YÛNUS SÛRESİ

Nehhâs, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Yûnus Sûresi, Mekke'de nazil oldu" demiştir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. ez-Zübeyr:

“Yûnus Sûresi, Mekke'de nazil oldu" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Muhammed b. Şîrîn:

“Yûnus Sûresi, yedi uzun sûrenin (Sebu't-Tivâl) yedincisi olarak görülürdü" demiştir.

İbn Merdûye, Enes'ten bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, İncil'in yerine bana «Elif, Lâm, Ra» ve «Ta, Sin, Mim» ile başlayan sûreleri verdi" buyurduğunu işittim.

İbn Ebî Şeybe, Musannefde Ahnef'ten bildirir:

“Hazret-iÖmer'in arkasında sabah namazını kıldığımda Yûnus, Hûd sûreleri ile başka sûreleri okudu."

1

"Elif, Lâm, Râ. Bunlar hikmet dolu Kitab'ın âyetleridir"

İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Elif, Lâm, Râ", sûreleri açan ifadelerdir ve Yüce Allah'ın isimlerindendir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Beyhakî, el-Esmâu ve's-Sifât'da ve İbnu'n-Neccâr, Târih'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Elif, Lâm, Râ" ifadesini:

“Ben (.....) Allah'ım (.....), görürüm (.....)" şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Elif, Lâm, Râ" ifadesini:

“Ben (.....) Allah'ım (.....), görürüm (.....)" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Elif, Lâm, Râ" ifadesini:

“Ben (.....) Allah'ım (.....), görürüm (.....)" şeklinde açıklamıştır.

İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: (.....) ve (.....) ifadeleri mukatta isimlerdir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildirir: ve (.....) ifadeleri Yüce Allah'ın "Rahmân isminin parça parça zikredilmesidir.

Ebu'ş-Şeyh, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirir: (.....), "Rahmân (.....)", isminin harfleridir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik: (.....) ifadesini:

“Bunlar" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Bunlar hikmet dolu Kitab'ın âyetleridir" âyetini açıklarken:

“Burada Kitab'dan kasıt, Kur'ân'dan önce gönderilen kitaplardır" demiştir.

2

"İçlerinden bir adama insanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında kendileri için bir doğruluk makamı bulunduğunu müjdele diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki kâfirler, «Bu apaçık bir büyücüdür» dediler?"

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah, Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) resûl olarak gönderdiği zaman Araplar veya Araplardan bazıları bunu kabullenemediler ve:

“Yüce Allah, insandan bir elçi göndermekten daha yücedir" dediler. Yüce Allah buna cevaben:

“İçlerinden bir adama insanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında kendileri için bir doğruluk makamı bulunduğunu müjdele diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu..." ve:

“Senden önce de ancak kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber gönderdik..." âyetleriyle cevap verdi. Yüce Allah bu şekilde onların bu itirazlarına kanıtlarla cevapları verince bu sefer:

“Eğer Allah'ın göndereceği elçi insan olacaksa da başkaları bunda Muhammed'den daha fazla hak sahibidir" demeye başladılar. Yüce Allah onların bu düşüncesini:

“Bu Kur'ân, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?' dediler" âyetiyle dile getirmiştir. Bu iş için düşündükleri ve Muhammed'den daha soylu saydıkları kişiler de Mekke'den Velîd b. el-Muğîre ile Tâif'ten Mes'ûd b. Amr es-Sekafî'dir. Ancak Yüce Allah devamında buna:

“Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır" cevabını verdi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...İman edenlere, Rableri katında kendileri için bir doğruluk makamı bulunduğunu müjdele..." âyetini açıklarken:

“Daha önceden onlara vaat edilmiş mükafatları müjdele" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...İman edenlere, Rableri katında kendileri için bir doğruluk makamı bulunduğunu müjdele..." âyetini açıklarken:

“Yapmış oldukları salih ameller dolayısıyla onlara güzel mükafatları müjdele" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre ibn Mes'ûd: (.....) ifadesini açıklarken şöyle demiştir: Burada 'kadem' ifadesi kişinin dünyada iken yaptığı amellerdir."

(.....) âyetinde olduğü gibi. Burada da 'kaddemû' kişinin yaptığı amellerdir. Asâr da kişinin yürümesidir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid'de iki sütun arasında yürüdükten sonra:

“Kişinin bu şekilde bıraktığı izler kayda geçer" buyurmuştur.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Rabî': (.....) ifadesini:

“Doğruluklarının mükafatı" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) ifadesini açıklarken:

“Kıyamet gününde Rablerinin huzurunda duracakları yerdir" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini:

“Hayır" olarak açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini:

“Doğruluklarının karşılığı" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini:

"Doğruluklarının karşılığı" şeklinde açıklamıştır.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Bekkâr b. Mâlik:

“...Rableri katında kendileri için bir doğruluk makamı..." âyetini açıklarken:

“Bundan kasıt Resûlullah'tir (sallallahü aleyhi ve sellem)" demiştir.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Rableri katında kendileri için bir doğruluk makamı..." âyetini açıklarken:

“Bundan kasıt, kıyamet gününde onlara şefaatçi olacak Muhammed'dir (sallallahü aleyhi ve sellem)" demiştir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib:

“...Rableri katında kendileri için bir doğruluk makamı..." âyetini açıklarken:

“Bundan kasıt, onlara şefaatçi olacak olan Muhammed'dir (sallallahü aleyhi ve sellem)" demiştir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Saîd el-Hudrî:

“...Rableri katında kendileri için bir doğruluk makamı..." âyetini açıklarken:

“Bundan kasıt kıyamet gününde doğruluklarından yana onlara şefaatçi olacak Muhammed'dir (sallallahü aleyhi ve sellem)" demiştir.

Hâkim'in bildirdiğine göre Übey b. Ka'b: (.....) ifadesini:

“Doğruluklarının karşılığı" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) ifadesini açıklarken:

“Peygamberlerinden (sallallahü aleyhi ve sellem) yana maruz kaldıkları musibettir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem: (.....) ifadesini:

"Muhammed'dir (sallallahü aleyhi ve sellem)" şeklinde açıklamıştır.

Ebu'ş-Şeyh, Zâide'den bildirir: Süleyman, Yûnus Sûresi'nin bu âyeti ile 76. âyetininin sonunu: (.....) lafzıyla okudu.

3

Bkz. Ayet:4

4

"Doğrusu sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratıp sonra Arşra hükmeden, işi düzenleyen Allah'tır, izni olmadan kimse şefaat edemez. İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'na kulluk edin. Hâla düşünmüyor musunuz! Hepinizin dönüşü, O nadır. Allah'ın vaadi haktır. O, önce yaratır, sonra inanıp yararlı işler yapanların ve inkar edenlerin hareketlerinin karşılığını adaletle vermek için tekrar diriltir. İnkarcılara, inkarlarından ötürü kızgın bir içecek ve can yakıcı azab vardır."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...İşi düzenleyen..." âyetini:

“Tek başına çekip çeviren, yerine getiren" şeklinde açıklamıştır. "...Önceyaratır... tekrar diriltir..." âyetini açıklarken de:

“Önce diriltir sonra öldürür, sonra tekrar diriltir" demiştir.

5

"Güneşi ışıklı ve Ay'ı nurlu yapan; yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için, Ay'a konak yerleri düzenleyen O dur. Allah bunları ancak gerçeğe göre yaratmıştır. Bilen millete âyetleri uzun uzadıya açıklıyor"

İbn Merdûye, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah iki kelime söyledi ve bunlardan biri Güneş, diğer ise Ay oldu. Her ikisi de nurdan olmuştur ve kıyamet gününde Cennete döneceklerdir" buyurduğunu işittim.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî:

“Güneşi ışıklı ve Ay'ı nurlu yapan... O'dur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Gece ile gündüz birbirinden ayrılsın ve aynı olmasın diye Yüce Allah Güneş'i Ay gibi yaratmamıştır. "...Gece alametini giderip gündüz alâmetini aydınlatıcı kıldık..." âyetinden da kasıt budur.

Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Güneşi ışıklı ve Ay'ı nurlu yapan... O'dur..." âyetini açıklarken:

“Bu ikisinin yüzü Arş'a, arkaları ise yeryüzüne dönüktür" demiştir.

İbn Merdûye, Abdullah b. Amr'dan bildirir:

“Güneş ile Ay'ın yüzleri Arş'a, arkaları ise yeryüzünü dönüktür."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Amr'ın önündeki ateş ses çıkarınca:

“Nefsim elinde olana yemin olsun ki bu ateş büyük ateşten (Cehennem ateşinden) Allah'a sığınıyor" dedi. Ay'ın da kaybolmak üzere olduğunu gördüğünde:

“Vallahi şu an ağlıyor" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildirir:

“Güneş, üç yüz melek kendisini çekip sürüklemeden doğmaz. Ümeyye b. es-Salt'ın:

"Eziyet görmeden ve kamçılar yemeden

Güneş kendisi rızasıyla doğacak değildir" sözünü işitmedin mi?"

6

"Gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, Allah'ın göklerde ye yerde yarattıklarında, O na karşı gelmekten sakınan kimseler için âyetler vardır"

Ebu'ş-Şeyh, Halîfe el-Abdî'den bildirir:

“Yüce Allah'a sadece görme ile ibadet edilecek olsaydı kimse ona ibadet etmezdi. Ancak müminler şu gecenin gelişini, geldiğinde nasıl her yeri kapladığını, ardından gündüzün gelmesini ve geceyi yok edip her yeri aydınlatmasını düşündüler. Sonra gök ile yer arasında sürüklenip giden bulutları, yıldızları, kışı ve yazı düşündüler. Müminler bu şekilde Yüce Allah'ın yarattıkları üzerinde düşüne düşüne kalpleri Allah'a kesin bir şekilde inanmış ve onu görüyormuş gibi ibadet etmeye başlamışlardır."

7

Bkz. Ayet:8

8

"Şüphesiz bize kavuşacağını ummayan ve dünya hayatına razı olup onunla yetinerek tatmin olan kimseler ile âyetlerimizden gafil olanlar var ya; işte onların kazanmakta oldukları günahlar yüzünden, varacakları yer ateştir"

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“Şüphesiz bize kavuşacağını ummayan ve dünya hayatına razı olup onunla yetinerek tatmin olan kimseler ile âyetlerimizden gafil olanlar var ya..." âyetini açıklarken:

“Bunlar kafirlerdir" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir:

“...Dünya hayatına razı olup onunla yetinerek tatmin olan kimseler..." âyeti, "Kim yalnız dünya hayatını ve onun zinetini isterse, biz onlara yaptıklarının karşılığını orada tastamam öderiz,.." âyeti gibidir.

Ebu'ş-Şeyh, Yûsuf b. Esbât'tan bildirir:

“Dünya zalimlerin nimetler içinde yaşama yeridir." Ali b. Ebî Tâlib de:

“Dünya bir leştir. Bu yorumun onu isteyenler köpeklerle beraber olmaya da katlanmalıdırlar" demiştir.

9

"İman edip salih ameller işleyenlere gelince, Rableri onları imanları sebebiyle, hidayete erdirir. Nimetlerle dolu cennetlerde altlarından ırmaklar akar"

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Rableri onları imanları sebebiyle, hidayete erdirir..." âyetini açıklarken:

“İmanları bir nur olur ve onun ışığıyla yürürler" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Rableri onları imanları sebebiyle, hidayete erdirir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bize bildirilene göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Mümin mezarından çıktığı zaman ameli ona güzel yüzlü hoş kokulu biri suretinde çıkarılır. Mümin ona: «Sen kimsin? Vallahi seni doğru ve güvenilir biri olarak görüyorum» deyince; ameli ona: «Ben senin amelinim» karşılığını verir. Sonrasında bu ameli ona bir nur olur Cennete doğru götürür. Kafir biri ise mezarından çıktığı zaman ameli ona çirkin yüzlü, pis kokulu biri suretinde çıkarılır. Kafir ona: «Sen kimsin? Vallahi seni pek kötü biri olarak görüyorum» deyince, ameli ona: «Ben senin amelinim» karşılığını verir. Sonrasında bu ameli onu Cehenneme doğru götürür. "

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“...Rableri onları imanları sebebiyle, hidayete erdirir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Mümine ameli güzel yüzlü hoş kokulu biri suretinde karşısına çıkar ve kendisine türlü hayırların ffiüjdesini verir. Mümin ona:

“Sen kimsin?" diye sorunca, ameli:

“Ben senin salih amelinim" karşılığını verir. Sonrasında ameli ona bir nur olur ve bu nurun içinde kendisini Cennete götürür. Kafire ise ameli çirkin yüzlü pis kokulu biri suretinde karşısına çıkar. Sahibini de alıp Cehenneme atana kadar bırakmaz."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Rabî':

“...Rableri onları imanları sebebiyle, hidayete erdirir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Onları hidayete erdirip Cennetine koyar. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına bildirildiğine göre kişi Cennetteki mekanını dünyada yaşadığı mekandan daha fazla tanıyıp bilir. Sonraki âlimlerden de bildirildiğine göre Yüce Allah müminleri Cennette, her birinin değer ve fazileti diğerinden farklı olan yedi ayrı mekana koyar. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de bu konuda şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah Cennette müminlere dilediklerini ve akıllarına gelen her şeyi verir. Doyduklarında da geğirme ve misk gibi bir koku çıkarmak suretiyle midelerini boşaltırlar ve dışkı namına bir şey olmaz. Sonrasında nefes alıp vermeleri ilham edildiği gibi hamd ve tesbih etmeleri kendilerine ilham edilir. Bundan sonrasında artık Cennet meyvelerini ayakta, otururken, bir yere yaslanmışken her hallerinde toplayıp yiyebilirler. Meyve ağza ulaşır ulaşmaz geri eski haline döner. Rahmân'ın bereketi böyledir ki böylesi bir bereket asla bitmez, tükenmez. Bunlar ardı arkası kesilmeyen Rahmanın hazineleridir. İçinden ne kadar alınsa eksilmez ve alınandan geriye kalan da asla bozulmaz."

10

"Bunların oradaki duaları, «Münezzehsin Allah'ım!», aralarındaki esenlik dilekleri, «Selâm», dualannın sonu ise «Alemlerin Rabbi Allah'a hamd olsun'dur.»

İbn Merdûye'nin Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Cennettekiler: «Allahım! Sen ki her türlü eksiklikten münezzehsin!» dedikleri zaman Yüce Allah Cennette onlara canlarının çektiklerini hemen verir"

İbn Ebî Hâtim, Rabî'den bildirir: Cennet ahalisinin canı bir şey çektiği zaman:

“Allahım! Seni hamdinle her türlü eksiklikten tenzih ederiz!" derler ve istedikleri şey hemen yanlarında var olur. "Bunların oradaki duaları, "Münezzehsin Allah'ım'dır..." âyeti da bu anlama gelmektedir.

İbn Ebî Hâtim, Mükâtil'den bildirir: Cennet ahalisi yemek istedikleri zaman:

“Allahım! Seni her türlü eksiklikten tenzih ederiz!" derler. Bunun üzerine her biri için on bin tane hizmetçi kalkar. Her biri altından olan ve her birinde farklı bir yemek türü olan on bin sofra getirirler. Mümin bu sofraların hepsinden de yer.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“Bunların oradaki duaları, "Münezzehsin Allah'ım'dır..." âyetini açıklarken:

“Cennette dua ederken bunu söyler" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Cüreyc'den bildirir:

“Bunların oradaki duaları, "Münezzehsin Allah'ım'dır..." âyeti konusunda bana bildirilene göre Cennettekilerin üzerinden bir kuş geçip de canlan onu çektiği zaman:

“Allahım! Seni her türlü eksiklikten tenzih ederiz!" derler. İsteklerine yönelik davetleri sadece bu olur. Bunun üzerine bir melek istedikleri şeyi yanlarına getirir. Melek istedikleriyle yanlarına gelince onlara selam verir. Onlar da selamını alırlar. "...Aralarındaki esenlik dilekleri, 'selâm'dır..."buyruğunda ifade edilen de budur. İhtiyaçları kadarını yedikten sonra:

“Âlemlerin Rabbine hamdolsun" derler. "...Dualarının sonu ise "Alemlerin Rabbi Allah'a hamd olsun'dur" buyruğunda ifade edilen de budur.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Ebi'l-Hüzeyl:

“Sözün başı da sonu da 'Elhamdulillâh'tır" dedi ve:

“...Dualarının sonu ise "Âlemlerin Rabbi Allah'a hamd olsun'dur" âyetini okudu.

11

"İyiliği acele isteyen kimselere Allah fenalığı da çarçabuk verseydi, süreleri hemen bitmiş olurdu. Bizimle karşılaşmayı ummayanları, azgınlıkları içinde bocalayıp dururlarken bırakırız"

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“İyiliği acele isteyen kimselere Allah fenalığı da çarçabuk verseydi, süreleri hemen bitmiş olurdu..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Âyette kişinin oğluna veya sahip olduklarına kızıp da:

“Allahım! Onu bereketsiz kıl ve ona lanet et!" demesi kastedilmiştir. Şayet Allah bu dileklerini onlara çabucak verseydi beddua ettiği kişi hemen ölürdü.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“İyiliği acele isteyen kimselere Allah fenalığı da çarçabuk verseydi, süreleri hemen bitmiş olurdu..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Biri, diğerine:

“Allahım! Onu bağışla, ona merhamet et" dediği zaman nasıl bunun kabul görmesini isterse aynı şekilde:

“Allahım! Onu rezil et! Ona lanet et!" derken de bunun kabul görmesini istemesidir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Ettiği bedduanın kabul görmesinden hoşlanmayacak olsa da kişinin kendi kendine veya yakınlarından birine beddua etmesidir."

12

"İnsana bir zarar geldiği zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak bize dua eder. Fakat biz ondan sıkıntısını kaldırınca, sanki kendisine dokunan bîr sıkıntıdan ötürü bize dua etmemiş gibi geçip gider. İşte böylece haddi aşanlara yapmakta oldukları şeyler güzel gösterildi."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: (.....) âyetini:

“Uzanmış yatarken dua eder" şeklinde açıklamıştır.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“İnsana bir zarar geldiği zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak bize dua eder..." âyetini açıklarken:

“Her halinde ve her durumda bize dua eder" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ:

“İyi günlerinde Allah'a dua et ki kötü gününde ettiğin dualar kabul görsün" demiştir.

13

Andolsun, biz, senden önceki devirlerdekileri, kendilerine Peygamberleri mûcizelerle geldikleri hâlde, zulmettikleri ve imana gelmedikleri vakit helâk ettik. İşte mücrim kavimleri, biz böyle cezalandırırız.

14

"Sonra da, nasıl davranacağınızı görmemiz için onların ardından sizi yeryüzünde onların yerine getirdik"

İba Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“Sonra da, nasıl davranacağınızı görmemiz için onların ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bize bildirilene göre Ömer b. el-Hattâb bu âyeti okuyup:

“Rabbimiz doğruyu söylemiş! Zira amellerimizin nasıl olacağını görmek için yeryüzünde bizleri halife kıldı. Onun için gece gündüz, gizli açık Allah'a amellerinizi gösterin" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“...Sizi yeryüzünde halifeler kıldık" âyetini açıklarken:

“Bunlardan kasıt Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetidir" demiştir.

