8

"Hanı Allah size iki topluluktan birini, o sizindir diye vaat ediyordu. Siz de güçsüz olanın sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı meydana çıkarmak ve kâfirlerin ardını kesmek istiyordu. Ki günahkârlar istemese de hakkı gerçekleştirsin, bâtılı da ortadan kaldırsın"

Beyhakî, Delâil'de İbn Şihâb ve Mûsa b. Ukbe'den bildirir: Nahle vadisinde İbnu'l-Hadramî'nin öldürülmesinden iki ay sonra Ebû Süfyân b. Harb, Kureyş'e ait bir kervanla Şam'dan Mekke'ye doğru dönüşe geçti. Kervanda, içlerinde Mahreme b. Nevfel ve Amr b. el-Âs'ın da bulunduğu Kureyş'in her bir ailesinden yetmiş binekli vardı. Şam'a ticaret için gitmişlerdi ve neredeyse Mekke'nin tüm mallarını götürmüşlerdi. Kervan'da bin devenin bulunduğu, Kureyş'ten bir ûkiyye ve üstü malı (gümüşü) olan her bir kişinin bunu ticaret için bu kervana verdiği söylenir. Sadece Huvaytib b. Abdiluzza'nın bu kervanda malı yoktu. Bedir savaşına katılmayışı da bundan dolayıdır.

Bedir savaşı öncesi Müslümanlarla müşrikler arasında Nahle vadisinde bir karşılaşma olmuş, bu karşılaşmada İbnu'l-Hadramî öldürülürken Osmân ile Hakem esir alınmıştı. İki ay sonrasında Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Süfyân'ın kervanının dönüşe geçtiği söylenince Allah Resûlü kervandan haber getirmek üzere aslen Cüheneli olan Ğanm oğullarından Adiy b. Ebi'z- Ze'bâ el-Ensârî ile Besbes'i (İbn Amr) gönderdi. Adiy ile Besbes yola çıkıp sahile yakın bir yerde olan Cüheyne'den bir kabileye geldiler ve kervan ile Kureyş tüccarlarını sordular. Cüheyneliler kervan hakkında bildiklerini onlara söyleyince geri dönüp durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) aktardılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de Müslümanların hazırlanmalarını söyledi ki aylardan Ramazan'dı.

Ebû Süfyân da Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabından yana bir korku içinde Cüheynelilerin yanına ulaştı. Onlara Muhammed hakkında bir haberleri olup olmadığını sorunca, Adiy ile Besbes'in gelip kervan hakkında bilgi istediklerini söylediler. Develerini bağladıkları yerleri de onlara gösterdiler. Ebû Süfyân:

“Develerin dışkısından bir şeyler getirin" dedi. Getirilen deve dışkısını karıştırınca hurma çekirdeklerini gördü ve:

“Bu Yesrib ahalisinin hayvanlar için kullandıkları yemdir. Gelen iki kişi de Muhammed'in gözcüleri idi" dedi. Ardından Müslümanlara yakalanmanın korku ve endişesi içinde aceleyle yola koyuldular. Ebû Süfyân, Ğifâr kabilesinden Damdam b. Amr adında bir adamı da:

“Yola çıkın ve kervanınızı Muhammed ile arkadaşlarından koruyun! Zira kervana el koymak için arkadaşlarını harekete geçirdi" şeklinde bir haberle Kureyş'e gönderdi.

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) halası Âtike binti Abdilmuttalib, Mekke'de kardeşi Abbâs b. Abdilmuttalib'in yanında kalıyordu. Bedir savaşı öncesinden ve Damdam'ın Mekke'ye gelişinden önce bir rüya görüp korktu. Korkunca aynı gece kardeşi Abbâs'a gelmesi için haber yolladı. Abbâs gelince ona:

“Bir rüya gördüm ve kavminin helak olmasından korktum" dedi. Abbâs:

“Ne gördün?" diye sorunca da, Âtike:

“Bunu başkalarına söylemeyeceğine dair bana söz vermeden sana anlatmam! Çünkü bunu duyacak olurlarsa bize eziyet eder ve işitmek istemediğimiz sözler söylerler" dedi. Abbâs ona bu yönde söz verince de Âtike şöyle anlattı:

“Bir yolcu gördüm. Bineğinin üzerinde Mekke'nin en üst tarafından gelerek avazı çıktığı kadar:

“Ey ihanet ailesi! İki veya üç gün içinde yola çıkın!" diye bağırıyordu. Sonra bineğiyle birlikte Mescid'e girdi. Mescid'in içinde de üç defa bağırdı. Erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan bazıları korku içinde ona doğru yöneldiler. Sonra yine bineğinin üzerindeyken onu Kâbe'nin üzerinde gördüm. Orada yine aynı şekilde üç defa:

“Ey ihanet ailesi! Ey ahlaksızlık ailesi! İki veya üç gün içinde yola çıkın!" diye bağırdı. Sonra onun, Ebû Kubeys dağı üzerinde aynı şekilde:

“Ey ihanet ailesi! Ey ahlaksızlık ailesi!" diye bağırdığını işittim ki Mekke ahalisinden iki dağ arasında onu duymayan kalmadı. Sonra büyükçe bir kayayı tutup yerinden söktü ve Mekke ahalisinin üzerine fırlattı. Kaya büyük bir gürültüyle gelip dağın dibinde parçalandı. O kayanın parçalarının Mekke'de girmediği ev kalmadı. Kavminin başına bir kötülüğün gelmesinden korktum."

