YÛSUF SÛRESİ

En-Nehhâs, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Yûsuf Sûresi, Mekke'de nazil olmuştur.

İbn Merdûye, İbnu'z-Zübeyr'in:

“Yûsuf Sûresi, Mekke'de nazil olmuştur" dediğini bildirir.

Hâkim'in Rifâa' b. Râfi ez-Zurakî'den bildirdiğine göre, Rifâa ve teyzesi oğlu Muâz b. Afrâ beraber yola çıkıp Mekke'ye gelip Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gittiler. Bu olay, Ensar'dan olan altı kişinin Mekke'ye gelişinden önce olmuştur. Rifâa der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bana İslam'ı anlat" dediğimde, Allah'ın Resûlü bana İslam'ı anlatıp:

“Gökleri, yeri ve dağları kim yarattı?" diye sordu. Biz:

“Allah yarattı" cevabını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sizi kim yarattı?" diye sordu. Biz:

“Allah yarattı" karşılığını verince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Taptığınız bu putları kim yaptı?" diye sordu. Biz:

“Biz yaptık" cevabını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yaratan mı, yoksa yaratılan mı ibadet edilmeye daha layıktır! Bu putların size ibadet etmesi daha uygundur. Çünkü onları siz yaptınız. İbadet edilmeye Yüce Allah, yaptığınız putlardan daha çok layıktır. Ben, Allah'a ibadet etmeye, Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim de Onun peygamberi olduğuma şahitlik etmeye, akrabayı gözetmeye, insanlara düşmanlık edip kin tutmayı bırakmaya davet ediyorum" buyurdu. Biz:

“Eğer davet ettiğin şey batıl bir şey olsa bile, çok değerli ve güzel ahlakı emreden bir şeydir. Kabe'ye gitmemiz için bineklerimizi tut" dedik. Muâz b. Afrâ onun yanında oturdu, ben ise tavaf edip yedi fal oku çıkardım ve bunlardan birini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ayırıp Kâbe'ye dönerek, oklardan birini çektim, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ayırdığım ok çıktı. Aynı şeyi yedi defa yapmama rağmen aynı ok çıkınca:

“Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de Onun Resûlü olduğuna şahitlik ederim" diye bağırdım. Bunun üzerine halk başımda toplanıp:

“Bu, deli ve dinini terk etmiş biridir" deyince, ben:

“Aksine, bu kişi mümindir" karşılığını verdikten sonra Mekke'nin üst tarafına geldim. Muâz beni görünce:

“Rifâa, gittiğinden değişlik bir yüzle geliyor" dedi. Ben gelip iman ettim ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize Yûsuf Sûresi ve Alak Sûresini öğretti, sonra Medine'ye geri döndük.

İbn Sa'd'ın İkrime'den bildirdiğine göre Mus'ab b. Umeyr, insanlara Kur'ân'ı ve İslam'ı öğretmek için Medine'ye gelince, Amr b. el-Cemûh haber göndererek:

“Bize getirdiğiniz bu şey nedir?" diye sordu. Biz:

“Eğer istersen, yanına gelip sana Kur'ân'ı dinletiriz" karşılığını verince, Amr:

“Olur" dedi ve bir gün için anlaştık. Anlaştıkları gün Umeyr gelip oradakilere:

“Elif, lâm, râ. Bunlar apaçık kitabın âyetleridir. Muhakkak Biz, onu anlayıp düşünesiniz diye Arapça bir Kur'ân olarak indirdik" sûresini okudu.

Beyhakî, Delâil'de, Kelbî'nin vasıtasıyla, Ebû Sâlih'ten, o da İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Yûsuf Sûresini okurken, bir Yahudi bilgini yanına girdi ve:

“Ey Muhammed! Bunu sana kim öğretti?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah öğretti" cevabını verince, Yahudi bilgini duyduklarından dolayı hayretler içinde kavmine dönüp:

“Vallahi, Muhammed Tevrat'ta indirildiği şekilde Kur'ân'ı okuyor" dedi. Sonra da yanına Yahudilerden birkaç kişi alarak Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girdiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) görünce, vasıflarından onun peygamber olduğunu anladılar ve onun omuzları arasındaki peygamberlik mührüne baktılar ve Yusuf Suresini dinlediler. Öyle bir hayrete düştüler ki hepsi de müslüman oldular.

İbn Ebî Şeybe Musannef’te, Abdullah b. Âmir b. Rabîa'nın:

“Hazret-i Ömer'in, sabah namazında Yûsuf Sûresini okuduğunu duydum" dediğini bildirir.

1

"Elif, lâm, râ. Bunlar apaçık kitabın âyetleridir."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Elif, lâm, râ. Bunlar apaçık kitabın âyetleridir" âyetini açıklarken:

“Evet vallahi! Bereketi, hidâyeti ve rüşdü apaçıktır" bir lafızda ise:

“Allah, bu Kur'ân ile hidâyetini ve rüşdünü açıklamıştır" dedi.

İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Elif, lâm, râ. Bunlar apaçık kitabın âyetleridir" buyruğunda, apaçık sözünden kasıt, Yüce Allah'ın, helalini ve haramın açıklamasıdır.

İbn Cerîr'in Hâlid b. Ma'dâd'dan bildirdiğine göre Muâz, "Elif, lâm, râ. Bunlar apaçık kitabın âyetleridir" âyetini açıklarken:

“Yüce Allah, Acemlerin kullanmadığı altı harfi açıklamıştır" dedi.

2

"Muhakkak Biz, onu anlayıp düşünesiniz diye Arapça bir Kur'ân olarak indirdik."

Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Şuabu'l-İman'da, İbn Abbâs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şu üç sebepten dolayı Arapları seviyorum: Ben Arabım, Kur'ân Arapça'dır ve cennet ehlinin dili Arapça'dır" buyurduğunu nakletmiştir.

Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ben Arab'ım, Kur'ân Arapça'dır ve Cennet ehlinin dili Arapça'dır" buyurdu.

Hâkim ve Beyhakî Şuabu'l-İman'da, Câbir'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), "Arapça bir Kur'ân olarak indirdik" âyetini okudutan sonra:

“Hazret-i İsmail'e Arapça dili ilham edilmiştir" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Kur'ân, Kureyşlilerin konuştuğu dille nazil olmuştur" dedi.

3

"Biz bu Kur'ân'ı vahyederek, sana en güzel kıssaları anlatıyoruz. Oysa daha önce sen bunlardan habersizdin"

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre, sahabe, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın Resûlü! Bize kıssa anlatsan" deyince, "Biz bu Kur'ân'ı vahyederek, sana en güzel kıssaları anlatıyoruz. Oysa daha önce sen bunlardan habersizdin" âyeti nazil oldu.

İshâk b. Râhûye, Bezzâr, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve İbn Merdûye, Sa'd b. Ebî Vakkâs'ın şöyle dediğini bildirir: Kur'ân-ı Kerîm, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) indirildi. O da bir süre onlara Kur'ân'ı okudu. Sahabenin:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bize kıssa anlatsan" demeleri üzerine yüce Allah'ın:

“Elif, lâm, râ. Bunlar apaçık kitabın âyetleridir..." sûresi nazil oldu. Yine Hazret-i Peygamber bir süre Kur'ân-ı Kerîm'i onlara okudu. Bu sefer de:

“Bize bazı şeyler anlatsan" demeleri üzerine yüce Allah:

“Allah, âyetleri birbirine benzeyen ve yer yer tekrar eden Kitab'ı sözlerin en güzeli olarak indirmiştir" âyetini indirdi. Sahabe, Allah'ın Resûlü'den bir şey anlatmasını istediği zaman, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara hep Kur'ân'dan bahsediyordu. Bu sefer insanlar:

“Ey Allah'ın Resûlü, bize biraz öğüt versen" deyince, yüce Allah:

“İman edenlerin kalplerinin Allah'ın zikrine ve inen hakka karşı yumuşayarak saygı ile boyun eğecekleri zaman... gelmedi mi" âyetini indirdi.

İbn Merdûye, Avn b. Abdillah vasıtasıyla, İbn Mes'ûd'ün şöyle dediğini bildirir: Sahabe:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bize kıssa anlatsan" deyince, "Elif, lâm, râ. Bunlar apaçık kitabın âyetleridir..." sûresi nazil oldu.

İbn Cerîr'in Avn b. Abdillah'tan bildirdiğine göre sahabe, (Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) inen Kur'ân âyetlerini dinlemekten) usandılar ve:

“Bize bazı şeyler anlatsan" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Allah, âyetleri birbirine benzeyen ve yer yer tekrar eden Kitab'ı sözlerin en güzeli olarak indirmiştir" âyetini indirdi. Sonra sahabe bir daha usanıp, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine kıssa anlatmasını kastederek:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bize, hadisten daha üstün, Kur'ân'dan daha aşağıda olan bir şey anlatsan" dediler. Bunun üzerine:

“Elif, lâm, râ. Bunlar apaçık kitabın âyetleridir..."sûresi nazil oldu. Onlar, kendilerine anlatılmasını isteyince, Yüce Allah onlara sözlerin en güzelini gösterdi. Kendilerine kıssa anlatılmasını isteyince ise, kendilerine kıssaların en güzeli gösterildi."

Ebû Ya'lâ, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Nasr el-Makdisî el-Hucce'de, Diyâ el-Muhtâre'de, Hâlid b. Urfuta'nın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Ömer'in yanında otururken, Abdulkays oğullarından bir adam gelince, Hazret-i Ömer:

“Sen, Abdulkays oğullarından olan falan kişi misin?" diye sordu. Adam:

“Evet" cevabını verince, Hazret-i Ömer elindeki değnekle adama vurdu. Adam:

“Neden vuruyorsun ey müminlerin emiri?" diye sorunca, Hazret-i Ömer:

“Otur!" dedi ve adam oturunca, Hazret-i Ömer ona:

“Elif, lâm, râ. Bunlar apaçık kitabın âyetleridir. Muhakkak Biz, onu anlayıp düşünesiniz diye Arapça bir Kur'ân olarak indirdik. , "Biz bu Kur'ân'ı vahyederek, sana en güzel kıssaları anlatıyoruz. Oysa daha önce sen bunlardan habersizdin" âyetlerini üç defa okudu ve üç defa da vurdu. Adam:

“Neden vuruyorsun ey müminlerin emiri?" diye sorunca, Hazret-i Ömer:

“Danyâl'ın kitabından bir nüsha yazan sen değil misin?" karşılığını verdi. Adam:

“Sen emret, ben emrettiğini yapayım" deyince, Hazret-i Ömer:

“Git ve o kitabı sıcak su ve yünle sil, sonra onu ne oku, ne de insanlardan kimseye okut. Eğer bu kitabı okuduğunu veya okuttuğunu duyarsam, sana ağır bir ceza veririm" dedikten sonra:

“Otur" dedi. Adam oturunca Hazret-i Ömer şöyle dedi:

“Ben, Kitap ehlinin kitabından bir nüsha yazıp, onu bir deri parçasının içinde Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) getirince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana:

“Bu elindeki nedir ey Ömer?" buyurdu. Ben:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bunu, ilmimizi arttırmak için yazdım" cevabını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) o kadar kızdı ki yanakları kızardı. Sonra halkın toplanması için çağrı yapılınca, Ensar:

“Peygamberinizi kızdırmışlar, silaha silaha!" dediler. Sahabe gelip Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) minberinin etrafını çevirince Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey insanlar! Bana, sözlerin hepsini kapsayan ve sonuncusu olan (Kur'ân) verilmiştir. Ben size bu kitabı bembeyaz ve net olarak getirdim. O kitaptan şaşmayın ve şaşıranlar da sizi aldatmasın" buyurdu. Hazret-i Ömer devamla şöyle dedi: Bunun üzerine ben kalkarak:

“'Rab olarak Allah'ı, din olarak İslam'ı ve seni de Allah'ın elçisi olarak kabul ettim" dedim. Sonra Allah'ın Resûlü minberden indi."

Abdurrezzâk Musannef’te ve İbnu'd-Durays'ın bildirdiğine göre İbrâhim en-Nehaî der ki: Kûfe'de, Danyâl'ın kitaplarını okuyan ve araştıran bir adam vardı. Hazret-i Ömer, bir mektup yazıp bu adamın kendisine getirilmesini emredince, adamı Hazret-i Ömer'e götürdüler. Hazret-i Ömer adama kırbaçla vurduktan sonra, "Elif, lâm, râ. Bunlar apaçık kitabın âyetleridir. Muhakkak Biz, onu anlayıp düşünesiniz diye Arapça bir Kur'ân olarak indirdik. "Biz bu Kur'ân'ı vahyederek, sana en güzel kıssaları anlatıyoruz. Oysa daha önce sen bunlardan habersizdin" âyetlerini okudu. Adam, Hazret-i Ömer'in ne istediğini anlayıp:

“Ey müminlerin emiri! Beni bırak, vallahi yanımdaki bu kitapların hepsini yakacağım" deyince, Hazret-i Ömer adamı serbest bıraktı.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre "Biz bu Kur'ân'ı vahyederek, sana en güzel kıssaları anlatıyoruz. Oysa daha önce sen bunlardan habersizdin" âyetindeki kıssalardan kasıt, geçmiş kitaplardaki kıssalar ve yüce Allah'ın eski ümmetler hakkındaki emirleridir. Daha önce sözünden ise Kur'ân'ın indirilmesinden öncesi kastedilmiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre "Biz bu Kur'ân'ı vahyederek, sana en güzel kıssaları anlatıyoruz. Oysa daha önce sen bunlardan habersizdin" âyetindeki kıssalardan kasıt Kur'ân'dır.

4

"Yusuf babasına:

“Babacığım! «Rüyamda onbîr yıldız, Güneş ve Ay'ın bana secde ettiklerini gördüm» demişti"

Ahmed ve Buhârî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İbrahim oğlu, İshok oğlu, Yakub oğlu Yusuf şerefli bir insan, şereflinin oğlu, şereflinin oğlu, şereflinin oğludur" buyurmuştur.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Rüyamda onbir yıldız, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm..." âyetini açıklarken:

“Peygamberlerin rüyası vahiydir" demiştir.

