TEVBE (BERÂE) SÛRESİ

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Tevbe Sûresi, Mekke'nin fethinden sonra nazil oldu" demiştir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Tevbe Sûresi, Medine'de nazil oldu" demiştir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. ez-Zübeyr:

“Tevbe Sûresi, Medine'de nazil oldu" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“Medine'de nazil olan sûrelerden biri de Tevbe Sûresi'dir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Ebî Dâvud, Mesâhif de, İbnu'l-Enbârî, Mesâhif de, İbnu'l-Münzir, Nehhâs, Nâsih'de, İbn Hibbân, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de İbn Abbâs'tan bildirir: Osman b. Affân'a:

“Mesânî sûrelerden olan Enfâl Sûresi ile yüz âyetli sûrelerden olan Tevbe Sûresi'ni birleştirmeye, ancak aralarında Besmele'yi yazmamanıza ve ikisini de yedi uzun sûrenin arasına koymanıza sebep nedir? Neden böyle yaptınız?" diye sorduğumda, Osmân şöyle dedi:

Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bazı zamanlarda birçok sûre birden nazil olurdu. Kendisine bir şey nazil olduğu zaman da vahiy katipliğini yapanlardan bazılarını çağırır ve:

“Bu âyetleri, şu şu konudan bahseden sûrenin içine koyun" buyururdu. Kendisine âyet nazil olduğunda da:

“Bu âyeti, şu şu konudan bahseden sûrenin içine koyun" buyururdu. Enfâl Sûresi, Medine'de ilk inen sûrelerdendi. Tevbe Sûresi ise Kur'ân'da son olarak inen sûrelerdendi. Konusu da Enfâl Sûresi'nin konusuna benziyordu. Bunun içindir ki ben Tevbe Sûresi'ni Enfâl Sûresi'nden bir parça olarak düşündüm. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de vefat ettiğinde Tevbe Sûresi'nin Enfâl Sûresi'nden olup olmadığını açıklamamıştı. Bunun için bu iki sûreyi birleştirdim, ancak araya Besmele yazmadım. Sonra onu yedi uzun sûre arasına koydum."

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Nesâî, İbnu'd-Durays, İbnu'l-Münzir, Nehhâs, Nâsih'de, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Berâ'dan bildirir: Kur'ân'da son nazil olan âyet:

“Senden fetva isterler. De ki:

“Allah, babası ve çocuğu olmayan kimsenin mirası hakkındaki hükmü şöyle açıklıyor..." âyetidir. Bütün olarak nazil olan son sûre de Tevbe Sûresi'dir.

Ebu'ş-Şeyh, Ebû Recâ'dan bildirir: Hasan(-ı Basrî)'ye Enfâl ile Tevbe sûrelerinin tek bir sûre mi, yoksa ayrı ayrı sûreler mi öldüğünü sorduğumda:

“Her biri ayrı bir sûredir" dedi.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Ravk:

“Enfâl Sûresi ile Tevbe Sûresi tek bir sûredir" demiştir.

Nehhâs, Nâsih'de Osmân b. Âffân'dan bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında Enfâl Sûresi ile Tevbe Sûresi "Karîneteyn" olarak isimlendirilirlerdi. Bundan dolayı bu iki sûreyi yedi uzun sûrenin arasına koydum."

Dârakutnî, Efrâd'ÖB As'as b. Selâme'den bildirir: Hazret-iOsmân'a:

“Ey müminlerin emiri! Neden Enfâl Sûresi ile Tevbe Sûresi arasında Besmele yok" dediğimde şu karşılığı verdi:

“Bir sûrenin âyetleri nazil olduğu zaman bu âyetler yazılırdı. Besmele nazil olunca da bir diğer sûreye geçilirdi. Fakat Enfâl Sûresi'nin âyetleri nazil olmaya başlayınca Tevbe Sûresi'nin âyetleri bitene kadar Besmele nazil olmadı. Ondandır ikisi arasında Besmele yazılmadı."

Taberânî, el-Evsafta Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Münâfık olan biri; Hûd, Tevbe (Berâe), Yâsîn, Duhân ve Nebe sûrelerine riayet edemez" buyurmuştur.

Ebû Ubeyd, Saîd b. Mansûr, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, Şuab'da Ebû Atiyye el- Hemdânî'den bildirir: Ömer b. el-Hattâb:

“Tevbe Sûresi'ni öğrenin ve kadınlarınıza da Nûr Sûresi'ni öğretin" şeklinde bir ferman yazdı.

İbn Ebî Şeybe, Taberânî, M.el-Evsafta, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve İbn Merdûye, Huzeyfe'den bildirir:

“Tevbe Sûresi diye isimlendirdiğiniz sûre aslında Azâb Sûresi'dir. Vallahi bu sûre dokunmadık tek bir kişi bile bırakmamıştır. Şu anda sizin bu sûreden okuduğunuz âyetler, zamanında bizim bu sûreden okuduklarımızın ancak dörtte biri kadardır."

Ebû Ubeyd, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Huzeyfe:

“Tevbe Sûresi diye isimlendirdiğiniz sûre aslında Azâb Sûresi'dir" demiştir.

Ebû Ubeyd, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: İbn Abbâs'a:

“Tevbe Sûresi" dediğimde şu karşılığı verdi:

“Tevbe mi? Bilakis bu sûre "Fâdiha (ifşa eden)" süresidir. Sûrede o kadar çok "Ve minhum (bazıları da...)" ifadesi kullanılıyordu ki içimizden ismi sûrede geçmeyecek kimsenin kalmayacağını düşünmeye başladık."

Ebû Avâne, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-iÖmer'e Tevbe Sûresi zikredilince:

“Tevbe mi? Aksine Azâp sûresi demek daha uygundur. Zira insanlardan zikretmediği tek bir sınıf kalmayıncaya kadar inip durdu" dedi.

Ebu'ş-Şeyh'in İkrime'den bildirdiğine göre Hazret-iÖmer şöyle demiştir:

“Tevbe Sûresi'nin inişi o kadar sürdü ki içimizden zikretmedik tek bir kişi dahi bırakmayacak diye düşünmeye başladık. Bu yüzden bu sûreye "Fâdiha (ifşa eden)" sûresi de denilirdi."

Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Zeyd b. Eslem'den bildirir: Adamın biri Abdullah b. Ömer'e Tevbe Sûresi'ni sorunca, İbn Ömer:

“Tevbe Sûresi de hangisi oluyor?" dedi. Adam:

“Berâe Sûresi" karşılığını verince de İbn Ömer şöyle dedi:

“İnsanlara o kadar şeyi yapan bu sûreden başkası mıdır ki? Bu süreyi kendi aramızda "Mukaşkişe" olarak isimlendirirdik."

Ebu'ş-Şeyh, Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr'den bildirir:

“Berâe Sûresi "el- Munakkira" olarak isimledirilirdi. Zira müşriklerin kalplerinden ne var ne yoksa ortaya çıkarmıştır."

İbnu'd-Durays ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Huzeyfe:

“Sizler şu an asıl Tevbe Sûresi'nin sadece üçte birini okuyorsunuz" demiştir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'yd:

“Buna Tevbe Sûresi diyorlar, ancak bu sûre Azâp süresidir" demiştir.

İbnu'l-Münzir, Muhammed b. İshâk'tan bildirir:

“İnsanların içindekilerini ortaya çıkarıp ifşa ettiği için Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında Tevbe Sûresi "el-Mube'sira" şeklinde isimlendirilirdi."

Saîd b. Mansûr, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de Ebû Zer'den bildirir: Bir Cuma günü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbe verirken Mescid'e girdim ve Ubey b. Ka'b'a yakın bir yere oturdum. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Berâe Sûresi'ni okuyunca Ubey'ye:

“Bu sûre ne zaman nazil oldu?" dedim. Ancak Ubey benimle konuşmadı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) namazı bitirince, Ubey'ye:

“Sana bir soru sordum, ancak sen surat yaptın ve benimle konuşmadın" dedim. Ubey:

“Kıldığın namazdan sana boş konuşmandan başka bir şey kalmadı" karşılığını verdi. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip bu durumu anlattığımda:

“Ubey doğru söylemiş" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Şa'bî'den bildirir: Ebû Zer ile Zübeyr b. el-Avvâm bir Cuma gününde Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) minber üzerinde bir âyet okuduğunu duydular. Bunun üzerine Zübeyr, Ömer'e:

“Bu âyet ne zaman nazil oldu?" diye sordu. Namazlarını bitirince de Ömer, Zübeyr'e:

“Cuma'dan bir şey elde edemedin" dedi. Zübeyr gidip bunu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) anlatınca:

“Ömer doğru söylemiş" buyurdu.

Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Tevbe Sûresi nazil olduğunda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanlarla iyi geçinip onları idare etmek üzere gönderildim" buyurdu.

Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûyeh'ten bildirir: Ali b. Ebî Tâlib'e:

“Tevbe Sûresi'ne neden Besmele yazılmadı?" diye sorduğumda:

“Çünkü Besmele demek güven ve emân demektir. Oysa Tevbe Sûresi kılıçla inen bir sûredir" dedi.

1

Bkz. Ayet:2

2

Bu, Allah’dan ve Rasûlünden, kendileriyle andlaşma yaptığınız (ve bu andlaşmayı bozmuş bulunan) müşriklere, kesin olarak münasebetlerin kesiliş bildirisidir:

Ey müşrikler! Bundan böyle yeryüzünde dört ay serbestçe dolaşın. Şunu da biliniz ki, siz, Allah’ı âciz bırakacak değilsiniz. Allah mutlaka kâfirleri (dünya ve âhirette) rüsvay edecektir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Allah ve Resûlünden, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere kesin bir uyarıdır" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu uyarı kendileriyle anlaşma yapılmış olan Huzaa, Müdlic ve diğer kabileleredir. Tebûk seferi sonrası Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) döndüğünde o yıl hac yapmak istedi. Ancak:

“Müşrikler de çıplak bir şekilde gelip Kabe'yi tavaf ediyorlar. Bu durum da ortadan kalkmadan hac yapmak istemiyorum" dedi. Bu âyetin nüzulünden sonra Allah Resûlü, hac mevsiminde Ebû Bekr ile Ali'yi herkesin ticaret yaptığı Zül-Mecâz çarşısı ile ticaret yaptıkları diğer yerlere gönderdi. Ebû Bekr ile Ali buralarda bulunan bütün kabileleri dolaştılar ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile anlaşması bulunanların haram aylar olan dört ay boyunca güven içinde bu anlaşmalarının şartlarına göre dolaşabileceklerini söylediler. Bu süre de Zilhicce ayının onundan başlayıp Rabîulâhir ayının onuna kadar devam ediyordu. Bu süre sonunda da aradaki anlaşmalar bitecekti. Aynı şekilde Müslüman olana veya ölene kadar diğer tüm insanlarla savaşma izni verildi.

Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, Müsned'in zevaidi olarak, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Hazret-i Ali'den bildirir: Tevbe Sûresi'nin ilk on âyeti Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) nazil olduğunda bu âyetleri Mekke ahalisine okumak için Ebû Bekr'e verdi. Daha sonra beni çağırdı ve:

“Ebû Bekr'e yetişi Ona yetiştiğin yerde kendisinde bulunan, âyetlerin yazılı olduğu mektubu al ve onu Mekke ahalisine sen oku" buyurdu. Ebû Bekr'e yetişip mektubu aldım, Ebû Bekr de Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına döndü ve:

Resûlallah! Benim hakkımda bir şey mi nazil oldu?" diye sordu. Allah Resûlü şu karşılığı verdi:

"Hayır! Ama Cebrâil yanıma geldi ve: «Mesajı ya sen ya da senden biri olan biri yerine ulaştırabilir» dedi."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Tirmizî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Enes'ten bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Tevbe Sûresi'ni Mekke ahalisine okumak üzere Ebû Bekr'i göndermişti. Ancak sonradan onu geri çağırdı ve:

“Bunu ancak benim Ehli beyt'imden biri ulaştırıp tebliğ edebilir" buyurdu. Sonrasında Ali'yi çağırdı. Okumak üzere de sûreyi ona verdi.

İbn Merdûye, Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Tevbe Sûresi'ni Mekke ahalisine okumak üzere Ebû Bekr'i göndermişti. Hemen peşinden de'Âli'yi gönderdi. Ali ona yetişince sûreyi ondan aldı. Bu durum Ebû Bekr'in ağırına gidince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“Ey Ebû Bekr! Bu görevi ya ben ya da benden olan biri ifa edip yerine getirebilir" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim, Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Ali'yi Mekke ahalisine dört şeyi bildirmek üzere gönderdi. Bunlar da: Bundan sonra Kâbe çıplak olarak tavaf edilmeyecek. Bu yıldan sonra Müslümanlar ile müşrikler (hac mevsiminde) bir arada olmayacak. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile aralarında anlaşma bulunanlar konusunda, süresi bitene kadar anlaşmanın şartlarına bağlı kalınacak. Bundan sonrasında Yüce Allah ile Resûlü müşriklerden berîdir."

Ahmed, Nesâî, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Tevbe Sûresi'ni Mekke ahalisine; okumak üzere Hazret-i Ali'yi gönderdiği zaman ben de onunla beraberdim. Gitiğimizde de yaptığımız ilan şuydu: Cennete ancak mümin olanlar girecektir. Kâbe çıplak olarak tavaf edilmeyecek. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile aralarında anlaşma bulunanlar konusunda, bu anlaşmanın bitme süresi dört aydır. Bu dört ayın bitiminden sonra artık Yüce Allah ve Resûlü müşriklerden berîdir. Bu yıldan sonra da hiçbir müşrik Kabe'yi tavaf edemeyecektir."

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Saîd b. el-Müseyyeb vasıtasıyla Ebû Hureyre'den bildirir:

“Ebû Bekr, hac emiri olduğu zaman Mekke ahalisine Tevbe Sûresi'ni okuyup içindekileri ilan etmemi söyledi. Ancak Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sonradan peşimizden Ali'yi gönderdi ve sûreyi kendisinin okumasını emretti. Ebû Bekr de yine hac emiri olarak kaldı."

İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Tevbe Sûresi'ni Mekke ahalisine okuyup bildirmek üzere Ebû Bekr'i gönderdi. Sonradan bu görevi yapmak üzere onun peşinden Ali'yi gönderdi. Ebû Bekr:

“Ey Ali! Herhalde Allah ve Resûlü bana kızdılar" deyince, Ali:

“Hayır! Ancak Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunu benim adıma ancak benim Ehli bey fimden biri ulaştırıp tebliğ edebilir" buyurdu" karşılığını verdi.

İbn Merdûye, İbn Ömer'den bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hac emiri olarak Ebû Bekr'i görevlendirdi. Sonra onun peşinden Tevbe Sûresi'ni okumak üzere Ali'yi gönderdi. Diğer yıl kendisi hacca gitti. Bir sonraki yıl da vefat etti. Allah Resûlü vefat edip Ebû Bekr halife olunca ilk yıl hac emiri olarak Ömer'i görevlendirdi. Bir sonraki yıl da kendisi hacca gitti. Ebû Bekr vefat edip Ömer halife olunca ilk yıl Abdurrahman b. Avf'ı hac emiri olarak görevlendirdi. Sonraki yıllarda da vefat edene kadar hacca bizzat kendisi katılıp emirlik yaptı. Ömer vefat edip Osman halife olunca ilk yıl Abdurrahman b. Avf'ı hac emiri olarak görevlendirdi. Diğer yıllarda ise öldürülene kadar hacca bizzat kendisi emirlik yaptı."

İbn Hibbân ve İbn Merdûye, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendi adına Mekke ahalisine Tevbe Sûresi'ni okuyup içindekileri ilan etmek üzere Ebû Bekr'i gönderdi. Ancak daha sonra Ali'yi çağırdı ve:

“Ey Ali! Benim adıma bu görevi ancak sen ifa edebilirsin" buyurdu. Sonra onu kendi devesi Adbâ'ya bindirip Ebû Bekrin peşinden gönderdi. Ali, Ebû Bekr'e yetişip Tevbe Sûresi'ni ondan aldı. Ebû Bekr kendisi hakkında bir vahiy nazil oldu çekincesiyle Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

Resûlallah! Benden yana bir şey mi oldu?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hayırdan başka bir şey olmadı. Sen ki benim kardeşim ve mağara arkadaşımsın. Cennetteki havuzda da yanımda olacaksın. Ancak böylesi bir tebliği ya ben ya da benden olan biri yapabilir" karşılığını verdi.

İbn Merdûye, Ebû Râfi'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hac mevsiminde orada bulunan herkese okunmak üzere Tebve Sûresi'ni Ebû Bekr ile gönderdi. Ancak Cebrâil gelip:

“Böylesi bir görevi ancak sen veya senden olan biri ifa edebilir" deyince Allah Resûlü, Ebû Bekr'in peşinden Ali'yi gönderdi. Ali, Mekke ile Medine arasında bir yerde Ebû Bekr'e yetişti. Tevbe Sûresi'ni ondan aldı ve hac mevsiminde bulunan herkese onu okuyup bildirdi.

Buhârî, Müslim, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de Ebû Hureyre'den bildirir:

“Söz konusu hac mevsiminde Ebû Bekr, Tebve Sûresi'ni okuyup içindekileri ilan etmek üzere gönderdiği kişiler arasında ben de vardım. Bize verilen emre göre Kurban gününde Minâ'da bunu okuyacak ve bu yıldan sonra müşriklerin hac edemeyeceklerini, Kabe'nin de çıplak olarak artık tavaf edilemeyeceğini bildirecektik. Ancak sonradan Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu iş için Ali b. Ebî Tâlib'i gönderdi. Ali de bizimle birlikte Kurban günü Mînâ'da bulunanlara Tevbe Sûresi'ni okudu ve bu yıldan sonra müşriklerin hac edemeyeceklerini, Kabe'nin de çıplak olarak artık tavaf edilemeyeceğini bildirdi."

Tirmizî, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr'i hac emiri olarak gönderdi ve Mekke ahalisine söz konusu sözleri bildirmesini istedi. Ancak daha sonra peşinden Ali'yi yolladı ve o cümleleri kendisinin bildirmesini söyledi. Ebû Bekr ile Ali bu şekilde gidip haclarını yaptılar. Teşrîk günlerinde Ali kalktı ve oradakilere şöyle seslendi:

“Yüce Allah ve Resûlü müşriklerden beridir. Bu andan itibaren dört ay boyunca dilediğiniz gibi gezin dolaşın. Ancak bu yıldan sonra hiçbir müşrik hac edemeyecek ve hiç kimse Kâbe'yi çıplak olarak tavaf edemeyecektir. Cennete de ancak mümin olanlar girebilecektir." Bu ilanı bu şekilde Ali yapıyordu. Yorulduğu zaman ise Ebû Bekr kalkıp aynı şeyleri dile getiriyordu.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Tirmizî, İbnu'l-Münzir, Nehhâs, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de Zeyd b. Yusey'den bildirir: Hazret-i Ali'ye:

“Hac mevsiminde Ebû Bekr'le hangi şeyleri bildirmek üzere gönderildin?" diye sorduğumuzda şu karşılığı verdi:

“Şu dört şeyi bildirmek üzere gönderildim: Cennete ancak mümin olanlar girebilecek. Hiç kimse Kabe'yi çıplak olarak tavaf edemeyecek. Bu yıldan sonra Mescid-i Haram'da mümin ile müşrikler bir arada bulanmayacak. Kimin Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile arasında anlaşma varsa müddeti bitene kadar anlaşma şartlarına bağlı kalınacak. Anlaşması olmayanlar için de tanınan süre dört aydır."

İshâk b. Râhuye, Dârimî, Nesâî, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de Câbir'den bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hac emiri olarak Ebû Bekr'i gönderdi. Daha sonra peşinde Ali'yi Tevbe Sûresi'yle gönderdi. Ali hacda vakfe yapılan yerlerde bu sûreyi sonuna kadar okuyup herkese bildirdi."

Beyhakî, Delâil'de Urve'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hicretin dokuzuncu yılında Ebû Bekr'i hac emiri olarak gönderdi ve yanında açıklaması için haccın sünnetlerini de yazıp verdi. Ali'ye de Tevbe Sûresi'nin bazı âyetlerini verdi ve Mekke'de, Minâ'da, Arafat'ta, Meş'ar'in tümünde:

“Yüce Allah'ın zimmeti ile Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) zimmeti bu yıldan sonra hacceden veya Kâbe'yi çıplak olarak tavaf eden tüm müşriklerin üzerinden kalkmıştır. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile aralarında anlaşması olanlara dört aylık süre tanınmıştır ve bu süre sonunda anlaşmalar geçersiz sayılacaktır" açıklamasını yapmasını istedi. Bu emri üzerine de Ali söz konusu yerlerde bineği üzerinde dolaşarak Tevbe Sûresi'nin ilk âyetlerini okudu. Aynı şekilde:

“Ey Adem oğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin; yiyin için fakat israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez" âyetini de okudu.

Ebu'ş-Şeyh, Hazret-i Ali'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni Tevbe Sûresi'yle Yemen'e gönderdi. Kendisine:

Resûlallah! Henüz bu genç yaşıma rağmen beni Yemen'e kadı olarak mı gönderiyorsun? Orada hüküm vermem için bana soru soracaklar ancak nasıl cevap vereceğimi bilemeyeceğim" dediğimde:

“Bu iş için ya sen gideceksin ya ben gitmek zorunda kalacağım" karşılığını verdi. "Şayet gidilmesi zorunlu ise ben giderim" dediğimde:

“Yola çık! Yüce Allah dilini sağlam kılacak, kalbini de doğru olana yönlendirecektir" buyurdu. Sonra:

“Git ve bu sûreyi oradaki insanlara oku" buyurdu.

İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Allah ve Resûlünden, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere kesin bir uyarıdır" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile anlaşma yapmış olanlara dört ay boyunca diledikleri gibi dolaşma izni verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile aralarında anlaşma olmayanlara da Kurban bayramı gününden başlamak üzere Muharrem ayının bitimine kadar yani elli günlük bir mühlet tanıdı. Bu haram ayların bitiminden sonra da anlaşmalı olduğu kişiler Müslüman olmadığı taktirde aralarına kılıcı koymasını Allah Resûlü'ne emretti. Zira bu sürenin bitiminden sonra artık aradaki anlaşma ile konulan şartların hiçbir geçerliliğinin olmayacağını açıkça bildirdi." "Yalnız, andlaşma hükümlerinde size karşı bir eksiklik yapmayan ve aleyhinizde kimseye yardım etmeyen müşriklerle yaptığınız andlaşmaya sonuna kadar riayet edin" âyetini açıklarken de:

“Bunlardan kasıt Mekke ahalisidir" demiştir.

Nehhâs, Nâsih'de İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bazı topluluklarla antlaşmalar yapmıştı. Yüce Allah bu âyetlerle Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) antlaşma yaptığı kişilere dört ay boyunca süre tanımasını emretti. Bu süre içinde de antlaşması olanlar diledikleri gibi dolaşabilecekler ancak dört ay sonrasında aradaki antlaşmanın herhangi bir geçerliliği kalmayacaktı. Bunun yanında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile antlaşması olmayan topluluklar da vardı. Bunlara da Zilhicce ayının onundan başlamak üzere Muharrem ayı bitene kadar elli günlük bir sure tanındı. "Haram aylar çıkınca bu Allah'a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün..." âyeti de bunu anlatmaktadır. Bu âyetten sonra da Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklerle herhangi bir antlaşma yapmamıştır.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken:

“Yüce Allah'ın da belirttiği gibi Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlarla yaptığı antlaşmalardan berî olduğunu ifade etmiştir" dedi.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Nehhâs'ın bildirdiğine göre Zührî:

“Yeryüzünde dört ay daha dolaşın..." âyetini açıklarken:

“Şevvâl ayında nazil oldu. Buna göre söz konusu bu dört ay Şevvâl, Zilka'de, Zilhicce ve Muharrem aylarıdır" demiştir.

3

"Hacc-ı ekber gününde, Allah ve Resûlünden bütün insanlara bir bildiridir: Allah ve Resûlü, Allah'a ortak koşanlardan uzaktır. Eğer tövbe ederseniz, bu sizin için hayırlıdır. Ama yüz çevirirseniz, şunu İyi bilin ki, siz Allah'ı âciz bırakabilecek değilsiniz. İnkârcılara, elem dolu bir azabı müjdele!"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) âyetini:

“Yüce Allah ve Resûlünden bir bildiri, bir ilandır" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim, Hakîm b. Humeyd'den bildirir: Ali b. Hüseyn bana:

“Ali'nin Allah'ın Kitâb'ında bir ismi var ancak siz onu bilmiyorsunuz" dedi. "Nedir bu isim?" diye sorduğumda da şu karşılığı verdi:

“Yüce Allah'ın: (.....) âyetini duymuyor musun? Vallahi buradaki Âzân işte Ali'dir."

Tirmizî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Hazret-i Ali'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Hacc-ı ekber'in hangi gün olduğunu sorduğumda:

"Kurban (bayramının birinci) günüdür" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Tirmizî ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali:

“Hacc-ı ekber günü Kurban bayramının birinci günüdür" demiştir.

İbn Merdûye zayıf bir senedle Hazret-i Ali'den bildirir:

“Dört şeyi bizzat Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) öğrendim. Birincisi orta namazın ikindi namazı olduğudur. İkincisi Hacc-ı ekber'in Kurban bayramının birinci günü olduğudur. Üçüncüsü, secdenin ardından tesbih etme'nin akşam namazının farzından sonra kılınan iki rekatlık sünnet namazı olduğudur. Dördüncüsü de yıldızların batışından sonra tesbih etme'nin sabah namazının farzından önce kılınan iki rekat sünnet namazı olduğudur."

Tirmizî ve İbn Merdûye, Amr b. el-Ahvas'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte Vedâ haccında bulundum. Allah Resûlü, Allah'a hamdu senâ etti, uyarı ve nasihatlerde bulundu. Sonrasında:

“En mukaddes gün hangisidir? En mukaddes gün hangisidir? En mukaddes gün hangisidir?" diye sordu. İnsanlar:

Resûlallah! Hacc-ı ekber günüdür" karşılığını verdiler.

Ebû Dâvud, Nesâî ve Hâkim'in Abdullah b. Kurt'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah katında en değerli gün, Kurban (bayramı) günüdür. Daha sonra ise Karr günü'dür" buyurmuştur.

İbn Merdûye, İbn Ebî Evfâ'dan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Kurban bayramının birinci gününde:

“Bugün hacc-ı ekber günüdür" buyurdu.

Buhârî muallak olarak, Ebû Dâvud, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym, Hilye'de İbn Ömer'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Veda haccını ifa ederken Kurban bayramının ilk günü cemreler arasında durdu ve:

“Bugün hangi gündür?" diye sordu. Ashab:

“Kurban (bayramı) günü" dediklerinde, Allah Resûlü:

“Bugün Hacc-ı ekber günüdür" buyurdu.

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirir: Ebû Bekr, Kurban günü Minâ'da:

“Bu yıldan itibaren hiçbir müşrik hac yapamayacak ve çıplak olarak tavaf edemeyecek" diye ilan edecek kişiler arasında beni de gönderdi. Hacc-ı ekber (Büyük hac) günü Kurban günüdür. Hacc-ı ekber denmesinin sebebi de insanların (umreye) Hacc-ı asğar (Küçük hac) demeleridir. O yıl Ebû Bekr'in yaptığı bu ilanla birlikte diğer sene, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) katıldığı Veda haccına hiçbir müşrik katılmadı. Bu konuda Yüce Allah da:

“Ey iman edenler! Allah'a ortak koşanlar ancak bir pislikten ibarettir..." âyetini indirdi.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Hacc-ı ekber, Kurban (bayramının birinci) günüdür" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muğîre b. Şu'be Kurban bayramının birinci günü bir hutbe verdi ve:

“Kurban bayramı günü Hacc-ı ekber günüdür" dedi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Cuheyfe:

“Hacc-ı ekber, Kurban (bayramının birinci) günüdür" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Saîd b. Mansûr:

“Hacc-ı ekber, Kurban (bayramının birinci) günüdür" demiştir.

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Abdullah b. Ebî Evfâ'dan bildirir:

“Hacc-ı ekber Kurban (bayramının birinci) günüdür. Bu günde tıraş olunur, kurban kesilir ve daha önce haram olanlar helal olur."

Taberânî ve İbn Merdûye'nin Semure'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hacc-ı ekber; Ebû Bekr'in emirliğinde gerçekleştirilen haçtır" buyurmuştur.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Semure:

“Hacc-ı ekber gününde.." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Müslümanlar ile müşriklerin üç günde, Yahudi ile Hıristiyanların da diğer üç günde haccı ifa ettikleri yıldır. Bu şekilde müslümanların ile müşriklerin ve Yahudi ile Hıristiyanların haccı aynı altı güne denk gelmiştir."

İbn Ebî Şeybe, İbn Avn'dan bildirir: Muhammed b.Sîrin'e Hacc-ı ekber'i sorduğumda:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) haccı ile diğer dinlerden olanlarının haclarının aynı zamana denk geldiği yıldır" dedi.

Taberânî, Semure b. Cündüb'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke fethedildiği zaman şöyle buyurdu:

“Bu yıl Hacc-ı ekber yılıdır. Bu yılda müslümanlar ile müşriklerin hac günleri peşpeşe oları üç güne denk geldi. Yahudi ,ile Hıristiyanların hac günleri de peşpeşe olan üç güne denk geldi. Bu şekilde Müslümanların, müşriklerin, Yahudilerin ve Hıristiyanların hac günleri peşpeşe olan altı güne denk geldi. Gökler ve yerler yaratıldığından beri de bu yılda olduğu gibi hepsi aynı zamana denk gelmedi. Kıyamet kopana kadar de bir daha aynı zamana denk gelmez. "

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî)'ye Hacc-ı ekber konusu sorulunca şöyle dedi:

“Sizin Hacc-ı ekber'le ne işiniz var ki? O hac, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) tayin etmesiyle Ebû Bekr'in emirliğinde ifa edilen bir haçtı. O hac mevsiminde Müslümanlar ile müşriklerin hacları aynı günlere denk gelmişti. Bunun içindir ki Hacc-ı ekber (büyük hac) olarak isimlendirildi. Aynı şekilde Yahudi ile Hıristiyanların hac günlerine denk gelmişti."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb:

“Hacc-ı ekber Kurban bayramının ikinci günüdür. O günde imamın hutbe verdiğini görmez misin?" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Misver b. Mahreme'den bildirir: Arafe gününde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bugün Hacc-ı ekber günüdür" buyurdu.

İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb:

“Hacc-ı ekber günü Arafe günüdür" demiştir.

İbn Cerîr, Ebu's-Sahbâ el-Bekrî'den bildirir: Ali b. Ebî Tâlib'e Hacc-ı ekber gününün hangi gün olduğunu sorduğumda:

“Arafe günüdür" dedi.

Ebû Ubeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildirir: Arafe günü Hacc-ı ekber günüdür. Övünme günüdür. Zira Yüce Allah, meleklerine karşı yeryüzündeki insanlarla övünür ve:

“Üst başlan dağınık ve tozlu bir şekilde nasıl da huzuruma gelmişler. Beni görmedikleri halde nasıl da bana iman etmişler. İzzetime andolsun ki ben de onları bağışlayacağım" buyurur.

İbn Cerîr, Ma'kil b. Dâvud'dan bildirir: Arafe günü İbnu'z-Zübeyr'in:

“Bugün Hacc-ı ekber günüdür" dediğini işittim.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Şa'bî'ye:

“Hacc-ı ekber'i anladık da Hacc-ı asğar (küçük hac) da ne oluyor?" diye sorulunca:

“Ramazan ayında yapılan umredir" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe, Ebû İshâk'tan bildirir: Abdullah b. Şeddâd'a Hacc-ı ekber'i sorduğumda:

“Hacc-ı ekber Kurban bayramının birinci günüdür. Hacc-ı asğar ise umredir" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe, Mücâhid'den bildirir:

“Umre küçük hac (Hacc-ı asğar)dır, denilirdi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Hayve:

“...Allah ve Resûlü, Allah'a ortak koşanlardan uzaktır.." âyetini açıklarken:

“Allah Resûlü de müşriklerden berîdir" demiştir.

Ebu Bekr Muhammed b. Kasım el-Enbârî, el-Vakfu ve'l-İbtidâ'da ve İbn Asâkir, Târih'de İbn Ebî Müleyke'den bildirir: Ömer zamanında bedevinin biri geldi ve:

“Allah'ın Muhammed'e indirdiği şeyleri bana kim okur?" dedi. Bunun üzerine adamın biri ona Tevbe Sûresi'ni okudu. Ancak bu âyeti:

“Allah, ortak koşanlardan ve Resûlünden uzaktır" anlamına gelecek şekilde (.....) lafzıyla, Resûl ifadesini cerr İle okudu. Bunun üzerine bedevi:

“Allah kendi Resûlünden berî mi oldu? O halde Allah ondan berî ve uzak ise ben de ondan beriyim" dedi. Bedevinin bu sözü Ömer'e ulaşınca yanına çağırdı. Ona:

“Ey bedevi! Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) berî olduğunu mu söylüyorsun?" diye sorunca, bedevi şu karşılığı verdi:

“Ey müminlerin em iri! Medine'ye geldiğimde Kur'ân konusunda herhangi bir bilgim yoktu. Kur'ân'ı bana okuyup okutacak birini sorduğumda filan kişi bana Tevbe Sûresi'ni okudu. Ancak okurken:

“(=Allah, ortak koşanlardan ve Resûlünden uzaktır)" dedi. Bunun üzerine ben de:

“Allah kendi Resûlünden berî mi oldu? O halde Allah ondan berî ve uzak ise ben de ondan beriyim" dedim." Ömer:

“Ey bedevi! Ama o bu şekilde değildir!" deyince, bedevi:

“Ya nasıl ey müminlerin emiri?" diye sordu. Ömer:

“(Allah ve Resûlü, Allah'a ortak koşanlardan uzaktır)" şeklindedir" deyince, bedevi:

“Vallahi ben de Allah ve Resûlünün uzak olduğundan uzağım" karşılığını verdi. Sonrasında Ömer b. el-Hattâb Arap dili hakkında bilgisi olmayan kişilerin Kur'ân okutmamasını emretti ve Ebu'l- Esved'e âyetleri harekelendirmesini söyledi.

İbnu'l-Enbârî, Abbâd el-Mühellebî'den bildirir: Ebu'l-Esved ed-Düelî bir adamın bu âyeti:

“(Allah, ortak koşanlardan ve Resûlünden uzaktır)" lafzıyla, Resûl ifadesini cerr ile okuduğunu duyunca:

“Bu tür yanlış okumalara engel olacak bir şeyler yapmadan duracağımı zannetmiyorum" dedi.

İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. Mis'ar'den bildirir: Süfyân b. Uyeyne'ye:

“Kötü bir şeyin müjdesi olabilir mi?" diye sorulunca:

“Yüce Allah'ın:

“...İnkarcılara, elem dolu bîr azabı müjdele!" âyetini işitmedin mi?" karşılığını verdi.

4

"Yalnız, andlaşma hükümlerinde size karşı bir eksiklik yapmayan ve aleyhinizde kimseye yardım etmeyen müşriklerle yaptığınız andlaşmaya sonuna kadar riayet edin. Allah sakınanları sever."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Yalnız, andlaşma hükümlerinde size karşı bir eksiklik yapmayan ve aleyhinizde kimseye yardım etmeyen müşriklerle yaptığınız andlaşmaya sonuna kadar riayet edin..." âyetini açıklarken:

“Burada müşriklerden kasıt Kureyşlilerdir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“Yalnız, andlaşma hükümlerinde size karşı bir eksiklik yapmayan ve aleyhinizde kimseye yardım etmeyen müşriklerle yaptığınız andlaşmaya sonuna kadar riayet edin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar Hazret-i Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) Hudeybiye'de kendileriyle anlaşma yaptığı Kureyş müşrikleridir. Kurban bayramının ilk gününden başlamak üzere bu anlaşmanın süresinin bitmesine, dört ay kalmıştı. Yüce Allah bu âyetle Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) süresi bitene kadar anlaşmaya riayet etmesini emretti.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Muhammed b. Abbâd b. Câfer:

“Yalnız, andlaşma hükümlerinde size karşı bir eksiklik yapmayan ve aleyhinizde kimseye yardım etmeyen müşriklerle yaptığınız andlaşmaya sonuna kadar riayet edin.." âyetini açıklarken:

“Buradaki müşriklerden kasıt, Bekr b. Kinâne kabilesinden Cezîme b. Âmir oğullarıdır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Andlaşma hükümlerinde size karşı bir eksiklik yapmayan.." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Müşrikler Müslümanlarla yaptıkları -anlaşmayı bozar ve Müslümanlara düşman olanlara yardımcı olurlarsa artık onlarla arada herhangi bir anlaşma olmaz. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile aralarında bulunan anlaşmaya riayet eder ve Müslümanlara düşman planlara herhangi bir yardımda bulunmazlarsa bu âyetle kendileriyle yapılan anlaşmaya riayet emredilmiştir"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Yalnız, andlaşma hükümlerinde size karşı bir eksiklik yapmayan ve aleyhinizde kimseye yardım etmeyen müşriklerle yaptığınız andlaşmaya sonuna kadar riayet edin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Müslümanların sadece Müdlic oğulları ile Huzaa kabilesiyle anlaşmaları kalmıştı. Bu âyetle de müddeti bitene kadar anlaşmaya riayet emredildi."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî:

“Yalnız, andlaşma hükümlerinde size karşı bir eksiklik yapmayan ve aleyhinizde kimseye yardım etmeyen müşriklerle yaptığınız andlaşmaya sonuna kadar riayet edin. Allah sakınanları sever" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar Kinâne kabilesinden iki kabile olan, Uşeyre gazvesi dönüşünde kendileriyle anlaşma yapılan Damra oğulları ile Müdlic oğullarıdır. Daha sonra bunlar anlaşmaya bağlı kalıp bozmamış, Müslümanlara karşı düşmanlara yardımda bulunmamışlardı. Onun içindir ki müddeti bitene kadar bunlarla yapılan anlaşmaya riayet edilmelidir. Yüce Allah, haram kıldığı şeylerden sakınıp ahitlerine sadık kalanları sever. Bu âyetlerden sonra da Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kimseyle anlaşma yapmamıştır."

5

"Haram aylar çıkınca bu Allah'a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, naçıazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“Haram aylar çıkınca..."âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar dört aydır. Zilhicce ayının onundan başlar Muharrem, Safer, Rabîulevvel ayları ile Rabîulahir ayından on günlük bir süreyi kapsar."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Haram aylar çıkınca..."âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Zilka'de'den on gün, Zilhicce ve Muharrem ayları olmak üzere yetmiş günlük bir süredir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Haram aylar çıkınca..."âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bunlar, "Yeryüzünde dört ay daha dolaşın..." âyetinde zikredilen dört aydır.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“Haram aylar çıkınca bu Allah'a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Kureyşliler arasında bir anlaşma vardı ve bu anlaşmanın süresi Kurban bayramının birinci gününden başlamak üzere dört ay sonrasında bitiyordu. Anlaşması olmayan topluluklar için de verilen süre Muharrem ayının bitimiydi. Yüce Allah bu süre bittiği zaman Allah'tan başka ilah olmadığına Muhammed'in Allah'ın Resûlü olduğuna şehadet edene kadar Harem bölgesi içinde veya dışında veya Kâbe'nin yanında müşriklerle savaşmasını Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) emretti."

İbn Ebî Hâtim, Dahhâk'tan bildirir: Yüce Allah'ın Kitâb'ında zikredilen ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile müşrikler arasında yapılan her türlü sözleşme ve her türlü anlaşmayı:

“...Allah'a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin.." âyeti geçersiz kılmıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“...Onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin..." âyetini açıklarken:

“Onların hareket alanlarını daraltıp sıkıştırın ve başka kentlere ticaret için gitmelerine izin vermeyin" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Ebû İmrân el-Cevnî'den bildirir: Nöbet bekleme (ribât) Allah'ın Kitâb'ında:

“...Her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin..."buyruğuyla ifade edilmiştir.

Ebû Dâvud, Nâsih'de İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah önce:

“Haram aylar çıkınca bu Allah'a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün..." buyurmuş, sonrasında bu âyetin genel hükmünü:

“...Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın.." istisnasıyla neshetmiştir. Genel hükmü nesheden başka bir istisna da:

“Eğer Allah'a ortak koşanlardan biri senden sığınma talebinde bulunursa, Allah'ın kelâmını işitebilmesi için ona sığınma hakkı tanı..." buyruğuyla ifade edilmiştir.

İbn Mâce, Muhammed b. Nasr el-Mervezî, es-Sala?öa, Bezzâr, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, ibn Merdûye ve Beyhakî, Şuobu'l-îman'da Rabî' b. Enes vasıtasıyla En es b. Mâlik'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Her kim dünyadan Allah'a tam bir ihlas ile, O'na hiçbir şeyi ortak koşmadan ve sadece O'na kulluk ederek, namazlarını kılmış, zekatını vermiş bir şekilde ayrıhrsa Allah ondan razı bir şekilde ayrılmış olur" buyurdu. İşte resûllerin getirdiği ve nefsi arzular ile sözlerin çoğalıp birbirine karışmasından önce Rableri katından tebliğ ettikleri din budur. Yüce Allah'ın Kıtâb'ındaki:

“...Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın..." âyeti da bunu desteklemektedir. Bunların tövbeleri de putları kırıp sadece Rablerine ibadet etmeleridir.

Ebu'ş-Şeyh, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir:

“...Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın..." âyeti, kıble ahalisinin kanlarını haram kılmıştır.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“İnsanlar üç kısımdır. Bir kısmı zekat ödemek zorunda olan Müslümanlardır. Diğeri cizye vermesi gereken müşriklerdir. Üçüncüsü de malının onda birini verdikten sonra güven içinde ticaret yapmalarına izin verilen muhâriblerdir."

Hâkim, Mus'ab b. Abdirrahman'dan, o da babasından bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'yi fethettikten sonra Tâif üzerine gitti. Tâif'i yedi veya sekiz gün boyunca kuşatma altında tuttu. Bir sabah veya akşam hamlesi de yaptıktan sonra konakladı. Konakladığında tekbir getirdi ve şöyle buyurdu:

"Ey insanlar! Ben sizlerin öncüsüyüm. Ehli beyt'ime iyi davranmanızı öğütlüyorum. Buluşmamız da Cennetteki havuzun başında olacaktır. Nefsim elinde olana yemin olsun ki ya namazı kılar, zekatı verirler ya da benden veya benim gibi olan birini üzerlerine gönderir, savaşçılarının boyunlarını vurup, çoluk çocuklarını da esir alır." Bunu dinleyen Müslümanlar bu kişinin Ebû Bekr veya Ömer olduğunu düşündüler; ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ali'nin elinin tuttu ve:

“O kişi de budur!" buyurdu.

İbn Sa'd sahabelerden biri olan Abdurrahman b. Rabî' ez-Zafarî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Eşca ' kabilesinden bir adamdan zekat alınması için birini gönderdi. Ancak adam, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafından gelen adamı boş bir şekilde geri çevirdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Adamın yanına git! Şayet zekatı vermezse boynunu vur!" buyurdu.

6

Bkz. Ayet:7

7

"Eğer müşriklerden biri senden eman dilerse, Allah'ın kelâmını işitebilmesi için ona eman ver. Sonra da onu güven içinde olacağı yere ulaştır. Bu, onların bilmeyen bir kavim olmaları sebebiyledir. Mescid-i Haram ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınızın dışında müşriklerin Allah ve Resûlü yanında nasıl bir ahdi olabilir? Onlar size karşı dürüst davrandıkları müddetçe siz de onlara dürüst davranın. Çünkü Allah sakınanları sever."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Eğer müşriklerden biri senden eman dilerse..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Müşriklerden yanına gelip söylediklerini ve sana nazil olan vahiyleri dinleyen kişiye emân verilir. Kişi Allah'ın kelamını dinlemek için yanına geldiği zaman geldiği yere geri dönene kadar güven içindedir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“...Sonra da onu güven içinde olacağı yere ulaştır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Seni dinlemeye gelen müşrik, senin anlattıklarına ikna olmadığı zaman geldiği yere güven içinde ulaşmasını sağla, anlamındadır. Bu hüküm de neshedilmiş değildir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Eğer müşriklerden biri senden eman dilerse, Allah'ın kelâmını işitebilmesi için ona eman ver..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) böylesi bir Şeyi kendisinden isteyen kişilere bu hakkı tanımasını emretmiştir. Söylenenleri kabul ederse eder, etmemesi halinde geldiği gibi yine güven içinde geri döner. Ayrıca, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem), bunun için gelen kişilere yanında bulundukları süre içinde masraflarını karşılama emri de verilmiştir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Allah'ın kelâmını işitebilmesi için..." âyetini açıklarken:

“Allah'ın kelamından kasıt, Allah'ın kitabıdır" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh, Süddî'den bildirir: Yüce Alah bir önceki âyetin genel hükmünü:

“Eğer müşriklerden biri senden eman dilerse, Allah'ın kelâmını işitebilmesi için ona eman ver, Sonra da onu güven içinde olacağı yere ulaştır..." istisnasıyla neshetmiştir. Burada Allah kelamından kasıt, Allah'ın kitabıdır. Güven içinde olacağı yerden kasıt, kendi yurduna güvenli bir şekilde ulaştırılmasıdır.

Ebu'ş-Şeyh, Saîd b. Ebî Arûbe'den bildirir: Önceleri kişi Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip Allah'ın kelamı olan Kur'ân'ı dinlerdi. Dinledikten sonra Müslüman olursa zaten bunun için gelmiştir. Ancak dinledikten sonra inanmayıp tasdik etmezse geldiği yere güven içinde geri gönderilirdi. Ancak bu hüküm de:

“...Müşrikler nasıl sizinle topyekün savaşıyorlarsa siz de onlara karşı topyekün savaşın..." âyetiyle neshedilmiştir.

İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Mescid-i Haram'ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınızın dışında müşriklerin Allah ve Resulü yanında nasıl bir ahdi olabilir..." ayetini açıklarken:

“Bu müşriklerden kasıt Kureyşlilerdir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbnr Zeyd:

“Mescid-i Haram'ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınızın dışında müşriklerin Allah ve Resûlü yanında nasıl bir ahdi olabilir..." âyetini açıklarken:

“Bu müşriklerden kasıt Kureyşlilerdir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Mükâtil'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklerden bazıları ile antlaşma yapmıştı. Aynı şekilde Mescid-i Haram'ın yanında Damra b. Bekr oğulları ile özel olarak da Kinâne oğulları ile bir antlaşma yapmış ve bunun süresini dört ay olarak belirlemişti. İşte:

“Mescid-i Haram'ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınızın dışında müşriklerin Allah ve Resûlü yanında nasıl bir ahdi olabilir? Onlar size karşı dürüst davrandıkları müddetçe siz de onlara dürüst davranın..." âyetinde zikredilenler bunlardır. Onlar bu antlaşmaya riayet ettikleri sürece Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) antlaşmaya riayet etmesi emredilmiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“Mescid-i Haram'ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınızın dışında müşriklerin Allah ve Resûlü yanında nasıl bir ahdi olabilir..." âyetini açıklarken:

“Bu müşriklerden kasıt Cezîme b. Filan oğullarıdır" demiştir.

îbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“Mescid-i Haram'ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınızın dışında müşriklerin Allah ve Resûlü yanında nasıl bir ahdi olabilir? Onlar size karşı dürüst davrandıkları müddetçe siz de onlara dürüst davranın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Mescid-i Haram'ın yanından kasıt, Hudeybiye'de yapılan anlaşmadır. Ancak bu müşrikler anlaşmaya bağlı kalmamış Hazret-i peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) müttefikleri olan Huzâa kabilesine karşı Kureyşin müttefikleri olan Bekr oğullarına yardım etmişlerdir."

8

"Nasıl olabilir ki, size üstün gelselerdi ne bir yakınlık, ne de bir ahd gözetirlerdi. Kalpleriyle istemezlerken sizi ağızlarıyla hoşnut etmeye uğraşırlar; çokları fasıktırlar."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken:

“İH ifadesi yakınlık, akrabalık anlamındadır. Zimmet ise anlaşmadır" demiştir.

Firyâbî, Ebû Ubeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Âyetteki (.....) ifadesinden kasıt, Yüce Allah'tır" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İkrime:

“Âyetteki (.....) ifadesinden kasıt, Yüce Allah'tır" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“İli ifadesinden kasıt ittifaktır. Zimmet ise anlaşmadır" demiştir.

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyeti ne anlama geliyor?" diye sorunca, İbn Abbâs: (.....) ifadesi yakınlık, akrabalık anlamındadır. Zimmet ise anlaşmadır" demiştir. Nâfi':

“Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca ise İbn Abbâs şu karşılığı vermiştir:

“Evet, bilirler. Şâirin:

"Zalime ertelenmeyip anında verilen bir ceza gibi

Allah benimle onların arasındaki yakınlığın cezasını versin" dediğini işitmedin mi?"

İbnu'l-Enbârî, el-Vakfu ve'l-İbtidâ'da Meymûn b. Mihrân'dan bildirir: Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyeti ne anlama geliyor?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: (.....) ifadesi yakınlık, akrabalık anlamındadır. Bu konuda Hassan b. Sâbit şöyle demiştir:

"Ömrüme andolsun ki Kureyş'e olan yakınlığın

Deve yavrusunun devekuşu yavrusuna yakınlığı gibidir. "

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Çokları fasıktırlar" âyetini açıklarken:

“Yüce Allah insanların çoğunu bu şekilde yermiştir" dedi.

9

"Allah'ın âyetlerini az bir karşılığa değiştiler de insanları O'nun yolundan alıkoydular. Bunların yapmakta oldukları şeyler gerçekten ne kötüdür!"

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Allah'ın âyetlerini az bir karşılığa değiştiler..." âyetini açıklarken:

“Bu, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) müttefiklerini bırakıp da sadece kendi müttefiklerine yemek veren Süfyân b. Harb'dir" demiştir.

10

Bir mü'min hakkında ne bir yemîn gözetirler, ne de bir zimmet (sözleşme). İşte bunlar mütecâvizlerdir.

11

"Fakat tövbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdır. Biz, bilen bir kavme âyetlerimizi böyle açıklıyoruz."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“Fakat tövbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Şayet Lât ile Uzza'yı bırakıp Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Resûlü olduğunu şehadet ederlerse artık onlar sizin din kardeşlerinizdir."

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Fakat tövbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdir..." âyeti namaz kılanların kanlarını haram kılmıştır.

12

"Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozup dininize dil uzatırlarsa, küfrün elebaşlarıyla savaşın. Çünkü onlar yeminlerine riayet etmeyen kimselerdir. Umulur ki, vazgeçerler."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini:

“Eğer antlaşmalarını bozarlarsa" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozup dininize dil uzatırlarsa, küfrün elebaşlarıyla savaşın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem), aranızdaki antlaşmayı bozarlarsa onları küfrün önde gelenleri sayarak kendileriyle savaş, buyurmuştur."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Küfrün elebaşlarıyla savaşın.." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu elebaşlar Ebû Süfyân b. Harb, Ümeyye b. Halef, Utbe b. Rabîa, Ebû Cehl b. Hişâm ve Süheyl b. Amr'dır. Bunlar Allah'a verdikleri sözden caydılar ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den çıkarmanın çabası içine girdiler."

İbn Asâkir, Mâlik b. Enes'ten bu yorumun aynısını zikreder.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Küfrün elebaşlarıyla savaşın..."âyetini açıklarken:

“Bu kişi Ebu Süfyân'dır" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Küfrün elebaşlarıyla savaşın..." âyetini açıklarken:

“Bunlar Kureyş'in liderleridir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer:

“...Küfrün elebaşlarıyla savaşın..." âyetini açıklarken:

“Bunlardan biri de Ebû Süfyân b. Harb'dir" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Küfrün elebaşlarıyla savaşın..." âyetini açıklarken:

“Bunlar İslam düşmanlarıdır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Huzeyfe'nin yanında bu âyet zikredilince:

“Bu âyetin muhataplarıyla henüz savaşılmış değildir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Zeyd b. Vehb:

“...Küfrün elebaşlarıyla savaşın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Huzeyfe'nin yanındayken bir ara:

“Bu âyetin muhatapları olan kişilerden üç, münafıklardan da dört kişi kalmıştır" dedi. Bedevinin biri:

“Siz Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı bilmediğimiz şeyler söylüyorsunuz. Ama mesela şu evlerimize girip de değerli eşyalarımızı çalanlara ne demeli?" deyince, Huzeyfe:

“Bunlar fasıklardır" karşılığını verdi ve bir önceki konuya şöyle devam etti:

“Evet, bunlardan hayatta sadece dört kişi kalmıştır. Biri de soğuk suyu içecek olsa şerirliğini hissedemeyecek kadar yaşlıdır."

İbn Ebî Hâtim, Abdurrahman b. Cübeyr b. Nüfeyr'den bildirir: Hazret-iEbû Bekr, ordusunu Şam'a gönderirken onlara şöyle seslendi:

“Başlarının orta yerini tıraş eden bir toplulukla karşılaşacaksınız. Bu şekilde Şeytan düğümü atanları kılıçlarınızla vurun. Vallahi böylesi kişilerden birini öldürmem, diğerlerinden yetmiş kişiyi öldürmemden benim için daha sevimlidir. Zira Yüce Allah:

“...Küfrün elebaşlarıyla savaşın,.." buyurur."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hüzeyfe: (.....) âyetini:

“Bunlar anlaşmalarına sadık olmayan kimselerdir" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ammâr: (.....) âyetini:

“Bunlar anlaşmalarına sadık olmayan kimselerdir" şeklinde açıklamıştır.

İbn Merdûye, Ali b. Ebî Tâlib'den bildirir: Vallahi:

“Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozup dininize dil uzatırlarsa, küfrün elebaşlarıyla savaşın..." âyeti nazil oldu olalı bahsedilen kişilerle henüz savaşılmış değildir.

İbn Merdûye, Mus'ab b. Sa'd'dan bildirir: Sa'd, Hâricilerden bir adamla karşılaşınca adam ona:

“Bu adam küfrün elebaşlarından biridir!" dedi. Sa'd da:

“Yalan söyledin! Aksine ben küfrün elebaşlarıyla savaşanlardan biriydim" karşılığını verdi.

13

Bkz. Ayet:15

14

Bkz. Ayet:15

15

"Yeminlerini bozan, Peygamberi yurdundan çıkarmaya azmeden ve savaşı önce kendileri başlatan bir topluluğa karşı nasıl savaşmazsınız? Yoksa korkuyor musunuz? Eğer inanıyorsanız bilin ki asıl korkmanız gereken Allah'tır. Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın, onları rezil etsin. Sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini ferahlatsın. Ve onların kalplerinden öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah bilendir, hikmet sahibidir."

İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Yeminlerini bozan, Peygamberi yurdundan çıkarmaya azmeden ve savaşı önce kendileri başlatan bir topluluğa karşı nasıl savaşmazsınız?" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Kureyşlilerin Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) müttefikleri ile savaşmaları ve Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den çıkarma çabaları dile getirilmektedir. Mekke'den çıkarma çabalarının Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) umreye geldiği Hudeybiye anlaşmasının yedinci yılında olduğu söylenir. Kureyşliler Hudeybiye anlaşmasına sadık kalmamış ve içlerinde Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'ye girmesi halinde onu buradan çıkaracakları kararını almışlardı. Âyette zikredilen onu yurdundan çıkarma çabaları budur. Ancak Huzâa kabilesi onların bu kararlarını kabul etmediler ve bu konuda onlara destek çıkmadılar. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) haccını ifa edip Mekke'den çıktıktan sonra da Kureyşliler, Huzâalılara:

“Onu Mekke'den çıkarmamıza engel oldunuz" dediler ve onlarla savaştılar. Bu savaş sonucu onlardan birçok kişiyi öldürdüler.

İbn Ebî Şeybe, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, îkrime'den bildirir:

“Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın, onları rezil etsin. Sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini ferahlatsın" âyeti, Huzâa kabilesi hakkında nazil oldu. Âyette bahsedilen müminler de Huzâa kabilesinden olan müminlerdir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Mümin toplumun kalplerini ferahlatsın" âyetini açıklarken:

“Bunlardan kasıt, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) müttefiki olan Huzâa kabilesidir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Mümin toplumun kalplerini ferahlatsın" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bunlardan kasıt, Huzâalılardır ve Bekr oğullarından yana kalplerinin ferahlatılması ifade edilmiştir. Bir sonraki âyette:

“Ve onların kalplerinden öfkeyi gidersin..." buyrulmuştur ki buradaki öfke, Kureyşlilerin de yardımıyla Bekr oğullarının onları öldürmesinden dolayıdır.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“Ve onların kalplerinden öfkeyi gidersin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bize bildirilene göre bu âyet, Mekke'de Bekr oğullarını öldürmeye başlayan Huzâa kabilesi hakkında nazil olmuştur."

İbn İshâk ve Beyhakî, Delâil'de Mervân b. el-Hakem ile Misver b. Mahreme'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Kureyşlilerle yaptığı Hudeybiye anlaşmasına göre isteyenler Allah Resûlünün, isteyenler de Kureyşlilerin himayesine girebilecekti. Huzâa kabilesi:

“Biz Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) himayesine giriyoruz" derken, Bekr oğulları da:

“Biz Kureyşlilerin himayesine giriyoruz" dediler. Anlaşmadan sonra onyedi veya onsekiz ay boyunca Müslümanlarla müşrikler arasında herhangi bir çatışma, yaşanmadı. Ancak daha sonra Kureyşlilerin himayesine giren Bekr oğulları, Mekke yakınlarında Vetîr denilen ve kendilerine ait olan bir su kaynağı konusunda Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) himayesine girmiş olan Huzâa kabilesine bir gece vakti saldırdılar. Kureyşliler:

“Bu gece vaktinde biz de Bekr oğullarına yardım edersek Muhammed'in haberi olmaz ve bizleri: kimseler görmez" dediler. Bu şekilde de Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) olan nefretlerinden dolayı Bekr oğullarına kemiklerle ve silahlarla yardıma katıldılar. Onlarla birlikte Huzâa kabilesine karşı savaştılar. Vetîr denilen su kaynağında Bekr oğulları ile Huzâalılar arasında böylesi bir çatışmanın; çıkması üzerine Amr b. Sâlim bineğine binip Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gitti ve durumdan haberdâr etmek istedi. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiğinde de durumu şu beyitlerle anlattı:

" Rab! Babalan ve babalarımızın anlaşmaları adına

Muhammed den yardım istiyorum

Aramızda doğup çocuklarımızdan oldun

Sonra Müslüman olduk ve seni hig bırakmadık

Allah seni doğru yola iletsin destek veren bir yardımda bulunsun

Allah'ın kullarını da yardıma çağır iğlerinde eşsiz olan Resûlullah da var

Yaptığın o sağlam anlaşmayı da bozdular

Ve kimseyi yardıma çağıramayacağımı söylediler

Onlar ki kem aşağılık hem de sayıca azlar

Kedâda da beni gözetleyen birini koydular

Vetîr'de bir gece vakti üzerimize saldırdılar

Kimimizin ayakta, kimimizin de yerde boyunu vurdular."

Bunu duyan Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sana yardım edilecek ey Amr b. Sâlimt" buyurdu. Çak geçmedi ki gökten bir bulut göründü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İşte şu bulut, Ka'b oğullarının zaferine şahit olacaktır" buyurdu. Ardından Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanların hazırlanmasını ve durumu gizli tutmalarını söyledi. Çıkışlarından Kureyşlilerin haberinin olmaması ve kendi yurtlarında onlara baskın yapabilmesi için de Allah'a dualar etti.

16

"Yoksa Allah, sîzden, cihad edip Allah, peygamber ve müminlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“Yoksa Allah, sizden, cihad edip Allah, peygamber ve müminlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah kimin ne olduğunu ortaya çıkarmadan onları öylesine bırakmamıştır" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildirir: Âyette geçen 'Velîce' ifadesi, kişinin zahiri davranışlarından öte iç dünyasını, samimiyetini ifade eder."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini:

“İhanet" şeklinde açıklamıştır.

17

Bkz. Ayet:18

18

"Allah'a ortak koşanların, inkârlarına bizzat kendileri şahitlik edip dururken, Allah'ın mescitlerini imar etmeleri düşünülemez. Onların bütün amelleri boşa gitmiştir. Onlar ateşte ebedî kalacaklardır. Allah'ın mescitlerini, ancak Allah'a ve âhiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Allah'a ortak koşanların, inkârlarına bizzat kendileri şahitlik edip dururken, Allah'ın mescitlerini imar etmeleri düşünülemez..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Yüce Allah bir sonraki âyette:

“Allah'ın mescitlerini, ancak Allah'a ve âhiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır" buyurarak müşriklerin böylesi bir imara kalkışmayacaklarını bildirmiştir. Aynı şekilde mescitleri ancak Allah'ı birletip indirdiklerine inanan, beş vakit namazlarını kılan ve sadece Allah'a kulluk edenlerin imar edeceğini bildirmiştir. Devamında (.....) buyurarak hidayete erenlerin bunlar olduğunu ifade etmiştir. Bu ifade de İsrâ Sûresi'nde Yüce Allah'ın Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem):

“(Rabbin seni Makam-ı Mahmud'a ulaştırsın)" buyurması gibidir. Makam-ı Mahmud'dan kasıt da şefaattir. Kur'ân'da geçen tüm ifadeleri kesinliği ve vacipliği ifade eder.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti:

“(=Allah'a ortak koşanların Allah'ın mescidini imar etmeleri düşünülemez)" lafzıyla okumuş ve:

“Âyette tek bir mescid kastedilmektedir" demiştir.

İbnu'l-Münzir, Hammâd'dan bildirir: Abdullah b. Kesîr'in bu âyeti:

“(=Allah'a ortak koşanların Allah'ın mescidini imar etmeleri düşünülemez)" lafzıyla okuduğunu işittim. Bir sonraki âyeti de: (=Allah'ın mescidini ancak... imar eder) lafzıyla okudu.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Dârimî, Tirmizî, İbn Mâce, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Mescide devam ettiğini gördüğünüz kişinin imanlı biri olduğuna şehadet edebilirsiniz. Zira Yüce Allah: «Allah'ın mescitlerini, ancak Allah'a ve âhiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder.. .» buyurur. "

İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Kişi namaza yapılan çağrıyı (ezanı) duyar da bu çağrıya icabet edip mescide gitmezse onun namazı yok demektir ve Allah ile Resûlüne isyan etmiştir. Zira Yüce Allah:

“Allah'ın mescitlerini, ancak Allah'a ve âhiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır" buyurmuştur.

Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Enes'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah şöyle buyurur: «Yeryüzü ahalisine azap vermeye niyetlenirim ancak evlerimi ihya edenleri,.; benim için birbirlerini sevenleri, seher vakitleri benden mağfiret dileyenleri gördüğümde bundan vazgeçerim.»

Abdurrezzâk ve Beyhakî'nin Kureyş'ten bir adamdan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştun Yüce Allah şöyle buyurur: En sevdiğim kullarım, birbirlerini benim için seven, mescidlerimi ihya eden ve seher vakitlerinde benden mağfiret dileyen kullarımdır, İşte yarattıklarıma azap etmeyi düşündüğüm zaman bunlar aklıma gelir ve bu azaptan vazgeçerim. "

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Bezzâr, Taberânî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ, Selmân'a şöyle bir mektup yazmıştır:

“Kardeşim! Mescid evin gibi olsun! Zira Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“Mescid takvalı olan her bir kişinin evidir. Yüce Allah da mescidleri ev edinen kişilere bolluk ve rahatlık vereceğini, Sırat köprüsünü de geçip Rabbin rızasına nail olacaklarını garanti etmiştir. "

Abdurrezzâk ve Beyhakî, Katâde'den bildirir:

“Denilirdi ki bir Müslüman, ya ihya ettiği bir mescitte, ya sığındığı evinde ya da Rabbinin ihsan ettiği rızkın peşinde olmak üzere ancak üç yerde görülür."

Ebû Bekr Abdurrahman b. Kasım el-Ferec el-Kâsimî, Nushetu Ebî Mushir'de bildirdiğine göre Ebû İdrîs el-Havlânî:

“Mecsitler değerli insanların meclisleridir" demiştir.

Ahmed, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Mescitlerin müdavimleri vardır ki onların mescit arkadaşları meleklerdir. Gelmediklerinde gözleri onları arar, hastalandıklarında onları ziyaret eder; ihtiyaç anında da onlara yardım ederler" buyurdu. Yine şöyle buyurdu:

“Mescitte oturan kişinin üç hasleti olur. Ya kendisinden istifade edeceği bir arkadaş bulur. Ya hikmetli bir söz işitir. Ya da beklenen rahmete nail olur. "

Taberânî'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah'ın yeryüzündeki evleri mescitlerdir. Yüce Allah da bu yerlerde kendisini ziyaret edenlere mutlaka ikramda bulunur" buyurmuştur.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Amr b. Meymûn el- Evdî'den bildirir:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabının bize bildirdiğine göre Yüce Allah'ın yeryüzündeki evleri mescitlerdir. Yüce Allah da bu yerlerde kendisini ziyaret edenlere mutlaka ikramda bulunur."

Bezzâr, Ebû Ya'lâ, Taberânî, M.el-Evsat ve Beyhakî'nin Enes b. Mâlik'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah'ın evlerini ihya edenler, Allah'ın yakınlarıdır" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Enes b. Mâlik'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Gökten bir bela indiği zaman mescidi ihya edenlerden uzak olur" buyurmuştur.

Beyhakî, Abdullah b. Selâm'dan bildirir: Mescitlerin müdavimleri vardır ki mescidin direkleri gibidirler. Bunların meleklerden arkadaşları vardır.

Mescitte olmadıkları zaman melekler onları ararlar, hasta oldukları zaman onları ziyaret ederler, ihtiyaçları olduğu zaman da onlara yardım ederler."

Taberânî, M.el-Evsat'ta ve İbn Adiy'in Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Mescidi seven kişiyi Allah da sever" buyurmuştur.

Taberânî, Hasan b. Ali'den bildirir: Dedem Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“Mescitlerin müdavimi olan kişi, Allah için kendisinden istifade edebileceği bir dost, faydasına olacak bir ilim, kendisini hidayete ulaştıracak, kötülükten uzak uzaklaştıracak-Mr söz kazanır. Haya veya haşyetle günahlardan kaçınır. Nimete ve beklenen bir rahmete nail olur. "

Taberânî sahih bir senedle Selmân'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim evinde güzelce abdestini alır ve Allah'ı ziyaret amacıyla mescide giderse bilmelidir ki Yüce Allah kendisini ziyarete gelenlere mutlaka ikramda bulunur."

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed, Zühd'de Selmân'dan aynısını mevkuf onun sözü olarak zikreder.

Beyhakî'nin Enes b. Mâlik'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Gecenin karanlıklarında mescitlere yürüyenleri kıyamet gününde tam olan bir nur ile müjdele!" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Taberânî ve Beyhakî'nin Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Gece karanlıklarında mescide yürüyenlere kıyamet gününde Yüce Allah bir nur ihsan eder" buyurmuştur.

Taberânî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Gecenin karanlıklarında mescitlere yürüyenleri kıyamet gününde nurdan minberlerle müjdele! Kıyamet gününde insanlar korkuya kapılırken bunlar korku yaşamayacaklardır."

Taberânî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sabah veya akşam mescide gitme; Allah yolunda cihattandır" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sabah veya akşam vakti mescide yürüyüp giden kişiye Yüce Allah her sabah ve akşam Cennete bir konak hazırlar" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Abdurrahman b. Ma'kil'den bildirir:

“Aramızda mescidin, kişiyi Şeytandan koruyan kalelerden biri olduğunu konuşurduk."

Taberânî ve Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Mescitler Yüce Allah'ın yeryüzündeki evleridir. Yıldızların yeryüzünde bulunanlara ışık vermesi gibi mescitler de gökyüzünde bulunanlara (meleklere) ışık verir."

Ahmed'in Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah için bir mescit inşa eden kişiye Yüce Allah Cennette ondan daha geniş bir ev inşa eder" buyurmuştur.

Ahmed ve Taberânî, Bişr b. Hayyân'dan bildirir: Bir mescit inşa ettiğimiz sırada Vasile b. el-Eska' yanımıza geldi. Durup selam verdikten sonra şöyle dedi: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İçinde namaz kılınması için bir mescit inşa eden kişiye Yüce Allah Cennette ondan daha iyi olan bir ev inşa eder" buyurduğunu işittim.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Bezzâr'ın İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):"Allah için, kayokuşunun yumurtaları için yaptığı yuva gibi olsa dahi bir mescit inşa eden kişiye Yüce Allah Cennette bir ev inşa eder" buyurmuştur.

Taberânî'nin el-Evsat'ta Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Gösteriş ve nam amacı taşımadan-bir mescit inşa eden kişiye Yüce Allah Cennette bir ev inşa eder" buyurmuştur.

Taberânî'nin M.el-Evsat'ta Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Helal bir mal ile içinde Allah'a ibadet edilen bir mescit inşa eden kişiye Yüce Allah Cennette inci ve yakuttan bir ev inşa eder."

İbn Ebî Şeybe'nin Ebû Zer'den bildirdiğine göre Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah için, kayokuşunun yuvası gibi olsa dahi bir mescit inşa eden kişiye Yüce Allah Cennette bir ev inşa eder" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Ömer b. el-Hattâb'dan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

"İçinde Allah'ın adı anılan bir mescit inşa eden kişiye Yüce Allah Cennette bir ev inşa eder" buyurduğunu işittim.

İbn Ebî Şeybe'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

"Mescitler inşa edin ancak onları yüksek duvarlı yapmayın" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Mescit duvarlannı alçak, diğer evlerin duvarlarını ise yüksek bir şekilde inşa etmemiz emredildi" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ömer:

“Duvarları yüksek mescitlerde namaz kılmamamız emredildi" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abdullah b. Şakîk'den bildirir:

“Eskiden mescitlerin duvarları alçaktı. Ancak zamanla insanlar bu duvarları giderek yükseltmeye başladılar."

İbn Ebî Şeybe, Enes b. Mâlik'den bildirir:

“Bir zaman gelecek insanlar yaptıkları mescitlerle birbirlerine karşı övünecekler ancak bu mescitler çok az ihya edilecektir."

İbn Ebî Şeybe'nin Yezîd b. el-Asam'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Benden mescitleri süslemem istenmedi" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Sizler de zaman gelecek Yahudi ve Hıristiyanların kendi ibadet yerlerini süsledikleri gibi mescitlerinizi süsleyeceksiniz."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ubey:

“Mescitlerinizi ve mushaflannızı süslemeye başladığınızda mahvolmanız başlamış demektir" demiştir.

Taberânî, Müsnedu'ş-Şâmiyyîn'de Ali b. Ebî Tâlib'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Mescide bir kandil asan kişiye, kandil yandığı sürece yetmiş bin melek hayır duada bulunur ve bağışlanma dilerler" buyurmuştur.

Süleym er-Râzî, et-Terğîb'de Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Mescide bir kandil asan kişiye, kandil o mescitte ışık verdiği sürece melekler ve Arş't taşıyanlar ona bağışlanma dilerler. "

Ebû Bekr eş-Şâfiî, Rubâiyyât'ta ve Taberânî, Ebû Kirsâfe'den bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Mescitler inşa edin ve içindeki çöplükleri dışarıya atın" buyurduğunu işittim. Yine:

“Mescitteki çöpü çıkarmak, Cennetteki hurilerin mehridir" buyurduğunu işittim. Yine:

“Allah için mescit inşa eden kişiye Yüce Allah Cennette bir ev inşa eder" buyurdu. Ashab:

Resûlallah! Peki, şu yol üzerinde inşa edilen derme çatma mescitler?" diye sorunca, Allah Resûlü:

“Onları inşa eden kişi için de Cennette bir ev inşa edilir" karşılığını verdi.

Ahmed, Enes'ten bildirir: Peygamberimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte Medine yollarından birinde kerpiçten yapılmış bir kubbe gördük. Allah Resûlü:

“Bu kimin?" diye sorunca:

“Filanca kişinin" dedim. Bunun üzerine:

“Kıyamet gününde, mescit inşa edenler dışında bir yapıyı inşa eden her bir kişinin bu yapı başına yıkılacaktır" buyurdu. Daha sonra aynı yerden bir daha geçtiğimizde o kubbenin yerinde olmadığını gördü. "O kubbeye ne oldu?" diye sorunca:

“Sahibi senin dediğini işitince onu yıktı" dedim. Bunun üzerine Allah Resûlü:

“Allah rahmetini ondan esirgemesin" buyurdu.

Ahmed, Zühd'de ve Hakîm et-Tirmizî, Mâlik b. Dînar'dan bildirir: Yüce Allah şöyle buyurur:

“Yeryüzü ahalisine azap göndermek isterim de oturup Kur'ân okuyanlar, mescitleri ihya edenler ve Müslüman çocukları görünce öfkem diner."

19

Bkz. Ayet:20

20

"Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram ı onarmayı, Allah'a ve âhiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz? Halbuki onlar Allah katında eşit değillerdir. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. İnanan, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat eden kimselere Allah katında en büyük dereceler vardır. İşte kurtulanlar onlardır"

Müslim, Ebû Dâvud, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Nu'mân b. Beşîr'den bildirir: Bir Cuma günü Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) minberinin yanında ashâbdan bir grupla oturuyordum. İçlerinden biri:

“Bir Müslüman olarak hacılara su dağıtma işinden başka hiçbir amelimin olmamasına aldırmam" deyince, başka biri:

“Oysa ben Mescid-i Haram'ı imar işinden başka bir amelimin olmamasına aldırmam" dedi. Bir başkası ise:

“Aksine Allah yolunda cihad söylediğiniz şeylerden daha iyidir" dedi. Ömer bunları duyunca adamları azarladı ve şöyle dedi:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) minberinin yanında bu şekilde seslerinizi yükseltmeyin! Cuma namazını kıldıktan sonra Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girer ve hakkında tartıştığınız bu konuyu ona sorarım." Cuma namazı sonrası Ömer, Allah Resûlü'ne bunu sorunca:

“Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve âhiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz? Halbuki onlar Allah katında eşit değillerdir. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez" âyeti nazil oldu.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve âhiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Müşriklerin:

“Allah'ın evini imar etmek, hacıların su ihtiyacını karşılamak, Allah'a iman etmek ve yolunda cihad etmekten daha iyidir" demelerini üzerine bu âyet inmiştir. Müşrikler Mescid-i Haram'da bulunmakla övünür, buranın ahalisi olmaları ve onarımını kendileri yapmaları dolayısıyla da büyüklük taslarlardı. Yüce Allah davete karşı yüz çevirme ve içinde bulundukları yerden dolayı büyüklenmeleri konusunda Mekke müşriklerine:

“Âyetlerim size okunurdu da siz buna karşı büyüklük taslayarak arkanızı döner, geceleyin toplanıp hezeyanlar savururdunuz" buyurmuştur. Mekke müşrikleri Mescid-i Haram'da toplanır, saçma sapan şeyler konuşur ve Kur'ân'dan uzak dururlardı. Yüce Allah, Allah'a iman ile Peygamberiyle (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte cihada çıkmayı müşriklerin Kabe'yi . imar etmeleri ve hacılara su dağıtmalarından daha üstün tutmuştur. Her ne kadar Allah'ın evini imar etseler ve bakımını üstlenseler de şirklerinin yanında bu yaptıklarının Allah katında hiçbir değeri yoktur. Yüce Allah bu konuda:

“...Halbuki onlar Allah katında eşit değillerdir. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez" buyurmuştur. Kendilerini Allah'ın evini imar edenler olarak görenleri şirklerinden dolayı Yüce Allah zalim olarak nitelemiş ve imar yönündeki bu çabalarının kendilerine hiçbir faydası olmayacağını belirtmiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Abbâs, Bedir savaşında esir düşünce:

“Şayet Müslüman olma, hicret etme ve cihada çıkma gibi konularda bizden öndeyseniz biz de Mescid-i Haram'ı imar eder, hacılara su verir ve esir düşenlerin fidyelerini öderdik" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve âhiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz? Halbuki onlar Allah katında eşit değillerdir. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez" âyetini indirdi ve bu yaptıklarını müşrik olarak yaptıkları için bunları kendilerinden kabul etmediğini bildirdi.

İbn Merdûyeh'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve âhiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz..." âyetini açıklarken:

“Ali b. Ebî Tâlib ile Abbâs hakkında nazil oldu" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Şa'bî'den bildirir: Hazret-i Ali, Abbâs ve Şeybe hacılara su dağıtma ve Kâbe'nin hizmetlerini görme konusunda birbirlerine karşı övününce Yüce Allah:

“Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve âhiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz..." âyetini indirdi.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Şa'bî'den bildirir:

“Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve âhiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz..." âyeti bu konuda birbirleriyle tartışan Abbâs ile Hazret-i Ali hakkında nazil oldu.

İbn Merdûye, Şa'bî'den bildirir: Hazret-i Ali ile Abbâs arasında bir çekişme vardı. Abbâs, Ali'ye:

“Ben Peygamberin amcasıyım, sen ise amcası oğlusun. Hacılara su verme işi-ile Mescid-i Haram'ın imar işi bende" deyince, Yüce Allah:

“Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve âhiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz..." âyetini indirdi.

Abdurrezzâk, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir:

“Bu âyet bu konuda çekişen Ali, Abbâs, Osmân ve Şeybe hakkında nazil oldu."

İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Abdullah b. Ubeyde'den bildirir: Hazret-i Ali, Abbâs'a:

“Sen de Medine'ye hicret etsen daha iyi olmaz mı?" deyince, Abbâs:

“Hicretten daha değerli bir şeyi yapmıyor muyum ki? Hacılara su dağıtmıyor muyum? Mescid-i Haram'ın imar ve onarım işine bakmıyor muyum?" karşılığını verdi. Bunun üzerine:

“İnanan, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat eden kimselere Allah katında en büyük dereceler vardır. İşte kurtulanlar onlardır" âyeti nazil oldu. Bu şekilde de Yüce Allah Medine'yi derece olarak Mekke'den üstün kıldı.

Firyâbî, İbn Sîrîn'den bildirir: Ali b. Ebî Tâlib, Mekke'ye geldi ve Abbâs'a:

“Hicret etsen, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) katılsan olmaz mı?" dedi. Abbâs:

“Mescid-i Haram'ın imar ve onarım işine bakıyor, Kâbe'nin hizmetlerini görüyorum ya" karşılığını verdi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve âhiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz.." âyetini indirdi. Bazılarına da:

“Sizler Medine'ye hicret etseniz, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) katılsanız daha iyi olmaz mı?" deyince, onlar da:

“Kardeşlerimizin, akrabalarımızın ve yoksullarımızın yanında kalmak istiyoruz" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez" âyetini indirdi.

İbn Cerîr, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirir: Talha b. Şeybe, Abbâs ve Ali b. Ebî Tâlib birbirlerine karşı övündüler. Talha:

“Kâbe benden sorulur, zira anahtarı bendedir" dedi. Abbâs:

“Hacılara su dağıtan benim ve bu işten ben sorumluyum" dedi. Ali de:

“Ne dediğinizi anlamıyorum. Ben ki herkesten önce kıbleye namaz kıldım ve cihada katılıyorum" karşılığını verdi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve âhiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz? Halbuki onlar Allah katında eşit değillerdir. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. İnanan, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat eden kimselere Allah katında en büyük dereceler vardır. İşte kurtulanlar onlardır" âyetlerini indirdi.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Dahhâk'tan bildirir: Bedir savaşı sonrası Müslümanlar esir düşen Abbâs ile arkadaşlarını müşrik oldukları için ayıplamaya başlayınca, Abbâs:

“Oysa vallahi biz Mescid-i Haram'ı imar eder, esir düşenin fidyesini öder, Kâbe'nin hizmetlerini görür ve hacılara su dağıtırdık" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve âhiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz..." âyetini indirdi.

Ebû Nuaym, Fadâilu's-Sahâbe'de ve İbn Asâkir, Enes'ten bildirir: Abbâs ile Kâbe'nrn anahtarlarını elinde bulunduran Şeybe oturup birbirlerine karşı övünmeye başladılar. Abbâs:

“Ben senden üstünüm. Zira Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) amcası ve babasının da vasisiyim. Hacılara su dağıtma işi de benim sorumluluğumdadır" deyince, Şeybe:

“Ben senden daha üstünüm zira Yüce Allah'ın evinin sorumlusu ve bekçisi benim. Bana bu şekilde güvendiği gibi sana da güvendi" mi?" karşılığını verdi. Ali yanlarına gelince durumu ona anlattılar. Ali de:

“Ben ikinizden de üstünüm! Zira ilk iman eden kişi benim! Hicret eden ve cihâda çıkan kişi de benim" dedi. Sonrasında üçü de Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gittiler ve konuyu ona anlattılar. Ancak kendilerine hemen bir cevap vermedi. Günler sonra bu konuda vahiy inince onları çağırdı ve:

“Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve âhiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz.." âyeti ile birlikte sonraki dokuz âyeti de okudu.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Vecze es-Sa'dî bu âyeti: (.....) şeklinde okumuştur.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve âhiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imânı ile bir mi tutuyorsunuz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu âyetten sonra hacılara su dağıtma ile Kâbe'nin hizmetlerini görme işini bırakmak istediklerinde Allah Resûlü:

“Bunları bırakmayın, zira bunlarda sizler için hayırlar vardır" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe ve Ebu'ş-Şeyh, Abdullah b. es-Sâib'den bildirir:

“Abbâs'ın dağıttığı sudan iç ki ondan içmek sünnettendir." İbn Ebî Şeybe'nin lafzı ise:

“Ondan içmek haccı tamamlayan şeylerdendir" şeklindedir.

Buhârî, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) su dağıtanların yanına geldi ve su istedi. Abbâs:

“Ey Fadl! Annenin yanına git ve Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) içecek su getir" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bana bundan su ver" buyurunca, Abbâs:

Resûlallah! Bunun içine ellerini sokuyorlar" dedi. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine:

“Bana bundan su ver" buyurdu ve ondan içti. Sonra Zemzem kuyusunun yanına geldi. Bu kuyudan hem su dağıtıyorlar, hem de kuyuyu temizliyorlardı. Çalışanları görünce:

“Çalışın! Zira hayırlı bir iş yapıyorsunuz. Vallahi başkaları beni görüp de bu konuda sizinle izdiham yapmalarından çekinmeseydim kuyuya iner ve ipi şurama koyardım" buyurdu ve boynunu gösterdi.

Ahmed, Ebû Mahzûre'den bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ezan okuma işini bize ve azatlılarımıza verdi. Hacılara su dağıtma işini Hâşim oğullarına, Kâbe'nin hizmetini görme işini de Abduddâr oğullarına verdi."

İbn Sa'd, Hazret-i Ali'den bildirir: Abbâs'a:

Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Kâbe'nin hizmetlerini görme işini bize vermesini söyle" dediğimde, Abbâs, Allah Resûlünden bunu istedi. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Size ondan daha hayırlı olan bir şeyi, hacılara su dağıtma işini vereyim. Zira siz bitersiniz de onun size hayırları bitmez" buyurdu.

İbn Sa'd, Buhârî, Müslim ve Ezrakî, İbn Ömer'den bildirir:

“Abbâs Minâ'da kalınması gereken günlerde hacılara su dağıtma işi için Mekke'de kalmaya izin isteyince, Allah Resûlü(sallallahü aleyhi ve sellem) ona izin verdi."

İbn Sa'd, Mücâhid'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) devesi üzerinde Kâbe'yi tavaf etti. Hacer-i Esved'e ulaştığında da elindeki asasıyla onu selamlıyordu. Sonra su dağıtılan yere gelip su istedi. Abbâs:

Resûlallah! Sana kimselerin dokunmadığı sudan getirelim" deyince, Allah Resûlü:

“Hayır, bana bundan verin" buyurdu. Orada su içtikten sonra Zemzem kuyusuna geldi. "Kuyudan bana bir kova su çekin" buyurdu. Bir kova su çıkarılınca ağzına su alıp çalkaladı ve yine kovaya boşalttı. Sonra:

“Kovayı geri kuyuya dökün" buyurdu. Sonrasında:

“Çalışın! Zira hayırlı bir iş yapıyorsunuz. Vallahi başkaları beni görüp de bu konuda sizinle izdiham yapmalarından çekinmeseydim sizinle birlikte su çekerdim" buyurdu.

İbn Sa'd, Cafer b. Temmâm'dan bildirir: Adamın biri İbn Abbâs'a geldi ve:

“Neden kuru üzüm suyundan yaptığınız şerbeti dağıtıyorsunuz? Bu konuda sünnet olanı mı yapıyorsunuz, yoksa size süt ve bal dağıtmaktan daha kolay mı geliyor?" diye sordu. İbn Abbâs şu karşılığı verdi:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) su dağıtan Abbâs'ın yanına geldi ve:

“Bana içecek ver" buyurdu. İbn Abbâs kâselerde şırâ'getirtti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kâselerden birini alıp içti ve:

“İyi yapmışsınız. Öyle devam edin" buyurdu. Hakkında Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İyi yapmışsınız. Öyle devam edin" dediği bir içecek benim için süt ve bal dağıtmaktan daha iyidir."

İbn Sa'd, Mücâhid'den bildirir:

“Abbâs ailesinin dağıttığı içeceklerden için. Zira onlardan içmek sünnettendir."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Atâ:

“Siz hacılara su vermeyi..." âyetini açıklarken:

“Bundan kasıt, Zemzem suyudur" demiştir.

