ve cariyeleri en fazla olan ümmetin bu ümmet olduğunu söylemedin mi?" diye sorduklarında, Allah Resûlü: “Evet, söyledim. Onun için onlara çocuklarınıza davrandığınız gibi davranın ve yediğiniz şeylerden onlara yedirin" buyurdu. Ashab: “Bu dünyada bize faydası olacak şey nedir?" diye sorduklarında da Allah Resûlü: “Allah yolunda üzerinde savaşmak için at beslemen ve ihtiyacını gören bir köledir. Köle de ihtiyacım karşılıyorsa artık o senin kardeşin sayılır" karşılığını verdi. Ebû Abdillah el-Hüseyn b. İsmâil el-Mahâmîlî, Selmân'dan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “İmkanı olanher bir Müslümanın bir at edinip beslemesi gerekir" buyurduğunu işittim. İbn Ebî Asım, Sevâde b. er-Rabî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: “At besleyin, zira atların perçemlerinde hayırlar vardır" buyurdu. İbn Ebî Âsim, İbnu'l-Hanzaliyye'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah yolunda kullanılmak üzere bir at besleyen kişi, elini kapatmadan cömertçe sadaka veren kişi gibidir" buyurduğunu işittim. Ebû Tâhir el-Muhallis, İbnu'l-Hanzaliyye'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayırlar kıyamete kadar atların perçemlerinde bağlı durur. Sahipleri kendisinden dolayı yardım görürler. Ata harcama yapan kişi, cömertçe sadaka veren kişi gibidir" buyurduğunu işittim. Ahmed, Ebû Dâvud, İbn Âsim ve Hâkim'in İbnu'l-Hanzaliyye'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah yolunda kullanılmak üzere ata harcama yapan kişi, cömertçe sadaka veren kişi gibidir" buyurdu. Buhârî, Nesâî, Hâkim ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kişinin Allah'a iman ederek ve vaadini tasdik ederek Allah yolunda kullanılmak üzere beslediği atın tokluğu, suya kanmışlığı, dışkısı ve sidiği kıyamet gününde sahibinin terazisinde birer iyilik olarak yer alır. " Ahmed, Nesâî ve Hâkim'in Ebû Zer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Her seher vakti Arap atının iki dua etmesine izin verilir. O da: «Allahım! Madem beni Adem oğullarından birinin hizmetine verdin. O zaman beni malı ve ailesi içinde en fazla sevdiği kıl» der." Ebû Dâvud ve Hâkim, Ebû Hureyre'den bildirir: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) dişi olan atları "Feres" diye isimlendirirdi." Taberânî'nin Ebû Kebşe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kim bir müslümana damızlık olarak atını verir de ondan bir at gelirse Allah yolunda binilmek üzere kullanılan yetmiş at sevabı alır. Bu döllenmenin tutmaması halinde de kendisine Allah yolunda binilmek üzere kullanılan bir at sevabı verilir," Taberânî, İbn Ömer'den bildirir: “İnsanların biribirlerine verebildikleri en güzel şey damızlık hayvanlardır. Kişi damızlık olarak atını birine verir bunun sevabını alır. Tekesini damızlık olarak verir, sevabını alır. Aynı şekilde koçunu damızlık olarak verir ve bunun sevabını alır. " Ebû Ubeyde, el-Hayl'de Muâviye b. Hadic'den bildirir: Mısır fethedildiği zaman her bir kabilenin atlarını yuvarlanmaları için saldıkları bir toprak alan vardı. Mûaviye atını bu şekilde toprakta yuvarlayan Ebû Zer'le karşılaşınca selam verip yanında durdu. Sonra ona: “Ey Ebû Zer! Bu at da ne?" diye sordu. Ebû Zer: “Benim atım ve gördüğüm kadarıyla duası kabul gören bir at" dedi. Mûaviye: “Atlar da dua eder, duaları kabul görür mü?" diye sorunca da Ebû Zer şöyle dedi: “Tabi ki! Her gece at mutlaka Rabbine dua eder ve: «Rabbim! Madem beni Adem oğullarından birinin hizmetine verdin ve rızkımı da onun elinde kıldın, o zaman beni çocukları ve ailesi içinde en fazla sevdiği kıl» der." Ancak bazı atların bu duası kabul görür bazılarının da kabul görmez. Ancak ben bu atımın duasının kabul gördüğünü düşünüyorum." Ebû Ubeyde, Abdullah b. Amr b. el-Âs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hades'ten bir at ele geçirdi. Onu Ensâr'dan bir adama verdi ve: "Konaklama yerlerinde bana yakın bir yerde dur, zira kişnemesi beni mutlu ediyor" buyurdu. Bir gece bu atı göremeyince nerede olduğunu sordu. Ensârlı adam: “Yâ Resûlallah! Onu iğdiş ettik" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) üç defa: “Ona müsle mi yaptınız!" buyurdu ve şöyle devam etti: “Hayırlar kıyamete kadar atların perçemlerinde bağlı durur. Yeleleri onların giysisi, kuyrukları ise yelpazesidir. Onların neslini kesmeyin ve kişnemeleriyle müşriklere karşı övünün." Ebû Ubeyde, Mekhûl'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) atların yele, perçem ve kuyruklarının kırkılmasını yasakladı ve: “Kuyrukları yelpazesi, yeleleri ise giysileridir. Hayırlar da perçemlerinde bağlı durur" buyurdu. Ebû Nuaym'ın Enes b. Mâlik'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Atların kuyruklarını, yele ve perçemlerini kırkmayın. Zira bereket onların perçemlerindedir. Yeleleri giysileri, kuyrukları ise yelpazesidir." Ebû Dâvud'un Utbe b. Abd es-Sülemî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Atların kuyruklarını, yele ve perçemlerini kırkmayın. Kuyrukları onlar için yelpaze, yeleleri ise giysidir. Hayırlar da perçemlerinde bağlı durur. " İbn Sa'd, Ebû Abdillah Vâkid'den bildirir: Bana ulaştığına göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) atının yanında durup giysisinin koluyla onun yüzünü sildi. Ashab: “Yâ Resûlallah! Atın yüzünü gömleğinle mi siliyorsun?" dediklerinde, Allah Resûlü: “Cebrail atlar konusunda bana sitemde bulundu" buyurdu. Ebû Dâvud, Merâsîl'de Nuaym b. Ebî Hind'den bildirir: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bir at getirilince gömleğinin koluyla atın yüzünü, ağzını ve burnunu sildi. Ashab: “Yâ Resûlallah! Gömleğinin koluyla mı siliyorsun?" dediklerinde, Allah Resûlü: “Cebrâil atlar konusunda bana sitemde bulundu" buyurdu. Ebû Ubeyde'nin Yahya b. Saîd vasıtasıyla Ensarlı bir ihtiyardan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ridasının kenarıyla atının yüzünü sildi ve: “Bu gece atlara değer vermememden dolayı bana sitem edildi" buyurdu. Ebû Ubeyde, Abdullah b. Dînar'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) giysisiyle atının yüzünü sildi ve: “Bu gece Cebrâil atlara değer vermememden dolayı bana sitemde bulundu" buyurdu. Ebû Dâvud, Merâsîl'de Vadîn b. Atâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Atları perçemlerinden çekerek sürüp de küçük düşürmeyin" buyurmuştur. Ebû Dâvud, Merâsîl'de Mekhûl'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Atlara iyi davranın ve ona gereken değeri verin" buyurmuştur. Hasan b. Arafe, Amr b. Kays es-Sekûnî'den bildirir: “Ömer b. Abdizlazîz, gereksiz yere atları koşturup yormamayı söyledi." Hasan b. Arafe, Mücâhid'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) atının yüzüne vurup ona lanet eden bir adamı görünce: “Bunun üzerinde Allah yolunda savaşmadıkça bu yaptığından dolayı Cehennem ateşi sana dokunacaktır" buyurdu. Bunun üzerine adam da o atın üzerine Allah yolunda savaşmaya ve binilmek üzere vermeye başladı. En sonunda yaşlanıp zayıf düşünce: “Şahid olun! Şahid olun!" dedi. Ebû Nasr Yusuf b. Amr el-Kâdi, Sünen'de Zeyd b. Sâbit'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gözü çıkarılan bir at konusunda ceza olarak atın değerinin dörte birine hükmetti. Muhammed b. Ya'kûb el-Cîlî, el-Furüse'de Ebû Hureyre'den bildirir: “Her gece bir melek gökten inip savaşa katılan bineklerin üzerindeki yorgunluğu alır. Ancak boynunda çan bulunan hayvanlara yaklaşmaz." İbn Sa'd, Ebû Dâvud ve Nesâî'nin Ebû Vehb el-Cuşenî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Doru, sakar (alnı beyaz) ve ayakları sekili veya kızıl, sakar ve ayakları sekili veya siyah, sakar ve ayakları sekili atları edinin."' Ebû Dâvud ve Tirmizî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “En bereketli atlar kızıl olan atlardır" buyurmuştur. Vâkidî'nin Abdullah b. Amr b. el-Âs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “En iyi atlar kızıl atlardır. Onlardan sonra üç ayağı sekili sağ ayağı ise lekesiz olan siyah atlar gelir. Ebû Ubeyde'nin Şa'bî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İhtiyaçlarınızı görmekte doru, üst dudak ile burnu beyaz, üç ayağı sekili sağ ayağı ise lekesiz olan atları kullanmaya bakın. " Hasan b. Arafe, Mûsa b. Ali b. Rebâh el-Lahmî'den, o da babasından naklen bildirir: Adamın biri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve: “Bir at satın almak istiyorum" dedi. Allah Resûlü: “Alacaksan doru veya siyah, yüzü az beyaz, burun ve üst dudağında beyazlığı bulunan, üç ayağı sekili sağ ayağı ise lekesiz olan bir at al" buyurdu. Ebû Ûbeyde ve İbn Ebî Şeybe'nin Atâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “En hayrıh atlar, siyaha çalan kızıl atlardır" buyurmuştur. İbn Arafe'nin Nâfi' b. Cübeyr'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bereket, uğur siyah atlardadır" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce, Ebû Hureyre'den bildirir: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) atların şikâl olanını beğenmezdi." Ahmed, Tirmizî, İbn Mâce ve Hâkim'in Ebû Katâde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Edinilecek en hayırlı atlar; siyah, yüzü az beyaz, burun ve üst dudağında beyazlığı bulunan, üç ayağı sekili sağ ayağı lekesiz olan atlardır. Böylesi bir at bulunmazsa ayni özelliklere sahip siyah doru bir at edinilebilir." Taberânî ve Hâkim'in Ukbe b. Âmir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Savaşa çıkacağın zaman siyah, sakar, üç ayağı sekili diğeri sade olan bir at satın alıp çık. Bu şekilde ganimet elde eder ve sağ salim bir şekilde geri dönersin. " İbn Sa'd, Hâris b. Usâme, Ebû Ya'lâ, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Kâni', Mu'cem'de, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Mende, Ruyânî, Müsned'de, İbn Merdûye ve İbn Asâkir, Yezid b. Arîb'den, o babasından, o da dedesinden naklen bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “...Bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz..."