HÛD SÛRESİNehhâs Nâsih'te, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hûd Sûresi, Mekke'de nazil olmuştur. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. ez-Zübeyr: “Hûd Sûresi, Mekke'de nazil oldu" demiştir. Dârimî, Ebû Dâvud Merâsil'de, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî Şuabu'l-İman'da, Kab'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Cuma günleri Hûd Sûresini okuyunuz" buyurduğunu nakleder. İbnu'l-Münzir, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve İbn Asâkir, Mesrûk vasıtasıyla Ebû Bekr es-Sıddîk'in şöyle dediğini bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Allah'ın Resûlü! Saçların hızlı bir şekilde ağarmış" dediğimde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hûd, Vakıa, Amme yetesâelûn (Nebe Sûresi), Murselât ve İze'ş-şemsu kuvvirat (Tekvir) sûreleri saçlarımı ağarttı" karşılığını verdi. Bezzâr ve İbn Merdûye Enes vasıtasıyla Ebû Bekr es-Sıddîk'in şöyle dediğini bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Allah'ın Resûlü! Saçların hızlı bir şekilde ağarmış" dediğimde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hûd Sûresi ve kardeşleri olan Vakıa, Hakka, Amme yetesâelûn (Nebe Sûresi) ve Gaşiye sûreleri saçlarımı ağarttı" karşılığını verdi. İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Ebû Bekr: “Saçların neden ağarmış ey Allah'ın Resûlü?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hûd Sûresi ve kardeşleri saçlarımı ağarttı" cevabını verdi. Hazret-i Ebû Bekr: “Hûd Sûresinin kardeşleri hangileridir?" diye sorunca ise Allah'ın Resûlü: “Vakıa, Amme yetesâelûn (Nebe Sûresi) ve İze'ş-şemsu kuvvirat (Tekvir) sûreleridir" karşılığını verdi. Saîd b. Mansûr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes der ki: Sahabe: “Ey Allah'ın Resûlü! Saçların hızlı bir şekilde ağarmış" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hûd Sûresi ve mufassal olan kardeşleri saçlarımı ağarttı" karşılığını verdi. İbn Merdûye ve İbn Asâkir, Yezîd er-Rekkâşî vasıtasıyla Enes'ten bildirir: Hazret-i Ebû Bekr: “Ey Allah'ın Resûlü! Saçların hızlı bir şekilde ağarmış" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet. Hûd Sûresi ve kardeşleri olan Vâkıa, Kâria, Hakka, İze'ş-şemsu kuvvirat (Tekvir) ve Seale sâilun (Meâric) sûreleri saçlarımı ağarttı" karşılığını verdi. İbn Asâkir, Rabîa b. Ebî Abdirrahman vasıtasıyla Enes'ten bildirir: Hazret-i Ebû Bekr: “Saçların ağarmış ey Allah'ın Resûlü!" deyince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Hûd ve Vâkıa sûreleri saçlarımı ağarttı" karşılığını verdi. Tirmizî, İbnu'l-Münzir, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Ba's'ta, İkrime vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: “Ey Allah'ın Resûlü! Saçların ağarmış" deyince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hûd, Vâkıa, Mürselât, Amme yetesâelûn (Nebe Sûresi) ve İze'ş-şemsu kuvvirat (Tekvir) sûreleri saçlarımı ağarttı" karşılığını verdi. Saîd b. Mansûr, Ahmed Zühd'de, Ebû Ya'lâ, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye, İkrime'den aynı hadisi mürsel olarak nakletmiştir. İbn Asâkir, Atâ vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: sahabe: “Ey Allah'ın Resûlü! Saçların hızlı bir şekilde ağarmış" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet. Hûd Sûresi ve kardeşleri saçlarımı ağarttı" karşılığını verdi. Atâ der ki: “Hûd Sûresinin kardeşleri; Kamer, Mürselât ve Tekvir sûreleridir." Beyhakî Delâil'de, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Ömer b. el-Hattâb: “Ey Allah'ın Resûlü! Saçların hızlı bir şekilde ağarmış" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hûd Sûresi ve kardeşleri olan Vaha, Nebe ve Tekvîr sûreleri saçlarımı ağarttı" karşılığını verdi. Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Sa'd b. Ebî Vakkâs'ın şöyle dediğini nbildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Allah'ın Resûlü! Saçların ağarmış" dediğimde, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hûd,- Vakıa, Nebe ve Tekvîr sûreleri saçlarımı ağarttı" karşılığını verdi. Taberânî ve İbn Merdûye'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Ebû Bekr: “Ey Allah'ın Resûlü! Saçlarını ağartan nedir?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hûd ve Vakıa sûreleri" cevabını verdi. Taberânî ve İbn Merdûye, sahih isnâdla Ukbe b. Âmir'den bildirir: Bir kişi: “Ey Allah'ın Resûlü! Saçların ağarmış" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hûd Sûresi ve kardeşleri saçlarımı ağarttı" karşılığını verdi. Taberânî ve İbn Merdûye, Sehl b. Sa'd es-Sâidî'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hûd Sûresi ve kardeşleri olan Vakıa ve Tekvir sûreleri saçlarımı ağarttı" buyurduğunu nakleder. İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Saçların ağarmış" denilince, "Hûd, Tekvîr ve kardeşleri olan sûreler saçlarımı ağarttı" karşılığını verdi. Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usul'da, Abdullah b. Ahmed Zühd'ün zevâidinde, Ebû Ya'lâ, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve İbn Asâkir, Ebû Cühayfe'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Allah'ın Resûlü! Saçlarının ağardığını görüyoruz" denilince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hûd Sûresi ve kardeşleri saçlarımı ağarttı" karşılığını verdi. İbn Merdûye ve İbn Asâkir'in İmrân b. Husayn'dan bildirdiğine göre sahabe Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Saçların çabuk ağardı" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hûd Sûresi ve mufassal olan kardeşleri saçlarımı ağarttı" karşılığını verdi. İbn Asâkir, Cafer b. Muhammed'den o da, babasından Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hûd Sûresi, kardeşleri ve (bu sûrelerde bahsedilen) benden önceki ümmetlere yapılanlar saçlarımı ağarttı" buyurduğunu nakletmiştir. Abdullah b. Ahmed Zühd'ün zevâidinde ve Ebu'ş-Şeyh, Ebû İmrân el- Cevnî'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hûd Sûresi ve kardeşlerinde zikredilen, Kıyamet günü ve önceki ümmetlerin kıssalarından bahseden âyetler saçlarımı ağarttı" buyurduğunu nakleder. Beyhakî Şuabu'l-İman'da Ebû Alî eş-Şebbuyy'den bildirir: Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) görünce: “Ey Allah'ın Resûlü! "Hûd Sûresi saçlarımı ağarttı" dediğin rivayet edilmektedir" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet" karşılığını verince ben: “Bu sûreden saçlarını ağartan şey nedir? Peygamber kıssaları ve ümmetlerin helaki mı?" diye sordum. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayır. Yüce Allah'ın «Sen, beraberindeki tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol» âyeti saçlarımı ağarttı" cevabını verdi. 1Bkz. Ayet:3 2Bkz. Ayet:3 3"Elif. Lâm. Râ. (Bu sana indirilen), hikmet sahibi (ve) her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından âyetleri sağlamlaştırılmış, sonra da açıklanmış bîr kitaptır. (De ki: Bu Kitap) "Allah'tan başkasına ibadet etmemeniz için (indirildi). Şüphesiz ki ben, onun tarafından size (gönderilmiş) bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim. Ve Rabbinizden mağfiret dilemeniz, sonra da ona tövbe etmeniz için (indirildi. Eğer bu emrolunanlan yaparsanız), Allah sizi, tayin edilmiş bir süreye kadar güzel bir şekilde yaşatır, fazlasını yapan herkese de iyiliğinin karşılığını verir. Eğer yüz çevirirseniz, ben sizin başınıza gelecek büyük bir günün azabından korkarım." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, Hûd Sûresini okuyup: “Bu sûrenin hepsi muhkemdir."...sonra da açıklanmış bir kitaptır" âyetinden kastedilen, Yüce Allah'ın Hazret-i Muhammed ile ona muhalefet edenler arasında bu kitapla hüküm vermesidir" dedi. Sonra, "Bu iki zümrenin durumu, kör ve sağır kimse ile gören ve işiten kimsenin durumuna benzer. Durumları hiç eşit olabilir mi? İbret almıyor musunuz?" âyetini okuyup, önce Hazret-i Nûh sonra Hazret-i Hûd kavminden bahsederek: “Bu âyet, Bunların durumunu açıklamaktadır ve ilk kısmı da muhkemdir. Babam da -Zeyd b. Eslem- bunların muhkem olduğunu söylerdi" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan, "(Bu sana indirilen), hikmet sahibi (ve) her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından âyetleri sağlamlaştırılmış, sonra da açıklanmış bir kitaptır" âyetini açıklarken: “Emir ve yasaklarla sağlamlaştırılmış, sevap ve cezayla da açıklanmıştır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünden kastedilen tefsir etmektir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "(Bu sana indirilen), hikmet sahibi (ve) her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından âyetleri sağlamlaştırılmış, sonra da açıklanmış bir kitaptır. (De ki: Bu Kitap) «Allah'tan başkasına ibadet etmemeniz için (indirildi). Şüphesiz ki ben, onun tarafından size (gönderilmiş) bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim. Ve Rabbinizden mağfiret dilemeniz, sonra da ona tövbe etmeniz için (indirildi. Eğer bu emrolunanları yaparsanız), Allah sizi, tayin edilmiş bir süreye kadar güzel bir şekilde yaşatır, fazlasını yapan herkese de iyiliğinin karşılığını verir. Eğer yüz çevirirseniz, ben sizin başınıza gelecek büyük bir günün azabından korkarım" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: “Kur'ân, her şeyi bilen Allah tarafından, içinde batıl olmayacak şekilde sağlamlaştırılmış, sonra onu ilmiyle açıklamış, helalini, haramını, itaati ve ma'siyeti açıklamıştır. Sizler güzel bir yaşayış içinde yaşamaktasınız. Bu yaşamı Allah'a itaat ve Onun hakkını yerine getirmekle geçiriniz. Yüce Allah nimet verendir ve şükredenleri sever. Şükredenler de Allah tarafından daha çok nimete mazhar olurlar. Allah bu şekilde takdir etmiştir. Âyette geçen "...tayin edilmiş bir süreye kadar..." sözünden kasıt ölümdür. Fazlasını yapan herkese de, iyiliğinin karşılığını ise âhirette verecektir." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Fazlasını yapan herkese de iyiliğinin karşılığını verir..." âyetini açıklarken: “Fazladan kasıt, kişinin malından yaptığı infak, eliyle veya ayağıyla ya da sözüyle veya bütün imkanlarıyla yaptığı güzel şeylerdir" demiştir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan, "Fazlasını yapan herkese de iyiliğinin karşılığını verir..." âyetini açıklarken: “Müslüman olduktan sonra güzel işler yapanlara âhirette derecelerin verilmesi kastedilmiştir" dedi. İbn Cerîr, İbn Mes'ûd'un, "Fazlasını yapan herkese de iyiliğinin karşılığını verir..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Kişi, günah işlediğinde kendisine bir günah yazılır. Bir sevap işleyince ise on sevap yazılır. Eğer işlemiş olduğu günah sebabiyle dünyadayken cezalandırılırsa, yapmış olduğu on sevabı kalır. Dünyada cezalandırılmazsa, on sevabından birisi alınır ve dokuz sevabı kalır. Buna rağmen, birleri onlarını geçen helak olmuştur." 4Dönüşünüz ancak Allah’adır. O, her şeye kadîrdir. 5"İyi bilin ki onlar, O'ndan gizlenmek için kalplerindeki düşmanlığı gizliyorlar. Yine iyi bilin ki, elbiselerine büründükleri zaman bile, Allah onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir. Çünkü O, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir" Buhârî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin, Muhammed b. Abbâd b. Câfer vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs, "İyi bilin ki onlar, O'ndan gizlenmek için kalplerindeki düşmanlığı gizliyorlar. Yine iyi bilin ki, elbiselerine büründükleri zaman bile, Allah onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir. Çünkü O, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir" âyetini okuyup şöyle dedi: “Onlar bir takım insanlardı ki helaya gittiklerinde ve kadınlarıyla cinsel ilişkide bulunurken edeb yerlerinin açılmasından utanırlardı. İşte bu âyet onlar hakkında nazil oldu." Buhârî ve İbn Merdûye'nin Amr b. Dinâr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in İbn Ebî Müleyke vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti (.....) şeklinde okumuş ve: "İnsanlar edep yerlerinin açılmasından korkarak, elbiseleriyle örtünmeden, kadınlarıyla cinsel ilişkide bulunmaz ve helâya gitmezlerdi" demiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) âyetinden kastedilenin, Allah hakkında şüpheye düşmek ve günah işlemek olduğunu söylemiştir. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Abdullah b. Şeddâd b. el-Hâd'ın, "İyi bilin ki onlar, O'ndan gizlenmek için kalplerindeki düşmanlığı gizliyorlar.." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Münafıklardan biri Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından geçtiğinde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisini görmesin diye sırtını dönüp elbisesine bürünürdü. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu." İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyetinden kastedilen, Haktan şüphe etmeleri, gösteriş yapmaları ve bu durumlarını Allah'tan saklamaya çalışmaları sebebiyle kalplerinin daralmasıdır. İbn Cerîr'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "...Yine iyi bilin ki, elbiselerine büründükleri zaman bile..." âyetinden kastedilen, gece karanlığında evlerinin en ücra köşesinde elbiselerine bürünseler bile, Allah'ın onların gizlediklerini bilmesidir. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Ebû Rezîn'in, âyet hakkında: “Münafıklar (gizlenmek için) belini büküp elbisesine bürünürdü" dediğini bildirir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, âyet hakkında şöyle demiştir: Münafıklar, Allah'ın Kitabını duymamak için iki büklüm oluyorlardı. Âdemoğlunun en gizli saklı olacağı hâl, sırtını eğip bükmesi, elbisesine bürünmesi ve kederini içinde saklı tutması hâlidir. Ama bu durum Allah'tan saklanamaz." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Âyette kastedilen, münafıkların kalplerindekini giziemesidir. Ama onlar gizleseler bile, Yüce Alah onların gece ve gündüz yaptıklarını bilmektedir." İbn Ebî Hâtim'in Ata el-Horasânî'den bildirdiğine göre (.....) âyetinden kastedilen, başlarını eğip bellerini bükmeleridir. Ebu'ş-Şeyh'in Muhammed b. Ka'b'dan bildirdiğine göre "...Yine iyi bilin ki, elbiselerine büründükleri zaman bile..." âyetinden kastedilen, gece karanlığında ve yorganın altındaki karanlıkta giysilerine bürünseler bile, Allah'ın onların gizlediklerini bilmesidir. Ebu'ş-Şeyh'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti, örtünmek mânâsındadır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti gizlenmek, (.....) âyeti ise başlarını örtmek mânâsındadır. 6"Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların rızkı ancak Allah'a aittir. O, canlıları babaların sulbünde kararlaşmış ve anaların rahminde kararlaşmakta iken de bilir. Her şey apaçık bir Kitaptadır." Ebu'ş-Şeyh, Ebu'l-Hayr el-Basrî'nin şöyle dediğini bildirir: “Yüce Allah Hazret-i Davud'a (aleyhisselam) şöyle vahyetti: “Beni sevdiğini iddia ediyorsun ve sabah akşam bana karşı sûizanda bulunuyorsun. Yedi kat yeri yarıp ağzında buğday tanesi olan bir karıncayı sana göstermem, ibret alman için yeterli değil mi?" İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette (.....) âyetinden kastedilen bütün canlılardır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların rızkı ancak Allah'a aittir. O, canlıları babaların sulbünde kararlaşmış ve anaların rahminde kararlaşmakta iken de bilir. Her şey apaçık bir Kitaptadır" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Yeryüzündeki canlıların elde ettiği bütün rızıklar Allah'tan gelmektedir. Bazen yüce Allah ona rızık vermez ve bu canlı açlıktan ölür. Ama eğer bir canlıya bir rızık gelmişse Allah'tan gelmiştir." Hakîm et-Tirmizî'nin Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre Eş'arîlerden olan Ebû Mûsa, Ebû Mâlik ve Ebû Âmir, kendi kabilelerinden bir grup ile birlikte hicret edip, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) huzuruna geldiklerinde azıkları da bitip tükenmişti. Aralarından birisini azık istemek üzere Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderdiler. Bu kişi Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kapısına varıp, onun: “Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların rızkı ancak Allah'a aittir. O, canlıları babaların sulbünde kararlaşmış ve anaların rahminde kararlaşmakta iken de bilir. Her şey apaçık bir Kitaptadır" âyetini okuduğunu işitince: “Şüphesiz ki Eş'arîler, Allah için diğer canlı varlıklardan daha değersiz değildirler" deyip Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) huzuruna girmeden dönerek arkadaşlarına: “Müjdeler olsun sizlere ki, sizin imdadınıza yetişildi" dedi. Arkadaşları, bu adamın Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile konuştuğunu ve Hazret-i Peygamber'in ona söz verdiğini zannediyorlardı. Bu halde bulundukları sırada içi ekmek ve et dolu bir. kabı iki kişinin taşıyarak getirdiğini gördüler. Diledikleri kadar o kaptan yediler, daha sonra birbirlerine: “Keşke biz bu yiyeceği, o dg ihtiyacını gidersin diye Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geri göndersek" dediler ve bu iki adama: “Haydi bu yemeği Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geri götürün, çünkü bizler bundan ihtiyacımızı karşıladık" dediler. Sonra Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) varıp: “Ey Allah'ın Rasûlü! Bize göndermiş olduğun o yiyecekten daha bol ve daha lezzetlisini görmedik" dediklerinde, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben size yiyecek bir şey göndermedim ki" karşılığını verdi. Ona kendi arkadaşlarını gönderdiklerini bildirince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona durumu sordu, bu kişi de yaptığını ve arkadaşlarına söylediklerini bildirince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu, Allah'ın size rızık olarak verdiği bir şeydir" buyurdu. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi sığındığı yer, " kelimesi ise öleceği yer mânâsındadır. Ebu'ş-Şeyh'in Ebû Sâlih'ten bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi gecelediği yer, (.....) kelimesi ise öleceği yer mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın, (.....) âyetini, "Nerede olursa olsun rızkı kendisine gelir" olarak açıkladığını bildirir. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi rahimdeki kalışları, (.....) kelimesi ise öleceği yer mânâsındadır. Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usul'da, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Şuabu'l-İman'da, İbn Mes'ûd'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Birinizin eceli bir yerdeyse, bu kişiye o yerde bir ihtiyaç hâsıl edilir. O yere en yakın mekâna ulaşınca canı orada alınır. Kıyamet günü o yer: «Ey Rabbim! Bana emanet olarak bıraktığın budur» der." 7"Arş ı su üzerinde iken, hanginizin daha güzel işi işleyeceğini ortaya koymak için, gökleri ve yeri altı günde yaratan O dur. And olsun ki, «Siz gerçekten, ölümden sonra dirileceksiniz» desen, inkar edenler: «Bu, apaçık bir sihirden başka bir şey değildir» derler" Ahmed, Buhârî, Tirmizî, Nesâî, el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta İmrân b. Husayn'ın şöyle dediğini bildirir: Yemen halkı: “Ey Allah'ın Resûlü! Bu işin (yaratılışın) başlangıcı nasıldı?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Herşeyden önce Allah vardı ve Arş'ı suda idi. Her şeyi Levh-i mahfuz'da yazdı, sonra yedi kat göğü yarattı" cevabını verdi. Bir kişi: “Ey İbn Husayn! Deven gitti" diye seslenince, devemi yakalamak üzere çıktım, baktığımda adeta seraba karışmış gibiydi. Allah'a yemin ederim, devemin kaybolup gitmesini ve yerimden kalkmamış olmayı çok arzu ederdim." Tayâlisî, Ahmed, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Ebû Rezîn'in şöyle dediğini bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Allah'ın Resûlü! Rabbimiz, gökleri ve yerleri yaratmadan önce neredeydi?" diye sorduğumda: “O, kendisiyle beraber hiçbir şey bulunmaz bir haldeydi. Ne altında hava bulunuyordu, ne de üstünde. Allah, Arş'ını suyun üzerine yaratı" cevabını verdi. Müslim, Tirmizî ve Beyhakî, Abdullah b. Amr b. el-Âs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah, gökleri ve yerleri yaratmadan elli bin yıl önce mahlûkatın kaderlerini takdir etmiştir. Arş'ı da su üzerinde idi" buyurduğunu nakletmiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Hibbân, Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Hâkim ve İbn Merdûye, Bureyde'nin şöyle dediğini bildirir: Bir topluluk Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanina girip: “Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Selam Verip din konusunda bilgi edinmek ve bu işin (yaratılışın) başlangıcının nasıl olduğunu öğrenmek için geldik" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Herşeyden önce Allah vardı ve Arş'ı suda idi. Her şeyi Zikir'de (Levh-i mahfuz'da) yazdı, sonra yedi kat göğü yarattı" buyurdu. Bu sırada bir kişi gelip bana: “Deven kaçtı" deyince, devemi yakalamak üzere çıktım, baktığımda adeta seraba karışmış gibiydi. Allah'a yemin ederim, devemin kaybolup gitmesini ve yerimden kalkmamış olmayı çok arzu ederdim. Abdurrezzâk Musannef’te, Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta bildirir: İbn Abbâs'a: “Arş'ı su üzerinde iken..." buyruğundaki suyun nerede olduğu sorulunca: “Rüzgarın üzerindeydi" cevabını verdi. İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre Yüce Allah'ın Arş'ı, hiçbir şeyi yaratmadan önce suyun üzerindeydi. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Rabî b. Enes der ki: “Yüce Allah'ın Arş'ı suyun üzerindeydi. Gökleri ve yerleri yarattığı zaman bu suyu ikiye bölüp yarısını Arş'ın altına koydu. Bu, el-Bahru'l-Mescûr'dur. Sûr'a üflenmeden önce ondan bir damla bile damlamaz. Sûr'a üflenince ondaki su sağanak halinde inecek ve bütün bedenler tekrar bitecektir. Diğer yarısını ise yerin en alt tabakasının altına koymuştur." Dâvud b. el-Muhabber Kitâbu'l-Akl'da, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim Tarih'te ve İbn Merdûye, İbn Ömer'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Hanginizin daha güzel işi işleyeceğini ortaya koymak için, gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur..." âyetini okuyunca: “Ey Allah'ın Resûlü! Bunun mânâsı nedir?" diye sordum. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hanginizin aklı daha güzel, Allah'ın haram kıldığı şeylerden daha çok çekinen, Allah'a daha çok itaat eden olduğunu ortaya çıkarmak için yaratan O'dur, mânâsındadır" cevabını verdi. İbn Cerîr'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre "Hanginizin daha güzel işi işleyeceğini ortaya koymak için, gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur..." buyruğuyla hem insanlar, hem cinler kastedilmektedir. Hhi'in Katâde'den bildirdiğine göre "Hanginizin daha güzel işi işleyeceğini ortaya koymak için, gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur..." buyruğuyla, kimin aklının daha mükemmel olduğunun bilinmesi kastedilmiştir. İbn Ebî Hâtim'in Süfyân'dan bildirdiğine göre "Hanginizin daha güzel işi işleyeceğini ortaya koymak için, gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur..." buyruğuyla, dünyada kimin daha zahid olduğunun bilinmesi kastedilmiştir. Ebu'ş-Şeyh'in Zâide'den bildirdiğine göre Süleyman b. Mûsa, Hûd Sûresinde geçen (.....) sözünü (.....) şeklinde okumuştur. 8Bkz. Ayet:14 9Bkz. Ayet:14 10Bkz. Ayet:14 11Bkz. Ayet:14 12Bkz. Ayet:14 13Bkz. Ayet:14 14"And olsun kî, onların azabını sayılı bîr sûreye kadar ertelesek, «Onu alıkoyan nedir?» derler. Bilin ki, onlara azab geldiği gön, artık geri çevrilmez; alaya aldıkları şey onları mahvedecektir. And olsun ki, insana nimetimizi tattırır, sonra onu ondan çekip alırsak, o şüphesiz umutsuz bir nanköre döner. Başına gelen sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırırsak, «Musibetler başımdan gitti» der; doğrusu o, şımarıp böbürlenen bîridir. Bunların dışında, sabredip iyi işler işleyen kimseler, işte onlara mağfiret ve büyük ecir vardır. Putperestlerin; «Ona bir hazine indirilmeli veya yanında bir melek gelmeli değil miydi?» demelerinden senin kalbin daralır ve belki de sana vahyolunanın bir kısmını terkedecek olursun. Sen ancak bir uyarıcısın, Allah her şeye vekildir. Senin için: «Onu uydurdu» diyorlar, öyle mi? De ki: «Öyleyse onun sûrelerine benzer uydurma on sûre meydana getirin, iddianızda samimi iseniz, Allah'tan başka çağırabileceklerinizi de çağırın.» Söylediğinizi yapamazlarsa, bilin ki o, ancak Allah ın ilmiyle indirilmiştir. O'ndan başka tanrı yoktur, artık müslümansınız değil mi?" İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: “İnsanların hesap görme zamanı yaklaştı, fakat onlar hala habersiz, haktan yüz çeviriyorlar" âyeti nazil olduğu zaman bazı insanlar: “Kıyamet saati yaklaştı, günah işlemeyi bırakınız" dediler ve halkın az bir kısmı günahları terk ettiler. Sonra işledikleri günahlara tekrar döndüklerinde, "Allah'ın âyeti gelecektir; acele gelmesini istemeyin, Allah, ortak koştukları şeylerden münezzehtir, yücedir" âyeti nazil oldu. Bunun üzerine dalalet ehlinden bazıları: “İşte Allah'ın emri bu, nihayet geldi" deyip kötü amelleri bıraktılar. Ama onlardan bir kısmı yine çok geçmeden kötü ameller işlemeye döndüler de bunun üzerine Allah, "And olsun ki, onların azabını sayılı bir süreye kadar ertelesek, «Onu alıkoyan nedir?» derler. Bilin ki, onlara azab geldiği gün, artık geri çevrilmez; alaya aldıkları şey onları mahvedecektir" âyetini indirdi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Hâkim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyetinden kastedilen belli bir zamandır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre "...Onu alıkoyan nedir?" derler..." buyruğunda kastedilen kişiler münafıklardır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre "...Onu alıkoyan nedir?" derler..." âyetinden, onların azabı yalanlamaları ve azab olmadığını iddia etmeleri kastedilmiştir. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "And olsun ki, insana nimetimizi tattırır sonra onu ondan çekip alırsak, o şüphesiz umutsuz bir nanköre döner. Başına gelen sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırırsak, «Musibetler başımdan gitti» der; doğrusu o, şımarıp böbürlenen biridir. Bunların dışında, sabredip iyi işler işleyen kimseler, işte onlara mağfiret ve büyük ecir vardır. Putperestlerin: «Ona bir hazine indirilmeli veya yanında bir melek gelmeli değil miydi?» demelerinden senin kalbin daralır ve belki de sana vahyolunanın bir kısmını terkedecek olursun. Sen ancak bir uyarıcısın, Allah her şeye vekildir. Senin için: «Onu uydurdu» diyorlar, öyle mi? De ki: «Öyleyse onun surelerine benzer uydurma on sure meydana getirin, iddianızda samimi iseniz, Allah'tan başka çağırabileceklerinizi de çağırın.» Söylediğinizi yapamazlarsa, bilin ki o, ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir. O'ndan başka tanrı yoktur, artık müslümansınız değil mi?" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Ey Âdemoğlu! Yüce Allah'ın sana verdiği bolluk, emniyet ve afiyet içinde yaşarken buna karşı nankör olursun. Bu nimetleri şehvetlerine uymaktan alıkoymak için senden çekilip alındığı zaman ise Allah'ın rahmetinden ümidini kesersin. Bu durum, kafirin ve münafığın halidir. "Başına gelen sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırırsak, «Musibetler başımdan gitti» der" âyetinden Allah hakkında aldanmak ve O'na karşı cüretkâr olmak kastedilmiştir. Allah, şımaranları, kendisine verilenle böbürlenip Allah'a şükretmeyenleri sevmez. Sadece musibet anında sabredenler, kendilerine nimet verildiğinde salih amel işleyenlerin günahları bağışlanır ve cennetle ödüllendirilirler. "Sana vahyolunanın bir kısmını terkedecek olursun. Sen ancak bir uyarıcısın, Allah her şeye vekildir. Senin için: «Onu uydurdu» diyorlar, öyle mi? De ki: “Öyleyse onun surelerine benzer uydurma on sure meydana getirin, iddianızda samimi iseniz, Allah'tan başka çağırabileceklerinizi de çağırın" buyruğunda ise Yüce Allah: “Ey Muhammed! Sana emredilen şeyi bırakıp sebebiyle gönderildiğin tebliği terk mi edeceksin? Putperestler: “Onun yanında dünyalık göremiyoruz. Yanında da kendisiyle beraber uyarıcı bir melek te yoktur" diyorlar. Sen sadece uyarıcısın. Sana emredileni tebliğ et. Sen peygambersin. Onlar: “Onu kendisi uydurdu" diyorlar. Öyleyse Kur'ân'daki sûreler gibi on sûre getirin ve bunların Kur'ân'daki sûreler gibi olduğuna şahitlik edecek on kişi çağırın" de." buyurmaktadır. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "...artık müslümansınız değil mi?" buyruğundaki hitab, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbınadır. 15Bkz. Ayet:16 16"Dünya hayatını ve güzelliklerini isteyenlere, orada işlediklerinin karşılığını tastamam veririz; onlar orada bir eksikliğe de uğratılmazlar. İşte âhirette onlara ateşten başka bir şey yoktur. İşledikleri şeyler orada boşa gitmiştir. Zaten yapmakta oldukları da batıldır" İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre "Dünya hayatını ve güzelliklerini isteyenlere, orada işlediklerinin karşılığını tastamam veririz..." âyeti, Yahudi ve Hıristiyanlar hakkında inmiştir. İbn Ebî Hâtim,»Abdullah b. Ma'bed'in şöyle dediğini bildirir: Bir adam Hazret-i Ali'nin huzurunda kalkıp: “Bize, "Dünya hayatını ve güzelliklerini isteyenlere, orada işlediklerinin karşılığını tastamam veririz; onlar orada bir eksikliğe de uğratılmazlar. İşte âhirette onlara ateşten başka bir şey yoktur. İşledikleri şeyler orada boşa gitmiştir. Zaten yapmakta oldukları da batıldır" âyetlerinin mânâsını söyler misin?" deyince, Hazret-i Ali: “Vay sana! Bu âyetlerde, dünya malını isteyip âhireti istemeyenler kastedilmiştir" karşılığını verdi. Nehhâs'ın Nâsih'te bildirdiğine: göre İbn Abbâs, "Dünya hayatını ve güzelliklerini isteyenlere, orada işlediklerinin karşılığını tastamam veririz; onlar orada bir eksikliğe de uğratılmazlar" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Dünya hayatındaki mükâfat ve malı isteyenlerin, salih amellerine karşılık, ailesine, malına ve çocuklarına sıhhat ve afiyet verilir. Bu konuda bir eksikliğe uğramazlar. Bu âyet, "Dünyayı isteyene istediğimiz kimseye dilediğimiz kadar hemen veririz. Sonra ona cehennemi hazırlarız; yerilmiş ve kovulmuş olarak oraya girer" âyetiyle neshedilmiştir. Ebu'ş-Şeyh, Süddî'den aynı rivâyette bulunmuştur. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyet hakkında şöyle demiştir: “Dünyalık elde etmek için oruç tutan, namaz kılan veya gece ibadetine kalkan kişi hakkında Yüce Allah: “Ona dünyalıktan istediklerini veririm, ama bu kişinin yapmış olduğu amelleri boşa gider ve âhirette zarara uğrayanlardan olur" buyurmuştur." İbn Ebî Şeybe, Hennâd ve İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre "Dünya hayatını ve güzelliklerini isteyenlere, orada işlediklerinin karşılığını tastamam veririz; onlar orada bir eksikliğe de uğratılmazlar" âyetinde, dünyalık için amel yapan ve Allah'ın rızasını gözetmeyen kişi kastedilmiştir. İbn Ebî Hâtim'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre bu âyet, şirk ehli hakkında inmiştir. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre bu âyet, gösteriş yapanlar hakkında inmiştir. Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî Şuabül-İman'da, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Kıyamet günü hesaba çekilmek için ilk çağrılacak kişi, Kur'ân'ı ezberleyip okuyan kişidir. Yüce Allah bu kişiye: «Peygamberime indirdiğimi sana öğretmedim mi?» diye sorar, bu kişi: «Evet öğrettin ey Rabbim» karşılığını verince, Yüce Allah: «Sana öğrettiğimle nasıl amel yaptın?» diye sorar. Bu kişi: «Ya Rabbi! Gece gündüz onu elimden bırakmadım» cevabını verince, Yüce Allah: «Yalan söyledin» buyurur. Melekler de: «Yalan söyledin» derler. Yüce Allah: «Senin için: “Falan kişi güzel okuyor" desinler diye Kur'ân okudun ve böyle de denildi. Git, bugün yanımızda senin bir alacağın yoktur» buyurur. Sonra mal sahibi çağrılır ve Yüce Allah: «Kulum! Sana nimetler vermedim mi, sana bolluk vermedim mi?» diye sorar. Bu kişi: «Evet ey Rabbim!» cevabını verince, Yüce Allah: «Sana verdiğimle ne yaptın?» diye sorar. Bu kişi: «Ey Rabbim! Akrabamı gözetir, sadaka verir ve başka yerlere de infakta bulunurdum» cevabını verince, Yüce Allah: «Yalan söyledin. Sen bunları, senin için cömert denilmesi için yaptın ve böyle de denildi. Git, bugün yanımızda senin bir alacağın yoktur» buyurur. Sonra öldürülen kişi çağrılır ve Yüce Allah: «Ey kulum! Neden öldürüldün?» diye sorar. Kul: «Ya Rabbi! Senin için ve Senin yolunda öldürüldüm» cevabını verince, Yüce Allah; «Yalan söyledin.» Melekler de: «Yalan söyledin» derler. Yüce Allah: «Senin için: “Falan kişi cesurdur" denilmesi için savaştın ve böyle de denildi. Git, bugün yanımızda senin bir alacağın yoktur» buyurur. Sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): şöyle buyurdu: “Kıyamet günü cehennem ilk olarak bu üç kişiyle tutuşturulacaktır." Bu hadis Muâviye'ye anlatılınca ağlayarak: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): doğru söyledi" deyip: “Dünya hayatını ve güzelliklerini isteyenlere, orada işlediklerinin karşılığını tastamam veririz; onlar orada bir eksikliğe de uğratılmazlar. İşte âhirette onlara ateşten başka bir şey yoktur. İşledikleri şeyler orada boşa gitmiştir. Zaten yapmakta oldukları da batıldır" âyetlerini okudu. Beyhakî Şuabu'l-İman'da Enes b. Mâlik'ten, Resûlullâh'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Kıyamet günü ümmetim üç fırkaya ayrılır. Bir fırka Allah'a ihlâsla ibadet edenler; biri Allah'a gösteriş olsun diye ibadet edenler ve üçüncüsü dünyalık elde etmek için Allah'a ibadet edenler. Yüce Allah dünyalık için ibadet edene: «İzzetim ve Celâlim için söyle! Bana hangi amaçla ibadet ettin?» diye sorunca, bu kişi: «Dünyalık elde etmek için ibadet ettim» cevabını verir. Bunun üzerine Yüce Allah: «Şüphe yoktur ki topladığın dünyalık sana fayda vermeyecek ve malına geri dönemeyeceksin. Bunu ateşe götürünüz» buyurup, gösteriş için ibadet edene: «İzzetim ve Celâlim için söyle! Bana hangi amaçla ibadet ettin?» diye sorar. Bu kişi: «Gösteriş için ibadet ettim» cevabını verince, Yüce Allah: «Gösteriş için yaptığın ibadetlerinin hiç biri kabul edilmemiştir ve bu ibadetlerin sana bir faydası olmayacaktır. Bunu da ateşe götürünüz» buyurup ihlâsla ibadet edene: «İzzetim ve Celâlim için söyle! Bana hangi amaçla ibadet ettin?» diye sorunca, bu kişi: «İzetin ve Celâlin için yemin ederim ki sen neden ibadet ettiğimi benden daha iyi bilirsin. Ben sadece Senin için ve rızanı kazanmak için ibadet ettim» cevabını verir. Bunun üzerine Yüce Allah: «Kulum doğru söyledi. Bunu cennete götürünüz» buyurur. " Beyhakî Şuabu'l-İman'da, Adiy b. Hâtim'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Kıyamet günü bir grup insan cennete götürülürler ve bunlar cennete yaklaşıp, kokusunu koklayarak, yüce Allah'ın cennetlikler için hazırladığı köşklere bakınca: «Ey Rabbimiz! Cenetliklere vereceğin bu mükâfatları göstermeden önce bizi cehenneme atsaydın bizim için cehennem azabı daha kolay olurdu» derler. Yüce Allah: «İşte, ben de size bu ızdırabı çektirmek istedim. Çünkü siz (dünyada iken) yalnız kaldığınız zaman benimle mübareze eder, her türlü kötülükleri işlerdiniz. İnsanlar arasına girdiğiniz vakit ise onlara karşı riyakârlık eder, adeta derin bir saygı içinde görünürdünüz. İnsanlardan korkar utanırken, benden korkmaz, utanmazdınız. Onlara saygı beslerken, bana karşı saygısız davranırdınız. Sırf gösteriş olaraktan bazı şeyleri terkederdiniz, fakat bana karşı terketmezdiniz. İşte bütün bu sebeplerden ötürü, ben de bugün sizi mahrum ettiğim (ve size göstermiş olduğum) bu nimetler karşısında sizi en acı bir şekilde azaplandırırım.»" Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, "Dünya hayatını ve güzelliklerini isteyenlere, orada işlediklerinin karşılığını tastamam veririz; onlar orada bir eksikliğe de uğratılmazlar" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Yaptıkları salih amellerin karşılığı kendilerine dünyada verilir ve âhirette bu amellerden faydalanamazlar. Bu âyet, Rûm Süresindeki, "İnsanların malları içinde artsın diye verdiğiniz her hangi bir faiz Allah katında artmaz; fakat, Allah'ın rızasını dileyerek verdiğiniz herhangi bir sadaka (zekat) böyle değildir. İşte onlar sevablarını kat kat artıranlardır" âyeti gibidir." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Dünya hayatını ve güzelliklerini isteyenlere, orada işlediklerinin karşılığını tastamam veririz; onlar orada bir eksikliğe de uğratılmazlar" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Derdi, telaşı, isteği, niyeti ve haceti dünya olan kişiye yüce Allah yaptıklarının mükâfatını dünyada verir ve bu kişi âhirete sevapsız olarak gider. Mümin ise yaptığı güzel amellerin mükâfatını hem dünyada alır, hem de âhirette karşılığını görür ve bu konuda mağdur edilmez." Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'in, "Dünya hayatını ve güzelliklerini isteyenlere, orada işlediklerinin karşılığını tastamam veririz; onlar orada bir eksikliğe de uğratılmazlar" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Dünyada Allah için değil de dünyalık elde etmek için amel yapana, yüce Allah dünyadayken amelinin mükâfatını verir. İşlediklerinin karşılığının tam verilmesinden kasıt yaptıklarının mükâfatını eksiksiz olarak dünyadayken almalarıdır." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Meymûn b. Mihrân der ki: “Allah katındaki değerini öğrenmek isteyen amellerine baksın. Ne olursa olsun bu kişi ameline kavuşacaktır. Salih amel yapan her mümin ve kafire yüce Allah mutlaka amelinin karşılığını verir. Mümine amelinin karşılığını hem dünyada, hem âhirette dilediği gibi verir. Kafire ise amelinin karşılığını 'dünyada verir." Merymûn b. Mihrân böyle dedikten sonra: “Dünya hayatını ve güzelliklerini isteyenlere, orada işlediklerinin karşılığını tastamam veririz; onlar orada bir eksikliğe de uğratılmazlar" âyetini okudu. Ebu'ş-Şeyh'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, güzel şeyler mânâsındadır. Ebu'ş-Şeyh, İbn Cüreyc'in, "Dünya hayatını ve güzelliklerini isteyenlere, orada işlediklerinin karşılığını tastamam veririz; onlar orada bir eksikliğe de uğratılmazlar" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Dünyadayken kendileri için her güzel şeyi (dünyalığı) hemen veririz ve bu konuda onları mağdur etmeyiz. Çünkü onlar salih amelleri sadece dünya için yapmışlardı." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "İşlediklerinin karşılığını tastamam veririz; onlar orada bir eksikliğe de uğratılmazlar" âyetinden kastedilen ameli kabul edilmeyenlerin yaptıklarının karşılığının dünyadayken hemen verilmesidir. Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre "İşledikleri şeyler orada boşa gitmiştir. Zaten yapmakta oldukları da batıldır" âyetinden kastedilen, yaptıkları hayırların boşa gitmesi, âhirete kabul edilmemesi ve yaptıklarına karşılık sevap almamalarıdır. İbn Ebî Hâtim'in Ebû Mâlik'ten bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi boşa gitmesi mânâsındadır. Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b, bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur. 17"Rabbînden apaçık bîr delil üzerinde bulunup da onu yine kendinden bir şahid takib eden, daha önce Musa'nın bir önder ve rahmet olan kitabı (ile tasdik edilmiş) bulunan kimse (gibi). İşte bunlar ona iman ederler. Artık bu gruplardan kim onu tanımazsa bilsin ki ona vaadedilen yer ateştir. O halde bundan asla şüphen olmasın. Çünkü o, Rabbînden gelen haktır. Fakat insanların çoğu iman etmezler." İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym el-Ma'rife'de, Ali b. Ebî Tâlib: “Kureyş'ten, hakkında Kur'ân'dan bir şey inmeyen kimse yoktur" deyince bir kişi: “Senin hakkında ne nazil oldu?" diye sordu. Hazret-i Ali: “Hûd Sûresini okumuyor musun? "Rabbinden apaçık bir delil üzerinde bulunup da onu yine kendinden bir şahid takib eden ..." âyetindeki delile dayanan kimseden kasıt, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); kendinden olan şahitten kastedilen kişi ise benim" cevabını verdi. İbn Merdûye ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali: “Rabbinden apaçık bir delil üzere bulunan kişi, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); kendisinden olan şahit ise benim" demiştir. İbn Merdûye, başka bir kanalla Hazret-i Ali'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Rabbinden apaçık bir delil üzere bulunan kişi benim, kendisinden olan şahit ise Ali'dir" buyurduğunu nakleder. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, "Rabbinden apaçık bir delil üzerinde bulunup ..." âyetinde kastedilenin Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğunu söylemiştir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbrâhim, "Rabbinden apaçık bir delil üzerinde bulunup ..." âyetinde kastedilenin Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğunu söylemiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî el-Evsat'ta ve Ebu'ş-Şeyh, Muhammed b. Ali b. Ebî Tâlib'in şöyle dediğini bildirir: Babama: “İnsanlar, "Rabbinden apaçık bir delil üzerinde bulunup da onu yine kendinden bir şahid takib eden" âyetindeki takip eden şahidin sen olduğunu söylüyorlar" dediğimde, babam: “Keşke ben olsaydım. Şahitten kastedilen Hazret-i Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) dilidir" karşılığını verdi. Ebu'ş-Şeyh'in Muhammed b. Ali b. el-Hanefiyye'den bildirdiğine göre Rabbinden apaçık bir delil üzere bulunan kişi Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), kendisinden olan şahit ise dilidir. Ebu'ş-Şeyh, İbn Ebî Necîh vasıtasıyla Mücâhid'den bildirir: “Rabbinden apaçık bir delil üzerinde bulunup da onu yine kendinden bir şahid takib eden ..." âyetinde, delil üzerinde olan Hazret-i Muhammed'dir. Hasan, âyette geçen şahidin dil olduğunu söylemiştir. İkrime'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre ise şahit Cibril'dir. Saîd b. Cübeyr de aynı görüştedir. Ebu'ş-Şeyh bildirdiğine göre Atâ, âyette geçen şahitten kastedilenin dil olduğunu, Cibrîl olduğunun da söylendiğini bildirir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin değişik kanallarla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen delil üzerinde olan kişiden kastedilen Hazret-i Muhammed'dir. Şahit ise Cibrîl'dir. Cibrîl, Yüce Allah'ın Hazret-i Muhammed'e indirdiği kitabı okuyan şahittir. Hazret-i Muhammed'e Kur'ân'ı kendi diliyle okuduğu gibi Hazret-i Musa'ya da kendi lisanıyla Tevrat'ı okumuştu. Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla, Ebû Mûsa el-Eş'arî'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyie buyurduğunu nakleder: “Yahudi olsun Hıristiyan olsun bu ümmetten benim gönderildiğimi duyduğu halde iman etmeyen herkes cehenneme girer." Saîd der ki: “Bu hadisi duyunca, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) söylediği her şeyin Allah'ın Kitab'ında mevcut olduğunu düşündüm ve baktığımda: “...Artık bu gruplardan kim onu tanımazsa bilsin ki ona vaadedilen yer ateştir.." âyetini gördüm." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yahudi olsun Hıristiyan olsun bu ümmetten benim gönderildiğimi duyduğu halde iman etmeyen herkes cehenneme girer" âyetini duyunca, bu hadisi doğrulayan âyet hangisidir? diye düşündüm. Allah'ın Resûlünden duyupta bu sözü doğrulayan bir âyetin olmadığını az gördüm. Sonunda bu sözünü tasdik eden "...Artık bu gruplardan kim onu tanımazsa bilsin ki ona vaadedilen yer ateştir..." âyetini gördüm. Âyette geçen gruplardan kasıt bütün milletlerdir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: “Allah'ın Resulünden duyduğum her hadisi tasdik eden bir âyetin olduğunu gördüm." İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): şöyle buyurdu: “Muhammed'in canı kudret elinde olana yemin ederim ki, Yahudi olsun, Hıristiyan olsun bu ümmetten benim gönderildiğimi duyduğu halde iman etmeden ölen herkes cehennem ehlinden olur. " 18"Kim Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim olabilir? Onlar (kıyamet gününde) Rablerine arz edilecekler, şahitler de: «İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir», diyecekler. Bilin ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir!" İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre "Kim Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim olabilir? Onlar (kıyamet gününde) Rablerine arz edilecekler, şahitler de: İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir, diyecekler. Bilin ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir!" âyetinde geçen iftira edenlerden kastedilen kafir ve münafıklardır. Bunlar Rablerine arzedilip amellerinden hesaba çekileceklerdir. Dünyadayken amellerini yazan şahitler ise, bu kişilerin Rablerine karşı yalan söylediklerine şahitlik edecektir. İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen şahitlerden kastedilen meleklerdir. Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin: “Şahitler meleklerdir. İnsanların amellerine şahitlik edeceklerdir" dediğini bildirir. İbnu'l-Mübârek, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta, İbn Ömer'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Kıyamet günü Allah mümini kendine o kadar yaklaştırır ki, üzerine örtüsünü indirir ve sırlarını başkalarından gizler. Sonra ona bütün günahlarını ikrar ettirip: «Falan günahı işlediğini biliyor musun?» diye sorar. Kul: «Evet ey Rabbim, biliyorum» cevabını verir. Böylece bütün günahlarını tek tek ikrar eder ve sonunda helak olacağım zanneder. Yüce Allah ona: «Ben, bu günahlarını dünyadayken gizlemiştim. Bu gün de bu günahları bağışlıyorum» buyurup kendisine sevaplarının yazılı olduğu defteri verir. Kafirler ve münafıklar hakkında ise şahitler, «Şunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir. Haberiniz olsun. Allah'ın laneti zâlimlerin üzerinedir» derler. " Taberânî ve Ebu'ş-Şeyh, başka bir kanalla İbn Ömer'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Yüce Allah kıyamet günü mümini huzuruna getirir ve: «Oku» buyurarak, tek tek bütün günahlarını kendisine gösterip: «Bunu biliyor musun, bunu biliyor musun?» diye sorar. Kul: «Evet, evet» deyip sağına soluna bakınca, Yüce Allah: «Ey kulum endişe etme. Sen bütün yaratıklarıma karşı benim örtüm altındasın. Benimle senin aranda günahlarını görebilecek kimse yoktur. Git, bir sebeple, bana karşı işlediğin bütün günahları bağışladım» buyurur. Kul: «Ya Rabbi! Buna sebep nedir?» diye sorunca, Yüce Allah: «Sen, Benden başkasından affı istemeyince, bütün günahların benim için önemsiz oldu» buyurur. Kafir ise günahlarım insanların ortasında okur. «Şunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir. Haberiniz olsun. Allah'ın laneti zâlimlerin üzerinedir» âyeti buna işaret etmektedir." İbrı Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Katâde der ki: “Bizlere, kıyamet günü rezil olacakların, rezil olduğunun bütün mahiûkat tarafından bilineceği anlatılırdı." İbn Ebî Hâtim'in, Ebû Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Amr b. Hazm'ı Yemen'e gönderdiği zaman, kendisine verdiği mektuba: Allah, zulümden hoşlanmamış ve zulmedilmesini yasaklamıştır. "Haberiniz olsun. Allah'ın laneti zâlimlerin üzerinedir" diye yazmıştı. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Meymûn b. Mihrân: “Kişi namaz kılarken, kıraatinde kendine lanet eder" deyip. "Şunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir. Haberiniz olsun. Allah'ın laneti zâlimlerin üzerinedir" âyetini okudu. 19"Bunlar Allah'ın yolundan alıkorlar ve o yolu eğriltmeğe çalışırlar; işte onlar âhireti inkar edenlerdir" İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre "Bunlar Allah'ın yolundan alıkorlar ve o yolu eğriltmeğe çalışırlar; işte onlar âhireti inkar edenlerdir" âyetindeki Allah'ın yolundan kastedilen Hazret-i Muhammed'dir. Kureyş, insanları ondan uzaklaştırıyorlardı. İbn Ebî Hâtim'in Ebû Mâlik'ten bildirdiğine göre âyette geçen eğriltmeye çalışmak ifadesinden kastedilen, Mekke'de İslam dininden başka bir dinin olmasını arzulamalarıdır. 20"Onlar yeryüzünde (Allah'ı) âciz bırakacak değillerdir; onların Allah'tan başka (yardım isteyecekleri) dostları da yoktur. Onların azabı kat kat olacaktır. Çünkü onlar (gerçeklen) ne görebiliyorlar, ne de kulak veriyorlardı" İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Yüce Allah, müşrikler ile taatinin arasına hem dünyada, hem de âhirette perde koyduğunu haber vermektedir. Dünyada perde koymuştur; zira Allah "Çünkü onlar (gerçekleri) ne görebiliyorlar, ne de kulak veriyorlardı" demektedir. İşitemedikleri şeyden kasıt, Allah'a itaat edememeleridir. Görememeleri ifadesi de onların âhirette de hakkı görmeye güç yetiremeyecekleri anlamındadır. Bu konuda yüce Allah, "...fakat güç getiremezler. Gözleri horluktan aşağı düşmüş bir halde kendilerini zillet bürür. Halbuki onlar, sapasağlam iken de secdeye davet ediliyorlardı (fakat yine secde etmiyorlardı)" buyurmaktadır. Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Çünkü onlar (gerçekleri) ne görebiliyorlar, ne de kulak veriyorlardı" âyetini açıklarken: “Artık herhangi bir hayrı dinleyemezler ki ondan yararlanabilsinler ve yine herhangi bir hayrı göremezler ki onu kazanmaya çalışsınlar" dedi. 21"İşte onlar kendilerini ziyana uğrattılar. Uydurmakta oldukları şeyler de kendilerinden kaybolup gitti." İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen "Kendilerini ziyana uğrattılar" âyetinden kastedilen, kendi kendilerini aldatmalarıdır. 22Elbette onlar, Âhirette en çok ziyan (perişanlık) çekenlerdir. 23"İnanıp da güzel işler yapan ve Rablerine gönülden boyun eğenlere gelince, işte onlar cennet ehlidir. Onlar orada ebedî kalırlar" İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi korkmak mânâsındadır. İbn Cerîr, İbn Abbâs'ın, (.....) yönelmek mânâsındadır, dediğini bildirir. Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre kelimesi, huşu ve tevâzu mânâsındadır. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, mutmain olmak mânâsındadır. 24"Bu iki zümrenin (müminlerle kâfirlerin) durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir. Bunların hali hiç eşit olur mu? Hâla ibret almıyor musunuz?" İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen kör ve sağırdan kastedilen kafir, gören ve işitenden ise mümin kastedilmiştir. 25Bkz. Ayet:35 26Bkz. Ayet:35 27Bkz. Ayet:35 28Bkz. Ayet:35 29Bkz. Ayet:35 30Bkz. Ayet:35 31Bkz. Ayet:35 32Bkz. Ayet:35 33Bkz. Ayet:35 34Bkz. Ayet:35 35"Andolsun Biz, Nuh'u kavmine göndermiştik: «Şüphesiz kî ben sizin için apaçık bîr uyarıcıyım. Allah'tan başkasına ibadet etmeyin. Gerçekten ben sizin için acıklı bir günün azabından korkuyorum» demişti. Bunun üzerine kavminden kâfirlerin ileri gelenleri dediler kî: «Biz senin ancak kendimiz gibi bir insan olduğunu görüyoruz ve içimizden ancak ayak takımı kimselerin işin başından, düşünmeden sana tâbi olduklarını görüyoruz. Sizin bize karşı üstün bir tarafınızı da görmüyoruz. Hatta biz sizi yalancı sanıyoruz.» Dedi ki: «Ey kavmim! Bana haber verin. Şayet ben Rabbimden apaçık bir delil üzerinde isem ve O bana katından bir rahmet vermiş, bunlar size gizli kalmışsa; siz onu istemediğiniz halde, onu size zorla mı kabul ettireceğiz? Ey kavmim! Buna karşı sizden hiçbir mal istemiyorum. Benini ecrimi vermek ancak Allah'a aittir. Ben mü'minleri kovacak da değilim. Çünkü onlar Rabblerine kavuşacaklardır. Ne var ki ben sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum. Ey kavmim! Ben onları kovarsam, Allah'a karşı bana kim yardım eder? Hiç düşünmez misiniz? Ben size: «Allah'ın hazineleri yanımdadır» demiyorum. Gaybı da bilmiyorum. Muhakkak ben bir meleğim de demiyorum. Bununla beraber gözlerinizin hor gördüğü kimselere; «Allah asla bir iyilik vermeyecektir» de demiyorum. Allah nefislerinde olanı en iyi bilendir. O takdirde ben şüphesiz zalimlerden olurum.» Dediler ki: «Ey Nûh! Bizimle gerçekten mücadele ettin. Bizimle olan bu mücadeleni çok uzattın. Şimdi eğer doğru söyleyenlerden isen, bizi kendisiyle tehdit edip durduğunu bize getir.» Dedi ki: «Dilerse onu size ancak Allah getirir. Siz âciz bırakabilecekler değilsiniz. Eğer Allah sizi saptırmak isterse, ben size öğüt vermek istesem bile bu öğüdüm size fayda vermez. O, sizin Rabbinizdır ve nihayet ancak O na döndürüleceksiniz.» Yoksa: «Onu kendiliğinden uydurdu» mu? derler. De ki: «Eğer ben onu kendim uydurduysam günahı bana aittir ve ben de sizin kazanmakta olduğunuz günahlardan uzağım.»" İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti "Gördüğümüz kadarıyla" mânâsındadır. Ebu'ş-Şeyh, Atâ'dan aynı rivayette bulunmuştur. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Şayet ben Rabbimden apaçık bir delil üzerinde isem ve O bana katından bir rahmet vermiş âyetinin: “Ben bu delili, Allah'ın emrini ve O'ndan başka ilah olmadığını bildim. Bana rahmet olarak İslam'ı, hidâyeti, imanı, hükmü ve peygamberliği verdi" mânâsında olduğunu söyledi. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Onu size zorla mı kabul ettireceğiz?" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Vallahi, eğer Allah'ın Peygamber'inin gücü yetseydi kavmini zorlardı, ama buna gücü yetmedi ve onun böyle bir şeye gücü yoktur." Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti, (.....) şeklinde okurdu. İbn Cerîr'in Ebu'l-Âliye'den bildirdiğine göre bu âyet Ubey'in kıraatinde (.....) şeklindedir. İbn Cerîr ve im'in bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuştur. İbn Cerîr, Mücâhid'in, âyette geçen (.....) kelimesinin sevap mânâsında olduğunu söylediğini bildirir. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Cüreyc'in, "...Ben mü'minleri kovacak da değilim. Çünkü onlar Rabblerine kavuşacaklardır" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: Onlar Hazret-i Nuh'a: “Ey Nuh! Eğer sana uymamızı istiyorsan yanındakileri kov. Yoksa biz onlarla aynı konumda olmayız" dediler. Hazret-i Nûh, onlara şöyle karşılık verdri: “Onlar Rablerine kavuşacaklardır." Rablerinin huzuruna vardıklarında onlara amellerini soracaktır" Ben sizlere, hiçbir şeyin bitiremeyeceği Yüce Allah'ın hazinelerinin bende olduğunu söylemiyorum ki size o hazinelerden vermek karşılığında bana uymanızı istemiş olayım. Gaybı bildiğimi de söylemiyorum ki bu bilgim sebebiyle bana tâbi olmanızı isteyeyim. Gökyüzünden peygamberlik vazifesiyle gönderilen bir melek olduğumu da söylemiyorum. Ben sadece sizin gibi bir insanım." İbn Ebî Hâtim'in İbn Zeyd'deri bildirdiğine göre "...Bununla beraber gözlerinizin hor gördüğü..." âyetinden kasıt kâfirlerin, Hazret-i Nûh'un yanındakilere hakaret etmeleridir. Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre "...Allah asla bir iyilik vermeyecektir de demiyorum..." buyruğundaki iyilikten kasıt imandır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen " kelimesi tartışmak mânâsındadır. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Cüreyc'in, "Şimdi eğer doğru söyleyenlerden isen, bizi kendisiyle tehdit edip durduğunu bize getir" âyetini açıklarken: “Hazret-i Nûh'a kavmi bu sözü, azabın var olduğunu yalanlamak maksismiyle söylemişlerdir" dediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen kelimesi "amelim", (.....) kelimesi ise "sizin yaptıklarınız" mânâsındadır. 36Bkz. Ayet:37 37"Nuh'a şöyle vahyolundu: “Kavminden daha evvel iman etmiş olanlardan başkası asla iman etmeyecektir. O halde işlediklerine tasalanma. Gözlerimizin önünde ve vahyimizle gemiyi yap. Zulmedenler hakkında da Bana bir şey söyleme. Çünkü onlar suda boğulacaklardır." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Kavminden daha evvel iman etmiş olanlardan başkası asla iman etmeyecektir. O halde işlediklerine tasalanma. Gözlerimizin önünde ve vahyimizle gemiyi yap..." emri, Hazret-i Nûh'un kavmine beddua edip, "Rabbim! Yeryüzünde kâfirlerden hiç kimseyi bırakma" dediği zaman verilmiştir. Ahmed, Zühd'de, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, Hasan(ı Basrî'nin) şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Nûh, kendisine, "Kavminden daha evvel iman etmiş olanlardan başkası asla iman etmeyecektir" âyeti nazil olmadan kavmine beddua etmemiştir. Bu âyet nazil olunca onların iman etmesinden ümidini kesmiş ve kendilerine beddua etmiştir." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Muhammed b. Ka'b'ın şöyle dediğini bildirir: “Yüce Allah, erkeklerin sulbünden ve kadınların rahminden her mümin ve mümineyi kurtarınca: “Ey Nûh! «Kavminden daha evvel iman etmiş olanlardan başkası asla iman etmeyecektir» buyurdu." İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Nûh'u dövüyorlar, sonra öldüğünü zannederek bir çula sarıp evine atıyorlardı. Sonra Hazret-i Nûh tekrar çıkıp onları İslam'a davet ediyordu. Kavminin iman etmesinden ümidini kesince bir adam asasına dayanarak oğluyla beraber geldi ve oğluna: “Ey oğul! Sakın şu ihtiyar seni aldatmasın" dedi. Çocuk: “Babacığım! Bana asanı ver" dedi ve asayı alıp Hazret-i Nûh'a vurarak başını yardı. Başından kanlar akan Hazret-i Nûh: “Ya Rabbi! Kullarının bana yaptığını görüyorsun. Eğer kullarına ihtiyacın varsa onlara hidayet ver. Eğer ihtiyacın yoksa, hüküm vereceğin zamana kadar bana sabır ver. Sen hüküm verenlerin en güzelisin" deyince, yüce Allah kendisine vahyederek kavminin iman etmeyeceğini bildirdi. Onların, ne erkeklerin sulbünden, ne de kadınların rahminden hiçbir müminin kalmadığını haber verdi ve: “Ey Nûh! "Kavminden daha evvel iman etmiş olanlardan başkası asla iman etmeyecektir. O halde işlediklerine tasalanma" yani "Üzülme" ve "Gözlerimizin önünde ve vahyimizle gemiyi yap..." buyurdu. Hazret-i Nûh: “Ey Rabbim! Gemi nedir?" diye sorunca, Yüce Allah: “Tahtadan yapılmış ve suda yüzen evdir. Bana isyan edenleri suda boğacağım ve yeryüzünü onlardan temizleyeceğim" buyurdu. Hazret-i Nûh: “Ey Rabbim! Su nerede?" diye sorunca ise Yüce Allah: “Ben istediğimi yapmaya gücü yetenim" cevabını verdi. İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) kelimesi üzülme mânâsındadır. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi gemi, (.....) âyeti ise "sana emrettiğimiz şekilde" mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Gözlerimizin önünde ve vahyimizle gemiyi yap..."âyetinden kastedilen, Hazret-i Nuh'un gemiyi Allah'ın gözetimi altında ve vahyi ile yapmasıdır. Beyhakî, Süfyân b. Uyeyne'nin şöyle dediğini bildirir: “Yüce Allah'ın, Kitab'ında kendini vasfettiği şeylerde mana olduğu gibi anlaşılmalıdır. Hiç kimse bunları Arapça olsun, Farsça olsun (başka şekilde) tefsir (tevil) edemez." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Hazret-i Nûh, gemiyi nasıl yapacağını bilmiyordu. Yüce Allah kendisine gemiyi kuşun göğüs kafesi gibi yapmasını vahyetti." İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Onların affedilmeleri için bana bir şey söyleme" mânâsındadır. Çünkü yüce Allah, Hazret-i Nûh'un, kendilerine şefaatçi olmayacağını daha önce takdir etmişti. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin şöyle dediğini bildirir: “Yüce Allah, Hazret-i Nûh'a gemiyi yapmasını emrettikten sonra, kendisine hiç kimse için şefaatçi olmamasını emretti." 38"Nuh gemiyi yapıyor, kavminden ileri gelenler ise, yanına her uğradıkça onunla alay ediyorlardı. Dedi ki: Eğer bizimle alay ediyorsanız, iyi bilin ki siz nasıl alay ediyorsanız, biz de sizinle alay edeceğiz!" İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve İbn Merdûye, Hazret-i Âişe'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Hazret-i Nûh, kavmi arasında dokuz yüz elli yıl kalıp onları Allah'a davet etti.- Son zamanlarında bir ağaç ekti ve bu ağaç büyüyüp her tarafa kol saldı. Sonra onu kesip gemi yapmaya başladı. Kavmi yanından geçerken ne yaptığını sorduklarında Hazret-i Nûh: «Gemi yapıyorum» diyordu. Onlar da kendisiyle alay ediyor ve: «Karada gemi mi yapıyorsun? Bu nasıl gidecek?» diyorlardı. Hazret-i Nûh: «Nasıl gittiğini bileceksiniz» karşılığını veriyordu. Gemiyi bitirip tandırdan sular kaynamaya başlayarak yollardaki sular çoğalınca, çocuğunu çok seven bir kadın onun için endişelenip dağa çıkardı. Dağın üçte birine yetişip su oraya da gelince dağa tırmanmaya devam edip zirvesine çıktı. Su boynuna kadar gelince çocuğunu elleriyle havaya kaldırdı ve sonunda su hem kadını, hem oğlunu alıp götürdü. Yüce Allah eğer o topluluktan birine merhamet edecek olsaydı bu çocuğun annesine merhamet ederdi. " Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hazret-i Nûh'un gemisinin kanatları, kanatların altında da kapılar vardı" buyurdu. İbn Merdûye, Semure b. Cündüb'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Sam, Arapların atası, Ham, Habeşîlerin atası Yâfis ise Rûmların atasıdır." (Semure der ki): Anlatıldığına göre geminin boyu üç yüz zira', eni elli zira', yüksekliği otuz zira' (arşın) idi ve kapısı yan tarafındaydı. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Hazret-i Nûh'un gemisinin boyu üç yüz zira', yüksekliği ise otuz zira' idi" demiştir. İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Nûh'a gemiyi yapması emredilince: “Ey Rabbim! Kereste nerede?" diye sordu. Yüce Allah: “Ağaç dik" buyurunca, Hazret-i Nûh yirmi yıl Sâc denilen ağacın dikimiyle uğraşıp kavmini davet etmeyi bıraktı, kavmi de onunla alay etmeyi bıraktı. Ağaçlar yetişince, Yüce Allah, Hazret-i Nuh'a ağaçları kesmesini ve kurutmasını emretti. Hazret-i Nûh: “Ya Rabbi! Bu evi (gemiyi) nasıl yapacağım?" diye sorunca, Allah: “Onu üç şekle benzeterek yap. Başı horoz başı gibi olsun, teknesi kuşun göğüs kafesi gibi olsun, kuyruğu da horozun kuyruğuna benzesin. Bu gemiyi kat kat yap ve yan taraflarında kapıları olsun. Ondan sonra demir çivilerle bu kapıları kapat. Yüce Allah Cibril'i göndererek, ona gemiyi nasıl yapacağını öğretti. Kavmi kendisinin yanından geçerken alay edip: “Şu deliyi görüyor musunuz! Suda gideceği bir ev yapıyor. Su nerede?" diyorlar ve gülüşüyorlardı. "Kavminden ileri gelenler ise, yanına her uğradıkça onunla alay ediyorlardı..." âyeti buna işaret etmektedir. Hazret-i Nûh, geminin boyunu altı yüz zira', yüksekliğini altmış zira', enini üç yüz otuz üç zira' yaptı ve kendisine gemiyi katranla sıvaması emredildi. O zaman yeryüzünde katran yoktu. Yüce Allah, gemiyi yaptığı yerde bir katran pınarı çıkardı ve Hazret-i Nûh gemiyi sıvamayı bitirinceye kadar bu pınardan katran fışkırdı. Cemi tamamlanınca yırtıcı hayvanları ve yerdeki diğer canlıları birinci kapıdan yükleyip kapıyı üzerlerine kapattı. Allah, aslan'a humma hastalığı verdi ve bu sebeple aslan diğer canlılara dokunamadı. Yabani hayvan ve kuşları ikinci kapıdan yükleyip kapıyı kapattı. Âdemoğullarından kırk erkek ve kırk kadını da üst kapıdan alarak, kapıyı da üzerlerine kapattı. Küçük çocukları da zayıflıkları dolayısıyla, hayvanların onları ezmemesi için güçsüzlükleri dolayısıyla kendisiyle beraber üst kapıdan aldı. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde der ki: “Bize bildirildiğine göre geminin boyu üç yüz zira', eni elli zira', yüksekliği otuz zira idi. Kapısı da yan tarafındaydı. Gemiye Receb ayının onuncu günü bindiler, yüz elli gün su üzerinde kaldılar ve gemi onları, Cûdî üzerinde durdurdu. Gemiden Muharrem ayının onuncu gününde çıktılar." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: “Hazret-i Nuh'un gemisinin boyu bin iki yüz zira', eni altı yüz zira' idi." İbn Cerîr, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Havariler, Hazret-i İsa'ya: “Gemide bulunan birisini bizim için diriltseydin de, bize ondan bahsetseydi" deyince, Hazret-i İsa onlarla beraber bir toprak yığınının yanına gitti ve bu topraktan bir avuç alıp: “Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Havariler: “Allah ve Resulü daha iyi bilir" cevabını verince, Hazret-i İsa: “Bu, Hazret-i Nûh'un oğlu Hâm'ın topuğudur" deyip asasıyla toprak yığınına vurdu ve: “Allah'ın izniyle kalk" dedi. Bir de gördüler ki; o, kalkmış başından toprağı silkeliyor ve ihtiyarlamış. Hazret-i İsa ona: “Bu şekilde mi helak oldun?" diye sorunca, o: “Hayır, genç iken öldüm. Fakat ben sandım ki o tufan kıyamettir. İşte bunun için ihtiyarladım" cevabını verdi. Hazret-i îsâ: “Bize Nuh'un gemisinden bahset" deyince, Hâm şöyle dedi: “Uzunluğu bin iki yüz zira' eni altı yüz zira' idi ve üç katlıydı. Bir katında hayvanlar ve vahşiler, bir katında insanlar, bir katında ise kuşlar vardı. Hayvanların pislikleri çoğalınca Yüce Allah Hazret-i Nûh'a: “Filin kuyruğunu sık" diye vahyetti. Hazret-i Nûh, domuzun kuyruğunu sıkınca ondan bir erkek, bir de dişi domuz düştü ve pisliğe yöneldiler. Geminin levhaları arasında fareler meydana gelip geminin omurgasını ve iplerini kemirmeye başladıklarında, Allah, Hazret-i Nuh'a aslanın iki gözü arasına vurmasını vahyetti. Nûh aslana vurunca, onun burun deliğinden bir erkek, bir de dişi kedi çıktı ve farelere yöneldiler." Hazret-i İsa: “Hazret-i Nûh, Bütün ülkenin battığını nasıl anladı?" diye sorunca, Hâm şöyle cevap verdi: “Kendisine bir haber getirmesi için kargayı gönderdi ve karga bir leş görünce üzerine indi. Bunun üzerine Hazret-i Nûh ona korkması için bedduada bulundu. İşte bu sebeple karga evcilleşmez. Hazret-i Nûh, sonra güvercini gönderdi ve bu güvercin gagasıyla bir zeytin yaprağı ayaklarıyla da çamur getirdi. Böylece Hazret-i Nûh ülkenin battığını anladı ve güvercini boynundaki yeşillikle ödüllendirerek ünsiyet ve emniyet içinde olması için ona dua etti. İşte bu sebepledir ki güvercin evlere alışır." Havariler: “Ey Rûhulah! Onu ailelerimize götürsek de bizimle beraber otursa ve bizimle konuşsa" deyince, Hazret-i İsa: “Rızkı olmayan kişi nasıl size tâbi olur" deyip Hâm'a: “Allah'ın izniyle geri dön" dedi ve Hâm tekrar toprak oldu." İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre geminin boyu dört yüz zira', yüksekliği ise otuz zira' idi. İbn Cerîr, Dahhâk'tan, Selmân el-Fârisî'nin şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Nûh, gemiyi dört yüz yılda yaptı. Gemi yapımında kullandığı sâc ağacını kırk yılda yetiştirdi. Geminin boyu dört yüz zira' idi. Zira', kolun parmak uçlarından omuza kadar olan kısmıdır." İbn Ebî Hâtim'in Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre ağaçları dikip yetiştirdikten sonra kesti ve yüz yıl içinde gemiyi yaptı. İbn Ebî Hâtim, Ka'bu'l-Ahbâr'ın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Nûh'a gemiyi yapması emredilince: “Ey Rabbim! Ben marangoz değilim" karşılığını verdi. Allah: “Evet. Onu benim gözetimimde yapacaksın. Keseri al" buyurdu. Hazret-i Nûh keseri alıp gemi yapımına başlayınca, bir usta gibi keseri kullanmaya başladı. Kavmi yanından geçerken: “Peygamber olduğunu iddia eden bu kişi marangoz olmuş" diyordu. Hazret-i Nûh, gemiyi kırk yılda bitirdi. İbn Asâkir'in Saîd b. Mînâ'dan bildirdiğine göre Ka'b, Abdullah b. Amr b. el-Âs'a: “Bana yeryüzünden biten ilk ağacın adını söyler misin" dedi. Abdullah: “Hazret-i Nûh'un gemi yapımında kullandığı sâc ağacıdır" cevabını verince, Ka'b: “Doğru söyledin" dedi. 39"Kendisini rezil edecek azabın kime geleceğini ve sürekli bir azabın kimin başına ineceğini yakında bileceksiniz" İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen rezil edecek azabdan kasıt boğulma, sürekli azab ise cehennemde ebedi kalmadır. 