Abdurrezzâk, Musannef’te, Ezrakî, Târihu Mekke'de ve Beyhakî, Delâil'de Zührî'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dedesi Abdulmuttalib'in ilk defa zikredilişi Fil Olayı'nda olmuştur. Kureyşliler, Fil ordusundan kaçıp Harem'den çıkarken Abdulmuttalib henüz genç bir çocuktu. "Vallahi Allah'ın haram bölgesinden çıkıp izzeti başkasında arayacak değilim!" diyerek Kâbe'nin yanında oturdu. Diğer Kureyşliler ise onu bırakıp gidince Abdulmuttalib:

"Allah'ım! Kişi kendi mallarını koruyabilir

Sen de kendi malını bunlardan koru

Ki sabah, olduğunda haçları ve sapkınlıkları

Senin kudretin ve tuzağına galip gelmesin" demeye başladı.

Yüce Allah Fil ordusunu tamamen bozguna uğratıp helak edinceye kadar Abdulmuttalib, Mescid-i Haram'dan ayrılmadı. Ordunun, bu şekilde yok olmasından sonra Kureyş geri döndü. Abdulmuttalib, gösterdiği bu sabır ve Allah'ın kutsallanna olan saygısı dolayısıyla Kureyş'in gözünde daha da büyüdü. Daha sonra Abdulmuttalib'in en büyük oğlu olan Haris b. Abdilmuttalib doğdu. Hâris genç yaşına geldiği zaman bir gece Abduimuttalib'e rüyasında:

“Zemzem'i, büyük önderin gömüsünü kaz!" denildi. Abdulmuttalib uyandığında:

“Allahım! Bu rüyamı bana açıkla" dedi. Bir daha rüyasında kendisine:

“İşkembe ile kanın arasında kalan, karganın gelip karınca yuvasını aradığı yeri, kızıl putları karşına alarak Zemzem'i kaz" denildi.

Abdulmuttalib uyandıktan sonra Mescid-i Haram'a gidip oturdu ve rüyasında söylenen şeylerin çıkmasını bekledi. O arada Cezvere'de bir inek kesildi. Can havliyle kasabın elinden kurtulup kaçtı. Ancak ölüm kendisini Zemzem kuyusunun olduğu yerde buldu. Sonrasında orada kesildi. Parçalanıp etleri de alınınca bir karga gelip işkembesine kondu ve karınca yuvasını aramaya başladı. Bunu gören Abdulmuttalib kalktı ve karganın eşelediği yeri kazmaya başladı. Kureyşliler yanına gelip:

“Ne yapıyorsun öyle? Senin akılsız biri olduğunu düşünmüyorduk. Mescidimizi neden kazıyorsun?" dediler. Abdulmuttalib:

“Buradaki kuyuyu kazacağım ve bana engel olana da karşı koyacağım" karşılığını verdi. Sonra oğlu Hâris'le birlikte kuyuyu kazmaya devam etti. Hâris'ten başka da çocuğu yoktu.

Kuyuyu kazarken Kureyşlilerden bir grup onu alaya aldılar, kavga ettiler ve kazmasına engel olmaya çalıştılar. Asil soyunu, doğruluğunu ve çalışkanlığını bilen bazı Kureyşliler de ona destek çıktılar. Bu şekilde kuyuyu kazmaya devam edebildi. Ancak eziyetler çoğalınca on oğlunun olması halinde birini kurban edeceğini adadı. Sonunda daha önceden oraya gömülen kılıçlara ulaştı. Kılıçları çıkardığını gören Kureyşliler:

“Ey Abdulmuttalib! Bulduğun bu kılıçlardan bize de ver!" dediler, ancak Abdulmuttalib:

“Bu kılıçlar Allah'ın Ev'inindir" karşılığını verdi.

Sonunda Abdulmuttalib suya ulaştı. Su çıkan yeri açıp genişletti. Kuyunun hemen yanında bir havuz yaptı. Oğluyla birlikte kuyudan suyu çekip havuzu doldurmaya ve bu sudan hacılara su dağıtmaya başladılar. Ancak bu konuda onu çekemeyenler gece olunca gelip havuzu deliyor, sabah olunca Abdulmuttalib onu onarıyordu. Havuzu bu şekilde ikidebir bozmaları çekilmez bir hal alınca Abdulmuttalib bu konuda Rabbine dua edip yardım istedi. Rüyasında kendisine:

“Allahım! Bu suyun yıkanma için kullanılmasına izin vermiyorum. Sadece içme ve serinleme için kullanılsın, şeklinde dua et. Bu şekilde onlann bıı yaptıklarından kurtulacaksın" denildi. Abdulmuttalip uyanınca Mescid'de toplanan Kureyşlilere bu rüyasını anlattı ve oradan gitti. Sonrasında Kureyşlilerden havuzu bozmaya kalkışan her bir kişi bedeninde bir hastalığa yakalandı. Bu şekilde de sonunda havuzu ve hacılara su dağıtma işini Abdulmutalib'e bıraktılar.

Daha sonra Abdulmuttalib birkaç kadınla evlendi ve bunlardan on tane çocuğu oldu. "Allahım! Bunlardan birini kurban edeceğime dair adak adamıştım. Aralarında kura çekeceğim, sen dilediğini kura da çıkar" dedi. Aralarında kura çekince kurada hepsinden çok sevdiği oğlu Abdullah çıktı. Abdulmuttalib:

“Allahım! Abdullah'ın canını mı almayı dilersin yoksa yüz deve mi?" dedi ve yüz deve ile Abdullah arasında kura çekti. Kurada yüz deve çıkınca da onları kesip adağını yerine getirdi.

Ezrakî ve Beyhakî, Delâil'de Ali b. Ebî Tâlib'den bildirir: Abdulmuttalib şöyle dedi:

“Bir defasında Hicr'de uyurken rüyamda biri bana:

“Taybe'yi kaz" dedi. "Taybe ne?" diye sorduğumda bir şey demeden gitti. İkinci gün yatağıma girdiğimde yine aynı kişi rüyama geldi ve:

“Berre'yi kaz" dedi. "Berre ne?" diye sorduğumda bir şey demeden gitti. Üçüncü gün yatağıma girdiğimde aynı kişi rüyama geldi ve:

“Zemzem'ı kaz" dedi. "Zemzem ne?" diye sorduğumda:

“Ardı kesilmeyen, bitmeyen ve karınca yuvasının yanında bulunan sudur. Bununla buraya gelen hacıların su ihtiyacını karşılarsın" dedi."

Hazret-i Ali anlatmaya şöyle devam etti: Abdulmuttalib, rüyasında bu şekilde kendisine gerekli açıklama yapılıp yeri de gösterilince, kendisine söylenen şeyin doğruluğuna da inandığı için sabah oğlu Hâris'le birlikte kazmasını alıp kazmaya başladı. Hâris'ten de başka oğlu yoktu. Suyu bulunca da tekbir getirdi. Tekbir getirdiğini duyan Kureyşliler suyu bulduğunu anladılar. Hemen yanına gelip:

“Et Abdulmuttalib! Bu, İsmail'in kuyusudur. Onun için bunda bizim de hakkımız vardır. Bizi de bu kuyuya ortak etmdisin" dediler. Ancak Abdulmuttalib:

“Bunu yapmam! Bu işle özel olarak ben görevlendirildim ve sizin aranızda sadece bana kısmet oldu" karşılığını verdi. Kureyşliler:

“Bunu bizimle paylaşmalısın! Bu konuda seninle davalaşmadan da bırakmayız!" dediklerinde, Abdulmutalib:

“İstediğiniz kişiyi seçin onun huzurunda sizinle davalaşayım" karşılığını verdi. Kureyşliler:

“Hüzeymli Sa'd oğullarının kahini olan kadına gidelim" dediklerinde, Abdulmuttalib:

“Olur" karşılığını verdi.

Bu kahin kadın Şam bölgesinde oturuyordu. Abdulmuttalib, yanına Abdumenâf oğullarından birkaç kişiyi aldı. Kureyş'in her bir kabilesinden de bir kişi seçildi ve bineklerine binip yola düştüler. O zamanlarda yollar ıssız ve çöl idi. Şâm ile Hicaz arasında çöl olan bir bölgeye vardıklarında Abdulmuttalib ile yanındakilerin suyu bitti. Susuzluktan da neredeyse helak olacaklardı. Yanlarında bulunan Kureyşli kabilelerin adamlarından su istediler ancak:

“Çölün ortasındayız. Sizin başınıza gelenin bizim de başımıza gelmesinden korkarız" diyerek su vermeyi kabul etmediler.

Abdullamuttalib, diğer kabilelerden olanların su vermemeleri üzerine ve susuzluktan dolayı maruz kalacakları tehlikeyi görünce yanında bulunan Abdumenâf oğullarına:

“Görüşünüz nedir?" diye sordu. "Senin uygun göreceğin şeyi biz şimdiden kabul ediyoruz. Ne yapmamızı istiyorsan emret, yapalım" karşılığını verdiler. Abdulmuttalib:

“O zaman henüz bizde güç varken herkes kendi yerini kazsın. Ölen kişiyi kazdığı yere gömeriz. İçimizden son adam kalıncaya kadar bu şekilde yapalım. Zira bir kişinin ölümü hepimizin ölmesinden daha iyidir" deyince:

“Dediğin gibi yapalım" karşılığını verdiler.

Sonrasında her biri kendi yerini kazdı ve oturup susuzluktan dolayı ölümün gelmesini beklediler. Fakat bir ara Abdulmuttalib:

“Vallahi kendimizi bu şekilde ölüme bırakmamız acizlikten başka bir şey değil. Buna başka bir çare bulmalıyız. Belki Yüce Allah başka yerlerde bizim için su ihsan eder. Yola düşelim" deyince yola çıkmak üzere hazırlıklara başladılar. Onlar bu şekilde yola çıkma hazırlığını yaparken diğer Kureyşliler de bu işin nereye varacağını görmek için öylece seyrediyorlardı. Sonunda Abdulmuttalib kalktı ve bineğine bindi. Binek hareket edince ayağının altından tertemiz bir su fışkırdı. Abdulmuttalib tekbir getirince yanındakiler de tekbir getirmeye başladılar. Bineklerinden inip o sudan içtiler ve tulumlarını doldurdular. Abdulmuttalib, Kureyş'in diğer kabilelerinden olan adamları da:

“Suya gelin! Yüce Allah bizlere suyu gönderdi. Su ihtiyacınızı giderin" diyerek çağırdı. Bunun üzerine önceleri Zemzem kuyusu konusunda onunla çekişen Kureyşliler:

“Ey Abdulmuttalib! Zemzem kuyusu konusunda Yüce Allah hükmünü senden yana verdi. Vallahi artık Zemzem suyu konusunda seninle bir daha asla çekişmeyiz. Bu çölün ortasında sana suyu gönderen, Zemzem suyunu da sana verdi. Mekke'deki suyunun başına geri dön" dediler. Sonrasında hep birlikte geri döndüler ve kahin kadına gitmekten vazgeçtiler. Zemzem'i de Abdulmuttalib'e bıraktılar ve bu konuda ona hiç karışmadılar.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, İbn Mâce, Amr b. Şeybe, Fâkihî, Târihu Mekke'de, Taberânî, el-Evsat'ta, İbn Adiy ve Beyhakî, Sünen'de Ebu'z-Zübeyr vasıtasıyla Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Zemzem suyu hangi niyetle içilirse o konuda faydası olur" buyurmuştur.

Müstağfirî, Tib'da Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Zemzem suyu hangi niyetle içilirse o konuda faydası olur. Hastalıktan dolayı içene Yüce Allah şifa verir. Açlıktan dolayı içeni Yüce Allah doyurur. Başka bir ihtiyaçtan dolayı içenin de Yüce Allah o ihtiyacını giderir."

Dîneverî, Mücâlese'de Buhârî'nin hocası olan Humeydî'den bildirir: İbn Uyeyne'nin yanında iken bize Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Zemzem suyu hangi niyetle içilirse o konuda faydası olur" buyurduğunu söyledi. Bunun üzerine orada oturanlardan biri çıkıp gitti. Bir süre sonra geri geldi ve:

“Ey Ebû Muhammed! Zemzem suyu konusunda bize aktardığın hadis doğru mu?" diye sordu. İbn Uyeyne:

“Evet, doğru" karşılığını verince, adam:

“Ben demin bana yüz hadis aktarman niyetiyle bir kova zemzem suyu içtim" dedi. Süfyân b. Uyeyne adama:

“Otur" deyip oturttuktan sonra da ona yüz tane hadis aktardı.

Fâkihî, Târihu Mekke'de Abbâd b. Abdillah b. ez-Zübeyr'den bildirir: Muâviye hacca gidince biz de onunla birlikte gittik. Kabe'yi tavaf ettikten sonra Makâm'da iki rekat namaz kıldı. Safâ'ya çıkarken de Zemzem kuyusunun oradan geçti. Hizmetçisine:

“Oğul! Şuradan bir kova çek" deyince, hizmetçi ona bir kova su çekti. Mûaviye içip yüzünü yıkadı. Oradan ayrılırken de:

“Zemzem suyu hangi niyetle içilirse o konuda faydası olur" dedi.

Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Zemzem suyu hangi niyetle içilirse o konuda faydası olur" buyurmuştur.

Hafız Ebu'l-Velîd b. ed-Debbâğ, Fevâid'de, Beyhakî ve Hatîb, Târih'de Süveyd b. Saîd'den bildirir: İbnu'l-Mübârek, Zemzem kuyusuna gelip bir kap su aldı. Sonra da kıbleye dönüp:

“Allahım! İbn Ebi'l-Mevâlî, İbnu'l- Münkedir'den o da Câbir'den naklen bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): «Zemzem suyu hangi niyetle içilirse o konuda faydası olur» buyurmuştur. İşte ben de şimdi içeceğim ve kıyamet gününde susuz kalmama niyetiyle içiyorum" dedi. Sonra da bu niyetle içti.

Hakîm et-Tirmizî, Ebu'z-Zübeyr vasıtasıyla Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Zemzem suyu hangi niyetle içilirse o konuda faydası olur" buyurmuştur.

Hakîm et-Tirmizî, babasından naklen bildirir:

“Karanlık bir gecede tavaf etmek istedim, ancak o kadar çok çişim geldi ki kıvranmaya başladım. Hac mevsimi olduğu için de Mescid'den çıkmam halinde dışarıda bulunan pisliklere basmaktan çekindim. Sonra Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Zemzem suyu konusunda bu hadisini hatırladım. Zemzem suyuna gelip kana kana içtim. Sabaha kadar da çiş sorunu yaşamadım."

Taberânî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yeryüzündeki en iyi su, zemzem suyudur. Zemzem suyu bilinen en iyi sudur. Açlığı giderir, hastalığa şifa olur" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Fâkihî ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da İbn Abbâs'tan bildirir:

“Zemzem suyu bilinen en iyi sudur. Açlığı giderir, hastalığa da şifa olur."

Tirmizî, Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-îmanfda bildirdiğine göre Hazret-i Âişe şişelerde zemzem suyu taşır ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) de böyle yaptığını söylerdi. Aynı şekilde Allah Resûlünün bu suyu hastalarının üzerine serptiğini ve onlara içird iğini zikretmiştir.

Deylemî, Müsnedu'l-Firdevs'te Safiyye'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Zemzem suyu her hastalık için şifadır" buyurmuştur.

Dârakutnî ve Hâkim, Mücâhid vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Zemzem suyu, hangi niyetle içilirse o konuda faydası olur. Şifa niyetiyle içtiğin zaman Yüce Allah sana şifa verir. Bir şeyden sığınmak için içtiğin zaman Yüce Allah seni ondan korur. Susuzluğunu gidermek için içtiğin zaman Yüce Allah susuzluğunu giderir. Açlığını gidermek için içtiğin zaman da Yüce Allah açlığını giderir. Zemzem suyu Cebrail'in İsmail'e içirmek için çıkarttığı bir sudur." Ravi der ki: Bu yüzden İbn Abbâs zemzem suyunu içeceği zaman:

“Allahım! Bana faydalı bir ilim, bol rızık ve her hastalığa karşı şifa ver" diye dua ederdi.

Abdurrezzâk, İbn Mâce, Taberânî, Dârakutnî, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de Osmân b. el-Esved'den bildirir: Adamın biri İbn Abbâs'a geldi. İbn Abbâs:

“Nereden geliyorsun?" diye sorunca, adam:

“Zemzem suyu içip geldim" dedi. İbn Abbâs:

“Olması gerektiği gibi mi içtin?" deyince, adam:

“Ey İbn Abbâs:

“Nasıl içilmeli ki?" diye sordu. İbn Abbâs şu karşılığı verdi:

“İçeceğin zaman kıbleye dön ve Allah'ın adını an. Sonra içeceğin kadarını üç nefeste ve kana kana iç. Bitirdiğin zaman da Allah'a hamdet. Zira Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bizi münafıklardan ayıran bir şey de onların zemzem suyundan kana kana içmemeleridir»buyurmuştur."

Ezrakî, İbn Abbâs'tan bildirir: Zemzem kuyusunun bulunduğu avluda Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İle beraberdik. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kova su isteyince kuyudan çekilip getirildi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kovayı kuyunun kenarına koydu. Bir eliyle de kovanın altından tuttu ve:

“Bismillah" dedi. Sonra uzunca içti. Bitirip başını kaldırdıktan sonra:

“Elhamdülillah" dedi. Biraz dua ettikten sonra tekrar:

“Bismillah" diyerek kovayı ağzına dikti. İlkinden daha uzunca içtikten sonra, başını kovadan çekti ve:

“Elhamdülillah" dedi. Biraz daha dua ettikten sonra tekrar:

“Bismillah" diyerek kovayı ağzına dikti. İlk ikisinden daha uzunca içtikten sonra, başını kaldırdı ve:

“Elhamdülillah" dedi. Bu şekilde içmeyi bitirdikten sonra da:

“Bizi münafıklardan ayıran bir şey de onların zemzem suyundan kana kana içmemeleridir" buyurdu.

Ezrakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Zemzem suyundan kana kana içmek, kişiyi münafık olmaktan uzaklaştırır" buyurmuştur.

Ezrakî, Ensâr'dan bir adamdan, o babasından, o da dedesinden naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bizi münafıklardan ayıran bir şey de onların zemzem suyundan bir kova çektikleri zaman bundan kana kana içmemeleridir. Zira hiçbir münafık zemzem suyundan kana kana içemez."

Ezrakî, Dahhâk b. Müzâhim'den bildirir:

“Bize bildirilene göre zemzem suyundan kana kana içmek kişiyi nifaktan uzak tutar. Zemzem suyu başağrısını giderir, gözlere fer katar. Öyle bir zaman gelecek kî zemzem suyu Nil ile Fırat nehirlerinden daha duru olacaktır."

İbn Ebî Şeybe, Ezrakîve Fâkihî, Ka'b'dan bildirir:

“Allah'ın indirdiği kitapta zemzem suyunun açlığı giderdiğini ve hastalıklara şifa olduğunu buluyorum."

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr ve Ezrakî, Abdullah b. Osman b. Huseym'den bildirir: Vehb b. Münebbih yanımıza Mekke'ye geldiği zaman hastalandı. Ziyaretine gittiğimizde yanında zemzem suyu gördük. Ona:

“Daha duru bir su kullansan olmaz mı? Zira bu su biraz sert bîr sudur" dediğimizde şu karşılığı verdi:

“Başka bir bölgeye çıkana kadar bundan başka bir suyu kullanmak istemiyorum. Vehb'in nefsi elinde olana yemin olsun ki Allah'ın Kitâb'ında bu suyun eksilmeyeceği ve bitmeyeceği geçmektedir. Allah'ın Kitâb'ında bu suyun hayırlı bir su olduğu ve iyilerin içeceği olduğu geçmektedir. Allah'ın. Kitâb'ında bu suyunun çok hoş bir koku bıraktığı geçmektedir. Allah'ın Kitâb'ında bu suyun açlığı giderdiği ve hastalıklara şifa verdiği geçmektedir. Vehb'in nefsi elinde olana yemin olsun ki kişi ondan kana kana içtiği zaman hastalıklarını götürür, yerini şifaya bırakır."

Ezrakî'nin bildirdiğine göre Ka'b, zemzem suyu hakkında şöyle demiştir:

“Biz zemzem suyu konusunda cimri davranıldığını görüyoruz, zira sadece size ihsan edilmiştir. Ondan içen ilk kişi de Hazret-i İsmâil'dir. Bu su açlığı girerir ve hastalıklara karşı şifa verir."

Abdurrezzâk, Musannef’te, Saîd b. Mansûr, Ezrakî ve Hakîm et-Tirmizî, Mücâhid'den bildirir:

“Zemzem suyu hangi niyetle içilerse ona faydası olur. Şayet bir hastalıktan kurtulmak için içiyorsan Yüce Allah sana şifa verir. Susuzluğunu gidermek için içiyorsan Yüce Allah susuzluğunu giderir. Açlığını gidermek için içiyorsan Yüce Allah açlığını giderir. Bu su Cebrâil'in ayağını yere vurmasıyla çıkan ve Yüce Allah'ın İsmâil'e ihsan ettiği bir sudur."

Ezrakî, Ali b. Ebî Tâlib'den bildirir:

“Yeryüzündeki en hayırlı vadiler iki tanedir. Biri Mekke'deki vadidir. Diğeri Hind bölgesinde Hazret-i Âdem'in dünyaya indiği vadidir. Üzerinize sürdüğünüz bu kokular da işte bu vadiden gelmektedir. Yeryüzündeki en kötü iki vadi de biri Ahkâfta, biri de Hadramevt'te bulunan Berehût adındaki vadidir. İnsanlar için en hayırlı kuyu Zemzem kuyusudür. En kötü kuyu da kafirlerinin ruhlarının içinde toplandığı Berehût kuyusudur."

Ezrakî, Atâ'dan bildirir: İbn Abbâs:

“Hayırlıların namazgahında namazı kılın, iyilerin içeceğinden için" dedi. Kendisine:

“Hayırlıların namazgâhı nedir?" diye sorduklarında:

“Topraktır" karşılığını verdi. "İyilerin içeceği nedir?" diye sorulunca da:

“Zemzem suyudur" karşılığını verdi.

Ezrakî, İbn Cüreyc'den bildirir: Şöyle denildiğini işittiprı:

“Yeryüzündeki en iyi su Zemzem suyudur. Yeryüzündeki en kötü su da Hadramevt'in yollarından birinde olan Berehût suyudur."

Ezrakî'nin bildirdiğine göre Ka'bu'l-Ahbâr:

“Kudüs ile Zemzem birbirlerini tanırlar" demiştir.

Ezrakî, İkrime b. Hâlid'den bildirir: Bir gece vakti Zemzem kuyusunun yanında oturuyordum. Bir ara beyaz giysili bir topluluğun tavaf ettiğini gördüm. Giysilerinin beyazlığını başka hiçbir şeyde görmüş değildim. Tavafı bitirdiklerinde bana yakın bir yerde namaz kıldılar. Sonra içlerinden biri diğerlerine:

“Haydi gidelim de iyilerin içeceğinden içelim" dedi. Hep birlikte de Zemzem kuyusunun bulunduğu yere girdiler. İçimden:

“Vallahi yanlarına gidip kim olduklarını soracağım" dedim ve peşlerinden içeri girdim. Ancak girdiğimde içerde tek bir insan bile yoktu.

Ezrakî, Abbâs b. Abdilmuttalib'den bildirir:

“Cahiliye döneminde insanlar Zemzem suyu konusunda rekabet ederlerdi. Çoluk çocuk sahipleri fakirler sabah vakti gelip bu sudan içerlerdi ve içtikleri kahvaltının yerini tutardı. Biz zemzem suyunu çoluk çocuk sahibi fakirler için bir (gıda) desteği olarak görürdük."

İbn Ebî Şeybe ve Ezrakî, İbn Abbâs'tan bidirir:

“Cahiliye döneminde zemzem 'Şubâ'a (doyuran)' olarak isimlendirilirdi. Bu suyun çoluk çocuk sahibi yoksul kimseler için en iyi yardım kaynağı olduğu söylenirdi."

Tayâlisî, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Müslim, Ezrakî, Bezzâr, Ebû Avâne ve Beyhakî, Sünen'de Ebû Zer'den bildirir: Mekke'ye gitmiştim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni görünce:

“Ne zamandan beri buradasın?" diye sordu. "Ondört gündür buradayım" dedim. (Başka bir lafızda:

“Onbeş gündüz ile onbeş gecedir buradayım" dediği zikredilir.) Allah Resûlü:

“Yemeğini kim veriyordu?" diye sorunca:

“Zemzem suyundan başka ne yiyeceğim ne de içeceğim vardı. Ancak hiç açlık çekmedim, göbek de bağladım" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Zemzem suyu mübarek bir sudur. Kişinin açılığını giderir" buyurdu. Tayâlisî'nin lafzında:

“Hastalıklara karşı şifadır" ziyadesi de vardır.

Ezrakî, Rebâh b. el-Esved'den bildirir: Köylerden birinde köle idim. Daha sonra Mekke'de satıldım ve azat edildim. Ancak üç gün boyunca yiyecek bir şeyler bulamadım. Bu süre içinde hep zemzem suyundan içiyordum. Bir gün yine içtiğimde ağzımda süt tadı buldum. "Sanırım uykudandır" dedim. Ancak oradan ayrıldığımda ağzımda süt tadı vardı ve süt içmiş gibi karnım toktu.

Ezrakî, Abdulazîz b. Ebî Verrâd'dan bildirir:

“Çobanın biri sürüsünü yayardı ve abid bir zattı. Susadığı zaman yanındaki zemzem suyu kendisine süt gibi gelirdi. Abdest almak istediği zaman onu su olarak görürdü."

Ezrakî, Dahhâk b. Müzâhim'den bildirir: Yüce Allah kıyamet gününden önce Zemzem suyu dışındaki tüm suları yeryüzünden kaldırır. Zemzem suyu dışındaki tüm sular yerde kaybolup gider. Yer de içinde ne kadar gümüş ve altın varsa dışarıya atar. Kişi altın ve gümüşle doldurduğu torbayı:

“Bunu benden kim kabul eder?" diye sorarak vermek ister. Ancak karşılaştığı herkes:

“Dün getirseydin kabul ederdim" karşılığını verir.

Ezrakî, Zir b. Hubeyş'den bildirir: Abbâs b. Abdilmuttalib'i Mescid-i Haram'da Zemzem suyunun çevresinde dolaşıp:

“Bu suyu yıkanmak için kimseye helal etmiyorum. Bu su sadece abdest almak ve içmek için helaldir ve sadece bunu için kullanılır" dediğini işittim.

Ezrakî, İbn Ebî Hüseyn'den bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Süheyl b. Amr'a haber gönderip zemzem suyundan kendisine göndermesini isteyince, Süheyl ona iki deve yükü zemzem suyu gönderdi."

Abdurrezzâk ve Ezrakî, İbn Cüreyc vasıtasıyla İbn Ebî Hüseyn'den (Abdullah b. Abdirrahman'dan) bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Süheyl b. Amr'a:

“Bu mektubum sana gece ulaştığı zaman sabahı bekleme, gündüz ulaştığı zaman ise geceyi bekleme ve bana zemzem suyundan gönder" şeklinde bir mektup yazdı. Bunun üzerine Süheyl iki tulumu deveye yükleyip Allah Resûlü'ne gönderdi.

Taberânî, el-Evsat'ta İbn Abbâs'tan bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Sühel b. Amr'a haber yollayıp kendisine zemzem suyu göndermesini istedi."

İbn Sa'd, Ümmü Eymen'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hafif veya ağır herhangi bir hastalıktan şikayet ettiğini, açlık veya susuzluk çektiğini hiç görmedim. Sabah gider zemzem suyundan içerdi. Ona kahvaltı getirdiğimde ise:

“İstemiyorum, zira tokum" buyururdu.

Dârakutnî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Beş şey ibadettendir. Mushafa bakmak, Kabe'ye bakmak, anne- babaya bakmak, zemzem suyuna bakmak ki, ona bakmak günahları siler. Bir diğeri de âlimin yüzüne bakmaktır,"

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Mücâhid zemzem suyundan içtiği zaman:

“Bu su, hangi niyetle içilirse o yönde faydası olur" derdi.

Saîd b. Mansûr, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Kişi kana kana zemzem suyundan içtiği zaman Yüce Allah onun içinden bir hastalığı yok eder. Susuz biri bu sudan içtiği zaman susuzluğu gider. Aç biri içtiği zaman da açlığı gider."

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Tâvus:

“Zemzem suyu açlığı giderir ve hastalıklara karşı şifa verir" demiştir.

Fâkihî, Saîd b. Ebî Hilâl'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'ye bir casus gönderdi. Bu casus Mekke'de kaldığı günlerde hep zemzem suyundan içti. Geri döndüğü zaman Allah Resûlü ona:

“Orada ne yiyip ne içtin?" diye sorunca, adam orada kaldığı süre içine sadece zemzem kuyusuna gelip ondan içtiğini söyledi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Zemzem suyu hastalıklara kaçşı şifadır ve açlığı da giderir" buyurdu.

Fâkihî, İbn Abbâs'tan bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) birine bir hediye vermek istediği zaman ona zemzem suyundan içirirdi."

Fâkihî, Mücâhid'den bildirir:

“İbn Abbâs, misafiri geldiği zaman ona zemzem suyu ikram ederdi. Birilerine yemek verdiği zaman mutlaka zemzem suyundan da içirirdi."

Ebû Zer el-Herevî, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Mekke ahalisi kendileriyle yarışmak isteyen herkesle yarışır, kendileriyle savaşmak isteyen herkesle de savaşmaktan çekinmezlerdi. Zemzem suyuna bile herkesten daha fazla bağlanmışlardır."

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te Mücâhid'den bildirir:

“Öncekiler bir ev ahalisiyle vedalaştıkları zaman zemzem suyu getirip içmeyi müstehab görürlerdi."

Silefî, et-Tuyûriyyât' da Talk b. Habîb'den bildirir:

“Zemzem iyilerin içeceği, Hicr de hayırlıların namazgâhıdır."

21

"Rableri onlara, kendi katından bîr rahmet, bir hoşnutluk ve kendilerine içinde tükenmez nimetler bulunan cennetler müjdelemektedir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Talha b. Musarrif bu âyeti: (.....) şeklinde okurdu.

22

Onlar, cennetlerde ebedî olarak kalıcıdırlar. Muhakkak ki, en büyük mükâfat Allah katındadır.

23

Bkz. Ayet:24

24

"Ey iman edenleri Eğer küfrü imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile dost edinmeyin. İçinizden kim onları dost edinirse, işte onlar, zalimlerin ta kendileridir. De ki: Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah'tan, Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın âyeti gelene kadar bekleyin. Allah fasık kimseleri doğru yola eriştirmez."

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'den bildirir: Müslümanların hicret etmeleri emredilince Abbâs b. Abdilmuttalib:

“Ama ben burada hacılara su dağıtıyorum" dedi. Abduddâr oğullarının kardeşlerinden olan Talha da:

“Ben de Kabe'nin hizmetlerini görüyorum, onun için biz hicret etmeyeceğiz" dedi. Bunun üzerine:

“Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile dost edinmeyin..." âyeti nazil oldu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mükâtil bu âyeti açıklarken:

“Hicret konusunda nazil oldu" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini:

“Elde ettiğiniz mallar" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini:

“Kesada uğrayıp ve satmak zorunda kalacağınız mallar ile hoşunuza giden evler, saraylar" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Allah'ın âyeti gelene kadar bekleyin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu buyruktan kasıt, hicret emri sonrası gerçekleşecek fetihtir. Bütün bunlar da Mekke'nin fethinden önce gerçekleşmiştir."

Ahmed ve Buhârî, Abdullah b. Hişâm'dan bildirir: Bir defasında Peygamberimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikteydik. Ömer b. el-Hattâb, elinden tutmuş olan Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem):

Resûlallah! Vallahi seni kendim hariç her şeyden daha fazla seviyorum" deyince, Allah Resûlü(sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişi beni kendi kendinden dahi daha fazla sevmedikçe iman etmiş sayılmaz" buyurdu.

25

Bkz. Ayet:27

26

Bkz. Ayet:27

27

"Andolsun, Allah birçok yerde ve Huneyn savaşı gününde size yardım etmiştir. Hani, çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat size hiçbir yarar sağlamamış, yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Nihayet gerisin geriye dönüp kaçmıştınız. Sonra Allah, Resûlü ile müminler üzerine kendi katından güven duygusu ve huzur indirdi. Bir de sizin göremediğiniz ordular indirdi ve inkâr edenlere azap verdi. İşte bu, inkârcıların cezasıdır. Sonra Allah, bunun ardından yine dilediği kimsenin tövbesini kabul eder. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir."

Firyâbî'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“Andolsun, Allah birçok yerde ve Huneyn savaşı gününde size yardım etmiştir..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah'ın Tevbe Sûresi'nden ilk indirdiği âyet budur" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Süneyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: Tevbe Sûresi'nden ilk nazil olan âyet:

“Andolsun, Allah birçok yerde ve Huneyn savaşı gününde size yardım etmiştir..." âyetidir. Yüce Allah bu âyetle Müslümanlara yardımının nasıl olduğunu açıklamış ve Tebûk savaşı için onları hazırlamak istemiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Andolsun, Allah birçok yerde ve Huneyn savaşı gününde size yardım etmiştir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Âyet, Yüce Allah'ın bir çok yerde Müslümanlara yardım ederek onlara yaptığı ihsanları bize anlatmaktadır."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'den bildirir:

“Huneyn, Mekke ile Tâif arasında sulu bir bölgedir. Peygambermiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bu bölgede Hevâzin ile Sakîf kabileleriyle savaşmıştır. Bu savaşta Hevâzin'in başında Mâlik b. Avf, Sakîf'in başında ise Abd Yâlîl b. Amr es-Sekafî vardı."

İbn Ebî Hâtim, Urve'den bildirir:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'nin fethinden sonra sadece onbeş gün oturabildi. Sonrasında Hevâzin ile Sakîf kabileleri gelip Huneyn'de karargâhlarını kurdular. Huneyn de Zül Mecâz'ın yanında bulunan bir vadidir."

İbnu'l-Münzir, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Mekke'nin fethi sonrası Mekke ile Medine ahalisi bir araya toplanınca:

“Vallahi bu şekilde bir araya toplanmışken artık istediğimiz gibi savaşırız!" demeye başladılar. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onların bu sözlerinden ve çokluklarından dolayı kendilerini beğenmelerinden hiç hoşlanmadı. Düşmanlarla karşılaştıklarında da hezimete uğradılar. Bu hezimette Müslümanlardan hiç kimse bir diğerini göremez hale geldi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de Arap kabilelerini:

“Yanıma gelin! Yanımda toplanın!" diye çağırmaya başladı. Vallahi bu çağrıya rağmen kimseler yanına gelmedi ve Allah Resûlünün bulunduğu yer saldırılara karşı açık kaldı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vadinin bir kenarında bulunan Ensâr'a dönüp:

“Ey Allah'ın yardımcıları! Ey Resûlullah'ın yardımcıları! Ey Allah'ın kulları yanımda yoplanın! Ben ki Allah'ın Resûlüyüm!" diye seslenince kaçan Müslümanlar ağlayarak geri döndüler ve " Resûlallah! Kâbe'nin Rabbine andolsun ki yanından ayrılmayacağız! Vallahi yanında duracağız" dediler. Başlarını öne eğip ağlayarak bir daha kılıç sallamaya başladılar. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) önünde bu şekilde savaştılar ve sonunda Yüce Allah onları galip kıldı.

Beyhakî, Delâil'de Rabî'den bildirir: Huneyn savaşı sırasında adamın biri:

“Artık azlıktan dolayı yenilmek yok!" deyince bu sözü Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ağırına gitti. Bunun üzerine:

“Andolsun, Allah birçok yerde ve Huneyn savaşı gününde size yardım etmiştir..." âyeti nazil oldu. O zamanlar Müslümanlar oniki bin kişiydi. Bunlardan ikibini Mekke'dendi.

İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Bağavî, Mu'cem'de, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de Ebû Abdirrahman el-Fihrî'den bildirir: Huneyn savaşına Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte çıkmıştık. Yakıcı bir günde sıcaklar altında yol aldık. Sonrasında ağaçların gölgesinde konakladık. Güneş tepe noktasını aşınca kılıcımı kuşanıp atıma bindim ve çadırında olan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldim. " Resûlallah! Allah'ın selamı ve rahmeti üzerine olsun! Yola çıkma vakti gelmedi mi?" dediğimde:

“Evet, geldi" karşılığını verdi ve:

“Ey Bilâl!" diye seslendi. Bilâl sakız ağacının altından fırladı. Gölgesi bir kuşun gölgesini andırıyordu. Gelince:

“Geldim, emrindeyim! Sana feda olayım" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“Atımı eyerle" buyurdu. Bilâl temiz liflerle doldurulmuş eyeri Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) atina koydu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) atma bindikten sonra günün kalan kısmını yine yol alarak geçirdik. Ardından düşmanlarla karşılaştık. Önce her iki tarafın atlıları birbirbirine girdi. Bu şekilde girdiğimiz savaşta Müslümanlar hezimete uğradı ve Yüce Allah'ın da belirttiği gibi kaçmaya başladılar. Öylesi bir ortamda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın kulları! Ben Allah'ın kulu ve Resulüyüm! Ey insanlar! Yanımda toplanın! Ben Allah'ın kulu ve Resulüyüm!" diye seslenmeye başladı. Bu kargaşada Allah Resûlü atından düştü. Allah Resûlü'ne benden daha yakın duran birinin bana anlattığına göre bu sırada Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yerden aldığı bir avuç toprağı düşmanların yüzlerine doğru savurdu ve:

“Yüzleri çirkin olsun!" buyurdu. Sonrasında Yüce Allah düşmanları hezimete uğrattı.

Ya'lâ b. Atâ der ki: O savaşta bulunan düşmanların oğulları, babalarından naklen der ki:

“Yüzümüze doğru savrulan bu bir avuç toprak yüzünden içimizden gözü ve ağzı toprak dolmayan kimse kalmadı. Ayrıca gökten bir tıkırtı işittik. Sanki demirden bir kabın içine gökten demir parçaları atılıyordu."

Taberânî, Hâkim, Ebû Nuaym ve Beyhakî, Delâil'de Abdullah b. Mes'ûd'dan bildirir: Huneyn savaşında ben de Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanındaydım. Müslümanlar bırakıp kaçtıkları zaman geride Mühacir ve Ensar'dan seksen kişi kaldık ve hiçbirimizde binek yoktu. Biz de seksen adım kadar geriye çekilmiştik, ancak dönüp kaçmamıştık. Yüce Allah'ın zikrettiği gibi üzerlerine sükûnet ile huzur indirdiği kişiler de bizlerdik. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) katı rina binmişti. Az bir ilerledikten sonra:

“Bana bir avuç toprak ver" buyurdu. Ona bir avuç toprak verdiğimde bu toprağı müşriklerin yüzlerine doğru savurdu. Müşriklerin gözleri toprakla dolunca da dönüp kaçmaya başladılar.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de Enes'ten bildirir: Hevâzin kabilesi Huneyn'e çocukları, kadınları, develeri ve koyunlarıyla birlikte geldi. Bunları da Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı sayıları çok görünsün diye askerlerin önünde dizdiler. Müşrikler ile Müslümanlar bu şekilde karşılaştıkları zaman Müslümanlar Yüce Allah'ın da ifade ettiği gibi geri dönüp kaçmaya başladılar. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın kulları! Ben Allah'ın kulu ve Resulüyüm!" diye seslendi. Sonra:

“Ey Ensâr! Ben Allah'ın kulu ve Resulüyüm!" diye seslendi. Bu seslenişin ardından Müslümanlar tek bir kılıç sallamadan ve tek bir mızrak atmadan Yüce Allah müşrikleri hezimete uğrattı.

Abdurrezzâk, İbn Sa'd, Ahmed, Müslim, Nesâî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye, Abbâs b. Abdilmuttalib'den bildirir: Huneyn savaşına Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte katıldım. Müslümanlar ile müşrikler karşı karşıya geldiklerinde Müslümanlar dönüp kaçmışlardı. Bir ara Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında Ebû Süfyân b. Hâris b. Abdilmuttalib ile benden başka kimse kalmadı. Herkes kaçıp giderken biz Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından hiç ayrılmadık. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) de Ferve b. Nüfâse el-Cüzâmî'nin kendisine hediye ettiği gri katırının üzerindeydi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) katırını kafirlerin üzerine doğru sürdü. Ben de katır fazla hızlı gitmesin diye dizginlerinden tutuyordum. Ancak Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklere doğru ne kadar hızlı bir şekilde gittiğine aldırmıyordu. Ebû Süfyân b. Hâris de Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) katırının kayışından tutmuştu. Bir ara bana:

“Ey Abbâs! «Ey ağaç altında biat edenler! Ey Bakara Sûresi'nin muhatapları!» diye seslen" buyurdu.

Gür sesli birisiydim. En gür sesimle:

“Ey ağaç altında biat edenler! Ey Bakara Sûresi'nin muhatapları!" diye seslendim. Vallahi sanki ineğin yavrularını şefkatle çağırması gibi sesimi duydukları zaman:

“Geldik! Emrindeyiz!" diyerek geri döndüler. Geri toplanan Müslümanlar kafirlerle savaşmaya başladılar. Sonrasında Müslümanlar:

“Ey Ensâr! Ey Ensâr!" diye seslendiler. Sonrasında bu daveti daha özele indirip sadece Hâris b. Hazrec oğullarını çağırmaya başladılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) katırının üzerinde az bir yükseldi ve:

“İşte ortalığın kızışacağı an bu andır!" buyurdu. Sonrasında Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) yerden aldığı çakıl taşlarını kafirlerin yüzlerine doğru savurdu ve:

“Kâbe'nin Rabbine andolsun ki hezimete uğrayacaklar!" buyurdu. Gidip baktığımda savaş başladığı gibi aynen devam ediyordu. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) o çakıl taşlarını attıktan sonra zayıf düştüklerini ve geriye dönüp kaçmaya başladıklarını gördüm. Bu şekilde de Yüce Allah onları hezimete uğrattı.

Hâkim, Câbir'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Huneyn savaşı sırasında kaçan Müslümanların ardından:

“Ey Ensâr!" diye seslendi. Ensâr:

“Emrindeyiz! Anamız babamız sana feda olsun yâ Resûlallah!" karşılığını verince:

“Yüzünüzü Allah'a ve Resûlüne dönün ki sizleri altından ırmaklar akan cennetlere koysun" buyurdu. Bunun üzerine büyük bir arzuyla omuz omuza vererek savaşa başladılar ve Yüce Allah da müşrikleri hezimete uğrattı.

Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve İbn Merdûye, Enes'ten bildirir: Huneyn savaşı için Mekkeliler ile Medineliler toplanınca çoklukları dolayısıyla böbürlenmeye başladılar ve:

“Vallahi işte şimdi istediğimiz gibi savaşırız" dediler. Ancak düşmanlarla karşılaşıp savaş kızışınca Müslümanlar geri dönüp kaçmaya başladılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Müslümanlar! Ey Allah'ın kulları! Yanımda toplanın! Ben Allah'ın Resûlü'yüm!" diye Ensâr'a seslenince:

“Yemin olsun yanma geliyoruz.'" karşılığını verdiler. Başları önlerinde geri döndüler ve Yüce Allah zafer verinceye kadar da savaştılar.

Hâkim, Ubâde b. es-Sâmit'ten bildirir: Huneyn savaşında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) devenin birinden bir kıl aldı ve şöyle buyurdu:

“Ey insanlart Yüce Allah'ın size ganimet olarak ihsan ettiğinden hums (beşte bir) dışında bana şunun (kıl) kadarı bile helal değildir. Bu hums da yine size dönecektir. Onun için aldığınız iğne iplik dahi olsa ganimet mallarına koyun ve sakın izinsiz bir şey almayın! Zira kişinin izinsiz ganimet malından bir şey alması, kıyamet gününde kendisi için bir utanç olacaktır. Allah yolunda cihad etmekten geri durmayın. Zira cihad, Cennet kapılarından bir kapıdır ve Yüce Allah onunla kişinin derdini tasasını giderir." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ganimet malından hoşlanmaz ve:

“Durumu iyi olan müminler, aldıklarından durumu zayıf olan müminlere versin" buyururdu.

İbn Merdûye, İbn Ömer'den bildirir:

“Huneyn savaşında her iki tarafın da dönüp kaçtığına şahit oldum. Savaş alanında olan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında yüz adam bile kalmamıştı."

Ebu'ş-Şeyh, İkrime'den bildirir: Huneyn savaşında müşrikler de Müslümanlar da dönüp kaçtılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ise meydanda kaldı ve üç defa:

“Ben Allah'ın Resûlü Muhammed'im!" diye bağırdı. Yanında da amcası Abbâs vardı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“Ey Abbâs! «Ey Ağaç altında biat edenler!» diye seslen" buyurdu. Abbâs'ın bu çağırışı üzerine Müslümanlar:

“Geldik! Emrindeyiz!" diyerek geri döndüler ve Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) mızraklarıyla adeta bir gölgelik yaptılar. Daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) savaşa devam etti. Yüce Allah da onlara zaferi ihsan etti. Bu konuda:

“Andolsun, Allah birçok yerde ve Huneyn savaşı gününde size yardım etmiştir. Hani, çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat size hiçbir yarar sağlamamış, yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Nihayet gerisin geriye dönüp kaçmıştınız" âyeti nazil oldu.

Ebu'ş-Şeyh, Muhammed b. Abdillah b. Ubeyd b. Umeyr el-Leysî'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında Ensâr'dan dört bin, Cüheyne kabilesinden bin, Müzeyne kabilesinden bin, Eşlem kabilesinden bin, Ğifâr kabilesinden bin, Eşca' kabilesinden bin, Mühâcir ve başkalarından da bin kişi olmak üzere on bin kişi vardı. Huneyn savaşına çıktığında ise sayıları oniki bin kişiydi. Yüce Allah bu konuda:

“Andolşun, Allah birçok yerde ve Huneyn savaşı gününde size yardım etmiştir. Hani, çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat size hiçbir yarar sağlamamış, yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Nihayet gerisin geriye dönüp kaçmıştınız" âyetini indirdi.

İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Berâ b. Âzib'e:

“Huneyn savaşında gerçekten kaçtınız mı?" diye sorulunca şu karşılığı verdi:

“Hayır! Vallahi Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dönüp kaçmadı. Fakat ashabından genç olanlar ile zırhsız olup da üzerinde silah olmayanlar öne geçmişlerdi. Bunlar Hevâzin kabilesi ile Nasr oğullarının okçulanyla karşılaştılar. Okçular üzerlerine yağmur gibi ok atmaya başladılar ki hep isabet ettiriyorlardı. Bunu görünce Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geri döndüler. Resûlulah (sallallahü aleyhi ve sellem) beyaz katırının üzerindeydi. Ebû Süfyân b. el-Hâris b. Abdilmuttalib de katırının dizginlerinden tutmuştu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) katırdan inip dua etti ve Yüce Allah'tan zafer diledi Sonra:

“Peygamber benim! Bunda yalan yok! Ben Abdulmuttalib'in oğluyum!" buyurdu ve ashabını tekrar savaş düzenine soktu."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Bir de sizin göremediğiniz ordular indirdi ve inkâr edenlere azap verdi..." âyetini açıklarken:

“Görülmeyen ordulardan kasıt meleklerdir. İnkar edenlere verilen azap da kılıçla öldürülmeleridir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Huneyn savaşında Yüce Allah, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) işaretli beş bin melek göndererek yardımda bulundu. Yüce Allah, Ensâr'a bu savaşta müminler diye hitap etti ve:

“Sonra Allah, Resûlü ile müminler üzerine kendi katından güven duygusu ve huzur indirdi.." buyurdu.

İbn İshâk, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye, Ebû Nuaym ve Beyhakî, Cübeyr b. Mut'im'den bildirir:

“Huneyn savaşında müşriklerin hezimetinden önce savaşırken gökten siyah giysi gibi bir şeyin orta yere düştüğünü gördüm. Baktığımda sağa sola dağılan siyah karıncalar gördüm ki tüm vadiyi doldurdular. Bunların da melek olduğu konusunda herhangi bir şüphem kalmadı. Çok geçmedi müşrikler hezimete uğradı."

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...İnkâr edenlere azap verdi..." âyetini açıklarken:

“Burada azaptan kasıt hezimettir" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ebzâ:

“...İnkâr edenlere azap verdi..." âyetini açıklarken:

“Bu azabı ölümle ve hezimete uğratmakla verdi" demiştir. "Sonra Allah, bunun ardından yine dilediği kimsenin tövbesini kabul eder" âyetini açıklarken de:

“Huneyn savaşında Hazret-i Peygamberdi (sallallahü aleyhi ve sellem) bırakıp kaçanların tövbesini kabul eder" demiştir.

İbn Sa'd, Buhârî, Târih'de, Hâkim ve Beyhakî, Delâil'de Abdullah b. İyâd b. el-Hâris'den, o da babasından bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hevâzin kabilesinin üzerine oniki bin kişilik bir orduyla gitti. Bu savaşta Tâiflilerden öldürülen kişi sayısı Bedir'de müşriklerden öldürülen kişi sayısı kadardı. Savaş sırasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yerden aldığı bir avuç çakıl taşını bize doğru savurduktan sonra da hezimete uğradık."

Ahmed ve Müslim, Seleme b. el-Ekva'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte Huneyn savaşına katıldık. Ben bir tepenin başına çıktığımda düşmanlardan biriyle karşılaştım. Ona doğru bir ok fırlattıktan sonra ortadan kayboldu ve kendisine ne olduğunu bilemedim. Müşriklere baktığımda başka tepeden meydana indiklerini gördüm. İndikten sonra da Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabıyla savaşa başladılar. Benim üzerimde iki parçalık bir giysi vardı. Birini üstüme, birini de altımı giymiştim. Her ikisini de toparladıktan sonra kaçarak Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gri katırının üzerinde beni görünce:

“Ekvan'ın oğlu pek korkmuş!" buyurdu. Müşrikler Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) etrafını sardığında yerden bir avuç toprak aldı ye:

“Yüzleri çirkinleşsinl" diyerek bu toprağı yüzlerine doğru savurdu. Bu bir avuç toprakla müşriklerden gözleri toprakla dolmayan tek bir kişi dahi kalmadı. Ardından geri dönüp kaçmaya başladılar ve Yüce Allah bu şekilde onları hezimete uğratmış oldu. Daha sonra Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlardan elde edilen ganimetleri Müslümanların arasında paylaştırdı.

Buhârî, Târih'de ve Beyhakî, Delâil'de Amr b. Süfyân es-Sekafî'den bildirir:

“Huneyn savaşında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yerden bir avuç çakıl taşı alıp yüzümüze doğru savurunca hezimete uğradık. O savaşta her bir taş ve ağaç bize bir süvari olarak görünüyordu."

Buhârî, Târih'de, İbn Merdûye ve Beyhakî, (Huneyn savaşına müşrik olarak katılıp daha sonra Müslüman olan) Yezîd b. Âmir es-Süvâî'den bildirir: Huneyn savaşında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yerden aldığı bir avuç toprağı müşriklerin yüzüne doğru savurdu ve:

“Geri çeklin! Yüzünüz çirkin olsunt" buyurdu. Bunu yapınca müşriklerden birbiriyle karşılaşan herkesin gözünden şikayet ettiği ve gözünü temizlemekle uğraştığı görüldü.

Müsedded, Müsned'de, Beyhakî ve İbn Asâkir, Ümmü Bürsün'ün azatlısı Abdurrahman'dan bildirir: Huneyn savaşına katılan müşriklerden biri bana şöyle anlattı:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabıyla karşı karşıya geldiğimiz zaman karşımızda bir koyunun sağımı kadar bile duramadılar ve onları geri püskürttük. Bu şekilde onları önümüze katıp sürerken beyaz katırın üzerinde olan bir adamın yanına ulaştık. Baktığımızda bu adamın Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğunu gördük. Yanında güzel yüzlü beyaz tenli adamlar da vardı. Bu adamlar bize:

“Geri dönün! Yüzünüz çirkin olsun!" dediler. Geriye döndüğümüze Müslümanlar tepemize bindiler. Sonrasında da zaten olanlar oldu."

Ebû Nuaym ve Beyhakî, İbn İshâk vasıtasıyla Ümeyye b. Abdillah b. Amr b. Osman b. Affân'dan bildirir: Bana bildirilene göre Huneyn savaşında Mâlik b. Avf Müslümanların üzerine casus gönderdi. Ancak gönderdiği bu casuslar azaları kesilmiş bir şekilde geri döndüler. Onlara:

“Vay halinize ! Size ne oldu öyle?" diye sorduğunda:

“Alacalı atlar üzerinde beyaz adamlar üzerimize saldırdı. Vallahi ne olup bittiğini anlamadan gördüğün bu hale geldik" dediler.

İbn Merdûye, Beyhakî ve İbn Asâkir, Mus'ab b. Şeybe b. Osman el- Hacebî'den, o da babasından bildirir: Huneyn savaşına Peygamberimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte çıktım. Ancak vallahi İslam dini için değil, sadece Hevâzin kabilesinin Kureyş'i yenmemesi için bu savaşa katılmıştım. Savaş esnasında Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında dururken:

Nebiyyallah! Alacalı atlar görüyorum" dediğimde, Allah Resûlü:

“Ey Şeybe! Ama bu atları ancak kafirler görebilir" karşılığını verdi. Sonra eliyle göğsüme dokundu ve:

“Allahım! Şeybe'ye hidayet ver" diye dua etti. Aynı duayı üç defa tekrarladı. Üçüncüsünden sonra elini göğsümden çektiğinde vallahi yeryüzünde en çok sevdiğim kişi artık kendisiydi. Müslümanlar ile müşrikler karşı karşıya geldiler ve savaşta ölenler öldü. Müslümanlar dağılınca Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) meydana indi. Ömer bineğinin dizginlerinden, Abbâs ise üzengiden tutmuştu. Abbâs gür sesiyle:

“Muhacirler nerede! Bakara Sûresi'nin muhatapları nerede!" diye seslenince Müslümanlar sese doğru yönelip geldiler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

“Peygamber benim! Bunda yalan yok! Ben Abdulmuttalib'in oğluyum!" diyordu. Dönen Müslümanlar tekrar kılıçlara sarılınca Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İşte şimdi ortalık kızışacak!" buyurdu.

28

"Ey îman edenler! Müşrikler ancak bîr pislikten ibarettir. Artık bu yıllarından sonra, Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, Allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir."

Ahmed, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sizinle anlaşması olanlar ile (Müslüman olmayan) hizmetçileriniz dışında bu yıldan sonra hiçbir müşrik asla Mescid-i Haram'a giremez" buyurmuştur.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah:

“Müşrikler ancak bir pislikten ibarettir. Artık bu yıllarından sonra, Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar..." âyetini açıklarken:

“Köle veya zimmet ahalisinden olanlar bunun dışındadır" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'în bildirdiğine göre Katâde:

“...Müşrikler ancak bir pislikten ibarettir. Artık bu yıllarından sonra, Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, Allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Müşrikler cenabet dolaştıkları için pistirler. Söz konusu yıldan kasıt, haccın Ebû Bekr'in imamlığında yapıldığı ve Hazret-i Ali'nin malum ilanı yaptığı yıldır. Bu da hicretin dokuzuncu yılıdır. Bir yıl sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Veda haccını yapmıştı. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), hicretten sonra bu haccın ne öncesi, ne de sonrasında bir daha haccetmemiştir. Yüce Allah müşriklerin Mescid-i Haram'a girişlerini yasaklayınca bu durum maddi ve ticari açıdan Müslümanlarda sıkıntı yarattı. Ancak Yüce Allah bu yönde Müslümanlara lütuflarda bulunacağını bildirmiş ve haraç ile cizye uygulamalarıyla bu yardımını göstermiştir. Bu şekilde Müslümanlar ay ay, yıl yıl haraç ile cizyeden olan paylarını almaya başlamışlardır. O yıldan sonra da zımmi olanlar ile Müslümanların köleleri dışında müşriklerden hiç kimse Mescid-i Haram'a girme hakkına sahip olmamıştır."

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Müşrikler Kâbe'ye gelir yanlarında ticaret için yiyecek türü şeyler de getirirlerdi. Daha sonra âyetle Kâbe'ye girişleri yasaklanınca, Müslümanlar:

“Bizler yiyeceğimizi nereden temin edeceğiz?" demeye başladılar. Yüce Allah da buna cevaben:

“...Eğer yoksulluktan korkarsanız, Allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar..."-'buyurdu. Sonrasında Yüce Allah onlara bol yağmur gönderdi. Müşriklerle olan ilişkileri bitince ürünlerine de bir bereket geldi.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Saîd b. Cübeyr'den bildirir:

“Müşrikler ancak bir pislikten ibarettir. Artık bu yıllarından sonra, Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar..." âyeti nazil olunca bu durum Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabında bir sıkıntı oluşturdu ve:

“Bu durumda yiyecek ile eşyalarımızı nereden alacağız?" demeye başladılar. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Eğer yoksulluktan korkarsanız, Allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar..."buyurdu ve Ehli kitap'la savaşmalarını emretti. Müslümanlara da lütufta bulunarak onları varlıklı kıldı.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Bu âyetin nazil olmasıyla Müslümanlar:

“Müşriklerle ticaret yapar bir şeyler kazanırdık" demeye başladılar. Yüce Allah müşrikleri Mescid-i Haram'a yaklaştırmamalarına karşılık Müslümanları katından bir lütufla varlıklı kılacağı sözünü verdi. Bu âyet, okurken Tevbe Sûresi'nin başında olmasına rağmen yorum ve mana olarak sûrenin sonlarında ele alınır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ:

“Müşrik biri Harem bölgesinin içine giremez" demiş ve bu âyeti okumuştur.

Abdurrezzâk ve Nehhâs, Nâsih'de bildirdiğine göre Atâ ile Amr b. Dînar:

“...Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar..." âyetini açıklarken:

“Mescid-i Haram'dan kasıt, Harem bölgesinin tümüdür" demişlerdir. Başka bir lafızda:

“Müşrik biri Harem bölgesinin içine giremez" dedikleri zikredilir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) âyetini:

“Eğer fakirlikten korkarsanız" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar..." âyetini açıklarken:

“Cizye ile sizi zengin kılar" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ile İbnu'l-Münzir, Dahhâk'tan bu yorumun aynısını zikreder.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Katâde:

“...Allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah onları cizye ile zengin kıldı" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini:

“Müşrikler pisliktir" şeklînde açıklamıştır.

Ebu'ş-Şeyh, Evzaî'den bildirir: Ömer b. Abdilazîz bir mektup yazarak Yahudi ve Hıristiyanların mescitlerden uzak tutulmasını söyledi ve bunu:

“Müşrikler ancak bir pislikten ibarettir..." âyetine dayandırdı.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Müşrikler ancak bir pislikten ibarettir..." âyetini açıklarken:

“Bundan dolayı müşrik biriyle tokalaşan kişi abdest almalıdır" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müşrik biriyle tokalaşan kişi, abdest alsın veya elini yıkasın" buyurmuştur.

İbn Merdûye, Hişâm b. Urve'den, o babasından, o da dedesinden bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Cebrail'i karşıladı. Tokalaşmak için elini uzatınca Cebrâil elini vermek istemedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Cebrail! Neden elimi almadın?" diye sorunca, Cebrâil:

“Çünkü Yahudi birinin elini tuttun. Ben de kafir birinin dokunduğu bir ele dokunmak istemem" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) su istedi. Getirilen suyla abdest aldıktan sonra elini uzatınca Cebrâil de elini uzattı.

İbn Merdûye ve Semmûyeh, Fevâid'de Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Cennete ancak Müslüman olanlar girebilir. Hiç kimse Kabe'yi çıplak olarak tavaf edemez. Bu yıldan sonra hiçbir müşrik Mescid-i Haram'a yaklaşamaz. Resûlullah ile anlaşması olanların bu anlaşması müddeti bitinceye kadar devam edecektir."

İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mekke'nin fethedildiği yıl:

“Hiçbir müşrik Mescid-i Haram'a giremez. Müslüman biri de cizye ödemez" buyurdu.

Abdurrezzâk, Musannef’te Ömer b. Abdilazîz'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) son sözü:

“Allah Yahudi ile Hıristiyanların canını alsınt Zira peygamberlerinin mezarlarını kendilerine mescit (ibadet yeri) edinmişlerdir. Ancak Arap bölgesinde iki din olmayacaktır" sözüdür.

Abdurrezzâk, İbn Cüreyc'den bildirir: Bana bildirilene göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatı sırasında Hicâz bölgesinde Yahudi ve Hıristiyan bırakılmamasını, Usâme komutasındaki ordunun Şam'a doğru yola çıkmasını ve Müslümanlara yakınlıklarından dolayı Kıbtîlere iyi davranılmasını vasiyet etmiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müşrikleri Arap yarımadasından çıkarın!" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh'dan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) son sözü:

“Yahudileri Hicâz bölgesinden, Necrân ahalisini de Arap yarımadasından çıkarın" sözüdür.

İbn Ebî Şeybe, Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şayet hayatta kalırsam müşrikleri Arap yarımadasından çıkartacağım" buyurdu. Ömer halife olduğunda müşrikleri çıkarmıştır.

29

"Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, boyunlarını eğip elleriyle cizye verinceye kadar savaşın."

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirir: Ebû Bekr'in hac emirliği yaptığı ve müşrikler konusunda malum ilanın yapılığı yıl:

“Müşrikler ancak bir pislikten ibarettir. Artık bu yıllarından sonra, Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar.." âyeti nazil olduğunda müşrikler ticaret yapar, Müslümanlar da bu ticaretten faydalanırlar, ihtiyaçlarını karşılarlardı. Yüce Allah müşriklerin Mescid-i Haram'a yaklaşmalarını yasaklayınca, müşriklerle olan ticari ilişkilerinden dolayı bu durum Müslümanlarda bir sıkıntı yarattı. Yüce Allah bu yönde:

“...Eğer yoksulluktan korkarsanız, Allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar.." buyurdu. "Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, boyunlarını eğip elleriyle cizye verinceye kadar savaşın" âyetiyle de cizyeyi Müslümanlara helal kıldı ki daha önceden böylesi bir şey alınmıyordu. Yüce Allah cizyeyi, müşriklerle kesilen ticaretin telafisi olarak ihsan etti. Yüce Allah bu şekilde cizyeyi helal kılınca, Müslümanlar yasakla birlikte müşriklerle kesilen ticaretin daha iyi bir şeyle telafi edildiğini anladılar.

İbn Asâkir'in Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştun "Savaş iki çeşittir. Biri iman edene veya boyun eğerek cizye verene kadar müşriklerle yapılan savaştır. Diğeri Allah'ın hükümlerine uyana kadar asi olan (Müslüman) toplulukla yapılan savaştır ki bu topluluk da Allah'ın hükümlerine razı olduğu zaman artık kendisine adaletle davranılır. "

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre Mücâhid:

“Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, Allah ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, boyunlarını eğip elleriyle cizye verinceye kadar savaşın" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah'ın, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabına Tebûk savaşına çıkmalarını emretmesi üzerine nazil oldu."

İbnu'l-Münzir, İbn Şihâb'dan bildirir: Kureyş kafirleri ile diğer Arap kafirleri hakkında:

“Fitne kalmayıp, yalnız Allah'ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın..." âyeti nazil oldu. Ehli kitap hakkında da:

“Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, Allah ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, boyunlarını eğip elleriyle cizye verinceye kadar savaşın" âyeti nazil oldu. Bu şekilde ilk cizye verenler de Necrân ahalisi oldu.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):" (.....) âyetinin anlamı sorulunca:

“Toprak ve kişi için. verilen cizyedir! Toprak ve kişi için verilen cizyedir!" buyurdu.

Nehhâs, Nâsih'de ve Beyhakî; Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, boyunlarını eğip elleriyle cizye verinceye kadar savaşın" âyetini açıklarken:

“Bununla müşriklerle anlaşma yapma yolu kapanmıştır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) çevresindeki Araplarla savaşı bitirince Yüce Allah bu kez Ehl-i kitâb'dan olanlarla savaşmasını emretmiştir."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, boyunlarını eğip elleriyle cizye verinceye kadar savaşın" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Allah'ın birliğine inanmayan, Yüce Allah ile Resûlünün içki ve domuz eti gibi haram kıldığı şeyleri helal sayan, hak din olan İslâm'a girmeyen, Muhammed'den (sallallahü aleyhi ve sellem) önce kendilerine kitap verilen Yahudi ve Hıristiyanlarla boyun büküp cizye vermeyi kabul edene kadar savaşın."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini açıklarken:

“Zorla cizyeyi vermesidir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân b. Uyeyne: (.....) ifadesini açıklarken:

“Başkasıyla göndermeden, bizzat kendi eliyle cizyeyi vermesidir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Sinân: (.....) ifadesini:

“Gücü yetenlerin" şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Boyunlarını eğip elleriyle cizye verinceye kadar..." âyetini açıklarken:

“Hoşlarına gitmese de, zorla da olsa gelip cizyeyi kendi elleriyle teslim edene kadar" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken:

“İtilip kakılarak" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Selmân: (.....) ifadesini açıklarken:

“Aşağılanmış, küçük düşmüş bir şekilde" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Muğîre'den bildirir: Rüstüm'e gönderildiğimde bana:

“Beni neye davet ediyorsun?" diye sordu. "İslam dinine davet ediyorum. Şayet Müslüman olursan lehimizde ve aleyhimizde olanlar senin de lehinde ve aleyhinde olur" dedim. Rüştüm:

“Müslüman olmayı kabul etmezsem?" diye sorunca:

“Kendi elinle ve küçük düşmüş bir şekilde cizyeyi verirsin" karşılığını verdim. Bunun üzerine tercümanı aracılığıyla bana:

“Cizye vermeyi anladık da küçük düşme de ne oluyor?" diye sordu. "Ayakta iken veya otururken, ama kırbaç da başında dururken cizyeyi vermendir" dedim.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Selmân, kuşattığı kalenin ahalisine:

“Ya Müslüman olursunuz ya da boyun eğerek cizyeyi verirsiniz" dedi. Onlar:

“Cizye ne?" diye sorduklarında, Selmân:

“Hayatınıza karşılık sizden dirhem ve toprak almamızdır" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed'in bildirdiğine göre Selmân kuşattığı bir kalenin ahalisine şöyle seslendi:

“Şayet Müslüman olursanız bizim lehimizde ve aleyhimizde olan şeyler sizin de lehinizde ve aleyhinizde olur. Müslüman olmayı kabul etmezseniz boyun eğerek cizye verirsiniz. Bunu da kabul etmezseniz sizinle topyekün savaşırız. Zira Yüce Allah hainleri sevmez."

Ebu'ş-Şeyh, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildirir: Zimmet ahalisinin cizyeyi verirken zahmet çektirilmelerini severim. Zira Yüce Allah:

“...Boyunlarını eğip elleriyle cizye verinceye kadar.." buyurur.

İbn Ebî Şeybe, Mesrûk'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Muâz'ı Yemen'e gönderdiği zaman ergen olmuş her bir kişi için cizye olarak bir dinar veya bunun karşılığı olan Meâfir giysisi almasını emretti.

İbn Ebî Şeybe, Zührî'den bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hecer Mecusilerinden, Yemen'in Yahudi ve Hıristîyanlardan her bir ergen kişi için cizye olarak bir dinar aldı."

İbn Ebî Şeybe, Becâle'derı bildirir:

“Hazret-iÖmer, Mecusilerden cizye aldı. Abdurrahman b. Avf da Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Hecer Mecusilerinden cizye aldığına şahadet etti."

İbn Ebî Şeybe, Hasan b. Muhammed b. Ali'den bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hecer Mecusilerine bir mektup yazdı. Bu mektupta kendilerini İslam'a davet etti. Müslüman olmaları halinde bunu kendilerinden kabul edeceğini, Müslüman olmayı kabul etmemeleri halinde ise cizye vermek zorunda kalacaklarını bildirdi. Böylesi bir durumda Müslümanların onların kestiklerinden yemeyeceğini, onlardan kız almayacaklarıni ifade etti."

Mâlik, Şâfiî, Ebû Ubeyd, Emval'de ve İbn Ebî Şeybe, Câfer'den, o da babasından bildirir. Ömer b. el-Hattâb, Mecusilerden cizye alma konusunda Müslümanlarla istişare edince, Abdurrahman b. Avf:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Ehli kitaptan olanlara uyguladığınız şeyleri onlara da uygulayın» buyurduğunu işittim" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Huzeyfe b. el-Yemân:

“Şayet arkadaşlarımın Mecusilerden (cizye) aldıklarını görmeseydim ben de onlardan bir şey almazdım" dedi ve:

“Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, boyunlarını eğip elleriyle cizye verinceye kadar savaşın" âyetini okudu.

Abdurrezzâk'ın, Musannef’te bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib'e Mecusilerden cizye alma konusu sorulunca şu karşılığı verdi:

“Vallahi şu an yeryüzünde bu konuyu benden daha iyi bilen başka biri yoktur. Mecûsilerin önceden inandıkları ve öğrenip öğrettikleri bir kitapları vardı. Ancak bir defasında onların liderleri içki içip sarhoş oldu. Sarhoş olunca da kız kardeşiyle ilişkiye girdi. Kızkardeşiyle ilişkiye girdiğini de Müslümanlardan birkaç kişi gördü. Sabah olduğunda kız kardeşi ona:

“Sen bana şöyle şöyle yaptın. Ancak bunu yaptığını bazı kişiler gördü ve bunu kesinlikle gizli tutmazlar" dedi. Bunun üzerine adam mal peşinde koşan bazı kişileri çağırdı ve onlara bir şeyler verip:

“Siz de biliyorsunuz ki Âdem, oğullarını kızlarıyla evlendirdi" dedi. Daha sonra bu işi yaptığını gören Müslümanlar geldiler ve:

“Haktan uzaklaşana yazıklar olsun! Allah'ın koyduğu haddi gerektiren bir iş yaptın ve bunu cezasını görmelisin" dediler. Ancak adamın yanında bulunan ve ondan bir şeyler alan kişiler bu müslümanları öldürdüler. Daha sonra bir kadın geldi ve:

“Ben de o işi yaptığını gördüm!" dedi. Adam kadına:

“Filan oğullarının fahişesine yazıklar olsun!" diye çıkışınca,' kadın:

“Evet, belki fahişeydi ama tövbe etti" dedi. Adam bu kadını da öldürdü. Daha sonra kalplerinde olanlar ile kitapları ellerinden alınıp kaldırıldı. Bu şekilde inanç babında ellerinde bir şey kalmadı."

İbn Ebî Şeybe ve Ebu'ş-Şeyh, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Arap yarımadasındaki insanlarla İslam için savaştı ve İslam'dan başka bir dini kendilerinden kabul etmedi. En üstün cihad da buydu. Daha sonra bu ümmetin Ehli kitab'a yönelik başka bir cihadları daha oldu. Bu da:

“Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, Allah ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, boyunlarını eğip elleriyle cizye verinceye kadar savaşın" âyetinde belirtilen cihad şeklidir.

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî, Sünen'de Mücâhid'den bildirir: Müşriklerle putperestliği bırakmaları için, Ehli kitap'la ise kendilerinden cizye almak için savaşılır."

Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Ehli kitaptan kadınları bize helal olanlar vardır, bir de helal olmayanlar vardır. Yüce Allah:

“Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, Allah ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, boyunlarını eğip elleriyle cizye verinceye kadar savaşın" buyurur. Buna göre cizyeyi verenlerin kadınları bize helaldir. Vermeyenlerin ise kadınları bize helal değildir."

İbn Merdûye'nin lafzı ise şöyledir: İbn Abbâs:

“Müslümanlarla savaş halinde olan Ehli kitab'ın kadınlarıyla evlenmek helal değildir" dedi ve bu âyeti okudu.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre adamın biri İbn Abbâs'a:

“Zimmî olanlardan cizye olarak bir tarla alsam, bu tarlanın da bakımını yapıp imar etsem sonra da aldığımdan daha fazla olarak haracını versem olur mu?" diye sorunca, İbn Abbâs adamın böylesi bir şeye kalkışmamasını söyledi ve:

“Yüce Allah'ın kafir birinin sorumluluğuna verdiği böylesi bir şeyi kendi sorumluluğunuza almayın" dedi. Sonra da:

“Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, Allah ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, boyunlarını eğip elleriyle cizye verinceye kadar savaşın" âyetini okudu.

30

"Yahudiler, «Ûzeyr Allah'ın oğludur» dediler. Hıristiyanlar, «Mesih Allah'ın oğludur» dediler. Bu, daha önce inkar edenlerin sözlerine benzeterek ağızlarında geveledikleri sözdür. Allah onları yok etsin, nasıl da uyduruyorlar!"

İbn İshâk, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Sellâm b. Mişkem, Nu'mân b. Evfâ Ebû Enes, Şa's b. Kays ile Mâlik b. es-Sayf, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiler ve:

“Sen bizim kıblemizi bırakmışken ve Üzeyr'in, Allah'ın oğlu olduğunu kabul etmezken sana nasıl tâbi olalım?" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Yahudiler, «Üzeyr Allah'ın oğludur» dediler. Hıristiyanlar, «Mesih Allah'ın oğludur» dediler. Bu, daha önce inkar edenlerin sözlerine benzeterek ağızlarında geveledikleri sözdür. Allah onları yok etsin, nasıl da uyduruyorlar!" âyetini indirdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Yahudiler, «Üzeyr Allah'ın oğludur» dediler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Üzeyr, Ehl-i kitâb'dan olan bir topluluğun içindeydi. Bunlar bir süre kitapları olan Tevrat'a göre amel ettiler. Daha sonra kitabı heba ettiler ve hak olmayan başka şeylere göre amel etmeye başladılar. Tabut (kutsal emanetler sandığı) da yanlarındaydı. Yüce Allah onların Tevrat'ı heba edip arzularına göre amel ettiklerini görünce Tabut'u ellerinden aldı ve Tevrat'ı da kendilerine unutturdu. Tevrat'ı içlerinden tamamen çıkardı. Sonra onlara bir hastalık gönderdi ve hepsi ishal oldu. Bu hastalıktan dolayı da kişinin ciğeri eriyecek gibi olmaya başladı. Bu şekilde Tevrat'ı tamamen unuttular ve ondan hiçbir şeyi hatırlayamaz oldular. Üzeyr de onların âlimlerinden birisiydi. Tevrat'ın içlerinden silinmesinin üzerinden bir süre geçtikten sonra Üzeyr, Allah'a yalvarıp dua ederek içinden silinen Tevrat'ın geri getirilmesini istedi. Bu şekilde namazını kılıp yalvarırken Yüce Allah katından bir nur indi ve Üzeyr'in kalbine girdi. Nurun kalbine girmesinden sonra daha önce içinden alınıp silinen Tevrat geri geldi. Ardından kavmine:

“Ey kavim! Yüce Allah bana Tevrat'ı geri dönderip verdi" diye seslendi. Sonrasında Üzeyr, Tevrat'ı onlara tekrar öğretmeye başladı. Bu şekilde Tevrat'ı öğrenmede bir süre geçtikten sonra kendilerinden alınan Tabut da geri indirilip onlara verildi. Üzeyr'in Tevrat'ı onlara yeniden öğretmesi üzerine Tabut'un indiğini görünce de:

“Vallahi Üzeyr'e ancak Allah'ın oğlu olduğu için böyle bir şey verildi" demeye başladılar.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“Yahudiler, «Üzeyr Allah'ın oğludur» dediler..." buryruğunu açıklarken:

“Bunu Yahudilerden sadece bir kişi söylemiştir ki onun da adı Finhâs'tır" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildirir: İsrail oğulları kadınları gece vakti toplanıp namaz kılarlar, bir yere çekilip Yüce Allah'ın İsrail oğullarına yaptığı ihsanları anarlardı. Daha sonra Yüce Allah onlara en kötü kullarından biri olan Buhtunnasr'ı gönderdi. Buhtunnasr Tevrat'ı yaktı, Beytu'l-Makdis'i yıktı. O zamanlarda da henüz bir çocuk olan Üzeyr:

“Bu nasıl olabilir?" dedi ve kendini dağlara, vahşi hayata verdi. İnsanlardan uzak durup vahşi doğada kendini ibadete verdi. Bir gün mezar başında ağlayan bir kadınla karşılaştı. Ona:

“Ey Allah'ın kulu! Allah'tan kork! Bu acının karşılığını Allah'tan bekle ve sabret. Herkesin bu yolda olduğunu ve bir gün öleceğini bilmiyor musun?" deyince, kadın:

“Ey Üzeyr! Sen insanları bırakıp dağları ve vahşi doğayı mesken edinmişken bana ağlama mı diyorsun?" karşılığını verdi ve şöyle devam etti:

“Ben kadın değilim! Ben dünyayım. Namaz kıldığın yerden bir pınar çıkacak ve bir ağaç bitecek. Pınarın suyundan içip ağacın meyvesinden ye. O zaman yanına iki melek gelecek. Bu iki melek geldiği zaman bırak istediklerini yapsınlar."

İkinci gün sabah olunca namaz kıldığı yerde bir pınar çıktı ve bir ağaç bitti.. Pınarın suyundan içfp ağacın da meyvesinden yediği zaman yanına iki melek geldi. Ellerinde içi nurla dolu bir de şişe vardı. Şişeyi ona içirdiklerinde Yüce Allah ona Tevrat'ı ilham etti. Sonrasında döndü ve İsrail oğullarına Tevratı okumaya, öğretmeye başladı. İşte o zaman Yahudiler hâşâ:

“Üzeyr Allah'ın oğludur" dediler.

Ebu'ş-Şeyh, Ka'b'dan bildirir: Üzeyr, Tevrat'ın Musa'nın kalbine indiği gibi kendi içine de inmesi için Yüce Allah'a dua etti. Yüce Allah da Tevrat'ı onun kalbine indirdi. Sonrasında Yahudiler:

“Üzeyr, Allah'ın oğludur" demeye başladılar.

Ebu'ş-Şeyh, Humeyd el-Harrât'tan bildirir:

“Üzeyr, Tevrat tekrar indirildiği zaman onu on kalemle yazabiliyordu. Her bir parmağıyla bir kalem tutabiliyordu."

Ebu'ş-Şeyh, Zührî'den bildirir: Üzeyr, Tevrat'ı ezbere okurdu. Ayrıca ona öyle bir güç verilmişti ki bulutların arkasındaki Ay'ı görebilirdi. Bunu gören Yahudiler de:

“Üzeyr, Allah'ın oğludur" demeye başladılar.

İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Yahudiler:

“Üzeyr, Allah'ın oğludur" dediler. Zira Amâlikler onları hezimete uğratıp öldürmüşler ve Tevrat'ı ellerinden almışlardı. Yahudilerin geriye kalan alimleri de Tevrat'tan ellerinden bulunanlarla birlikte kaçtılar ve bunları dağlarda gömdüler. Üzeyr de dağ başlarında ibadet eder ve sadece bayramlarda aşağıya Yahudilerin içine inerdi. Bu olay sonrasında henüz genç bir çocuk olan Üzeyr ağlayarak:

“Rabbim! İsrail oğullarını alimsiz mi bıraktın!" demeye başladı ki ağlamaktan artık kirpikleri dökülüyordu. Yine bayram için indiği bir zamanda geriye dönerken mezarlıktaki bir mezar başında bir kadınla karşılaştı. Kadın mezarın başında:

“Bana kim yedirecek! Beni kim giydirecek!" diyerek ağlıyordu. Üzeyr, kadına:

“Yazık sana! Bu adamdan önce seni kim yediriyor, kim içiriyor, kim giydiriyor, senin için kim çalışıyordu?" deyince, kadın:

“Allah" karşılığını verdi. Üzeyr de:

“Bil ki Allah diridir ve hiç ölmeyecektir" dedi. Kadın:

“Ey Üzeyr! İsrail oğullarından önce alimlere ilmi kim öğretiyordu?" diye sorunca, Üzeyr:

“Allah" karşılığını verdi. Kadın:

“O zaman sen neden ölen alimler için ağlıyordun?" diye sorunca, Üzeyr yenildiğini anladı ve dönüp gitmeye çalıştı. Ancak kadın onu çağırdı ve:

“Ey Üzeyr! Yarın sabah olduğunda filan nehre git. İçinde yıkandıktan sonra çıkıp iki rekat namaz kil. Namaz kıldıktan sonra yanına bir ihtiyar gelecek. Bu ihtiyar sana neyi verirse onu al" dedi.

Üzeyr ikinci günün sabahında söz konusu nehre gidip içinde yıkandı. Sonra çıkıp iki rekat namaz kıldı. Namazı kıldıktan sonra da yanına ihtiyar bir adam geldi. Ona:

“Ağzını aç!" deyince, Üzeyr ağzını açtı. İhtiyar adam onun ağzına şişeye benzer bir şeyin içinde bulunan ve iri kor ateşine benzeyen bir şeyler koydu. Aynı şeyi üç defa tekrarladıktan sonra Üzeyr Yahudilerin yanına döndüğü zaman artık Tevrat konusunda herkesten daha fazla alim biriydi. Yahudilere:

“Ey İsrail oğulları! Size Tevrat'la geldim" dediğinde:

“Sen yalan söylemezdin" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Üzeyr her bir parmağına bir kalem bağladı ve hepsiyle birden Tevrat'ı yazdı. Alimler geri döndüğü zaman Üzeyr'in yaptığını ve dediklerini onlara söylediler. O alimler de dağda küpler için gömdükleri Tevrat parçalarını çıkarıp getirdiler. Bunları Üzeyr'in yazmış olduğu Tevrat'la karşılaştırdıklarında aynı olduğunu gördüler. Bunun üzerine:

“Yüce Allah böyle bir şeyi sana ancak oğlu olduğun için verdi" dediler.

İbn Merdûye ve İbn Asâkir, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Üç konuda şüpheliyim. Bunlardan biri Üzeyr'in peygamber olup olmadığıdır. İkincisi Tubba'nın lanetlenip lanetlenmediğidir..:" Ravi der ki:

“Üçüncüsünü unuttum."

İbnu'n-Neccâr, Târih'de Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Uhud savaşında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzünden yaralandı ve ön dişlerinden biri kırıldı. O günü Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ellerini kaldırıp şöyle buyurdu:

“Yüce Allah: «Üzeyr, Allah'ın oğludur» dedikleri için Yahudilere çok öfkelendi. «Mesih, Allah'ın oğludur» dedikleri için de Hıristiyanlara çok öfkelendi. Yüce Allah kanımı akıtan ve ailemden yana bana eziyet edenlere de çok öfkelendi."

İbnu'n-Neccâr, İbn Abbâs'tan bildirir: Üzeyr:

“Rabbim! Seçtiğin kullarının özelliği nedir?" diye sorunca, Yüce Allah ona:

“Onu aza kanaat ettirir, çoğu şeyi de kıyamet gününde vermek üzere ona saklarım" diye vahyetti.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini:

“Benzeterek" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Bu, daha önce inkar edenlerin sözlerine benzeterek..." âyetini açıklarken:

“Daha önce din sahiplerinin bu yönde dediklerinin benzerini diyerek, manasındadır" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Bu, daha önce inkar edenlerin sözlerine benzeterek..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Hıristiyanlar, kendilerinden önce Yahudilerin:

“Üzeyr, Allah'ın oğludur" demesi gibi:

“Mesîh, Allah'ın oğludur" dediler.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken şöyle demiştir:

“Allah onlara lanet etsin, anlamındadır. Kur'ân'da Allah'ın öldürmeye yönelik bu tür tüm ifadeleri lanet manasındadır."

İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: (.....) ifadesini açıklarken:

“Arapların kullandığı bir deyimdir" demiştir.

31

"Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler. Halbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. Ondan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden münezzehtir"

İbn Sa'd, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbnu'l-Münzir; İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de Adiy b. Hâtim'den bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında geldiğimde Tevbe Sûresî'nin:

“Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler..." âyetini okuyordu. Okuduktan sonra da şöyle buyurdu:

“Bunlar sözkonusu kişilere ibadet etmezlerdi; ancak helal kıldıklarım helal, haram kıldıklarını da haram sayarlardı."

Abdurrezzâk, Firyâbî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, Sünen'de, Ebu'l-Bahterî'den bildirir: Adamın biri Huzeyfe'ye:

“Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler..." âyetine göre bunlar söz konusu kişilere ibadet mi ediyorlardı?" diye sordu. Huzeyfe:

“Hayır! Ancak helal kıldıklarını helal, haram kıldıklarını da haram sayarlardı" karşılığını verdi.

Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre Huzeyfe:

“Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler..." âyetini açıklarken:

“Bunlar söz konusu kişilere ibadet etmezlerdi, ancak Allah'a isyan olan şeylerde onlara itaat ederlerdi" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler Halbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. Ondan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden münezzehtir" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Hahamlarını rab edinenler Yahudiler, papazlarını rab edinenler ise Hıristiyanlardır. Ne var ki kendilerine indirilen kitapta kendisinden başka ilah olmayan Allah'a kulluk etmeleri emredilmiştir. Yüce Allah kendisine uydurulan şeylerden münezzeh ve uzaktır."

İbnu'l-Münzir ve -İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Âyette zikredilen 'Ahbâr' onlara kitaplarını okuyanlar, 'Ruhbân' ise alimleridir" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“Âyette zikredilen 'Ahbâr' Yahudilerden, 'Ruhbân' ise Hırsitiyanlardandır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Süddî'den aynısını zikreder.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Fadl b. İyâd:

“Ahbâr alimler, Ruhbân ise âbidlerdir" demiştir.

32

"Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Kafirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler..." âyetini açıklarken:

“Allah'ın nurunu sözleriyle söndürmek isterler" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabının ölüp gitmesini, yeryüzünde İslam'a göre Allah'a kulluğun olmamasını isterler. Bunu isteyenler de kafir Araplar, Ehl-i kitâb'dan olanlar ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İle savaşıp getirdiği ayetleri inkar edenlerdir."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler..." âyetini açıklarken:

“Bunlar Yahudi ile Hıristiyanlardır" demiştir.

