103"Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bunlar Tebûk savaşına Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte katılmayıp geride kalanlardı ve on kişiydiler. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dönüş zamanı geldiğinde bu on kişiden yedisi kendilerini Mescid'in sütunlarına bağladılar. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) dönüşte Mescid'den evine girerken geçtiği yerde bulundukları için onları görünce: “Kendilerini bağlayan bu adamlar da kim?" diye sordu. Ashab: “Yâ Resûlallah! Bunlar Ebû Lubâbe ile arkadaşları. Seninle birlikte savaşa katılmayıp geride kaldıkları için kendilerini bu şekilde bağladılar ve Peygamber kendilerini mazur görüp çözene kadar kimseye çözdürmemeye dair yemin ettiler" dediler. Allah Resûlü de: “Allah adına yemin ediyorum ki bizzat Yüce Allah onları mazur görüp çözdürmedikçe ben de onları çözmeyeceğim! Zira benden yüz çevirdiler ve diğer Müslümanlarla birlikte savaşa katılmadılar" buyurdu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözünü onlar da işitince: “Bizzat Yüce Allah bizi çözdürmedikçe biz de kendimizi asla çözmeyeceğiz!" dediler. Daha sonra Yüce Allah: “Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetini indirdi. Yüce Allah'ın da "Asâ (umulur ki)" demesi o işi yapacağı anlamına gelir. Bu âyet nazil olunca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları mazur gördü ve birilerini gönderip onları çözdürdü. Çözüldükten sonra mallarını getirip: “Yâ Resûlallah! Bunlar bizim mallarımız! Bizin adımıza bunları sadaka olarak dağıt ve bize bağışlanma dile" dediler. Ancak Allah Resûlü: “Bana, sizin mallarınızı alma emri verilmedi" karşılığını verdi. Ancak Yüce Allah: “Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir..." âyetini indirdi. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara duası onlar için bağışlanma dilemesidir. Bu âyet de nazil olunca Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onların mallarını aldı ve onlar için bağışlanma diledi. Savaşa katılmayan on kişiden üçü de kendilerini diğerleri gibi sütunlara bağlamamışlardı. Bunlar da bir süre, azaba mı maruz kalacaklar yoksa tövbeleri kabul görüp bağışlanacaklar mı bilemeden öylece kaldılar. Sonunda Yüce Allah bu konuda: “Andolsun ki Allah, müslümanlardan bir gurubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Peygamberi ve güçlük zamanında ona uyan Muhacirlerle Ensar'ı affetti. Sonra da onların tövbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir. Bütün genişliğine rağmen yer onlara dar gelerek nefisleri kendilerini sıkıştırıp, Allah'tan başka sığınacak kimse olmadığını anlayan, savaştan geri kalmış üç kişinin tövbesini de kabul etti. Allah, tövbe ettikleri için onların tövbesini kabul etmiştir. Çünkü O tövbeleri kabul eden, merhametli olandır" âyetlerini indirdi ve hallerini düzeltip dosdoğru olduktan sonra onların da tövbelerini kabul edeceğini bildirdi. Ebu'ş-Şeyh, Dahhâk'tan bu yorumun aynısını zikreder. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Delâil'de bildirdiğine göre Mücâhid: “Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler..."âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Burada kasıt Ebû Lubâbe'dir. Zira Kurayza kabilesi kuşatma altında iken Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hükmüne razı olup teslim olmaları halinde öldürüleceklerini boğazına işaret ederek onlara haber vermişti." Beyhakî, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildirir: Kurayzalılar Ebû Lubâbe'nin müttefikleriydi. Kuşatma altında oldukları zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), hükmüne razı olarak teslim olmalarını istemişti. Onlar da Ebû Lubâbe'ye bakarak: “Ey Ebû Lubâbe! Bu çağnyı kabul edip teslim olalım mı?" diye sorduklarında Ebû Lubâbe eliyle boğazına işaret ederek teslim olmaları halinde kesileceklerini haber