114"Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz. İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrahim, çok yumuşak huylu ve pek sabırlı İdi." İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de Saîd b. el- Müseyyeb'den, o da babasından bildirir: Ebû Tâlib'in vefat anı geldiğinde, yanına Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) girdi. Ebû Tâlib'in yanında Ebû Cehl ve Abdullah b. Ebî Umeyye ile karşılaştı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Tâlib'e: “Amcacığım! «Lâ ilahe illallah» de ki, Yüce Allah'ın katında bu sözünle sana şahitlik edeyim" buyurunca, Ebû Cehl ve Abdullah b. Ebî meyye: “Ey Ebû Tâlib! Abdulmuttalib'in dininden yüz mü çevireceksin?" diye çıkıştılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), amcasına tevhid kelimesini söylemesi için tekrar tekrar ısrarlarda bulundukça, Ebû Cehl ve Abdullah b. Ebî Umeyye de aynı şeyi söylediler. Ancak Ebû Tâlib, «Lâ ilahe illallah» sözünü söylemedi ve en son konuştuğu şey de Abdulmuttalib'in dini üzerinde olduğu yönündeydi. Resûlullah da (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: “Vallahi Yüce Allah beni nehyetmediği sürece senin için bağışlanma dilemeye devam edeceğim" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah: “Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz" âyetini indirdi. Ebû Tâlib hakkında da Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) "Sen, sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, ama Allah, dilediğini doğru yola eriştirir. Doğru yola girecekleri en iyi O bilir" buyurdu. Tayâlisî, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Tirmizî, Nesâî, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye, Beyhakî, Şuabu'l- îman'da ve Diyâ, el-Muhtâre'de Hazret-i Ali'den bildirir: Bir adamın müşrik olan anne babasına bağışlanma dilediğini duyduğumda ona: “Müşrik oldukları halde onlara bağışlanma mı diliyorsun?" dedim. Adam: “Ama İbrahim (aleyhisselam) da babası için bağışlanma dilememiş miydi?" karşılığını verdi. Bunu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattığımda: “Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz" âyeti nazil oldu. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Ali b. Ebî Talha vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Bu âyet nazil olana kadar Müslümanlar müşrik olan anne babalarına bağışlanma dilerlerdi. Bu âyet nazil olduktan sonra müşrik olarak ölen anne babalarına bağışlanma dilemekten sakındılar. Ancak henüz hayatta olan müşrik anne babalarına bağışlanma dilemeleri yasaklanmadı. Daha sonra Yüce Allah: “İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi..." âyetini indirdi. İbrâhim (aleyhisselam) da babasına hayatta olduğu sürece bağışlanma diledi. Ölünce de bağışlanma dilemekte kaçındı. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirir: Ebû Tâlib hasta düşünce Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ziyaretine gitti. Müslümanlar: “Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) amcasına bağışlanma diliyor. İbrahim (aleyhisselam) da babasına bağışlanma dilemişti" dediler ve müşrik akrabaları için kendileri de bağışlanma dilemeye başladılar. Bunun üzerine Yüce Allah: “Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz" âyetini indirdi. Daha sonra da: “İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı..." âyetini indirdi. İbrahim (aleyhisselam) babasına hayatta olduğu sürece Allah'a yönelir umuduyla bağışlanma diledi. Ölünce de bağışlanma dilemekten uzak durdu. İbn Cerîr, Şibl vasıtasıyla Amr b. Dînâr'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İbrahim müşrik olan babasına bağışlanma diledi. Ben de Rabbim beni bundan alıkoyuncaya kadar Ebû Tâlib'e bağışlanma.