15

"Ayetlerimiz onlara açık açık okununca, bizimle karşılaşmayı ummayanlar, «Bundan başka bir Kuran getir veya bunu değiştir» dediler. De ki; «Onu kendiliğimden değiştiremem, ben ancak, bana vahyolunana uyarım. Ben Rabbime karşı gelirsem, büyük günün azabına uğramaktan korkarım.»"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“Ayetlerimiz onlara açık açık okununca, bizimle karşılaşmayı ummayanlar, 'Bundan başka bir Kuran getir veya bunu değiştir' dediler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunu Mekke müşrikleri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) demişlerdi. Yüce Allah da Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) dediklerine cevaben:

“De ki:

“Allah dileseydi ben onu size okumazdım, size de bildirmemiş olurdu..." buyurdu.

16

"De kî: «Allah dileseydi ben onu size okumazdım, size de bildirmemiş olurdu. Daha önce yıllarca aranızda bulundum, hiç düşünmüyor musunuz?»"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini:

“Kur'ân'ı size bildirmemiş olurdu" şeklinde açıklamıştır.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini:

“Kur'ân'ı anlamaktan sizleri mahrum ederdi" şeklinde açıklamıştır.

Ebû Ubeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti hemze ile:

“(=Size de onu bildirmemiş olurdum)" lafzıyla okumuştur. Ferrâ der ki:

“Dereytu ve Edreytu fiillerinden bu anlamı verecek böylesi bir kullanımın çıkabileceğini düşünmüyorum. Ancak Hasan kendi lehçesiyle âyeti bu şekilde okumuş olabilir. Zira Araplar bazen bu şekilde hemze alamayacak ifadelere yanlış bir kullanım olsa da hemze koyarlardı.

Saîd b. Mansûr ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti:

“(=Şayet Allah dileseydi onu size okumaz ve sizi onunla uyarmazdım)" lafzıyla okurdu.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuş ve:

“Sizi onunla uyanmazdım" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Daha önce yıllarca aranızda bulundum..." âyetini açıklarken:

“Daha önce aranızda uzun bir süre bulundum, ama bu yönde sizlere bir şey okumadım ve herhangi bir uyanda bulunmadım" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Daha önce yıllarca aranızda bulundum..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) henüz kendisine vahiy nazil olmadan kırk yıl boyunca aralarında yaşadı. Bunun iki yılında rüyalar gördü. Sonrasında on yıl boyunca Mekke'de on yıl boyunca da Medine'de kendisine vahiy nazil oldu. Altmış iki yaşında iken de vefat etti."

İbn Ebî Şeybe, Buhârî ve Tirmizî, İbn Abbâs'tan bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kırk yaşında iken Peygamber olarak gönderildi. Peygamber olarak gönderildikten sonra on üç yıl boyunca Mekke'de kaldı ve bu süre içinde kendisine vahiy nazil oldu. Daha sonra kendisine hicret emri verildi. Hicret sonrası Medine'de on yıl kaldı. Altmış üç yaşında iken de vefat etti."

Ahmed ve Beyhakî, Delâil'de bildirdiğine göre Enes'e Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kaç yaşında iken peygamber olarak gönderildiği sorulunca:

“Peygamber olarak gönderildiğinde kırk yaşındaydı" dedi.

Beyhakî, Delâil'de Şa'bî'den bildirir:

Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) kırk yaşında iken peygamberlik geldi. Bundan önce üç yıl boyunca İsrâfil onunla beraber oldu. Üç yıl boyunca da ona hikmeti ve diğer şeyleri öğretti. Bu üç yıl içinde kendisine Kur'ân'dan bir şey inmedi. Daha sonra Cebrail onunla beraber oldu ki Kur'ân bu şekilde nazil olmaya başladı. Bunun sonrasında onu Mekke'de, onu da Medine'de olmak üzere yirmi yıl boyunca onun diliyle vahiy nazil oldu."

İbn Ebî Şeybe, Enes b. Mâlik'ten bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kırk yaşında iken peygamber olarak gönderildi. Gönderilmesinden sonra on yıl Mekke'de, on yıl da Medine'de ikamet etti. Altmış yaşında iken de vefat etti."

17

Bkz. Ayet:18

18

"Allah'a karşı yalan uyduran veya âyetlerini yalan sayandan daha zalim kim olabilir? Suçlular elbette saadete erişemezler. Onlar, Allah'ı bırakarak, kendilerine fayda da zarar da veremeyen putlara taparlar: «Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır» derler. De ki: «Göklerde ve yerde, Allah'ın bilmediği bir şeyi mi Allah'a haber veriyorsunuz?» O, onların ortak koşmalarından münezzeh ve yücedir."

İbn Ebî Hâtim, İkrime'den bildirir: Nadr:

“Kıyamet günü geldiğinde Lat ile Uzza bana şefaatçi olur" deyince, Yüce Allah:

“Allah'a karşı yalan uyduran veya âyetlerini yalan sayandan daha zalim kim olabilir? Suçlular elbette saadete erişemezler. Onlar, Allah'ı bırakarak, kendilerine fayda da zarar da veremeyen putlara taparlar: «Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır" derler...» âyetlerini indirdi.

19

"İnsanlar bir tek ümmettiler, sonra ayrılığa düştüler. Şayet Rabbinden, daha önce bir takdir geçmemiş olsaydı, aralarında ihtilafa düştükleri şeyler hakkında hüküm çoktan verilmiş olurdu"

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“İnsanlar bir tek ümmettiler..." âyetini açıklarken:

“İslam dini üzerinde tek bir ümmettiler" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“İnsanlar bir tek ümmettiler, sonradan ayrılığa düştüler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu âyet İbn Mes'ûd'un kıraatinde: (.....) (İnsanlar hidayet üzerinde bir tek ümmettiler)" lafzıyladır.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“İnsanlar bir tek ümmettiler, sonradan ayrılığa düştüler..." âyetini açıklarken:

“Adem'in zamanında insanlar tek ümmetti. Ancak Adem'in oğullarından biri, diğerini öldürünce ayrılığa düşüldü" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“İnsanlar bir tek ümmettiler, sonradan ayrılığa düştüler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“İnsanlar bir din o da Adem'in dini üzerinde tek bir ümmettiler. Ancak sonradan küfre girdiler. Şayet Yüce Allah onları kıyamet gününe ertelemeseydi aralarındaki hüküm çoktan verilirdi."

20

"Ona Rabbinden bîr mucize îndirilse ya! diyorlar. De ki: Gayb ancak Allah'ındır. Bekleyin, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî':

“...Bekleyin, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim" âyetini açıklarken:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) burada kafirleri Yüce Allah'ın azabı ve cezasıyla korkutmuştur" demiştir.

21

"Kendilerine dokunan bir sıkıntıdan sonra, insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman, bir de bakarsın ki âyetlerimiz hakkında onların bir tuzakları vardır. De ki: «Allah, daha çabuk tuzak kurar.» Şüphesiz elçilerimiz kurmakta olduğunuz tuzakları yazıyorlar."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Kendilerine dokunan bir sıkıntıdan sonra, insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman, bir de bakarsın ki âyetlerimiz hakkında onların bir tuzakları vardır..." âyetini açıklarken:

“Tuzaktan kasıt, âyetleri alaya alma ve yalanlamadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Süfyân'dan bildirir:

“Kur'ân'da geçen bütün 'Mekr' ifadeleri amel, iş, eylem anlamındadır."

22

"Sizi karada ve denizde yürüten Allah'tır. Bulunduğunuz gemi, içindekileri güzel bir rüzgarla götürürken yolcular neşelenirler. Bir fırtına çıkıp da onları her taraftan dalgaların sardığı ve çepeçevre kuşatıldıklarını sandıkları anda ise Allah'ın dinine sarılarak, «Bizi bu tehlikeden kurtarırsan and olsun ki şükredenlerden oluruz» diye O'na yalvarırlar."

Beyhakî, Sünen'de İbn Ömer'den bildirir: Temîm ed-Dârî, Ömer b. el- Hattâb'a deniz yolculuğunu sorunca, Ömer ona bu yolculukta namazları kısaltarak kılmasını söyledi ve şöyle dedi:

“Yüce Allah: «Sizi karada ve denizde yürüten Allah'tır...» buyurur."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: Yüce Allah:

“Gemilerde bulunduğunuz zaman" diyerek muhataplarına bir giriş yapmış, sonra:

“(O gemiler) onları götürürken" buyurarak farklı bir olaya girmiştir. Zira başka birilerini anlatırken muhataplarına:

“(O gemiler) sizleri götürürken" diyecek değildir. Bunun yanında Yüce Allah gaip sığasını kullanarak hem muhataplarını hem de başka yer ve zamanlarda olan diğer insanları aynı âyette bir araya getirmiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“...Çepeçevre kuşatıldıklarını sandıkları anda..." âyetini açıklarken:

“Helak olup gideceklerini sandıkları anda" demiştir.

Beyhakî, Delâil'de Urve'den bildirir: Mekke fethedildiğinde İkrime b. Ebî Cehl deniz yoluyla kaçtı. Ancak gemi çıkan fırtınada sallanmaya başlayınca Lat ve Uzza'ya dua etmeye başladı. Gemidekiler:

“Burada Allah'tan başka hiç kimseye dua edilmez" deyince, İkrime:

“Vallahi denizde eğer sadece kendisi var ise karada da sadece kendisi var demektir" karşılığını verdi ve geri dönüp Müslüman oldu.

İbn Sa'd, İbn Ebî Müleyke'den bildirir: Mekke fethedildiğinde İkrime b. Ebr Cehl deniz yoluyla kaçtı. Ancak denizde çıkan fırtınayla gemi sallanmaya başlayınca gemi çalışanları Allah'a dua etmeye ve onu birlemeye başladılar. İkrime:

“Bu da ne?" diye sorunca, onlar:

“Burada Allah'tan başka hiç kimsenin faydası olmaz" karşılığını verdiler. Bunun üzerine İkrime:

“Bu, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bizleri kendisine davet ettiği ilahıdır. Beni geri götürün" dedi ve dönüp Müslüman oldu.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Merdûye, Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildirir: Mekke fethedildiği gün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dört adam ile iki kadın dışında herkese eman verdi. Ancak bu dört adam ile iki kadın için:

“Kabe'nin örtüsüne tutunmuş halde görseniz bile onları öldürün!" buyurdu. Bunlar: İkrime b. Ebî Cehl, Abdullah b. Hatal, Mikyas b. Dubâbe ve Abdullah b. Sa'd b. Ebî Serh idi. Abdullah b. Hatal, Kâbe'nin örtüsüne tutunmuş bir şekilde bulundu. Onu öldürmek için Saîd b. Hureys ile Ammâr b. Yâsir acele ettiler. Ancak Saîd daha genç olduğu için Ammâr'dan daha önce davranıp Abdullah'ı öldürdü. Mikyas b. Dubâbe'yi Müslümanlar çarşıda bulup öldürdüler. İkrime ise gemiye binip kaçtı, ancak fırtınaya yakalandı. Gemidekiler:

“İhlaslı olun! Zira ilahlarınız burada size hiçbir yardımda bulunamazlar!" diye bağrışınca İkrime:

“Vallahi denizde beni ihlastan başka bir şey kurtaramazsa karada da kurtaramaz. Allahım! Eğer beni şu an içinde bulunduğum durumdan kurtarırsan söz olsun Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gidip elimi eline koyacağım. O mutlaka affedici ve ikram sahibi olacaktır" dedi. Gemiden kurtulunca da gelip Müslüman oldu.

Abdullah b. Ebî Serh ise Osman b. Affân'ın yanında saklandı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) insanları biat için çağırdığında Osmân onu getirip Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) önünde dikti ve:

Resûlallah! Abdullah'ın biatini kabul et!" dedi. Osmân bunu üç defa tekrarladı, ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) her defasında sadece başını kaldırıp baktı, ama biatini kabul etmedi. Üçüncüden sonra ise biatini kabul etti. Sonra ashabına dönüp:

“Biat için ona elimi uzatmadığımı gördüğünüzde içinizden akıllı biri çıkıp onu öldürseydi yal" buyurunca, ashab:

Resûlallah! Ne düşündüğünü nereden bilelim? Gözünle bize işaret etseydin" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hiçbir peygambere haince göz işareti yapmak yakışmaz!" buyurdu.

23

"Allah onları kurtarınca, hemen yeryüzünde haksız yere taşkınlıklara başlarlar. Ey insanlar! Geçici dünya hayatında yaptığınız taşkınlık aleyhinizedir. Sonra dönüşünüz bizedir. O zaman yapmakta olduklarınızı size haber vereceğiz."

Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Ebû Nuaym, Hatîb, Târih'de, Deylemî, Müsnedu'l-Firdevs'de Enes'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Üç şey sahiplerinin aleyhine döner. Bunlar tuzak, sözden dönme ve taşkınlıktır" buyurdu ve:

“...Ey insanlar! Geçici dünya hayatında yaptığınız taşkınlık aleyhinizedir..." âyetini, "...Oysa kötü tuzak, ancak sahibini kuşatır..." âyetini ve:

“...Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur..." âyetini okudu.

İbn Merdûye'nin Abdullah b. Nufeyl el-Kinânî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Yüce Allah üç konuda kesin hükmünü verip bitirmiştir. Yüce Allah: «...Ey insanlar! Geçici dünya hayatında yaptığınız taşkınlık aleyh in izedir...» buyurur. Onun için taşkınlıktan uzak durun. İçinizden hiç kimse de başkalarına tuzak kurmaya çalışmasın. Zira Yüce Allah: «...Oysa kötü tuzak, ancak sahibini kuşatır...»buyurur. Kimse de verdiği sözden dönmesin. Zira Yüce Allah: «...Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur...» buyurur.

Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ebû Bekre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Taşkınlık yapma, taşkınlık yapanlardan biri de olma. Zira Yüce Allah: «...Geçici dünya hayatında yaptığınız taşkınlık aleyhinizedir. ..» buyurur.

İbn Ebî Hâtim, Zührî'den bildirir: Bize bildirilene göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Taşkınlık yapma ve taşkınlık yapacak olan birine yardımcı olma. Zira Yüce Allah: «...Geçici dünya hayatında yaptığınız taşkınlık aleyhinizedir.. .» buyurur."

İbn Ebî Hâtim'in Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah taşkınlık yapanın cezasını geciktirmez. Zira: «...Geçici dünya hayatında yaptığınız taşkınlık aleyhinizedir...» buyurur"

Beyhakî'nin Şuab'da Ebû Bekre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Taşkınlık yapma ile akrabalık bağlarını kesme kadar Yüce Allah'ın cezasını geciktirmeden vereceği başka bir günah yoktur."

Ebû Dâvud ve Beyhakî, Şuab'da İyâd b. Himâr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah bana: «Mütevazı olun ki kimse kimseye taşkınlık yapmasın ve kimse kimseye büyüklük tas lamasın » diye vahyetti. "

İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Recâ b. Hayve'den bildirir: Minâ mescidinden bir kıssacının şöyle dediğini işittim: Üç şey onları yapana geri döner. Bunlar taşkınlık, tuzak kurma ve sözden dönmedir. Zira Yüce Allah bu yönde şöyle buyurur:

“...Geçici dünya hayatında yaptığınız taşkınlık aleyhinizedir...", "...Oysa kötü tuzak, ancak sahibini kuşatır...", "...Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur..." Üç şeyi de bilip yaptığınız sürece Yüce Allah size azap göndermez. Bunlar da şükür, dua ve istiğfaradır. Zira Yüce Allah bu yönde:

“Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah size niye azab etsin ki?"buyurur. Yine:

“...Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir" buyurur.

Ebu'ş-Şeyh, Mekhûl'den bildirir: Kişinin yaptığı üç şey aleyhinde olacak şekilde geri döner. Bunlar tuzak kurma, taşkınlık ve sözden dönmedir. Yüce Allah:

“...Geçici dünya hayatında yaptığınız taşkınlık aleyhinizedir..." buyurur.

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir dağ başka bir dağa taşkınlık yapacak olsa taşkınlık yapan dağ yerle bir edilir" buyurmuştur.

İbn Merdûye aynı sözü İbn Ömer'den bildirir.

Ebû Nuaym, Hilye'de Ebû Câfer Muhammed b. Ali'den bildirir:

“Allah katında, O'ndan istemek kadar sevimli bir şey yoktur. Takdir edileni de duadan başkası defetmez. Sevabı en çabuk verilen hayır, iyiliktir. Cezası en çabuk verilen kötülük ise taşkınlıktır. Kişi için kendindeki ayıpları görmeyip başkalarının ayıplarına bakmak, kendisinin yapmadığı şeyi başkasına emretmek ve kendisini ilgilendirmeyen bir konuda beraber olduğu kişiye eziyet etmek kusur olarak yeter."

24

"Dünya hayatı gökten indirdiğimiz su gibidir ki, onunla insan ve hayvanların yiyeceği bitkiler yetişip birbirine karışmıştır. Yeryüzünün süslenip bezendiği ve yerin sahiplerinin bütün bunlara malik olduklarını sandıklan sırada, gece veya gündüz buyruğumuz o yere geliverir de sanki dün yerinde hiç yokmuş gibi, kökünden yolunmuş bir hâle getiririz. Düşünen millet için âyetleri böylece uzun açıklıyoruz."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Onunla insan ve hayvanların yiyeceği bitkiler yetişip birbirine karışmıştır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Gökten indirilen yağmurla yerde hem insanların, hem de hayvanların yiyebileceği buğday, arpa, sebze, meyve ve ot gibi her türden bitkiler yetişir."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Süslenip bezendiği..." âyetini açıklarken:

“Yerin bitki verip yeşermesi ve güzelleşmesidir" demiştir. "...Sanki dün yerinde hiç yokmuş gibi..." âyetini açıklarken de:

“Sanki hiç yaşanmamış ve bu bitkiler yetişmemiş gibi" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b, İbn Abbâs ve Mervân b. el- Hakem bu âyeti:

“(Yeryüzünün süslenip bezendiği ve yerin sahiplerinin bütün bunlara malik olduklarını sandıkları sırada ki Allah ancak o yer ahalisinin günahlarından dolayı kendilerini helak eder...)" lafzıyla okurlardı.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Ebû Seleme b. Abdirrahman'dan bildirir: Bu âyet Ubey'yin kıraatinde:

“ (...Sanki dün yerinde hiç yokmuş gibi, kökünden yolunmuş bir hâle getiririz. Onu da ancak o yerin ahalisinin günahlarından dolayı helak ederiz. Düşünen millet için âyetleri böylece uzun açıklıyoruz)" şeklindedir.

İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, Ebû Miclez'den bildirir: Yûnus Sûresi'ndeki:

“...Yeryüzünün süslenip bezendiği ve yerin sahiplerinin bütün bunlara malik olduklarını sandıkları sırada, gece veya gündüz buyruğumuz o yere geliverir de sanki dün yerinde hiç yokmuş gibi, kökünden yolunmuş bir hâle getiririz. Düşünen millet için âyetleri böylece uzun açıklıyoruz" âyetinin yanında:

“Adem oğlunun iki vadi dolusu malı olsa bir üçüncüsünü daha ister. Onun gözünü ancak toprak doyurur. Ancak Allah tövbe edenin tövbesini kabul eder" ifadesi de yazlıydı. Fakat sonradan silindi.

25

"Allah, esenlik yurduna çağırır ve dilediğini doğru yola İletir"

Ebû Nuaym ve ed-Dimyâtî, Mu'cem'de Kelbî vasıtasıyla Ebû Sâlih'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Allah, esenlik yurduna çağırır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kişiyi Cennete götürecek amele çağırır. Zira esenlik Allah'tır, yurdu da Cennettir."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“Allah, esenlik yurduna çağırır..." âyetini açıklarken:

“Esenlik Allah'tır, yurdu da Cennettir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“...Dilediğini doğru yola iletir" âyetini açıklarken:

“Şüphelerden, fitnelerden ve sapkınlıklardan çıkış yolunu gösterir" demiştir.

Ahmed, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ebu'd-Derdâ'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Güneşin doğduğu her bir günde yanında görevli iki melek, insan ve cinler dışında Allah'ın yarattığı tüm mahlukatın duyacağı bir şekilde: «Ey insanlar! Rabbinize yönelin! Az ve yeterli olan çok olup oyalayandan daha hayırlıdır!» diye seslenir. Yine her bir gün güneş batarken yanında görevli iki melek, insan ve cinler dışında Allah'ın yarattığı tüm mahlukatın duyacağı bir şekilde: «Allahım! İnfak edene infak ettiğini telafi et! Vermeyip elinde tutanın da malını telef et» diye seslenir." Yüce Allah da bunlar hakkında âyet indirmiştir. Meleklerin:

“Ey insanlar! Rabbinize yönelin!" demesi konusunda:

“Allah, esenlik yurduna çağırır ve dilediğini doğru yola iletir" buyurmuştur. "Allahım! İnfak edene infak ettiğini telafi et! Vermeyip elinde tutanın da malını telef et" demeleri konusunda da:

“Bürüyüp örttüğü zaman geceye, açılıp ağardığı vakit gündüze, erkeği ve dişiyi yaratana yemin ederim ki işleriniz başka başkadır. Elinde bulunandan verenin, Allah'a karşı gelmekten sakınanın, en güzel söz olan Allah'ın birliğini doğrulayanın işlerini kolaylaştırırız. Ama, cimrilik eden, kendini Allah'tan müstağni sayan, en güzel sözü yalanlayan kimsenin güçlüğe uğramasını kolaylaştırırız" buyurmuştur.

İbn Cerîr, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Defâ'Z'de Saîd b. Ebî Hilâl'den bildirir: Ebû Câfer Muhammed b. Ali:

“Allah, esenlik yurduna çağırır ve dilediğini doğru yola iletir" âyetini okudu, ve şöyle dedi: Câbir bana şöyle anlattı: Bir gün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yânımıza çıktı ve şöyle buyurdu:

“Rüyamda Cebrail'in başucumda, Mikâil'in de ayaklarımın yanında durduğunu gördüm. Biri diğerine: «Ona bir örnek ver» deyince, o da şöyle dedi: «Dinle, kulağın daim duysun. Anla, kalbin daim anlasın! Ümmetine karşı durumun kendine bir yurt edinen kral gibidir. Bu kral edindiği bu yurtta bir ev inşa ettikten sonra bir ziyafet verir. Elçisini de gönderip insanları ziyafete davet eder. İnsanlardan kimisi elçinin bu davetine icabet ederken kimisi daveti kabul etmez. Burada kral Yüce Allah, edindiği yurt ise İslam, yurtta inşa ettiği ev ise Cennettir. Sen de ey Muhammed gönderdiği o elçisin. Sana icabet edenler İslam'a girer. İslam'a girenler de Cennete girer ve içindekilerden yerler.»"

İbn Merdûye, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Peygamberimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) karşılaştığımızda birlikte bilmediğimiz bir yere gittik. Orada Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) başını dizimin üzerine koydu. O esnada uzun beyaz giysileri olan birkaç kişi geldi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) de uykusu gelmişti. "Ey Abdullah!" diye seslendiklerinde onlardan ürktüm. Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) kastederek bana:

“Bu kula pek çok hayırlar ihsan edilmiştir. Zira gözleri uykudayken kalp gözleri daim açıktır" dediler. Sonra birbirlerine:

“Şuna bir örnek verelim" demeye başladılar. İçlerinden bazıları:

“O zaman siz ona örneği verin biz yorumunu yapalım veya örneği biz verelim yorumunu ona siz yapın" deyince, diğerleri:

“Bu, sağlam bir ev inşa ettikten sonra ziyafet veren ve birini gönderip insanları bu ziyafetine davet eden, davete icabet etmeyen kişiyi de ağır bir şekilde cezalandıran efendi gibidir" örneğini verdiler. Bu örneği de diğerleri:

“Burada efendi Alemlerin Rabbidir. İnşa ettiği ev ise İslam dinidir. Ziyafet Cennet, insanları davet için gönderdiği kişi de bu dizinde olan kişidir. Ona icabet eden Cennete girer. Davetine icabet etmeyenleri de ağır bir şekilde cezalandırır" şeklinde yorumladılar. Bu esnada Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) uyandı ve bana:

“Ey Ümmü Abd'in oğlu! Ne gördün?" diye sordu. "Ona:

“Şöyle şöyle gördüm" deyip gördüklerimi anlattığımda:

“Söyledikleri şeylerden bana aktarmadığın bir şey kaldı mı?" diye sordu. Sonra da:

“Bunlar meleklerden bir gruptu" buyurdu.

İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Efendinin biri bir ev inşa ettikten sonra ziyafet verdi. İnsanları ziyafete davet için de birini gönderdi. Davete icabet edenler eve girip yemekten yedi ve efendinin rızasını kazandı. Burada efendi Allah'tır. Ev İslam, ziyafet de Cennettir. İnsanları ziyafete davet eden de Muhammed'dir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Her gece biri: «Ey hayır arayan kişi hayra koş! Ey kötülük peşinden koşan kişi, bundan uzak dur!» diye seslenir" dedi. Adamın biri Hasan'a:

“Bu dediğini Kur'ân'da da buluyor musun?" diye sorunca, Hasan şu karşılığı verdi:

“Evet! «Allah, esenlik yurduna çağırır...» âyetidir."

Ahmed, Zühd'de, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“Allah, esenlik yurduna çağırır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bize bildirilene göre Tevrat'ta:

“Ey hayır arayan kişi hayra koş! Ey kötülük peşinden koşan kişi, bundan uzak dur!" dîye yazılıdır.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Allah, esenlik yurduna çağırır..." âyetini okuduğu zaman:

“Rabbimiz! Geldim ve emrindeyim!" derdi.

26

"İyi davrananlara; daima daha iyisi ve ziyadesi verilin Onların yüzlerine ne bir karalık, ne de zillet bulaşır. İşte onlar cennetliklerdir, orada temelli kalırlar"

Tayâlisî, Hennâd, Ahmed, Müslim, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Ebu'ş-Şeyh, Dârakutnî, Rü'ye'de, İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Esmâu ve's-Sifât'ta Suheyb'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İyi davrananlara; daima daha iyisi ve ziyadesi verilir..." âyetini okudu ve şöyle buyurdu:

“Cennetlikler Cennete; Cehennemlikler de Cehenneme girdikten sonra bir münadi: «Ey Cennet ahalisi! Yüce Allah'ın sizlere bir sözü vardı ve şimdi onu yerine getirmek istiyor» diye seslenir. Cennettekiler: «Nedir o? Mizan'da amellerimizi ağır kılmadı mı? Yüzümüzü ak çıkarıp Cehennem ateşinden uzaklaştırmadı mı?» dediklerinde; bu münadi perdeyi aralar ve Yüce Allah'a bakarlar. Vallahi Allah Cennettekilere kendisine bakmaktan daha sevimli ve daha fazla huzur veren bir şey vermiş değildir.

Dârakutnî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Suheyb bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ayette bahsedilen ziyadeden kasıt, Yüce Allah'ın yüzüne bakmaktır" buyurmuştur.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Dârakutnî, Rü'ye'de ve İbn Merdûye'nin Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet gününde Yüce Allah bir münadi gönderir ve bu münadi herkesin duyabileceği yüksek bir sesle: «Ey Cennet ahalisi! Yüce Allah sizlere daha iyisini ve ziyadesini vaad etmişti. Daha iyisi Cennettir. Ziyadesi de Rahmân'ın yüzüne bakmaktır» diye seslenir. "

İbn Cerîr, İbn Merdûye, Lâlakâî, Sünne'de ve Beyhakî, Rü'ye'de Ka'b b. Ucre'den bildirir:

“İyi davrananlara; daima daha iyisi ve ziyadesi verilir..." âyeti hakkında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ziyadeden kasıt; Rahmân'ın yüzüne bakmaktır" buyurmuştur.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Dârakutnî, İbn Merdûye, Lâlakâî ve Beyhakî, Rü'ye'de Ubey b. Ka'b'dan bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), "İyi davrananlara; daima daha iyisi ve ziyadesi verilir..." âyetini sorduğumda:

"İyi davrananlar tevhîd ahalisidir. Daha iyi olan Cennettir, ziyadesi ise Yüce Allah'ın yüzüne bakmaktır" karşılığını verdi.

İbn Merdûye, İbn Ömer'den bildirir:

“İyi davrananlara; daima daha iyisi ve ziyadesi verilir..." âyeti hakkında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İyi davrananlar Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet edenlerdir. Daha iyi olan Cennettir, ziyadesi ise Yüce Allah'ın yüzüne bakmaktır" buyurmuştur.

Ebu'ş-Şeyh, Dârakutnî, Rü'ye'de, İbn Mende, er-Reddu Ala'l-Cehmiyye'de, İbn Merdûye, Lâlakâî, Hatîb ve İbnu'n-Neccâr, Enes'ten bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), "İyi davrananlara; daima daha iyisi ve ziyadesi verilir..." âyeti sorulunca şöyle buyurdu:

“Dünyada iken iyi amellerde bulunanlara Cennette daha iyisi vardır. Ziyadesi de Yüce Allah'ın kerîm olan yüzüne bakmaktır. "

İbn Merdûye başka bir kanalla Enes'ten bildirir:

“İyi davrananlara; daima daha iyisi ve ziyadesi verilir..." âyeti konusunda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Rablerine keyfiyeti, sının ve mahiyeti belli olmayan bir şekilde bakarlar". buyurmuştur.

Ebu'ş-Şeyh'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Deniz sahilinde gösteriş ve nam salma niyeti taşımadan yüksek sesle tekbir getiren kişiye Yüce Allah büyük rızasını ihsan eder. Yüce Allah da birine büyük rızasını ihsan etiği zaman kıyamet gününde huzurunda onu Muhammed ve İbrahim'le bir araya getirir. Bulutsuz, açık bir günde insanların güneşi veya ayı görmeleri gibi onlar da birlikte Rabblerine bakarlar. «İyi davrananlara; daima daha iyisi ve ziyadesi verilir., i» âyet inde kastedilen de budur. Burada daha iyi olan «La ilahe illallah»tır. Ziyadesi de Cennet ile Rabbe bakmaktır."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbn Huzeyme, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh, Dârakutnî, İbn Mende, er-Reddu Ala'l-Cehmiyye'de, İbn Merdûye, Lâlakâî, Âcurrî, Rü'ye'de, Beyhakî, Rü'ye'de ve Hatîb'in bildirdiğine göre Ebû Bekr es- Sıddîk:

“İyi davrananlara; daima daha iyisi ve ziyadesi verilir..." âyetini açıklarken:

“Burada daha iyi olan Cennettir. Ziyadesi de Yüce Allah'ın yüzüne bakmaktır" demiştir.

İbn Merdûye'nin Hâris vasıtasıyla bildirdiğine göre Hazret-i Ali:

“İyi davrananlara; daima daha iyisi ve ziyadesi verilir..." âyetini açıklarken:

“Burada daha iyi olan Cennettir. Ziyadesi de Yüce Allah'ın yüzüne bakmaktır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh, Dârakutnî, İbn Huzeyme, Lâlakâî, Âcurrî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Huzeyfe bu âyeti açıklarken:

“Âyette bahsedilen ziyadeden kasıt, Yüce Allah'ın yüzüne bakmaktır" demiştir.

Hennâd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Dârakutnî, Lâlakâî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Mûsa el-Eş'arî bu âyeti açıklarken:

“Burada daha iyi olan Cennettir. Ziyadesi de Rablerinin yüzüne bakmaktır" demiştir.

İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Esmâu ves'-Sifât'de İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“İyi davrananlara; daima daha iyisi ve ziyadesi verilir..." âyetini açıklarken:

“Burada iyi davrananlar Lâ ilâhe ilallah diyenlerdir. Daha iyi olan Cennettir. Ziyadesi de Yüce Allah'ın kerîm olan yüzüne bakmaktır" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“İyi davrananlara; daima daha iyisi... verilir..." âyetini açıklarken:

“Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet edenlere daha iyisi olan Cennet vardır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Lâlakâî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Daha iyi olan Cennettir. Ziyadesi ise Yüce Allah'ın yüzüne bakmaktır. «Ketr» ifadesi ise siyahlık, karalık anlamındadır."

Sa'id b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, Rü'ye'de Hakem b. Uteybe'den bildirdiğine göre Hazret-i Ali bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Âyette bahsedilen ziyadeden kasıt, Cennette dört kapısı olan inciden bir odadır. Tek bir inciden yapıldığı için odası dört kapısıyla birlikte tek bir parçadır."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“İyi davrananlara; daima daha iyisi ve ziyadesi verilir..." âyetini açıklarken:

“Allah'ta başka ilah olmadığına şehadet edene Cennet ve ziyadesi olan Yüce Allah'ın yüzüne bakmak vardır" demiştir.

İbn Cerîr ve Dârakutnî'nin bildirdiğine göre Abdurrahman b. Ebî Leylâ:

“İyi davrananlara; daima daha iyisi ve ziyadesi verilir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Cennetlik olanlar Cennete girdiği zaman orada istedikleri her türlü şey kendilerine verilir. Sonra kendilerine:

“Hakettiğiniz halde ve henüz size verilmeyen tek bir şey kaldı" denilir. Sonrasında Yücğ Allah kendilerine tecelli edince daha önce verilen her türlü şeyi değersiz görmeye başlarlar. İşte âyette zikredilen daha iyisinden kasıt, Cennettir. Ziyadesi de Rablerine bakmalarıdır."

İbn Cerîr ve Dârakutnî'nin bildirdiğine göre Âmir b. Sa'd el-Becelî:

“İyi davrananlara; daima daha iyisi ve ziyadesi verilir..." âyetini açıklarken:

“Daha iyisi ve ziyadesinden kasıt Yüce Allah'ın yüzüne bakmaktır" demiştir.

Dârakutnî'nin bildirdiğine göre Süddî:

“İyi davrananlara; daima daha iyisi ve ziyadesi verilir..." âyetini açıklarken:

“Daha iyisinden kasıt Cennettir. Ziyadesi de Rabbin yüzüne bakmaktır" demiştir.

Dârakutnî'nin bildirdiğine göre Dahhâk:

“Âyette zikredilen ziyadeden kasıt, Yüce Allah'ın yüzüne bakmaktır" demiştir.

İbn Cerîr ve Dârakutnî'nin bildirdiğine göre Ebû İshâk es-Sebîî:

“İyi davrananlara; daima daha iyisi ve ziyadesi verilir..." âyetini açıklarken:

“Daha iyisinden kasıt Cennettir. Ziyadesi de Rahmân'ın yüzüne bakmaktır" demiştir.

İbn Cerîr ve Dârakutnî, Katâde'den bildirir: Kıyamet gününde bir münadi:

“Yüce Allah sizlere daha iyisini vaat etti ki o Cennettir. Ziyadesi ise Rahmân'ın yüzüne bakmaktır" diye seslenir. Sonrasında Yüce Allah onlara tecelli eder ve ona bakarlar.

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildirir:

“İyi davrananlara; daima daha iyisi ve ziyadesi verilir..." âyeti, "...Katımızda daha fazlası da vardır" âyeti gibidir. Biz amellerinin mükafatını veririz, hatta daha fazlasını ihsan ederiz, anlamındadır. Yüce Allah bu konuda yine:

“Kim bir iyilik yaparsa, ona on katı vardır..." buyurur.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken:

“İyi davrananlara benzeri bir iyilikle karşılık verilir. Bunun yanında Yüce Allah'ın bağışlaması ve rızası ihsan edilir" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Alkame b. Kays bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Âyette bahsedilen ziyade, yapılan iyiliğe on katıyla karşılık vermektir. Zira Yüce Allah:

“Kim bir iyilik yaparsa, ona on katı vardır.. ." buyurur.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti açıklarken:

“Âyette bahsedilen ziyade, yapılan iyiliğe ondan yedi yüze kadar katıyla karşılık verilmesidir" demiştir.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken:

“Âyette zikredilen ziyadeden kasıt, Yüce Allah'ın dünyada iken kendilerine verdiklerden dolayı onları âhirette hesaba çekmemesidir" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Rü'ye'de Süfyân'dan bildirir:

“Kur'ân'ın açıklamasında herhangi bir çelişki ve ihtilaf olmaz. Ancak özlü sözler olduğu için bazen bir ifadeyle birçok şey kastedilmiş olur."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: %" âyetini açıklarken:

“Onların yüzlerine karalık bulaşmaz, yüzleri kara çıkmaz" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Atâ bu âyeti açıklarken:

“Âyette geçen «Ketr» ifadesi yüz karalığı anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:âyetini açıklarken:

“Mahcup olup yüzleri kara çıkmaz" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Suheyb'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“...Onların yüzlerine ne bir karalık, ne de zillet bulaşır..." âyeti hakkında:

“Yüce Allah'a baktıktan sonra artık ne yüzleri kara çıkar; ne de zillete düşerler" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Dârakutnî'nin bildirdiğine göre Abdurrahman b. Ebî Leylâ:

“...Onların yüzlerine ne bir karalık, ne de zillet bulaşır..." âyetini açıklarken:

“Rablerine baktıktan sonra artık ne yüzleri kara çıkar, ne de zillete düşerler" demiştir.