verdi. Ancak Ebû Lubâbe'nin bu hareketi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verildi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) de Ona: “Yüce Allah'ın elinle boğazına işaret ederek onlara bildirdiğin şeyden gafil olacağını mı sandın?" buyurdu. Ebû Lubâbe bir süre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine kızmış bir şekilde kaldı. Daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zorluk savaşı olarak da bilinen Tebûk savaşına çıkınca Ebû Lubâbe birkaç kişiyle birlikte savaşa katılmadı ve Medine'de kaldı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) savaştan döndüğü zaman Ebû Lubâbe onu selamlamak üzere yanına geldi. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona yüz vermedi. Ebû Lubâbe bu durumdan endişe edince Mescid'de Ümmü Seleme'nin kapısının önündeki sütuna kendini bağladı. Aşırı sıcakların olduğu bir zamanda dört gün üç gece bu şekilde bağlı kaldı. Bu süre zarfında ne bir şeyler yedi, ne de tek yudum bir şey içti. Ebû Lubâbe bu durumda öyle bitkin düştü ki sesi soluğu kesildi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de sabah ve akşam onu bu halini gözlüyordu. Yüce Allah onun tövbesini kabul ettiğine dair âyeti indirince Ebû Lubâbe'ye: “Yüce Allah tövbeni kabul etti!" diye seslendiler. Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu çözmeleri için birilerini gönderdi. Ancak Ebû Lubâbe, Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) başka kimsenin onu çözmesine izin vermedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi V€ bizzat kendi elleriyle onu çözdü. Ebû Lubâbe kendine geldiğinde: “Yâ Resûlallah! İçinde malum günahı işlediğim kavmini bırakıp senin yanına yerleşmek için hicret edeceğim. Tüm malımı da sadaka olarak Allah'a ve Resûlüne veriyorum" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) de: “Malının üçte birini vermen yeterlidir" karşılığını verdi. Daha sonra Ebû Lubâbe kavminden hicret ederek Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına yerleşti. Malının üçte birini sadaka olarak verdi. Tevbe de ettikten sonra ölene kadar kendisinden hayırdan başka bir şey görülmedi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebûk savaşına çıktığında Ebû Lubâbe ile iki adam bu savaşa çıkmayıp geride kaldılar. Daha sonra Ebû Lubâbe ile bu iki adam içinde bulundukları durumu düşünüp pişman oldular ve savaşa katılmadıkları için helak olacaklarını düşünerek: “Biz burada kadınlarla birlikte gölgede ve güven içinde iken Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile müminler cihad ediyorlar. Vallahi Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizleri mazur görüp bizzat kendisi çözünceye kadar kendimizi sütunlara bağlayıp öylece kalacağız" dediler. Ardından Ebû Lubâbe yanındaki iki kişiyle birlikte gidip kendilerini Mescid'in sütununa bağladılar. Savaşa katılmayan başka bir üç kişi ise kendilerini bu şekilde bağlamadılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) savaştan döndüğü zaman evine giderken yolu Mescid'in içinden geçiyordu. Mescid'de onları bu şekilde görünce: “Kendilerini sütunlara bu şekilde bağlayanlar da kim?" diye sordu. Adamın biri: “Bunlar, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte savaşa çıkmayan Ebû Lubâbe ile arkadaşlarıdır. Suçlarını itiraf etmişler ve onlardan razı olup bizzat kendin çözmedikçe de kendilerini çözdürmeyeceklerine dair de yemin etmişler" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Vallahi onları çözmem emredilmedikçe çözmeyecek ve Yüce Allah onları mazur görmedikçe ben de mazur görmeyeceğim! Zira savaşa katılmamış diğer Müslümanlarla birlikte cihada çıkmamışlardır" buyurdu. Daha sonra Yüce Allah: “Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetini indirdi. Yüce Allah'ın da "Asâ (umulur ki)" demesi o işi yapacağı anlamına gelir. Bu âyet nazil