33

"O, Allah'a ortak koşanlar hoşlanmasalar bile dinîni, bütün dinlere üstün kılmak için, peygamberini hidayetle ve hak dinle gönderendir"

Ahmed, Müslim, Hâkim ve İbn Merdûye, Hazret-i Âişe'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Lât ve Uzza'ya tapılmadan kıyamet kopmaz" buyurdu. Kendisine:

Resûlallah! Yüce Allah:

“O, Allah'a ortak koşanlar hoşlanmasalar bile dinini, bütün dinlere üstün kılmak için, peygamberini hidayetle ve hak dinle gönderendir" âyetini indirince İslâm dîninin tamamen hakim olacağını düşünmüştüm" dediğimde şu karşılığı verdi:

“Bir süre dediğin şekilde olacaktır. Ancak daha sonra Yüce Allah hoş kokulu bir esinti yollayacak ve kalbinde hardal tanesi kadar dahi hayır bulunanların ruhunu alacaktır. Sonrasında geriye hayırsız kişiler kalacak ve tekrar atalarının dinine döneceklerdir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Peygamberini hidayetle ve hak dinle gönderendir" âyetini açıklarken:

“Hidayetten kasıt Tevhîd, Kur'ân ve İslam'dır" demiştir.

İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini şöyle açıklamıştır:

“Yüce Allah'ın, Peygamberine (sallallahü aleyhi ve sellem) dinin bütün hususlarını açıklaması, dine bütün olarak onu muttali kılması ve din hususunda hiçbir şeyi ona gizli bırakmamasıdır. Müşrikler ile Yahudiler de böylesi bir şeyi istemiyorlar ve bundan hoşlanmıyorlardı."

İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de İbn Abbâs'tan bildirir:

“Yüce Allah Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) İslam dininin diğer bütün dinlere üstün olması için göndermiştir. Bu bakımdan dinimiz diğer bütün dinlerden daha üstündür. Bizim erkeklerimiz diğer dinlerden olan kadınlardan daha üstün iken diğer dinlerden olan erkekler bizim dinimizden olan kadınlardan daha üstün değildir."

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre Câbir:

“...Dinini, bütün dinlere üstün kılmak için..." âyetini açıklarken:

“İsa b. Meryem çıktığı zaman diğer bütün dinlerden olanlar kendisine tâbi olur" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Dinini, bütün dinlere üstün kılmak için..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu üstünlük yeryüzünde hiçbir Yahudi ve Hıristiyan kalmadığı zaman, herkesin din olarak sadece İslam dininden olduğu zaman gerçekleşmiş olacaktır. Böylesi bir durumda da koyun kurttan yana, sığır aslandan yana, insan da yılandan yana güven içinde olacaktır. Fareler tahıl çuvallarına dokunmayacak, cizye kaldırılacak, haç kırılacak ve domuz da öldürülecektir. Bu da İsa b. Meryem indiği zaman gerçekleşecektir."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Dinini, bütün dinlere üstün kılmak için..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Dinler altı tanedir. Bunlar da:

“Doğrusu, inananlar ve yahudiler, Sabiiler, Hıristiyanlar, mecusiler, ortak koşanlar arasında, kıyamet günü Allah kesin hüküm verecektir..." âyetinde belirtilmiştir. Diğer bütün dinler İslam'dan izler taşıyabilir, ancak İslam dini onlardan biz iz taşımaz. Yüce Allah da müşrikler istemese de İslam dinini diğer bütün dinlere karşı üstün kılacağını bildirmiş, bu yönde hükmünü vermiş, takdirini etmiştir.

Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre:

“...Dinini, bütün dinlere üstün kılmak için..." âyetini açıklarken:

“îsa b. Meryem'in çıkışıyla olacaktır" demiştir.

34

"Ey îman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız yollarla yiyorlar ve Allah'ın yolundan alıkoyuyorlar. Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele"

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız yollarla yiyorlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Ahbâr, Yahudilerin alimleri, ruhban ise Hıristiyanların alimleridir. Bunlar Yüce Allah'ın indirmediği, kendi elleriyle yazdıkları kitaplara dayanarak insanların mallarını yerler. "Karşılığında az bir ücret alabilmek için kendi elleriyle kitap yazıp da sonra: işte bu Allah katından gelmedir' diyenlere yazıklar olsun..." âyeti ile "Onlardan bir takımı, Kitapta olmadığı halde Kitaptan zannedesiniz diye dillerini eğip bükerler. O, Allah katından olmadığı halde: 'Allah katındandır' derler..."âyeti de bunu anlatmaktadır.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken:

“Ahbâr, Yahudilerin alimleri, ruhbân ise Hıristiyanların alimleridir. Bunların alıkoydukları ve Allah'ın yolu olarak ifade edilen de Muhammed'dir (sallallahü aleyhi ve sellem)" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Fudayl b. İyâd:

“Âhiret alimlerinin peşinden gidin. Dünya alimlerinden sakınıp uzak durun ki gafletleriyle sizlere zarar vermesinler" demiş ve:

“Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız yollarla yiyorlar ve Allah'ın yolundan alıkoyuyorlar..." âyetini okumuştur.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar mallarının zekatını ödemeyenlerdir. Yerin altında veya üstünde olsun zekatı ödenmeyen her mal "kenz" kategorisindedir. Yerin altında veya üstünde olsun zekatı verilen her mal bu kategori dışındadır.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Zekatı verilen mal, kenz değildir" demiştir.

Mâlik, İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Ömer'den bildirir:

“Zekatı verilen mal, yerin yedi kat dibinde olsa dahi kenz sayılmaz. Zekatı verilmeyen mal ise ortada olsa dahi kenz'dir."

İbn Merdûye, aynısını merfû olarak İbn Ömer'den bildirir.

İbn Adiy ve Hatîb'in Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zekatı ödenen malın kenz olmadığını ifade etmiştir.

İbn Ebî Şeybe, Câbir'den aynısını mevkûf olarak (sahabiye atfen) zikreder.

Ahmed, Zühd'de, Buhârî, İbn Mâce, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Ömer bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Bu durum zekatın farz kılınmasından önceydi. Zekat hükmü riazil olunca Yüce Allah zekatı malın temizleyicisi kıldı. Onun için saysını bildikten sonra Uhud dağı kadar altınım olsa umurumda olmaz. Zira zekatını verir ve onu Allah'a itaat yolunda kullanırım."

İbn Ebî Şeybe ve Ebu'ş-Şeyh, Saîd b. Ebî Saîd'den bildirir: Hazret-iÖmer'in hilafeti döneminde adamın biri kendisine ait olan bir evi sattı. Ömer ona:

“Evin bedelini sakla. Karının yatağının altına göm" dedi. Adam:

“Ey müminlerin emiri! Bu şekilde mal kenz olmaz mı?" diye sorunca, Ömer:

“Zekatını verdikten sonra kenz sayılmaz" dedi.

İbn Merdûye ve Beyhakî, Ümmü Seleme'den bildirir:

Resûlallah! Altın ve gümüşten takılarım var. Bunlar kenz'e girer mi?" diye sorduğumda, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Zekatını verdiğin sürece kenz değildir" buyurdu.

Ahmed, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Ebî Hâtim, İbn Şâhin, et-Terğîb ve'l- Terhîb'de, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym, Hilye'de Sevbân'dan bildirir:

“...Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanlar..." âyeti nazil olduğunda Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte bir yolculuktaydık. Ashabından bazıları:

“O zaman hangi malın daha hayırlı olduğunu bilsek de onu edinsek" deyince, Allah Resûlü:

“Kişinin sahip olabileceği en değerli şey; Allah'ı zikreden bir dilr Allah'a şükreden bir kalp ve imanı konusunda erkeğine yardımcı olan bir hanımdır" buyurdu. Başka bir lafızda:

“Âhiretine yardımcı olan bir hanımdır" şeklinde geçer.

İbn Ebî Şeybe, Müsned'de, Ebû Dâvud, Ebû Ya'lâ, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de İbn Abbâs'tan bildirir:

“...Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanlar..." âyeti nazil olduğu zaman bu durum Müslümanlara ağır geldi ve:

“Bizden sonra kalacak çocuklarımıza mal bırakmadan yapamayız" demeye başladılar. Bunun üzerine Ömer:

“Ben sizi bu sıkıntıdan kurtarırım" dedi ve Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gitti. Sevbân da onun peşinden gitti. Ömer, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın Peygamberi! Bu âyet ashabına ağırgeldi" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah zekatı, ihtiyaç fazlası malı size temiz yapmak için farz kıldı. Miras konusundaki payları da sizden geriye kalan mallar konusunda farz kıldı" buyurdu. Ömer bunu duyunca tekbir getirdi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti:

“Kişinin biriktirebileceği en hayırlı şeyin ne olduğunu söyleyeyim mi? Yüzüne bakılınca neşe veren, bir emir verilince yerine getiren ve kocası yanında olmadığı zaman geride kalanı koruyan saliha hanımdır."

Dârakutnî, Efrâd'da ve İbn Merdûye, Bureyde'den bildirir:

“...Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanlar..." âyeti nazil olduğu zaman ashab:

“Bu gün mal biriktirme (kenz) konusunda ağır bir şey nazil oldu" demeye başladılar. Ebû Bekr:

“O zaman bugün neyi biriktirelim?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Zikreden bir dil, şükreden bir kalp ve kocasına imanı konusunda yardımcı olan saliha bir hanım" karşılığını verdi.

Ahmed, Abdullah b. Ebi'l-Hüzeyl'den bildirir: Bir arkadaşımın bana bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yok olasıca altın ve gümüş!" buyurdu. Ashab:

Resûlallah! O zaman altın ve gümüş dışında ne kaldırıp saklayalım?" dediklerinde, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Zikreden bir dil, şükreden bir kalp ve kocasına âhireti konusunda yardımcı olan bir hanım" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe'nin Hasanlı Basrî)'den bildirdiğine göre Peygaberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişi malının zekatını verdiği zaman başkalarının bu mal üzerinde olan hakkını ifa etmiş olur. Daha fazlasını vermek de kişi için daha hayırlıdır" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzîr'in bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah:

“Malının zekatını verdiğin zaman ondan kötülüğü de gidermiş olursun. Bu şekilde de mal kenz olmaktan çıkar."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu âyet genel olarak hem Ehli kitap hem de Müslümanlar hakkındadır. Kişi helal mal kazandığında bu mal üzerinde olan Allah'ın hakkını ödemediği zaman mal kenz olur. Eğer mal çoksa, bu mal üzerinde olan Allah'ın hakkını ödedikten sonra onu gömerse kenz olmaz."

Ebu'ş-Şeyh, İbn Zeyd'den bildirir:

“Allah'a itaat yolunda ve bir farz konusunda harcanmayıp biriktirilen mal kenzdir. Namaz ile zekat da birlikte ve beraber farz kılınmışlardır."

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar Ehli kitap'tan olanlardır. Ancak âyetin hem genel, hem de özel yönü vardır."

İbnu'd-Durays, İlbâ b. Ahmer'den bildirir: Hazret-i Osman mushafları yazmak istediği zaman (.....) âyetindeki (.....) harfini atmak istediler. Ancak Ubey:

“Ya bu harfi olduğu gibi bırakırsınız ya da kılıcımı boynuma koyarım!" deyince olduğu gibi bıraktılar.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib:

“Dört bin dirhem ve aşağısı kişinin geçimi için nakafadır. Daha fazlası ise kenz'dir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin bildirdiğine göre Ebû Umâme:

“Kılıçların üzerindeki süslemeler kenz'dendir. Ben bu konuda sadece duyduğumu size aktarıyorum" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanlar..." âyetini açıklarken:

“Bunlar kıble ahalisi olan müslümanlardır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İrâk b. Mâlik ile Ömer b. Abdilazîz:

“...Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanlar..." âyetini açıklarken şöyle demişlerdir:

“Bu âyetin hükmünü daha sonra nazil olan:

“Mallarının bir kısmını, kendilerini temizleyip arıtacak zekat olarak al..." âyeti neshetmiştir.

35

"O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak ve, «İşte bu, kendiniz için biriktirip sakladığınız şeylerdir. Haydi, tadın bakalım, biriktirip sakladıklarınızı!» denilecek"

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Altın ve gümüşü olup da bunun hakkını (zekatını) ödemeyen kişi için kıyamet gününde bu altın ve gümüş levhalar haline getirilip Cehennem ateşinde kızdırılır. Sizin zamanınızla elli bin yıllık olan bir günde Yüce Allah insanlar hakkındaki hükmünü verene kadar bunlarla yanları, yüzü, sırtı dağlanır. Sonunda ya Cehennem ya da Cennete doğru olan yolu kendisine gösterilir."

Ebû Ya'lâ ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Böylesi bir azapta dinar üstüne dinar, dirhem üstüne dirhem konmaz. Bunun yerine sahibinin derisi genişletilir. Sonra "Onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak ve, «İşte bu, kendiniz için biriktirip sakladığınız şeylerdir. Haydi, tadın bakalım, biriktirip sakladıklarınızı!» denilecek" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Biriktirdiği mallardan dolayı azap görecek olan kişinin üzerinde bir dirhem diğer bir dirheme, bir dinar da diğer bir dinara değmez. Bunun yerine derisi genişletilir ve her bir dirhem ile dinar ayrı ayrı konulur. Bu şekilde ne bir dirhem diğer bir dirheme, ne de bir dinar diğer bir dinara değmiş olur."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak..." âyetini açıklarken:

“Derisi genişletilerek dağlanır" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bir yılan alnına ve yüzüne dolanarak:

“Cimri davrandığın o malın işte benim!" der.

İbn Ebî Hâtim, Sevbân'dan bildirir:

“Kişi ölüp de geriye altın veya gümüş bıraktığı zaman Yüce Allah bunlardan her bir kıratı ateşten bir levha haline getirir ve ayaklarından çenesine kadar bu levhalarla dağlanır. Sonrasında artık ya bağışlanır ya da cezası devam eder."

İbn Merdûye aynısını Sevbân'dan merfû olarak zikreder.

Abdurrezzâk, Musannef’tet Ebû Zer'den bildirir:

“Mal biriktirenlere yüzlerinden, yanlarından ve sırtlarından dağlanacağı müjdesi verilmiştir."

İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Zeyd b. Vehb'den bildirir: Rebeze'de bulunan Ebû Zer'in yanına uğradığımda:

“Seni bu bölgeye getiren nedir?" diye sordum. Şu karşılığı verdi:

“Şam'da iken:

“...Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele" âyetini okudum. Muâviye:

“Bu âyet bizden bahsetmemektedir. Burada söz konusu olanlar Ehli kitap'tır" dedi. Ben ise:

“Hem bizim hakkımızda, hem de onların hakkında nazil oldu" karşılığını verdim. Burada oluşumun nedeni budur."

Müslim ve İbn Merdûye, Ahnef b. Kays'dan bildirir: Ebû Zer gelip:

“Mal biriktirenleri sırtlarından girip yanlarından çıkacak, yüzlerinden girip arkalarından çıkacak bir dağlama ile müjdele" dedi. Ona:

“Ne diyorsun?" diye sorduğumda:

“Ben sadece Peygamberinizden (sallallahü aleyhi ve sellem) duyduğum şeyi söyledim" karşılığını verdi.

İbn Sa'd ve Ahmed, Ebû Zer'den bildirir:

“Dostum Muhamed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bana tembihlediğine göre bağlanıp saklanan altın ve gümüş bunu Allah yolunda harcamadığı sürece kıyamet gününde sahibine kor ateşi olarak geri dönecektir." Ravi der ki:

“Bundan dolayı Ebû Zer yıllık maaşını aldığı zaman hizmetçisini çağırır ve yıllık kendisine ne kadar zahire yeteceğini sorardı. Ondan sonra bu zahire ile eşyaları alır, geri kalanlarla normal para (fils) alırdı.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Merdûye'nin Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle: buyurmuştur:

“Develerin zekatı, sığırların zekatı, koyunların zekatı ve giysilerin (kumaşın) zekatı vardır. Borç aldığı birine vermek veya Allah yolunda harcamak için olmadıkça fazladan bir dinar veya bir dirhem veya altın tozu kaldırıp saklayan kişinin bu sakladığı kenz'dir ve kıyamet gününde bunlarla dağlanacaktır.

İbn Merdûye aynısını Ebû Hureyre'den merfû olarak zikreder.

İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“(Zekatı verilmeyen) dinar kenz'dir, dirhem kenz'dir, kırat da kenz'dir" buyurmuştur.

Ahmed, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Hibbân, Hâkim ve İbn Merdûye, Sevbân'dan bildirir:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ganimete ihanet etmeden, kenz yapmadan ve geriye borç bırakmadan ölen kişinin Cennete gireceğini ifade etti."

İbn Merdûye, Ebû Mucîb eş-Şâmî'den bildirir: Ebû Hureyre'nin kılıcının kabzası gümüştendi. Bunun üzerine Ebû Zer kendisine şöyle dedi:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“(Ölüp de) geriye altın veya gümüş bırakan kişi (kıyamet gününde) bunlarla dağlanır" buyurduğunu işitmedin mi?"

Taberânî ve İbn Merdûye, Ebû Umâme'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: «Ölüp de geriye altın veya gümüş bırakan kişi kıyamet gününde bunlarla dağlanır. Sonrasında da artık ya bağışlanır ya da cezası devam eder.»

İbn Merdûye'nin Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Biriktirilip de zekatı ödenmeyen her mal (kenz) kıyamet gününde getirilip bunlarla sahibinin alnından ve yüzünden dağlanır ve: «Cimri davranıp biriktirdiğin malın işte budur!» denilir."

Taberânî, M.el-Evsat'ta ve Ebû Bekr eş-Şâfiî, el-Ğaylâniyyât'da Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah Müslümanların zenginlerine imkanları dahilinde fakirlere bir şeyler vermeyi farz kıldı. Zengin Müslümanlar mallarını onlardan esirgemedikçe fakir ve aç düşen Müslümanlar sıkıntı çekmeyeceklerdir. Esirgemeleri halinde ise Yüce Allah onları çetin bir şekilde hesaba çekecektir. Sonrasında artık ya onları bağışlayacak ya da elim bir azaba maruz bırakacaktır. "

Taberânî, M.es-Sağîr'de Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Zekatını vermeyen kişi kıyamet gününde cehennemde olacaktır" buyurmuştur.

İbn Ebî Şey be'n in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Zekatını vermeyen kişinin namazı da yok gibidir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Zekatını vermeyen kişi Müslüman değildir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Dahhâk:

“Namaz, ancak zekatı da vermekle kabul görür" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Zekatını vermeyen kişi kıyamet gününde Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) diliyle lanetlenmiş biridir" demiştir.

Hâkim, Ebû Saîd el-Hudrî vasıtasıyla Bilâl'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Bilâl! Yüce Allah'ın huzuruna zengin değil, fakir biri olarak çık" buyurdu. "Bu nasıl olacak?" diye sorduğumda:

“Sana rızik verildiği zaman bunu saklayıp biriktirme. Senden bir şey istenildiği zaman da vermemezlik etme" buyurdu. "Bunu nasıl yapabilirim?" diye sorduğumda:

“Ya böyle yaparsın ya da cehenneme gidersin" karşılığını verdi.

Ahmed, Zühd'de Ebû Bekr b. el-Münkedir'den bildirir: Şam valisi Habîb b. Mesleme, Ebû Zer'e üçyüz dinar gönderdi ve:

“İhtiyaçların için kullan" dedi. Ancak Ebû Zer parayı getiren adama:

“Bunları ona geri götür! Allah yolundan saptırmak için benden başkasını bulamamış mı? İçinde barınacağımız bir çadırımız, ihtiyaçlarımızı karşılayacak üç tane koyunumuz ve lütfedip hizmetimizi gören bir eşimiz var. Bundan fazlasına sahip olmaktan da korkarım!" karşılığını verdi.

Ahmed, Zühd'de bildirdiğine göre Ebû Zer:

“İki dirhemi olan kişinin (kıyamet gününde) hesabı bir dirhemi olan kişinin hesabından daha çetin olur" demiştir.

Buhârî ve Müslim, Ahnef b. Kays'tan bildirir: Kureyş'in ileri gelenlerinin bulunduğu bir mecliste otururken saçı sakalı karışık, giysileri ve görünüşü dağınık bir adam çıkageldi. Mecliste bulunanlara selam verdikten sonra şöyle dedi:

“Müjdeler olsun! Mal biriktiren (kenz yapan) kişiye Cehennem ateşinde kızdırılan taşlar meme ucuna konulacak, yakıp kürek kemiklerinden çıkacak. Kürek kemiğinin üzerine konulunca da yakıp göğüs memesinden çıkacak. Bunları dedikten sonra da gidip bir direğin yanında oturdu. Kim olduğunu bilmiyordum, ama peşinden gidip yanına çöktüm. Ona:

“Sanırım o topluluk senin söylediklerinden pek hoşlanmadı" dedim. Adam:

“Onlar hiçbir şeyin farkında değiller. Oysa bir defasında dostum..." deyince:

“Dostun kim?" diye sordum. "Dostum, Peygamberimizdir (sallallahü aleyhi ve sellem)" dedi ve şöyle devam etti:

“Dostum bana:

“Uhud dağını görüyor musun?" diye sordu. "Evet, görüyorum" dediğimde, Allah Resûlü:

“Bu dağ kadar altınımın olmasını ve üç dinarı dışında hepsini infak etmiş olmayı da istemezdim" buyurdu. Bunlar da hiçbir şeyin farkında değiller. Dünya için ne varsa toplayıp biriktiriyorlar. Vallahi Yüce Allah'ın huzuruna çıkıncaya kadar onlardan ne dünyalık bir şey ister, ne de dini bir konuda fetva sorarım."

Ahmed ve Taberânî, Şeddâd b. Evs'ten bildirir:

“Ebû Zer, Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) ağır bir hüküm işittiği zaman köyüne gider bu hükme göre davranırdı. Daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) aynı konuda ruhsat verip hükmün ağırlığını hafifletirdi. Ebû Zer ruhsatlı ve hafifletilmiş yeni hükmü Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) duyar, ancak bu ruhsata göre değil konunun daha önceki ağır hükmüne göre amel ederdi."

36

"Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah'a göre ayların sayısı onikidır. Bunlardan dördü haram aylardır. Bu dosdoğru bîr nizamdır. Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin. Topyekün sizinle savaşan putperestlerle siz de topyekün savaşın ve bilin ki Allah sakınanlarla beraberdir."

Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş- Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuabu'l-îmanfda Ebû Bekre'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Veda haccırıda bir hutbe verip şöyle buyurdu:

"Bilin ki zaman Yüce Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gündeki durumuna geri dönmüştür. Bir yıl on iki aydır. Bu aylardan dördü haram aylardır. Haram aylardan üçü peşpeşe gelir ki bunlar Zilka'de, Zilhicce ve Muharrem aylarıdır. Diğeri de Cemaziyelâhir ile Şaban ayı arasında olan Mudar kabilesinin Receb ayıdır."

Bezzâr, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Zaman Yüce Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gündeki durumuna geri dönmüştür. Bu aylardan dördü haram aylardır. Haram aylardan üçü peşpeşe gelir; biri de Cemaziyelâhir ile Şâban ayı arasında olan Mudar kabilesinin Receb ayıdır."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, İbn Ömer'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Vedâ haccı sırasında Teşrik günlerinin ortasında Minâ'da bir hutbe verdi ve şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Zaman döndü. Şimdi zaman artık Yüce Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gündeki durumu gibidir. Allah katında bir yıl on iki aydır. Bunlardan dördü haram aylardır. îlki Cemaziyelâhir ile Şâban ayı arasında olan Mudar kabilesinin Receb ayıdır. Diğer üçü de Zilka'de; Zilhicce ve Muharrem'dir. "

İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hutbe verip şöyle buyurdu:

“Zaman Yüce Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gündeki durumuna geri dönmüştür. Bu aylardan dördü haram aylardır. Haram aylardan üçü peşpeşe gelir, biri de Mudar kabilesinin Receb ayıdır. Bilin ki nesî (aylarda erteleme) yapmak, küfürde ileri gitmektir. Kafirler böyle yapmakla doğru yoldan saptırılırlar. "

Ahmed, Bâverdî ve İbn Merdûye, Ebû Hurra er-Rakkâşî'den, o da sahabelerden biri olan amcasından bildirir: Teşrîk günlerinin ortasında Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) devesinin dizginlerinden tutmuştum. Toplanan insanları da etrafından dağıtıyordum. Bir ara:

“Ey insanlar! Hangi ayda olduğunuzu biliyor musunuz? Hangi günde olduğunuzu biliyor musunuz? Hangi beldede olduğunuzu biliyor musunuz?" diye sordu. Ashab:

“Mukaddes bir günde, mukaddes bir ayda ve mukaddes bir beldedeyiz" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Bu gününüzün, bu ayınızın, bu beldenizin haramlığı gibi kıyamet gününe kadar kanlarınız ve mallarınız birbirinize haramdır! Sözümü dinleyin ki hayat bulaşınız. Dikkat edin de birbirinize zulmetmeyin! Dikkat edin ve birbirinize zulmetmeyin! Kişinin gönlü olmadıktan sonra malı bir başkasına haramdır. Bilinki Cahiliyeden kalma kan davaları, mallar ve adam kayırmalar kıyamete kadar ayaklarımın altındadır. İlk kaldırdığım kan davası da Leys oğullarında süt annesinde iken Hüzeyl kabilesi tarafından öldürülen Rebîa b. el-Hâris b. Abdihnuttalib'in kanıdır. Cahiliyeden kalma ribâ da kaldırılmıştır! Yüce Allah da ilk olarak Abbâs b. Abdilmuttalib'in ribasının kaldırılmasına hükmetmiştir! Bunlardan sadece anaparanız sizindir. Ne zulmedin, ne de zulme uğrayın.

Bilin ki zaman, Yüce Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gündeki durumuna geri dönmüştür. Gökleri ve yeri yarattığı günde Allah'ın yazısına göre Allah katında ayların sayısı on iki olup, bunlardan dördü haram aylarıdır. İşte bu doğru hesaptır. O aylar içinde kendinize zulmetmeyin. Dikkat edin de benden sonra küfre dönüp birbirinizin boyunlarını vurmayın. Şeytan, namaz kılanların kendisine kulluk etmesinden ümidini kesmiştir, ancak yine de bu yönde onları her dem kışkırtır. Kadınlar konusunda Yüce Allah'tan sakının! Onlar sizlerin yanında birer emanettirler ve kendileri konusunda bir şeye sahip değiller. Onların sizin üzerinizde hakları olduğu gibi sizin de onların üzerinde haklarınız vardır. Sizin onların üzerinde olan haklarınız, sizden başka kimselere yataklarınızı çiğnetmemeleridir ve sevmediğiniz kimseleri evlerinize almamalarıdır. Ancak size karşı gelmelerinden çekinirseniz onlara önce öğüt verin, sonra yataklarınızı ayırın, sonra yaralamadan vurun! Onların da sizin üzerinde olan hakları, maruf ölçüler dahilinde kendilerini yedirip içirmek ve güzelce giydirmektir! Sizler onları Allah'ın bir emaneti olarak aldınız ve Allah'ın ismiyle onların ferclerini kendinize helal kıldınız. Dikkat edin! Her kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine iade etsin."

Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kollarını açtı. "Allahım! Tebliğimi ifa ettim mi? Tebliğimi ifa ettim mi?" buyurdu ve şöyle devam etti:

“Burada hazır bulunanlar bulunmayanlara bu sözlerimi aktarsın. Zira kendisine aktarılan nice kişi var ki bizzat duyandan bu konuda daha kavrayıcı olabilir."

Saîd b. Mansûr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Bunlardan dördü haram aylardır..." âyetini açıklarken:

“Bunlar Muharrem, Receb, Zilka'de ve Zilhicce aylarıdır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini:

“Dosdoğru olan yasa, takdir budur" şeklinde açıklamıştır.

Ebû Dâvud ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Mucîbe öl-Bâhilî'den o da babası veya amcasından bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gittim ve Müslüman oldum. Bir sene sonra yanına gittiğimde halim ve şeklim değişmişti. Ona:

Resûlallah! Beni tanımadın mı?" diye sorduğumda:

“Sen kimdin?" buyurdu. "Ben geçen yıl yanına gelen Bâhilî kabilesinden olan kişiyim" dediğimde:

“İyi bir halin vardı, sana böyle ne oldu?" diye sordu. "Yanından ayrıldıktan sonra sadece geceleri yemek yedim" dediğimde:

“Neden kendine böyle eziyet ettin? Böyle yapacağına Sabır (Ramazan) ayı ile beraber her aydan bir gün oruç tut" buyurdu. "Daha fazla tutma gücüm var, bunu arttır" dedim. "O zaman her aydan iki gün oruç tut" buyurdu. "Daha arttır" dediğimde:

“Her aydan üç gün oruç tut" buyurdu. "Daha da arttır" dediğimde ise:

“O zaman haram aylarda üç gün oruç tut, üçgün tutma. Üç gün tut, üç gün tutma. Üç gün tut, üç gün tutma" buyurdu ve her defasında üç parmağını açıp kapattı.

Taberânî, el-Evsat'ta Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Haram aylardan birinin Perşembe, Cuma ve Cumartesi günlerini oruçlu geçiren kişiye Yüce Allah iki yıllık ibadet sevabı yazar. "

Müslim ve Ebû Dâvud, Osmân b. Hakîm'den bildirir: Saîd b. Cübeyr'e Receb ayında oruç tutmayı sorduğumda şöyle dedi:

“İbn Abbâs'ın bana bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Recep ayında öyle peşpeşe oruç tutardı ki bu ayın tümünü oruçlu geçirecek sanılırdı. Yine bu ayda oruca öyle peşpeşe ara verirdi ki artık bu ayda hiç oruç tutmayacak sanılırdı."

Beyhakî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Receb ayında bir gün oruç tutan kişi bütün bir yılı oruçlu geçirmiş gibi sevap alır. Bu aydan yedi gün oruç tutan kişiye Cehennemden yedi kapı da kendisine kapanır. Bu aydan sekiz gün oruç tutan kişiye Cennetin sekiz kapısı da açılır. Bu aydan on gün oruç tutan kişi, Yüce Allah'tan ne dilerse ona verilir. Bu aydan on beş gün oruç tutan kişiye gökten birisi: «Geçmiş günahların bağışlandı. Amellerine devam et. Geçmişte yaptıkların kötülükler de iyiliğe çevirildi» diye seslenir. Bu aydan daha fazla oruç tutan kişiye de Yüce Allah'ın ihsanı daha fazla olur. Nuh peygamber Recep ayında gemiye bindi. Hem kendisi oruç tuttu hem de beraberinde olanlara oruç tutmalarını söyledi. Gemi onlarla altı ay boyunca, Muharrem ayının on'una kadar yol aldı."

Beyhakî ve İsbehânî, Ebû Kılâbe'den bildirir:

“Cennette Receb ayından oruç tutanlar için özel bir saray vardır." Beyhakî der ki:

“Rivayet Ebû Kılâbe'de mevkûf'tur. Ebû Kılâbe de tâbiînden biridir. Böylesi bir durumda olan kişi de bunu ancak vahyin nazil oluşu sırasında bulunan kişilerden naklen söyleyebilir."

Beyhakî, Ebû Hureyre'den bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ramazan dışında sadece Receb ile Şâban aylarında oruç tutardı."

Beyhakî'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Recep ayı, Allah'ın ayıdır ve Asam (Sağır ay) olarak isimlendirilir. Cahiliye döneminde Receb ayı girdiği zaman bitene kadar silahlarını asıp kaldırırlar. Bu ayda insanlar uyuduğu zaman yollar güvenli olur, kimse kimselerden korkmaz."

Beyhakî, Kays b. Ebî Hâzım'dan bildirir:

“İçimizdeki kutsallığından dolayı Cahiliye döneminde Receb ayını «Asam (sağır)» diye isimlendirirdik."

Buhârî ve Beyhakî, Ebû Recâ el-Utâridî'den bildirir: Cahiliye döneminde Receb ayı girdiği zaman:

“Keskin demirleri yere düşüren ay geldi" derdik. Sonrasında ay bitene kadar mızrak ve oklardaki demirleri söker atardık.

Beyhakî'nin Selmân el-Fârisî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştun "Receb ayında bir gündüz ile gece var ki bu gündüzü oruçla geceyi de ibadetle geçiren kişi yüz yıl oruç tutup yüz yıl ibadet etmiş gibi sevap alır. Bu gündüz ile gece de Receb ayının son üç günündedir. Yüce Allah da Muhammed'i bu ayda gönderdi. "

Beyhakî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Receb ayında bir gece var ki bu gecede ibadette bulunan kişiye yüz yıllık iyilik sevabı yazılır. Bu gece de Receb ayının son üç günü içindedir. Bu gecede her rekatında Fatiha Sûresi ile Kur'ân'dan bir sure okuyan, her iki rekatta teşehhüdde bulunup sonunda selam veren, sonrasında yüz defa: «Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim. Hamd ancak Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilah yoktur. Allah büyükler büyüğüdür» diyen, yüz defa bağışlanma dileyen, yüz defa Peygamber'e salavât getiren ve o gecenin sabahına da oruçlu başlayan kişi Allah'a isyan olan bir konuda olmadıktan sonra dünya ve âhiretine yönelik edeceği her türlü duaya Yüce Allah icabet eder." Beyhakî der ki:

“Bu hadis bir önceki hadisten daha zayıftır."

Beyhakî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Aylar içinde Yüce Allah'ın seçtiği ay, Receb ayıdır. Bu ay, Allah'ın ayıdır. Receb ayına gereken saygıyı gösteren kişi, Yüce Allah'a gereken saygıyı göstermiş demektir. Yüce Allah da kendisine gereken saygıyı gösteren kişiyi Naîm Cenneti'ne sokar, büyük rızasına mazhar kılar. Şaban ayı da benim ayımdır. Şâban ayına gereken saygıyı gösteren kişi, bana gereken saygıyı göstermiş demektir. Bana gereken saygıyı gösteren kişinin de kıyamet gününde öncüsü ve azığı olurum. Ramazan ayı ise ümmetimin ayıdır. Ramazan ayına gereken saygıyı gösteren, bu ayda haram kılınan şeylere riayet edip haddini aşmayan, bu ayın gündüzlerini oruçla, gecelerini de ibadetle geçiren, bütün uzuvlarını haram olan şeylerden koruyan kişi Ramazan ayından, Allah'ın kendisinden hesabını soracağı tek bir günahı dahi olmadan çıkar. "

İbn Mâce ve Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Receb ayını tamamıyla oruçlu geçirmeyi yasakladı."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah'a göre ayların sayısı onikidir..." âyetini açıklarken:

“Bu âyetle nesî yapılarak geciktirme işi netliğe kavuşur" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah'a göre ay)arm sayısı onikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. Bu dosdoğru bir nizamdır. Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin. Topyekün sizinle savaşan putperestlerle siz de topyekün savaşın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah, katında ayların on ki tane olduğunu belirttikten sonra bunlardan dört tanesini seçip haram aylar olarak belirledi ve bu aylarda işlenen bir günahın diğer aylara nazaran daha ağır olduğunu, bu aylarda yapılan salih amelin diğer aylara nazaran daha değerli olduğunu bildirdi. Bunun yanında bu on iki ay boyunca Müslümanların kendilerine zulmedip yazık etmemelerini ve müşriklerle savaşmalarını emretmiştir."

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Haram aylarda yapılan bir zulmün vebali, diğer aylarda yapılan zulmün vebalinden daha ağır ve daha çetindir. Yüce Allah yarattıkları içinden bazı şeyleri seçmiştir. Örneğin bazı melekleri kendine elçiler seçmiştir. Bazı insanları kendine elçiler seçmiştir. Sözler arasından kendisinin anıldığı sözleri seçmiştir. Yeryüzünden bazı yerleri mescit seçmiştir. Aylar arasından Ramazan ayını seçmiştir. Günler arasından Cuma gününü seçmiştir. Geceler arasından Kadir Gecesi'ni seçmiştir. Onun için Yüce Allah'ın değer verdiği şeylere siz de değer verin. Zira akıl ve idrak sahiplerinin yanında bir şeye ancak Yüce Allah'ın verdiği değere göre değer verilir."

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin..." âyetini açıklarken:

“Bu aylardan kasıt, yılın bütün aylarıdır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“...Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin..." âyetini açıklarken:

“Zulmetmek demek Allah'a isyan olan amellerde bulunmak ve O'na itaati bırakmaktır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mükâtil:

“...Topyekûn sizinle savaşan putperestlerle siz de topyekûn savaşın..." âyetini açıklarken:

“Bu âyet, bu alanda ruhsat tanıyan tüm âyetlerin hükmünü neshetti" demiştir.

Beyhakî, Şuabıı'l-îman'da Ka'b'dan bildirir: Yüce Allah tüm beldeler arasından bazı beldeleri seçti. Allah'ın da en sevdiği belde Haram beldedir. Yüce Allah zamanlar içinden bazı zamanlan seçti. Yüce Allah'ın en sevdiği zamanlar da Haram aylardır. Allah'ın en çok sevdiği ay da Zilhicce ayıdır. Zilhicce ayı içinde en çok sevdiği günler bu ayın ilk on günüdür. Yüce Allah günler içinden de bazı günleri seçmiştir. Allah'ın en çok sevdiği gün Cuma günüdür. Yüce Allah geceler içinden de bazı geceleri seçmiştir. Yüce Allah'ın en sevdiği gece Kadir Gecesi'dir. Yüce Allah gündüz ve gecelerden de bazı vakitleri seçmiştir. Bu bakımdan Yüce Allah'ın en sevdiği vakitler farz namazların vakitleridir. Yüce Allah sözler içinden de bazı sözleri seçmiştir. Yüce Allah'ın en sevdiği sözler de:

“Lâ ilahe illallah, Allahu Ekber, Sübhânallah ve Elhamdülillah" sözleridir.

37

"Haram ayları ertelemek, ancak inkârda daha da ileri gitmektir ki bununla inkâr edenler saptırılır. Allah'ın haram kıldığı ayların sayısına uygun getirip böylece Allah'ın haram kıldığını helâl kılmak için haram ayı bir yıl helâl, bir yıl haram sayıyorlar. Onların bu çirkin işleri, kendilerine süslenip güzel gösterildi. Allah, inkarcı toplumu doğru yola iletmez."

Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden bildirir: Araplar bir yıl bir ayı, bir yıl da iki ayı helal sayarlardı. Haccı da ancak yirmialtı yılda bir tuttururlardı. Yüce Allah'ın, Kitab'ında bahsettiği "Nesî (erteleme)" de budur. Ebû Bekr'in, müslümanlann başında haccettiği yıl da işte bu yıla denk gelmişti. Bunun içindir ki Yüce Allah o haccı, Hacc-ı Ekber diye isimlendirmiştir. Ertesi yıl da Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hacca gitti. Müslümanlar hilali gözetlediklerinde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Zaman, Yüce Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı o ilk gün gibi olmuştur" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Ömer'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Akabe'de durdu ve:

“Nesî, Şeytandandır, küfürde ileri gitmektir. Bununla kafirler saptırılır. Zira haram olan bir ayı bir yıl helal, başka bir yıl ise haram yapıyorlar" buyurdu. Cahiliye döneminde de müşrikler bir yıl Muharrem ayını haram Safer ayını helal sayarken, bir yıl da Saf er ayını haram Muharrem ayını ise helal sayıyorlardı. Nesî denilen şey de budur.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir. Künyesi Ebû Sumâme olan Cünâde b. Avf el-Kinânî, her yıl hac mevsiminde bulunur ve:

“Bilmelisiniz ki Ebû Sumâme kınanamaz! İlk Safer (Muharrem) ayı bu yıl helaldir" diye seslenir ve o yıl Safer ayını helal kılardı. Bu şekilde bir yıl Safer ayını, bir yıl da Muharrem aynı haram kılardı. İşte Yüce Allah'ın:

“Haram ayları ertelemek, ancak inkârda daha da ileri gitmektir ki bununla inkâr edenler saptırılır. Allah'ın haram kıldığı ayların sayısına uygun getirip böylece Allah'ın haram kıldığını helal kılmak için haram ayı bir yıl helâl, bir yıl haram sayıyorlar,.," buyruğunda İfade edilen budur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Haram ayları ertelemek, ancak inkârda daha da ileri gitmektir.." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Cahiliye döneminde Muharrem ayına Safer de derlerdi. Safer de İlk Safer ile İkinci Safer olmak üzere iki taneydi. Bu şekilde bir yıl İlk Safer'i, bir yıl da İkinci Safer'i helal aylardan sayarlardı."

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Ebû Mâlik'den bildirir: Cahiliye döneminde müşrikler bir yılı on üç ay yaparlardı. Muharrem ayını da Safer ayı yaparlar ve bu ayda haram olan şeyleri helal kılarlardı. Yüce Allah da bu konuda:

“Haram ayları ertelemek, ancak inkârda daha da ileri gitmektir..." âyetini indirdi.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Tâvus:

“Yüce Allah'ın Şeytandan arındırdığı ay Muharrem ayıdır" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Haram ayları ertelemek, ancak inkârda daha da ileri gitmektir ki bununla inkâr edenler saptırılır. Allah'ın haram kıldığı ayların sayısına uygun getirip böylece Allah'ın haram kıldığını helâl kılmak için haram ayı bir yıl helâl, bir yıl haram sayıyorlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Künyesi Ebû Sumâme olan Cünâde b. Avf b. Ümeyye el-Kinânî, her yıl hac mevsiminde bulunur ve:

“Bilmelisiniz ki Ebû Sumâme'ye karşı çıkılamaz ve kınanamaz! İlk Safer (Muharrem) ayı bu yıl helaldir" diye seslenir ve o yıl Safer ayını helal kılardı. Bu şekilde bir yıl Safer ayını, bir yıl da Muharrem ayını haram kılardı. Önceleri bir kabile haram aylardan birinde başka bir kabileye saldırmak istediği zaman Ebû Sumâme'ye gelir ve Safer ayı için:

“Bu ayı bize helal kıl" derlerdi. Zira Araplar haram aylarda savaşmazlardı. Bu şekilde Ebû Sumâme bu ayı bir yıl helal sayarken diğer yıl haram sayardı. Ondan sonraki yıl da Muharrem ayını yine haram yapardı. Allah'ın haram kıldığı ayların sayısını denkleştirip dörde tamamlarlar, ancak Safer ayını bir yıl helal bir yıl haram sayarlardı.

İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Nese, Fukaym oğullarından olan Kinâne kabilesinin Mâlik oğullarından bir topluluktur. Bu topluluğun başında bulunan son kişi Kalemmes adında biriydi. Muharrem ayını ilk erteleyen kişi de budur. Bu kişi kral gibiydi ve Muharrem ayını bir yıl haram, bir yıl da helal sayardı. Bu ayı haram saydığı zaman Zilka'de, Zilhicce ve Muharrem olmak üzere üç ay peşpeşe haram olurdu. Yüce Allah'ın da Hazret-i İbrâhim zamanında haram kaldığı ay sayısı buydu. Ancak bu ayı helal kıldığı zaman haram kılınan ayları dörde tamamlamak için bu ayın yerine Safer ayını haram kılardı ve:

“Olduğu gibi haram ayları dörde tamamladım. Zira haram olan bir ayı helal kıldığım zaman yerine bir başka ayı haram kılarım" derdi. Kalemmes'in hükmü altında bulunan ve bu konularda ona uyan Araplarda uygulama bu şekildeydi. Ancak Yüce Allah, Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderince haram ayları üçü peşpeşe olmak üzere, biri de Cemaziyelâhir ile Şaban ayı arasında bulunan Mudar kabilesinin ayı Receb olmak üzere dört olarak belirledi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Vâil:

“Haram ayları ertelemek, ancak inkârda daha da ileri gitmektir..." âyetini açıklarken:

“Bu âyet, Kinâne oğullarından Nesî adında bir adam hakkında nazil oldu. Bu adam haram aylarda avaşıp ganimet elde etmek için Muharrem ayını Safer ayı kılardı" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Ebû Vâil'den bildirir:

“Nesî, Kinâne oğullarından sözüne ve görüşlerine itibar edilen bir adam ve liderdi. Bu kişi Muharrem ayını bir yıl Safer ayı yapar ve bu ayı helal kılarak bazı kabileler ganimetler elde ederlerdi. Diğer bir yıl da bu ayı tekrar haram sayarlardı."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“Haram ayları ertelemek, ancak inkârda daha da ileri gitmektir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Dalâlet ahalisinden bazıları haram aylar içine Safer ayını da kattılar. Hac mevsiminde liderleri kalkıp:

“Bilin ki ilahlarınız Muharrem ayını haram kıldı" derdi ve o yıl Muharrem ayını haram kılarlardı. Bir sonraki yıl da kalkıp:

“Bilin ki ilahlarınız Safer ayını haram kıldı" derdi ve o yıl Safer ayını haram sayarlardı. Muharrem ile Safer ayına da İki Safer denilirdi. İlk olarak nesî yapanlar da Kinâne kabilesinden Mâlik oğullarıydı. Bunlar da üç kişiydi. Birisi Fukaym b. el-Hâris b. Kinâne oğullarından Ebû Sumâme künyeli Safvân b. Ümeyye'dir.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Haram ayları ertelemek, ancak inkârda daha da ileri gitmektir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Yüce Allah haccı Zilhicce ayında farz kıldı. Müşrikler aylara Zilhicce, Muharrem, Safer, Rabiulevvel, Rabiulâhir, Cemâziulevvel, Cemaziyelâhir, Receb, Şâban, Ramazan, Şevval ve Zilka'de isimlerini verirlerdi. Zilhicce ayında hacceder ve ayları sayarken Muharrem'i zikretmez ona Safer derlerdi. Bu şekilde dedikten sonra ayları sayarken Receb ayına Cemaziyelâhir, Şâban ayına Ramazan, Ramazan ayına Şevvâl, Zilka'de ayına Şevvâl, Zilhicce ayına da Zilka'de derlerdi. Sonra da Muharrem ayına Zilhicce der ve bu ayda haccederlerdi. Muharrem ayında haccetmelerine rağmen bu ayın ismi onlarda Zilhicce olurdu. Haccettikten sonra ayları yine aynı sıralamayla kaydırarak sayarlar ve bu şekilde her yıl haccı farklı bir ayda ifa ederlerdi. Ebû Bekr'in emirliğinde gerçekleştirilen hac müşriklerin bu sıralamasında Zilka'de ayına denk geldi. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) haccettiği yılda ise müşriklerin de sıralamasında Zilhicce ayına denk geldi. İşte Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbesinde:

“Zaman Yüce Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gündeki durumuna geri dönmüştür" buyurması da bunu ifade etmektedir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Mâlik b. Kinâne oğullarından Ebû Umâme künyeli Cünâde b. Avf adında bir adam aylarda erteleme yapardı. Üç ay boyunca birbirlerine saldırmadan oturmak Araplara ağır gelirdi. Onun için Ebû Umâme haram aylarda bir kabileye saldırmak istediği zaman bir konuşma yapıp:

“Muharrem ayını helal kılıp onun yerine Safer aynı haram yapıyorum" derdi. Bu şekilde Muharrem ayında savaşırdı. Safer ayı girince de kılıçlarını kaldırır, mızraklarının demirlerini sökerlerdi. Bir sonraki yıl da ise yine kalkıp bir konuşma yapar ve:

“Safer ayını helal kılıp Muharrem ayını haram yapıyorum" derdi. Bu şekilde de haram aylarının dayısını dörde tamamlar, arada Muharrem ayı da helal kılınmış olurdu.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Haram ayı bir yıl helâl, bir yıl haram sayıyorlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu ay Safer ayıdır. Hevâzin ile Ğatafân kabileleri bu ayı bir yıl helal, bir yıl da haram sayarlardı."

38

"Ey îman edenler! Sîze ne oldu ki, «Allah yolunda savaşa çıkın!» denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Dönya hayatını âhırete tercih mî ediyorsunuz? Fakat dönya hayatının faydası âhiretin yanında pek azdır"

Süneyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Ey iman edenler! Size ne oldu ki, "Allah yolunda savaşa çıkın!" denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz?" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Mekke'nin fethi ve Huneyn savaşından sonra Müslümanlara Tebûk savaşına çıkmaları emrinin verilmesi hakkında nazil oldu. Yüce Allah onlara bu emri yaz ayında, hurmanın hasat zamanında herkesin gölge peşinde olduğu bir zamanda vermişti. Bu yüzden de savaşa çıkmak onlara ağır geldi. Ancak Yüce Allah bu konuda:

“İsteyen, istemeyen, hepiniz savaşa çıkın. Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihat edin. Bilirseniz bu sizin için hayırlıdır" âyetini indirdi.

Hâkim, el-Müstevrid'den bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanındayken ashab dünya ile âhiret konusunda konuşmaya başladılar. Bazıları:

“Dünya bizi âhirete ulaştıracak bir mekandır. Amellerimizi burada yapar, namaz ve zekat gibi ibadetleri burada ifa ederiz" derken, bazıları:

“Ama âhirette Cennet vardır" dediler; Başkaları da başka şeyler dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Âhirete nazaran dünya, birinizin denize batırılan parmağı gibidir. Parmağını çıkarınca denizden parmağında kalan şey işte dünyadır" buyurdu.

Ahmed, Tirmizî ve İbn Mâce, Müstevrid b. Şeddâd'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte çıkan bir kafilenin içindeydim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ölü bir oğlağın yanından geçince:

“Sahipleri bunu atarken ne kadar değersiz görmüşlerdir değil mi?" diye sordu. Oradakiler:

“Değersiz gördükleri içindir ki onu attılar" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah'ın katında dünya, bu oğlağın sahiplerin yanındaki değerinden daha değersizdir" buyurdu.

Hâkim'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah dünyaya az bir zaman tahsis etmiştir. Suyu içilip geriye tortusu kalmış kuyu gibi dünyanında çoğu gitmiş azı kalmıştır. "

Hâkim, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-iÖmer, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girdiğinde yan tarafında çıkmış hasır izlerini gördü. " Resûlallah! Bundan daha yumuşak ve daha güzel bir yaygı edinsen olmaz mı?" diye sorunca, Allah Resûlü şöyle karşılık verdi:

“Benim dünyayla ne işim olabilir? Dünyanın benimle ne işi olabilir? Nefsim elinde olana yemin olsun ki dünya ile aramızdaki bağ, yaz gününde yol alan bir yolcunun kısa bir süre bir ağacın altında dinlenip gölgelendikten sonra bırakıp yoluna devam etmesi gibidir. "

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Tirmizî, İbn Mâce ve Hâkim, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hasırın üzerinde uyudu. Kalktığında hasırın izlerinin yan taraflarında çıktığını gördük. Ona:

Resûlallah! Sana bundan daha iyisini alsak" dediğimizde:

“Benim dünyayla ne işim olabilir? Ben dünyada, bir ağacın altında dinlenip gölgelendikten sonra bırakıp yoluna devam eden yolcu gibiyim" karşılığını verdi.

Hâkim, Sehl'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zül-Hüleyfe'den geçerken ölüp ayaklarını havaya dikmiş bir koyun gördü. Yanındakilere:

"Sizce de bu koyun sahibinin yanında değersiz değil midir?" diye sorunca, ashab:

“Öyle yâ Resûlallah!" dediler. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Nefsim elinde olana yemin olsun ki dünya, Allah'ın katında bu koyunun sahibinin yanındaki değerinden daha değersizdir. Şayet dünya Allah'ın yanında bir sinek kanadı kadar önem taşısaydı ondan kafire bir yudum su dahi içirmezdi" buyurdu.

Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dünyasını seven kişi âhiretine, âhiretini seven kişi de dünyasına zarar verir. Ancak siz baki olanı (âhireti) fani olana (dünyaya) tercih edin" buyurmuştur.

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de, İbn Ebi'd-Dünyâ, Kitâbu'l- Menâmât'ta, Hâkim ve Beyhakî, Nu'mân b. Beşîr'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“Bilin ki dünya zamanından geri kalan, gökte uçan sinek kadardır. Kabirdeki kardeşlerinizden yana size Allah'ı hatırlatırım; zira amelleriniz onlara arzedilir."'

Tirmizî, Hâkim ve Beyhakî'nin Katâde b. en-Nu'mân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah bir kulu sevdiği zaman, birinizin hastasını (yasaklanan) sudan uzak tutması gibi onu dünyadan uzak tutup korur" buyurmuştur.

Hâkim ve Beyhakî, Ebû Cuhayfe'den bildirir: Bir defasında bolca et ile tirit yedim ve gelip Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) karşısında oturdum. Otururken geğirmeye başladığımda Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Geğirmeni (yemeğini) az tut! Zira dünyada en fazla doyanlar, âhirette en fazla aç kalacak olanlardır" buyurdu.

Hâkim ile Beyhakî'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ey Âişe! Şayet benim peşimden gelmek istersen dünyalık olarak sana bir yolcunun azığı kadarı yetsin. Giysine yama atmadan da onu eskimiş sayıp değiştirme. Zenginlerle oturup kalkmaktan da sakın!"

Hâkim, Sa'd b. Târık'dan o da babasından naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Âhiretine azık hazırlamak ve Rabbinin rızasını kazanmak isteyen biri için dünya ne güzel bir yerdir. Kişiyi âhiretinden uzaklaştıran ve Rabbinin rızasından mahrum eden bir dünya ise ne kötü bir yerdir. Kul: «Allah dünyayı çirkin kılsın!» dediği zaman dünya: «Allah ikimizden Rabbine en fazla asi olanı çirkin kılsın!» karşılığını verir."

İbn Mâce, Hâkim ve Beyhakî, Sehl b. Sa'd'dan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir adama nasihatte bulundu ve:

“Dünyaya yüz verme ki Yüce Allah seni sevsin. Başkalarının elinde bulunanda gözün olmasın ki insanlar seni sevsin" buyurdu.

Ahmed ve Hâkim'in Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dünya müminin hapishanesi ve kıtlık çektiği bir yerdir. Dünyadan ayrıldığı zaman bu hapishane ile kıtlıktan kurtulmuş olur" buyurmuştur.

Hâkim ve Beyhakî'nin Hüzeyfe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Tek derdi dünya olduğu halde sabahı eden kişinin Allah nazarında hiçbir değeri yoktur. Allah'a karşı takvalı olmayan kişinin Allah nazarında hiçbir değeri yoktur. Müslümanlar için endişe taşımayan kişi de Müslümanlardan değildir. "

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Zühd'de ve Hâkim, A'meş vasıtasıyla Ebû Süfyân'dan, o da hocalarından birinden naklen bildirir: Sa'd b. Ebî Vakkâs, hasta olan Selmân'ı ziyarete gitti. Selmân ağlayınca da Sa'd ona:

“Ey Ebû Abdillah! Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ederken senden razı bir şekilde vefat etmişti. Cennetteki havuzun başında da onunla buluşacaksın. Yine orada arkadaşlarına kavuşacaksın. Hâlâ ne diye ağlıyorsun?" diye sordu. Selmân şöyle dedi:

“Ben ne ölümden korktuğum için, ne de hayatı sevdiğim için ağlıyorum. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizlere:

“Dünyadayken birinizin mal varlığı bir yolcunun azığı kadar olsun!" diye öğütte bulunmuştu. Oysa şu etrafımdaki eşyalara bakî" Sa'd der ki:

“Yanında da bir leğen, bir kâse, bir de mataradan başka da bir şey yoktu.

Hâkim'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İnsanlara öyle bir zaman gelir ki mescitlerde halkalar oluştururlar ancak tek dertleri dünya olur. Yüce Allah'ın böylesi kimselere ihtiyacı olmaz. Siz de onlarla oturmayın."

Hâkim'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet saati yaklaştı. İnsanların dünya hırsları giderek artmakta, Allah'la olan araları da giderek açılmaktadır. "

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed, Zühd'de Süfyân'dan bildirir: Hazret-iÖmer, Ebû Mûsa el-Eş'arî'ye:

“Dünyada zühdden daha iyi bir şeyle âhirete yönelik amellere erişemezsin" şeklinde bir mektup yazdı.

Ahmed, Ebu'd-Derdâ'dan bildirir:

“Şayet dünya, Allah'ın yanında bir sinek kanadı kadar bile bir değer taşısaydı ondan Firavun'a bir yudum su dahi içirmezdi."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Müstevrid'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Âhirete nazaran dünya, birinizin denize batırılan parmağı gibidir. Parmağını çıkarınca denize nazaran ne kadar su alabilmiş bir baksın!"

Abdullah b. Ahmed, Zevâidu'z-Zühd'de, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Ebû Osmân en-Nehdî'den bildirir: Ebû Hureyre'ye:

“Basra'da kardeşlerimizin dediklerine göre Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah yapılan bir iyiliğe bir milyon iyilik sevabı yazar" buyurduğunu söylüyormuşsun" dediğimde şu karşılığı verdi:

“Yüce Allah yapılan bir iyiliğe iki milyon iyilik sevabı verir. Yüce Allah:

“...Dünya hayatının faydası âhiretin yanında pek azdır" buyurur. Allah katında dünyadan kalan zaman, geçen zamana nazaran çok azdır. Yüce Allah yine:

“Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah'a güzel bir borç verecek yok mu?" buyurur. Allah katında dünyadan kalan zaman geçen zamana nazaran çok az ise O'nun katında kat kat fazla ne kadar olabilir?"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre A'meş:

“...Dünya hayatının faydası âhiretin yanında pek azdır" âyetini açıklarken:

“Çobanın azığı kadardır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Ebû Hâzım'dan bildirir: Abdulazîz b. Mervân, vefat anı geldiği zaman:

“Bana alınan kefeni getirin de bir bakayım" dedi. Kefeni getirilip önüne konulunca ona baktı. "Ben ne kadar da çok yaşamıştım. Dünyadan elde ettiğim sadece bu mu?" dedi ve sırtını dönüp ağlamaya başladı. Daha sonra şöyle dedi:

“Off! Ne köyü bir dünyasın! Zira çoğun az, azın da pek çokmuş! Biz de dünyadan yana bir aldanmışlık içindeydik."

39

"Eğer sefere çıkmazsanız, sîzi elem dolu bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir toplum getirir. Siz ise O'na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir."

Ebû Dâvud, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Eğer sefere çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kabilenin birine savaşa çıkması için çağrı yaptı. Ancak bu kabile savaşa çıkmada ağır davranınca bu âyet nazil oldu. Bunun üzerine Yüce Allah onlardan yağmuru kesip kuraklık verdi. Sözkonusu azaplan da bu oldu."

İbn Ebî Hâtim, İkrime'den bildirir:

“Eğer sefere çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır..." âyeti nazil olduğu zaman bazı insanlar bedevilerin yanında onlara dini öğretmek için geride kaldı. Münafıklar da:

"Bazıları bedevilerin yanında kalıp savaşa çıkmadı" demeye başladılar. Ayrıca:

“Bedevilerin yanında kalanlar helak oldu" dediler. Bunun üzerine:

“Müminlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar" âyeti nazil oldu.

Ebû Dâvud, İbn Ebî Hâtim, Nehhâs ve Beyhakî, Sünen'de İbn Abbâs'tan bildirir:

“Eğer sefere çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır..."âyetinin hükmü, "Müminlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar" âyetiyle neshedildi.

40

"Ona yardım etmezseniz, bilin ki inkar edenler onu Mekke'den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti. Arkadaşına «Üzülme, Allah bizimledir» diyordu. Allah da ona güven vermiş, görmediğiniz askerlerle onu desteklemiş, inkar edenlerin sözünü alçaltmıştı. Ancak Allah'ın sözü yücedir. Allah güçlüdür, hakimdir"

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Ona yardım etmezseniz, bilin ki inkar edenler onu Mekke'den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Yüce Allah burada Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bisetinin ilk zamanlarında karşılaştığı şeyleri zikredip bunları takdir edenin kendisi olduğunu ifade etmiş ve:

“Bunları takdir ettiği gibi iki kişiden biri iken nasıl yardım ettimse şimdi yine ona yardımda bulunurum" buyurmuştur.

İbn Sa'd, Ahmed, Buhârî, Müslim ve İbn Ebî Hâtim, Berâ b. Âzib'den bildirir: Ebû Bekr, Âzib'den on üç dirheme bir el değirmeni satın aldı. Ona:

“Oğlun Berâ'a söyle de bu el değirmenini bizim eve ulaştırsın" deyince, Âzib:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte Mekke'den çıkışınızı bana anlatmadan bunu yapmam" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ebû Bekr şöyle anlattı:

“Bir gece vakti hızlı bir Şekilde Mekke'den ayrıldık ve bir gün bir gece yol aldık. Öğle vakti durup gölgelik bir yer ararken bir kaya gördüm. Hemen kayanın yanına gidip gölgesinden kalan yeri Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) için düzelttim. Altına da bir post serdim ve:

Resûlallah! Şurada uzan" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) o gölgede uzanınca ben peşimizden gelenler var mı diye etrafı gözetlemeye çıktım. Bu çıkışımda bir koyun çobanıyla karşılaştım. "Sen kimin kölesisin?" diye sorduğumda:

“Kureyş'ten filan kişinin kölesiyim" dedi ve efendisinin adını verdi. Adını verdiği kişiyi de tanıdım.

Çobana:

“Koyunlarında süt var mı?" diye sorduğumda:

“Var!" karşılığını verdi. "Bize biraz sağar mısın?" dediğimde de:

“Olur" karşılığını verdi. Sağmasını söylediğimde koyunun birini tuttu. Koyunun memesindeki tozu toprağı temizlemesini söylediğimde onları temizledi. Sonra ellerindeki tozu toprağı silkeleyip temizlemesini istedim. O da ellerini silkeleyip temizledi. Bende de küçük bir su tulumu, tulumun ağzında da bir bez parçası vardı. Çoban az bir süt sağdıktan sonra bir kâseye boşalttım. Dönene kadar kâsenin alt tarafı soğumuştu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiğimde henüz yeni uyanıyordu. " Resûlallah! Süt iç" dedim. Ben tamam diyene kadar sütten içti. "Yola çıkma zamanı gelmedi mi?" dedikten sonra da yola düştük.

Müşrikler de peşimizden geliyordu. Onlardan sadece atı üzerinde Surâka adında biri bize yetişebildi. " Resûlallah! Peşimizden gelen bu adam bize yetişti!" dediğimde:

“Üzülme! Yüce Allah bizimledir" buyurdu. Adam bize yaklaştı ki aramızda bir veya iki veya üç mızrak boyu kadar kaldı. Bir daha:

Resûlallah! Peşimizden gelen bu adam bize yetişti!" dedim ve ağlamaya başladım. Allah Resûlü:

“Neden ağlıyorsun?" diye sorunca:

“Vallahi kendim için değil senin için ağlıyorum" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dua etti ve:

“Allahım! Dilediğin şekilde bizi ondan kurtar" buyurdu. Bu duanın ardından yerin sertliğine rağmen Surâka'nın ati karnına kadar yere gömüldü. Bunun gören Surâka hemen atından atladı ve:

“Ey Muhammed! Şayet bu senden dolayı ise Allah'a dua et de beni bu durumdan kurtarsın. Vallahi sizi aramak için benim peşimden gelenlere sizi görmediğimi söylerim. İşte bu da ok torbam. İçinden bir ok al. Filan yerde bana ait olan deve ile koyun sürüsüyle karşılaşacaksın. Onlardan, ihtiyacın kadarını al" dedi. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Benim onlara ihtiyacım yok" buyurdu ve kurtulması için dua etti.

Surâka bu şekilde kurtulunca arkadaşlarının yanına döndü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte biz de yolumuza devam edip Medine'ye vardık. İnsanlar evlerinin damlarına çıkarak bizi karşıladılar. Çocuklar ile hizmetçiler de yollarda tekbîr getirmeye ve:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi! Muhammed geldi!" demeye başladılar. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kimde misafir kalacağı konusunda Müslümanlar tartıştılar, ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu gece, kendilerine bir ikram olsun diye Abdulmuttalib'in dayılarında misafir olacağım" buyurdu. Diğer günün sabahında ise kendisine emredileni yapmaya başladı.

Buhârî, Surâka b. Mâlik'ten bildirir:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ebû Bekr'i bulmak için peşlerinden gitmiştim. Onlara yaklaştığımda atım tökezledi ve üzerinden düştüm. Kalkıp tekrar üzerine bindiğimde Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Kur'ân okuduğunu işittim. Allah Resûlü arkasına hiç dönüp bakmazken Ebû Bekr ikide bir dönüp bakıyordu. Sonra atımın ayakları dizlerine kadar yere gömüldü. Üzerinden inip ona bağırınca geri kalktı. Ancak henüz ayakta durmamıştı ki ayaklarının gömüldüğü yerden dumana benzer bir şeylerin göğe doğru çıktığını gördüm. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ebû Bekr'e emân verdiğimde durdular. Onlara yaklaşmamın bu şekilde engellendiğini görünce içimde Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) zafer kazanacağını hissettim."

İbn Merdûye ve Ebû Nuaym, Delâil'de İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gece vakti Mekke'den ayrıldığında Sevr mağarasında saklandı, peşinden de Ebû Bekr çıkmıştı. Allah Resûlü arkasında bir ses işitince peşine düşen müşriklerin olmasından korktu. Ebû Bekr durumu fark edince hafifçe öksürerek ses verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de sesini işitince onu tanıdı. Bu şekilde peşpeşe mağaraya kadar gittiler. Kureyşliler sabah vakti onların peşine düştüler. Müdlic oğullarından iyi iz süren bir kılavuzu peşine düşürdüler. Bu kişi de izleri takip ederek mağaraya kadar geldi. Mağaranın da ağzında bir ağaç vardı. Kılavuz bu ağacın dibinde çişini yaptıktan sonra:

“Aradığınız kişi buradan öte gitmiş değildir!" dedi. İçerden bunu işiten Ebû Bekr çok üzüldü, ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“Üzülme! Allah bizimledir" buyurdu. Ebû Bekr ile o mağarada üç gün boyunca kaldılar. Âmir b. Füheyre de arada bir onlara yemek getiriyordu. Ali de yola devam etmeleri için gerekli hazırlıkları yapıyordu. Sonunda Bahreyn develerinden üç tane deve satın aldı ve bir tane de kılavuz tuttu. Üçüncü günün gecesinde Hazret-i Ali, develer ve kılavuzla birlikte mağaraya geldi. Develerden birine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), birine Ebû Bekr, birine de kılavuz bindi ve bu şekilde Medine'ye doğru yola koyuldular. Kureyşliler de onları yakalamak için adamlar yollamıştı.

İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs, Ali, Ebû Bekr'in kızı Âişe, Âişe binti Kudâme ve Surâka b. Cu'şum şöyle demişlerdir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), müşrikler evinin kapısında oturup beklerken evden çıktı. Yerden aldığı bir avuç toprağı başlarının üzerine serpti. Bunu yaparken de Yâsîn Sûresi'ni okuyordu. Bu şekilde kapıda bekleyen müşrikler kendisini görmeden Mekke'den çıktı. Adamın biri Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kapısında bekleyen müşriklere:

“Burada neyi bekliyorsunuz?" diye sorunca:

“Muhammed'i bekliyoruz" karşılığını verdiler. Adam:

“Vallahi yanınızdan geçip gitti" deyince:

“Vallahi onu görmedik" karşılığını verdiler. Sonrasında başlanndaki toprağı silkeleyip kalktılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de Ebû Bekr ile Mekke'den ayrılıp Sevr mağarasına gitti. Mağaraya girdikten sonra örümcek kapıya ağını ördü. Müşrikler de onları her yerde aradılar. Sonunda da mağaraya geldiler. Ancak birbirlerine:

“Mağaranın kapısındaki bu örümcek ağları Muhammed doğmadan önce yapılmıştır" diyerek oradan ayrıldılar.

Ebû Nuaym, Delâil'de Âişe binti Kudâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Evdeki küçük pencereden çıktım. Beni ilk gören kişi de Ebû Cehil oldu; ancak Yüce Allah onu kör etti de, ne beni, ne de Ebû Bekr'i görebildi. Bu şekilde Mekke'den çıktık."

Ebû Nuaym, Esma binti Ebî Bekr'den bildirir: Ebû Bekr mağaraya doğru gelen adamı görünce:

Resûlallah! Bizi gördüler!" demeye başladı. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Melekler kanatlarıyla önünü kapatıyor" karşılığını verdi. Adam mağaranın kapısının tam önünde oturup defi hacet yapmaya başlayınca, Allah Resûlü:

“Ey Ebû Bekr! Şayet adam bizi görseydi karşımızda bu şekilde oturup bu işi yapmazdı" buyurdu.

Ebû Nuaym, Muhammed b. İbrahim et-Teymî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) mağaraya girince bir örümcek hemen ağlarını kapıya ördü. Müşrikler mağaranın kapısına geldiklerinde, biri:

“Mağaranın içine girin" dedi. Ümeyye b. Halef ise:

“Mağaraya girip de ne yapacaksınız? Zira kapısındaki örümcek ağı belki de Muhammed doğmadan önce yapılmıştır" karşılığını verdi. Bu şekilde Hazret-i Peygamberdi (sallallahü aleyhi ve sellem) ölümden kurtaran bir örümcek ağı oldu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

“Bu örümcekler Allah'ın ordularından biridir" buyurdu.

Ebû Nuaym, Hilye'de Atâ b. Meysere'den bildirir:

“Örümcek bu şekilde ağlarını iki defa örmüştür. Birinde Tâlut tarafından aranan Hazret-i Dâvud için, diğeri de mağarada saklanan Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) içindir."

İbn Sa'd, Ebû Nuaym, Delâil'de ve Beyhakî, Delâil'de Enes'ten bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ebû Bekr, Mekke'den çıktıkları zaman bir ara Ebû Bekr arkasına bakınca bir atlının peşlerinden geldiğini gördü. " Resûlallah! Peşimizde bir atlı var ve bize yetişmek üzere" deyince, Allah Resûlü:

“Allahım! Onu yere çal!" diye dua etti. Bunun üzerine adam atından yere düştü. Adam:

Resûlallah! Bana dilediğin emri ver" deyince, Allah Resûlü:

“Burada durur ve peşimizden geleceklere engel olursun" buyurdu. Bu şekilde günün ilk saatlerinde Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) saldırmak için yola çıkan adam akşam vakti onun koruyucusu oldu. Bu konuda Surâka, Ebû Cehil'e şöyle bir şiir söylemiştir:

"Ebu'l-Hakem! Şayet sen de şahit olsaydm

Atımın ayaklarının yere batışına

Muhammed'in Resûl olduğunu şüphesiz bir kanıtla anlardın

Öyleyse kim çıkabilir onun karşısına

Beyhakî, Delâil'de ve İbn Asâkir, Dabbe b. Mihsan el-Anezî'den bildirir: Ömer b. el-Hattâb'a:

“Sen Ebû Bekr'den daha hayırlısın" dediğimde ağladı ve:

“Ebû Bekr'in bir gece ve gündüzü var ki Ömer'in tüm ömründen daha hayırlıdır" karşılığı verdi. Sonra:

“Sana bu gece ile gündüzünü anlatayım mı?" diye sordu. "Olur, anlat" karşılığını verdiğimde de şöyle dedi:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekkeli müşriklerden kaçtığı zaman gece vakti oradan ayrıldı. Ebû Bekr de peşinden gitti. Ancak Ebû Bekr bazen Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) önünde, bazen arkasında, bazen sağında, bazen de solunda yürüyordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Ebû Bekr! Ne yapıyorsun öyle? Daha önce böyle yaptığını hiç görmedim" buyurunca, Ebû Bekr:

Resûlallah! Önümüzü gözetlemem gerektiğini düşününce önünde yürüyorum. Peşimizden geleceklerini düşününce arkanda, sağında solunda yürüyorum. Zira güvende olmanı istiyorum" dedi.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) o gece parmak uçlarında yürüdüğü için terliği yırtılıp çıplak ayakla kaldı. Ebû Bekr ayaklarının çıplak kaldığını görünce onu sırtına aldı. Bu şekilde mağaranın kapısına ulaşıncaya kadar onu sırtında taşıdı. Mağaraya vardıklarında da onu indirdi ve:

“Seni hakla gönderene yemin olsun ki ben içeri girip bakmadan sen giremezsin. Şayet içerde bir tehlike varsa senden önce bana bulaşsın" dedi. İçeriye girince bir şey olmadığını gördü. Sonra çıkıp Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) içeri taşıdı. Ancak mağarada bir delik vardı ve bu delikten yılanlar çıyanlar çıkabilir, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) zarar verebilirdi. Ebû Bekr bunun önüne geçmek için ayağını o deliğe dayadı. Ayağıyla deliği kapatınca da yılanlar ve çıyanlar onu ayağından sokup ısırmaya başladılar. Bunun acısıyla gözyaşları akmaya başlayınca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“Ey Ebû Bekr! Üzülme! Allah bizimledir!" buyurdu. Ardından Yüce Allah, Ebû Bekr'e sekîneti yani güven ve sükûneti indirdi. İşte Ebû Bekr'in söz konusu gecesi budur.

Gündüzüne gelince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ettiği zaman Araplardan bazıları irtidad etti. Zira bazıları:

“Namazı kılar ancak zekat vermeyiz" derken, bazıları da:

“Ne namazı kılar, ne de zekat veririz" diyorlardı. Halife olan Ebû Bekr'in yanına gelip ona nasihetlerde bulunmak istedim. "Ey Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) halifesi! Bu insanlara karşı sevgi ve şefkatle yaklaş" dediğimde şu karşılığı verdi:

“Cahiliyedeyken sert, Müslümanken pek yumuşaksın! Ne diye şefkat gösterecek mişim? Zira onları ne uydurulmuş sözlere, ne de uyduruk şiirlere davet ediyorum! Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat etti ve vahiy de kesildi. Vallahi daha önce Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) zekat olarak verdikleri bir yuları dahi benden esirgeyecek olurlarsa bundan dolayı onlarla savaşırım!" Bu kararı üzerine biz de onlarla savaştık. Vallahi bu konuda doğru görüşte olan da kendisi çıkmıştı. İşte gündüzü de budur."

Ebû Nuaym ve Beyhakî, Delâil'de İbn Şihâb ile Urve'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den çıkınca müşrikler onu arayıp yakalamak için her yöne dağıldılar. Su kaynaklarında olanlara da onu yakalamaları halinde büyük paralar vaat ettiler. Sonunda içinde Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğu mağaranın bulunduğu Sevr dağına geldiler ve dağa tırmandılar. Ebû Bekr sesleri duyunca üzülüp korkmaya başladı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“Üzülme! Allah bizimledir!" buyurdu. O esnada Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dua edince Yüce Allah tarafından sekîne ve güven indi. Bu da:

“Hani inkâr edenler kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah ise, Peygamberine ve inananlara huzur ve güvenini indirmiş ve onların takva sözünü tutmalarını sağlamıştı..." âyeti ve, "...Allah da ona güven vermiş, görmediğiniz askerlerle onu desteklemiş, inkar edenlerin sözünü alçaltmıştı. Ancak Allah'ın sözü yücedir. Allah güçlüdür hakimdir" âyetiyle ifade edilmiştir.

İbn Şahin, İbn Merdûye ve İbn Asâkir, Hubşî b. Cünâde'den bildirir: Ebû Bekr:

Resûlallah! Müşriklerden biri şayet ayağının dibine baksa bizleri görebilir" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Ebû Bekr! Üzülme! Allah bizimle!" karşılığını verdi.

İbn Asâkir, İbn Abbâs'tan bildirir: Onların peşinden gidenler saklandıkları dağa da çıktılar ve neredeyse mağaraya da gireceklerdi. Ebû Bekr:

“Bizi buldular" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Ebû Bekr! Üzülme! Allah bizimle!" karşılığını verdi. Hemen sonrasında izler kesildi ve müşrikler sağa sola dağılıp yola devam ettiler.

İbn Asâkir, Ali b. Ebî Tâlib'den bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den çıkarken yanına Ebû Bekr'i de aldı. Zira en çok güvenebileceği kişi oydu. Bu şekilde mağaraya kadar gittiler."

İbn Şâhin, Dârakutnî, İbn Merdûye ve İbn Asâkir, İbn Ömer'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr'e:

“Sen mağarada arkadaşımdın. Cennetteki havuzda da benimle beraber olacaksın" buyurdu.

İbn Asâkir, İbn Abbâs ile Ebû Hureyre'den bir öncekinin aynısını zikreder.

İbn Adiy ve İbn Asâkir, Zührî vastasıyla Enes'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), şair Hassân'a:

“Ebû Bekr hakkında şiir söyledin mi?" diye sorunca, Hassân:

“Evet" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Oku da dinleyelim" buyurunca, Hassân şöyle dedi:

"Yüksekte bulunan mağarada iki kişiden biriydi

Peşlerine düşün düşmanların çıktığı dağda

Allah Resülünün de en sevdiği kişiydi

Herkes hemfikirdir onun gibi iyi birinin olmadığında. "

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunları duyunca azı dişleri görünecek kadar güldü ve:

“Doğru söyledin ey Hassânl Ebû Bekr dediğin gibi biridir" buyurdu.

Hayseme b. Süleyman el-Atrâblûsî, Fadâilu's-Sahâbe'de ve İbn Asâkir, Ali b. Ebî Tâlib'den bildirir: Yüce Allah:

“Ona yardım etmezseniz, bilin ki inkar edenler onu Mekke'den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti. Arkadaşına «Ütülme, Allah bizimledir» diyordu..." buyurarak bütün insanları kınadı, ancak Ebû Bekr'i övdü.

İbn Asâkir, Ebû Bekr'den bildirir: Mağarada geçirdiğimiz o geceden sonra hiçbir konuda bu kadar bir korku ve hiç kimseye de bu kadar bir yakınlık hissetmedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) o zaman kendisine ve İslam dinine olan korkumu görünce:

“Sakin ol! Yüce Allah bu işin (dinin) tamamlanacağım ve muzaffer olacağını takdir etti" buyurdu.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Süfyân b. Uyeyne:

“Yüce Allah, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) konusunda Ebû Bekr dışındaki tüm Müslümanlara sitemde bulundu" dedi ve:

“Ona yardım etmezseniz, bilin ki inkar edenler onu Mekke'den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti. Arkadaşına «Üzülme, Allah bizimledir» diyordu..." âyetini okudu.

Hakîm et-Tirmizî, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Yüce Allah:

“Ona yardım etmezseniz, bilin ki inkar edenler onu Mekke'den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti.

Arkadaşına «Üzülme, Allah bizimledir» diyordu..." buyurarak Ebû Bekr dışında yeryüzünde bulunan tüm insanlara sitemde bulundu.

İbn Asâkir, Zübeyr vasıtasıyla Muhammed b. Yahya'dan bildirir: Arkadaşlarımızdan birinin bize anlattığına göre ashabın oğullarından genç biri, içlerinde Kâsım b. Muhammed b. Ebî Bekr es-Sıddîk'in de bulunduğu bir mecliste:

“Vallahi Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) nerede bulunduysa ben de hep yanında oldum" deyince, Kâsım:

“Yeğenim! Yemin etme!" karşılığını verdi. Genç:

“Bunun aksini ispat edebilir misin?" diye sorunca, Kâsım:

“Evet! Hem de karşı çıkamayacağın bir şekilde" dedi ve:

“...Mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti..." âyetini okudu.

İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Ebû Avâne, İbn Hibbân, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye, Enes'ten bildirir: Ebû Bekr bana şöyle dedi: Peygamberimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte mağaradayken müşriklerin ayak izlerini gördüm. " Resûlallah! Şayet içlerinden biri ayağını kaldırıp baksaydı bizi göreceklerdi" dediğimde, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ebû Bekr! Üçüncüleri Allah olan iki kişiyi sen ne zannettin ki" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh ve Ebû Nuaym, Delâil'de, Ebû Bekr'den bildirir: Mağaraya girdiğimizde içerde bir delik gördüm. Deliği ayağımla kapattım ve:

Resûlallah! Şayet bir yılan veya çıyan ısıracak veya sokacak olursa beni sokar" dedim.

İbn Merdûye, Enes b. Mâlik'ten bildirir: Mağaraya girecekleri gece Ebû Bekr:

Resûlallah! İzin ver de senden önce içeriye gireyim. Şayet içerde yılan ve benzeri bir şey varsa sana değil bana zarar verir" dedi. Allah Resûlü de:

“Gir" buyurdu. Ebû Bekr içeriye girip eliyle sağı solu yoklamaya başladı. Bir delik bulunca giysisinden bir parça yırtıp deliği kapatıyordu. Bu şekilde delikleri kapata kapata tüm giysisi bitti. Ancak geriye bir delik kalınca onu da ayağıyla kapattı. " Resûlallah! Gir" deyince, Allah Resûlü içeriye girdi.

Sabah olduğunda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun bu durumunu gördü. "Ey Ebû Bekr! Giysin nerede?" diye sorunca Ebû Bekr yaptığını anlattı. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ellerini kaldırdı ve:

“Allahım! Kıyamet gününde Ebû Bekr'i benimle ve benim derecemde kıl" diye dua etti. Yüce Allah da, Allah Resûlü'ne:

“Duan kabul gördü" diye vahyetti.

İbn Merdûye, Cündeb b. Süfyân'dan bildirir: Ebû Bekr, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile mağaraya gittiği zaman:

Resûlallah! Ben geçip içeriye bakana kadar sen girme" dedi. İçeri girince de elini bir şey ısırdı. Parmağındaki kanı silerken de bir yandan:

"Allah yolunda başına gelenle

Kanayan bir parmaktan öte misin?" diyordu.

İbn Merdûye, Ca'de b. Hubeyre'den o da Hazret-i Âişe'den bildirir: Ebû Bekir bana:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte mağaraya doğru çıkarken bizi görmeliydin. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ayaklarından kan damlıyordu. Benim ayaklarım ise taş gibi olmuştu" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) de çıplak ayakla yürümeye alışık değildi."

İbn Sa'd, İbn Merdûye, Ebû Nuaym ve Beyhakî, Delâil'de Ebû Mus'ab'dan bildirir: Enes b. Mâlik, Zeyd b. Erkam ve Muğîre b. Şu'be'ye yetiştim. Onların anlattığına göre Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) mağaraya girdiği gece Yüce Allah emredip bir ağaç bitti ve mağaranın kapısını kapattı. Yine bir örümceğe emretti, örümcek mağaranın kapısına ağını ördü. Sonra iki yabani güvercine emrederek mağaranın kapısında durdular. Sonrasında Kureyş'in her kabilesinden gençler sopaları ve kılıçlarıyla oraya doğru geldiler. Mağaraya kırk adım kala içlerinden biri yaklaşıp mağaraya baktı ancak kimseleri göremedi. Mağaranın kapısında da iki güvercini görünce geriye döndü. Arkadaşları:

“Neden mağaranın içine girip bakmadın?" diye sorunca:

“Mağaranın kapısında iki güvercin gördüm. Bununla içerde kimselerin olmadığını anladım" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu gencin dediklerini işitince Yüce Allah'ın bunlar vasıtasıyla kendisini koruduğunu anladı. Bundan dolayı güvercinler konusunda hayır duada bulundu. Onlara iyi davranılmasını söyledi. Daha sonra bu bir çift güvercin Harem'e indiler. Harem'deki tüm güvercinler de bunların yavrularıdır.

İbn Asâkir, Târih'de İbn Abbâs'tan bildirir: Ebû Bekr, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte mağaradayken susadı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Mağaranın orta yerine gidip iç" buyurdu. Ebû Bekr mağaranın orta yerine gidince baldan tatlı, sütten beyaz, miskten daha iyi kokan bir su içti. Döndüğü zaman Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah senin içmen için Cennetteki nehirlerden sorumlu olan meleğe Firdevs cennetindeki nehirlerden birini mağaranın orta yerine akıtmasını emretti" buyurdu.

İbnu'l-Münzir, Şa'bî'den bildirir: Kendisinden başka ilah olmayana yemin olsun ki yardım konusunda Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) tüm ashabına sitem edildi. Ebû Bekr hariç! Yüce Allah bu konuda:

“Ona yardım etmezseniz, bilin ki inkar edenler onu Mekke'den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti. Arkadaşına «Üzülme, Allah bizimledir» diyordu..." buyurarak böylesi bir sitemden Ebû Bekr'i dışarıda tuttu.

İbn Ebî Hâtim, Suffe ahalisinden biri olan Sâlim b. Ubeyd'den bildirir: Hazret-iÖmer, Ebû Bekr'in elinden tuttu ve şöyle dedi:

“Şu üç ifade kim içindir? Yüce Allah:

“...Arkadaşına..." buyurur. Bu arkadaş kimdir? Yine:

“...Mağarada bulunan iki kişiden..." buyurur. Bu iki kişi kimdir? Yine:

“...Üzülme, Allah bizimledir..." buyurur."

İbn Ebî Hâtim, Amr b. el-Hâris'ten o da babasından bildirir: Hazret-iEbû Bekr:

“Tevbe Sûresi'ni kim okur?" diye sorunca, adamın biri:

“Ben okurum" karşılığını verdi. Ebû Bekr:

“Oku!" deyince, adam okumaya başladı. Adam:

“Ona yardım etmezseniz, bilin ki inkar edenler onu Mekke'den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti. Arkadaşına «Üzülme, Allah bizimledir' diyordu...» âyetine ulaşınca Ebû Bekr ağlamaya başladı ve:

“Vallahi o arkadaşı bendim" dedi.

Ebu'ş-Şeyh, Katâde'den bildirir:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) mağaradaki arkadaşı Ebû Bekr idi. Mağara da Mekke'de Sevr adında bir dağdaydı."

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ebû Bekr kardeşim ve mağara arkadaşımdır. Onun bu hakkını teslim edin. Şayet (Allah'tan başka) dost edinecek olsaydım Ebû Bekr'i dost edinirdim. Ebû Bekr'in kapısı hariç Mescid'e açılan tüm kapıları kapatın."

İbn Merdûye'nin Abdullah b. ez-Zübeyr'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şayet Rabbinden başka dost edinecek olsaydım Ebû Bekr'i dost edinirdim. Ancak Ebû Bekr benim kardeşim ve mağara arkadaşımdır" buyurmuştur.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Zührî:

“...Mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti..." âyetini açıklarken:

“Bu mağara Sevr adında bir dağdadır" demiştir.