âyetini açıklarken: “Bunlar cinlerdir. Evinde asil bir atı bulunan bir insana da Şeytan bulaşmaz" buyurmuştur. Ebu'ş-Şeyh, Ebu'l-Mehdî'den, o babasından, o da dedesinden naklen bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “...Bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz..." âyetini açıklarken: “Bunlar cinlerdir. At besleyen kişinin evine de Şeytan yaklaşmaz" buyurmuştur. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Mûsa: “...Bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bunlar cinlerdir. Evinde asil bir atı bulunan bir insana da Şeytan bulaşmaz." Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu düşmandan kasıt Şeytandır ve Şeytan bir atın perçemine dokunamaz. Zira Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayırlar atların perçeminde bağlı durur ve Şeytan asla ona dokunamaz" buyurmuştur. Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz..." âyetini açıklarken: “Bu düşmandan kasıt Kurayza kabilesidir" demiştir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mükâtil: “...Bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bunlardan kasıt münafıklardır. Yüce Allah da münafıkların nifaka yönelik kalplerinde gizlediklerini çok iyi bilir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “...Bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bu düşmanlar münafıklardır. İçinizde ve sizinle beraber oldukları için onları bilemezsiniz. Zira "Lâ ilâ illallah" der ve sizinle birlikte savaşa da katılırlar." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “...Bunlardan başka sizin bilmediğiniz, fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz..." âyetini açıklarken: “Bu düşmanlardan kasıt Perslerdir" demiştir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süfyân: “...Bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu düşmanlar konusunda İbnu'l-Yemân: “Bunlar evlerdeki Şeytanlardır" der. 61"Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah'a tevekkül et, çünkü O işitendir, bilendir" İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Eğer onlar barışa yanaşırlarsa..." âyetini açıklarken: “Burada Kurayza kabilesi kastedilmektedir" demiştir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: “Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah'a tevekkül et, çünkü O işitendir, bilendir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Âyet Kurayza kabilesi hakkında nazil oldu. Ancak bu âyetin hükmünü: “Üstün durumda iken gevşeyip barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir. O amellerinizi asla eksilmeyecektir" âyeti neshetmiştir. İbn Merdûye, Abdurrahman b. Ebzâ'dan bîldirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: (.....) lafzıyla okurdu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Eğer onlar barışa yanaşırlarsa..." âyetini açıklarken: “Burada barıştan kasıt, itaat ve boyun eğmedir" demiştir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş..." âyetini açıklarken: “Onlar barışa razı olurlarsa sen de razı ol" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş..." âyetini açıklarken: “Şayet onlar barış yapıp anlaşmak isterlerse sen de bunu iste" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuş ve Silm'i barış anlamında kullanmıştır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mübeşşir b. Ubeyd bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuş ve Selm'i barış anlamında kullanmıştır. Ebû Ubeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş..."âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu âyetin hükmü: “Kitap verilenlerden, Allah'a, âhiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Peygamberinin haram kıldığım haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın" âyetiyle neshedilmîştir. Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir, Nehhâs, Nâsih'de ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Tevbe Sûresi nazil olmadan önceki durumla ilgili bir âyettir ki o zamanlar Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklerin, anlaşma yapma ya da savaşı kabul etme arasında tercih yapmalarını isterdi. Ancak sonradan Tevbe Sûresi'ndeki: “Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün..." âyet ile: “...Müşrikler nasıl sizinle topyekün savaşıyorlarsa siz de onlara karşı topyekün savaşın..." âyeti nazil olunca bu yönde yapılan anlaşmalar bozuldu. "Lâilâhe illallah" deyinceye ve Müslüman oluncaya kadar müşriklerle savaş emri verildi ve bundan başka bir durumun kabul edilmeyeceği bildirildi. Müşriklerle anlaşma konusunda bu ve başka sûrelerde zikredilen her türlü anlaşma ve barışın hükmü Tevbe Sûresi'nin nuzülüyle neshedilmiştir. Her hâlükarda da müşriklerle "Lâ ilâhe illallah" diyene kadar savaş emredilmiştir. 62Bkz. Ayet:63 63"Eğer sana hile yapmak isterlerse, şunu bil ki, Allah sana kâfidir. O, seni yardımıyla ve müminlerle destekleyendir. Ve onlann kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onlann gönüllerini birleştiremezdın, fakat Allah onlann aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir." İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Eğer sana hile yapmak isterlerse..." âyetini açıklarken: “Bunlar Kurayza kabilesidir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “...O, seni yardımıyla ve müminlerle destekleyendir" âyetini açıklarken: “Burada müminlerden kasıt Ensâr'dır" demiştir. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Nu'mân b. Beşîr: “...O, seni yardımıyla ve müminlerle destekleyendir" âyetini açıklarken: “Ensâr hakkında nazil oldu" demiştir. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...O, seni yardımıyla ve müminlerle destekleyendir" âyetini açıklarken: “Burada müminlerden kasıt Ensâr'dır" demiştir. İbn Asâkir, Ebû Hureyre'den bildirir: Arş'ın üzerinde: “Allah'tan başka ilah yoktur. Tekim ve ortağım bulunmamaktadır. Muhammed benim kulum ve Resûlümdür. Onu Ali ile destekledim" yazılıdır. İşte: “...O, seni yardımıyla ve müminlerle destekleyendir" âyeti da bu anlama gelmektedir. İbnu'l-Mubârek, İbn Ebî Şeybe, İbn Ebi'd-Dünyâ, İhvân'da, Nesâî, Bezzâr, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da İbn Mes'ûd'dan bildirir: “Ve onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı..." âyeti Allah için birbirlerini sevenler hakkında nazil olmuştur. Ebû Ubeyd, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, Şuab'da İbn Abbâs'tan bildirir: Akrabalık bağları kesilebilir ve yapılan iyiliğe nankörlük edilebilir. Ancak kaplerin kaynaşması gibi değerli bir şey göremiyoruz. Yüce Allah bu konuda: “Ve onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı..." buyurur. Bu konu şiirlere de konu olmuştur. Şâir şöyle der: "Akraba saydığın ve yakınım dediğin Seni aldatıyorsa o akraban değildir Akraban sen çağırınca gelendir Ve düşmanına karşı sana destek verendir. " Başka biri de şöyle demiştir: "İnsanlarla dost oldum hep onları denedim Çok olaylar yaşadım ne çok dersler çıkardım Bağı gözetmeyene akrabalık kâr etmez En sağlam akrabalık sevgiyle olan imiş. " Beyhakî der ki: “Bunu bu şekilde İbn Abbâs'ın sözü olarak buldum. Ancak şiir kısmının İbn Abbâs'a mı, yoksa bir önceki raviye mi ait olduğunu bilmiyorum." İbnu'l-Mubârek, Abdurrezzâk, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Nimete nankörlük edilebilir, akrabalık bağları kesilebilir. Ancak Yüce Allah kalplerini birbirine yaklaştırıp kaynaştırdığı zaman artık hiçbir şey aralarını açamaz" dedi ve: “Ve onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı..." âyetini okudu. İbn Ebî Şeybe, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Kişi Müslüman kardeşiyle karşılaşıp da ona sarıldığı zaman rüzgarın ağaç yapraklarını dökmesi gibi günahları dökülür" dedi. Adamın biri: “Bu çok kolay bir şeydir" deyince de Mücâhid şu karşılığı verdi: “Yüce Alah'ın: “Ve onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı..." buyurduğunu işitmez misin?" Ebu'ş-Şeyh, Evzaî'den bildirir: Katâde bana şöyle bir mektup yazdı: “Zaman bizi birbirimizden ayırmış olsa da Yüce Allah'ın Müslümanlar arasında kıldığı sevgi ve ülfet bizi birbirimize yakınlaştırmaktadır." 64"Ey Peygamber! Sana ve sana uyan müminlere Allah yeter." Bezzâr, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-iÖmer Müslüman olduğu zaman müşrikler: “İşte şimdi Müslümanlar bizden intikamlarını alacaklar" demeye başladılar. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey Peygamber! Sana ve sana uyan müminlere Allah yeter" âyetini indirdi. Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Peygamberimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte erkek ve kadınlardan otuz dokuz kişi Müslüman olduktan sonra Ömer de İslam'a girince Müslümanlar kırk kişi oldular. Bunun üzerine: “Ey Peygamber! Sana ve sana uyan müminlere Allah yeter" âyeti nazil oldu. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Peygamberimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte otuz üç erkek ve altı kadın Müslüman olduktan sonra Ömer de İslam'a girince: “Ey Peygamber! Sana ve sana uyan müminlere Allah yeter" âyeti nazil oldu. Ebu'ş-Şeyh, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildirir: Ömer'in Müslüman olması üzerine Yüce Allah: “Ey Peygamber! Sana ve sana uyan müminlere Allah yeter" âyetini indirdi. İbn İshâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zührî: “Ey Peygamber! Sana ve sana uyan müminlere Allah yeter" âyetini açıklarken: “Bu âyetin Ensâr hakkında nazil olduğu söylenirdi" demiştir. Buhârî, Târih'de, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Şa'bî: “Ey Peygamber! Sana ve sana uyan müminlere Allah yeter" âyetini açıklarken: “Yüce. Allah sana da, sana tâbi olanlara da yeterlidir" demiştir. Ebû Muhammed İsmâil b. Ali el-Hutabî, Târik vasıtasıyla Ömer b. el- Hattâb'tan bildirir: Kırkıncı kişi olarak Müslüman oldum. Bunun üzerine: “Ey Peygamber! Sana ve sana uyan müminlere Allah yeter" âyeti nazil oldu. Ebû Muhammed İsmâil b. Ali el-Hutabî'nin bildirdiğine göre Mücâhid bu (.....) âyeti açıklarken: “Yüce Allah sana da, müminlere de yeterlidir" demiştir. 65Bkz. Ayet:66 66"Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer içinizde sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde yüz kişi bulunursa, inkâr edenlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir kavimdir. Şimdi Allah yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa, ikiyüz kişiye galip gelir. Eğer sizden bin kişi olursa, Allah'ın izniyle ikibin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir" Buhârî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuabu'l-lman'Ğa Süfyân vasıtasıyla Amr b. Dînar'dan bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: “...Eğer içinizde sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde yüz kişi bulunursa, inkâr edenlerden bin kişiye galip gelirler..." âyetiyle Yüce Allah Müslümanlardan bir kişinin on düşmandan, yirmi kişinin de iki yüz düşmandan kaçmamasını emretti. Daha sonra: “Şimdi Allah yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi..." âyetini indirdi ve Müslümanlardan yüz kişinin iki yüz kişilik düşmandan kaçmamasını emretti." Süfyân der ki: İbn Şübrüme de bu konuda şöyle der: “Aynı şeyin iyiliği emredip kötülükten nehyetme konusunda da geçerli olduğunu düşünüyorum. Bir kişi iki kişiye iyiliği emredebilir. Ancak üç kişi olurlarsa emredip emretmemede serbesttir." Buhârî, Nehhâs, Nâsih'de, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de İbn Abbâs'tan bildirir: “...Eğer içinizde sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde yüz kişi bulunursa, inkâr edenlerden bin kişiye galip gelirler..." âyeti nazil olup da bir müslümanın on düşmandan kaçmaması emredilince bu durum Müslümanlara ağır geldi. Ancak sonrasında durumu hafifleten: “Şimdi Allah yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa, ikiyüz kişiye galip gelir..." âyeti nazil oldu. Yüce Allah bu şekilde sayıyı hafifletince onlara verdiği sabrı da aynı oranda azalttı. İshâk b. Râhuye, Müsned'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, el-Evsat'ta, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah Müslümanlardan bir kişinin düşmanlardan on kişiye karşı savaşmasını farz kılınca bu durum onlara ağır geldi ve sıkıntıya girdiler. Bunun üzerine Yüce Allah bu sayıyı azaltıp yüklerini hafifletti. Bu konuda da da: “...Eğer içinizde sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde yüz kişi bulunursa, inkâr edenlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir kavimdir. Şimdi Allah yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa, ikiyüz kişiye galip gelir. Eğer sizden bin kişi olursa, Allah'ın izniyle ikibin kişiye galip gelirler..." âyetlerini indirdi. Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: “Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et..." âyeti nazil olduğunda, Müslümanlardan yirmi kişinin düşmanlardan iki yüz kişiyle, Müslümanlardan yüz kişinin de düşmanlardan bin kişiyle savaşmaları Müslümanlara ağır geldi. Ancak daha sonra gelen: “Şimdi Allah yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi.." âyeti bu âyetin hükmünü neshetti. Buna göre Müslümanların sayısı düşmanlann yansı kadar olduğu zaman kaçmamaları gerekir. Ancak bundan daha az sayıda oldukları zaman düşmana karşı savaşmak zorunda değillerdir ve onlardan uzak durabilirler. Daha sonra Yüce Allah alınan esirler ve ganimetler konusunda Müslümanlara sitemde bulundu. Zira daha önce hiçbir peygamber Allah düşmanlarından ganimet almazdı. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Eğer içinizde sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz kişiye galip gelirler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Yüce Allah bu âyetle bir müslümanın on düşmandan, aynı şekilde Müslüman bir grubun kendilerinden on kat daha fazla sayıda olan düşmandan kaçmamalarını emretti. Ancak bu durum Müslümanları sıkıntıya soktu ve onlara ağır geldi. Bunun üzerine: “Şimdi Allah yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa, ikiyüz kişiye galip gelir. Eğer sizden bin kişi olursa, Allah'ın izniyle ikibin kişiye galip gelirler..." âyeti nazil oldu. Bu âyetle de Müslümanlardan bir kişinin düşmanlardan iki kişiden, aynı şekilde Müslüman bir grubun kendilerinden iki kat daha fazla sayıda olan düşmandan kaçmaması emredilmiş oldu. Ancak sayıda azalttığı oran kadarıyla zaferden de azalttı. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...Eğer içinizde sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz kişiye galip gelirler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bedir savaşında Yüce Allah müşrikleri toptan yok etmek için Müslümanlardan bir kişinin müşriklerden on kişiye karşı savaşmasını emretti. Savaş sonunda Yüce Allah müşrikleri hezimete uğratıp yok edince Müslümanların yükünü hafifletip bu sayıyı azalttı. Bedir savaşı sonrası için de: “Şimdi Allah yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa, ikiyüz kişiye galip gelir. Eğer sizden bin kişi olursa, Allah'ın izniyle ikibin kişiye galip gelirler..." âyetini indirdi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Eğer içinizde sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz kişiye galip gelirler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bu âyet, Bedir savaşı için nazil olmuştur. Bedir savaşında sıkı tutulan bu durum daha sonraki âyetlerle hafifletilmiştir." Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'den bildirir: “Bu tutum Bedir savaşı için Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı hakkında nazil oldu. Bu savaşta bir müslümanın kafirlerden on kişiye karşı savaşması emredildi. Ancak bu durum Müslümanlara ağır gelince Yüce Allah bunu hafifletti ve bir müslümanın iki düşmana karşı savaşması emredildi." İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer: “...Eğer içinizde sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz kişiye galip gelirler..." âyetini açıklarken: “Biz, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı hakkında nazil oldu" demiştir. Şîrâzî, el-Elkâb'da, İbn Adiy ve Hâkim, İbn Ömer'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: (.....) lafzıyla, (.....) ifadesini dammeli/ötreli olarak okudu. İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: (.....) lafzıyla okudu. İbn Merdûye, Hazret-i Ali'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: (.....) lafzıyla okudu. Kur'ân'da zayıflık anlamındaki tüm ifadeleri de (.....) harfi dammeli/ötreli olacak şekilde (.....) lafzıyla okumuştur. 67Bkz. Ayet:69 68Bkz. Ayet:69 69"Yeryüzünde savaşırken, düşmanı yere sermeden esir almak hiçbir peygambere yaraşmaz. Geçici dünya malını istiyorsunuz, oysa Allah âhireti kazanmanızı ister. Allah Güçlü dür, Hakim'dir. Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azab erişirdi. Artık elde ettiğiniz ganimetten helâl ve temiz olarak yiyin. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir." Hâkim, Enes'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “...Esir almak yaraşmaz..." âyetini: (.....) lafzıyla okudu. Ahmed, Enes'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir savaşında elde edilen esirler hakkında: “Yüce Allah onları sizin elinize verdi" buyurdu ve ne yapılması gerektiği konusunda Müslümanlarla istişare etti. Ömer b. el- Hattâb kalkıp: “Yâ Resûlallah! Boyunlannı vuralım" dedi, ancak Allah Resûlü onun bu görüşüne yüz vermedi. Bir daha Müslümanlara dönüp: “İnsanlar! Dün kardeşleriniz olan bu insanları Yüce Allah bugün elinize verdi" buyurdu. Ömer bir daha: “Yâ Resûlallah! Boyunlarını vuralım" dedi, ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine buna yüz vermedi. İnsanlara bir daha aynı şeyi deyince, Ebû Bekr kalkıp: “Yâ Resûlallah! Onları affedip fidye karşılığında serbest bırakmanı uygun görüyoruz" dedi. Allah Resûlü de onları affetti ve fidye karşılığı serbest bıraktı. Bunun üzerine Yüce Allah: “Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azab erişirdi" âyetini indirdi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) esirler konusunda Ebû Bekr'e danışınca, Ebû Bekr: “Yâ Resûlallah! Yüce Allah sana yardım edip zafer ihsan etti. Esirleri fidye karşılığı serbest bırak. Alınan fidye de ashabına yardım olur" dedi. Ömer'le danışınca ise Ömer: “Yâ Resûlallah! Boyunlarını vuralım!" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Allah merhametini sizden esirgemesin. Sizden önce yaşayan Nuh ile İbrahim'e ne kadar benziyorsunuz. Zira Nûh: «...Rabbim! Yeryüzünde hiçbir inkarcı bırakma" demişti. İbrahim ise: Rabbim! "Şimdi kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, artık sen gerçekten çok bağışlayan, pek esirgeyensin»demişti." Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) fidye alarak onlan serbest bırakmayı kabul etti. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Tirmizî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de İbn Mes'ûd'dan bildirir: Bedir savaşı sonrası müşrik esirler getirildi. Abbâs da bu esirlerden biriydi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanlara: “Bu esirler konusunda ne dersiniz?" diye sorunca, Ebû Bekr: Yâ Resûlallah! Bunlar senin kavmin ve akrabalarındır. Onları öldürme, olur ki Yüce Allah'a tövbe edip dönerler" dedi. Ömer ise: “Yâ Resûlallah! Bunlar seni yalanladı, yurdundan çıkardı ve seninle savaştı. Getir boyunlarını vuralım" dedi. Abdullah b. Revâha da: “Yâ Resûlallah! Bunları, odunu bol olan bir vadiye götürüp yak!" şeklinde görüş bildirdi. Onun böyle dediğini duyan Abbâs da: “Akrabalık bağını kesip attın!" dedi. Bildirilen bu görüşlerin ardından Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) herhangi bir karşılık vermedi ve çadırına girdi. Dışarda bekleyenlerin kimi: “Ebû Bekr'in görüşünü göre hareket edecek" derken, kimisi de: “Ömer'in görüşünü uygulayacak" demeye başladılar. Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dışarı çıkıp şöyle buyurdu: “Yüce Allah kendisine bağlı olan bazı kişilerin kalplerini öyle bir yumuşatır ki süt gibi olurlar. Kendisine bağlı bazı kişilerin de kalplerini öyle bir katılaştırır ki kaya gibi olurlar. Ey Ebû Bekr! Senin tutumun İbrahim peygamberin tutumuna benzemektedir ki o: «Şimdi kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, artık sen gerçekten çok bağışlayan, pek esirgeyensin» demişti. Yine bu tutumun İsâ peygamberin tutumuna benzemektedir ki o da: «Eğer onlara azap edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, yine şüphe yok ki sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin» demişti. Ey Ömer! Senin de tutumun Nûh peygamberin tutumuna benzemektedir ki o: «...Rabbim! Yeryüzünde hiçbir inkarcı bırakma» demişti. Yine bu tutumun Musa peygamberin tutumuna benzemektedir ki o da: «...Rabbimiz! Mallarını yok et, kalblerini sık; çünkü onlar can yakıcı azabı görmedikçe inanmazlar» demişti. Sizler şu an yoksulsunuz. Onun için fidye vereni serbest bırakın, vermeyenin de boynunu vurun." Abdullah: “Yâ Resûlallah! Süheyl b. Beydâ bundan müstesna olsun zira onun Müslüman olduğunu söylediğini işittim" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) susup herhangi bir şey demedi. Abdullah bu konuda: “O günü gökten başıma taş düşmesinden korktuğum kadar hiçbir günde korkmadım" demiştir. Sonunda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Süheyl b. Beydâ müstesnadır" buyurdu. Bunun üzerine de Yüce Allah: “Yeryüzünde savaşırken, düşmanı yere sermeden esir almak hiçbir peygambere yaraşmaz. Geçici dünya malını istiyorsunuz, oysa Allah âhireti kazanmanızı ister. Allah Güçlü'dür, Hakim'dir. Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azab erişirdi" âyetlerini indirdi. Taberânî ve İbn Merdûye, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Hazret-iÖmer dört konuda diğer insanlardan öne geçmiştir. Birincisi Bedir savaşında ele geçirilen esirler konusunda ve onların öldürülmesi yönünde görüş belirtmesidir. Yüce Allah bu konuda: “Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azab erişirdi" buyurmuştur. İkincisi, perde konusundadır ki Hazret-i Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) eşlerine perde edinmelerini söyleyince, Zeyneb: “Vahiy evimize inerken bizi sen mi kıskanacaksın" karşılığını vermişti. Bunun üzerine Yüce Allah: “...peygamberin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin..." buyurdu. Üçüncüsü, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslüman olmadan önce onun için: “Âllahım! İslam'ı Ömer'le destekle" diye dua etmesidir. Dördüncüsü de Ebû Bekr'in hilafeti konusunda ona ilk biat kişi olmasıdır. İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir esirleri konusunda Ebû Bekr ile Ömer'le istişarede bulundu. Ebû Bekr: “Yâ Resûlallah! Kavmini öldürme ve fidye karşılığında bırak" derken, Ömer: “Yâ Resûlallah! Onları öldüreyim" şeklinde görüş bildirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) da: “Bu konuda aynı şeyi düşünseydiniz size muhalif olmazdım" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah: “Yeryüzünde savaşırken, düşmanı yere sermeden esir almak hiçbir peygambere yaraşmaz. Geçici dünya malını istiyorsunuz, oysa Allah âhireti kazanmanızı ister. Allah Güçlü'dür, Hakim'dir" âyetini indirdi. Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de Hazret-i Ali'den bildirir: Bedir savaşında esirler konusunda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanlara: “Dilerseniz onları öldürün. İsterseniz de fidye karşılığı onları bırakır ve fidyeden faydalanırsınız. Ancak esir sayınca kişi sizden şehit düşer" buyurdu. Fidye kabul edildiğinden şehit düşen yetmişinci kişi Sâbit b. Kays olmuştur ki Yemâme savaşında şehit oldu. Abdurrezzâk, Musannef’te ve İbn Ebî Şeybe, Ubeyde'den bildirir: Bedir savaşı sonrası Cebrâil, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve: “Rabbin, esirler konusunda onları öldürmen veya fidye karşılığı serbest bırakman konusunda seni muhayyer bıraktı. Ancak fidyeyi kabul edersen ashabından aynı sayıda kişi gelecekte şehit olacaktır" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) konuyu ashabıyla görüşünce: “Onlardan fidye alıp gücümüzü arttıralım. Yüce Alllah da dilediğine şehadeti ihsan etsin" dediler. İbn Merdûye, İbn Ömer'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir savaşı esirleri konusunda Müslümanlarla istişare ederken şöyle buyurdu: “Meleklerden iki meleğin biri baldan daha tatlı, biri ise Sarısabır'dan daha acıdır. Peygamberlerden iki peygamberden biri halkına karşı baldan daha tatlı, biri de halkına karşı Sarısabır'dan daha acıdır. Bu peygamberlerden biri Nuh'tur ki: «...Rabbim! Yeryüzünde hiçbir inkarcı bırakma» demiştir. Diğer Peygamber ise İbrahim'dir. O da: «Şimdi kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, artık sen gerçekten çok bağışlayan, pek esirgeyensin» demişti. İki melek ise Cebrail ile Mikâil'dir. Biri yumuşak, biri de serttir. Ümmetim içinde bunlara benzeyenler de Ebû Bekr ile Ömer'dir." İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr ile Ömer'e şöyle buyurdu: “Meleklerden ve peygamberlerden size benzeyenleri söyleyeyim mi? Ey Ebû Bekr! Meleklerden sana benzeyeni Mikâil'dir, zira rahmetle iner. Peygamberlerden sana benzeyen ise İbrahim'dir. Zira: “Şimdi kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, artık sen gerçekten çok bağışlayan, pek esirgeyensin" demiştir. Ey Ömer! Meleklerden sana benzeyeni Cebrâil'dir, zira Allah düşmanlarına sert bir şekilde öfke ve intikamla iner. Peygamberlerden sana benzeyeni ise Nuh'tur. Zira «. ..Rabbim! Yeryüzünde hiçbir inkarcı bırakma» demiştir. Ebû Nuaym, Hilye'de M:ücâhid vasıtasıyla İbn Ömer'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir savaşında müşriklerden elde ettiği esirler konusunda Ebû Bekr'e danıştı. Ebû Bekr: “Bunlar senin kavmin, aşiretindir. Onları serbest bırak" dedi. Ömer'e danışınca ise Ömer: “Onları öldür" dedi. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) fidye karşılığında onları bıraktı. Bunun üzerine Yüce Allah: “Yeryüzünde savaşırken, düşmanı yere sermeden esir almak hiçbir peygambere yaraşmaz. Geçici dünya malını istiyorsunuz, oysa Allah âhireti kazanmanızı ister. Allah Güçlü'dür, Hakim'dir" âyetini indirdi. Bu âyetin nazil olmasından sonra Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ömer'le karşılaşınca: “Senin görüşüne muhalif davrandığımız için az daha kötü bir şeye maruz kalıyorduk" buyurdu. Hâkim ve İbn Merdûye, İbn Ömer'den bildirir: Bedir savaşında müşriklerden alınan esirler arasında Abbâs da vardı. Onu Ensâr'dan birisi esir almıştı ve Ensâr onu öldüreceklerini söylüyorlardı. Bu durum Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) ulaşınca: “Amcam Abbâs yüzünden dün gece uyuyamadım. Zirâ Ensâr onu öldüreceklerini söylüyorlar" buyurdu. Ömer: “Yanlarına gideyim mi?" diye sorunca, Allah Resûlü: “Olur, git" buyurdu. Ömer, Ensâr'ın yanına gidip: “Abbâs'ı bırakın" dedi. Ensâr: “Hayır! Vallahi onu bırakmayız" karşılığını verdiler. Ömer: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda rızası var" deyince de Ensâr: “Şayet Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buna razı ise o zaman al ğötür" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Ömer onu aldı. Alınca da: “Ey Abbâs! Müslüman ol! Vallahi senin Müslüman olman babam Hattâb'ın Müslüman olmasından daha daha fazla sevindirir beni. Çünkü Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) senin Müslüman olmandan çok hoşlanacağını görüyorum" dedi. Daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) esirlere ne yapılacağı konusunda Ebû Bekr'e danışınca, Ebû Bekr: “Bunlar senin kabilen, onları bırak" dedi. Ömer'le danışınca da Ömer: “Onları öldür" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) fidye karşılığı onları bırakınca Yüce Allah: “Yeryüzünde savaşırken, düşmanı yere sermeden esir almak hiçbir peygambere yaraşmaz. Geçici dünya malını istiyorsunuz, oysa Allah âhireti kazanmanızı ister. Allah Güçlü'dür, Hakim'dir" âyetini indirdi. İbn Ebî Şeybe, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir savaşında üç kişi haricinde esirlerden hiç kimseyi öldürmedi. Bu üç kişi de Ukbe b. Ebî Muayt, Nadr b. el-Hâris ve Tu'me b. Adiy'dir. Nadr'ı da Mikdâd esir almıştı." İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Nâfi' vasıtasıyla İbn Ömer'den bildirir: Bedir savaşında ele geçirilen esirlere ne yapılacağı konusunda Müslümanlar ihtilafa düştü. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) konuyu Ebû Bekr ile Ömer'e danıştı. Ebû Bekr: “Fidye karşılığı bırak" derken, Ömer: “Onları öldür" şeklinde görüş bildirdi. Bu görüşler karşısında adamın biri: “Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) öldürmek ve İslam dinini yok etmek istemelerine rağmen Ebû Bekr fidye karşılığında bırakılmalarını söylüyor!" dedi. Başka biri: “Esirlerin arasında Ömer'in babası ya da kardeşi olsaydı öldürülmeleri yönünde görüş bildirmezdi" dedi. Sonunda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr'in görüşü yönünde karar aldı ve fidye karşılığı onları bıraktı. Bu konuda Yüce Allah: “Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azab erişirdi" âyetini indirince, Allah Resûlü: “Ömer b. el-Hattâb'ın görüşüne muhalif davrandığımızı için az daha azaba maruz kalacaktık. Öylesi bir azap inmesi halinde de Ömer'den başka kurtulan olmazdı" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, Tirmizî, Nesâî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de Ebû Sâlih vasıtasıyla Ebû Hureyre'den bildirir: Bedir savaşında müşrikler hezimete uğrayınca Müslümanlar ganimet henüz kendilerine helal kılınmamışken bir şeyler kapmak üzere koşuşmaya başladılar. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Ganimet daha önce hiçbir insana helal kılınmadı. Böylesi durumlarda peygamberler ve arkadaşları elde ettikleri ganimetleri bir yerde toplar gökten bir ateş inip o ganimeti yerdi." Yüce Allah da bu konuda: “Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azab erişirdi. Artık elde ettiğiniz ganimetten helâl ve temiz olarak yiyin. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetlerini indirdi. İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azab erişirdi" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Şayet ganimeti size kılacağıma dair ezeli bilgim olmasaydı bu yaptığınızdan dolayı büyük bir azaba maruz bırakırdım." Abbâs b. Abdilmuttalib de şöyle derdi: Yüce Allah bana: “Ey Peygamber! Elinizdeki esirlere de ki: Eğer Allah kalplerinizde hayır olduğunu bilirse, sizden alınandan (fidyeden) daha hayırlısını size verir ve sizi bağışlar. Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir" âyetini verdi. Fidye olarak benden alınan kırk ûkiyye yerine de kırk köle verdi. İshâk b. Râhuye, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, el- Evsat'ta, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azab erişirdi" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Henüz helal kılınmayan Bedir ganimetleri hakkında nazil oldu. Yüce Allah bu âyette, bir konuda gereken hükmü vermeden bana isyan edeni cezalandırsaydım sizi de bundan dolayı büyük bir azaba maruz bırakırdım, demiştir." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Nehhâs, Nâsih'de, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Yeryüzünde savaşırken, düşmanı yere sermeden esir almak hiçbir peygambere yaraşmaz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Âyet Bedir savaşında Müslümanların sayıca az olduğu bir ortamda nazil oldu. Ancak sayıca çoğalıp güçleri de artınca Yüce Allah esirler konusunda: “...Artık bundan sonra (esirleri) ya karşılıksız ya da fidye karşılığı salıverin..." âyetini indirdi. Bu âyetle Yüce Allah, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile müminleri esirler konusunda muhayyer bıraktı. Bu bakımdan esirleri ister öldürür, ister köle edinir, ister fidye karşılığı serbest bırakabilirler. "Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azab erişirdi" âyetinde Yüce Allah şöyle der: “Şayet katımdaki kitapta ganimetlerin ve esirlerin size helal kılınacağı yazılmamış olsaydı esirler konusunda aldığınız fidyeden dolayı sizleri büyük bir azaba maruz bırakırdım." Sonrasında Yüce Allah: “Artık elde ettiğiniz ganimetten helâl ve temiz olarak yiyin..." buyurmuştur. Yüce Allah katındaki Ümmü'l-Kitâb'ta: “Ganimet ve esirler Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ümmetine helaldir" yazılıydı. Daha önce de hiçbir ümmete bunu helal kılmamıştı. Ancak bu konuda vahiy henüz nazil olmadan önce Müslümanlar ganimet ve esirleri aldılar. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: “Yeryüzünde galibiyet sağlamadan" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: Âyette zikredilen (.....) ifadesi "Öldürme" anlamındadır. İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Yeryüzünde savaşırken, düşmanı yere sermeden esir almak hiçbir peygambere yaraşmaz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Daha sonra bu yönde ruhsat verildi. Artık dilerse esirleri karşılıksız, dilerse fidye alıp bırakır." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “...Geçici dünya malını istiyorsunuz..." âyetini açıklarken: “Bedir savaşında Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı esirleri fidye karşılığı bırakmak istediler ve her birini dört bin (dirhem) karşılığında bıraktılar" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: “...Geçici dünya malını istiyorsunuz..." âyetini açıklarken: “Dünya malından kasıt fidyedir" demiştir. İbn Ebî Hâtim, Câbir b. Zeyd'den bildirir: “Kişi Allah rızasını kastederek bir işi yapıp da karşılığında dünya malından bir şey alırsa yaptığı işin karşılığı sadece o olur." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Şayet dünya malına yönelik sevgiden başka bir günahımız olmasaydı yine de bundan dolayı Allah'ın azabından korkmamız gerekirdi. Yüce Allah: “...Geçici dünya malını istiyorsunuz, oysa Allah âhireti kazanmanızı ister..." buyurur. Onun için bizim de Allah'ın istediğini istememiz lazım gelir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı..." âyetini açıklarken: “Bu hüküm, daha önceden Müslümanların bağışlanmasıdır" demiştir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azab erişirdi" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bedir savaşına katılan kişiler hakkında daha önce Yüce Allah'ın katında olan kitapta saîd olacakları yazılmamış olsaydı esirlerden alınan fidye için büyük bir azaba maruz kalırlardı." Nesâî, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı..." âyetini açıklarken: “Günah olan o işi yapmadan önce Allah'ın rahmeti üzerlerine takdir edilmişti" demiştir. İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve İbn Asâkir, Hayseme'den bildirir: Sa'd bir grup arkaşıyla birlikte oturuyordu. Adamın birini anınca arkadaşları onun hakkında kötü sözler söylemeye başladılar. Bunun üzerine Sa'd şöyle dedi: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına karşı ileri gitmeyin! Biz Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte bir suç işledik de Yüce Allah: “Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı..." âyetini indirdi. Biz bu hükmü daha önce bize takdir edilen rahmet olarak görürdük." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı..." âyetini açıklarken: “Yüce Allah daha önce hükmü bildirip açıklamadan kimseyi işlediği hatadan dolayı cezalandırmaz" demiştir. Müslim, Tirmizî, İbnu'l-Münzir, Beyhakî, Delâil'de ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Altı şeyle diğer peygamberlerden üstün kılındım. Özlü konuşma özelliği bana verildi. Allah tarafından düşmanların kalplerine korku salmakla bana yardımda bulunuldu. Ganimetler bana helal kılındı. Yeryüzü bana temiz ve mescit olarak kılındı. Bütün insanlara peygamber olarak gönderildim. Peygamberlik de benimle birlikte son buldu. " Ahmed ve İbnu'l-Münzir'in Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Benden önceki hiçbir peygambere verilmeyen beş şey bana verildi. Siyah beyaz tüm insanlara peygamber olarak gönderildim. Yeryüzü bana temiz ve mescit olarak kılındı. Benden önce hiç kimseye helal kılınmayan ganimetler bana helal kılındı. Allah tarafından düşmanların kalplerine korku salmakla bana yardımda bulunuldu. Bundan dolayı düşmanlarım bir aylık mesafeden benden korkar. Yine bana: «İste! Dileğin sana verilecektir» denildi. Ben de bu isteğimi kıyamet gününde ümmetime şefaat için sakladım. Bu şefaatime de Allah'ın huzuruna şirke bulaşmadan çıkan herkes nail olacaktır. " İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Ganimetler bizden önce hiç kimseye helal değildi. Ancak Yüce Allah bizim zayıflığımızı görünce onu bize helal kıldı." Ganimetler konusunda Yüce Allah: “Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azab erişirdi" âyetini indirince Müslümanlar: “Yâ Resûlallah! Vallahi bunun helal mi yoksa helal mi olduğunu bilmeden az veya çok hiçbir şey almayız" deyince, Yüce Allah: “Artık elde ettiğiniz ganimetten helâl ve temiz olarak yiyin. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetini indirdi. Bu şekilde Yüce Allah fidye ile ganimeti helal kılınca, esirler: “Yüce Allah'ın katında hiç de hayırlı bir yanımız yok. Zira öldürüldük ve esir alındık" demeye başladılar. Yüce Allah da onlara bir müjde olarak: “Ey Peygamber! Elinizdeki esirlere de ki: Eğer Allah kalplerinizde hayır olduğunu bilirse, sizden alınandan (fidyeden) daha hayırlısını size verir ve sizi bağışlar, Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir" âyetini indirdi. İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) önceki hiçbir ümmete ganimet helal değildi. Ganimet olarak bir şey elde ettikleri zaman bunu Yüce Allah'a kurban olarak sunarlardı. Yüce Allah bütün peygamberler ve ümmetlerine bu ganimetten az veya çok bir şey yemelerini haram kıldı. Bundan dolayı az veya çok ondan bir şey alır, çalar veya yedikleri takdirde Yüce Allah onları cezalandırırdı. Yüce Allah ganimeti kesin ve kati bir şekilde onlara haram kılmıştı. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) dışında da önceki hiçbir peygambere helal değildi. Zira ezelden kendilerine ve ümmetine ganimetin helal kılınacağını takdir etmişti. İşte Bedir savaşında ele geçirilen esirlerden fidye alınması hakkında: “Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azab erişirdi" buyurmasının anlamı da budur. Hatîb, el-Muttefik ve'l-Müfterik'de İbn Abbâs'tan bildirir: Müslümanlar, esirler konusunda fidye almaya karar verince: “Yeryüzünde savaşırken, düşmanı yere sermeden esir almak hiçbir peygambere yaraşmaz. Geçici dünya malını istiyorsunuz, oysa Allah âhireti kazanmanızı ister. Allah Güçlü'dür, Hakim'dir. Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azab erişirdi" âyetleri nazil oldu. Bedir savaşına katılanlara önceden Allah'ın rahmeti takdir edildiği içindir ki Yüce Allah onların bu tutumunu görmezden geldi ve fidyeyi onlara helal kıldı. 70"Ey Peygamber! Elinizdeki esirlere de ki: Eğer Allah kalplerinizde hayır olduğunu bilirse, sîzden alınandan daha hayırlısını size verir ve sizi bağışlar. Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir" Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de Hazret-i Âişe'den bildirir: Mekkeliler, esir düşen adamları için fidyeleri gönderdiklerinde Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kızı Zeyneb de kocası Ebu'l-Âs'ın fidyesini gönderdi. Gönderdiği fidyenin içinde bir gerdanlık da vardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gerdanlığı görünce çok duygulandı ve: “Onun esir düşen kocasını bıraksanız olmaz mı?" buyurdu. Abbâs da: “Yâ Resûlallah! Ben de Müslüman biriydim" deyince, Allah Resûlü: “Müslüman olup olmadığını Allah bilir. Şayet dediğin gibiysen de bunun karşılığını Allah sana vercektir. Kendi fidyeni, kardeşlerinin oğulları Nevfel b. el-Hâris ile Akîl b. Ebî Tâlib'in fidyelerini ve anlaşmalın Utbe b. Amr'ın fidyesini öde" karşılığını verdi. Abbâs: “Yâ Resûlallah! Bu kadar malım yok!" deyince, Allah Resûlü: “Ümmü'l-Fadl ile birlikte gömdüğünüz ve ona: «Şayet bana bir şey olursa bunlar çocuklarımındır» dediğin paralar nerede?" diye sordu. Abbâs: “Yâ Resûlallah! Vallahi bunu Ümmü'l-Fadl ile benden başka bilen kimse yok. Benimle birlikte ele geçirdiğiniz yirmi ûkiyyeyi benim fidyem olarak say" deyince, Allah Resûlü: “Olur" buyurdu. Bu şekilde Abbâs kendi fidyesi ile yeğenlerinin ve anlaşmalısının fidyelerini ödedi. Sonrasında: “Ey Peygamber! Elinizdeki esirlere de ki: Eğer Allah kalplerinizde hayır olduğunu bilirse, sizden alınandan daha hayırlısını size verir ve sizi bağışlar..." âyeti nazil oldu. Bu konuda Abbâs şöyle demiştir: “Yüce Allah fidye olarak verdiğim yirmi ûkiyyeye karşılık bana yirmi köle verdi. Hepsinin de elinde çalıştıracağı bir malı var. Bununla birlikte de Yüce Allah'tan bağışlanmayı umuyorum." İbn Sa'd ve Hâkim, Ebû Mûsa'dan bildirir: Alâ b. el-Hadrâmî, Bahreyn'den ganimet mali olarak Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) seksen bin dirhem gönderdi. Daha önce bu kadar fazla mal gelmiş değildi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilen bu malları bir hasırın üzerine döktü. İnsanlar da bundan almak için toplanınca Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara bunu dağıtmaya başladı. Bu kadar malı dağıtırken ne saydı, ne de tarttı. O arada Abbâs geldi ve: “Yâ Resûlallah! Bedir savaşında hem kendim, hem de Akîl için fidye vermiştim. Onun için bana da bu maldan ver" dedi. Allah Resûlü de: “Al!" buyurdu, Bunun üzerine Abbâs avuçlayarak giysisini doldurdu, ancak kalkmak isteyince ağırlıktan kalkamadı. Başını kaldırıp: “Yâ Resûlallah! Yarım et de kalkayım" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tebessüm etti. Abbâs giderken şöyle dedi: “Yüce Allah: “Ey Peygamber! Elinizdeki esirlere de ki: Eğer Allah kalplerinizde hayır olduğunu bilirse, sizden alınandan daha hayırlısını size verir ve sizi bağışlar..." buyurdu ve bize verdiği iki sözden birini bu şekilde gerçekleştirdi. Zira bu aldığım benden alınandan daha hayırlıdır. Ancak diğeri olan bağışlama konusunda ne yapacağını bilmiyorum." Ebû Nuaym, Delâil'de Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Bedir savaşında müşriklerden, içlerinde Abbâs ve Akîl'in de bulunduğu yetmiş kişiyi esir aldı. Fidyeyi de her biri için kırk ûkiyye altın olarak belirledi. Ancak fidyeyi Abbâs için yüz, Akîl için ise seksen ûkiyye takdir edince, Abbâs: “Yâ Resûlallah! Bundan sonraki hayatımda beni Kureyş'in en yoksul kişisi yaptın" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey Peygamber! Elinizdeki esirlere de ki: Eğer Allah kalplerinizde hayır olduğunu bilirse, sizden alınandan daha hayırlısını size verir ve sizi bağışlar..." âyetini indirdi. Bu âyet nazil olunca Abbâs şöyle dedi: “İsterdim ki benden bu aldığının kat kat daha fazlasını alsaydın da Allah bundan daha hayırlısını bana verseydi." İshâk b. Râhûye, Müsned'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, el-Evsat' ta, Ebu'ş-Şeyh, Ebû Nuaym, Delâil'de ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: “Ey Peygamber! Elinizdeki esirlere de ki: Eğer Allah kalplerinizde hayır olduğunu bilirse, sizden alınandan daha hayırlısını size verir ve sizi bağışlar..." âyeti konusunda Abbâs şöyle derdi: “Bu âyet benim hakkımda nazil oldu. Bedir savaşı sonrası esir düştüğümde Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) önceden Müslüman olduğumu bildirdim ve savaşta benden alınan yirmi ûkiyyenin bana verilmesini istedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu istediğimi kabul etmedi. Ancak Yüce Allah bu yirmi ûkiyyeye karşılık bana yirmi köle verdi. Her biri de ticaretten anlayan ve malımla ticaret yapan kişilerdi. Bunun yanında Allah'ın bağışlaması ve rahmetini de umuyorum." İbn İshâk ve Ebû Nuaym, Kelbî vasıtasıyla Ebû Sâlih'den, o İbn Abbâs'tan, o da Câbir b. Abdillah'tan, o da Abbâs'tan bildirir: “Ey Peygamber! Elinizdeki esirlere de ki: Eğer Allah kalplerinizde hayır olduğunu bilirse, sizden alınandan daha hayırlısını size verir ve sizi bağışlar..." âyeti benim hakkımda nazil oldu. Bedir savaşı sonrası esir düştüğümde Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) önceden Müslüman olduğumu bildirdim ve savaşta benden alınan yirmi ûkiyyenin bana verilmesini istedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu istediğimi kabul etmedi. Ancak Yüce Allah bu yirmi ûkiyyeye karşılık bana yirmi köle verdi. Her biri de ticaretten anlayan ve malımla ticaret yapan kişilerdi. Bunun yanında Allah'ın bağışlamasını ve rahmetini de umuyorum." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, Beyhakî, Delâil'de ve İbn Asâkir, İbn Abbâs'tan bildirir: Bedir savaşında esir düşen Abbâs fidye olarak kırk ûkiyye altın verdi. Esirler konusunda: “Ey Peygamber! Elinizdeki esirlere de ki: Eğer Allah kalplerinizde hayır olduğunu bilirse, sizden alınandan daha hayırlısını size verir ve sizi bağışlar..." âyeti nazil olduğu zaman ise şöyle dedi: “Yüce Allah bana iki şey verdi ki bunları dünya ve üzerindekilere değişmem. Biri Bedir savaşında esir düştüğümde fidye olarak kırk ûkiyye verdim. Yüce Allah bunun karşılığında bana kırk köle ihsan etti. Bunun yanında Allah'ın bize vaat ettiği bağışlamayı da umuyorum." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Ey Peygamber! Elinizdeki esirlere de ki: Eğer Allah kalplerinizde hayır olduğunu bilirse, sizden alınandan daha hayırlısını size verir ve sizi bağışlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bedir savaşında esir düşen Abbâs ile arkadaşları Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Getirdiğine iman ettik ve şehadet ederiz ki sen Allah'ın Resûlüsün" deyince bu âyet nazil oldu. Âyet, bu esirlerin kalplerinde iman ve tasdike yönelik bir şey bulunması halinde kendilerinden alınanlardan daha hayırlı olan şeylerin verilip bunun telafi edileceğini, bunun yanında daha önce içinde bulundukları şirkten dolayı onların bağışlanacağını ifade etmiştir. Bundan dolayıdır ki Abbâs şöyle derdi: “Bu âyetin bizim hakkımızda nazil olmasını dünya ve üzerindekilerle değişmem. Yüce Allah fidye olarak benden alınandan yüz kat daha hayırlısını bana verdi. Bunun yanında beni bağışlamış olmasını da umuyorum." İbn Sa'd ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Ey Peygamber! Elinizdeki esirlere de ki: Eğer Allah kalplerinizde hayır olduğunu bilirse, sizden alınandan daha hayırlısını size verir ve sizi bağışlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bedir savaşında müşriklerden esir düşenler hakkında nazil oldu. Bu esirler içinde Abbâs b. Abdilmuttalib, Nevfel b. el- Hâris ve Akîl b. Ebî Tâlib gibi kişiler de vardı." 71"Esirler sana hıyanet etmek isterlerse, bilsinler ki esasen daha önce de Allah'a hıyanet etmişlerdi, Allah bundan ötürü onları yenmen için sana imkan verdi. Allah Bilen'dir, Hakimdir" İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Esirler sana hıyanet etmek isterlerse, bilsinler ki esasen daha önce de Allah'a hıyanet etmişlerdi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Esirlerin İslam'a yönelik sana söyledikleri şayet yalan ise bilesin ki zaten dalîâ önce de inkar etmiş ve seninle savaşmışlardı. Ancak Yüce Allah bugün onları senin eline düşürdü." 72"İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı diğer bir kısmının dostlarıdır. İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret edinceye kadar size onların mirasından hiçbir pay yoktur. Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleşme bulunan bir kavim aleyhine olmaksızın (o müslümanlara) yardım etmek üzerinize borçtur. Allah yapacaklarınızı hakkıyla görmektedir" İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı diğer bir kısmının dostlarıdır. İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret edinceye kadar size onların mirasından hiçbir pay yoktur. Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleşme bulunan bir kavim aleyhine olmaksızın yardım etmek üzerinize borçtur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında müminler üç sınıftı. Bir sınıf hicret etmiş ve bu hicretini kavminin gözü önünde açıkça yapmıştı. Yurtlarıyla, evleriyle ve mallarıyla tamamen mümin olan bir topluluğun yanına gitmişti. Bir diğer sınıf da âyette de belirtildiği gibi bu hicret edenleri barındıran, onlara yardım eden, daveti inkar edip yalanlayanlara karşı kılıçlarını çekenlerdir. Bu iki mümin grubu Yüce Allah birbirlerine dost kılmıştır. Hicret eden bir mümin vefat ettiği zaman din kardeşliğinden dolayı ona yardım eden kişi (Ensâr) bu kardeşine varis olurdu. Ancak iman edip hicret etmeyen kişi hicret etmediği için hicrette iken ölen kendi yakınına mirasçı olamazdı. Yüce Allah hicret etmeyenleri hicret eden müminlerin mirasından mahrum bıraktı. Âyette bahsedilen dostluk ile velayet de budur. Hicret etmeyenler din konusunda savaş için hicret edenler ile onları barındıranlardan yardım istedikleri zaman yardımda bulunurlar. Ancak Peygamberimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) aralarında anlaşma bulunan bir topluluğa karşı yardım istemeleri halinde yardımda bulunmazlar. Daha sonra Yüce Allah: “Daha sonra iman edip hicret eden ve sizinle birlikte cihad edenlere gelince, işte onlar da sizdendir. Allah'ın kitabınca, kan akrabaları birbirlerine (varis olmaya) daha lâyıktırlar. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir" âyetini indirerek iman edip hicret edenler ile etmeyen akrabaları birbirine mirasçı kıldı ve her akrabanın mirastaki payını belirledi. İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hicret sonrası Muhacirler ile Ensâr'ı birbirlerine kardeş kılmıştı. Hamza b. Abdilmuttalib'i Zeyd b. Hârise ile, Ömer b. el-Hattâb'ı Muâz b. Afrâ ile, Zübeyr b. el-Avvâm'ı Abdullah b. Mes'ûd ile, Ebû Bekr es-Sıddîk'i Talha b. Ubeydillah ile, Abdurrahman b. Avf'ı da Sa'd b. er-Rabî' ile kardeş kıldı. Diğer ashabına da: “Kendinize kardeş seçin" buyurdu ve Ali b. Ebî Tâlib'i göstererek: “Benim de kardeşim budur" buyurdu. Enfâl Sûresi nazil olana kadar Müslümanlar bu şekilde kaldılar. Yüce Allah, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanlar arasında kıldığı bu kardeşlik akdini sıkı tuttu. Bu konuda: İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı diğer bir kısmının dostlarıdır. İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret edinceye kadar size onların mirasından hiçbir pay yoktur... İnanıp hicret eden, Allah yolunda savaşanlar ve muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler, işte onlar gerçekten inanmış olanlardır. Onlara mağfiret ve cömertçe verilmiş rızıklar vardır" âyetlerini indirdi. Yüce Allah bu âyetlerle Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanlar arasında kıldığı bu kardeşlik akdine vurgu yaptı ve hicret edenlere Mekke'deki akrabalarını değil onlara yardım edenler ile Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafından kardeşi kılınanları mirasçı saydı. Miras konusunda Müslümanlar bir süre bu akde göre davrandılar. Ancak daha sonra nazil olan: “Daha sonra iman edip hicret eden ve sizinle birlikte cihad edenlere gelince, işte onlar da sizdendir. Allah'ın kitabınca, kan akrabaları birbirlerine (varis olmaya) daha lâyıktırlar. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir" âyetiyle bu uygulama neshedildi. Bu âyetle din kardeşliğinden doğan varislik bitti, akrabalar birbirlerine varis olmaya başladı. İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı diğer bir kısmının dostlarıdır. İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret edinceye kadar size onların mirasından hiçbir pay yoktur. Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleşme bulunan bir kavim aleyhine olmaksızın yardım etmek üzerinize borçtur..."âyetini açıklarken şöyle demiştir: Yüce Allah akrabalardan ziyade Muhacirler ile Ensâr'ı birbirlerine mirasçı kıldı. Hicret edene kadar da diğer mümin akrabaları yakınlarının mirasından mahrum etti. Hicret etmeyen müminler düşmanlarına karşı mühacir ile Ensâr'dan yardım istedikleri zaman onlara yardım ederler. Ancak Müslümanlarla aralarında anlaşma bulunan bir topluluğa karşı yardımda bulunmazlar. Müslümanlar arasında miras konusundaki bu uygulama: “...Allah'ın kitabınca, kan akrabaları birbirlerine (varis olmaya) daha lâyıktırlar..." âyeti nazil olana kadar devam etti. Bu âyet, miras konusundaki eski uygulamayı kaldırdı ve akrabaları birbirlerine mirasçı kıldı. Ebû Ubeyd, Ebû Dâvud, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı diğer bir kısmının dostlarıdır. İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret edinceye kadar size onların mirasından hiçbir pay yoktur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Hicret eden mümin, hicret etmeyen müminin velisi ve mirasçısı olmazdı. Aynı şekilde hicret etmeyen mümin de hicret eden müminin velisi ve mirasçısı olamazdı. Bu uygulama: “...Allah'ın kitabınca, kan akrabaları birbirlerine (varis olmaya) daha lâyıktırlar..." âyetiyle neshedildi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: “...İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret edinceye kadar size onların mirasından hiçbir pay yoktur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu âyete göre hicret eden mümin, hicret etmeyen mümine, hicret etmeyen mümin de hicret eden mümine mirasçı olamıyordu. Ancak Mekke fethedilip de insanlar akın akın İslam'a girince Yüce Allah bu konuda: “...Allah'ın kitabınca, kan akrabaları birbirlerine (varis olmaya) daha lâyıktırlar..." âyetini indirdi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Nehhâs, Nâsih'de ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “...İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret edinceye kadar size onların mirasından hiçbir pay yoktur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu âyet hicrette olan müminleri birbirlerine mirasçı kılarken hicret etmeyen müminleri hicret eden mümin akrabalarının mirasından mahrum bıraktı. Ancak Ahzâb Sûresi'ndeki: “'...Allah'ın Kitab'ına göre, (miras konusunda) birbirleri için (diğer) mü'minlerden ve muhacirlerden daha önceliklidirler..." âyet bu uygulamayı neshetti. Bu âyetle Yüce Allah tüm müminleri birbirlerine kardeş kıldı ve mirası da akrabalara devretti. Ahmed ve Müslim, Büreyde'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir ordu veya müfrezeye komutan tayin ettiği zaman kendisine özellikle Yüce Allah'ın takvasını, beraberindeki müslümanlara da hayırla davranmasını öğütlerdi. Sonra şöyle buyururdu: “Yüce Allah'ın yolunda O'nun ismiyle savaşın ve kafirlerle çarpışın. Müşriklerden düşmanla karşılaştığın zaman onları üç şeye davet et. Birini kabul ettiklerinde artık onları bırak. Onları İslam'a davet et. Şayet kabul ederlerse onlarla savaşma. Sonra onlara, kendi ülkelerini bırakıp Muhacirlerin yurduna göçmelerini teklif et ve bu durumda Muhacirlerin lehine olan şeyin onların da lehine, Muhacirlerin aleyhine olan şeyin de onların aleyhine olacağını söyle. Eğer hicreti kabul etmezlerse, bedevi müslümanların hükmünde olacaklarını, müminlere uygulanan Yüce Allah'ın hükümlerinin onların da üzerine uygulanacağını bildir. Müslümanlarla birlikte savaşmadıkları sürece ganimetten ve vergiden pay alamayacaklarını söyle. Şayet kabul etmezlerse onlardan cizye iste. Cizyeye razı olurlarsa onları bırak. Ama cizyeye de karşı çıkarlarsa Yüce Allah'tan yardım dile ve onlarla savaş." Ahmed, Ebû Dâvud, Nesâî ve Hâkim'in Enes'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Müşriklerle mallarınızla, canlarınızla ve sözlerinizle cihad edin" buyurmuştur. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “...Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleşme bulunan bir kavim aleyhine olmaksızın yardım etmek üzerinize borçtur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Müslümanların anlaşmalı oldukları kavimlerle savaşmaları yasaklandı. Vallahi Müslüman kardeşinin kanı senîn için daha kutsaldır ve senin üzerinde daha fazla hakkı vardır." 73"İnkâr edenler de birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunların gereğini yapmazsanız, yeryüzünde bir karışıklık ve büyük bir bozulma olur" İbn Cerîr, İbn Ebî Hatim, Ebu'ş-Şeyh, Ebû Mâlik'den; İbn Merdûye de Ebû Mâlik vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Müslümanlardan biri: “Müşriklerden olan akrabalarımızı kendimize mirasçı yapacağız!" deyince: “İnkâr edenler de birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunların gereğini yapmazsanız, yeryüzünde bir karışıklık ve büyük bir bozulma olur" âyeti nazil oldu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İnkâr edenler de birbirlerinin velileridir..." âyetini açıklarken: “Müşrik Arapların kendi aralarında olan miras durumu hakkında nazil olmuştur" demiştir. İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İnkâr edenler de birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunların gereğini yapmazsanız, yeryüzünde bir karışıklık ve büyük bir bozulma olur" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “İnkar edenler miras konusunda birbirlerinin velisi, mirasçısıdırlar. Miras konusunda size emrettiğim şeylerin gereğini yapmazsanız yeryüzünde büyük bir karışıklık ve fesat çıkar." Ahmed, İbn Ebî Hatim ve Hâkim'in Cerîr b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Mühacirler (ile Ensâr) dünyada da, âhirette de birbirlerinin selisidirler. Kureyş'ten serbest bırakılanlar (tulakâ) ve Sakîften (Tâiften) azat edilenler de dünya ve âhirette birbirlerinin velisidirler. Hâkim ve İbn Merdûye, Usâme'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Farklı dinlerden olanlar birbirine mirasçı olamazlar. Bir Müslüman, kafir birine mirasçı olamadığı gibi bir kafir de Müslüman birine mirasçı olamaz" buyurdu ve: “İnkâr edenler de birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunların gereğini yapmazsanız, yeryüzünde bir karışıklık ve büyük bir bozulma olur" âyetini okudu. Abdurrezzâk, Musannef’te Yahya b. Ebî Kesîr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Güvenilirliği ve ahlakını beğendiğiniz biri gelip kızınıza talip olduğu zaman kim olursa olsun kabul edin. Böyle yapmazsanız yeryüzünde büyük bir fitne ve fesat çıkar. " 74İman edip hicret edenler ve Allah yolunda cihad yapanlarla (Muhacirlerle), bir de onları barındırıp yardım edenler (Ensar) var ya, işte onlar, gerçek mü'minlerdir. Bunlara, bir mağfiret ve kerîm bir rızık vardır. 75"Sonradan iman edip hicret eden ve sizinle birlikte cihad edenler de sizdendir. Akrabalar ise, Allah'ın kitabına göre birbirlerine daha yakındırlar. Şüphe yok kî, Allah herşeyi bilir." İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ettiği zaman geride kalan Müslümanlar dört sınıftı. Bunlardan biri hicret eden mümin (Muhacir)'lerdi. Diğeri Ensâr'dı. Diğeri hicret etmeyen mümin bedevilerdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunlardan yardım istediği zaman yardıma koşarlar, yardım istemediği zamanlarda da yurtlarında kalma izinleri olurdu. Onlar da Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) yardım istediklerinde Allah Resûlünün de onlara yardım etmesi icab ediyordu. İşte: “...Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleşme bulunan bir kavim aleyhine olmaksızın yardım etmek üzerinize borçtur..." âyetinden kasıt da budur. Dördüncü sınıfta olanlar da Müslümanlara layıkıyla tâbi olanlardır. İbn Ebî Hatim, Dahhâk'tan bu yorumun benzerini zikreder. İbn Sa'd, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye, Zübeyr b. el-Avvâm'dan bildirir: Yüce Allah: “...Akrabalar ise, Allah'ın kitabına göre birbirlerine daha yakındırlar..." âyetini özel olarak biz Kureyşliler ile Ensâr hakkında indirdi. Biz Kureyşliler Medine'ye hicret ettiğimizde yanımızda mal namına bir şey yoktu. Medine'de Ensâr'ın çok güzel kardeşliğiyle karşılaştık. Orada birbirimize kardeş ve mirasçı olduk. Ebû Bekr ile Hârice b. Zeyd, Ömer ile filan kişi, Osman b. Affân ile Zurayk b. Sa'd ez-Zurakî oğullarından bir adam kardeş oldu. Ben de Ka'b b. Mâlik ile kardeş oldum. Bu kardeşlik sonucunda onlar bize mirasçı oldu, bfz onlara mirasçı olduk. Uhud savaşında bana: “Kardeşin Ka'b b. Mâlik öldürüldü!" denilince yanına gelip onu taşıdım. Ancak ölmediğini ve ağır bir şekilde yaralandığını gördüm. Vallahi evladım, şayet o günü ölseydi benden başkası ona mirasçı olamazdı. Daha sonra Yüce Allah biz Kureyşliler ile Ensâr'a özel bir şekilde bu âyeti indirdi ve miras konusunda akrabalık bağlarına geri döndük. Ebû Ubeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. ez-Zübeyr, kadı olan Şurayh'a şöyle bir mektup yazdı: “Önceleri biri diğer biriyle: “Ben ölürsem sen bana mirasçı olacaksın, sen ölürsen de ben sana mirasçı olacağım" şeklinde bir anlaşma yapardı. Ancak: «...Akrabalar ise, Allah'ın kitabına göre birbirlerine daha yakındırlar...»âyeti nazil olunca bu uygulama bırakıldı." İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs'a: “İbn Mes'ûd akrabalar dışında azatlıların kişiye mirasçı olamayacaklarını söylüyor ve: “Yüce Allah'ın Kitâb'ında akrabalar (mirasta) birbirlerine daha evladır" diyor" denilince, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: “Heyhat ki heyhat! Ne kadar da uzak düşünmüş! Oysa hicret etmeyenler değil, hicret edenler birbirlerine mirasçı olurlardı. Sonrasında da: “...Akrabalar ise, Allah'ın kitabına göre birbirlerine daha yakındırlar..." âyeti nazil oldu." Bu şekilde İbn Abbâs azatlıların da kişiye mirasçı olacağını düşünmüştür. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...Akrabalar ise, Allah'ın kitabına göre birbirlerine daha yakındırlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bu âyet daha öncesinde olan kardeşlik akdi, miras konusunda sözleşme ve hicretten dolayı varis olma gibi uygulamaları neshetmiştir ve terekenin paylaşımı akrabalara bırakılmıştır. Bu bakımdan baba erkek kardeşten daha yakındır. Erkek kardeş ile kız kardeş de erkek kardeşin oğlundan daha yakındır. Erkek kardeşin oğlu amcadan daha yakındır. Amca, amcaoğlundan daha yakındır. Amcaoğlu da dayıdan daha yakındır. Zeyd'in görüşüne göre de dayı, hala ve teyzenin mirastan paylan yoktur. Ömer b. el-Hattâb ise ölen kişinin varisi yoksa halaya terekenin üçte birini verirdi. Ali ve İbn Mes'ûd ise paylaşımdan arta kalan malı paylarına göre koca ve karı dışındaki akrabalar arasında dağıtırdı." İbn Cerîr, Katâde'den bildirir: Hicret etmeyen (bedevi) mümin hicret eden (mühacir) mümine mirasçı olamazdı. Daha sonra bu konuda: “...Akrabalar ise, Allah'ın kitabına göre birbirlerine daha yakındırlar..." âyeti nazil oldu. İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Müslümanlar Medine'ye gittikleri zaman hicret edip etmemeye göre birbirlerine mirasçı oldular. Daha sonra bu konuda: “...Akrabalar ise, Allah'ın kitabına göre birbirlerine daha yakındırlar..." âyeti nazil oldu ve bu uygulama kaldırıldı. Tayâlisî, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Hicret sonrası Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabını birbirleriyle kardeş kıldı. Bu kardeşliğe göre de birbirlerine mirasçı oldular. "...Akrabalar ise, Allah'ın kitabına göre birbirlerine daha yakındırlar..." âyeti nazil olunca bu uygulamayı bıraktılar ve mirası akrabalığa göre paylaşmaya başladılar. |
﴾ 0 ﴿