olunca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları mazur gördü ve sütunlardan çözdü. Ebû Lubâbe ile diğer iki arkadaşı çözülünce mallarını Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) getirdiler ve: “Mallarımızı bizden al ve bizim adımıza sadaka olarak ver. Bağışlanmamız ve temizlenmemiz için de bizlere dua et" dediler. Ancak Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bana emir verilmedikçe sizden bir şey almam" karşılığını verdi. Bunun üzerine: “Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir..." âyeti nazil oldu. Ancak Ebû Lubâbe'ye katılmayıp kendilerini bağlamayan diğer üç kişi ise ne tövbe ettiler, ne de mazur görüldüklerine dair âyet nazil oldu. Tüm genişliğine rağmen dünya onlara dar geldi. Yüce Allah bunlar hakkında da: “Savaştan geri kalanların bir kısmının işi de Allah'ın buyruğuna kalmıştır. Allah onlara ya azabeder, ya da tövbelerini kabul eder. O bilendir, hakimdir" buyurmuştur. Bu üç kişi hakkında insanlardan bazıları: “Şayet mazur görüldüklerine dair bir âyet nazil olmazsa bunlar helak oldular demektir" derken, bazıları da: “Umulur ki Yüce Allah onları bağışlar" diyorlardı. Bu şekilde durumları Allah'a kalmış oldu. Nihayet: “Andolsun ki Allah, müslümanlardan bir grubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Peygamberi ve güçlük zamanında ona uyan Muhacirlerle Ensâr'ı affetti. Sonra da onların tövbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir. Bütün genişliğine rağmen yer onlara dar gelerek nefisleri kendilerini sıkıştırıp, Allah'tan başka sığınacak kimse olmadığını anlayan, savaştan geri kalmış üç kişinin tövbesini de kabul etti. Allah, tövbe ettikleri için onların tövbesini kabul etmiştir. Çünkü O, tövbeleri kabul eden, merhametli olandır" âyetleri nazil oldu. Durumları Allah'a kalmış bu üç kişi hakkında bu şekilde tövbe kapısı açılmış oldu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd: “Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bunlar kendilerini Mescid'in sütunlarına bağlayan sekiz kişidir. Bunlardan bazıları da Kurdum, Mirdâs ve Ebû Lubâbe'dir." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bize anlatılana göre bunlar, Tebûk savaşına katılmayan yedi kişiydi. Bunlardan Cedd b. Kays, Ebû Lubâbe, Hizâm ve Evs olmak üzere dördü salih ameller ile kötü ameli birbirine karıştırmışlardı. Hepsi de Ensar'dandı ve tövbeleri kabul görüp bağışlanmışlardı. "Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir..." âyeti de bunlar hakkında nazil oldu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “...Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır..." âyetini açıklarken: “Salih amelden kasıt Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte cihada katılmalarıdır. Kötü amelden kasıt da Tebûk savaşına katılmamalarıdır" demiştir. İbn Ebî Şeybe, İbn Ebi'd-Dünya, Tevbe'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş- Şeyh ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ebû Osman en-Nehdî'den bildirir: Bana göre Kur'ân'da bu ümmet için en fazla umut veren âyet: “Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetidir. Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, Mutarrif'ten bildirir: Gece vakti yatağıma uzandığım zaman Kur'ân'ı düşünür ye amellerimi Cennetlik olanların amelleriyle mukayese ederim. Ancak onların amellerinin daha ağır olduğunu görürüm. Zira onlar Kur'ân'da şöyle ifade edilir: “Geceleri pek az uyurlardı.""Gecelerini Rablerine secde ederek ve kıyam durarak geçirirler" "Geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, âhiretten çekinen, Rabbinin rahmetini dileyen kimse inkar eden kimse gibi olur mu?" Gördüğüm kadarıyla ben bunlardan biri değilim. Sonra kendimi: “Sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir? Derler ki: “Namaz kılmazdık ve yoksulu doyurmazdık. Batıla dalanlarla biz de dalardık. Ceza gününü yalanlardık" âyetleriyle