27

"Kötü işler yapmış olanlara gelince, bir kötülüğün cezası misliyledir ve onları bir zillet kaplayacaktır. Onları Allah'tan koruyacak hiçbir kimse de yoktur. Sanki yüzleri, karanlık geceden parçalarla örtülmüştür. İşte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır"

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî:

“Kötü işler yapmış olanlara gelince, bir kötülüğün cezası misliyledir ve onları bir zillet kaplayacaktır... Sanki yüzleri, karanlık geceden parçalarla örtülmüştür..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Büyük günah işleyenlerin cezası, Cehennem ateşi olarak verilecek ve zillet içinde kalacaklardır. Yüzleri de kapkara olacaktır. Ancak bu âyeti Bakara Sûresi'ndeki:

“Evet, kötülük işleyip suçu benliğini kaplamış (ve böylece şirke düşmüş) olan kimseler var ya, işte onlar cehennemliklerdir..." âyeti neshetmiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Onları bir zillet kaplayacaktır..." âyetini açıklarken:

“Onları büyük bir utanç ve sıkıntı kaplayacaktır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini:

“Onları Allah'tan koruyacak hiç kimse yoktur" şeklinde açıklamıştır.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini:

“Allah'a karşı onlara yardım edecek hiç kimse yoktur. Yüzleri de karanlık gecelerden bir parçaya bürünmüş gibidir" şeklinde açıklamıştır.

28

Bkz. Ayet:30

29

Bkz. Ayet:30

30

"Onların hepsini bir gûn toplarız, sonra ortak koşanlara, «Siz ve ortaklarınız yerlerinize!» deyip onları birbirlerinden ayırırız. Ortakları ise: «Bize tapmıyordunuz ki. Allah, sizinle bizim aramızda şahit olarak yeter. Sizin tapınmanızdan bizim haberimiz yoktu» derler. İşte orada herkes geçmişte yaptığını bulacak. Ve gerçek mevlaları olan Allah'a döndürülecekler. İftira edip uydurdukları şeyler de kendilerinden büsbütün uzaklaşıp gidecek"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken:

“Burada haşr'dan kasıt ölümdür" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) âyetini:

“Onları birbirlerinden ayırırız" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'den bildirir: Kıyamet gününde yumuşak davranılan bir zaman olur ki böylesi bir zamanda müşrikler, tevhid ahalisinin bağışlanmalarını görürler ve:

“...Rabbimiz Allah'a and olsun ki biz ortak koşanlar değildik" demeye başlarlar. Yüce Allah da:

“Kendilerine karşı nasıl yalan söylediklerine bak; uydurdukları şeyler de onlardan uzaklaştı" karşılığını verir. Daha sonrasında ise sertliğin olduğu bir zaman gelir ve böylesi bir zamanda müşriklerin Allah'ı bırakıp taptıkları ilahlar karşılarına dikilir. Yüce Allah, müşriklere:

“Allah'ı bırakıp da taptıklarınız bunlar mıydı?" dîye sorunca,, müşrikler:

“Evet! Taptıklarımız bunlardı" karşılığını verirler. Ancak o ilahlar:

“Vallahi bizler ne duyar, ne görür, ne de aklederdik. Sizin bize taptığınızı da bilmiyorduk" deyince, müşrikler:

“Hayır! Vallahi biz sizlere tapıyorduk" karşılığını verirler. Bunun üzerine taptıkları bu ilahlar:

“Allah, sizinle bizim aramızda şahit olarak yeter. Sizin tapınmanızdan bizim haberimiz yoktu" derler.

İbn Merdûye'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kıyamet gününde müşriklerin Allah'ı bırakıp da taptıkları şeylere bir suret verilip karşılarına çıkartılır. Müşrikler de Cehenneme kadar bunların peşinden giderler" buyurdu ve:

“İşte orada herkes geçmişte yaptığını bulacak.." âyetini okudu.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuş ve:

“İşte orada herkes geçmişte yaptığının peşinden gider" şeklinde açıklamıştır.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuş ve:

“İşte orada herkes geçmişte yaptığının peşinden gider" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken:

“Orada herkes geçmişte yaptıklarından dolayı imtihan verir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini açıklarken:

“Orada herkes geçmişte yaptıklarından dolayı imtihan verir" demiştir.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) âyetini açıklarken:

“Orada herkes geçmişte yaptıklarından dolayı imtihan verir" demiştir. " âyetini açıklarken de:

“Allah'ın yanında iftira edip uydurdukları şeyler de kendilerinden uzaklaşır" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh, Süddî'den bildirir:

“...Gerçek mevlaları olan Allah'a döndürülecekler..." âyetini, "Çünkü Allah inananların mevlasıdır. Kafirlerin ise mevlası yoktur" âyeti neshetmiştir.

31

(Resûlüm) de ki:

“Size gökten ve yerden kim rızk veriyor? O kulaklara ve gözlere (onların idrakine) kim mâlik bulunuyor? Ölüden diriyi, diriden de ölüyü kim çıkarıyor? Bütün işleri kim idâre ediyor? “ Hemen diyecekler ki “Allah” De ki:

“ O hâlde Allah’dan sakınmaz mısınız? “

32

"İşte o Allah sizin gerçek Rabbinizdir. Haktan sonra sapıklıktan başka ne vardır? O halde haktan nasıl çevriliyorsunuz?"

İbn Ebî Hâtim, Harmele b. Abdilazîz'den bildirir: Mâlik b. Enes'e:

“Beni altından kalkamayacağım bir işle yükümlü tutan kişi hakkında ne dersin?" diye sorduğumda şu karşılığı verdi:

“Böylesi bir şey hak olan bir şey değildir. Zira Yüce Allah: «...Haktan sonra sapıklıktan başka ne vardır?» buyurur."

İbn Ebî Hâtim, Eşheb'den bildirir: Mâlik'e satranç ve tavla oynayan kişinin şahitliği konusu sorulunca şu karşılığı verdi:

“Şayet devamlı olarak oynuyorsa şahitliğinin de uzun süre geçerli sayılacağını düşünmüyorum. Yüce Allah:

“...Haktan sonra sapıklıktan başka ne vardır?" buyurur. Bütün bu oyunlar da sapıklıktan sayılır."

Ebu'ş-Şeyh, Hemmâm b. Müslim'den bildirir: Mâlik'e:

“Santranç oyunu meşru bir oyun mudur?" diye sorulunca:

“Hayır, değildir" dedi ve:

“...Haktan sonra sapıklıktan başka ne vardır?" âyetini okudu.

33

"Rabbînin yoldan çıkanlar hakkındaki, «Onlar artık imana gelmezler» sözü, işte böylece gerçekleşmiştir"

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Rabbinin yoldan çıkanlar hakkındaki, «Onlar artık imana gelmezler» sözü, işte böylece gerçekleşmiştir" âyetini açıklarken:

“Yüce Allah'ın daha önce söylemiş olduğu bu-söz bu şekilde gerçekleşip ortaya çıktı" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini:

“Bu şekilde gerçekleşmiş oldu" şeklinde açıklamıştır.

34

De ki:

“Allah’a eş tuttuğunuz ortaklarınızdan (putlarınızdan) halkı ilkin yaratacak, onları öldürdükten sonra yine diriltecek var mı? “ (Susan müşriklere cevaben)de ki:

“ Allah, ilkin halkı yaratır; öldürdükten sonra da yine o diriltir. Artık doğru yoldan nasıl çevriliyorsunuz?”

35

"De ki: «Allah'a koştuğunuz ortaklarınızdan hakka iletecek olan bir kimse var mı?» De kî: «Hakka Allah iletir.» Öyle ise, hakka ileten mi uyulmaya daha lâyıktır, yoksa iletilmedikçe doğru yolu bulamayan kimse mi? Ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz?"

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti: (=Yoksa iletilmedikçe doğru yolu bulamayan mı) lafzıyla okumuş ve şöyle demiştir:

“Bunlar müşriklerin taptıkları putlardır. Onları ve dilediği başka kişileri doğru yola iletecek olan da Allah'tır."

36

Kâfirlerin çoğu, sırf kuru bir zan ardında gider. Fakat zan, gerçekten hiç bir şey ifade etmez. Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını tamamen bilmektedir.

37

Bu KUR’ÂN Allah’ındır, ondan başkasına nisbet edilemez. Ancak o, önündekini (daha önce inidirlen kitabları) tasdik edici ve kitabın hükümlerini açıklayıcı âlemlerin Rabbinden indirilmiştir; bunda hiç şüphe yoktur.

38

Yoksa KUR’ÂN’ı, Peygamber mi uydurdu diyorlar? Resûlüm, de ki:

“ O hâlde, iddianızda sâdık kimselerseniz, O’nun gibi bir sûre yapın, getirin ve Allah’dan başka gücünüzün yettiği (edîb, beliğ) kim varsa onları da yardıma çağırın.”

39

Hayır, o kâfirler, ilmini kavrayamadıkları Kur’ân’ı yalanladılar ve kendilerine, hakikat ve inceliği hakkında bir anlayış da gelmedi. Onlardan önce gelen ümmetler de Peygamberlerini, işte böyle yalanlamışlardı. Amma bak, zâlimlerin âkibeti nasıl oldu!...

40

Kâfirlerden Kur’ân’a inanacak da var, îman etmiyecek de var. Rabbin müfsidleri çok iyi bilendir.

41

"Eğer onlar seni yalanlarlarsa, de ki: «Benîm işim bana aittir; sizin işiniz de size. Siz benim yaptığımdan uzaksınız; ben de sîzin yapmakta olduğunuz şeylerden uzağım.»"

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“Eğer onlar seni yalanlarlarsa, de ki:

“Benim işim bana aittir; sizin işiniz de size. Siz benim yaptığımdan uzaksınız; ben de sizin yapmakta olduğunuz şeylerden uzağım" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) Önce bunu emretmiş ancak daha sonra neshederek onlarla cihadı emretmiştir."

42

İçlerinden seni, (okuduğun Kur’ân’ı ve hükümlerini) dinlemeğe gelenler de var. Fakat, akılları da yokken sağırlara sen mi duyuracaksın?

43

İçlerinden sana bakanlar (Peygamberliğine delâlet eden mûcizeleri gördükleri hâlde îman etmiyenler) de var. Fakat anlayış gözleri de yokken körlere sen mi hidâyet edeceksin?

44

"Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez; fakat insanlar kendilerine zulmederler"

Ebu'ş-Şeyh, Mekhûl'den bildirir:

“Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez; fakat insanlar kendilerine zulmederler" âyeti hakkında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Yüce Allah: «Ey kullarım! Ben zulmü kendime haram kıldım. Onu aranızda da haram kıldım. Onun için birbirinize zulmetmeyin» buyurdu."

45

"Onları yeniden diriltip hepsini bir araya toplayacağı gun, sanki gündüzün bir saatinden başka kalmamışlar gibi, aralarında tanışırlar. Allah'a kavuşmayı yalan sayanlar, ziyana uğramış ve doğru yolu bulamamışlardır"

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Aralarında tanışırlar..." âyetini açıklarken:

“Kişi tanıdığı birini yanı başında görür, ancak onunla konuşamaz" demiştir.

46

Bkz. Ayet:47

47

"Onları tehdit ettiğimiz şeylerin bîr kısmını sana göstersek de seni vefat ettirsek de sonunda onların dönüşü bizedir. Sonra, Allah onların yapmakta olduklarına da şahittir. Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygamberleri geldiği zaman, aralarında adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Onları tehdit ettiğimiz şeylerin bir kısmını sana göstersek de seni vefat ettirsek de sonunda onların dönüşü bizedir..." âyetini açıklarken:

“Onları tehdit ettiğimiz azabın bir kısmını sen henüz hayattayken gösteririz ya da göstermeden canını alırız ve âhirette sana gösteririz. Zira nihayetinde bize döneceklerdir" demiştir. "Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygamberleri geldiği zaman..." âyetini açıklarken de:

“Kıyamet gününde peygamberleri geldiği zaman, anlamındadır" demiştir.

48

Kâfirler, alay yollu şöyle derler:

“Eğer sadık kimselerseniz, bu azabın veya kıyâmetin vâdi ne zaman?”

49

(Ey Resûlüm), de ki:

“ Ben kendi kendime, Allah’ın dilediğinden başka, ne bir menfaate, ne de bir zarara sahip olamam.” Her ümmetin helâki için muayyen bir vakit (ecel) vardır. Artık bu ecel geldiği vakit, bir an geri de kalamazlar, ileride gidemezler.

50

De ki:

“ Bana haber verin: Allah’ın azabı, geceleyin yatarken veya gündüzün meşguliyetinde size gelip çatarsa (ne yaparsınız?) artık onu, günahkârların acele olarak istemelerine sebep nedir?

51

Bu azap vâkı olduktan sonra mı Allah’a îman edeceksiniz? O vakit size:

“Şimdi mi îman ediyorsunuz?” denecek. Hâlbuki siz alay ederek, bu azabın acele gelmesini isteyip duruyordunuz.

52

Sonra o zulmedenlere:

“ Ebedî azabı tadın” denilecek. Vaktiyle kazandığınızdan başka bir sebeple cezalandırılacak değilsiniz.

53

“O azap, bir gerçek mi?” diye senden sorarlar. De ki:

“ Evet, Rabbime yemin ederim ki, O, muhakkak bir gerçektir. Siz bundan yakayı kurtaramazsınız.”

54

Küfre varmakla zulmeden her nefis, eğer bütün yeryüzündekine sahip olsaydı, azabı gördükleri vakit, hepsi pişmanlığı açığa vurarak kendini kurtarmak için onu mahakkak feda ederdi. Fakat kendilerine zulüm yapılmaksızın, aralarında adaletle (günahları kadar azabla) hüküm verilmesi takdir edilmiştir.

55

Biliniz ki, göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah’ındır. Biliniz ki, Gerçekten Allah,’ın vâdi haktır; fakat kâfirlerin çoğu bunu bilmezler.

56

Allah hem diriltir, hem öldürür. Hep döndürülüp ona götürüleceksiniz.

57

"Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt ve kalplerde olana şifa, inananlara doğruyu gösteren bir rehber ve rahmet gelmiştir"

Taberânî ve Ebu'ş-Şeyh, Ebu'l-Ahvas'tan bildirir: Adamın biri Abdullah b. Mes'ûd'a gelip:

“Kardeşim midesinden rahatsızlandı ve tedavi olarak ona içki tavsiye ettiler" deyince, Abdullah:

“Sübhanallah! Yüce Allah şifayı pis olan bir şeyde kılmaz. Şifa da iki şeydedir. Biri bal biri de Kur'ân'dır. Bunlar hem kalplerde olana, hem de insanlara şifadır" karşılığını verdi.

Ebu'ş-Şeyh, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir:

“Yüce Allah Kur'ân'ı hastalıklarınız için değil kalpleriniz için şifa kılmıştır."

İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

“Göğsümden rahatsızım" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O zaman Kur'ân oku! Zira Yüce Allah, Kur'ân için: «...Kalplerde olana şifa...» buyurur" karşılığını verdi.

Beyhakî, Şuab'da, Vâsile b. el-Eska'dan bildirir: Boğazından şikayette bulunan bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kur'ân oku" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim, İbn Mes'ûd'dan bildirir:

“Kur'ân kalplerde olana şifadır. Bal ise her türlü hastalığa karşı şifadır."

Beyhakî, Talha b. Musarrif'ten bildirir:

“Hastanın yanında Kur'ân okunduğu zaman bir rahatlık hissedeceği söylenirdi. Bir defasında hasta olan Hayseme'nin yanında girdim. "Seni iyi görüyorum" dediğimde:

“Yanımda Kur'ân okundu" karşılığını verdi.

58

"De ki: «Bunlar, Allah'ın bol nimeti ve rahmetiyledir.» Buna sevinsinler. O, onların topladıklarından daha hayırlıdır."

Ebû Ubeyd, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Enbârî, Mesâhifde, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye, Ebû Nuaym, Hilye'Ğe ve Beyhakî, Şuab'da değişik kanallarla Ubey b. Ka'b'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, Kur'ân'ı sana okumamı emretti" buyurunca:

“Sana benim adımı mı söyledi?" diye sordum. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet!" karşılığı verdi.

Ravi der ki: Ubey'ye:

“Buna sevindin mi?" diye sorulunca şöyle dedi:

“Neden sevinmeyeyim? Yüce Allah:

“(=De ki:

“Bunlar, Allah'ın bol nimeti ve rahmetiyledir. Buna sevinin. O, sizlerin topladıklarından daha hayırlıdır)" buyurur."

Tayâlisî, Ebû Dâvud, Hâkim ve İbn Merdûye, Ubey'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti bana: (=Buna sevinin) şeklinde okudu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ubey bu âyeti: (Buna sevinin. O, sizlerin topladıklarından daha hayırlıdır)" lafzıyla okumuştur.

İbn Ebî Ömer el-Adenî, Taberânî ve İbn Merdûye, İbn Ömer'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: (Buna sevinin) şeklinde okurdu.

Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Enes'ten bildirir:

“De ki: Bunlar, Allah'ın bol nimeti ve rahmetiyledir..." âyeti hakkında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'ın bol nimeti Kur'ân'dır. Rahmeti ise sizleri Kur'ân ehlinden kılmasıdır" buyurmuştur.

Taberânî, M.el-Evsat'ta bildirdiğine göre Berâ:

“De ki: Bunlar, Allah'ın bol nimeti ve rahmetiyledir..." âyetini açıklarken:

“Allah'ın bol nimeti Kur'ân'dır. Rahmeti ise sizleri Kur'ân ehlinden kılmasıdır" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, Şuab'da bildirdiğine göre Ebû Şşîd el-Hudrî:

“De ki: Bunlar, Allah'ın bol nimeti ve rahmetiyledir..." âyetini açıklarken:

“Allah'ın bol nimeti Kur'ân'dır. Rahmeti ise sizleri Kur'ân ehlinden kılmasıdır" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“De ki: Bunlar, Allah'ın bol nimeti ve rahmetiyledir..." âyetini açıklarken:

“Allah'ın nimeti ve rahmeti Kur'ân ile İslam'dır" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“De ki: Bunlar, Allah'ın bol nimeti ve rahmetiyledir..." âyetini açıklarken:

“Allah'ın nimeti İslam'dır. Rahmeti ise Kur'ân'dır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken:

“Allah'ın nimeti Kur'ân'dır. Rahmeti ise Müslümanları Kur'ân ehli kılmasıdır" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Yüce Allah'ın nimeti ilimdir. Rahmeti ise Muhammed'dir. Yüce Allah:

“Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Sâlim:

“De ki: Bunlar, Allah'ın bol nimeti ve rahmetiyledir..." âyetini açıklarken:

“Allah'ın nimeti ve rahmeti İslam ile Kur'ân'dır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“De ki: Bunlar, Allah'ın bol nimeti ve rahmetiyledir..." âyetini açıklarken:

“Bu nimet ile rahmet Kur'ân'dır" demiştir.

İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem bu âyeti açıklarken:

“Allah'ın nimeti Kur'ân, rahmeti ise İslam'dır" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Dahhâk bu âyeti açıklarken:

“Allah'ın nimeti Kur'ân, rahmeti ise İslam'dır" demiştir.

İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hilâl b. Yesâf:

“De ki: Bunlar, Allah'ın bol nimeti ve rahmetiyledir..." âyetini açıklarken:

“Bunlar, sizi hidayete erdirdiği İslam ve öğrettiği Kur'ân iledir" demiştir.

İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hilâl b. Yisâf:

“De ki: Bunlar, Allah'ın bol nimeti ve rahmetiyledir..." âyetini açıklarken:

“Allah'ın nimeti İslam, rahmeti ise Kur'ân'dır" demiştir.