Saîd b. Mansûr, Bezzâr, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ukaylî, ed-Duafâ'da, İbn Hibbân, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye, Delâilu'n- Nübüvve'de Ebû Nuaym ve Delâilu'n-Nübüvve'de Beyhakî, Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Bahçe işiyle uğraşan bir Yahudi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek:

“Ey Muhammed! Yûsuf'un, kendisine secde ettiğini gördüğü yıldızların isimlerinin ne olduğunu söyle" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) susup hiçbir cevap vermedi. Cibrîl inip, kendisine bu yıldızların ismini söyleyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yahudiyi çağırıp:

“Eğer sana bu yıldızların ismini söylersem iman edecek misin?" diye sordu. Adam:

“Evet" cevabını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Harsân, Tarık; Zeyâl, Zu'l-Kenefân, Kâbis, Vessâb, Amûdân, el-Felîk, el-Musbih, ed-Darûh, el-Fera, ed-Diyâ ve en-Nûr'dur. Hazret-i Yûsuf, bunların ufukta kendisine secde ettiklerini gördü ve rüyasını Hazret-i Yâkûb'a anlatınca: «Bu, Yüce Allah'ın daha sonra bir araya getireceği bir dağılmaya işaret etmektedir» dedi." Bunun üzerine Yahudi:

“Evet vallahi! Bu yıldızların isimleri söylediğin gibidir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Rüyamda onbir yıldız, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm..." buyruğundaki on bir yıldız, Hazret-i Yûsuf'un kardeşleri, Güneş annesi, Ay ise babasıdır. Hazret-i Yûsuf'un annesi Râhîl'e güzeliğin üçte biri verilmiştir.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre "Rüyamda onbir yıldız, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm..." buyruğundaki on bir yıldız, Hazret-i Yûsuf'un kardeşleri, Güneş ve Ay ise anne ve babasıdır.

İbn Cerîr'in Süddî'den bildirdiğine göre Hazret-i Yûsuf, anne babası ve kardeşlerinin kendisine secde ettiğini görmüştür.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, "Rüyamda onbir yıldız, Güneş ve Ay'ın bana secde ettiklerini gördüm" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“On bir yıldız, Hazret-i Yûsuf'un kardeşleriydi ve hepsi de peygamberdi. Hazret-i Yûsuf onlarla buluşunca, anne babasıyla görüşüp onlar kendisine secde etmeden kardeşlerinin de secde etmelerine izin vermemiştir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Münebbih, babasının:

“Hazret-i Yûsuf, bu rüyayı Kadir gecesi görmüştür" dediğini söylemiştir.

5

Bkz. Ayet:6

6

"Babası şunları söyledi: Evladım! Rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana tuzak kurarlar; zira şeytan insanın apaçık düşmanıdır. Rabbin seni böylece rüyandaki gibi seçecek, sana rüyaları yorumlamayı öğretecek; daha önce, ataların İbrahim ve İshak'a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Yakub soyuna da tamamlayacaktır. Doğrusu Rabbin bilir, Hakim'dir."

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti, "seni seçecek" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim, Katâde'den aynı rivâyette bulunmuştur.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyetinden kasıt, rüya yorumlamayı öğretmektir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyetinden kasıt, rüya ilmidir. Hazret-i Yûsuf zamanının en iyi rüya yorumlayan kişisiydi.

İbn Cerîr'in İkrime'den bildirdiğine göre "Daha önce, ataların İbrahim ve İshak'a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Yakub soyuna da tamamlayacaktır..." buyruğunda, Hazret-i İbrahim'e tamamlanan nimet, onun ateşten kurtarılması, Hazret-i İshak'a verilen nimet ise boğazlanmaktan kurtarılmasıdır.

7

"And olsun kî, Yusuf ve kardeşlerinin olayında, soranlara nice ibretler vardır"

İbn Ebî Hâtim'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, ibret mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "And olsun ki, Yusuf ve kardeşlerinin olayında, soranlara nice ibretler vardır" âyetini açıklarken:

“Hazret-i Yûsuf'un olayını soranlar için Allah'ın sizlere bildirip haber verdiğinde nice ibretler vardır" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk, "And olsun ki, Yusuf ve kardeşlerinin olayında, soranlara nice ibretler vardır" âyetini açıklarken:

“Hazret-i Yûsuf ve kardeşlerinin olayını soranlar, Hazret-i Yûsuf'un kıssasının bu olduğunu bilsinler" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn İshâk der ki:

“Yüce Allah, Hazret-i Muhammed'e peygamberlik verdiğinde, kavminin kendisine kötü davranmaları ve kıskanmaları üzerine, teselli bulması için kendisine Hz Yûsuf'un kıssasını, kardeşlerinin kendisine kötü davranmasını ve rüyasını anlattığında onu kıskanmalarını anlatmıştır."

8

"Hani onlar şöyle demişlerdi:

“Doğrusu biz güçlü bîr topluluk olduğumuz halde babamızın nezdînde Yusuf ile kardeşi bizden daha sevgilidir. Babamız herhalde apaçık bir hata içindedir"

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî der ki: Hazret-i Yâkub, Şam'da ikamet etmekteydi ve tek derdi Yûsuf ve kardeşi Bünyamin'di. Kardeşleri, babalarının kendisine olan sevgisinden dolayı Hazret-i Yûsuf'u kıskandılar. Hazret-i Yûsuf, rüyasında, "Onbir yıldız, Güneş ve Ay'ın bana secde ettiklerini..." görüp, bunu babasına anlatınca, babası, "Oğulcuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana tuzak kurarlar..." dedi. Hazret-i Yûsuf'un kardeşleri rüyadan haberdar olunca onu kıskandılar ve:

“Doğrusu biz güçlü bir topluluk olduğumuz halde (on kardeştiler) babamızın nezdinde Yusuf ile kardeşi (Bünyamin) bizden daha sevgilidir. Babamız (bizim hakkımızda) herhalde apaçık bir hata içindedir. Yusuf'u öldürün veya onu ıssız bir yere bırakıverin ki babanız size kalsın; ondan sonra da iyi kimseler olursunuz" tövbe edersiniz" dediler. İçlerinden Yahudâ:

“Yusuf'u öldürmeyin, onu bir kuyunun derinliklerine bırakın. Böyle yaparsanız yolculardan onu bulup alan olur" dedi.

Hazret-i Yûsuf'u kuyuya atma konusunda görüş birliğine varınca, babalarına gidip:

“Ey babamız! Sana ne oluyor da Yusuf hakkında bize güvenmiyorsun!" dediler. Hazret-i Yâkub:

“Onu sizinle göndermem. "Onu götürmeniz beni üzüyor; siz farkına varmadan onu kurdun yemesinden korkarım" dedi. Onlar:

“Hakikaten biz (kuvvetli) bir topluluk olduğumuz halde, eğer onu kurt yerse, o zaman biz gerçekten âciz kimseler sayılırız" deyince, Hazret-i Yâkub, Hazret-i Yûsuf'u kendileriyle gönderdi. Onu babalarının yanından çıkarırken saygılı davrandılar, ama sahraya çıktıklarında düşmanlıklarını açığa çıkardılar ve ona vurmaya başladılar. Biri ona vurunca, Hazret-i Yûsuf başkasından yardım istiyor, yardım istediği kişi de kendisine vuruyordu. Hazret-i Yûsuf, içlerinde merhametli olan kimsenin olmadığını ve kardeşleri tarafından öldüresiye dövüldüğünü görünce:

“Babacığım! Ey Yâkub! Cariyelerin çocuklarının oğluna ne yaptığını bilsen" diye bağırmaya başladı. Onu öldüresiye dövdüklerini gören Yahûda:

“Onu öldürmeyeceğinize dair bana söz vermemiş miydiniz!" deyince, Hazret-i Yûsuf'u alıp kuyuya atmak için götürdüler. Onu kuyuya sarkıttıklarında, Hazret-i Yûsuf kuyunun kenarlarına tutununca, ellerini bağladılar ve gömleğini çıkardılar. Hazret-i Yûsuf:

“Kardeşlerim! Gömleğimi geri verin de onunla kuyuda örtüneyim" deyince, "On bir yıldız, Güneş ve Ay'a dua et te sana yarenlik etsinler" karşılığını verdiler. Hazret-i Yûsuf onlara:

“Ben bir şey görmedim" dedi.

Onu kuyuya sarkıttıklarında, kuyunun yarısına gelince ölmesi için ipi bıraktılar. Kuyuda su olduğu için Hazret-i Yûsuf suyun içine düştü ve bu sebeple düşmesi dolayısıyla kendisine bir şey olmadı. Sonra bir kayaya çıkıp ağlamaya başlayınca kardeşleri kendisine seslendiler. Hazret-i Yûsuf, kardeşlerinin kalplerinin yumuşadığını zannedip cevap verince, üzerine bir kaya atıp öldürmek istediler, ama Yahûda onlara engel oldu ve:

“Onu öldürmeyeceğinize dair bana söz verdiniz" dedi. Hazret-i Yûsuf kuyudayken Yahûda kendisine yemek getiriyordu. Sonra bir oğlağı kesip Hazret-i Yûsuf'un gömleğini kestikleri oğlağın kanına buladılar. Akşam vakti olunca da ağlayarak babalarına geldiler. Hazret-i Yâkub çocuklarının ağlamasını duyunca korktu ve:

“Ey oğullarım! Neyiniz var, koyunlarınıza bir şey mi oldu?" diye sordu. Onlar:

“Hayır" cevabını verince, Hazret-i Yâkub:

“Yûsuf ne yaptı?" diye sordu. Onlar:

“Ey babamız! dediler, biz yarışmak üzere uzaklaştık; Yusuf'u eşyamızın yanında bırakmıştık. (Ne yazık ki) onu kurt yemiş! Fakat biz doğru söyleyenler olsak da sen bize inanmazsın." Bunun üzerine Hazret-i Yâkub, hıçkırarak ağladı ve:

“Gömlek nerede?" diye sordu. Onlar, üzerine oğlağın kanının bulaştığı gömleği getirince, Hazret-i Yâkub gömleği alıp yüzüne koydu. Sonra yüzü gömlekteki kanla boyanıncaya kadar ağladı ve:

“Ey Oğullarım! Bu kurt ne kadar da merhametliymiş! Nasıl oluyor da Yûsuf'un etini yiyor da gömleğini yırtmıyor!" dedi.

"Bir kervan geldi, sucularını gönderdiler; sucu kovasını kuyuya saldı..."

Hazret-i Yûsuf ta ipe tutunup kuyudan çıktı. Kovanın sahibi Hazret-i Yûsuf'u görünce, arkadaşlarından Büşrâ adında birini çağırdı ve:

“Ey Büşrâ! İşte bir oğlan" dedi. Hazret-i Yûsuf'un kardeşleri onun seslenmesini duyup geldiler ve:

“Bu, bizim kaçan kölemizdir" deyip, kendi dilleriyle (kervancıların anlamayacağı bir dile!) Hazret-i Yûsuf'a:

“Eğer bizim kölemiz olduğunu inkar edersen seni öldürürüz. Kendisine, seni kurt yedi dediğimiz Yâkub'a geri döndüreceğimizi mi zannettin" dediler. Hazret-i Yûsuf:

“Kardeşlerim! Beni Yâkub'a geri götürün. Ben, onun sizden razı olacağına kefil olurum ve bu yaptıklarınızı kendisine söylemem" dedi, ama bunu kabul etmediler. Bunun üzerine Hazret-i Yûsuf:

“Ben, bunların kölesiyim" deyince, kovayı sarkıtan ve Büşrâ adındaki kişi kendisini satın aldıktan sonra götürdüler. Kervandakilere, buluntu olduğunu söyledikleri takdirde kendilerinin de bu kölede paylarının olduğunu iddia etmemeleri için:

“Bunu satın aldık" demek üzere anlaştılar ve eğer:

“Bu nedir?" diye sorarlarsa, kuyunun sahiplerinden satın aldıklarını söylemeye karar verdiler. "Onu ticari bir mal olarak sakladılar..." âyeti buna işaret etmektedir. Kardeşleri, "Onu yanlarında alıkoymak istemedikleri için ucuz bir fiyata, birkaç dirheme (yirmi dirheme) sattılar"

Hazret-i Yûsuf'u (satırı alanlar) Mısır'a götürünce, kendisini Mısır kralı Aziz satın alıp evine götürdü ve hanımına:

“Ona güzel bak, belki bize faydası olur yahut ta onu evlat ediniriz" dedi. Aziz'in hanımı Hazret-i Yûsuf'u sevip:

“Ey Yûsuf, saçların ne kadar güzel!" deyince, Hazret-i Yûsuf:

“Saçlarım, bedenimden düşecek olan ilk şeylerdir" karşılığını verdi. Aziz'in hanımı:

“Ey Yûsuf, gözlerin ne kadar güzel!" deyince, Hazret-i Yûsuf:

“Onlar, bedenimden yere akacak olan ilk şeylerdir" karşılığını verdi. Aziz'in hanımı:

“Ey Yûsuf, yüzün ne kadar güzel!" deyince, Hazret-i Yûsuf:

“O, toprak içindir, toprak, onu, yiyecektir!" karşılığını verdi. Aziz'in hanımı:

“Haydi gel!" ((.....) sözü, Kıptîce: Haydi gelsene! demektir) deyince, Hazret-i Yûsuf:

“(Hâşâ), Allah'a sığınırım! Zira kocanız benim velinimetimdir, bana güzel davrandı" Ailesinde kendisine ihanet etmem" karşılığını verdi.