40"Nihayet emrimiz gelip de sular coşup yükselmeye başlayınca Nuh'a dedik ki: «(Canlı çeşitlerinin) her birinden birer çift ile -(boğulacağına dair) aleyhinde söz geçmiş olanlar dışında- aileni ve iman edenleri gemiye yükle!» Zaten onunla beraber pek azı iman etmişti" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyetinin mânâsı, suyun fışkırmasıdir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın, (.....) âyetini "Ailenin tandırından suyun çıkması, kavminin helaki olacaktır" şeklinde açıkladığını bildirir. İbn Cerîr, Hasan(ı Basrî'nin) şöyle dediğini bildirir: “Tandır taştan yapılmıştı. Bu tandır Havva'nındı ve Hazret-i Nûh zamanına kadar kalıp sonunda Hazret-i Nûh'un olmuştur. Hazret-i Nûh'a: “Suyun tandırdan fışkırdığını gördüğünde, sen ve arkadaşların gemiye bininiz" denildi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Hazret-i Nûh'un kavmine bedduası ve kavminin helak olması arasında üç yüz yıl vardır. Suyun fışkırdığı tandır Hindistan'dadır. Hazret-i Nûh'un gemisi Kâbe'nin etrafında bir hafta dönmüştür." İbn Ebî Hâtim'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre suyun fışkırdığı göz Cezîre'de Aynu'l-Verde denilen bir pınardır. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre tandır, Küfe mescidinin Kinde kapılarının bulunduğu taraftan kaynayıp coşmuştur. Ebu'ş-Şeyh'in Habbe el-Urenî'den bildirdiğine göre bir adam Hazret-i Ali'ye gelerek: “Bir binek satın alıp azığımı hazırladım ve namaz kılmak için Beytu'l- Makdis'e gitmek istiyorum" deyince, Hazret-i Ali: “Bineğini sat ve azığını ye. Namazını da bu mescitte kıl. Çünkü bu mescitte yetmiş peygamber namaz kılmıştır. Tufanın olduğu sular da buradan, yani Küfe mescidinden fışkırmıştır" karşılığını verdi. Ebu'ş-Şeyh, Serîb. İsmâil el-Hemedânî'den bildirir: “Hazret-i Nûh, gemiyi Küfe mescidinin ortasında yapmıştır. Sular da sağ tarafından fışkırıp coşmuştur. Bu Sahra, bu mescitten on iki mil sonra başlar. Bunda kılınan namaz, Mescidu'l- Haram ve Mescidi Nebevî dışındaki dört namazdan daha faziletlidir." Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtîm ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Tandır yerin üstüdür. Hazret-i Nûh'a: “Sen suyu yeryüzünde gördün mü beraberindekilerle birlikte gemiye bin" denilmiştir. Araplar yerin üstüne de "yeryüzünün tandırı" derler." Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İkrime'den bildirdiğine göre (.....) kelimesinden kasıt, yerin üstüdür. Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) kelimesinden kasıt, yeryüzünün en yüksek yerleridir. Tandırdan suyun fışkırması, Hazret-i Nûh ile Rabbi arasında bir işaretti. Ebu'ş-Şeyh, Bestâm b. Müslim'in şöyle dediğini bildirir: Muâviye b. Kurra'ya: “Katâde, bu âyeti okuyunca (.....) sözünden kastedilenin, yeryüzünün en yüksek yerleri olduğunu söylüyor" dediğimde, Muâviye şöyle karşılık verdi: “Allah en iyisini bilir, ama ben bu konuda iki rivayet duydum. Bazıları tandırdan suyun fışkırdığını söylerken, bazıları da, ateşin fışkırdığını söylemiştir. Tandır da bütün dillerde aynı mânâda kullanılmaktadır." İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali, (.....) âyetinin, "Fecir doğdu" mânâsında olduğunu söyleyip, Hazret-i Nûh'a: “Fecir doğduğu zaman sen ve arkadaşların gemiye bininiz" emri verildiğini söyledi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in, Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre (.....) kelimesinden kasıt, sabahtır. Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'in, "(Canlı çeşitlerinin), her birinden birer çift ile -(boğulacağına dair) aleyhinde söz geçmiş olanlar dışında- aileni ve iman edenleri gemiye yükle..." âyetini açıklarken: “Araplar, erkek ve dişiye çift derler" dediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Müslim b. Yesâr der ki: “Hazret-i Nûh'a canlı çeşitlerinin her birinden çifter çifter gemiye yüklemesi emredildi. Bu sırada yanında bir melek vardı. Hazret-i Nûh canlıları çifter çifter yükledi ve sadece üzüm kaldı. İblis gelip: “Bunun hepsi benimdir" deyince, Hazret-i Nûh, meleğe baktı. Melek: “Bu senin ortağındır. Ortağına iyi davran" deyince, Hazret-i Nûh: “Tamam. Üçte ikisi benim, üçte biri ise onundur" dedi. Melek, bir daha: “Bu senin ortağındır. Ortağına iyi davran" deyince, Hazret-i Nûh: “O zaman yarısı benim, diğer yarısı da onundur" dedi. İblis: “Hepsi benimdir" deyince, Hazret-i Nûh, meleğe baktı. Melek: “Bu senin ortağındır. Ortağına iyi davran" deyince, Hazret-i Nûh: “Tamam. Üçte biri benim, üçte ikisi ise onundur" dedi. Bunun üzerine melek: “İyi yaptın. Sen iyi davranan birisin. Sen bunu yaş üzüm, kuru üzüm olarak yiyeceksin, üç gün boyunca da suyunu içebileceksin" dedi. Müslim der ki: “Öncekiler, kişi üzüm suyunu üç gün içerisinde içerse, şeytanın ondan bir nasibi olmayacağı görüşündeydi." Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir, Muhammed b. Sîrîn'in şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Nûh gemiye bindiği zaman, gemiye aldığı her şeyin adı kendisine yazıldı. Hazret-i Nûh: “Asma çubuğunu yazmışsınız, ama burada asma çubuğu yoktur" deyince, "Doğru söyledin. Onu şeytan aldı, onu getirecek birini göndereceğiz" denildi. Asma çubuğu getirildiğinde şeytan da geldi. Hazret-i Nûh'a: “Bu senin ortağındır. Ortağına iyi davran" denildi. İbn Şîrîn bunu söyledikten sonra yukandakine benzer bir rivayette bulunup: “Onun suyunu içersin. Onu pişirirsin ve pisliği olan üçte ikisi gider. Bu da şeytanın ondaki payıdır. Sana da üçte biri kalır ve onu içersin" lafzını ekledi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime der ki: “Hazret-i Nûh, aslanı gemiye yüklediği zaman: “Ey Rabbim! Bu, benden yiyecek isteyecek. Ben buna nereden yemek bulacağım?" dedi. Yüce Allah: “Ben onu yemekten alıkoyacağım" buyurup aslana humma hastalığını musallat etti. Hazret-i Nûh aslana bir koç götürüp: “Al ye!" deyince, Aslan: “Ah! (yiyemem)" diyordu. İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh, Beyhakî Şuabül-İman, İbn Asâkir Tarih'te ve İbnu'n-Neccâr Tarih'te, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Nûh gemideyken aslanın yanından geçerken ona ayağıyla vurunca, aslan kendisini tırmaladı. Hazret-i Nûh o gece uyumayıp Yüce Allah'a şikâyette bulununca Yüce Allah: “Ona zulmettin. Ben zulmü sevmem" diye vahyetti. İbn Adiy ve İbn Asâkir, başka bir kanalla Mücâhid'den, İbn Abbâs'tan merfû olarak şöyle bildirir: “Hazret-i Nûh, hasta olan bir aslanın yanından geçerken ona ayağıyla vurunca aslan başını kaldırıp baldırını tırmaladı. Hazret-i Nûh, o gece ağrısından uyuyamayvp: «Ya Rabbi! Köpeğin beni yaraladı» deyince, Yüce Allah, kendisine, zulme razı olmayacağını vahyedip: «Önce sen başlattın» buyurdu." İbn Adiy der ki: “Bu hadis, bu isnâdla batıldır. Ravilerden Câfer b. Ahmed el-Ğâfikî uydurma hadis rivayet eden biridir." İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, Zeyd b. Sâbit'in şöyle dediğini ibldirir: “Keçi, gemiye girmemekte direnince, Hazret-i Nûh onu kuyruğundan tutarak itti. Bundan sonra keçinin kuyruğu kırıldı ve dik durmaya başladı ve avret yeri açığa çıktı. Koyun gemiye girerken Hazret-i Nûh onun kuyruğunu sıvazlayınca, koyunun avret mahalli örtüldü." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Cafer b. Muhammed der ki: “Hazret-i Nûh'a gemiye her canlıdan birer çift yüklemesi emredilince, hurmadan, acve ve levn denilen cinslerinden aldı." Ahmed Zühd'de ve Ebu'ş-Şeyh, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Nûh'a gemiye her canlıdan birer çift yüklemesi emredilince, aslanı ve sığırları, oğlakları ve kurdu, güvercinleri ve kediyi nasıl yapacağım?" diye sordu. Yüce Allah: “Bunların arasına düşmanlığı sokan kimdir?" diye sorunca, Hazret-i Nûh: “Sensin ey Rabbim!" cevabını verdi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Birbirlerine zarar vermemeleri için onların aralarına sevgi koyacağım" buyurdu. İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Hâlid der ki: “Hazret-i Nûh kendisine emredilen şeyleri gemiye yüklediği zaman akrep sekerek geldi ve: “Ey Allah'ın peygamberi! Beni de gemiye al" dedi Hazret-i Nûh: “Hayır. Sen insanları sokup onlara eziyet edersin" karşılığını verince, akrep: “Hayır yapmam. Beni de gemiye alırsan. Bu gece seni anan kimseyi sokmayacağıma söz veriyorum" dedi. İbn Asâkir, Ebû Umâme'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Akşamladığı zaman: “«Allah, Nûh'a selamet versin ve Nûh'a selam olsun» diyen kişiyi o gece akrep sokmaz." İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, Atâ ve Dahhâk'ın şöyle dediğini bildirir: İblîs gelip gemiye binmek istediğinde Hazret-i Nûh kendisini itince: “Ey Nûh! Bana Allah tarafından kıyamete kadar mühlet verilmiştir. Sen bana güç yetiremezsin" dedi. Hazret-i Nuh onun bu hususta doğru söylediğini anlayınca, ona geminin bir ucunda oturmasını söyledi. Hazret-i Âdem, çocuklarına cesedini Hazret-i Nûh'un gemisine yüklemelerini emretmişti. Bu vasiyeti çocukları birbirine nakletti ve sonunda Hazret-i Nûh onun cesedini gemiye aldı ve onu kadınlarla erkeklerin arasına koydu. İbn Ebi'd-Dünyâ Mekâyidu'ş-Şeytân' da ve İbn Asâkir, Ebu'l-Âliye'nin şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Nûh'un gemisi karaya oturduğu zaman İblisin geminin arka tarafında oturduğunu gördü ve: “Vay sana! Yeryüzü ahalisi senin yüzünden boğuldu ve sen onları helake sürükledin" dedi. İblis: “Ne yapmalıyım?" diye sorunca, Hazret-i Nûh: “Tövbe et" cevabını verdi. İblis: “Rabbine, benim için tövbenin olup olmadığını sor?" deyince, Hazret-i Nûh Rabbine niyazda bulundu. Yüce Allah, onun tövbesinin ancak Hazret-i Âdem'in kabrine secde etmesiyle mümkün olabileceğini vahyetti. Bunun üzerine Hazret-i Nûh: “Senin tövben bir şartla kabul edilir" deyince, İblis: “Nasıl" diye sordu. Hazret-i Nûh: “Âdem'in kabrine secde edersen" karşılığını verince, İblis: “O diriyken bunu yapmadım, ölü haline mi secde edeceğim!" dedi. Nesâî, Enes b. Mâlik'in şöyle dediğini bildirir: “İblis, asma çubuğuyla ilgili olarak Hazret-i Nûh ile tartışıp ikisi de: “Asma çubuğu benimdir" deyince sonunda Hazret-i Nûh'a üçte biri, İblis'e de üçte ikisi olmak üzere anlaştılar." İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, Hazret-i Ali'den merfu olarak şöyle bildirir: “Hazret-i Nûh gemiye bütün ağaç cinslerinden yükledi." İshâk b. Bişr'in ilim ehlinden bir kişiden bildirdiğine göre Hazret-i Nûh, hüdhüd kuşundan bir çifti gemiye yükledi. Dişi hüdüd kuşu yer görünmeden önce öldü. Erkek hüdhüd ona bir yer bulsun diye dünyayı dolaştırdı ama ne çamur, ne de toprak bulamadı. Rabbi rahmetiyle onu esirgedi ve kafasının arka tarafında ona bir kabir kazıdı ve onu oraya gömdü. İşte hüdhüdün kafasının arka tarafında çıkıntı şeklindeki tüyler o kabrin yeridir. İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, Cuveybir ve Mukâtil vasıtasıyla, Dahhâk'tan bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Yüce Allah, gemide Hazret-i Nûh'a iki boncuk verdi. Bunlardan birisi gündüzün aydınlığı gibi beyaz, diğeri ise gecenin karanlığı gibi siyahtı. Akşam olduğunda siyah boncuğun siyahlığı, beyazınkini bastırırdı. Sabah olduğunda ise beyaz boncuğun aydınlığı, diğerinin siyahlığını bastırırdı ve bu da gece ile gündüzün saatleri miktarına göre oluyordu. İlk olarak o zaman on iki saat tayin edilmiştir. O bu boncuklar vasıtasıyla namaz vakitlerini tesbit edebilmek için gündüzü on iki geceyi de on iki saat olarak tayin eden Hazret-i Nûh'tur. Gemi Mekke'den hareket edip Yemen'e, oradan Habeşistan'a, oradan dönüp Cidde'ye sonra Rûm diyarına, sonra Rûm diyarını geçip geri dönerek mukaddes toprakların dağlarına geldi. Yüce Allah, Hazret-i Nûh'a, geminin bir dağın tepesinde duracağını vahyedince dağlar bunu öğrendi ve her dağ kendisinin üzerinde durur düşüncesiyle göğe doğru uzandı. Cûdi dağı ise Allah'a karşı olan tevazusundan dolayı eğildi ve gemi bütün dağları geçerek Cûdi dağının üzerine gelip durdu. Dağlar bu konuda Allah'a şikâyette bulunup: “Ey Rabbimiz! Bizler, Nûh'un gemisi üzerimizde dursun diye semaya doğru yükselirken Cûdi dağı eğilmesine rağmen Nûh'un gemisi onun üzerinde durdu" deyince, Yüce Allah: “Ben böyleyim. Bana tevazu göstereni yüceltirim. Bana karşı büyükleneni ise alçaltırım" buyurdu. Cûdi dağının cennet dağlarından olduğu söylenir. Gemi, dağda Aşura günü oturmuş ve Yüce Allah, Habeşî diliyle: “Ey yer suyunu yut! Ve ey gök (suyunu) tut! denildi..." Bunun üzerine yer suyunu yuttu, göğün de suyu çekilip, geldiği yere döner umuduyla semanın derinliklerine çekildi. Bunun üzerine Yüce Allah göğe çekilen suya: “Geri dön. Çünkü sen pissin ve gazab olarak gönderilmişsin" deyince, su geri dönerek, tuzlu ve pis kokulu oldu. İnsanlar bu sudan dolayı rahatsız olunca, Yüce Allah rüzgârı gönderdi ve onu denizlerin olduğu yerde topladı. Denizlerde toplanan bu su tuzlu ve kullanılamayacak bir hal aldı. Hazret-i Nûh Güneş'in doğduğunu ve semadan kendisine bir elin uzandığını gördü. Bu Yüce Allah ile arasında, boğulmaktan kurtulduğuna dair bir işaretti. Bu el gökkuşağıdır. İnsanların ona Kavs Kuzeh demesi yasaklandı. Çünkü Kuzeh şeytandır. Halbuki o, Allah'ın yayıdır. Söylendiğine göre bu gökkuşağında daha önce (yayda bulunan ip gibi) bir ip ve ok vardı. Allah bu gökkuşağını yeryüzü halkı için boğulmaktan kurtulmanın işareti yapınca bu ipi ve oku çekip aldı. Gökkuşağı çıktığı zaman Hazret-i Nûh: “Ey Rabbim! Ailemi de benimle beraber kurtaracağını vaad etmiştin ama oğlumu suda boğdun. "Oğlum benim ailemdendi. Doğrusu Senin vâdin haktır. Sen hükmedenlerin en iyi hükmedenisin" deyince, yüce Allah: “Ey Nuh! O senin ailenden sayılmaz; çünkü kötü bir iş işlemiştir; öyleyse bilmediğin şeyi Benden isteme. İşte sana öğüt, bilgisizlerden olma" buyurdu. Bu âyetle yüce Allah, Hazret-i Nûh'un oğlunun, kendisinin dininden olmadığını ve amellerinin kötü olduğunu bildirdi ve: “Bizden bir selamet ve bereketle gemiden in..." buyurdu. Hazret-i Nûh, kendisine yeryüzüyle ilgili haber getirmek için birini göndermek isteyince, ehli olan bîr kuş: “Ben haber getiririm" dedi. Hazret-i Nûh kuşun kanadına bir mühür vurup: “Sen benim mührümle mühürlendin. Hiçbir zaman uçamama ve zürriyetim senden faydalansın" deyip, kargayı yolladı. Karga karaya çıkınca bir leş gördü ve ondan yemeye başlayıp gecikince, Hazret-i Nûh, kargaya lanet etti. Bu sebeple karga, Harem bölgesinde olsa bile öldürülür. Hazret-i Nûh güvercini gönderince, güvercin gitti ve yeryüzünde konacak bir yer bulamayıp Sebe diyarındaki bir ağaca kondu. Ağaçtan bir zeytin yaprağı koparıp Hazret-i Nûh'a getirdi. Bunun üzerine Hazret-i Nûh güvercinin yere konamadığını anladı ve günler sonra onu tekrar yolladı. Güvercin gidip Harem'deki bir vadiye kondu ve suyun çekildiğini gördü. Su ilk olarak Kabe'nin bulunduğu yerden çekildi. Oranın çamurları kırmızı renkli idi, o bakımdan güvercinin iki ayağı da bu çamur ile renklendi ve Hazret-i Nûh'a gelerek: “Müjdeler olsun. Yeryüzüne konaklayabiliriz" dedi. Hazret-i Nûh eliyle güvercinin boynunu sıvazlayıp ona bir gerdanlık taktı ve ayağındaki kırmızılığı kendisine hediye etti, ona dua edip Harem'de ikamet ettirerek onu mübarek saydı. Bundan sonra artık insanlar güvercinleri sevmeye başladı. Sonra Hazret-i Nûh gemiden çıkıp bugün Musul taraflarında "Karyetu's-Semaîn" (seksen kişinin kasabası) diye bilinen bir kasaba inşa ettiler.. Hazret-i Nûh'un kavmine veba isabet edince, Hazret-i Nûh, Sâm, Hâm, Yâsef ve kadınları dışında herkes öldü. Dünyadaki insanlar kalan bu kişilerden türeyip çoğaldı. Yüce Allah'ın, "Biz yalnız Nuh'un soyunu kalıcı kıldık" âyeti buna işaret etmektedir. İbn Asâkir'in Hâlid ez-Zeyyât'tan bildirdiğine göre Hazret-i Nûh Receb ayının ilk günü gemiye bindi ve yanındaki insanlara ve cinlere: “Bu gün oruç tutunuz. Cehennem, bu gün oruç tutandan bir yılık mesafe uzaklaştırılır. Yedi gün oruç tutana ise cehennemin yedi kapısı da kapatılır. Sekiz gün oruç tutana da cennetin sekiz kapısı açılır. On gün oruç tutana yüce Allah: “İste, istediğin verilsin" buyurur. On beş gün oruç tutana ise Yüce Allah: “Amel yapmaya devam et. Geçmiş günahlarını bağışladım" buyurur. Daha fazla yapana da yüce Allah ihsanını arttırır. Hazret-i Nûh gemide, Receb, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade, Zilhicce aylarını ve Muharrem ayının ilk on gününü oruçlu geçirdi. Gemi, Aşura günü karaya oturdu ve Hazret-i Nûh yanındakilere: “Bu günü oruçlu geçiriniz" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: “Hazret-i Nûh gemiye Receb ayının onuncu günü bindi, Muharrem ayının onunda karaya çıktı. Karaya çıktıklarında hem kendisi, hem ailesi o günü oruçlu geçirdiler." Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Nûh, gemiye her şeyden yüklediği zaman aslanı da gemiye almıştı. Aslan gemidekilere zarar verince kendisine humma hastalığı verildi." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Ebû Ubeyde'nin şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Nûh'a gemiye her şeyden birer çift alması emredilince, aslan humma hastalığına yakalanmadan onu gemiye yükleyemedi. Aslan humma hastalığına yakalanınca Hazret-i Nûh onu gemiye yükledi." İbn Ebî Hâtim, Zeyd b. Eşlem vasıtasıyla, babasından Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Hazret-i Nûh, gemiye her canlıdan birer çift yükleyince arkadaşları: «Aslan bizimleyken nasıl rahat olacağız» dediler. Bunun üzerine Allah, aslana humma hastalığı verdi. Bu, yeryüzündeki ilk humma vakasıdır. Sonra fareden şikayetçi oldular ve: «Bu hayvan, yemeğimize ve eşyalarımıza zarar veriyor» dediler. Yüce Allah aslana emretti ve aslan aksırdı. Bu aksırmayla aslandan kedi çıktı ve fare kediden saklandı." Hakîm et-Tirmizî Nevâdirul-Usûl'da, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Hazret-i Nûh gemiye çıkınca fareler geminin halatlarını kemirmeye başladılar. Hazret-i Nûh bu durumu Yüce Allah'a şikayet edince, Allah kendisine emretti, Hazret-i Nûh aslanın alnını sıvazladı ve aslandan iki kedi çıktı. Hazret-i Nûh, gemideki dışkılardan dolayı Yüce Allah'a şikâyette bulundu. Allah kendisine filin kuyruğunu sıvazlamasını emretti. Hazret-i Nûh filin kuyruğunu sıvazlayınca ondan iki domuz çıktı ve gemideki dışkıları yediler." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Gemidekiler farelerden rahatsız olunca aslan aksırdı ve burnundan, biri erkek diğeri dişi iki kedi çıkarak Allah'ın kalmasını diledikleri dışındaki bütün fareleri yediler. Gemidekiler gemide bulunanların dışkılarından rahatsız olunca fil aksırdı ve onun da burnundan biri erkek, diğeri dişi iki domuz çıkıp gemidekilerin dışkılarını yediler. Hazret-i Nûh, eşeği gemiye yükleyeceği zaman onu kulaklarından, İblis te kuyruğundan yakaladı, Hazret-i Nûh eşeği kulaklarından çekerken İblis kuyruğundan çekiyordu. Hazret-i Nûh eşeğe: “Gir ey şeytan!" deyince eşek girdi ve İblis te onunla gemiye girdi. Gemi hareket edince, İblis, geminin arka tarafında oturup şarkı söylemeye başladı. Hazret-i Nûh: “Yazıklar olsun sana! Sana kim izin verdi?" deyince, İblis: “Sen" karşılığını verdi. Hazret-i Nûh: “Ne zaman?" diye sorunca ise İblis: “Sen eşeğe: «Gir ey şeytan» demiştin. Ben de böylece senin izninle girdim" cevabını verdi." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Nûh, ilk olarak gemiye karıncayı aldı, son yüklediği ise eşekti. Eşeğin ön ayakları gemiye basınca İblis kuyruğundan tuttu ve eşek ayaklarını kımıldatamaz oldu. Hazret-i Nûh ta: “Vay sana! Gir ey şeytan!" demeye başladı, ama eşek bir türlü gemiye girmedi. Sonunda Hazret-i Nûh: “Girsene, beraberinde şeytan dahi olsa gir" deyince, şeytan eşeği bıraktı ve eşek gemiye girince şeytan da onunla girdi. Hazret-i Nûh: “Ey Allah'ın düşmanı! Seni kim gemiye sokan ne oldu?" diye sorunca, İblis: “Sen: «Beraberinde şeytan dahi olsa gir» demedin mi?" karşılığını verdi. Hazret-i Nûh: “Yanımdan çık!" deyince, İblis: “Senin beni gemide, seninle beraber taşımaktan başka yolun yok" karşılığını verdi. İşte bu iddiaya göre İblis de gemide bulunuyor idi. İbn Asâkir'în bildirdiğine göre Mücâhid der ki: “Hazret-i Nûh, dokuz yüz elli yıl kavmini Allah'a davet etti. Önce gizlice davet etti, sonra açıktan davet etti en sonunda yüksek sesle onları davet etti. Kavmi kendisini baygın düşünceye kadar boğuyor, Hazret-i Nûh ise kendine gelince: “Allahım! Kavmimi bağışla, onlar bilmiyorlar" diyordu. Kişi babasına: “Babacığım! Bu ihtiyar neden her gün bıkmadan bağırıyor?" diye soruyor, baba da: “Babamın, dedemden bildirdiğine göre bu kişi (Hazret-i Nûh) o zamandan bu yana bu şekilde bağırmaktadır. Hazret-i Nûh, kavmine beddua edince, Allah kendisine gemiyi yapmasını emretti. Hazret-i Nûh gemiyi üç yılda bitirdi. Kavmi yanından her geçişinde onunla alay ediyor ve gemiyi yapmadaki maharetine hayret ediyorlardı. Hazret-i Nûh, gemiyi bitirince Yüce Allah kendisine işaret olarak, tandırdan suyun fışkırmasını verdi ve: “Tandırdan suyun fışkınp coştuğunu gördüğünde her canlıdan çifter çifter gemiye yükle" buyurdu. Bize bildirildiğine göre tandır, Küfe mescidinin bir köşesindeydi. Hazret-i Nûh, tandırdan su fışkırınca, Allah'ın kendisine emrettiği .gibi yaptı ve: “Ya Rabbi! Fil ve aslanla nasıl baş edeceğim" dedi. Yüce Allah: “Onlara humma hastalığı vereceğim ve bu hastalık ağırdır" buyurdu. Hazret-i Nûh, ailesini, oğullarını, kızlarını ve gelinlerini gemiye bindirince oğluna da gemiye binmesini söyledi; ama oğlu gemiye binmeyi kabul etmedi. Hazret-i Nûh gemiye yükleyeceği her şeyi yüklemeyi bitirince geminin üstünü örttü. Eğer böyle yapmasaydı, gökten inen yağmurun şiddeti sebebiyle gemideki herkes helak olurdu. Yüce Allah: “Biz de derhal nehir gibi devamlı akan bir su ile göğün kapılarını açtık" buyurmaktadır. Her yağmur damlası su kurbasından inen su kadardı. O gün yeryüzünde olanlardan herkes öldü. Sadece gemide olanlar hayatta kaldı. Sel sularından Harem'e hiç girmedi." İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, Abdullah b. Ziyâd b. Sem'ân'dan, o da ismini verdiği bir kişiden şöyle bildirir: “Yüce Allah, Tufan'dan kırk yıl önce Hazret-i Nûh'un kavminin erkeklerini ve kadınlarını kısırlaştırdı. Hazret-i Nûh'un onlara beddua etmesinden sonra Tufan'a kadar kırk yıl boyunca çocukları olmadı. Böylece küçükler büyüyüp ergenlik çağına yetişti ve amellerinden mesul duruma geldiler. Sonra yüce Allah onlara semadan tufanı gönderdi." İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk der ki: “Bazıları, Yüce Allah'ın, bazı çocukları babalarıyla beraber suda boğduğunu iddia etmektedir. Bu gerçek değildir. Çocuklar, günahsız olarak boğulan kuşlar ve diğer mahlukatla aynı konumdadır. Bunların eceli geldi ve öldüler. Erkek ve kadınlardan ergenlik çağına erişenlere, tufan bir ceza olarak gönderilmiştir." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Asâkir, Mücâhid vasıtasıyla Ubeyd b. Umeyr'in şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Nûh'un kavmine tufan isabet ettiği zaman, sular her dağı on beş zira' aşacak kadar yükseldi. Sele kapılanlar arasında bir kadın da vardı. Sel gelince bu kadın oğlunu bağrına bastı. Su göğsüne kadar yükselince, çocuğu omuzlarına aldı. Sel suları kadının omuzlarına yetişince onu elleriyle yükseğe kaldırdı. Yüce Allah: “Eğer yeryüzü halkından birine merhamet edecek olsaydım bu kadına merhamet ederdim. Ama bu konudaki hükmümü vermişim" buyurdu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ der ki: “Bana bildirildiğine göre Hazret-i Nûh, cariyesine: “Tandırdan su fışkırdığı zaman bana haber ver" dedi. Cariye ekmek pişirmeyi bitirdiğinde tandırdan su fışkırmaya başlayınca gidip Hazret-i Nûh'a haber verdi. Bunun üzerine Hazret-i Nûh ve beraberindekiler geminin en üst kısmına bindiler ve yüce Allah, semanın kapılarını devamlı akan bir suyla açıp yeryüzünde pınarlar fışkırttı." İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, Abdullah b. Ömer el-Umerî'den, o Nâfi'den, o da İbn Ömer'in şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Nûh'un gemisinin etrafında sular fışkırınca, o ümmetten bir adam firavunlarından birine giderek: “Bu deli olduğunu iddia ettiğiniz kişi size vaad ettiği şeyi getirdi. Bunun üzerine firavun muhafızları ve adamlarından bir grupla gelip Hazret-i Nûh'un yakınında durdu ve: “Ne diyorsun?" diye sordu. Hazret-i Nûh: “Size vaad edilen şey geldi" cevabını verince, Firavun: “Bunun alameti nedir?" diye sordu. Hazret-i Nûh: “Beygirinin başını okşa" deyince firavun, beygirinin başını okşadı ve beygirin ayaklarının altından sular fışkırmaya başladı. Bunun üzerine firavun sudan kaçarak dağa doğru koşmaya başladı." İbn İshâk ve İbn Asâkir, Câfer b. Muhammed'in şöyle dediğini bildirir: Sular, Hazret-i Nuh'un evinde, kızının ekmek pişirdiği tandırdan fışkırmıştır. Hazret-i Nûh'un tufanı beklediği sırada kızı gelip: “Babacığım! Sular tandırdan fışkırmaya başladı" dedi. Bir marangoz dışında bütün marangozlar Hazret-i Nûh'a iman etmişti. Sadece bu marangoz: “Bana ücretimi ver" demiş, Hazret-i Nûh: “Gemiye binmen karşılığı ücretini veririm" karşılığını vermişti. Marangoz: “Vudd, Suvâ, Yağûs, Ya'ûk ve Nesr beni kurtarırlar demişti. Yüce Allah, Hazret-i Nûh'a: “Her cinsten birer çifti ve aleyhine hüküm verilmiş olanın dışında kalan çoluk çocuğunu ve inananları gemiye bindir" diye vahyeti. Aleyhine hüküm verilenler, hanımı Vâlika ve oğlu Kenan'dı. Hazret-i Nûh: “Ya Rabbi! Bütün bunları gemiye yükledim, ama yabani hayvanları aslanları ve kuşları nasıl yükleyeceğim?" deyince, Yüce Allah: “Ben onları sana toplayacağım" buyurup Cibril'i gönderdi ve Cibril bu hayvanları toplayıp sağ eliyle erkek, sol eliyle dişi hayvanları tutarak gemiye bindirdi. Hazret-i Nûh, Allah'ın kendisine emrettiği sayıda canlıyı gemiye bindirip bir yerde toplayınca, geminin dışında kalan vahşi ve yırtıcı hayvanlar azabın geleceğini görüp Hazret-i Nûh'un ayaklarını yalamaya başladılar ve: “Bizi de gemiye al" dediler. Hazret-i Nûh: “Bana, her canlıdan birer çift almam emredildi" karşılığını verdi. İbn Asâkir'in Zührî'den bildirdiğine göre Yüce Allah rüzgârı gönderip, kuşlar, yabani ve yırtıcı hayvanlardan birer çifti gemiye yükledi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen çiftten kasıt, her türden bir erkek ve bir dişidir. İbn Ebî Hâtim, İkrime'nin: “Âyette geçen çiftten kasıt, erkeklerden bir çift, dişilerden bir çifttir" dediğini bildirir. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Hakem'den bildirdiğine göre "Çifti ve aleyhine hüküm verilmiş olanın dışında kalan çoluk çocuğunu ve inananları gemiye bindir..." buyruğundaki hükümden kasıt azaptır. Aleyhine hüküm verilen de, geminin dışında kalıp helak olanlar arasında olan hanımıdır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Hakem'den bildirdiğine göre iman edenler, Hazret-i Nûh, üç oğlu ve dört geliniydi. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Cüreyc'in şöyle dediğini bildirir: “Bana ulaştığına göre Hazret-i Nûh, üç oğlunu ve üç gelinini gemiye bindirdi. Hâm, gemideyken hanımıyla ilişki kurunca Hazret-i Nûh, nutfesinin değişikliğe uğraması için dua etti ve böylelikle siyahiler ondan doğmuş oldu." İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim İbn Cüreyc vasıtasıyla aynı rivâyette bulunmuştur. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Hazret-i Nûh gemiye seksen insan bindirdi. Bunlardan biri de, lisanı Arapça olan Cürhüm'dür." İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir, İkrime vasıtasıyla İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Nûh ile gemide, aileleriyle birlikte olan seksen kişi vardı ve gemide yüz elli gün kaldılar. Yüce Allah, gemiyi ilk önce Mekke'ye yöneltti ve gemi Kâbe'nin etrafında kırk gün döndü. Sonra onu Cûdi dağına yönlendirdi ve gemi orada karaya oturdu. Hazret-i Nûh, haber getirmesi için kargayı gönderince, bir leşe kondu ve geri dönmekte gecikti. Bunun üzerine Hazret-i Nûh güvercini gönderince, güvercin bir zeytin yaprağı getirdi ve ayaklarını da çamura buladı. Hazret-i Nûh, bunlardan suyun çekildiğini anladı ve Cûdi'nin eteklerine inip Seksenler Kasabası adında bir kasaba kurdu. Bir gün kalktıklarında, içinde Arapçanın da olduğu seksen dille konuşmaya ve birbirlerinin konuşmasını anlamaya başladılar. Konuşmalarını Hazret-i Nûh birbirlerine tercüme ediyordu." İbn Ebi'd-Dünyâ Mekâyidu'ş-Şeytân'da ve İbn Asâkir, İbn Ömer'in şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Nûh, kendisine emredildiği gibi, gemiye her canlıdan birer çift yükleyip binince, gemide tanımadığı bir ihtiyar gördü ve: “Sen kimsin?" diye sordu. İhtiyar: “Ben İblis'im. Arkadaşlarının kalplerini elde etmek, kalplerinin benimle, bedenlerinin de seninle olması için girdim" deyip şöyle devam etti: “İnsanları beş şeyle helak ederim. Sana, bunlardan üçünü söyleyeceğim, ama ikisini söylemem." Hazret-i Nûh'a: “Senin o üç şeye ihtiyacın yoktur. Sana iki şeyi söylemesini iste" diye vahyedilip Hazret-i Nûh bunları İblis'e sorunca: “Bunlardan biri hasettir. Ben haset sebebiyle lanete uğradım ve kovulmuş şeytan kılındım. Diğeri ise hırstır. Hazret-i Âdem'e bütün cennet mübah kılınmasına rağmen hırsı sebebiyle ona istediğimi yaptırdım" cevabını verdi. İbnu'l-Münzir'in Hakem'den bildirdiğine göre gökkuşağı, tufandan sonra insanların topluca suda boğulmamaları için çıkmıştır. 41"Dedi kî: Binin içerisine! Onun akması da, durması da Allah'ın ismiyledır. Şüphesiz Rabbim günahları bağışlayandır, Rahim'dir." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: “Hazret-i Nûh gemiye binince, gemi sarsılıp gıcırdayınca korktu ve: “Ey Rabbimiz! Güzel yap, Ey Allah! İyilikte bulun" diye bağırmaya başladı. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, âyetin "Gemiye binmeniz, onun akması ve durması Allah'ın ismiyledır" mânâsında olduğunu söylemiştir. İbn Cerîr'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre Hazret-i Nûh geminin durmasını istediği zaman: “Bismillah" derdi ve gemi dururdu. Gitmesini istediği zaman da: “Bismillah" derdi ve gemi giderdi. Saîd b. Mansûr ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, bu âyeti, (.....) şeklinde okurdu. Ebû Ya'lâ, Taberânî, İbnu's-Sünnî, İbn Adiy, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Hüseyn b. Ali'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “«Ümmetim gemiye bindikleri zaman onların» Her şeyin sahibi ve Rahman olan Allah'ın ismiyle, «Oraya binin; yürümesi ve durması Allah'ın ismiyledir, Robbin bağışlar ve merhamet eder.» «Onlar Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler» demeleri suda boğulmaya karşı güvenceleridir. " İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Ümmetim için gemiye bindikleri zaman: “Her şeyin sahibi olan Allah'ın ismiyle, "Onlar Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler." "Oraya binin; yürümesi ve durması Allah'ın ismiyledir. Rabbin bağışlar ve merhamet eder" demeleri suda boğulmaya karşı güvenceleridir." Ebu'ş-Şeyh'in es-Sevâb'da, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): şöyle buyurdu: “Gemiye bindiği zaman, Her şeyin sahibi ve Rahman olan Allah'ın ismiyle, «Oraya binin; yürümesi ve durması Allah'ın ismiyledir, Rabbin bağışlar ve merhamet eder.» «Onlar Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler» diyen hiç kimse yoktur ki, yüce Allah ona gemiden ininceye kadar suda boğulmaya karşı güvence vermesin." 