Âtike'nin bu rüyasında korkan Abbâs yanından ayrıldı. Gece sonuna doğru Abbâs, dostu olan Velîd b. Utbe b. Rabîa ile karşılaştı. Ona Âtike'nin rüyasını anlattı ve kimseye söylememesini istedi. Ancak Velîd bunu babası Utbe'ye anlattı. Utbe de kardeşi Şeybe'ye anlattı. Bu şekilde konu Ebû Cehil b. Hişâm'ın kulağına kadar gitti ve Mekke'de yayıldı. Sabah olunca Abbâs, Kabe'yi tavaf için gitti. Orada Ebû Cehil, Utbe b. Rabîa, Şeybe b. Rabîa, Ümeyye b. Halef, Zem'a b. el-Esved ve Ebu'l-Bahterî'yi bir grupla konuşurken buldu. Abbâs'ı gördüklerinde Ebû Cehil ona:

“Ey Ebu'l-Fadl! Tavafın bittiğinde yanımıza gel" diye seslendi. Abbâs tavafını bitirince gelip yanlarında oturdu. Ebû Cehil ona:

“Ey Ebu'l-Fadl! Âtike'nin gördüğü rüya ne?" diye sordu. Abbâs:

“Rüya filan görmedi" karşılığını verince Ebû Cehil:

“Ey Hâşim oğulları! Erkeklerinizin yalanları yetmedi de artık kadınlarınızın yalanlarıyla mı karşımıza çıkıyorsunuz! Sizlerle bizler galibiyet için yarışan atlar gibiydik. Ancak atlarımız yan yana gelince: «İçimizden bir Peygamber geldi!» dediniz. Yakında da: «İçimizden bir kadın Peygamber geldi!» demeye başlayacaksınız!

Kureyş'te, erkekleri ve kadınları sizden daha yalancı olan başka bir aile görmedim!" dedi. O gün Abbâs'a ağır bir şekilde eziyet ettiler.

Ebû Cehil yine şöyle dedi:

“Âtike, bir atlının: «İki veya üç gün içinde buradan çıkın!» dediğini iddia ediyor. Bu üç gün geçince de Kureyş onların yalancılıklarını görecektir. Araplar içinde en yalancı erkek ve kadının sizden olduğuna dair bir yazı da yazıp Kabe'ye asacağız. Ey Kusayoğulları! Kabe kapıcılığı, toplantılara ev sahipliği yapma, hacılara su dağıtma, sancağı taşıma, hacılara yemek dağıtma işini almanız size yetmedi mi de bize gelip bir de içinizden bir peygamberin geldiğini söylüyorsunuz!" Bunun üzerine Abbâs ona:

“Yeter artık! Yalancılık asıl sende ve ailendedîr!" karşılığını verdi. Orada bulunanlar da:

“Ey Ebu'l-Fadl! Sen cahil ve bunak biri değilsin (bu rüyaya nasıl inanırsın)!" dediler.

Âtike'nin rüyasını ifşa ettiği için Abbâs bu şekilde ağır bir eziyete maruz kaldı. Ancak Âtike'nin gördüğü rüyanın üçüncü gecesinde, Ebû Süfyân'ın gönderdiği atlı olan Damdam b. Amr el-Ğifârî, Kureyşlilere geldi ve:

“Ey Ğâlib b. Fihr ailesi! Yola çıkın! Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabı Ebû Süfyân'a saldırmak için hareket ettiler. Kervanınıza sahip çıkın!" diye seslenmeye başladı. Bunu duyan Kureyş büyük bir korkuya kapıldı ve Âtike'nin rüyasından dolayı tedirgin oldular. Abbâs da:

“Bizim yalancı olduğumuzu söylemiş ve Âtike'yi yalancı çıkarmıştınız!" dedi. Sonrasında küçük büyük demeden develerine binip kervanı korumak için yola çıktılar.

Ebû Cehil:

“Muhammed, Nahle vadisinde yaptığını kervan için de yapabileceğini mi düşünüyor! Kervanımıza sahip çıkıp çıkmadığımızı görecek!" dedi ve dokuz yüz kişilik bîr orduyla yola düştüler. İçlerinde yüz tane de atlı vardı. Az da olsa Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabına meyli olan, Müslüman olduğunu bildikleri herkesi, Hâşim oğullarından değer vermedikleri kişiler hariç herkesi beraberlerinde götürdüler. Zorla yanlarında götürdükleri içinde Abbâs b. Abdilmuttalib, Nevfel b. el-Hâris, Tâlib b. Ebî Tâlib ve Akîl b. Ebî Tâlib gibi kişiler de vardı. İşte bundan dolayıdır ki Tâlib b. Ebî Tâlib:

"Tâlib bu süvarilerle birlikte çıkıp savaşsın

Ancak ne ölsün ne de galip olarak dönsün " şeklinde bir şiir söylemiştir.

Müşrikler Cuhfe'ye ulaştıklarında su ihtiyacını gidermek ve su tulumlarını doldurmak üzere orada konakladılar. İçlerinde Cuheym b. es-Salt b. Mahreme adında Muttalib b. Abdimenâf oğullarından bir adam vardı. Cuheym orada başını koyup az bir uyuduktan sonra korku içinde uyandı ve arkadaşlarına:

“Az önce başımda duran süvariyi gördünüz mü?" diye sordu. Arkadaşları:

“Hayır! Sen aklını oynatmışsın!" karşılığını verdiler. Cuheym:

“Demin başımda bir süvari durdu ve Ebû Cehil, Utbe, Şeybe, Zem'a, Ebu'l- Bahterî, Umeyye b. Halef gibi Kureyş'in ileri gelenlerinin adlarını sayarak bunların öldürüldüğünü söyledi" deyince, arkadaşları:

“Anlaşılan şeytan seninle oynamış" karşılığını verdiler. Cuheym'in bu olayı Ebû Cehil'e anlatılınca:

“Hâşim oğullarının yalanı yanında şimdi de Muttalib oğullarının yalanıyla mı geldiniz! Oysa yarın kimlerin öleceğini göreceksiniz!" dedi.

İçlerinden Ebû Süfyân b. Harb, Mahreme b. Nevfel, Amr b. el-Âs gibi kişilerin de bulunduğu Kureyş'e ait kervan Şam'dan döndüğü Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirilince Allah Resûlü kervanı karşılamak üzere yola çıktı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'den çıkarken Dînar oğullarının orada bulunan geçidinden çıktı. Dönüşte de Vedâ tepesinden şehre girdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) üçyüz onaltı kişi ile birlikte yola çıktı. (İbn Fuleyh'in rivayetinde bu sayının üçyüz onüç olduğu zikredilir.) Ashabından birçoğu da gözcülük yapmak üzere geride kaldılar. Yüce Allah'ın Müslümanları aziz kıldığı ilk savaş da bu olacaktı.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicretinden onsekiz ay sonra Ramazan ayında yola çıktı. Yanındaki Müslümanlar da sadece kervanı ele geçirmek niyetiyle çıkmışlardı. Dînar oğullarının oradaki geçidinden şehir dışına çıktığında Müslümanlarda binek hayvanı çok değildi. Daha çok su taşımak için kullanılan develere binmişlerdi. Yanlarındaki bu develere de sırayla biniyorlardı. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yol arkadaşları da Ali b. Ebî Tâlib ile Hamza'nın anlaşmalısı Mersed b. Ebî Mersed el-Ganevi idi. Üçünde de sadece bir tane deve vardı. Mekke ile Medine arasında bulunan İrku'z- Zabya'ya ulaştıklarında Tihâme tarafından gelen bir yolcuyla karşılaştılar. Müslümanlar yollarına devam ederken ashâbdan birkaç kişi bu adamla durup Ebû Süfyân'ı sordular. Adam:

“Onun hakkında herhangi bir bilgim yok" karşılığını verdi. Adamdan bu konuda bir şey öğrenemeyeceklerini anladıklarında:

Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) selam ver" dediler. Adam:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) aranızda mı ki?" dîye sorunca:

“Evet!" dediler.