Aziz'in hanımı, Hazret-i Yûsuf'u bu konuda ikna edene kadar peşini bırakmadı. İkisi de birbirini arzuladı ve eve girdiler. Aziz'in hanımı, kapıları iyice kapattı. Hazret-i Yûsuf, şalvarını çözmek isteyince, evde Hazret-i Yâkub'un suretini parmağını ısırmış bir halde gördü. Hazret-i Yâkub şöyle diyordu:

“Ey Yûsuf! Senin misalin — eğer onunla ilişkiye girmezsen— gökte uçan ve kimsenin kendisine güç yetiremediği bir kuşun misaline benzer. Eğer onunla ilişki kurarsan, senin misalin, o kuşun yere düşmesine benzer. Artık o kuş yere düştüğünde kendisini herhangi bir şeyin şerrinden koruyamaz. Yine senin misalin, —eğer ilişkiye girmezsen— zaptolunamayan bir boğanın misaline benzer. Ama ilişkiye girersen, senin misalin ölmüş olan ve burun deliklerine karıncaların dolduğu kendisini bir şeyden koruyamayan bir boğaya benzer."

Hazret-i Yûsuf, şalvarını bağlayıp dışarıya çıkmak için davranınca, Aziz'in hanımı yetişip gömleğinin arka tarafından yakalayıp çekti ve gömlek Hazret-i Yûsuf'un üzerinden çıktı. Yûsuf gömleği bırakıp kapıya doğru koşunca, Aziz ve hanımının amcası oğlunun kapının önünde oturduğunu gördüler. Aziz'in hanımı kocasını görünce, "Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmaktan veya elem verici bir işkenceden başka ne olabilir!" Bu, benden murad almak istedi, ben onu itip kendimden uzaklaştırırken gömleğini yırttım" dedi. Hazret-i Yûsuf:

“Hayır. O benden murad almak istedi. Ben de kabul etmeyip ondan kaçarken bana yetişti ve gömleğimden yakalayıp yırttı" dedi.

Kadının amcası oğlu:

“Meselenin çözümü gömlektedir. Bakınız, eğer gömlek önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir, bu ise yalancılardandır. Eğer gömlek arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylüyor, bu ise doğru söyleyenlerden demektir" dedi. Gömlek getirilip, Aziz onun arkadan yırtılmış olduğunu görünce, "Şüphesiz, dedi; bu, sizin tuzağınızdır. Sizin tuzağınız gerçekten büyüktür. Ey Yusuf! Sen bundan (olanları söylemekten) vazgeç! (Ey kadın!) Sen de günahının affını dile!" bir daha böyle bir şey yapma" dedi.

"Şehirdeki bazı kadınlar dediler ki:

“Aziz'in karısı, delikanlısının nefsinden murat almak istiyormuş; Yusuf'un sevdası onun gönlüne işlemiş!" (kalbinin zarını delip içeriye kadar girmiş). Kadınların böyle dediğini duyan Aziz'in hanımı:

“Onları davet etti; koltuklar hazırladı; geldiklerinde her birine birer bıçak verdi." Onlara yemeleri için turunç verdi ve Hazret-i Yûsuf'a:

“Yanlarına çık" dedi. Hazret-i Yûsuf kadınların yanına çıkıp, kadınlar da kendisini görünce, onu gözlerinde büyüttük ve turuncu kestiklerini zannederek farkında olmadan ellerini kesmeye başladılar ve:

“Allah'ı tenzih ederiz ama, bu insan değil ancak çok güzel bir melektir" dediler. Aziz'in hanımı:

“İşte sözünü edip beni yerdiğiniz budur. And olsun ki onun olmak istedim, fakat o iffetinden dolayı çekindi" şalvarını çözdükten sonra anlamadığım bir sebeple bundan vazgeçti.

Hazret-i Yûsuf:

“Rabbim! Hapis benim için, bunların istediklerini yapmaktan daha iyidir" ey Rabbim! Hapis benim için, davet ettikleri zinadan daha sevimlidir" dedi. Aziz'in hanımı kocasına:

“Bu İbrâni köle insanlar içinde beni rezil etti. İnsanlara özür beyan edip, benim kendisinden murad almak istediğimi söylüyor. Ben ise buna tahammül edemiyorum. Ya benim de çıkıp onun gibi özür beyan etmeme izin verirsin, ya da beni hapsettiğin gibi onu da hapsedersin" dedi. "Sonra, kadının ailesi delilleri Yusuf'un lehinde gördüğü halde, onu bir süre için hapsetmeyi uygun buldu" âyeti buna işaret etmektedir. Âyetteki Hazret-i Yûsuf'un lehinde gördüğü şey, gömleğin arkadan yırtılması ve kadınların ellerini kesmeleridir.

"Hapse, onunla beraber, iki genç daha girdi." Kral, aşçısının kendisini evde zehirleyeceğini öğrenince, onu ve kendisine zehir verdiğini zannettiği sakisini hapsetti.

Hazret-i Yûsuf hapse girince:

“Ben rüya tabir ederim" dedi. Bu iki gençten biri diğerine:

“Gel bu İbranî kölenin rüya tabirini deneyelim" deyip rüya görmedikleri halde görmüş gibi yalan söyleyerek rüya anlattılar. Hazret-i Yûsuf uydurdukları rüyalarını tabir etti. Saki:

“Rüyamda şaraplık üzüm sıktığımı gördüm", aşçı ise:

“Üzerinde, kuşların yediği bir ekmek taşıdığımı gördüm" deyince, Hazret-i Yûsuf: Rüyanızda "Rabbimin bana öğrettiği bilgi ile, daha yiyeceğiniz yemek gelmeden size onu yorumlarım" deyip şöyle devam etti:

“Ey mahpus arkadaşlarım! Biriniz efendinize şarap sunacak" eski görevine geri dönecek, "diğeri asılacak ve kuşlar başından yiyecektir." Bunun üzerine ikisi de korkup:

“Vallahi biz rüyamızda bir şey görmedik" deyince, Hazret-i Yûsuf:

“Sorduğunuz iş işte böylece kesinleşmiştir" Bu dediğim mutlaka gerçekleşecektir" karşılığını verip, sakiye:

“Efendinin yanında beni an" dedi. Sonra Yüce Allah krala korkunç bir rüya gösterdi. Kral rüyasında, semiz yedi ineğin zayıf olan yedi ineği yediğini, yedi yeşil başağın, yedi kuru başağı yediğini gördü ve sihirbaz, kâhin ve rüya tabircilerini çağırarak onlara rüyasını anlattı. Onlar:

“Bir takım karışık rüyalar; biz böyle rüyaların yorumunu bilmeyiz" dediler. Hapisteki iki kişiden kurtulmuş olanı, nice zaman sonra Yusuf'u hatırladı ve:

“Ben size bunu yorumlayacağım, hele beni gönderin" dedi."

İbn Abbâs der ki: Hapisane, şehir dışındaydı. Saki Hazret-i Yûsuf'a gidip:

“Rüyada görülen yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yemesi; yedi yeşil başak ve bir o kadar kuru başak nedir? Bize yorumla, ben de insanlara ulaştırayım da bilsinler" deyince, Hazret-i Yûsuf:

“Devamlı yedi sene ekin ekip, biçtiğiniz ekinin yediğinizden artanını başağında bırakın. Sonra bunun ardından yedi kurak yıl gelir, bütün biriktirdiğinizi yer, yalnız az bir miktar saklarsınız. Sonra bunun ardından da bir yıl gelecek ki, o yılda insanlara (Allah tarafından) yardım olunacak ve o yılda (üzüm) sıkacaklar" karşılığını verdi. Saki, krala gidip Hazret-i Yûsuf'un söylediklerini bildirince:

“Onu bana getirin, dedi. Yusuf'a elçi gelince, "Efendine dön, kadınlar niçin ellerini kesmişlerdi bir sor; doğrusu Rabbim onların hilesini bilir" dedi.

Süddî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Eğer Hazret-i Yûsuf, kralın, durumunu bilmeden zindandan çıksaydı, Aziz, ona şüpheyle bakmaya devam eder ve:

“İşte hanımımdan murad almak isteyen kişi buydu" derdi.

Kral:

“Bana o kadınları getirin" deyince, kadınları getirdiler ve şöyle dedi:

“Yusuf'un nefsinden murat almak istediğiniz zaman durumunuz neydi? Kadınlar, Hâşâ! Allah için, biz ondan hiçbir kötülük görmedik" Aziz'in hanımı bize, kendisinin Hazret-i Yûsuf'tan murad almak istediğini, onunla eve girip şalvarını çözdükten sonra tekrar çekip bağladığını ve bunun sebebini bilmediğini söyledi" dediler. Aziz'in hanımı:

“Şimdi gerçek ortaya çıktı; onuri olmak isteyen bendim" dedi. Hazret-i Yûsuf oraya getirilince:

“Bu, azizin yokluğunda ona (ailesinde) hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir" dedi. Aziz'in hanımı:

“Ey Yûsuf! Şalvarı çözdüğün zaman da mı?" diye sorunca, Hazret-i Yûsuf:

“Ben nefsimi temize çıkarmam" cevabını verdi.

Hazret-i Yûsuf'a nisbet edilen günahtan uzak olduğunu anlayınca:

“Onu bana getirin, yanıma alayım" deyip, Mısır'ın işleriyle görevlendirdi. Hazret-i Yûsuf, Mısır'ın alışverişi ve diğer mali işlerinden sorumluydu. O zaman yeryüzünde açlık baş gösterince, Hazret-i Yâkub'un yaşadığı bölgeye de açlık isabet etmişti, Hazret-i Yâkub, oğullarını Mısır'a gönderip, Hazret-i Yûsuf'un kardeşi Bünyamin'i yanında bıraktı. Kardeşleri, Hazret-i Yûsuf'un yanına girince, "Kendisini tanımadıkları halde o onları tanıdı." Onları görünce alıp yanında hububat ölçülen ölçekle onları eve soktu ve:

“Bana durumunuzu bildirin. Ben sizin halinizi garipsedim" dedi. Onlar:

“Biz, Şam diyarındanız" deyince, Hazret-i Yûsuf:

“Neden geldiniz?" diye sordu. Onlar:

“Yiyecek almak için geldik" cevabını verince, Hazret-i Yûsuf:

“Yalan söylüyorsunuz. Siz casussunuz. Sizin sayınız kaçtır?" diye sordu. Onlar:

“On kişiyiz" cevabını verince, Hazret-i Yûsuf:

“Siz yirmi bin kişisiniz. Sizin her biriniz bin kişinin emiridir. Bana kendinizden bahsedin" dedi.

Onlar:

“Biz, Sıddîk bir adamın oğlu olan kardeşleriz ve on iki kişiydik. Babamız bir kardeşimizi çok severdi. Bu kardeşimiz bizimle kıra çıkınca orada öldü. Babamız, bu kardeşimizi en çok severdi" dediler. Hazret-i Yûsuf:

“Babanız, ondan sonra kiminle huzur buluyor?" diye sorunca, "Onun küçüğü olan kardeşiyle" cevabını verdiler. Hazret-i Yûsuf:

“Babanız, büyükleri bırakıp küçük olan kardeşinizi sevdiği halde, bana nasıl sıddik biri olduğunu söylüyorsunuz? Bu kardeşinizi de görmem için bana getirin. "Eğer onu bana getirmezseniz bundan böyle benden bir ölçek bile alamazsınız ve bana artık yaklaşmayın da" deyince, onlar:

“Babasını ikna etmeye çalışacağız ve her halde bunu yaparız" karşılığını verdiler. Hazret-i Yûsuf:

“Onu getirmemenizden korkuyorum. Geri dönmeniz için birinizi rehin olarak bırakın" deyince, Şem'ûn'u rehin olarak bıraktılar. Hazret-i Yûsuf, onlara buğday ölçerken yanındaki görevlilere:

“Karşılık olarak getirdiklerini de yüklerine koyun. Belki ailelerine varınca, onu anlarlar da bir daha dönerler" dedi.

Hazret-i Yûsuf'un kardeşleri babalarının yanına dönünce, dnunla konuşup şöyle dediler:

“Ey babamız! Mısır kralı bize çok ikramda bulundu. Eğer onun yerinde bizden biri olan Yâkub oğullarından bir kişi olsaydı bu kadar ikramda bulunmazdı. Şem'ûn'u yanında rehin alıp bize:

“Babanızın, ölen kardeşinizden sonra kendisiyle huzur bulduğu kardeşinizi getirin de göreyim. Eğer onu getirmezseniz, memleketime bir daha yaklaşmayınız" dedi. Hazret-i Yâkub onlara şöyle dedi:

“Mısır kralına vardığınızda ona benden selam söyleyin ve: «Babamız, bize yaptığın iyilikten dolayı sana dua edip rahmet talebinde bulunuyor» deyin." "Yüklerini açınca karşılık olarak götürdükleri mallarının kendilerine iade edilmiş olduğunu gördüler ve babalarına gidip:

“Ey babamız.' Daha ne isteriz; işte mallarımız da bize iade edilmiş, dediler.Bunu gören Hazret-i Yâkub:

“Hepiniz helak olmadıkça onu bana geri getireceğinize dair Allah'a karşı sağlam bir söz vermezseniz, sizinle göndermeyeceğim" dedi. Söz verdiklerinde: «Sözümüze Allah vekildir» dedi."

Mısır'a girdiklerinde kendileri için:

“Bütün bunlar bir adamın çocukları mı!" denilip nazar değmesinden korkarak:

“Oğullarım! Tek bir kapıdan (yoldan) değil, ayrı ayrı kapılardan girin, dedi." Hazret-i Yûsuf'un yanına girdiklerinde, Hazret-i Yûsuf kardeşini tanıdı ve onları bir yerde konaklatıp bol yiyecek ve içecek gönderdi. Akşam olunca da kendilerine yatak gönderip:

“Her iki kardeş bir yatağa yatsın" dedi. Her iki kişi bir yatakta yatıp, Bünyamin tek başına kalınca, Hazret-i Yûsuf:

“Bu da benimle aynı yatakta yatar" dedi ve Bünyamin Hazret-i Yûsuf ile aynı yatakta yatınca, Hazret-i Yûsuf sabaha kadar onun kokusunu koklayıp bağrına bastı. Bunu gören Rûbîl:

“Eğer bundan kurtulacak olursak, bu adam gibisini hiç görmedik" dedi.