42"Gemi, dağlar gibi dalgalar içinde onları götürürken, Nuh, bir kenarda ayrı kalmış olan oğluna «Ey oğulcuğum! Bizimle beraber gel, kafirlerle birlik olma» diye seslendi" İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre Hazret-i Nûh'un tufanda boğulan oğlunun ismi Kenan'dır. Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Tufan'da boğulan Hazret-i Nûh'un oğluydu, ama iman ve amelde babasına muhalefet etmişti. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Ebû Câfer Muhammed b. Ali'nin, "Ey oğulcuğum! Bizimle beraber gel, kafirlerle birlik olma..." âyetini açıklarken: “Âyette bahsedilen çocuk, Hazret-i Nûh'un hanımının oğludur" dediğini bildirir. İbnu'l-Enbârî el-Mesâhifte ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur. 43"Oğlu; «Dağa sığınırım, beni sudan kurtarır» deyince, Nuh: «Bugün Allah'ın âyetinden O nun acıdıkları dışında kurtulacak yoktur» dedi. Aralarına dalga girdi, oğlu da boğulanlara karıştı." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İkrime, "Bugün Allah'ın âyetinden O'nun acıdıkları dışında kurtulacak yoktur" âyetini açıklarken: “Sadece gemiye binenler kurtulacaktır" demiştir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Kâsım b. Ebî Bezze'den bildirdiğine göre dalga, Hazret-i Nûh'un oğlu ile dağın arasına girdi. Hâkim, Ebû Zer'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ehl-i Beyt'im, Hazret-i Nûh'un gemisi gibidir. Ona binen kurtulur; binmeyen ise suda boğulurrr buyurduğunu nakleder. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Humeyd b. Hilâl der ki: “Hazret-i Nûh, bir adama gemi yapımında kendisine yardım etmesi şartıyla bir ücret tayin etti. Adam, Hazret-i Nûh'a yardım edip geminin yapımı bitince, Hazret-i Nûh: “Ücretini vermem veya Allah'ın seni zalim olan kavimden kurtarması arasında tercihte bulun" dedi. Adam: “Kavmime danışıp öyle karar vereyim" diyerek, kavmine danıştı. Kavmi: “Git ve ücretini al" deyince, gelip: “Ücretimi istiyorum" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Nûh adama ücretini verdi. Adam henüz gözden kaybolmadan, yüce Allah suya emrini verdi ve adam suyla boğuşarak: “Bana verdiğin ücreti al" dedi. Hazret-i Nûh: “Razı olduğun şey sana verildi" dedi ve adam boğulanlarla beraber boğuldu." 44"Yere, «Suyunu çeki», göğe, «Ey gök sen de tut!» denildi. Su çekildi, iş de bitti; gemi Cudı'ye oturdu. «Haksızlık yapan millet Allah'ın rahmetinden uzak olsun» denildi" İbn Sa'd ve İbn Asâkir, el-Kelbî vasıtasıyla, Ebû Sâlih'ten, o da İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Nûh doğduğu zaman, babası seksen iki yaşındaydı ve o zaman hiç kimse kötülükten sakınmıyordu. Yüce Allah, Hazret-i Nûh'u dört yüz seksen yaşında kendilerine peygamber olarak gönderdi. Ve onları peygamber olarak yüz yirmi yıl davet etti. Sonra Allah kendisine gemiyi yapmasını emretti. Hazret-i Nûh altı yüz yaşındayken gemiyi bitirip ona bindi ve boğulanlar boğuldu. Gemi olayından sonra üç yüz elli yıl yaşadı. Hazret-i Nûh'un oğlu Şam'ın çocuklarının çoğu beyaz tenlidir, ama aralarında esmer olanlar da vardır. Hâm'ın çocukları ise siyah tenlidir, ama aralarında beyaz olanlar da vardır. Yâsef'in çocukları kumraldır ve kızıl renkte olanlar da vardır. Kenan ise tufanda boğulan oğludur. Araplar Kenan'a Yâm derler. Bunların annesi birdir. Hazret-i Nûh gemiyi Nevz dağında yapmış, ondan sonra tufan başlamıştır. Hazret-i Nûh bu çocukları, gelinleri ve Hazret-i Şît'in oğullarından kendisine iman eden yetmiş kişiyle gemiye bindi. Gemide seksen kişiydiler ve Hazret-i Nûh gemiye her canlıdan bir çift yükledi. Geminin uzunluğu, Hazret-i Nûh'un babasının dedesinin zira'ıyla üç yüz zira', eni elli zira' ve yüksekliği otuz zira' idi. Suyun dışında kalan kısmı, altı zira' idi ve geminin üstü kapalıydı. Geminin, biri diğerinden alçak olan üç kapısı vardı. Yüce Allah kırk gün kırk gece yağmur indirdi ve yağmura maruz kalan yabani hayvanlar, kuşlar Hazret-i Nûh'un yanına gelip onun emrine girdiler ve Allah'ın emrettiği şekilde onların her birinden bir çifti gemiye aldı. Hazret-i Âdem'in de cesedini gemiye yükledi ve onu kadınlarla erkekler arasına koydu. Gemiye Receb'in onunda bindiler, Muharrem ayının onuncu günü karaya çıktılar. Aşura günü oruç tutanlar bu sebeple oruç tutmaktadır. Tufana sebep olan suyun yarısı gökten inerken, diğer yarısı yerden fışkırmıştı. Bu sebeple yüce Allah: “Biz de derhal nehir gibi devamlı akan bir su ile göğün kapılarını açtık. Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık. (Her iki) su, takdir edilmiş bir işin olması için birleşmişti" buyurmaktadır. Sular, en yüksek dağdan on beş zira' daha yükseğe çıktı ve gemi, bu suda yüzdü. Altı ay boyunca yeryüzü sular altında kaldı, ama sadece Haremi su basmadı. Gemi Harem'in etrafında bir hafta dolaştı ve suyun altında kalmaması için Hazret-i Âdem'in inşa ettiği Beyt havaya yükseltildi. Bu ev, Beytu'l-mâmûr'dur. Haceru'l-Esved ise Ebû Kubeys dağına gitti. Gemi Harem'in etrafında dolaştıktan sonra, yoluna devam edip Cûdi dağında karaya oturdu. Cûdi dağı Musul'dadır. Altı ay sonra karaya oturunca orada da bir yıl tamamlanana kadar kaldı. Geminin karaya oturmasından altı ay sonra: “Haksızlık yapan millet Allah'ın rahmetinden uzak olsun" denildi. Cûdi dağına oturunca: “Yere, «Suyunu çek!», göğe, «Ey gök sen de tut!» denildi. Su çekildi, iş de bitti..." yeryüzü kurudu, gökten inen sulardan denizler oluştu. Yerden çıkan sular da Hismâ denilen yerde toplandı ve kırk yıl sonra çekildi. Hazret-i Nuh bir kasabaya indi ve herkes kendine bir ev inşa etti. Evlerin inşa edildiği bu yere Sûkus'-Semânîn (seksenlerin çarşısı) adı verildi. Kâbîl'in oğulları ve Hazret-i Âdem ile Hazret-i Nûh arasında yaşayıp İslam'ı kabul eden erkekler suyun altında kaldı. Hazret-i Nûh dua edince aslan humma hastalığına yakalandı, güvercin evcilleşti ve karganın hayatı zorlaştı. Hazret-i Nûh, Kabil'in çocuklarından bir kadınla evlendi ve ondan bir çocuğu olunca adını Yûnâtan koydu. Seksenler çarşısı kendilerine dar gelmeye başlayınca Bâbil'e gidip şehri inşa ettiler. Bu şehir Fırat ile Sarât (Irak'ta bir nehir) arasındadır. Bu şehirde sayıları çoğalıp yüz bine kadar ulaştı. Hazret-i Nûh gemiden inince Hazret-i Âdem'in cesedini Beytu'l- Makdis'te defnetti. Abdurrezzâk ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde der ki: “Hazret-i Nûh güvercini gönderince, güvercin bir zeytin yaprağı getirdi. Bu sebeple kendisine boynundaki gerdanlık (gibi renkler) ve ayağındaki kına gibi renkler verildi. İbn Ebî Hâtim, Ebû Saîd'in şöyle dediğini bildirir: “Merr suyundan içmek için yola çıktığımda, Fırat'tan geçerken Hasan ve Hüseyin'le karşılaştım. Bana: “Ey Ebû Saîd! Nereye gidiyorsun?" diye sordular. Ben: “Merr suyundan içmek istiyorum" cevabını verince, şöyle dediler: “Merr suyundan içme. Tufan olduğu zaman, Yüce Allah yeryüzüne suyunu çekmesini, gökyüzüne de suyunu tutmasını emretti. Bazı yerler bu emre karşı gelince Yüce Allah bu yerleri lanetledi ve bu yerlerin suyu acı, toprağı çoraklaşıp hiç bir şey bitirmez oldu." Ebu'ş-Şeyh, İbrâhim et-Teymî'nin şöyle dediğini bildirir: “Yeryüzüne suyunu çekmesi emredilince, Küfe dışındaki bölgeler suyunu çekti, sadece Küfe çekmedi. Bu sebeple Küfe lanetlendi. Diğer topraklar iki öküzle sürülebilirken, Küfe topraklan ancak dört öküzle sürülebilmektedir." İbnu'l-Münzir'in İkrime'den bildirdiğine göre âyette geçen kelimesi, Habeşîlerin kullandığı bir kelimedir. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Vehb b. Münebbih'ten bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, Habeşîlerin kullandığı bir kelimedir ve yutmak mânâsındadır. Ebu'ş-Şeyh'in Câfer b. Muhammed'den bildirdiğine göre babası, (.....) kelimesi Hintlilerin kullandığı bir kelimedir ve içmek mânâsındadır" demiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi tutmak, (.....) âyeti ise suyun gitmesi mânâsındadır. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyeti suyun eksilmesi, (.....) âyeti ise Hazret-i Nûh'un kavminin helak olması mânâsındadır. Ahmed, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Ebû Hureyre'nin şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Yahudilerden, Aşura günü oruç tutan bir topluluğa rastladı ve: “Bu oruç da nedir?" diye sordu. Onlar: “Bu günde Allah Musa'yı ve İsrâiloğullarını suda boğulmaktan kurtardı. Yine bu gün de Firavun'u suda boğdu. Bu günde gemi Cûdî üzerine oturdu. Nûh ve Mûsâ, Allah'a şükür için bu günde oruç tuttular" cevabını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben Musa'ya ve bu günün orucuna daha lâyığım" buyurup oruç tuttu ve ashâbına da oruç tutmalarını emretti." İbn Cerîr, Abdulazîz b. Abdilğafûr'den, babasından, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Hazret-i Nûh, Receb ayının ilk günü gemiye binmiş, hem kendisi, hem de beraberindekiler oruç tutmuşlardır. Gemi onları altı ay suyun üzerinde dolaştırmış ve Muharrem ayında Aşura günü Cûdi dağında karaya oturmuştur. O zaman Hazret-i Nûh oruç tuttu ve yanındaki insanlara, vahşi olsun ehli olsun hayvanlara da Allah'a şükür için oruç tutmalarım emretti. İsbehânî et-Terğîb'de, Ebû Hureyre'nin şöyle dediğini bildirir: “Aşura günü, Yüce Allah'ın Hazret-i Âdem'in tövbesini kabul ettiği, Hazret-i Nûh'un gemisinin Cûdi dağında karaya oturduğu, İsrâiloğulları için denizi yardığı ve Hazret-i İsa'nın doğduğu gündür. Bu gün oruç tutmak Müslümanlar arasında kabul edilmiş bir sünnettir." İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb der ki: Gemi Cûdi dağında karaya oturduktan sonra Hazret-i Nûh, bir müddet gemide bekledi. Sonra kendisine izin verildi ve dağa inip kargayı çağırarak: “Bana yeryüzüyle ilgili bilgi getir" dedi. Karga yere inip, Nuh'un kavminden boğulanları görünce geriye dönmekte gecikti ve bu sebeple Hazret-i Nûh kargayı lanetledi. Sonra güvercini çağırınca, güvercin gelip eline kondu. Hazret-i Nûh: “İn ve bana yeryüzüyle ilgili bilgi getir" dedi. Güvercin gitti ve fazla geçmeden gagasıyla tüylerini silkeleyerek gelip: “Yeryüzüne inebilirsin. Yeryüzünde bitkiler yetişti" dedi. Hazret-i Nûh: “Allah sana bereket versin ve evlerde barındırsın ve seni insanlara sevdirsin. Eğer insanların sana üşüşmelerinden korkmasaydım, yüce Allah'a, başını altın yapması için dua ederdim" dedi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid der kî: “Cûdi, Cezîre'de bir dağdır. O günde dağlar suda boğulmaktan (kurtulmak üzere) uzanıp yükselmişler, o ise Allah için tevazu göstermiş ve suya batmadı ve Hazret-i Nûh'un gemisi onun üzerinde durdu." el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh Atâ'nın şöyle dediğini bildirir: “Cûdi dağı dışındaki bütün dağlar uzanıp yükseldiler, sadece Cûdi dağı Allah'ın emrinin gerçekleşeceğini bilmiş ve sakin durmuştur. Yüce Allah, tufan zamanı, Haceru'l-Esved'i Ebû Kubeys dağında saklamıştır." İbn Cerîr'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre Cudî, Musul'da bir dağdır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre Yüce Allah, gemiyi, ondan sonra yapılan nice gemilerin helak olmasına rağmen bir âyet olarak Cezîre topraklarındaki Bakırda denilen yerde bekletmiştir. Hatta bu ümmetten bazıları bu gemiyi görmüşlerdir." 45Bkz. Ayet:47 46Bkz. Ayet:47 47"Nuh Rabbine seslendi: «Rabbim! Oğlum benim ailemdendi. Doğrusu Senin vadin haktır. Sen hükmedenlerin en iyi hükmedenisin» dedi. Allah: «Ey Nuh! O senin ailenden sayılmaz; çünkü kötü bir iş işlemiştir; öyleyse bilmediğin şeyi Benden isteme. İşte sana öğüt bilgisizlerden olma» dedi. «Rabbim! Bilmediğim şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen kaybedenlerden olurum» dedi." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(ı- Basrî) der ki: “Hazret-i Nûh, Rabbine seslenip şöyle dedi: “Ya Rabbi! Oğlum benim ailemdendi. Sen de ailemi kurtaracağını vaad etmiştin. Oğlum da ailemdendi." Abdurrezzâk, Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Asâkir, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: “Hiçbir peygamberin hanımı zina etmemiştir. "...O senin ailenden sayılmaz..." âyetinden kastedilen: “Bu, seninle kurtaracağımı vaad ettiğim aile fertlerinden değildir" mânâsındadır." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Dahhâk vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Peygamberlerin hanımları zina etmezler" deyip, bu âyeti (.....) şeklinde okuyarak: “Ey Nûh! Senin bu isteğin kötü bir istektir ve senden.böyle bir istekte bulunmana razı olmam" mânâsını verirdi. Ebu'ş-Şeyh'in Saîd vasıtasıyla bildirdiğine göre Katâde, âyet hakkında şöyle demiştir: “Yüce Allah, Hazret-i Nûh'a, herhangi biri için bir şey istemesini yasakladığı için, Hazret-i Nûh'un Rabinden, oğlu için istekte bulunması kötü bir istek olarak nitelenmiştir. Abdullah, bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur. Katâde'den başkası, Hazret-i Nûh'un suda boğulan oğlunun adının Kenân olduğunu söylemiştir. Katâde, Kenân'ın, hem imanda, hem de amelde babasına ters düştüğünü söylemiştir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Câfer er-Râzî der ki: Zeyd b. Eslem'e, bu âyeti nasıl okuduğunu sorduğumda, (.....) şeklinde okuduğunu söyledi. Hâkim, el-Kunâ'da Ebu'l-Âliye'den, Ubey b. Ka'b'ın bu âyeti (.....) şeklinde okuduğunu bildirir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Alkame, bu âyetin, İbn Mes'ûd'un kıraatında, (.....) şeklinde olduğunu söylemiştir. İbn Cerîr, Ali (b. Ebî Talha) vasıtasıyla, İbn Abbâs'ın, (.....) âyetini: “Bilmediğin bir konudaki isteğin iyi olmayan bir istektir" şeklinde açıkladığını bildirir. Tayâlisî, Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye, Şehr b. Havşeb vasıtasıyla, Esma binti Yezîd'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti, "(=İyi olmayan bir amel yaptı) şeklinde okuduğunu bildirir. Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym, el-Hitye'de, Şehr b. Havşeb vasıtasıyla Ümmü Seleme'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti (İyi olmayan bir amel yaptı) şeklinde okuduğunu bildirir. Abd b. Humeyd der ki: “Ümmü Seleme, Esrriâ binti Yezîd'dir." Ebû İsa et- Tirmizî: “Bana göre iki rivayet aynı hadistir" demiştir. Buhârî Tarih'te, İbn Merdûye ve Hatîb, Hazret-i Âişe'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti, "(=İyi olmayan bir amel yaptı)" şeklinde okuduğunu bildirir. İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti,(.....) (=İyi olmayan bir amel yaptı) şeklinde okuduğunu bildirir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime der ki: “Bu âyet bazı kıraatlerde, (.....) (=İyi olmayan bir amel yaptı) şeklinde okunmaktadır." Ebu'ş-Şeyh, Dahhâk'ın, (.....) âyetini açıklarken: “Hazret-i Nûh'un oğlunun yaptığı kötü amel küfürdü" dediğini bildirir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuş ve: “Yaptığı iş peygambere isyan etmekti" demiştir. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Öyleyse bilmediğin şeyi Benden isteme..." âyetini açıklarken: “Yüce Allah, Hazret-i Nûh'a, onun oğlu olmadığını belirtmiştir" demiştir. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Zeyd'in, "İşte sana öğüt, bilgisizlerden olma, dedi" âyetini şöyle izah etmiştir: “Vaadettiğimi yerine getirmeyeceğimi zannedecek ve bunu Benden isteyecek kadar cahil olma. Böyle yapman bir hatadır." Bunun üzerine Hazret-i Nûh: “Rabbim! Bilmediğim şeyi Senden istemekten Sana sığınırım" diyerek hatasından döndü. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: “Kişi, yüz şeyden sakınıp bir şeyden sakınmasa, takva sahibi olamaz. Yine, yüz şeyden uzaklaşıp bir şeyden uzaklaşmasa vera sahibi olamaz. Kendisinde cahillikten bir haslet bulunan cahillerden sayılır. Hazret-i Nûh: “Rabbim! Oğlum benim ailemdendi..."dediği zaman Yüce Allah'ın: “İşte sana öğüt, bilgisizlerden olma, dedi" buyurduğunu duymadın mı?" Ebu'ş-Şeyh'in Fudayl b. İyâd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Nûh, Rabbine: “Rabbim! Oğlum benim ailemdendi" deyince, Yüce Allah: “Ey Nûh! Oğium benim ailemdendi, demen (ve onu kurtarmamı istemen) iyi bir amel değildir. "Öyleyse bilmediğin şeyi Benden isteme. İşte sana öğüt, bilgisizlerden olma" dedi. Hazret-i Nûh, Yüce Allah'ın, "İşte sana öğüt, bilgisizlerden olma" âyetinden dolayı kırk yıl ağladı. Ahmed Zühd'de, Vuheyb b. el-Verd el-Hadramî'nin şöyle dediğini bildirir: “Yüce Allah, Hazret-i Nûh'u oğlundan dolayı kınayıp, "...İşte sana öğüt, bilgisizlerden olma" buyurunca, üç yüz yıl ağladı ve gözyaşlarından dolayı gözlerinin altında çizgiler oluştu." 48"Denildi Ki: Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in! Kendilerini (dünyada) faydalandıracağımız, sonra da bizden kendilerine elem verici bir azabın dokunacağı ümmetler de olacaktır" Ebu'ş-Şeyh, İbn Zeyd'in, "Denildi ki: Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in! Kendilerini (dünyada) faydalandıracağımız, sonra da bizden kendilerine elem verici bir azabın dokunacağı ümmetler de olacaktır" âyetini şöyle açıkladığını bildirir: “Onlar, Allah kendilerinden razı olarak ve Allah'tan bir esenlikle gemiden indiler. Onlar, o zaman Allah'ın rahmetine uğrayan bir topluluktu. Sonra Yüce Allah onlardan ümmetler oluşacak nesiller çıkardı. Bunların bazıları rahmete kavuşurken bazıları da azaba maruz kalmıştır. Ümmetler, tufandan kurtulan o topluluktan çoğalıp yeryüzüne dağılmıştır." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Denildi ki: Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in! Kendilerini (dünyada) faydalandıracağımız, sonra da bizden kendilerine elem verici bir azabın dokunacağı ümmetler de olacaktır" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Hâlâ yüce Allah, bize (bu bereketteki) payımızı ve nasibimizi vermekte, bizim kendimiz için bile ihmal ettiğimiz şeyleri, bizim için unutmayıp vermektedir. Her ümmetin helak olmasında, kurtulan kişilerin sulbünde bizi yaratmış ve sonunda bizleri, yeryüzüne gönderilen en hayırlı ümmetten yapmıştır." İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve et-Tıbbu'n-Nebev?de İbnu's-Sünnî, İbn Abbâs'ın: “Hazret-i Nûh gemiden çıkınca ilk olarak mersin ağacı denilen bir bitkiyi dikmiştir" dediğini bildirir. Ebu'ş-Şeyh, Osmân b. Ebî Âtike'nin şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Nûh gemiden inip yere ayak basınca ilk olarak Süryâni diliyle: “Yâ Mûri Atkin" (=Ey mevlam! Islah et" dedi. Ebu'ş-Şeyh ve İbn Asâkir, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini bildirir: Yüce Allah, Hazret-i Nûh'un kavmini tufanda boğduğu zaman Hazret-i Nûh'a: “Ben, kendi elimle insanları yarattım Bana itaat etmelerini emrettim. Onlar ise Bana isyan edip gazabımı seçtiler. Yarattıklarımdan Bana isyan etmeyenleri, isyan edenlerin günahıyla azaplandırdım. Kendi adıma yemin ederim —ki hangi şey Benim gibidir!— Bundan sonra tufanla iyilerle kötülere aynı anda azab etmeyeceğim. Kıyamet gününe kadar, gökkuşağımı kullarıma ve memleketlerime tufandan emniyet sebebi yapacağım" buyurdu. O zaman, gökkuşağında kiriş ve ok ta vardı. Yüce Allah bunları söyledikten sonra oku ve kirişi yaydan çekip aldı ve yay şeklindeki gökkuşağı kullar ve memleketler için tufandan emniyette olma sebebi olarak kaldı. İbn Asâkir, Husayf'ın şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Nûh gemiden inip, Hismâ dağına bakınca, iki nehir arasındaki Harran tepesini gördü. Harran'a gidip şehri kurdu. Sonra Dımaşk'e (Şam'a) gidip orada da bir şehir kurdu. Tufandan sonra ilk kurulan şehir Harran, sonra ise Dımaşk'tır." İbn Asâkir'in Ka'bu'l-Ahbâr'dan bildirdiğine göre tufandan sonra yeryüzünde yapılan ilk duvar, Harran ve Dımaşk, sonra Bâbil duvarlarıdır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî der ki: “Kıyamet gününe kadar her mümin kadın ve erkek, yüce Allah'ın, "Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in" buyruğunda geçen selamet ve berekete dâhildir. Yine, kıyamet gününe kadar her kâfir kadın ve erkek "Kendilerini (dünyada) faydalandıracağımız, sonra da bizden kendilerine elem verici bir azabın dokunacağı ümmetler de olacaktır" buyruğunda geçen elem verici azaba dahildir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk "'Denildi ki: Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in! Kendilerini (dünyada) faydalandıracağımız, sonra da bizden kendilerine elem verici bir azabın dokunacağı ümmetler de olacaktır" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Yüce Allah ezeli ilminde onların saadet ehli (cennetlik) olduğunu bildiği için, Hazret-i Nuh'tan sonra doğacak olan müminlerin de selamette olacağını bildirmiştir. Şekavet ehlini de ezeli ilmiyle bildiği için, kendilerinden sonra gelecek olan şekavet ehlini (cehennemlikleri) dünyada faydalandıracağını, sonra kendilerine elem verici bir azabın tattırılacağım bildirmiştir." Ahmed Zühd'de, Ka'b'ın şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Nûh'tan sonra yeryüzünde, kendileriyle belanın defedildiği on dört kişi devamlı mevcuttur." 49"Bunlar sana vahyettiğimiz bilinmeyen olaylardır. Sen de, milletin de daha önce bunları bilmezdiniz. Sabret, sonuç, Allah'tan sakınanlarındır" İbn Ebî Hâtim'in Ebû Mâlik'ten bildirdiğine göre (.....) âyetinin mânâsı, "Bu olaylar"dır. Ebu'ş-Şeyh, Süddî'nin şöyle dediğini bildirir: “Yüce Allah, Hazret-i Nûh kıssasını arılattıktan sonra Hazret-i Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bunlar sana vahyettiğimiz bilinmeyen olaylardır. Sen de, milletin (Araplar) de daha önce (Kur'ân'ı sana vahyetmeden önce) bunları bilmezdiniz. Sabret, sonuç, Allah'tan sakınanlarındır" buyurmuştur." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin şöyle dediğini bildirir: “Eğer, Yüce Allah, Kur'ân'ı Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vahyetmeseydi, ne Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ne de kavmi bu kıssaları bilmezlerdi." 50Bkz. Ayet:60 51Bkz. Ayet:60 52Bkz. Ayet:60 53Bkz. Ayet:60 54Bkz. Ayet:60 55Bkz. Ayet:60 56Bkz. Ayet:60 57Bkz. Ayet:60 58Bkz. Ayet:60 59Bkz. Ayet:60 60"Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O ndan başka tanrınız yoktur. Siz yalan uyduranlardan başkası değilsiniz. Ey kavmimi Ben, ona (peygamberliğe) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Hâla aklınızı kullanmıyor musunuz? Ey kavmimi Rabbinizden bağış dileyin; sonra da O na tövbe edin ki, üzerinize göğü (yağmuru) bol bol göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın. Günah işleyerek (Allah'tan) yüz çevirmeyin. Dediler ki: «Ey Hûd! Sen bize açık bir mucize getirmedin, biz de senin sözünle tanrılarımızı bırakacak değiliz ve biz sana iman edecek de değiliz. Biz "Tanrılarımızdan biri seni fena çarpmış!" demekten başka bir söz söylemeyiz!» (Hûd) dedi ki: «Ben Allah'ı şahit tutuyorum; siz de şahit olun ki ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım. O'ndan başka (taptıklarınızın hepsinden uzağım). Haydi, hepiniz bana tuzak kurun; sonra da bana mühlet vermeyin! Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a dayandım. Çünkü yürüyen hiçbir varlık yoktur ki, O, onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim dosdoğru yoldadır. Eğer yüz çevirirseniz şüphesiz ki benimle size gönderileni size bildirdim. Rabbim (dilerse) sizden başka bir kavmi yerinize getirir de O na hiçbir zarar veremezsiniz. Çünkü benim Rabbim her şeyi gözetendir.» Emrimiz gelince, Hûd'u ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık, onları ağır bir azaptan kurtuluşa erdirdik. İşte Âd (kavmi). Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler; O nun peygamberlerine âsi oldular ve inatçı her zorbanın emrine uydular. Onlar hem bu dünyada, hem de kıyamet gününde lânete tâbi tutuldular. Biliniz ki, Âd (kavmi) Rablerini inkâr ettiler. (Şunu da) bilin ki Hûd un kavmi Âd, Allah'ın rahmetinden uzak kılındı" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) kelimesinin mânâsı, yaratmaktır. İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Dahhâk der ki: “Yüce Allah. Âd kavmine üç yıl yağmur göndermedi. Hazret-i Hûd onlara: “Rabbinizden bağış dileyin; sonra da O'na tövbe edin ki, üzerinize göğü (yağmuru) bol bol göndersin" deyince, onlar bunu kabul etmeyip azgınlıklarına devam ettiler. Saîd b. Mansûr, Tabakâfta İbn Sa'd, Musannef’te İbn Ebî Şey be, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Sünen'de Beyhakî, Şa'bî'nin şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Ömer yağmur duası için çıktı ve sadece istiğfar edip döndü. Kendisine: “Gördüğümüz kadarıyla yağmur yağması için dua etmedin" denilince ise: “Yağmuru, sayelerinde yağmur indirilen yıldızlarla istedim" karşılığını verip: “Rabbinizden bağış dileyin; sonra da O'na tövbe edin ki, üzerinize göğü (yağmuru) bol bol göndersin." "Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki,) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin" âyetlerini okudu. Ebu'ş-Şeyh'in Hârûn et-Teymî'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti: “Yağmuru size mevsimide göndersin" mânâsındadır. Ebu'ş-Şeyh'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti: “Size, yağmur üstüne yağmur (bol bol) indirsin" mânâsındadır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti: “Gücünüze güç katsın" mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İkrime'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti: “Size torunlar versin" mânâsındadır. İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti: “Putlarımızdan biri seni çıldırtmış!" demekten başka bir söz söylemeyiz" mânâsındadır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'in, (.....) âyetini: “Putları seni çıldırtmış" şeklinde açıkladığını bildirir. Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre, (.....) âyeti: “Senin, ilahlarımızı kötülemen, onların seni çarpmış olmaları sebebiyledir" mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim, Yahya b. Saîd'in şöyle dediğini bildirir: “Haddi aşan hırsızdan veya saldırgan aslandan ya da azgın şeytandan korkan "Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a dayandım. Çünkü yürüyen hiçbir varlık yoktur ki, O, onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim dosdoğru yoldadır" âyetini okusun. Yüce Allah, bu âyeti okuyan herkesten korktuklarını uzaklaştırır." İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'in, âyette geçen (.....) kelimesinin hak mânâsında olduğunu söylediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim'in Ebû Mâlik'ten bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, şidetli azab mânâsındadır. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'den, (.....) âyetinin, "Her zorba müşrik" mânâsında olduğunu bildirir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre (.....) âyeti: “Her zorba ve düşmanlık eden kimse" mânâsındadır. İbnu'l-Münzir'in İbrahim en-Nehaî'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi "Haktan sapan kişi" mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Süddî'nin, "Onlar hem bu dünyada, hem de, kıyamet gününde lânete tâbi tutuldular" âyetini açıklarken: “Hazret-i Hûd'dan sonra gönderilen hiçbir peygamber yoktur ki, Âd kavmi onun diliyle lanetlenmesin" dediğini bildirir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Onlar hem bu dünyada, hem de kıyamet gününde lânete tâbi tutuldular" âyetini açıklarken: “Âhiret günü başka bir lanete uğrarlar" demiştir. İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin: “Allah onlara peş peşe iki lanet göndermiştir. Bu lanetlerden birisi dünyada, diğeri ise âhirette onlara isabet edecektir" dediğini bildirir. 61Bkz. Ayet:68 62Bkz. Ayet:68 63Bkz. Ayet:68 64Bkz. Ayet:68 65Bkz. Ayet:68 66Bkz. Ayet:68 67Bkz. Ayet:68 68"Semüd kavmine de kardeşleri Salih'i (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmimi Allah'a kulluk edin. Sizin O ndan başka tanrınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı. Ve sizi orada yaşattı. O halde O ndan mağfiret isteyin; sonra da O'na tövbe edin. Çünkü Rabbim (kullarına) çok yakındır, (dualarını) kabul edendir. Dediler ki: «Ey Salih! Sen bundan önce içimizde ümit beslenen birisiydin. (Şimdi) babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi engelliyor musun? Doğrusu biz, bizi kendisine (kulluğa) çağırdığın şeyden ciddi bir şüphe içindeyiz.» (Salih) dedi ki: «Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden (verilen) apaçık bîr delil üzerinde isem ve O bana kendinden bir rahmet (peygamberlik) vermişse, buna ne dersiniz? Bu durum karşısında O na âsi olursam beni Allah'tan (O'nun azabından) kim korur? O zaman siz de bana ziyan vermekten fazla bir şey yapamazsınız. Ey kavmim! İşte size mucize olarak Allah'ın devesi. Onu bırakın, Allah'ın arzında yesin (içsin). Ona kötülük dokundurmayın; sonra sizi yakın bir azap yakalar.» Eakat Semûd kavmi o deveyi, ayaklarını keserek öldürdüler. Sâlih dedi ki: «Yurdunuzda üç gün daha yaşayın (sonra helâk olacaksınız)!» Bu söz, yalanlanamayan bir tehdit idi. Emrimiz gelince, Sâlih'i ve onunla beraber iman edenleri bizden bir rahmet olarak (azaptan) ve o günün zilletinden kurtardık, şüphesiz Rabbin kuvvetlidir, (her şeye) galip gelendir. Zulmedenleri de o korkunç ses yakaladı ve yurtlarında diz üstü çökekaldılar. Sanki orada hiç oturmamışlardı. Biliniz ki, Semûd kavmi gerçekten Rablerini inkâr ettiler. Yine bilesiniz ki, Semûd kavmi (Allah'ın rahmetinden) uzak kılındı." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî, (.....) âyetinin: “O, sizi yerden (topraktan) yarattı" mânâsında olduğunu söyledi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyeti: “Sizi orada yaşattı" mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre (.....) âyeti: "Sizi yeryüzüne halife kıldı" mânâsındadır. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'in, (.....) âyetinin: "Sizler (böyle yapmakla) sadece daha çok hüsrana uğrarsınız" mânâsında olduğunu söylediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Atâ el-Horasânî'den bildirdiğine göre (.....) âyeti: “Bu yaptıklarınızla, sadece kötülüğünüzün ve hüsranınızın arttığını söylememi sağlarsınız" mânâsındadır. Ebu'ş-Şeyh, İbn Cüreyc'in, (.....) âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Sâlih'in kavmi deveyi kestikleri zaman sadece üç günlük ömürleri kalmıştı ve bu üç gün tamamlanmadan azaba uğratılmadılar." İbn Cerîr, Katâde'nin (.....) âyetini açıklarken: "Yüce Allah, rahmetiyle Hazret-i Sâlih'i o günden ve o günün rezil ve rüsvaylığından kurtardı" dediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre âyette geçen kelimesi, ölü mânâsındadır. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan naklettiğine göre (.....) âyeti: “Sanki orada hiç yaşamamışlar" mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'ın, (.....) âyetinin: "Sanki orada hiç yaşamamışlar" mânâsında olduğunu söylediğini bildirir. İbnu'l-Enbârî'nin el-Vakf ue'l-İbtidâ'da ve Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona: “Bana yüce Allah'ın, âyette geçen (.....) sözünün mânâsını söyle" deyince, İbn Abbâs: “Azaba maruz kaldıklarında, sanki dünyada bulunmamışlar ve yaşamamışlardı" demektir" cevabını verdi. Nâfi: “Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: “Tabi ki! Yoksa Lebîd b. Rabîa'nın: "Atlılar gelmeden önce güzel bir hayat yaşardım Eğer inatçı nefsim ölümsüz olsaydı" dediğini bilmez misin?" İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti: “Sanki onun nimetlerinden hiç faydalanmamışlar" mânâsındadır. 69"Andolsun ki elçilerimiz İbrahim'e müjde ile gelip: «Selâm» dediler. O da: «Selâm» dedi ve vakit geçirmeden kızartılmış bir buzağıyı getirdi" İbn Ebî Hâtim, Osman b. Muhassin'in: “Hazret-i İbrâhim'in misafirleri dört kişiydi. Bunlar: Cibrîl, Mîkâîl, İsrâfîl ve Refâîl'di" dediğini bildirir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuş ve: “Meleklerin selam verip «Selam» dediği her söz, barış mânâsındadır" demiştir. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, semiz mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen kelimesi, kızartılmış mânâsındadır. Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, haşlanmış mânâsındadır. Tastî'nin İbn Abbâs 'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona: “Bana yüce Allah'ın, âyette geçen (.....) sözünün mânâsını söyle" deyince, İbn Abbâs: “Taşların üzerine konulup bu taşların sıcaklığıyla pişen mânâsındadır" cevabını verdi. Nâfi: “Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: “Tabi ki! Yoksa şairin: Onlardan misk kokusu yayılmaktadır istedikleri zaman da taşların üzerindeki pişmiş etten yerler" dediğini bilmez misin?" İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Dahhâk'tari bildirdiğine göre (.....) kelimesi, "taşların üzerine konularak, bu taşların sıcaklığıyla kızartılan" mânâsındadır. Ebu'ş-Şeyh, Şimr b. Atiyye'nin: (.....) kelimesi, (etin), kızartılırken suyunun akmasıdır. 