İbn Merdûye, Hazret-i Âişe'den bildirir: Bazılarının Hira mağarasına tırmandıklarını görünce:

“Bunlar Hira mağarasında ne arıyorlar?" diye sordum. "Bu mağara Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ebû Bekr'in saklandıkları mağaradır" karşılığını verdiler. Bunun üzerine şöyle dedim:

“Onlar Hira mağarasında saklanmadılar. Onlar Sevr mağarasında saklanmışlardı. Bu mağaranın yerini de sadece Abdurrahman b. Ebî Bekr ile Esmâ binti Ebî Bekr biliyorlar, zira mağarada kaldıkları süre içinde sadece bu ikisi yanlarına gidip geliyorlardı. Ayrıca Ebû Bekr'in kölesi Âmir b. Füheyre de biliyor. O da koyun sürüsünü çıkardığı zaman yanlarına uğrar onlara süt sağıp verirdi."

İbn Ebî Şeybe, Mücâhid'den bildirir:

“Ebû Bekr ile Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) o mağarada üç gün kaldılar."

Abdurrezzâk, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Zührî vasıtasıyla Urve'den, o da Hazret-i Âişe'den bildirir: Kendimi bildiğimden beri annem ile babam müslümandı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) her gün sabah akşam bize uğrardı. Mekke'de Müslümanlar eziyete maruz kaldıklarında Ebû Bekr, Habeşistan'a hicret etmek için Mekke'den çıkmıştı. Ancak Berku'l-Gimâd mevkiine ulaştığında, el-Kâre'nin efendisi olan İbnu'd- Dağine ile karşılaştı. Kendisine:

“Ey Ebû Bekr! Nereye doğru gidiyorsun?" diye sorunca, Ebû Bekr:

“Kavmim beni yurdumdan çıkardı. Yeryüzünde seyahat edip Rabbime ibadet etmek istiyorum" karşılığını verdi. İbnu'd- Dağine:

“Ey Ebû Bekr! Oysa senin gibi birisi yurdundan ne çıkar, ne de çıkarılır. Zira yoksula yardım eder, yakınlarını gözetir, aciz ailelerin yükünü hafifletir, misafiri ağırlar ve haktan gelen musibetlere karşı insanlara yardım edersin. Ben senin koruyucun olurum. Dön ve Rabbine kendi yurdunda ibadet et!" deyince Ebu Bekr geri döndü. İbnu'd-Dağine de kendisiyle beraber yola koyuldu.

Sonrasında İbnu'd-Dağine, Kureyş'in kafirlerini dolaştı ve onlara:

“Ebû Bekr gibi biri yurdundan ne çıkar, ne de çıkarılır. Yoksula yardım eden, yakınlarını gözeten, aciz ailelerin yükünü hafifleten, misafiri ağırlayan ve haktan gelen musibetlere karşı insanlara yardım eden birini mi yurdundan çıkarıyorsunuz?" diye çıkıştı. Kureyş, İbnu'd-Dağine'nin, Ebû Bekr'i korumasına almasına karşı çıkmadı. Ancak İbnu'd-Dağine'ye:

“Ebû Bekr'e söyle, evinde Rabbine ibadet etsin! Evinde istediği kadar namaz kılsın, Kur'ân okusun. Ama namaz ve Kur'ân okumayı evinin dışında herkesin önünde yapmasın" dediler. Ebû Bekr de denileni yaptı ve evinde Rabbine ibadet etti, namazını açıkta kılmadı, evi dışında Kur'ân okumadı. Sonra Ebû Bekr evinin önünde bir mescid yapmak istedi ve yaptı. Namazını orada kıldı, Kur'ân'ı da orada okudu. Bunu gören müşrik kadınlar ile çocuklar Ebû Bekr'in bu yaptığını hayretler içinde seyretmeye ve orada toplanmaya başladılar.

Ebû Bekr sulu gözlü biriydi. Kur'ân'ı okuyunca kendini tutamaz ve ağlardı. Ancak bu durum Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerini korkuttu. İbnu'd- Dağine'ye haber salıp yanlarına çağırdılar. Geldiğinde ona:

“Ebû Bekr'e, evinde Rabbine ibadet etmesi şartıyla senin himayene girmesine izin vermiştik, ama o haddi aştı. Evinin önünde bir mescid yaptırdı ve orada açıktan namaz kılıp, Kur'ân okudu. Kadınlarımızı ve çocuklarımızı kandırmasından korkuyoruz. Onu bundan alıkoy. Eğer sadece evinde Rabbine ibadet etmeyi kabul ederse bunu yapsın, ancak karşı çıkıp bunları açıktan yapmak isterse ona verdiğin ahdi sana geri iade etmesini söyle! Biz sana verdiğimiz sözden caymak istemiyoruz, ama Ebû Bekr'in de bunları açıktan yapmasını onaylamıyoruz" dediler. Bunun üzerine İbnu'd-Dağine, Ebû Bekr'in yanına geldi ve:

“Sana hangi şartlarda söz verdiğimi biliyorsun. Ya anlaştığımız gibi yaparsın ya da zimmetimi bana iade edersin. Zira Arapların, birine verdiğim zimmeti geri aldığımı duymasını istemem" dedi. Ebû Bekr de:

“O zaman senin zimmetini sana iade ediyor ve Yüce Allah'ın himayesine sığınıyorum" karşılığını verdi.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) O zamanlar Mekke'de bulunuyordu. Allah Resûlü Müslümanlara:

“Sizin hicret edeceğiniz yer rüyamda bana gösterildi. Bu yer iki taşlık arasında olan hurmalık bir yerdir" buyurdu. Bu yer de Medine'deydi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle deyince Müslümanlardan bir kısmı Medine'ye hicret etti. Habeşistan'a daha önceden hicret edenlerin bir kısmı da geri dönüp yine Medine'ye gittiler. Ebû Bekr de Medine'ye hicret için hazırlığını yaptı. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“Acele etme! Zira bana da hicret izni verilmesini umuyorum" buyurdu. Ebû Bekr:

“Anam babam sana feda olsun! Böyle bir şeyi bekliyor musun?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet!" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ebû Bekr, Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte hicret etmek için bekledi. Yanında bulunan iki deveyi dört ay boyunca semur ağacı yapraklan ile besleyip hazırladı.

Birgün öğle sıcaklarında Ebû Bekr'in evinde otururken, birisi babama:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) geliyor" dedi. Ancak o saatlerde bize gelmezdi. Ebû Bekr de:

“Annem babam ona feda olsun, bu saatte geldiyse mutlaka bir emir üzerine gelmiştir" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gelince girmek için izin istedi. İzin verilince de içeriye girdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr'in yanına girince ona:

“Yanında olanları dışarıya çıkart" buyurdu. Ebû Bekr:

“Babam sana feda olsun yâ Resûlallah! Onlar senin ailendir" karşılığını verince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Mekke'den çıkmama izin verildi" buyurdu. Ebû Bekr:

“Ben de sana yoldaş olmak isterim" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Olacaksın" buyurdu. Ebû Bekr:

“Babam sana feda olsun yâ Resûlallah! Şu iki devemden birini al" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ama bedeliyle alırım!" karşılığını verdi.

Bunun üzerine onların hazırlıklarını çabucak yaptık. Deri bir torba içinde onlara azık koyduk. Esma binti Ebî Bekr kuşağından bir parça yırtarak torbanın ağzını bağladı. Bunun içindir ki Esmâ "Zâtu'n-Nitâkeyn (İki kuşaklı)" olarak adlandınldı. Sonra Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Bekr, Sevr dağındaki bir mağaraya sığındılar. Orada üç gece kaldılar. Abdullah b. Ebî Bekr de geceleri yanlarında kalıyordu. Abdullah şefkatli, zeki ve genç biriydi. Seher vakti yanlarından ayrılır Mekke'de gecelemiş gibi Kureyş ile sabahlardı. Kureyş, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ebû Bekr hakkında ne derse Abdullah hemen onu kavrar ve karanlık basınca yanlarına geldiği zaman Kureyş'teki haberleri onlara aktarırdı. Ebû Bekr'in azatlısı Âmir b. Füheyre de sağmal koyunları otlatır, akşam olduğunda da Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bulunduğu yere koyunları getirir biraz dinlendirirdi. Onlara, kendi sağmallarının sütü olan sütten sağar, içirirdi ve geceyi orada geçirirdi. Sabaha doğru da sürüyü alır giderdi. Orada kaldıkları üç gecede de İbn Füheyre aynı şeyi yaptı.

Sonra Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem), Abd b. Adiyy oğullarından olan ed-Dîl oğullarından bir adamı kılavuzluk için kiraladılar. Bu adam yol göstermede usta birisiydi. Bu adam Âs b. Vâil ailesi ile elini kana batırarak yeminli müttefik olmuştu. Kureyş kafirlerinin dinindendi hâlâ ama ona güvendiler ve ona develerini teslim ettiler. Üç gece sonra da Sevr mağarasında buluşmak üzere anlaştılar. Üçüncü gecenin sabahında kılavuz gelip onları aldı. Âmir b. Füheyre'yi de yanlarına alarak, kılavuz onlarla (Medine'ye götürmek üzere) Ezâhir tepesinin yolu olan sahil yolunu tuttu."

Zührî der ki: Surâka b. Cu'şum'un kardeşi Abdurrahmân b. Mâlik el- Mudlicî, babasından bildirdiğine göre Surâka b. Cu'şum şöyle demiştir:

“Kureyş kafirlerinin elçileri bize geldiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Ebû Bekr'in her biri için ölü veya diri getirene ödül veriyorlardı. Kavmim Mudlic oğullarının meclislerinden birinde oturuyorken, o elçilerden biri geldi. Biz oturuyorken kendisi ayakta:

“Ey Surâka! Az önce sahil taraflarında uzaktan karartılar gördüm. Sanırım Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabıdırlar" dedi. Bense onların gerçekten Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabı olduklarını anladım. Ancak:

“Onlar değiller! Ben filanla filanı gördüm. Zira demin önümüzden geçip gittiler" dedim. Orada biraz daha kaldıktan sonra oradan ayrıldım. Eve gelip cariyeme atımı çıkarıp bir tepenin ardına götürmesini ve orada beni beklemesini söyledim. Mızrağımı alıp evin arka tarafından çıktım. Belli olmasın diye mızrağımın alt tarafını yerde sürükledim, üst tarafını da aşağıya doğru tuttum. Sonra atımın yanına gelip bindim.

Onlara yetişmek için atı şahlandırdım. Uzaktan da onların karartısını gördüm. Onlara sesimi duyacakları kadar yaklaştığım zaman atım tökezledi ve yere düştüm. Elimi torbaya götürüp fal oklarımı çıkardım. Onlara zarar vereyim mi vermeyeyim mi diye fal baktım. Fal sonucunda istemediğim şey, yani zarar vermemem gerektiği çıktı. Ama fal oklarını dinlemeyerek atıma bindim. Onlara yaklaştığım zaman atım yine tökezledi ve yere düştüm. Elimi torbaya götürüp fal oklarımı bir daha çıkardım. Onlara zarar vereyim mi vermeyeyim mi diye fal baktım. Fal sonucunda yine istemediğim şey, yani zarar vermemem gerektiği çıktı. Ama fal oklarını dinlemeyerek atıma bindim. Onlara bir daha yaklaştım. Öyle ki Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) okumalarını bile işittim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasına hiç bakmıyordu, ama Ebû Bekr devamlı olarak arkaya bakmıyordu. O esnada atımın ayakları dize kadar yere battı. İndim ve ata bağırdım. At kalkmaya çalışıyor ama zor kalkıyordu. Sonra az bir doğrulduktan sonra ayaklarının gömüldüğü yerden göğe doğru ateş dumanı gibi bir duman çıktı. Yine fal oklarıyla fal baktım. Yine hoşlanmadığım şey, yani onlara zarar vermemem gerektiği çıktı. Onlara güvence verip seslenince durdular. Atıma binip yanlarına geldim. Onların benden dolayı korunduklarını görünce Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) zafere ulaşacağı hissi içime düştü. Geldiğimde ona:

“Kavmin başına ödül koymuşlar" dedim. Kureyşlilerin onlara yapacaklarından bahsettim ve yol azığı ile eşya vermek istedim. Ama benden bir şey almadılar, bir şey de istemediler. Sadece Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana:

“Bizi gördüğünü söyleme" buyurdu. Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) bana bir teminat mektubu yazmasını istedim. Resûlulah da (sallallahü aleyhi ve sellem) Amir b. Füheyre'ye emretti. O da bir deri parçasına yazıp verdi. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yola devam etti."

Zührî, Urve b. ez-Zübeyr'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), yolda Müslümanların bir kafilesiyle karşılaştı. Bu ticari kafile (Şam'dan) Mekke'ye dönüyordu ve içlerinde Zübeyr de vardı. Zübeyr, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ebû Bekr'e beyaz giysiler giydirdi. Medineli Müslümanlar da Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den çıktığını duymuşlardı. Bunun için de her gün sabahtan Harre'ye gidip yolunu bekliyorlardı. Öğlenin o kavurucu sıcağıyla da geri dönüyorlardı. Yine bir gün uzun bir beklemenin sonunda Müslümanlar geri dönmüşlerdi. Evlerine girdikten sonra, bir şeye bakmak için Yahudinin biri kulelerinden birine çıkınca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabının beyaz giysiler içinde serapların arasında geldiklerini gördü. Kendini tutamayarak:

“Ey Araplar! İşte beklemekte olduğunuz atanız göründü!" diye bağırdı. Müslümanlar da hemen silahlarına sarılıp çıktılar. Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) Harre'nin sırtlarında karşıladılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'nin sağ tarafına Küba'ya yönelip Amr b. Avf oğullarının yanına indi. Rebîulevvel ayının bir Pazartesi günüydü. İnsanların karşılanmasını Ebû Bekr yapmış Resûlullah da (sallallahü aleyhi ve sellem) susarak bîr kenarda oturmuştu. Ensâr'dan, daha, önce Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) görmemiş olanlar gelip Allah Resûlü diye Ebû Bekr'i selamlıyorlardı. Güneş Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) üzerine gelip de Ebû Bekr ridasıyla ona gölge yapmak isteyince, işte o zaman insanlar Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) tamdılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Amr b. Avf oğullarının yanında misafir olarak on küsur gün kaldı. Bu süre zarfında takva üzerine inşa edilen mescid kuruldu ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) içinde namaz kıldı.

Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) devesine binip yola koyuldu. İnsanlar da onunla birlikte yürümeye başladılar. Devesi Medine'de (bu günkü) Mescid-i Nebevî'nin yanında çöktü. O zamanlarda orada bazı Müslümanlar namaz kılıyorlardı. Neccâr oğullarından Ebû Umâme künyeli Es'ad b. Zurâre'nin himayesinde bulunan ve iki yetim olan Süheyl ve Sehl'e ait bir hurma harmanıydı. Devesi orada çökünce Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnşallah burası mekanımız olacaktır" buyurdu. Sonra o iki yetim çocuğu çağırdı, orayı mescit yapmak için onlardan satın almak istedi. Ama onlar:

Resûlallah! Satmayız, ama sana bağışlarız" dediler. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) orayı bağış olarak almayı kabul etmedi. Sonunda orayı onlardan satın aldı ve üzerine mescid inşa etti. Mescid'in inşasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) diğerleriyle birlikte kerpiç taşıdı. Taşırken de şu beyitleri okuyordu:

"Su taşıdığımız, Hayber'in (kurma) yükü değildir

Rabbim! Bu daha hayırlı ve daha temizdir

Allahım! Asıl mükafat âhiretteki mükafattır

Allahım! Ensar'a ve Mühâcirlere merhamet et. "

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine Müslümanlardan adı bana bildirilmeyen birine ait bir şiiri okudu.

İbn Şihâb der ki:

“Hadislerde bu beyitler dışında Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) başka bir şiiri tam olarak okuduğu bana ulaşmadı. Ancak Mescid'in inşası sırasında çalışanlara kafiyeli sözler söylemiştir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kureyş kafirleriyle savaştığı zaman daha once Habeşistan'a hicret eden müslümanlar savaş dolayısıyla geri dönemediler. Medine'ye geri dönmeleri de ancak Hendek savaşı zamanlarında gerçekleşti. Habeşistan'a hicret edenlerden biri olan Esmâ binti Umeys'in söylediğine göre Ömer b. el-Hattâb orada kalmaları dolayısıyla onları ayıplamıştır. Esmâ bu durumu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) zikredince:

“Sizler onun dediği gibi değilsiniz" karşılığını vermiştir. Savaş konusunda nazil olan ilk âyetler de:

“Kendilerine savaş açılan müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle cihad için izin verildi. Şüphe yok ki Allah'ın onlara yardım etmeye gücü yeter. Onlar, haksız yere, sırf, «Rabbimiz Allah'tır» demelerinden dolayı yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah'ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah'ın adı çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler muhakkak yerle bir edilirdi. Şüphesiz ki Allah, kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir" âyetleridir.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Buhârî, Enes'ten bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldiğinde bineğinin arkasına Ebû Bekr'i bindirmişti. Ebû Bekr tanınırken Allah Resûlü'nü (sallallahü aleyhi ve sellem) kimse tanımıyordu. Ebû Bekr, kendisine:

“Ey Ebû Bekr! Bu önündeki genç kim?" diye soranlara:

“Doğru yolu gösteren biridir" diyordu." Ebû Bekr der ki:

“Medine'ye yaklaştığımızda Harre'de konakladık. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ensâr'a haber yollayınca oraya geldiler. Medine'ye girdiğimiz gün kadar güzel ve parıldayan bir gün daha görmüş değilim. Yine Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ettiği gün kadar kötü ve karanlık bir gün daha görmüş değilim."

İbn Abdilber, Temhîd'de Kesîr b. Ferkad'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Bekr'le birlikte Mekke'den çıkıp Medine'ye hicret ettiği zaman Ebû Bekr'in bineği getirildi. Ebû Bekr, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) öne, kendisinin arkaya binmesini istedi, ancak Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sen öne bin, ben arkaya binerim. Zira kişi bineğinin ön tarafında daha fazla hak sahibidir" buyurdu. Yolda giderlerken Surâka b. Cu'şum ile karşılaştılar. Ebû Bekr de yalan söylemezdi. Surâka:

“Kimsin?" diye sorunca, Ebû Bekr:

“Arayan biri" dedi. Surâka:

“Arkandaki kim?" diye sorunca, Ebû Bekr:

“Yol gösteren biri" dedi. Surâka:

“Muhammed'i gördün mü?" diye sorunca, Ebû Bekr:

“Geride" karşılığını verdi.

İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Beyhakî, Delâil'de ve İbn Asâkir, Târih'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Allah da ona güven vermiş..."âyetini açıklarken:

“Ebû Bekr'e güven vermiştir. Çünkü güven Peygamberimizde (sallallahü aleyhi ve sellem) her zaman vardı" demiştir.

İbn Merdûye, Enes b. Mâlik'ten bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ebû Bekr, Hira mağarasına girdiler. Ebû Bekr:

“Şayet içlerinden biri ayaklarının dibine baksaydı bizi görecekti" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Üçüncüleri Allah olan iki kişiyi sen ne zannettin ki? Ey Ebû Bekr! Yüce Allah sana güveni indirdi ve beni göremeyeceğiniz ordularla destekledi" karşılığını verdi.

Hatîb, Târih'de bildirdiğine göre Habîb b. Ebî Sâbit:

“...Allah da ona güven vermiş..." âyetini açıklarken:

“Ebû Bekr'e güven vermiştir. Çünkü güven Peygamberimizde (sallallahü aleyhi ve sellem) her zaman vardı" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, el-Esmâu ve's-Sifâf da bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...İnkar edenlerin sözünü alçaltmıştı. Ancak Allah'ın sözü yücedir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“İnkar edenlerin sözü, Allah'a şirk koşmadır. Allah'ın sözü ise 'Lâ ilahe ilallah'tır."

Ebu'ş-Şeyh, Dahhâk'tan bu yorumun aynısını zikreder.

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Merdûye, Ebû Mûsa'dan bildirir: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

“Yiğitlik için savaşan, kabilesi için savaşan ve gösteriş için savaşanlardan hangisi Allah yolunda savaşmış olur?" diye sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'ın sözünün yüce olması için savaşan kişi, Allah yolunda savaşmış olur" karşılığını verdi.

41

"İsteyen, istemeyen, hepiniz savaşa çıkın. Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihat edin. Bilirseniz bu sizin için hayırlıdır"

Firyâbî ve Ebu'ş-Şeyh, Ebu'd-Duhâ'dan bildirir: Tevbe Sûresi'nden ilk nazil olan âyet, "İsteyen, istemeyen, hepiniz savaşa çıkın..." âyetidir. Daha sonra bu âyetin öncesi ve sonrası nazil oldu.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir, Ebû Mâlik'ten bildirir: Tevbe Sûresi'nden ilk nazil olan âyet, "İsteyen, istemeyen, hepiniz savaşa çıkın..." âyetidir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken:

“Zinde olan olmayan, isteyen istemeyen herkes savaşa çıksın" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hakem: (.....) âyetini açıklarken:

“İşi olan olmayan, meşgul olan olmayan herkes savaşa çıksın" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini açıklarken:

“Darlıkta da bollukta da herkes savaşa çıksın" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem: (.....) âyetini açıklarken:

“Genç veya yaşlı herkes savaşa çıksın" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) âyetini  açıklarken:

“Genç veya ihtiyar herkes savaşa çıksın" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'den bildirir: Müslümanlar savaş konusunda:

“İçimizde ağır olanlar var, ihtiyaç sahibi olanlar var, imkanı olmayanlar var, meşgul olanlar var, işi başından aşkın olanlar var" deyince, Yüce Allah:

“İsteyen, istemeyen, hepiniz savaşa çıkın..." âyetini indirdi. Bu konuda Müslümanlardan herhangi bir özür kabul etmedi ve her halükârda savaşa çıkmalarını istedi.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Süddî'den bildirir: Adamın bîri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi. Bu kişinin Mikdâd olduğunu söyleyenler vardır. Bu kişi şişman olduğu için savaşa katılmama konusunda izin istedi. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle bir izin vermeyi kabul etmedi. Yüce Allah da bu konuda:

“İsteyen, istemeyen, hepiniz savaşa çıkın..." âyetini indirdi. Bu âyet nazil olunca bu durum bazı Müslümanlarda sıkıntıya yol açtı. Bunun üzerine âyetin genel hükmü:

“Güçsüzlere, hastalara ve sarfedecek bir şeyi bulunmayanlara, Allah ve Peygamberine bağlı kaldıkları müddetçe sorumluluk yoktur..." âyetiyle neshedildi.

İbn Cerîr, Hadramî'den bildirir: Bize anlatılana göre Müslümanlardan bazıları hasta veya çok yaşlı olduğu zaman savaşa katılmama konusunda:

“Bunda bir günah yoktur" derlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“İsteyen, istemeyen, hepiniz savaşa çıkın i.." âyetini indirdi.

îbn Sa'd, İbn Ebî Ömer el-Adenî, Müsned'de, Abdullah b. Ahmed, Zevâidu'z-Zühd'de, Ebû Ya'lâ, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve İbn Merdûye, Enes b. Mâltk'ten bildirir: Ebû Talha, Tevbe Sûresi'ni okudu. (.....) âyetine geldiği zaman:

“Gördüğüm kadarıyla Rabbimiz yaşlı olsak da genç olsak da savaşa çıkmamızı emrediyor" dedi. Başka bir lafızda ise:

“Bu âyette Yüce Allah kimseye herhangi bir mazeret kabul etmemektedir" dediği zikredilir. Sonra oğullarına:

“Oğullarım! Savaş için hazırlığımı yapın!" dedi. Oğulları:

“Allah merhametini senden esirgemesin! Vefat edene kadar Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile savaştın. Aynı şekilde vefat edene kadar Ebû Bekr ile savaştın. Yine vefat edene kadar Ömer ile de savaştın. Biz senin yerine savaşırız" dediler, ancak Ebû Talha kabul etmedi ve deniz savaşına katıldı. Denizde iken ölünce onu gömmek için bir kara parçası bulamadılar. Ancak dokuz gün sonra bir kara parçası görebildiler. Dokuz gün sonrasında bile onu gömerken taze ölmüş gibi hiç değişmemişti.

İbn Sa'd ve Hâkim, İbn Sîrîn'den bildirir: Ebû Eyyûb, Bedir savaşında bulundu. Daha sonra bir yıl hariç Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) çıktığı tüm savaşlara kendisi de katıldı. "Yüce Allah: (.....) buyurur. Ben de kendimi hem hafif, hem de ağır buluyorum" derdi.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Hâkim, Ebû Râşid el-Hubrânî'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) süvarisi Mikdâd'ın Humus'ta savaşa çıkmak için atını hazırladığını gördüm. "Yüce Allah savaş konusunda seni mazur gördü" dediğimde:

“Ancak Tevbe Sûresi'ndeki:

“İsteyen, istemeyen, hepiniz savaşa çıkın..." âyeti özür kabul etmiyor" karşılığını verdi.

İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Ebû Yezîd el-Medînî'den bildirir: Ebû Eyyûb el-Ensârî ile Mikdâd b. el-Esved:

“Her hâlükârda savaşa katılmamız emredilmiştir" derlerdi. Bunu derken de:

“İsteyen, istemeyen, hepiniz savaşa çıkın;.." âyetine dayanırlardı.

42

"Kolay bîr kazanç normal bir yolculuk olsaydı sana uyarlardı, fakat çıkılacak yol onlara uzak geldi. Kendilerini helak ederek, «Gücümüz yetseydi sizinle beraber çıkardık» diye Allah'a yemin edeceklerdir. Allah, onlann yalancı olduğunu elbette biliyor"

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Asfar oğulları (Rumlar) üzerine sefere çıksan nasıl olur? Belki Rum liderinin kızını ele geçirirsin" denilince, iki adam:

Resûlallah! Sen de biliyorsun ki kadınlar fitnedir. Bizi böylesi bir fitneye karıştırma ve izin ver de biz bu savaşa katılmayalım" dediler. Allah Resûlü de bu iki adama savaşa katılmamaları yönünde izin verdi. Oradan ayrıldıklarında bu iki adamdan biri Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için:

“Bu adam karşısına ilk çıkacaklara yem olacak!" dedi. Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yola çıktı. Bu konuda da kendisine herhangi bir şey nazil olmamıştı. Yolun bir kısmına ulaştığında:

“Kolay bir kazanç, normal bir yolculuk olsaydı sana uyarlardı..." âyeti nazil oldu. Yine:

“Allah, seni affetsin! Doğru söyleyenler sana iyice belli olup, yalancıları bitinceye kadar beklemeden niçin onlara izin verdin?" âyeti nazil oldu. Yine:

“Allah'a ve âhiret gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten geri kalmak için senden izin istemezler.. ." âyeti nazil oldu. Yine:

“Döndüğünüzde kendilerine çıkışmamanız için, Allah'a yemin edeceklerdir. Siz onlardan yüz çevirin; çünkü pistirler. Yaptıklarının karşılığı olarak varacakları yer cehennemdir" âyeti nazil oldu.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kolay bir kazanç, normal bir yolculuk olsaydı sana uyarlardı..." âyetini açıklarken:

“Kolay kazançtan kasıt ganimettir" demiştir. "...Fakat çıkılacak yol onlara uzak geldi..." âyetini açıklarken de:

“Bu yoldan kasıt savaşa için gidilecek mesafedir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini:

“Eğer yakın bir dünya menfaati ve kolay bir yolculuk olsaydı..." şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“... Allah, onların yalancı olduğunu elbette biliyor" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar savaşa çıkabilirlerdi, ancak cihad konusunda pek niyetli olmadıkları için işi ağırdan alıp katılmamışlardır."

43

"Allah seni affetsin! Doğru söyleyenler sana İyice belli olup, yalancıları bitinceye kadar beklemeden niçin onlara izin verdin?"

Abdurrezzâk, Musannef’te ve İbn Cerîr, Amr b. Meymûn el-Evdî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) iki şeyi, kendisine bu konuda herhangi bir emir verilmediği halde yapmıştır. Birincisi münafıklara savaşa katılmamaları yönünde izin vermesidir. Diğeri ise Bedir savaşında esir aldıklarından fidye almasıdır. İzin konusunda Yüce Allah:

“Allah seni affetsin! Doğru söyleyenler sana iyice belli olup, yalancıları bilinceye kadar beklemeden niçin onlara izin verdin?" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Muvarrik el-İclî:

“Allah seni affetsin! Doğru söyleyenler sana iyice belli olup, yalancıları bilinceye kadar beklemeden niçin onlara izin verdin?" âyetini açıklarken:

“Yüce Allah burada Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) sitemde bulundu" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Avn b. Abdillah'tan bildirir: Siz bundan daha güzel bir sitem duydunuz mu? Zira sitemden önce bağışlamayla başlamış ve:

“Allah seni affetsin! Doğru söyleyenler sana iyice belli olup, yalancıları bilinceye kadar beklemeden niçin onlara izin verdin?" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Allah seni affetsin! Doğru söyleyenler sana iyice belli olup, yalancıları bilinceye kadar beklemeden niçin onlara izin verdin?" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bazıları:

“Savaşa çıkmama konusunda Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) izin isteyin. Şayet izin verirse katılmazsınız. İzin vermemesi halinde de katılmayın" demişlerdi. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.

Nehhâs, Nâsih'de İbn Abbâs'tan bildirir:

“Allah seni affetsin! Doğru söyleyenler sana iyice belli olup, yalancıları bilinceye kadar beklemeden niçin onlara izin verdin... Ancak Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşüp kendileri de o şüphelerinin içinde bocalayan kimseler senden izin isterler" âyetlerini, "...Bazı işleri için senden izin isterlerse, içlerinden dilediğine izin ver..." âyeti neshetmiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Nehhâs ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'den bildirir: Yüce Allah önce:

“Allah seni affetsin! Doğru söyleyenler sana iyice belli olup, yalancıları bilinceye kadar beklemeden niçin onlara izin verdin?" buyurdu, ancak daha sonra:

“...Bazı işleri için senden izin isterlerse, içlerinden dilediğine izin ver..." âyetini indirdi.

44

Bkz. Ayet:45

45

"Allah'a ve âhiret gününe îman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten geri kalmak için senden izin istemezler. Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları çok iyi bilendir. Ancak Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşüp kendileri de o şüphelerinin içinde bocalayan kimseler senden izin isterler."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Nehhâs, Nâsih'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Allah'a ve âhiret gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten geri kalmak için senden izin istemezler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Herhangi bir özürleri olmadığı halde savaşa çıkmamak için izin isteyen münafıklar hakkında bir ifadedir. Müminleri ise:

“...Bazı işleri için senden izin isterlerse, içlerinden dilediğine izin ver..."buyurarak mazur görmüştür.

Ebû Ubeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de Atâ el-Horasânî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Allah'a ve âhiret gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten geri kalmak için senden izin istemezler. Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları çok iyi bilendir. Ancak Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşüp kendileri de o şüphelerinin içinde bocalayan kimseler senden izin isterler" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu âyetleri Nûr Sûresi'ndeki:

“Doğrusu Allah'a ve Peygamberine inanan Müminler, Peygamberle beraber bir işe karar vermek için toplandıklarında, ondan izin almaksızın gitmezler. Senden izin isteyenler, işte onlar, Allah'a ve Peygamberine inananlardır. Bazı işleri için senden izin isterlerse, içlerinden dilediğine izin ver, Allah'tan, onların bağışlanmalarını dile. Allah şüphesiz bağışlar, merhamet eder" âyeti neshetmiştir. Yüce Allah her iki durumda da Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) üstün tutmuştur. Müslümanlardan da savaşa çıkan faziletli bir yolda savaşa çıkmıştır. Özrü olan kişi de dilerse hiçbir çekince taşımadan savaşa katılmayıp geride kalabilir.

46

Bkz. Ayet:48

47

Bkz. Ayet:48

48

"Eğer savaşa çıkmak isteselerdi bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah onların harekete geçmelerini istemedi de onları alıkoydu. «Acizlerle beraber oturun» denildi. Eğer onlar da sizin içinizde çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmayacak ve sizi fitneye düşürmek için aranızda koşuşturacaklardı. Aranızda onları dinleyecek kişiler de vardı. Allah, zalimleri hakkıyla bilendir. Andolsun, bunlar daha önce de fitne çıkarmak istemişler ve sana karşı tûrlû türlü işler çevirmişlerdi. Nihayet hak geldi ve onlar istemedikleri halde Allah'ın dini galip geldi"

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Fakat Allah onların harekete geçmelerini istemedi..." âyetini açıklarken:

“Harekete geçmelerinden kasıt Müslümanlarla savaşa katılmalarıdır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini:

“Çıkmaktan alıkoydu" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“Eğer onlar da sizin içinizde çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmayacaktı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Âyet, Tebûk savaşı sırasında münafıkların takındığı tavır hakkındadır. Bu konuyu Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve müminler sorunca Yüce Allah:

“Bunun için üzülmeyin, zira "Eğer onlar da sizin içinizde çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmayacak ve sizi fitneye düşürmek için aranızda koşuştııracaklardı..." buyurdu. Bozgunculuktan kasıt da bu münafıkların:

“Düşmanlara siz şu şu kadar kişi hazırladılar" demeleridir.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken:

“Aranızı bozmak için koşturup dururlardı" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Size bozgunculuktan başka bir katkıları olmayacak ve sizi fitneye düşürmek için aranızda koşuşturacaklardı. Aranızda onları dinleyecek kişiler de vardı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Sizinle savaşa katılmaları halinde de yine dağılacaklar ve sizi yavaşlatacaklardı. Bunlar da Abdullah b. Nebtel, Abdullah b. Ubey b. Selûl, Rifâa b. Tâbut ve Evs b. Kayzî'dir. İçinizden münafık olmadıkları halde münafıkların sözlerini dinleyip yayan bazı müslümanlar da olacaktır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem:

“...Aranızda onları dinleyecek kişiler de vardı..." âyetini açıklarken:

“Bu münafıkların sözlerini başkalarına taşıyıp aktaracak kişiler de vardır" demiştir.

İbn İshâk ve İbnu'l-Münzir, Hasan el-Basrî'den bildirir: Abdullah b. Ubey, Abdullah b. Nebtel, Rifâa b. Zeyd b. Tâbut gibi münafıkların önde gelenleriydi. İslâm dini ile Müslümanlar aleyhinde de türlü entrikalar çevirirlerdi. "Andolsun, bunlar daha önce de fitne çıkarmak istemişler ve sana karşı türlü türlü işler çevirmişlerdi. Nihayet hak geldi ve onlar istemedikleri halde Allah'ın dini galip geldi" âyeti de bunlar hakkında nazil oldu.

49

"Onlardan, «Bana izin ver, benî fitneye düşürme» diyen vardır. Bilin ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdi. Cehennem, inkar edenleri şüphesiz kuşatacaktır."

İbnu'l-Münzir, Taberânî, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym, Ma'rife'de İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebûk savaşına çıkmak istediği zaman Cedd b. Kay s'a:

“Ey Cedd b. Kays! Asfar oğulları (Rumlar) üzerine cihada çıkmaya ne dersin?" diye sordu. Cedd b. Kays:

Resûlallah! Ben kadınlara düşkün olan biriyim. Rumların kadınlarını görürsem fitneye düşerim. Bana izi ver de savaşa çıkmâyayım ve böylesi bir fitneye düşmemeyim" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Onlardan, «Bana izin ver, beni fitneye düşürme» diyen vardır. Bilin ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdi. Cehennem, inkar edenleri şüphesiz kuşatacaktır" âyetini indirdi.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Cedd b. Kays'a:

“Ey Cedd b. Kays! Asfar oğulları (Rumlar) üzerine cihada çıkmaya ne dersin?" diye sorduğunu işittim. Cedd:

Resûlallah! Çıkmama konusunda bana izin verir misin ki? Ben kadınlara düşkün biriyim. Rumların kadınlarını görüp de fitneye düşmekten korkarım" deyince, Allah Resûlü ondan yüz çevirip:

“Sana izin verdim" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Onlardan, «Bana izin ver, beni fitneye düşürme» diyen vardır. Bilin ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdi. Cehennem, inkar edenleri şüphesiz kuşatacaktır" âyetini indirdi.

Taberânî ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Savaşa çıkın ki Asfar oğullarının (Rumların) kızlarını ganimet olarak elde edesiniz" buyurdu. Münafıklardan bazıları:

“Kadınlarla sizleri fitneye düşürecek" deyince Yüce Allah:

“Onlardan, «Bana izin ver, beni fitneye düşürme» diyen vardır. Bilin ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdi..." âyetini indirdi.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe:

“Onlardan, «Bana izin ver, beni fitneye düşürme» diyen vardır. Bilin ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Cedd b, Kays hakkında nazil oldu. Zira:

“Ey Muhammed! Bana savaşa çıkmama konusunda izin ver de Rumların kadınları beni fitneye düşürmesin" demişti.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Onlardan, «Bana izin ver, beni fitneye düşürme» diyen vardır. Bilin ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Savaşa çıkın ki Asfar oğullarının (Rumların) kızlarını ganimet olarak elde edesiniz" buyurunca, münafıklar:

“Bize savaşa çıkmama konusunda izin ver de Rumların kadınları bizi fitneye düşürmesin" dediler.

İbn İshâk, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Delâil'de Mücâhid vasıtasıyla Âsim b. Ömer b. Katâde'den ve Abdullah b. Ebî Bekr b. Hazm'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) genelde savaş için çıkacağı zaman gideceği yeri açıklamaz başka bir yere gidiyor izlenimini verirdi. Sadece Tebûk savaşına çıkacağı zaman:

“Ey insanlar! Rumların üzerine gitmek istiyorum!" buyurdu ve gideceği yeri önceden açıkladı. Aşırı sıcakların ve kuraklığın olduğu zamanlardı. Meyvelerin olgunlaşıp hasat mevsiminin yaklaştığı, insanların meyvelerin arasında ve serin gölgeler altında kalmaktan hoşlanıp bunlardan ayrı durmak istemediği bir zamanda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebûk'e savaşa çıkma konusunda Cedd b. Kays'a:

“Ey Cedd! Rumların kızlarına sahip olmaya ne dersin?" diye sordu. Cedd:

Resûlallah! Kavmim de bilir ki herkesten fazla kadınlara düşkün biriyim. Rum (Bizans) kızlarını görmem halinde de fitneye düşmekten korkarım. Resûlallah! Sen bana izin ver de bu savaşa çıkmayayım" karşılığını verince, Allah Resûlü ondan yüz çevirip:

“İzin verdim" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Onlardan, «Bana izin ver, beni fitneye düşürme» diyen vardır. Bilin ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdi. Cehennem, inkar edenleri şüphesiz kuşataçaktır" âyetini indirdi. Âyette, nefsini ve rahatını düşünüp Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile savaşa katılmaktan geri durmanın Rum kızları yüzünden düşülecek fitneden daha büyük olduğu ifade edildi,. Bunun sonucunda da Cehennem ateşinin onu kuşatıp içine alacağı bildirildi.

Yine münafıklardan bir adam:

“Bu sıcaklarda savaşa çıkmayın!" deyince, Yüce Allah:

“...Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad etmek hoşlarına gitmedi ve «Bu sıcakta sefere çıkmayın» dediler. De ki: Cehennemin ateşi daha sıcaktır..." âyetini indirdi. Daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) savaş kararı aldı ve Müslümanların hazırlanmasını söyledi. Bu savaşta zengin olanlara savaş için gerekli harcamaları yapmalarını ve Allah yolunda binekler hazırlamalarını söyledi. Bunun üzerine zengin olanlar Allah rızası için imkanı olmayanlara binekler tedarik ettiler. Osmân da bu savaş için hiç kimsenin etmediği büyük bir meblağı infak etti. İki yüz kişiye de binek tedarik etti.

Beyhakî, Delâil'de Urve ile Mûsa b. Ukbe'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Şam'a doğru yürümek üzere hazırlandı. Müslümanların da çıkış için hazırlanmaları konusunda ilan yaptı. Zaman da hurma hasadının yapıldığı ve aşırı sıcakların olduğu bir zamandı. Çoğu insan bu savaşa çıkmak istemedi ve:

“İnsanların hiç takati yokken Rumların üzerine mi gidilecek!" dediler. Saygın ve onurlu insanlar savaşa çıkarken münafıklar çıkmayıp geride kaldı. Aralarında da Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) böylesi bir savaştan asla sağ olarak geriye dönemeyeceğini konuşmaya başladılar. Savaş konusunda hem kendileri mazeretler öne sürüp ağır davranırken diğer insanların da ağır davranmalarına sebep oldular. Müslümanlardan da sakatlık, yoksulluk gibi özürleri olanlar savaşa katılmadı. Hepsi de yoksul olan altı Müslüman Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve savaştan geri durmak istemediklerini, kendilerine binek tedarik etmesini istediler. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Size binek tedarik etme imkanım yok" karşılığını verdi. Onlar da yoksulluktan dolayı savaşa katılamamanın verdiği üzüntüyle gözyaşı dökerek geri döndüler. Bunlar Seleme oğullarından Amr b. Aneme, Mâzin b. en-Neccâr oğullarından Ebû Leylâ Abdurrahman b. Ka'b, Hârise oğullarından Ulbe b. Zeyd, Amr b. Avf oğullarından Sâlim b. Umeyr, Bekkâ oğullarından Heremî b. Abdillah ve Müzeyne kabilesinden Abdullah b. Amr adında biriydi. Ağlayarak geri dönenler bunlardı. Yüce Allah bunların cihad etmeyi sevdiklerini ve samimi bir şekilde katılmayı istediklerini görünce:

“Güçsüzlere, hastalara ve sarfedecek bir şeyi bulunmayanlara, Allah ve Peygamberine bağlı kaldıkları müddetçe sorumluluk yoktur. İyi davrananlara sorumluluk olmaz. Allah bağışlayandır, merhamet edendir... Sorumluluk ancak, zengin oldukları hâlde senden izin isteyenleredir. Bunlar, geride kalanlarla birlikte olmaya razı oldular. Allah da kalplerini mühürledi. Artık onlar bilmezler" âyetlerigt indirdi.

Bir ara Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından birkaç kişiyle birlikte Mescid'de iken Cedd b. Kays geldi ve:

Resûlallah! Savaşa katılmayıp burada kalmak için bana izin ver. Zira kadınsız yapamam ve yoksulum. Bunlar da özür sayılır" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sen de hazırlan! Zira durumun iyi ve belki de bu savaşla Rum kızlardan birkaç tane elde edersin" buyurunca, Cedd:

“Kalmama izin ver ve beni fitneye düşürme" dedi. Bunun üzerine peş peşe:

“Onlardan, «Bana izin ver, beni fitneye düşürme» diyen vardır. Bilin ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdi. Cehennem, inkar edenleri şüphesiz kuşataçaktır" âyeti ile sonraki beş âyet nazil oldu.

Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabıyla birlikte yola düştü. Amr b. Avf oğullarından Ğaneme b. Vedîa da savaşa katılmayıp geride kalanlardan biriydi. Kendisine:

“Durumun iyi olmasına rağmen neden Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile savaşa katılmadın?" diye sorulunca:

“Lafa dalmış şakalaşıyorduk" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah bu adam ile savaşa katılmayan diğer münafıklar hakkında peşpeşe:

“Şayet kendilerine (niçin alay ettiklerini) sorsan, «Biz sadece lâfa dalmıştık ve aramızda eğleniyorduk» derler. De ki:

“Allah'la, O'nun âyetleriyle ve peygamberiyle mi eğleniyordunuz?" âyeti ile sonrasındaki üç âyeti indirdi.

Ebu'ş-Şeyh, Dahhâk'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebûk seferine çıkmak istediği zaman:

“Rumlarla savaşalım ve inşallah onların kızlarını da ele geçiririz" buyurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) insanları cihada teşvik etmek için bu kızların güzelliğini de anlatıyordu. Münafıklardan biri:

Resûlallah! Kadınları ne kadar sevdiğimi biliyorsun. Onun için izin ver de savaşa katılmayayım" deyince bu âyet nazil oldu.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Onlardan, «Bana izin ver, beni fitneye düşürme» diyen vardır. Bilin ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdi..." âyetini açıklarken:

“Kendilerini günah sokmamasını istemişler oysa böyle yapıp savaşa katılmayarak zâten günaha girmişlerdi" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“Onlardan, «Bana izin ver, beni fitneye düşürme» diyen vardır. Bilin ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdi..." âyetini açıklarken:

“Kendilerini günah sokmamasını istemişler, oysa böyle yapıp savaşa katılmayarak zaten günaha girmişlerdi" demiştir.

50

"Sana bir iyilik gelirse, bu onları üzer. Eğer başına bir musibet gelirse, «Biz tedbirimizi önceden almıştık» derler ve sevinerek dönüp giderler"

İbn Ebî Hâtim, Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Tebûk savaşına katılmayıp Medine'de kalan münafıklar:

“Muhammed ile arkadaşları bu çıkışlarında büyük bir sıkıntı yaşadılar ve yok oldular" diyerek Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında kötü haberler yaymaya başladılar. Ancak çok geçmeden Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabın afiyette olduğu haberi geldi ve münafıkların yaydıkları haberlerin yalan olduğu ortaya çıktı. Bu durum da münafıkları üzdü. Yüce Allah bu konuda:

“Sana bir iyilik gelirse, bu onları üzer. Eğer başına bir musîbet gelirse, «Biz tedbirimizi önceden almıştık» derler ve sevinerek dönüp giderler" âyetini indirdi.

Süneyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Sana bir iyilik gelirse, bu onları üzer..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Onlardan kasıt Cedd ile arkadaşlarıdır. Zira Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebûk'e çıktığı bu seferinde başına iyi bir şeyin gelmesi onları üzer."

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Sana bir iyilik gelirse, bu onları üzer. Eğer başına bir musîbet gelirse, «Biz tedbirimizi önceden almıştık» derler ve sevinerek dönüp giderler" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“İyilikten kasıt afiyet, bolluk ve ganimettir. Musibetten kasıt ise bela ve sıkıntılardır. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) başına kötü bir şey gelmesi halinde münafıklar:

“Biz zaten önceden önlemimizi almıştık" derler.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“Sana bir iyilik gelirse, bu onları üzer. Eğer başına bir musîbet gelirse, «Biz tedbirimizi önceden almıştık» derler ve sevinerek dönüp giderler" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Şayet Yüce Allah seni muzaffer kılar ve sağ salim bir şekilde geri döndürürse bu durum onları üzer. Ancak başına bir musibet geldiği zaman:

“Başımıza bu iş gelmeden biz Medine'de kalarak tedbirimizi almıştık" derler.

İbnu'l-Münzir ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“Sana bir iyilik gelirse, bu onları üzer..." âyetini açıklarken:

“Şayet Müslümanlar zafer elde ederlerse bu, münafıkları sıkıntıya sokup onları üzer" demiştir.

51

"De ki: «Bizim başımıza ancak, Allah'ın bizim için yazdığı şeyler gelir. O, bizim yardımcımızdır. Öyleyse müminler, yalnız Allah'a güvensinler.»"

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî:

“De ki:

“Bizim başımıza ancak, Allah'ın bizim için yazdığı şeyler gelir..." âyetini açıklarken:

“Başımıza ancak Allah'ın bize takdir ettiği şey gelir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Müslim b. Yesâr'dan bildirir:

“Kader konusunda konuşmak derin iki vadiye benzer. Kişi bunlar için helak olup gider de diplerine varamaz. Sen ancak ameliyle kurtulabileceğini uman kişi gibi amel et. Ancak Allah'ın yazdığının başına geleceğini bilen biri gibi de tevekkül et."

Ebu'ş-Şeyh, Mutarrif'den bildirir: Kişi bir evin damına çıkıp da kendini aşağıya atarak:

“Bu benim kaderimdir" diyemez. Ancak bu tehlikelerden korunmalı ve tedbirimizi almalıyız. Şayet başımıza bir şey gelirse biliriz ki Yüce Allah'ın yazdığından başka bir şey başımıza gelmez.

Ahmed'in Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Her şeyin bir hakikati vardır. Kul da başına gelmesi takdir edilen bir şeyin, şaşmadan mutlak bir şekilde başına geleceğini, başına gelmesi takdir edilmeyen bir şeyin de asla başına gelmeyeceğini bilmedikçe imanın hakikatine ulaşamaz. "

52

"De ki: «Bizim için siz ancak iki güzellikten birini bekleyebilirsiniz. Biz de, Allah'ın kendi katından veya bizim ellerimizle size ulaştıracağı bir azabı bekliyoruz. Haydi bekleyedurun. Şüphesiz biz de sizinle birlikte beklemekteyiz.»"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“De ki: Bizim için siz ancak iki güzellikten birini bekleyebilirsiniz..." âyetini açıklarken:

“Bu iki güzellik zafer veya şehitliktir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“De ki: Bizim için siz ancak iki güzellikten birini bekleyebilirsiniz..." âyetini açıklarken:

“Bu iki güzellik zafer veya Allah yolunda öldürülmedir" demiştir.

Hâkim, Sa'd b. İshâk b. Ka'b b. Ucre'den, o babasından, o da dedesinden bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir savaşına giderken Ravhâ'ya ulaştığında Şeriften bir bedevi geldi. "Kimsiniz ve nereye gidiyorsunuz?" diye sorunca, Müslümanlar:

“Peygamberimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte Bedir'e gidiyoruz" dediler. Bedevi:

“Bakıyorum da durumunuz kötü, sayınız da az" deyince, Müslümanlar:

“Bizi iki güzellikten birini umuyoruz. Ya öldürülür Cennete gireriz ya da düşmanı yener her ikisine de yani hem zafer, hem de Cennete de nail oluruz" karşılığını verdiler. Bedevi:

“Peygamberiniz (sallallahü aleyhi ve sellem) nerede?" diye sorunca, Müslümanlar:

“İşte bu!" karşılığını verdiler. Bedevi:

Resûlallah! Yanımda gerekli teçhizat yok. Gidip gerekli olan şeyleri alayım ve sana katılayım" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evine git ve gerekli hazırlığım yap, ihtiyaçlarını gör" buyurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir'e giderken bedevi de ailesinin yanına gitti. İhtiyaçlarını gördükten sonra da Bedir'e gelip Müslümanlara katıldı. Müşriklerle savaşırken de şehit düşenlerden biri oldu. Savaş sonrası zafer elde edildikten sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ömer'le birlikte şehit düşenlerin arasında dolaşmaya çıktı. Bedevinin yanına vardığında:

“İşte ey Ömer! Sen ki konuşmayı seversin. Bil ki şehitlerin de efendileri, ileri gelenleri ve kralları vardır. Bu da ey Ömer, onlardan biridir" buyurdu.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“...Biz de, Allah'ın kendi katından veya bizim ellerimizle size ulaştıracağı bir azabı bekliyoruz..." âyetini açıklarken:

“Bu azaptan kasıt, kılıçlarla onları öldürmektir" demiştir.

53

Bkz. Ayet:54

54

"Yine de ki: «İster gönüllü, ister gönülsüz olarak harcayın, sizden asla kabul olunmayacaktır. Çünkü siz fasık bir topluluksunuz.» Harcamalarının kabul edilmesine, yalnızca, Allah'ı ve Resülünü inkâr etmeleri, namaza ancak üşene üşene gelmeleri ve ancak gönülsüzce harcamaları engel olmuştur"

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildirir: Cedd b. Kays:

“Kadınları gördüğüm zaman dayanamıyor ve fitneye düşüyorum. Onun için savaşa kaltılmak yerine malımla sana yardımda bulunayım" dedi. Savaşa çıkma yerine mali yardımda bulunma teklifi konusunda da:

“Yine de ki:

“İster gönüllü, ister gönülsüz olarak harcayın, sizden asla kabul olunmayacaktır..." âyeti nazil oldu.

55

"Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah bunlarla, ancak dünya hayatında onların azaplarını çoğaltmayı ve onların kâfir olarak canlarının çıkmasını istiyor."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini:

“Onların mallan ve çocukları seni imrendirmesin. Zira Yüce Allah bunlardan dolayı âhirette azap vermeyi istemektedir" şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: Burada takdim tehir vardır. Âyetin de anlamı:

“Onların dünyadaki malları ve çocukları seni imrendirmesin. Zira Yüce Allah bunlardan dolayı âhirette azap. vermeyi istemektedir" şeklindedir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“...Çünkü Allah bunlarla, ancak dünya hayatında onların azaplarını çoğaltmayı istiyor..." âyetini açıklarken:

“Dünyada iken onlara musibetler verir ve dünya hayatını onlara azab eder. Müminlerin için ise sevap kazanma yeri kılar" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Onların kâfir olarak canlarının çıkmasını istiyor..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah, onların dünyada iken kafir olarak canlarının çıkmasını istiyor. Bu âyette takdim ve tehir vardır."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) ifadesini:

“Seni aldatmasın" şeklinde açıklamıştır. (.....) ifadesini açıklarken de şöyle demiştir:

“Canlarının çıkması anlamındadır. Yani dünyada iken kafir olarak canlarının çıkmasıdır."

56

Bkz. Ayet:57

57

"Sizden olmadıkları halde, sizinle beraber olduklarına dair Allah'a yemin ederler. Oysa onlar korkak bir topluluktur. Bir sığmak veya mağara yahut girecek bir yer bulmuş olsalardı, çarçabuk oraya yönelirlerdi"

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Sizden olmadıkları halde, sizinle beraber olduklarına dair Allah'a yemin ederler..." âyetini açıklarken:

“Korkularından ve korunmak için sizden olduklarına dair Allah'a yemin ederler" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bir sığınak veya mağara yahut girecek bir yer bulmuş olsalardı, çarçabuk oraya yönelirlerdi."

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Bir sığınak veya mağara yahut girecek bir yer bulmuş olsalardı, çarçabuk oraya yönelirlerdi" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Şayet sizden kaçıp kurtulacakları bir barınak bulacak olsalar sizden kaçar oraya sığınırlardı."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) ifadesini:

“Çabucak" şeklinde açıklamıştır.

58

Bkz. Ayet:59

59

"İçlerinden sadakalar konusunda sana dil uzatanlar da var. Kendilerine ondan bir pay verilirse, hoşnut olurlar. Eğer kendilerine ondan bir pay verilmezse, hemen kızarlar. Eğer onlar, Allah ve Peygamberinin kendilerine vermiş oldukları şeylere razı olsalar ve «Allah bize yeter, O ve Peygamberi bol nimetinden bize verecektir. Doğrusu biz Allah'a gönül bağlayanlardanız» deselerdi daha hayırlı olurdu."

Buhârî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ganimet mallarını taksim ederken Zul-Huvaysira et-Temîmî geldi ve:

Resûlallah! Adilâne bir şekilde paylaştır" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yazık sanal Ben adil olmayacaksam kim olacakt" karşılığını verince, Ömer b. el-Hattâb:

Resûlallah! Bana izin ver de şunun boynunu vurayım!" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ise şöyle buyurdu:

“Onu bırak. Bunun öyle arkadaşları var ki biriniz onlardan birinin namazını gördüğü zaman kendi namazını değersiz bulur. Onun orucunu gördüğü zaman kendi orucunu değersiz bulur. Ancak okun hedefin bir yanından girip diğer yanından çıkması gibi bunlar da dine öyle girip çıkarlar. Ok hedefe öyle bir hızlı girip çıkmıştır ki oku atan kişi okun tüyüne bakar kandan bir şey bulamaz, yontulmamış kısımlarına bakar bir şey bulamaz, demirine bakar bir şey bulamaz, gövdesine bakar bir şey bulamaz. Bunlar da dine öyle girip çıkarlar. Bunların başı, kolunun ucu (veya göğüsleri) kadın göğsü gibi veya sallanan bir et parçası gibi duran siyah bir adamdır. İnsanların ayrılığa düştükleri bir zamanda ortalığa çıkarlar." "İçlerinden sadakalar konusunda sana dil uzatanlar da var. Kendilerine ondan bir pay verilirse, hoşnut olurlar. Eğer kendilerine ondan bir pay verilmezse, hemen kızarlar" âyeti de bunlar hakkında nazil oldu."

Ebû Saîd der ki:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle dediğine şahidim! Ali de onlarla savaşırken ben de onunla birlikteydim ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vasıflarını anlattığı gibi bir adam(ın cesedi) yanına getirildi."

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken:

“Sadakalar konusunda kimileri senden isteyip seni bu konuda dener" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken:

“Kimileri sadaka konusunda sana dil uzatırlar" demiştir.

Süneyd ile İbn Cerîr, Dâvud b. Ebî Aşım'dan bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sadaka (zekat) malı getirilince bunu sağa sola dağıtıp bitirdi. Ensar'dan bir adam gelip:

“Bu hiç de adil değil" deyince bu âyet nazil oldu.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İyâd b. Lakît bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuştur.

İbn Merdûye, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Huneyn savaşından elde edilen ganimetleri taksim ettiği zaman bir adamın:

“Bu taksimat Allah'ın rızası gözetilerek yapılan bir taksimat değil" dediğini işittim. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip bunu ona aktardığımda:

“Allah, Mûsa peygambere rahmet etsin. O bundan daha fazla eziyet görmüş, ancak o sabretmiştir" buyurdu. Sonrasında:

“İçlerinden sadakalar konusunda sana dil uzatanlar da var. Kendilerine ondan bir pay verilirse, hoşnut olurlar. Eğer kendilerine ondan bir pay verilmezse, hemen kızarlar" âyeti nazil oldu.

60

"Zekatlar Allah'tan bir farz olarak fakirlere, miskinlere, onu toplayan memurlara, kalpleri Müslümanlığa ısındırılacaklara verilir; kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların ve yolda kalanların uğrunda sarfedilir. Allah pek iyi bilendir, hikmet sahibidir"

İbn Ebî Hâtim vş.İbn Merdûye, Câbir'den bildirir: Bedevinin biri zekat mallarını dağıtan Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve kendisine de bir şeyler vermesini istedi. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) adama yüz vermedi ve taksimata devam etti. Bedevi:

“Koyun çobanlarına da mı veriyorsun! Vallahi adil davranmadın!" deyince, Allah Resûlü:

“Yazık sana! Ben adil olmayacaksam kim olacak?" karşılığını verdi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Zekatlar Allah'tan bir farz olarak fakirlere, miskinlere, onu toplayan memurlara, kalpleri Müslümanlığa ısındırılacaklara verilir; kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların ve yolda kalanların uğrunda sarfedilir. Allah pek iyi bilendir, hikmet sahibidir" âyetini indirdi.

Ebû Dâvud, Beğavî, Mu'cem'de, Taberânî ve Dârakutnî, Ziyâd b. Hâris es- Sudâî'den bildirir: Adamın biri:

Resûlallah! Zekattan bana da ver" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Yüce Allah zekat konusunda ne peygamberinin, ne de başkalarının taksimatına razı olmadı ve bu konuda bizzat kendisi hüküm verdi. Zekatın sekiz sınıfa verileceğini açıkladı. Eğer sen de bu sınıflardan birinin içindeysen sana da hakkını veririm. "

İbn Sa'd, Ziyâd b. Hâris es-Sudâî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile bulunduğum bir sırada bir topluluk geldi ve kendilerinden zekat toplayan memurdan yana şikayette bulundular. Sonra:

Resûlallah! Bu memurla cahiliye döneminden kalma bir anlaşmazlığımız olduğu için bizi bazı şeylerden sorumlu tutmaya çalıştı" dediklerinde, Allah Resûlü:

“Mümin için yöneticilik işinde pek hayır yoktur" buyurdu. Daha sonra adamın biri kalkıp:

Resûlallah! Zekattan bana da ver" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Yüce Allah zekatın taksimatını ne yakın meleklerden birine; ne de gönderdiği elçiye bıraktı. Bu konuda bizzat kendisi hüküm verip zekatın sekiz sınıfa verileceğini açıkladı. Eğer sen de bu sınıflardan birinin içindeysen sana da veririm. Ama ihtiyacın olmadığı halde alırsan bil ki bu aldığın başta ağrı, karında hastalık olacaktır."

Saîd b. Mansûr, Taberânî ve İbn Merdûye, Mûsa b. Yezîd el-Kindî'den bildirir: İbn Mes'ûd bir adama Kur'ân okutuyordu. Adam bu âyeti (.....) ifadesini uzatmadan: (.....) şeklinde okuyunca İbn Mes'ûd:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti bize bu şekilde okutmadı" dedi. Adam:

“Sana nasıl okuttu?" diye sorunca, İbn Mes'ûd: (.....) şeklinde okuttu" dedi.

İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Zekatlar Allah'tan bir farz olarak fakirlere, miskinlere, onu toplayan memurlara, kalpleri Müslümanlığa ısındırılacaklara verilir; kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların ve yolda kalanların uğrunda sarfedilir..." âyeti Kur'ân'da zikredilen tüm sadakalann hükmünü neshetti.

İbnu'l-Münzir ve Nehhâs, İkrime'den bildirir:

“Zekatlar Allah'tan bir farz olarak fakirlere, miskinlere, onu toplayan memurlara, kalpleri Müslümanlığa ısındırılacaklara verilir; kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların ve yolda kalanların uğrunda sarfedilir..." âyeti Kur'ân'da zikredilen tüm sadakaların hükmünü neshetti.

İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildirir:

“Zekatlar Allah'tan bir farz olarak fakirlere, miskinlere, onu toplayan memurlara, kalpleri Müslümanlığa ısındırılacaklara verilir; kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların ve yolda kalanların uğrunda sarfedilir..." âyeti Kur'ân'da zikredilen tüm sadakaların hükmünü neshetti. Bunlar da:

“Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma" âyeti, "Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! Fakat onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına da keffaret olur..." âyeti ve, "Mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı" gibi âyetlerdir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Zekatlar Allah'tan bir farz olarak fakirlere, miskinlere, onu toplayan memurlara, kalpleri Müslümanlığa ısındırılacaklara verilir; kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların ve yolda kalanların uğrunda sarfedilir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar, Yüce Allah'ın zekatın verilmesi için belirlediği sınıflardır. Zekat bu sınıflardan hangisine verilirse geçerli olur."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hüzeyfe:

“Zekatlar Allah'tan bir farz olarak fakirlere, miskinlere, onu toplayan memurlara, kalpleri Müslümanlığa ısındırılacaklara verilir; kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların ve yolda kalanların uğrunda sarfedilir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Dilersen zekatını Yüce Allah'ın belirlediği bu sekiz sınıftan birine veya ikisine veya üçüne verebilirsin."

İbn Ebî Şeybe, Ebu'l-Âliye'den bildirir:

“Zekatını Yüce Allah'ın belirttiği bu sınıflardan sadece birine vermende bir sakınca yoktur."

İbn Ebî Şeybe ile Ebu'ş-Şeyh, Hasan, Atâ, İbrâhim ve Saîd b. Cübeyr'den aynısını zikreder.

İbnu'l-Münzir ile Nehhâs, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Âyetteki fakirlerden kasıt Müslümanların fakirleridir. Miskinler ise gezip dolaşan, dilenen kişilerdir."

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Nehhâs ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'den bildirir:

“Âyette bahsedilen fakir müzmin bir hastalığı olan kişilerdir. Miskin ise muhtaç olan ancak müzmin hastalığı olmayan kişidir."

Saîd b. Mansûr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb Ehl- i kitâb'dan bir kapı önünde yere yığılmış bir adamla karşılaştı. Adam:

“Beni ağır işlerde çalıştırıp cizye de aldılar. Sonunda gözlerim görmez oldu. Şimdi kimseler bana bir şey vermiyor" deyince, Ömer:

“Hiç de vicdanlı davranmamışız" dedi ve şöyle devam etti:

“Bu adam da Yüce Allah'ın:

“Zekatlar Allah'tan bir farz olarak fakirlere, miskinlere, onu toplayan memurlara, kalpleri Müslümanlığa ısındırılacaklara verilir; kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların ve yolda kalanların uğrunda sarfedilir..." âyetinde belirttiği kişilerin içindedir."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ömer:

“Zekatlar Allah'tan bir farz olarak fakirlere..." âyetini açıklarken:

“Bu fakirlerden kasıt, Ehl-i kitâb'dan müzmin hastalığı olan kişilerdir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir:

“Müşriklere zekattan ve kefaretlerden bir şey verilmez."

İbn Ebî Hâtim, İbn Ömer'den bildirir: Dirhemi dirheme, hurmayı hurmaya katan kişi fakir değildir. Asıl fakir görünüşünü ve içini temiz tutan, ancak iffetinden dolayı başkasına el açmayan kişidir. Yüce Allah bunlar hakkında:

“...İffetlerinden dolayı bilmeyen onları zengin sanır..." buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Câbı'r b. Zeyd'den bildirir:

“Âyette bahsedilen fakirler, iffetlerinden dolayı başkalarına el açmayan yoksul kişilerdir. Miskinler ise dilenen yoksullardır."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Zührî'ye bu âyet sorulunca şöyle demiştir:

“Âyette bahsedilen fakirler, iffetlerinden dolayı evde kalıp başkalarına el açmayan yoksul kişilerdir. Miskinler ise çıkıp dilenen yoksullardır."

İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir:

“Fakir kişi malı olmayan ancak kabilesi, akraba ve yakınları içinde yaşayan kişidir. Miskin kişi ise malı ile birlikte kabilesi, akrabaları ve yakınları olmayan kişidir."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Dahhâk bu âyeti açıklarken:

“Burada bahsedilen fakirler hicret eden kişilerdir. Miskinler ise hicret etmeyenlerdir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Saîd b. Cübeyr'den bildirir:

“Evi, hizmetçisi ve atı olan kişiye de hakediyorsa zekat verilir."

İbn Ebî Şeybe, İbrâhîm(-i Nehaî)'den bildirir:

“Öncekiler evi ve hizmetçisi olan kişiyi zekattan mahrum etmezlerdi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini:

"Zekatı toplamakla görevli olanlar" şeklinde açıklamıştır.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir, Dahhâk'tan bildirir:

“Zekat memuruna yaptığı iş oranınca zekat verilir."

İbn Ebî Şeybe, Râfi' b. Hadîc'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Zekat memurunun sahip olduğu haklar evine dönene savaşa çıkan gazinin hakları gibidir" buyurduğunu işittim.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Kalpleri Müslümanlığa ısındırılacaklar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bunlar Müslüman olduklarını söyleyerek Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelen kimselerdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de onlara az da olsa zekattan bir şeyler verirdi. Bu şekilde onlara bir şeyler verdiği zaman:

“Bu iyi bir din" derlerdi. Ancak kendilerine bir şey vermediği zamanlar da ise dini eleştirip ondan yüz çevirirlerdi.

Buhârî, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Hazret-i Ali Yemen'de iken Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) henüz toprağı üzerinde olan bir altın parçası gönderdi. Allah Resûlü de bu altını kalplerini İslam'a ısındırmak için Akra' b. Hâbis el-Hanzalî, Alkame b. Ulâse el-Âmirî, Uyeyne b. Bedr el-Fezârî ve Zeydu'l-Hayl et-Tâî olmak üzere dört kişi arasında paylaştırdı. Kureyşliler ile Ensar:

“Bizleri bırakıp Necd kabilesinin ileri gelenlerine veriyor" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kalplerini İslam'a ısındırmak için bunu yaptım" karşılığını verdi.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Yahya b. Ebî Kesîr'den bildirir:

“Kalpleri İslam'a ısındırılanlar (müellefe-i kulûb) Hâşim oğullarından Ebû Süfyân b. El-Hâris b. Abdilmuttalib, Ümeyye oğullarından Ebû Süfyân b. Harb, Mahzûm oğullarından Hâris b. Hişâm ile Abdurrahman b. Yerbû', Esed oğullarından Hakîm b. Hizâm, Âmir oğullarından Süheyl b. Amr ile Huvaytib b. Abdiluzzâ, Cumeh oğullarından Safvân b. Ümeyye, Sehm oğullarından Adiy b. Kays, Sakîf kabilesinden Alâ b. Câriye (veya Hârise), Fezâre oğullarından Uyeyne b. Hısn, Temîm oğullarından Akra' b. Hâbis, Nasr oğullarından Mâlik b. Avf ve Süleym oğullarından Abbâs b. Mirdâs'tır.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunlardan her birine yüzer deve verdi. Sadece Abdurrahman b. Yerbû' ile Huvaytib b. Abdiluzzâ'ya ellişer deve verdi."

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Müellefe-i kulûb İslam'a girmeleri umulan kişilerdir ve bu sınıf kıyamete kadar kalacaktır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Dahhâk'tan bildirir:

“Müellefe-i kulûb Arapların eşrafından Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelen kimselerdir. Bunlar geldiği müddetçe müslümana olana veya geri dönene kadar Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)bunlara (zekattan) infakta bulunurdu."

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Zührî'ye Müellefe-i kulûb konusu sorulunca:

“Bunlar Müslüman olan Yahudi ile Hıristiyanlardır" dedi.

Ravi der ki: Ona:

“Bunların durumları iyi olsa da verilir mi?" diye sorduğumda:

“Durumu iyi olsa da verilir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Câfer:

“Bugün artık Müellefe-İ kulûb denilen sınıf yoktur" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Şa'bî'den bildirir:

“Bugün artık Müellefe-i kulûb denilen sınıf yoktur. Bunlar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) İslam'a girmelerini umduğu kimselerdi. Ancak Ebû Bekr halife olduğunda rüşvet babında verilen bu tür şeyleri kesti."

İbn Ebî Hâtim, Abîde el-Selmânî'den bildirir: Uyeyne b. Hısn ile Akra' b. Hâbis, Ebû Bekr'e geldiler ve:

“Ey Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) halifesi! Biz de tuzlu bîr arazi var. Üzerinde ne bir ot, ne de faydası olacak bir şey bulunuyor. İkta olarak o araziyi bize verirsen bakımını yapar, ekeriz. Belki Yüce Allah onunla faydalar ihsan eder" dediler. Ebû Bekr de o araziyi ikta olarak onlara verdi ve buna dair şahitlerin huzurunda bir belge yazdı. Ömer'in hilafeti zamanında belgeyi yenilemek üzere Ömer'e götürdüklerinde Ömer bu belgeyi okuyunca onu ellerinden aldı. Üzerine tükürüp yazılanları sildi. Uyeyne ile Akra, böyle bir şeyi yaptığı için Ömer'e çıkışıp kötü laflar edince, Ömer şöyle dedi:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanların az olduğu bir zamanda sizlere, İslam'a ısındırmak için bir şeyler veriyordu. Ancak Yüce Allah İslam dini ile Müslümanları aziz kıldı. Gidin ve kendi işinizde çalışın. Bu arazide sürünüzü otlatırsanız da Allah'ın koruması üzerinizden kalkacaktır."

İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre adamın biri Ebû Vâil'e:

“Müellefe-i kulûb denilen sınıfın zekattaki payını ne yapayım" diye sorunca, Ebû Vâil:

“Diğer sınıftan olanlara ver" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mükâtil: (.....) âyetini:

“Mükâtebe yapmış kölelere" şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir, İbrahim en-Nehaî'den bildirir:

“Kişi zekatını bir köleyi tam olarak azat etmede kullanamaz. Ancak bedelinin bir kısmını verebilir. Zekat malından mükâtebeli kölenin bedeline yardım etmede de bir sakınca yoktur."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ömer b. Abdilazîz'den bildirir:

“Köleler konusunda kullanılacak zekat ikiye bölünür. Bir bölümü Müslüman olduğunu söyleyen mükâtebeli kölenin bedeli için harcanır. Diğer bölümü de uzun bir süre önce Müslüman olan, namazını kılıp zekatını veren bir köle veya cariye satın alıp azat edilir."

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs kişinin zekatını hacca gidecek olan birine vermesinde veya köle satın alıp azat etmesinde bir sakınca görmezdi.

Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Malının zekatından köle satın alıp azat edebilirsin" demiştir.

Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) kişinin zekatından bir köle (veya cariye) satın alıp azat etmesinde bir sakınca görmezdi.

Ebû Ubeyd, Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbrahim en-Nehaî:

“Kişi malının zekatıyla köle satın alınıp azat edemez; ancak bir kısmıyla bu konuda yardımda bulunabilir" demiştir.

Ebû Ubeyd, İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Malının zekatıyla köle azat etme zira azat etme; velâ hakkını da beraberinde getirir" demiştir.

Ebû Ubeyd der ki:

“Bu konuda en sağlam görüş İbn Abbâs'ın görüşüdür ve bu görüşe uygun davranmak diğerlerinden evladır. Âlimlerden de çok kişi bu konuda İbn Abbâs gibi düşünmektedir."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Zührî'ye âyetteki (.....) ifadesi sorulunca:

“Bunlar borcu olan kişilerdir. Yine zengin olsa da yolda kalmış kişilerdir" demiştir.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken:

“Evi yanan, malı selde giden ve fakirliğinin üzerine borcu olan kişidir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Câfer: (.....) ifadesini açıklarken:

“Fesada bulaşmaksızın borca giren kişilerdir" demiştir. (.....) ifadesini açıklarken de:

“Bölgeden bölgeye giden ve yolda kalan kişidir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mükâtil: (.....) ifadesini açıklarken:

“Yakını ölen kişinin kanını veya aldığı yaranın bedelini isteyen kişidir" demiştir, (.....) ifadesini açıklarken:

“Allah yolunda cihad edenlerdir" demiştir. (.....) ifadesini açıklarken de:

“Yolda kalmış kişidir. Kendisini yurduna ulaştıracak kadar bir şeyler verilir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre ..İbn Zeyd: (.....) ifadesini açıklarken:

“Allah yolunda cihad edenlerdir" demiştir. (.....) ifadesini açıklarken de:

“Yolcu olan kişilerdir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“İbnu's-Sebîl, Müslümanların yanında misafir olan fakir kişidir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Dahhâk'tan bildirir:

“Zenginken yola çıkan, ancak yoldayken malı bitip muhtaç duruma düşen kişiye yolculuğu için zekattan pay verilir. Zira İbnu's-Sebîl sayılır."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini açıklarken:

“Allah yolunda cihada çıkacak kişiye binek tedarik eder" demiştir. (.....) ifadesini açıklarken:

“Yolda kalan ve malı biten yolcudur" demiştir. "...Allah'tan bir farz olarak..." âyetini açıklarken de:

“Yüce Allah sekiz sınıfa zekatı farz kılmış ve bunların kim olduğunu açıklamıştır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud, İbn Mâce, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Beş kişi dışında zengin birine zekat malı helal değildir. Bu beş kişi de zekatı toplayan zekat memuru, zekat malını kendi malı ile satın alan kişi, borcu olan kişi, Allah yolunda savaşan kişi ve zekat malı alan miskin tarafından kendisine bundan hediye edilen kişidir."

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Nehhâs, Nâsih'de İbn Mes'ûd'dan bildirir:

“Her kim kendisine yetecek kadar malı olduğu halde dilenirse kıyamet gününde huzura yüzü tırmalanmış veya yara içinde çıkar". buyurdu. " Resûlallah! Kişiyi başkasına muhtaç etmeyecek veya kendisine yetecek kadar olan mal ne kadardır?" diye sorulunca:

“Elli dirhem veya buna denk altın" buyurdu.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Abdullah b. Amr'a zekat malı sorulunca:

“Malın en kötüsüdür. Zira kötürümlerin, topalların, körlerin ve yolda kalmışların malıdır" karşılığını verdi. Kendisine:

“Zekatı toplayan memurun ve Allah yolunda cihad eden kişinin de zekatta hakkı yok mudur?" diye sorulunca:

“Zekat memurlarına ancak yaptıkları iş oranınca zekat vardır. Allah yolunda cihad edenlere gelince bunlara zekat helal kılınmıştır. Ancak zengin veya çalışıp kazanmaya gücü ve imkanı olan kişiye zekat helal değildir" karşılığını verdi.

İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sekiz sınıf maldan zekatın verilmesini ve bu şekilde toplanan zekatın sekiz sınıf insana verilmesini farz kıldı. Sekiz sınıf mal; altın, gümüş, deve, koyun, sığır, ekin, üzüm ve hurmadır. Kendilerine zekat verilecek sekiz sınıf insan da:

“Zekatlar Allah'tan bîr farz olarak fakirlere, miskinlere, onu toplayan memurlara, kalpleri Müslümanlığa ısındırılacaklara verilir; kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların ve yolda kalanların uğrunda sarfedilir..." âyetinde belirtilmiştir.

İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Hasat yaptığınızda Müslümanları unutmayın ve az da olsa onlara bir şeyler verin. Zira topladığınız meyvelerde hem ödünç olarak; hem de vasiyet (farz) olarak vermeniz gerekenler vardır. Ödünç olarak vereceğiniz Müslüman birine hem kendi, hem de ailesinin yemesi için bir, iki, üç veya bundan daha az veya daha fazla hurma vefmenizdir. Vasiyet (farz) olarak vereceğiniz de sekiz sınıftır ve:

“Zekatlar Allah'tan bir farz olarak fakirlere, miskinlere, onu toplayan memurlara, kalpleri Müslümanlığa ısındırılacaklara verilir; kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların ve yolda kalanların uğrunda sarfedilir. Allah pek iyi bilendir, hikmet sahibidir" âyetinde bunlar belirtilmiştir"

Ahmed, Hilâl oğullarından bir adamdan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Zengin veya çalışıp kazanmaya gücü ve imkanı olan kişiye zekat helal değildir" buyurduğunu işittim.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud ve Tirmizî'nin Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):"Zengin veya çalışıp kazanmaya gücü ve imkanı olan kişiye zekat helal değildir" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud ve Nesâî, Ubeydillah b. Adiy b. el-Hiyâr'dan bildirir: İki adamın bana bildirdiğine göre kendileri Veda haccı sırasında zekat mallarını dağıtan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip bir şeyler istediler. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) baştan ayağa onları süzünce güçlü kuvvetli olduklarını gördü ve:

“İstiyorsanız yine size vereyim; ama zengin olana ve çalışmak için de gücü kuvveti yerinde olana zekat helal değildir" buyurdu.

61

"Yine onlardan Peygamberi inciten ve «O her şeye kulak kesiliyor» diyen kimseler de vardır. De ki: «O, sizin için bir hayır kulağıdır ki Allah'a inanır, müminlere inanır. İçinizden inanan kimseler için bir rahmettir. Allah'ın Resûlönû incitenler için ise elem dolu bir azap vardır.»"

İbn İshâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Nebtel b. el-Hâris Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip oturur ve onu dinlerdi. Sonra konuştuklarını gider münafıklara aktarırdı. "Muhammed kulak gibi her şeyi dinler ve kendisine söylenen her şeye inanır" diyen kişi de odur. Yüce Allah da onun hakkında:

“Yine onlardan peygamberi inciten ve «O her şeye kulak kesiliyor» diyen kimseler de vardır. De ki:

“O, sizin için bir hayır kulağıdır ki Allah'a inanır, müminlere inanır. İçinizden inanan kimseler için bir rahmettir. Allah'ın Resûlünü incitenler için ise elem dolu bir azap vardır" âyetini indirmiştir.

İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: İçlerinde Culâs b. Süveyd b. Sâmit, Mahşî b. Humeyyir ve Vedîa b. Sâbit'in de bulunduğu münafıklardan bir grup toplanıp Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında kötü laflar etmek istediler. Ancak bazıları buna engel olmak istedi ve:

“Bu dediklerinizin Muhammed'e gitmesinden korkarız. Bu durumda o da sizlere kötü laflar eder" dediler. Bazıları da:

“Bu durumda böyle şeyler söylemediğimize dair yemin ederiz o da buna inanır. Çünkü o bir kulak gibidir ve her şeyi dinleyip inanır" karşılığını verdiler. Bu konuda da:

“Yine onlardan peygamberi inciten ve "O her şeye kulak kesiliyor" diyen kimseler de vardır..." âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Yine onlardan peygamberi inciten ve «O her şeye kulak kesiliyor» diyen kimseler de vardır. De ki:

“O, sizin için bir hayır kulağıdır ki Allah'a inanır, müminlere inanır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Münafıklar Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için o herkesi dinler, söylenenlere inanır, derler. Oysa Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) herkesi dinlese de Allah'a ve müminlere inanır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini:

“Kendisine söyleneni dinler" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Yine onlardan peygamberi inciten ve "O her şeye kulak kesiliyor" diyen kimseler de vardır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Münafıklar:

“Biz ona istediğimiz şeyleri söyleyeceğiz. Ardından yemin edince de bizlere inanacak" demişlerdir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Atâ'dan bildirir:

“Herkesi dinleyen ve söylenen her şeye inanan kişiye "kulak (uzun)" denilir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Allah'a inanır, müminlere inanır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah'ın kendisine indirdiğine inanır. Aynı şekilde müminlerin hakları, namusları ve mallan konusunda şehadetlerine, imanlarına inanır."

Taberânî, İbn Merdûye ve İbn Asâkir, Umeyr b. Sa'd'dan bildirir:

“...O her şeye kulak kesiliyor" diyen kimseler de vardır..." âyeti benim hakkımda nazil oldu.

Ravi der ki: Umeyr b. Sa'd, Medine ahalisinin söylediklerini dinledikten sonra gelip bunları Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) aktarırdı. Bundan dolayı Medineliler, Umeyr b. Sa'd'a eziyet etmişler ve:

“O başkasının bizi dinleyen kulağıdır" diyerek onunla oturmaktan uzak durmuşlardır. Bu âyet de onun hakkında nazil oldu.

62

"Sizi razı etmek için Allah'a yemin ederler. Eğer inanıyorlarsa Allah'ı ve Peygamberini razı etmeleri daha gereklidir"

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildirir: Bize anlatılana göre münafıklardan bir adam:

“Vallahi bunlar bizim seçkinlerimiz ve ileri gelenlerimizdir. Muhammed'in dedikleri doğru ise o zaman eşekten de beter olsunlar" dedi. Müslümanlardan biri de bunu duyunca adama:

“Vallahi Muhammed'in dedikleri haktır ve sen eşekten daha betersin" karşılığını verdi. Daha sonra bu Müslüman adam münafığın dediği sözü Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) ulaştırdı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) münafık adamı çağırdı ve:

“Neden öyle bir şey dedin?" diye sordu. Münafık adam kendi kendine lanet okumaya ve böyle bir şeyi demediğine dair yemin etmeye başladı. Müslüman olan adam da:

“Allahım! Doğru söyleyeni doğrula, yalan söyleyeni yalanla" deyince, Yüce Allah:

“Sizi razı etmek için Allah'a yemin ederler. Eğer inanıyorlarsa Allah'ı ve Peygamberini razı etmeleri daha gereklidir" âyetini indirdi.

İbn Ebî Hâtim de Süddî'den bir öncekinin aynısını zikretmiş ve münafık olan kişiye cevap veren Müslüman adamın Ensâr'dan Âmir b. Kays olduğunu belirtmiştir.

63

"Allah'a ve Resûlüne karşı gelen kimseye, içinde ebedî kalacağı cehennem ateşi bulunduğunu bilmezler mi? İşte bu, büyük bir rezilliktir"

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Allah'a ve Resûlüne karşı gelen kimseye..." âyetini açıklarken:

“Allah'a ve Resûlüne düşmanlık edene" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh, Yezîd b. Hârun'dan bildirir: Ebû Bekr es-Sıddîk bir hutbe verdi ve hutbesinde şöyle dedi:

“Yüce Allah'ın kendisine bol rızık ile sağlık verdiği ancak nimete nankörlük eden kul Rabbinin huzuruna çıkarılır ve: «Bugün için ne yaptın? Dünyadayken âhiretin için neler hazırladın?» diye sorulur. Ancak bu kişi âhiretine yönelik hayırlı herhangi bir iş yapmadığını görünce gözyaşları tükeninceye kadar ağlar. Dünyadayken Allah'a itaat etme fırsatını kaçırıp heba ettiği için azarlanıp rezil edilince bu sefer kan ağlamaya başlar. Bir daha azarlanıp rezil edilince pişmanlıktan kollarını dirseklere kadar yer. Dünyadayken Allah'a itaat etme fırsatını kaçırıp heba ettiği için yine azarlanıp rezil edilince gözbebekleri yanaklarına akana kadar feryat edip ağlamaya başlar ki o zaman her bir yanağı bir fersaha bir fersah genişliğinde olur. Sonra yine azarlanıp rezil edilir ve sonunda: «Rabbim! Beni Cehenneme gönder de böylesi bir durumdan artık kurtulayım» demeye başlar. "Allah'a ve Resûlüne karşı gelen kimseye, içinde ebedî kalacağı cehennem ateşi bulunduğunu bilmezler mi? İşte bu, büyük bir rezilliktir" âyeti de bunu anlatmaktadır.

64

"münafıklar, kalplerinde olanı haber verecek bir surenin inmesinden çekiniyorlar. De ki: «Alay edin bakalım, Allah çekindiğiniz şeyi ortaya koyacaktır.»"

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Münafıklar, kalplerinde olanı haber verecek bir surenin inmesinden çekiniyorlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Münafıklar kendi aralarında türlü sözleri söylerler de sonra:

“Sakın Allah bu söylediklerimizi açığa çıkarmasın" demeye başlarlar.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Bu sûre, münafıkların içindekileri açığa çıkardığı için Fâdiha (=İfşa edici) sûresi olarak isimlendirilirdi. Yine onların oyunlarını ve açıklarını haber verdiği için Musîre (=Uyarıcı) sûresi olarak da isimlendirilirdi."

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, Müseyyeb b. Râfi'den bildirir: Kişi evin yedi kat içinde bir iyilik yapacak olsa Yüce Allah bunu açığa çıkarır. Yine kişinin evin yedi kat içinde yaptığı bir kötülüğü Yüce Allah açığa çıkarır. Bunun da doğrulayıcısı:

“...Allah çekindiğiniz şeyi ortaya koyacaktır" âyetidir.