"Yusuf onların yüklerini yükletirken, bir su kabını kardeşinin yüküne koydurdu." Kardeşinin de bundan haberi yoktu. Yola çıkacakları zaman bir münadi şöyle bağırdı:

“Ey kervancılar, siz hırsızsınız!" bunun üzerine takatleri kesildi ve:

“onlara dönerek: Ne arıyorsunuz? dediler. Kralın su kabını arıyoruz; onu getirene bir deve yükü (bahşiş) var dediler. (İçlerinden biri:) «Ben buna kefilim» dedi. «Allah'a andolsun ki, bizim yeryüzünde fesat çıkarmak için gelmediğimizi siz de biliyorsunuz. Biz hırsız da değiliz» dediler. (Yusufun adamları) dediler ki: «Peki, siz yalancıysanız bunun cezası nedir?"» (Hazret-i Yûsuf'un kardeşleri) Onun cezası, kayıp eşya, kimin yükünde bulunursa işte o (şahsa el koymak) onun cezasıdır. Biz zalimleri böyle cezalandırırız Bu kişiyi alırsınız ve sizin olur" dediler. "Yusuf kardeşinin yükünden önce onlarınkini aramaya başladı" Sadece kardeşinin yükü kalınca da:

“Bu çocuk çalmış olamaz" dedi. Onlar:

“Vallahi! Onun da yüküne bakmadan olmaz, onun da yüküne bak ve müsterih ol, biz de böylece yolumuza gidelim" dediler. Bunun üzerine elini Bünyamin'in yüküne atıp su kabını çıkardı. Yüce Allah, bu konuda:

“İşte biz Yusufa böyle bir plan kullanmasını vahyettik. Çünkü hükümdarın kanunlarına göre kardeşini alıkoyamazdı, meğerki Allah dileye" buyurmuştur. Su kabını kardeşinin yükünden çıkarınca, Hazret-i Yûsuf'un kardeşlerinin takatleri kesildi ve bir şey diyecek mecalleri kalmadı. Kardeşlerine:

“Ey Râhîl'in oğulları! Sizden çektiğimiz nedir! Bu kabı ne zaman aldın?" dediler. Bünyamin:

“Râhîl'in oğulları hala sizlerden dolayı sıkıntı çekmektedir. Kardeşimi götürüp kırda öldürdünüz. Bu su kabını, yüklerinize paralarınızı geri iade eden koymuştur" karşılığını verince, kardeşleri:

“Dirhemlerden bahsetme. (Duyacak olurlarsa) onları tekrar alırlar" deyip kendisini kınayarak hakaret ettiler. Kendilerini Hazret-i Yûsuf'un huzuruna çıkardıklarında, Hazret-i Yûsuf su kabını istedi ve ona vurup kulağına yaklaştırdı. Sonra:

“Bu su kabım, bana sizin on iki kardeş olduğunuzu, bir kardeşinizi de götürüp sattığınızı söylüyor" dedi.

Bünyamin, bunu duyunca kalkıp Hazret-i Yûsuf'a secde etti ve:

“Ey kral! Bu su kabına, o kardeşimin diri mi yoksa ölü mü olduğunu sor" dedi. Hazret-i Yûsuf, kaba vurduktan sonra:

“Evet, yaşıyor. Daha sonra onu göreceksin" dedi: Bünyamin:

“Bana dilediğini yap. Eğer kardeşim durumumu öğrenirse beni kurtarır" deyince, Hazret-i Yûsuf, odasına girip ağladı, sonra abdest alıp çıktı. Bünyamin:

“Ey kral! Gördüğüm kadarıyla, su kabına vuruyorsun ve bu kap sana doğruyu söylüyor. Ona sahibinin kim olduğunu sor" deyince, Hazret-i Yûsuf, kaba vurdu ve:

“Bu kabım kızmış ve: «Benim kimde olduğumu gördüğün halde, sahibimin kim olduğunu nasıl sorarsın!» diyor" cevabını verdi. Hazret-i Yâkub'un oğulları kızdıkları zaman onlara kimse karşı koyamazdı. Rûbîl kızarak kalktı ve:

“Ey kral! Ya bize kardeşimizi verirsin ya da öyle bir bağırırım ki, Mısır'da çocuğunu düşürmeyen hamile bir kadın kalmaz" dedi. Rubil'in tüyleri diken diken olmuş, elbisesinden dışarı çıkmıştı. Hazret-i Yusuf yanındaki oğluna:

“Git ve Rûbil'e dokun" dedi. Çocuk gidip Rûbîl'e dokununca öfkesi yatıştı ve:

“Bu (bana dokunan) kimdir? Bu memlekette, babamız Yâkub'un tohumundan bir tohum vardır" dedi. Hazret-i Yûsuf:

“Yâkub kimdir?" diye sorunca, Rûbîl kızarak:

“Ey kral! Yâkub'u zikretme, o, Allah'ın sırdaşı, Allah'ın kurbanının ve Allah'ın dostunun oğludur" cevabını verdi. Hazret-i Yûsuf şöyle dedi:

“Eğer doğru söylüyorsan, babanıza gittiğiniz zaman ona benden selam söyleyiniz ve:

“Mısır kralı, oğlun Yûsuf'u görmeden ölmemen için Allah'a dua ediyor" deyiniz ki, yeryüzünde kendisinden başka sıddikler de olduğunu bilsin.

Hazret-i Yûsuf'tan, Bünyamin'i almaktan ümitlerini kesince ve daha önce rehin olarak aldığı Şem'ûn'u kendilerine verince, (meseleyi) gizli görüşmek üzere ayrılıp (bir kenara) çekildiler. Yaşça değil de, ilim olarak en büyükleri olan Rûbîl:

“Babanızın sizden Allah adına söz aldığını, daha önce de Yusuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye veya benim için Allah hükmedinceye kadar bu yerden asla ayrılmayacağım. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır" deyip Mısır'da kaldı. Diğer dokuz kişi Hazret-i Yâkub'a gelip olanları anlatınca, Hazret-i Yâkub ağlayarak:

“Oğullarım! Her gidişinizde bir kişi eksiliyorsunuz. Bir defasında gittiniz, Yûsuf eksildi, bir defa daha gittiniz, Şem'ûn eksildi, üçüncü dişinizde ise Bünyamîn ve Rûbîl eksildi. "Artık bana güzelce sabır gerekir; belki Allah hepsini birden bana getirecektir, çünkü O bilendir, hakimdir" dedi. Onlara sırt çevirdi, «Vah, Yusuf'a yazık oldu!» dedi ve üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık acısını içinde saklıyordu. (Oğulları): «Allah'a yemin ederiz ki, Yusuf'u anıp durman seni bitkin düşürecek veya helak olacaksın» dediler. Yakup: «Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah'a açarım. Allah katından, sizin bilmediklerinizi bilirim» dedi."

Hazret-i Yûsuf hapisteyken Cibril, güzel yüzlü, güzel kokulu ve temiz elbiseli bir adam suretinde gelip ona selam verdi. Hazret-i Yûsuf:

“Ey, güzel yüzlü, Rabbi katında değerli ve güzel kokulu melek! Bana Yâkûb'un nasıl olduğunu söyle" deyince, Cibrîl:

“Senin için çok üzüldü" karşılığını verdi. Hazret-i Yûsuf:

“Onun üzüntüsü ne kadar?" diye sorunca, Cibrîl:

“İlk çocuğu ölen yetmiş kadının üzüntüsü kadar" cevabını verdi. Hazret-i Yûsuf:

“Buna karşılık ne kadar sevabı oldu?" diye sorunca, Cibrîl:

“Yetmiş şehid sevabı aldı" cevabını verdi. Hazret-i Yûsuf:

“Benden sonra kiminle teselli buldu?" diye sorunca, Cibrîl:

“Kardeşin Bünyamin ile" cevabını verdi. Hazret-i Yûsuf:

“Sence ben kendisiyle görüşebilecek miyim?" diye sorunca, Cibrîl:

“Evet" cevabını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Yûsuf, babasının kendisinden sonra karşılaştığı şeylerden dolayı ağladı ve:

“Eğer yüce Allah onu bana gösterirse, karşılaştığım zorlukları önemsemem" dedi.

Hazret-i Yûsuf'un kardeşleri, Hazret-i Yâkub'a, kralın (Hazret-i Yûsuf'un) duasından bahsedince, bir şeyler sezip:

“Yeryüzünde peygamberden başka sıddik yoktur" diyerek:

“Umarım ki, o Yûsuf'tur" dedi. Sonra:

“Ey oğullarım! Gidin, (Mısır'da) Yusufu ve kardeşini arayın. Allah'ın rahmetinden (Yûsuf'u geri göndermesinden) ümidinizi kesmeyin" dedi. Hazret-i Yûsuf'un yanına döndüklerinde:

“Ey vezir! Biz ve çoluk çocuğumuz darlığa uğradık; pek değersiz bir malla geldik; (Daha önce değersiz malla gelmemize rağmen değerli para vermiş gibi ölçerek verdiğin gibi) ölçeği bize tam yap ve (değerli ile değersiz arasında olan mallardan) sadaka ver; Allah sadaka verenleri şüphesiz mükâfatlandırır" dediler.

O zaman Hazret-i Yûsuf kendilerine acıyıp:

“Siz, Yusuf ve kardeşine bilmeden neler yaptığınızın farkında mısınız?" dedi. Onlar:

“Yoksa sen Yusuf musun?"diye sorunca, Hazret-i Yûsuf:

“Ben Yusuf'um, bu da kardeşim. Allah bize iyilikte bulundu" karşılığını verdi. Bunun üzerine ondan özür dileyip:

“Allah'a yemin ederiz ki, Allah seni bizden üstün tutmuştur; doğrusu biz suç işlemiştik" dediler. Hazret-i Yûsuf:

“Bugün sizi kınamak yok (işlediğiniz suçu hatırlatmayacağım), Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir" dedi.

Sonra onlara:

“Babam benden sonra ne yaptı?" diye sorunca, "Üzüntüden gözleri kör oldu" cevabını verdiler. Hazret-i Yûsuf:

“Şu benim gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun, (gözleri) görecek duruma gelir. Ve bütün ailenizi bana getirin" dedi. Yahûda:

“Ben, kana bulanmış gömleği Yâkub'a götürüp:

“Yûsuf'u kurt yedi" demiştim. Bu gün de bu gömleği götürüp Yûsuf'un sağ olduğunu söyleyerek, daha önce üzdüğüm gibi şimdi de sevindireceğim" dedi ve babasına müjdeyi veren kendisi oldu.

Kervan, memleketlerine dönmek için Mısır'dan Şam'a gitmek üzere ayrıldığında Hazret-i Yâkub, Yûsuf'un kokusunu aldı ve torunlarına:

“Doğrusu ben Yusufun kokusunu duyuyorum; ne olur bana bunak demeyin" dedi. Torunları:

“Allah'a yemin ederiz ki sen, (Yûsuf hakkında) hâlâ eski şaşkınlığındasın" karşılığını verdiler. Müjdeci olan Yahûda gelip gömleği babasının yüzüne bırakınca Hazret-i Yâkub'un gözleri açıldı ve Yâkûb, oğullarına:

“Ben size, Allah katından sizin bilmediğinizi biliyorum, dememiş miydim?"dedi.

Sonra ailelerini ve çocuklarını alıp Mısır'a gittiler. Hazret-i Yûsuf, kralla konuştu ve beraber çıkıp ailesini karşıladılar. Hazret-i Yûsuf ailesiyle karşılaşınca:

“Allah'ın dileğince, güven içinde Mısır'da yerleşin" dedi. Hazret-i Yûsuf'un huzuruna girdiklerinde ana-babasını bağrına bastı, yani babasını ve teyzesini bağrına bastı ve onları tahta çıkardı. Hazret-i Yâkub vefat edeceği zaman, Hazret-i Yûsuf'a, kendisini Hazret-i İbrâhim ve Hazret-i İshâk'ın yanına defnetmesini vasiyet etti. Hazret-i Yâkub vefat edince, kendisine haşaratın ısırmasına karşı bir ilaç sürdü ve Şam'a götürdü. Hazret-i Yûsuf:

“Rabbim! Bana hükümranlık verdin, rüyaların yorumunu öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaradanı! Dünya ve âhirette işlerimi yoluna koyan sensin; benim canımı müslüman olarak al ve beni iyilere kat" diye dua etti.

İbn Abbâs der ki:

“Yüce Allah'tan ölümü isteyen ilk kişi Hazret-i Yûsuf'tur." Hadisi, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bölümler halinde Yûsuf Sûresinde rivayet etmişlerdir.

İbn Cerîr, Vekî'den, o Amr b. Muhammed el-Abkarî'den, o Esbât'tan, Süddî'den aynı rivâyette bulunmuştur.

İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. Süleymân b. el-Eş'as'tan, o Hüseyin b. Ali'den, o Âmir b. el-Furât'tan, o Esbât'tan, o da Süddî'den aynı rivâyette bulunmuştur.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen "Yusuf ve özkardeşi babamıza bizden daha sevgilidir. Oysa biz bir cemaatiz" buyruğundaki kardeşten kasıt aynı anne ve babadan olan kardeşi Bünyamin'dir. (.....) ise sayıları on ile kırk arasında olan topluluğa denir.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre (.....) cemaat demektir. "Babamız açık bir yanlışlık içindedir" âyeti ise:

“Yakub, Yusuf'u ve öz kardeşini sevgisiyle bizlere tercih ederek apaçık bir hata içinde bulunmaktadır" mânâsındadır.

9

(içlerinden biri dedi ki: ) Yûsuf’u öldürün, yahut onu uzak bir yere atın ki, babanızın sevgisi yalnız size bağlı kalsın ve ondan sonra tevbe edip sâlih bir kavim olasınız.