ölçerdim. Ancak onlar gibi ceza gününü yalanlayanlardan olmadığımı görürdüm. Sonra: “Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetini düşününce kendimin de, siz kardeşlerimin de bunlardan olmasını umuyorum. Ebu'ş-Şeyh, İbn Mende, Ebû Nuaym, el-Ma'rife'de ve İbn Asâkir sağlam bir senedle Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Tebûk savaşına Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte çıkmayıp geride kalanlar altı kişiydi. Bunlar Ebû Lubâbe, Evs b. Hizâm, Sa'lebe b. Vedîa, Ka'b b. Mâlik, Murâre b. er-Rabî' ve Hilâl b. Umeyye idi. Ebû Lubâbe, Evs ve Sa'lebe gelip kendilerini Mescid'deki sütunlara bağladılar. Daha sonra tüm mallarını getirip: “Yâ Resûlallah! Seninle savaşa çıkmamıza engel olan bu malları al!" demişlerdi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) de onlar için: “Diğer bir savaşa kadar onları çözmem" buyurmuştu. Fakat daha sonra onlar hakkında: “Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyeti nazil oldu. Tövbesinin kabulü ertelenen ve durumları Allah'a kalanlar ise Ka'b b. Mâlik, Murâre b. er-Rabî' ve Hilâl b. Umeyye'dir. Bunların tövbelerinin kabulü kırk gün boyunca ertelendi. Bu süre içinde bu üç kişi kendilerine kurdukları çadırlarda kaldılar. Kadınları onlardan uzak durdu. Müslümanlar da bunlara yakınlık göstermediler, ancak tamamen de dışlamadılar. Sonunda onlar hakkında: “...Bütün genişliğine rağmen yer onlara dar gelerek nefisleri kendilerini sıkıştırıp, Allah'tan başka sığınacak kimse olmadığını anlayan, savaştan geri kalmış üç kişinin tövbesini de kabul etti. Allah, tövbe ettikleri için onların tövbesini kabul etmiştir. Çünkü O tövbeleri kabul eden, merhametli olandır" âyeti nazil oldu. Bu âyet nazil olunca da Ümmü Seleme, Ka'b'a birini gönderip bunun müjdesini verdi. İbn Ebî Hâtim, İbn Şevzeb'den bildirir: Ahnef b. Kays şöyle dedi: Kendimi Kur'ân'a arzettiğimde: “Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır,; çok merhamet edendir" âyeti gibi halimi anlatan başka bir âyet görmedim. Ebu'ş-Şeyh, Mâlik b. Dînar'dan bildirir: Hasan'a: “Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır..." âyetini sorduğumda şu karşılığı verdi: “Ey Mâlik! Bunlar tövbe etmişti ve Yüce Allah onlar hakkında: “...Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder..." buyurmuştur. Yüce Allah'ın da "Asâ (umulur ki)" demesi o işi yapacağı anlamına gelir." Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve İbn Merdûye, Semure b. Cündüb'den bildirir: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına çokça: “İçinizde rüya gören oldu mu?" diye sorardı. Bir sabah bizlere şöyle buyurdu: “Dün gece bana iki kişi geldi ve: «Bizimle beraber yürü!» dediler. Ben de onlarla beraber yürüdüm. Beni alıp mukaddes topraklara götürdüler. Orada uzanmış uyuyan bir adamın yanına geldik. Onun da başucunda elinde taş olan bir adam durmuştu. Taşı uyuyan adamın kafasına atıyor, adamın başı yarılıyordu. Taş sağa sola yuvarlanıyordu. Taşı alıp geri geldiğinde uyuyan adamın kafası eskisi gibi iyileşmiş oluyordu. Taşı getiren adam da tekrar uyuyan adamın yanına geliyor ve ilkinde yaptığının aynısını tekrar ediyordu. Yanımdakilere: «Sübhânallah! Bunlar ne yapıyor?» diye sorduğumda, bana: «Yürü!» dediler. Yolumuza devam ettik ve sırtüstü yatmış olan bir adamın yanına geldik. Yanında, elinde kancasıyla başka biri daha vardı. Elinde kanca olan adam yatan adamın yüzünün bir tarafına eğilip ağzından başlayıp yanağını ensesine kadar parçalıyordu. Sonra burnundan başlayıp ensesine kadar etini parçalıyordu. Sonra gözünden başlayıp ensesine kadar etini parçalıyordu. Sonra yüzünün öbür tarafına yöneliyor ve o tarafa da bir öncekinin aynısını yapıyordu. Yüzünün bir tarafım öyle parçalayıncaya kadar öbür taraf iyileşip eski haline geliyordu. Elinde kancası olan adam tekrar yeni baştan ilk yaptığı gibi parçalamaya