65

Bkz. Ayet:66

66

"Onlara soracak olursan, «Biz sadece eğlenip oynuyorduk» diyecekler. De ki: «Allah'la, âyetleriyle, Peygamberiyle mi alay ediyordunuz?» Boşuna özür dilemeyin! Çünkü sîz, iman ettikten sonra küfrünüzü açığa vurdunuz. İçinizden bir zümreyi affetsek bile, suçlarında ısrar etmeleri sebebiyle, diğer bir zümreye azap edeceğiz"

Ebû Nuaym, Hilye'de Şurayh b. Ubeyd'den bildirir: Adamın biri Ebu'd- Derdâ'ya:

“Siz kurrâlar bizden daha çok korkak, bir şey istenildiğinde cimrisiniz. Yemek yerken de lokmanız pek büyük oluyor" deyince, Ebu'd- Derdâ adamdan yüz çevirip cevap vermedi. Daha sonra bunu Ömer b. el- Hattâb'a aktarınca Ömer böyle diyen adamın yanına gitti. Boğacak gibi yakasından tutup onu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem)götürdü. Adam orada:

“Sadece şakalaşıp oynuyorduk" deyince Yüce Allah, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onlara soracak olursan, «Biz sadece eğlenip oynuyorduk» diyecekler..." âyetini indirdi.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Abdullah b. Ömer'den bildirir: Tebûk savaşı sırasında bir gün meclisin birinde adamın biri:

“Bizim kurrâlar gibi midelerine düşkün, onlardan daha yalancı ve savaş anında daha korkak kimseler görmüş değiliz" deyince, mecliste bulunan başka biri:

“Yalan söylüyorsun, zira münafık birisin! Bunu da Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) söyleyeceğim!" diye çıkıştı. Adam bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) aktarınca da bu konuda âyet nazil oldu. Daha sonra o adamı ayağı devenin üzengisine asılı bir şekilde yerlerde, taşların üzerinde süründüğünü gördüm. Adam:

Resûlallah! Sadece eğlenip oynuyorduk" diye sesleniyor, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ise:

“Allah'la, âyetleriyle, Peygamberiyle mi alay ediyordunuz?" karşılığını veriyordu.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ukaylî, ed-Du'afâ'da, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Hatîb, Ruvâtu Mâlik'de İbn Ömer'den bildirir: Abdullah b. Ubey'yin Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) önünde yerlerde, taşların üzerinde sürüldüğünü gördüm. Ubey:

“Ey Muhammed! Sadece eğlenip oynuyorduk" diye sesleniyor, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ise:

“Allah'la, âyetleriyle, peygamberiyle mi alay ediyordunuz?" karşılığını veriyordu.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Onlara soracak olursan, «Biz sadece eğlenip oynuyorduk» diyecekler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Münafıklardan biri şöyle diyordu:

“Muhammed filan kişinin devesinin filan günde filan vadide olduğunu anlatıyor. Bu adam gaybı nereden bilsin?"

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebûk savaşına gidişi sırasında önünde yürüyen münafıklarından bazıları:

“Bu adam Şam sarayları ile kalelerini ele geçireceğini mi zannediyor! Heyhat ki heyhat!" diyorlardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bundan haberdar edilince:

“O kafileyi durdurun" buyurdu. Yanlarına geldiğinde:

“Böyle böyle mi diyorsunuz?" diye sordu. Onlar:

Resûlallah! Biz sadece eğlenip oynuyorduk" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah işte duyduğunuz âyeti indirdi.

Firyâbî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir yolculuğu sırasında önünde giden bazı münafıklar:

“Şayet Muhammed'in dedikleri doğru ise biz de eşeklerden beter olalım!" demeye başladılar. Yüce Allah da bu dediklerini vahiyle Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu söyleyenleri yanına çağırıp:

“Neler söylüyordunuz?" diye sordu. Onlar da:

“Biz sadece eğlenip oynuyorduk" karşılığını verdiler.

İbn İshâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ka'b b. Mâlik'ten bildirir: Mahşî b. Humeyyir:

“Söylediklerinizden dolayı aleyhimizde Kur'ân âyeti inmesi yerine her birinizin yüzer sopa yemesini tercih ederdim" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ammâr b. Yâsir'e:

“(Münafıkların) yanlarına gidip bak ve ne söylediklerini sor zira yandılar! Şayet söylediklerini inkar edip gizlemeye çalışırlarsa onlara şöyle şöyle dediklerini söyle" buyurdu. Ammâr gidip onlara bunu sorunca Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip özür dilemeye başladılar. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Boşuna özür dilemeyin! Çünkü siz, iman ettikten sonra küfrünüzü açığa vurdunuz. İçinizden bir zümreyi affetsek bile, suçlarında ısrar etmeleri sebebiyle, diğer bir zümreye azap edeceğiz" âyetini indirdi. Yüce Allah'ın affettiği kişi de Mahşî b. Humeyyir idi ki sonradan Abdurrahman ismini aldı. Mahşî, Yüce Allah'tan kimselerin bilmediği bir yerde şehit düşmeyi de diledi. Yemâme savaşında da şehit düştü. Ne öldürüldüğü yer, ne kendisini öldüren bilinebildi, ne de kendisinden geriye biriz kaldı.

İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Bu âyet içlerinde Vedîa b. Sâbit'in de bulunduğu Amr b. Avf oğullarından bir grup münafık hakkında nazil oldu. Bunlardan biri de müttefiklerinden ve Eşca' kabilesinden biri olan Mahşî b. Humeyyir idi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebûk savaşına giderken bunlar da önünde gidiyorlardı. Yolda iken birbirlerine:

“Rumlarla savaşmayı başkalarıyla savaşmak gibi mi sanıyorsunuz? Vallahi yarın iplerle bağlandığınızı görür gibiyiz" demeye başladılar. Bundan dolayı Mahşî b. Humeyyir şöyle demiştir:

“Söylediklerinizden dolayı aleyhimizde Kur'ân âyeti inmesi yerine..." Ravi sonrasında bir önceki hadisi aynısını zikreder.

İbn Merdûye, İbn Mes'ûd'dan bir öncekinin benzerini zikreder.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, Kelbî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebûk savaşı dönüşünde yolda önünde yürüyen üç kişi Allah'la, Resûlüyle ve Kur'ân'la alay ediyorlardı. Yezîd b. Vedîa adında biri de bu konuşmalarına katılmıyor, yanlarında yürüyordu. Bu konuda Yüce Allah:

“...İçinizden bir zümreyi affetsek bile, suçlarında ısrar etmeleri sebebiyle, diğer bir zümreye azap edeceğiz" âyetini indirdi. Tek kişi olmasına rağmen âyette Yezîd zümre olarak zikredildi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...İçinizden bir zümreyi affetsek bile, suçlarında ısrar etmeleri sebebiyle, diğer bir zümreye azap edeceğiz" âyetini açıklarken:

“Âyette geçen 'Taife' ifadesi hem tek kişi hem de birden çok kişi anlamına gelir" demiştir.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir:

“Taife ifadesi birden bine kadar kişi için kullanılır."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...İçinizden bir zümreyi affetsek bile, suçlarında ısrar etmeleri sebebiyle, diğer bir zümreye azap edeceğiz" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah bunlardan bazılarını bağışlasa dahi günahkar olduklarından dolayı diğerlerini cezasız bırakmayacaktır."

İbn Merdûye, Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Tebûk savaşına katılmayıp geride Medine'de kalanlardan biri de Amr b. Avf oğullarından biri olan Vedîa b. Sâbit idi. Kendisine:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte savaşa çıkmamanın sebebi nedir?" diye sorulunca:

“Eğlence ve oyun" karşılığını verdi. Bunun üzerine Yüce Allah onun ve arkadaşlarının hakkında:

“Onlara soracak olursan, «Biz sadece eğlenip oynuyorduk» diyecekler. De ki: «Allah'la, âyetleriyle, Peygamberiyle mi alay ediyordunuz?» Boşuna özür dilemeyin! Çünkü siz, iman ettikten sonra küfrünüzü açığa vurdunuz. İçinizden bir zümreyi affetsek bile, suçlarında ısrar etmeleri sebebiyle, diğer bir zümreye azap edeceğiz" âyetlerini indirdi.

67

Bkz. Ayet:69

68

Bkz. Ayet:69

69

"Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir. Onlar kötülüğü emreder, iyilikten alıkoyar ve cimrilik ederler. Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu! çünkü münafıklar fâsıklârın kendileridir. Allah erkek münafıklara da kadın münafıklara da kâfirlere de içinde ebedî kalacakları cehennem ateşini vâdettî. O, onlara yeter. Allah onlara lanet etmiştir! Onlar için devamlı bir azap vardır. Sizde tıpkı sizden öncekiler gibisiniz. Onlar sizden daha güçlü, malları ve çocukları daha fazlaydı. Onlar paylarına düşenden faydalanmışlardı. Sizden öncekilerin, paylarına düşenden faydalandığı gibi siz de payınıza düşenden öylece faydalandınız ve onların daldığı gibi, siz de daldınız. İşte onların dünyada da âhirette de amelleri boşa gitmiştir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir"

İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hüzeyfe'ye münafığın kim olduğu sorulunca:

“Müslüman olduğunu söyleyen, ancak İslam'a göre amel etmeyen kişidir" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir:

“Münafıklık iki çeşittir. Biri Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) yalanlamaktır ki bu tür bir münafıklık küfürdür. Diğeri de kişinin hata ve günahlarından dolayı içine düştüğü durumdur. Böylesi bir kişinin de bağışlanması umulur."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Onlar kötülüğü emreder, iyilikten alıkoyarlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Buradaki kötülükten kasıt, İslam'ı yalanlamaktır kî en büyük kötülük budur. İyilik de Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet etmek, Yüce Allah'ın indirdiklerini tasdik etmektir ki en büyük iyilik de budur."

İbn Ebî Hâtim, Ebu'l-Âliye'den bildirir:

“Yüce Allah'ın Kur'ân âyetlerinde zikrettiği bütün "münker" ifadeleri putperestlik ve Şeytan anlamlarındadır."

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Cimrilik ederler..," âyetini açıklarken:

“Hak olan bir alanda mallarını infak etmekten kaçınırlar" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Cimrilik ederler..." âyetini açıklarken:

“Hayırlı işlerde infakta bulunmazlar" demiştir. "...Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu..." âyetini açıklarken de:

“Bütün iyi işlerde unutuldular, ancak kötü işlerde unutulmadılar" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu..." âyetini açıklarken:

“Onlar Allah'ı bırakıp uzak durunca Yüce Allah da onları ihsanı ve mükafatlarından mahrum bıraktı" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Onlar Allah'ın emirlerini bırakınca Yüce Allah da onları rahmetinden mahrum bıraktı. İman ile salih amelleri onlara nasip etmedi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah yaratıklarını unutmaz, ancak kıyamet gününde hayırlı şeylerden mahrum bırakır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken:

“Azabın içinde unutulurlar" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“Siz de tıpkı sizden öncekiler gibisiniz..." âyetini açıklarken:

“Kafirlerin yaptıkları birbirine benzer" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildirir: Bugün düne ne çok benziyor. "Siz de tıpkı sizden öncekiler gibisiniz. Onlar sizden daha güçlü, malları ve çocukları daha fazlaydı. Onlar paylarına düşenden faydalanmışlardı. Sizden öncekilerin, paylarına düşenden faydalandığı gibi siz de payınıza düşenden öylece faydalandınız ve onların daldığı gibi, siz de daldınız..." buyruğunda zikredildiği gibi. Bu zikredilenler de İsrâil oğulları ile onların benzerleridir. Nefsim elinde olana yemin olsun ki sizler de geçmiş ümmetlerin peşinden gideceksiniz. Hatta içlerinden biri bir keler deliğine girmiş olsa siz de gireceksiniz.

İbn Ebî Hâtim ile Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini:

“Dinleriyle" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim ile Ebu'ş-Şeyh, Ebû Hureyre'den bildirir:

“Âyetteki zikredilen 'halâk' ifadesinden kasıt dindir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) ifadesini açıklarken:

“Dünyadaki nasiplerinden faydalanmışlardı" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini açıklarken:

“Sizden öncekilerin dünya nimetleriyle oyalandığı gibi siz de oyalandınız" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh, Rabî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yeni şeyler (bidatlar) çıkarıp İslam'a sokmanız konusunda sizleri uyardı. Zira bu Ümmetten bazı toplulukların bunu yapacağını biliyordu. Bu konuda da Yüce Allah: . "Siz de tıpkı sizden öncekiler gibisiniz. Onlar sizden daha güçlü, malları ve çocukları daha fazlaydı. Onlar paylarına düşenden faydalanmışlardı. Sizden öncekilerin, paylarına düşenden faydalandığı gibi siz de payınıza düşenden öylece faydalandınız ve onların daldığı gibi, siz de daldınız. İşte onların dünyada da âhirette de amelleri boşa gitmiştir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir" buyurmuştu.

70

"Onlara kendilerinden evvelkilerin, Nuh, Âd ve Semûd kavimlerinin, İbrahim kavminin, Medyen halkının ve altüst olan şehirlerin haberi ulaşmadı mı? Peygamberi onlara apaçık mucizeler getirmişti. Demek ki, Allah onlara zulmediyor değildi, fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekte idiler"

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve îbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Altüst olan şehirlerin haberi ulaşmadı mı?" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar Lût kavmidir. Zira ülkelerinin altı üstüne getirilmiştir."

71

"Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah'a ve Resûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Allah'a ve Resûlüne iman etmeye, Allah yolunda infakta bulunmaya ve Allah'a itaate davet ederler. Şirk ve küfürden de alıkoyarlar. İyiliği emredip kötülükten alıkoyma, Yüce Allah'ın müminlere farz kıldığı görevlerden biridir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır..." âyetini açıklarken:

“Allah için birbirlerinin kardeşleridir. Allah'a bağlılık ve onu yüceltme adına da birbirlerini severler" demiştir.

İbn Ebi'd-Dünya, Kadâu'l-Hevâic'de ve Taberânî'nin Selmân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Dünyada iyilik sahipleri âhirette de iyilik sahibi olurlar. Dünyada kötülük sahipleri, âhirette de kötülük sahibi olurlar."

İbn Ebî Şeybe, Ebû Osmân'dan bu hadisi mürsel olarak zikreder.

İbn Ebi'd-Dünya'nın Ebû Mûsa'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İyilik ile kötülük; kıyamet gününde herhangi iki yaratık gibi huzurda durdurulurlar. İyilik, sahiplerini hayırla müjdelerken, kötülük ise sahiplerine: «Benden uzak durun! Benden uzak durun!» diye seslenir. Ancak yanından uzaklaşamazlar."

İbn Ebî Şeybe ile İbn Ebi'd-Dünya'nın Saîd b. el-Müseyyeb'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Allah'a imandan sonra yapılabilecek en akıllıca şey, insanları idare etmektir. Kişi istişare ettikten sonra artık helak olmaz. Dünyada iyilik sahipleri, âhirette de iyilik sahibi olurlar. Dünyada kötülük sahipleri, âhirette de kötülük sahibi olurlar."

İbn Ebi'd-Dünya, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dünyada iyilik sahipleri âhirette de iyilik sahibi olurlar" buyurdu. Ashab:

“Bu nasıl olur?" diye sorduklarında Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kıyamet gününde Yüce Allah iyilik sahiplerini toplayıp şöyle buyurur: «Sizde bulunanlardan dolayı sizi bağışladım ve sizlerin vasıtasıyla diğer kullarıma iyilik yapacağım. Onu dilediğinize yapın ki hem dünyada, hem de âhirette iyilik sahiplerinden olasınız. "

İbn Ebi'd-Dünya'nın İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Dünyada iyilik sahipleri, âhirette de iyilik sahibi olurlar. Dünyada kötülük sahipleri, âhirette de kötülük sahibi olurlar. Yüce Allah kıyamet gününde iyiliği bir yolcu suretinde gönderir. Sahibinin mezarı açıldığı zaman da yanına gelip yüzündeki toprağı siler ve: «Allah'tan gelecek güven ve ihsana sevin ey Allah dostu! Kıyamet gününde göreceğin şeylerde korkma!» der. Onu alıp götürürken devamlı olarak da: «Şuna dikkat et! Şundan sakın!» der ve Sırat köprüsünden geçirir. Bu şekilde Sırattan geçirdiği zaman Allah'ın dostu Cennetteki yerine doğru yönelir. Sonra yolcu suretindeki iyilik ayrılmak ister. Ancak sahibi ona yapışır ve: «Ey Allah'ın kulu! Sen kimsin? Kıyamet günündeki o dehşet ortamında senden başka herkes beni bıraktı. Sen kimsin?» diye sorar. Yolcu suretindeki iyilik: «Beni tanımadın mı?» diye sorunca, iyilik sahibi: «Hayır» karşılığını verir. Bunun üzerine iyilik: «Ben dünyada iken yaptığın iyiliğim. Yüce Allah yaptığın iyiliklerin karşılığını vermek üzere beni bu şekilde gönderdi» der"

Hâkim, Hazret-i Ali'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana şöyle buyurdu:

“İyiliği ümmetimden merhamet sahibi olan kişilerden bekleyin ki onların himayesinde yaşarsınız. Ancak iyiliği kalpleri katı olan kişilerden beklemeyin zira lanet bunların üzerine iner. Ey Ali! Yüce Allah iyiliği yarattıktan sonra onu yapacak insanlar da yaratmıştır. Bunlara iyiliği" ve onu yapmayı sevdirmiştir. Kıraç topraklan ve ahalisini ihya etmek için suyu yönlendirmesi gibi iyilikseverleri de bu insanlara doğru yönlendirmiştir. Dünyada iyilik sahipleri âhirette de iyilik sahipleridir."

Hâkim'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İyilik yapmak; kişiyi kötü ölümlerden, afet ve felaketlerden korur. Dünyada iyilik sahipleri, âhirette de iyilik sahipleridir. "

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet gününde Yüce Allah gelmiş geçmiş tüm insanları topladıktan sonra verdiği emirle bir münadi: «Dünyada iken iyilik yapanlar kalksın!» diye seslenir. Dünyada iken iyilik yapanlar kalkıp Allah'ın huzurunda durdukları zaman Yüce Allah onlara: «Dünyada iken iyilik yapanlar sizler misiniz?» diye sorar. Onlar: «Evet» dediklerinde Yüce Allah şöyle buyurur: «O zaman âhirette de iyilik sahibi olacaksınız. Peygamberler ve Resullerle birlikte kalkın ve dilediğiniz kişiye şefaatte bulunup Cennete sokun. Bu şekilde dünyada iken onlara iyilik yaptığınız gibi âhirette de iyilik yapmış olun.»"

İbn Ebi'd-Dünya, Kadâu'l-Hevâic'de Bilâl'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Her iyilik bir sadakadır. Yapılan iyilik kişiyi yetmiş çeşit beladan ve kötü bir ölümden korur. İyilik ve kötülük kıyamet gününde iki mahluk olarak insanların karşısına çıkar. İyilik, sahiplerini bırakmayıp onları Cennete doğru çekip sürükler. Kötülük de sahipterini bırakmaz ve onları Cehenneme doğru sürükler."

İbn Ebi'd-Dünya'nın Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah'ın en sevdiği kul, kendisine iyiliğin ve iyilik yapmanın sevdirildiği kuldur. "

İbn Ebi'd-Dünya'nın Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah iyilik için kullarından seçkin kişiler tahsis etmiştir. Onlara iyiliği ve iyilik yapmayı sevdirmiş, iyiliği isteyenleri de onlara yöneltmiştir. Çorak toprakları yeşertip bu toprağın ahalisini de ihya etmek için yağmurun yere inmesini kolaylaştırması gibi bu seçkinlerin iyilik yapmasını da kolaylaştırmıştır. Yüce Allah kulları arasından iyiliğe düşman olanları da varetmiştir. Onları iyilikten ve iyilik yapmaktan nefret ettirmiştir. Çorak toprağı ve o toprağın ahalisini helak etmek için yağmuru nasıl engellediyse onların iyilik yapmalarını da engellemiştir. Bağışladıkları ise çok daha fazladır."

İbn Ebi'd-Dünya'nın İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İyilik yapmaktan geri durmayın, zira iyilik kişiyi kötü ölümlerden korur. Sadakaları da gizli vermeye çalışın. Zira gizli sadaka, Yüce Allah'ın öfkesini dindirir."

İbn Ebi'd-Dünya'nın Hüzeyfe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Her iyilik bir sadakadır" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Kudâî, Askerî ve İbn Ebi'd-Dünya, Muhammed b. el- Münkedir vasıtasıyla Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Her iyilik bir sadakadır. Kişinin kendisi ve ailesi için yaptığı harcamalar da iyilik olarak yazılır. Kişinin, onurunu korumak için yapacağı harcamalar da iyilik olarak yazılır" buyurmuştur.

Ravi der ki: İbnu'l-Münkedir'e:

“Onurunu korumak için yapacağı harcama'dan kasıt nedir?" diye sorulunca:

“Şaire ve dilinden çekinilen kişiye susması için bir şeyler vermektir" dedi.

İbn Ebi'd-Dünya, Bezzâr ve Taberânî'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Zengin olsun fakir olsun birine yaptığın her iyilik bir sadakadır" buyurmuştur.

İbn Ebi'd-Dünya'nın İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Zengin olsun fakir olsun birine yaptığın her iyilik bir sadakadır" buyurmuştur.

İbn Ebi'd-Dünya'nın İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Her iyilik bir sadakadır" buyurmuştur.

İbn Ebi'd-Dünya'nın Câbir el-Cu'fî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İyilik Kerîm olan Yüce Allah'ın ahlakındandır" buyurmuştur.

72

"Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetti. Allah'ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte büyük kurtuluş da budur"

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: İmrân b. Husayn ile Ebû Hureyre'ye:

“...Adn cennetlerinde güzel meskenler..." âyetinin anlamını sorduğumda şöyle dediler: Bunu bilene denk geldin. Biz de bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorduğumuzda şöyle buyurdu:

“Bu, Cennette inciden bir saraydır. Bu sarayda kırmızı yakuttan yapılmış yetmiş ev, bu evlerden her birinde yeşil zümrütten yapılmış yetmiş oda vardır. Bu odalardan her birinde yetmiş yatak, her yatakta her biri bir renkte olan yetmiş döşek ve her bir döşekte de bir tane huri vardır. Ayrıca her odada yetmiş sofra, her sofrada da yetmiş çeşit yiyecek vardır. Yine her odanın yetmiş tane erkek ve kadın hizmetçisi bulunur. Bir mümine de yemeğinde tüm bu sarayı çekip çevirebilecek bir güç verilir. "

İbn Ebî Hâtim'in Süleym b. Âmir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Cennette yüz derece vardır. En alt derecesi gümüştendir. Yerlerrgümüşten, meskenleri gümüşten, eşyaları gümüştendir. Toprağı da misktendir. İkinci derecesi altındandır, Yerleri altından, meskenleri altından, eşyaları altındandır. Toprağı da misktendir. Üçüncü derecesi incidendir. Yerleri inciden, meskenleri inciden, eşyaları incidendir. Toprağı da misktendir. Geri kalan doksan yedi derecede olanları ise ne bir göz görmüş, ne bir kulak duymuş, ne de kimsenin aklına gelmiştir. "

İbn Ebî Hâtim, Ebû Hâzım'dan bildirir:

“Yüce Allah Cennette her bir kuluna dört berîd büyüklüğündeki bir inciden bir mesken hazırlamıştır. Bu meskenin odalarında, kapılarında ve anahtarlarında en ufak bir çizik ve çatlak yoktur. Cennet de yüz derecedir. Bunun üç derecesi gümüş, altın, inci, zebercet ve yakuttandır. Kalan doksan yedi dereceyi ise ancak onu yaratan bilir."

İbn Ebî Şeybe, İbn Ömer'den bildirir:

“Cennette en düşük derecede bir kişinin bile bin tane sarayı olur. Her bir sarayın arasında da yüz senelik bir mesafe vardır. Bu saraylardan en uzaktakini en yakında olanı gördüğü gibi görür. Bu sarayların her birinde huriler, reyhanlar ve vildanlar olur. Kişi bir şey istediği zaman hemen yanına getirilir."

İbn Ebî Şeybe, Muğîs b. Sümey'den bildirir:

“Cennette altından saraylar, gümüşten saraylar, yakuttan saraylar ve zebercetten saraylar vardır. Cennetin dağları miskten, toprağı ise vers ile zafirândandır."

İbn Ebî Şeybe, Ka'b'dan bildirir:

“Cennette ne bir çiziği, ne de çatlağı olan bir yakut vardır. Bu yakutun içinde yetmiş bin tane ev, her bir evde de yetmiş bin tane huri vardır. Bu evlere sadece peygamber, şehit, sıddîk, adil imam ve tercihte bırakılan kişiler girer." Ka'b'a:

“Tercihte bırakılmak ne demektir?" diye sorulunca:

“Kişinin düşman tarafından yakalanıp, küfür edip canının bağışlanması ya da müslüman kalıp öldürülmesi konusunda tercihte bırakılması ancak bu kişinin öldürülmeyi göze ; alıp İslam'ı seçmesidir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Adn cennetleri..."âyetini:

“Cennette ebedi olarak kalacakları yer" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Adn cennetleri..."âyetini:

“Cennette ebedi olarak kalacakları yer" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim, Hâlid b. Ma'dân'dan bildirir: Yüce Allah Cenneti, Adn Cenneti olarak yarattı. Bir inci tanesini düzelttikten sonra içine bir çubuk dikti. Sonra:

“Ben tamam diyene kadar uza" buyurdu. Uzadıktan sonra ona:

“Şimdi içindeki nehirleri ve meyveleri ortaya çıkar" buyurdu. Cennet bunu yaptıktan sonra:

“Müminler saadete ermişlerdir" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Allah'ın rızası ise hepsinden büyüktür..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Müminler Yüce Allah'ın kendilerinden razı olduğu haberini aldıklarında bu haber kendilerine verilen nimet ile yapılan ihsanlardan daha büyük gelir."

İbn Merdûye'nin Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Cennetlikler Cennete girdiği zaman Yüce Allah: «Canınızın çektiği başka bir şey var mı sizlere vereyim?» diye sorar. Cennettekiler: «Rabbimiz! Bize verilmedik bir şey kaldı mı ki?» dediklerinde, Yüce Allah: «Evet, var! O da rızamdır. Size asla öfke duymayacağım» buyurur."

İbn Ebî Hâtim'in Ebû Abdilmelik el-Cühenî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cennetteki nimetler, Yüce Allah'ın rızasıyla birlikte sadece Cennet nimetlerinden daha değerlidir" buyurmuştur.

Ebu'ş-Şeyh, Şimr b. Atiyye'den bildirir: Kıyamet gününde Kur'ân mezarından yeni çıkmış solgun yüzlü bir adam suretinde mümine gelir ve:

“Yüce Allah'ın sana ihsan edeceği kereme sevin!" der. Bu kişiye keramet giysisi giydirilince:

“Rabbim! Daha fazlasını ver" der. Bunun üzerine Kur'ân:

“Ayrıca senden hoşnutluğum ve daha büyük olan Allah'ın rızası vardır" karşılığını verir.

Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve Beyhakî, el-Esmâu ve's-Sifâf da Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah, Cennettekilere: «Ey Cennet ahalisi!» diye seslenince, Cennettekiler: «Rabbimiz! Buyur, emrindeyiz. Şüphesiz bütün hayırlar elindedir» karşılığını verirler. Yüce Allah: «Verdiklerimden memnun musunuz?» diye sorunca, onlar: «Rabbimiz! Kullarından hiç kimseye vermediğini bize vermişken neden memnun kalmayalım» derler. Yüce Allah: «Bunlardan daha iyisini size vereyim mi?» diye sorunca, onlar: «Rabbimiz! Bunlardan daha iyisi ne olabilir ki?» derler. Bunun üzerine Yüce Allah: «Sizden razı olur ve asla size öfkelenmem» buyurur. "

Ahmed, Zühd'de Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Bana ulaşana göre Hazret-iEbû Bekr dua ederken şöyle derdi:

“Allahım! Bana ihsan edeceğin hayırların sonunda daha hayırlı olanı vermeni diliyorum. Allahım! Bana en son vereceğin hayır, senin rızan ve Cennetindeki yüksek dereceler olsun."

73

"Ey peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlara karşı çetin ol. Onların varacakları yer cehennemdir. Ne kötü bir varış yeridir orası!"

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Ey peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlara karşı çetin ol..." âyetini alıklarken:

“Kafirlerle kılıçla, münafıklarla ise dilinle cihad et ve bunu yaparken onlara yumuşak davranma, sert ol" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Ebi'd-Dünya, el-Emri bi'l-Mâ'rufda, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“...Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et..." âyetini açıklarken:

“Onlarla elinle, gücün yetmezse de dilinle cihad et. Buna da gücün yetmezse kalbinle, onlara surat asarak karşı çık" demiştir.

Beyhakî, Şuabu'l-îman'da İbn Mes'ûd'dan bildirir:

“Ey peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlara karşı çetin ol..." âyeti nazil olduğu zaman Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kafir ile münafıklarla eliyle, gücü yetmezse diliyle mücadele etmesi emredildi. Buna da gücü yetmediği takdirde kalbiyle, onlara karşı suratını ekşiterek karşı çıkması istenildi.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlara karşı çetin ol..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Kafirlerle kılıçla, münafıklarla ise sözünle ve dilinle cihad et ve bunu yaparken onlara yumuşak davranma. Ancak Yüce Allah daha sonra:

“Ey iman edenler!

Kâfirlerden (öncelikle) yakınınızda olanlarla savaşın ve sizde bir sertlik bulsunlar..." âyetiyle bu âyeti neshetmiştir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah burada Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) kafirlerle kılıçla mücadele etmesini ve münafıkları cezalandırırken sert davranmasını emretmiştir."

74

"Bir şey söylemediklerine dair Allah'a yemin ediyorlar. Hâlbuki o küfür sözünü söylediler ve müslüman olduktan sonra inkâr ettiler. Ayrıca başaramayacakları bir şeye giriştiler. Sırf Allah ve Resûlü kendi lütfü ile onları zengin kıldığı için intikam almaya kalktılar. Eğer tövbe ederlerse kendileri için hayırlı olur. Şayet yüz çevirirlerse Allah onları dünyada ve âhirette can yakıcı azaba uğratır. Artık onlar için yeryüzünde ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır"

İbn İshâk ve İbn Ebî Hâtim, Ka'b b. Mâlik'ten bildirir: Münafıklardan bahseden Kur'ân âyetleri nazil olunca Cülâs:

“Vallahi bu adamın dedikleri doğru ise biz eşeklerden de beteriz" dedi. Umeyr b. Sa'd onun bu dediklerini duyunca:

“Ey Cülâs! Vallahi insanlar içinde en çok seni severim. Seni herkese tercih eder ve sana bir kötülüğün dokunmasını istemem. Ancak öyle bir söz söyledin ki bunu açıklasam rezil olacaksın. Susup gizlesem ben helak olurum. Bu ikisinden biri benim için diğerinden daha ağırdır" dedi ve gidip bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) aktardı. Ancak Cülâs, Allah Resûlü'ne böyle bir şeyi söylemediğine dair Allah adına yeminler etti ve:

“Umeyr bana iftira ediyor" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Bir şey söylemediklerine dair Allah'a yemin ediyorlar. Hâlbuki o küfür sözünü söylediler ve müslüman olduktan sonra inkâr ettiler.." âyetini indirdi.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Cülâs b. Süveyd b. es-Sâmit, Tebûk savaşına katılmayıp geride kalanlardan birisiydi ve:

“Vallahi bu adamın dedikleri doğru ise biz eşeklerden de beteriz" dedi. Umeyr b. Sa'd onun bu sözünü Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) aktarınca, Cülâs böyle bir şeyi demediğine Umeyr'in yalan söylediğine dair Allah adına yeminler etti. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Bir şey söylemediklerine dair Allah'a yemin ediyorlar. Hâlbuki o küfür sözünü söylediler ve müslüman olduktan sonra inkâr ettiler..." âyetini indirdi. Daha sonra Cülâş'ın tövbe ettiği ve durumunun düzeldiği zikredilir.

İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de Enes b. Mâlik'ten bildirir: Zeyd b. Erkam, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbe verirken münafıklardan bir adamın:

“Dedikleri doğru ise biz eşeklerden de beteriz" dediğini işitti. Bunun üzerine ona:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) doğru söylüyor ve sen eşekten de betersin" karşılığını verdi. Daha sonra olay Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) intikal edince adam inkar etti ve böyle bir şey demediğini söyledi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Bir şey söylemediklerine dair Allah'a yemin ediyorlar. Hâlbuki o küfür sözünü söylediler ve müslüman olduktan sonra inkâr ettiler..." âyetini indirdi. Bu şekilde âyet Zeyd'i doğruladı.

İbn Cerîr, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir ağacın gölgesinde otururken:

“Yanınıza bir adam gelecek ve Şeytan gözleriyle sizlere bakacak. Geldiği zaman onunla konuşmayın" buyurdu. Çok geçmeden de mavi gözlü bir adam çıkageldi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“Arkadaşlarınla birlikte neden bana sövüyorsun?" diye sorunca adam gidip arkadaşlarını getirdi. Birlikte öyle bir şey yapmadıklarına dair Allah adına yemin edince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları bıraktı. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Bir şey söylemediklerine dair Allah'a yemin ediyorlar. Hâlbuki o küfür sözünü söylediler ve müslüman olduktan sonra inkâr ettiler..." âyetini indirdi.

îbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildirir: Bize anlatılana göre biri Cüheyne kabilesinden, biri de Ğifâr kabilesinden olan iki adam kavga ettiler. Ğifar kabilesinden olan adam diğerine üstün gelince, Abdullah b. Ubey, Evslilere:

“Kardeşinize yardım edin! Vallahi Muhammed'le aramızda olan «Besle köpeği ısırsın seni» demeleri gibidir. Medine'ye döndüğümüzde aziz olanlar elbette zelil olanları oradan çıkartacaktır" dedi. Müslümanlardan biri, bu sözü Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ulaştırınca Allah Resûlü onu çağırıp olayı sordu. Ancak Abdullah b. Ubey böyle bir şeyi demediğine dair Allah adına yeminler etti. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Bir şey söylemediklerine dair Allah'a yemin ediyorlar. Hâlbuki o küfür sözünü söylediler ve müslüman olduktan sonra inkâr ettiler..." âyetini indirdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“Bir şey söylemediklerine dair Allah'a yemin ediyorlar. Hâlbuki o küfür sözünü söylediler ve müslüman olduktan sonra inkâr ettiler..." âyetini açıklarken:

“Abdullah b. Ubey b. Selûl hakkında nazil oldu" demiştir.

Abdurrezzâk, İbn Sa'd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Urve'den bildirir: Ensâr'dan Cülâs b. Süveyd adında bir adam Tebûk savaşı sırasında bir gün:

“Vallahi Muhammed'in dedikleri doğru ise o zaman biz eşekten de beteriz" dedi. Bunun da Umeyr b. Sa'd adında bir evlatlığı vardı. Umeyr onun bu sözünü duyunca:

“Amcacığım! Allah'a tövbe et!" dedi. Sonra Umeyr, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip olayı aktardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Cülâs'ı çağırıp olayı sorunca:

“Vallahi ben öyle bir şey demedim!" diye yeminler etmeye başladı. Umeyr ise:

“Hayır! Vallahi öyle bir şey dedin! Allah'a tövbe et! Bu konuda vahiy inip beni de senin söylediğine ortak etmeyeceğini bilseydim bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) aktarmazdım" dedi. Bu sırada Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiy gelmeye başladı. Vahiy inerken de herkes sessiz ve hareketsiz bir şekilde dururdu. Yine öyle yaptılar. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vayih inerken aldığı hal geçince nazil olan:

“Bir şey söylemediklerine dair Allah'a yemin ediyorlar. Hâlbuki o küfür sözünü söylediler ve müslüman olduktan sonra inkâr ettiler. Ayrıca başaramayacakları bir şeye giriştiler. Sırf Allah ve Resûlü kendi lütfü ile onları zengin kıldığı için intikam almaya kalktılar. Eğer tövbe ederlerse kendileri için hayırlı olur" âyetini okudu.

Cülâs bunu duyunca:

“Evet bunu söyledim. Ancak Yüce Allah bana tövbe kapısını açtığı için tövbe ediyorum" dedi. Tövbesini de kabul ettiler. Müslümanken haksız yere bir yakını Müslümanlar tarafından öldürülünce Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona diyeti vermek istedi, ancak Cülâs kabul etmedi. Bir ara da müşriklere katılmak istedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun evlatlığı olan Umeyr için de:

“Kulağın doğru duymuş" buyurmuştu.

Abdurrezzâk, İbn Sîrîn'den bildirir: Bu âyet nazil olduğu zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Umeyr'in kulağından tuttu ve:

“Kulağın doğru duymuş ey oğull Rabbin seni doğruladı" buyurdu.

İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Sîrîn'den bildirir: Münafıklardan bir adam:

“Şayet Muhammed söylediklerinde haklı ise biz eşeklerden beteriz demektir" dedi. Zeyd b. Erkam da:

“Muhammed doğruyu söylüyor ve sen eşekten betersin!" diye çıkıştı. Bunun üzerine aralarında ileri geri konuşmalar oldu. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelince de durumu ona anlattılar. Ancak münafık olan adam Allah adına yeminler ederek böyle bir şey demediğini söyledi. Bunun üzerine:

“Bir şey söylemediklerine dair Allah'a yemin ediyorlar. Hâlbuki o küfür sözünü söylediler ve müslüman olduktan sonra inkâr ettiler..." âyeti nazil oldu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de Zeyd b. Erkam'a:

“Kulağın doğru duymuş!" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Münafıklardan biri:

“Muhammed'in söyledikleri doğru ise o zaman biz eşekten de beteriz" deyince, müminlerden biri:

“Vallahi Muhammed doğruyu söylüyor, sen de eşekten betersin" karşılığını verdi. Münafık olan kişi de bu çıkışı üzerine mümin adamı öldürmeye yeltendi. İşte âyette zikredilen, başaramayacakları işe girişmelerinden kasıt budur.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Bir şey söylemediklerine dair Allah'a yemin ediyorlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bunlar bir dağ yolunda Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) aşağı itip öldürmeye niyetlenen kişilerdir. Münafıklar yolculuklarından birinde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) öldürmek üzere bir araya gelip bir plan yaptılar. Yol boyunca da bunun fırsatını kolladılar. Bir gece Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir dağ yoluna girince bunların bir kısmı ileriye geçti, kalan kısmı da arkadan gelmeye başladı. Kendi aralarında:

“Dağ yolunu tuttuğu zaman bineğinin üzerinden onu vadiye doğru iter öldürürüz" diye anlaştılar. Ancak Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) devesini süren Hüzeyfe onların bu konuşmalarını işitti. O gece Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) devesini Hüzeyfe b. el-Yemân sürüyor, Ammâr b. Yâsir de çekiyordu. Hüzeyfe arkadan gelen develerin ayak seslerini işitince dönüp baktı. Bakınca da yüzleri kapalı bir topluluk gördü. "Uzaklaşın! Uzaklaşın ey Allah'ın düşmanları!" diye bağırınca da saldırmaktan vazgeçtiler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu şekilde yoluna devam edip sonunda istediği yerde konakladı. Sabah olunca o münafıkları çağırdı ve:

“Şöyle şöyle yapmak istediniz" buyurdu. Ancak Allah adına yeminler ederek böylesi bir şey demediklerini ve bahsettiği şeyden haberlerinin olmadığını söylediler. İşte:

“Bir şey söylemediklerine dair Allah'a yemin ediyorlar. Hâlbuki o küfür sözünü söylediler..." âyeti bu durumu anlatmaktadır.

İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Başaramayacakları bir şeye giriştiler..." âyetini açıklarken:

“Esved adında bir adam Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) öldürmeye kalkışmıştı. Âyet bunu anlatmaktadır" demiştir.

Beyhakî, Delâil'de Urve'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebûk savaşı sonrası Medine'ye dönüşe geçti. Yolun bir yerinde ashabının içinden bazıları ona bir tuzak kurdular ve dağ yoluna girdiği vakit onu aşağıya atmak üzere anlaştılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dağ yolunun başına vardığı zaman onlar da onunla bu yoldan gitmek istediler. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kurdukları tuzaktan haberdar edildi. Bunun için:

“Dileyen vadinin içinden gitsin. Daha geniş ve rahattır" buyurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dağ yolunu tutunca ashab da vadinin içinden gitmeye başladılar. Tuzak kuran grup Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yola düştüğünü duyunca bu büyük işi gerçekleştirmek üzere yüzlerini kapattılar ve aynı yolu tuttular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hüzeyfe b. el-Yemân ile Ammâr b. Yâsir'e yanında yürümelerini söyledi. Ammar'a devenin dizginlerinden tutmasını, Hüzeyfe'ye de deveyi sürmesini söyledi.

Bu şekilde yol alırken arkadan hızlıca yaklaşan ayak sesleri işittiler. Yanlarına yaklaştıklarında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kızdı ve Hüzeyfe'ye onları geri savmasını söyledi. Hüzeyfe de Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu şekilde öfkelendiğini görünce ucu eğri sopasını alıp geriye döndü. Gelenlerin develerinin önünü kesti ve elindeki sopayla onların yüzüne vurdu. Develerin üzerinde bulunanların da yüzlerinin kapalı olduğunu gördü. Yola çıkanların geneli bu şekilde yüzlerini kapalı tuttukları için herhangi bir şeyden şüphelenmedi. Bu münafıklar da Hüzeyfe'yi görünce kurdukları tuzağın açığa çıktığını zannettiler ve hızlıca oradan ayrılıp diğer insanların arasına karıştılar. Hüzeyfe tekrar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına dönünce, Allah Resûlü:

“Ey Hüzeyfe! Sen deveyi vurup sür! Sen de ey Ammâr, yürümeye devam et!" buyurdu. Bu şekilde daha da acele ederek dağ yolunu aşıp üste çıktılar ve diğer insanların gelmelerini beklediler.

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hüzeyfe'ye:

“Onların kim olduğunu gördün mü? Veya içlerinden tanıdığın biri oldu mu?" diye sorunca, Hüzeyfe:

“Filan ile filan kişinin bineğini tanıdım" dedi. Münafıklar da bu saldırıyı gerçekleştirmek istediklerinde vakit geceydi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Peki ne istediklerini, ne yapmaya çalıştıklarım öğrenebildin mi?" diye sorunca, Hüzeyfe:

“Hayır! Vallahi bilmiyorum yâ Resûlallah!" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onlar bana bir tuzak kurmuşlardı. Dağ yolunu benimle birlikte yürüyecek, üst taraftan da beni aşağıya atacaklardı" buyurunca, Hüzeyfe:

Resûlallah! O zaman emret de boyunlarını vuralım" dedi. Ancak Allah Resûlü:

“İnsanların: «Muhammed artık kendi arkadaşlarım öldürmeye başladı» demelerini istemiyorum" buyurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu tuzağı kuranların isimlerini Hüzeyfe ile Ammâr'a söyledi ve:

“Kimselere söylemeyin" emrini verdi.

Beyhakî, Delâil'de İbn İshâk'tan benzerini şu ziyadeyle bildirir:

“İçlerinden tanıdığın birileri oldu mu?" diye sorunca, Hüzeyfe:

“Hayır!" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah bana onların ve babalarının isimlerini bildirdi. Sabaha karşı inşallah isimlerini sana da söyleyeceğim" buyurdu. Sabah olunca da isimlerini söyledi. Bunlar: Abdulllah b. Ubey, Sa'd b. Ebî Serh, Ebû Hâsir el- A'rabî, Âmir, Ebû Âmir, Cülâs b. Süveyd b. es-Sâmit, Mücemma' b. Câriye, Müleyh et-Teymî, Hasîn b. Nümeyr, Tu'me b. Ubeyrik, Abdullah b. Uyeyne ve Murra b. Rabî' idi. Bu on iki kişi Allah'a ve Resûlüne karşı savaş açmışlardı. Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) öldürmeye kalkışmışlar, ancak Yüce Allah bunu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) önceden haber vermiştir. "...Başaramayacakları bir şeye giriştiler..." âyeti da bunu ifade etmektedir. Bunların başı da Ebû Âmir'di. Mescid-i Dırar da onun adına inşa edildi. Şehit düştüğünde melekler tarafından yıkanan Ebû Hanzala'nın da babasıdır.

İbn Sa'd, Nâfi' b. Cübeyr b. Mut'im'den bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Tebûk savaşı dönüşü gece vakti dağ yolunda kendisine tuzak kuran münafıkların isimlerini Hüzeyfe'den başkasına söylemedi. Bunlar on iki kişiydi ve içlerinde Kureyşli yoktu. Hepsi Ensar'dan ve onların müttefiklerinden olan kişilerdi."

Beyhakî, Delâil'de Hüzeyfe b. el-Yemân'dan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) devesinin geminden tutmuş çekiyordum. Ammar da onu arkadan sürüyordu. Veya ben arkadan onu sürüyordum, Ammâr da onu önden çekiyordu. Bir dağın yamacına vardığımızda birden önümüze on iki tane süvari çıktı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) uyardığımda onlara doğru bağırdı. Bağırınca da dönüp kaçtılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize:

“Kim olduklarım biliyor musunuz?" diye sorunca:

“Hayır, yâ Resûlallah! Tanıyamadık zira yüzleri kapalıydı, ancak bineklerini tanıdık" dedik. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunlar kıyamet gününe kadar münafık olarak kalacaklardır. Ne istiyorlardı biliyor musunuz?" buyurunca:

“Hayır, bilmiyoruz" dedik. "Dağ yolunda beni sıkıştırıp yamaçtan aşağıya atmak istiyorlardı" buyurunca:

Resûlallah! Bunlar ailelerine haber göndersen de her bir aile kendi adamlarının başını sana teslim etse olmaz mı?" dedik. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“«Arapların, «Muhammed bir kavmin yardımıyla düşmanlarıyla savaştı. Galip gelince de bu sefer ona yardım eden kavmi öldürmeye başladı» demelerini istemiyorum" buyurdu ve:

“Allahım! Onları dübeyle ile vur!" diye dua etti. Biz:

Resûlallah! Dübeyle de ne oluyor?" diye sorduğumuzda:

“Ateş parçasıdır. Birinin kalp damarına düşünce onu helak eder" karşılığını verdi.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Başaramayacakları bir şeye giriştiler..." âyetini açıklarken:

“Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) razı olmasa da Abdullah b. Ubey'ye tacı giydirmeye kalkışmalarıdır" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih:

“...Başaramayacakları bir şeye giriştiler..." âyetini açıklarken:

“Abdullah b. Ubey'ye taç giydirmeye kalkışmalarıdır" demiştir.

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, İkrime'den bildirir: Adiy b. Ka'b'ın azatlılarından biri Ensar'dan bir adamı öldürdü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de diyet olarak on iki bin dirheme hükmetti. "...Sırf Allah ve Resûlü kendi lütfü ile onları zengin kıldığı için intikam almaya kalktılar..." âyeti da onun hakkında nazil olmuştur.

İbn Mâce, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bir adam öldürüldü. Allah Resûlü de diyet olarak on iki bin dirheme hükmetti. "...Sırf Allah ve Resûlü kendi lütfü ile onları zengin kıldığı için intikam almaya kalktılar..." âyeti da bunu anlatmaktadır. Zengin olmaları da diyeti almaları ile olmuştur.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Sırf Allah ve Resûlü kendi lütfü ile onları zengin kıldığı için intikam almaya kalktılar..." âyetini açıklarken:

“Katil ödeyemeyeceği bir diyeti vermekle yükümlü tutulunca bu diyeti onun yerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) verdi" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Urve'den bildirir: Cülâs adamın birine kefil olmuştu veya bir borcu vardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu kefalet bedelini veya bu borcu onun yerine ödedi. "...Sırf Allah ve Resûlü kendi lütfü ile onları zengin kıldığı için intikam almaya kalktılar..." âyeti da bunu anlatmaktadır.

Ebu'ş-Şeyh, Dahhâk'tan bildirir: Sonrasında Yüce Allah:

“...Eğer tövbe ederlerse kendileri için hayırlı olur. Şayet yüz çevirirlerse Allah onları dünyada ve âhirette can yakıcı azaba uğratır..." buyurarak onları tövbe etmeye çağırmıştır. Burada dünyadaki azap öldürülmedir. Âhiretteki azap ise Cehennem ateşidir.

Ebu'ş-Şeyh, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

"Bazıları kötü bir işe kalkışıp bir şey yapmak istediler. Bu kişiler kalkıp bağışlanma dilesin" buyurdu. Bunu üç defa tekrarlamasına rağmen kimseler kalkmayınca:

“Ey Filan! Kalk! Ey falan! Kalk!" buyurdu. İsmini verdiği kişiler kalkıp:

“Allah'tan bağışlanma dileriz" deyince, Allah Resûlü:

“Vallahi ben de sizi tövbeye davet edecektim, ancak Yüce Allah (ayet indirerek) benden daha hızlı davrandı" buyurdu.

Ebu'ş-Şeyh, Dahhâk'tan bildirir: İbn Abbâs bana şöyle dedi:

“Diyeceklerimi iyice aklında tut. Kur'ân'da:

“...Artıkonlar için yeryüzünde ne bir dost nede bir yardımcı vardır" şeklinde geçen tüm ifadeler müşrikler hakkındadır. Zira müminlerin yardımcıları ve şefaatçileri çoktur."

75

Bkz. Ayet:77

76

Bkz. Ayet:77

77

"İçlerinden, «Eğer Allah bize lütuf ve kereminden verirse, mutlaka bol bol sadaka veririz ve mutlaka salihlerden oluruz» diye Allah'a söz verenler de vardır. Fakat Allah, lütuf ve kereminden onlara verince, onda cimrilik ettiler ve yüz çevirerek dönüp gittiler. Allah'a verdikleri sözden caydıkları ve yalana oldukları için O'nunla karşılaşacakları güne kadar Allah kalplerine nifak soktu."

Hasan b. Süfyân, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Mende, Askerî, el-Emsâl'de, Bâverdî, İbn Merdûye, Ebû Nuaym, Ma'rifetu's- Sahâbe'de, Beyhakî, Delâil'de ve İbn Asâkir, Ebû Umâme el-Bâhilî'den bildirir. Sa'lebe b. Hâtib, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

Resûlallah! Allah'a dua et bana mal versin" dedi. Allah Resûlü:

“Yazık sana ey Sa'lebe! Şükrünü eda edebileceğin az mal altından kalkamayacağın çok maldan hayırlıdır" karşılığını verdi. Sa'lebe yine:

Resûlallah! Allah'a dua et bana mal versin" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) yine:

“Yazık sana ey Sa'lebe! Şükrünü eda edebileceğin az mal, altından kalkamayacağın çok maldan hayırlıdır" karşılığını verdi. Sa'lebe bir daha:

Resûlallah! Allah'a dua et bana mal versin" dedi. Allah Resûlü:

“Yazık sana ey Sa'lebe! Benim gibi olmak istemez misin? Zira ben de istesem Rabbim bu dağları altına çevirir ve yanımda yürütür" karşılığını verince, Sa'lebe:

Resûlallah! Allah'a dua et bana mal versin! Seni hakla gönderene yemin olsun ki Yüce Allah bana mal ihsan ederse herkese bu malda olan hakkını vereceğim" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yazık sana ey Sa'lebe! Şükrünü eda edebileceğin az mal, altından kalkamayacağın çok maldan hayırlıdır" buyurunca, Sa'lebe yine:

Resûlallah! Bana mal vermesi için Allah'a dua et" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allahım! Ona mal ihsan et" diye dua etti.

Sonrasında Sa'lebe birkaç koyun aldı. Yüce Allah bunlara bereket verince kurtçukların çoğalması gibi çoğaldılar. Öyle ki Medine'ye sığamaz oldu ve şehir dışına çıkmak zorunda kaldı. Medine dışına çıkınca gündüzleri Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte cemaat namazlarına katılıyor, ancak akşam ile yatsı namazlarına gelemiyordu. Sonrasında koyunları bir daha kurtçukların çoğalması gibi çoğaldı. Bulunduğu yere sığamayınca biraz daha Medine'den uzaklaştı. Uzaklaşınca da artık gece veya gündüz hiçbir cemaat namazına katılamaz oldu. Sadece Cuma'dan Cuma'ya namaza gelmeye başladı. Sonrasında koyunları bir daha kurtçukların çoğalması gibi çoğaldı. Bulunduğu yere de sığmaz oldu. Daha geniş bir yere taşınınca Medine'den daha da fazla uzaklaştı. Uzaklaşınca da artık Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte ne bir Cuma, ne de cenaze namazına katılamaz oldu. Müslümanların haberlerini de karşılaştığı yolculara sorup alabiliyordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun yokluğunu hissedince kendisine ne olduğunu sordu. Ashab, koyun aldığını, yeri daralınca Medine'den çıkmak zorunda kaldığını söylediler ve durumunu anlattılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sa'lebe b. Hâtib'e yazık oldu!" buyurdu.

Yüce Allah:

“Mallarının bir kısmını, kendilerini temizleyip arıtacak sadaka olarak al, onlara dua et; senin duan onlar için bir güvendir. Allah işitir ve bilir" buyurup zekatı emredince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), biri Cüheyne kabilesinden biri de Selime oğullarından iki adamı zekat toplamak üzere gönderdi. Gönderirken de zekat olarak alınacak hayvanların yaşlarını, nasıl alınacaklarını açıklayan bir kağıt yazdı. Dolaşırken de Sa'lebe b. Hâtib ile Süleym oğullarından bir adama da uğrayıp mallarının zekatını almalarını söyledi. Medine'den çıkınca ilk önce Sa'lebe'ye uğradılar ve zekatı vermesini istediler. Sa'lebe:

“Bana bu konudaki yazıyı gösterin" deyince, kağıdı ona verdiler. Sa'lebe kağıdı alıp okuyunca:

“Bu cizyeden başka bir şey değildir! Şimdilik gidin, işinizi bitirdikten sonra dönüşte bana uğrayın" dedi. Bunun üzerine bu iki adam yollarına devam ettiler. Süleym oğullarından olan adam onların geldiğini işitince zekat olarak en güzel develerini seçip onları karşıladı. "Zekat olarak en iyilerini vermen gerekmiyor" dediklerince, Süleym oğullarından olan adam:

“Yüce Allah'a ancak en iyi mallarımla yakınlaşırım" karşılığını verdi.

İşlerini bitirdiklerinde dönüşte bir daha Sa'lebe'ye uğradılar. Sa'lebe:

“Bana bu konudaki yazıyı gösterin" deyince, kağıdı ona verdiler. Sa'lebe kağıdı alıp okuyunca:

“Bu cizyeden başka bir şey değildir! Şimdilik gidin ben bu konuyu bir düşüneyim" dedi. İki adam yola düşüp Medine'ye döndüler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları görünce henüz onlarla hiçbir şey konuşmadan:

“Sa'lebe b. Hâtib'e yazık oldu!" buyurdu ve Süleym oğullarından olan adama da bereket için dua etti. Bunun üzerine Yüce Allah:

“İçlerinden, «Eğer Allah bize lütuf ve kereminden verirse, mutlaka bol bol sadaka veririz ve mutlaka salihlerden oluruz» diye Allah'a söz verenler de vardır. Fakat Allah, lütuf ve kereminden onlara verince, onda cimrilik ettiler ve yüz çevirerek dönüp gittiler. Allah'a verdikleri sözden caydıkları ve yalancı oldukları için O'nunla karşılaşacakları güne kadar Allah kalplerine nifak soktu" âyetlerini indirdi.

Sa'lebe'nin akrabalarından bazıları bu âyetleri duyunca yanına gittiler ve:

“Yazık sana ey Sa'lebe! Yüce Allah seni hakkında şu şu şekilde âyet indirdi" dediler. Sa'lebe hemen Allah Resûlü'ne geldi ve:

Resûlallah! Malımın zekatını getirdim" dedi. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah senin zekatını kabul etmememi istedi" karşılığını verince, Sa'lebe ağlamaya ve başına toprak saçmaya başladı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunu kendine yine kendin ettin! Oysa ben sana nasihat etmiştim, ama sen dinlemedin" buyurdu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat edene kadar Sa'lebe'nin zekatını kabul etmedi. Ebû Bekr halife olunca yanına geldi ve:

“Ey Ebû Bekr! Ensar içindeki konumumu biliyorsun. Onun için zekatımı kabul et" dedi. Ancak Ebû Bekr:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kabul etmemişken ben mi kabul edip alacağım!" karşılığını verip zekatını almayı kabul etmedi.

Ömer b. el-Hattâb halife olunca bu sefer onun yanma geldi. Araya Muhacirlerden, Ensar'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) zevcelerinden kişileri aracı koyup:

“Ey Hafsa'nın babası! Ey müminlerin emiri! Zekatımı kabul et" dedi. Ancak Ömer:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Ebû Bekr kabul etmemişlerken ben mi kabul edip alacağım!" karşılığını verdi ve zekatını almayı kabul etmedi. Osman'ın hilafeti zamanında da Sa'lebe öldü. Zekat konusunda inen:

“Sadakalar hususunda gönüllü bağışta bulunan müminlerle, güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanları çekiştirip onlarla alay edenler var ya; işte Allah asıl onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için elem dolu bir azap vardır" âyeti de onun hakkında nazil olmuştur.

İbn Cerîr, İbn Ebt Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“İçlerinden, "Eğer Allah bize lütuf ve kereminden verirse, mutlaka bol bol sadaka veririz ve mutlaka salihlerden oluruz" diye Allah'a söz verenler de vardır" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Ensar'dan Sa'lebe adında bir adam vardı. Bu kişi bir meclise gelip oradakilerin hepsini şahit tutarak:

“Şayet Yüce Allah lütfundan bana mal verirse herkese bu maldaki hakkını verecek, tasaddukta bulunacak ve akrabalarıma da yardım edeceğim" dedi. Yüce Allah da onu deneyerek bol rızık verdi. Ancak Sa'lebe bol miktarda mala sahip olunca verdiği sözü unutup tutmayarak Yüce Allah'ın öfkesine maruz kaldı. Yüce Allah onun kıssasını Kur'ân'da zikretmiştir.

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Abdullah b. Mes'ûd'dan bildirir: Münafığı üç şeyden tanıyabilirsiniz. Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman sözünde durmaz, yaptığı anlaşmaya ihanet eder. Zira Yüce Allah:

“İçlerinden, «Eğer Allah bize lütuf ve kereminden verirse, mutlaka bol bol sadaka veririz ve mutlaka salihlerden oluruz» diye Allah'a söz verenler de vardır" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Abdullah b. Amr:

“Üç şey bir kişide bulunduğu zaman o kişi münafıktır. Bunlar da konuştuğu zaman yalan söylemesi, söz verdiği zaman sözünde durmaması, verilen emanete ihanet etmesidir" dedi ve:

“İçlerinden, «Eğer Allah bize lütuf ve kereminden verirse, mutlaka bol bol sadaka veririz ve mutlaka salihlerden oluruz» diye Allah'a söz verenler de vardır" âyetini okudu.

Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Nesâî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Üç şey kişinin münafık olduğunu gösterir. Bunlar da konuştuğu zaman yalan söylemesi, söz verdiği zaman sözünde durmaması, verilen emanete ihanet etmesidir" buyurmuştur.

Ebu'ş-Şeyh ve Harâitî, Mekârimu'l-Ahlâk'da Muhammed b. Ka'b el- Kurazî'den bildirir: Münafığın emanete ihanet etmesi, verdiği sözde durmaması ve konuştuğu zaman yalan söylemesi gibi üç özelliğini duyduğumda bunları Kur'ân'da uzun bir süre aradım. En sonunda da buldum. Yüce Allah bu konuda:

“İçlerinden, "Eğer Allah bize lütuf ve kereminden verirse, mutlaka bol bol sadaka veririz ve mutlaka salihlerden oluruz" diye Allah'a söz verenler de vardır. Fakat Allah, lütuf ve kereminden onlara verince, onda cimrilik ettiler ve yüz çevirerek dönüp gittiler. Allah'a verdikleri sözden caydıkları ve yalancı oldukları için O'nunla karşılaşacakları güne kadar Allah kalplerine nifak soktu" buyurur. Yine:

“Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir" buyurur. Yine:

“Münafıklar sana geldiklerinde: «Şahitlik ederiz ki sen Allah'ın Peygamberisin, derler. Allah da bilir ki sen elbette, O'nun Peygamberisin.» Allah, münafıkların kesinlikle yalancı olduklarını bilmektedir" buyurur.

Ebu'ş-Şeyh, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Bu şekilde Allah'a söz veren kişi Ensar'dan bir adamdı. Daha sonra bir amcası oğlu ölünce miras olarak kendisine bol miktarda mal kaldı. Bu malı alınca da cimrileşti ve daha önceden Allah'a verdiği sözü unuttu, yerine getirmedi. Bunun ardından Yüce Allah'ın huzuruna çıkana kadar kalbine bir nifak girdi. İşte:

“Allah'a verdikleri sözden caydıkları ve yalancı oldukları için O'nunla karşılaşacakları güne kadar Allah kalplerine nifak soktu" âyeti da bunu anlatmaktadır.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Kılâbe:

“Arzularına göre hareket edenler münafıklara benzerler. Arzularına göre hareket edenler çelişkili konuşur ve nifak için uğraşırlar. Münafıklar da çelişkili konuşur ve nifak için uğraşırlar" dedi ve:

“İçlerinden, «Eğer Allah bize lütuf ve kereminden verirse, mutlaka bol bol sadaka veririz ve mutlaka salihlerden oluruz» diye Allah'a söz verenler de vardır" âyetini, "İçlerinden sadakalar konusunda sana dil uzatanlar da var. Kendilerine ondan bir pay verilirse, hoşnut olurlar; eğer kendilerine ondan bir pay verilmezse, hemen kızarlar" âyetini ve:

“Yine onlardan peygamberi inciten ve «O her şeye kulak kesiliyor» diyen kimseler de vardır. De ki:

“O, sizin için bir hayır kulağıdır ki Allah'a inanır, müminlere inanır. İçinizden inanan kimseler için bir rahmettir. Allah'ın Resûlünü incitenler için ise elem dolu bir azap vardır" âyetini okudu.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“Allah'a verdikleri sözden caydıkları ve yalancı oldukları için O'nunla karşılaşacakları güne kadar Allah kalplerine nifak soktu" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Yalandan sakının, zira yalan nifakın kapısıdır. Doğruluktan da şaşmayın, zira doğruluk imanın kapısıdır. Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) naklen bildirildiğine göre Hazret-i Musa, İsrail oğullarına Tevrat'la geldiği zaman İsrail oğulları:

“Tevrat'ın hükümleri çok fazla ve hepsini uygulama imkanımız olmaz. Sen bize işin özü olacak ve yaşayabileceğimiz kadarını Allah'tan iste" dediler. Hazret-i Musa:

“Yavaş olun ey kavmim! Yavaş olun! Bu Allah'ın kitabı, açıklamalan, nurudur ve bizi günahlardan koruyacaktır" diye çıkıştıysa da yine aynı şeyleri söylediler. Hazret-i Musa, İsrail oğullarıyla bunu üç defa denedi, ancak olmadı. Sonunda Yüce Allah şöyle buyurdu:

“O zaman onlara üç şeyi emrediyorum şayet bunları yerine getirirlerse Cennete girerler. Miras taksimatını gereği gibi yapsınlar ve kimsenin hakkını yemesinler. Giriş izni almadan evlerden içeriye gizlice bakmasınlar. Yemek için de namazda olduğu gibi abdest alsınlar." Hazret-i Musa bu yeni emirlerle İsrail oğullarının yanına döndüğü zaman çok sevindiler. Zira bunları kolaylıkla yerine getirebileceklerini düşündüler. Vallahi çok bir zaman geçmedi ki bunları da yerine getiremez oldular. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrail oğulları hakkında bunları anlattıktan sonra şöyle buyurdu:

“Siz bana altı konuda garanti verin ben de size Cenneti garanti edeyim. Konuştuğunuzda yalan söylemeyin. Verdiğiniz sözden dönmeyin. Size verilen emanete ihanet etmeyin. Bakışlarınızı günahtan sakının. Ellerinizi ve namusunuzu haram olan şeylerden uzak tutun." Allah'ın korudukları hariç vallahi bunlar da pek ağır ve zor şeylerdir.

78

Hâlâ (o münâfıklar) bilmediler mi ki, Allah, onların gizledikleri sırları da bilir, fısıltılarını da... Allah, bütün gaibleri kemâliyle bilendir.

79

"Sadaka vermekte gönülden davranan müminlere dil uzatan ve ancak ellerinden geldiği kadar verebilenlerle alay eden kimseleri Allah maskaraya çevirmiştir. Onlar için can yakıcı azap vardır"

Buhârî, Müslim, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym, el-Ma'rife'de İbn Mes'ûd'dan bildirir: Sadakayı emreden âyet nazil olduğunda bizler sırtımızda yük taşırdık. Adamın biri sadaka olarak bol miktarda mal getirince bazıları:

“Gösteriş yapıyor" dediler. Ebû Akîl sadaka olarak yarım sâ' getirince bu kez:

“Yüce Allah'ın bu adamın sadakasına ihtiyacı yok" demeye başladılar. Bunun üzerine:

“Sadaka vermekte gönülden davranan müminlere dil uzatan ve ancak ellerinden geldiği kadar verebilenlerle alay eden kimseleri Allah maskaraya çevirmiştir. Onlar için can yakıcı azap vardır" âyeti nazil oldu.

Bezzâr, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir müfreze çıkarmak istiyorum onun için sadakada bulunun" buyurunca, Abdurrahman b. Avf:

Resûlallah! Benim dört bin dinarım var. İkibinini aileme kaldırıp ikibinini de sadaka olarak veriyorum" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah verdiğini de ailen için ayırdığım da sana bereketli kılsın" diye dua etti. Ensar'dan da bir adam gelip:

Resûlallah! Ben ücretle kuyudan su çekiyordum ve bunun karşılığında iki sâ' hurma elde ettim. Bu iki sâ'ın birini Rabbime ödünç olarak veriyorum, birini de aileme ayırıyorum" dedi. Münafıklar bunu görünce:

“Vallahi Abdurrahman b. Avf bu verdiğini ancak gösteriş olsun diye verdi" demeye başladılar. Hurma veren adam için de:

“Allah ile Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu adamın bir sâ'ına ihtiyaçları mı var!" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Sadaka vermekte gönülden davranan müminlere dil uzatan ve ancak ellerinden geldiği kadar verebilenlerle alay eden kimseleri Allah maskaraya çevirmiştir. Onlar için can yakıcı azap vardır" âyetini indirdi.

İbn Merdûye, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sadaka verilmesini söyleyince Abdurrahman b. Avf sadakasını getirdi. Diğer müminler de imkanları dahilinde sadaka olarak bir şeyler getirdiler. Ebû Akîl de bir sâ' hurma ile geldi ve:

Resûlallah! Ben ücretle kuyudan su çekiyordum ve bunun karşılığında iki sâ' hurma elde ettim. Birini aileme azık olarak ayırdım, diğerini de sana getirdim" dedi. Münafıklar bunu görünce:

“Abdurrahman getirdiğini ancak gösteriş olsun diye verdi. Yüce Allah'ın, Ebû Akîl'in de sadakasına ihtiyacı yok" demeye başladılar. Bunün üzerine Yüce Allah:

“Sadaka vermekte gönülden davranan müminlere dil uzatan ve ancak ellerinden geldiği kadar verebilenlerle alay eden kimseleri Allah maskaraya çevirmiştir. Onlar için can yakıcı azap vardır" âyetini indirdi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Bağavî, Mu'cem'de, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym, el-Ma'rife'de Ebû Akîl'den bildirir: Sırtımda ücretle su taşıyarak iki sâ' hurma kazandım. Bir sâ'ını azık olarak aileme verdim, diğerini Rabbime yakınlaşmak için sadaka vermek üzere Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) getirdim. Hurmayı nasıl kazandığımı ve ne şekilde getirdiğimi ona anlattığımda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onu Mescid'de bir yere dök" buyurdu. Ancak bunu gören münafıklar alay ederek:

“Yüce Allah'ın bu miskinin bir sâ'lık hurmasına ihtiyacı yok!" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Sadaka vermekte gönülden davranan müminlere dil uzatan ve ancak ellerinden geldiği kadar verebilenlerle alay eden kimseleri Allah maskaraya çevirmiştir. Onlar için can yakıcı azap vardır" âyetini indirdi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Sadaka vermekte gönülden davranan müminlere dil uzatan ve ancak ellerinden geldiği kadar verebilenlerle alay eden kimseleri Allah maskaraya çevirmiştir. Onlar için can yakıcı azap vardır" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Abdurrahman b. Avf sadaka olarak Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) kırk ûkiyye getirdi. Ensâr'dan bir adam ise bir sâ' yiyecek getirdi. Münafıklardan bazıları:

“Vallahi Abdurrahman bu getirdiğini sırf gösteriş olsun diye getirdi" dediler. Ensâr'dan olan adam için de:

“Yüce Allah'ın ve Resûlünün bu adamın bir sâ'lık yiyeceğini ihtiyacı yok!" dediler.

İbn Cerîr, Abdurrahman b. Abdillah b. Ka'b b. Mâlik'ten bildirir:

“Sadaka olarak bir sâ' hurma getirip de münafıklar tarafından alaya alınan kişi Ebû Hayseme el-Ensârî'dir."

Bağavî, Mu'cem'de, İbn Kâni' ve İbn Merdûye, Saîd b. Osman el- Belevî'den, o da ninesinden bildirir:

“Sadaka olarak hurma götüren ve münafıklarca alaya alınan Sehl b. Râfi'nin kızı Umeyre'nin bana bildirdiğine babası yanına bir sâ' hurma ile kendisini alarak Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gitmiştir."

Abdurrezzâk ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Katâde:

“Sadaka vermekte gönülden davranan müminlere dil uzatan ve ancak ellerinden geldiği kadar verebilenlerle alay eden kimseleri Allah maskaraya çevirmiştir. Onlar için can yakıcı azap vardır" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Abdurrahman b. Avf sekiz bin dinarlık olan malının yarısı olan dört bin dinarı sadaka olarak verdi. Bu hareketi üzerine bazı münafıklar:

“Abdurrahman büyük bir riyakâr!" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Sadaka vermekte gönülden davranan müminlere dil uzatan..." buyurdu. Ensar'dan bir adamın da iki sâ' hurması vardı ve bir sâ'ını getirip sadaka olarak verdi. Bu adam hakkında da bazı münafıklar:

“Yüce Allah'ın bu bir sâ'lık hurmaya ihtiyacı yoktur" dediler ve bu şekilde onlara dil uzatıp alaya aldılar. Bu konuda da Yüce Allah:

“...Ancak ellerinden geldiği kadar verebilenlerle alay eden kimseleri Allah maskaraya çevirmiştir..." buyurdu.

Ebû Nuaym, el-Ma'rife'de Katâde'den bildirir: Müslümanların fakirlerinden Ebû Akîl künyeli Habhâb adında biri Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

Resûlallah! Dün iki sâ' hurma karşılığı su taşıdım. Bunun bir sâ'ını aileme sakladım diğerini de sadaka vermek üzere getirdim" dedi. Bazı münafıklar:

“Allah ve Resûlü bu adamın bir sâ'lık hurmasına muhtaç değil" deyince de Yüce Allah:

“Sadaka vermekte gönülden davranan müminlere dil uzatan ve ancak ellerinden geldiği kadar verebilenlerle alay eden kimseleri Allah maskaraya çevirmiştir. Onlar için can yakıcı azap vardır" âyetini indirdi.

İbn Ebî Hâtim, Enes'ten bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanların sadaka vermesini isteyince Abdurrahman b. Avf dört bin (dinar) getirdi ve:

Resûlallah! Bunu sadaka olarak veriyorum" dedi. Ancak münafıklarından bazıları ona dil uzatarak:

“Abdurrahman bunu sırf gösteriş olsun diye getirip verdi" dediler. Ebû Akîl de sadaka olarak bir sâ' hurma getirince, yine münafıklardan bazıları: Yüce Allah'ın Ebû Akîl'in bu bir sâ' hurmasına ihtiyacı yok" demeye başladılar. Bunun üzerine:

“Sadaka vermekte gönülden davranan müminlere dil uzatan ve ancak ellerinden geldiği kadar verebilenlerle alay eden kimseleri Allah maskaraya çevirmiştir. Onlar için can yakıcı azap vardır. Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme (fark etmez.) Onlar için yetmiş kez bağışlanma dilesen de, Allah onları asla affetmeyecektir.," âyetleri nazil oldu.

İbnu'l-Münzir ile İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanların sadaka vermelerini isteyince sekiz bin dinarı bulunan Abdurrahman b. Avf, bunun dört bin dinarını getirdi ve:

“Bunu Allah'a ödünç olarak veriyorum. Bir bu kadarı da bana kaldı" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de ona:

“Verdiğini, de kendine ayırdığım da Allah bereketli kılsın" diye dua etti. Ensâr'dan Ebû Nehîk adında biri de bir sâ' hurma getirdi. Gece boyu ücretle su taşımış ve sabahlayınca da karşılık olarak aldığı bir sâ' hurmayı sadaka olarak getirmişti. Münafıklardan bir adam:

“Abdurrahman b. Avf büyük bir riyakârdır" dedi. Ebû Nehîk için de:

“Yüce Allah'ın bu adamın bir sâ'lık hurmasına ihtiyacı yok" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Sadaka vermekte gönülden davranan müminlere dil uzatan ve ancak ellerinden geldiği kadar verebilenlerle alay eden kimseleri Allah maskaraya çevirmiştir. Onlar için can yakıcı azap vardır" âyetini indirdi. Burada kendisine dil uzatılan kişi Abdurrahman b. Avf, ellerinden geldiği kadar verebilenden kasıt da bir sâ' hurma getiren Ebû Nehîk'tir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî b. Enes bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Müslümanlar büyük bir kıtlık yaşadılar. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Müslümanlar! Sadaka verin!" buyurarak müslümanların sadaka vermesini istedi. Müslümanlar da sadaka olarak bir şeyler getirmeye başladılar. Abdurrahman b. Avf dört yüz ûkiyye altın getirdi ve:

“Sekiz yüz ûkiyye altınım vardı, dört yüzünü getirdim" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Allahım! Verdiğini de, kendisinde bıraktığını da bereketli kıll" diye dua etti.

İbn Ebî Hâtim, İkrime'den bildirir: Fıtır sadakasının verilmesi sırasında Abdurrahman b. Avf sadaka olarak büyük bir meblağ verdi. Asım b. Adiy de aynı miktarda sadaka verdi. Adamın biri sadaka olarak iki sâ', biri de bir sâ' yiyecek verince insanlardan biri:

“Abdurrahman bu miktarı övünmek ve gösteriş için verdi. Yüce Allah'ın da bir veya iki sâ' yiyecek getirenlerin bu sâ'Iarına ihtiyacı yok" diyerek onları alaya aldı. Bunun üzerine:

“Sadaka vermekte gönülden davranan müminlere dil uzatan ve ancak ellerinden geldiği kadar verebilenlerle alay eden kimseleri Allah maskaraya çevirmiştir. Onlar için can yakıcı azap vardır" âyeti nazil oldu.

İbn Ebî Hâtim, İbn Zeyd'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanların sadaka vermesini isteyince, Ömer b. el-Hattâb:

“Bunu yaparız" dedi. Sonra gidip malının yarısını alıp geldi ve:

“Yanımda bol miktarda mal getirdim" dedi. Münafıklardan bir adam ona:

“Ey Ömer! Gösteriş mi yapıyorsun?" diye sorunca, Ömer:

“Allah ve Resûlüne evet, ama diğerlerine karşı değil!" karşılığını verdi. Ensar'dan yanında bir şeyi bulunmayan bir adam da geldi. Bu kişi ücretle su çekmiş ve bunun karşılığında iki sâ' yiyecek almıştı. Bunun bir sâ'ını ailesine ayırıp diğerini sadaka olarak getirmişti. Bunu gören münafıklardan bazıları da:

“Yüce Allah ve Resûlünün senin bu bir sâ'ına ihtiyacı yok!" dediler. İşte:

“Sadaka vermekte gönülden davranan müminlere dil uzatan ve ancak ellerinden geldiği kadar verebilenlerle alay eden kimseler..." âyetinden kasıt budur.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini:

"Sadaka verirken gönülden davrananlara dil uzatanlar" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime:

“...Ancak ellerinden geldiği kadar verebilenler..." âyetini açıklarken:

“Bundan kasıt Rifâa b. Sa'd'dır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Şa'bî: (.....) âyetini açıklarken:

“Cühd yiyecek ve azıkta, Cehd ise amelde olur" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süfyân bu âyeti açıklarken:

“Cühd kişinin gücü ile takati, Cehd ise kişinin maddi imkanı anlamındadır" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn İshâk'tan bildirir: Elinden geldiği kadar sadaka veren kişi Ebû Akîl künyeli Sehl b. Râfi'dir. Bir sâ' hurma getirip sadaka mallarının üzerine boşaltmıştı. Ancak bazıları bununla alay edip:

“Yüce Allah'ın Ebû Akîl'in bu sadakasına ihtiyacı yok!" dediler.

Bağavî, Mu'cem'de ve Ebu'ş-Şeyh, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ayağa kalktı ve şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Sadaka verin! Sadaka verin ey insanlar! Verin ki kıyamet gününde bu konuda size şahitlik edeyim. Zira biriniz geceye yatarken devesinin yavrusu süte doymuş olur da yanı başındaki amcaoğlu geceyi aç geçirebilir. Birinizin ağaçları bol meyve verirken komşusu miskin ve bir şeye gücü yetmiyor olabilir. Onun için bir devenin sütünü sadaka olarak dağıtmanın, ihtiyacı olan bir eve sabah bir, akşam bir kâse süt vermenin, sabah kahvaltılıklarını akşam yemeklerini tedarik etmenin sevabı büyüktür. Bunun üzerine adamın biri kalktı ve:

Resûlallah! Bende dört tane dişi deve var onu veriyorum" dedi. Kısa boylu çirkin yüzlü bir adam da çok güzel bir deve getirince münafıklardan bir adam duyulmayacak bir şekilde:

“Bu adamın devesi kendisinden daha güzel" dedi. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) duymayacağını sanıyordu ama, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu duydu ve adama:

“Yalan söyledin! Zira bu adam senden de, deveden de daha hayırlıdır" karşılığını verdi.

Sonra Abdurrahman b. Avf kalktı ve:

Resûlallah! Bende sekiz bin dinar var. Bunun dört binini aileme bıraktım, dört binini de getirdim Allah'a takdim ediyorum" dedi. Münafıklar onun bu verdiğini çok gördüler. Asım b. Adiy el- Ensârî de kalkıp:

Resûlallah! Bu yıl topladığım yetmiş vesk hurmam var, onları veriyorum" dedi. Münafıklar onun da bu verdiğini çok buldular ve:

“Gösteriş ve nam için bu adam dört bin dinar getirirken öteki de yetmiş vesk getirdi. Bunu gizli bir şekilde veremezler miydi? Veya buraya getirmeden dağıtamazlar mıydı?" dediler. Daha sonra Ensar'dan Ebû Akîl künyeli Habhâb adında bir adam kalktı ve:

Resûlallah! Dün filan oğullarına ücretle sırtımda su taşıdım. Bunun karşılığında da iki sâ' hurma aldım. Bir sâ'ını aileme verdim, diğerini de Allah'a sunmak üzere buraya getirdim" dedi. Ancak münafıklar onu alaya alıp:

“Devesi olan deve, gümüşü olan gümüş getirirken bu adam birkaç hurmayla geldi" demeye başladılar. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Sadaka vermekte gönülden davranan müminlere dil uzatan ve ancak ellerinden geldiği kadar verebilenlerle alay eden kimseleri Allah maskaraya çevirmiştir. Onlar için can yakıcı azap vardır" âyetini indirdi.

Abdullah b. Ahmed, Zühd'ün zevaidi olarak Ebu's-Selîl'den bildirir: Meclisimizde ihtiyar bir adam durup şöyle dedi: Babamın veya amcamın bana anlattığına göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bakî'de iken:

“Kim bir sadaka verir, kıyamet günü Allah'ın huzurunda onun şahidi olayım?" buyurdu. Bunun üzerine vallahi Bakî'de onun kadar siyah tenli, onun kadar kısa boylu, onun kadar çirkin gözü olmayan bir adam yine Bakî'de kendisi gibi güzeli olmayan bir deve ile geldi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“Bu sadaka mı?" diye sorunca, adam:

“Evet, yâ Resûlallah!" karşılığını verdi. Ancak adamın biri onu alaya alarak:

“Sadaka olarak bunu mu verecek! Vallahi devesi kendisinden daha hayırlıdır" dedi. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) adamın bu dediğini işitti ve üç defa:

“Yalan söyledin! Aksine bu adam senden de, deveden de daha hayırlıdır" buyurdu... Sonra:

“Az da olsa malını şöyle şöyle dağıtanlar müstesnadır" buyurdu. Sonra da:

“Malı az ibadeti çok olan kurtuluşa ermiştir! Malı az, ibadeti çok olan kurtuluşa ermiştir!" buyurdu.

Ebû Dâvud, İbn Huzeyme ve Hâkim, Ebû Hureyre'den bildirir:

Resûlallah! Hangi sadaka daha üstündür?" diye sorduğumda:

“Malı az olanın gücü yettiğince verdiğidir. Vermeye de bakımından sorumlu olduğun kişilerden başla" buyurdu.

80

"Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kez bağışlanma dilesen de, Allah onları asla affetmeyecektir. Bu, onların Allah ve Resûlünü inkâr etmiş olmaları sebebiyledir. Allah, fasık topluluğu doğru yola İletmez"

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Urve'den bildirir: Abdullah b. Ubey, arkadaşlarına:

“Şayet Muhammed ile ashâbına bu şekilde yardımda bulunmasaydınız ashabı onun etrafından uzaklaşırlardı" dedi. Kur'ân'da da zikredildiği gibi Abdullah aynı şekilde:

“...Andolsun, eğer Medine'ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır.." diyen kişidir. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kez bağışlanma dilesen de, Allah onları asla affetmeyecektir..." âyetini indirdi. Bu âyet inince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O zaman yetmişten daha fazla bağışlanma dileyeceğim" buyurdu. Yüce Allah da:

“Onlara bağışlama dilesen de, dilemesen de onlar için birdir. Allah, onları asla bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, fasıklar topluluğunu doğru yola iletmez" âyetini indirdi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Mücâhid'den bildirir:

“Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kez bağışlanma dilesen de, Allah onları asla affetmeyecektir..." âyetini nazil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O zaman yetmişten daha fazla bağışlanma dileyeceğim" buyurdu. Yüce Allah buna da cevap olarak:

“Onlara bağışlama dilesen de, dilemesen de onlar için birdir. Allah, onları asla bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, fasıklar topluluğunu doğru yola iletmez" âyetini indirdi.

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildirir: Bu âyet nazil olduğunda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah'ın onlar için bana ruhsat verdiğini biliyorum. Vallahi onlara yetmişten daha fazla bağışlanma dileyeceğim belki onları affeder" buyurdu. Ancak Yüce Allah onlara olan öfkesinin şiddetinden dolayı:

“Onlara bağışlama dilesen de, dilemesen de onlar için birdir. Allah, onları asla bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, fasıklar topluluğunu doğru yola iletmez" karşılığını verdi.

Nehhâs, Nâsih'de İbn Abbâs'tan bildirir:

“Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kez bağışlanma dilesen de, Allah onları asla affetmeyecektir..." âyetini, "Onlara bağışlama dilesen de, dilemesen de onlar için birdir. Allah, onları asla bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, fasıklar topluluğunu doğru yola iletmez" âyeti neshetti.

Ahmed, Buhârî, Tirmizî, Nesâî, İbn Ebî Hâtim, Nehhâs, İbn Hibbân, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym, Hilye'de İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-iÖmer'in şöyle dediğini işittim: Abdullah b. Ubey öldüğü zaman namazını kıldırması için Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) davet edildi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazım kıldırmak üzere durduğunda:

“Filan zamanda şöyle şöyle diyen, filan zamanda da böyle böyle diyen Allah düşmanı Abdullah b. Ubey'yin mi namazını kıldıracaksın?" dedim ve Abdullah'ın dediklerini gün gün saymaya başladım. Ben saydıkça Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tebessüm ediyordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu şekilde uzattığımı görünce şöyle buyurdu:

“Ey Ömer! Geri çekil! Bu konuda muhayyer bırakıldım. Zira bana: «Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kez bağışlanma dilesen de, Allah onları asla affetmeyecektir...» buyruldu. Şayet yetmişten daha fazla bağışlama dilemem halinde bağışlanacaklarını bilsem bunu yapardım." Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazını kıldırdı ve cenazenin ardında yürüdü. Kabrine kadar gitti ve gömülene kadar oradan ayrılmadı. Allah ve Resûlü daha iyi bilmelerine rağmen benim Allah Resûlü'ne karşı olan bu cüretime şaşırdım. Vallahi bu olayın ardından çok zaman geçmedi ki:

“Onlardan ölen hiçbirine asla namaz kılma ve kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Resulünü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler" âyeti nazil oldu. Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat edene kadar hiçbir münafığın namazını kıldırmadı.

İbn Ebî Hâtim, Şa'bî'den bildirir: Müslümanken öyle bir hata yaptım ki benzerini yapmış değilim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Abdullah b. Ubey'in cenaze namazı kılmak isteyince giysisinden tuttum ve şöyle dedim:

“Vallahi Yüce Allah böyle bir şeyi sana emretmedi! Zira:

“Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kez bağışlanma dilesen de, Allah onları asla affetmeyecektir..." buyurdu." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) da:

“Rabbim: «Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme...» buyurarak beni muhayyer bıraktı" karşılığını verdi. Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Abdullah'ın mezarının kenarında oturdu. İnsanlar, Abdullah'ın oğluna:

“Ey Hubâb! Şöyle yap! Ey Hubâb! Böyle yap!" diyorlardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu duyunca:

“Hubâb şeytan ismidir. Senin adın Abdullah olsun" buyurdu.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî:

“Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kez bağışlanma dilesen de, Allah onları asla affetmeyecektir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Münafık Abdullah b. Ubey b. Selûl öldüğü zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şayet yetmiş bir defa ona bağışlanma dilemem halinde bağışlanacağını bilsem bunu yapardım" buyurdu. Sonrasında Yüce Allah:

“Onlardan ölen hiçbirine asla namaz kılma ve kabrinin başında durma..." buyurarak münafıkların namazlarını kılmayı ve kabirleri başında durmayı hükmetti neshetti. "Onlara bağışlama dilesen de, dilemesen de onlar için birdir. Allah, onları asla bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, fasıklar topluluğunu doğru yola iletmez" buyurarak da bu konuda kesin hükmünü verdi.