10

"İçlerinden biri: «Yusuf'u öldürmeyin, onu bir kuyunun derinliklerine bırakın. Böyle yaparsanız yolculardan onu bulup alan olur» dedi"

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Yusufu öldürmeyin, onu bir kuyunun derinliklerine bırakın" diyen kişinin, Hazret-i Yûsuf'un teyzesi oğlu ve kardeşlerinin en büyüğü olan Rûbîl olduğunu söylerdik" dedi.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Yusufu öldürmeyin, onu bir kuyunun derinliklerine bırakın" diyen kişi, Şem'ûn'dur.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Yusuf'u öldürmeyin, onu bir kuyunun derinliklerine bırakın. Böyle yaparsanız yolculardan onu bulup alan olur" diyen kişi, "Babanızın sizden Allah adına söz aldığını, daha önce de Yusuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye veya benim için Allah hükmedinceye kadar bu yerden asla ayrılmayacağım" deyip Mısır'da kalan en büyükleridir. Kuyu ise Şam'dadır. Hazret-i Yûsuf'u, bedevilerden bazıları kuyuda bulup çıkarmıştır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi, duvarları taş ve benzeri şeylerle örülmüş kuyu mânâsındadır.

İbn Cerîr'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi, kuyu mânâsındadır.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre bu kuyu Beytu'l-Makdis civarındadır.

İbn Ebî Hâtim, İbn Zeyd'in şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Yûsuf'un atıldığı kuyu, Taberiyye tarafındadır ve Taberiyye ile arasında birkaç mil vardır."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan, bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur.

11

Bkz. Ayet:12

12

"Dediler kî: Ey babamız! Sana ne oluyor da Yusuf hakkında bize güvenmiyorsun! Oysa ki biz onun iyiliğini istemekteyiz. Yarın onu bizimle beraber (kıra) gönder de bol bol yesin (içsin), oynasın. Biz onu mutlaka koruruz."

İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Kâsım, bu âyeti (.....) şeklinde okuyunca, Ubeyd b. Nadla:

“Lahn yaptın (yanlış okudun)" dedi. Ebû'l-Kâsım:

“Kavminin lisanıyla (lehçe) okuyan lahn yapmış olmaz" karşılığını verdi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) âyetini:

“Koşar, gezer ve eğleniriz" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Harun'dan bildirdiğine göre Ebû Amr, bu âyeti (bol bol yiyelim içelim ve oynayalım) şeklinde okuyunca, "Onlar peygamber oldukları halde nasıl (.....) derler?" diye sordum. Ebû Amr:

“O zaman peygamber değillerdi" cevabını verdi.

İbn Cerîr'in Süddî'den bildirdiğine göre bu âyet, (.....) şeklinde yani (.....) harfiyle okunur.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti şeklinde, (.....) harfiyle ve harfini esreli olarak okumuş ve:

“Koyunlarını otlatır, bakıp öğrenir ve böylelikle buna alışıp erkekliğe doğru adım atar" mânâsını vermiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, bu âyeti (.....) şeklinde, (.....) harfiyle ve harfini esreli olarak okumuş ve:

“Birbirimizi korur kollar ve himaye ederiz" mânâsını vermiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hakem b. Ömer er-Ruaynî der ki: Hâlid el- Kasrî beni, Katâde'ye, (.....) âyetini sormam için gönderdi. Katâde:

“ Bu âyet, (.....) şeklindedir, (.....) kelimesi otlamak mânâsındadır ve insanlar değil koyunlar otlarlar" dedi.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân, bu âyeti (.....) şeklinde okurdu.

İbnu'l-Enbârî, el-Mesâhifte, el-A'rec'in, bu âyeti (.....) şeklinde (.....) ve (.....) harfiyle okuduğunu bildirir.

13

"Dedi kî:

“Onu alıp gitmeniz muhakkak kî beni tasaya düşürür. Siz kendisinden habersizken kurdun onu yemesinden korkarım"

Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve es-Silefî, et-Tuyûriyyât'ta, İbn Ömer'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Sakın İnsanlara telkinde bulunmayın ki onlar yalan söylemesinler. Çünkü Yakub'un oğulları bir kurdun insanları yiyebileceğini düşünememişlerdi. Babalan kendilerine bunu telkin edince yalan söyleyip, Yusuf'u kurt yedi dediler."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Miclez der ki:

“Kişinin oğluna şerri telkin etmemesi gerekir. Hazret-i Yâkûb'un çocukları, kendisi, "Siz kendisinden habersizken kurdan onu yemesinden korkarım" demeden önce, kurdun insanları yediğini bilmiyorlardı.

14

Onlar:

“Vallahi, biz kuvvetli bir topluluk iken onu kurt yerse, biz o hâlde çok ziyan çekeriz.” dediler.

15

"Yusuf'u oturup bir kuyunun derinliklerine bırakmayı kararlaştırdılar. Biz ona, kardeşlerinin bu işlerini kendileri farkına varmadan haber vereceksin, diye vahyettik"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Biz ona, kardeşlerinin bu işlerini kendileri farkına varmadan haber vereceksin, diye vahyettik" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Hazret-i Yûsuf kuyudayken: «Kardeşlerin, bunun vahiy olduğunun farkına varmadan kendilerine yaptıklarını haber vereceksin» diye vahyedildi."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Biz ona, kardeşlerinin bu işlerini kendileri farkına varmadan haber vereceksin, diye vahyettik" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Hazret-i Yûsuf kuyudayken: «Kardeşlerin, bunun vahiy olduğunun farkına varmadan kendilerine yaptıklarını haber vereceksin» diye vahyedildi. Bu vahiy, kendisine yapılanların zor gelmemesini sağladı."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Biz ona, kardeşlerinin bu işlerini kendileri farkına varmadan haber vereceksin, diye vahyettik" âyetinden kastedilen, Hazret-i Yûsuf'un kardeşlerinin, Yüce Allah'ın Yûsuf'a vahiy gönderdiğinin farkına varmamalarıdır.

İbn Cerîr'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre "Biz ona, kardeşlerinin bu işlerini kendileri farkına varmadan haber vereceksin, diye vahyettik" âyetinden kastedilen, Hazret-i Yûsuf'un kardeşlerinin, Yûsuf'a gelen vahyin farkına varmamalandır.

İbn Cerîr'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre "Biz ona, kardeşlerinin bu işlerini kendileri farkına varmadan haber vereceksin, diye vahyettik" âyeti, "Bir zaman gelecek ki sen, kardeşlerine bu yaptıklarını anlatacaksın. Onlar, senin Yusuf olduğunu bilmeyecekler. Seni tanıyamayacaklar" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Hazret-i Yûsuf'un kardeşleri yanına girince, o kendilerini tanıdı, ama kendileri Hazret-i Yûsuf'u tanımadılar. Su kabı getirilince onu eline alıp, kaba vurdu. Su kabından ses çıkınca:

“Bu kâse, sizin, babanızdan olan Yûsuf adında bir kardeşiniz olduğunu ve babanızın onu kendisine sizden yakın tuttuğunu, sizin onu alıp kuyunun derinliklerine attığınızı, babanıza gelip:

“Onu kurt yedi" dediğinizi ve delil olarak ta üzerine başka bir kan bulaşmış gömleğini getirdiğinizi söylüyor" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Yûsuf'un kardeşleri birbirlerine:

“Bu kâse sizin durumunuzu kendisine bildiriyor" dediler. İbn Abbâs der ki:

“Bizce, "Biz ona, kardeşlerinin bu işlerini kendileri farkına varmadan haber vereceksin, diye vahyettik" âyeti bu konuda nazil olmuştur."

İbn Merdûye'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Yûsuf kuyuya atıldığı zaman Cibrîl gelip:

“Ey çocuk! Seni bu kuyuya kim attı?” diye sordu. Hazret-i Yûsuf:

“Kardeşlerim attı” cevabını verince, Cibrîl:

“Neden?” diye sordu. Hazret-i Yûsuf:

“Babamın bana olan sevgisini kıskandıkları için” cevabını verince, Cibrîl:

“Buradan çıkmak ister misin?” diye sordu. Hazret-i Yûsuf:

“Bu, Yâkub'un ilahına kalmış bir şeydir” karşılığını verince, Cibrîl şöyle dedi:

“Şöyle dua et:

“Allahım! Açık ve gizli isimlerinle senden istiyorum. Ey gökleri ve yeri eşi ve benzeri olmayan bir mükemmellikte yaratan! Ey Celâl ve ikram sahibi! Senden, beni bağışlamanı ve merhamet etmeni, bulunduğum durumdan bana bir kurtuluş ve çıkış yolu göstermeni, umduğum ve ummadığım yerlerden beni rızıklandırmanı diliyorum.” Hazret-i Yûsuf bu duayı yapınca, Yüce Allah kendisine çıkış ve kurtuluş yolunu, gösterdi, ummadığı yerden kendisine Mısır'ın idaresini verdi.” Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu sözleri devamlı söyleyiniz. Çünkü bu sözler, seçilmiş ve hayırlı iki kişinin devamlı söylediği sözlerdir” buyurdu.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Ebû Bekr b. Ayyâş'tan bildirdiğine göre Hazret-i Yûsuf kuyuda üç gün kalmıştır.

16

Bkz. Ayet:17

17

"Akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler. Ey babamız! dediler, biz yarışmak özere uzaklaştık; Yusuf'u eşyamızın yanında bırakmıştık. (Ne yazık ki) onu kurt yemiş! Fakat biz doğru söyleyenler olsak da sen bize inanmazsın."

İbnu'l-Münzir’in bildirdiğine göre Şa'bî der ki: Bir kadın, (Kadı) Şurayh'e bir konuda muhakeme olmak için gelip ağlamaya başlayınca:

“Ey Ebû Umeyye’nin! Kadının ağladığını görmüyor musun?” dediler. Şa'bî:

“Hazret-i Yûsuf'un kardeşleri de akşamleyin ağlayarak babalarına gelmişlerdi karşılığını verdi.

Ebu'ş-Şeyh'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Bize inanmazsın" mânâsındadır,

İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre (.....) âyeti Arapların konuşma şekline uygun olarak inmiştir. Bu âyet:

“Sen doğru olsan bile doğruya inanma" sözüne benzer.

18

"Üzerine başka bir kan bulaşmış olarak Yusuf'un gömleğini de getirmişlerdi. Babaları: «Sizi nefsiniz bîr !ş yapmaya sürükledi; artık bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah'tan yardım istenir» dedi"

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre, Hazret-i Yûsuf'un gömleğine oğlak kanı bulaştırmalardı.

İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre o kan, Hazret-i Yûsuf'un kanı değil, bir oğlağın kanıydı.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, âyet hakkında şöyle demiştin Bir ceylan alıp kestiler ve kanını gömleğe buladılar. Hazret-i Yâkub gömleği evirip çevirerek:

“Gömlekte ne diş, ne de tırnak izi göremiyorum. Bu vahşi hayvan merhametliymiş demeye başladı ve çocuklarının yalan söylediğini anladı."

Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Hazret-i Yûsuf'un gömleğini Hazret-i Yâkub'a getirdikleri zaman onun yırtılmamış olduğunu gördü ve:

“Yalan söylediniz. Eğer dediğiniz gibi onu kurt yemiş olsaydı, gömleği de yırtardı" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki:

“Hazret-i Yûsuf'un gömleğini Hazret-i Yâkub'a getirildiği zaman, gömleği evirip çevirdi ve kan izini gördü, ama ne bir yırtık, ne de bir deliğin olmadığını farketti. Bunun üzerine:

“Ey oğullarım! Vallahi, kurdun, oğlumu yiyip gömleğini bırakacağını bilmiyordum!" dedi.

İbn Cerîr, Şa'bî'nin şöyle dediğini bildirir: Bîr oğlak kesip gömleği kanına buladılar. Hazret-i Yâkub, gömleğin sağlam olduğunu görünce, oğullarının yalan söylediğini anlayıp:

“Bu kurt ne kadar da yumuşakmış! Gömleğe acımış ama oğluma acımamış" dedi.

İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre gömleği Hazret-i Yâkub'a getirdikleri zaman:

“Gömlekte, ne yırtıcı bir hayvanın izini, ne darbe, ne de yırtık izi göremiyorum" dedi.

Ebû Abdullah Muhammed b. İbrâhim el-Cürcânî, el-Emâlî'de, Rabîa'nın şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Yâkub'a gidilip:

“Yusuf'u kurt yedi" denildiği zaman, Hazret-i Yâkûb kurdu çağırıp:

“Gözümün nuru ve gönlümün meyvesini yedin!" dedi. Kurt:

“Ben böyle bir şey yapmadım" karşılığını verince, Hazret-i Yâkub:

“Nereden geldin ve nereye gidiyorsun?" diye sordu. Kurt:

“Mısır topraklarından geldim, Cürcân yurduna gitmek istiyorum" karşılığını verince, Hazret-i Yâkub:

“Orada ne yapacaksın?" diye sordu. Kurt:

“Senden önceki peygamberlerin: «Allah, bir dostunu veya yakınını ziyaret edene her adımında bir milyon sevap yazar, bir milyon günahını da bağışlar, onu bir milyon derece yükseltir» dediklerini duydum" cevabını verince, Hazret-i Yâkub oğullarını çağırıp:

“Bu hadisi yazınız" dedi. Kurt, onlara hadisi okumayı reddedince, Hazret-i Yâkub:

“Neden onlara hadisi söylemiyorsun?" diye sordu. Kurt:

“Bunlar asidir" cevabını verdi.

Ebu'ş-Şeyh'in Mübârek'ten bildirdiğine göre İbn Sîrin'e, rüyasında misvak kullandığını gören kişinin her misvakı çıkarışında üzerinde kan görmesinin yorumu sorulunca:

“Allah'tan kork ve yalan söyleme" deyip:

“Üzerine başka bir kan bulaşmış olarak Yusuf'un gömleğini de getirmişlerdi" âyetini okudu.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Nefsiniz size emretti" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, bu âyeti "Nefsiniz size bu işi süsledi; artık bana güzelce sabır gerekir. Anlattığınız yalanlara ancak Allah'tan yardım istenir" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebi'd-Dünyâ, Kitabu's-Sabr'da, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Hibbân b. Ebî Cebele'den bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Artık bana güzelce sabır gerekir" âyeti sorulunca:

“O beraberinde hiçbir şikâyetin bulunmadığı bir sabırdır. Üzüntüsünü herkese yayan sabredemez" buyurdu.