İbn Cerîr, Hasan ile Katâde'den yorumun aynısını bildirir.

Hatîb ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“De ki: Bunlar, Allah'ın bol nimeti ve rahmetiyledir..." âyetini açıklarken:

“Allah'ın nimeti Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), rahmeti ise Ali b. Ebî Tâlib'tir" demiştir.

Ebu'l-Kâsım b. Bişrân, Âmâl'de Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah'ın hidayet verip Müslüman kıldığı ve Kur'ân'ı öğrettiği kişi hâlâ fakirlikten yana şikayette bulunuyorsa Allah, huzuruna çıkana kadar fakirliği alnına yazar. Yüce Allah: «De ki:

“Bunlar, Allah'ın bol nimeti ve rahmetiyledir." Buna sevinsinler. O, onların topladıklarından daha hayırlıdır» buyurur ki bu toplananlardan kasıt dünya mallarıdır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b bu âyeti açıklarken:

“Hayırlı bir şey yapıp da bunun için Allah'a hamdettiği zaman buna sevinmelisin. Zira bu durum dünyalık olarak topladıklarınızdan daha hayırlıdır."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...O, onların topladıklarından daha hayırlıdır" âyetini açıklarken:

“Bu toplananlar mal, ekin ve hayvan gibi şeylerdir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Taberânî, Eyfa' el-Kelâî'den bildirin Irak'tan toplanan haraç Ömer b. el-Hattâb'a ulaştığı zaman, Ömer bir azatlısıyla birlikte çıkıp haraç olarak gelen develeri saymaya başladı. Beklenenden daha fazla çıkınca da Ömer:

“Allah'a hamdolsun!" dedi. Azatlısı:

“Bunlar Allah'ın böl nimeti ve rahmetiyledir" deyince, Ömer:

“Yanılıyorsun! "Bunlar, Allah'ın bol nimeti ve rahmetiyledir. Buna sevinsinler. O, onların topladıklarından daha hayırlıdır" âyetinde kastedilen senin bu dediğin değildir!" karşılığını verdi.

59

"De ki: «Allah'ın size indirdiği; sizin de, bir kısmını helâl, bir kısmını haram kıldığınız rızıklar hakkında ne dersiniz?» De ki: «Bunun için Allah mı size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?»"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“De ki:

“Allah'ın size indirdiği; sizin de, bir kısmını helâl, bir kısmını haram kıldığınız rızıklar hakkında ne dersiniz?" âyetini açıklarken:

“Bunlar ekin ve hayvanlarda dilediklerini helal, dilediklerini de haram sayan müşriklerdir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Hâkim, Beyhakî ve İbn Asâkir, Ebû Useyd el-Ensârî'nin azatlısı Ebû Saîd'den bildirir: Mısır'dan bir heyet halife Osmân'ın yanına geldi ve:

“Mushafı getir ve Yedinci'yi oku" dedi. O zamanlar Yûnus Sûresi 'Yedinci' ismiyle bilinirdi. Osmân Kur'ân'ı getirtip bu sûreyi okumaya başladı. "De ki:

“Allah'ın size indirdiği; sizin de, bir kısmını helâl, bir kısmını haram kıldığınız rızıklar hakkında ne dersiniz?" âyetine ulaştığı zaman:

“Dur! Sen bazı arazileri devlet arazisine çevirdin. Bunu yapmana Allah mı izin verdi yoksa Allah'a iftira mı ediyorsun?" dediler. Osmân da şu karşılığı verdi:

“Devam edelim zira bu âyet filan konuda nazil oldu. Bu araziler konusuna gelince Ömer benden önce zekat olarak toplanan develer için öylesi bir arazi tahsis etmişti. Ben halife olduğumda zekat olarak toplanan deve sayısı artınca bu arazileri daha da genişletmek zorunda kaldım."

60

Allah’a yalan uyduranların (kendiliklerinden haram ve helâl diyenlerin) kıyâmetteki zanları nedir (azap edilmeyeceklerini mi zannediyorlar)? Şüphe yok ki Allah(akıl verip kitap indirmekle) insanlara karşı ihsan sahibidir. Fakat insanların çoğu bu nimetlere şükretmezler.

61

"Ne iş yaparsan yap ve sizler ona dair Kur'ân'dan ne okursanız okuyun; ne yaparsanız yapın; yaptıklarınıza daldığınız anda, mutlaka Biz sizi görürüz. Yerde ve gökte hiçbir zerre Rabbinden gizli değildir. Bundan daha küçüğü veya daha büyüğü şüphesiz apaçık bir kitaptadır."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini:

“Bir şeyi yaptiğınız anda" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd, Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini:

“Gizli kalmaz" şeklinde açıklamıştır.

Firyâbî ile İbn Cerîr, Mücâhid'den aynısını zikreder.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Yerde ve gökte hiçbir zerre Rabbinden gizli değildir. Bundan daha küçüğü veya daha büyüğü şüphesiz apaçık bir kitaptadır" âyetini açıklarken:

“Yerde olsun gökte olsun zerre ağırlığında olsa dahi Rabbinden hiçbir şey gizli kalmaz. Bahsedilen kitap da Allah katındaki kitaptır" demiştir.

62

"İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir"

Ahmed, Zühd'de, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Vehb'den bildirir: Havariler:

“Ey îsa! Korkmayacak ve üzülmeyecek olan Allah'ın dostları kimlerdir?" diye sorunca, Hazret-i Isa şöyle dedi:

“İnsanlar dünyayı göründüğü gibi algılarken onlar dünyanın gerçek mahiyetine vakıf olanlardır. İnsanlar dünyada ve hayatta iken elde edilecek menfaatler peşinde koşarken, onlar dünyadan sonra gelecek olana bakanlardır. Kendilerini öldürüp yok edecek olan şeyleri öldürenlerdir. Kendilerini bırakacağını bildikleri şeyleri bırakanlardır. Az bir dünyalığı bile çok görenlerdir. Dünya hakkında konuşmayı vakit öldürme olarak görenlerdir. Sevinçleri dünyadan yana çektikleri sıkıntı ve dertler kadarıyladır. Dünya nimetlerine yüz vermeyen, haksız yoldan elde edilecek dünyalıklardan uzak duranlardır. Yanlarında eskiyen dünyayı yenilemezler. İçlerinden harap olmuş dünyayı imar etmezler. Kalplerinde ölmüş dünyayı diriltmezler. Dünyayı yıkıp âhiretlerini imar ederler. Baki kalacak şeyler karşılığında dünyayı satarlar. Dünyayı reddeder ve buna sevinirler. Dünyayı satar ve bu satışlarından kazançlı çıkarlar. Dünyalıkların yok ettiği insanlara ölü gözüyle bakarlar. Hayatı anmaktan uzak durup ölümü konuşmayı severler. Yüce Allah'ı severler. Yüce Allah'ın nuruyla aydınlanır ve başkalarını aydınlatırlar. İlginç halleri vardır ve tuhaf şeyler bunlardadır. Kitap bunlarla ayakta durur. Onlar da Kitap'la ayakta durur onunla konuşurlar. Kitap onlardan bilinir ve onlar da Kitap'la bilinirler. Kendi hedeflerinden başka bir hedef, kendi amaçlarından başka bir amaç kabul etmezler. Kendi sakındıklarından başka da korkulacak bir şey görmezler."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Zeyd'den bildirir: Yüce Allah:

“İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir" buyurunca:

Rab! Bunlar kimlerdir?" diye soruldu. Yüce Allah:

“Onlar iman etmiş ve Allah'a karşı gelmekten sakınmış olanlardır" karşılığını verdi.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir" âyetini açıklarken:

“Bunlar, görüldükleri zaman Allah'ı hatırlatan kimselerdir" demiştir.

İbnu'l-Mubârek, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Diyâ, el-Muhtâre'de İbn Abbâs'tan bildirir:

“İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir" âyeti hakkında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunlar, görüldükleri zaman Allah'ı hatırlatan kimselerdir" buyurdu.

İbnu'l-Mubârek, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Saîd b. Cübeyr'den bildirir:

“İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir" âyeti hakkında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunlar, görüldükleri zaman Allah'ı hatırlatan kimselerdir" buyurdu.

İbnu'l-Mubârek, Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de, Bezzâr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Allah Resûlü'ne:

Resûlallah! Allah'ın dostları kimlerdir?" diye sorulunca:

“Görüldükleri zaman Allah'ı hatırlatan kimselerdir" buyurdu.

Ebu'ş-Şeyh, Mis'ar vasıtasıyla Sehl Ebu'l-Esed'den bildirir: Allah Resûlü'ne:

Resûlallah! Allah'ın dostları kimlerdir?" diye sorulunca:

“Görüldükleri zaman Allah'ı hatırlatan kimselerdir" buyurdu.

İbn Merdûye, Mis'ar vasıtasıyla Bükeyr b. el-Ahnes'ten, o da Sa'd'dan bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah'ın dostlarının kimler olduğu sorulunca:

“Görüldükleri zaman Allah'ı hatırlatan kimselerdir" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebu'd-Duhâ:

“İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir" âyetini açıklarken:

“Bunlar, görüldükleri zaman Allah'ı hatırlatan kimselerdir" demiştir.

Ahmed, İbn Mâce, Hakîm et-Tirmizî ve İbn Merdûye, Esmâ binti Yezîd'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“En hayırlılarınızın kimler olduğunu söyleyeyim mi?" diye sorunca, ashab:

“Söyle" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“En hayırlılarınız görüldükleri zaman Allah'ı hatırlatan kimselerdir" buyurdu.

Hâkim, İbn Ömer'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah'ın öyle kulları vardır ki bunlar peygamber ve şehit olmadıkları halde kıyamet gününde Allah'a olan yakınlıkları ve değerlerinden dolayı peygamberler ve şehitler onlara gıpta ederler" buyurdu. Bedevinin biri dizlerinin üzerine kalkıp:

Resûlallah! Bunların kim olduklarını ve özelliklerini anlatsana" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Bunlar değişik bölge ve kabilelerden olup Allah için birbirleriyle dost olan, Allah için birbirlerini seven kişilerdir. Bunlar, kıyamet gününde Yüce Allah'ın kendileri için tahsis ettiği nurdan minberler üzerinde otururlar. O günde tüm insanlar korkarken bunlar korku taşımazlar. Bunlar korkmayacak ve üzülmeyecek olan Allah'ın dostlarıdır."

Ahmed ve Hakîm et-Tirmizî, Amr b. el-Cemûh'tan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“Yüce Allah buyurur ki: «Kul Allah için sevip Allah için öfke duymadıkça hakkıyla iman etmiş sayılmaz. Kul Allah için sevip Allah için öfke duyduğu zaman Allah'ın dostluğunu hakeder. Kullarımdan dostlarım ve sevdiklerim, ben anıldığımda onlar anılan, onlar anıldığı zaman benim de anıldığım kişilerdir.»"

Ahmed'in Abdurrahman b. Ğanm'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Allah kullarının en hayırlıları görüldükleri zaman Allah'ı hatırlatan kişilerdir. Allah kullarının en kötüleri de koğuculuk yapan, birbirlerini sevenleri ayıran, insanların kusurlarını araştıran serkeş kişilerdir."

Hakîm et-Tirmizî'nin Abdullah b. Amr b. el-Âs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“En hayırlılarınız, gördüğünüzde size Allah'ı hatırlatan, sözleri amelinizi arttıran, ameli de sizleri âhirete yönelten kimselerdir. "

Hakîm et-Tirmizî, İbn Abbâs'tan bildirir Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem):

“En hayırlı arkadaşlarımız kimlerdir?" diye sorulunca:

“Sözleri amellerinizi arttıran, ameli de size âhireti hatırlatanlardır" karşılığını verdi.

Hakîm et-Tirmizî, Enes b. Mâlik'ten bildirir:

Resûlallah! En hayırlımızın kim olduğunu söyle ki onu arkadaş ve öğretmen edinelim" dediklerinde, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Gördüğünüzde size Allah'ı hatırlatan kişidir" karşılığını verdi.

Ebû Dâvud, Hennâd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, Ebû Nuaym, Hilye'de ve Beyhakî, Şuabu'l-îmân'da, Ömer b. el-Hattâb'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah'ın öyle kulları vardır ki peygamberler ve şehitler onlara gıpta eder" buyurdu. " Resûlallah! Bunlar kim?" diye sorulunca:

“Bunlar birbirlerini mal ve soy yakınlığından dolayı değil, Allah için seven kişilerdir. Bunlar kıyamet gününde herkesin korkuya kapıldığı zamanda korkmaz, herkesin üzüleceği zaman da üzülmezler" buyurdu ve:

“İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir" âyetini okudu.

İbn Ebi'd-Dünya, İhvân'da, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah'ın öyle kulları vardır ki kıyamet gününde Allah'a yakınlıklarından dolayı peygamberler ve şehitler onlara gıpta eder" buyurdu. " Resûlallah! Bunlar kim?" diye sorulunca:

“Bunlar birbirlerini mal ve soy yakınlığından dolayı değil Allah için seven kişilerdir. Bunlar nurdan minberler üzerinden nurlu yüzleriyle otururlar. Kıyamet gününde herkesin korkuya kapıldığı zamanda korkmaz, herkesin üzüleceği zamanda üzülmezler" buyurdu ve:

“İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir" âyetini okudu.

Ahmed, İbn Ebi'd-Dünya, İhvan'da, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Ebû Mâlik el-Eş'arî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah'ın öyle kulları vardır ki bunlar peygamber ve şehit olmadıkları halde kıyamet gününde Allah'a olan yakınlıkları ve değerlerinden dolayı peygamberler ve şehitler onlara gıpta ederler" buyurdu. Bedevinin biri:

Resûlallah! Bunların özelliklerini anlatsana" deyi nce, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Bunlar değişik bölge ve kabilelerden olup aradaki akrabalıktan dolayı değil Allah için birbirlerini seven ve birbirleriyle samimi olan kişilerdir. Bunlar, kıyamet gününde Yüce Allah'ın kendileri için tahsis ettiği nurdan minberler üzerinde otururlar. O günde tüm insanlar korkarken bunlar korku taşımazlar. Bunlar korkmayacak ve üzülmeyecek olan Allah'ın dostlarıdır."

İbn Merdûye, Ebu'd-Derdâ'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Yüce Allah buyurur ki: «Benim için birbirlerini sevenler benim sevgimi haketmişlerdir. Benim için birbirlerini ziyaret edenler sevgimi haketmişlerdir. Benim için birbirleriyle oturanlar, zikrimle mescitleri ihya edenler, insanlara hayırlı olan şeyleri öğretenler ve bana itaate davet edenler sevgimi haketmişlerdir. İşte benim dostlarım bunlardır. Onları Arş'ımın altında gölgelendirecek, yanımda ikamet ettirecek, azabımdan emin kılacak, diğer insanlardan beş yüz yıl önce Cennete koyacağım. Cennette de nimetler içinde ebedi bir şekilde yaşayacaklardır.»" Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir"A âyetini okudu.

İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir" âyeti sorulunca:

“Bunlar birbirlerini Allah için seven kişilerdir" buyurmuştur.

İbn Merdûye, Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir" âyeti hakkında:

“Bunlar birbirlerini Allah için seven kişilerdir" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve Abdullah b. Ahmed, Zevâidu'l-Müsned'de Ebû Müslim'den bildirir: Humus'ta Muâz b. Cebel ile karşılaştığımda:

“Vallahi seni Allah için seviyorum" dedim. Bana:

“O zaman müjdeler olsunî Zira Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Allah için birbirini sevenler, gölgesinden başka hiçbir gölgenin olmayacağı bir günde Arş'ın gölgesinde olacaklardır. Bulundukları konumdan dolayı da peygamberler ile şehitler onlara gıpta edeceklerdir» buyurduğunu işittim" şeklinde karşılık verdi. Oradan ayrıldığımda Ubâde b. es-Sâmit ile karşılaştım ve Muâz'ın bana aktardığı hadisi ona söyledim. Ubâde de şöyle dedi: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbinden naklen şöyle buyurduğunu işittim:

“Birbirlerini benim için sevenler sevgimi haketmişlerdir. Benim için birbirleriyle arkadaşlık edenler sevgimi haketmişlerdir. Benim için birbirlerini ziyaret edenler sevgimi haketmişlerdir. Benim için birbirlerine yardım edenler sevgimi haketmişlerdir. Bunlar kıyamet gününde nurdan minberler üzerinde olacaklar ve peygamberler ile sıddîkler onlara gıpta edecektir. "

İbn Ebî Şeybe ve Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Allah için birbirlerini sevenler Cennette yakuttan bir sütunun üzerine olacaklardır. Bu sütunun tepesinde yetmiş bin ev vardır ve güzellikleri güneşin dünyadaki insanları aydınlatması gibi Cennet ahalisini aydınlatır. Cennettekiler birbirlerine: «Hadi gidelim de birbirlerini Allah için sevenleri görelim» derler. Birbirlerini Allah için sevenler yukarı baktıklarında güzellikleriyle güneşin dünyada insanları aydınlatması gibi Cennet ahalisini aydınlatırlar. Bunların üzerinde ipekten yeşil giysiler vardır ve alınlarında: «Bunlar birbirlerini Allah için sevenlerdir» yazılıdır.

İbn Ebî Şeybe, İbn Sâbit'ten bildirir:

“Bana bildirilene göre Rahmân'ın sağında -ki her tarafı sağdır- nurdan minberler üzerinde yüzleri de nurlu olan bazı kişiler bulunur. Üzerlerinde görenlerin bakışlarını alan yeşil giysiler vardır. Bunlar peygamber veya şehit değildirler. Bunlar, yeryüzünde Allah'a isyan edildiği zamanlarda Allah için birbirlerini sevenlerdir."

İbn Ebî Şeybe'nin Alâ b. Ziyâd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah'ın öyle kulları vardır ki bunlar peygamber ve şehit olmadıkları halde kıyamet gününde Allah'a olan yakınlıkları ve nurdan minberler üzerinde bulunmaları dolayısıyla peygamberler ile şehitler onlara gıpta ederler. Peygamberler ve şehitler: «Bunlar kim?» diye sorunca: «Bunlar birbirlerinden mal alıp verdikleri veya aralarındaki akrabalıktan dolayı değil sadece Allah için birbirlerini sevenlerdir» denilir. "

Ahmed'in Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Birbirlerini Allah için sevenlerin Cennetteki evleri doğu veya batıdan çıkan bir yıldız gibi parıldar. Cennettekiler. «Bunlar kim?» diye sorunca: «Birbirlerini Allah için sevenlerdir» denilir. "

63

Veliler, o kimselerdir ki, Allah’a îman edip emirlerine aykırı hareket etmekten sakınırlar.

64

"Dünya hayatında da, âhîrette de onlar için müjde vardır. Allah'ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur. İşte bu büyük başarıdır."