81

"Allah'ın Rcsûlüne karşı gelerek (sefere çıkmayıp) geri bırakılanlar, oturup kalmalarına sevindiler. Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad etmek hoşlarına gitmedi ve «Bu sıcakta sefere çıkmayın» dediler. De ki: «Cehennemin ateşi daha sıcaktır.» Keşke anlasalardı."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“Allah'ın Resulüne karşı gelerek geri bırakılanlar, oturup kalmalarına sevindiler..." âyetini açıklarken:

“Tebük savaşma katılmayıp geride kalmalarıdır" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Geri bırakılanlar Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile savaşa katılmayıp geride kalanlardır."

İbn Ebî Hâtim, Cafer b. Muhammed'den o da babasından bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) katıldığı son savaş Tebuk savaşıdır. Savaşa katılmak istemeyenler:

“Bu sıcakta savaşa çıkmayın" dedikleri için 'Gazvetu'l- Harri (Sıcaklar Savaşı)' olarak da anılır. Aynı şekilde 'Gazvetu'l-Usra (Zorluk Savaşı)' olarak da anılır.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) insanların kendisiyle birlikte savaşa çıkmalarını istedi. Mevsimlerden yaz olduğu için bazıları:

Resûlallah! Havalar çok sıcak ve bu sıcaklarda yola çıkamayız" deyince, Yüce Allah:

“...Cehennemin ateşi daha sıcaktır..." buyurdu ve herkesin çıkmasını emretti.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs; "...Bu sıcakta sefere çıkmayın, dediler..." âyetini açıklarken der ki:

“Bunu Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebûk savaşına çıkarken münafıklar demiştir."

İbn Cerîr, Muhammed b. Ka'b el-Kurazîve başkasından bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) aşırı sıcakların olduğu bir zamanda Tebuk savaşına çıkmak istedi. Seleme oğullarından bir adam:

“Bu sıcaklarda savaşa çıkmayın" deyince, Yüce Allah:

“...Cehennemin ateşi daha sıcaktır..." âyetini indirdi.

İbn Merdûye, Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Cedd b. Kays'ın savaşa katılmamasına izin verince münafıklardan başkaları da izin istemek üzere Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiler ve:

Resûlallah! Bize de izin ver, zira böylesi sıcaklarda yola çıkamayız" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara izin verdi, ancak onlardan yüz çevirdi. Yüce Allah da:

“...De ki: Cehennemin ateşi daha sıcaktır..." âyetini indirdi.

82

"Yaptıklarının cezası olarak, bundan böyle az gülsünler, çok ağlasınlar"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Yaptıklarının cezası olarak, bundan böyle az gülsünler, çok ağlasınlar" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar dinlerini oyun ve eğlence edinen münafık ve kafirlerdir. Dünyada iken çok gülmelerine karşılık âhirette çok ağlayacakları bildirilmiştir."

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Az gülsünler, çök ağlasınlar" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Dünya hayatı az bir zamana tekabül eder. Bunun için dünyadayken istedikleri kadar gülsünler. Ancak dünya hayatları bitip de Allah'ın huzuruna çıktıkları zaman ardı arkası gelemeyecek bir ağlamanın içine gireceklerdir."

İbn Ebî Şeybe, Ebû Rezîn'den bu yorumun aynısını zikreder.

Buhârî, Tirmizî ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Benim bildiklerimi siz de bilseydiniz az güler çok ağlardınız" buyurmuştur.

İbn Merdûye, Enes'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Muhammed'in nefsi elinde olana yemin olsun ki siz de benim gördüklerimi görseydiniz az güler çok ağlardınız" buyurdu. Ashab:

Resûlallah! Neler gördün ki?" diye sorduklarında, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cennet ile Cehennemi gördüm" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Dârimî, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Hibbân, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Benim bildiklerimi siz de bilseydiniz, az güler çok ağlardınız" buyurmuştur.

Tirmizî ile İbn Mâce, Ebû Zer'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Sizin göremediklerinizi görüyor, duyamadıklarınızı duyuyorum. Semâ çatırdadı ki çatırdamakta haklıydı. Zira semâda bir meleğin alnını koyup secde etmediği dört parmaklık dahi boş bir yer yoktur. Vallahi benim bildiklerimi siz de bilseydiniz, az güler çok ağlardınız.' Yataklar üzerinde kadınlardan zevk almaz, kendinizi dağlara vurur Allah'a yalvarıp yakarırdiniz." Bunu işittikten sonra kesilip yok olan bir ağaç olmayı diledim.

İbn Ebî Şeybe, İbn Mâce ve Ebû Ya'lâ'nın Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ey insanlar ağlayın! Ağlamıyorsanız ağlamaya çalışın. Zira Cehennem ahalisi öyle bir ağlar ki yaşları yanaklarında su kanalı gibi akar. Yaşları bitince de kan ağlamaya başlarlar. Sonrasında gözlerinde öyle derin yaralar açılır ki içine gemi bırakılsa yürür gider. "

İbn Ebi'd-Dünya, Sifatu'n-Nâr'da Zeyd b. Rufay'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Cehennem ahalisi Cehenneme girdiği zaman bir süre gözyaşı döküp ağlarlar. Gözyaşları bitince bir süre irin ağlarlar. Cehennem zebanileri kendilerine: «Ey günahkar insanlar! Ahalisine merhamet edilen dünyada hiç ağlamadınız. Şimdi burada sizlere bir yardımcı bulacak mısınız?» deyince, bunlar yükses sesle: «Ey Cennet ahalisi! Babalar! Anneler! Çocuklar! Mezarlarımızdan susuz olarak çıktık. Hesap için susuz bir şekilde bekledik ve şu anda da çok susamışız. Bize az bir su veya Yüce Allah'ın size ihsan ettiği nimetlerden verin» diye seslenirler. Kırk yıl boyunca bu yönde dua ederler, ama kendilerine cevap verilmez. Sonunda dualarına: «Burada kalıcısınız!» cevabı verilince her türlü hayırdan ümitlerini keserler. "

İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe ve Ahmed, Zühd'de bildirdiğine göre Ebû Mûsa el- Eş'arî, Basra'da insanlara bir hutbe verdi ve şöyle dedi:

“Ey insanlar! Ağlayın! Ağlamıyorsanız ağlamaya çalışın. Zira Cehennem ahalisi gözyaşları bitinceye kadar ağlarlar. Sonrasında da kan ağlamaya başlarlar ki bu kan deryasında gemiler bile yol alabilir."

Ahmed, Zühd'de Abdullah b. Amr'dan bildirir:

“Benim bildiklerimi sizler de bilseniz az güler çok ağlardınız. Herşeyi hakkıyla bilseydiniz sesiniz kesilinceye kadar bağırıp feryat eder, beliniz kırılıncaya kadar secdeden kalkmazdınız."

Ahmed, Zühd'de Ebu'd-Derdâ'dan bildirir:

“Benim bildiklerimi sizler de bilseniz az güler çok ağlardınız. Kurtulup kurtulamayacağınızı bilmeden ağlayarak kendinizi dışarıya atardınız."

83

"Allah seni geri döndürüp, onlardan bîr toplulukla karşılaştırdığı zaman, senden savaşa çıkmak için izin isterlerse, de ki: «Benimle asla çıkamayacaksınız, benim yanımda hiçbir düşmanla savaşmayacaksınız; çünkü baştan, oturup kalmaya razı oldunuz. Artık geri kalanlarla beraber Oturun.»"

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“Allah seni geri döndürüp, onlardan bir toplulukla karşılaştırdığı zaman..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bize bildirilene göre bunlar münafıklardan on iki kişidir. Münafıklar hakkında her ne söylenmişse işte bunlar hakkında denmiştir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Şayet savaşa çıkmak istediğin zaman bunlar yanına gelip seninle savaşa çıkmak için izin isterlerse:

“...Benimle asla çıkamayacaksınız, benim yanımda hiçbir düşmanla savaşmayacaksınız; çünkü baştan, oturup kalmaya razı oldunuz. Artık geri kalanlarla beraber oturun" de."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göne İbn Abbâs:

“...Artık geri kalanlarla beraber oturun" âyetini açıklarken:

“Bunlar savaşa katılmayıp geride kalan kişilerdir" demiştir.

84

Bkz. Ayet:85

85

"Onlardan ölen hiçbirine asla namaz kılma ve kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Resûlünü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler. Onların mallan ve evlatları seni imrendirmesin. Allah, bunlarla ancak, dünyada kendilerine azap etmeyi ve canlarının kâfir olarak çıkmasını İstiyor."

Buhârî, Müslim, İbn Mâce, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de İbn Ömer'den bildirir: Abdullah b. Ubey b. Selûl öldüğü zaman oğlu Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldi ve babasına kefen olarak ondan gömleğini istedi. Allah Resûlü de gömleğini ona verdi. Sonra ondan babasının cenaze namazını kıldırmasını isteyince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazını kıldırmak üzere kalktı. Ömer b. el-Hattâb Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) giysisinden tutup:

Resûlallah! Yüce Allah münafıklarının namazını kılmanı yasaklamışken sen bunun namazını mı kılacaksın?" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah bu konuda: «Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kez bağışlanma dilesen de, Allah onları asla affetmeyecektir...» buyurarak beni muhayyer bıraktı. Ben de onlara yetmişten daha fazla bağışlanma dileyeceğim" karşılığını verdi. Ömer:

“Ama o bir münafıktı" dedi, fakat Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun namazını kıldırdı. Yüce Allah:

“Onlardan ölen hiçbirine asla namaz kılma ve kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Resulünü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler" âyetini indirince Allah Resûlü sonrasında onların namazını kıldırmaz oldu.

Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de İbn Abbâs'tan bildirir: Abdullah b. Abdullah b. Ubey'ye babası:

“Evladım! Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) bir giysi iste ve beni o giysiyle kefenle. Namazımı da onun kıldırmasını söyle" dedi. Abdullah da babasının ölümünden sonra Resulullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

Resûlallah! Abdullah'ın ne kadar saygın biri olduğunu biliyorsun. Kefen olarak senin giysilerinden birini istiyor. Aynı şekilde namazını da senin kıldırmanı istedi" dedi. Ömer:

Resûlallah! Yüce Allah münafıklarının namazını kılmanı yasaklamışken sen bunun namazını mı kılacaksın?" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Nerede yasakladı?" diye sordu. Ömer:

“Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kez bağışlanma dilesen de, Allah onları asla affetmeyecektir..."buyurmadı mı?" deyince, Allah Resûlü:

“Ben de yetmişten fazla bağışlanma dileyeceğim" karşılığını verdi. Yüce Allah:

“Onlardan ölen hiçbirine asla namaz kılma ve kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Resûlünü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler" âyetini indirince Allah Resûlü, Ömer'e haber gönderip bu âyeti ona bildirdi. Yüce Allah bu konuda yine:

“Onlara bağışlama dilesen de, dilemesen de onlar için birdir. Allah, onları asla bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, fasıklar topluluğunu doğrıı yola iletmez" âyetini indirdi.

İbnu'l-Münzir, Ömer b. el-Hattâb'tan bildirir: Abdullah b. Ubey b. Selûl ölümüne sebep olan hastalığına yakalandığı zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu ziyarete gitti. Öldüğünde de onun namazını kıldırıp kabrinin başında durdu. Vallahi ölümünün üzerinden birkaç gün geçmedi ki:

“Onlardan ölen hiçbirine asla namaz kılma ve kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Resûlünü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler" âyeti nazil oldu.

İbn Mâce, Bezzâr, İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Câbir'den bildirir: Münafıkların başı Medine'de öldü. Ölmeden de cenaze namazını Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kıldırmasını, ayrıca Allah Resulünün gömleğinin kendisine kefen yapılmasını vasiyet etti. Ölümünden sonra oğlu Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

“Babam senin gömleğinle kefenlenmeyi ve namazını senin kıldırmanı vasiyet etti" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de kefen olarak ona gömleğini verdi ve namazını kıldırıp mezarının başında durdu. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Onlardan ölen hiçbirine asla namaz kılma ve kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Resûlünü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler" âyetini indirdi.

Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Enes'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Abdullah b. Ubey'yin cenaze namazını kıldırmak isteyince Cebrail onun giysisinden tuttu ve:

“Onlardan ölen hiçbirine asla namaz kılma ve kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Resûlünü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler" dedi.

Ebu'ş-Şeyh, Katâde'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Abdullah b. Ubey'ın yanında durup onu İslam'a davet etti. Ancak Ubey kaba laflar etti ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sakalından tuttu. Bunu gören Ebû Eyyûb:

“Elini Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sakalından çek! Vallahi bana izin verse kılıcımı boynuna dayardım!" dedi. Daha sonra Abdullah b. Ubey hasta olunca Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelmesi için haber gönderdi ve gelirken kendisi için bir gömlek getirmesini istedi. Ömer:

“Vallahi o senin ziyaretine layık biri değil!" deyince, Allah Resûlü:

“Bilakis gideceğim" buyurdu. Yanına geldiğinde:

“Yahudilere olan sevgin seni helak etti" buyurdu. Abdullah:

“Beni azarlaman için değil bana bağışlanma dilemen için çağırdım" karşılığını verdi. Sonra:

“Bana gömleğini ver de ölünce kefenim olsun" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ona gömleğini verdi ve bedenine doğru okuyup üfledi. Ölünce de kabrine indi. Daha sonra Yüce Allah bu konuda:

“Onlardan ölen hiçbirine asla namaz kılma ve kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Resûlünü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler" âyetini indirdi. Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) ona verdiği gömlek hatırlatılınca:

“Gömleğimin ona ne faydası olacak ki? Ben onun vesilesiyle Hazrec oğullarından binden fçızla kişinin Müslüman olmasını umuyorum" buyurdu. Bu konuda da Yüce Allah:

“Onların malları ve evlatları seni imrendirmesin. Allah, bunlarla ancak, dünyada kendilerine azap etmeyi ve canlarının kâfir olarak çıkmasını istiyor" âyetini indirdi.

86

"Allah'a îman edîn ve Resûlü ile bîrlîkte cîhat edin" diye bir sûre indirildiğinde, onlardan servet sahibi olanlar, senden izin istediler ve «Bizi bırak da oturup kalanlarla bîrlîkte olalım» dediler."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini:

“Servet sahibi zenginler" şeklinde açıklamıştır.

87

"Onlar geride kalanlarla birlikte olmaya razı oldular ve kalpleri mühürlendi. Artık onlar anlamazlar."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Onlar geride kalanlarla birlikte olmaya razı oldular..." âyetini açıklarken:

“Geride kalan kadınlarla birlikte olmaya razı oldular" demiştir.

İbn Merdûye, Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildirir: Ali b. Ebî Tâlib, Tebûk savaşına giden Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Vedâ tepesine kadar gitti. Ağlayarak:

“Beni geride kadınlarla birlikte mi bırakıyorsun?" diyordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

“Harun'un Musa yanındaki konumu ne ise Peygamberlik dışında sen de bana aynı konumda olmayı istemez misin?" karşılığını verdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“Onlar geride kalanlarla birlikte olmaya razı oldular..." âyetini açıklarken:

“Kadınların geride kalması gibi onlar da savaşa çıkmayıp geride kalmaya razı oldular" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“Onlar geride kalanlarla birlikte olmaya razı oldular ve kalpleri mühürlendi..." âyetini açıklarken:

“Kadınlar gibi savaşa katılmayıp geride kalmaya razı oldular. Bu davranışlarından dolayı da kalpleri mühürlendi" demiştir.

88

Fakat Peygamber ve onun beraberindeki mü'minler, mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler (savaştılar). İşte bütün hayırlar bunların...Ve asıl kurtuluşa erenler de, işte bunlardır.

89

Allah, onlara (ağaçları) altlarından nehirler akan cennetler hazırladı; içlerinde ebedî olarak kalacaklar. İşte bu, en büyük saâdettir.

90

"Bedevilerden mazeret ileri sürenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler. Allah'a ve Resûlüne yalan söyleyenler ise oturup kaldılar. Onlardan kafir olanlar can yakıcı azaba uğrayacaktır"

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Bedevilerden mazeret ileri sürenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler..." âyetini açıklarken:

“Bedvilerden özür sahibi olanlar bu özürden dolayı savaşa çıkmamak için izin istemeye geldiler" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Bedevilerden mazeret ileri sürenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler..." âyetini açıklarken:

“Bunlar her işte özür beyan edenlerdir" demiştir. İbn Abbâs bu âyeti de (.....) lafzıyla okurdu.

İbnu'l-Enbârî, el-Eddâd'da bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) lafzıyla okur ve:

“Allah böylesi yalandan mazeret sürenlere lanet osun!" derdi.

İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Âyeti (.....) lafzıyla okuyanlar bundan kastın Mukarrin oğulları olduğunu söylemişlerdir. (.....) lafzıyla okuyanlar ise bununla kastın gerçek özür sahihleri olduğunu söylemişlerdir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Bedevilerden mazeret ileri sürenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler..." âyetini okuduktan sonra:

“Geçerli olmayan mazeretler ileri sürmüşlerdir" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn İshâk:

“Bedevilerden mazeret ileri sürenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bize zikredilene göre bunlar Ğifâr oğullarından bir topluluktur. İçlerinden biri de Hufâf b. İmâ b. Rahada'dır."

91

"Güçsüzlere, hastalara ve sarfedecek bir şeyi bulunmayanlara, Allah ve Peygamberine bağlı kaldıkları müddetçe sorumluluk yoktur. İyi davrananlara sorumluluk olmaz. Allah bağışlayandır, merhamet edendir"

İbn Ebî Hâtim, Dârakutnî, Efrâd'da ve İbn Merdûye, Zeyd b. Sâbit'ten bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiy katipliğini yapıyordum. Tevbe Sûresi'ni yazarken savaşa çıkmamız emredildi. Yazmaya ara verip hazırlığa başladım. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de bu yönde kendisine inecek âyetleri bekliyordu. O arada kör bir adam geldi ve:

Resûlallah! Ben kör biriyim, durumum ne olacak?" diye sordu. Bunun üzerine:

“Güçsüzlere, hastalara ve sarfedecek bir şeyi bulunmayanlara, Allah ve Peygamberine bağlı kaldıkları müddetçe sorumluluk yoktur. İyi davrananlara sorumluluk olmaz. Allah bağışlayandır, merhamet edendir" âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“Güçsüzlere, hastalara ve sarfedecek bir şeyi bulunmayanlara, Allah ve Peygamberine bağlı kaldıkları müddetçe sorumluluk yoktur..." âyetini açıklarken:

“Âiz b. Amr ve onun gibi olan diğer kimseler hakkında nazil oldu" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir:

“Allah seni affetsin! Doğru söyleyenler sana iyice belli olup, yalancıları bilinceye kadar beklemeden niçin onlara izin verdin?" âyetinden, "Güçsüzlere, hastalara ve sarfedecek bir şeyi bulunmayanlara, Allah ve Peygamberine bağlı kaldıkları müddetçe sorumluluk yoktur. İyi davrananlara sorumluluk olmaz. Allah bağışlayandır, merhamet edendir" âyetine kadar olan âyetler, münafıklar hakkında nazil oldu.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Zühd'de, Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Sumâme es-Sâidî'den bildirir: Havariler:

“Ey Ruhullah! Allah'a bağlı olan kimdir?" diye sorunca, Hazret-i îsa şöyle dedi:

“Allah'ın hakkını insanların hakkı olan şeye tercih eden kişidir. İki işle veya biri âhiret biri de dünyaya yönelik iki durumla karşı karşıya geldiği zaman önce âhirete yönelik işi yapan sonra da dünyayla ilgili olan şeye yönelen kişidir."

Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî, Temîm ed-Dârî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Din bağlılık ve samimiyettir" buyurdu. Ashab:

Resûlallah! Kime?" diye sorduklarında, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a, Kitabına, Resûlüne, Müslümanların liderlerine ve diğer Müslümanlara bağlılık ve samimiyettir" karşılığını verdi.

İbn Adiy, İbn Ömer'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Din bağlılıktır! Din bağlılıktır!" buyurdu. Ashab:

Resûlallah! Kime?" diye sorduklarında, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a, Kitabına, Resûlüne, Müslümanların liderlerine ve diğer Müslümanlara bağlılıktır" karşılığını verdi.

Buhârî, Müslim ve Tirmizî, Cerîr'den bildirir:

“Namazı kılmak, zekatı vermek ve her müslümana samimi bir şekilde bağlı olmak üzere Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) biat ettim."

Ahmed ve Hakîm et-Tirmizî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah: «Kulumun bana yaptığı ibadetler içinde en sevdiğim ibadet, bana karşı olan samimiyet, ve bağlılığıdır» buyurur. "

Ahmed, Zühd'de Vehb b. Münebbih'ten bildirir: Âbidin biri bir adama şöyle dedi:

“Köpeğin sahibine bağlılığı gibi Allah'abağlı olmanı tavsiye ediyorum. Zira sahipleri onu aç bıraksalar da kovsalar da köpek ayrılmaz ve onlara bağlı kalır."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...İyi davrananlara sorumluluk olmaz. Allah bağışlayandır, merhamet edendir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bunlar samimi bir şekilde Allah'a ve Resûlüne bağlı oldukları sürece cihad etmeye güçleri yoksa bunda onlar için bir sorumluluk yoktur. Yüce Allah onları bu konuda mazur görmüş ve savaşa çıkanlara verdiği sevabı onlara da vereceğini bildirmiştir. Yüce Allah'ın:

“Müminlerden özür sahibi olmaksızın (cihattan geri kalıp) oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler eşit olamazlar..." buyurduğunu işitmez misin? Burada da Yüce Allah güçsüzleri, hastaları ve savaşa çıkmak için sarfedecek bir şey bulamayanları mazur görmüş, savaşa çıkanlarla aynı sevabı kendilerine vereceğini ifade etmiştir.

Abdurrezzâk, Musannef’te, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Enes'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebuk savaşından dönüşte Medine sırtlarına geldiği zaman:

“Medine'den öyle adamlar bıraktınız ki katettiğiniz bütün yolda, yaptığınız her harcamada ve geçtiğiniz her vadide onlar da size ortak oldu" buyurdu. Ashab:

Resûlallah! Onlar Medine'de kalmışken nasıl bunlarda bizimle ortak oluyorlar?" diye sorduklarında, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Çünkü özürleri onları geride bıraktı" karşılığını verdi.

Ahmed, Müslim ve İbn Merdûye'nin Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Medine'de öyle adamlar bıraktınız ki aştığınız her vadinin, aldığınız her yolun sevabında size ortak oldular. Çünkü özürleri onları geride bıraktı. "

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...İyi davrananlara sorumluluk olmaz..." âyetini açıklarken:

“İyilik edenleri de bu konuda sorumlu tutmaya bir sebep yoktur. Yüce Allah kusuru olanlara karşı bağışlayıcı ve merhametlidir" demiştir.

92

"Binek vermen için sana geldiklerinde, «Size binek bulamıyorum» dediğin zaman, sarfedecek bir şey bulamadıkları için üzüntüden gözyaşı dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur"

İbn Ebî Hâtim, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Medine'de öyle topluluklar bıraktınız ki yaptığınız her harcamanın, aştığınız her vadinin ve öldürdüğünüz her düşmanın sevabında size ortak oldular" buyurdu ve:

“Binek vermen için sana geldiklerinde, «Size binek bulamıyorum» dediğin zaman, sarfedecek bir şey bulamadıkları için üzüntüden gözyaşı dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur" âyetini okudu.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanların kendisiyle birlikte savaşa çıkmalarını söyleyince, içlerinde Abdullah b. Muğaffel el-Müzenî'nin de bulunduğu ashâbdan bir grup Allah Resûlü'ne geldiler ve:

Resûlallah! Savaşa çıkmak için bize binek ver" dediler. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“ Vallahi binek olarak size verebilecek bir şey yok" buyurunca, mal ve binek yokluğundan dolayı cihada çıkamayacakları için hıçkıra hıçkıra ağlayarak geri döndüler. Yüce Allah da onları mazur gördüğüne dair:

“Binek vermen için sana geldiklerinde, "Size binek bulamıyorum' dediğin zaman, sarfedecek bir şey bulamadıkları için üzüntüden gözyaşı dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur" âyetini indirdi.

İbn Sa'd, Yâkub b. Süfyân, Târih'de, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Abdullah b. Muğaffel'den bildirir: -Yüce Allah'ın:

“Binek vermen için sana geldiklerinde, «Size binek bulamıyorum» dediğin zaman, sarfedecek bir şey bulamadıkları için üzüntüden gözyaşı dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur" âyetinde zikrettiği kişilerden biri de benim."

İbn Cerîr, Muhammed b. Ka'b'dan bildirir: Ashaptan bir grup Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip savaşa katılmak için binek istediler. Allah Resûlü:

“Binek olarak size verebilecek bir şey yok" karşılığını verdi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Binek vermen için sana geldiklerinde, «Size binek bulamıyorum» dediğin zaman, sarfedecek bir şey bulamadıkları için üzüntüden gözyaşı dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur" âyetini indirdi. Bunlar da Amr b. Avf oğullarından Sâlim b. Umeyr, Vâkif oğullarından Haramî b. Amr, Mâzin b. en- Neccâr oğullarından Ebû Leyla künyeli Abdurrahman b. Ka'b, Muallâ oğullarından Selmân b. Sahr, Hârise oğullarından Ebû Able künyeli Abdurrahman b. Zeyd, Selime oğullarından Amr b. Ganeme ve Müzeyne kabilesinden Abdullah b. Amr olmak üzere yedi kişiydiler.

İbn Merdûye, Mucemmi' b. Câriye'den bildirir: Savaşa çıkmak için Allah Resûlü'nden (sallallahü aleyhi ve sellem) binek isteyip de ondan:

“Binek olarak size verebilecek bir şey yok" cevabını alanlar yedi kişidir. Bunlar da Ulbe b. Zeyd el- Hârisî, Amr b. Ğanm es-Sâidî, Heremî b. Amr el-Vâkifî, İbn Leyla el-Müzenî, Sâlim b. Amr el-Umerî, Seleme b. Sahr ez-Zurakî ve Abdullah b. Amr el- Müzenî'dir.

Abdulğanîb. Saîd, Tefsîr'de ve Ebû Nuaym, Hilye'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Binek vermen için sana geldiklerinde, «Size binek bulamıyorum» dediğin zaman, sarfedecek bir şey bulamadıkları için üzüntüden gözyaşı dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur" âyetini açıklarken:

“Bunlardan biri de Amr b. Avf oğullarından Sâlim b. Umeyr'dir" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abdurrahman b. Amr es-Sülemî ile Hucr b. Hucr el-Kilâî şöyle demişlerdir: Yüce Allah'ın, haklarında:

“Binek vermen için sana geldiklerinde, «Size binek bulamıyorum» dediğin zaman, sarfedecek bir şey bulamadıkları için üzüntüden gözyaşı dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur" âyetini indirdiği kişilerden biri olan İrbâd b. Sâriye'nin yanına gittik.

İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Binek vermen için sana geldiklerinde, «Size binek bulamıyorum» dediğin zaman, sarfedecek bir şey bulamadıkları için üzüntüden gözyaşı dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur" âyetini açıklarken:

“Bunlar Müzeyne kabilesinden olan Mukarrin oğullarıdır ve yedi kişiydiler" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Kesîr b. Abdillah b. Amr b. Avf el- Müzenî'den, babasından, o da dedesinden naklen bildirir:

“Vallahi Yüce Allah'ın, haklarında:

“Binek vermen için sana geldiklerinde, «Size binek bulamıyorum» dediğin zaman, sarfedecek bir şey bulamadıkları için üzüntüden gözyaşı dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur" âyetini indirdiği kişilerden biri de bendim."

İbn İshâk, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Yezîd b. Rûman, Abdullah b. Ebî Bekr, Âsim b. Ömer b. Katâde ve başkaları şöyle demişlerdir:

“Müslümanlardan, âyette ağlayan kişiler olarak zikredilen Ensâr ve diğer kabilelerden olmak üzere yedi kişi binek için Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiler. Bunlar Amr b. Avf oğullarından Salim b. Umeyr, Hârise oğullarından Ulbe b. Zeyd, Mazin b. en-Neccâr oğullarından Ebû Leyla Abdurrahman b. Ka'b, Selime oğullarından Amr b. Humâm b. el-Camûh, Vâkif oğullarından Heremî b. Amr, Müzeyne oğullarından Abdullah b. Muğaffel ve Fezâre oğullarından İrbâd b. Sâriye'dir. Maddi imkanları elvermediği için savaşa çıkmaya Allah Resûlü'nden binek istemişler, ancak Allah Resûlü:

“Binek olarak size verebilecek bir şey yok" karşılığını vermiştir.

Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Hasan'dan bildirir. Ma'kil b. Yesâr, Yüce Allah'ın:

“Binek vermen için sana geldiklerinde, «Size binek bulamıyorum» dediğin zaman, sarfedecek bir şey bulamadıkları için üzüntüden gözyaşı dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur" âyetinde zikrettiği ağlayan kişilerden biriydi.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) ile Bekr b. Abdillah el- Müzenî:

“Binek vermen için sana geldiklerinde, «Size binek bulamıyorum» dediğin zaman, sarfedecek bir şey bulamadıkları için üzüntüden gözyaşı dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur" âyetini açıklarken:

“Bu âyet Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip savaşa çıkmak için binek isteyen Müzeyne kabilesinden Abdullah b. Muğaffel hakkında nazil oldu" demişlerdir.

İbn Ebî Hâtim, İbn Lehîa'dan bildirir: Yüce Allah'ın:

“Binek vermen için sana geldiklerinde, «Size binek bulamıyorum» dediğin zaman, sarfedecek bir şey bulamadıkları için üzüntüden gözyaşı dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur" âyetinde zikrettiği kişilerden biri de Ebû Şurayh el-Ka'bî idi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Enes b. Mâlik:

“...Size binek bulamıyorum..." âyetini açıklarken:

“Burada binekten kasıt su ile azıktır" demiştir.

İbnu'l-Münzir, Ali b. Salih'ten bildirir: Müzeyne kabilesinden bazı yaşlılar bana şöyle anlattılar. "Binek vermen için sana geldiklerinde, «Size binek bulamıyorum» dediğin zaman, sarfedecek bir şey bulamadıkları için üzüntüden gözyaşı dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur" âyetinde zikredildiği gibi Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) binek isteyen kişilere yetiştik. Onlar bize:

“Biz Allah Resûlü'nden (sallallahü aleyhi ve sellem) sadece ayakkabı istemiştik" dediler.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbrahim b. Edhem'den, o da kendisine aktaran birinden bildirir:

“Binek vermen için sana geldiklerinde, «Size binek bulamıyorum» dediğin zaman, sarfedecek bir şey bulamadıkları için üzüntüden gözyaşı dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur" âyetinde zikredilen kişiler, Allah Resûlü'nden binek olarak hayvan değil sadece ayakkabı istemişlerdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan b. Salih bu âyeti açıklarken:

“Bunlar Allah Resûlü'nden (sallallahü aleyhi ve sellem) giderken giymek için ayakkabı istemişlerdi" demiştir.

93

Bkz. Ayet:96

94

Bkz. Ayet:96

95

Bkz. Ayet:96

96

"Sorumluluk ancak, zengin oldukları hâlde senden izin isteyenleredir. Bunlar, geride kalanlarla birlikte olmaya razı oldular. Allah da kalplerini mühürledi. Artık onlar bilmezler. Savaştan döndüğünüzde size özür beyan ederler. Onlara de ki: «Özür beyan etmeyin, size inanmayacağız, Allah haberlerinizi bize bildirmiştir. Allah da, Peygamberi de işleyeceklerinizi görecektir. Sonunda, görülmeyeni ve görüneni bilen Allah'a geri çevrileceksiniz. O, işlediklerinizi sîze haber verecektir.» Yanlarına döndüğünüz zaman, kendilerini rahat bırakmanız için size Allah ismiyle yemin edeceklerdir. Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar pistir. Kazandıklarının karşılığı olarak, varacakları yer de cehennemdir. Kendilerinden razı olasınız diye, size yemin edeceklerdir. Siz onlardan razı olsanız bile, Allah o fasıklar topluluğundan asla razı olmaz"

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Sorumluluk ancak, zengin oldukları hâlde senden izin isteyenleredir. Bunlar, geride kalanlarla birlikte olmaya razı oldular. Allah da kalplerini mühürledi. Artık onlar bilmezler" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu âyet ile bundan sonra gelen:

“Savaştan döndüğünüzde size özür beyan ederler. Onlara de ki:

“Özür beyan etmeyin, size inanmayacağız, Allah haberlerinizi bize bildirmiştir. Allah da, Peygamberi de işleyeceklerinizi görecektir. Sonunda, görülmeyeni ve görüneni bilen Allah'a geri çevrileceksiniz. O, işlediklerinizi size haber verecektir. Yanlarına döndüğünüz zaman, kendilerini rahat bırakmanız için size Allah ismiyle yemin edeceklerdir. Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar pistir. Kazandıklarının karşılığı olarak, varacakları yer de cehennemdir. Kendilerinden razı olasınız diye, size yemin edeceklerdir.

Siz onlardan razı olsanız bile, Allah o fasıklar topluluğundan asla razı olmaz" âyetleri münafıklar hakkında nazil olmuştur.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Allah haberlerinizi bize bildirmiştir..." âyetini açıklarken:

“Bizimle birlikte savaşa katılmanız halinde bizi yavaşlatmaktan başka bir işe yaramayacağınız bize bildirildi" demiştir. "...Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar pistir..." âyetini açıklarken de şöyle demiştir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) savaştan döndüğü zaman müminlere:

“Onlarla konuşmayın ve oturmayın" buyurdu. Bu şekilde Yüce Allah'ın da emrettiği şekilde onlardan yüz çevirdiler.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) ifadesini:

“Onlari rahat bırakmanız için" şeklinde açıklamıştır.

97

"Bedevilerin küfür ve nifakları her yönden daha ileridir. Allah'ın, Peygamberine indirdiğinin sınırlarını bilmemek, onlara daha layıktır. Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah önce:

“Bedevilerin küfür ve nifakları her yönden daha ileridir. Allah'ın, Peygamberine indirdiğinin sınırlarını bilmemek, onlara daha layıktır..."buyurmuş daha sonra ise:

“Bedevilerden, Allah'a ve âhiret gününe inanan, sarfettiğini, Allah katında ibadet ve Peygamberin dualarına nail olmağa vesile sayanlar da vardır." buyurarak istisnada bulunmuştur.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Allah'ın, Peygamberine indirdiğinin sınırlarını bilmemek, onlara daha layıktır..." âyetini açıklarken:

“Sünnetler konusunda bilgisi en az olanlar bedevilerdir" demiştir.

İbn Sa'd ve İbn Ebî Hâtim, İbrahim en-Nehaî'den bildirir: Zeyd b. Sûhân konuşup bir şeyler anlatırken bedevinin biri:

“Vallahi konuşmanı beğeniyorum, ancak elin (savaşta mı yoksa ceza olarak mı kesildi) beni şüpheye düşürüyor" dedi. Zeyd:

“Sol el olduğunu görmüyor musun?" diye sorunca, bedevi:

“Vallahi sağ eli mi, sol elimi keserler bilmiyorum" karşılığını verdi. Bunun üzerine Zeyd şöyle dedi:

“Yüce Allah:

“Bedevilerin küfür ve nifakları her yönden daha ileridir. Allah'ın, Peygamberine indirdiğinin sınırlarını bilmemek, onlara daha layıktır..." buyururken ne kadar doğru söylemiş!"

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Bedevilerin küfür ve nifakları her yönden daha ileridir. Allah'ın, Peygamberine indirdiğinin sınırlarını bilmemek, onlara daha layıktır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bedevilerin nifakları, Medine'deki münafıkların nifaklarından daha ileridir. Âyette bahsedilen ve cahili oldukları sınırlar da miras ve cihad alanındaki hükümlerdir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Kelbîbu âyeti açıklarken:

“Esed ve Gatafân kabileleri hakkında nazil oldu" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh, İbn Sîrîn'den bildirir: Biriniz:

“Bedevilerin küfür ve nifakları her yönden daha ileridir. Allah'ın, Peygamberine indirdiğinin sınırlarını bilmemek, onlara daha layıktır..." âyetini okuduğu zaman susup kalmasın ve bedeviler hakkındaki bir diğer âyet olan:

“Bedevilerden, Allah'a ve âhiret gününe inanan, sarfettiğini, Allah katında ibadet ve Peygamberin dualarına nail olmağa vesile sayanlar da vardır..." âyetini de okusun.

Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve Beyhakî'nin Şuab'da İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Çölde oturan kişi (Bedevi) katı kalpli, av peşinde koşan kişi gafil, yöneticinin kapısına gelen kişi de meftûn olur" buyurmuştur.

Ebû Dâvud ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Çölde oturan kişi (Bedevi) katı kalpli, av peşinde koşan kişi gafil, yöneticinin kapısına gelen kişi de meftûn olur. Kişi yöneticilere yaklaştığı oranda Allah'tan uzaklaşır. "

98

"Bedevilerden, Allah yolunda sarfettiklerinî angarya sayanlar ve sizin başınıza belalar gelmesini bekleyenler vardır. Belalar onlara olsun; Allah işitir ve bilir"

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Bedevilerden, Allah yolunda sarfettiklerini angarya sayanlar ve sizin başınıza belalar gelmesini bekleyenler vardır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bedevilerden bazıları Allah yolunda harcadıkları şeylerin karşılığını beklemez, boşa gitti diye sayarlar. Malının zekatını da isteyerek değil kerhen verirler. Müslümanların da başına bir musibetin gelmesini bekler dururlar."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“Bedevilerden, Allah yolunda sarfettiklerini angarya sayanlar vardır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar intaklarını gösteriş için yapan bazı münafık bedevilerdir. Bu intakları da Müslümanlarla birlikte cihada çıkıp savaşmamak için bir tazminat, bir bedel olarak kullanırlar."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“Bedevilerden, Allah yolunda sarfettiklerini angarya sayanlar vardır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Allah yolunda harcadıklarını savaşa katılmamanın tazminatı olarak görürler ve Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) savaşta helak olup gitmesini beklerler."

99

"Bedevilerden, Allah'a ve âhiret gününe inanan, sarfettiğini, Allah katında ibadet ve Peygamberin dualarına nail olmaya vesile sayanlar da vardır. Bilin ki, verdikleri onlar için ibadettir. Allah, onlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz bağışlar ve merhamet eder"

Süneyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Bedevilerden, Allah'a ve âhiret gününe inananlar da vardır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bunlar Müzeyne kabilesinden olan Mukarrin oğullarıdır. Yüce Allah'ın, haklarında:

“Binek vermen için sana geldiklerinde, «Size binek bulamıyorum» dediğin zaman, sarfedecek bir şey bulamadıkları için üzüntüden gözyaşı dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur" buyurduğu kimseler de bunlardır.

İbn Cerîr ile Ebu'ş-Şeyh, Abdurahman b. Ma'kil'den bildirir: Mukarrin'in on oğluyduk. "Bedevilerden, Allah'a ve âhiret gününe inananlar da vardır..." âyeti de bizim hakkımızda nazil oldu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Peygamberin dualarına nail olmaya vesile sayanlar..." âyetini açıklarken:

Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bağışlama dilemesine vesile saymadır" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“Bedevilerden, Allah'a ve âhiret gününe inanan, sarfettiğini, Allah katında ibadet ve Peygamberin dualarına nail olmaya vesile sayanlar da vardır..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah'ın daha önceki âyetlerde zikrettiği bedevilerin dışında tuttuğu kesimdir" demiştir.

100

"Öne geçen ilk Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle tâbi olanlardan Allah razı olmuştun Onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Allah onlara altlarından ırmaklar akan ve içinde ebedi kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu, büyük başarıdır"

Ebû Ubeyd, Süneyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye, Habîb b. eş- Şehîd vasıtasıyla Amr b. Âmir'den bildirir: Ömer b. el-Hattâb bu âyeti (.....) lafzına (.....) atıf harfini koymadan:

“(=Öne geçen Muhacirler ve güzellikle onlara tâbi olan Ensar...)" lafzıyla okuyunca, Zeyd b. Sâbit:

“Bu, (.....) şeklinde olacak" dedi. Ömer:

(.....) şeklindedir" karşılığını verince de Zeyd:

“Müminlerin emiri daha iyi bilir" dedi. Bunun üzerine Ömer:

“Bana Ubey b. Ka'b'ı çağırın" emrini verdi.

Ubey geldiğinde ona bunun nasıl olması gerektiğini sordu. Ubey:

“(.....) şeklinde olacak" karşılığını verince, Ömer:

“O zaman tamamdır" dedi ve Ubey'in dediği şekilde okumaya başladı.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirir: Hazret-iÖmer:

“Öne geçen ilk Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle tâbi olanlardan Allah razı olmuştur..." âyetini okuyan bir adamla karşılaşınca adamın elinden tutup:

“Sana bu âyeti bu şekilde kim okuttu?" diye sordu. Adam:

“Ubey b. Ka'b" karşılığını verince, Ömer:

“Benden ayrılma, beraber yanına gideceğiz" dedi. Ubey'in yanına gittiklerinde, Ömer:

“Bu âyeti bu adama bu şekilde okutan sen misin?" diye sordu. Ubey:

“Evet!" karşılığını verince, Ömer:

“Peki, bunu Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) mı işittin?" diye sorunca, Ubey:

“Evet!" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ömer:

“Oysa ben, bizden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir konuma yükseltildiğimizi düşünüyordum" dedi. Ubey şöyle devam etti:

“Bu âyeti tasdik eden diğer âyetler de Cuma Sûresi'nin başındaki "(Allah, o peygamberi) onlardan henüz kendilerine katılmayan başkalarına da göndermiştir..." âyeti, Haşr Sûresi'ndeki "Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla..." âyeti ve Enfâl Sûresi'ndeki "Daha sonra iman edip hicret eden ve sizinle birlikte cihad edenlere gelince, işte onlar da sizdendir..." âyetidir.

Hâkim ve Ebu'ş-Şeyh, Ebû Seleme ile Muhamed b. İbrahim et-Teymî'den bildirir: Hazret-iÖmer, "Öne geçen ilk Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle tâbi olanlardan Allah razı olmuştur..." âyetini okuyan bir adamla karşılaşınca durdu ve adama:

“Bitir!" dedi. Adam da okumasını bitirdi. Bitirince Ömer ona:

“Bu âyeti sana bu şekilde kim okuttu?" diye sorunca, adam:

“Ubey b. Ka'b okuttu" karşılığını verdi. Ömer:

“Yanına gidelim" deyince de beraber Ubey'yin yanına gittiler. Vardıklarında Ömer, Ubey'ye:

“Ey Ebu'l-Munzir! Bu adamın dediğine göre bu âyeti adama sen okutmuşsun" dedi. Ubey:

“Doğru söylemiş! Ben de bu âyeti Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle işittim" karşılığını verdi. Ömer:

“Bunu bizzat Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) sen işittin mi?" diye sorunca, Ubey:

“Evet!" karşılığını verdi. Ömer aynı soruyu üç defa sordu. Üçüncü defa sorduğunda ise Ubey öfkeli bir şekilde:

“Evet, işittim! Vallahi bu âyeti Yüce Allah Cebrail'e, Cebrail de Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kalbine indirdi. İndirirken de ne Hattâb'a (babana) rıe de oğluna (sana) danıştı!" dedi. Ömer de Ubey'yin yanından çıkarken ellerini kaldırmış:

“Allahu Ekber! Allahu Ekber!" diyordu.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Ebû Nuaym, el-Ma'rife'de bildirdiğine göre Ebû Mûsa'ya:

“Öne geçenler..." ifadesinin anlamı sorulunca:

“Bunlar her iki kıbleye de namaz kılanlardır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Ebû Nuaym, el- Ma'rife'de bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb:

“Öne geçenler..." ifadesini açıklarken:

“Bunlar her iki kıbleye de namaz kılan Bedir ahalisidir" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve Ebû Nuaym'ın bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) ile Muhammed b. Şîrîn:

“Öne geçenler..." ifadesini açıklarken:

“Bunlar her iki kıbleye de namaz kılanlardır" demişlerdir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Öne geçen ilk Muhacirler..." âyetini açıklarken:

“Bunlar Ebû Bekr, Ömer, Ali, Selmân ve Ammâr b. Yâsir'dir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym, el-Ma'rife'de bildirdiğine göre Şâ'bî: Öne geçenler..." ifadesini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar Rıdvan biatında hazır bulunan Müslümanlardır. Rıdvan biatında Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ilk biat eden kişi de Sinân b. Vehb el-Esedî'dir."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Nesâî, Muâviye b. Ebî Süfyân'dan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ensar'ı seveni Allah da sever. Ensar'a öfke duyana Allah da öfke duyar" buyurduğunu işittim.

Ahmed, Buhârî ve Müslim'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ensar'ı sevmek imanın göstergelerindendir. Ensar'a öfke duymak ise nifakın göstergelerindendir" buyurmuştur.

Ahmed'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Allahım! Ensar'ı, Ensar'ın çocuklarım, hanımlarını ve çoluk çocuklarını bağışla! Ensar'dan olanlar benim sırdaşım ve koruyucumdurlar. Şayet tüm insanlar bir yolu, Ensar da başka bir yolu tutsa ben de Ensar'ın tuttuğu yolu tutardım. Hicret olmasaydı Ensar'n bir ferdi olurdum. "

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed'in Hâris b. Ziyâd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ensar'ı seven kişiyi huzura çıkınca Allah da sever. Ensar'a öfke duyan kişiye de huzura çıktığında Allah öfke duyar" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe'nin Kays b. Sa'd b. Ubâde'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allahım! Ensar'a, Ensar'ın çocuklarına ve çocuklarının çocuklarına hayırlar ihsan et" diye dua etmiştir.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanlar bir vadi veya bir yolu tutsa, siz de başka bir vadi ile yolu tutsanız ben sizin tuttuğunuz vadi ile yolu tutardım. Sizler iç giysi gibisiniz, diğerleri ise dış giysi. Hicret olmasaydı Ensar'dan biri olurdum" buyurdu. Sonra pazularının beyazlığını görebileceğim kadar kollarını kaldırdı ve:

“Allahım! Ensar'ı, Ensar'ın çocuklarını, çocuklarının da çocuklarını bağışla" diye dua etti.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin Berâ b. Âzib'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Ensar'ı ancak mümin olanlar sever ve ancak münafıklar onlara öfke duyar. Onları seveni Allah sever; onlara öfke duyana da Allah öfke duyar. "

İbn Ebî Şeybe ve Tirmizî'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kendilerine sığındığım kimseler Ehli bey t'imdir. Sırdaşlarım ise Ensar'dır. Onun için bunların kabahat işleyenleri hoş görün, iyilerinin de iyiliklerini kabul edin" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe'nin Sa'd b. Ubâde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ensar denen, şu kesim insanların sınanma vesilesidir. Onları sevmek iman, onlara öfke duymak ise nifaktır" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Enes'ten bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allahım! Ensar'ı, Ensar'ın çocuklarını, çocuklarının çocuklarını, Ensar'ın kadınlarını, çocuklarının kadınlarını ve çocuklarının çocuklarının kadınlarını bağışla!" buyurduğunu işittim.

İbn Ebî Şeybe, Tirmizî ve Nesâî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a ve âhiret gününe inanan biri Ensar'a öfke duymaz" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Muâz b. Rifâa b. Râfi'den, o da babasından naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allahım! Ensar'ı, Ensâr'ın çocuklarını, çocuklarının çocuklarını, azatlılarını ve komşularını bağışla" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve Müslim'in Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a ve âhiret gününe inanan biri Ensar'a öfke duymaz" buyurmuştur.

Taberânî, Sâib b. Yezîd'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Huneyn'den elde edilen ganimeti Kureyş ve Mekke ahalisinin diğer kesimlerine dağıtınca Ensar buna kızdı. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanlarına geldi ve şöyle buyurdu:

“Ey Ensar! Kalplerini İslam'a ısındırmak için ganimet dağıtımında başkalarını size tercih etmem konusunda söyledikleriniz bana ulaştı. Ancak ganimeti kendilerini verdiğim kişiler belki de bir daha burada olmayacaklar ve bu vesileyle İslam onların kalplerine düşmüş oldu. Ey Ensar! Yüce Allah size imanı bahşetmedi mi? Sizi cömertlikle vasıflandırmadı mı? Allah'ın yardımcıları ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yardımcıları gibi en güzel isimlerle anmadı mı? Şayet hicret olmasaydı ben de Ensar'dan biri olurdum. Şayet insanlar bir vadiye, siz de bir vadiye girseniz, ben sizin girdiğiniz vadiye girerdim. İnsanlar ganimetlerle, koyunlarla, mal ve develerle giderken siz Allah'ın Resûlüyle gitmeye razı değil misiniz?" Ensar bunu duyunca:

“Razıyız" dediler. Ancak Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Söylediğim şeylere cevap verin!" buyurunca, Ensar şöyle dedi:

Resûlallah! Sen bizi bir karanlıkta buldun ve Yüce Allah senin vasıtanla bizleri aydınlıklara çıkardı. Bizi sapmış bir şekilde buldun da Yüce Allah senin vasıtanla bizi hidayete erdirdi. Bizler Rab olarak Allah'a, din olarak İslam'a ve peygamber olarak Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) raziyiz!" Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Vallahi bana bundan başka bir cevap verseydiniz yine «doğru söylediniz» derdim.

Şayet: «Kovulmuş bir şekilde geldiğinde seni himaye ettik. Yalanlanmış bir şekilde geldiğinde biz sana inandık. Zayıf bırakılmış bir şekilde bize geldiğinde biz sana yardım ettik ve insanların kabul etmediğini biz senden kabul ettik» deseydiniz yine «Doğru söylediniz» derdim" buyurunca, Ensar:

“Aksine bize de başkalarına da cömertçe davran Allah ve Resûlüdür" dedi.

İbn Ebî Hâtim, Abdurrahman b. Ebî Leyla'dan bildirir: İnsanlar ilk Muhacirler, onlara güzellikle tâbi olanlar ve onlardan sonra gelenler olmak üzere üç konumdaydı. Yüce Allah:

“Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla..." buyurur. En güzeli de bunlardan biri olmaktır.

İbn Ebî Hâtim'in' bildirdiğine göre Adamın biri İbn Abbâs'a geldi ve sahabelerden birini zikretti. Ancak zikrederken saygıda kusur edince İbn Abbâs:

“Öne geçen ilk Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle tâbi olanlardan Allah razı olmuştur..." âyetini okudu ve:

“Sen güzellikle onlara tâbi olanlardan biri değilsin" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Onlara güzellikle tâbi olanlar..." âyetini açıklarken:

“Bunlartâbiîndir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“...Onlara güzellikle tâbi olanlar..." âyetini açıklarken:

“Kıyamete kadar Müslüman olanlardır" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh, İsma'dan bildirir: Süfyân'a tâbiîn'i sorduğumda:

“Bunlar asahaba yetişen ancak Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) yetişemeyen kimselerdir" dedi. Ona âyette zikredilen, onlara tâbi olanlar'dan kastın kim olduğunu sorduğumda:

“Onlardan sonra gelenlerdir" dedi. "Kıyamete kadar gelecek olanlar mı?" diye sorduğumda:

“Umarım öyledir" dedi.

Ebu'ş-Şeyh ve İbn Asâkir, Ebû Sahr Humeyd b. Ziyâd'dan bildirir: Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'ye fitnelerden dolayı:

“Bana Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabının durumunu anlat" dedim. Muhammed:

“Yüce Allah. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) tüm ashabını bağışlamış, kitabında iyisi ve kötüsüyle onlara Cenneti vacip kılmıştır" karşılığını verdi. Ona:

“Yüce Allah kitabının neresinde onları Cennetlik kılmıştır?" diye sorduğumda da şöyle dedi:

“Öne geçen ilk Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle tâbi olanlardan Allah razı olmuştur..." âyetini okumadın mı? Burada Yüce Allah Hazret-i Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) tüm ashabına hem rızasını, hem de Cennetini vacip kılmıştır. Kendilerine koşmadığı şartı da onlara tâbi olanlara koşmuştur." Ona:

“Onlara tâbi olanlara nasıl bir şart koşmuştur?" diye sorduğumda:

“Onlara güzellikle tâbi olma şartını koşmuştur. Bu şartla Yüce Allah, onlara iyi amellerinde tâbi olmalarını bundan başka amellerde ise onlara tâbi olmamalarını söylemiştir" karşılığını verdi. Vallahi sanki bu âyeti daha önce hiç okumamış gibiydim. Muhammed b. Ka'b da âyeti bu şekilde bana anlatana kadar açıklamasını bilmiyordum.

İbn Merdûye, Evzaî'den bildirir: Yahya b. Ebî Kesîr, Kâsım, Mekhûl, Abde b. Ebî Lübâbe ve Hassân b. Atiyye'nin bana bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bazıları şöyle demişlerdir:

“Öne geçen ilk Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle tâbi olanlardan Allah razı olmuştur. Onlar da Allah'tan razı olmuşlardır..." âyeti nazil olduğu zaman, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu, ümmetimin hepsi için geçerlidir. Rızadan sonra da artık öfke olmaz" buyurdu.

101

"Çevrenizdeki bedevilerden birtakım münafıklar vardır. Medine halkından da münafıklıkta direnenler var ki sen onları bilmezsin. Biz onları biliriz. Onlara iki defa azap edeceğiz. Sonra da büyük bîr azaba itileceklerdir"

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, M.el-Evsat'ta, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Çevrenizdeki bedevilerden birtakım münafıklar vardır. Medine halkından da münafıklıkta direnenler var ki sen onları bilmezsin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir Cuma günü hutbe için kalktı:

“Ey filan! Çık! Sen bir münafıksın! Filan kişi sen de çık! Sen de münafıksın! buyurarak hepsini isimleriyle saydı ve onları ifşa ederek dışarıya çıkarttı. Ömer bir işi olduğu için o Cuma namazına yetişememişti. Ancak onlarla Mescid'den çıkarlarken karşılaştı. Cuma namazına gelemediği için utandığından çıkan cemaatin kendisini görmemesi için saklandı. Zira cemaatin namazı bitirdiklerini zannetmişti. Çıkan münafıklarda Ömer'i görünce saklandılar. Zira onun da bu durumdan haberdar olduğunu düşündüler. Ömer Mescid'e girince cemaatin henüz dağılmadığını gördü. Adamın biri de ona:

“Müjde ey Ömer! Yüce Allah bugün münafıkları rezil etti! Bu gün ilk azap günüydü. İkinci azap ise kabirdeki azap olacaktır" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime:

“Çevrenizdeki bedevilerden birtakım münafıklar vardır..." âyetini açıklarken:

“Bunlar Cüheyne, Müzeyne, Eşca', Eşlem ve Ğifar kabilerindendir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“...Medine halkından da münafıklıkta direnenler var ki sen onları bilmezsin..." âyetini açıklarken:

“Bunlar nifakta ısrar etmişler, diğerleri gibi tövbe etmemişlerdir" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“...Medine halkından da münafıklıkta direnenler var ki sen onları bilmezsin..." âyetini açıklarken:

“Bunlar Münafık olarak ölen Abdullah b. Ubey, Ebû Âmir er-Râhib ve Cedd b. Kays'tır" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini:

“Biz onları biliyor ve tanıyoruz" şeklinde açıklamıştır.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Sen onları bilmezsin. Biz onları biliriz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bazı insanlara ne oluyor da işleri olmayan şeylere kalkışıp:

“Filan kişi Cennetlik, filan kişi Cehennemlik" diyebiliyorlar. Oysa bunlardan birine kendisinin ne olacağını sorsan:

“Bilmiyorum" der. Fakat kişi kendisini herkesten fazla tanır ve bilir. Oysa bu şekilde yapmakla peygamberlerin bile yapmadığı Şeye kalkıştın. Zira Hazret-i Nuh:

“Onların yaptıkları hakkında bir bilgim yoktur" demiştir Hazret-i Şuayb da:

“...Ben sizin başınızda bir bekçi değilim" demiştir. Yüce Allah da Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem):

“...Sen onları bilmezsin. Biz onları biliriz..." buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Onlara iki defa azap edeceğiz.." âyetini açıklarken:

“Biri açlık biri de öldürülme olmak üzere iki azapla azaplandıracağız" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik:

“...Onlara iki defa azap edeceğiz..." âyetini açıklarken:

“Biri açlık biri de kabir azabıdır" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Onlara iki defa azap edeceğiz..." âyetini açıklarken:

“İki defa açlıkla cezalandırıldılar" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, Azâbu'l-Kabr'de bildirdiğine göre Katâde:

“...Onlara iki defa azap edeceğiz..." âyetini açıklarken:

“Biri kabir azabı diğeri, ise Cehennem ateşindeki azaptır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ile Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Rabî:

“...Onlara iki defa azap edeceğiz. Sonra da büyük bir azaba itileceklerdir" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Dünyada iken musibetlere, kabirde de azaba maruz kaldıktan sonra asıl büyük azap olan Cehennem ateşini tadacaklardır."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“...Onlara iki defa azap edeceğiz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu iki azaptan biri dünyada iken çocuklar ve mallardan yana olan azaptır. Yüce Allah:

“Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah bunlarla, ancak dünya hayatında onların azaplarını çoğaltmayı ve onların kâfir olarak canlarının çıkmasını istiyor" buyurur. Yüce Allah dünyada iken musibetlere maruz bırakarak azaplandırır. Dünyadaki musibetler ise müminler için sevap kazanmaya vesiledir. Bir diğer azap ise Cehennem ateşiyle olan azaptır ki Yüce Allah bunu:

“...Sonra da büyük bir azaba itileceklerdir" şeklinde ifade eder.

Ebu'ş-Şeyh, Dahhâk'tan bildirir: Bana ulaşana göre bazıları:

“...Onlara iki defa azap edeceğiz..." âyetini açıklarken ilk azabın dünyada iken öldürülme olduğunu diğer azabın ise berzahta olacağını söylemişlerdir. Berzah da ölümden sonra tekrar dirilinceye kadar kalınan yerdir. Berzah sonrasında da asıl büyük azap olan Cehennem azabına maruz kalacaklardır.

Yüce Allah bunu:

“...Sonra da büyük bir azaba itileceklerdir" şeklinde ifade etmiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik:

“...Onlara iki defa azap edeceğiz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Cuma günleri hutbede sözleriyle münafıklara azap çektirirdi. Bir diğer azap da kabir azabı olacaktır."

İbn Merdûye, Ebû Mes'ûd el-Ensârî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizlere öyle bir hutbe verdi ki daha öncesinde öylesi bir hutbeyi kendisinden duymuş değildim. Bu hutbesinde:

“Ey insanlarl İçinizde münafıklar var! Onun için kimin adını verirsem ayağa kalksın! Ey filan! Kalk!" buyurdu ve bu şekilde otuz altı kişiyi kaldırdı. Sonra:

“İçinizden yine şöyle olanlar vardır! Böyle olanlar vardır! Şöyle olanlar vardır! Onun için Yüce Allah'tan afiyeti dileyin" diye devam etti. Daha sonra Ömer aralarında kardeşlik bulunan bunlardan bir adamla karşılaşınca ona:

“Neyin var?" diye sordu. Adam:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizlere bir hutbe verdi ve hutbesinde şöyle şöyle dedi" karşılığını verince, Ömer:

“O zaman bu andan itibaren Allah seni benden uzak tutsun" dedi.

102

Bkz. Ayet:103

103

"Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bunlar Tebûk savaşına Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte katılmayıp geride kalanlardı ve on kişiydiler. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dönüş zamanı geldiğinde bu on kişiden yedisi kendilerini Mescid'in sütunlarına bağladılar. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) dönüşte Mescid'den evine girerken geçtiği yerde bulundukları için onları görünce:

“Kendilerini bağlayan bu adamlar da kim?" diye sordu. Ashab:

Resûlallah! Bunlar Ebû Lubâbe ile arkadaşları. Seninle birlikte savaşa katılmayıp geride kaldıkları için kendilerini bu şekilde bağladılar ve Peygamber kendilerini mazur görüp çözene kadar kimseye çözdürmemeye dair yemin ettiler" dediler. Allah Resûlü de:

“Allah adına yemin ediyorum ki bizzat Yüce Allah onları mazur görüp çözdürmedikçe ben de onları çözmeyeceğim! Zira benden yüz çevirdiler ve diğer Müslümanlarla birlikte savaşa katılmadılar" buyurdu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözünü onlar da işitince:

“Bizzat Yüce Allah bizi çözdürmedikçe biz de kendimizi asla çözmeyeceğiz!" dediler.

Daha sonra Yüce Allah:

“Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetini indirdi. Yüce Allah'ın da "Asâ (umulur ki)" demesi o işi yapacağı anlamına gelir. Bu âyet nazil olunca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları mazur gördü ve birilerini gönderip onları çözdürdü. Çözüldükten sonra mallarını getirip:

Resûlallah! Bunlar bizim mallarımız! Bizin adımıza bunları sadaka olarak dağıt ve bize bağışlanma dile" dediler. Ancak Allah Resûlü:

“Bana, sizin mallarınızı alma emri verilmedi" karşılığını verdi. Ancak Yüce Allah:

“Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir..." âyetini indirdi. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara duası onlar için bağışlanma dilemesidir. Bu âyet de nazil olunca Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onların mallarını aldı ve onlar için bağışlanma diledi.

Savaşa katılmayan on kişiden üçü de kendilerini diğerleri gibi sütunlara bağlamamışlardı. Bunlar da bir süre, azaba mı maruz kalacaklar yoksa tövbeleri kabul görüp bağışlanacaklar mı bilemeden öylece kaldılar. Sonunda Yüce Allah bu konuda:

“Andolsun ki Allah, müslümanlardan bir gurubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Peygamberi ve güçlük zamanında ona uyan Muhacirlerle Ensar'ı affetti. Sonra da onların tövbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir. Bütün genişliğine rağmen yer onlara dar gelerek nefisleri kendilerini sıkıştırıp, Allah'tan başka sığınacak kimse olmadığını anlayan, savaştan geri kalmış üç kişinin tövbesini de kabul etti. Allah, tövbe ettikleri için onların tövbesini kabul etmiştir. Çünkü O tövbeleri kabul eden, merhametli olandır" âyetlerini indirdi ve hallerini düzeltip dosdoğru olduktan sonra onların da tövbelerini kabul edeceğini bildirdi.

Ebu'ş-Şeyh, Dahhâk'tan bu yorumun aynısını zikreder.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Delâil'de bildirdiğine göre Mücâhid:

“Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler..."âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Burada kasıt Ebû Lubâbe'dir. Zira Kurayza kabilesi kuşatma altında iken Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hükmüne razı olup teslim olmaları halinde öldürüleceklerini boğazına işaret ederek onlara haber vermişti."

Beyhakî, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildirir: Kurayzalılar Ebû Lubâbe'nin müttefikleriydi. Kuşatma altında oldukları zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), hükmüne razı olarak teslim olmalarını istemişti. Onlar da Ebû Lubâbe'ye bakarak:

“Ey Ebû Lubâbe! Bu çağnyı kabul edip teslim olalım mı?" diye sorduklarında Ebû Lubâbe eliyle boğazına işaret ederek teslim olmaları halinde kesileceklerini haber verdi. Ancak Ebû Lubâbe'nin bu hareketi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verildi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) de Ona:

“Yüce Allah'ın elinle boğazına işaret ederek onlara bildirdiğin şeyden gafil olacağını mı sandın?" buyurdu. Ebû Lubâbe bir süre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine kızmış bir şekilde kaldı. Daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zorluk savaşı olarak da bilinen Tebûk savaşına çıkınca Ebû Lubâbe birkaç kişiyle birlikte savaşa katılmadı ve Medine'de kaldı.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) savaştan döndüğü zaman Ebû Lubâbe onu selamlamak üzere yanına geldi. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona yüz vermedi. Ebû Lubâbe bu durumdan endişe edince Mescid'de Ümmü Seleme'nin kapısının önündeki sütuna kendini bağladı. Aşırı sıcakların olduğu bir zamanda dört gün üç gece bu şekilde bağlı kaldı. Bu süre zarfında ne bir şeyler yedi, ne de tek yudum bir şey içti. Ebû Lubâbe bu durumda öyle bitkin düştü ki sesi soluğu kesildi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de sabah ve akşam onu bu halini gözlüyordu. Yüce Allah onun tövbesini kabul ettiğine dair âyeti indirince Ebû Lubâbe'ye:

“Yüce Allah tövbeni kabul etti!" diye seslendiler. Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu çözmeleri için birilerini gönderdi. Ancak Ebû Lubâbe, Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) başka kimsenin onu çözmesine izin vermedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi V€ bizzat kendi elleriyle onu çözdü. Ebû Lubâbe kendine geldiğinde:

Resûlallah! İçinde malum günahı işlediğim kavmini bırakıp senin yanına yerleşmek için hicret edeceğim. Tüm malımı da sadaka olarak Allah'a ve Resûlüne veriyorum" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

“Malının üçte birini vermen yeterlidir" karşılığını verdi. Daha sonra Ebû Lubâbe kavminden hicret ederek Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına yerleşti. Malının üçte birini sadaka olarak verdi. Tevbe de ettikten sonra ölene kadar kendisinden hayırdan başka bir şey görülmedi.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebûk savaşına çıktığında Ebû Lubâbe ile iki adam bu savaşa çıkmayıp geride kaldılar. Daha sonra Ebû Lubâbe ile bu iki adam içinde bulundukları durumu düşünüp pişman oldular ve savaşa katılmadıkları için helak olacaklarını düşünerek:

“Biz burada kadınlarla birlikte gölgede ve güven içinde iken Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile müminler cihad ediyorlar. Vallahi Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizleri mazur görüp bizzat kendisi çözünceye kadar kendimizi sütunlara bağlayıp öylece kalacağız" dediler. Ardından Ebû Lubâbe yanındaki iki kişiyle birlikte gidip kendilerini Mescid'in sütununa bağladılar. Savaşa katılmayan başka bir üç kişi ise kendilerini bu şekilde bağlamadılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) savaştan döndüğü zaman evine giderken yolu Mescid'in içinden geçiyordu. Mescid'de onları bu şekilde görünce:

“Kendilerini sütunlara bu şekilde bağlayanlar da kim?" diye sordu. Adamın biri:

“Bunlar, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte savaşa çıkmayan Ebû Lubâbe ile arkadaşlarıdır. Suçlarını itiraf etmişler ve onlardan razı olup bizzat kendin çözmedikçe de kendilerini çözdürmeyeceklerine dair de yemin etmişler" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Vallahi onları çözmem emredilmedikçe çözmeyecek ve Yüce Allah onları mazur görmedikçe ben de mazur görmeyeceğim! Zira savaşa katılmamış diğer Müslümanlarla birlikte cihada çıkmamışlardır" buyurdu.

Daha sonra Yüce Allah:

“Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetini indirdi. Yüce Allah'ın da "Asâ (umulur ki)" demesi o işi yapacağı anlamına gelir. Bu âyet nazil olunca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları mazur gördü ve sütunlardan çözdü. Ebû Lubâbe ile diğer iki arkadaşı çözülünce mallarını Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) getirdiler ve:

“Mallarımızı bizden al ve bizim adımıza sadaka olarak ver. Bağışlanmamız ve temizlenmemiz için de bizlere dua et" dediler. Ancak Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bana emir verilmedikçe sizden bir şey almam" karşılığını verdi. Bunun üzerine:

“Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir..." âyeti nazil oldu.

Ancak Ebû Lubâbe'ye katılmayıp kendilerini bağlamayan diğer üç kişi ise ne tövbe ettiler, ne de mazur görüldüklerine dair âyet nazil oldu. Tüm genişliğine rağmen dünya onlara dar geldi. Yüce Allah bunlar hakkında da:

“Savaştan geri kalanların bir kısmının işi de Allah'ın buyruğuna kalmıştır. Allah onlara ya azabeder, ya da tövbelerini kabul eder. O bilendir, hakimdir" buyurmuştur. Bu üç kişi hakkında insanlardan bazıları:

“Şayet mazur görüldüklerine dair bir âyet nazil olmazsa bunlar helak oldular demektir" derken, bazıları da:

“Umulur ki Yüce Allah onları bağışlar" diyorlardı. Bu şekilde durumları Allah'a kalmış oldu. Nihayet:

“Andolsun ki Allah, müslümanlardan bir grubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Peygamberi ve güçlük zamanında ona uyan Muhacirlerle Ensâr'ı affetti. Sonra da onların tövbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir. Bütün genişliğine rağmen yer onlara dar gelerek nefisleri kendilerini sıkıştırıp, Allah'tan başka sığınacak kimse olmadığını anlayan, savaştan geri kalmış üç kişinin tövbesini de kabul etti. Allah, tövbe ettikleri için onların tövbesini kabul etmiştir. Çünkü O, tövbeleri kabul eden, merhametli olandır" âyetleri nazil oldu. Durumları Allah'a kalmış bu üç kişi hakkında bu şekilde tövbe kapısı açılmış oldu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd:

“Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar kendilerini Mescid'in sütunlarına bağlayan sekiz kişidir. Bunlardan bazıları da Kurdum, Mirdâs ve Ebû Lubâbe'dir."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bize anlatılana göre bunlar, Tebûk savaşına katılmayan yedi kişiydi. Bunlardan Cedd b. Kays, Ebû Lubâbe, Hizâm ve Evs olmak üzere dördü salih ameller ile kötü ameli birbirine karıştırmışlardı. Hepsi de Ensar'dandı ve tövbeleri kabul görüp bağışlanmışlardı. "Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir..." âyeti de bunlar hakkında nazil oldu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır..." âyetini açıklarken:

“Salih amelden kasıt Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte cihada katılmalarıdır. Kötü amelden kasıt da Tebûk savaşına katılmamalarıdır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Ebi'd-Dünya, Tevbe'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş- Şeyh ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ebû Osman en-Nehdî'den bildirir: Bana göre Kur'ân'da bu ümmet için en fazla umut veren âyet:

“Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetidir.

Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, Mutarrif'ten bildirir: Gece vakti yatağıma uzandığım zaman Kur'ân'ı düşünür ye amellerimi Cennetlik olanların amelleriyle mukayese ederim. Ancak onların amellerinin daha ağır olduğunu görürüm. Zira onlar Kur'ân'da şöyle ifade edilir:

“Geceleri pek az uyurlardı.""Gecelerini Rablerine secde ederek ve kıyam durarak geçirirler" "Geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, âhiretten çekinen, Rabbinin rahmetini dileyen kimse inkar eden kimse gibi olur mu?" Gördüğüm kadarıyla ben bunlardan biri değilim. Sonra kendimi:

“Sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir? Derler ki:

“Namaz kılmazdık ve yoksulu doyurmazdık. Batıla dalanlarla biz de dalardık. Ceza gününü yalanlardık" âyetleriyle ölçerdim. Ancak onlar gibi ceza gününü yalanlayanlardan olmadığımı görürdüm. Sonra:

“Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetini düşününce kendimin de, siz kardeşlerimin de bunlardan olmasını umuyorum.

Ebu'ş-Şeyh, İbn Mende, Ebû Nuaym, el-Ma'rife'de ve İbn Asâkir sağlam bir senedle Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Tebûk savaşına Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte çıkmayıp geride kalanlar altı kişiydi. Bunlar Ebû Lubâbe, Evs b. Hizâm, Sa'lebe b. Vedîa, Ka'b b. Mâlik, Murâre b. er-Rabî' ve Hilâl b. Umeyye idi. Ebû Lubâbe, Evs ve Sa'lebe gelip kendilerini Mescid'deki sütunlara bağladılar. Daha sonra tüm mallarını getirip:

Resûlallah! Seninle savaşa çıkmamıza engel olan bu malları al!" demişlerdi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) de onlar için:

“Diğer bir savaşa kadar onları çözmem" buyurmuştu. Fakat daha sonra onlar hakkında:

“Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyeti nazil oldu. Tövbesinin kabulü ertelenen ve durumları Allah'a kalanlar ise Ka'b b. Mâlik, Murâre b. er-Rabî' ve Hilâl b. Umeyye'dir. Bunların tövbelerinin kabulü kırk gün boyunca ertelendi. Bu süre içinde bu üç kişi kendilerine kurdukları çadırlarda kaldılar. Kadınları onlardan uzak durdu. Müslümanlar da bunlara yakınlık göstermediler, ancak tamamen de dışlamadılar. Sonunda onlar hakkında:

“...Bütün genişliğine rağmen yer onlara dar gelerek nefisleri kendilerini sıkıştırıp, Allah'tan başka sığınacak kimse olmadığını anlayan, savaştan geri kalmış üç kişinin tövbesini de kabul etti. Allah, tövbe ettikleri için onların tövbesini kabul etmiştir. Çünkü O tövbeleri kabul eden, merhametli olandır" âyeti nazil oldu. Bu âyet nazil olunca da Ümmü Seleme, Ka'b'a birini gönderip bunun müjdesini verdi.

İbn Ebî Hâtim, İbn Şevzeb'den bildirir: Ahnef b. Kays şöyle dedi: Kendimi Kur'ân'a arzettiğimde:

“Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır,; çok merhamet edendir" âyeti gibi halimi anlatan başka bir âyet görmedim.

Ebu'ş-Şeyh, Mâlik b. Dînar'dan bildirir: Hasan'a:

“Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır..." âyetini sorduğumda şu karşılığı verdi:

“Ey Mâlik! Bunlar tövbe etmişti ve Yüce Allah onlar hakkında:

“...Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder..." buyurmuştur. Yüce Allah'ın da "Asâ (umulur ki)" demesi o işi yapacağı anlamına gelir."

Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve İbn Merdûye, Semure b. Cündüb'den bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına çokça:

“İçinizde rüya gören oldu mu?" diye sorardı. Bir sabah bizlere şöyle buyurdu:

“Dün gece bana iki kişi geldi ve: «Bizimle beraber yürü!» dediler. Ben de onlarla beraber yürüdüm. Beni alıp mukaddes topraklara götürdüler. Orada uzanmış uyuyan bir adamın yanına geldik. Onun da başucunda elinde taş olan bir adam durmuştu. Taşı uyuyan adamın kafasına atıyor, adamın başı yarılıyordu. Taş sağa sola yuvarlanıyordu. Taşı alıp geri geldiğinde uyuyan adamın kafası eskisi gibi iyileşmiş oluyordu. Taşı getiren adam da tekrar uyuyan adamın yanına geliyor ve ilkinde yaptığının aynısını tekrar ediyordu. Yanımdakilere: «Sübhânallah! Bunlar ne yapıyor?» diye sorduğumda, bana: «Yürü!» dediler.

Yolumuza devam ettik ve sırtüstü yatmış olan bir adamın yanına geldik. Yanında, elinde kancasıyla başka biri daha vardı. Elinde kanca olan adam yatan adamın yüzünün bir tarafına eğilip ağzından başlayıp yanağını ensesine kadar parçalıyordu. Sonra burnundan başlayıp ensesine kadar etini parçalıyordu. Sonra gözünden başlayıp ensesine kadar etini parçalıyordu. Sonra yüzünün öbür tarafına yöneliyor ve o tarafa da bir öncekinin aynısını yapıyordu. Yüzünün bir tarafım öyle parçalayıncaya kadar öbür taraf iyileşip eski haline geliyordu. Elinde kancası olan adam tekrar yeni baştan ilk yaptığı gibi parçalamaya başlıyordu. Yanımdakilere: «Sübhânallah! Bunlar ne yapıyor?» diye sorduğumda, bana: «Yürü!» dediler.

Yolumuza devam ettik ve tandır gibi bir yere geldik. Tandırın içinden bağrışma sesleri duyduk. Tandırın içine baktığımızda çıplak erkek ve kadınların olduğunu gördük. Altlarından alevler geliyordu. Her alev geldiğinde de bağrışıyorlardı. Yanımdakilere: «Bunlar kim?» diye sordum, bana: «Yürü!» dediler. Yola devam edip kan gibi kırmızı olan bir ırmağın kenarına geldik. Irmakta yüzen bir adam gördük. Irmağın kenarında da yanında taş yığını olan bir adam vardı. Irmaktaki adam yüzüp yüzüp onun yanına geliyor ve ağzını açıyordu. Kenardaki adam da yüzen adamın ağzına bir taş koyup yutturuyor. Sonra adam tekrar yüzmeye devam ediyordu. Yine yüzdükten sonra kenara gelip ağzım açıyor. Kenardaki adam da onun ağzına taş koyuyordu. Yanımdakilere: «Bunlar ne yapıyor?» diye sordum. Bana yine: «Yürü!» dediler.

Yola devam ettik ve hiç böylesini göremeyeceğin kadar çirkin bir adamla karşılaştık. Yanında bir ateş vardı. Hem ateşi körüklüyor; hem de etrafında dönüyordu. Yanımdakilere: «Bu ne yapıyor?» diye sordum, ancak yine: «Yürü!» dediler. Yola devam ettik. Bol bitkili bir bahçeye vardık. Bahçede baharın her renginden bir renk mevcuttu. Bahçenin önünde de uzun boylu bir adam vardı. O kadar uzundu ki göğe kadar uzanan başını çok zor görebiliyordum. Adamın etrafında da daha önce hiç bu kadarını görmediğim kalabalıkta çocuklar vardı. Bana yine: «Yürü!» dediler.

Yola devam edip; daha önce bu kadar büyüğünü ve güzelini göremediğim bir bahçeye vardık. Yanımdakiler bana: «Bahçenin içinde ilerle!» dediler. Bahçenin içinde ilerlediğimizde altından ve gümüşten tuğlalarla inşa edilmiş bir şehre vardık. Şehrin kapısına gelip kapıyı açmalarını istedik. Kapı açıldı ve içeriye girdik. Bizi orada öyle adamlar karşıladı ki, vücutlarının yarısı görebileceğin en güzel bir yapıda iken diğer yarısı da görebileceğin en çirkin bir yapıdaydı. Yanımdakiler, o adamlara: «Gidin ve oradaki ırmağa girip yıkanın!» dediler. Irmağa baktığımda çok geniş ve süt kadar beyaz olduğunu gördüm. Adamlar gidip ırmağa daldılar, sonra da yanımıza geldiler. Yıkandıktan sonra bedenlerindeki o çirkin görünüşleri de gitmiş en güzel bir sûrete bürünmüşlerdi. Yanımdakiler bana: «İşte burası Adn cennetidir, evin de işte oradakidir» dediler. Yukarılara doğru baktığımda beyaz bir bulutu andıran bir köşk gördüm. Yanımdakiler bana: «İşte evin orası!» dediler. Onlara: «Yüce Allah sizlere bereketler ihsan etsin! Bana izin verin de içine gireyim» dedim, fakat: «Şimdi değil, ancak ileride oraya gireceksin!» karşılığını verdiler.

Onlara: «Gece boyu pek şaşırtıcı şeylerle karşılaştım. O gördüklerim neydi?» diye sorduğumda şöyle karşılık verdiler: «İlk gördüğün ve başı taşla yarılan adam Kur'ân'ı okur ancak onunla emel etmez ve kılması gereken farz namazını kılmadan uyurdu. Bu durumu da kıyamete kadar devam edecektir. Yanakları, burnu ve gözleri ensesine kadar yarılan adama gelince, o adam sabahtan öyle bir yalan ortaya atıyordu ki bu yalanı dört bir tarafa yayılıyordu. Onun da bu durumu kıyamete kadar devam edecektir. Tandır gibi bir yerde bulunan çıplak erkek ve kadınlar ise, zina eden erkek ve kadınlardı. Irmakta yüzen ve ikide bir ağzına taş konulan adam da faiz yiyen kişidir. Ateşin yanında bulunan ve onu körükleyen çirkin adam ise Cehennem bekçilerinden olan Malik'ti. Bahçenin önünde bulunan uzun boylu adam ise İbrahim peygamberdi. Etrafında olan çocuklar da fıtrat üzerine küçük yaşta ölen çocuklardı. Yarısı güzel, diğer yarısı da çirkin şekilde olan adamlar ise salih amellerle kötü amelleri birbirine karıştıran, ancak Yüce Allah'ın sonradan affettiği bir topluluktu. Ben de Cebrail, bu da Mikâil'dir.»

Hatîb, Târih'de Ebû Mûsa'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Rüyamda derileri ateşten makaslarla kırpılan kişiler gördüm. «Bunlar kim?» diye sorduğumda: «Bunlar kendilerine helal olmayan kişiler için süslenenlerdir» denildi. Yine içinden çok pis bir koku ve feryatlar gelen bir kuyu gördüm. «Bu ne?» diye sorduğumda: «Bunlar kendilerine helal olmayan kişiler için süslenen kadınlardır» denildi. Yine adına «Hayat Suyu» denilen suyla yıkananlar gördüm; «Bunlar kim?» diye sorduğumda: «Bunlar salih amellerle kötü amelleri birbirine karıştıranlardır» denildi. "

İbn Sa'd, Esved b. Kays el-Abdî'den bildirir: Bir gün Hasan, Habîb b. Mesleme ile karşılaşınca:

“Ey Habîb! Nice yürüyüşün hiç de Allah'a itaat yolunda değildir" dedi. Habîb:

“Peki, babana (Ali'ye) doğru yürüyüşlerim de Allah'a itaat yolunda değil midir?" diye sorunca, Hasan şu karşılığı verdi:

“Öyledir ancak Muâviye'ye az ve fani bir dünyalık için itaat ettin. Şayet bu şekilde dünyanı az bir imar etmişse bil ki dinini harab etmiştir. Her ne kadar kötü olan bir şeyi yaptıysan da iyi olan bir şeyi söyledin. Bu durumda Yüce Allah'ın:

“...Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır..."buyurduğu kişilerden oldun. Ancak sen Yüce Allah'ın:

“Hayır! Bilakis onların işlemekte oldukları (kötülükler) kalplerini kirletmiştir" buyurduğu kişilerdensin."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka al..." âyetini açıklarken:

“İşledikleri bu kötü şeyden kendilerini arındırıp temizleyecek bir sadaka al" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir..." âyetini açıklarken:

“İşledikleri günahlardan dolayı onlara bağışlanma dile. Zira senin bu yöndeki duan onlar için rahmettir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ile Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir..." âyetini açıklarken:

“Onlara dua edip bağışlanma dile. Zira onlara bağışlanma dilemen, kalplerini yatıştırıp güven verir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye, Abdullah b. Ebî Evfâ'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine zekat getirildiği zaman, getiren kişinin adına:

“Allahım! Filan kişinin ailesine hayırlar ihsan et" diye dua ederdi. Babam zekatını getirip verdiği zaman da:

“Allahım! Ebû Evfa'nın ailesine hayırlar ihsan et" diye dua etti.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken:

“Senin onlara duan Allah'a yakınlaşmalarına vesiledir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini açıklarken:

"Senin onlara duan onlar için sükûnettir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza geldiğinde karım ona:

Resûlallah! Bana ve kocama dua et" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):"Allah sana da, kocana da hayırlar ihsan etsin" diye dua etti.

İbn Ebî Şeybe, Hârice b. Zeyd'den, o da babasından daha büyük olan amcası Yezîd b. Sâbit'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte çıkıp Bakî kabristanına geldik. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) orada henüz yeni olan bir mezar görünce kimin olduğunu sordu. Bir kadının adını verip:

“Filan kişinin" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kadının kim olduğunu tanıdı ve:

“Öldüğünde bana haber verseydiniz yal" buyurdu.; Ashab:

“Dinlendiğin için seni rahatsız etmek istemedik" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir daha öyle yapmayın. Biriniz vefat ettiği zaman ben henüz hayatta olduğum sürece bana haber verin. Zira edeceğim dua onlara rahmettir" buyurdu.

Bâverdî, Ma'rifetu's-Sahâbe'de ve İbn Merdûye, Deysem es-Sedûsî'den bildirir: Beşîr b. el-Hasâsiyye'ye:

“Zekat toplayan memurlar bize haksızlık ediyorlar. Haksızlık ettikleri oranda mallarımızdan gizleyebilir miyiz?" diye sorduğumuzda:

“Geldiklerinde tüm malınızı önlerine yığın, sonra sizlere dua etmelerini isteyin" dedi ve:

“Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka al ve onlara dua et..." âyetini okudu.

104

"Allah'ın, kullarının tövbesini kabul edeceğini, sadakalar aldığını, Allah'ın tövbeleri kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu bilmiyorlar mı?"

İbn Ebî Hâtim, İbn Zeyd'den bildirir: Tebûk seferine katılmayanlardan tövbe edenlerin tövbesi kabul edilince, bu savaşa katılmayıp tövbe etmeyenler:

“Onlar dün bizimle beraberdiler. Onlarla konuşulmuyor ve oturulmuyordu. Şimdi ne oldu ki?" demeye başladılar. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Allah'ın, kullarının tövbesini kabul edeceğini, sadakalar aldığını, Allah'ın tövbeleri kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu bilmiyorlar mı?" âyetini indirdi.

Abdurrezzâk, Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Kişi birine bir sadaka verdiği zaman bu sadaka adamın eline düşmeden Yüce Allah'ın eline düşer. Yüce Allah da bunu verilen kişinin eline bırakır" dedi ve:

“Allah'ın, kullarının tövbesini kabul edeceğini, sadakalar aldığını, Allah'ın tövbeleri kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu bilmiyorlar mı?" âyetini okudu.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Ebû Hureyre:

“...Sadakalar aldığını..."âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah temiz ve helal ise sadakaları kabul eder. Verilen böylesi bir sadakayı sağ eliyle alır. Kişi lokma kadar da olsa sadaka verdiği zaman Yüce Allah bu sadakayı çoğaltıp durur. Yüce Allah'ın elinde, birinizin deve yavrusunu veya tayını besleyip büyütmesi gibi bu sadaka da Uhud dağı gibi olana kadar büyüyüp durur."