Adam:

“Hanginiz?" diye sorunca, Allah Resulünü ona gösterdiler. Bedevi, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dediğin gibi sen gerçekten Allah'ın Resûlü müsün?" diye sorunca, Allah Resûlü:

“Evet!" karşılığını verdi. Adam:

“Dediğin gibi gerçekten Allah'ın Resûlü isen bu devemin karnındakinin ne olduğunu bil" deyince, Ensâr'dan ve Abdileşhel oğullarından biri olan Seleme b. Selâme b. Vakş buna çık kızdı ve adama:

“Sen bu deveyle ilişkiye girdin. Karnında da senin çocuğun var!" karşılığını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Seleme'nin böyle çirkince çıkışından hoşlanmadı ve ondan yüz çevirdi.

Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kervan hakkında .herhangi bir bilgi alamadan ve Kureyşlilerin de Mekke'den yola Çıktığını bilmeden yoluna devam etti. Bir ara ashabına:

“İçinde bulunduğumuz bu durum ve yolculuğumuz hakkında ne düşünüyorsunuz?" diye sorunca, Ebû Bekr:

Resûlallah! Bölgedeki mesafeleri herkesten çok biliyorum. Adiy b. ez- Ze'bâ'nin bize bildirdiğine göre kervan filan vadideymiş. Yani Bedir denilen yere onlarla aynı zamanda varır orada karşılaşırız" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir daha:

“Bana bu konudaki görüşlerinizi söyleyin" buyurunca, Ömer b. el-Hattâb:

Resûlallah! Kureyş aziz oldu olalı hiçbir zaman zelil duruma düşmedi. Küfre bulaştığından beri de hiçbir zaman imana gelmedi. Bunlar seninle savaşacaklar. Onun için gerekli önlemleri al ve savaş için hazırlığını yap" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir daha:

“Bana bu konudaki görüşlerinizi söyleyin" buyurunca, Mikdâd b. Amr: «Biz Mûsa'ya:

“Sen ve Rabbin gidin savaşın! Biz burada sizleri bekleyeceğiz» diyenler gibi olmayacağız. Aksine biz: «Sen ve Rabbin gidip savaşın! Biz de sizinle birlikte savaşacağız!» diyoruz" karşılığını verdi.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir daha:

“Bana bu konudaki görüşlerinizi söyleyin" buyurdu. Sa'd b. Mûaz, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına danışıp, görüş bildirmelerine rağmen bir daha görüşlerini sormadaki ısrarını görünce aslında Ensâr'ın bu konudaki görüşlerini öğrenmek istediğini, niyet ettiği işte kendisine yardım edip etmeyecekleri konusunda çekincesi bulunduğunu düşündü. Bunun üzerine şöyle dedi:

Resûlallah! Sanırım Ensâr'ın bu konuda sana yardım etmeyeceklerini, düşmanları bizzat evlerine, kadınlanna ve çocuklarına saldırırken görmedikçe onlarla savaşmayı uygun görmeyeceklerini düşünüyorsun. Resûlallah! Ben Ensâr'ın yerine ve onlar adına cevap vereceğim. Dilediğin gibi hareket et. Mallarımızdan dilediğin kadarını al, dilediğin kadarını da bize bırak. Bizden aldığın bıraktığından daha fazla bizi sevindirecektir. Vallahi bineğini Yemen'deki Ğimd'de bulunan Berk'e sürsen dahi biz de peşinden gideriz."Sa'd böyle deyince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'ın ismiyle yola koyulun! Müşriklerin nasıl öldürüldüklerini gördüm!" buyurdu ve Bedir'e doğru harekete geçti.

Ebû Süfyân ise aşağılara, deniz sahiline doğru inip oradan yoluna devam etti. Farklı bir yol tutup kervanı Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) kurtardığını düşündüğü için de Kureyş'e:

“Sizler kervanı korumak ve kurtarmak için Mekke'den çıktınız. Kervan da kurtulduğuna göre artık Mekke'ye geri dönebilirsiniz" şeklinde bir mektup yazdı. Müşrikler Cuhfe'de iken bu mektup kendilerine ulaştı. Ebû Cehil:

“Vallahi Bedir'e ulaşmadan, orada konaklayıp Araplardan bizimle gelenlere yemek ikramında bulunmadan geri dönmeyiz. Çünkü bizi gördükten sonra kimseler bizimle savaşmaya cesaret edemez" dedi. Ahnes b. Şarîk ise Ebû Cehil'in bu kararını beğenmedi. Geri dönmek istedi ve diğerlerinin de dönmesi yönünde görüş bildirdi. Ahnes, Kureyşlilerin dönmesinden ümidini kesince Zühre oğullarına ısrarda bulundu. Onlar bunu kabul edince onlarla birlikte Mekke'ye geri döndü. Bu şekilde Zühre oğulları Bedir savaşına katılmadılar. Sonrasında da Ahnes ölene kadar onun sözünü dinlediler, görüşlerine itibar ettiler. Hâşim oğulları da dönenlerle birlikte dönmek istedi ancak Ebû Cehil onlara sert davranıp:

“Vallahi hep birlikte dönene kadar içimizden kimse geri dönmeyecek!" dedi.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip Bedir'e en yakın yerde konakladı. Sonra Ali b. Ebî Tâlib, Zübeyr b. el-Avvâm, Besbes el-Ensârî'yi ashabından bir grupla Bedir taraflarındaki tepeleri göstererek:

“Şu tepelere doğru gidip bakın. Tepelerin ardındaki kuyuda müşriklerin durumunu öğrenmenizi umuyorum" buyurdu. Kılıçlarını kuşanmış bir şekilde oraya gittiler. Vardıklarında Kureyşlilerin su doldurmak üzere gönderdikleri kişileri gördüler. İçlerinden iki tane köleyi aldılar. Bunlardan biri Haccâc oğullarının kölesi Esved ile Ebu'l- Âs'ın kölesi Eşlem idi. Diğerlerini ise Kureyşlilere doğru bıraktılar. Sonradan köleleri alıp Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiler. Suyun yanında kurulan çardakta oturuyordu. Ashab köleleri Ebû Süfyân'ın olduğunu düşündükleri için Ebû Süfyân ile yanındakiler hakkında soru sormaya başladılar. Köleler ise Mekke'den çıkan müşrikler, başında bulunanlar ve onlarla birlikte gelenler hakkında konuşuyorlardı. Fakat Müslümanlar onlara inanmıyordu. Müslümanlar kölelerin haklarında bilgiler verdikleri müşriklerden nefret etmelerine rağmen Ebû Süfyân'ın kervanına tamah ettikleri için onun hakkında bilgi istiyorlardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de namaz kılıyor, ancak Müslümanların bu iki köleye yaptıklarını görüp işitiyordu.

Müslümanlar kölelere vurunca, köleler:

“Evet! Ebû Süfyân da burada" diyorlardı. Oysa kervan Yüce Allah'ın da buyurduğu gibi müslümanların aşağısında bulunuyordu. Yüce Allah bu konuda:

“Siz vadiye en yakın ve onlar da en uzak yamaçta idiler; kervanın süvarileri sizden daha aşağıdaydı. Savaş için buluşmak üzere sözleşmeye kalksaydınız, vaktini tayinde anlaşmazlığa düşerdiniz; fakat Allah mahvölah, apaçık belgeden ötürü mahvolsun, yaşayan da apaçık belgeden ötürü yaşasın diye olacak işi yaptı. Doğrusu Allah işitir ve bilir" buyurmuştur.

Sonrasında köleler:

“Müşrikler sizinle savaşmaya geldi" deyince, Müslümanlar onları yalanlıyor, ancak:

“Ebû Süfyân burada" dedikleri zaman onları bırakıyorlardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onların bu yaptığını görünce selam verip namazını bitirdi ve Müslümanlara:

“Size ne bilgi verdiler?" diye sordu. Müslümanlar:

“Müşriklerin savaş için geldiklerini söylediler" karşılığını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

“Doğru söylemişler! Vallahi doğruyu söyledikleri zaman onları dövüyor, yalan söyledikleri zaman ise onları bırakıyorsunuz. Kervanı sizden korumak için müşrikler buraya geldiler" buyurdu.

Daha sonra köleleri çağırıp müşrikleri sordu. Onlar da Kureyşlilerin durumunu anlattılar, ancak:

“Ebû Süfyân hakkında herhangi bir bilgimiz yok" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müşrikler kaç kişi?" diye sorunca, köleler:

“Bilmiyoruz, ama vallahi sayıları çok fazla" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dün yemeklerini kim verdi?" diye sorunca, adamın birinin adını söylediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kaç deve kesti?" diye sorunca:

“On deve kesti" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir önceki gün yemeklerini kim verdi?" diye sorunca, başka birinin adını söylediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kaç deve kesti?" diye sorunca:

“Dokuz deve kesti" dediler. Bir gün dokuz bir gün de on deve kesmeleri Üzerine Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sayıları dokuz yüz ile bin arasında" buyurdu. Sonra:

“Karargâhın yeri konusunda ne dersiniz?" diye sorunca Seleme oğullarından biri olan Hubâb b. el-Münzir:

Resûlallah! Ben bu gölgeyi ve kuyularını iyi biliyorum. Sen de uygun görürsen suyu bol ve temiz olan bir kuyuya müşriklerden önce varıp karargâhı kuralım. Sonra diğer tüm kuyuları kapatalım" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O zaman yola koyulun! Yüce Allah iki topluluktan birini size vaat etti" buyurdu. Bu sözü üzerine Müslümanlardan çoğunun içine bir korku düştü. Şeytanın da korkutmasıyla içlerinde çekince de vardı.

Bir yandan Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Müslümanlar, diğer yandan müşrikler iik önce suya varmak için hızlıca harekete geçtiler. O gece Yüce Allah bir yağmur gönderdi. Bu yağmur müşriklere sağanak şeklinde yağıp bir bela oldu ve yol almalarını engelledi. Müslümanlar için ise hafif bir şekilde indi ve kumluk olan yollarını az bir ıslatıp serinletti. Bu şekilde Müslümanlar gece yansı müşrikferden önce su başına vardılar ve yerleştiler. Söz konusu kuyunun suyunu yaptıkları büyük bir havuzda topladılar. Geri kalan kuyuları da kapattılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnşallah yarın sabah burası onların mezarı olacaktır" buyurdu. Yüce Allah bu konuda:

“Hani (Allah) kendi tarafından bir güvenlik olarak sizi hafif bir uykuya daldırıyor; sizi temizlemek, sizden şeytanın vesvesesini gidermek, kalplerinizi pekiştirmek ve ayaklarınızı sağlam bastırmak için üzerinize gökten yağmur yağdırıyordu" buyurdu.

Sonrasında havuzun çevresinde Müslümanları konuşlandırdı. Müşrikler karşıdan göründüğünde:

“Allahım! İşte müşrikler! Tüm kibirleri ve büyüklenmeleriyle, sana meydan okuyarak ve elçini yalanlayarak geldiler. Allahım! Senden bana vaat ettiğin şeyi istiyorum" diye dua etti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr'in kolundan tutmuş:

“Allahım! Senden bana vaat ettiğini diliyoruml" diye dua ediyordu. Bunun üzerine Ebû Bekr:

“Sevin! Nefsim elinde olana yemin olsun ki Yüce Allah sana vaat ettiğini yerine getirecektir!" dedi. Müslümanlar Yüce Allah'tan yardım ve zafer isteyince, Allah da Peygamberine ve Müslümanlara icabet etti.