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Tirmizî, Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Atâ b. Yesâr vasıtasıyla Mısır ahalisinden bir adamdan bildirir: Ebu'd-Derdâ'ya:

“Dünya hayatında da, âhirette de onlar için müjde vardır..." âyetini sorduğumda şöyle dedi:

“Bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorduğumdan beri kimse bunu bana sormadı. Ben de sorduğumda Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştu:

“Bu âyet nazil oldu olalı senden başka kimse bunu sormadı. Dünya hayatındaki müjde müslümanın gördüğü veya kendisine gösterilen salih rüyadır. Âhiretteki müjde ise Cennettir."

Tayâlisî, Ahmed, Dârimî, Tirmizî, İbn Mâce, Heysem b. Küleyb eş-Şâşî, Hakîm et-Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Ubâde b. es-Sâmit'ten bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dünya hayatında da, âhirette de onlar için müjde vardır.." âyetini sorduğumda:

“Dünyadaki müjdeden kasıt; müslümanın gördüğü veya kendisine gösterilen salih rüyadır" buyurdu.

Ahmed, İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, Abdullah b. Amr'dan bildirir:

“Dünya hayatında da, âhirette de onlar için müjde vardır..." âyeti hakkında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Mümine müjde olarak verilen salih rüyalar; peygamberliğin kırk altı bölümünden bir bölümdür. Onun için müjde babından bir rüya gören kişi, bunu sevdiği birine anlatsın. Bunlar dışında görülen kötü rüya ise Şeytandadır ve bununla onu üzmek istemiştir. Onun için böylesi bir rüya gören kişi, sol tarafına üç defa tükürsün ve bu rüyayı kimseye anlatmasın."

İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirir:

“Dünya hayatında da, âhirette de onlar için müjde vardır..." âyeti hakkında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Bu müjde dünyada salih kişinin gördüğü salih rüyadır. Âhiretteki müjde ise Cennettir."

İbn Sa'd, Bezâr, İbn Merdûye ve Hatîb, el-Muttefik ve'l-Mufterik'de Kelbî vasıtasıyla Ebû Sâlih'den o da Câbir b. Abdillah b. Riâb'dan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dünya hayatında da, âhirette de onlar için müjde vardır..." âyeti hakkında:

“Bu müjde, müslümanın gördüğü veya kendisine gösterilen salih rüyadır" buyurmuştur.

İbn Ebi'd-Dünya, Zikru'l-Mevt'te, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Ebu'l-Kâsım b. Mende, Süâlu'l-Kabr'da Ebû Câfer vasıtasıyla Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Kenar mahallelerden bir adam geldi ve:

Resûlallah! "Onlar iman etmiş ve Allah'a karşı gelmekten sakınmış olanlardır. Dünya hayatında da, âhirette de onlar için müjde vardır..." âyetlerini açıkla" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“«Dünya hayatında da, âhirette de onlar için müjde vardır...» âyet inde dünya hayatında olan müjdeden kasıt müminin gördüğü ve dünyası yönünde kendisine müjde veren salih rüyadır. Âhiretteki müjde ise mümine ölüm anında verilen: «Yüce Allah seni de seni mezarına kadar taşıyanı da bağışladı» müjdesidir."

İbn Merdûye, Tarık Ebû Süfyân vasıtasıyla Câbir'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dünya hayatında da, âhirette de onlar için müjde vardır..." âyetini sorduğumda şöyle buyurdu:

“Bunu bana senden başka soran olmadı. Dünyadaki müjde müslümanın gördüğü veya kendisine gösterilen salih rüyadır. Âhiretteki müjde ise Cennettir."

İbn Merdûye, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dünya hayatında da âhirette de onlar için müjde vardır..." âyetini sorduğumda:

"Bu müjde müslümantn gördüğü veya kemlisine gösterilen salih rüyadır" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe ve îbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Dünya hayatında da âhirette de onlar için müjde vardır..." âyetini açıklarken:

“Bu müjde Müslüman kişinin kendi hakkında veya bir kardeşi hakkında gördüğü salih rüyadır" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatına sebep olan hastalığı sırasında odasının perdesini araladı ve Mescid'de cemaatin Ebû Bekr'in ardında saf tuttuklarını gördü. Sonrasında "Peygamberliğin müjdelerinden (mübeşşirât) geriye, müslümamn gördüğü veya kendisine gösterildiği salih rüyalardan başka bir şey kalmadı" buyurdu.

Saîd b. Mansûr, Ahmed ve İbn Merdûye, Ebu't-Tufayl Âmir b. Vâsile'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Benden sonra peygamberlik bitmiş geriye mübeşşirât kalmıştır" buyurdu. " Resûlallah! Mübeşşirât nedir?" diye sorulunca da:

“Salih rüyadır" karşılığını verdi.

İbn Merdûye'nin Hüzeyfe b. Esîd el-Ğifârî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Peygamberlik bitmiştir. Benden sonra peygamber gelmeyecektir, ancak geriye mübeşşirât kalmıştır ki o da Müslüman birinin gördüğü veya kendisine gösterildiği salih rüyadır."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Tirmizî ve İbn Merdûye, Enes'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Risalet ve nübüvvet kesilmiştir. Benden sonra artık resûl veya peygamber gelmeyecektir ancak mübeşşirat kalmıştır" buyurdu. Ashab:

Resûlallah! Mübeşşirât nedir?" diye sorunca da:

“Müslümanın rüyasıdır ki o da nübüvvetin bir bölümüdür" karşılığını verdi.

İbn Merdûye'nin Ebû Katâde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Salih rüya, Yüce Allah'tan bir müjdedir ve peygamberlikten bir parçadır" buyurmuştur.

Ahmed ve İbn Merdûye, Hazret-i Âişe'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Benden sonra peygamberlikten mübeşşirât dışında bir şey kalmayacaktır" buyurdu. Ashab:

Resûlallah! Mübeşşirât nedir?" diye sorunca da:

“Kişinin gördüğü veya kendisine gösterildiği rüyadır" karşılığını verdi.

İbn Mâce ve İbn Cerîr, Ümmü Kürz el-Ka'biyye'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Benden sonra peygamberlik bitmiş geriye mübeşşirât kalmıştır" buyurduğunu işittim.

İbn Ebî Şeybe, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî ve İbn Mâce, Ebû Hureyre'den bildirir:

“Kıyamet saati yaklaştığı zaman müminin neredeyse yalan çıkan hiçbir rüyası olmayacaktır. Rüyası en doğru çıkanlar sözü en doğru olanlardır. Müminin rüyası peygamberliğin kırk altı bölümünden bir bölümdür. Rüyalar da üç çeşittir. Biri salih rüyadır ki Allah'tan bir müjdedir. Diğeri Şeytanın üzüntü verdiği rüyadır. Bir diğeri de kişinin günlük yaşadıklarının yansıması olan rüyadır. Kişi rüyasında hoşlanmadığı bir şey gördüğü zaman kalkıp tükürsün ve bu rüyasını kimseye anlatmasın. Rüyada pranga görülmesini severim, ancak boyna vurulan zincirden hoşlanmam. Zira pranga dinde sebat demektir. "

İbn Mâce'nin lafzı ise şöyledir:

“...Biriniz güzel bir rüya gördüğü zaman dilerse bunu başkasına anlatsın. Ancak hoşlanmadığı bir rüya gördüğü zaman bunu kimseye anlatmasın ve kalkıp namaz kılsın.."

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî'nin Ubâde b. es-Sâmit'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müminin rüyası peygamberliğin kırk altı bölümünden bir bölümdür" buyurmuştur.

Mâlik, Buhârî, Nesâî ve İbn Mâce'nin Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Salih Müminin gördüğü güzel rüya peygamberliğin kırk altı bölümünden bir bölümdür" buyurmuştur.

Buhârî, Tirmizî ve Nesâî'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Biriniz hoşlandığı bir rüya gördüğü zaman bilin ki o rüya Allah'tandır. Bunun için Allah'a hamdetsin ve bu rüyasını başkasına anlatsın. Biriniz hoşlanmadığı bir rüya gördüğü zaman da bilin ki o rüya Şeytantandır. Bu rüyanın şerrinden Allah'a sığınsın ve onu başkalarına anlatmasın. Bu şekilde rüyanın ona bir zararı dokunmaz."

İbn Ebî Şeybe, Buhârî ve İbn Mâce, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Salih rüya peygamberliğin kırk altı bölümünden bir bölümdür" buyurduğunu işittim.

İbn Ebî Şeybe ile İbn Mâce'nin lafzı:

“Salih rüya peygamberliğin yetmiş bölümünden bir bölümdür" şeklindedir.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî ve İbn Mâce'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müminin gördüğü rüya peygamberliğin kırk altı bölümünden bir bölümdür" buyurmuştur.

Buhârî, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Benden sonra peygamberlikten mübeşşirât'tan başka bir şey kalmayacaktır" buyurduğunu işittim. Ashab:

Resûlallah! Mübeşşirât ne oluyor?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Salih rüyadır" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe, Müslim ve İbn Mâce'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Salih rüya, peygamberliğin yetmiş bölümünden bir bölümdür" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Hureyre'den bildirir:

“Rüya mübeşşirâttandır ve peygamberliğin yetmiş bölümünden bir bölümdür."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Urve:

“Dünya hayatında da, âhirette de onlar için müjde vardır..." âyetini açıklarken:

“Bu müjde, salih kulun gördüğü salih rüyadır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“Dünya hayatında da âhirette de onlar için müjde vardır..." âyetini açıklarken:

“Bu müjde mümin kulun gördüğü veya kendisine gösterilen salih rüyadır" demiştir.

Hakîm et-Tirmizî ve İbn Merdûye, Humeyd b, Abdillah'tan bildirir: Adamın biri Ubâde b. es-Sâmit'e:

“Dünya hayatında da, âhirette de onlar için müjde vardır.." âyetini sorunca şu karşılığı verdi:

“Ben de bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorduğumda:

“Mümin kula kendisi hakkında gösterilen salih rüyadır. Bu da Yüce Allah'ın rüyada kuluyla konuşmasıdır" buyurdu.

Hakîm et-Tirmizî'nin bildirdiğine göre Ebû Bekr es-Sıddîk sabahladığı zaman şöyle derdi:

“Biriniz salih bir rüya gördüğü zaman bunu bize anlatsın. Zira abdestini güzelce alan Müslüman birinin benim hakkımda salih bir rüya görmesi, benim için şu şu şeylere sahip olmaktan daha iyidir."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî ve İbn Mâce'nin Ebû Rezîn'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Müminin gördüğü rüya, peygamberliğin kırk altı bölümünden bir bölümdür. Kişi bu rüyayı başkasına anlatmadığı sürece bir kuşun ayağına bağlı kalır. Anlattığı zaman ise düşer. "

Mâlik, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin Ebû Katâde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Rüya, Yüce Allah'tandır; hulm (kötü rüya, düş) ise Şeytandandır. Biriniz hoşlanmadığı bir düş (kötü bir rüya) gördüğü zaman sol tarafına üç defa tükürsün ve bu gördüğünden Yüce Allah'a sığınsın. Bu şekilde ondan bir zarar görmeyecektir. "

İbn Ebî Şeybe'nin Avf b. Mâlik el-Eşcai'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Rüyalar üç çeşittir. Biri insanı üzmek için kabus gibi Şeytan'in korkutmasından ibaret olan rüyadır. Bir diğeri kişinin uyanıkken kafasını meşgul eden bir şeyin rüyaya yansımasıdır. Bir diğeri de peygamberliğin kırk altı bölümünden bir bölüm olan (salih) rüyadır."

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûrde Şumeyr b. Ebî Vâsil'den bildirir:

“Yüce Allah bir kula hayır dilediği zaman ona rüyasında sitemde bulunur, denilirdi."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Ali b. Ebî Talha vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Dünya hayatında da, âhirette de onlar için müjde vardır.." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu müjde Yüce Allah'ın Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): «Mü'minlere kendileri için Allah'tan büyük bir lütuf olduğunu müjdele» şeklinde verdiği müjdedir."

İbnu'l-Münzir, Miksam vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: İki âyet mümine ölüm anında müjde verir. Bunlar:

“İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir" âyeti ile "Şüphesiz, Rabbimiz Allah'tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin..." âyetidir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Ebi'd-Dünya, Zikru'l-Mevt'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Ebu'l-Kâsım b. Mende, Suâlu'l-Kabr'de bildirdiğine göre Dahhâk:

“Dünya hayatında da, âhirette de onlar için müjde vardır..." âyetini açıklarken:

“Dünya hayatındaki müjde, kişinin ölmeden önce nereye gideceğini bilmesidir" demiştir.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zührî ile Katâde:

“Dünya hayatında da, âhirette de onlar için müjde vardır.." âyetini açıklarken:

“Dünya hayatındaki müjde, kişinin ölmeden kendisine verilen müjdedir" demişlerdir.

İbn Cerîr, Hâkim ve Beyhakî, el-Esmâu ve's-Sifatda Nâfi'den bildirir: Haccâc bir hutbe verip:

“İbnu'z-Zübeyr, Allah'ın Kitabını değiştirdi" deyince, İbn Ömer:

“Böyle bir şeyi ne sen, ne de İbnu'z-Zübeyr yapabilirsiniz. Zira Yüce Allah: «...Allah'ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur...» buyurur" karşılığını verdi.

65

"Onların sözleri seni üzmesin. Çünkü bütün izzet/güç Allah'ındır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir."

Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildirir: Kafirler Yüce Allah'ın gönderdiğinden istifade edemeyip küfürlerinde ısrar edince bu durumları Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ağırına gitti. Bunun üzerine sitem babından Yüce Allah:

“Onların sözleri seni üzmesin. Çünkü bütün güç Allah'ındır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir" âyetini indirdi. Burada Yüce Allah, kafirlerin dediklerini işitip bildiğini ve dilemesi halinde izzetiyle onları dize getirebileceğini ifade etmiştir.

66

Biliniz ki, göklerde (meleklerden) kim var, yerde (insan ve Cinlerden) kim varsa, hep Allah’ındır. Allah’dan başkasına tapanlar dahi, gerçekte Allah’a koştukları ortaklara tâbi olmuyorlar. Ancak zanna (zayıf bir ihtimale) tâbi oluyorlar ve yalandan başka bir şey söylemiyorlar.

67

Bkz. Ayet:68

68

"Sîze geceyi dinlenesîniz dîye karanlık ve gündüzü çalışasınız diye aydınlık olarak yaratan Allah'tır. Kulak veren mîllet için bunlarda ibretler vardır. Dediler ki: «Allah kendine çocuk edindi.» O, böyle şeylerden münezzehtir. O, müstağnidir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi onundur. Bu hususta elinizde hiç bîr delil yoktur. Allah'a karşı bilmediğiniz bir şeyi neden söylüyorsunuz?"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini:

"Gündüzü aydınlık kılan" şeklinde açıklamıştır.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini:

“Bu konuda elinizde herhangi bir kanıt yoktur" şeklinde açıklamıştır.

69

(Ey Resûlüm), de ki:

“ Allah’a karşı yalan uyduranlar, elbette kurtulamıyacaklardır.

70

Allah’a iftira edenlerin dünyadaki zevkleri pek az... Nihâyet dönüşleri bizedir. Sonra, küfür üzere bulunduklarından, kendilerine çok şiddetli bir azap taddıracağız.

71

"Bîr de onlara Nuh'un kıssasını oku! Hanî o bîr zamanlar kavmine demişti ki: «Ey kavmim, eğer benim aranızda duruşum ve Allah'ın âyetleriyle öğüt verişim size ağır geliyorsa, şunu bilin ki ben yalnızca Allah'a dayanmışımdır. Artık siz ve ortaklarınız her ne yapacaksanız toplanıp bütün gücünüzle karar veriniz. Sonra bu işiniz sîze dert olmasın. Sonra bana ne yapacaksanız yapın, bana mühlet de vermeyin."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre el-A'rac: (.....) âyetini:

“Yapacağınız konusunda ortaklarınızı da çağırıp bir karar verin" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini:

“Ortaklarıyla birlikte toplanıp sizler hakkında ne karar vereceklerse versinler" şeklinde açıklamıştır.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Sonra bu işiniz size dert olmasın..." âyetini açıklarken:

"Alacağınız karar sonradan sizi tasalandırmasın. Siz kararınızı verin!" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Sonra bana ne yapacaksanız yapın, bana mühlet de vermeyin..." âyetini açıklarken:

“Bana karşı her ne yapacaksanız ertelemeden yapın" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini:

“Bana karşı düşündüğünüzü yapın!" şeklinde açıklamıştır.

72

Eğer davetimizden yüz çevirirseniz, ben de dâvetim için sizden bir ücret istemedim ki... Benim mükâfatım ancak Allah’a aittir ve ben, onun birliğine ve emirlerine boyun eğen müslümanlardan olmakla emrolundum.”

73

Bunun üzerine yine Nûh’u tekzîp ettiler. Biz de onu ve beraberindeki mü'minleri gemide selâmete çıkardık ve bunları yeryüzünün halifeleri yaptık. Âyetlerimizi tekzip edenleri ise, suda boğduk. İşte bak, azabla korkutulup yola gelmiyenlerin sonu nasıl olmuştur!...

74

Sonra Nûh’un arkasından bir çok Peygamberleri kavimlerine gönderdik, onlara açık mûcizeler getirdiler. Fakat önceden yaptıkları tekzibden ötürü, bir türlü inanmak istemediler. İşte biz, hududu aşanların kalpleri üzerine böyle mühür basarız. (artık îman edemezler).

75

Bu Peygamberlerden sonra, Mûsa ile Hârûn’u, Fir'avun ve cemâatine mûcizelerimizle gönderdik. Kibirlenerek îman etmediler ve günahkâr bir kavim oldular.

76

Tarafımızdan kendilerine mûcize geldiği vakit, “ - Muhakkak bu açık bir sihirdir.” dediler.

77

Mûsa, onlara şöyle dedi:

“ Size mûcize gelince böyle mi diyorsunuz? Bu sihir mi? Sihirbazlar dünya ve âhirette felâh bulamazlar.”

78

"«Sîz ikiniz, bizi babalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan çevirmek ve yeryüzünün büyükleri olasınız diye mi geldiniz? Biz size inanmıyoruz» dediler."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“inafcı" ifadesini:

“Yoldan çevirmek" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) ifadesini:

"Bizi ilahlarımızdan çevirmek" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Yeryüzünün büyükleri olasınız diye..." âyetini açıklarken:

“Büyüklük, hükümranlık ve güç sizde olsun diye..." demiştir.

79

Fir'avun:

“ Ne kadar bilgiç sihirbaz varsa hepsini bana getirin.” dedi.

80

Nihâyet sihirbazlar toplanıp geldiği zaman, Mûsa onlara:

“ Ne ortaya atacaksanız, siz atın” dedi.

81

Bkz. Ayet:82

82

"Sihirbazlar atacaklarını atınca, Mûsâ dedi ki: «Sizin bu yaptığınız sihirdir. Allah, onu elbette boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah, bozguncuların işini düzeltmez. Suçluların hoşuna gitmese de Allah, sözleriyle gerçeği açığa çıkaracaktır.»"