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Nefsim elinde olana yemin olsun ki kul helal olan bir kazançtan helal olan bir sadakayı -ki Yüce Allah ancak helal olan bir şeyi kabul eder ve semaya ancak helal olan şeyler çıkar- hakkı olan bir yere verdiği zaman onu Rahman (olan Allah)'ın eline koymuş gibidir. Yüce Allah da bu sadakayı sahibi için birinizin tayını veya sütten kestiği devesini besleyip büyütmesi gibi büyütüp durur. Öylesi kişinin sadaka olarak verdiği bir lokma veya hurma tanesi, kıyamet gününde büyük bir dağ gibi olur." Yüce Allah'ın Kitâb'ındaki:

“Allah'ın, kullarının tövbesini kabul edeceğini, sadakalar aldığını, Allah'ın tövbeleri kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu bilmiyorlar mı?" âyeti de bunu tasdik eder.

Dârakutnî, Efrâd'da İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Sadaka verin! Biriniz bir lokma veya benzeri bir şeyi sadaka olarak verdiği zaman bu sadaka, verilen kişinin eline düşmeden Yüce Allah'ın eline düşer. Zira Yüce Allah:

“Allah'ın, kullarının tövbesini kabul edeceğini, sadakalar aldığını, Allah'ın tövbeleri kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu bilmiyorlar mı?" buyurur. Yüce Allah da bu sadakayı sahibi için birinizin tayını veya sütten kestiği devesini besleyip büyütmesi gibi büyütür. Kıyamet gününde de ona verir.

105

"De ki: Yapın! Amelinizi Allah da, Resûlü de müminler de görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz. O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir."

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“De ki: Yapın! Amelinizi Allah da, Resûlü de müminler de görecektir..." âyetini açıklarken:

“Bu, Yüce Allah'ın kullarına bir uyarısı, bir tehdididir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin Seleme b. el- Ekva'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“...Amelinizi Allah da, Resûlü de müminler de görecektir..." âyetini okudu.

İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Seleme b. el-Ekva'dan bildirir: Bulunduğumuz yerden bir cenaze geçince yanımızdakiler onu hayırla andılar. Bunu duyan Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Vacip oldu" buyurdu. Başka bir cenaze geçti ve onu da hayırla andılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine:

“Vacip oldu" buyurdu. Kendisine neden böyle dediği sorulunca:

“Melekler gökte Yüce Allah'ın şahitleridir. Yeryüzünde Allah'ın şahitleri de sizlersiniz. Birine bir konuda şahitlik ettiğinizde bu şahitliğiniz geçerli olur" karşılığını verdi. "...Amelinizi Allah da, Resûlü de müminler de görecektir..." âyeti de bunu ifade etmektedir.

İbn Ebî Hâtim, Hazret-i Âişe'den bildirir: Hazret-iOsmân'a dil uzatan kurrânın (Kur'ân hafızlarının) ortaya çıkışına kadar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından hiç kimsenin amellerini basit görmüş değildim. Zira bunlar hiçbirimizin söyleyemediği güzellikte sözler söylüyorlardı. Hiçbirimizin okuyamadığı şekilde Kur'ân okuyor ve hiç birimizin kılamadığı kadar namaz kılıyordu. Ancak iyice düşününce bunlardan hiçbirinin Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabının amellerine yaklaşamayacağını anladım. Onun için birinin çok güzel sözler söylediğini gördüğünde ona:

“...Yapın! Amelinizi Allah da Resûlü de müminler de görecektir..." de. Hiç kimse hakkında da yaptıklarından dolayı acele hüküm verme.

Ahmed, İbn Ebi'd-Dünya, îhlâs'da, Ebû Ya'lâ, İbn Hibbân, Hâkim, Beyhakî, Şuab'da ve Diyâ, el-Muhtârefde Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Biriniz kapısı penceresi olmayan sert bir kayanın tam içinde bir amelde bulunsa bu amel her ne olursa olsun Yüce Allah bunu ortaya çıkarıp insanlara gösterir. "

106

"Savaştan geri kalanların bîr kısmının işi de Allah'ın buyruğuna kalmıştır. Allah onlara ya azab eder, ya da tövbelerini kabul eden O bilendir, hakimdir."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime:

“Savaştan geri kalanların bir kısmının işi de Allah'ın buyruğuna kalmıştır..." âyetini açıklarken:

“Bunlar Tebûk savaşına katılmayan (ve tövbe de etmeyen) üç kişidir" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Savaştan geri kalanların bir kısmının işi de Allah'ın buyruğuna kalmıştır..." âyetini açıklarken:

“Bunlar Evs ve Hazrec kabilelerinden olan Hilâl b. Ümeyye, Murâre b. Rib'îve Ka'b b. Mâlik'tir" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh, Muhammed b. Ka'b'dan bildirir: Ebû Lubâbe, Kurayza oğullarına, parmağıyla boğazına işaret ederek teslim olmaları halinde kesileceklerini haber verdi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Ey iman edenler! Allah'a ve Peygamber'e hainlik etmeyin. Bile bile kendi emanetlerinize de hainlik etmeyin..." âyeti ile, "Savaştan geri kalanların bir kısmının işi de Allah'ın buyruğuna kalmıştır. Allah onlara ya azab eder, ya da tövbelerini kabul eder. O bilendir, hakimdir" âyetini indirdi. Bu şekilde Ebû Lubâbe tövbesi kabul görenlerden biri oldu.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Allah onlara ya azab eder, ya da tövbelerini kabul eder..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu yaptıkları karşısında Yüce Allah ya onları bir musibete maruz bırakıp öldürür ya da tövbelerini kabul eder. Bunların durumu bu şekilde Allah'ın takdirine bırakılmışken daha sonra nazil olan:

“Bütün genişliğine rağmen yer onlara dar gelerek nefisleri kendilerini sıkıştırıp, Allah'tan başka sığınacak kimse olmadığını anlayan, savaştan geri kalmış üç kişinin tövbesini de kabul etti..." âyetiyle Yüce Allah onlar hakkındaki hükmünü bildirdi.

107

"Zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasını ayırmak, Allah ve Peygamberine karşı savaşanlara daha önceden gözcülük yapmak üzere bir mescit kurup: «Biz sadece iyilik yapmak istedik» diye yemin edenlerin yalana olduklarına şüphesiz ki Allah şahittir"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasını ayırmak, Allah ve Peygamberine karşı savaşanlara daha önceden gözcülük yapmak üzere bir mescit kurup: «Biz sadece iyilik yapmak istedik» diye yemin edenlerin yalancı olduklarına şüphesiz ki Allah şahittir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Ensar'dan bir grup mescit inşa etme işine girdiler. Ebû Âmir de onlara:

“Siz bu mescidinizi inşa edin ve elinizden geldiği kadar silah toplamaya çalışın. Ben Rum (Bizans) kralı Kayser'e gidip asker getireceğim ve Muhammed ile ashabını buradan çıkartacağım" dedi. Mescidin inşasını bitirdiklerinde Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Mescidimizin inşasını bitirdik. Gelip içinde namaz kılmanı ve bereketi için dua etmeni istiyoruz "dediler. Bunun üzerine de Yüce Allah:

“Onun içinde asla namaz kılma! İlk günden takva üzerine kurulan mescit içinde namaz kılman elbette daha doğrudur..." âyetini indirdi.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kubâ'da bir .mescid inşa edince içlerinde Abdullah b. Huneyf'in dedesi Behzec, Vedîa b. Huzâm ve Mucemmi' b. Câriye el-Ensârî'nin de bulunduğu Ensar'dan bir grup münafıklık için bir mescit inşa ettiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Behzec'e:

“Yazık sana ey Behzec! Bununla düşündüğüm şeyi mi yapmak istiyorsun?" buyurunca Behzec:

Resûlallah! Vallahi hayırdan başka bir kastım yok" dedi. Yalan söylemesine rağmen Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona inandı ve mazur görmek istedi; ancak Yüce Allah:

“Zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasını ayırmak, Allah ve Peygamberine karşı savaşanlara daha önceden gözcülük yapmak üzere bir mescit kurup: «Biz sadece iyilik yapmak istedik» diye yemin edenlerin yalancı olduklarına şüphesiz ki Allah şahittir" âyetini indirdi. Bunu yapmak isteyen de Ebû Âmir adında biriydi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile sayşş halindeydi ve yardım istemek üzere Heraklius'a gitmişti. Bu mescidi inşa edenler de Ebû Âmir'in dönmesini ve bu mescitte namaz kılmasını bekliyorlardı. Ebû Âmir ise Allah'a ve Resûlüne savaş açmak için Medine'den çıkmıştı.

İbnu'l-Münzir, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Anlatıldığına göre Amr b. Avf oğulları bir mescit inşa ettiler ve gelip içinde namaz kılması için Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) haber gönderdiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de gelip bu mescitte namaz kıldı. Ancak kardeşleri olan Ganm b. Avf oğulları onları bu konuda kıskandılar ve:

“Biz de kardeşlerimiz gibi bir mescit inşa eder ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip içinde namaz kılmasını isteriz. Belki Ebû Âmir de gelince o da içinde namaz kılar" dediler. Bu şekilde bir mescit inşa ettikten sonra kardeşlerinde olduğu gibi bu mescidin de içinde namaz kılması için Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) haber gönderdiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de burada namaz kılmak için gelmeye niyetlenince Yüce Allah:

“Zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasını ayırmak, Allah ve Peygamberine karşı savaşanlara daha önceden gözcülük yapmak üzere bir mescit kurup: «Biz sadece iyilik yapmak istedik» diye yemin edenlerin yalancı olduklarına şüphesiz ki Allah şahittir. Onun içinde asla namaz kılma! İlk günden takva üzerine kurulan mescit içinde namaz kılman elbette daha doğrudur. Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizlenenleri sever. Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa yapısını yıkılacak bir yarın kenarına kurup, onunla beraber kendisi de çöküp cehennem ateşine giden kimse mi? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez. Kurmuş oldukları binaları, (ölüp de) kalpleri paramparça olmadıkça yüreklerinde sürekli bir kuşku olarak kalmaya devam edecektir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetlerini indirdi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasını ayırmak, Allah ve Peygamberine karşı savaşanlara daha önceden gözcülük yapmak üzere bir mescit kurup: «Biz sadece iyilik yapmak istedik» diye yemin edenlerin yalancı olduklarına şüphesiz ki Allah şahittir" âyetini açıklarken:

“Bunlar, münafıklardır ve gözcülüğünü yaptıkları kişi de papaz olan Ebû Âmir'dir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“Zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasını ayırmak, Allah ve Peygamberine karşı savaşanlara daha önceden gözcülük yapmak üzere bir mescit kurup: «Biz sadece iyilik yapmak istedik» diye yemin edenlerin yalancı olduklarına şüphesiz ki Allah şahittir" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Küba'da bir mescit inşa edince münafıklar da buna karşılık bir mescit inşa ettiler ve içinde namaz kılması için Allah Resûlü'ne haber gönderdiler. Ancak Yüce Allah henüz gitmeden Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) durumu bildirdi."

İbn İshâk ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yapılan bu mescidi yıkmak üzere Mâlik b. Duhşum'a haber gönderdi. Giderlerken Mâlik yanında bulunan Âsım'a:

“Az bekle de evden ateş alıp geleyim" dedi. Evine girip yanan birkaç hurma dalı aldı ve çıktı. Sonrasında hızlıca bu mescide geldiler. Mecsidi münafıklar henüz içinde iken yakıp yıkmaya başladılar. Münafıklar bunu görünce kaçıp dağıldılar. Yüce Allah da bu mescit konusunda:

“Zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasını ayırmak, Allah ve Peygamberine karşı savaşanlara daha önceden gözcülük yapmak üzere bir mescit kurup: «Biz sadece iyilik yapmak istedik» diye yemin edenlerin yalancı olduklarına şüphesiz ki Allah şahittir... Kurmuş oldukları binaları, (ölüp de) kalpleri paramparça olmadıkça yüreklerinde sürekli bir kuşku olarak kalmaya devam edecektir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetlerini indirdi.

İbn İshâk ile İbn Merdûye, Ebû Ruhm Külsûm b. Husayn el-Ğifârî'den (sahabeden ve Hudeybiye biat edenlerden biriydi) bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebûk savaşından dönüşte Medine'ye bir günlük mesafeden daha az olan Zû Evân'da konakladı. Tebûk savaşına çıkma hazırlığını yaparken Mescid-i Dırar'ı yapanlar yanına gelmişler ve:

Resûlâllah! Hasta, sakat, muhtaçlar için, soğuk ve yağmurlu geceler için bir mescit inşa ediyoruz. Gelip de bu mescitte namaz kılmanı da istiyoruz" demişlerdi. Allah Resûlü de:

“Şu an bir sefer hazırlığındayım ama dönüşte inşallah uğrar içinde namaz kılarız" karşılığını vermişti. Ancak Zû Evân'da konaklayınca bu mescidin asıl durumu kendisine bildirildi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Sâlim b. Avf oğullarının kardeşlerinden biri olan Mâlik b. Duhşum ile Belaclân kabilesinden Ma'n b. Adiy veya kardeşi Âsim b. Adiy'yi çağırdı ve:

“Ahalisi zalim olan şu mescide gidin ve onu yakıp yıkın!" buyurdu.

İkisi hızlı bir şekilde yola düşüp Mâlik b. Duhşum'un çevresinden olan Sâlim b. Avf oğullarına geldiler. Mâlik, Ma'n'a:

“Az bekle de eve girip çıkayım" dedi ve evine girdi. İçerden bir hurma dalı alıp çıktı. Hurma dalını da tutuşturup mescide doğru ilerlediler. Münafıklar içerdeyken mescidi yakıp yıktılar. İçerdekiler dışarı çıkıp dağıldılar. Bu mescit konusunda da Yüce Allah:

“Zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasını ayırmak, Allah ve Peygamberine karşı savaşanlara daha önceden gözcülük yapmak üzere bir mescit kurup: «Biz sadece iyilik yapmak istedik» diye yemin edenlerin yalancı olduklarına şüphesiz ki Allah şahittir... Kurmuş oldukları binaları, (ölüp de) kalpleri paramparça olmadıkça yüreklerinde sürekli bir kuşku olarak kalmaya devam edecektir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetlerini indirdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasını ayırmak, Allah ve Peygamberine karşı savaşanlara daha önceden gözcülük yapmak üzere bir mescit kurup: «Biz sadece iyilik yapmak istedik» diye yemin edenlerin yalancı olduklarına şüphesiz ki Allah şahittir" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar, Kubâ mescidine yakın bir yerden mescit inşa eden Ensar'dan bir topluluktur. Bize bildirilene göre de İslam'da ilk inşa edilen mescit, Kubâ Mescidi'dir."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn İshâk'tan bildirir:

“Bu mescidi inşa edenler on iki kişiydi. Bunlar Hizâm b. Hâlid b. Ubeyd b. Zeyd, Sa'lebe b. Hâtib, Hezzâl b. Umeyye, Muattab b. Kuşeyr, Ebû Habîbe b. el-Ez'ar, Abbâd b. Huneyf, Câriye b. Âmir ve oğulları Mucemma' ile Zeyd, Nebtel b. el-Hâris, Behzec b. Osmân ve Vedîa b. Sâbit'tir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: :

“Zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasını ayırmak, Allah ve Peygamberine karşı savaşanlara daha önceden gözcülük yapmak üzere bir mescit kurup: «Biz sadece iyilik yapmak istedik» diye yemin edenlerin yalancı olduklarına şüphesiz ki Allah şahittir" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu mescidi Kubâ ahalisine zarar vermek için inşa etmişlerdir. Kubâ ahalisi Kubâ mescidinde namaz kılarlardı. Bu mescit inşa edilince cemaatın bir kısmı yeni mescite yöneldi ve bu şekilde cemaati bölerek araya nifak sokmuş oldular. Ancak kendilerine sorulunca bununla sadece iyilik yapmak istediklerine dair yemin ederler."

108

"Onun içinde asla namaz kılma! İlk günden takva üzerine kurulan mescit içinde namaz kılman elbette daha doğrudur. Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizlenenleri sever"

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Müslim, Tirmizî, Nesâî, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Biri Hudre oğullarından biri de Amr b. Avf oğullarından iki adam âyette zikredilen takva üzerine kurulu mescidin hangisi olduğu konusunda tartıştılar. (Başka bir lafızda:

“Amr b. Avf oğullarından biriyle âyette zikredilen takva üzerine kurulu mescidin hangisi olduğu konusunda tartıştım" demiştir.) Hudre oğullarından olan adam:

“Söz konusu mescid Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) mescididir" derken, Amr b. Avf oğullarından olan adam ise:

“Söz konusu mescit Kubâ mescididir" dedi. Bunun üzerine Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip bunu sordular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Âyetteki mescitten kasıt bu mescittir (Mescid-i Nebevî)" buyurduktan sonra şöyle devam etti:

“Ancak o mescitte de (Kubâ Mescidi) çok hayırlar vardır."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Zübeyr b. Bekkâr, Ahbâru'l- Medine'de, Ebû Ya'lâ, İbn Hibbân, Taberânî, Hâkim, el-Künâ'da ve İbn Merdûye, Sehl b. Sa'd es-Sâidî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında âyette zikredilen takva üzerine kurulu mescidin hangisi olduğu konusunda iki adam tartıştılar. Biri:

“Bu mescid Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) mescididir" derken, diğeri:

“Bu mescid Kubâ Mescidi'dir" diyordu. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip bunu sorduklarında:

“Söz konusu mescit benim mescidimdir" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Hatîb ve Diyâ, el-Muhtâre'de Ubey b. Ka'b'dan bildirir: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) takva üzerine kurulu mescidin hangisi olduğunu sorduğumda:

“Söz konusu mescit benim mescidimdir" karşılığını verdi.

Taberânî ve Diyâ el-Makdisî, el-Muhtâre'de Zeyd b. Sâbit'ten bildirir: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) takva üzerine kurulu mescidin hangisi olduğu sorulduğunda:

“Söz konusu mescit benim mescidimdir" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe, Taberânî ve İbn Merdûye'nin Urve vasıtasıyla bildirdiğine göre Zeyd b. Sâbit:

“İlk günden takva üzerine kurulan mescid, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) mescididir" demiştir. Urve der ki:

Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) mescidi daha hayırlı olsa da âyet, Kubâ Mescidi hakkında nazil oldu."

İbn Ebî Şeybe ile İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Takva üzerine kurulan mescit, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) mescididir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Saîd el-Hudrî:

“Takva üzerine kurulan mescit, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) mescididir" demiştir.

Zübeyr b. Bekkâr, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Osmân b. Abdillah'tan bildirdiğine göre İbn Ömer, Ebû Saîd el-Hudrî ve Zeyd b. Sâbit:

“Takva üzerine kurulan mescit, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) mescididir" demişlerdir.

İbn Ebî Şeybe ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb:

“Takva üzerine kurulan mescit, Medine'nin büyük mescididir" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Takva üzerine kurulan mescit..."âyetini açıklarken:

“Bundan kasıt Kubâ Mescidi'dir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Şîrîn, Medine'de inşa edilen bütün mescitleri takva üzerine kurulu mescitlerden sayardı.

İbn Ebî Hâtim, Ammâr ed-Duhnî'den bildirir: Namaz kılmak için Kubâ Mescidi'ne girdim. Ebû Seleme beni görünce:

“İlk günden takva üzerine kurulan mescitte mi namaz kılmak istedin?" dedi. Daha sonra minare ile kıble tarafının sonradan Hazret-i Osmân zamanında mescide eklenip genişletildiğini söyledi.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Takva üzerine kurulan mescit..." âyetini açıklarken:

“Bundan kasıt, Kubâ Mescidi'dir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Tirmizî, Hâkim ve İbn Mâce'nin Useyd b. Zuheyr'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kubâ Mescidi'nde kılınan bir namaz, sevap bakımından umre gibidir" buyurmuştur.

Tirmizî der ki:

“Useyd b. Zuheyr'in bu rivayeti dışında sahih bir rivayetini bilmiyoruz."

İbn Sa'd'ın Zuheyr b. Râfi' el-Hârisî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kubâ Mescidi'nde Pazartesi ve Salı günlerinde namaz kılan kişi umre sevabıyla geriye döner" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve Hâkim, İbn Ömer'den bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yaya veya binekli olarak sık sık Kubâ Mescidi'ne giderdi."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Nesâî ve İbn Mâce'nin Sehl b. Huneyf'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kubâ Mescidi'ne namaz kılmak için gelen kişiye umre sevabı vardır" buyurmuştur.

Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“...Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır..." âyeti Kubâ ahalisi hakkında nazil oldu. Zira Kubâ ahalisi taharetlerini su ile yaparlardı. Onun içindir ki bu âyet onlar hakkında nazil oldu."

Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir:

“...Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır..." âyeti nazil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Uveym b. Sâide'yi çağırdı ve:

“Yüce Allah'ın sizleri övdüğü bu temizlik de ne oluyor?" diye sordu. " Resûlallah! Erkek olsun kadın olsun bizden biri heladan çıktığı zaman avret yerini mutlaka su ile yıkardı" dediklerinde, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O zaman budur!". buyurdu.

Ahmed, İbn Huzeyme, Taberânî, Hâkim ve İbn Merdûye, Uveym b. Sâide el-Ensârî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kubâ Mescidi'ne yanımıza geldi ve:

“Yüce Allah mescidinizin durumunu anlatırken temizliğinizden yana sizleri övdü. Sizin yaptığınız bu temizliğiniz nedir?" diye sordu. Biz de:

Resûlallah! Bu konuda bir bilgimiz yok, ancak bizim Yahudi komşularımız vardı. Onlar helâdan çıktıkları zaman avret yerlerini yıkarlardı. Biz de onlar gibi yıkamaya başladık" karşılığını verdik.

İbn Mâce, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Cârûd, el-Müntekâ'da, Dârakutnî, Hâkim, İbn Merdûye ve İbn Asâkir, Talha b. Nâfi'den bildirir: Ebû Eyyûb, Câbir b. Abdillah ve Enes b. Mâlik'in bana bildirdiğine göre, "...Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır..." âyeti nazil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Ensar! Yüce Allah temizlik konusunda sizleri övdü. Bahsedilen hu temizliğiniz de nedir?" diye sordu. Ensar:

“Namaz için abdest alıyor, cünüplükten de yıkanıyoruz" dediler. Allah Resûlü:

“Bunun yanında başka bir temizliğiniz var mı?" diye sorunca:

“Hayır, ancak birimiz helâya çıktığı zaman taharetini su ile yapmayı tercih eder" dediler. Bunun üzerine Allah Resûlü:

“O zaman budur! Buna devam edin!" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, Ahmed, Buhârî, Târih'de, İbn Cerîr, Bağavî, Mu'cem'de, Taberânî, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym, el-Ma'rife'de Muhammed b. Abdillah b. Selâm'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) takva üzerine kurulan Kubâ Mescidi'ne geldi ve:

“Yüce Allah temizlik konusunda sizi hayırla andı. Bu temizliğinizin ne olduğunu bana da söylesenize" buyurdu. Bununla da:

“...Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizlenenleri sever" âyetini kastediyordu. Kubâ ahalisi:

Resûlallah! Bu temizlik Tevrat'a bize emredilmişti. Ama biz Müslüman olduktan sonra da ona devam ettik. O da taharetimizi su ile yapmamızdır" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe, Şa'bî'den bildirir:

“...Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır..." âyeti nazil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kubâ ahalisine:

“Yüce Allah'ın sizleri övdüğü bu temizlik konusu da ne?" diye sordu. Kubâ ahalisi:

“Birimiz helâya çıktığı zaman taharetini mutlaka su ile yapar" karşılığını verdiler.

İbn Ebî Şeybe, Cafer'den, o da babasından bildirir:

“...Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizlenenleri sever" âyeti, Kubâ ahalisi hakkında nazil oldu.

Abdurrezzâk, Musannef de ve Taberânî, Ebû Umâme'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Kubâ ahalisine:

“«...Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır...» âyetinde size has zikredilen temizlik nedir?" diye sorunca:

Resûlallah! Birimiz helâya çıktığı zaman mutlaka avret yerini su ile yıkar" dediler.

Abdurrezzâk ve İbn Merdûye, Abdullah b. Hâris b. Nevfel'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Kubâ ahalisine:

“Yüce Allah'ın (temizlik konusunda) sizi övmesi nedendir?" diye sorunca:

“Taharetimizi su ile yapıyoruz" dediler. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu davranışınız övüldü. Ona devam edin" buyurdu.

İbn Cerîr, Atâ'dan bildirir: Kubâ ahalisinden bazıları taharetlerini su ile yapınca haklarında:

“...Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizlenenleri sever" âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Huzeyme b. Sâbit'ten bildirir: Bazıları helâya çıktıkları zaman taharetlerini su ile yaptıkları için haklarında:

“...Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizlenenleri sever" âyeti nazil oldu.

Taberânî, Huzeyme b. Sâbit'ten bildirir: İçimizden bazıları helâya çıktıkları zaman taharetlerini su ile yaptıkları için haklarında:

“...Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır..." âyeti nazil oldu.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Hâkim, Ebû Eyyûb el-Ensârî'den bildirir: Ashab:

Resûlallah! Yüce Allah'ın, haklarında:

“...Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizlenenleri sever" buyurduğu kişiler kimlerdir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunlar taharetlerini su ile yapan ve cünüp olduklarında yıkanan, tüm geceyi cünüp olarak geçirmeyen kimselerdir" karşılığını verdi.

İbn Sa'd, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Urve b. ez-Zübeyr vasıtasıyla Uveym b. Sâide'den bildirir: Allah Resûlü'ne:

Resûlallah! Yüce Allah'ın, haklarında:

“...Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizlenenleri sever" buyurduğu kişiler kimlerdir?" diye sorduğumda:

"Bunlar ne güzel bir topluluktur ve Uveym b. Sâide de onlardan biridir" karşılığını verdi. Ravi der ki:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda Uveym dışında birinin adını zikrettiği bize ulaşmış değildir."

ibn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ensar'dan bir gruba:

“Yüce Allah temizliğiniz konusunda sizleri övdü. Bu temizlik konusu nedir?" diye sorunca:

“Helâya gittiğimizde taharetimizi su ile yapıyoruz" dediler.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer:

“...Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizlenenleri sever" âyetini açıklarken:

“Helâya gittiklerinde taharetlerini su ile yapan Kubâ ahalisi hakkında nazil oldu" demiştir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Saîd el-Hudrî:

“...Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizlenenleri sever" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunlara Yüce Allah'ın kendilerini övdüğü bu temizlik konusunun ne olduğunu sorunca:

“Cahiliyede taharetimizi su ile yapardık. Müslüman olduktan sonra da aynı şeye devam ettik" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O zaman buna devam edin, bırakmayın" buyurdu.

İbn Merdûye, Yâkub b. Mucemmi' vasıtasıyla Abdurrahman b. Yezîd'den, o da Mucemmi' b. Câriye'den, o da Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) naklen bildirdiğine göre:

“...Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır..." âyeti taharetlerini su ile yapan Kubâ ahalisi hakkında nazil oldu.

İbn Sa'd, Mûsa b. Yâkub vasıtasıyla Seriy b. Abdirrahman'dan, o da Abbâd b. Hamza'dan bildirir: Câbir b. Abdillah'ın bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Uveym b. Sâide, Allah'ın kulları arasında ne güzel bir kul, Cennet ahalisi içinde de ne güzel biridir" buyurmuştur. Mûsa der ki:

“...Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizlenenleri sever" âyeti nazil olduğu zaman:

“Bunlardan biri de Uveym b. Sâide'dir" buyurmuştur. Bana ulaşana göre de Uveym, def-i hacet sonrası ardını su ile yıkayan ilk kişiydi.

İbn Ebî Şeybe, İbrâhim'den bildirir:

“Bana ulaşana göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ne zaman helâdan çıksa ya abdest alır ya da suyla temizlenirdi."

Ömer b. Şeybe, Ahbâru'l-Medîne'de Velîd b. Ebî Sender el-Eslemî vasıtasıyla Yahya b. Sehl el-Ensârî'den, o da babasından bildirir:

“...Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizlenenleri sever" âyeti helâdan çıktıktan sonra taharetlerini suyla yapan Kubâ ahalisi hakkında nazil oldu.

Abdurrezzâk, Musannef’te Katâde'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ensar'dan bazılarına:

“Yüce Allah'ın: «...Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır...» buyruğuyla sizleri övdüğü temizlik de ne oluyor?" diye sorunca:

“Helâdan çıktığımızda su ile temizlenirdik" dediler.

109

"Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa yapısını yıkılacak bir yarın kenarına kurup, onunla beraber kendisi de çöküp cehennem ateşine giden kimse mi? Allah zalimler topluluğunu doğru yola İletmez."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem:

“Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa yapısını yıkılacak bir yarın kenarına kurup, onunla beraber kendisi de çöküp cehennem ateşine giden kimse mi?" âyetini açıklarken:

“Allah korkusu ve rızası üzerine kurulan bina, Kubâ Mescidi'dir. Yıkılacak bir yarın kenarına kurulan bina da Mescid-i Dırar'dır" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh, Dahhâk'tan bildirir:

“İslam döneminde Medine'de inşa edilen ilk mescid, Mescid-i Rıdvân'dır."

Ebu'ş-Şeyh, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), takva üzerine inşa edildiği zikredilen ilk mescidi inşa etmeye başlayınca yerden aldığı kerpici:

“Allahım! Asıl hayır âhiretteki hayırdır" diyerek yanındaki kardeşine veriyor, kerpiç yerine ulaşana kadar elden ele verilirken herkes Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu dediğini tekrarlıyordu. Sonra bir diğer kerpici kaldırıp:

“Allahım! Ensar'ı da, Muhacileri de bağışla" diyerek yanındakine veriyor, kerpiç yerine ulaşana kadar elden ele verilirken herkes Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu dediğini tekrarlıyordu.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Yoksa yapısını yıkılacak bir yarın kenarına kurup, onunla beraber kendisi de çöküp cehennem ateşine giden kimse mi?" âyetini açıklarken:

“Bu şekilde kurulan binanın temelleri, Cehennem ateşinin içinde atılmış demektir" demiştir.

Müsedded, Müsned'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye, Câbir b. Abdillah'tan bildirir:

Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında çöken Mescid-i Dırar'dan dumanların yükseldiğini gördüm."

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Onunla beraber kendisi de çöküp cehennem ateşine giden kimse mi?"âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Vallahi Cehennem ateşine de düşmüştür. Bize anlatıldığına göre daha sonradan orada bir yer kazılmış ve kazılan yerden dumanların çıktığı görülmüştür."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cerîr:

“...Onunla beraber kendisi de çöküp cehennem ateşine giden kimse mi?" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Çöken bu mescit münafıkların mescididir. Sonunda Cehennem ateşine de gitmiştir. Bize anlatıldığına göre daha sonraları adamın biri çöken bu mescidin içinde bir yeri kazınca oradan dumanların çıktığını görmüştür."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Onunla beraber kendisi de çöküp cehennem ateşine giden kimse mi?" âyetini açıklarken:

“Mescit çökünce onu inşa edenler de Cehennem ateşine gitmişlerdir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Süfyân b. Uyeyne'den bildirir: Yüce Allah:

“...Onunla beraber kendisi de çöküp cehennem ateşine giden..." buyurduğu içindir ki hâlâ oradan dumanlar çıkmaktadır. Bu mescidin yerinin Cehennemden bir yer olduğu da söylenir.

Ebu'ş-Şeyh, Dahhâk'tan bildirir: İbn Mes'ûd'un kıraatinde bu âyet:(.....) lafzıyladır. İbn Mes'ûd da bunu açıklarken:

“Onu inşa eden kişi, temellerinden Cehennem ateşinin içine düşmüştür" demiştir.

110

"Kurmuş oldukları binaları, kalpleri paramparça olmadıkça yüreklerinde sürekli bir kuşku olarak kalmaya devam edecektir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir."

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kurmuş oldukları binaları, kalpleri paramparça olmadıkça yüreklerinde sürekli bir kuşku olarak kalmaya devam edecektir..." âyetini açıklarken:

“Kalpleri parçalanıp ölmedikçe içlerindeki bu kuşku sürekli devam edecektir" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh, Süddî'den bildirir: İbrâhîm(-i Nehaî)ye: (.....) âyetini nasıl açıklıyorsun?" diye sorduğumda:

“Kalplerinde hep bir şüphenin kalacağı ifade edilmekte" karşılığını verdi. "Hayır, öyle değil" dediğimde:

“Sen nasıl açıklıyorsun?" diye sordu. Şöyle dedim:

“Bunlar Mescid-i Dırar'ı inşa ettiler. İnşa ettikleri zaman da kafirdiler. Ancak sonradan Müslüman olduklarında bu yaptıkları şeyi ne zaman hatırlasalar kalplerinde hep bir sıkıntı ve pişmanlık duymuşlar:

“Keşke bunu yapmasaydık" demişlerdir. Sonrasında da ne zaman bunu hatırlasalar hep bir sıkıntı ve pişmanlık duymuşlardır." İbrâhim bunu duyunca:

“Estağfirullahî" dedi.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Habîb b. Ebî Sâbit: (.....) âyetini:

“Kaplerinden bir kin ve öfke" şeklinde açıklamıştır. (.....) âyetini açıklarken de:

“Ölüp kalpleri parça parça oluncaya kadar bu öfke içlerinde hep olacaktır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Kalpleri paramparça olmadıkça..." âyetini açıklarken:

“Ölünceye kadar" şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Eyyûb'den bildirir: İkrime bu âyeti:

“(Kalpleri kabirde paramparça olmadıkça...)" lafzıyla okurdu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân:

“...Kalpleri paramparça olmadıkça..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kalplerinin parçalanmasından kasıt, tövbe etmeleridir. Abdullah b. Mes'ûd'un öğrencileri da bu âyeti:

“(Kalpleri paramparça olsa da yüreklerinde sürekli bir kuşku olacaktır)" lafzıyla okurlardı.

111

"Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'ân'da kesin olarak vaadetmiştir. Kimdir sözünü Allah'tan daha iyi yerine getiren? O halde yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. Asıl büyük başarı işte budur."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî ve başkaları şöyle demişlerdir: Abdullah b. Revâha (biat ederken), Allah Resûlü'ne:

“Rabbin ve kendin için dilediğin şartı koş" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Rabbim için sadece ona ibadet etmeniz ve hiçbir şeyi kendisine ortak koşmamanız şartını koşuyorum. Kendim için ise canlarınızı ve mallarınızı koruduğunuz gibi beni de korumanız şartını koşuyorum" buyurdu. Biat edecekler:

“Peki, bunu yapmamız halinde bizim için ne var?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cennet var" karşılığını verdi. Onlar:

“O zaman pek kazançlı bir alışveriş oldu. Bu alışverişi de ne bozar, ne de bozdururuz" deyince, Yüce Allah:

“Şüphesiz Allah, müminlerden canlarım ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'ân'da kesin olarak vaadetmiştir. Kimdir sözünü Allah'tan daha iyi yerine getiren? O halde yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. Asıl büyük başarı işte budur" âyetini indirdi.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Câbir b. Abdillah'tan bildirir:

“Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır..." âyeti nazil olduğu zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid'de bulunuyordu. İnsanlar bunu duyunca sevinç içinde tekbîr getirmeye başladılar. Ensar'dan ridasının kenarlarını omzuna atmış bir adam:

Resûlallah! Bu, nazil olan bir âyet mi?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet!" karşılığını verdi. Bunun üzerine adam:

“O zaman pek kazançlı bir alışveriş oldu. Bu alışverişi de ne bozar, ne de bozdururuz" dedi.

İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah yolunda kılıcım çeken (savaşan) kişi, Allah'a canını satmış demektir" buyurmuştur.

İbn Sa'd, Ubâde b. Velîd b. Ubâde b. es-Sâmit'ten bildirir: Akabe gecesi Es'ad b. Zurâre, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) elini tuttu ve:

“Ey insanlar! Muhammed'e ne üzerine biat ettiğinizi biliyor musunuz? Arap olan olmayan herkesle, bütünüyle cinler ve insanlarla savaşmak üzere biat ediyorsunuz" deyince:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) savaştığıyla savaşır, barış yaptığıyla da barışırız" karşılığını verdiler. Es'ad b. Zurâre:

Resûlallah! Bana şartlarını söyle" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'tan başka ilah olmadığına, benim de Allah'ın Resûlü olduğuma şehadet etme, namazı kılıp zekatı verme, verilen emirleri dinleyip itaat etme, başınıza geçen yöneticilerle çekişmeme, canınız ile ailenizi koruduğunuz gibi beni de korumanız şartım koşuyorum" buyurdu. Onlar:

“Kabul ediyoruz" dediler. Ensar'dan biri:

Resûlallah! Bu dediklerin senin içindir. Peki, bizim için bunun karşılığında ne var?" diye sorunca, Allah Resûlü:

“Cennet ve zafer var" karşılığını verdi.

İbn Sa'd, Şa'bî'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında amcası Abbâs b. Abdilmuttalib ile birlikte Akabe'de, Ensâr'dan yetmiş kişiyle buluşmak üzere yola çıktı. Abbâs da ileri görüşlü birisiydi. Vardıklannda, Ensar'a:

“Sözcünüz konuşsun, ama kısa konuşsun. Zira müşrikler sizi gözetleyebilir ve sizin bu durumunuzu öğrenirlerse sizi rezil edebilirler" dedi. Bunun üzerine sözcüleri olan Ebû Umâme künyeli Es'ad kalktı ve:

“Ey Muhammed! Rabbin için bizden ne istiyorsan söyle! Kendin için, ashabın için bizden istediğini söyle! Ve isteğini yerine getirmemiz halinde Yüce Allah'ın karşılık olarak bize ve size vereceğinden haber ver!" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Rabbim için, O'na ibadet etmenizi ve hiçbir şeyi O'na ortak koşmamanızı istiyorum. Kendim ve ashabım için ise kendinizi koruduğunuz gibi bizi korumanızı, yardım etmenizi ve barındırmanızı istiyorum" buyurunca:

“Bunu yaparsak karşılığında ne alacağız?" diye sordular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cennet sizin olur" karşılığını verdi." Ravi der ki: Şa'bîbu hadisi aktardığında:

“Genç, ihtiyar hiç kimse bu kadar kısa bir hutbe işitmiş değildir" derdi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır..." âyetini okuduğu zaman:

“Zaten canları kendisi yaratmış, malları da kendisi ihsan etmiştir" derdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah canlarının ve mallarının karşılığını fazlasıyla vermiştir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Hasan(-ı Basrî)'den bildirin "Yeryüzünde ne kadar mümin varsa:

“Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır..." âyetinde zikredilen alışverişin içindedir." Başka bir lafızda Hasan:

“Yüce Allah'ın her bir müminle yaptığı alışverişe bakın" demiş ve bu âyeti okumuştur.

İbnu'l-Münzir, Ayyâş b. Utbe el-Hadramî vasıtasıyla İshâk b. Abdillah el- Medenî'den bildirir:

“Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır..." âyeti nazil olduğu zaman Ensar'dan bir adam Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girdi ve:

Resûlallah! Bu, nazil olan bir âyet mi?" diye sordu. Allah Resûlü:

“Evet!" karşılığını verince, adam:

“O zaman pek kazançlı bir alışveriş oldu. Bu alışverişi de ne bozar, ne de bozdururuz" dedi.

Ayyâş der ki:

“İshâk'ın bana bildirdiğine bütün Müslümanlar bu âyete muhataptır. İhtiyaç anında savaşa çıkan veya bu yolda üzerine düşen şeyi yapanlar bu âyetteki alışverişi yapmış demektir. Ancak ihtiyaç anında savaşa çıkmayanlar bu alışverişin dışındadır."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'ân'da kesin olarak vaadetmiştir. Kimdir sözünü Allah'tan daha iyi yerine getiren? O halde yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. Asıl büyük başarı işte budur" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah Cennet karşılığında müminlerden canlarını ve mallarını satın almıştır. Buna karşılık müminler Allah yolunda müşriklerle savaşırlar. Düşmanlarla savaşır ve öldürülürler. Yüce Allah da Tevrat'ta olsun, İncil'de olsun veya Kur'ân'da olsun Cennete yönelik verdiği sözünü tutar. Verilen sözü hiç kimse de Allah'tan daha iyi yerine getiremez. O zaman siz de âyette zikredilen bu alışverişi kabul edip buna sevinin. Yüce Allah'ın kendi yolunda hem öldürülen, hem de ölenler için verdiği karşılık olan Cennet, asıl büyük kazanç ve başarıdır."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'ân'da kesin olarak vaadetmiştir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah, müminlere canlarının ve mallarının karşılığını fazlasıyla vermiştir. Tevrat'ta olsun, İncil'de olsun Allah yolunda öldürülen kişiyi de Cennete koyacağının sözünü vermiştir."

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Şimr b. Atiyye'den bildirir: Her bir Müslüman, ifa etse de ifa etmeden ölse de Yüce Allah'la öylesi bir alışverişi yapmış demektir. Zira Yüce Allah:

“Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'ân'da kesin olarak vadetmiştir. Kimdir sözünü Allah'tan daha iyi yerine getiren? O halde yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. Asıl büyük başarı işte budur" buyurmuştur.

Ebu'ş-Şeyh, Rabî'den bildirir: Abdullah b. Mes'ûd'un kıraatinde bu âyet: (.....) lafzıyladır.

Ebu'ş-Şeyh, Süddî'den bildirir:

“Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır..."âyetini, "Güçsüzlere, hastalara ve sarfedecek bir şeyi bulunmayanlara, Allah ve Peygamberine bağlı kaldıkları müddetçe sorumluluk yoktur. İyi davrananlara sorumluluk olmaz. Allah bağışlayandır, merhamet edendir" âyeti neshetmiştir.

Ebu'ş-Şeyh, Süleymân b. Musa'dan bildirir:

“Yüce Allah'ın müminlerden canlarını satın aldığı alışveriş gereğince Müslümanlara yardım etmek her müslümanın üzerine farzdır."

112

"Bunlar tövbe edenler, İbadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, İyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır. O müminleri müjdele!"

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Bunlar tövbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır..." âyetinde zikredilen dokuz hasleti taşıyarak ölen kişi, Allah yolunda ölmüş demektir.

İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildirir: Şehit, "Bunlar tövbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır..." âyetinde zikredilen dokuz hasleti taşıyan kişidir. O halde "O müminleri müjdele."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Bunlar tövbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır. O müminleri müjdele" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Tevbe edenler şirkten tövbe edip nifaktan uzak durmuşlardır. İbadet edenler de her anlarını ibadetle geçirenlerdir. Bunlar bir ay iki ay değil, bir yıl iki yıl değil, salih kulun:

“...Yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti" dediği gibi her anını ibadetle geçirenlerdir. Hamdedenler de her halleri için, bollukta da darlıkta da Allah'a hamdedenlerdir. Rükû ve secde edenler de farz kılınan namazlarda rükû ve secde edenlerdir. İyiliği emredenler önce kendileri iyilik yapanlardır. Kötülükten alıkoyanlar da önce kendileri kötülükten uzak duranlardır. Bunlar Yüce Allah'ın verdiği emirleri ve koyduğu hükümleri yerine getirirler. Âyetin sonunda ise savaşa katılmayan müminlere de müjde verilmiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk: 'Tevbe edenler, ibadet edenler..." âyetini açıklarken:

“Daha önce içinde bulundukları şirkten ve günahlardan tövbe edip Yüce Allah'a ibadet edenlerdir" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“Bunlar tövbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar... ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Tevbe edenler şirkten tövbe edip Müslüman olduktan sonra da nifaktan uzak duranlardır. İbadet edenler de gece ve gündüzlerinin bir bölümünü ibadete ayıranlardır. Hamdedenler her halleri için Allah'a hamdedenlerdir. Oruç tutanlar da Allah için bedenlerine oruç tutturanlardır. Allah'ın sınırlarını koruyanlar da Yüce Allah'ın farz kıldığı şeylere, helal ile haramlara riayet edenlerdir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...İbadet edenler..."âyetini açıklarken:

“Bunlar namaz kılanlardır" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Cennete girmek için ilk çağrılacak olanlar bollukta da, darlıkta da her halükârda Allah'a hamdedenlerdir.

İbnu'l-Mübârek'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Cennete girmek için ilk çağrılacak olanlar her halükarda" veya:

“Bollukta da darlıkta da Allah'a hamdedenlerdir" demiştir.

Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Hazret-i Âişe'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sevindirici bir haber geldiği zaman:

“İyi şeylerin, nimetleriyle tamama erdiği Allah'a hamdolsun" diye dua ederdi. Sevmediği kötü bir haber geldiği zaman ise:

“Har halükârda Allah'a hamdederiz" diye dua ederdi.

İbn Cerîr, Ubeyd b. Umeyr'den bildirir: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) (.....) ifadesi sorulunca:

“Bunlar oruç tutanlardır" buyurmuştur.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Kur'ân'da «seyahat» yönünde kullanılan bütün ifadeler oruç tutanlar hakkındadır,"

Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Âyette zikredilen «Sâihûn» ifadesi, oruç tutanlar anlamındadır" demiştir.

Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Âyette zikredilen «Sâihûn» ifadesi, oruç tutanlar anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe:

“Bu ümmetin seyahati oruçtur" demiştir.

Firyâbî, Müsedded, Müsned'de, İbn Cerîr ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ubeyd b. Umeyr vasıtasıyla Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) (.....) ifadesi sorulunca:

“Bunlar oruç tutanlardır" karşılığını vermiştir.

İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve İbnu'n-Neccâr, Ebû Salih vasıtasıyla Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ayette zikredilen «Sâîhûn»ifadesi oruç tutanlar anlamındadır" buyurmuştur.

ibn Merdûye, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) (.....) ifadesi sorulunca:

“Bunlar oruç tutanlardır" buyurdu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre:

“Âyette zikredilen «Sâihûn» ifadesi, oruç tutanlar anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken:

“Bunlar oruç tutanlardır" demiştir.

Ebû Nuaym, Hilye'de Hasan(-ı Basrî)'den aynısını zikreder.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Amr el-Abdî'den bildirir:

“Âyette zikredilen «Sâîhûn» ifadesi çokça oruç tutanlar anlamındadır."

İbnu'l-Münzir, Süfyân b. Uyeyne'den bildirir:

“Oruç tutan kişinin "Sâih (seyahat eden)" olarak isimlendirilmesi; yeme, içme, cinsel ilişki gibi dünya zevklerinden uzak durması dolayısıyladır. Böylesi bir kişi dünyayı bırakıp giden yolcu gibidir."

İbn Ebî Hâtim, Ca'de b. Hubeyre'nin azatlısı Ebû Fâhite'den bildirir:

“Osman b. Maz'ûn bir defasında seyahate gücünün yetip yetmediğini denedi. Öncekiler de seyahati oruç tutup gece namazına kalkmak olarak görürlerdi."

İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ebû Umâme'den bildirir: Adamın biri seyahat için Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) izin istedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ümmetimin seyahâti, Allah yolunda cihad etmektir" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre ibn Zeyd: (.....) ifadesini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar hicret edenlerdir. Zira Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetinde hicret dışında seyahat yoktur; Öncekilerin seyahati de Medine'ye gittikleri hicretti. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetinde de rahip gibi bir yaşam şekli yoktur."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih:

“Seyahat İsrail oğullarında vardı" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) ifadesini açıklarken:

“İlim öğrenmek için seyahat etmektir" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...İyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır. O müminleri müjdele" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Emredecekleri iyilik «Lâ ilâhe illallah» sözüdür. Alıkoyacakları kötülük ise şirktir. Müjdelenen müminler de savaşa katılamayan müminlerdir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî:

“.. .Allah'ın sınırlarını koruyanlardır. O müminleri müjdele" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar Yüce Allah'ın müminlere kildığı farzlardır. Bu âyet de savaşa katılamayan müminler hakkında nazil oldu. Bir önceki âyet ise savaşa katılanlar hakkındadır. Bu âyetin sonundaki müjde ise savaşa katılanlara verilmiştir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Rabî' bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Bu âyet hakkında Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı şöyle demişlerdir:

“Yüce Allah Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'ân'da bu âyette zikredilen şeyleri yapıp da öldürülenleri şehit sayacağını dile getirmiştir. Bunları yaparken ölenlere de mükafatının verileceğini bildirmiştir."

İbnu'l-Münzir, Ebû Sâlih vasıtasıyla Ebû Hureyre'den bildirir:

“Şehit yatağında ölse dahi Cennete girendir." İbn Abbâs da:

“Bunlar tövbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır..." âyetinde zikredilen dokuz hasleti taşıyarak ölen kişinin şehit sayılacağını söylemiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ali vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah:

“Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır..." buyurarak Cennet karşılığı müminlerden canlarını ve mallarını satın aldığını ifade etmiştir. Sonrasında:

“Bunlar tövbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır..." buyurmuştur ki burada Allah'ın sınırlarını koruma, Allah'a itaat için çaba göstermektir. Yüce Allah da bunu cihad edenlere şart koşmuştur. Onlar bu şartı ifa ettikleri zaman Yüce Allah da verdiği sözü yerine getirecektir.

113

Bkz. Ayet:114

114

"Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz. İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrahim, çok yumuşak huylu ve pek sabırlı İdi."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de Saîd b. el- Müseyyeb'den, o da babasından bildirir: Ebû Tâlib'in vefat anı geldiğinde, yanına Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) girdi. Ebû Tâlib'in yanında Ebû Cehl ve Abdullah b. Ebî Umeyye ile karşılaştı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Tâlib'e:

“Amcacığım! «Lâ ilahe illallah» de ki, Yüce Allah'ın katında bu sözünle sana şahitlik edeyim" buyurunca, Ebû Cehl ve Abdullah b. Ebî meyye:

“Ey Ebû Tâlib! Abdulmuttalib'in dininden yüz mü çevireceksin?" diye çıkıştılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), amcasına tevhid kelimesini söylemesi için tekrar tekrar ısrarlarda bulundukça, Ebû Cehl ve Abdullah b. Ebî Umeyye de aynı şeyi söylediler. Ancak Ebû Tâlib, «Lâ ilahe illallah» sözünü söylemedi ve en son konuştuğu şey de Abdulmuttalib'in dini üzerinde olduğu yönündeydi. Resûlullah da (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“Vallahi Yüce Allah beni nehyetmediği sürece senin için bağışlanma dilemeye devam edeceğim" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz" âyetini indirdi. Ebû Tâlib hakkında da Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) "Sen, sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, ama Allah, dilediğini doğru yola eriştirir. Doğru yola girecekleri en iyi O bilir" buyurdu.

Tayâlisî, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Tirmizî, Nesâî, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye, Beyhakî, Şuabu'l- îman'da ve Diyâ, el-Muhtâre'de Hazret-i Ali'den bildirir: Bir adamın müşrik olan anne babasına bağışlanma dilediğini duyduğumda ona:

“Müşrik oldukları halde onlara bağışlanma mı diliyorsun?" dedim. Adam:

“Ama İbrahim (aleyhisselam) da babası için bağışlanma dilememiş miydi?" karşılığını verdi. Bunu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattığımda:

“Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz" âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Ali b. Ebî Talha vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Bu âyet nazil olana kadar Müslümanlar müşrik olan anne babalarına bağışlanma dilerlerdi. Bu âyet nazil olduktan sonra müşrik olarak ölen anne babalarına bağışlanma dilemekten sakındılar. Ancak henüz hayatta olan müşrik anne babalarına bağışlanma dilemeleri yasaklanmadı. Daha sonra Yüce Allah:

“İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi..." âyetini indirdi. İbrâhim (aleyhisselam) da babasına hayatta olduğu sürece bağışlanma diledi. Ölünce de bağışlanma dilemekte kaçındı.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirir: Ebû Tâlib hasta düşünce Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ziyaretine gitti. Müslümanlar:

“Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) amcasına bağışlanma diliyor. İbrahim (aleyhisselam) da babasına bağışlanma dilemişti" dediler ve müşrik akrabaları için kendileri de bağışlanma dilemeye başladılar. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz" âyetini indirdi. Daha sonra da:

“İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı..." âyetini indirdi. İbrahim (aleyhisselam) babasına hayatta olduğu sürece Allah'a yönelir umuduyla bağışlanma diledi. Ölünce de bağışlanma dilemekten uzak durdu.

İbn Cerîr, Şibl vasıtasıyla Amr b. Dînâr'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İbrahim müşrik olan babasına bağışlanma diledi. Ben de Rabbim beni bundan alıkoyuncaya kadar Ebû Tâlib'e bağışlanma.-dileyeceğim" buyurdu. Ashab:

Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) amcasına'bağışlanma dilediği gibi biz de müşrik olan anne babamıza bağışlanma dileyelim" deyince de Yüce Allah:

“Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz. İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı..." âyetlerini indirdi.

İbn Cerîr, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildirir: Ebû Tâlib'in vefat anı yaklaşınca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldi ve:

“Amcacığım! Benim üzerimde anne babamdan daha fazla hakkın oldu. Bir sözü söyle ki kıyamet gününde şefaatimi hakkedesin. «La ilahe ilallah» de!" buyurdu." Ravi sonrasında daha önceki rivayetlerin benzerini zikreder.

İbn Cerîr, Katâde'den bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bir adamın bize anlattığına göre Müslümanlar:

Resûlallah! Babalarımızdan komşularına iyi davranan, akrabalık bağlarını gözeten, darda olanın sıkıntısını gideren ve anlaşmalarına vefa gösterenler var. Onlara bağışlanma dileyelim mi?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Vallahi İbrahim'in babasına bağışlanma dilediği gibi ben de babama bağışlanma diliyorum" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz" âyetini indirdi. Daha sonra bu konuda İbrahim'i (aleyhisselam) mazur görüp:

“İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı..." buyurdu. Bize bildirildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kulağıma değen ve kalbime işleyen bazı sözler bana vahyedildi. Müşrik olarak Ölen kişiye bağışlanma dilememem emredildi. Kişinin malının fazlasını vermesi kendisi için daha hayırlıdır. Kişinin malının fazlasını elinde tutması da kendisi için kötüdür. Yüce Allah kişinin ihtiyacı kadar mal edinmesini kınamaz. "

İbn Sa'd ve İbn Asâkir, Hazret-i Ali'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Tâlib'in vefatını bildirdiğimde ağladı ve:

“Gidip onu yıka, kefenle ve defnet: Allah onu bağışlasın ve ona merhamet etsin" buyurdu. Gidip dediği gibi yaptım. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) evinden çıkmadan günlerce amcası Ebû Tâlib için bağışlanma diledi. Sonunda Cebrâil:

“Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz" âyetiyle geldi.

İbn Sa'd, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Asâkir, Süfyân b. Uyeyne vasıtasıyla Amr'dan bildirir: Ebû Tâlib öldüğü zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah sana merhamet etsin ve seni bağışlasın. Allah beni bundan alıkoyuncaya kadar da sana bağışlanma dileyeceğim" buyurdu. Buna göre Müslümanlar da müşrik olarak ölen akrabaları için bağışlanma dilemeye başladılar. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz" âyetini indirdi. Müslümanlar:

“Ama İbrâhim (aleyhisselam) da babası için bağışlanma diliyordu" deyince, Yüce Allah cevaben:

“İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı..." âyetini indirdi.

İbrâhim (aleyhisselam) babası henüz hayatta iken ona bağışlanma diliyordu. Ancak kafir olarak ölünce Allah düşmanı olduğu belli oldu.

İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Ebû Tâlib ölünce Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İbrahim müşrik olan babasına bağışlanma diledi. Ben de bunu bana yasaklayan bir emir gelene kadar amcama bağışlanma dileyeceğim" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz" âyetini indirdi. Burada akrabalardan kasıt Ebû Talib'tir. Ancak bu durum Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) ağır gelince Yüce Allah ona:

“İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı..." buyurdu. Allah düşmanı olduğunun belli olması da müşrik olarak ölmesidir. İbrâhim'in (aleyhisselam) babasına verdiği söz ise babasına:

“...Rabbimden senin için mağfiret dileyeceğim. Çünkü O bana karşı çok lütufkârdır" demesidir.

İbn Cerîr'in Atiyye el-Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) annesi için bağışlanma dilemek isteyince Yüce Allah onu bundan alıkoydu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ama ibrâhim babasına bağışlanma dilemişti" buyurunca:

“İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı..." âyeti nazil oldu.

Derim ki:

“Zayıf ve senedi illetli bir hadistir. Ravi Atiyye de zayıf biridir. Bu rivayet daha önce Ali b. Ebî Talha'nın İbn Abbâs'tan olan rivayetine muhaliftir. Ravi Ali de güvenilir ve değerli bir ravidir."

Taberânî ve İbn Merdûye, İkrime vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebûk savaşından döndükten sonra umre yaptı. Umreye giderken Usfân tepesinden inince ashabına tepenin yamacına sırtlarını vermelerini söyledi ve:

“Ben gelinceye kadar öylece bekleyin" buyurdu. Sonra annesi Âmine'nin kabrine geldi. Orada Yüce Allah'a uzunca yalvarıp yakardı. Sonra ağlamaya başladı. Ağlaması artınca onu gören Müslümanlar da:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmeti konusunda güç yetirilemeyecek yeni bir emir aldı diye bu şekilde ağlıyor" diyerek ağlamaya, başladılar. Müslümanlar bu şekilde ağlamaya başlayınca Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkıp yanlarına geldi ve:

“Neden ağlıyorsunuz?" diye sordu. Onlar:

Resûlallah! Biz senin ağlamana ağladık. Zira ümmetin konusunda güç yetirilemeyecek yeni bir emir aldın diye düşündük" dediklerinde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Hayır, zira bu dediğinizin bir kısmı zaten olmuştu. Ama annemin mezarına gittim ve kıyamet gününde ona şefaat etmeme izin vermesi için Yüce Allah'a dua ettim. Ancak bana bu yönde izin vermedi. Annem olduğu için de ona acıdım ve ağlamaya başladım. Sonrasında Cebrâil geldi ve: «İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı...» Sen de îbrâhim'in babasından uzak durması gibi annenden uzak dur" dedi. Ancak annem olduğu için ona acıdım. Ayrıca ümmetimi dört şeye maruz bırakmaması için Rabbime dua ettim. Bunların ikisini kabul ederken ikisini kabul etmedi. Rabbimden, ümmetimin üzerine gökten taş yağdırmamasını, yerde suyla boğmamasını, fırkalara ayırmamasını ve içlerinden birilerini kendilerine musallat etmemesini diledim. Gökten üzerlerine taş yağmaması ile suda boğulmamaları isteğini kabul etti. Ancak fırkalara ayrılıp birbirlerini öldürmeleri ile karışıklığı(siyasi kargaşayı) kabul etmedi." Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) umreye gidişinde yolunu annesinin kabrine doğru çevirmesi annesinin Usfan'da Kedâ denilen bir ağacın altına gömülü olmasından dolayıydı. Zira Usfân onlarındı ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) orada doğmuştu.

İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de İbn Mes'ûd'dan bildirir: Bir gün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kabristana doğru çıkınca biz de peşinden gittik. Kabristanda bir mezarın yanına gelip oturdu ve uzunca bir süre yalvarıp yakardı. Sonra ağlayınca biz de ağlamaya başladık. Mezarın başından kalkınca Hazret-iÖmer yanına gitmek için kalktı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) önce Ömer'i sonra da bizi yanına çağırdı. "Neden ağlıyorsunuz?" diye sorunca:

“Sen ağladın diye bizde ağladık" dedik. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Yanında çöktüğüm mezar, Âmine'nin mezarıydı. Rabbimden onu ziyaret için izin. istediğimde bu izni verdi. Ancak ona bağışlanma dileme konusunda izin istediğimde buna izin vermedi ve: «Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz» âyetini indirdi. Beni de bir çocuğun annesine karşı olan şefkati tuttu da onun için ağladım."

İbn Merdûye, Bureyde'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraberken Usfân'da durup sağa sola baktı. Annesi Âmine'nin mezarını görünce suya gidip abdest aldı. Sonrasında iki rekat namaz kılarak dua etmeye başladı. Çok geçmeden sesli bir şekilde ağlamaya başladı. Onun ağladığını görünce biz de ağlamaya başladık. Daha sonra yanımıza gelip:

“Neden ağladınız?" diye sordu. " Resûlallah! Sen ağlayınca biz de ağlamaya başladık" dedik. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ne olduğunu zannettiniz ki?" diye sorunca:

“Yaptıklarımızdan dolayı azabın üzerimize ineceğini düşündük" dedik. Allah Resûlü de:

“Öyle bir şey olmadı" buyurdu. "Ümmetine güç yetiremeyeceği bir sorumluluk yüklendiğini ve ona acımandan dolayı ağladığını düşündük" dediğimizde de şöyle buyurdu:

“Öyle bir şey olmadı. Fakat annem Âmine'nin mezarına uğrayıp iki rekat namaz kıldım ve ona bağışlama dilemem için Rabbimden izin istedim. Rabbim buna izin vermeyince ağlamaya başladım. Sonra iki rekat daha kılıp ona bağışlama dilemem için Rabbimden izin istedim. Bu sefer ağır bir şekilde azarlandım. Sesli bir şekilde ağlamam da bundan dolayı oldu." Daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bineğini istedi ve ona binip yola düştü. Fazla gitmemişti ki vahyin ağırlığından dolayı devesi durdu. Yüce Allah orada:

“Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz. İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı..." âyetlerini indirdi.

İbnu'l-Münzir, Taberânî ve Hâkim, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Müleyke'nin Ensar'dan olan iki oğlu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

Resûlallah! Ölen annem kocasına sadık, misafiri ağırlayan birisiydi, ancak cahiliyede küçük kızını diri diri toprağa gömmüştü. Şimdi annem nereye gidecek?" diye sordular. Allah Resûlü:

“Anneniz Cehenneme gidecek" karşılığını verdi. Bu durum onları çok üzdü ve kalkıp gittiler. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları çağırdı ve:

“Benim annem de sizin annenizle birlikte olacak" buyurdu. Münafıklardan biri bunu duyunca:

“Biz bu adamın peşinden gidiyoruz, ama Müleyke'nin çocuklarının annelerine faydası ne ise bunun da annesine o kadar faydası olacak" dedi. Ensar'dan genç biri -ki onun kadar çok soru soran birini görmüş değilim- Allah Resûlü'ne:

Resûlallah! Senin babanın yeri neresi?" diye sorunca, Allah Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Makam-ı Mahmud'da durduğum zaman annem ve babama yönelik ne istersem Rabbin bu isteğimi yerine getirecektir" buyurdu.

Bunun üzerine o münafık, Ensarlı gence:

“Ona Makam-ı Mahmud'un ne olduğunu sor" deyince, Ensarlı genç:

Resûlallah! Makam-ı Mahmud da nedir?" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Bu, Yüce Allah'ın kürsüsüne ineceği bir gündür ki kürsü Yüce Allah'ın azametinden dolayı birinizin henüz yeni olan eyerinin gıcırdaması gibi gıcırdar. Kürsünün de genişliği gök ile yer arası kadardır. Sonrasında sizler çıplak, yalınayak ve sünnetsiz bir şekilde huzura gelirsiniz. İlk giydirilecek kişi de İbrahim (aleyhisselam) olacaktır. Yüce Allah: «Dostumu giydirin!» buyurunca Cennetten iki parçalık ince ve yumuşak bir giysi getirilir ve giydirilir. Ben de Yüce Allah'ın sağında bir makamda dururum ki gelmiş geçmiş tüm insanlar bu makamımdan dolayı bana gibta eder. Sonra Kevser'de benim havuzuma doğru bir nehir açılır." Münafık bunu duyunca, Ensarlı gence:

“Böylesini şimdiye kadar duymuş değilim. Ama her nehrin içinde mutlaka çamur da olur çakıl da. Sor bakalım bu dediği nehir nasıl akıyor?" dedi. Genç sorunca, Allah Resûlü:

“Bu nehrin çamuru da çakılı da miskten olur" karşılığını verdi. Münafık, Ensarlı gence:

“Böylesini şimdiye kadar duymuş değilim. Ancak her nehrin mutlaka bitkisi de olur. Sor bakalım bu nehrin bitkisi var mı?" deyince, genç:

Resûlallah! Bu nehrin bitkisi var mı?" diye sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet, var" karşılığını verdi. Genç:

“Peki bu bitki nedir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dalları altından olan bitkiler" buyurdu, lylünafık, Ensarlı gence:

“Böylesini şimdiye kadar duymuş değilim. Ancak her bitkinin mutlaka meyvesi de olur. Sor bakalım bu bitkilerin meyvesi var mı?" deyince, genç:

Resûlallah! Bu bitkilerin meyvesi var mı?" diye sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet! Bu bitkinin meyvesi inci ile mercandır" karşılığını verdi. Münafık, Ensarlı gence:

“Böylesini şimdiye kadar duymuş değilim. Sor bakalım bu havuzun içeceği nasıl?" deyince, genç:

Resûlallah! Senin havuzun içeceği nasıl?" diye sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sütten beyaz ve baldan tatlıdır. Yüce Allah bu içecekten birine bir yudum içirirse o kişi bir daha susuzluk çekmez. Kimi de bu sudan mahrum bırakırsa o kişi artık hiçbir içeceğe kanmaz" karşılığını verdi.

İbn Sa'd, Kelbî ile Ebû Bekr b. Kays el-Cu'fî'den bildirir: Cu'fe kabilesi Cahiliye'deyken kalp yemeyi haram sayarlardı. Bunlardan anne bir kardeş olan Kays b. Seleme ile Seleme b. Zeyd, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip Müslüman oldular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bana söylenene göre sizler kalp yemiyormuşsunuz" buyurunca, onlar:

“Evet, yemiyoruz" dediler. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

“Ancak kalp yemeden Müslümanlığınız tamamlanmaz" buyurdu. Sonra bir kalp getirterek kızarttı ve onlara yedirdi. " Resûlallah! Annemiz Müleyke bintü'l-Halevi darda olanın sıkıntısını giderir, aç olanı doyurur ve fakirlere şefkat gösterirdi. Ne var ki daha önce küçük kızını toprağa diri diri gömmüştü. Onun durumu ne olacak?" diye sorduklarında:

“Diri diri toprağa gömen de gömülen de Cehennemdedir" karşılığını verdi. İki kardeş öfkeyle kalkıp gidince Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yanıma geri dönüni" diye seslendi. Geldiklerinde:

“Benim annem de sizin annenizin yanında olacak" buyurdu. Ancak bu durumu kabullenemediler ve:

“Vallahi bize kalp yediren ve annemizin Cehennemde olacağını söyleyen biri peşinden gidilmeyi hakeden biri değil!" dediler. Giderken de ashâbdan zekat develerini otlatan biriyle karşılaştılar. Onu bağladılar ve develeri de sürüp gittiler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) durumdan haberdar olunca:

“Allah, Ri'l, Zekvân, Usayya, Lihyân kabileleri ile Harîm ve Murrân oğullarından olan Müleyke'nin iki oğluna lanet etsin!" diyerek onları da lanet ettiği kişilerin arasına kattı.

İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah:

“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine 'of!' bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onlara acıyarak alçak gönüllülük kanatlarını ger ve: «Rabbim! Küçükken beni yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et!» de" buyurduktan sonra bir istisnada bulunmuş ve:

“Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz. İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi..." buyurmuştur.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca..." âyetini açıklarken:

“Babası ölünce onun Allah düşmanı olarak öldüğünü de anladı, zira ölümüyle tövbe kapısı da kapanmış oldu" demiştir.

Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Ebû Bekr eş- Şâfiî, Fevâid'de ve Diyâ, el-Muhtâre'de İbn Abbâs'tan bildirir:

“İbrâhim (aleyhisselam) babasına ölene kadar bağışlama dilemeye devam etti. Ölünce de Allah düşmanı olarak öldüğü belli oldu ve bağışlanma dilemeyi bıraktı."

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca..." âyetini açıklarken:

“Kafir olarak ölmesiyle Allah düşmanı olduğu belli olmuştur" dedi.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Ebû Zer'den bildirir: Adamın biri Kâbe'yi tavaf ediyor ve dua ederken de arada:

“Vah! Vah!" diyordu. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu adam evvâh biri" buyurdu.

Abdullah b. Ahmed, Zevâidu'z-Zühd'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, Şuabu't-îman'da bildirdiğine göre Ka'b:

“...Şüphesiz ki İbrahim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi" âyetini açıklarken:

“İbrahim (aleyhisselam) Cehennem ateşini hatırladığı zaman:

“Ateşten yana vah bana! Vah bana! derdi."

Ebu'ş-Şeyh, Ebu'l-Cevzâ'dan aynısını zikreder.

İbn Merdûye, Câbir'den bildirir: Adamın biri yüksek sesle zikir yapınca başka biri:

“Şu adam sesini kıssa daha iyi olurdu" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onu rahat bırak, zira evvâh bir adamdır" buyurdu.

Taberânî ve İbn Merdûye, Ukbe b. Âmir'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Zul-Bicâdeyn adında bir adam için:

“Bu adam evvâh biri" buyurdu. Zira Zul Bicâdeyn Kur'ân okuyarak ve dua ederek Yüce Allah'ı çokça zikrederdi.

İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ölen bir adamı mezarına indirdi ve:

“Allah sana merhamet etsin! Zira evvâh ve Kur'ân'ı çokça okuyan biriydin" buyurdu.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Abdullah b. Şeddâd b. el-Hâd'dan bildirir: Adamın biri:

Resûlallah! Evvâh ne demektir?" diye sorunca:

“Huşu içinde ve boyun eğerek Allah'a dua eden kişidir" buyurdu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Evvâh, çokça dua eden demektir" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh, Zeyd b. Eslem'den bildirir:

“Evvâh, hastanın acıdan ahlaması gibi huşu içinde Allah'a yalvaran kişidir" demiştir.

Abdurrezzâk, Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Ebu'ş-Şeyh, Ebu'l-Ubeydeyn'den bildirir: Abdullah b, Mes'ûd'a evvâh'ı sorduğumda:

“Şefkatli ve merhametli olan kişidir" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Evvâh, çokça tövbe edip Allah'a yönelen mümin kişidir" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Evvâh, yumuşak huylu ve itaatkar mümindir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Eyyûb:

“Evvâh, günahlarını hatırladıkça istiğfar eden kişidir" demiştir.

İbn Cerîr'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Evvâh, Habeş dilinde mümin kişi anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Evvâh, kesin bir imana sahip kişidir" demiştir.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Ebû Zabyân vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Evvâh, kesin bir imana sahip kişidir "demiştir.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Evvâh, Habeş dilinde kesin bir imana sahip kişi anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Evvâh, Habeş dilinde kesin bir imana sahip kişi anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atâ:

“Evvâh, Habeş dilinde kesin bir imana sahip kişi anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Evvâh, Habeş dilinde kesin bir imana sahip kişi anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime:

“Evvâh, Habeş dilinde kesin bir imana sahip kişi anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in başka bir kanalla bildirdiğine göre Mücâhid:

“Evvâh, kesin bir imana sahip fakih kişidir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şa'bî:

“Evvâh, Allah'ı çokça tesbih eden kişi demektir" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Meysere:

“Evvâh, Allah'ı çokça tesbih eden kişi demektir" demiştir.

İbn Cerîr ile Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Amr b. Şurahbîl:

“Evvâh, Habeş dilinde merhamet sahibi şefkatli kişi demektir" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Amr b. Şurahbîl:

“Evvâh, Habeş dilinde çokça tesbih eden kişi anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Evvâh, Allah'ı çokça tesbih eden kişi demektir" demiştir.

Buhârî, Târih'de Hasan(-ı Basrî)'den bildirir:

“Evvâh, kalbi Allah'a bağlı olan kişidir."

Ebu'ş-Şeyh, İbrâhîm(-i Nehaî)'den bildirir:

“İbrâhim (aleyhisselam) şefkati ve yumuşak huyundan dolayı evvâh olarak isimlendirilirdi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini açıklarken:

“Halîm, merhamet sahibi ve yumuşak huylu demektir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Şüphesiz ki İbrahim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yumuşak huyundan dolayıdır ki birisi kendisine eziyet ettiği zaman:

“Allah sana hidayet versin" derdi.

Abd b. Humeyd, İbn Abbâs'tan bildirir: Dört âyet dışında Kur'ân'da indirilen her âyet hakkında bilgim vardır. Bunlardan biri "Rakîm" kelimesidir. Bu kelimenin ne anlama geldiğini bilmiyordum. Ka'b'a sorduğumda bunun «kasaba» anlamına geldiğini söyledi. Bir diğeri "Hanân" kelimesidir. Ne anlama geldiğini bilmiyorum, ama şefkat anlamına geldiğini düşünüyorum. Bir diğeri de "Gislîn" ifadesidir. Bunun da ne anlama geldiğini bilmiyorum, ancak zakkûm olduğunu düşünüyorum. Zira Yüce Allah:

“Muhakkak ki zakkum ağacı, günahkârların yiyeceğidir" buyurmuştur. "Evvâh" ifadesi de, Habeş dilinde kesin bir imana sahip kişi anlamındadır.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Evvâh, mümin kişi anlamındadır" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Evvâh, Allah'a boyun eğen tövbekar kişidir" demiştir.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ukbe b. Âmir:

“Evvâh, Allah'ı çokça zikreden kişi anlamındadır" demiştir.

115

"Allah, bir milleti doğru yola eriştirdikten sonra, sakınacaktan şeyleri onlara açıklamadıkça sapıklığa düşürmez. Allah şüphesiz her şeyi bilir"

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Allah, bir milleti doğru yola eriştirdikten sonra, sakınacakları şeyleri onlara açıklamadıkça sapıklığa düşürmez..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Âyet özel olarak müminlerin müşriklere bağışlanma dilemeleri, genel olarak da Allah'a itaat adına yapmaları ve uzak durmaları gerekenler hakkında bir açıklamadır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Sakınacakları şeyleri onlara açıklamadıkça sapıklığa düşürmez..." âyetini açıklarken:

“Yapmaları ve uzak durmaları gereken şeyleri açıklamadıkça sapıklığa düşürmez" demiştir.

İbnu'l-Münzir, Yahya b. Akîl'den bildirir: Yahya b. Ya'mer bana bir kağıt verdi ve:

“Bu, Abdullah b. Mes'ûd'un her Perşembe akşamı arkadaşlarına verdiği hutbedir" dedi. Ravi hadisi zikrettikten sonra söz konusu hutbede Abdullah'ın şöyle dediğini bildirir:

“Kişi sabah vakti elinden geldiği kadarıyla öğretmek veya öğrenmek üzere evinden çıksın. Başka şeyler için de çıkmasın. Zira alim ve talebe hayırda ortaktırlar. Ey insanlar! Sizlere gerekli açıklamalar yapılmadan bazı şeylerden sorumlu tutulmanız konusunda herhangi endişem yoktur. Zira Yüce Allah: «Allah, bir milleti doğru yola eriştirdikten sonra, sakınacakları şeyleri onlara açıklamadıkça sapıklığa düşürmez...» buyurur."

İbn Merdûye 'nin bildirdiğine göre İbn Abbas:

“Allah, bir milleti doğru yola eriştirdikten sonra, sakınacakları şeyleri onlara açıklamadıkça sapıklığa düşürmez" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Âyet, Bedir savaşında ele geçirilen esirlerden fidye almaları üzerine nazil olmuş ve kendilerine bu konuda izin verilmeden fidyeyi almalarının doğru olmadığı ifade edilmiştir. Ancak Yüce Allah bir konu hakkında yasağını koyup gerekli açıklamayı yapmadıkça bir topluluğu o yönde işlemiş oldukları günahtan dolayı cezalandıracak değildir."

116

Bütün göklerin ve yerin mülkü, Gerçekten Allah,’ındır; O’nundur. O hayat verir ve öldürür. Size Allah’dan başka ne bir veli vardır, ne de bir yardımcı...

117

"Andolsun ki Allah, müslümanlardan bîr grubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra. Peygamberi ve güçlük zamanında ona uyan Muhacirlerle Ensar'ı affetti. Sonra da onların tövbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir"

İbn Cerîr, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Hâkim, İbn Merdûye, Ebû Nuaym, Delâil'de, Beyhakî, Delâil'de ve Diyâ, el-Muhtâre'de İbn Abbâs'tan bildirir: Ömer b. el-Hattâb'a:

“Âyette bahsedilen güçlük zamanını bize anlatsana" dediklerinde Ömer şöyle anlattı:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte şiddetli sıcakların olduğu bir zamanda Tebûk savaşına çıktık. Konakladığımız bir yerde de öyle susuz kaldık ki bundan dolayı öleceğimizi düşünmeye başladık. Bazılarımız develerini kesmeye, işkembenin içindeki sıkıp suyunu içmeye, geri kalan artığı da serinlemek için ciğerinin üzerine koymaya başladı. Bunu gören Ebû Bekr es-Sıddîk:

Resûlallah! Yüce Allah sana hep hayırlı dualara alıştırmıştır. Bizim için dua et" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) dua için elerini kaldırdı. Ellerini indirmeden gök gürüldedi, hava değişti ve yağmur inmeye başladı. Bu şekilde yanımızdaki kapları su ile doldurduk. Ancak iyice baktığımızda yağmurun bizim askeri karargahın dışına inmediğini fark ettik.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Güçlük zamanında...' âyetini açıklarken:

“Bundan kasıt, Tebûk savaşıdır" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“Andolsun ki Allah, müslümanlardan bir grubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Peygamberi ve güçlük zamanında ona uyan Muhacirlerle Ensar'ı affetti..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar Şam taraflarına yapılan Tebûk seferinde Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) peşinden giden ve ona uyan Müslümanlardır. Bu sefere aşırı sıcakların olduğu bir zamanda çıkmışlardır ki bu yolculuk sırasında çektikleri sıkıntıları ancak Allah bilir. Bize anlatılana göre bu yolculuk sırasında iki kişi bir hurmayı ikiye bölerek paylaşırlardı. Hatta bir hurmayı sırasıyla ağızlarda dolaştırıp suyunu emerler ardından su içerlerdi. Sonrasında Yüce Allah onların tövbelerini kabul edip sağ salim geri döndürmüştür.

İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, Delâil'de bildirdiğine göre Abdullah b. Muhammed b. Akîl b. Ebî Tâlib:

“...Peygamberi ve güçlük zamanında ona uyan Muhacirlerle Ensar'ı affetti..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Müslümanlar Tebûk savaşına aşırı sıcakların olduğu bir zamanda çıktılar. Binek azlığından her bir deveye sırasıyla üç kişi biniyordu. Bu sıcaklarda susuzluk da çekince develerini keserek işkembelerin suyunu sıkıp içmeye başladılar. Bu savaşta su tedariki, nafaka temini ve binek konusunda güçlükler çekilmiştir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Câbir:

“...Peygamberi ve güçlük zamanında ona uyan Muhacirlerle Ensar'ı affetti.." âyetini açıklarken:

“Binek, azık ve su konusunda maruz kaldıkları güçlük ile sıkıntılardır" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk bu âyeti:

“(=Müslümanlardan bir grubun kalpleri eğrildikten sonra...)" lafzıyla okumuştur.

118

"Ve geri kalmış üç kışının de tövbelerini kabul etti. Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah'tan yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra eski hallerine dönmeleri için Allah onların tövbesini kabul etti. Çünkü Allah tövbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh, İbn Mende, İbn Merdûye ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah:

“Ve savaştan geri kalmış üç kişinin de tövbelerini kabul etti..." âyetini açıklarken:

“Bunlar Ka'b b. Mâlik, Hilâl b. Umeyye ve Murâre b. Câriye'dir ki üçü de Ensar'dandı" demiştir.

İbn Merdûye, Mucemmi' b. Câriye'den bildirir:

“Savaştan geri kalıp da sonradan Allah tarafından tövbeleri kabul edilen üç kişi Ka'b b. Mâlik, Hilâl b. Umeyye ve Murâre b. Rib'dir."

İbn Merdûye, İbn Şihâb'dan bildirir:

“Savaştan geri kalan üç kişi Selime oğullarından Ka'b b. Mâlik, Vâkif oğullarından Hilâl b. Ümeyye ve Amr b. Avf oğullarından Murâre b. Rib'dir."

İbn Merdûye, Enes b. Mâlik'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebûk savaşı dönüşünde Zû Evân'da konaklayınca savaşa katılmayan münafıkların geneli onu karşılamaya çıktılar. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), ashabına:

“Ben izin vermeden bizimle birlikte savaşa çıkmayan kişilerle konuşmayın" buyurdu. Bunun içindir ki onlarla kimseler konuşmadı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldiği zaman savaştan geri kalanlar kendisini selamlamak üzere yanına geldiler. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte diğer Müslümanlar da onlardan yüz çevirdiler. Öylesi savaşa katılmayan birinden babası, kardeşi ve amcası bile yüz çeviriyordu. Bunun üzerine savaşa katılmayanlar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip sıkıntı ve hastalıktan yana mazeretler göstermeye başladılar. Sonunda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara acıdı. Biatlarını kabul edip onlara bağışlanma diledi. Dine yönelik içinde herhangi bir şüphe ve nifak taşımayıp savaşa katılmayanlar üç kişiydi ki Yüce Allah da bunları Tevbe Sûresi'nde zikretmiştir. Bunlar Ka'b b. Mâlik es- Sülemî, Hilâl b. Ümeyye el-Vâkifîve Murâre b. Rib' el-Âmirî'dir.

İbn Mende ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Ve savaştan geri kalmış üç kişinin de tövbelerini kabul etti..." âyetini açıklarken:

“Bunlar Ka'b b. Mâlik, Murâre b. er-Rabî' ve Hilâl b. Umeyye'dir" demiştir.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, İbn Merdûye ve Beyhakî, Zührî vasıtasıyla Abdurrahman b. Abdillah b. Ka'b b. Mâlik'ten, o da Ka'b kör olduğunda oğulları arasında onun rehberliğini yapan Abdullah b. Ka'b b. Mâlik'ten bildirir: Ka'b b. Mâlik'in Tebûk savaşından geri kalışını anlatırken şöyle dediğini işittim: Bedir savaşı hariç Tebûk savaşına kadar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) katıldığı hiçbir savaştan geri durmadım. Bedir savaşından geri duranlar da kınanmamıştır. Zira o zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kureyş kervanını hedefleyerek çıkmıştı, ama Yüce Allah beklenmedik bir şekilde Müslümanlarla müşrikleri (Bedir'de) karşı karşıya getirmiştir. İslâm dini üzerine sözieştiğimiz Akabe gecesinde Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) beraberdim. Bedir savaşı insanları Akabe biatından daha fazla etkilemiş olsa da Bedir'de bulunmayı Akabe'de bulunmaya tercih etmem. Tebûk savaşından geri durduğumda hiç olmadığım kadar güçlü ve bolluk içindeydim. Zira o savaşa kadar iki deveyi yanımda bir araya getirebilmiş değildim.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir yere savaşa çıkmak istediği zaman düşmanı şaşırtmak için mutlaka başka bir yere çıktığı izlenimini verirdi. Ancak bu savaşa çıkarken öyle yapmadı. Şiddetli bir sıcakta uzun bir yolculuğa, çöl olan bir yere ve kalabalık bir düşman üzerine yola koyuldu. Müslümanların savaş için hazırlanmalarını söyledi ve gideceği yönü de bildirdi. Resûlulah'ın da (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında büyük bir Müslüman topluluğu toplandı. O kadar kalabalıklardı ki büyük bir kitap bile askerlerin adlarını kaydetmeye yetmezdi. Öyle ki Müslümanlardan biri savaşa katılmasa hakkında vahiy inmedikten sonra fark edilmeyeceğini düşünürdü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) o savaşa meyvelerin olgunlaşıp çok sevdiğim gölgelerin de çoğaldığı bir zamanda çıktı. Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte Müslümanlar da savaş hazırlıklarını yaptılar. Ben de savaş hazırlığımı onlarla beraber yapmaya çalışıyordum ama hazırlık adına hiçbir şey yapamadan geri dönüyordum. İçimden:

“Ben istersem hazırlığımı hemen yapabilirim" diyordum.

Hazırlanmam bu şekilde uzayıp gitti. Sonra hazırlıklar bitip de Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Müslümanlar tam olarak hazır olduklarında ben hâlâ hazırlık adına bir şey yapmamıştım. Kendi kendime:

Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) bir veya iki gün sonra hazırlığımı bitirir ve onlara yetişirim" diyordum. Yola çıktıkları zaman ben de hazırlığımı yapıp onlarla birlikte çıkmak istedim, ama yine hiçbir şey yapamadan geri döndüm. Bir daha denedim ve bir daha boş olarak geri döndüm. Ben bu şekilde gidip gelirken Müslümanlar aceleyle yola çıktı. Onlara yetişmek için ben de yola çıkmak istedim ve keşke böyle yapsaymışım! Çıkmak bana nasip olmadı.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) savaşa çıktıktan sonra geride kalan insanların arasına çıkıp dolaştığımda, münafık olduğu bilinen veya Yüce Allah'ın özürlü saydığı zayıf kimseleri görüyor ve üzülüyordum. Tebûk'e ulaşana kadar da Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yokluğumu fark etmemişti. Tebûk'te müslümanların arasında otururken:

“Ka'b'a ne oldu?" diye sordu. Seleme oğullarından bir adam:

Resûlallah! İki hırkası ile sevdikleri onu savaşa katılmaktan alıkoydu" deyince, Muâz b. Cebel:

“Ne kötü söyledin! Vallahi yâ Resûlallah! Ka'b'ı ancak hayırlı olmasıyla tanırız!" karşılığını verdi. Bunun Üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sustu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) savaştan döndüğü haberi bana ulaştığında beni sıkıntı bastı. Ona nasıl bir yalan söyleyeceğimi düşünüyor ve kendi kendime:

“Yarın geldiğinde öfkesinden nasıl kurtulabilirim" diyordum. Ailemden aklı başında olanlardan bu konuda yardım da istedim. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) gelmek üzere olduğu söylendiğinde yalan benden uzaklaştı ve içinde yalan olan hiçbir şeyle ondan kurtulamayacağımı anladım. Onun için ona doğruyu söylemeye karar kıldım.