Müşrikler karşıdan geldiler. Şeytan da Surâke b. Cu'şum el-Mudlicî suretinde içlerindeydi. Kinâne oğullarının kendilerine yardım için arkadan geldiğini, böylesi bir günde kendilerini kimselerin yenemeyeceğini, Kinâne oğullarının geleceğini söylemesiyle kendilerine arka çıkacağını söylüyordu.

Yüce Allah bu konuda:

“Yurtlarından böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan men edenler gibi olmayın. Allah onların işlediklerini her yönüyle bilendir. Şeytan onlara işlediklerini güzel gösterdi ve «Bugün insanlardan sizi yenecek kimse yoktur; doğrusu ben de size yardımcıyım» dedi. İki ordu karşılaşınca da, geri dönüp, «Benim sizinle ilgim yok; doğrusu sizin görmediğinizi ben görüyorum ve şüphesiz Allah'tan korkuyorum, Allah'ın azabı şiddetlidir» dedi" âyetlerini indirdi.

Müşriklerden biri Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanındakilerin azlığını görünce:

“Bunlar kandırılmış kişilerdir" dedi. Bu konuda da Yüce Allah:

“Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunan kimseler, «Bunları dinleri aldatmış» diyorlardı. Hâlbuki kim Allah'a tevekkül ederse, hiç şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir" buyurdu. Sonrasında müşrikler meydana gelip savaş için hazırlandılar. Hakîm b. Hizam, Utbe b. Rabîa'nın yanına gitti ve:

“Yaşadığın sürece Kureyşlilerin efendisi olmak ister misin?" dedi. Utbe:

“Neye karşılık?" diye sorunca, Hakîm:

“İki tarafın savaşmasına engel ol. Öldürülen İbnu'l-Hadramî'nin kanı ile Muhammed'in o kervandan aldıklarının sorumluluğunu yüklen. Zira Kureyşliler Muhammed'den, o kervandan aldıkları ile İbnu'l-Hadramî'nin kanından başka bir şey istemiyorlar" karşılığını verdi. Utbe:

“Evet, yaparım. Çok güzel bir şey söyledin ve çok güzel bir şeye davet ettin. Sen bu konuda kabilenle konuş, ben de dediğin şeyi yapmayı üzerime alıyorum" dedi.

Hakîm, Kureyş'in eşrafıyla görüşüp onları buna davet etti. Utbe de bir deveye binerek arkadaşlarıyla birlikte müşriklerin arasında dolaştı ve şöyle dedi:

“İnsanlar! Dinleyin ve sözüme itaat edin. Siz Müslümanlardan İbnu'l- Hadramî'nin kanı ile bulunduğu kervandan aldıklarından başka bir şey istemiyorsunuz. Kan ve kervandan alınanların sorumluluğunu ben üzerime alıyorum. Bu adamı da bırakın! Şayet peygamber değil de yalancı biri ise onu öldürme işini başka Araplar yerine getirecektir. Zira Müslümanlar ile müşriklerin içinde karşılıklı akraba olanlar var. Onları öldürecek olursanız kişi bir ömür kardeşinin veya oğlunun veya yeğeninin veya amcası oğlunun katiliyle yüz yüze gelecek. Bu da nesilden nesile kin ve öfkeyi aktaracaktır. Şayet bu adam bir hükümdar ise kardeşiniz olan birinin hükümranlığı altındasınız dernektir. Yok, eğer gerçekten bir peygamber ise o zaman neden bir peygamberi öldürüp kötü bir işe bulaşasınız? Hepsini tamamen öldürmedikten sonra da onları bitiremezsiniz. Ancak tersinin olmamasının, sizleri öldürmeyeceklerinin de güvencesini veremem!"

Ebû Cehil, Utbe'yi bu konuşmasından dolayı kıskandı ve yeminler ederek aklındakini yapma dışında başka bir yolu kabul etmeyeceğini söyledi. Öldürülen İbnu'l-Hadramî'nin kardeşine:

“Utbe insanların içine korkuyu düşürmek istiyor. Senin de kabul ettiğini varsayarak kardeşinin diyetini yükleniyor" dedi. Söylenene göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Utbe'yi izlerken:

“Şayet müşriklerin içinde hâlâ bir hayır varsa o da şu kırmızı devenin üzerindeki adamda vardır ve onun -sözünü dinlerlerse doğrusunu yapmış olurlar" buyurmuştur. Ebû Cehil, Kureyşlileri savaş için kışkırtırken kadınların da Amr'a ağıtlar yakmasını söyledi. Kadınlar da:

“Ah Amr! Vah Amr!" diye feryat edip ağlayarak insanları savaşa kışkırtmaya başladılar. Sonunda Kureyşliler savaş üzerinde karar kıldılar. Bunun üzerine Utbe, Ebû Cehil'e:

“Bu gün kimin görüşünün daha doğru olduğunu göreceksin!" dedi.

Sonrasında Kureyşliler savaş düzenine girdi. Umeyr b. Vehb'e:

“Git ve Muhammed ile ashabının durumlarını öğren de gel" dediler. Umeyr atına binip Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabının bulunduğu yere gidip dolaştı. Sonra müşriklerin yanına döndü ve:

“Üç yüz savaşçıları var. Birkaç kişi daha fazla veya daha az olabilir. Yetmişe yakın da develeri bulunuyor. Biraz daha bekleyin gidip bakayım yardımcı kuvvetleri veya kurdukları bir pusu var mı" dedi. Umeyr, süvarileri de yanına alarak gidip Müslümanların çevresinde dolaştı. Sonra dönüp:

“Ne yardımcı kuvvetleri, ne de kurdukları bir pusuları var. Basit bir topluluktan da öte değiller" dedi. Bunun üzerihe Umeyr'e:

“Sen askerleri kışkırtıp coşturmaya bak" dediler. Umeyr de yanına yüz atlı alarak askerlerin saflarına gitti.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) uzandı ve:

“Ben size izin vermeden savaşa başlamayınl" buyurdu. Uyku bastırınca da uyudu. Müslümanlar birbirlerine bakmaya başlayınca Ebû Bekr:

Resûlallah! Müşrikler yaklaştılar ve yanımıza kadar ulaştılar" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) uyandı. Uykusunda Yüce Allah müşrikleri kendisine az göstermişti. Müslümanların sayısını da müşriklere az göstermişti. Bundan dolayıdır ki müşrikler daha da hırslanmışlardı. Şayet müşrikleri onlara çok gösterseydi âyette de buyurduğu gibi savaş konusunda çekişir ve başarısız olurlardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkıp Müslümanlara bir konuşma yaptı. Konuşmasında böylesi bir günde şehit olanlara Yüce Allah'ın Cenneti vaat ettiğini söyledi. Askerler için hamur yoğuran Umeyr b. el-Humâm bunu duyunca hamur işini bıraktı ve Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem):

Resûlallah! Öldürülürsem benim için Cennet mi var?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet!" karşılığını verince, Umeyr müşriklerin arasına daldı ve şehit oldu. Müslümanlar içinde ilk öldürülen kişi de kendisi oldu.