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Leys b. Ebî Süleym'den bildirir: Bana bildirilene göre bazı âyetler Allah'ın izniyle kişiyi sihire karşı korurlar. İçinde su olan bir kaba bu âyetler okunur ve kendisine büyü yapılan kişinin üzerine dökülür. Bu âyetler:

“Sihirbazlar atacaklarını atınca, Mûsâ dedi ki:

“Sizin bu yaptığınız sihirdir. Allah, onu elbette boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah, bozguncuların işini düzeltmez. Suçluların hoşuna gitmese de Allah, sözleriyle gerçeği açığa çıkaracaktır" âyetleri, "Böylece hak yerini buldu ve onların yapmış oldukları şeylerin hepsi boşa çıktı" âyeti ile sonraki dört âyet ve:

“...Şüphesiz yaptıkları bir sihirbaz hilesidir. Sihirbaz ise nereye varsa kurtuluşa eremez" âyetidir.

İbnu'l-Münzir, Harun'dan bildirir: Ubey b. Ka'b'ın kıraatinde bu âyet: (.....) şeklindedir. İbn Mes'ûd'un kıraatinde ise: (.....) şeklindedir.

83

"Firavun ve ileri gelenlerinin kötülük yapmaları korkusu ile kavminin küçük bir bölümünden başkası Mûsâ'ya iman etmedi. Çünkü Firavun, o yerde zorba bir kişi idi. Or gerçekten aşırı gidenlerdendi."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken:

“Zürriyetten kasıt küçük bir topluluktur" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Kavminin küçük bir bölümünden başkası Mûsâ'ya iman etmedi..." âyetini açıklarken:

“Kavimden kasıt İsrail oğullarıdır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Kavminin küçük bir bölümünden başkası Mûsâ'ya iman etmedi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar, Hazret-i Mûsa'nın kendilerine gönderildiği ve zamanla ölen kişilerin çocuklarıdır."

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Hazret-i Mûsa'ya iman eden bu zürriyet İsrail oğullarından olmayan, Firavun'un kavminden olan kişilerdi. Bunlar da Firavun'un karısı, Firavun ailesinin korumaları, Firavun'un haznedarı ve haznedarının karışıdır."

84

Mûsa da kavmine şöyle dedi:

“ Ey kavmim! Siz, Gerçekten Allah,’a îman ettinizse ve onun birliğine ihlâs ile teslim olmuş müslimlerseniz, artık Allah’a tevekkül edin.”

85

"Onlar da şöyle dediler: «Biz yalnız Allah'a tevekkül ettik. Rabbimiz, Sen bizi zalim toplulukla sınama!»"

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, Nuaym b. Hammâd, Fiten'de ve Ebu'ş- Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Rabbimiz, Sen bizi zalim toplulukla sınama" âyetini açıklarken:

“Bize zalimleri musallat etme ki bizleri fitneye düşürmesinler" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Rabbimiz, Sen bizi zalim toplulukla sınama" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Rabbimiz bizi Firavun'un kavminin elleriyle cezalandırma. Katından da gelecek bir cezayla cezalandırma ki sonra Firavun'un kavmi:

“Şayet hak üzere olsalardı cezalandırılmazlar ve onlara musallat edilmezdik" demesinler. Bu şekilde de bizleri fitneye bulaştırmasınlar."

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, Hazret-i Musa'nın:

“...Rabbimiz, Sen bizi zalim toplulukla sınama" sözü hakkında şöyle demiştir:

“Hazret-i Mûsa, Rabbinden düşmanlarını kendilerine musallat etmemesini dilemiştir. Zira düşmanları kendilerine musallat edildiği zaman adalete kendilerini daha layık görürler ve bu şekilde bir fitneye sebep olurlar."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Miclez:

“...Rabbimiz, Sen bizi zalim toplulukla sınama" âyetini açıklarken:

“Onları bize musallat etme ki kendilerinin bizden daha hayırlı olduklarını düşünmesinler" demiştir.

86

Ve bizi, rahmetinle o kâfir kavimden kurtar.”

87

"Mûsâ'ya ve kardeşine, «Kavminiz için Mısır'da evler hazırlayın ve evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın. Namazı dosdoğru kılın. Mü'minleri müjdele» diye vahyettik."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“Mûsâ'ya ve kardeşine, «Kavminiz için Mısır'da evler hazırlayın ve evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın. Namazı dosdoğru kılın. Mü'minleri müjdele» diye vahyettik" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Firavun onlara namazı yasaklayınca evlerini namazgâh edinmeleri ve yeni yapacakları evleri de kıbleye göre yapmaları emredilmiştir."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Mûsâ'ya ve kardeşine, «Kavminiz için Mısır'da evler hazırlayın ve evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın. Namazı dosdoğru kılın. Mü'minleri müjdele» diye vahyettik" âyetini açıklarken:

“Mısır'dan kasıt İskenderiye'dir" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Mûsâ'ya ve kardeşine, "...Evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Öncelerhsadece sinagoglarda namazlarını kılarlardı. Ancak Firavun'un ailesinden yana korkunca evlerinde namazlarını kılmaları emredildi."

Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu' l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah evlerini mescit edinmelerini emretmişti" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Namaz kılarken Firavun ve kavminden korkarlardı. Yüce Allah da:

“...Evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın.,." buyurarak evlerini namaz kılmaları için mescit edinmelerini emretti.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Sinân: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Namaz için evlerini kıbleye uygun bir şekilde inşa etmeleri emredilmiştir. Bize anlatılana göre Hazret-i Adem ve sonradan gelenler kıbleye doğru namaz kılarlardı."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini:

“Evlerinizi karşılıklı yapın" şeklinde açıklamıştır.

İbn Asâkir, Ebû Râfi'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hutbe verip şöyle buyurdu:

“Yüce Allah, Mûsa ile Harun'a kavimleri için evler edinmelerini emretti. Bunun yanında namaz kıldıkları mescitlerde cünüp olarak kimsenin kalmamasını bu mescitlerde Harun ve zürriyeti dışında olanların kadınlarına yaklaşmamalarını emretti. Benim bu Mescidimde de kimse karısıyla birlikte olamaz ve Ali ile zürriyeti dışında olanlardan hiç kimse bu Mescid'in içinde cünup olarak geceleyemez."

88

"Musa dedi kî: «Rabbimiz! Doğrusu sen Firavunca ve erkânına ziynetler ve dünya hayatında inallar verdin. Rabbimizl Senin yolundan şaşırtmaları için mi? Rabbimiz! Mallarını yok et kalblerini sık. Çünkü onlar can yakıcı azabı görmedikçe inanmazlar» dedi"

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Rabbimiz! Mallarını yok et, kalblerini sık. Çünkü onlar can yakıcı azabı görmedikçe inanmazlar" âyetini açıklarken:

“Mallarını telef edip yok et, kalplerini de mühürle, anlamındadır. Can yakıcı azaptan kasıt ise suda boğulmadır" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Muhammed b. Ka'b el- Kurazî'den bildirir: Ömer b. Abdilazîz bana:

“...Rabbimiz! Mallarını yok et..." âyetini sorunca şöyle dedim:

“Yüce Allah Firavun'un ve ailesinin mallarını telef edip taşa çevirmiştir." Ömer bunu duyunca:

“Ben gelene kadar burada bekle!" dedi. Sonrasında ağzı mühürlü bir torba getirtti. Torbayı açınca içinde taşı andıran gümüş parçaları, dinarlar, dirhemler ve benzeri mallar çıktı ki hepsi de taşa benziyordu.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Rabbimiz! Mallarını yok et, kalblerini sık. Çünkü onlar can yakıcı azabı görmedikçe inanmazlar" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Onların mallarını telef et, kalplerini dalâletle sık. Çünkü bu kadar âyeti görüp de iman etmiyorlarsa ancak can yakıcı azabı görünce iman ederler."

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Rabbimiz! Mallarını yok et..." âyetini açıklarken:

“Bize anlatılana göre onların ekinleri ile mallan taşa dönüşmüştür" dedi.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Rabbimiz! Mallarını yok et, kalblerini sık..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunun sonunda dinarları, dirhemleri, bakırları ve demirleri hep taşa dönüştü. Kalplerini sıkmaktan kasıt da kafir olarak helak edilmeleridir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“...Rabbimiz! Mallarını yok et..." âyetini açıklarken:

“Sonunda malları taşa dönüştü" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre el-Kurazî:

“...Rabbimiz! Mallarını yok et.." âyetini açıklarken:

“Şekerlerini taşa dönüştür, anlamındadır" demiştir.

89

"Allah da, «Her ikinizin de duası kabul edildi. Öyleyse dürüst olmakta devam edin ve sakın bilmeyenlerin yolunda gitmeyin» dedi."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Her ikinizin de duası kabul edildi..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah, Mûsa'nın duasını kabul etti ve Firavun'un iman etmesini nasip etmedi" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh, Ebû Hureyre'den bildirir: Hazret-i Mûsa dua ettiği zaman Hazret-i Hârun bu duaya 'Amin' derdi. Amin de Allah'ın isimlerinden bir isimdir. "...Her ikinizin de duası kabul edildi..." âyeti da bunu ifade etmektedir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Her ikinizin de duası kabul edildi..." âyetini açıklarken:

“Hazret-i Mûsa dua etmiş, Hazret-i Hârun da 'Amin'" demişti" demiştir.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, İkrime'den bildirir: Hazret-i Mûsa dua ettiği zaman Hazret-i Hârun bu duaya 'Amin' derdi. "...Her ikinizin de duası kabul edildi..." âyeti da bunu ifade etmektedir.

Saîd b. Mansûr, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirir:

“Hazret-i Mûsa dua ettiği zaman Hazret-i Hârun bu duaya 'Amin' derdi. Dua eden ile bu duaya 'Amin' diyen kişi duada ortaktırlar."

İbn Cerîr, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirir:

“Hazret-i Mûsa dua etti, Hazret-i Harun da bu duaya 'Amin' dedi."

İbn Cerîr, Ebû Salih ve Ebu'l-Âliye'den aynısını zikreder.

İbn Cerîr, İbn Zeyd'den bildirir: Hazret-i Hârun (Hazret-i Mûsa'nın duasına) 'Amin' diyordu. Yüce Allah da:

“...Her ikinizin de duası kabul edildi..." buyurarak 'Amin' demek de duadan sayıldı ve bunu diyerek Hazret-i Musa'nın duasına ortak oldu.

İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Söylendiğine göre Firavun bu duadan sonra sadece kırk yıl yaşayabilmiştir."

İbn Cerîr, İbn Cüreyc'den bu yorumun aynısını zikreder.

Hakîm et-Tirmizî'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Her ikinizin de duası kabul edildi..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah kırk yıl sonra bu duaya icabet etmiştir" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken:

“Emrimi yerine getirmeye devam edin. İstikamet de budur" demiştir.

90

Bkz. Ayet:91

91

"İsrailoğullarını denizden geçirdik, Firavun ve askerleri haksızlık ve düşmanlıkla ardlarına düştüler. Firavun boğulacağı anda: «İsrailoğullarının inandığından başka ilah olmadığına inandım, artık ben O na teslim olanlardanım» dedi. Şimdi mi? Oysa daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun"

İbn Ebî Hâtim, İkrime'den bildirin "Yüce Allah'ın Kitâb'ında 'Adv, Uluvv, Utuvv' ifadeleri zorbalık anlamlarında kullanılmıştır."

İbn Ebî Hâtim, Dahhâk vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Mûsa ile beraber gidenlerden en sonda olanlar denizden çıkıp Firavun'la gelenlerden en sonda bulunanlar da denize girince denize kapanması emri verildi. Deniz üzerlerine kapanınca Firavun'un parmağı suyun üzerine çıktı ve:

“İsrail oğullarının iman ettiği ilaha ben de iman ediyorum" demeye başladı. Cebrâil der ki:

“Rabbimizin merhametli olduğunu bildiğim için onu bağışlamasından çekindim ve kanadımla Firavun'un üzerine bastırıp:

“Daha önce isyan etmişken şimdi mi iman ediyorsun!" dedim." Mûsa ile yanındakiler denizden çıkınca, Firavun'un kavminden şehirde kalanlar:

“Firavun ve yanındakiler boğulmadılar! Aksine denizin içinde avlanıyorlar!" demeye başladılar. Bunun üzerine denize:

“Firavun'u çıplak olarak dışarı at!" diye vahyedildi. Deniz de Firavun'u çıplak, kel ve burnu kesik bir şekilde dışarıya attı. "Biz de bugün bedenini, arkandan geleceklere ibret olman için, kurtaracağız..." âyetinde ifade edilen de budur. Arkadan geleceklerden kasıt Firavun'un boğulmadığını söyleyenlerdir. Yüce Allah onu kurtarmak için değil diğerlerine göstermek için ölü olarak denizden dışarıya çıkardı. Sonra denize içinde bulunan her şeyi dışarı atması vahyedildi. Deniz de içindekilerin tümünü sahile attı. Daha önce de deniz içinde boğulanları dışarıya atmaz, içinde bırakıp balıklara yem ederdi. Bu olaydan sonra artık deniz, içinde boğulan birini bırakmayıp su yüzüne atmaya başladı. Bu durum da kıyamete kadar devam edecektir.

Ahmed, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Yûsuf b. Mihrân vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah, Firavun'u suyun içinde gömdüğü zaman: «İsrail oğullarının iman ettiği ilahtan başka ilah olmadığına iman ettim» demeye başladı. Cebrail bana: «Ey Muhammed! Rahmete nail olmasından çekindiğim için ağzına denizin dibindeki çamuru nasıl tıkadığımı görmeliydin» dedi. "

Tayâlisî, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Ebu'ş- Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuab'da Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Cebrail bana: «Allah'ın lütfu ve rahmetini bildiğimden, duasını tamamlamaması için Firavun'un ağzına denizin dibindeki çamuru nasıl tıkadığımı görmeliydin» dedi.

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Cebrail bana: «Allah'ın lütfü ve rahmetini bildiğimden, duasını tamamlamaması için denizin dibindeki çamuru alıp Firavun'un ağzına nasıl tıkadığımı görmeliydin» dedi."

Taberânî, el-Evsat'ta Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Cebrail bana dedi ki: «Yeryüzünde Firavun'dan daha fazla nefret ettiğim biri yoktu. Sadece ağzıyla iman etmeye çalışınca Allah'ın rahmetine nail olmaması için ağzına çamur tıkayarak suyun dibine batırmaya başladım.»"

İbn Cerîr ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Cebrail bana dedi ki: «Ey Muhammed! Allah'ın rahmetine nail olur da bağışlanır, korkusuyla bir elimle Firavun'u suya batırmamı ve ağzına çamur tıkamamı görmeliydin.»"

İbn Merdûye, İbn Ömer'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“Cebrail bana dedi ki: Firavun, «...Sizin için benden başka bir ilâh tanımıyorum...» dediği için, aynı şekilde; «Ben, sizin en yüce Rabbinizim» dediği için Rabbinin ona duyduğu öfkeyi başka hiç kimseye duymuş değildir. Ancak boğulmak üzereyken Allah'tan yardım dilemeye başladı. Bunun üzerine Allah'ın rahmetine nail olur çekincesiyle ağzını çamurla doldurmaya başladım."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Firavun'un boğulduğu gün Cebrâil siyah bir sarık giymişti" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Cebrail bana dedi ki: «Yüce Allah'ın yarattıkları içinde, secde etmesi emredilince buna karşı çıkan îblis'ten daha çok nefret ettiğim biri yoktur. İnsanlar içinde de Firavun'dan daha çok nefret ettiğim kimse olmadı. Boğulmak üzereyken ihlas sözüne sığınıp kurtulmasından korktuğum için bir avuç çamur alıp ağzına doldurdum. Ancak Yüce Allah'ın ona benden daha fazla öfke duyduğunu gördüm. Zira Allah'ın emriyle Mikâil geldi ve ona:

“Şimdi mi? Oysa daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun" dedi.»"

İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Yüce Allah, Firavun'u kınamak için Mikâil'i gönderdi. Mikâil de ona:

“Şimdi mi? Oysa daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun" dedi.

İbnu'l-Münzir ve Taberânî, el-Evsat'ta Ebû Bekr es-Sıddîk'tan bildirir:

“Bana bildirilene göre Firavun'un ön dişleri dökülmüştü."

92

"Biz de bugün bedenini, arkandan geleceklere ibret olman için, kurtaracağız. Çünkü insanlardan birçoğu âyetlerimizden gerçekten habersizdir"

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Biz de bugün bedenini, arkandan geleceklere ibret olman için, kurtaracağız..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah, İsrail oğullarının görmesi için Firavun'un bedenini denizden dışanya çıkardı. Onlar da boğulmuş halini gördüler" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Enbârî, Mesâhifde ve Ebu'ş- Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Biz de bugün bedenini, arkandan geleceklere ibret olman için, kurtaracağız..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“İsrail oğullarından bazıları Firavun'un öldüğüne inanmayınca Yüce Allah onun bedenini deniz sahiline attırdı. Bu şekilde İsrail oğulları onun ölü bedenini gördüler. Firavun kırmızı tenli, kısa boylu, öküzü andıran biriydi."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b:

“Biz de bugün bedenini, arkandan geleceklere ibret olman için, kurtaracağız..." âyetini açıklarken:

“Kurtarılması, ölü bedeninin deniz sahiline atılmasıdır" demiştir.

İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b:

“Biz de bugün bedenini, arkandan geleceklere ibret olman için, kurtaracağız..." âyetini açıklarken:

“Bedeninden kasıt giydiği zırhıdır. Firavun'un savaşlarda giydiği inciden yapılmış bir zırhı vardı" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Sahr:

“Biz de bugün bedenini, arkandan geleceklere ibret olman için, kurtaracağız..." âyetini açıklarken:

“Bedeninden kasıt giydiği ve demirden olan zırhıdır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Cehdam Mûsa b. Sâlim:

“Biz de bugün bedenini, arkandan geleceklere ibret olman için, kurtaracağız..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Firavun'un inci gibi parıldayan ve kendisine 'Beden' denilen bir giysisi vardı."

İbnu'l-Enbârî ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Yûnus b. Habîb en-Nahvî:

“Biz de bugün bedenini, arkandan geleceklere ibret olman için, kurtaracağız..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Seni denizden karaya çıkartacağız ki İsrail oğulları sana bakıp öldüğünü görsünler, anlamındadır."

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“Biz de bugün bedenini, arkandan geleceklere ibret olman için, kurtaracağız..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah, Firavun'u denizde boğunca bazıları öldüğüne inanmadılar. Bunlara bir öğüt ve ibret olsun diye de Yüce Allah onun ölü bedenini denizden dışarıya attırdı."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Arkandan geleceklere ibret olman için..." âyetini açıklarken:

“İsrail oğullarına ibret olman için" demiştir.

İbnu'l-Enbârî'nîn bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti:

“(=Bugün duana karşılık seni çıkaracağız)" lafzıyla okumuştur.

İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Muhammed b. es-Semeyka' el-Yemânî ve Yezîd el-Berberî bu âyeti:

“(Bugün seni çıkaracağız)" lafzıyla okumuşlardır.