Sonunda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ulaştı dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir seferden döndüğü zaman ilk önce Mescid'e uğrar, iki rekat namaz kılar ve Müslümanlarla otururdu. Yine öyle yaptığında savaşa katılmayanlar yanına geldiler. Mazeret bildirmeye ve yeminler etmeye başladılar. Savaşa katılmayanlar seksen küsur kişiydi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onların niyetlerine göre mazeretlerini kabul etti. Tekrar onlardan biat aldı, bağışlanmalarını diledi ve içindekileri Yüce Allah'a havale etti. Ben de yanına geldim. Ona selam verdiğimde öfkeyle karışık bir tebessümle beni karşıladı ve:

“Gel!" buyurdu. Yürüyerek gelip önünde oturdum. Bana:

“Neden savaşa katılmadın? Oysa bineğini bile satın almamış mıydın?" diye sordu. Şöyle karşılık verdim:

Resûlallah! Senden başka birinin önünde dünyalık bir konu için bu şekilde otursaydım mazeret sunarak onun öfkesinden kurtulacağımı düşünürdüm. Sana ne söyleyeceğim konusunda çok çabaladım. Ama bugün sana, benden razı olmanı sağlayacak şekilde yalanla konuşsam, Yüce Allah'ın seni benden yana öfkelendirmesi pek uzak olmaz. Sana doğruyu söylesem bana karşı içinde kızgınlığın olacak. Bu konuda Yüce Allah'ın bağışlamasını dilerim! Doğrusu savaşa katılmamak için herhangi bir mazeretim yoktu. Vallahi seninle savaştan geri durduğumda imkanlarım hiç olmadığı kadar iyiydi."

Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Bu adam doğruyu söyledi. Kalk ve git. Yüce Allah'ın senin hakkındaki hükmünü bekle bakalım!" buyurdu. Ben kalkınca Seleme oğullarından bazı adamlar yanıma geldiler ve:

“Vallahi bundan önce senin bir günah işlediğini görmedik. Sen de savaşa katılmayan diğerleri gibi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) mazeret gösteremez miydin?

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara yaptığı gibi sana da bağışlanma dilemesi bu günahın için yeterdi" demeye başladılar. Böyle diyerekten benim peşimden o kadar geldiler ki geriye dönüp kendi kendimi yalanlamayı düşündüm. Sonra onlara:

“Benim bu durumumla karşılaşan başka birileri oldu mu?" diye sordum. "Evet! İki adam daha senin dediğin şeyleri dediler. Allah Resûlü sana söylediği şeylerin aynısını onlara da söyledi" karşılığını verdiler. "O iki kişi kim?" diye sorduğumda:

“Murâre b. er-Rabî' el-Amrî ile Hilâl b. Ümeyye el-Vâkifî" diyerek bana Bedir savaşına katılan salih ve örnek iki adamı zikrettiler. Onların adlarını bana verdiklerinde ben de yoluma devam ettim.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisiyle beraber savaşa katılmayanlar arasından bu üç kişimle Müslümanların konuşmasını yasakladı. Müslümanlar bizden uzak durdu ve bize karşı farklı davranmaya başladılar. Her şey bana karşı yabancılaştı. Dünya artık bildiğim dünya değildi. Bu şekilde elli gün geçirdim. Benle beraber olan o iki arkadaşım evlerine kapanmış devamlı ağlıyorlardı. Bense onlardan daha genç ve daha güçlüydüm. Dışarıya çıkıp Müslümanlarla namaz kılıyor, çarşıda dolaşıyordum. Ama hiç kimse benimle konuşmuyordu. Namazdan sonra meclisinde oturan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanma gelip selam veriyordum. İçimden de:

“Acaba dudaklarını oynattı mı? Selamımı aldı mı? Yoksa almadı mı?" diyordum. Ona yakın bir yerde namaz kılıyor ve gizlice ona bakıyordum. Namazıma durduğum zaman bana bakıyor, ona doğru baktığımda ise yüzünü çeviriyordu.

İnsanların bu tavrı beni daralttığı bir zamanda gidip amcam oğlu ve en sevdiğim kişilerden biri olan Ebû Katâde'nin bahçe duvarına çıktım. Ona selam verdim, ama vallahi o selamımı almadı. Kendisine:

“Ey Ebû Katâde! Allah için söyle! Yüce Allah'ı ve Resûlünü sevdiğimi biliyorsun değil mi?" dediğimde, sustu. Bir daha aynı şekilde sorduğumda yine cevap vermedi. Tekrar aynı şekilde ant verip sordum. Bu kez:

“Yüce Allah ve Resûlü bilir!" dedi. Bu cevabı üzerine gözlerim doldu. Bahçe duvarını aşıp oradan ayrıldım.

Bir defasında çarşıda gezerken Şam ahalisinden Medîne'de satmak için gıda maddesi getiren bir Nabâtî'nin:

“Bana Ka'b b. Mâlik'i kim gösterir?" diye sorduğunu duydum. İnsanlar da ona beni gösterince yanıma geldi ve Ğassân kralından bana bir mektup verdi ki okuma yazması olan biriydim. Mektupta şöyle yazıyordu:

“Bana ulaşana göre dostun (Muhammed) sana katı davranmış. Yüce Allah da seni rahat bir mekanda kılmamış. Vakit kaybetmeden gel bize katıl, biz seni teselli ederiz." Mektubu okuyunca:

“Bu da karşılaştığım musibetlerden biri" dedim ve mektubu tandıra atıp yaktım..

O elli günlük sürenin kırk günü geçmişti ki Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) elçisi bana geldi ve:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), karından ayrılmanı emrediyor" dedi. Ona:

“Boşayayım mı ne yapayım?" dediğimde:

“Boşama, ama ondan uzak dur ve ona yaklaşma" karşılığını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) diğer iki arkadaşıma da aynı şekilde haber göndermişti. Karıma:

“Ailenin yanına git! Yüce Allah bu durumum hakkında hükmünü verinceye kadar onlarda kal" dedim. Hilâl b. Ümeyye'nin karisi ise Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldi ve:

Resûlallah! Hilâl çok yaşlı biridir ve hizmetçisi de bulunmuyor. Onun hizmetini benim görmemi hoş karşılamaz mısın?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kal, ama ona yanaşma" buyurdu. Karısı da:

“Zaten kımıldayacak hali yok. Vallahi bu durumla karşılaştığından beri ağlıyor" dedi. Ailemden bazıları bana:

“Hilâl b. Ümeyye'nin karısının, kocasına hizmet konusunda Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) izin istediği gibi sen de karın için Resûlullah'tan(sallallahü aleyhi ve sellem) izin istesen" dediklerinde ben:

“Vallahi bu konuda Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) izin isteyemem. İzin istersem onun bana ne diyeceğini bilmiyorum, üstelik genç de biriyim" karşılığını verdim.

Bir on gün daha bu şekilde geçirerek, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bizimle konuşmayı yasaklamasının üzerinden elli gün geçmiş oldu. Ellinci günden sonraki ilk sabah namazını evimin damında kıldım. Yüce Allah'ın bizleri âyetlerinde andığı gibi bir halin içindeydim. İçim daralmıştı. Yeryüzü bana dar gelmişti. O esnada Sel' dağının tepesinde birinin yüksek bir sesle:

“Ey Ka'b b. Mâlik! Müjde!" diye bağırdığını işittim. O an hemen secdeye kapandım. Sıkıntımızın bittiğini, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah namazını kıldıktan sonra, Yüce Allah'ın tövbemizi kabul ettiğinin ilan ettirdiğini anladım. Müslümanlar bizleri kutlamaya koşuştular. O iki arkadaşıma da müjdeciler gitti. Müjdesini almak için biri atına binip yola koyulmuştu. Eslemli biri de dağın tepesine çıkıp o şekilde bağırmıştı. Tabi ki adamın sesi attan daha hızlı gelmişti. Sesini duyduğum adam yanıma müjde vermek için varınca üzerimdeki giysimi çıkarıp ona verdim. Vallahi o günü başka giysim de yoktu. Daha sonra iki parçalı bir elbise ödünç aldım Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) doğru gittim.

Müslümanlar beni akın akın karşılıyorlar ve tövbemin kabulünden dolayı beni:

“Yüce Allah'ın, tövbeni kabul etmesi sana hayırlı olsun!" diyerek kutluyorlardı. Mescid'e girdiğimde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) oturuyordu ve çevresinde de insanlar vardı. Talha b. Ubeydillah koşarak bana sarıldı ve beni kutladı. Vallahi Muhacirler içinde ondan başka beni kutlamak için kalkan olmadı. (Ravi der ki: Ka'b, Talha'nın bu davranışını hiç unutmadı.) Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) selam verdiğimde, sevinçten parlayan bir yüzle:

“Annenin seni doğurduğundan beri sana gelen en hayırlı haber sana kutlu olsun!" buyurdu. " Resûlallah! Bu haber senden mi yoksa Yüce Allah'tan mı?" diye sorduğumda:

“Bilakis, Yüce Allah'ın katından!" buyurdu.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir şeye sevindiği zaman yüzü bir Ay parçası gibi parlardı. Bu halini biz de biliyorduk. Önünde oturduğum zaman:

Resûlallah! Tevbem kabul edildiği için tüm malımı sadaka olarak vermek istiyorum" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Malının bir kısmını sende bırakırsan daha hayırlı olur" buyurdu. "O zaman Hayber'deki hissemi elimde tutayım" dedim. Sonra:

Resûlallah! Yüce Allah doğru söylediğim için tövbemi kabul etti. Bunun için yaşadığım sürece doğruluktan ayrılmayacağım! Zira doğru söylediği için Yüce Allah'ın kendisini benim kadar sınadığı başka bir Müslüman tanımıyorum" dedim. Resûlulah'a (sallallahü aleyhi ve sellem),"En güzel denenmem buydu" dediğim günden bu yana asla yalana başvurmadım. Bu günden sonra da Yüce Allah'ın beni yalandan korumasını dilerim.

Sonra Yüce Allah Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) şu âyetleri indirdi:

“And olsun ki, Allah, sıkıntılı bir zamanda bir kısmının kalbleri kaymak üzere iken Peygamber'e uyan Muhacirlerle Ensar'ın ve Peygamberin tövbelerini kabul etti. Tövbelerini, onlara karşı şefkatli ve merhametli olduğu için kabul etmiştir. Ve geri kalmış üç kişinin de tövbelerini kabul etti. Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah'tan yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra eski hallerine dönmeleri için Allah onların tövbesini kabul etti. Çünkü Allah tövbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir. Ey Mü’minler! Allah'tan sakının ve doğrularla beraber olun."

Müslüman olduğumdan beri Yüce Allah bana, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) doğru söylememden daha büyük bir nimet ihsan etmemiştir. Zira ona diğerleri gibi yalan söyleseydim ben de onlar gibi helak olacaktım. Yüce Allah vahyini indirdiği zaman yalan söyleyenlere çok ağır ifadeler kullanmış, şöyle buyurmuştur:

“Döndüğünüzde kendilerine çıkışmamanız için Allah'a yemin edeceklerdir. Siz onlardan yüz çevirin; çünkü pistirler. Yaptıklarının karşılığı olarak varacakları yer cehennemdir. Kendilerinden hoşnut olasınız diye, size and verirler. Siz onlardan hoşnut olsanız bile, Allah, yoldan çıkmış kimselerden razı olmaz."

Biz üç kişi, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) yeminler ederek mazeretler gösteren ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) de onların biatlarını kabul ettiği, onlara bağışlanma dilediği kişilerden olmadık. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizim hakkımızdaki kararını Yüce Allah hükmünü verene kadar ertelemişti. Bunun içindir ki Yüce Allah âyetinde "Geri kalan üç kişi" denilirken, savaştan geri kalanlar anlamında değil, yeminlerle mazeret gösterenlerden ve bu mazeretleri kabul edilenlerden geri kalanlar kastedilmiştir.

Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Ka'b b. Mâlik'ten bildirir:

“Tevbemin kabul edildiğine dair âyet nazil olunca Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldim ve elleri ile dizlerini öptüm. Bu müjdeyi bana veren adama da iki giysi verdim."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Ve geri kalmış üç kişinin de tövbelerini kabul etti..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Tevbe Sûresi'nin ortalarında:

“Savaştan geri kalanların bir kısmının işi de Allah'ın buyruğuna kalmıştır..." âyetinde zikredilen kişilerdir ki bunlar da Hilâl b. Umeyye, Murâre b. Rabîa ve Ka'b b. Mâlik'tir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katide:

“Ve geri kalmış üç kişinin de tövbelerini kabul etti..." âyetini açıklarken:

“Geri kaldıkları savaş Tebûk savaşıdır" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Hasan'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)Tebûk savaşına çıktığı zaman Ka'b b. Mâlik, Hilâl b. Umeyye ve Murâre b. er-Rabî' geride kalmış ve bu savaşa çıkmamışlardı. Bu iç kişiden birinin henüz yeni çiçeğe durmuş bir bahçesi vardı. Bu bahçenin sarı, kırmızı renkte çiçeklerini görünce:

“Allah Resûlü ile birlikte şu şu şu savaşlara katıldım. Bu yıl da burada kalıp bahçeyle ilgileneyim ve biraz kazanç elde edeyim" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), ashabıyla birlikte yola çıktıktan sonra bu adam bahçesine girdi ve:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte savaşa çıkmayıp geride kalmam ve diğer müminlerin Allah yolunda cihada çıkmakla elde edeceklerinden mahrum olmam sırf senden dolayı oldu ey bahçe! Allahım! Şahit ol ki bu bahçeyi senin yolunda sadaka olarak veriyorum!" dedi. Savaşa katılmayan diğer bir kişinin de dağılmış olan ailesi o yıl bir araya gelmişti. Adam:

“Allah Resûlü ile birlikte şu şu şu savaşlara katıldım. Bu yıl da burada ailemle birlikte kalayım" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), ashabıyla birlikte yola çıktıktan sonra ise ailesine:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte savaşa çıkmayıp geride kalmam ve diğer müminlerin Allah yolunda cihada çıkmakla elde edeceklerinden mahrum olmam sırf sizden dolayı oldu! Allahım! Bana yönelik hükmünü verene kadar aileme ve malıma yaklaşmayacağım!" dedi. Savaşa katılmayan üçüncü kişi ise:

“Allahım! Sen de şahit ol ki peşlerinden yola çıkacağım ve ya onlara yetişeceğim ya da yolda öleceğim" dedi. Sonrasında yola düşüp dağlardan ve tepelerden giderek Müslümanlara yetişti.

Yüce Allah da bu konuda:

“And olsun ki, Allah, sıkıntılı bir zamanda bir kısmının kalbleri kaymak üzere iken Peygamber'e uyan Muhacirlerle Ensarın ve Peygamberin tövbelerini kabul etti. Tövbelerini, onlara karşı şefkatli ve merhametli olduğu için kabul etmiştir. Ve geri kalmış üç kişinin de tövbelerini kabul etti. Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah'tan yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra eski hallerine dönmeleri için Allah onların tövbesini kabul etti. Çünkü Allah tövbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir" âyetlerini indirdi.

Hasan der ki:

“Sübhânallah! Vallahi bu üç kişi ne haram mal yediler, ne haksız yere cana kıydılar, ne de yeryüzünde fesat çıkardılar. Sadece Allah yolunda cihad gibi hayırlı bir işte gevşek davranmışlardı. Ancak daha sonra bu yönde öyle bir çabanın içine girdiler ki sonunda sizin de bildiğiniz o duruma geldiler. İşte bir günah mümini bu durumlara kadar getirebilir."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Ve geri kalmış üç kişinin de tövbelerini kabul etti..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar tövbesi kabul edilmeyenlerdir. Yüce Allah, Ebû Lubâbe ile arkadaşlarının tövbesini kabul edene kadar da bunların tövbesini kabul etmemiştir."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İkrime:

“Ve geri kalmış üç kişinin de tövbelerini kabul etti..." âyetini açıklarken:

“Bunlar, başta tövbesi kabul edilmeyenlerdir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime b. Hâlid el-Mahzûmî bu âyeti, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabından sonra yola çıkanlar anlamına gelecek şekilde: (.....) lafzıyla okumuştur.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah:

“Ben, sizin en yüce Rabbinizim!" ve "...Sizin için benden başka bir ilâh tanımıyorum..." diyeni bile tövbe etmeye çağırmıştır. Bunu diyen kişinin bile tövbe etmesi istenmişken tövbesinin kabul görmeyeceğini düşünüp bundan uzak duranlar Allah'ın Kitab'ını inkar etmiş olurlar. Fakat Yüce Allah kulun tövbe etmesini istemedikçe kul tövbe edemez. "...Sonra onları tövbeye muvaffak kıldı ki tövbe etsinler,.." âyetinden kasıt da budur. Buna göre tövbenin başlangıcı Allah'ın takdirine bağlıdır.

119

"Ey îman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Nâfi':

“Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Savaştan geri kalan üç kişi hakkında nazil oldu. Âyetle onlara:

“Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabıyla beraber olun". denilmiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ka'b b. Mâlik:

“Ey iman edenleri Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun" âyeti de bizim hakkımızda nazil oldu" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun" âyetini açıklarken:

“Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabıyla beraber olun, anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Doğrularla beraber olun" âyetini açıklarken:

“Ebû Bekr ve Ömer'le beraber olun, anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun" âyetini açıklarken:

“Ebû Bekr, Ömer ve onların arkadaşları ile beraber olmaları emredilmiştir" dedi.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun" âyetini açıklarken:

“Ali b. Ebî Tâlib ile beraber olun, anlamındadır" demiştir.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ebû Câfer:

“...Doğrularla beraber olun" âyetini açıklarken:

“Ali b. Ebî Tâlib ile beraber olun, anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî:

“Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun" âyetini açıklarken:

“Ka'b b. Mâlik, Murâre b. Rabîa ve Hilâl b. Ümeyye ile beraber olun, anlamındadır" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Adiy, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Abdullah b. Mes'ûd'dan bildirir:

“Ciddi de olsa şaka da olsa yalan söylenmemelidir. Sakın içinizden biri çocuğuna bir şeyin sözünü verip de sonra onu yerine getirmemezlik etmesin! Dilerseniz bu konuda:

“Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun" âyetini okuyun. Bu âyette yalana herhangi bir ruhsat görüyor musunuz?"

İbnu'l-Enbârî, Mesâhif de bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti:

“(Doğrularla beraber olun)" lafzıyla okumuştur.

Ebû Dâvud et-Tayâlisî, Buhârî, Edeb'de, İbn Adiy ve Beyhakî, Şuab'da Ebû Bekr es-Sıddîk'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Doğruluktan ayrılmayın ki doğruluk kişiyi iyiliğe götürür. Doğruluk da iyilik de Cennettedir. Yalandan da sakının! Zira yalan kişiyi günah götürür. Yalan da günah da Cehennemde olacaktır. Kişi doğru söylediği ve doğruluktan ayrılmadığı sürece sonunda Allah katında sıddîk biri olarak yazılır. Kişi yalan söyledikçe sonunda Allah katında yalancı olarak yazılır."

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, İbn Ebî Hâtim, İbn Adiy ve Beyhakî'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Doğruluktan ayrılmayın ki doğruluk kişiyi iyiliğe, iyilik de Cennete yönlendirir. Kişi doğru söylediği ve doğruluktan ayrılmadığı sürece sonunda Allah katında sıddîk-biri olarak yazılır. Yalandan da sakının! Zira yalan kişiyi günaha, günah da Cehenneme yönlendirir. Kişi yalan söyledikçe sonunda Allah katında yalancı olarak yazılır. "

İbn Adiy'yin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ey insanlar! Yalandan sakının! Zira yalan kişiyi günaha, günah da Cehenneme yönlendirir. Kişi için de: «Doğru söyleyip iyilik yaptı» veya: «Yalan söyleyip günaha girdi» derler. "

Ahmed ve Beyhakî, Şuab'da Mâlik el-Cuşemî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Biri sana ihanet eden ve yalan söyleyen, biri de sana sadık olan ve doğruyu söyleyen iki kölen olsa hangisini daha çok severdin?" diye sorunca, ben:

“Bana sadık olan ve yalan söylemeyen köleyi severdim" dedim. Bunun üzerine Allah Resûlü:

“İşte Rabbinizin katında sizler de öylesiniz" buyurdu.

Hâkim ve Beyhakî'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ciddi de olsa şaka da olsa yalan söylenmemelidir. Sakın içinizden biri çocuğuna bir şeyin sözünü verip de sonra onu yerine getirmemezlik etmesin! Doğruluk kişiyi iyiliğe, iyilik de Cennete yönlendirir. Yalandan sakının! Zira yalan kişiyi günaha, günah da Cehenneme yönlendirir. Doğru olan kişiye: «Doğru söyleyip iyilik yaptı» denilir. Yalan söyleyen kişi için de: «Yalan söyleyip günaha girdi» derler. Kişi doğru söylediği ve doğruluktan ayrılmadığı sürece sonunda Allah katında sıddîk biri olarak yazılır. Kişi yalan söyledikçe sonunda Allah katında yalancı olarak yazılır. "

İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Beyhakî, Esmâ binti Yezîd'derı bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hutbe verdi ve şöyle buyurdu:

“Kelebeğin ateşe atlaması gibi neden sizler de yalana atlarsınız? Savaşta hile yapmada veya iki kişinin arasını bulmada veya kişinin karısını razı etmede yatan söylemesi dışındaki tüm yalanlar, insanın aleyhine yazılır."

Beyhakî'nin Nevvâs b. Sem'ân el-Kilâbî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Neden kelebeğin ateşe atlaması gibi yalana atladığınızı görüyorum? Kişinin söylediği her yalan mutlaka aleyhine yazılır. Ancak savaşta söylediği yalan yazılmaz, zira savaş hiledir. Kişinin aleyhine yazılmayan diğer yalanlar da iki kişinin arasını bulmak veya kişinin karısını razı etmek için söylediği yalanlardır. "

Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Şihâb:

“Canı korumak için yalan söylemek, kişiyi yalancı yapmaz" demiştir.

İbn Adiy ve Beyhakî'nin Ebû Bekr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yalan imanı uzaklaştırır" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, İbn Adiy ve Beyhakî, Ebû Bekr es-Sıddîk'tan bildirir:

“Yalandan sakının, zira yalan imanı uzaklaştırır" demiştir. Beyhakî der ki:

“Doğru olan rivayet de mevkûf olan bu rivayettir."

İbn Adiy ve Beyhakî'nin Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müminin türlü türlü huyları olabilir; ancak ihanet ve yalan gibi huyları asla olamaz" buyurmuştur.

İbn Adiy'yin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müminin türlü türlü huyları olabilir, ancak ihanet ve yalan gibi huyları asla olamaz" buyurmuştur.

İbn Adiy'yin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Müminin cömertlik, cimrilik, kötü ahlak gibi değişik huyları olabilir, ancak yalancılık gibi bir huyu olmaz. Zira bir mümin yalancı olamaz."

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed'in Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müminin türlü türlü huyları olabilir, ancak ihanet ve yalan gibi huyları asla olamaz" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Abdullah b. Ebî Evfâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müminin türlü türlü huyları olabilir, ancak ihanet ve yalan gibi huyları asla olamaz" buyurmuştur.

Ebû Nuaym, Hilye'de Câfer b. Muhammed'den bildirir:

“İnsan türlü huylarla yaratılır. Ancak hangi huyda yaratılırsa yaratılsın bunların içinde ihanet ve yalancılık huylan olamaz."

Mâlik ve Beyhakî, Safvân b. Süleym'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir mümin korkak olabilir mi?" diye sorulunca:

“Evet, olabilir" karşılığını verdi. "Mümin cimri olabilir mi?" diye sorulunca, yine:

“Evet, olabilir" karşılığını verdi. "Mümin yalancı olabilir mi?" diye sorulunca ise:

“Hayır, olamaz" buyurdu.

Ebû Ya'lâ ve Beyhakî'nin Ebû Berzâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yalan kişinin yüzünü kara çıkartır. Koğuculuk ise kişinin kabir azabıdır" buyurmuştur.

Hâkim ve Beyhakî, Hazret-i Âişe'den bildirir:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) en sevmediği huy yalancılıktı. Biri yanında yalan söylediği zaman bu, kişinin bunun için tövbe ettiğini duyana kadar içinde bir sıkıntı olurdu."

Ahmed, Hennâd b. es-Seriy, Zühd'de, İbn Adiy ve Beyhakî'nin Nevvâs b. Sem'ân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir kardeşine bir söz söylerken onun seni doğrulaması senin ise o sözde om yalan söylüyor olman kadar büyük bir ihanet yoktur" buyurmuştur.

Ahmed ve Beyhakî, Esmâ binti Umeys'ten bildirir: Âişe'yi evlenirken hazırlayanlardan biri de bendim. Hazırlayıp Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geçirdiğimizde içeride ikram adına bir kâse sütten başka bir şey bulamadık. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) o kâseyi alıp içtikten sonra Aişe'ye uzattı. Âişe utanıp almak istemedi, ancak ona:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ikramını geri çevirme" dedim. Âişe alıp içtikten sonra Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“Kâseyi arkadaşına uzat" buyurdu. Ben:

“Canım istemiyor" karşılığını verdiğimde, Allah Resûlü:

“Açlıkla yalan bir arada olmaz" buyurdu. Ben:

“Birimizin canının çektiği bir şeye canım istemiyor demesi de yalandan sayılır mı?" dediğimde, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yalan, yalan olarak kayda geçer, hatta yalancık da yalancık olarak yazılır" karşılığını verdi.

İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Beyhakî, Abdullah b. Âmir b. Rabîa'dan bildirir: Ben küçük bir çocukken Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) evimize geldi. Oynamak üzere evden çıkmak istediğimde annem bana:

“Ey Abdullah! Gel sana bir şey vereceğim" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), anneme:

“Ona ne vereceksin?" diye sorunca, annem:

“Ona hurma verecektim" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şayet dediğin gibi hurma vermeyecek olsaydın söylediğin senin aleyhine yalan olarak yazılırdı" buyurdu.

Tayâlisî, Ahmed, Tirmizî, Dârimî, Ebû Ya'lâ, İbn Hibbân, Taberânî, Beyhakî, Hâkim ve Diyâ, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şüpheli olanı bırakıp şüphesiz olanın peşinden git. Çünkü doğruluk iç huzuru, yalan ise şüphe verir" buyurduğunu işittim.

İbn Adiy, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbesinde:

"Yüce Allah'ın yanında en büyük kusur, yalan söyleyen bir dildir" buyurdu.

İbn Adiy, Ebû Bekr es-Sıddîk'ten bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Doğruluk emanet, yalan ise ihanettir" buyurduğunu işittim.

İbn Mâce, Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de, Harâitî, Mekârimu'l- Ahlâk'da ve Beyhakî, Abdullah b. Amr b. el-Âs'tan bildirir:

Resûlallah! İnsanların en hayırlısı kimdir?" diye sorduğumuzda:

“Temiz kalpli ve doğru sözlü olan kişidir" karşılığını verdi. "Doğru sözlü olmayı anladık da kişinin temiz kalpli olması ne demektir?" diye sorduğumuzda:

“Takvalı, pak ve içinde günah, isyan, ihanet, haset olmayan kalptir" buyurdu. "Böylesi bir kişiden sonra en hayırlı kişi kimdir?" diye sorduğumuzda:

“Dünyaya yüz vermeyen ve âhireti seven kişidir" buyurdu. "İçimizde bildiğimiz kadarıyla böyle olan sadece Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) azatlısı Râfi vardır" dedik ve:

“Ondan sonra kim gelir?" diye sorduk. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ahlakı güzel olan mümin gelir" buyurunca:

“İşte bu da biz de bulunuyor" dedik.

Beyhakî'nin Şuab'da bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb:

“Bîr müminin yalancı olduğunu göremezsin" demiştir.

Beyhakî, Ömer b. el-Hattâb'tan bildirir:

“Birine değer biçerken namazı ile orucuna bakmayın. Ancak konuşurken doğruyu söyleyip söylemediğine, verilen emanete vefa gösterip göstermediğine ve günah karşısında Allah'tan korkup korkmadığma bakın."

Beyhakî, Enes'ten bildirir:

“Kişi, söylediği bir yalandan dolayı gece ibadeti ile gündüz orucundan mahrum edilebilir."

İbn Adiy ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî:

“Kişi ancak kendini değersiz gördüğü için yalan söyler" demiştir.

İbn Adiy ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Muhammed b. Şîrîn:

“Dil, imalarla yalan söylemeye gerek bıraktırmayacak kadar geniştir" demiştir.

Beyhakî, Matar el-Verrâk'dan bildirir:

“Bir kulda iki özellik bulunduğu zaman diğer tüm amelleri bu ikisine tâbi olur. Bunlar da gereği gibi namaz kılma ile doğru sözlü olmaktır."

Beyhakî, Fudayl'dan bildirir:

“İnsanların kendilerini güzelleştirmek için bulabilecekleri en iyi süs, doğruluk ile helalin peşinde olmadır."

Beyhakî, Abdulazîz b. Ebî Revvâd'dan bildirir:

“Dünyanın peşine düşme yalan ve hayâsızlıkla olur. Bu ikisi dışında bir şeyle dünyanın peşinden gitmek isteyen kişi yolu da, hedefi de şaşırır. Âhiretin peşinde olma ise hayâ ve doğrulukla olur. Bu ikisi dışında bir şeyle âhireti arayan kişi yolu da hedefi de şaşırır."

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Yusuf b. Esbât:

“Doğru sözlü olan kişiye tatlılık, zarafet ve saygınlık olmak üzere üç özellik ihsan edilir" demiştir.

Beyhakî, Ebû Ravh Hâtim b. Yusuf'tan bildirir: Fudayl b. İyâd'ın kapısına gelip selam verdim ve:

“Ey Ebû Ali! Beş hadisim var, eğer izin verirsen sana bunları okumak istiyorum" dedim. "Oku" deyince de okudum. Ancak beş tane değil de altı tane çıkınca bana:

“Kalk git evladım. Önce doğru sözlü olmayı öğren, sonra hadis yaz" dedi.

İbn Adiy'yin İmrân b. Husayn'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ta'rîzlerle (kinaye ve tevriyelerle) yalandan kurtuluş yolu bulunur" buyurmuştur.

İbn Adiy'yin Ali b. Ebî Tâlib'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Akıllı bir adam için ta'rîzler (kinaye ve tevriyeler) yalana başvurmamaya yeterli olur" buyurmuştur.

120

Bkz. Ayet:121

121

"Medine halkına ve onların çevresinde bulunan bedevi Araplara Allah'ın Resûlünden gerî kalmaları ve onun canından önce kendi canlarını düşünmeleri yakışmaz. İşte onların Allah yolunda bir susuzluğa, bir yorgunluğa ve bir açlığa maruz kalmaları, kâfirleri öfkelendirecek bir yere basmaları ve düşmana karşı bir başarı kazanmaları, ancak bunların karşılığında kendilerine salih bir amel yazılması içindir. Şüphesiz Allah iyilik yapanların mükâfatını zayi etmez. Allah, yaptıklarının karşılığını en güzel şekilde kendilerine vermek üzere, az veya çok sarfettikleri her şey, geçtikleri her vadi onlar için yazılır."

İbn Ebî Hâtim, Amr b. Mâlik vasıtasıyla ashâbdan birinden bildirir:

“Medine halkına ve onların çevresinde bulunan bedevî Araplara Allah'ın Resulünden geri kalmaları ve onun canından önce kendi canlarını düşünmeleri yakışmaz..." âyeti nazil olduğunda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Beni hakla gönderene yemin olsun ki insanlardan savaşa çıkamayan (ve buna üzülen) zayıf kimseler olmasaydı hiç bir savaştan geri durmazdım" buyurdu.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“Medine halkına ve onların çevresinde bulunan bedevî Araplara Allah'ın Resulünden geri kalmaları ve onun canından önce kendi canlarını düşünmeleri yakışmaz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Müslümanların sayıca az oldukları dönem için geçerlidir. Bu dönemde her müslümanın Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında savaşa katılması gerekiyordu. Ancak Müslümanlar çoğalıp İslam dini her tarafa yayılınca bu yönde Yüce Allah:

“Müminlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir..." buyurdu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini açıklarken:

“Allah yolunda susuzluğa ve yorgunluğa maruz kalmaları, anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Recâ b. Hayve ile Mekhûl, kişinin Allah yolunda iken tozdan korunmak için yüzünü kapatmasını iyi görmezlerdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Evzaî, Abdullah b. Mubârek, İbrahim b. Muhammed el-Fezârî ve îsa b. Yunus es-Sebi'î:

“...İşte onların Allah yolunda bir susuzluğa, bir yorgunluğa ve bir açlığa maruz kalmaları, kâfirleri öfkelendirecek bir yere basmaları ve düşmana karşı bir başarı kazanmaları, ancak bunların karşılığında kendilerine salih bir amel yazılması içindir..."âyetini açıklarken:

“Bu âyet, kıyamet gününe kadar bütün Müslümanlar için geçerlidir" demişlerdir.

Ebu'ş-Şeyh, Süddî'den bildirir:

“Medine halkına ve onların çevresinde bulunan bedevî Araplara Allah'ın Resulünden geri kalmaları ve onun canından önce kendi canlarını düşünmeleri yakışmaz..." âyetini daha sonra nazil olan:

“Müminlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir..." âyeti neshetmiştir.

Hâkim ve İbn Merdûye, Hazret-i Ali'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) çıktığı bir savaşta geride kalan ailesine göz kulak olması için Câfer'i bıraktı. Ancak Câfer:

“Vallahi ben senden ayrılmam ve geride kalmam" deyince onun yerine beni bıraktı. " Resûlallah! Beni geride mi bırakacaksın? Benim hakkımda Kureyş ne der sonra? Ne tez amcası oğlunu bırakıp geri kaldı, demezler mi? İkincisi ben de Allah'ın lütfunu aramak isterim. Zira Yüce Allah'ın:

“...İşte onların Allah yolunda bir susuzluğa, bir yorgunluğa ve bir açlığa maruz kalmaları, kâfirleri öfkelendirecek bir yere basmaları ve düşmana karşı bir başarı kazanmaları, ancak bunların karşılığında kendilerine salih bir amel yazılması içindir..." buyurduğunu işittim" dediğimde Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şu karşılığı verdi:

“Müşriklerin, ne tez amcası oğlunu bırakıp geri kaldı, demeleri konusunda bil ki daha önce bana da büyücü, kahin, yalancı demişlerdi. Bu konuda beni örnek al. Harun'un Mûsa yanındaki konumu ne ise, sen de bana aynı konumda olmayı istemez misin? Ne var ki benden sonra artık peygamber gelmeyecektir. Savaşa çıkıp Allah'ın lütfunu aramana gelince de Yemen'den bize karabiber geldi. Yüce Allah size rızık gönderinceye kadar bunu satıp kendine ve Fâtıma'ya harca. "

122

"Müminlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bîr grup da, dîn konusunda köklü ve derîn bilgî sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar."

Ebû Dâvud. Nâsih'de, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Müminlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya..." âyeti, "İsteyen, istemeyen, hepiniz savaşa çıkın..." âyeti ile "Eğer sefere çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır..." âyetinin hükmünü neshetmiştir. Bu âyette Müslümanlardan bir grup savaşa çıkarken bir grubun da Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte kalması gerektiği bildirilmiştir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte kalanlar dinde derin bilgi sahibi olacak ve savaştan dönen kavimlerini dini yönden uyaracak, onlar savaştayken Yüce Allah'ın indirdiği hükümleri kendilerine bildirecek olanlardır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî, el- Medhal'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Müminlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya.." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Müminlerin toptan savaşa çıkıp da Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) tek başına bırakmaları doğru değildir. Bunun yerine her kabileden belli kişiler Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) de izni ile çıkacak müfrezelere katılır. Diğerleri ise Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında kalıp inen Kur'ân âyetlerini öğrenirler. Savaşa çıkanlar geri döndükleri zaman da:

“Yüce Allah sizin gıyabınızda Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) şu şu âyetleri indirdi ve biz onları öğrendik" diyerek inen âyetleri onlara da öğretirler. Bu şekilde savaştan dönenler oturup yeni nazil olan âyetleri öğrenirken Allah Resûlü de eğer çıkaracaksa diğer bir müfrezeyi çıkarır. Onlar da döndükten sonra geride kalanlar onlara Yüce Allah'ın indirdiklerini öğretir ve gerekli uyarılarda bulunurlar.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Müminlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa yal Umulur ki sakınırlar" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu âyet cihad hakkında değildir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mudar kabilesine kıtlık için beddua edince bu kabile büyük bir kıtlığa maruz kaldı. Bunun üzerine kabile üyeleri bu durumdan kurtulmak için akın akın gelip Müslüman oldukfannı söylediler ki gerçekte Müslüman olmamışlardı. Kalabalık gruplar halinde Medine'ye gelmeleri ashabı sıkıntıya soktu ve yerleri dar gelmeye başladı. Yüce Allah da bu âyeti indirerek onları gerçekten mümin olmadıklarını Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirdi. Bu âyetle göçen bu kabile üyeleri geri gönderildi ve kabilede kalan diğer üyelerin de bu şekilde göçmemeleri konusunda onları uyarmaları istendi. "...Döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için..." buyruğunda anlatılan da budur.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr'den bildirir: Müminlerin cihada olan düşkünlüklerinden dolayı Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir müfreze çıkardığı zaman hepsi bu müfrezeye katılr ve Medine'de Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında çok az kişiyi bırakırlardı. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Müminlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya!" âyetini indirdi. Âyetle, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir müfreze gönderdiği zaman Müslümanlardan bir grubun buna katılması, bir grubun da Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile kalması emredildi. Bu şekilde geride kalanlar savaşa çıkanların gıyabında nazil olan âyetler ile kılınan sünnetleri döndükten sonra onlara haber verip öğretirler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ise bir savaşa bizzat çıktığı zaman geride ancak onun izin verdiği ve mazur gördüğü kimseler kalabilir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, İkrime'den bildirir:

“Eğer sefere çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır..." âyeti ile "Medine halkına ve onların çevresinde bulunan bedevî Araplara Allah'ın Resûlünden geri kalmaları ve onun canından önce kendi canlarını düşünmeleri yakışmaz..." âyeti nazil olduğu zaman münafıklar:

“Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte savaşa katılmayıp geride kalan bedeviler helak oldu!" dediler. Müslümanlardan bazıları de dini bilgileri öğretmek üzere bedevilere, kavimlerinin yanına gitmişlerdi. Bu konuda Yüce Allah:

“Müminlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya..." âyetini indirdi. Aynı şekilde:

“Allah'ın çağrısına uyulduktan sonra O'nun hakkında tartışmaya girenlerin delilleri Rableri katında batıldır. Onlara bir gazap vardır. Onlar için çetin bir azap vardır" âyeti nazil oldu.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Müminlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bir grup bedevilerin yanına gittiler. Gördüklerini hidayete davet ederken onlardan da ikram gördüler, ürünlerinden faydalandılar. Ancak bazıları onlara:

“Gördüğümüz kadarıyla arkadaşlarınızı bırakıp bize gelmişsiniz" deyince bundan dolayı içlerinde bir sıkıntı duydular. Ardından hepsi de geri döndüler ve Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip durumu anlattılar. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu. Âyete göre bir grubun dini anlatmak üzere bedevilerin yanına çıkarken diğer bir grubun geride kalıp işleriyle uğraşması ve yeni nazil olan âyet ile hükümleri öğrenmesi gerektiği bildirilmiş, bedevilerin yanından dönenlere de bunları öğretip gerekli uyarılarda bulunması görevi verilmiştir.

123

"Ey Mü’minler! Yakınınızda bulunan kâfirlerle savaşın. Sizi kendilerine karşı sert bulsunlar. Bilin ki Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“Ey iman edenler! Yakınınızda bulunan kâfirlerle savaşın..." âyetini açıklarken:

“En yakın kafirlerden başlamak üzere dışarıya doğru açılarak savaşın" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh, Dahhâk'tan bu yorumun aynısını zikreder.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Yakınında bulunanlar Araplardan olan kafirlerdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) önce bunlarla savaşıp bunları bertaraf etti."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Câfer b. Muhammed'e Deylem ahalisi ile savaşma konusu sorulunca şöyle demiştir:

“Onlarla savaşın zira onlar da Yüce Allah'ın, haklarında:

“Ey iman edenler! Yakınınızda bulunan kâfirlerle savaşın..." buyurduğu topluluklardandır."

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî)'ye Rumlar (Bizans) ve Deylem ahalisi ile savaş konusu sorulunca:

“Ey iman edenler! Yakınınızda bulunan kâfirlerle savaşın. Sizi kendilerine karşı sert bulsunlar..." âyetini okurdu.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer'e Deylem ahalisi ile savaş konusu sorulunca şöyle demiştir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey iman edenler! Yakınınızda bulunan kâfirlerle savaşın..." âyetindeki kafirlerden kasıt Kumlardır" buyurduğunu işittim.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini:

“Sizi kendilerine karşı sert bulsunlar" şeklinde açıklamıştır.

124

Bkz. Ayet:126

125

Bkz. Ayet:126

126

"Herhangi bir sûre indirildiğinde, içlerinden, «Bu hanginizin imanını artırdı?» diyenler olur. îman etmiş olanlara gelince, İnen sure onların imanını artırmıştır. Onlar bunu birbirlerine müjdelerler. Kalplerinde hastalık bulunanlara gelince, onların da inkârlarını büsbütün artırır ve onlar artık kâfir olarak ölürler. Onlar, yılda bir iki defa belaya uğratılıp imtihana çekildiklerini görmüyorlar mı? Böyleyken yine tövbe etmiyorlar, ibret de almıyorlar"

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“Herhangi bir sûre indirildiğinde, içlerinden, «Bu hanginizin imanını artırdı?» diyenler olur..." âyetini açıklarken:

“Bunu diyenler bazı münafıklardır" demiştir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...İman etmiş olanlara gelince, inen sûre onların imanını artırmıştır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bir âyet nazil olduğu zaman müminler bu âyete iman eder, Yüce Allah da onların imanları ile tasdiklerini arttırırdi. Nazil olan âyeti de birbirlerine müjdelerlerdi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Onların da inkârlarını büsbütün artırır..." âyetini açıklarken:

“Şüphelerinin yanında şüphelerini daha da arttırmıştır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini:

“Nasıl imtihana tâbi tutulduklarını..." şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Onlar, yılda bir iki defa belaya uğratılıp imtihana çekildiklerini görmüyorlar mı?" âyetini açıklarken:

“Yılda bir iki kez kıtlık ve açlığa maruz bırakılıp nasıl imtihana tâbi tutulduklarını görmezler mi?" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Onlar, yılda bir iki defa belaya uğratılıp imtihana çekildiklerini görmüyorlar mı?" âyetini açıklarken:

“Yılda bir iki defa düşmanla denenmeleridir" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“Onlar, yılda bir iki defa belaya uğratılıp imtihana çekildiklerini görmüyorlar mı?" âyetini açıklarken:

“Allah yolunda cihadla denenmeleridir" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Bekkâr b. Mâlik:

“Onlar, yılda bir iki defa belaya uğratılıp imtihana çekildiklerini görmüyorlar mı?" âyetini açıklarken:

“Yılda bir iki defa hastalanmalarıdır" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh, Utbî'den bildirir: Kul hastalandıktan sonra şifa bulduğu zaman şayet (mânen) daha iyi biri olmamışsa melekler:

“Bunu tedavi edip şifa verdik, ancak ona bir faydası olmadı" derler.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Saîd:

“Onlar, yılda bir iki defa belaya uğratılıp imtihana çekildiklerini görmüyorlar mı?" âyetini açıklarken:

“Her yıl bir veya iki defa yalan söylerlerdi" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hüzeyfe:

“Onlar, yılda bir iki defa belaya uğratılıp imtihana çekildiklerini görmüyorlar mı?" âyetini açıklarken:

“Yılda bir veya iki tane yalan işitirdik ki bu yalanlarla pek çok kişi yolunu şaşmp dalâlete düşerdi" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh, Dahhâk'tan bildirir: Abdullah b. Mes'ûd'un kıraatinde bu âyet: (=Onlar, yılda biri iki defa belaya uğratılıp imtihana çekildiklerini görmüyorlar mı? Buna rağmen ibret almazlar) şeklindedir.

127

"Bîr sûre inince, «Sizi birisi görüyor mu?» diye birbirlerine bakarlar, sonra dönüp giderler. Anlamaz bir güruh olmalarına karşılık Allah onların kalblerini imandan döndürmüştür."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Bir sûre inince, «Sizi birisi görüyor mu?» diye birbirlerine bakarlar..." âyetini açıklarken:

“Bunlar münafıklardır" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Bir sûre inince, «Sizi birisi görüyor mu?» diye birbirlerine bakarlar..." âyetini açıklarken:

“Aralarında konuştuklarını açığa vuran bir sûre nazil olunca boğazları düğümlenip nefessiz kalırlar ve:

“Sizi gören birisi oldu mu ki?" derler.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“Bir sûre inince, «Sizi birisi görüyor mu?» diye birbirlerine bakarlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Münafıklar, aralarında konuştuklarını açığa vuran bir sûre nazil olunca:

“Muhammed sizin konuştuklarınızı kimden duydu? Sizi gören biri oldu mu ki bunları ona haber verdi?" demeye başlarlar.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Namazı bıraktık" demeyin, zira bazıları Allah'ın âyetlerini bırakıp onlardan yüz çevirmişler Allah da onların kalplerini imandan çevirmiştir. Onun yerine:

“Namazı kılıp bitirdik" deyin.

İbn Ebî Şeybe, Hazret-iÖmer'den bildirir:

“Namazı bıraktık" demeyin, onun yerine:

“Namazı kılıp bitirdik" deyin.

128

"Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir kî, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir"

Abd b. Humeyd, Haris b. Ebî Usâme, Müsned'de, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye, Ebû Nuaym, Delâilu'n-Nübüvve'de ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mudar olsun, Rabîa olsun Yemânî olsun bütün Arap kabilelerinden biri sayılır."

Abdurrezzâk, Musannef’te, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, Sünen'de Câfer b. Muhammed'den bildirdiğine göre babası:

“Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) cahiliye ahlaksızlıklarından hiçbir şey bulaşmamıştır. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

“Ben zina ile değil nikah ile dünyaya geldim" buyurmuştur.

İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki..." âyetini açıklarken:

“Ey Arap topluluğu! Peygamberi (sallallahü aleyhi ve sellem) hepiniz doğurdunuz, anlamındadır" demiştir.

İbn Merdûye, Enes'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: (.....) lafzıyla okudu. Ali b. Ebî Tâlib:

Resûlallah! Âyetteki "Enfesikum" ne anlama geliyor?" diye sorunca Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ben soy; neseb ve aile olarak en değerli kişilerden biriyim. Âdem'den bana kadar soyumda nikah dışı bir ilişki olmuş değildir. Hepsi de nikah iledir" karşılığını verdi.

Hâkim, İbn Abbas'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti, "çok değerli ve asil olan bir soydan size bir Peygamber geldi" anlamında: (.....) lafzıyla okudu.

İbn Sa'd ve İbn Asâkir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Adem'den bana kadar olan soyumda nikah dışıyla bir doğum olmuş değildir. Hepsi de nikahlı olmuştur" buyurmuştur.

Taberânî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ben Cahiliye âdetlerinde olduğu gibi zina sonucu değil, İslam'da olduğu gibi nikahla olan bir ilişkiden doğdum" buyurmuştur.

İbn Sa'd ve İbn Asâkir'in Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Zina sonucu değil, nikahla olan bir evlilikten doğdum" buyurmuştur.

İbn Sa'd ve İbn Ebî Şeybe, Musannef’te Muhammed b. Ali b. Hüseyn'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Zina sonucu değil, nikahla olan bir evlilikten doğdum. Adem'den bana kadar soyumda Cahiliye âdetlerinde olduğu gibi zina sonucu doğmuş tek bir kişi bile yoktur. Pak ve tertemiz bir şekilde doğdum.

İbn Ebî Ömer el-Adenî, Müsned'de, Taberânî, M.el-Evsat'ta, Ebû Nuaym, Delâil'de ve İbn Asâkir'in Ali b. Ebî Tâlib'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Zina sonucu değil, nikahla olan bir evlilikten doğdum. Adem'den annem ile babamın beni doğurmasına kadar soyuma Cahiliye adetlerinde olduğu gibi zina asla bulaşmış değildir."

Ebû Nuaym, Delâil'de İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Soylarından geldiğim atalarım asla zinayla bir araya gelmiş değillerdir. Bu şekilde Yüce Allah beni nesilden nesile doğduğum ana kadar temiz, pak ve değerli rahimlere taşıdı. İki sınıf karşı karşıya gelse mutlaka ben bunlardan daha hayırlı olanın içindeyimdir."

İbn Sa'd'ın İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Arapların en hayırlı kabilesi, Mudar kabilesidir. Mudar kabilesinin en hayırlıları Abdumenâf oğullarıdır. Abdumenâf oğullarının en hayırlıları Hâşim oğullarıdır. Hâşim oğullarının en hayırlıları ise Abdulmuttalib oğullarıdır. Vallahi Adem'in yaratılmasından ben doğana kadar ne zaman iki sınıf olsa, ben bunlardan daha hayırlı olanın içinde bulundum."

Beyhakî, Delâil'de ve İbn Asâkir, Enes'ten bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hutbe verdi ve şöyle buyurdu:

“Ben Muhammed b. Abdillah b. Abdilmuttalib b. Hâşim b. Abdimenâf b. Kusayy b. Küâb b. Mürre b. Ka'b b. Lüeyy b. Ğâlib b. Fihr b. Mâlik b. en-Nadr b. Kinâne b. Huzeyme b. Müdrike b. İlyâs b. Mudar b. Nizâr'ım. Vallahi insanlar ne zaman iki fırkaya ayrılsa Yüce Allah beni bu iki fırkanın en hayırlısında kıldı. Cahiliye pisliklerinden de bana herhangi bir şey bulaşmadan anne ve babamdan doğdum. Evlilik dışı bir ilişkiden değil, Adem'den bu yana, annem babam beni doğuruncaya kadar nikah ile olan evliliklerden geldim. Ben fert olarak da soy olarak da hepinizden hayırlıyım."

İbn Sa'd, Buhârî ve Beyhakî, Delâil'de Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ademoğullarının en hayırlı bir asrında gönderildim. Asırlar geçtikten sonra nihayet benim de içinde bulunduğum asır geldi. "

İbn Sa'd, Müslim, Tirmizî ve Beyhakî'nin Delâil'de Vasile b. el-Eska'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah îbrâhim'in oğulları arasından İsmâil'i, İsmâil'in oğulları arasından Kinâne oğullarını, Kinâne oğullarından Kureyş'i, Kureyş'ten Hâşim oğullarını seçti. Hâşim oğullarından da beni seçti."

Ahmed, Tirmizî, İbn Merdûye, Ebû Nuaym ve Beyhakî, Delâil'de Abbâs b. Abdilmuttalib'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah mahlukatı yarattığı zaman beni içlerinden en hayırlılarının içinde kıldı. Mahlukatını fırkalara ayırdığı zaman da beni en hayırlı fırkanın içinde kıldı. Fırkaları kabilelere ayırdığı zaman beni en hayırlı kabilenin içinde kıldı. Fertleri yarattığı zaman beni en hayırlı fertlerden biri kıldı. Aileleri yarattığı zaman da beni en hayırlı ailenin içinde kıldı. Ben aile olarak da fert olarak da hepinizden daha hayırlıyım."

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de, Taberânî, İbn Merdûye, Ebû Nuaym ve Beyhakî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah mahlukatını yarattıktan sonra bunların içinden Adem oğullarını seçti. Ademoğulları içinden Arapları seçti. Arapların içinden Mudar kabilesini seçti. Mudar kabilesi içinden Kureyş'i seçti.

Kureyşîilerin içinden Hâşim oğullarını seçti. Hâşim oğulları içinden de beni seçti. Ben, en hayırlıların içinden seçilmiş en hayırlı kişiyim. "

İbn Sa'd'ın Muhammed b. Ali b. Hüseyn b. Ali b. Ebî Tâlib'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah yeryüzündeki insanları ikiye ayırdı ve beni en hayırlıları içinde kıldı. Sonra benim içinde bulunduğun kısmı üçe ayırdı. Beni de bu üçü içinden en hayırlı olanın içinde kıldı. Sonra içinde bulunduğum sınıftan Arapları seçti. Sonra Arapların içinden Kureyş'i seçti. Sonra Kureyşlilerden Hâşim oğullarını seçti. Sonra Hâşim oğullarından Abdulmuttalib oğullarını seçti. Abdulmuttalib oğulları içinden de beni seçti."

İbn Sa'd ve Beyhakî'nin Muhammed b. Âli'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah insanlar içinden Arapları, Araplar içinden Kinâne'yi, Kinâne'den Kureyş'i, Kureyşlilerden Hâşim oğullarını, Hâşim oğulları içinden de beni seçti. "

İbn Sa'd'ın Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah insanlar içinden Arapları, Araplar içinden Kinâne'yi, Kinâne'den Kureyş'i, Kureyşlilerden Hâşim oğullarını, Hâşim oğulları içinden de beni seçti. "

İbn Asâkir'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Adem'in sulbünden çıktığımdan beri soyumda tek bir tane gayrı meşru ilişkisi olan kadın çıkmadı. Arapların en kıymetli kabilelerinden olan Hâşim ile Zühre oğullarından çıkana kadar da hayırlı bir topluluktan hayırlı olan diğer bir topluluğa aktanldım durdum. "

İbn Ömer el-Adenî, İbn Abbâs'tan bildirir: Mahlukat yaratılmadan iki bin yıl önce Kureyş, Yüce Allah'ın katında bir nurdu. Bu nur Yüce Allah'ı tesbih ederken melekler de onunla birlikte Allah'ı tesbih ediyordu. Yüce Allah, Adem'i (aleyhisselam) yarattığı zaman bu nuru onun sulbüne koydu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda şöyle buyurdu:

“Yüce Allah beni yeryüzüne Adem'in sulbüne indirdi. Ondan sonra Nuh'un sulbüne, ondan sonra İbrahim'in sulbüne aktardı. Bu şekilde değerli sulblerden pak rahimlere aktara aktara sonunda anne ve babamdan oldum. Nesilden nesile aktarıldığım soyum içinde gayrı meşru ilişkide bulunan kimseler olmadı."

Beyhakî, Haris b. Abdilmuttalib'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir topluluğun kendisine dil uzattığından haberdar olunca öfkelendi ve şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Yüce Allah mahlukatı yaratıp onları iki fırkaya ayırdı, beni de bu iki fırkanın en hayırlısının içinde kıldı. Sonra onları kabilelere ayırdı ve beni en hayırlı kabilenin içinde kıldı. Sonra kabileleri ailelere ayırdı, beni de en hayırlı ailenin içinde kıldı. Ben kabile olarak da aile olarak da sizden daha hayırlıyım. "

Tirmizî, İbn Merdûye ve Beyhakî, Muttalib b. Ebî Vedâa'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bazı insanların onun hakkında söylediklerini işitince konuşmak üzere minbere çıktı. Allah'a hamdu senada bulunduktan sonra:

“Ben kimim? diye sordu. Ashab:

“Sen Allah'ın Resûlüsün!" karşılığını verdiklerinde de şöyle buyurdu:

“Ben Muhammed b. Abdillah b. Abdimuttalib'im! Yüce Allah mahlukatını yarattığında beni onların en hayırlılarının içinde kıldı. Sonra onları ikiye ayırdı, beni de en hayırlılarının içinde kıldı. Sonra onları kabilelere ayırdı ve beni en hayırlı kabilenin içinde kıldı. Sonra kabileleri ailelere ayırdı, beni de en hayırlı ailenin içinde kıldı. Ben aile olarak da fert olarak da sizden daha hayırlıyım. "

Tirmizî ve Nesâî, Muttalib b. Rabîa b. Hâris b. Abdilmuttalib'den aynısını zikreder.

İbn Sa'd, Katâde'den bildirir: Bize bildirilene göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah bir peygamber göndermek istediği zaman yeryüzündeki en hayırlı kabileyi bulur ve içlerinden en hayırlı olanı peygamber olarak gönderir."

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de Câfer b. Muhammed'den, onun da babasından naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yanıma Cebrail gelip şöyle dedi: «Yüce Allah beni gönderdi de dünyanın doğu ile batısını, dağını düzünü dolaştım;- ancak Araplardan daha hayırlısını göremedim. Sonra yine Allah'ın emriyle Arapların içinde dolaştım. Mudar kabilesinden daha hayırlısını göremedim. Sonra yine emriyle Mudar kabilesi içinde dolaştım. Kinâne'den daha hayırlısını göremedim. Sonra yine emriyle Kinâne içinde dolaştım. Kureyş'den daha hayırlısını görmedim. Sonra yine emriyle Kureyş içinde dolaştım. Hâşim oğullarından daha hayırlısını göremedim. Sonra Hâşim oğullarından birini seçmemi emredince içlerinde senden daha hayırlısını göremedim.» "

İbn Ebî Şeybe, İshâk b. Râhuye, İbn Menî', Müsned'de, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de Yusuf b. Mihrân vasıtasıyla İbn Abbâs'tan, o da Ubey b. Ka'b'dan bildirir: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) nazil olan son âyet:

“Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir" âyetidir.

İbnu'd-Durays, Fedâilu'l-Kur'ân'da, İbn Cerîr, İbnu'l-Enbârî, Mesâhif de ve İbn Merdûye, Hasan vasıtasıyla bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b şöyle demiştir: Yüce Allah katından son nazil olan âyetler:

“Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir. Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O'ndan başka ilâh yoktur. Ben sadece O'na güvenip dayanırım. O yüce Arş'ın sahibidir" âyetleridir.

Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, Zevâidu'l-Müsned'de, İbnu'd-Durays, Fedâilu'l-Kur'ân' da, İbn Ebî Dâvud, Mesâhif de, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Beyhakî, Delâil'de, Hatîb, Talhîsu'l-Müteşâbih'de ve Diyâ, el- Muhtâre'de Ebu'l-Âliye vasıtasıyla Ubey b. Ka'b'dan bildirir: Ebû Bekr'in hilafeti döneminde Kur'ân'ı tek bir mushafta toplama işine girdik. Kur'ân'ı ben okuyup yazdırıyor, bazı adamlar da yazıyordu. "Bir sûre inince, «Sizi birisi görüyor mu?» diye birbirlerine bakarlar, sonra dönüp giderler. Anlamaz bir güruh olmalarına karşılık Allah onların kalblerini imandan döndürmüştür" âyetine ulaştıkları zaman katipler bu âyetin Kur'ân'ın son âyeti olduğunu zannettiler. Bunun üzerine şöyle dedim:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana bu âyetten sonra iki âyet daha okuttu ki bunlar da:

“Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkünr müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir. Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O'ndan başka ilâh yoktur. Ben sadece O'na güvenip dayanırım. O yüce Arş'ın sahibidir"' âyetleridir." Kur'ân'dan son inen âyetler bunlardır. Bu şekilde, Kur'ân nasıl "Lâ ilâhe illallah" ile başladıysa öyle de son bulmuştur. "Senden önce gönderdiğimiz her peygambere: «Benden başka ilah yoktur, Bana kulluk edin" diye vahyetmişizdir» âyeti de bu anlamdadır."

İbn Sa'd, Ahmed, Buhârî, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbn Ebî Dâvud, Mesâhif de, İbn Hibbân, İbnu'l-Münzir, Taberânî ve Beyhakî, Sünen'de Zeyd b. Sâbit'ten bildirir: Yemâme'de birçok kişinin şehit olması üzerine Ebû Bekr beni çağırttı. Gittiğimde yanında Ömer de vardı. Ebû Bekr şöyle söze girdi:

“Ömer bana geldi ve:

“Yemâme'de birçok hafız öldürüldü. Diğer savaşlarda da hafızların öldürülmesinden ve böylece Kur'ân'ın büyük bir bölümünün yok olmasından çekiniyorum. Emrederek Kurân'ı bir araya toplamanın uygun olacağı görüşündeyim" dedi. Ben kendisine:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yapmadığı bir şeyi ben nasıl yaparım?" dediğimde, Ömer:

“Vallahi böyle yapman çok hayırlı olacak!" karşılığını verdi. Ömer bu konuda bana o kadar ısrar etti ki sonunda Yüce Allah benim de gönlümü bu işe yöneltti ve Ömer'in bu konuda düşündüğünü ben de düşünmeye başladım." Ebû Bekr bu şekilde konuşurken Ömer oturmuş sesini çıkarmıyordu. Sonra Ebû Bekr bana:

“Sen akıllı bir gençsin. Senden hiçbir kötü şey görmedik. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) de vahiy katipliğini yapıyordun. Onun için araştırma yaparak Kur'ân'ı bir araya topla!" dedi. Vallahi Ebû Bekr, herhangi bir dağı bir yerden bir yere taşımamı isteseydi bu benim için Kur'ân'ı toplama işinden daha kolay gelirdi. Onlara:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yapmadığı bir şeyi siz nasıl yaparsınız?" diye sorduğumda, Ebû Bekr:

“Vallahi hayırlı bir iş olacak!" karşılığını verdi.

Ebû Bekr bu şekilde bana devamlı bir ısrar içinde olunca sonunda Yüce Allah benim de gönlümü bu işe yöneltti ve hemen araştırmaya, hurma dalları, deri parçalan ve taşlar üzerine yazılan metihlerle, hafızların ezberlerinde olan âyetleri bir araya toplamaya başladım. Tevbe Sûresi'nin son âyetleri olan, "Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir. Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O'ndan başka ilâh yoktur. Ben sadece O'na güvenip dayanırım. O yüce Arş'ın sahibidir" âyetlerini Huzeyme b. Sâbit el-Ensârî'de buldum ki başka hiç kimsede bu iki âyet yoktu. Kur'ân'ın yazılı olduğu bu sahifeler hayatı boyunca Ebû Bekr'in yanında durdu. Vefat edince Ömer'in yanında kaldılar. Ömer de vefat edince kızı Hafsa'nın yanında kaldılar.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, Ubeyd b. Umeyr'den bildirir: Kur'ân'ın toplanması konusunda Ömer iki adamın şehadeti olmadan bir âyeti kayda geçmezdi. Ensâr'dan bir adam:

“Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir. Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O'ndan başka ilâh yoktur. Ben sadece O'na güvenip dayanırım. O yüce Arş'ın sahibidir" âyetleriyle gelince, Ömer ona:

“Bu iki âyet için senden kanıt, şehadet istemeyeceğim. Zira Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Öyle biriydi" dedi.

İbn Ebî Dâvud, Mesâhifde Urve'den bildirir: Yapılan savaşlarda çok sayıda hafızın ölmesi üzerine Ebû Bekr Kur'ân'ın yok olup gitmesinden endişe etti. Bunun üzerine Ömer b. el-Hattâb ile Zeyd b. Sâbit'e:

“Mescid'in kapısında oturun ve bildiği âyeti iki şahitle ispat eden kişilerin bu âyetlerini yazın" dedi.

İbn İshâk, Ahmed b. Hanbel ve İbn Ebî Dâvud, Abbâd b. Abdillah b. Zübeyr'den bildirir: Hâris b. Huzeyme Tevbe Sûresi'nin sonunda bulunan:

“Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir. Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O'ndan başka ilâh yoktur. Ben sadece O'na güvenip dayanırım. O yüce Arş'ın sahibidir" âyetleriyle gelince, Ömer ona:

“Yanında, bunların Kur'ân'dan olduğuna dair şahitlik edebilecek biri var mı?" dedi. Hâris:

“Vallahi olup olmadığını bilmiyorum, ama şehadet ederim ki bu iki âyeti Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) duydum ve ondan ezberleyip aklımda tuttum" karşılığını verdi. Ömer:

“Vallahi şehadet ederim ki ben de bunları Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) işittim. Şayet üç âyet olsalardı bunları ayrı bir sûre olarak yazardım. Kur'ân'dan uygun bir sûre bulun ve bu iki âyeti oraya yazın" deyince bu iki âyet Tevbe Sûresi'nin sonuna eklendi.

İbn Ebî Dâvud, Mesâhifde Yahya b. Abdirrahman b. Hâtib'den bildirir: Ömer b. el-Hattâb, Kur'ân'ı toplamayı düşünmüştü. Bunun için insanlar arasında kalkıp:

“Kim Resûlullah'ın ağzından (sallallahü aleyhi ve sellem) Kur'ân'dan bir şey işittiyse bize getirsin" dedi. Bu şekilde getirilen âyetleri de sahifeler, levhalar ve hurma dalları üzerine yazıyorlardı. İki şahidi olmadan da kimseden âyet kabul etmiyordu. Kur'ân'ı bu şekilde bir araya getirmeye çalışırken öldürülünce onun yerine halife olan Osmân b. Affân kalkıp:

“Yanında Allah'ın Kitâb'ından bir şey bulunanlar bize getirsin" dedi. Osman da aynı şekilde iki şahit getirilmeden âyetlerden bir şeyi kabul etmiyordu.

Huzeyme b. Sabit geldi ve:

“İki âyeti bırakıp yazmadığınızı gördüm" dedi. Kur'ân'ı yazanlar:

“Hangi âyetler?" diye sorunca, Hüzeyfe: Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) "Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir. Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O'ndan başka ilâh yoktur. Ben sadece O'na güvenip dayanırım. O yüce Arş'ın sahibidir" âyetlerini işittim ve dinledim" dedi. Osmân:

“Ben de bunları Allah'ın âyetleri olduğuna şahadet ederim. Peki, bu iki âyeti nereye koymamızı uygun görürsün?" deyince, Hüzeyfe:

“Kur'ân'dan son nazil olan âyetleri bu iki âyetle bitir" karşılığını yerdi. Bu şekilde bu iki âyet Tevbe Sûresi'nin sonuna yazıldı.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah onu içlerinden gönderdiği içindir ki peygamberliği ve değer konusunda ona haset etmezler. Onlann sıkıntıya düşmesi de kendisine ağır gelir, üzer. Onlardan dalâlette olanların hidayete erdirilmesi konusunda çok duyarlıdır. Zira müminlere karşı şefkatli ve merhametlidir."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir" âyetini açıklarken:

“Sizlerin sıkıntısı onun da sıkıntısıdır. Sizlere düşkünlüğünden dolayı da kafirlerinizin mümin olması için çabalar" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, İkrime'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Cebrâil yanıma geldi ve: «Ey Muhammed! Rabbinin sana selamı var. Bu da dağlardan sorumlu melektir. Onu da sana gönderdi ve emirlerin dışında bir şey yapmamasını söyledi» dedi. Dağlardan sorumlu melek bana:

«Yüce Allah senin emirlerin dışında bir şey yapmamamı söyledi. İstersen şu dağlan başlarına yıkayım. İstersen başlarına taş yağdırayım. İstersen de onlan yerin dibine geçireyim» deyince de: «Ey dağların meleği! Ben onlara zaman tanıyorum. Belki onlann nesillerinden "Lâ ilahe ilallah" diyenler çıkar» karşılığını verdim." İkrime der ki: Bunun üzerine dağların meleği:

“Rabbinin seni andığı gibi gerçekten de sen çok şefkatli ve merhametlisin" dedi.

İbn Merdûye, Ebû Sâlih el-Hanefî vasıtasıyla Abdullah'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah merhametlidir ve rahmetini de ancak merhametli olan kişiye verir" buyurdu. Biz:

Resûlallah! Hepimiz sahip olduklarımıza ve çocuklarımıza karşı merhametliyiz" dediğimizde ise şöyle buyurdu:

“Kasdedilen bu değildir. Kasıt Yüce Allah'ın: «Andolsun, size kendi. içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir» âyetinde ifade ettiği gibidir."

İbn Merdûye, Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldiği zaman Cüheyneliler yanına geldiler ve:

“Gelip bizim aramıza yerleştin. Bize bir vesika yaz ki hem biz senden yana güvende olalım, hem de sen bizden yana güvende kal" dediler. Allah Resûlü:

“Neden öyle bir şeyi istiyorsunuz?" diye sorunca, onlar:

“Biz güvende olmayı istiyoruz" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir" âyetini indirdi.

İbn Cerîr, Ebû Sâlih el-Hanefî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah merhametlidir, merhametli olanı sever. Rahmetini de ancak merhametli olan kişiye verir" buyurdu. Biz:

Resûlallah! Hepimiz kendimize, mallarımıza ve eşlerimize karşı merhametliyiz" dediğimizde ise şöyle buyurdu:

“Kasdedilen bu değildir. Siz Yüce Allah'ın: «Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir» âyetinde ifade ettiği gibi olun."

129

"Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O'ndan başka ilâh yoktur. Ben sadece O'na güvenip dayanırım. O, yüce Arş ın sahibidir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüz çevirenlerden kasıt, Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) yüz çeviren kafirlerdir. Âyette zikredilen ve onlara karşı gösterilmesi gereken tavır da tüm müminleri bağlar."

Ebu'ş-Şeyh, Muhammed b. Ka'b'dan bildirir:

“Rum (Bizans) topraklarına bir müfreze çıktı. Yolda Müslüman askerlerden biri atından düşüp ayağını kırdı. Onu taşıma imkanı bulamayınca da atını yanına bağladılar, yanına su ve azık koyup yollarına devam ettiler. Onlar gittikten sonra adamın biri yanına geldi ve:

“Burada ne yapıyorsun?" diye sordu. Ayağı kırık adam:

“Ayağım kırılınca arkadaşlarım beni bırakıp gittiler" dedi. Diğer adam:

“Elini ağrının olduğu yere koy ve:

“Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O'ndan başka ilâh yoktur. Ben sadece O'na güvenip dayanırım. O yüce Arş'ın sahibidir" de" dedi. Ayağı kırık adam elini ağrıyan yerine koyup bu âyeti okuyunca iyileşti. İyileştikten sonra da atına binip arkadaşlarına yetişti.

Ebû Dâvud ve İbnu's-Sünnî'nin Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Sabah ve akşam yedi defa: «Allah bana yeter. Ondan başka ilah yoktur. Sadece ona tevekkül ederim. O yüce Arş'ın sahibidir» derse Yüce Allah ondaki dünya ve âhiret sıkıntısını giderir. "

İbnu'n-Neccâr, Târih'de Hazret-i Hüseyn'den bildirir: Sabah vakti yedi defa:

“Allah bana yeter. Ondan başka ilah yoktur. Sadece ona tevekkül ederim. O yüce Arş'ın sahibidir" diyen kişi o günü sıkıntı, musibet ve boğulma gibi şeylerle karşılaşmaz.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Arş'ın bu şekilde isimlendirilmesi yüksekliğinden dolayıdır" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre Sa'd et-Tâî:

“Arş kırmızı bir yakuttur" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Vehb b. Münebbih'ten bildirir:

“Yüce Allah, Arş ile Kürsü'yü kendi nurundan yarattı. Arş, Kürsü'ye yapışıktır ve melekler de Kürsü'nün içindedir. Arş'ın etrafında dört nehir Vardır. Bu nehirlerden biri nurdandır ve ışıl ışıl parlar. Diğeri alevler saçan ateştendir. Bir diğeri kardandır ve bakınca gözleri kamaştırır. Diğeri de sudandır. Meleklerde bu nehirlerde Yüce Allah'ı tesbih ederler. Arş'ın, mahlukatın dili sayısınca dili vardır. Arş bütün bu dillerle Allah'ı zikredip onu tesbih eder."

Ebu'ş-Şeyh'in Şa'bî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Arş kırmızı bir yakuttandır. Meleklerden bir melek de Arş'a ve azametine bakınca Yüce Allah ona: «Seni, her birinde yetmiş bin kanat olan yetmiş bin melek gücünde kılıyorum! Şimdi uçup git» diye vahyettti. Bunun üzerine melek olanca gücü ve kanatlarıyla bir süre uçtu. Sonra durup baktığında sanki yerinden kılımdamamış gibiydi."

Ebu'ş-Şeyh, Hammâd'dan bildirir:

“Yüce Allah, Arş'ı yeşil bir zümrütten yarattı. Ona kırmızı yakuttan dört ayak kıldı. Arş'a bin tane de dil yarattı.

Yeryüzünde de birbirinden farklı bin tane topluluk yarattı. Bu topluluklardan her biri Arş'ın dillerinden bir dil ile Yüce Allah'ı tesbih eder."

Taberânî ve Ebu'ş-Şeyh, Abdullah b. Amr b. el-Âs'tan bildirir:

“Arş bir yılanla çevrelenmiştir. Vahiy de buraya zincirlerle indirilir."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atâ:

“Öncekiler Arş'ın Harem bölgesi üzerinde olduğunu düşünürlerdi" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Arş'ın ne kadar büyük olduğunu ancak onu yaratan Allah bilebilir. Rahmân olan Allah'ın yarattıklarının (Arş'ın) yanında gökler ancak çöldeki bir çadır kadardır."

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'den bildirir:

“Gökler ile yerin Arş'ın içinde kapladıkları alan, ancak bir yüzüğün çölde kapladığı alan kadardır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ka'b:

“Arş'ın yanında tüm gökler ancak yer ile gök arasına asılmış bir kandil gibidir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Ömer b. Yezîd en-Nasrî'den bildirir: Hârun'a gönderilen kitapta şöyle yazılıdır:

“Bu büyük denizimiz Nabtas'ın bir kanalı gibidir. Nabtas da dünyayı çepeçevre kuşatmıştır. Denizleri ve tüm içindekileriyle dünya, Nabtas'ın yanında sahildeki bir göz gibidir. Nabtas'ın ardında yine dünyayı çepeçevre sarmış olan Kaynes bulunur. Nabtas ve içindekiler Kaynes'in yanında sahilde bir göz gibidir. Kaynes'in ardında da dünyayı çepeçevre sarmış olan Asamm bulunur. Kaynes ve içindekiler Asamm'ın yanında sahildeki göz gibidir. Asamm'ın ardında dünyayı çepeçevre sarmış olan Muzlim bulunur. Asamm ve içindekiler Muzlim'in yanında sahildeki göz gibidir. Muzlim'in ardında da dünyayı çepeçevre sarmış olan Elmas bulunur. Muzlim ve içindekiler Elmas'ın yanında sahildeki göz gibidir. Elmas'ın ardında da Bâki bulunur. Bâki dünyayı çepeçevre sarmış olan duru bir sudur. Yüce Allah onun yarısının Arş'ın altında olmasını emretmiş, ancak bir araya gelmek isteyince Yüce Allah onu azarlamıştır. Onun içindir ki ağlayarak Allah'tan bağışlanma diler. Elmas ve içindekiler Bâki'nin yanında sahildeki göz gibidir. Bunun da ardında dünyayı çepeçevre sarmış olan Arş vardır. Baki ile içindekiler bu Arş'ın yanında sahildeki göz gibidir."

Ebu'ş-Şeyh, Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem'den, o da babasından bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yedi gök, Kürsü'nün yanında kalkanın içine atılan birer dirhem gibidirler" buyurdu. İbn Zeyd, Ebû Zer'den naklen bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Arş'ın yanında Kürsü, boş bir araziye atılmış demirden bir yüzük kadardır. Kürsü de ayakların bastığı yerdir" buyurmuştur.

Ebu'ş-Şeyh, Vehb'den bildirir:

“Yüce Allah, Arş'ı yetmiş bin ayaklı olarak yarattı. Bu ayaklardan her biri gök ile yerin kalınlığı kadardır."

Abd b. Humeyd, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, el-Esmâu ve's-Sifât'da Mücâhid'den bildirir:

“Melekler ile Arş arasında yetmiş perde vardır. Bu perdeler biri nurdan, biri karanlıktan olacak şekilde sıralanmıştır."

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî, el-Esmâu ve's-Sifât'da İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sıkıntılı olduğu anlarda:

“Arş'ın Rabbi olan Allah'tan başka ilah yoktur. Göklerin, yerin ve kerim olan Arş'ın Rabbi olan Allah'tan başka ilah yoktur" diye dua ederdi.

Nesâî, Hâkim ve Beyhakî, Abdullah b. Câfer'den bildirir: Hazret-i Ali sıkıntılı anlarda ve zor durumlarda söylemem üzere bana bazı sözler öğretti. Ona da Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) öğrettiği bu sözler:

“Cömert ve şefkatli olan Allah'tan başka ilah yoktur. Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim. Büyük Arş'ın Rabbi olan Allah pek yücedir. Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun" şeklindedir.

Hakîm et-Tirmizî, İshâk b. Abdillah b. Câfer'den, o da babasından bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Ölülerinize şu sözlerle telkinde bulunun: «Cömert ve şefkatli olan Allah'tan başka ilah yoktur. Yedi gök ile yüce Arş'ın Rabbi olan Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim. Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun.»" Ashab:

Resûlallah! Dirilerimize bu telkinde bulunsak nasıl olur?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Güzelin de güzeli olur" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Câfer kızını evlendirdiği zaman, onu bir Jcenara çekip şöyle demiştir:

“Ölüm veya dünya işlerinde sıkıntılı bir durumla karşı karşıya kalırsan şöyle de:

“Cömert ve şefkatli olan Allah'tan başka ilah yoktur. Yüce Arş'ın Rabbi olan Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim. Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun."

Ahmed, Zühd'de ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de Vehb b. Münebbih'ten bildirir: Hirakl ile Danyâl, Buhtunnasr'ın Beytu'l-Makdis'te ele geçirdiği esirler arasındaydı. Hirakl'ın anlattığına göre kendisi Fırat'ın kenarında uyurken bir melek geldi ve başını alıp Beytu'l-Makdis'teki hazinenin içine koydu. Hirakl bunu şöyle anlatır: Başımı kaldırıp baktığımda göklerin delik gibi Arş'a kadar açıldığını gördüm. Açılan bu delikten hem Arş'ı, hem de çevresinde bulunanları gördüm. Arş gökler ile yerlerin üstünde bir şemsiye gibi duruyordu. Gökler ile yer ise Arş'ın orta yerinde asılı duruyorlardı. Arş'ı dört melek taşıyordu. Her bir meleğin de biri insan yüzü, biri kartal yüzü, biri aslan yüzü, biri de boğa yüzü olmak üzere dört yüzü vardı. Yüzleri hoşuma giden meleklerin ayaklarına baktığımda ayaklarının yerde hızlı bir şekilde dönüp durduğunu gördüm. Arş'ın önünde de altı kanadı olan bir melek duruyordu. Kanatları yeni doğmuş bir deve yavrusunun renginde idi. Bu melek Yüce Allah'ın kainatı yaratmasından beri orada duruyordu ve kıyamet kopana kadar de öyle duracaktı. Bu melek Cebrail'di. Ondan daha aşağıda bir melek daha vardı ki bu kadar büyük bir şeyi daha önce görmüş değildim. O da Mikâil'di ve gökteki meleklerin halifesi idi.

Bunun yanında Yüce Allah'ın kainatı yaratmasından bu yana Arş'ın etrafında dönen melekler vardı ve kıyamet kopana kadar da dönüp duracaklardı. "Kuddûs! Kuddûs! Rabbimiz güçlü olan Allah'tır. Azameti gökler ile yeri doldurmuştur" diyerek dönüyorlardı. Ondan da daha aşağıda her biri altı kanatlı olan melekler de vardı. Bu kanatlardan ikisi ile nura karşı yüzünü örtüyor, iki kanismiyle bedenini örtüyor, iki kanismiyle da uçuyorlardı.

Bunlar Mukarrebîn olan meleklerdi. Bunlardan da aşağıda kimi secdeye giden kimi kıyama kalkan melekler de vardı. Yüce Allah'ın kainatı yaratmasından bu yana öylece duruyorlardı ve kıyamet kopana kadar da öyle kalacaklardı. Onlardan da aşağıda secde halinde olan melekler vardı. Yüce Allah'ın kainatı yaratmasından bu yana öylece secdede duruyorlardı ve Sûr'a üfürülene kadar da öyle kalacaklardı. Sûr'a üfürülünce başlarını kaldıracaklar, Arş'a bakınca da:

“Seni her türlü eksiklikten tenzih ederiz! Seni hakkıyla takdir edemiyorduk" diyecekler.

Sonrasında Arş'ın o delikten aşağıya doğru sarktığını gördüm ki büyüklüğü o delik kadardı. Gök ile yer arasına ulaştığında da ikisi arasını doldurdu. Sonra Rahmet kapısından içeriye girdi ki büyüklüğü kapı kadardı. Sonra mescide girdi ki büyüklüğü o kadar oldu. Sonra orada bulunan kayanın üzerine düştü ki büyüklüğü o kadar olmuştu. Kayanın üzerine düşünce:

“Ey Ademoğlu!" diye seslendi. Bu sesle çarpılmışa döndüm ki daha öncesinde böylesi bir sesi hiç işitmiş değildim. Bu sesin yüksekliğini tahmin etmeye çalıştığımda askeri bir karargahta bulunan askerlerin aynı anda bağırması veya böylesi iki karargahın aynı anda bağırması ve seslerinin bir yerde toplanması kadar yüksek tonda bir sesti. Hatta daha da yüksekti.

Bu sesle çarpıldığımda:

“Onu kendine getirin! Zira zayıf biridir ve zayıf olan bir şeyden yaratılmıştır" dedi. Sonrasında bana:

“Ordudaki öncü gibi sen de benim öncüm olarak kavmine git. Davetine icabet edip doğru yola gelen kişilerin kazanacağı sevabın aynısı sana da verilecektir. Ancak davet edemediğin ve sapıtmış olarak ölen her bir kişinin de vebali ve günahı kadar senin de günahın olacaktır. Onların da günahından herhangi bir eksilme olmayacaktır. Daha sonra Arş indiği gibi geri çıktı. Beni de geldiğim yere Fırat'ın kenarına götürüp koydular.

Fırat'ın kenarında yine bu şekilde uyurken bir melek geldi ve başımı alıp Beytu'l-Makdis'in yanında bir yere götürdü. Kendimi derinliği ayaklarımı aşmayan bir su havuzunun içinde buldum. O havuzdan da Cennete götürüldüm. Cennetteki ağaçlar nehirlerin kenarında dizilmişti. Yaprakları dökülmüyor, meyveleri de bitmiyordu. Bu meyvelerden kimisi küçük, kimisi orta boyda, kimisi çok büyük idi ve hepsi de koparılma çağındaydı. Yanımdaki meleğe:

“Cennetteki giysiler nasıl?" diye sorduğumda:

“Hurilerin giydiği giysilerdendir ve kişinin istediği renge girebilir" dedi. "Eşler nasıl?" diye sorduğumda ise bu eşler bana sunuldular. Güzelliklerine bakmak istediğimde gördüm ki Güneş ile Ay yan yana gelse dahi bu eşlerden birinin yüzü kadar parlak olamazdı. Bunların etlerinin kemikleri, kemiklerinin de ilikleri görülebiliyordu. Onunla ilişkiye girip uyuyan biri sabah uyandığında onu bakire olarak bulurdu. Cennette gördüklerime şaşırdığımda bana:

“Buna mı şaşırıyorsun?" denildi. "Neden şaşırmayayım?" karşılığını verdiğimde de:

“Bu gördüğün meyvelerden yiyen kişi ebedi bir hayata kavuşur. Bu eşlerden biriyle evlenen kişi derdi kederi unutur ve hiçbir sıkıntı çekmez" denildi. Sonra başım alındığı yere geri götürülüp bırakıldı.

Fırat'ın kenarında yine bu şekilde uyurken bir melek geldi. Başımı alıp yeryüzünün bir yerine götürdü ve oraya bıraktı. Bıraktığı yerde bir savaş olmuştu ve on bin ölü vardı. Vahşi hayvanlar ile yırtıcı kuşlar onların etlerini yemiş, organlarını parça parça etmişlerdi. Yanımdaki melek:

“Bazıları içlerinden ölen veya öldürülen biri olduğu zaman artık onun üzerinde hiçbir gücümün ve yetkimin olmadığını iddia ediyordu. Şu ölüleri çağır bakalım!" deyince gelmeleri için onlara seslendim. Onlan çağırmamla da her bir kemik ayrıldığı eti geri giymeye ve parçalanmış organlar bir araya gelmeye başladı. Organın sahibi bile kemik kadar kendi etini bu kadar iyi tanıyıp bir araya getiremezdi. Bu şekilde ilikler kemiklerin içine girdi, kemiklerin üzeri etle doldu, sinir ve damarlar geri yerlerine geldi ve en son da derileri üzerlerine çekildi. Bütün bunlar olurken ben de onları izliyordum. Melek bana:

“Onların ruhlarını da çağır" deyince, ruhlarını çağırdım. Ruhlar da geldi ve her biri ayrıldığı bedene geri girdi Ölüler bu şekilde dirilip oturunca:

“Sizlere ne oldu?" diye sordum. Şöyle dediler:

“Ölüp hayattan ayrıldığımızda Mîkâil adında bir melek bizi karşıladı. "Amellerinizi getirin ve onların karşılığını alın. Size, sizden öncekilere ve sizden sonra geleceklere yönelik uygulamamız bu şekilde olacak" dedi. Amellerimize baktığında putlara taptığımızı gördü. Bunun üzerine bedenlerimize kurtları musallat etti. Ruhlarımız bedenlerimize eziyet etmeye başlayınca ruhumuza kederi ve üzüntüyü musallat etti. Bu sefer bedenlerimiz ruhlarımıza eziyet etmeye başladı. İşte sen bizi buraya çağırıncaya kadar bu şekilde bir azabın içindeydik. Daha sonra melek beni aldığı yere Fırat'ın kenarına geri götürüp bıraktı.

0 ﴿