başlıyordu. Yanımdakilere: «Sübhânallah! Bunlar ne yapıyor?» diye sorduğumda, bana: «Yürü!» dediler. Yolumuza devam ettik ve tandır gibi bir yere geldik. Tandırın içinden bağrışma sesleri duyduk. Tandırın içine baktığımızda çıplak erkek ve kadınların olduğunu gördük. Altlarından alevler geliyordu. Her alev geldiğinde de bağrışıyorlardı. Yanımdakilere: «Bunlar kim?» diye sordum, bana: «Yürü!» dediler. Yola devam edip kan gibi kırmızı olan bir ırmağın kenarına geldik. Irmakta yüzen bir adam gördük. Irmağın kenarında da yanında taş yığını olan bir adam vardı. Irmaktaki adam yüzüp yüzüp onun yanına geliyor ve ağzını açıyordu. Kenardaki adam da yüzen adamın ağzına bir taş koyup yutturuyor. Sonra adam tekrar yüzmeye devam ediyordu. Yine yüzdükten sonra kenara gelip ağzım açıyor. Kenardaki adam da onun ağzına taş koyuyordu. Yanımdakilere: «Bunlar ne yapıyor?» diye sordum. Bana yine: «Yürü!» dediler. Yola devam ettik ve hiç böylesini göremeyeceğin kadar çirkin bir adamla karşılaştık. Yanında bir ateş vardı. Hem ateşi körüklüyor; hem de etrafında dönüyordu. Yanımdakilere: «Bu ne yapıyor?» diye sordum, ancak yine: «Yürü!» dediler. Yola devam ettik. Bol bitkili bir bahçeye vardık. Bahçede baharın her renginden bir renk mevcuttu. Bahçenin önünde de uzun boylu bir adam vardı. O kadar uzundu ki göğe kadar uzanan başını çok zor görebiliyordum. Adamın etrafında da daha önce hiç bu kadarını görmediğim kalabalıkta çocuklar vardı. Bana yine: «Yürü!» dediler. Yola devam edip; daha önce bu kadar büyüğünü ve güzelini göremediğim bir bahçeye vardık. Yanımdakiler bana: «Bahçenin içinde ilerle!» dediler. Bahçenin içinde ilerlediğimizde altından ve gümüşten tuğlalarla inşa edilmiş bir şehre vardık. Şehrin kapısına gelip kapıyı açmalarını istedik. Kapı açıldı ve içeriye girdik. Bizi orada öyle adamlar karşıladı ki, vücutlarının yarısı görebileceğin en güzel bir yapıda iken diğer yarısı da görebileceğin en çirkin bir yapıdaydı. Yanımdakiler, o adamlara: «Gidin ve oradaki ırmağa girip yıkanın!» dediler. Irmağa baktığımda çok geniş ve süt kadar beyaz olduğunu gördüm. Adamlar gidip ırmağa daldılar, sonra da yanımıza geldiler. Yıkandıktan sonra bedenlerindeki o çirkin görünüşleri de gitmiş en güzel bir sûrete bürünmüşlerdi. Yanımdakiler bana: «İşte burası Adn cennetidir, evin de işte oradakidir» dediler. Yukarılara doğru baktığımda beyaz bir bulutu andıran bir köşk gördüm. Yanımdakiler bana: «İşte evin orası!» dediler. Onlara: «Yüce Allah sizlere bereketler ihsan etsin! Bana izin verin de içine gireyim» dedim, fakat: «Şimdi değil, ancak ileride oraya gireceksin!» karşılığını verdiler. Onlara: «Gece boyu pek şaşırtıcı şeylerle karşılaştım. O gördüklerim neydi?» diye sorduğumda şöyle karşılık verdiler: «İlk gördüğün ve başı taşla yarılan adam Kur'ân'ı okur ancak onunla emel etmez ve kılması gereken farz namazını kılmadan uyurdu. Bu durumu da kıyamete kadar devam edecektir. Yanakları, burnu ve gözleri ensesine kadar yarılan adama gelince, o adam sabahtan öyle bir yalan ortaya atıyordu ki bu yalanı dört bir tarafa yayılıyordu. Onun da bu durumu kıyamete kadar devam edecektir. Tandır gibi bir yerde bulunan çıplak erkek ve kadınlar ise, zina eden erkek ve kadınlardı. Irmakta yüzen ve ikide bir ağzına taş konulan adam da faiz yiyen kişidir. Ateşin yanında bulunan ve onu körükleyen çirkin adam ise Cehennem bekçilerinden olan Malik'ti. Bahçenin önünde bulunan uzun boylu adam ise İbrahim peygamberdi. Etrafında olan çocuklar da fıtrat üzerine küçük yaşta ölen çocuklardı. Yarısı güzel, diğer yarısı da çirkin şekilde olan adamlar ise salih amellerle kötü amelleri birbirine karıştıran, ancak Yüce Allah'ın sonradan affettiği bir topluluktu. Ben de Cebrail, bu da Mikâil'dir.» Hatîb, Târih'de Ebû Mûsa'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Rüyamda derileri ateşten makaslarla kırpılan kişiler gördüm. «Bunlar