93

" Andolsun, biz İsrail oğullarını çok güzel bir yurda yerleştirdik ve onlara temiz rızıklar verdik. Kendilerine bilgi gelinceye kadar ayrılığa düşmediler. Şüphesiz ki, ayrılığa düşmüş oldukları şeyler hakkında Rabbin kıyamet günü aralarında hükmünü verecektir"

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Katâde:

“Andolsun, biz İsrail oğullarını çok güzel bir yurda yerleştirdik.." âyetini açıklarken:

“Onları Şam'a ve Beytu'l-Makdis'e yerleştirdi" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Çok güzel bir yurda yerleştirdik..." âyetini açıklarken:

“Yerleştikleri bu güzel yurtlar, Şam ve Beytu'l-Makdis'tir" demiştir.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“...Kendilerine bilgi gelinceye kadar ayrılığa düşmediler..." âyetini açıklarken:

“Buradaki ilim, Yüce Allah'ın kendilerine gönderdiği kitaptır. Emirleri de onlara emrettiği şeylerdir" demiştir.

94

"Eğer sana indirdiğimiz şeyden şüphe içinde isen, senden önce Kitab'ı okuyanlara sor. Andolsun ki, sana Rabbinden hak gelmiştir. O hâlde, sakın şüphe edenlerden olma!"

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Diyâ, el-Muhtâre'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Eğer sana indirdiğimiz şeyden şüphe içinde isen, senden önce Kitab'ı okuyanlara sor..." âyetini açıklarken:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda ne şüpheye düşmüş, ne de söz konusu kişilere bir şey sormuştur" demiştir.

Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“Eğer sana indirdiğimiz şeyden şüphe içinde isen, senden önce Kitab'ı okuyanlara sor..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bize bildirilene göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu yönde şüphem yok ve kimselere de bir şey sormam" buyurmuştur.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Eğer sana indirdiğimiz şeyden şüphe içinde isen, senden önce Kitab'ı okuyanlara sor..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kitaptan kasıt Tevrat ve İncil'dir. Onu okuyanlardan kasıt da Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında yaşayan ve kitaplarına iman eden Yahudi ve Hıristiyanlardır. Yüce Allah burada:

“Eğer şüphen varsa onlara sor. Kitaplarında senin adının yazılı olduğunu söyleyeceklerdir" demiştir.

Ebû Dâvud, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Simâk el- Hanefî'den bildirir: İbn Abbâs'a:

“İçimde dile getiremediğim bazı şeyler hissediyorum" dediğimde:

“Şüphe mi?" diye sordu. "Evet!" karşılığını verdiğimde de şöyle dedi:

“Bu şüpheden hiç kimse kurtulamadı. Öyle ki Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bile:

“Eğer sana indirdiğimiz şeyden şüphe içinde isen, senden önce Kitab'ı okuyanlara sor..." âyeti nazil oldu. İçinde böylesi bir şey hissettiğin veya düşündüğün zaman:

“O ilktir, sondur, zâhirdir, bâtındır. O, her şeyi bilendir" de."

İbnu'l-Enbârî, Mesâhifde Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Kur'ân'da (.....) ifadesi, geçtiği beş âyette olumsuzluk anlamı vermiştir. Bunlardan biri: (.....) âyetidir ki 'kurduğu tuzaklar dağları yerinden oynatacak değildir' anlamındadır. İkincisi: (.....) âyetidir ki 'eğer bir eğlence edinmek isteseydik, onu kendi katımızdan edinirdik. Ama bunu yapmayız' anlamındadır. Üçüncüsü: (.....) âyetidir ki 'Rahmân'ın çocuğu yoktur' anlamındadır. Dördüncüsü: (.....) âyetidir ki 'size öyle bir imkan vermedik' anlamındadır.

Beşincisi de: (.....) âyetidir. Bu da:

“Bir şüphe içinde değilsin" anlamındadır.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Senden önce Kitab'ı okuyanlara sor..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu konuda onlara bir şey sorman yine kitabıma bakman demektir. "Muhelleb oğullarını yine onlann sözcülerine sor" sözü gibidir."

95

Sakın Allah’ın âyetlerini tekzib edenlerden olma. Sonra hüsrana düşenlerden olursun.

96

"Doğrusu aleyhlerinde Rabbinin hükmü gerçekleşmiş olanlar imana gelmezler"

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Doğrusu aleyhlerinde Rabbinin hükmü gerçekleşmiş olanlar imana gelmezler" âyetini açıklarken:

“Bunlar, kendisine isyan ettikleri için Allah'ın öfkesine maruz kalanlardır" demiştir.

97

Onlara bütün mûcizeler gelse bile; tâ acıklı azabı görecekleri ana kadar...

98

"Keşke o vakit iman edip de imanları kendilerine fayda vermiş bir kasaba olsaydı. Ancak Yunus un kavmi iman ettikleri vakit, dünya hayatında o rezillik azabını üzerlerinden kaldırmış ve bir süre onları rahata kavuşturmuştuk."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'den bildirir: Bana bildirilene göre İbn Mes'ûd'un mushafında bu âyet:

“(=Bir kasaba halkı inanmalıydı, değil mi...)" lafzıyladır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik:

“Keşke o vakit iman edip de imanları kendilerine fayda vermiş bir kasaba olsaydı..." âyetini açıklarken:

“Başka bir kasabanın iman etmesi gibi" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Ebû Mâlik'ten bildirir: Kur'ân'da iki âyet dışında (olsaydı) ifadeleri hep (olmaz mıydı, olmalı değil miydi) anlamındadır. Bu iki âyet de: (.....) (İman eden bir kasaba olsaydı)" âyeti ile "(Sizden önceki nesillerden... olsaydı)" âyetidir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Keşke o vakit iman edip de imanları kendilerine fayda vermiş bir kasaba olsaydı..." âyetini açıklarken:

“Yûnus kavmi dışında iman etmiş bir kasaba yoktu" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“Keşke o vakit iman edip de imanları kendilerine fayda vermiş bir kasaba olsaydı. Ancak Yunus'un kavmi iman ettikleri vakit, dünya hayatında o rezillik azabını üzerlerinden kaldırmış ve bir süre onları rahata kavuşturmuştuk" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yûnus kavmi dışında bu şekilde iman eden başka bir kavim yoktu. Kafir olan bir topluluğun azaba maruz kalması halinde edeceği imanın kendilerine bir faydası olmaz. Ancak Yûnus kavmi bunun dışındadır. Yüce Allah, Yûnus'un kavimini bunun dışında tutmuştur. Bize bildirilene göre Yûnus'un kavmi Musul'daki Ninova kasabasının ahalisiydiler. Bunların peygamberleri aralarından çıktıktan sonra Yüce Allah kalplerine tövbeyi düşürdü. Bunun üzerine kıldan giysiler giydiler, sürülerini çıkardılar. Her bir hayvanı yavrusundan ayırdılar. Kırk gün boyunca Yüce Allah'a yalvarıp yakardılar. Yüce Allah onların samimi olduklarını, yaptıklarına kalpten bir pişmanlık duyup tövbe ettiklerini görünce üzerlerine yaklaşan azabı geri çekti. Azabla da aralarında sadece bir millik bir mesafa kalmıştı."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Keşke o vakit iman edip de imanları kendilerine fayda vermiş bir kasaba olsaydı..." âyetini açıklarken:

“Yûnus kavmi dışında, üzerlerine azap inmişken iman edip de bu imanları onlara fayda sağlayan başka bir kavim yoktur" demiştir.

İbn Merdûye, Hazret-i Âişe'den bildirir:

“...Yunus'un kavmi iman ettikleri vakit..." âyeti hakkında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dua ettikleri vakit" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim ve Lâlakâî, Sünne'de Ali b. Ebî Tâlib'den bildirir: Önlem alma kaderi geri çevirmez, ama dua kaderi geri çevirir. Bu durum Yüce Allah'ın Kitâb'ında:

“...Ancak Yunus'un kavmi iman ettikleri vakit, dünya hayatında o rezillik azabını üzerlerinden kaldırmış ve bir süre onları rahata kavuşturmuştuk" âyetinde dile getirilmiştir.

İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Dua gökten inmekte olan kaderi geri çevirebilir. Dilerseniz bu konuda:

“...Ancak Yunus'un kavmi iman ettikleri vakit, dünya hayatında o rezillik azabını üzerlerinden kaldırmış ve bir süre onları rahata kavuşturmuştuk" âyetini okuyun. Onlar dua edince üzerlerine inen azap geri.çevrildi.

İbn Merdûye'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yûnus kavmini imana davet etti, ancak onlar kabul etmediler. Kabul etmeyince de onlara Allah'ın azabını vaat etti ve: «Bu azap filan günde sizlere gelecek!» dedi. Sonrasında aralarından ayrıldı, zira peygamberler kavimlerine azabı vaat ettikleri zaman içlerinden ayrılırlardı. Yüce Allah'tan gelen azabın gölgesi üzerlerine düşünce evlerinden çıktılar. Kadınlarla çocuklarını, keçilerle yavrularını ayırdılar ve Allah'a yalvarıp yakarmaya başladılar. Yüce Allah onların samimi olduğunu görünce tövbelerini kabul etti ve göndermekte olduğu azabı geri çevirdi. Yûnus da kasaba dışında bir yolda oturdu ve gelen gidenden onların haberlerini sormaya başladı. Bir defasında yoldan geçen bir adama: «Yûnus'un kavmine ne oldu?» diye sorunca adam başlarına geleni Yûnus'a anlattı. Bunun üzerine Yûnus: «Yalancı çıktığım bir kavme geri dönecek değilim» dedi ve kızgın bir şekilde oradan ayrıldı."

Ahmed, Zühd'de ve İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Yûnus'un kavmine azab inmek üzereydi. Hatta azapla aralarında ancak bir milin üçte ikisi kadar kalmıştı. Ancak dua edip tövbe ettiklerinde Yüce Allah azabı onlardan kaldırdı."

Ahmed, Zühd'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Saîd b. Cübeyr'den bildirir:

“Azap, Yunus'un kavmini kefenin mezarda kişiyi sarması gibi sarıp kuşatmıştı. Azaba maruz kalan kişi bu azabın içine girince gökten kan yağmaya başlardı."

Abdurrezzâk, Ahmed, Zühd'de ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Ancak Yunus'un kavmi iman ettikleri vakitr dünya hayatında o rezillik azabını üzerlerinden kaldırmış ve bir süre onları rahata kavuşturmuştuk" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bize anlatılana göre Yûnus'un kavmi çıkıp bir tepeye yerleştiler. Bağrışmaları için de her hayvanı yavrusundan ayırdılar. Bu şekilde kırk gün boyunca Allah'a dua edince Yüce Allah tövbelerini kabul etti."

İbn Ebî Hâtim, Hazret-i Ali'den bildirir:

“Yûnus'un kavminin tövbesi Aşure gününde kabul edildi."

İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir:

“Yûnus, Dicle kenarında Ninova denilen bir kasabaya peygamber olarak gönderildi."

Ahmed, Zükd'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ebu'l-Celd'den bildirir: Azab, Yûnus'un kavminin üzerinde dolaşmaya başlayınca alimlerinden birine gittiler ve:

“Ne yapmamızı tavsiye edersin?" dediler. O da:

“Ey hiçbir dirinin kalmayacağı bir zamanda sadece kendisi diri kalan. Ey diri olan ve ölüleri dirilten! Ey hep diri kalan! Senden başka ilah yok, şeklinde dua edin" karşılığını verdi. Bu şekilde dua ettiklerinde de azap kaldırıldı.

İbnu'n-Neccâr'ın Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Önlem alma kaderi geri çevirmez, ama dua musibetleri defeder. Bu konuda Yüce Allah:

“...Ancak Yunus'un kavmi iman ettikleri vakit, dünya hayatında o rezillik azabını üzerlerinden kaldırmış ve bir süre onları rahata kavuşturmuştuk" buyurmuştur."

Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildirir: Yûnus kavmine beddua edince Yüce Allah:

“Sabah vakti onlara azabım inecek!" diye vahyetti. Yûnus onlara bunu bildirince, kavmi:

“Yûnus hiç yalan söylemedi ve sabah vakti azab üzerimize inecek. Gelin her bir canlının yavrusunu çocuklarımızın arasına katalım ve yalvarmaya çıkalım. Belki Yüce Allah bize merhamet eder" dediler. Sonrasında kadınlarını çocuklarıyla, develerini, yavrularıyla, sığırları buzağılanyla, koyunları kuzularıyla birlikte çıkarıp önlerine koydular. Azap da karşıdan göründü. Azabı gördüklerinde Yüce Allah'a yalvarıp yakarmaya başladılar. Kadınlar ağlamaya, develer yavrularıyla birlikte böğürmeye, sığırlar buzağılanyla birlikte bağırmaya, koyunlar kuzularıyla birlikte melemeye başladı. Bunun üzerine Yüce Allah onlara acıdı ve azabını Âmid dağlarına uzaklaştırdı. O dağdakiler de şimdiye kadar azap çekmektedirler.

99

Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde kim varsa, hepsi toptan îman ederlerdi. O hâlde, mü'min olsunlar diye, insanları (Allah dilemediği hâlde, ey Peygamber) sen mi zorlayacaksın?

100

Bkz. Ayet:103

101

Bkz. Ayet:103

102

Bkz. Ayet:103

103

"Allah'ın izni olmadıkça hiç kimse iman edemez. Ve o, pisliği akledemeyenlerin özerine kılar. «Göklerde ve yerde neler var, bir bakın» de. İnanmayacak bir millete âyetler ve uyarmalar fayda vermez. Onlar sadece, kendilerinden önce gelip geçenlerin başlarına gelen günlerin benzerini mi bekliyorlar? De ki: «Bekleyin bakalım, ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim. Sonra resûllerimizi ve iman edenleri kurtarırız. Aynı şekilde üzerimize bir hak olarak, inananları da kurtaracağız.»"

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Ve o, pisliği akledemeyenlerin üzerine kılar" âyetini açıklarken:

“Pislikten kasıt, Allah'ın öfkesidir" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Ve o, pisliği akledemeyenlerin üzerine kılar" âyetini açıklarken:

“Buradaki pislik, hem Şeytan, hem de azap anlamındadır" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî:

“...İnanmayacak bir millete âyetler ve uyarmalar fayda vermez" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“İman etmeyen bir millet için bunların faydası olmaz. Ancak bu âyet de "Bu haberlerin her birinde üstün hikmet vardır; ama uyarmalar fayda vermiyor" âyetini neshetmiştir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“Onlar sadece, kendilerinden önce gelip geçenlerin başlarına gelen günlerin benzerini mi bekliyorlar?" âyetini açıklarken:

“Öncekilerin başlarına gelenden kasıt, Yüce Allah'ın daha önce yaşamış olan Nûh'un kavmine, Âd ve Semûd kavimlerine gönderdiği azaptır."

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Rabî':

“Onlar sadece, kendilerinden önce gelip geçenlerin başlarına gelen günlerin benzerini mi bekliyorlar?" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah burada onları azabı, intikamı ve cezasıyla uyarıp korkutmuştur. Daha sonra ise böylesi bir şeyin gerçekleşmesi halinde resullerini ve müminleri bundan kurtaracağını bildirip:

“Sonra resullerimizi ve iman edenleri kurtarırız. Aynı şekilde üzerimize bir hak olarak, inananları da kurtaracağız" buyurmuştur.

104

(Ey Resûlüm) de ki:

“ Ey İnsanlar! Eğer benim dinimde herhangi bir şüphede iseniz (hak olduğunda şüphe ediyorsanız, sizin şüphenizden ötürü) bilin ki ben, Allah’ı bırakıp da sizin taptıklarınıza tapmam. Ancak sizi öldürecek olan Allah’a ibâdet ederim ve bana, mü'minlerden olmaklığım emredilmiştir.

105

Bir de, yüzünü tevhîd dinine döndür ve sakın müşriklerden olma.

106

Ayrıca, Allah’ı bırakıp da sana ne fayda ne de zarar veremiyecek şeylere tapma. Böyle yaptığın takdirde, şüphesiz ki nefsine zulmedenlerden olursun”, diye(bana) emredilmiştir.

107

"Allah sana bîr sıkıntı verirse, onu O'ndan başkası gideremez. Sana bir hayır dilerse O'nun nimetini engelleyecek yoktur. O'nu kullarından dilediğine verir. O, bağışlayandır, merhametlidir"

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Sana bir hayır dilerse..."âyetini açıklarken:

“Hayırdan kasıt afiyettir" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Yüce Allah'ın Kitâb'ında üç âyet vardır ki bu âyetlerle mahlukattan hiç kimseye ihtiyacımın olmadığını anladım. Bu âyetlerden biri de:

“Allah sana bir sıkıntı verirse, onu O'ndan başkası gideremez. Sana bir hayır dilerse O'nun nimetini engelleyecek yoktur. O'nu kullarından dilediğine verir. O, bağışlayandır, merhametlidir" âyetidir.

Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Âmir b. Abdi Kays'tan bildirir: Yüce Allah'ın Kitâb'ında üç âyet var ki bu âyetlerle mahlukattan hiç kimseye ihtiyacımın olmadığını anladım. Bu âyetlerden biri:

“Allah sana bir sıkıntı verirse, onu O'ndan başkası gideremez. Sana bir hayır dilerse O'nun nimetini engelleyecek yoktur. O'nu kullarından dilediğine verir. O, bağışlayandır, merhametlidir"  âyetidir. İkincisi:

“Allah'ın insanlara açacağı herhangi bir rahmeti tutup hapseden olamaz. O'nun tuttuğunu O'ndan sonra salıverecek de yoktur..." âyetidir. Üçüncüsü de:

“Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın..." âyetidir.

Ebû Nuaym, Hilye'de, Beyhakî, Şuabu'l-îman'da ve İbn Asâkir'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ömrünüz boyunca hayrı dileyin ve Allah'ın rahmetinin esintilerine karşı açık olun. Zira Yüce Allah'ın kullarından dilediğine ihsan ettiği rahmet esintileri vardır. Yüce Allah'tan kusurlarınızı Örtmesini ve korkularınızı gidermesini isteyin. "

İbn Ebî Şeybe, Ebu'd-Derdâ'dan aynısını mevkûf onun sözü olarak zikreder.

"De ki: «Ey insanlar! Rabbinizden size gerçek gelmiştir.

108

Bkz. Ayet:109

109

Doğru yola giren ancak kendisi için girmiş ve sapıtan da kendi zararına olarak sapıtmıştır. Ben sizin özerinize vekil değilim.» Sana vahyedilene uy; Allah hükmünü verene kadar sabret. O, hüküm verenlerin en iyisidir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Ey insanlar! Rabbinizden size gerçek gelmiştir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Burada bahsedilen gerçekten kasıt:

“Allah sana bir sıkıntı verirse, onu O'ndan başkası gideremez. Sana bir hayır dilerse O'nun nimetini engelleyecek yoktur. O'nu kullarından dilediğine verir. O, bağışlayandır, merhametlidir" âyetidir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“...Allah hükmünü verene kadar sabret..." âyetini açıklarken:

“Neshedilmiş bir âyettir. Zira Yüce Allah daha sonra Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklerle cihad etmeyi ve onlara karşı sert olmayı emretmiştir" demiştir.

0 ﴿