-dileyeceğim" buyurdu. Ashab: “Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) amcasına'bağışlanma dilediği gibi biz de müşrik olan anne babamıza bağışlanma dileyelim" deyince de Yüce Allah: “Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz. İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı..." âyetlerini indirdi. İbn Cerîr, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildirir: Ebû Tâlib'in vefat anı yaklaşınca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldi ve: “Amcacığım! Benim üzerimde anne babamdan daha fazla hakkın oldu. Bir sözü söyle ki kıyamet gününde şefaatimi hakkedesin. «La ilahe ilallah» de!" buyurdu." Ravi sonrasında daha önceki rivayetlerin benzerini zikreder. İbn Cerîr, Katâde'den bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bir adamın bize anlattığına göre Müslümanlar: “Yâ Resûlallah! Babalarımızdan komşularına iyi davranan, akrabalık bağlarını gözeten, darda olanın sıkıntısını gideren ve anlaşmalarına vefa gösterenler var. Onlara bağışlanma dileyelim mi?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Vallahi İbrahim'in babasına bağışlanma dilediği gibi ben de babama bağışlanma diliyorum" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah: “Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz" âyetini indirdi. Daha sonra bu konuda İbrahim'i (aleyhisselam) mazur görüp: “İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı..." buyurdu. Bize bildirildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kulağıma değen ve kalbime işleyen bazı sözler bana vahyedildi. Müşrik olarak Ölen kişiye bağışlanma dilememem emredildi. Kişinin malının fazlasını vermesi kendisi için daha hayırlıdır. Kişinin malının fazlasını elinde tutması da kendisi için kötüdür. Yüce Allah kişinin ihtiyacı kadar mal edinmesini kınamaz. " İbn Sa'd ve İbn Asâkir, Hazret-i Ali'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Tâlib'in vefatını bildirdiğimde ağladı ve: “Gidip onu yıka, kefenle ve defnet: Allah onu bağışlasın ve ona merhamet etsin" buyurdu. Gidip dediği gibi yaptım. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) evinden çıkmadan günlerce amcası Ebû Tâlib için bağışlanma diledi. Sonunda Cebrâil: “Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz" âyetiyle geldi. İbn Sa'd, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Asâkir, Süfyân b. Uyeyne vasıtasıyla Amr'dan bildirir: Ebû Tâlib öldüğü zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah sana merhamet etsin ve seni bağışlasın. Allah beni bundan alıkoyuncaya kadar da sana bağışlanma dileyeceğim" buyurdu. Buna göre Müslümanlar da müşrik olarak ölen akrabaları için bağışlanma dilemeye başladılar. Bunun üzerine Yüce Allah: “Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz" âyetini indirdi. Müslümanlar: “Ama İbrâhim (aleyhisselam) da babası için bağışlanma diliyordu" deyince, Yüce Allah cevaben: “İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı..." âyetini indirdi. İbrâhim (aleyhisselam) babası henüz hayatta iken ona bağışlanma diliyordu. Ancak kafir olarak ölünce Allah düşmanı olduğu belli oldu. İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Ebû Tâlib ölünce Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “İbrahim müşrik olan babasına bağışlanma diledi. Ben de bunu bana yasaklayan bir emir gelene kadar amcama bağışlanma dileyeceğim" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah: “Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz" âyetini indirdi. Burada akrabalardan kasıt Ebû Talib'tir. Ancak bu durum Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) ağır gelince Yüce Allah ona: “İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı..." buyurdu. Allah düşmanı olduğunun belli olması da müşrik olarak ölmesidir. İbrâhim'in (aleyhisselam) babasına verdiği söz ise babasına: “...Rabbimden senin için mağfiret dileyeceğim. Çünkü O bana karşı çok lütufkârdır" demesidir. İbn Cerîr'in Atiyye el-Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) annesi için bağışlanma dilemek isteyince Yüce Allah onu bundan alıkoydu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ama ibrâhim babasına bağışlanma dilemişti" buyurunca: “İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı..." âyeti nazil oldu. Derim ki: “Zayıf ve senedi illetli bir hadistir. Ravi Atiyye de zayıf biridir. Bu rivayet daha önce Ali b. Ebî Talha'nın İbn Abbâs'tan olan rivayetine muhaliftir. Ravi