Müşriklerden Esved b. Abdil-Esed el-Mahzûmî, Muhammed'in yaptırdığı havuzdan su içeceğine, sonra da onu yıkacağına dair putlarının adına yeminler etmeye başladı. Havuza yaklaşınca da karşısına Hamza b. Abdilmuttalib çıktı. Kılıcıyla vurup ayağını kesti. Esved emeklemeye başlayınca havuzun içine düştü. Hamza peşinden havuza indi ve onu öldürdü.

Utbe b. Rabîa devesinden indi ve müslümanlara:

“Var mı karşıma çıkacak!" diye seslendi. Ardından kardeşi Şeybe ve oğlu Velîd de meydana indiler ve onun gibi çarpışmak için adam istediler. Ensâr'dan üç kişi karşılarına çıkmak için kalktılar, ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bundan mahçup oldu ve saflarına geri dönmelerini, onlara karşı amcaoğullarının çıkmasını istedi. Bunun üzerine Hamza, Ali b. Ebî Tâlib ve Ubeyde b. el-Hâris b. el-Muttalib çıktı. Hamza Utbe'yi, Ubeyde ise Şeybe'yi, Ali de Velîd'i öldürdü. Şeybe, Ubeyde'nin ayağına vurup kesmişti, ancak Hamza ile Ali ona yardım ettiler. Ubeyde alandan taşındı; ancak Safrâ vadisinde vefat etti. Müşriklerden üç kişinin öldürülmesi üzerine Hind fırsat bulması halinde Hamza'nın ciğerini yiyeceğine dair yemin etti. Bunlar her iki tarafın da bilfiil savaşa başlamasından önce oldu.

Savaşın bu şekilde başlamak üzere olduğunu gören Müslümanlar dualar ederek Yüce Allah'tan yardım ve zafer istediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de vaat ettiğini kendisine vermesi için ellerini kaldırıp:

“Allahtm! Şayet bu topluluk yenilecek olursa şirk yayılacak ve dinini ayakta tutan kimseler kalmayacak" diye dualar ediyordu. Ebû Bekrde:

Resûlallah! Nefsim elinde olana yemin olsun ki Yüce Allah sana yardım edip zafer ihsan edecek, yüzünü kara çıkartmaya çaktır!" diyordu. Bunun üzerine Yüce Allah müşriklerin her iki tarafına meleklerden ordular gönderdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları görünce:

“Yüce Allah yardımını gönderdi! Melekler indi! Müjdeler olsun ey Ebû Bekri Cebrail'i sarığıyla yüzünü kapatmış bir şekilde yerle gök arasını dolduran süvarilere komuta ettiğini gördüm. Yere indiği zaman oturdu. Bir ara gözümden kayboldu, ama kalktığında dudaklarında toz gördüm" buyurdu.

Ebû Cehil de:

“Allahım! Bu iki topluluktan hayırlı olanı muzaffer eyle! Allahım! Bizim dinimiz eski, Muhammed'in dini ise henüz yenidir" demeye başladı. Şeytan melekleri görünce dönüp kaçmaya başladı ve müşriklere yardım etmekten uzak durdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yerden bir avuç toprak alıp müşriklerin yüzlerine doğru savurdu. Yüce Allah o bir avuçluk toprağı çoğalttı ve müşriklerden gözüne toz kaçmayan tek bir kişi dahi kalmadı. Bu arada melekler de müşrikleri öldürüyor, esir alıyordu. Müşriklerden her biri yere kapanmış nereye gideceğini bilemiyor, gözüne giren tozu toprağı temizlemekle uğraşıyordu.

Sonunda müşrikler hezimete uğramış bir şekilde Mekke'ye geri döndüler. Bedir savaşında Yüce Allah müşrik ve münafıkları zelil kıldı. Medine'de ne kadar münafık ve Yahudi varsa Bedir'de olanlardan dolayı boyun bükmüşlerdi. O günü Furkân Günü'ydü; zira Yüce Allah bu günde şirk ile imanı birbirinden ayırmıştı. Yahudiler de:

“Tevrat'ta anlatılan peygamber gerçekten de budur! Vallahi bugünden sonra girdiği bütün savaşlarda artık muzaffer olacaktır" demeye başladılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dönüşte Medine'ye Vedâ tepesinden girdi.

Yüce Allah da başlarda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile çıkmayı istemedikleri konuda onlara bahşettiği nimetleri anlatan:

“Nasıl ki, Rabbin seni hak uğruna evinden çıkarmıştı. Müminlerden bir grup ise bu konuda kesinlikle isteksizlerdi. Gerçek apaçık ortaya çıktıktan sonra, sanki göz göre göre ölüme sürülüyoriarmış gibi seninle o konuda tartışıyorlardı. Hani Allah size iki taifeden birini, o sizindir diye vaat ediyordu. Siz de güçsüz olanın sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı meydana çıkarmak ve kâfirlerin ardını kesmek istiyordu. Ki günahkârlar istemese de hakkı gerçekleştirsin, bâtılı da ortadan kaldırsın" âyetlerini indirdi.

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ve müminlerin yardım talebine icabet etmesi konusunda:

“Hani Rabbinizden yardım istiyor, ya karıyordunuz. O da, «Ben size ard arda bin melekle yardım ediyorum» diye cevap vermişti. Allah bunu, sadece bir müjde olsun ve onunla kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı. Yoksa yardım, ancak Allah katındandır. Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetlerini indirdi. Kendilerine bastıran uyku konusunda:

“Hani (Allah) kendi tarafından bir güvenlik olarak sizi hafif bir uykuya daldırıyor; sizi temizlemek, sizden şeytanın vesvesesini gidermek, kalplerinizi pekiştirmek ve ayaklarınızı sağlam bastırmak için üzerinize gökten yağmur yağdırıyordu" âyetini indirdi.