70Bkz. Ayet:73 71Bkz. Ayet:73 72Bkz. Ayet:73 73"Ellerini ona uzatmadıklarını görünce, durumlarını beğenmedi ve içine korku düştü. Onlar, «Korkma, biz Lut milletine gönderildik» dediler. O esnada hanımı ayakta idi ve (bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak'ı, İstıak'ın ardından da Yakub'u müjdeledik. (İbrahim'in karısı:) «Olacak şey değil! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten şaşılacak bir şey!» dedi. Melekler) dediler ki: Allah'ın emrine şaşıyor musun? Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinîzdedir. Şüphesiz kî O, övülmeye lâyıktır, iyiliği boldur." Abdullah b. Ahmed Zühd'ün zevâidinde, Ka'b(u'l-ahbâr)'ın şöyle dediğini bildirir: Bize ulaştığına göre Hazret-i İbrâhim Sodom'a bakar ve: “Yazıklar olsun sana ey Sodom! Bu gün senin lehine bir gün değildir" derdi. Ka'b şöyle devam etti: “Andolsun ki elçilerimiz İbrahim'e müjde ile gelip: «Selâm» dediler. O da: «Selâm» dedi ve vakit geçirmeden kızartılmış bir buzağıyı getirdi. Ellerini ona uzatmadıklarını görünce, durumlarını beğenmedi ve içine korku düştü. Onlar, «Korkma, biz Lut milletine gönderildik» dediler. O esnada hanımı ayakta idi ve (bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak'ı, İshak'ın ardından da Yakub'u müjdeledik" Hazret-i İbrâhim, onları misafir zannederek kızartılmış bir buzağıyı getirdi. Onlar da ayakta duran hanımını oğlu İshak ve ondan olacak olan torunu Yâkub ile müjdelemiştir. Bunün üzerine hanımı: “Olacak şey değil! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten şaşılacak bir şey!" deyince, Cibrîl: “Allah'ın emrine şaşıyor musun? Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, iyiliği boldur" karşılığını verdi. Hazret-i İbrâhim, meleklere Hazret-i Lût'un kavminin durumunu anlatınca: “Ey İbrahim! Bundan vazgeç. Çünkü Rabbinin (azap) emri gelmiştir. Ve onlara, geri çevrilmez bir azap mutlaka gelecektir!"dediler. "Elçilerimiz Lût'a gelince, (Lût) onların yüzünden üzüldü ve onlardan dolayı içi daraldı da «Bu, çetin bir gündür» dedi" Hazret-i Lût, meleklerin güzel yüzlü olmalarından dolayı kavminin yapacaklarından endişe edip melekleri evine götürdü. Hz, Lût'un hanımı kavmine gidip haber verince, kavmi koşarak geldiler. Hazret-i Lût: “Ey kavmim! İşte şunlar kızlarımdır (onlarla evlenin); sizin için onlar daha temizdir. Allah'tan korkun ve misafirlerimin önünde beni rezil etmeyin! İçinizde aklı başında bir adam yok mu!"deyince, onlar: “Senin kızlarında bizim bir hakkımız olmadığını biliyorsun. Ve sen bizim ne istediğimizi elbette bilirsin" karşılığını verdiler. Hazret-i Lût, misafirleri evine koyup, kapıda oturdu ve: “Keşke benim size karşı (koyacak) bir gücüm (aşiretim) olsaydı veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim!" dedi. - Bana bildirildiğine göre Hazret-i Lût'tan sonra kavmi içinde izzet sahibi olmayan hiç bir peygamber gönderilmemiştir.- Melekler, Hazret-i Lût'un, kavmi sebebiyle düştüğü durumu görünce: “Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz (melekleriyiz). Onlar sana asla dokunamazlar. Sen geçenin bir kısmında ailenle (yola çıkıp) yürü. Karından başka sizden hiçbiri geride kalmasın. Çünkü onlara gelecek olan (azap) şüphesiz ona da isabet edecektir. Onlara vâdolunan (helâk) zamanı, sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi?" dediler ve Cibril çıkıp kanismiyle yüzlerine vurarak gözlerini köreltti. Sonr.af. üzerinde bulundukları yeri tutup havaya öyle bir kaldırdı ki, dünya şemasındakiler onların köpeklerinin havlamasını ve horozlarının ötüşünü duydular. Sonra bu yeri onların üzerine devirdi. Sonra, "...üzerlerine (balçıktan) pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırdık" Kırsalda olanların, çobanların ve misafirlerinin üzerine bile taşlar yağdırıldı ve onlardan kimse hayatta kalmadı. İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, Cuveybir vasıtasıyla Dahhâk'tan, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i İbrahim, misafirlerinin yemeğe el uzatmadıklarını görünce onlardan korktu. Korkmasının sebebi de o zaman kişi, birisi hakkında kötülük düşündüğü zaman, onun yemeğini yemezdi ve: “Onun yemeğini yersem ona eziyet etmem haram olur" derdi. Hazret-i İbrâhim de kendisine kötülük yapmalarından korkmuştu ve bu sebeple dizlerinin bağı çözülmüştü. Hanımı ise onlara hizmet ediyordu. Hazret-i İbrâhim, misafirlerine ikramda bulunacağı zaman, Sâre onlara hizmet ederdi. Sâre: “Ey İbrâhim! Neden korkuyorsun? Onlar üç kişi, sen ise ailen ve çocuklarınla berabersin" deyip gülünce, Cibrîl: “Ey gülen kadın! Sen İshâk adında bir çocuk doğuracaksın. Ondan sonra da Yâkub adında bir çocuk olacak" dedi. Sâre, çığlık atarak geldi. Elini yüzüne çarparak utancından yüzünü elleriyle kapattı ve: “Olacak şey değil! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten şaşılacak bir şey!" dedi. "Karısı çığlık atarak geldi. Elini yüzüne çarparak: «Ben kısır bir kocakarıyım!» dedi" âyeti buna işaret etmektedir. Hazret-i İbrâhim'in korkusu gidip İshâk ile müjdelenince, meleklerle Hazret-i Lût'un kavmi konusunda mücadele etmeye başladı. Hazret-i İbrâhim'in mücadelesi şu şekildeydi: Cibril'e: “Ey Cibrîl! Nereye gidiyorsunuz ve kime gönderildiniz?" diye sorunca, Cibrîl: “Lût kavmine gönderildik. Onlara azab etmemiz emredildi" cevabını verdi. Hazret-i İbrâhim: “Onların arasında Lût var" deyince, melekler: “Biz orada olanları daha iyi biliriz; onu ve geride kalanlardan olacak karısı dışında ailesini kurtaracağız" karşılığını verdiler. İddia edildiğine göre bu kavmin adı Vâlika idi. Hazret-i İbrâhim: “Onların arasında yüz bin mümin olsa bile yine de azab edecek misiniz?" diye sorunca, Cibrîl: “Hayır" cevabını verdi. Hazret-i İbrâhim: “Onların arasında seksen biri mümin olsa bile yine de azab edecek misiniz?" diye sorunca, Cibrîl: “Hayır" cevabını verdi. Hazret-i İbrâhim aynı soruyu tek bir mümine indirinceye kadar sormaya devam etti ve Cibrîl: “Hayır" cevabını verdi. Melekler, onların arasında bir müminin bile olmadığını söylemeyince, Hazret-i İbrâhim: “Onların arasında Lût var" dedi. Bunun üzerine onlar: “Biz orada olanları daha iyi biliriz; onu ve geride kalanlardan olacak karısı dışında ailesini kurtaracağız" karşılığını verdiler. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Vehb b. Münebbih'ten bildirdiğine göre Hazret-i İbrâhim, ateşe atıldıktan sonra kavmi tarafından aralarından çıkardıklarında, hanımı Sâre ve onun kardeşi Hazret-i Lût ile Şam topraklarına doğru yola çıktı. Mısır'a varıp, o zamanki insanların en güzeli olan Sâre ile şehre girdiklerinde, halk Sâre'nin güzelliğinden bahsetti. Kral, Sâre'nin güzelliğini duyunca onu çağırdı ve Hazret-i İbrâhim'e, Sâre ile yakınlığının ne olduğunu sordu. Hazret-i İbrâhim, kocası olduğunu söylerse kralın kendisini öldürmesinden korkup: “Ben onun kardeşiyim" cevabını verince, kral: “Onu benimle evlendir" dedi. Kral o gece rüya gördü ve bu rüya nefesini kesip kendisini korkuttu. Kral, rüyayı Sâre sebebiyle gördüğünü anlayıncaya kadar hem kendisi hem ailesi korku içinde yaşadı ve sonunda Hazret-i İbrâhim'i çağırıp: “Neden beni kandırıp onun kızkardeşin olduğunu söyledin?" diye sordu. Hazret-i İbrâhim: “Kocası olduğumu söylediğim takdirde bana zarar vermenden korktum" cevabını verince, Sâre'ye, Hazret-i İsmail'in annesi Hâcer'i hediye edip, onlara binek ve yol için gerekli şeyleri de verdi. Sonunda İlyâ dağına yerleştiler ve burada malları ve hayvanları çoğaldı. Hazret-i İbrâhim ve Hazret-i Lût'un çobanlan arasında bir anlaşmazlık ve kavga oluyordu. Hazret-i Lût, Hazret-i İbrâhim'e: “Şu çobanların arası bozulmuş. Neredeyse meralar kendilerine dar gelecek. Bu toprakların bize yeterli olmamasından korkuyoruz. Eğer (Başka mera bulup) yükünü hafifletmemi istersen hafifletirim" deyince, Hazret-i İbrâhim: “Dilediğin gibi olsun. İstersen sen başka yere git veya ben başka yere taşınayım" karşılığını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Lût: “Hayır. Benim gitmem daha uygundur" diyerek ailesini ve malını alarak Ürdün ovasına gitti. Filistin halkı kendisine saldırana kadar da orada yaşadı. Filistin halkı kendisine saldırıp ailesini esir alıp malına el koydu. Bunu duyan Hazret-i İbrâhim, yanındaki üç yüzden fazla olan ailesi ve köleleriyle Filistinlilere saldırarak, Hazret-i Lût'un ailesini ve onlarla olanları mallarıyla birlikte kurtarıp tekrar Ürdün'e gönderdi ve kendisi de İlyâ dağına döndü. Hazret-i Lût'un aralarında yaşadığı Sodom halkı, kadınları bırakmış, erkeklerle ilişkiye giriyorlardı. Bu sebepten dolayı Yüce Allah onları azaplandırmaları için melekleri gönderdi. Melekler Hazret-i İbrâhim'in yanına gelince, Hazret-i İbrâhim onların genç ve güzel yüzlü olduklarını gördü. Selam verip yanında oturunca, Hazret-i İbrâhim onlara yemek hazırlamak için kalktı. Onlar: “Yerinde kal" deyince, Hazret-i İbrâhim: “Bırakın da size layık bir şeyler getireyim. Bu sizin hakkınızdır. Yanımıza sîzin kadar ikrama layık olan gelmemiştir" karşılığını verip, semiz bir buzağının kesilmesini emretti ve buzağı kesilip kızartıldı. Yemeği kendilerine takdim edip, "Ellerini ona uzatmadıklarını görünce, durumlarını beğenmedi ve içine korku düştü." Sâre ise kapının arkasında, olanları duyuyordu. Melekler: “Korkma. Biz sana, bilgin ve mübarek bir çocuğun olacağını müjdeliyoruz" deyince, Hazret-i İbrâhim, hanımı Sâre'yi müjdeledi. Bunun üzerine Sâre gülerek şaşkınlık içinde: “Ben ihtiyar bir kadın, bu da ihtiyar biriyken nasıl ondan çocuğum olur?" diye sordu. Bunun üzerine melekler: “Allah'ın emrine şaşıyor musun? Allah'ın, dilediğini yapmaya gücü yeter. Allah bu çocuğu size vermiştir. Size müjdeler olsun" dediler. Melekler kalkınca, Hazret-i İbrâhim de onlarla kalktı. Onlar yürüyünce kendisi de yürüyüp: “Bana, neden gönderildiğinizi ve işinizin ne olduğunu söyleyin" dedi. Onlar: “Sodom halkını yere batırmak için gönderildik. Çünkü bu topluluk kötü bir topluluktur ve kadınları bırakıp erkeklerle ilişkiye girmişlerdir" karşılığını verdiler. Hazret-i İbrâhim: “Onların arasında salih bir topluluk vardır. Nasıl olur da, kötü amel sahiplerine isabet edecek azap bunlara da isabet eder?" deyince, melekler: “Bunlar kaç kişiler?" diye sordular. Hazret-i İbrâhim: “Eğer içlerinde elli salih adam varsa ne yaparsınız?" karşılığını verince, melekler: “O zaman kendilerine azab etmeyiz" cevabını verdiler. Hazret-i İbrâhim: “Eğer kırk kişi varsa?" diye sorunca, melekler: “O zaman kendilerine azab etmeyiz" cevabını verdiler. Hazret-i İbrâhim, sayıyı eksiltmeye devam edip on kişiye düştü ve sonunda: “Sadece bir ev halkı olursa?" diye sordu. Melekler: “Salih bir ev halkı olsa bile onlara azab etmeyiz" karşılığını verince, Hazret-i İbrâhim: “Lût ve ev halkı vardır" dedi: Melekler: “Lût'un hanımı, onlarla beraberdir. İçlerinde salih bir ailenin bile bulunmadığı bir topluluktan azab nasıl geri çevrilir?" deyince, Hazret-i İbrâhim onları vazgeçirmekten ümidini kesip oradan ayrıldı. Melekler Sodom halkına gidip Hazret-i Lût'un yanına girdiler. Hazret-i Lût'un hanımı onları görünce güzelliklerini beğendi ve kasaba halkına haber gönderip: “Yanımıza, daha önce bu kadar güzellerini görmediğimiz bir topluluk geldi" dedi. Bunu duyan kasaba halkı Hazret-i Lût'un evini kuşatıp, eve girmek için duvarlara tırmandılar. Hazret-i Lût karşılarına çıkıp: “Ey topluluk! Misafirlerimin yanında beni rezil etmeyin. Kızlarımı sizlerle evlendireyim. Bunlar sizin için daha temizdir" deyince, onlar: “Eğer kızlarını isteseydik, onların yerini biliyoruz (gidip alırdık). Yanına gelen bu topluluğu mutlaka alacağız. Aramızdan çekil ve bizden kurtul" karşılığını verdiler. Hazret-i Lût bu durum karşısında sıkıntıya düşünce: “Keşke benim size karşı (koyacak) bir gücüm (aşiretim) olsaydı veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim!" dedi. Melekler, bu sözü üzerine: “Biz senin güçlü kaleleriniz. Onlara, geri çevrilemeyecek bir azab gelecek" dediler. Meleklerden biri kanismiyle kasaba halkının gözlerini sıvazlayıp köreltti. Bunun üzerine kasaba halkı: “Bize sihir yapıldı. Haydi onların yanına gidelim" dediler. Yolda giderken gece karanlığı bastı ve Yüce Allah'ın Kur'ân'da zikrettiği olay başlarına geldi. Azab ile görevli Mikail kanadını yerin en alt tabakasına sokup kasabalarını kaldırıp alt üst etti ve gökten başlarına taş yağarak, kasaba halkından orada olmayanlara bile isabet etti. Yüce Allah, onları helak edip Hazret-i Lût ve ailesini azaptan kurtardı. Sadece Hazret-i Lût'un hanımı da onlarla beraber helak oldu. İbn Ebî Hâtim, Yezîb b. Ebî Yezîd el-Basrî'nin, "Ellerini ona uzatmadıklarını görünce, durumlarını beğenmedi ve içine korku düştü" âyetini açıklarken: “Ellerinin olmadığını görünce onlardan korktu" demiştir. Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Ellerini ona uzatmadıklarını görünce, durumlarını beğenmedi ve içine korku düştü" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “O zaman, yanlarına bir misafir geldiğinde, yemeklerinden yemezse, hayırlı bir şey için gelmediğini ve bir kötülük yapmayı plânladığını düşünürlerdi. Sonra melekler Hazret-i İbrahim'e, ne için geldiklerini anlatınca, hanımı (Hazret-i İbrâhim'in korkmasına) güldü. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Amr b. Dinâr der ki: Melekler, Hazret-i İbrâhim'e misafir olunca, kendilerine bir buzağı takdim etti. Melekler: “Biz parasını vermeden yemeyiz" deyince, Hazret-i İbrâhim: “Yiyiniz ve parasını veriniz" karşılığını verdi. Melekler: “Bunun ücreti nedir?" diye sorunca ise: “Yiyeceğiniz zaman Besmele çekmeniz, doyunca da hamd etmenizdir" cevabını verdi. Bunun üzerine melekler birbirlerine bakıp: “Bu sebeple Allah seni dost edindi" dediler. İbn Cerîr bildirdiğine göre Süddî der ki: Yüce Allah, melekleri Hazret-i Lût'un kavmini helak etmeleri için gönderince, melekler genç adam sûretinde yola çıktılar ve Hazret-i İbrâhim'e misafir oldular. Hazret-i İbrâhim onları görünce saygı gösterip, ailesinin yanına giderek semiz bir buzağı getirdi ve kesip kızgın taşların üzerinde pişirdi. Sonra gidip yanlarına oturdu ve Sâre kendilerine hizmet etmeye başladı. İbn Mes'ûd'un, (.....) şeklinde olan kıraati buna işaret etmektedir. Buzağıyı misafirlere takdim edip: “Yemeyecek misiniz?" diye sorunca, melekler: “Ey İbrâhim! Biz ücretini vermeden hiçbir yemeği yemeyiz" cevabını verdiler. Hazret-i İbrâhim: “Bu yemeğin de bir ücreti vardır" deyince, melekler: “Bunun ücreti nedir?" diye sordular. Hazret-i İbrâhim: “Yemeğe başlarken Besmele çekmeniz, sonunda ise hamd etmenizdir" cevabını verince, Cibrîl, Mikail'e bakıp: “Rabbinin bunu dost edinmesi bunun hakkıdır" dedi. "Ellerini ona uzatmadıklarını (ve yemeği yemediklerini) görünce" onlardan korktu. Hazret-i İbrâhim'in onlara ikramda bulunduğunu gören ve kendisi de hizmetlerinde bulunan Sâre gülerek: “Şu misafirlerimize şaşılır doğrusu. Bir onlara verdiğimiz değerden dolayı kendi ellerimizle hizmet etmemize rağmen, yemeğimizi yemiyorlar" dedi. Bunun üzerine Cibrîl, Sâre'ye: “İsmi İshâk olan bir çocuğun olacağını müjdelerim. Ondan sonra da Yâkub adında bir çocuk olacaktır" deyince, Sâre şaşkınlıkla yüzünü çarptı. "Karısı çığlık atarak geldi. Elini yüzüne çarparak: «Ben kısır bir kocakarıyım!» dedi" âyeti buna işaret etmektedir. Sonra Sâre: “Olacak şey değil! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten şaşılacak bir şey! dedi. (Melekler) dediler ki: Allah'ın emrine şaşıyor musun? Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerin izdedir. Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, iyiliği boldur." Sâre: “Peki bunun işareti nedir?" diye sorunca, melek eline kurumuş bir çubuk parmakları arasında çevirince, çubuk sallanıp yeşerdi. Bunun üzerine Hazret-i İbrâhim: “O zaman, bu çocuk Allah için kurbandır" dedi. İbnu'l-Münzir'in Muğîre'den bildirdiğine göre ayet, İbn Mes'Gd'un mushafında, (.....) şeklindedir. İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyetinden kastedilen, Sâre'nin, misafirlerin hizmetinde bulunmasıdır. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i İbrâhim, misafirlerinin durumlarını beğenmeyerek içine korku düşünce, kendisine geliş sebebini anlattılar. Hazret-i İbrâhim'in hanımı Hazret-i Lût kavminin içine düştüğü gaflete ve kendilerine gelen azaba şaşırarak güldü." Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti: “Sâre, doksan sekiz yaşında (hayızdan kesilmiş olmasına rağmen) hayız oldu" mânâsındadır. İbn Cerîr, Mücâhid'den bildirdiğine göre göre (.....) âyeti: “Sâre, doksan küsur yaşında (hayızdan kesilmiş olmasına rağmen) hayız oldu" mânâsındadır. O zaman Hazret-i İbrâhim yüz yaşındaydı. Ebu'ş-Şeyh'in İkrime'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Hayız oldu" mânâsındadır. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Ömer, (.....) kelimesinin "hayız oldu" mânâsında olduğunu söyleyip, şairin şu beytini nakletti: Ben zevceme temiz iken yaklaşırım, Ay hali olduğu gün (ler)de ise ondan uzak kalırım. İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Dahhâk der ki: “Sâre'nin ismi Yesâre idi. Cibrîl kendisine "Yâ Sâre!" diye seslenince, Sâre: “Benim ismin Yesâre'dir. Nasıl bana Sâre dersin?" karşılığını verdi." Dahhâk der ki: “Yesâre: Çocuk doğurmayan ihtihar mânâsındadır. Sâre ise doğurgan kadın mânâsındadır. Bu sebeple Cibrîl kendisine: “Sen, çocuk doğurmayan biriydin. Şimdi ise Sâre oldun ve çocuk doğurup ona süt vereceksin" dedi. Sâre: “Ey Cibrîl! İsmimi eksilttin" deyince, Cibril: “Yüce Allah, bu harfi âhir zamanda çocuklarından birinin isminin içine koymayı vaad etti. Bu kişinin ismi Allah katında diri olduğu için ismini de Yahya koymuştur" karşılığını verdi. İbn Abdilhakem Futûh Mısır'da, Kelbî vasıtasıyla, Ebû Salih'ten, İbn Abbâs'ın: “Sâre'nin güzelliği Havvâ'nın güzelliği gibiydi" dediğini nakleder. İbn Abdilhakem Futûh Mısır'da, Ali b. Ebî Tâlib'in: “Sâre, krallardan birinin kızıydı ve kendisine güzellik verilmişti" dediğini bildirir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "...Ona da İshak'ı, İshak'ın ardından da Yakub'u müjdeledik" âyetinden kastedilen (Yâkub) çocuğun çocuğudur. İbnu'l-Enbârî el-Vakf ve'l-İbtidâ'da, Hassân b. el-Hurr'un şöyle dediğini bildirir: İbn Abbâs'ın yanındayken, Huzeyl kabilesinden bir adam gelince, İbn Abbâs ona: “Falan kişi ne yaptı?" diye sordu. Adam: “Öldü ve geriye dört çocuk ve ardından üç kişi bıraktı" cevabını verince, İbn Abbâs: “Ona da İshak'ı, İshak'ın ardından da Yakub'u müjdeledik" âyetinden kastedilen çocuğun çocuğudur" dedi. İbnu'l-Enbârî'nin Şa'bî'den bildirdiğine göre "Ona da İshak'ı, İshak'ın ardından da Yakub'u müjdeledik" âyetinden kastedilen çocuğun çocuğudur. İbn Ebî Hâtim'in, Damra b. Habîb'den bildirdiğine göre melekler Sâre'yi İshâk ile müjdelediklerinde, Sâre yürürken hayız olduğunu hissetti ve İshâk'a hamile kalmadan önce hayız oldu. Melekler kendisini müjdeledikleri zaman: “Hem ben, hem İbrâhim gençken hamile kalmadım. Ben ve kocam ihtiyarladıktan sonra mı çocuğum olacak?" deyince, melekler: “Buna şaşıyormusun ey Sâre! Yüce Allah size bundan daha büyüğünü yapmıştır. Yüce Allah, rahmetini ve bereketini siz ev halkına koymuştur. O, övülmeye layıktır, yücelerin yücesidir" dediler. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "Ben bir kocakarı, kocam da ihtiyar olmuşken nasıl doğurabilirim" âyetini açıklarken: “O zaman Sâre yetmiş, Hazret-i İbrâhim ise doksan yaşındaydı" dediğini nakleder. İbn Ebî Hâtim'in Ebû Mâlik'ten bildirdiğine göre (.....) kelimesi, "Kocam" mânâsındadır. Ebu'ş-Şeyh'in Dırâr b. Murre'den bildirdiğine gçre Mescid ehlinden bir ihtiyar: “Hazret-i İbrâhim'e, yüz on yedi yaşındayken çocuğu olacağı müjdelendi" demiştir. Ebu'ş-Şeyh, Zeyd b. Ali'nin şöyle dediğini bildirir: Melekler kendisini çocukla müjdelediği zaman Sâre: “Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı, kocam da ihtiyar olmuşken nasıl doğurabilirim? Doğrusu bu şaşılacak bir şey" deyince, (Melekler): “Allah'ın emrine şaşıyor musun? Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, iyiliği boldur" karşılığını verdiler. Bu âyet, "İbrahim ardından geleceklere bu sözü, devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı. Artık belki doğru yola dönerler" âyetiyle aynı mânâdadır. Hazret-i İbrahim Hazret-i Muhammed ve ailesine bu sözü, devamlı kalacak bir miras olarak bırakmıştır. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Şuabu'l-İman'da Beyhakî, Atâ b. Ebî Rabâh'ın, "Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır ve iyiliği boldur" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: İbn Abbâs'ın yanındayken bir adam gelip selam verince, ben: “Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi ve mağfireti senin de üzerine olsun" cevabını verdim. Bunun üzerine İbn Abbâs: “Meleklerin söylediğiyle yetin" deyip: “Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir..." âyetini okudu. Beyhakî'nin Şuabu'l-İmarida bildirdiğine göre İbn Abbâs, Meymûne'nin yanındayken bir dilenci kapıda durup: “Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti, bereketleri ve mağfireti sizin üzerinize olsun" deyince, İbn Abbâs: “Selamı Yüce Allah'ın da buyurduğu gibi verin" deyip: “Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir" âyetini okudu. Ebu'ş-Şeyh ve Şuabu'l-İman'da Beyhakî, Atâ'nın şöyle dediğini bildirir: İbn Abbâs'ın yanındayken bir dilenci gelip: “Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi, mağfireti ve rıdvânı üzerinize olsun" diye selam verdi. İbn Abbâs: “Bu selam da nedir!?" deyip o kadar kızgı ki, yanakları kıpkırmızı oldu ve: “Yüce Allah selamın nasıl verileceğini bildirmiş, sonra bundan başkasını zikretmemiş ve başka şekilde selam verilmesini de yasaklamıştır" deyip: “Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, iyiliği boldur" âyetini okudu. Beyhakî'nin Şuabu'l-İman'da bildirdiğine göre bir adam İbn Ömer'e: “Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi ve mağfireti üzerine olsun" diye selam verince, İbn Ömer adamı azarlayarak: “Selam verirken Yüce Allah'ın da buyurduğu gibi bereket sözünü söylemen yeterlidir" dedi. 74"İbrahim'den korku gidip kendisine müjde gelince Lût, kavmi hakkında (adeta) bizimle mücadeleye başladı" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi korku, (.....) kelimesi ise, tartışmak mânâsındadır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi korkmak, (.....) buyruğundaki müjde ise İshâk'tır. Abdurrezzâk ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "İbrahim'den korku gidip kendisine müjde gelince, Lût kavmi hakkında (adeta) bizimle mücadeleye başladı" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Melekler, Hazret-i İbrâhim'e, kendisi için değil, Hazret-i Lût için gönderildiklerini haber verince meleklerle mücadeleye girip: “İçinde elli kadar mümin bulunan bir topluluğu helak eder misiniz?" diye sordu. Melekler: “Eğer içlerinde elli mümin varsa onlara azab etmeyiz" cevabını verince, Hazret-i İbrâhim: “Kırk mümin olursa?" diye sordu. Onlar: “Kırk kişi olursa, yine azab etmeyiz" cevabını verince, Hazret-i İbrâhim: “Otuz kişi olursa?" diye sordu. Onlar: “Otuz kişi olursa, yine azab etmeyiz" cevabını verince, sayı on mümine ininceye kadar kendileriyle mücadele etti ve: “Eğer on kişi olursa" diye sordu. Bunun üzerine onlar: “İçlerinde iman eden on kişi dahi bulunmayan bir toplulukta hayır yoktur" dediler." Katâde der ki: “Hazret-i Lût'un kasabasında dört milyon veya Allah'ın dilediği sayıda insan vardı." İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'in, "Lût, kavmi hakkında (adeta) bizimle mücadeleye başladı" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: Cibrîl, Hazret-i İbrâhim'e gelip, Lût kavmini helak edeceğini söyleyince, Hazret-i İbrâhim: “İçinde dört yüz mümin bulunan bir topluluğu helak eder misiniz?" diye sordu. Cibrîl: “Hayır" cevabını verince, Hazret-i İbrâhim: “Üç yüz mümin olursa, helak eder misin?" dedi. Cibrîl: “Hayır" karşılığını verince, Hazret-i İbrâhim: “İki yüz mümin olursa, helak eder misin?" diye sordu. Cibrîl: “Hayır" karşılığını verince, Hazret-i İbrâhim: “Yüz mümin olursa, helak eder misin?" diye sordu. Cibrîl: “Hayır" karşılığını verince, Hazret-i İbrahim: “Elli mümin olursa, helak eder misin?" diye sordu. Cibrîl: “Hayır" karşılığını verince, Hazret-i İbrâhim: “Kırk mümin olursa, helak eder misin?" diye sordu. Cibrîl: “Hayır" karşılığını verince, Hazret-i İbrâhim: “Peki on dört mümin olursa, helak eder misin?" diye sordu. Cibrîl bu soruya da: “Hayır" cevabını verdi. Hazret-i İbrâhim Hazret-i Lût'un hanımıyla beraber on dört müminin olduğunu zannediyordu. Hazret-i Lût ile beraber iman edenler on üç kişiydi ve Cibrîl bu sayıyı biliyordu. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Melekler, Hazret-i İbrâhim'e gelince, kendisine: “Eğer, aralarında namaz kılan beş kişi olsa bile onlardan azab kalkar" dediler. 75"Çünkü İbrahim gerçekten yumuşak huylu, yufka yürekli, kendisini tamamen Allah'a vermiş bir kimse idi" Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: “Hilim, kişiye dünya ve âhiret şerefini kazandırır. Yüce Allah'ın, peygamberini hilimle vasıflandırıp: “Çünkü İbrahim gerçekten yumuşak huylu, yufka yürekli, kendisini tamamen Allah'a vermiş bir kimse idi" buyurduğunu duymadın mı?" Ebu'ş-Şeyh, Damra'nın: “Hilim, akıldan üstündür. Çünkü yüce Allah, zatını hilim ile isimlendirmiştir" dediğini bildirir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Amr b. Meymûn'dan bildirdiğine göre (.....) merhametli, (.....) ise Yüce Allah'ı tesbih eden, demektir. Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Hasan(-ı Basrî)'nin, "Çünkü İbrahim gerçekten yumuşak huylu, yufka yürekli, kendisini tamamen Allah'a vermiş bir kimse idi" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i İbrâhim, bir şey söyleyeceği zaman Allah için söyler, bir iş yapacağı zaman Allah için yapar ve bir şeye niyet ettiği zaman da Allah için niyet ederdi." İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) Allah'a itaate yönelendir. İbn Ebî Hâtim'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre (.....) Allah'a itaat eden, Allah'a itaate yönelen ve daha önce işlemekte olduğu kötülüklerden vaz geçendir. İbn Ebî Hâtim'in Kat'ade'den bildirdiğine göre (.....), Allah'a ihlasla itaat eden demektir. 76Melekler: -Ey İbrâhîm! Bu mücâdeleden vazgeç; çünkü Rabbinin emri geldi. Muhakkak sûrette onlara, geri çevrilmesi imkânsız bir azap gelecektir.” dediler. 77"Elçilerimiz Lût'a gelince, (Lût) onların yüzünden üzüldü ve onlardan dolayı içi daraldı da «Bu, çetin bir gündür» dedi" İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'ın, "Elçilerimiz Lût'a gelince, (Lût) onların yüzünden üzüldü ve onlardan dolayı içi daraldı da "Bu, çetin bir gündür" dedi" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: Elçiler gelince, Hazret-i Lût kavminin onlara sarkıntılık edeceklerinden korkup müsafirleri için endişelendi ve: “Bugün, çetin bir gündür" dedi. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd, Katâde'nin, bu âyet hakkında: “Hazret-i Lût, kavminin misafirlerine sarkıntılık edeceğinden korktu ve misafirleri için endişelendi" dediğini bildirir. İbnu'l-Enbârî'nin el-Vakf ue'l-İbtidâ'da ve Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona: “Bana yüce Allah'ın, âyette geçen (.....) sözünün mânâsını söyle" deyince, İbn Abbâs: “zorlu bir gün" demektir" cevabını verdi. Nâfi: “Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: “Tabi ki! Yoksa sen şairin Atlarının başlarına vuran onlardır Redh'de zorlu bir günde giderken" dediğini bilmez misin?" Yine Adiy b. Zeyd'in: Ben senin hasmım rahat bırakmadım Zorlu bir günde yol alırken " dediğini bilmez misin?" 78Bkz. Ayet:83 79Bkz. Ayet:83 80Bkz. Ayet:83 81Bkz. Ayet:83 82Bkz. Ayet:83 83"Lût'un kavmi, koşarak onun yanına geldiler. Daha önce de o kötü işleri yapmaktaydılar. (Lût): «Ey kavmim! İşte şunlar kızlarımdır (onlarla evlenin); sizin için onlar daha temizdir. Allah'tan korkun ve misafirlerimin önünde beni rezil etmeyin! İçinizde aklı başında bir adam yok mu!» dedi. Dediler ki: «Senin kızlarında bizim bir hakkımız olmadığını biliyorsun. Ve sen bizim ne istediğimizi elbette bilirsin.» (Lût:) «Keşke benim size karşı (koyacak) bir gücüm olsaydı veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim!» dedi. (Melekler) dediler ki: «Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamazlar. Sen gecenin bir kısmında ailenle (yola çıkıp) yürü. Karından başka sizden hiçbiri geride kalmasın, çünkü onlara gelecek olan (azap) şüphesiz ona da isabet edecektir.» Onlara vâdolunan (helak) zamanı, sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi? Emrimiz gelince, oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine (balçıktan) pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırdık. (O taşlar:) tiâbbin katında işaretlenerek (yağdırılmıştır). Onlar zalimlerden uzak değildir" İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen kelimesi, hızlı bir şekilde gitmek, (.....) âyeti ise, Hazret-i Lût'un kavminin, erkeklerle ilişkiye girdikleri kastedilmektedir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti, Lût'un kavminin, Hazret-i Lût'a doğru koşarak gelmeleri kastedilmektedir. Tastî'nin İbn Abbâs 'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona: “Bana yüce Allah'ın, âyette geçen (.....) sözünün mânâsını söyle" deyince, İbn Abbâs: “Hazret-i Lût'a doğru öfkeyle gelmeleri" demektir" cevabını verdi. Nâfi: “Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: “Tabi ki! Yoksa sen şairin Onlar esir edilmiş olarak ve öfkeyle geldiler, Biz onların burunlarım sürte sürte çekip getiriyorduk" dediğini bilmez misin?" İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Süddî'nin, "Daha önce de o kötü işleri yapmaktaydılar..." âyetini açıklarken: “Erkeklerle ilişkiye giriyorlardı" dediğini bildirir. Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'ın, "Ey kavmim! İşte şunlar kızlarımdır..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Lût, kızlarını onlara ne zina etmeleri, ne de evlenmeleri için teklifte bulunmamıştır. Bu sözünden: “Sizin kadınlarınız benim kızlarımdır" demeyi kastetmiştir. Çünkü bir peygamber bir toplumun içindeyken onların babası sayılır. Yüce Allah Kur'ân'da, Ubey'in kıraatine göre: “(Onun eşleri de mü'minlerin anaları, kendisi ise babalarıdır) buyurmuştur." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Ey kavmim! İşte şunlar kızlarımdır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Onlar, Hazret-i Lût'un kızları değil, ümmetindendi ve her peygamber ümmetinin babasıdır." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'in: “Hazret-i Lût, onları kendi eşleriyle ilişkide bulunmaya çağırmıştır. Her peygamber ümmetinin babasıdır" dediğini bildirir. İbn Ebi'd-Dünyâ ve İbn Asâkir, Süddî'nin, "Ey kavmim! İşte şunlar kızlarımdır..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Lût onlara ümmetinin kadınlarını teklif etmiştir. Her peygamber, ümmetinin babasıdır. Abdullah'ın kıraatine göre: (.....) (Onun eşleri de mü'minlerin anaları, kendisi ise babalarıdır) buyurmuştur." İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, Cuveybir ve Mukâtil vasıtasıyla, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Fasıklar, Hz, Lût'un yanına misafirlerin geldiğini duyup kapısına dayanınca, Hazret-i Lût kapıyı kapatıp onlara bakarak: “Ey kavmim! İşte şunlar kızlarımdır (onlarla evlenin); sizin için onlar daha temizdir. Allah'tan korkun ve misafirlerimin önünde beni rezil etmeyin! İçinizde aklı başında bir adam yok mu!" deyip, onlara kızlarıyla zina yapmalarını değil, nikâhlanıp evlenmelerini teklif etti. Kapısına dayananlar kafir, kızları ise müslümandı. Olacakları görüp meydana gelecek rezilliği fark edince, kendilerine evlenmelerini teklif etti. Hazret-i Lût'un kızlarından birinin ismi Raûsâ, diğeri ise Rumeysâ idi. Zebûsâ olduğunu söyleyenler de vardır. Onlara: “İçinizde iyiliği emredip kötülükten sakındıracak aklı başında bir adam yok mu! Keşke benim size karşı (koyacak) bir gücüm olsaydı veya beni savunacak güçlü bir kabilem olsaydı. O zaman sizin böyle yapmanıza engel olabilirdim" dedi. Kavmi kapıyı kırıp eve girince Cibrîl, semada göründüğü sûretine dönüp: “Ey Lût! Korkma. Biz meleğiz. Bunlar sana yetişemez ve bize de onlara azab etmemiz emredildi" dedi. Hazret-i Lût: “Ey Cibrîl! Şimdi mi onlara azab edeceksiz? -Hazret-i Lût, kavmine olan kin ve öfkesi dolayısıyla azabı çabucak getirmelerini istiyordu-" diye sorunca, Cibrîl: «Sabah olduğu zaman azab edeceğim. Sabah ta yakın değil mi?» cevabını verdi." İbn Abbâs der ki: “Yüce Allah, bir topluluğa azab etmek istediği zaman, gecenin ilk vaktinde azabı hazırlar ve sabahın başlangıcında onlara azab eder. Gecenin ilk vaktinde Hazret-i Lût 'un kavmi için sabah vakti gönderilmesi için taşlar hazırlandı. Diğer ümmetler de Âd ve Semûd kavimleri, aynı şekilde sabah vakti azaba maruz kalmıştır. Sabahın ilk vaktinde Cibrîl Lût kavmine dönüp, içindeki kadınları, erkekleri, ürünleri ve kuşları kavrayıp dürerek, onları yerden söküp kanadının altına aldı ve dünya semasına çıkardı. Dünya semasındakiler, Cibril'in kanadının altından, köpeklerin, kuşların, erkeklerin ve kadınların seslerini işittiler. Sonra onları yüzleri üzeri, onların üzerine taş yağdırmıştır. Taşlar, çobanlara, tücarlara ve şehrin dışında olanlara yağmıştır." İbn Ebî Hâtim, Huzeyfe b. el-Yemân'ın: “Hazret-i Lût, onlara kızlarıyla evlenmeyi teklif etti ve bu yolla misafirlerini korumayı istedi" dediğini bildirir. Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre Hazret-i Lût, "Ey kavmim! İşte şunlar kızlarımdır (onlarla evlenin); sizin için onlar daha temizdir" diyerek kavmine kadınlarla evlenmelerini emretmiştir. Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi rezil etmek, mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim'in Ebû Mâlik'ten bildirdiğine göre "İçinizde aklı başında bir adam yok mu!" âyeti: “İçinizde iyiliği emredip kötülükten sakındıracak aklı başında biri yok mu?" mânâsındadır. Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "İçinizde aklı başında bir adam yok mu!" âyeti: “İçinizde iyiliği emredip kötülükten sakındıracak aklı başında biri yok mu?" mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "İçinizde aklı başında bir adam yok mu!" âyeti: “İçinizde Lâ ilahe illallah, diyen biri yok mu?" mânâsındadır. Ebu'ş-Şeyh, İkrime'den aynı rivâyette bulunmuştur. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, "Dediler ki: Senin kızlarında bizim bir hakkımız olmadığını biliyorsun. Ve sen bizim ne istediğimizi elbette bilirsin" âyetini açıklarken şöyle dedi: Kavmi: “Biz erkekleri istiyoruz" dediler. Bunun üzerine Hazret-i Lût: “Keşke benim size karşı (koyacak) bir gücüm olsaydı veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim!" dedi. Yani: “Eğer bir ordum olsaydı sizinle savaşırdım" dedi. İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "...veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim!" âyetinden: “Keşke bir aşiretim olsaydı" sözü kastedilmiştir. Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbn Asâkir'in Katâde'den bildirdiğine göre "...veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim!" âyetinden: “Keşke bir aşiretim olsaydı" sözü kastedilmiştir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali, bir hutbesinde şöyle dedi: “Aşiretinin kişiye faydası, kişinin aşiretine faydasından daha çoktur. Kişi aşiretten el çekecek olsa, sadece kendisi el çekmiş, buna karşılık bütün aşiret ondan, sevgilerini, korumasını ve yardımını çeker (böylece kişi, aşirete verdiğinden daha çok zarara uğrar) hatta bazen kişinin sadece soyu (hangi aşiretten olduğunu) öğrenilince kendisine kızılır. Bu konuda size Yüce Allah'ın âyetini okuyacağım: “Keşke benim size karşı (koyacak) bir gücüm olsaydı veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim!" Âyette geçen güçlü kaleden kasıt aşirettir. Hazret-i Lût'un aşireti yoktu. Kendisinden başka ilah olmayana yemin ederim ki, Yüce Allah, Hazret-i Lut'tan sonra gönderdiği her peygamberin aşiretinin sayısını çok yapmıştır." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "...veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim!" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bana bildirildiğine göre Yüce Allah, Hazret-i Lut'tan sonra, Hazret-i Muhammed dahil, gönderdiği her peygamberin aşiretinin sayısını çok yapmıştır." İbn Cerîr, Hasan(ı Basrî'nin) şöyle dediğini bildirir: “...veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim!" âyeti nazil olduğu zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah, kardeşim Lût'a merhamet etsin. Andolsun o gerçekten güçlü bir yere sığınmıştı" buyurdu. İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti okuduğu zaman: “Allah, kardeşim Lût'a merhamet etsin. O çok güçlü bir kaleye sığınmaktaydı" derdi. Katâde der ki: “Bize bildirildiğine göre Yüce Allah, Hazret-i Lut'tan sonra gönderdiği her peygamberin aşiretinin sayısını çok yapmıştır. Sonunda ise Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) kavminden (ona inanan) çok sayıda kişiyle göndermiştir." İbn Cerîr, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Lût: “Keşke benim size karşı (koyacak) bir gücüm olsaydı veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim!" deyince, elçiler kendisine: “Ey Lût! Senin sığındığın kale çok çetindir" karşılığını verdiler. Saîd b. Mansûr ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: “Yüce Allah'ın, Hazret-i Lût'tan sonra gönderdiği bütün peygamberler, kavimleri içinde izzetli bir konumda olmuşlardır." Buhârî el-Edebu'l-Müfred'de, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve İbn Merdûye, Ebû Seleme vasıtasıyla, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), "...veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim!" buyruğuyla ilgili şöyle buyurduğunu nakleder: “Allah Lût'a merhamet etsin. O çok güçlü bir kaleye sığınmaktaydı. - Bununla Hazret-i Peygamber Allah'ı kasdediyor- Yüce Allah, ondan sonra gönderdiği her peygamberin aşiretinin sayısını çok yapmıştır. " Saîd b. Mansûr, Buhârîve İbn Merdûye, A'rec vasıtasıyla, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah Lût'a mağfiret etsin. O çok güçlü bir kaleye sığınmaktaydı" buyurduğunu bildirir. İbn Merdûye'nin Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah Lût'a merhamet etsin. O çok güçlü bir-kaleye sığınmaktaydı" buyurdu. İbn Ebî Hâtim, Abdurrahman b. Bişr el-Ensârî'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “İnsanlar; Lût kavmini uyarmışlardı. Melekler akşam vakti gelip onların bulunduğu yere uğrayınca, birbirlerine: «Bunları elinizden kaçırmayın» demişlerdi. Lût kavmi daha önce bunlar kadar güzel görünen insanlar görmemişlerdi- Melekler, Hazret-i Lût'un yanına girince, kavmi onları Hazret-i Lût'tan istediler. Hazret-i Lût onlarla tartıştı ve sonunda kızlarını almalarını teklif etti. Ama kavmi bunu kabul etmediler. Bunun üzerine melekler: «Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamazlar»deyince, Hazret-i Lût: «Rabbimin elçileri mi?» diye sordu. Melekler: «Evet» cevabını verince, Hazret-i Lût: «O zaman oldu» dedi." Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Huzeyfe b. el- Yemân'ın şöyle dediğini bildirir: Elçiler, Hazret-i Lût'un kavmine, onları helak etmek için gönderilince kendilerine: “Lût kavminin aleyhinde üç defa şahitlik yapmadan onları helak etmeyiniz" denildi. Elçilerin yolu, Hazret-i İbrâhim'in yanından geçmekteydi. "İbrahim'den korku gidip kendisine müjde gelince, Lût kavmi hakkında (adeta) bizimle mücadeleye başladı" Hazret-i İbrâhim meleklere: “İçlerinde elli kadar mümin varsa onları yine de helak eder misiniz?" diye sorunca, melekler: “Hayır" cevabını verdiler. Hazret-i İbrâhim: “Kırk kişi olursa?" diye sorunca, melekler yine: “Hayır" dediler. Hazret-i İbrâhim, beş veya on kişiye düşene kadar aynı soruyu sordu. Melekler, tarlasında çalışmakta olan Hazret-i Lût'un yanına gidince, Hazret-i Lût onları misafir zannetti. Akşam meleklerle evine giderken onlara dönüp: “Şunların yaptığını görüyor musunuz?" dedi. Melekler: “Ne yapıyorlar?" karşılığını verince, Lût: “İnsanlar içinde bunlardan daha kötüsü yoktur" dedi. Yürümeye devam ettiler ve Hazret-i Lût bu sözü üç defa tekrar etti. Eve geldiklerinde kötü bir kadın olan hanımı kavmine gidip: “Bu gece Lût, öyle kimseleri misafir etti ki, bugüne kadar onlar gibi güzel yüzlü ve hoş kokulu insanlar görmedim" dedi. Kavmi koşarak gelip evin kapısını açmak için zorlamaya başladılar ve neredeyse kapının ardında duran Hazret-i Lût'u düşürüp kapıyı açacaklardı. Hazret-i Lût evin damına çıkınca onlar da çıktı. O zaman Hazret-i Lût: “İşte bunlar benim kızlarım, onlar sizin için daha temizdir, (size nikahlıyabilirim!) Allah'tan sakının, konuklarımın önünde beni rezil etmeyin. İçinizde aklı başında kimse yok mudur?" dedi. Dediler ki: Senin kızlarında bizim bir hakkımız olmadığını biliyorsun. Ve sen bizim ne istediğimizi elbette bilirsin. (Lût:) Keşke benim size karşı (koyacak) bir gücüm olsaydı veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim!" dedi. Bunun üzerine melekler: “(Melekler) dediler ki: Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamazlar" dediler. O zaman Hazret-i Lût misafirlerinin melek olduğunu anladı. Bir melek kanadını açınca o gece herkesin gözleri kör olup azabı beklemeye başladılar. Cibrîl onlara azab etmek için yüce Allah'tan izin istedi, izin verilince de, üzerinde oldukları yeri alıp havaya öyle bir kaldırdı ki, sema halkı köpeklerinin sesini duydular. Onları havaya kaldırdıktan sonra altlarına ateş yaktı. Sonra yeri ters çevirip onları ateşin içine attı. Hazret-i Lût'un yanında olan hanımı onların düşmesinin sesini duyup dönünce azab kendisine de isabet etti. Lût kavminden orada olmayıp seferde olanlar da gökten yağan taşlarla helak edildiler. Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Melekler, Hazret-i Lût'un yanına geldikleri zaman onları misafir zannetti ve onları yakınına oturttu. Üç tane olan kızlarını da getirip misafirleri ve kavmi arasına oturttu. Kavminin koşarak geldiğini gören Hazret-i Lût: “İşte bunlar benim kızlarım, onlar sizin için daha temizdir, (size nikahlıyabilirim!) Allah'tan sakının, konuklarımın önünde beni rezil etmeyin" deyince, onlar: “Senin kızlarında bizim bir hakkımız olmadığını biliyorsun. Ve sen bizim ne istediğimizi elbette bilirsin" karşılığını verince, Hazret-i Lût: “Keşke benim size karşı (koyacak) bir gücüm olsaydı veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim!" dedi. Bunun üzerine Cibrîl, Hazret-i Lût'a dönerek: “Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamazlar" dedi ve Hazret-i Lût'un kavmi yaklaşınca gözlerini kör etti. Kör olanları diğerlerini çiğnemek suretiyle geri çekildiler ve kapıda duranlara: “İnsanların en büyük sihirbazlarının yanından geliyoruz" dediler. Sonra bunlar bulundukları yerle birlikte gece karanlığında gökyüzüne doğru o kadar yükseltildiler ki, semadakiler (onlarla birlikte yükseltilen) kuşların seslerini bile duydular. Sonra ters çevrilip yere bırakılıp helak oldular. Bu sırada orada olmayanlar ise semadan inen taşlarla helak oldular. Hazret-i Lût, kızlarıyla yola çıkıp Şam'da bir yere varınca büyük kızı vefat etti ve kızın vefat ettiği yerde bir su kaynağı çıktı. Bir müdet daha gittikten sonra küçük kızı da vefat etti ve onun da vefat ettiği yerde bir su kaynağı çıktı. Hazret-i Lût ile beraber kızlarından sadece ortanca kızı kaldı. İbn Ebi'd-Dünyâ el-Ukûbât'ta, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Lût, misafirlerini eve alıp kapıyı kapatınca, kavmi gelip kapıyı kırarak içeriye girdiler. Bunun üzerine Cibrîl gözlerini kör etti ve göremez oldular ve: “Ey Lût! Bize sihirbazlar mı getirdin?" deyip tehdit ettiler. Hazret-i Lût korkarak: “Bunlar gidecek ve ben yalnız kalacağım" diye düşününce, Cibrîl: “Korkma. Biz Rabbinin elçileriyiz ve bunların helak olma zamanı sabahleyindir" dedi. Hazret-i Lût: “Şimdi değil mi?" diye sorunca, Cibrîl: “Sabah yakın değil mi?" karşılığını verdi. Hazret-i Lût yine: “Şimdi" deyince, şehir semaya öyle bir kaldırıldı ki, dünya semasının halkı (yer yüzündeki) köpeklerin seslerini duydular. Sonra ters çevrilip taşlarla helak edildiler." İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti, "Ailenle beraber yola çık" mânâsındadır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti "Gecenin ortasında" mânâsındadır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti "Gece karanlığı" mânâsındadır. Abdurrezzâk'ın Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti "Gecenin bir bölümünde" mânâsındadır. İbnu'l-Enbârî, el-Vakf ve'l-îbtidâ'da, İbn Abbâs 'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona: “Bana yüce Allah'ın, âyette geçen (.....) sözünün mânâsını söyle" deyince, İbn Abbâs şöyle cevap verdi: “Gecenin sonunda" demektir. Mâlik b. Kinâne dedi ki: Ve bir kadm ki gecenin sonunda, tümseğin orta yerinde, Ölümün kendisini yakaladığı bir erkek için ağıt yakar. İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi, "Geri kalmak" anlamındadır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'in (.....) âyetini: “Hiç kimse arkasına bakmasın" şeklinde açıkladığını bildirir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Hâr'un'dan bildirdiğine göre bu âyet, İbn Mes'ûd'un kıraatinde, (.....) şeklindedir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Bize ulaştığına göre Hazret-i Lût'un hanımı, Hazret-i Lut kasabadan çıktığı zaman kendisiyle beraberdi. Sesi duyup dönerek bakınca, yüce Allah kendisine taşlar yağdırıp helak etti. Taşlara maruz kalıp helak olduğu yer, kavminden uzak ve bilinen bir yerdedir. Abdullah'ın mushafında ondan (.....)(Hani biz onu ve geride kalanlar arasındaki yaşlı bir kadın (kâfir olan eşi) dışında bütün ailesini kurtarmıştık) şeklinde bahsedilmektedir. Hazret-i Lût'a: “Onlara vâdolunan (helak) zamanı, sabah vaktidir" denilince, Hazret-i Lût: “Ben daha çabuk helak olmalarını istiyorum" karşılığını verdi. Bunun üzerine kendisine: “Sabah yakın değil mi?" denildi. İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre Hazret-i Lût: “Onları şimdi helak ediniz" deyince, melekler: “Bize, onları sabah vakti helak etmemiz emredildi. "Sabah yakın değil mi?" karşılığını verdiler. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'in şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Lût: “Onları şimdi helak ediniz" deyince, Cibrîl: “Onlara vâdolunan (helâk) zamanı, sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi?"karşılığını verdi. O zaman Hazret-i Lût'a: “Sabah yakın değil mi?" âyeti indi. Cibrîl, Hazret-i Lût'a, gecenin bir kısmında ailesiyle yola çıkmasını ve hanımından başka kimsenin geride kalmamasını söyledi. Hazret-i Lût yola çıkıp helak olacakları saat gelince, Cibrîl kanadını Lût kavminin bulunduğu yere sokup onları semaya öyle bir kaldırdı ki, sema halkı horozların ötüşünü ve köpeklerin havlamasını duydular. Cibril bulundukları yeri alt üst edip, üzerlerine pişmiş tuğladan yapılmış taşlar yağdırdı. Hazret-i Lût'un hanımı şehrin alt üst edilirken çıkardığı sesi duyup: “Vah kavmim!" deyince gökten yağan taşlar ona da ulaşıp kendisini helak etti." İbn Adiy ve İbn Asâkir, Ebu'l-Celed'in: “Hazret-i Lût'un hanımının taşa çevrilmiş halini gördüm. Bu taş her ay hayız oluyordu" dediğini bildirir. İbn Cerîr, Mücâhid'in, "Emrimiz gelince, oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine (balçıktan) pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırdık" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Sabah olunca Cibrîl Hazret-i Lût'un kasabasına gidip onu yerinden söktü. Sonra kanadını altına sokup içindekilerle beraber kanatlarının üstünde taşıyarak gökyüzüne öyle bir yükseltti ki, sema halkı köpeklerinin havlamasını duydu. Sonra kasabayı ters çevirdi. Kasabadan yere ilk düşen etrafını çevreleyen duvarları oldu. Hiçbir kavim Lût kavminin uğradığı azaba uğramamıştır. Allah, onların gözlerini kör ettikten sonra kasabalarını ters çevirmiş ve üzerlerine pişmiş tuğladan yapılmış taşlar yağdırmıştır." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî der ki: “Sabah olunca Cibrîl inip Lût kavminin bulunduğu kasabayı yedi kat yere kadar altından çıkarıp dünya semasına kadar yükselttikten sonra yere attı." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih der ki: “Cibrîl, Hazret-i Lût'un kasabasına gelip elini kasabanın altına soktu ve onu semaya öyle bir kaldırdı kî, dünya semasının halkı, köpeklerinin havlamalarını ve horozların ötüşünü duydular. Sonra kasabayı ters çevirdi." Abd b. Humeyd'in Vehb b. Münebbih'ten bildirdiğine göre Cibrîl, Lût kavminin bulunduğu yeri söküp semaya öyle bir kaldırdı ki, sema halkı, köpeklerinin havlamalarını ve horozların ötüşünü duydular. Sonra üstlerine kükürt ve ateş yağdırdı. Abd b. Humeyd'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Cibrîl, Hazret-i Lût'un kavminin bulunduğu şehri yerden söküp kadismiyle semaya çıkardı, sonra şehri alt üst etti. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'rçin şöyle dediğini bildirir: “Bana bildirildiğine göre Yüce Allah, Cibrîl'i Lût kavmine gönderdi ve Cibrîl onların bulunduğu şehri kanismiyle öyle bir kaldırdı ki, dünya semasının halkı köpeklerinin havlamalarını ve tavuklarının gıdaklayışını duydular. Sonra yüce Allah onlara taş yağdırdı. Yüce Allah, bu konuda: “Emrimiz gelince, oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine (balçıktan) pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırdık" buyurmaktadır. Yüce Allah, şehir çevresindeki şehirlerle beraber helak etti. Bu şehirler beş tanedir: Dabua, Saura, Amura, Dûmâ ve büyük şehir olan Sodom'dur." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin şöyle dediğini bildirir: “Anlatıldığına göre bu şehirler üç tanedir ve sakinleri, sayılarını Allah'ın bileceği kadar çoktu. Bildirildiğine göre Lût kavminin yaşadığı şehrin ismi Sodom'du ve bu şehirde dört milyon kişi yaşamaktaydı. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetinin: “Pişirilmiş balçıktan olan taşlar" (.....) kelimesi ise kırmızıya çalan beyaz renklerle işaretlenmesi" mânâsında olduğunu söylemiştir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyetinin, Fârisî diliyle karşılığı: “Seng ve gel'dir ve taş ve çamur mânâsındadır. (.....) kelimesi ise öğretilmiş, nereye düşeceğini bilen taş mânâsındadır. Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) kelimesinin aslı Farsça'dan, kelimenin baş tarafı (sic) taş, son bölümü (cîl) ise çamur mânâsındadır. (.....) kelimesi ise öğretilmiş, nereye düşeceğini bilen taş mânâsındadır. Abd b. Humeyd'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi Arapçalaştırılmış olan bir kelimedir ve aslı "Seng ve gel'dir. Abd b. Humeyd'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi üzerinde çamur olan taş mânâsındadır. Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in, Katâde ve İkrime'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, pişirilmiş çamur mânâsındadır. Pişirilip istif edilmiş ve işaretlenmiştir. Üzerinde de kırmızı işaretler vardır. "Onlar zalimlerden uzak değildir" âyeti ise, bu taşlardan hiçbir zalimin kurtulamayacağı mânâsındadır. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Rabî'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, birbiri üzerine istif edilmiş mânâsındadır. (.....) kelimesi ise o taş kime atılıyorsa, üzerinde o kimsenin adı yazılmıştı, demektir. Ebu'ş-Şeyh, İbn Cüreyc'in şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Lût'un kavminin üzerine yağan taşlar işaretlenmiş ve yeryüzündeki taşlara benzemeyen taşlardı." İbn Cerîr'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre (.....) âyetinden kastedilen dünya semasındaki taşlardır. (.....) Dünya semasının adıdır. İbn Ebî Şeybe'nin İbn Sâbit'ten bildirdiğine göre (.....) kelimesi. Farsçadır. İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Mücâhid'e: “Lût kavminden hayatta kalan oldu mu?" diye sorulunca, şöyle karşılık verdi: “Hayır. Ancak bir adam kırk gün daha yaşadı. Bu kişi Mekke'de olaribir tüccardı. Semadan gelen taş ona isabet etmek için Harem'e gelince Harem'in melekleri bu taşa: «Geldiğin yere geri dön. Bu adam, Allah'ın haremindedir» dediler. Taş Harem bölgesinden dışarıya çıkıp kırk gün gök ile yer arasında bekledi ve adam ticaretini bitirip Harem bölgesinden çıkınca, taş gelip kendisine isabet etti. Yüce Allah: “Onlar zalimlerden uzak değildir" buyurarak, taşların, bu ümmetin zalimlerinden de uzak olmadığını bildirmiştir." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Onlar zalimlerden uzak değildir" âyetini açıklarken: “Yüce Allah, bununla, Lût kavmine isabet eden şeyin kendilerine de isabet edeceği konusunda Kureyşlileri korkutmaktadır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre "Onlar zalimlerden uzak değildir" buyruğunda kastedilenler Arapların zalimleridir. İman etmedikleri takdirde aynı azaba maruz kalabilecekleri bildirilmiştir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Rabî'nin, âyet hakkında şöyle dediğini bildirir: “Duyduğumuza göre her zalimin üzerinde üzerine düşmek için emir bekleyen bir taş vardır. Yüce Allah bu buyruğuyla zalimleri korkutup, "Onlar zalimlerden uzak değildir" buyurmuştur." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Onlar zalimlerden uzak değildir" buyruğuyla ilgili olarak şöyle dedi: “Âyette kastedilen bu ümmetin zalimleridir. Allah'a yemin ederim ki, bundan sonra Allah hiçbir zalimi bu taşlardan himaye altına almış değildir." İbn Ebi'd-Dünyâ Zemmu'l-Melâh?de, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî Şuabu'l- İman'da, Muhammed b. el-Münkedir, Yezîd b. Hafsa ve Safvân b. Süleym'in şöyle dediğini bildirir: Hâlid b. el-Velîd, Ebû Bekr es-Sıddîk'e bir mektup yazarak, Arap topraklarından birinde, bir adamın kadının nikahlandığı gibi nikahlandığını (başka erkeklerle ilişkiye girdiğini) ve bu konuda delilin de sabit olduğunu bildirdi. Hazret-i Ebû Bekr, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbıyla istişare edince, Hazret-i Ali: “Bu öyle bir günahtır ki, bir ümmet dışında hiçbir ümmet bu günahı işlememiştir ve yüce Allah bu ümmete bildiğiniz gibi ceza vermiştir. Benim görüşüm bu kişinin ateşte yakılmasıdır" dedi. Sahabe, bu kişinin ateşte yakılması konusunda görüş birliğine varınca, Hazret-i Ebû Bekr, Hâlid'e: “Onu ateşte yak" diye yazdı. Daha sonra İbnu'z-Zübeyr ve Hişâm b. Abdilmelik te aynı günahı işleyenleri kendi emirlikleri döneminde ateşte yakmakla cezalandırdılar. İbnu'l-Münzir, Rabîa b. Ebî Abdirrahman er-Ray'ın şöyle dediğini bildirir: “Yüce Allah, Lût kavmine pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırarak azab etti. Aynı ceza, Lût kavminin yaptığını yapanlardan (homoseksüllerden) kaldırılmamıştır." 84Bkz. Ayet:87 85Bkz. Ayet:87 86Bkz. Ayet:87 87"Medyene de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). Dedi ki: «Ey kavmimi Allah'a kulluk edin! Sizin için ondan başka tanrı yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Zira ben sizi hayır (ve bolluk) içinde görüyorum. Ve ben, gerçekten sizin için kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum. Ve ey kavmimi Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın; insanlara eşyalarını eksik vermeyin; yeryüzünde bozguncular olarak dolaşmayın. Eğer mümin iseniz Allah'ın (helâlinden) bıraktığı (kâr) sizin için daha hayırlıdır. Ben üzerinize bir bekçi değilim.» Dediler ki: Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını (putları), yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terketmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysa sen yumuşak huylu ve çok akıllısın!" İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Zira ben sizi hayır (ve bolluk) içinde görüyorum. Ve ben, gerçekten sizin için kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum" buyruğunda geçen hayırdan kasıt ucuzluk, kuşatıcı azabtan kasıt ise pahalılıktır. İbn Cerîr, İbn Abbâs'ın (.....) âyetinin, Allah'ın verdiği rızık mânâsında olduğunu söylediğini bildirir. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, Allah tarafından kullarına verilen nasip, mânâsındadır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, Allah'a itaat, mânâsındadır. Ebu'ş-Şeyh, Rabî'den, (.....) âyetinin, Allah'ın sizin için geriye bıraktığı, mânâsında olduğunu söylediğini bildirir. Ebu'ş-Şeyh'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Allah'ın size verdiği rızık, insanları aldatmanızdan daha hayırlıdır" mânâsındadır. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in A'meş'ten bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti "okudukların" mânâsındadır. İbn Asâkir, Ahnef'in: “Hazret-i Şuayb, peygamberler arasında en çok namaz kılan kişiydi" dediğini bildirir. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Zeyd'in, "Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını (putları), yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terketmemizi sana namazın mı emrediyor?" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Şuayb, kavmine dinarların ve dirhemlerin kenarlarını kesmelerini yasaklamıştı. Onlar: «Bunlar bizim malımızdır ve onlara dilediğimizi yaparız. Dilersek keseriz, dilersek yakarız, istersek atarız» dediler." İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'nin şöyle dediğini bildirir: “Hazret-i Şuayb'ın kavmine, dirhemleri kestikleri için azab edilmiştir. "Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını (putları), yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terketmemizi sana namazın mı emrediyor..." âyeti buna işaret etmektedir." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, Zeyd b. Eslem'in, "Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını (putları), yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terketmemizi sana namazın mı emrediyor..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Âyette kastedilen, dirhemlerinin kenarlarını kesmeleridir ve böyle yapmaları yeryüzünde fesat çıkarmanın bir çeşididir." Abdurrezzâk, İbn Sa'd, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb der ki: “Dirhemlerin, dinarların ve insanlar arasında bilinen tartıların kenarlarının kesilerek eksiltilmesi, yeryüzünde fesat çıkarmanın bir çeşididir." Ebu'ş-Şeyh, Rabîa b. Ebî Hilâl'in: “İbnu'z-Zübeyr, dirhemlerin (gümüş paraların) kenarını yontanı cezalandırmıştır" dediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Şuayb'ın kavmi, "Oysa sen yumuşak huylu ve çok akıllısın!" derken, Hazret-i Şuayb'ın yumuşak huylu ve akılı olmadığını kastediyorlardı. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre Hazret-i Şuayb'ın kavmi, "Oysa sen yumuşak huylu ve çok akıllısın!" sözünü, onunla alay etmek için söylemişlerdir. 88"Dedi ki: Ey Kavmim! Eğer benîm, Rabbim tarafından (verilmiş) apaçık bir delilim varsa ve O bana tarafından güzel bir rızık vermişse buna ne dersiniz? Sîze yasak ettiğim şeylerin aksini yaparak size aykırı davranmak istemiyorum. Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum. Fakat başarmam ancak Allah'ın yardımı iledir. Yalnız O'na dayandım ve yalnız O na döneceğim." İbn Ebî Hâtim'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre âyette geçen, "Güzel bir rızık" âyetinden kasıt, helal rızıktır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti: “Size yasakladığım bir şeyi de kendim işleyemem" mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim'in Mesrûk'tan bildirdiğine göre bir kadın İbn Mes'ûd'a gelerek: “Sen saçına saç eklemeyi (peruk takmayı) yasaklıyor musun?" diye sorunca, İbn Mes'ûd: “Evet" cevabını verdi. Kadın: “Senin kadınlarından bazısı saçına saç eklemiş olmasın" deyince, İbn Mes'ûd: “O zaman sâlih kulun, «Size yasak ettiğim şeylerin aksini yaparak size aykırı davranmak istemiyorum» şeklindeki vasiyyetini ben muhafaza etmemiş olurum" karşılığını verdi. Ahmed'in Muâviye el-Kuşeyrî'den bildirdiğine göre kardeşi Mâlik, ona: “Ey Muâviye! Muhammed, komşularımı aldı. Onun yanına git" deyince, Mûâviye, Muhammed'in yanına giderek: “Komşularımı serbest bırak. Onlar Müslüman olmuşlardı" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Muâviye'den yüz çevirince, Muâviye: “İnsanlar, senin bir şeyi emredip, aynı şeyi kendinin yaptığını iddia ediyorlar" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bunu da mı yaptılar. Allah'a yemîn olsun ki şayet yapmışsam bu onlara değil, benim üzerime bir vebaldir" buyurdu. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mâlik b. Dînâr, "Size yasak ettiğim şeylerin aksini yaparak size aykırı davranmak istemiyorum" âyetini okuyup şöyle dedi: “Bana bilirildiğine göre kıyamet günü doğru olan tebliğci çağrılıp başına kırallıktacı konur ve Cennete götürülmesi emredilir. Bu kişi: “İlahım! Kıyametteki meydanda öyle kimseler var ki, bunlar dünyadayken yaptıklarımda bana yardımcı oluyorlardı" deyince, onlara da, bu kişiye yapılan muamele yapılır. Sonra bu kişi onları Allah'ın kendisine cennette ikram ettiği nimetlere götürür." Ebu'ş-Şeyh, Ebû İshâk el-Fezârî'nin şöyle dediğini bildirir: Ne zaman bir şey yapmak istediğimde, "Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum. Fakat başarmam ancak Allah'ın yardımı iledir. Yalnız O'na dayandım ve yalnız O'na döneceğim" âyetini okuduysam, doğru olan şeye yönlendirildim. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) sözü, "O'na döneceğim" mânâsındadır. Ebû Nuaym el-Hilye'de, Hazret-i Ali'nin şöyle dediğini bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Allah'ın Resûlü! Bana tavsiyede bulun" dediğimde: “Rabbim Allah'tır, de, sonra dosdoğru ol" buyurdu. Ben: “Rabbim Allah'tır ve başarım sadece Allah'tandır. Ona tevekkül ettim ve O'na döneceğim" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Ebul-Hasan! İlim sana afiyet olsun! Sen ilmi su gibi içtin, susuzluğunu giderdin!" buyurdu. Hadisin senedinde Muhammed b. Yûnus el-Kudeymî vardır. 89Bkz. Ayet:92 90Bkz. Ayet:92 91Bkz. Ayet:92 92"Ey kavmim! Sakın bana karşı düşmanlığınız, Nuh kavminin veya Hûd kavminin, yahut Salih kavminin başlarına gelenler gibi size de bir musibet getirmesin! Lût kavmi de sizden uzak değildir Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O'na tövbe edin. Muhakkak ki Rabbim çok merhametlidir, (müminleri) çok sever. Dediler ki: «Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz ve içimizde seni cidden zayıf (âciz) görüyoruz! Eğer kabilen olmasa, seni mutlaka taşlayarak öldürürüz. Sen bizden üstün değilsin.» (Şuayb:) "Ey kavmim dedi, size göre benim kabilem Allah'tan daha mı güçlü ve değerli ki, onu (Allah'ın emirlerini) arkanıza atıp unuttunuz, şüphesiz ki Rabbim yapmakta olduklarınızı çepeçevre kuşatıcıdır." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Benden ayrı olmanız" mânâsındadır. İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine görş (.....) kelimesi, düşmanlık mânâsındadır. İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, Cuveybir vasıtasıyla, Dahhâk'tan, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Şuayb, kavmine: “Ey kavmim! Nûh, Âd ve Semûd kavmini hatırlayın. Lût kavmi de sizden uzak değildir" dedi. Lût kavmi, zaman bakımından Hazret-i Şuayb'a en yakın ve en son helak olan kavimdi. Hazret-i Şuayb devamla kavmine şöyle dedi: “Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O'na tövbe edin. Muhakkak ki Rabbim çok merhametlidir, (müminleri) çok sever" günahlarına tövbe edene karşı merhametlidir. Tövbe edeni sever, sonra onun sevgisini kulların kalbine atar." Kavmi: “Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz ve içimizde seni cidden zayıf (âciz) görüyoruz! Eğer kabilen olmasa, seni mutlaka taşlayarak öldürürüz. Sen bizden üstün değilsin" dediler. Hazret-i Şuayb'ın zayıflığından gözlerinin âmâ olmasını kasdetmişler ve: “İçinde yaşadığın aşiretin olmasaydı seni öldürürdük" demişlerdir. Hazret-i Şuayb: “Ey kavmim dedi, Size göre benim kabilem Allah'tan daha mı güçlü ve değerli?" deyince, kavmi: “Allah daha güçlü ve değerlidir" karşılığını verdiler. Hazret-i Şuayb: “Yüce Allah'ın emirlerini bırakıp peygamberini yalanladınız. Ancak Rabbim yaptıklarınızı çepeçevre kuşatmıştır ve bilmektedir" dedi. İbn Abbâs der ki: “Hazret-i Şuayb'ın kavminin şirkten sonraki en büyük günahları, ölçüde ve tartıda hile yapıp insanların ticari mallarını eksik vermeleriydi. Birçok günahla birlikte bu günahları da işliyorlardı. Hazret-i Şuayb, onları Allah'a ibadet etmeye, zulmü ve benzeri günahları bırakmaya davet etmekle tebliğe başladı. İbn Ebî Hâtim, Halef b. Havşeb'in şöyle dediğini bildirir: “Şu'ayb'ın kavmi, tartılarında bir arpa ağırlığı kadar eksik tartmaları yüzünden helak olmuştur. Onlar alırken ağır, verirken hafif tartarlardı." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Süddî'nin, (.....) âyetinin: “Ey kavmim, bana olan düşmanlığınız sebebiyle dalalete ve küfre düşüp, daha önceki kavimlere gönderilen azabın size de gönderilmesin" mânâsında olduğunu söylediğini bildirir. Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Lût kavmi de sizden uzak değildir" âyetini açıklarken: “Hazret-i Şuayb'ın kavmi, Hazret-i Nûh ve Semûd kavmine yakın bir zamanda yaşamışlardır" dedi. İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Leylâ el-Kindî'nin şöyle dediğini bildirir: Osman İbn Affân'ın evini kuşattıkları zaman, Hazret-i Osman halkın karşısına çıkıp: “Ey kavmim! Sakın bana karşı düşmanlığınız, Nuh kavminin veya Hûd kavminin, yahut Sâlih kavminin başlarına gelenler gibi size de bir musibet getirmesin! Lût kavmi de sizden uzak değildir" Ey kavmim, beni öldürmeyiniz. Eğer siz beni öldürürseniz şöyle olursunuz" dedi ve parmaklarını birbirine geçirdi. Ebu'ş-Şeyh ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, "İçimizde seni cidden zayıf (âciz) görüyoruz..." âyetini açıklarken: “Hazret-i Şuayb'ın gözleri görmüyordu. Allah sevgisinden dolayı çok ağladığı için gözlerini kaybetmişti" dedi. Vâhidîve İbn Asâkir, Şeddâd b. Evs'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Hazret-i Şuayb; Allah sevgisinden dolayı, gözlerini kaybedinceye kadar ağladı. Yüce Allah ona gözlerini geri verip: «Ey Şuayb! Neden ağlıyorsun? Cennete olan özleminden mi, yoksa cehennemden olan korkundan mı?» diye vahyetti. Hazret-i Şuayb: «Hayır. Bunların ikisi için de ağlamıyorum. Ben kalbimle senin sevgine inandım. Sana baktığım zaman benim başıma ne getirsen ona aldırmam» karşılığını verince, Yüce Allah: «Ey Şuayb! Eğer bu dediğin hak ise, Bana kavuşman, sana kutlu olsun. Ey Şuayb! Bunun için sana Kelimîm olan Mûsa b. İmrân'ı hizmetine verdim» buyurdu." İbn Ebî Hâtim, Hâkim, Hatîb ve İbn Asâkir, değişik vasıtalarla İbn Abbâs'ın, "İçimizde seni cidden zayıf (âciz) görüyoruz" âyetini açıklarken: “Hazret-i Şuayb'ın gözleri görmüyordu" dediğini bildirir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih, "İçimizde seni cidden zayıf (âciz) görüyoruz" âyetini açıklarken: “Hazret-i Şuayb'ın gözleri görmüyordu" demiştir. Ebu'ş-Şeyh, Süfyân'ın, "İçimizde seni cidden zayıf (âciz) görüyoruz" âyetini açıklarken: “Hazret-i Şuayb'ın gözleri görmüyordu ve kendisine peygamberlerin hatibi denirdi" dediğini bildirir. Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den, "İçimizde seni cidden zayıf (âciz) görüyoruz" âyetinin: “Sen tek kişisin" mânâsında olduğunu bildirir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, "Eğer kabilen olmasa, seni mutlaka taşlayarak öldürürüz" âyetinin:. "Eğer kabilenden korkmasaydık seni taşlardık" mânâsında olduğunu söylemiştir. Saîd b. Mansûr, Zeyd b. Sâbit'in şöyle dediğini bildirir: “Eğer, Hazret-i Lût'un, Hazret-i Şuayb'ın adamları gibi adamları olsaydı, kavmiyle savaşırdı." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib, hutbe verirken Hazret-i Şuayb hakkındaki, "İçimizde seni cidden zayıf (âciz) görüyoruz" âyetini okuyunca: “Hazret-i Şuayb'ın gözleri görmüyordu. Kavmi, bu sebeple zayıf olduğunu söylediler." "Eğer kabilen olmasa, seni mutlaka taşlayarak öldürürüz" âyetini okuyunca ise: “Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki, Rablerinin azametinden korkmadılar, sadece aşiretten korktular" dedi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, (.....) âyetinin: “Allah'ın emrini terk ettiniz" mânâsında olduğunu söyledi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın, (.....) kelimesinin: “Uzak olan yer" mânâsında olduğunu söylediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti: “Allah'tan korkmuyorsunuz" mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî, (.....) âyetinin: “Onu (emirlerini) arkanıza attınız ve Ona ne itaat ettiniz, ne de korktunuz" mânâsında olduğunu söyledi. Ebu'ş-Şeyh'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre (.....) âyetinden kastedilen, Allah'ın emirlerini önemsememektir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi: “Zıhrî, fazla demektir. Deve sahibinin yanında fazladan bir deve bulundurup ona bir şey yüklemeyerek ihtiyacı olacağı zaman için bekletmesi gibi. Hazret-i Şuayb da: “Siz Rabbinizi aynı konumda saydınız. Ona ihtiyaç duyduğunuzda önemsediniz, ihtiyaç hissetmediğiniz zaman ise önemsemediniz" demek istedi. 93Ey kavmim! Bütün imkânlarınızla yapacağınızı yapın. Ben de vazifemi yapacağım. Yakında, kendisini perişan edecek azabın kime geleceğini ve yalancının kim olduğunu bileceksiniz. O azabı gözetleyin, ben de sizinle beraber gözetliyorum.” 94Azap emrimiz gelince, Şuayb’ı ve beraberinde îman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. O zulmedenleri ise, korkunç bir gürültü yakaladı da yurdlarında çöküp helâk oldular. 95Sanki orada hiç şenlik kurmamışlaradı. Bakın, Semûd kavmi nasıl helâk olduysa, Medyen halkı da öylece helâk olmuştur. 96(96-97) Şânım hakkı için, biz Mûsa’yı da Firavuna ve kavminin ileri gelenlerine mûcizelerimizle ve apaçık Asâ hüccetimizle gönderdik de, onlar, Fir'avun’un emrine uydular. Fir'avun’un emri ise hak değildi (sapıklıktı.). 97(96-97) Şânım hakkı için, biz Mûsa’yı da Firavuna ve kavminin ileri gelenlerine mûcizelerimizle ve apaçık Asâ hüccetimizle gönderdik de, onlar, Fir'avun’un emrine uydular. Fir'avun’un emri ise hak değildi (sapıklıktı.). 98Bkz. Ayet:99 99"Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları (çekip) ateşe götürecektir. Varacakları yer ne kötü yerdir! Onlar burada da, kıyamet gününde de lânete uğratıldılar. (Onlara) verilen bu armağan ne kötü armağandır!" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları (çekip) ateşe götürecektir" âyetini: “Onları dalalete düşürüp ateşe götürdü" şeklinde açıklamıştır. Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları (çekip) ateşe götürecektir" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Firavun, kavminin önünde yürüyüp onları ateşe sürükleyecektir." Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi, sokmak mânâsındadır. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: lafzı Kur'ân'da dört yerde geçmektedir. Hûd Sûresinde (.....), Meryem Sûresinde (.....), yine Meryem Sûresinde (.....) ve Enbiyâ Sûresinde (.....) lafzı, bu dört âyette de girmek mânâsında kullanılmıştır." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Onlar hem bu dünyada, hem de kıyamet gününde lanete tâbi tutuldular" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Kendilerine başka bir lanet hediye edildi ve lanetleri arttırıldı. İki lanetten kasıt budur. (Onlara) verilen bu armağan ne kötü armağandır!" âyetinden kastedilen de, lanet üzerine lanete uğramalarıdır." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (Onlara) verilen bu armağan ne kötü armağandır!" âyetinden kastedilen, dünya ve âhirette uğrayacakları lanettir. İbn Ebî Hâtim, Süddî'nin, bu âyet hakkında: “Firavun, kendisinden sonra gönderilen her peygamberin diliyle lanetlenmiştir. Kıyamet günü de cehennemde başka bir lanetle daha lanetlenecektir" dediğini bildirir. İbnu'l-Enbârî'nin, el-Vakf ve'l-îbtidâ'da ve Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona: “Bana yüce Allah'ın, âyette geçen (.....) sözünün mânâsını söyle" deyince, İbn Abbâs: “Üst üste gelen bu lanet ne kötü, demektir" cevabını verdi. Nâfi: “Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: “Tabi ki! Yoksa sen Nâbiğa Benî Zebyân'ın Beni benzeri olmayan bir ithamla suçlama Düşmanlar etrafına peş peşe toplansa da" dediğini bilmez misin?" 100"Bu sana anlattıklarımız, kasabaların başından geçenlerdir. Onların bîr kısmı hâlâ duruyor, bir kısmı ise silinip gitmiştir" İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen "Hâlâ duranlar" mamur halde bulunanlardır, "silinip gitmiş" olanlar ise harabe halinde olanlardır. Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "Bu sana anlattıklarımız, kasabaların başından geçenlerdir. Onların bir kısmı hâlâ duruyor, bir kısmı ise silinip gitmiştir" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Yüce Allah, kasabaların başından geçenleri Peygamberine anlatarak, kiminin hâlâ ayakta olup yerinin beli olduğunu, kiminin ise silinip gitmiş ve izinin bile belli olmadığını bildirmiştir. Yüce Allah, başka bir âyette ise "Biz, onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. Sen, onlardan herhangi birinden (bir varlık emâresi) hissediyor veya onlara ait cılız bir ses işitiyor musun?" buyurmuştur. Ebu'ş-Şeyh'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre âyette geçen "Hâlâ duranlar" duvarları hala yıkılmamış olanlardır, "silinip gitmiş" olanlar ise yıkılıp yerle bir olmuş olanlardır. Ebu'ş-Şeyh'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi, harab olup yıkılan demektir. 101"Onlara biz zulmetmedik; fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin (azap) emri geldiğinde, Allah'ı bırakıp da taptıkları tanrıları, onlara hiçbir şey sağlamadı, ziyanlarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı." Ebu'ş-Şeyh, Fadl b. Mervân'ın (.....) âyetini, "Biz zulmetmekten uzağız" şeklinde açıkladığını bildirir. Ebu'ş-Şeyh'in Ebû Âsım'dan bildirdiğine göre (.....) kelimesi "Fayda sağlamadı" mânâsındadır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Ömer'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, zarar mânâsındadır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, zarar mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, helak mânâsındadır. Ebu'ş-Şeyh, İbn Zeyd'in, (.....) âyetinin: “Onların kötülüklerini artırmaktan başka bir şeye yaramadı" mânâsında olduğunu söyledi. Yine, Mesed Sûresinin başını okuyup, âyette geçen, (.....) kelimesinin zarar mânâsında olduğunu söyledi. Sonra şöyle dedi: “Âyette geçen (.....) ise: “Onların kötülüklerini artırmaktan başka bir şeye yaramadı" mânâsındadır" dedi. Sonra, "Kâfirlerin küfrü, kendilerine ziyandan başka bir şey getirmez" âyetini okudu. Tastî'nin İbn Abbâs 'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona: “Bana yüce Allah'ın, âyette geçen (.....) sözünün mânâsını söyle" deyince, İbn Abbâs: “Onların kötülüklerini artırmaktan başka bir şeye yaramadı, mânâsındadır" cevabını verdi. Nâfi: “Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: “Tabi ki! Yoksa Bişr b. Ebî Hâzım'ın: Onlar burunları kestiler Ve Sa'd oğullarım daha kötü bir durumda bıraktılar" dediğini bilmez misin?" 102"Rabbin, haksızlık eden memleketleri (onların halkını) yakaladığında, onun yakalayışı işte böyle (şiddetlidir). Şüphesiz onun yakalaması pek elem vericidir, pek çetindir!" Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye'ye Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Ebû Mûsa el-Eşarî'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şüphesiz ki Allah zalime mühlet verir, ama sonunda onu yakaladı mı bir daha da bırakmaz" buyurduktan sonra, "Rabbin, haksızlık eden memleketleri (onların halkını) yakaladığında, onun yakalayışı işte böyle (şiddetlidir). Şüphesiz onun yakalaması pek elem vericidir, pek çetindir" âyetini okuduğunu bildirir. : Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû İmrân el-Cevnî der ki: “Cezanızın ertelenmesi ve istediklerinizin verilmesi sizi aldatmasın. Şüphesiz ki, Yüce Allah'ın yakalaması pek elem vericidir, pek çetindir!" İbn Ebî Davud'un, Süfyân'dan bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, bu âyeti (.....) şeklinde (.....) harfi olmadan okumuştur. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuştur. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd der ki: “Yüce Allah, "Rabbin, haksızlık eden memleketleri (onların halkını) yakaladığında, onun yakalayışı işte böyle (şiddetlidir). Şüphesiz onun yakalaması pek elem vericidir, pek çetindir" âyetiyle, bu ümmeti, kendilerini yakalaması konusunda uyarmıştır." 103Bkz. Ayet:104 104"İşte bunda, âhiret azabından korkanlar için elbette bir ibret vardır. O gön bütün insanların bir araya toplandığı bir gündür ve o gün (bütün mahlûkatın) hazır bulunduğu bir gündür. Biz onu (kıyamet gününü) sadece sayılı bir müddete kadar bekletiriz." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, "İşte bunda, âhiret azabından korkanlar için elbette bir ibret vardır..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Biz, peygamberlere yardım edeceğimize dair verdiğimiz sözü (dünyadayken) yerine getirdiğimiz gibi, âhiret günü, onlara vaad ettiklerimizi de yerine getireceğiz." İbn Ebî Şeybe ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) buyruğunda geçen günden kastedilen, kıyamet günüdür. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'den buna benzer bir rivâyette bulunmuştur. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk der ki: “Âyette bahsedilen gün, insanların toplanacağı, sema ve yer ehlinin de buna şahit olacağı kıyamet günüdür." 105"O geldiği gün Allah'ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz. Onlardan kimi bedbahttır, kimi mutlu." Ebu'ş-Şeyh'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre "O geldiği gün" buyruğunda gelenden kasıt, o (kıyamet) gün(ü)dür. İbn Ebî Şeybe, Şa'bî'nin: “Kıyamet günü insanların konuşacağı dil Süryânicedir" dediğini bildirir. İbnu'l-Enbârî el-Mesâhifte, Ömer b. Zer'in, bu âyeti, (.....) şeklinde okuduğunu bildirir. Tirmizî, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb der ki: “Onlardan kimi bedbahttır (cehennemlik), kimi mutlu (cennetlik)" âyeti nazil olduğu zaman: “O halde ey Allah'ın Resûlü! Ne diye amd ediyoruz? Yapıp bitirilmiş bir şeye rağmen mi? Yoksa henüz yapıp bitirilmemiş bir husus mu var?" diye sordum. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Bilakis, yapıp bitirilmiş ve kalemlerin yazıp bitirdiği bir şeye rağmen ey Ömer! Ancak herkes ne için yaratılmışsa, o ona kolaylaştırılır." 106Bkz. Ayet:108 107Bkz. Ayet:108 108"Bedbaht olanlar cehennemdedirler. Onlar orada ah edip inlerler. Rabbinin dilediği hariç, (onlar) gökler ve yer durdukça o ateşte ebedî kalacaklardır. Çünkü Rabbin, istediğini hakkıyla yapandır, mutlu olanlara gelince, onlar da cennettedirler. Rabbinin dilediği hariç, gökler ve yer durdukça onlar da orada ebedî kalacaklardır. Bu (nimetler) bitmez, tükenmez bîr lütuftur." İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Onlardan kimi bedbahttır, kimi mutlu" buyruğunda geçen bedbaht ve mutlu olacak kişilerin kim olduğu ve "Allah'ın peygamberleri toplayıp da «Size ne cevap verildi» dediği gün, «Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyle bilen ancak sensin» diyeceklerdir" âyetinde bahsedilen şeyler, gizli olan şeylerdendir. "Onlardan kimi bedbahttır, kimi mutlu" buyruğunda bahsedilenler, Yüce Allah'ın, günahları sebebiyle kendilerine azab edeceği bu kıble ehlinden olan büyük günah sahibi bir topluluktur. Bunlara bir müddet azab edildikten sonra kendilerine şefaat edilmesi için izin verilecek ve müminler, bu kişilere şefaat edip, onları cehennemden çıkararak cennete koyacaktır. Yüce Allah, bu kişilere azab ettiği zaman, kendilerine bedbahtlar adını vermiş ve: “Bedbaht olanlar cehennemdedirler. Onlar orada ah edip inlerler. Rabbinin dilediği hariç, (onlar) gökler ve yer durdukça o ateşte ebedî kalacaklardır. Çünkü Rabbin, istediğini hakkıyla yapandır" buyurmuştur. Kendileri için şefaat edilmesine izin verdiği ve cennete koyduğu kişiler, bu âyetlerde bahsedilen kişilerdir. "Mutlu olanlara gelince, onlar da cennettedirler. Rabbinin dilediği hariç, gökler ve yer durdukça onlar da orada ebedî kalacaklardır. Bu (nimetler) bitmez, tükenmez bir lütuftur" âyetinde bahsedilen kişiler, bedbahtlık içinde cehennemde azab gördükten sonra cennete girip ebedi olarak orada kalacak olanlardır." İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Katâde, "Bedbaht olanlar cehennemdedirler..." âyetini okuyup şöyle dedi: “Enes, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bir topluluk cehennemden çıkacaktır" buyurduğunu söyledi. Biz, Harûrilerin (Haricilerin) dediği gibi demeyiz." İbn Merdûye'nin Câbir'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bedbaht olanlar cehennemdedirler. Onlar orada ah edip inlerler. Rabbinin dilediği hariç, (onlar) gökler ve yer durdukça o ateşte ebedî kalacaklardır. Çünkü Rabbin, istediğini hakkıyla yapandır" âyetlerini okuyup: “Eğer; Allah dilerse, bedbaht olanlardan bazılarım cehennemden çıkarıp, cennete koymak isterse; öyle yapar" buyurdu. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Hâlid b. Ma'dân'dan bildirdiğine göre "Rabbinin dilediği hariç..." buyruğunda kastedilen kişiler, kıble ehlinden muvahhid olan kişilerdir. Ebu'ş-Şeyh'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre "Rabbinin dilediği hariç..."buyruğunda istisna edilen kişiler, kıble ehlidir (genel olarak tüm Müslümanlar). Abdurrezzâk, İbn Durays, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî ve Beyhakî d- Esma ve's-Sifât'ta, Ebû Nadra'dan, Câbir b. Abdillah el-Ensârî veya Ebû Saîd el-Hudrî, ya da Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından birinin, "Rabbinin dilediği hariç... Çünkü Rabbin, istediğini hakkıyla yapandır" âyeti hakkında şöyle dediğini bildirir: “Bu âyet Kur'ân'ın hükümleri için geçerlidir. Kur'ân'da, nerede "orada ebedî kalacaklardır" âyeti varsa, bu âyet, o buyruk için de geçerlidir." İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Nadra: “Kur'ân'daki hümümlerin hepsi, «Çünkü Rabbin, istediğini hakkıyla yapandır» âyetinin kapsamına girmektedir" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk, "Mutlu olanlara gelince, onlar da cennettedirler. Rabbinin dilediği hariç, gökler ve yer durdukça onlar da orada ebedî kalacaklardır. Bu (nimetler) bitmez, tükenmez bir lütuftur" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu âyette bahsedilenler, cehennemden çıkıp cenete girecek olan kişilerdir. "Rabbinin dilediği hariç..." âyetinden kastedilen ise, cennete girmeden önce, cehennemde kaldıkları süredir." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Sinan der ki: “Yüce Allah, âyette tevhid ehlini istisna etmiş, sonra da: “Bu (nimetler) bitmez, tükenmez bir lütuftur" buyurmuştur." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "...gökler ve yer durdukça onlar da orada ebedî kalacaklardır..." âyetini açılarken: “Her cennetin bir seması ve yeri vardır" demiştir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre "...gökler ve yer durdukça onlar da orada ebedî kalacaklardır..." âyetinden kastedilen, cennetin seması ve yeridir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Hasan'ın, "...gökler ve yer durdukça onlar da orada ebedî kalacaklardır..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Dünyadaki sema ve yer başkasıyla değiştirilecektir. Âyette kastedilen sema ve yer de değiştirilen bu sema ve yerdir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: “Kıyamet günü Yüce Allah yedi kat sema ve yedi kat yeri alıp bütün kir ve pisliklerden temizler ve yerin rengini gümüşvarî bir beyaz haline getirip, pırıl pırıl parlayan bir nura dönüştürür. Onu cennet için yer kılar. Gökyüzü ve yeryüzünün cennetteki değeri dünyada cennetin değeri gibidir. Allah onları cennetin genişliğince kılar, cenneti onların üzerine koyar. Cennetin rengi bugün zafiranîdir. Yerin üzerinde, Arş'ın sağında bulunmaktadır. Cennetteki gök ve yer oldukça, şirk ehli de cehennemde ebedi kalacaklardır." Beyhakî el-Ba's'ta, İbn Abbâs'ın, "Rabbinin dilediği hariç..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Rabbin, Cehenemliklerin cehennemde, cennetliklerin de cennette ebedi kalmalarını istemiştir." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî, "Bedbaht olanlar ateştedirler..."âyetini açıklarken şöyle dedi: “Yüce Allah'ın dilemesiyle daha sonra bu âyeti nesheden bir âyet gelmiş ve Medine'de, "İnkâr edip zulmedenleri Allah asla bağışlayacak değildir. Onları (başka) bir yola iletecek de değildir" âyeti nazil olmuştur. Bu âyet inince cehennemliklerin, oradan çıkma ümitleri bitmiş ve Allah onların cehennemde ebedi kalmalarını gerekli kılmıştır. "Mutlu olanlara gelince, onlar da cennettedirler..." âyetini nesheden âyette daha sonra Allah'ın dilemesiyle gelmiştir. Medine'de, "İnanıp, iyi işler yapanları da, içinde ebediyen kalmak üzere girecekleri, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Orada onlar için tertemiz eşler vardır ve onları koyu (tatlı) bir gölgeye koyarız" âyeti nazil olmuş ve Cennetliklerin cennette ebedi olarak kalmalarını gerekli kılmıştır." İbn Cerîr, İbn Abbâs'ın, "Rabbinin dilediği hariç..." âyetini açıklarken: “Allah, âyette istisnada bulunmuş ve Cehenneme, cehennemlikleri yemesini emretmiştir" dediğini bildirir. İbnu'l-Münzir'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Ömer: “Eğer cehennemlikler ateşte, sahralardaki kum taneleri kadar kalsalar bile, onların cehennemden çıkacakları bir gün gelecektir" dedi. İshâk b. Râhûye'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre: “Cehennemde, hiç kimsenin kalmayacağı bir gün gelecektir" deyip: “Bedbaht olanlar cehennemdedirler. Onlar orada ah edip inlerler. Rabbinin dilediği hariç, (onlar) gökler ve yer durdukça o ateşte ebedî kalacaklardır. Çünkü Rabbin, istediğini hakkıyla yapandır" âyetlerini okudu. İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbrâhim(-ı Nehaî) der ki: “Kur'ân'da, cehennemlikler için "Rabbinin dilediği hariç, (onlar) gökler ve yer durdukça o ateşte ebedî kalacaklardır" âyeti kadar ümit verici bir âyet yoktur." İbn Mes'ûd: “Öyle bir zaman gelecek ki, cehennemin kapıları tenhalaşacaktır" demiştir. İbn Cerîr, Şa'bî'nin, "Cehennem, en çabuk imar olup en çabuk harap olan bir yerdir" dediğini bildirir. Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'nin, "Rabbinin dilediği hariç..." âyetini açıklarken: “Allah neyi istisna ettiğini en iyi bilendir" dediğini bildirir. İbn Cerîr, İbn Zeyd'in şöyle dediğini bildirir: “Yüce Allah, Cenetlikler için dilediği şeyi açıklayıp: “...Bu (nimetler) bitmez, tükenmez bir lütuftur" buyurmuştur. Cehennemlikler için ise dilediği şeyi bildirmemiştir." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Vâil'e Kur'ân'dan bir şey sorulunca: “Allah, onunla dilediğini kasdetmiştir" derdi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, el- Ba's'ta, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, mahlukatın çıkardığı şiddetli ses, (.....) kelimesi ise, göğüsten çıkan kısık sestir, (.....) âyeti ise: “Kesintisiz" mânâsındadır. İbnu'l-Enbârî'nin el-Vakfve'l-İbtidâ'da İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona: “Bana yüce Allah'ın, âyette geçen (.....) buyruğunda geçen Zefîr'in mânâsı nedir?" deyince, İbn Abbâs: “Zefîr, Eşeğin anırması gibi ses çıkarmaktır. Bu konuda Evs b, Hacer şöyle demiştir: "Bir mazeretin kalmaz ondan sonra Esmâ'yı bulursan Biz kırbaçlanırız sen yine de bu şeyi yapacak olursan Dağ başlarında hıçkırıp ağladığın ona haber verilirse bir mazeretin olur" karşılığını verdi. 109"Bu putperestlerin taptıklarının batıl olduğunda şüphen olmasın; daha önce babalarının tapmış oldukları gibi onlar da taparlar. Onlara paylarını şüphesiz eksiksiz olarak ödeyeceğiz." İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Bekr es-Sıddîk şöyle der: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) aramızdayken ayağa kalkıp: “Allah'tan afiyet dileyiniz. Kişiye, yakînden sonra afiyetten daha üstün bir şey verilmemiştir. Şüpheden ise sakınınız. Küfürden sonra kişiye şüpheden daha kötü bir şey verilmemiştir" buyurdu. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen paylardan kastedilen, kendileri için takdir edilen hayır ve şerdir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre âyette geçen paylardan kastedilen, paylarına düşecek olan azaptır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Ebu'l-Âliye'den bildirdiğine göre âyette geçen paylardan kastedilen, paylarına düşecek olan rızıktır. Ebu'ş-Şeyh, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Yüce Allah, her kul için takdir ettiği rızkı verir. Yüce Allah'tan güzel şeyler isteyiniz. Size haram olanları bırakınız, helal olanı alınız." 110Yemin olsun ki, biz Mûsa’ya Tevrât’ı verdik de onun hakkında (bazısı inanıp, bâzısı inanmamak sûretiyle) ihtilâfa düşüldü. Eğer Rabbinden bir kelime (ilâhi bir takdîr) bulunup geçmiş olmasaydı, hemen aralarında hüküm verilmiş, cezaları görülmüştü. Gerçekten (Ey Resûlüm) senin milletinin kâfirleri de Kur’ân dan kuşkulandırıcı bir şüphe içindedirler. 111Muhakkak ki Rabbin, onların tümünün (îman edenlerle îman etmeyenlerin) amellerinin karşılığını verecektir, (mü'minleri cennete kâfirleri cehenneme koyacaktır); Çünkü Allah, onların yaptığı her şeyden tamamiyle haberdardır. 112Bkz. Ayet:113 113"Sen, beraberindeki tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Aşırı gitmeyin, doğrusu Allah yaptıklarınızı görür. Haksızlık yapanlara yönelmeyin, yoksa ateş size de dokunur. Sizin Allah'tan başka dostunuz yoktur; sonra, yardım da göremezsiniz." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "Emrolundugun gibi dosdoğru ol" âyetini açıklarken: “Yüce Allah, peygamberine, emri üzere dosdoğru olmasını ve nimetlerine karşılık azgınlık yapmamasını emretmiştir" dediğini bildirir. Ebu'ş-Şeyh'in Süfyân'dan bildirdiğine göre "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" âyeti: “Kur'ân üzere dosdoğru ol" mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: “Sen, beraberindeki tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol..." âyeti nazil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) iki kez, "Çalışmaya koyulmak için eteklerinizi toplayın" buyurdu ve bundan sonra güldüğü görülmedi. İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre âyette geçen, "Beraberindeki tövbe edenler" âyetinden kastedilen, iman edenlerdir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Alâ' b. Abdillah b. Bedr'in,,"Aşırı gitmeyin, doğrusu Allah yaptıklarınızı görür" âyetini açıklarken: “Yüce Allah, bu cümleyle Hazret-i Muhammed'în ashâbını değil, onlardan sonra gelecek olanları kasdetmiştir" dediğini bildirir. Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen. (.....) âyeti: “Zulmetmeyin" mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim, İbn Zeyd'in, (.....) âyetini açıklarken: “Tuğyân, Allah'ın emirlerine muhalefet edip aşırı gitmek ve Ona isyan etmektir" demiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyetinden kastedilen, şirke yönelmektir. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyetinden kastedilen, meyletmektir. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Gitmeyin" mânâsındadır. Ebu'ş-Şeyh, İkrime'nin, "Haksızlık yapanlara yönelmeyin..." âyetini açıklarken: “yönelmekten kastedilen, onlara itaat etmek, sevmek veya dost edinmektir" dediğini bildirir. Ebu'ş-Şeyh'in Ebu'l-Âliye'den bildirdiğine göre "Haksızlık yapanlara yönelmeyin..." âyetinden kastedilen, onların yaptıklarına razı olmamaktır. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Kulun, iki özelliği İslah olursa diğer halleri de ıslah olur: Nimet içindeyken aşırı gitmek ve zalimlere meyletmek" deyip, "Haksızlıkyapanlara yönelmeyin..." âyetini okudu. 114"Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır" İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen, gündüzün iki ucundan kastedilen, akşam ve sabah namazı, gecenin ilk saatinden kastedilen ise yatsı namazıdır. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: “Âyette geçen, gündüzün iki ucundan kastedilen, sabah ve ikindi namazları, gecenin ilk saatinden kastedilen ise akşam ve yatsı namazlarıdır. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu iki namaz için: “Bu iki namaz, gecenin gündüze yakın olan namazlarıdır" buyurdu. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in, Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen, gündüzün iki ucundan kastedilen, sabah, öğle ve ikindi namazları, gecenin ilk saatinden kastedilen ise akşam ve yatsı namazlarıdır. İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in, Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen, gecenin ilk saatinden kastedilen yatsı namazıdır. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs, yatsı namazının geciktirilmesini sever ve: “...gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl..." âyetini okurdu. İbn Cerîr, Muhammed b. Nasr ve İbn Merdûye'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre âyette geçen, "...Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir..." buyruğundaki iyiliklerden kastedilen beş vakit namazdır. Abdurrezzâk, Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Muhammed b. Nasr, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "...Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir..." buyruğundaki iyilikler ve "...Ama baki kalacak yararlı işler, sevab olarak da, emel olarak da, Rabbinin katında daha hayırlıdır" buyruğunda geçen yararlı işlerden kasıt, beş vakit namazdır. İbn Hibbân'ın İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre bir adam: “Ey Allah'ın Resûlü! Bahçede bir kadın gördüm ve onu sarılıp öperek, cinsel ilişki dışında her şeyi yaptım" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) susup cevap vermedi. Sonra, "Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır" âyeti nazil olunca, adamı çağırıp kendisine âyeti okudu. Hazret-i Ömer: “Ey Allah'ın Resûlü! Bu âyet, sadece bu kişiyi mi kapsamaktadır?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bütün insanları kapsamaktadır" cevabını verdi. Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Hibbân, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir: Bir adam, bir kadını öpünce, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip, kefaretinin ne olduğunu sormak niyetiyle anlatınca,, "Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır" âyeti nazil oldu. Adam: “Ey Allah'ın Resûlü! Bu, yalnız benim için mi? diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Senin bu yaptığını ümmetimden yapan başka kimseler için de geçerlidir" cevabını verdi. Abdurrezzâk, Hennâd, Ahmed, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî Şuabul-İman'da, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir: Bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Ey Allah'ın Resûlü, ben bir bahçede bir kadın buldum ve ona her şeyi yaptım. Ancak, onunla cinsî temasta bulunmadım. Onu öptüm ve kucakladım, bundan başka bir şey yapmadım. Bana dilediğini yap" dedi. Allah Rasûlü bir şey söylemedi. Adam gidince Hazret-i Ömer: “Allah, bunu ona gizlemiş, keşke o da kendi nefsinde gizleseydi" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) adamın peşinden birini gönderip: “Onu bana geri getiriniz" buyurdu. Adam gelince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine: “Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır" âyetini okudu. Muâz b. Cebel: “Ey Allah'ın Resûlü! Bu âyet, sadece bu kişiyi mi, yoksa bütün insanları mı kapsamaktadır?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bütün insanları kapsamaktadır" cevabını verdi. Tirmizî, Bezzâr, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebu'l-Yeser der ki: “Yanıma hurma satan bir kadın gelince, kendisine: “Evde, bundan daha lezzetli hurmam var" dedim. Kadın benimle eve girince de onu öptüm. Hazret-i Ebû Bekr'e gidip olanları anlatında: “İşlediğin günahı gizle ve tövbe et" dedi. Hazret-i Ömer'e gidip anlattığımda, o da: “İşlediğin günahı gizle, tövbe et ve yaptığından kimseye bahsetme" dedi. Ben sabredemeyip Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gittim ve yaptığım şeyi anlattım. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah yolunda gazaya çıkan birinin arkasından hanımına böyle bir şey mi yaptın" buyurunca, ben, o kadar mahcup oldum ki kendimi cehennem ehlinden sandım ve o saatte müslüman olmuş olmamı temenni ettim. Allah'ın Resûlü, uzun bir süre başını önüne eğdi ve Allah kendisine: “Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır" âyetini indirdi. Ben Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gidince, âyeti bana okudu. Sahabe: “Ey Allah'ın Resûlü! Bu âyet, sadece bu kişiyi mi, yoksa bütün insanları mı kapsamaktadır?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bütün insanları kapsamaktadır" cevabını verdi. Ahmed, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Huzeyme, İbn Cerîr, Taberânî ve İbn Merdûye'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip, bir veya iki defa: “Ey Allah'ın Resûlü! Bana, Allah'ın haddini uygula" demesine rağmen Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ondan yüz çevirdi. Sonra namaz kılınıp bitince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “O adam nerede?" diye sordu, Adam: “O kişi benim" karşılığını verince, Allah'ın Resûlü: “Güzelce abdest alıp az önce bizimle namaz kıldın mı?" diye sordu. Adam: “Evet" cevabını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sen, o hatandan annenin seni doğurmuş olduğu zamandaki gibi tertemizsin. Bir daha ona dönme" buyurdu. O zaman Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır" âyeti nazil oldu. Ahmed, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh, Dârekutnî, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Muâz b. Cebel'den bildirdiğine göre bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Tanımadığı bir kadınla buluşup, karısına yapabileceği her şeyi ona yapan, ancak onunla ilişki kurmayan kişi hakkında ne dersin?" diye sordu. Bunun üzerine: “Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır" âyeti nazil oldu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), adama: “Güzelce abdest al, sonra kalkıp namaz kıl" buyurdu. Muâz der ki: Ben: “Ey Allah'ın Resûlü! Bu âyet, sadece bu kişiyi mi, yoksa bütün müminleri mi kapsamaktadır?