kim?» diye sorduğumda: «Bunlar kendilerine helal olmayan kişiler için süslenenlerdir» denildi. Yine içinden çok pis bir koku ve feryatlar gelen bir kuyu gördüm. «Bu ne?» diye sorduğumda: «Bunlar kendilerine helal olmayan kişiler için süslenen kadınlardır» denildi. Yine adına «Hayat Suyu» denilen suyla yıkananlar gördüm; «Bunlar kim?» diye sorduğumda: «Bunlar salih amellerle kötü amelleri birbirine karıştıranlardır» denildi. " İbn Sa'd, Esved b. Kays el-Abdî'den bildirir: Bir gün Hasan, Habîb b. Mesleme ile karşılaşınca: “Ey Habîb! Nice yürüyüşün hiç de Allah'a itaat yolunda değildir" dedi. Habîb: “Peki, babana (Ali'ye) doğru yürüyüşlerim de Allah'a itaat yolunda değil midir?" diye sorunca, Hasan şu karşılığı verdi: “Öyledir ancak Muâviye'ye az ve fani bir dünyalık için itaat ettin. Şayet bu şekilde dünyanı az bir imar etmişse bil ki dinini harab etmiştir. Her ne kadar kötü olan bir şeyi yaptıysan da iyi olan bir şeyi söyledin. Bu durumda Yüce Allah'ın: “...Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır..."buyurduğu kişilerden oldun. Ancak sen Yüce Allah'ın: “Hayır! Bilakis onların işlemekte oldukları (kötülükler) kalplerini kirletmiştir" buyurduğu kişilerdensin." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: “Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka al..." âyetini açıklarken: “İşledikleri bu kötü şeyden kendilerini arındırıp temizleyecek bir sadaka al" demiştir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir..." âyetini açıklarken: “İşledikleri günahlardan dolayı onlara bağışlanma dile. Zira senin bu yöndeki duan onlar için rahmettir" demiştir. İbn Ebî Hâtim ile Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: “...Onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir..." âyetini açıklarken: “Onlara dua edip bağışlanma dile. Zira onlara bağışlanma dilemen, kalplerini yatıştırıp güven verir" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye, Abdullah b. Ebî Evfâ'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine zekat getirildiği zaman, getiren kişinin adına: “Allahım! Filan kişinin ailesine hayırlar ihsan et" diye dua ederdi. Babam zekatını getirip verdiği zaman da: “Allahım! Ebû Evfa'nın ailesine hayırlar ihsan et" diye dua etti. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: “Senin onlara duan Allah'a yakınlaşmalarına vesiledir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini açıklarken: "Senin onlara duan onlar için sükûnettir" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza geldiğinde karım ona: “Yâ Resûlallah! Bana ve kocama dua et" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):"Allah sana da, kocana da hayırlar ihsan etsin" diye dua etti. İbn Ebî Şeybe, Hârice b. Zeyd'den, o da babasından daha büyük olan amcası Yezîd b. Sâbit'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte çıkıp Bakî kabristanına geldik. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) orada henüz yeni olan bir mezar görünce kimin olduğunu sordu. Bir kadının adını verip: “Filan kişinin" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kadının kim olduğunu tanıdı ve: “Öldüğünde bana haber verseydiniz yal" buyurdu.; Ashab: “Dinlendiğin için seni rahatsız etmek istemedik" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bir daha öyle yapmayın. Biriniz vefat ettiği zaman ben henüz hayatta olduğum sürece bana haber verin. Zira edeceğim dua onlara rahmettir" buyurdu. Bâverdî, Ma'rifetu's-Sahâbe'de ve İbn Merdûye, Deysem es-Sedûsî'den bildirir: Beşîr b. el-Hasâsiyye'ye: “Zekat toplayan memurlar bize haksızlık ediyorlar. Haksızlık ettikleri oranda mallarımızdan gizleyebilir miyiz?" diye sorduğumuzda: “Geldiklerinde tüm malınızı önlerine yığın, sonra sizlere dua etmelerini isteyin" dedi ve: “Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka al ve onlara dua et..." âyetini okudu. |
﴾ 103 ﴿