Müslümanlara yardım için meleklerine vahyetmesi konusunda:

“Hani Rabbin meleklere, «Ben sizinle beraberim. İman edenlere sebat verin. Ben kâfirlerin kalplerine korku salacağım. Şimdi vurun boyunlarının üstüne. Vurun, onların bütün parmaklarına» diye vahyediyordu. Bu, onların Allah'a ve Resûlüne karşı gelmelerindendir. Her kim de Allah'a ve Resûlüne karşı gelirse bilsin ki Allah'ın cezası şiddetlidir" âyetlerini indirdi.

Müşriklerin öldürülmesi ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzlerine doğru savurduğu bir avuç toprak hakkında:

“Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı. Allah bunu, inananları güzel bir imtihana tâbi tutmak için yapmıştı. Doğrusu O işitir ve bilir. İşte bu, Allah'ın inkarcıların düzenini zayıflatıp yok etmesidir" âyetlerini indirdi.

Müşriklerin zafer ve fetih istemeleri konusunda:

“Ey inkarcılar! Zafer istiyorsanız, işte zafer geldi (aleyhinize çıktı). Peygambere karşı gelmekten vazgeçerseniz sizin iyiliğinize olur, yok tekrar dönerseniz biz de döneriz; topluluğunuz çok da olsa size hiçbir fayda vermez. Allah inananlarla beraberdir" âyetini indirdi.

Ardından peş peşe:

“Ey iman edenler! Allah'a ve Resûlüne itaat edin ve (Kur'an'ı) dinlediğiniz hâlde ondan yüz çevirmeyin... O vakti hatırlayın ki siz yeryüzünde güçsüz ve zayıf idiniz. İnsanların sizi kapıp götürmesinden korkuyordunuz. Derken Allah sizi barındırdı, yardımıyla destekledi ve sizi temiz şeylerden rızıklandırdı ki şükredesiniz" âyetlerini indirdi.

Müslümanların konakladığı yer konusunda:

“Siz vadiye en yakın ve onlar da en uzak yamaçta idiler; kervanın süvarileri sizden daha aşağıdaydı. Savaş için buluşmak üzere sözleşmeye kalksaydınız, vaktini tayinde anlaşmazlığa düşerdiniz; fakat Allah mahvolan, apaçık belgeden ötürü mahvolsun, yaşayan da apaçık belgeden ötürü yaşasın diye olacak işi yaptı. Doğrusu Allah işitir ve bilir. Allah onları uykunda sana az gösteriyordu. Çok göstermiş olsaydı, yılacak ve bu hususta çekişmeye başlayacaktınız, fakat Allah sizi kurtardı; çünkü O kalplerde olanı bilir" âyetlerini indirdi.

Savaş için verilen öğütler konusunda:

“Ey iman edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki başarıya erişesiniz... Şeytan onlara işlediklerini güzel gösterdi ve «Bugün insanlardan sizi yenecek kimse yoktur; doğrusu ben de size yardımcıyım» dedi. İki ordu karşılaşınca da, geri dönüp, «Benim sizinle ilgim yok; doğrusu sizin görmediğinizi ben görüyorum ve şüphesiz Allah'tan korkuyorum, Allah'ın azabı şiddetlidir» dedi" âyetlerini indirdi.

Müslümanların sayısını az görüp de Müslümanların aldandığını söyleyen kişi hakkında:

“Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunan kimseler, «Bunları dinleri aldatmış» diyorlardı. Hâlbuki kim Allah'a tevekkül ederse, hiç şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetini indirdi.

Müşrikleri ile onların peşinden gelenlerin öldürülmesi konusunda da peş peşe:

“Melekler, inkar edenlerin yüzlerine ve sırtlarına vurarak, «Yakıcı azabı tadın, bu, kendi ellerinizle yaptığınızın karşılığıdır» diyerek canlarını alırken bir görseydin! Yoksa Allah kullara asla zulmetmez... Eğer bir topluluğun anlaşmaya hıyanet etmesinden korkarsan, sen de onlara karşı anlaşmayı bozarak aynı şekilde davran. Doğrusu Allah hainleri sevmez" âyetlerini indirdi.

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Süfyân'ın Şam'dan dönüşe geçtiği haberini alınca Müslümanları:

“Kureyş'in mallarını taşıyan kervan geliyor. Kervana doğru çıkın, belki Yüce Allah size ganimet ihsan eder" buyurarak hazırlanmalarını istedi. Bunun üzerine Müslümanlar hazırlanmaya başladılar. Müslümanlardan bazıları Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bir savaşa girmeyeceğini düşündükleri için hazırlığını yavaştan alırken, kimisi de hızlıca hazırlandı. Ebû Süfyân da Hicâz bölgesine yetiştiği zaman olası bir durumla karşılaşmamak için karşılaştığı yolculara bölgenin durumu konusunda sorular sorar, bilgi alırdı.

Bu şekilde soruştururken bazı yolculardan Muhammed ile ashabının kervanı karşılamak üzere harekete geçtiği haberini aldı. Ebû Süfyân önlemini almak için Damdam b. Amr el-Ğifârî'yi kiralayıp Mekke'ye gönderdi. Muhammed ile ashabının kervanı ele geçirmek için herakete geçtiğini, onların da mallarına sahip çıkmak için derhal harekete geçmelerini söylemesini istedi. Damdam hızlıca Mekke'ye doğru yola çıktı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yola çıkıp Zefirân adında vadiye kadar ulaştı. Oradayken Kureyşlilerin kervanı kurtarmak için Mekke'den yola çıktıkları haberini aldı. Konuyu Müslümanlara danışınca Ebû Bekr savaş konusunda olumlu ve güzel şeyler söyledi. Ömer de kalkıp aynı şekilde güzel sözler söyledi. Mikdâd b. Amr da kalkıp şöyle dedi:

Resûlallah! Yüce Allah'ın sana emrettiği şeyi yap, biz seninle olacağız. Vallahi İsrâil oğullarının Mûsa'ya: «Sen ve Rabbin gidin savaşın! Biz burada sizleri bekleyeceğiz» demesi gibi demeyiz. Aksine biz: «Sen ve Rabbin gidip savaşın! Biz de sizinle birlikte savaşacağız!» diyoruz. Seni hakla gönderene yemin olsun ki Berku'l-Ğimâd'a kadar gitsen bile biz yine seninle gideriz." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de Mikdâd'a hayrlı şeyler söyledi ve ona dua etti.