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bütün müminleri kapsamaktadır" cevabını verdi. Ahmed, İbnu'l-Münzir, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bir adam gelerek: “Alışveriş yapmak için yanıma bir kadın gelince onu içeriye alıp cinsel ilişki dışında her şeyi yaptım" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sakın bu kadın, Allah yolunda gazaya çıkan birinin hanımı olmasın" buyurunca, adam: “Evet, bir gazinin hanımıdır" karşılığını verdi. Bunun üzerine: “Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır" âyeti nazil oldu. Adam: “Bu âyet, sadece bana has mı, yoksa bütün müminleri mi kapsamaktadır?" diye sorunca, Hazret-i Ömer, adamın göğsüne vurarak: “Hayır, bir tek kişiye âit bir nimet değil, aksine bütün insanlaradır" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ömer doğru söyledi. Bu âyet, bütün müminleri kapsamaktadır" buyurdu. Taberânî M. el-Evsat'ta ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: “Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bir adam gelip: “Bir kadınla, ilişki dışında her şeyi yaptım" deyince, Yüce Allah: “Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır" âyetini indirdi. Bezzâr, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İman'da, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre bir kadını seven bir adam, bir ihtiyaç için Allah'ın Resûlün'den izin istedi. Adam, yağmurlu bir günde kadının bir gölette yıkandığını gördü. Adam kadını şehvetle seyrederken, erkeklik organının sertleştiğini farkedip pişman olarak kalktı ve Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip yaptığını haber verdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: “Dört rek'at namaz kıl" buyurdu ve yüce Allah: “Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır" âyetini indirdi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Bureyde der ki: Ensar'dan, güzel bir kadın, Medine'de hurma satan bir adamın yanına geldi. Adam kadını görünce beğendi ve: “Burada sana layık hurma yoktur. Senin istediğin kalitede olan hurma evdedir" dedi. Kadın adamla eve gidip içeri girince, adam kadınla birlikte olmak istedi, ama kadın bunu reddedip yalvarmaya başladı. Adam kadına ilişki yapmadan oynaştı, daha sonra yaptığına pişman olup Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek durumunu bildirdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Neden böyle yaptın?" diye sorunca, "Bunu bana Şeytan yaptırdı" karşılığını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bizimle beraber namaz kıl" buyurdu ve: “Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır" âyeti nazil oldu. Âyette geçen, gündüzün iki ucundan kastedilen, sabah, öğle ve ikindi namazları, gecenin ilk saatinden kastedilen ise akşam ve yatsı namazlarıdır. "Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir" buyruğuyla ilgili olarak, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Allah'ın Resûlü! Bu âyet, sadece bu kişiyi mi, yoksa bütün insanları mı kapsamaktadır?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bütün insanları kapsamaktadır" cevabını verdi. İbn Cerîr, Atâ b. Ebî Rabâh'ın şöyle dediğini bildirir: “Bir kadın, un satan birinin yanına un satın almak için gelince, adam onu eve götürdü. Başbaşa kaldıklarında kadını öpen adamın eli felç olunca, Hazret-i Ebû Bekr'e gidip olanları anlattı. Hazret-i Ebû Bekr: “Sakın bu kadın bir gazinin hanımı olmasın" deyince, adam, Hazret-i Ömer'e gidip olanları anlattı. Hazret-i Ömer de, Hazret-i Ebû Bekr'in söylediği gibi deyince, Hazret-i Ebû Bekr, Hazret-i Ömer ve adam, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip olanları anlattılar. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu kadının, bir gazinin hanımı olup olmadığına bak" buyurunca, bu konuda: “Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır" âyeti nazil oldu." Atâ'ya: “Âyette bahsedilen namaz, farz olan vakit namazları mı?" diye sorulunca: “Evet" cevabını verdi. İbn Cerîr, İbrâhim en-Nehaî'nin şöyle dediğini bildirir: Ensardan olan Fulân b. Muattib gelip: “Ey Allah'ın Resûlü! Yanıma bir kadın girince, onunla, ilişki dışında, kişinin hanımıyla yaptığı şeyleri yaptım" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), "Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır" âyeti nazil oluncaya kadar ona ne cevap vereceğini bilemedi. Âyet nazil olunca adamı çağırıp kendisine nazil olan bu âyeti okudu. İbn Cerîr'in Süleymân et-Teymî'den bildirdiğine göre bir adam, bir kadının kalçasına vurdu. Sonra Hazret-i Ebû Bekr ve Hazret-i Ömer'e gidip bu yaptığının kefaretinin ne olduğunu sordu. İkisi de: “Bilmiyorum" cevabını verince, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip aynı şeyi sordu. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) de: “Bilmiyorum" karşılığını verince, "Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, Öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır" âyeti nazil oldu. İbn Cerîr'in Yezîd b. Rûmân'dan bildirdiğine göre Ğanem kabilesinden bir adamın yanına bir kadın girince, adam onu öpüp eliyle de arkasına dokundu. Sonra Hazret-i Ebû Bekr, Hazret-i Ömer, ve Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sırasıyla gidip bu yaptığının kefaretinin ne olduğunu sordu. Bunun üzerine, "Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çühkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır" âyeti nazil oldu. Kadını öpen o adam hâlâ bu hatasını hatırlamaktadır. "Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır" âyeti da buna işaret etmektedir. Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in Yahyâ b. Ca'de'den bildirdiğine göre bir adam, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) yağmurla müjdelemek için gelirken, bir gölette oturan bir kadın gördü ve Onu göğsünden itip kadının bacakları arasına oturdu. Adamın erkeklik organı sertleşince, pişman olup kalktı ve Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip yaptığını haber verdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: “Rabbinden mağfiret dileyip dört rek'at namaz kıl" buyurup, "Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır" âyetini okudu. Tayâlisî, Ahmed, Dârimî, İbn Cerîr, Taberânî, Beğavî Mu'cem'de ve İbn Merdûye'nin Selmân'dan bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü, bir ağaçtan kuru bir dal aldı ve yaprakları düşene kadar salladı. Sonra: “Müslüman, güzelce abdest aldıktan sonra beş vakit namazını kûmca, bu yaprakların döküldüğü gibi günahları dökülür" buyurdu. Sonra, "Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır" âyetini okudu. İbn Cerîr, Taberânî ve İbn Merdûye'nin Ebû Mâlik el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Namazlar; birbirleri arasında işlenen günahlara kefarettir. Yüce Allah, «Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir... » buyurmaktadır. " İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Namazlar; günahlara kefarettir. İsterseniz, «Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir.. .» âyetini okuyunuz" buyurdu. Ahmed ve İbn Merdûye'nin Ebû Eyyûb el-Ensârî'den bildirdiğine göre. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Her namaz, önündeki hatâyı giderir" buyurmuştur. Ahmed, Bezzâr, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Hazret-i Osmân'ın şöyle dediğini bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) abdest aldıktan sonra şöyle dediğini gördüm: “Benim abdest aldığım gibi abdest aldıktan sonra öğle namazını kılanın, sabah namazı ile öğle namazı arasında işlediği günahları bağışlanır. Sonra ikindi namazını kılarsa, öğle namazı ile ikindi namazı arasında işlediği günahları bağışlanır. Sonra akşam namazını kılarsa, akşam ile yatsı namazı namazı arasında işlediği günahları bağışlanır. Sonra yatsı namazını kılarsa, yatsı ile akşam namazı arasında işlediği günahları bağışlanır. Sonra gecesini uyuyarak geçirip sabah namazı vakti kalkarak abdest alıp, sabah namazını kılarsa, sabah ile yatsı arasında işlediği günahları bağışlanır. Bunlar (vakit namazları) günahları yok eden iyiliklerdir." Hazret-i Osmân'a: “İyiliklerden kasıt bunlarsa, baki kalacak yararlı işler, hangileridir?" diye sorulunca: “Bunlar, Lâ ilahe illallah, Sübhânallah, Elhamdülillah, Allahu Ekber, Velâhavle velâ kuvvete illâ billah, sözleridir" cevabını verdi. Buhârî, Müslim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Birinizin kapısının önünde beş defa yıkandığı bir nehir olsa, onun kirinden bir şey kalır mı?" diye sorunca, sahabe: “Hayır, ey Allah'ın Resûlü!" cevabını verdiler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Beş vakit namaz da böyledir. Allah, onlarla günah ve hataları siler" buyurdu. Ahmed'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah, kötüyü kötüyle değil, kötüyü iyiyle siler" buyurmuştur. Hakîm et-Tirmizî, Taberânî ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Ben yeni yapılan bir iyiliğin, eskiden işlenmiş bir günahı takib ettiğinden daha güzel bir şeyin bir şeyi takib ettiğini ve iyiliğin günaha yetiştiğinden daha çabuk bir şeyin, bir şeye yetiştiğini görmedim. Çünkü «iyilikler kötülükleri giderir.»" Ahmed'in Muâz'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Muâz! Kötülükten hemen sonra bir iyilik yap. Çünkü yaptığın iyilik o kötülüğü siler" buyurdu. Ahmed, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Ebû Zer'in şöyle dediğini bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Allah'ın Resûlü! Bana tavsiyede bulun" dediğimde, "Allah'tan kork. Bir kötülük yaptığında, hemen peşinden bir iyilik yap. Çünkü yaptığın iyilik o kötülüğü siler" buyurdu. Ben: "Ey Allah'ın Resûlü! Lâ ilahe illallah, demek iyilikten sayılır mı?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu, iyiliklerin en üstünüdür" cevabını verdi. Ebû Ya'lâ, Enes'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Gece veya gündüzün bir vaktinde, «Lâ ilâhe illallah» diyen hiç kimse yoktur ki, bu söz, kendisi gibi olan iyiliklerle beraber olmak için, o kişinin sahifesinde olan kötülükleri silmesin." Bezzâr'in Enes'ten bildirdiğine göre bir adam: “Ey Allah'ın Resûlü! İşlemediğim ne küçük, ne de büyük hiçbir günah bırakmadım" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim de Allah'ın peygamberi olduğuma şahitlik eder misin?" diye sordu. Adam: “Evet" cevabını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İşte bu; onların hepsinin , hakkından gelir" buyurdu. İbn Merdûye'nin Ukbe b. Âmir'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Günahlardan hemen sonra iyilik yapan, üzerinde demirden zırhı olup kendisini sıkıştıran, her iyilik yapışında zırhı biraz gevşeyen ve sonunda üzerinden düşen kimse gibidir. " Taberânî, Abdullah b. Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Namaz, iyiliklerdendir. Büyük günahlardan sakınıldığı takdirde, Öğle namazından, ikindiye kadar işlenen hatalara, ikindi namazı kefaret olur. İkindi ile akşam arasında işlenen hatalara, akşam namazı kefaret olur. Akşam ile yatsı namazına kadar işlenen hatalara, yatsı namazı kefaret olur. Sonra Müslüman günahsız bir şekilde yatağına girer" buyurduktan sonra, "Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir" buyurdu. Taberânî M. el-Evsat'ta ve M. es-Sağîfde, Hazret-i Ali'nin şöyle dediğini bildirir: Mescid'de, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber namaz vaktini beklerken, bir adam kalkıp: “Ben bir günah işledim" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), adamdan yüz çevirdi ve namaz bitince adam aynı şeyi tekrar etti. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kıldığımız namazı sen de bizimle kılmadın mı?" diye sordu. Adam: “Evet" cevabını verince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu, işlediğin günaha kefarettir" buyurdu. Mâlik ve İbn Hibbân bildiriyor: Osman b. Affân: “Size öyle bir şey anlatacağım ki, eğer Allah'ın Kitab'ındaki bir âyet olmasaydı anlatmazdım" deyip şöyle devam etti: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu duydum: “Güzelce abdest aldıktan sonra namaz kılan hiçbir kişi yoktur ki, Allah, diğer namaza kadar olan günahlarını bağışlamasın." Mâlik der ki: “Galiba Hazret-i Ömer, bu sözüyle, "Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır" âyetini kasdetmiştir." İbn Hibbân, Vasile b. el-Eska'nın şöyle dediğini bildirir: Bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek: “Ey Allah'ın Resûlü! Haddi gerektirecek bir suç işledim, bana had uygula" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) adamdan yüz çevirdi. Adam, bir daha: “Ey Allah'ın Resulü! Haddi gerektirecek bir suç işledim, bana had uygula" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine adamdan yüz çevirdi. Sonra namaza duruldu ve namaz bitince adam yine: “Ey Allah'ın Resûlü! Haddi gerektirecek bir suç işledim, bana had uygula" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Geldiğin zaman abdest aldın mı?" diye sorunca, adam: “Evet" cevabını verdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bizimle namaz kıldın mı?" diye sorunca, adam yine: “Evet" karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Git, Allah seni bağıladı" buyurdu. Ahmed, Buhârî ve Müslim'in bildirdiğine göre Enes der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanındayken bir adam gelip: “Ey Allah'ın Resûlü! Haddi (şeri cezayı) gerektirecek bir suç işledim, bana had uygula" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) adama ne yaptığını sormadan namaz vakti geldi. Adam Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile namaz kılıp bitirdikten sonra kalkıp: “Ey Allah'ın Resûlü! Haddi gerektirecek bir suç işledim, Allah'ın Kitab'ına göre bana had uygula" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bizimle namaz kıldın mı?" diye sorunca, adam: “Evet" cevabını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):"Allah günahını bağışlamıştır" buyurdu. Bezzâr, Ebû Ya'lâ, Muhammed b. Nasr ve İbn Merdûye, Enes b. Mâlik'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Beş vakit namaz tıpkı herhangi birinizin kapısının önünden akan tatlı bir nehir gibidir. Bu kişi günde beş vakit, kapısının önünden akan bu nehirde yıkansa, acaba sizce bedeninde kirden iz kalır mı ? Kişinin kiri de günahıdır. " İbn Ebî Şeybe ve Müslim, Câbir'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Beş vakit namaz, birinizin kapısı önünde akan ve günde beş defa içinde yıkandığı nehir gibidir" buyurduğunu nakleder. İbn Ebî Şeybe, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Beş vakit namaz, birinizin kapısı önünde akan ve günde beş defa içinde yıkandığı nehir gibidir. Bu kişinin bedeninde kirden iz kalır mı?" buyurduğunu nakletmiştir. İbn Ebî Şeybe, Ubeyd b. Umeyr'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Beş vakit namaz, birinizin kapısı önünde akan ve günde beş defa içinde yıkandığı nehir gibidir. Nehir; bu kişinin kirinden geriye bir şey bırakır mı?" Ahmed, İbn Huzeyme, Muhammed b. Nasr, Taberânî M. el-Evsat'ta, Hâkim ve Beyhakî Şuabu'l-İman'da, Âmir b. Sa'd b. Ebî Vakkâs'ın şöyle dediğini bildirir: Sa'd ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bazılarından duyduğuma göre Allah'ın Resûlü zamanında kardeş olan iki adam vardı ve bunlardan biri diğerinden daha faziletliydi. Daha faziletli olan vefat ettikten sonra, diğeri kırk gün yaşadı ve sonra vefat etti. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), ilk ölenin, sonra ölen kardeşinden daha üstün olduğu zikredilince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “(Sonra ölen) namaz kılmıyor muydu?" diye sordu. Sahabe: “Kılıyordu ey Allah'ın Resûlü!" karşılığını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Namazının bu kişiyi nereye ulaştırdığını nereden bileceksiniz?" dedikten sonra şöyle devam etti: “Beş vakit namaz tıpkı herhangi birinizin kapısının önünden akan gür ve tatlı bir nehir gibidir. Bu kişi günde beş vakit, kapısının önünden akan bu nehre dalarak yıkansa, acaba sizce bedeninde kirden iz kalır mı?"' Taberânî'nin, Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): şöyle buyurdu: “Beş vakit namaz, tıpkı herhangi birinizin kapısının önünden akan tatlı bir nehir gibidir. Bu kişi günde beş vakit, kapısının önünden akan bu nehirde yıkansa, acaba bedeninde kirden iz kalır mı?" İbn Ebî Şeybe'nin, Ebû Burde'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kıldığım her namazın, önündekine (ondan önce işlenen günahlara) kefaret olmasını umdum" buyurmuştur. Ahmed ve Taberânî, Ebû Umâme'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Namaz vakti geldiğinde kalkıp güzelce abdest alarak, erkanına uygun bir şekilde namaz kılan hiçbir Müslüman yoktur ki, o namaz ile bir önceki namaz arasında işlediği günahları bağışlanmasın. " Bez zar ve Taberânî'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Beş vakit namaz, birbirlerinin arasındakilere kefarettir" buyurduktan sonra şöyle devam etti: “Çalışan bir adamın iş yeri ve evi arasında beş nehir olsa, bu kişi işyerine gidip çalıştıktan sonra kirlense veya terlese ve eve dönüşünce, her nehirden geçerken yıkansa, bunun kirinden geriye ne kalır? Namaz da böyledir. Kişi her günah işledikten sonra namaz kılıp istiğfar etse, Allah onun namaz kılmadan önce işlediği günahları bağışlar." Bezzâr'ın Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Büyük günahlardan kaçınıldığı müddetçe, beş vakit namazdan herbir vakit, kendinden önceki vakitle kendisi arasında işlenen günahları, Cuma namazı, daha önceki Cuma ile kendisi arasında işlenen günahları affettirir" buyurmuştur. Taberânî M. el-Evsat'ta ve M. es-Sağîr'de, Enes b. Mâlik'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Yüce Allah'ın, her namaz vakti: «Ey Âdemoğulları! Kalkıp kendi nefisleriniz(i yakmak için) tutuşturduğunuz ateşleri söndürünüz» diye seslenen bir meleği vardır. " Taberânî el-Kebîr'de, Abdullah b. Mes'ûd'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Her namaz vakti bir münadi gönderilir ve bu münadi: «Ey Âdemoğulları! Kalkıp kendi nefisleriniz(i yakmak için) tutuşturduğunuz ateşleri söndürünüz» diye seslenir. Bunun üzerine (Müslümanlar) kalkıp abdest alarak namaz kılarlar ve kıldıkları vakitle önceki vakit arasında işledikleri günahları bağışlanır. İkindi namazı geldiğinde aynı şey olur. Akşam namazı geldiğinde yine aynı şey olur. Yatsı namazı geldiğinde yine aynı şey tekrar edilir. Bu kişiler uyuduklarında günahları bağışlanmış olarak uyurlar. (Böylece Âdemoğullarının) kimi hayırda yol alır, kimiyse şerde yol alır. Taberânî'nin, Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): şöyle buyurdu: “Beş vakit namazdan herbiri, kendinden önceki vakitle kendisi arasında işlenen günahları affettirir. Cuma namazı, daha önceki Cuma ile kendisi arasında işlenen günahları affettirir. Ramazan orucu ise, önceki Ramazandan o âna kadar işlenen günahları affettirir. Hac ibadeti de bir önceki hacdan o âna kadar işlenen günahları affettirir." Taberânî'nin Ebû Bekre'den bildirdiğine göre Hz, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Büyük günahlardan kaçınıldığı müddetçe, beş vakit namazdan herbiri, kendinden önceki vakitle kendisi arasında işlenen günahları, Cuma namazı, daha önceki Cuma ile kendisi arasında işlenen günahları affettirir" buyurmuştur. Bezzâr ve Taberânî, Selmân el-Fârisî'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Müslüman namaz kıldığı zaman günahları başının üzerine kaldırılır ve her secde edişinde ise bu günahlar dökülürler. Namazı bitirdiği zaman bu kişinin bütün günahları dökülmüş olur" buyurduğunu nakletmiştir. Taberânî M. el-Evsat'ta, İbn Ömer'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kul, namaz kılmak için kalktığında günahları boynunda toplanır, rükuya vardığında ise dağılırlar" buyurduğunu nakletmiştir. Taberânî M. el-Evsat'ta, Ebu'd-Derdâ'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Günah işleyen hiçbir mümin yoktur ki, abdest aldıktan sonra, farz veya farz olmayan iki ya da dört rekat namaz kılıp, istiğfar ettiği takdirde, Allah onu bağışlamasın. " İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Seimân der ki: “Büyük günahlardan kaçınıldığı müddetçe, beş vakit namazdan herbiri, kendinden önceki vakitle kendisi arasında işlenen günahları affettirir." İbn Ebî Şeybe, İbn Mes'ûd'dan mevkuf olarak, Bezzâr ve Taberânî ise merfû olarak şöyle bildirir: “Büyük günahlardan kaçınıldığı müddetçe, beş vakit namazdan herbiri, kendinden önceki vakitle kendisi arasında işlenen günahları affettirir. " İbn Ebî Şeybe'nin, bildirdiğine göre Ebû Mûsa der ki: “Beş vakit namaz, birinizin kapısı önünde akan ve günde beş defa içinde yıkandığı nehir gibidir. Bu kişinin bedeninde kirden eser kalır mı?" İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ der ki: “Beş vakit namaz, kişinin kapısı önünde akan ve günde beş defa içinde yıkandığı nehir gibidir. Bu kişinin bedeninde kirden iz kalır mı?" İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre: “Her sövmenin kefareti iki rekat namazdır" demiştir. İbn Ebî Şeybe ve Taberânî M. el-Kebîr'de, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir: “Siz (günah ateşinden) yanarsınız. Ama öğle namazı kılınca onu yıkarsınız, sonra yeniden yanarsınız. Ama ikindi namazını kılınca onu yıkarsınız. Sonra yeniden yanarsınız. Ama akşam namazını kılınca onu yıkarsınız." İbn Mes'ûd bu şekilde bütün vakit namazlarını saydı. Taberânî M. el-Evsat'ta ve M. es-Sağîr'de, İbn Mes'ûd'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Siz (günah ateşinden) yanarsınız ve yanarsınız. Ama sabah namazı kılınca onu yıkarsınız. Yeniden yanarsınız ve yanarsınız. Ama öğle namazı kılınca onu yıkarsınız. Sonra yeniden yanarsınız ve yanarsınız. Ama ikindi namazını kılınca onu yıkarsınız. Sonra yeniden yanarsınız ve yanarsınız. Ama akşam namazını kılınca onu yıkarsınız. Sonra yeniden yanarsınız ve yanarsınız. Ama yatsı namazını kılınca onu yıkarsınız. Sonra uyursunuz ve uyanıncaya kadar sizlere hiçbir günah yazılmaz" Ahmed Zühd'de, Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh'ın şöyle dediğini bildirir: “Eski günahları yeni sevaplarla karşılayınız. Sizden biri kendisi ile sema arasını dolduracak kadar günah işlese, sonra da bir sevap işlese, bu sevap bütün günahlarına üstün gelip onları yok eder." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(ı- Basrî) der ki: “Eski günahlara karşı, yeni sevaplardan yardım alınız. Eski günahı, yeni işlenen sevap kadar yok eden bir şeyi bulamazsınız. "Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir" âyeti bunu tasdik etmektedir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(ı- Basrî), "Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Öğüt almak isteyenlerden kasıt, darlıkta ve bollukta, zorlukta ve rahatlıkta, afiyetteyken ve musibet anında Allah'ı zikredenlerdir." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: Kadını öpen kişi, vazgeçtiği zaman Allah'ı hatırlayıp ta yaptığından vazgeçti. Yüce Allah'ın, "Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır" âyeti buna işaret etmektedir. 115(Ey Resûlüm, kavminin eziyetlerine ve ibâdete) sabret; Çünkü Allah, iyilik edenlerin mükâfatını zayi etmez. 116"Sizden önceki nesiller arasında yeryüzünde fesadı engelleyecek, fazilet sahipleri olmalı değil miydi? Ancak içlerinden kurtardıklarımızdan pek azı müstesna idi. Zalimler ise yalnız kendilerine verilen refahın ardına düştüler. Onlar zaten günahkârlar idiler." İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b der ki: Allah'ın Resûlü bana bu âyeti (.....) şeklinde okuttu." İbn Ebî Hâtim'in, Ebû Mâlik'ten bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, "Olmalı değil miydi?" mânâsındadır. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, âyetin: “Sizden önce, yeryüzünde, bozgunculuk yapmaktan alıkoyan az bir topluluk vardı" mânâsında olduğunu söylemiştir. Ebu'ş-Şeyh'in, İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre yüce Allah, "Ancak içlerinden kurtardıklarımızdan pek azı müstesna idi" buyruğuyla, her kavimden bozgunculuk yapmaktan alıkoyan kişiler seçtiğini bildirmiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Zalimler ise yalnız kendilerine verilen refahın ardına düştüler" âyetini açıklarken: “Zulmedenler, mülkün, zorbalığın ve hakkı terk etmenin peşine düştüler" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Cüreyc vasıtasıyla îbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Zulmedenler kendilerine gösterilen refahın ardına düştüler" mânâsındadır. İbn Ebî Hatim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “Zalimler ise yalnız kendilerine verilen refahın ardına düştüler"' âyetini açıklarken şöyle dedi: “Âyetteki refahtan kasıt, dünyalıktır. Bu dünya, insanların çoğunu meşgul edip âhiret konusunda çalışmaktan alıkoymuştur." 117"Rabbin, kasabaların halkı ıslah olmuşken, haksız yere onları yok etmez." Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Deylemî, Cerîr'in şöyle dediğini bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) "Rabbin, kasabaların halkı ıslah olmuşken, haksız yere onları yok etmez" âyeti sorulunca, "Islahtan kasıt, halkın birbirine karşı insaflı olmasıdır" buyurdu. İbn Ebî Hâtim ve el-Harâitî Mesâviu'l-Ahlâk'ta, Cerîr'den, aynı hadisi onun sözü olarak nakletmiştir. 118Bkz. Ayet:119 119"Rabbin dileseydi, bütün insanları bîr tek ümmet yapardı, Onlarsa hâlâ anlaşmazlık içerisindedirler. Rabbinîn rahmet ettikleri müstesna. Zaten onları bunun için yaratmıştır. Rabbinîn: «Andolsun ki Ben cehennemi cin ve insanlarla büsbütün dolduracağım» sözü de tümüyle gerçekleşmiştir" İbn Ebî Hâtim'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre âyet: “Ya dalâlet ehli veya hidayet ehli olarak tek bir din mensubu yapardı" mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Onlarsa hâlâ anlaşmazlık içerisindedirler. Rabbinin rahmet ettikleri müstesna. Zaten onlar bunun için yaratmıştır...' âyetini açıklarken: “Hak ehli ve batıl ehli hâla anlaşmazlık içerisindedir. Ancak, Rabbinin rahmet ettikleri birbirleriyle ihtilafa düşmezler. Yüce Allah zaten hak ehlini rahmet için yarattı" demiştir. Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, âyette istisna edilenlerin rahmet ehli olduğunu ve bunların, kendi aralarında ihtilafa düşmeyeceğini söylemiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, âyeti açıklarken: “Onlar hâlâ hevalarına uyarak ihtilafa düşmektedirler" demiştir. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in, Atâ b. Ebî Rabâh'tan bildirdiğine göre "Onlarsa hâlâ anlaşmazlık içerisindedirler" buyruğunda kastedilenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Mecusilerdir. Yüce Allah'ın rahmet ettiği kişiler ise hanif olanlardır. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Hasan(ı Basrî'nin) şöyle dediğini bildirir: “İnsanlar değişik dinlere ayrılmışlardır. Ancak Yüce Allah'ın rahmet ettiği kişiler ihtilafa düşmemişler. "Zaten onları bunun için yaratmıştır" âyetinden kastedilen ise, (ihtilafa düşen, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Mecusilerin) esasen ihtilaf için yaratılmış olmasıdır. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Onlarsa hâlâ anlaşmazlık içerisindedirler" buyruğunda kastedilenler, batıl ehlidir. "Rabbinin rahmet ettikleri müstesna" buyruğunda kastedilenler, hak ehli, "Zaten onları bunun için yaratmıştır" âyetinden kastedilen ise hak ehlinin rahmet için yaratılmış olmasıdır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İkrime'den bildirdiğine göre "Onlarsa hâlâ anlaşmazlık içerisindedirler" buyruğunda kastedilen, milletlerin ihtilafıdır. "Rabbinin rahmet ettikleri müstesna" buyruğunda kastedilenler, ehli kıble (genel Müslümanlar), "Zaten onları bunun için yaratmıştır" âyetinden kastedilen ise ehli kıblenin rahmet için yaratılmış olmasıdır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Onlarsa hâlâ anlaşmazlık içerisindedirler" buyruğunda kastedilen, rızık bakımından birbirlerinden farklı olmalarıdır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, âyet hakkında şöyle der: “Ülkeleri ve bedenleri ayrı dahi olsa, Allah'ın rahmetine layık olanlar; cemâat ehlidir. Ülkeleri ve bedenleri toplanmış, bir araya gelmiş dahi olsa, Allah'a âsî gelenler, ayrılık ehlidir. Yüce Allah, onları ihtilafa düşmeleri için değil, rahmet ve ibadet için yaratmıştır." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın, "Zaten onları bunun için yaratmıştır..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Allah oları iki fırka olarak yaratmıştır. Bir fırka rahmete uğrar ve ihtilafa düşmez, diğer fırka rahmete uğramaz ve ihtilafa düşer. Yüce Allah'ın, "Onlardan kimi bedbahttır, kimi mutlu" âyeti buna işaret etmektedir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Kureyş b. Enes el-Ensârîder ki: “Amr b. Ubeyd'in yanındayken iki adam gelip oturdu ve: “Ey Ebû Osman! Hasan, "Onlarsa hâlâ anlaşmazlık içerisindedirler. Rabbinin rahmet ettikleri müstesna. Zaten onlar bunun için yaratmıştır..." âyeti hakkında ne der?" diye sordular. Amr: “Bir fırka cennette, bir fırka cehennemdedir derdi" cevabını verdi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hatim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(ı- Basrî), "...Zaten onlar bunun için yaratmıştır..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bir fırkayı cennet, diğer fırkayı da cehennem için yarattı. Bir fırkayı rahmeti, diğer fırkayı ise azab etmek için yarattı." Ebu'ş-Şeyh'in, İbn Ebî Necîh'ten bildirdiğine göre iki adam, Tâvûs'un yanına gelip davalaştılar ve onun verdiği hükümde ihtilafa düştüler. Bunun üzerine Tavus: “Verdiğim hükme itiraz mı ediyorsunuz?" deyince, birisi: “Bunun için yaratıldık" karşılığını verdi. Diğeri: “Yalan söylüyorsun" deyince, öbürü: “Yüce Allah, "Onlarsa hâlâ anlaşmazlık içerisindedirler. Rabbinin rahmet ettikleri müstesna. Zaten onlar bunun için yaratmıştır..."buyurmuyur mu?" karşılığını verdi. Bunun üzerine Tavus: “Onlanrı ihtilâf etsinler diye yaratmadı. Fakat onları, cemâat ve rahmet için yarattı" dedi. 120"Peygamberlerin başlarından geçenlerden, sana anlattığımız her şey, senin gönlünü pekiştirmemizi sağlar; sana bu belgelerle gerçek; inananlara da öğüt ve hatırlatma gelmiştir" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, bu âyeti, "Ey Muhammed, geçmiş peygamberlere ait olan haberleri sana anlatmamızın sebebi, senden önceki peygamberlerin, ümmetlerinden neler çektiğini bilmen içindir" şeklinde açıklamıştır. Abdurrezzâk, Firyâbî, Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin, değişik kanallarla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen belgelerden kasıt bu sûredir. İbn Cerîr, İbn Merdûye ve Ebu'ş-Şeyh'in, Ebû Mûsa'dan bildirdiğine göre âyette geçen belgelerden kasıt bu sûredir. Ebu'ş-Şeyh, Saîd b. Cübeyr'den buna benzer bir rivâyette bulunmuştur. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen belgelerden kasıt bu dünyadır. Ebu'ş-Şeyh'in, Saîd'den bildirdiğine göre Katâde, âyette geçen belgelerden kastedilenin bu sûre olduğunu, Hasan ise, bu dünya olduğunu söylerdi. Ebu'ş-Şeyh'in, Ebû Recâ vasıtasıyla Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre âyette geçen belgelerden kasıt bu sûredir. 121Bkz. Ayet:123 122Bkz. Ayet:123 123"İman etmeyenlere de kî: Elinizden geleni yapın! Biz de (gerekeni) yapmaktayız! Bekleyin! Şüphesiz biz de beklemekteyiz! Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Bütün işler O na döndürülür. Öyleyse O'na kulluk et, O'na güven. Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir" İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti, "Üzerinde bulunduğunuz cihet ve duruma göre davranın" mânâsındadır. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Bekleyin! Şüphesiz biz de beklemekteyiz" âyetinin: “Şeytanın size vaad edip süslediği şeyleri bekleyiniz" mânâsında olduğunu, "Bütün işler O'na döndürülür" âyetinin ise: “Allah, onlar arasında adaletli olan hükmüyle hüküm verir" mânâsında olduğunu söylemiştir. Abdullah b. Ahmed b. Hanbel Zühd'ün zevâidinde, İbnu'd-Durays Fadâilu'l-Kur'ân'da, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Ka'b(u'l-ahbâr)'ın şöyle dediğini bildirir: “Tevrat, En'âm Sûresinin ilk âyetiyle başlar, Hûd Sûresinin son âyeti olan, "İman etmeyenlere de ki: Elinizden geleni yapın! Biz de (gerekeni) yapmaktayız! Bekleyin! Şüphesiz biz de beklemekteyiz! Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Bütün işler O'na döndürülür. Öyleyse O'na kulluk et, O'na güven. Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir" âyetiyle biter." |
﴾ 0 ﴿