Ali de güvenilir ve değerli bir ravidir." Taberânî ve İbn Merdûye, İkrime vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebûk savaşından döndükten sonra umre yaptı. Umreye giderken Usfân tepesinden inince ashabına tepenin yamacına sırtlarını vermelerini söyledi ve: “Ben gelinceye kadar öylece bekleyin" buyurdu. Sonra annesi Âmine'nin kabrine geldi. Orada Yüce Allah'a uzunca yalvarıp yakardı. Sonra ağlamaya başladı. Ağlaması artınca onu gören Müslümanlar da: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmeti konusunda güç yetirilemeyecek yeni bir emir aldı diye bu şekilde ağlıyor" diyerek ağlamaya, başladılar. Müslümanlar bu şekilde ağlamaya başlayınca Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkıp yanlarına geldi ve: “Neden ağlıyorsunuz?" diye sordu. Onlar: “Yâ Resûlallah! Biz senin ağlamana ağladık. Zira ümmetin konusunda güç yetirilemeyecek yeni bir emir aldın diye düşündük" dediklerinde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Hayır, zira bu dediğinizin bir kısmı zaten olmuştu. Ama annemin mezarına gittim ve kıyamet gününde ona şefaat etmeme izin vermesi için Yüce Allah'a dua ettim. Ancak bana bu yönde izin vermedi. Annem olduğu için de ona acıdım ve ağlamaya başladım. Sonrasında Cebrâil geldi ve: «İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı...» Sen de îbrâhim'in babasından uzak durması gibi annenden uzak dur" dedi. Ancak annem olduğu için ona acıdım. Ayrıca ümmetimi dört şeye maruz bırakmaması için Rabbime dua ettim. Bunların ikisini kabul ederken ikisini kabul etmedi. Rabbimden, ümmetimin üzerine gökten taş yağdırmamasını, yerde suyla boğmamasını, fırkalara ayırmamasını ve içlerinden birilerini kendilerine musallat etmemesini diledim. Gökten üzerlerine taş yağmaması ile suda boğulmamaları isteğini kabul etti. Ancak fırkalara ayrılıp birbirlerini öldürmeleri ile karışıklığı(siyasi kargaşayı) kabul etmedi." Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) umreye gidişinde yolunu annesinin kabrine doğru çevirmesi annesinin Usfan'da Kedâ denilen bir ağacın altına gömülü olmasından dolayıydı. Zira Usfân onlarındı ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) orada doğmuştu. İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de İbn Mes'ûd'dan bildirir: Bir gün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kabristana doğru çıkınca biz de peşinden gittik. Kabristanda bir mezarın yanına gelip oturdu ve uzunca bir süre yalvarıp yakardı. Sonra ağlayınca biz de ağlamaya başladık. Mezarın başından kalkınca Hazret-iÖmer yanına gitmek için kalktı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) önce Ömer'i sonra da bizi yanına çağırdı. "Neden ağlıyorsunuz?" diye sorunca: “Sen ağladın diye bizde ağladık" dedik. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Yanında çöktüğüm mezar, Âmine'nin mezarıydı. Rabbimden onu ziyaret için izin. istediğimde bu izni verdi. Ancak ona bağışlanma dileme konusunda izin istediğimde buna izin vermedi ve: «Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz» âyetini indirdi. Beni de bir çocuğun annesine karşı olan şefkati tuttu da onun için ağladım." İbn Merdûye, Bureyde'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraberken Usfân'da durup sağa sola baktı. Annesi Âmine'nin mezarını görünce suya gidip abdest aldı. Sonrasında iki rekat namaz kılarak dua etmeye başladı. Çok geçmeden sesli bir şekilde ağlamaya başladı. Onun ağladığını görünce biz de ağlamaya başladık. Daha sonra yanımıza gelip: “Neden ağladınız?" diye sordu. "Yâ Resûlallah! Sen ağlayınca biz de ağlamaya başladık" dedik. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ne olduğunu zannettiniz ki?" diye sorunca: “Yaptıklarımızdan dolayı azabın üzerimize ineceğini düşündük" dedik. Allah Resûlü de: “Öyle bir şey olmadı" buyurdu. "Ümmetine güç yetiremeyeceği bir sorumluluk yüklendiğini ve ona acımandan dolayı ağladığını düşündük" dediğimizde de şöyle buyurdu: “Öyle bir şey olmadı. Fakat annem Âmine'nin mezarına uğrayıp iki rekat namaz kıldım ve ona bağışlama dilemem için Rabbimden izin istedim. Rabbim buna izin vermeyince ağlamaya başladım. Sonra iki rekat daha kılıp ona bağışlama dilemem için Rabbimden izin istedim. Bu sefer ağır bir şekilde azarlandım. Sesli bir şekilde ağlamam da bundan dolayı oldu." Daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bineğini istedi ve ona binip yola düştü. Fazla gitmemişti ki vahyin ağırlığından dolayı devesi durdu. Yüce Allah orada: “Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz. İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı..." âyetlerini indirdi. İbnu'l-Münzir, Taberânî ve Hâkim, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Müleyke'nin Ensar'dan olan iki oğlu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Yâ Resûlallah! Ölen annem kocasına sadık, misafiri ağırlayan birisiydi, ancak cahiliyede küçük kızını diri diri toprağa gömmüştü. Şimdi annem nereye gidecek?" diye sordular. Allah Resûlü: “Anneniz Cehenneme gidecek" karşılığını verdi. Bu durum onları çok üzdü ve kalkıp gittiler. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları çağırdı ve: “Benim annem de sizin annenizle birlikte olacak" buyurdu. Münafıklardan biri bunu duyunca: “Biz bu adamın peşinden gidiyoruz, ama Müleyke'nin çocuklarının annelerine faydası ne ise bunun da annesine o kadar faydası olacak" dedi. Ensar'dan genç biri -ki onun kadar çok soru soran birini görmüş değilim- Allah Resûlü'ne: “Yâ Resûlallah! Senin babanın yeri neresi?" diye sorunca, Allah Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Makam-ı Mahmud'da durduğum zaman annem ve babama yönelik ne istersem Rabbin bu isteğimi yerine getirecektir" buyurdu. Bunun üzerine o münafık, Ensarlı gence: “Ona Makam-ı Mahmud'un ne olduğunu sor" deyince, Ensarlı genç: “Yâ Resûlallah! Makam-ı Mahmud da nedir?" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Bu, Yüce Allah'ın kürsüsüne ineceği bir gündür ki kürsü Yüce Allah'ın azametinden dolayı birinizin henüz yeni olan eyerinin gıcırdaması gibi gıcırdar. Kürsünün de genişliği gök ile yer arası kadardır. Sonrasında sizler çıplak, yalınayak ve sünnetsiz bir şekilde huzura gelirsiniz. İlk giydirilecek kişi de İbrahim (aleyhisselam) olacaktır. Yüce Allah: «Dostumu giydirin!» buyurunca Cennetten iki parçalık ince ve yumuşak bir giysi getirilir ve giydirilir. Ben de Yüce Allah'ın sağında bir makamda dururum ki gelmiş geçmiş tüm insanlar bu makamımdan dolayı bana gibta eder. Sonra Kevser'de benim havuzuma doğru bir nehir açılır." Münafık bunu duyunca, Ensarlı gence: “Böylesini şimdiye kadar duymuş değilim. Ama her nehrin içinde mutlaka çamur da olur çakıl da. Sor bakalım bu dediği nehir nasıl akıyor?" dedi. Genç sorunca, Allah Resûlü: “Bu nehrin çamuru da çakılı da miskten olur" karşılığını verdi. Münafık, Ensarlı gence: “Böylesini şimdiye kadar duymuş değilim. Ancak her nehrin mutlaka bitkisi de olur. Sor bakalım bu nehrin bitkisi var mı?" deyince, genç: “Yâ Resûlallah! Bu nehrin bitkisi var mı?" diye sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet, var" karşılığını verdi. Genç: “Peki bu bitki nedir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Dalları altından olan bitkiler" buyurdu, lylünafık, Ensarlı gence: “Böylesini şimdiye kadar duymuş değilim. Ancak her bitkinin mutlaka meyvesi de olur. Sor bakalım bu bitkilerin meyvesi var mı?" deyince, genç: “Yâ Resûlallah! Bu bitkilerin meyvesi var mı?" diye sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet! Bu bitkinin meyvesi inci ile mercandır" karşılığını verdi. Münafık, Ensarlı gence: “Böylesini şimdiye kadar duymuş değilim. Sor bakalım bu havuzun içeceği nasıl?" deyince, genç: “Yâ Resûlallah! Senin havuzun içeceği nasıl?" diye sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sütten beyaz ve baldan tatlıdır. Yüce Allah bu içecekten birine bir yudum içirirse o kişi bir daha susuzluk çekmez. Kimi de bu sudan mahrum bırakırsa o kişi artık hiçbir içeceğe kanmaz" karşılığını verdi. İbn Sa'd, Kelbî ile Ebû Bekr b. Kays el-Cu'fî'den bildirir: Cu'fe kabilesi Cahiliye'deyken kalp yemeyi haram sayarlardı. Bunlardan anne bir kardeş olan Kays b. Seleme ile Seleme b. Zeyd, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip Müslüman oldular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bana söylenene göre sizler kalp yemiyormuşsunuz" buyurunca, onlar: “Evet, yemiyoruz" dediler. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) de: “Ancak kalp yemeden Müslümanlığınız tamamlanmaz" buyurdu. Sonra bir kalp getirterek kızarttı ve onlara yedirdi. "Yâ Resûlallah! Annemiz Müleyke bintü'l-Halevi darda olanın sıkıntısını giderir, aç olanı doyurur ve fakirlere şefkat gösterirdi. Ne var ki daha önce küçük kızını toprağa diri diri gömmüştü. Onun durumu ne olacak?" diye sorduklarında: “Diri diri toprağa gömen de gömülen de Cehennemdedir" karşılığını verdi. İki kardeş öfkeyle kalkıp gidince Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yanıma geri dönüni" diye seslendi. Geldiklerinde: “Benim annem de sizin annenizin yanında olacak" buyurdu. Ancak bu durumu kabullenemediler ve: “Vallahi bize kalp yediren ve annemizin Cehennemde olacağını söyleyen biri peşinden gidilmeyi hakeden biri değil!" dediler. Giderken de ashâbdan zekat develerini otlatan biriyle karşılaştılar. Onu bağladılar ve develeri de sürüp gittiler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) durumdan haberdar olunca: “Allah, Ri'l, Zekvân, Usayya, Lihyân kabileleri ile Harîm ve Murrân oğullarından olan Müleyke'nin iki oğluna lanet etsin!" diyerek onları da lanet ettiği kişilerin arasına kattı. İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah: “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine 'of!' bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onlara acıyarak alçak gönüllülük kanatlarını ger ve: «Rabbim! Küçükken beni yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et!» de" buyurduktan sonra bir istisnada bulunmuş ve: “Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz. İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi..." buyurmuştur. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “...Onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca..." âyetini açıklarken: “Babası ölünce onun Allah düşmanı olarak öldüğünü de anladı, zira ölümüyle tövbe kapısı da kapanmış oldu" demiştir. Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Ebû Bekr eş- Şâfiî, Fevâid'de ve Diyâ, el-Muhtâre'de İbn Abbâs'tan bildirir: “İbrâhim (aleyhisselam) babasına ölene kadar bağışlama dilemeye devam etti. Ölünce de Allah düşmanı olarak öldüğü belli oldu ve bağışlanma dilemeyi bıraktı." Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca..." âyetini açıklarken: “Kafir olarak ölmesiyle Allah düşmanı olduğu belli olmuştur" dedi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Ebû Zer'den bildirir: Adamın biri Kâbe'yi tavaf ediyor ve dua ederken de arada: “Vah! Vah!" diyordu. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu adam evvâh biri" buyurdu. Abdullah b. Ahmed, Zevâidu'z-Zühd'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, Şuabu't-îman'da bildirdiğine göre Ka'b: “...Şüphesiz ki İbrahim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi" âyetini açıklarken: “İbrahim (aleyhisselam) Cehennem ateşini hatırladığı zaman: “Ateşten yana vah bana! Vah bana! derdi." Ebu'ş-Şeyh, Ebu'l-Cevzâ'dan aynısını zikreder. İbn Merdûye, Câbir'den bildirir: Adamın biri yüksek sesle zikir yapınca başka biri: “Şu adam sesini kıssa daha iyi olurdu" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onu rahat bırak, zira evvâh bir adamdır" buyurdu. Taberânî ve İbn Merdûye, Ukbe b. Âmir'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Zul-Bicâdeyn adında bir adam için: “Bu adam evvâh biri" buyurdu. Zira Zul Bicâdeyn Kur'ân okuyarak ve dua ederek Yüce Allah'ı çokça zikrederdi. İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ölen bir adamı mezarına indirdi ve: “Allah sana merhamet etsin! Zira evvâh ve Kur'ân'ı çokça okuyan biriydin" buyurdu. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Abdullah b. Şeddâd b. el-Hâd'dan bildirir: Adamın biri: “Yâ Resûlallah! Evvâh ne demektir?" diye sorunca: “Huşu içinde ve boyun eğerek Allah'a dua eden kişidir" buyurdu. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Evvâh, çokça dua eden demektir" demiştir. Ebu'ş-Şeyh, Zeyd b. Eslem'den bildirir: “Evvâh, hastanın acıdan ahlaması gibi huşu içinde Allah'a yalvaran kişidir" demiştir. Abdurrezzâk, Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Ebu'ş-Şeyh, Ebu'l-Ubeydeyn'den bildirir: Abdullah b, Mes'ûd'a evvâh'ı sorduğumda: “Şefkatli ve merhametli olan kişidir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Evvâh, çokça tövbe edip Allah'a yönelen mümin kişidir" demiştir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Evvâh, yumuşak huylu ve itaatkar mümindir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Eyyûb: “Evvâh, günahlarını hatırladıkça istiğfar eden kişidir" demiştir. İbn Cerîr'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Evvâh, Habeş dilinde mümin kişi anlamındadır" demiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Evvâh, kesin bir imana sahip kişidir" demiştir. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Ebû Zabyân vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Evvâh, kesin bir imana sahip kişidir "demiştir. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Evvâh, Habeş dilinde kesin bir imana sahip kişi anlamındadır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Evvâh, Habeş dilinde kesin bir imana sahip kişi anlamındadır" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atâ: “Evvâh, Habeş dilinde kesin bir imana sahip kişi anlamındadır" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk: “Evvâh, Habeş dilinde kesin bir imana sahip kişi anlamındadır" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime: “Evvâh, Habeş dilinde kesin bir imana sahip kişi anlamındadır" demiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in başka bir kanalla bildirdiğine göre Mücâhid: “Evvâh, kesin bir imana sahip fakih kişidir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şa'bî: “Evvâh, Allah'ı çokça tesbih eden kişi demektir" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Meysere: “Evvâh, Allah'ı çokça tesbih eden kişi demektir" demiştir. İbn Cerîr ile Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Amr b. Şurahbîl: “Evvâh, Habeş dilinde merhamet sahibi şefkatli kişi demektir" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Amr b. Şurahbîl: “Evvâh, Habeş dilinde çokça tesbih eden kişi anlamındadır" demiştir. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Evvâh, Allah'ı çokça tesbih eden kişi demektir" demiştir. Buhârî, Târih'de Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: “Evvâh, kalbi Allah'a bağlı olan kişidir." Ebu'ş-Şeyh, İbrâhîm(-i Nehaî)'den bildirir: “İbrâhim (aleyhisselam) şefkati ve yumuşak huyundan dolayı evvâh olarak isimlendirilirdi." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini açıklarken: “Halîm, merhamet sahibi ve yumuşak huylu demektir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Şüphesiz ki İbrahim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Yumuşak huyundan dolayıdır ki birisi kendisine eziyet ettiği zaman: “Allah sana hidayet versin" derdi. Abd b. Humeyd, İbn Abbâs'tan bildirir: Dört âyet dışında Kur'ân'da indirilen her âyet hakkında bilgim vardır. Bunlardan biri "Rakîm" kelimesidir. Bu kelimenin ne anlama geldiğini bilmiyordum. Ka'b'a sorduğumda bunun «kasaba» anlamına geldiğini söyledi. Bir diğeri "Hanân" kelimesidir. Ne anlama geldiğini bilmiyorum, ama şefkat anlamına geldiğini düşünüyorum. Bir diğeri de "Gislîn" ifadesidir. Bunun da ne anlama geldiğini bilmiyorum, ancak zakkûm olduğunu düşünüyorum. Zira Yüce Allah: “Muhakkak ki zakkum ağacı, günahkârların yiyeceğidir" buyurmuştur. "Evvâh" ifadesi de, Habeş dilinde kesin bir imana sahip kişi anlamındadır. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Evvâh, mümin kişi anlamındadır" demiştir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Evvâh, Allah'a boyun eğen tövbekar kişidir" demiştir. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ukbe b. Âmir: “Evvâh, Allah'ı çokça zikreden kişi anlamındadır" demiştir. |
﴾ 114 ﴿