Ardından Sa'd b. Muâz da kalkıp şöyle dedi:

“Şayet şu denize dönüp bineğini oraya sürsen biz de peşinde denize dalarız ve içimizden bir kişi dahi bundan geri durmaz. Yarın düşmanımızla karşılaşmanı istemiyor değiliz. Zira biz savaşçı bir milletiz ve savaş meydanını terk etmeyiz. Umulur ki Yüce Allah bizden yana seni mutlu edecek şeyler gösterir. Allah'ın da bereketiyle bizi dilediğin yere götür!" Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Sa'd'ın bu sözleri üzerine mutlu oldu, moral buldu ve:

“Yola düşün ve sevinin! Yüce Allah bana iki topluluktan birini vaat etti. Vallahi müşriklerin ölü düşeceği yeri şimdiden görür gibiyim" buyurdu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Hani Allah size iki topluluktan birini, o sizindir diye vaat ediyordu..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Mekkelilere ait kervan Şam'dan dönüşe geçince Müslümanların bundan haberi oldu. Kervanı ele geçirmek üzere Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte yola çıktılar. Mekkeliler Müslümanların bu niyetle çıktığını iğrenince Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabı onu ele geçirmeden önce kurtarmak için aceleyle yola düştüler. Şam'dan dönen kervan Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yetişmeden arayı açtı. Yüce Allah da Müslümanlara kervan veya Mekkeli müşrikler olmak üzere iki topluluktan birini vaat etmişti. Güçlerine güç katacağı ve ganimet elde edecekleri için Müslümanlar kervanla karşılaşmayı daha çok istemişlerdi. Ancak kervan geçince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklerle savaşmak üzere yolunu değiştirdi. Bu değişiklik Müşriklerin silah gücünü bilen Müslümanların pek hoşuna gitmedi.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklerle su kuyularının arasında kalan bir kum tepesinin yanında konakladı. Burada Müslümanların içine zayıflık korkusu düştü. Şeytan da kalplerine:

“Allah'ın dostları olduğunuzu, Allah Resulünün aranızda bulunduğunu söylüyorsunuz, ancak müşrikler sizden önce su kuyularına vardı. Sizler ise cünüp bir şekilde namazlarınızı kılıyorsunuz" şeklinde vesveseler verdi. Ancak Yüce Allah o günü sağanak bir yağmur gönderdi. Bu yağmurla su ihtiyaçlarını giderip temizlendiler. Yüce Allah içlerinden şeytanın verdiği vesveseleri de temizledi. Yağmuru yiyen kumlar da yürümek için daha uygun bir hale geldi. Bu şekilde Müslümanlar kimi deve üzerinde, kimi de yürüyerek müşriklerin karşısına çıktılar. Bu savaşta Yüce Allah, Peygamberine yardım olarak bin melek gönderdi. Cebrâil ile Mikâil, her birinin emrinde beşyüz melek olacak şekilde Müslümanların ordusunun sağ ve sol kanatlarında yerlerini aldılar. İblis de elinde sancağı şeytanlardan oluşan ordusuyla müşriklerin yardımına geldi. Şeytanlar Mü.dlic oğullarından adamların suretinde İblis de Surâka b. Mâlik b. Cu'şum'un suretinde idi. İblis, müşriklere Yüce Allah'ın da bildirdiği gibi:

“...Bugün insanlardan sizi yenecek kimse yoktur; doğrusu ben de size yardımcıyım..." dedi.

Müşrikler savaş için saf düzenine girince Ebû Cehil:

“Allahım! İçimizden kim hakka daha yakın ise ona yardım et" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ellerini kaldırıp:

“Rabbim! Bu topluluk yok olutsa yeryüzünde artık sana kimseler ibadet etmez" diye dua etti. Cebrâil öna:

“Bir avuç toprak al ve müşriklerin yüzlerine doğru savur" deyince, Allah Resûlü aldığı bir avuç toprağı müşriklerin yüzlerine doğru savurdu. Müşriklerden gözü, burnu ve ağzı toprakla dolmayan kimse kalmadı. Ardından kaçmaya başladılar. Cebrâil de İblis'in yanına geldi. Müşriklerden birinin kolundan tutmuştu. Cebrail'i görünce adamın kolunu bırakıp ordusuyla birlikte kaçmaya başladı. Kolu bırakılan adam da arkasından:

“Ey Surâka! Hani sen bizim yardımcımızdın!" diye seslendi. İblis de Yüce Allah'ın bildirdiği gibi:

“...Benim sizinle ilgim yok; doğrusu sizin görmediğinizi ben görüyorum ve şüphesiz Allah'tan korkuyorum, Allah'ın azabı şiddetlidir" karşılığını verdi. Gördüğü şey de meleklerdi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“Hani Allah size iki topluluktan birini, o sizindir diye vaat ediyordu..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“İki topluluktan biri Şam'dan kervanla dönen Ebû Süfyân'dır. Diğer topluluk da Mekke'den yola çıkan Ebû Cehil b. Hişâm ile yanındakilerdir. Müslümanlar savaşmayı istememiş bunun yerine kervanı ele geçirmeyi istemişlerdir. Ancak Yüce Allah'ın dilediği gerçekleşti."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Siz de güçsüz olanın sizin olmasını istiyordunuz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Güçsüz olan topluluk Ebû Süfyân'ın kervanıdır. Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı savaşın olmamasını ve kervanın ellerine geçmesini istemişlerdi."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini:

“Kafirlerin düşmanlığını bitirmek istiyordu" şeklinde açıklamıştır.

Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Bedir savaşı sonrası Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kervanın peşinden gidelim, zira korumaları kalmadı" denilince, esirler içinde bağlı duran Abbâs:

“Bunu yapman doğru olmaz" diye seslendi. Allah Resûlü:

“Neden?" diye sorunca, Abbâs:

“Çünkü Allah sana iki topluluktan birini vaat etti. Vaat ettiğini de verdi" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Doğru söyledin" buyurdu.

8 ﴿