Abdurrezzâk, Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Artık bana güzelce sabır gerekir" âyetinden kastedilen, içinde ümitsizlik ve endişe olmayan sabırdır.

İbn Ebî Hâtim, Hasan(ı Basrî'nin) şöyle dediğini bildirir. "Güzel sabır, içinde Allah'tan başkasına şikâyetin olmadığı sabırdır."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Sevrî'nin, bazı arkadaşlarından bildirdiğine göre şöyle denirdi:

“Üç şey sabırdandır: Sana acı veren şeyden ve musibetinden bahsetmemen, kendini de temize çıkarmamandır."

19

"Bîr kervan geldi, sucularını gönderdiler; sucu kovasını kuyuya saldı, «Müjde! İşte bir oğlan» dedi. Yusuf'u alıp onu ticari bir mal olarak sakladılar. Oysa Allah yaptıklarını bilir."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk, bu âyet hakkında der ki: Bir kervan gelip kuyunun yanında konakladı ve sucularını kuyuya gönderdiler. Sucu, kuyudan su çekerken Hazret-i Yûsuf'u çıkardı ve arkadaşlarına bir çocuk bulduğunu müjdeledi. Onun durumunu ve Rabbinin katındaki değerini bilmediklerinden dolayı, haram olmasına rağmen kendisini birkaç dirheme sattılar.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Sucularını gönderdiklerinde, sucu kovayı kuyuya sarkıtıp çekince, kovada çocuk çıktı. Bünun üzerine birbirlerini müjdelediler. Bu kuyu Beytu'l- Makdis'in kuyusudur ve yeri bellidir.

İbn Ebî Hâtim'in Ebû Ravk'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi, "Müjdeler olsun" mânâsındadır.

İbnu'l-Münzir, Ebû Ubeyd vasıtasıyla, Kisâî'den, Hamza'dan, onun da, A'meş ve Ebû Bekr'den bildirdiğine göre Âsim, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuştur.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Süddî'nin bu âyeti açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Sucunun arkadaşının ismi Büşrâ'ydı. Kişinin:

“Ey Zeyd" dediği gibi o da:

“Ey Büşrâ" demiştir."

Ebu'ş-Şeyh'in Şa'bî'den bildirdiğine göre sucu, adı Büşrâ olan bir adama seslenmişti.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Hazret-i Yûsuf'un kardeşleri, kendisini bulanlardan kardeşleri olduğunu gizlediler. Hazret-i Yûsuf ta kardeşlerinin kendisini öldürmesinden korkarak, kardeşleri olduğunu gizledi ve satılmayı tercih etti. Kardeşleri de kendisini düşük fiyata sattılar."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Katade'den bildirdiğine göre " âyeti, "Onu sattıklarını (başkalarından) gizlediler" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Onu beraberlerinde bulunan tüccar arkadaşlarından sakladılar" mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi: Sucu ve yanındakiler, arkadaşlarına "Bu bizimle birlikte bir ticaret malı olarak gönderildi" dediler. Onlara bu şekilde söylemelerine sebep ise kendileri ne ortak olmaları korkusu idi. Hazret-i Yûsuf'un kardeşleri, sucu ve arkadaşlarının peşinden giderek:

“Onu iyi bağlayın da kaçmasın" dediler. Mısır'a gittiklerinde Hazret-i Yûsuf:

“Kim beni satın alır da müjdelenir?" deyince, o zaman Müslüman olan kral kendisini satın aldı.

20

"Onu düşük bir fiyata, sayılı bir kaç dirheme sattılar. Bunların ona rağbetleri yoktu."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Sucu, kovasını kuyuya sarkıtıp Hazret-i Yûsuf'u çıkarınca, kardeşleri kendisini sattılar" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) âyetini açıklarken:

“Onu alıp satmak haram olduğu halde, satışından elde edilen paranın da yenilemeyeceği bilindiği halde kendi aralarında sattılar" demiştir.

İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette Hazret-i Yûsuf'u satın alanlardan kastedilenler (kuyunun yanından geçen) kervancılardır.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk, âyeti açıklarken:

“Onu haram bir bedel karşılığında sattılar. Hazret-i Yûsuf'u satmak ta, satın almak ta haramdı" demiştir.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi zulüm mânâsındadır. Hazret-i Yûsuf'u satmaları ve bedelini almaları kendileri için haramdı. Hazret-i Yûsuf yirmi dirheme satılmıştı.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali, buluntu çocuğun hür olduğuna hükmetmiş ve:

“Onu düşük bir fiyata, sayılı bir kaç dirheme sattılar. Bunların ona rağbetleri yoktu" âyetini okumuştur.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbrâhim(-ı Nehaî), bedeviye bir şey satmayı ve satın almayı kerih görmüş ve:

“Onu düşük bir fiyata, sayılı bir kaç dirheme sattılar. Bunların ona rağbetleri yoktu" âyetini okumuştur.

İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi az mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Şa'bî'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi az mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî ve Hâkim, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Yûsuf yirmi dirheme satın alınmıştır. Hazret-i Yûsuf ailesini Mısır'a çağırdığı zaman sayıları üç yüz doksan kişiydi. Bu üç yüz doksan kişinin erkekleri peygamber, kadınları ise sıddıkaydı. Vallahi! Hazret-i Musa ile (Mısır'dan) çıktıkları zaman sayıları altı yüz yetmiş bin kişiydi."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Onu düşük bir fiyata, sayılı bir kaç dirheme sattılar" âyetini açıklarken:

“Onu yirmi dirheme sattılar" demiştir.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Nevf eş-Şâmî el-Bikâlî'den aynı rivâyette bulunmuştur.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "...Onu düşük bir fiyata, sayılı bir kaç dirheme sattılar" âyetini açılarken:

“Hazret-i Yûsuf'un kardeşlerinden kendisini yirmi iki dirheme satın aldılar. Hazret-i Yûsuf'un kardeşleri on bir kişiydi" demiştir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Atiyye, "Onu düşük bir fiyata, sayılı bir kaç dirheme sattılar" âyetini açıklarken:

“Onu yirmi dirheme sattılar. Hazret-i Yûsuf'un kardeşleri on bir kişiydi ve her biri iki dirhem aldı" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Nuaym b. Ebî Hind, "Onu düşük bir fiyata, sayılı bir kaç dirheme sattılar" âyetini açıklarken:

“Onu otuz dirheme sattılar" dedi.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İkrime'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi az mânâsındadır. Hazret-i Yusuf'u da kırk dirheme sattılar.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Dahhâk'ın, "Bunların ona rağbetleri yoktu" âyetini açıklarken:

“Kardeşleri, onun peygamber olduğunu ve Allah katındaki değerini bilmedikleri için, Hazret-i Yûsufa rağbetleri yoktu" dediğini bildirir.

21

"Mısır da onu satın alan kimse karısına: «Ona güzel bak! belki bize faydası olur yahut ta onu evlat ediniriz» dedi. Biz işte böylece Yusuf'u o yere yerleştirdik; onar rüyaların nasıl yorumlanacağını öğrettik. Allah, işinde hakimdir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler"

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hazret-i Yusuf'u satın alan kişinin adı Kutfîr'dir.

Ebu'ş-Şeyh'in Şuayb el-Cebâî'den bildirdiğine göre Aziz'in hanımının adı Züleyha'dır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. İshâk:

“Hazret-i Yûsuf'u satın alan kişi, Atafîr b. Rûhayb'dır ve hanımının ismi de Râîl binti Re'âîl'dir" demiştir.

İbn ishâk, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Yûsuf'u Aziz'e satan kişinin ismi Mâlik b. Za'r'dır ve Medyeni'dir.. Hazret-i Yûsuf'u satacağı zaman:

“Sen kimsin?" diye sorunca, Hazret-i Yûsuf kim olduğunu ve nereli olduğunu söyledi. Mâlik, Hazret-i Yûsuf'un kim olduğunu bildi ve:

“Eğer daha önce söyleseydin seni satmazdım. Benim için dua et" dedi. Hazret-i Yûsuf dua edip:

“Allah ailene bereket versin" dedi. Mâlik'in hanımı on iki defa hamile kaldı ve her seferinde oğlan doğurdu."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Buna kıymet ver" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'den aynı rivayette bulunmuştur.

Saîd b. Mansûr, İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki:

“İnsanlar arasında en ileri, feraset sahibi üç kişi vardır. Bunlardan birincisi Hazret-i Yûsuf'taki özelliklerini farkedecek ferasete sahib olan ve:

“Ona güzel bak, belki bize faydası olur yahut ta onu evlat ediniriz" diyen Aziz, diğeri babasına Hazret-i Musa hakkında:

“Babacığım! Onu ücretli olarak tut; ücretle tuttuklarının en iyisi bu güçlü ve güvenilir adamdır" diyen kadın ve Hazret-i Ömer'i kendisinden sonra halife adayı gösterdiğinde Ebu Bekir'dir."

Abdurrezzâk ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde der ki:

“Bize bildirildiğine göre aziz, kralın işlerinden birini görüyordu." Kelbî der ki:

“Kralın aşçısından, sakisinden, seyisinden ve hapishane sorumlusundan Aziz sorumluydu."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyetinden kasıt, rüya yorumlamayı öğretmektir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre (.....) âyeti "Allah dilediğini yapar" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyeti arapçadır.

Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Allah, Yûsuf'u dilediği konuma getirmeye muktedirdir" mânâsındadır.

22

"Erginlik çağına erince ona hikmet ve bilgi verdik. İyi davrananları böyle mükafatlandırırız"

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Enbârî, el-Azdâd'da, Taberânî, M. el-Evsat'ta ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi, otuz üç yaşına girmek demektir.

İbn Ebî Hâtim'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, kırk yaşına girmek demektir.

İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, yirmi beş yaşma girmek demektir.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, otuz yaşına girmek demektir.

İbn Cerîr'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi, yirmi yaşına girmek demektir.

İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, on sekiz yaşına girmek demektir.

İbn Ebî Hâtim'in Rabîa'dan bildirdiğine göre (.....) kelimesi, ergenlik çağına girmek demektir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şa'bî der ki: (.....) kelimesi, ergenlik çağına girip, sevaplarının ve günahlarının yazılmasına başlanması demektir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir:

“Eşeddu'l- Hulum" peygamberlikten önce kendisine anlayış kabiliyeti, ilim ve aklın verilmesidir.

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen "iyi davrananlar" âyetinden kasıt, doğru yola girenlerdir.

23

"Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi, kapıları iyice kapattı ve «Haydi gel!» dedi. O da «(Hâşâ), Allah'a sığınırım! Zira kocanız benim velinimetimdir, bana güzel davrandı. Gerçek şu ki, zalimler iflah olmaz!» dedi"

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre "Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi..." buyruğunda bahsedilen kadın Aziz'in hanımıdır.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre Aziz'in hanımı, Hazret-i Yûsuf, ergenlik çağına gelince kendisinden murat almak istedi.

Abdurrezzâk, Buhârî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin Ebû Vâil'den bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, bu âyeti, (.....) şeklinde (.....) ve (.....) harfini üstün olarak okuyunca, kendisine:

“Bazıları bu âyeti (.....) şeklinde okuyorlar" dedik. İbn Mes'ûd:

“Beni bırakın. Ben bana okutulduğu gibi okuyorum" karşılığını verdi.

İbn Cerîr ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuştur.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana bu âyeti (.....) şeklinde okuttu. Bunun da mânâsı:

“Haydi gel" demektir."

Ebû Ubeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti, İbn Mes'ûd'un okuduğu gibi (.....) şeklinde okur ve:

“Aziz'in hanımı:

“Haydi gel" diyerek Hazret-i Yûsuf'u nefsine davet etti" derdi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi, "Haydi gel" mânâsındadır ve Kıptîcedir.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İkrime'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi Havrânicedir.

İbn Cerîr'in Süddî'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi Kıptîcedir.

İbn Cerîr'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi Süryanice bir kelime olup kadın bununla yanına gelmesi için kendisini çağırmaktadır.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, "Haydi gel" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'in, (.....) kelimesini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Kadın kendini Hazret-i Yûsuf'un önüne atıp yattı ve onu kendisiyle beraber olmak için çağırdı."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, Kadının, Hazret-i Yûsuf'u nefsine çağırdığı Arapça bir kelimedir.

Ebû Ubeyd, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'ih bildirdiğine göre Yahyâ b. Vessâb, bu âyeti, (.....) şeklinde:

“Senin için hazırlandım" mânâsında okumuştur.

Ebû Ubeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildirir: İbn Abbâs bu âyeti (.....) şeklinde:

“Senin için hazırlandım" mânâsında okumuştur.

Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona:

“Bana yüce Allah'ın, âyette geçen (.....) sözünün mânâsını söyle" deyince, İbn Abbâs:

“Senin için hazırlandım. Kalk ve ihtiyacını gider" demektir" cevabını verdi. Nâfi:

“Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir. "Tabi ki! Yoksa ühayhe el- Ensârî'nin:

Beni çağıran yaralıyı onunla korurum.

Delikanlılara haydi kalkın denilince" dediğini bilmez misin?"

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Vâil, bu âyeti (.....) şeklinde:

“Senin için hazırlandım" mânâsında okurdu.

İbn Cerîr, İkrime ve Ebû Abdirrahman'dan aynı rivâyette bulunmuştur.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Zir b, Hubeyş, bu âyeti (.....) şeklinde:

“Haydi gel" mânâsında okurdu. Ebû Ubeyd der ki:

“Kisâî, bu ibareyi Hicaz'a gelen Necd'lilerin kullandığını ve mânâsının da:

“Haydi gel" olduğunu söyledi.

Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir, Abdullah b. Âmir el-Yahsabî'nin, bu âyeti (.....) şeklinde, (.....) harfini esre, (.....) harfini ise üstün olarak okuduğunu bildirir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, (.....) âyetinden kadının kocasının kastedildiğini söyledi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Bekr b. Ayyâş, (.....) âyetinden kadının kocasının kastedildiğini söyledi.

24

"And olsun kî kadın Yusuf'a karşı istekli idi; Rabbin den bir işaret görmeseydi Yusuf da onu isteyecekti. İşte ondan kötülüğü ve fenalığı böylece engelledik. Doğrusu o bizim çok samimi kullarımızdandır."

Abdurrezzâk, Firyâbî, Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Kadın, Hazret-i Yûsuf'a istek duyunca süslendi sonra yatağına uzandı. Hazret-i Yûsuf ta kadını istedi ve o da bacakları arasında oturup elbiselerini çıkarmaya başladı. Bunun üzerine semadan:

“Ey Yâkub'un oğlu! Tüyleri yolunup tüysüz kalan kuş gibi olma" diye bir ses geldi, ama Hazret-i Yûsuf bu sesten ibret almadı. Sonunda Rabbinden işareti aldı. Yani Cibrîl'i, Hazret-i Yâkub suretinde parmaklarını ısırmış, onu tehdit eder halde görünce korktu ve şehveti parmak uçlarından çıktı. Hazret-i Yûsuf kapıya koşup onun kapalı olduğunu görünce ayağıyla vurup kapıyı açtı.

Kadın da peşinden koşup yetişerek gömleğini tutup çekerek yırttı. Bu sırada kadının kocasına rastladılar.

İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh ve Ebû Nuaym, el-Hitye'de bildiriyor: İbn Abbâs'a, Hazret-i Yûsuf'un kadına olan isteğinin hangi boyuta ulaştığı sorulunca şöyle cevap verdi:

“Uçkurunu çözdü ve onun önüne sünnetçinin oturuşu gibi oturdu. O zaman kendisine:

“Ey Yusuf! Tüylü olup ta zina edince tüysüz kalan kuş gibi olma" diye seslenildi.

Ebû Nuaym, el-Hilye'de, Ali b. Ebî Tâlib'in, (.....) âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: Hem kadın, hem Hazret-i Yûsuf birbirlerini arzuladılar ve Hazret-i Yûsuf uçkurunu çözecekken, kadın evin bir köşesinde inci ve yakutlarla süslü bir taç giydirilmiş bir puta kalkıp beyaz bir örtüyle üzerini kapattı. Hazret-i Yusuf ona:

“Ne yapıyorsun?" diye sorunca, kadın:

“Bu ilahımın beni bu şekilde görmesinden utanırım" cevabını verdi. Hazret-i Yûsuf:

“Sen, yemeyen ve içmeyen bir puttan utanırsın da, ben her canlının yaptığını gören ilahımdan utanmam mı!" dedikten sonra:

“Bir daha hiçbir zaman beni elde edemeyeceksin" dedi. Rabbinden aldığı işaretten kasıt budur."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Hazret-i Yûsuf, şalvarını çözdü ve kocanın, hanımının önünde oturuşu gibi oturdu. O zaman Hazret-i Yâkub kendisine görünüp eliyle göğsüne vurdu ve Hazret-i Yûsuf'un şehveti parmak uçlarından çıktı."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Hazret-i Yakub'un Hazret-i Yusuf'a görünmüş, eliyle onun göğsüne vurmuş ve Hazret-i Yusuf'un şehveti parmak uçlarından çıkmıştır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Evin ortasında babası Yâkub'un, büyük parmağını ısırmış bir şekilde sûretini gördü ve sırtını dönüp kaçarak: «Senin hakkına yemin olsun ki bir daha böyle bir şey yapmayacağım» dedi."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İkrime ve Saîd b. Cübeyr'in, (.....) âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Yusuf kemerini çözüp hain kimsenin oturduğu gibi kadının önünde oturunca, babasının parmaklarını ısırmış bir şekildeki sûretini gördü. Babası onu göğsünden itince Hazret-i Yusuf'un şehveti parmak uçlarından çıktı. Hazret-i Yâkûb'un bütün çocuklarının on iki çocuğu olmuştur. Bu şehveti sebebiyle Hazret-i Yûsuf'un sadece on bir çocuğu olmuştur."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Hazret-i Yûsuf'a Hazret-i Yâkûb'un sureti görünüp göğsüne vurunca Hazret-i Yusuf'un şehveti parmak uçlarından çıktı. Hazret-i Yâkub'un, Hazret-i Yûsuf dışındaki bütün çocuklarının on iki oğlu olmuş, Hazret-i Yûsuf'un ise sadece iki oğlu olmuştur."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan, (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi: Hazret-iYûsuf, Hazret-i Yâkub'un parmaklarını ısırmış:

“Ey Yûsuf! Ey Yûsuf!" dediğini gördü.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh bildiriyor: Katâde bu âyet hakkında şöyle dedi:

“Hazret-i Yûsuf, Rabbinin âyetlerinden birini gördü ve gördüğü âyet günahı işlemesine engel oldu. Bize bildirildiğine göre Hazret-i Yûsuf'a, Hazret-i Yâkub parmağını ısırmış ve:

“Ey Yûsuf! Sen sefihlerin yaptığını mı yapmak istiyorsun? Oysa sen Allah katında peygamberlerden yazılmışsın" derken gösterilmiştir. Hazret-i Yûsuf'un, Rabbinden aldığf işaret budur. Allah bu işaretle onun mafsallarında olan bütün şehvetini alıp çıkardı."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Muhammed b. Ka'b'ın, (.....) âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Yûsuf'a, Hazret-i Yâkub parmağını ısırmış ve:

“Ey Yûsuf b. Yâkub b. İshâk b. İbrâhim Halilu'r-Rahmân! İsmin peygamberler arasında yazıldığı halde sefihlerin yaptığını mı yapmak istiyorsun!" derken gösterilmiştir.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre Hazret-i Yûsuf, Hazret-i Yâkub'un sûretini duvarda gördü.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan der ki:

“Söylendiğine göre evin tavanı açıldı ve Hazret-i Yûsuf, Hazret-i Yâkub'un parmaklarını ısırdığını gördü."

Abdullah b. Ahmed, Zühd'ün zevâidinde, Hasan(-ı Basrî)'ın, "And olsun ki kadın Yusuf'a karşı istekli idi; Rabbin'den bir işaret görmeseydi Yusuf da onu isteyecekti..." âyetini açıklarken şöyle dediğni bildirir:

“Hazret-i Yûsuf onu isteyince:

“Ey Yûsuf! Başını kaldır" denildi. Hazret-i Yûsuf başını kaldırınca, evin tavanında bir sûretin:

“Ey Yûsuf! Sen peygamberler arasında yazılmışsın" dediğini gördü. Böylece Yüce Allah kendisini bu günahı işlemekten korudu."

Ebû Ubeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih der ki:

“Hazret-i Yûsuf evin tavanında Hazret-i Yâkub'un suretinin:

“Ey Yûsuf! Ey Yûsuf!" dediğini gördü.

İbn Cerîr, Zührî'nin vasıtasıyla Humeyd b. Abdirrahman'dan bildirdiğine göre Hazret-i Yûsuf'un gördüğü burhandan kasıt, Hazret-i Yâkub'dur.

İbn Cerîr, Kâsım b. Bezze'nin şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Yûsuf'a:

“Ey Yâkub'un oğlu! Zina edip tüysüz kalan kuş gibi olma" diye seslenildi, ama Hazret-i Yûsuf bu sese kulak asmadı. Tavana baktığı zaman Hazret-i Yâkûb'un parmağını ısırmış bir şekilde yüzünü gördü ve babasından utanarak korku içinde kalktı."

İbn Cerîr, Ali b. Buzeyme'den bildirir:

“Hazret-i Yâkub'un her oğlunun on ikişer çocuğu doğuyordu. Bu şehveti sebebiyle Hazret-i Yûsuf'un sadece on bir çocuğu olmuştur."

İbn Cerîr'in Şimr b. Atiyye'den bildirdiğine göre Hazret-i Yûsuf, Hazret-i Yâkub'un, parmağını ısırarak:

“Ey Yûsuf!" diyen sûretine bakınca, kadına yaklaşmaktan vazgeçip kalktı."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk der ki:

“Söylendiğine göre Hazret-i Yûsuf'a Hazret-i Yâkub'un sûreti gösterilince ondan utandı."

İbn Ebî Hâtim'in Evzâî'den bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Rabbin'den bir işaret görmeseydi Yusuf da onu isteyecekti..." âyetini açıklarken şöyle derdi:

“Allah'ın Kitab'ından yaptığı şeyi yasaklayan bir âyet gördü. Bu âyet kendisine bir duvarda gösterildi."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el- Kurazî der ki: Hazret-i Yûsuf'un gördüğü burhan, Allah'ın Kitab'ında olan şu üç ayettir:

“Oysa yaptıklarınızı bilen değerli yazıcılar sizi gözetlemektedirler. Değerli, dürüst kâtipler. Onlar, siz her ne yaparsanız bilirler.", "Ne iş yaparsan yap ve sizler ona dair Kur'ân'dan ne okursanız okuyun; ne yaparsanız yapın; yaptıklarınıza daldığınız anda, mutlaka Biz sizi görürüz. Yerde ve gökte hiçbir zerre Rabbinden gizli değildir. Bundan daha küçüğü veya daha büyüğü şüphesiz apaçık bir Kitab'dadır. İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir" ve "Herkesin yaptığını gözeten Allah, bunu yapamayan putlarla bir olur mu? Onlar Allah'a ortak koştular. De ki:

“Onlara bir ad bulun bakalım; yeryüzünde bilmediği bir şeyi mi Allah'a haber veriyorsunuz? Yoksa kuru sözlere mi aldanıyorsunuz?

Fakat inkar edenlere, kurdukları düzenler güzel gösterildi ve doğru yoldan alıkonuldular. Zaten Allah'ın saptırdığına yol gösteren bulunmaz."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b der ki:

“Hazret-i Yûsuf, evdeki duvarın bir tarafında, "Sakın zinaya yaklaşmayın; doğrusu bu çirkindir, kötü bir yoldur" yazılı olduğunu gördü."

İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih der ki:

“Hazret-i Yûsuf ve Aziz'in hanımı baş başa kalınca, aralarında üzerinde İbranice "Herkesin yaptığını gözeten Allah, bunu yapamayan putlarla bir olur mu..." âyetinin yazılı olduğu bir el göründü. El ortadan kaybolunca eski hallerine geri döndüler. O zaman el bir daha çıktı. Bu sefer üzerinde İbranice olarak "Oysa yaptıklarınızı bilen değerli yazıcılar sizi gözetlemektedirler. Değerli, dürüst kâtipler. Onlar, siz her ne yaparsanız bilirler" âyeti yazılıydı. El bir daha kayboldu ve onlar da eski hallerine geri döndüler. Bu sefer el üçüncü defa çıktı. Bu sefer de üzerinde "Sakın zinaya yaklaşmayın; doğrusu bu çirkindir, kötü bir yoldur" yazılıydı. El ortadan kaybolunca eski hallerine geri döndüler. O zaman el dördüncü defa ortaya çıktı. Bu sefer üzerinde İbranice olarak "Allah'a döndürüleceğiniz, sonra da herkese hak ettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin haksızlığa uğratılmayacağı bir günden sakının" âyeti yazılıydı. Bunun üzerine Hazret-i Yûsuf koşarak oradan uzaklaştı.

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen burhandan kasıt, meleğin sûretini görmesidir.

Ebu'ş-Şeyh ve Ebû Nuaym el-Hilye'de, Câfer b. Muhammed'in şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Yûsuf, Aziz'in hanımıyla eve girince evde bir put vardı. Kadın:

“Olduğun yerde dur da putların en büyüğünü örteyim. Çünkü ondan utanırım" deyince, Hazret-i Yûsuf:

“Bu kadın puttan utanıyor. Ben Allah'tan utanmaya daha müstahakım" deyip ondan yüz çevirerek uzaklaştı.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Abdurrahman b. Yezîd b. Câbir, "İşte ondan kötülüğü ve fenalığı böylece engelledik" âyetini açıklarken:

“ Âyette kastedilen, zina ve kötü ahlaktır" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh, Dahhâk'ın, "Doğrusu o bizim çok samimi kullarımızdandır" âyetini açıklarken:

“O, Allah ile beraber başka şeye ibadet etmeyen kişilerdendir" dediğini bildirir.

25

"İkisi de kapıya doğru koştular Kadın onun gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında onun kocasına rastladılar. Kadın dedi ki: Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmaktan veya elem verici bir işkenceden başka ne olabilir!"

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre hem Hazret-i Yûsuf, hem de kadın kapıya doğru koştular.

İbn Ebî Hâtim'in Yahyâ b. Zekeriyyâ b. Ebî Zâide'den bildirdiğine göre, Abdullah bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur.

İbn Cerîr, Zeyd b. Sâbit'in:

“Âyette geçen efendiden kasıt, kadının kocasıdır" dediğini bildirir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen efendiden kasıt, kadının kocasıdır. (.....) âyeti ise, "kapının yanında" mânâsındadır.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Nevf eş-Şâmî der ki:

“Hazret-i Yûsuf, kadının, kendisinden murad almak istediğini söylemek istememişti, ama kadın:

“Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmaktan veya elem verici bir işkenceden başka ne olabilir!" deyince, bu sefer kendisi de:

“Asıl kendisi benim nefsimden murat almak istedi" dedi.

Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'ın, âyette geçen, "Elem verici işkenceden" kastın bağlanmak olduğunu söylediğini bildirir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Hazret-i Yûsuf üç yerde yanıldı. Birincisi, kadına meyledince; buna sebeb zindana atıldı. İkincisi rüya yorumunu isteyen kişiye:

“Beni efendinin yanında an!" demesi üzerine hapiste bir kaç yıl daha kaldı. Diğeri ise kardeşlerine:

“Siz gerçekten hırsızlık yaptınız" dedirtmesi, onlar da buna karşılık:

“Eğer o çalmış bulunuyorsa, onun daha evvel bir kardeşi de çalmıştı" diye cevap vermişlerdi.

26

"Yusuf: «Asıl kendisi benim nefsimden murat almak istedi» dedi. Kadının akrabasından biri şöyle şahitlik etti; Eğer gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir, bu ise yalancılardandır"

İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyetinden kasıt, kadının ailesinden bir kişinin hakem olmasıdır.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre beşikteki bir bebek şahitlik yapmıştır.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre, şahitlik yapan kişi, evde olup yüce Allah'ın dile getirdiği bir bebekti.

Ahmed, İbn Cerîr ve Beyhakî, Delâil'de, İbn Abbâs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şu dört kişi küçükken konuşmuştur: Firavun'un kızının tarakçısının oğlu, Hazret-i Yusuf'un şahidi Cüreyc'in arkadaşı ve İsa b. Meryem" buyurduğunu nakleder.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre:

“Hazret-i İsa, Hazret-i Yûsuf'a şahitlik eden ve Cüreyc'in arkadaşı beşikteyken konuşmuşlardır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, Saîd b. Cübeyr'in:

“Şahitlik yapan kişi, beşiğinde olan bir bebekti" dediğini bildirir.

Abdurrezzâk, Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Şahitlik yapan bu kişi sakallı birisiydi" demiştir.

Firyâbî, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre şahitlik yapan bu kişi, kralın yakın ve özel adamlarından birisiydi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan:

“Şahitlik yapan kişi, akıllı ve ilim sahibi bir adamdı" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre şahitlik yapan bu kişi, kadının amcası oğlu olan hikmet sahibi biriydi.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde der ki:

“Bize bildirildiğine göre şahitlik yapan bu kişi, kadının amcası oğlu olan hikmet sahibi biriydi ve:

“Gömlek bunlar arasındaki hükmü verir. Eğer gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir, bu ise yalancılardandır. Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir. Bu ise doğru söyleyenlerdendir" demişti.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, İkrime'den aynı rivâyette bulunmuştur.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki:

“Onlara şahitlik eden kişi ne insan, ne de cindir. O, Allah'ın yaratıklarından biridir. Bir lafızda ise:

“Hazret-i Yûsuf'un gömleği arkadan yırtılmıştı ve şahitlikten kasıt odur" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Şa'bî der ki:

“Hazret-i Yûsuf'un gömleğinde üç mucize vardı. Gömleğin arkadan yırtılması, gömleğin babasının yüzüne sürülünce gözlerinin açılması ve gömleğe bulaştırdıkları sahte kanla geldiklerinde Hazret-i Yâkub'un, eğer onu kurt yemiş olsaydı gömleği de yırtması gerektiğini bilmesi."

27

Yok, eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, hanım yalan söylemiştir, o ise sadıklardandır.”

28

Hanımın kocası, Yûsuf’un gömleğinin arkadan yırtıldığını görünce:

“ (Ey hanım) bu söylediğin sözler, sizin hilenizdendir. Gerçekten siz kadınların hilesi, çok büyüktür.

29

"Ey Yusuf! Sen bundan (olanları söylemekten) vazgeç! (Ey kadın!) Sen de günahının affını dile! Çünkü sen günahkârlardan oldun."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre âyetin mânâsı:

“Ey Yûsuf! Bu olanlardan bahsetmekten vazgeç Ey kadın! Sen de günahının affını dile" şeklindedir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, (.....) âyetinin mânâsının:

“Bundan bahsetme" olduğunu söylemiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Aziz yumuşak biri olduğundan dolayı da, bu suçu işlemeye kalkışan hanımına:

“Sen de günahının affını dile! Çünkü sen günahkârlardan oldun" deyip yumuşak davranmıştır.

30

"Şehirdeki bazı kadınlar dediler ki: Aziz'in karısı, delikanlısının nefsinden murat almak istiyormuş; Yusuf'un sevdası onun kalbine işlemiş! Biz onu gerçekten açık bir sapıklık içinde görüyoruz"

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti "Yusuf'a olan sevdası kendisine galip geldi" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti "Yûsuf'a olan sevgisi kendisini öldürdü" demektir. (.....) öldüren sevgi mânâsındadır. (.....) ise bundan daha aşağı derecede olan sevgidir. (.....) kalbin perdesidir.

Tastî'nin İbn Abbâs 'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona:

“Bana yüce Allah'ın, âyette geçen (.....) sözünün mânâsını söyle" deyince, İbn Abbâs:

“Sevda kalbin zarı demektir- Kadının kalbi, Hazret-i Yûsuf'un sevgisiyle dolmuştu" cevabını verdi. Nâfi:

“Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir:

“Tabi ki! Yoksa Nâbiğa Benî Zebyân'ın:

"Kalbe öyle bir sevgi girmiş ki

Kalpteki zar gibi olan bu sevgiyi kaburgalar gizliyor" dediğini bilmez misin?"

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti "Yûsuf'a gönlünü kaptırdı" demektir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), bu âyeti, (.....) şeklinde okur ve şöyle derdi:

“Yusuf'a olan sevgisi kalbine işledi" mânâsındadır. Medineliler:

“Onun sevgisi içine işledi" derler.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Şa'bî, (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi: (.....) kelimesi seven, " kelimesi ise deli mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbrâhim en- Nehaî, bu âyeti (.....) şeklinde okur ve şöyle derdi: (.....) kalbin sevmesi mânâsındadır. (.....) ise hayvanın korkutulup ürkütülmesidir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Recâ, bu âyeti, (.....) şeklinde harfiyle okumuştur.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti, sevginin kalbine yapışmış olması mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân (.....) kelimesinin, kalbe bitişik olan ince deri (zar) olduğu söylenmiştir ve bu, beyaz bir deridir. İşte Yûsuf'un sevgisi kadının kalbindeki bu zarı delip kalbe ulaşmıştır.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Zeyd der ki: (.....) ve (.....) kelimeleri aynı değildir. (.....) nefrette, (.....) ise sevgide bulunur.

İbn Ebî Hâtim, Muhammed el-Abadânî'nin şöyle dediğini bildirir: Bir kişi Hazret-i Yûsuf'a:

“Seni seviyorum" deyince, Hazret-i Yûsuf:

“Beni Allah'tan başka kimsenin sevmesini istemiyorum. Babamın sevgisi sebebiyle kuyuya atıldım. Aziz'in hanımının sevgisi sebebiyle de hapse atıldım" karşılığını verdi.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, (.....) âyetini:

“Hazret-i Yûsuf'a duyduğu sevgi kalbinin içine kadar işlemişti" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İkrime, (.....) âyetini:

“Onun sevgisi, kalbinin zarının ta altına kadar geçmiş" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk, (.....) âyetini:

“Onun sevgisinden helak oldu" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre A'rec, bu âyeti, (.....) şeklinde harfiyle okumuş ve: (.....) kelimesi Arapça değildir ve ancak, Hazret-i Yûsuf onu seviyorsa söylenebilir" demiştir.

31

"Kadın, onların dedikodusunu duyunca, onlara dâvetçi gönderdi; onlar için dayanacak yastıklar hazırladı. Onlardan herbirine bir bıçak verdi. (Kadınlar meyveleri soyarken Yusuf a): «Çık karşılarına!» dedi. Kadınlar onu görünce, onun büyüklüğünü anladılar. (Şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve dediler ki: «Hâşâ Rabbimiz! Bu bir beşer değil... Bu ancak üstün bir melektir!»"

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) konuşmalarını duyunca" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân, âyette geçen (.....) âyetini açılarken:

“Kur'ân'da geçen her (.....) kelimesi «Onların amelleri, yaptıkları» anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti şöyle açıkladı:

“Onlar için bir meclis oluşturdu. Onların geleneğine göre sofra kurulduğu zaman yemek yemesi için herkese bir bıçak verilirdi. Kadınlar Hazret-i Yusuf yanlarına çıkıp da onu gördüklerinde âdeta öyle büyülendiler ki, gözlerini üzerinden ayıramadılar ve farkında olmadan yiyecekleri doğruyormuş sanarak ellerini kestiler."

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre, Aziz'in hanımı onlara turunç verip her birine birer de bıçak verdi. Kadınlar Hazret-i Yusuf yanlarına çıkıp da onu gördüklerinde âdeta öyle büyülendiler ki, gözlerini üzerinden ayıramadılar ve farkında olmadan turuncu doğruyormuş sanarak ellerini kestiler.

Müsedded, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“kir Turunç demektir" der ve bu kelimeyi şeddesiz okurdu.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi yiyecek mânâsındadır.

Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir'in başka bir kanalla bildirdiğine göre Mücâhid, kelimesinin turunç mânâsında olduğunu söyledi.

Ebû Ubeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in üçüncü bir kanalla bildirdiğine göre Mücâhid, bu kelimeyi (.....) kelimesi yiyecek mânâsındadır" şeklinde şeddeli olarak okumuş ve bunun yemek olduğunu söylemiştir. Bu kelimeyi (.....) şeklinde okuyanlar ise turunç mânâsını vermişlerdir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Seleme b. Temmâm Ebû Abdillah eş- Şakarî'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi Habeşçedir. Habeşiler, turunca bu adı vermişlerdir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebân b. Tağlib'in, bu âyeti (.....) şeklinde muhaffef olarak okuyup turunç mânâsını vermiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Onlara yiyecek, içecek ve yastık hazırladı" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, bıçakla kesilen her şey mânâsındadır.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Dahhâk'tan aynı rivâyette bulunmuştur.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Zeyd der ki:

“Kadınlara turunç ve bal verdi. Kadınlar turuncu bıçakla kesiyor ve balla yiyorlardı. Hazret-i Yûsuf'a:

“Çık karşılarına" denilince, Hazret-i Yûsuf kadınların yanına çıktı. Onu gördüklerinde büyüklüğünü anlayıp şaşkınlık içinde kalarak akıllan başlarından gitti ve farkında olmadan bıçakla, turuncu kestiklerini zannederek ellerini kesmeye başladılar ve:

“Hâşâ Rabbimiz! Bu bir beşer değil... Bu ancak üstün bir melektir!" dediler.

İbn Ebî Hâtim, Dureyd b. Mucâşi' vasıtasıyla, hocalarından birinin şöyle dediğini bildirir: Aziz'in hanımı kâhyasına:

“Yusuf'a beyaz elbise giydirip onu bu şekilde kadınların bulunduğu odaya götür. Güzel olan, beyazlar içinde olduğu zaman en güzel şekilde görünür" dedi. Kadınlar elerindekini keserken Hazret-i Yûsuf'u yanlarına soktu. Hazret-i Yûsuf'u gördüklerinde ellerini kestiler ve ona bakmaktan dolayı bunun farkına varmadılar. Ona ön taraftan baktıktan sonra Aziz'in hanımı geri dönmesini işaret etti ve Hazret-i Yûsuf geri dönünce onu arkadan da gördüler. Bu sırada ellerini kestiler ve Hazret-i Yûsuf'a bakmaktan, ellerinin kesilmesinin acısını hissetmediler. Hazret-i Yûsuf dışarıya çıkınca ellerine baktılar ve acıyı hissedip feryad etmeye başladılar. O zaman Aziz'in hanımı onlara:

“Siz onu bir an görmekle böyle yaptınız, ya ben ne yapacağım?" dedi. Bunun üzerine kadınlar:

“Hâşâ Rabbimiz! Bu bir beşer değil... Bu ancak üstün bir melektir!" dediler.

Ebu'ş-Şeyh, Abdulazîz b. el-Vezîr b. el-Kumeyt b. Zeyd b. el-Kumeyt'ten, o babasından, o da dedesinin şöyle dediğini bildirir: Dedem Kumeyt, (.....) âyetini açıklarken "Onu görünce asude oldular" deyip şu beyti söyledi:

Atlar onu dağm tepesinden görünce

Asude bir şekilde kişneyip hızla aşağı koştular.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Abdussamed b. Ali b. Abdillah b. Abbâs vasıtasıyla, babasından, İbn Abbâs'ın, (.....) âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Yûsuf yanlarına çıkınca sevinçten hayız oldular. Şair bu konuda şöyle der:

Biz kadınlara temiz oldukları vakit varırız da

Ancak hayız olduklarında, asla kadınlara yaklaşmayız.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti şöyle açıklamıştır: Kadınlar onu görünce, onun gerçekten büyük bir güzelliğe sahib birisi olduğunu anladılar. Ellerini kestiler ve:

“Allah'ı tenzih ederiz! Bu bir insan değildir. Bu ancak çok şerefli bir melektir" dediler.

İbn Ebû Dâvud el-Mesâhifte ve Hatîb Tâli't-Talhîs'te, Esîd b. Yezîd'den bildirdiğine göre bu âyet, Hazret-i Osmân'ın mushafında (.....) âyeti elif harfi olmadan geçmektedir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'l-Huveyris el-Hanefî bu âyeti (.....) şeklinde:

“Bu satın alınacak biri değildir" mânâsında okumuştur.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre "Bu bir beşer değil... Bu ancak üstün bir melektir!" âyeti:

“Bu o kadar güzeldir ki ancak meleklerden bir melek olabilir" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem der ki: Kadınlar oturup dinlendikten sonra kâhyasına:

“Onlara turunç ve birer bıçak ver" dedi. Kâhya kadınlara turunç ve bıçak verince, turunçları kesip yemeye başladılar. Aziz'in hanımı:

“Yûsuf'a bakmak ister misiniz?" diye sorunca, onlar:

“Nasıl istersen" cevabını verdiler. Kâhyasına emir verdi ve kâhya Hazret-i Yûsuf'u kadınların yanına soktu. Kadınlar Hazret-i Yûsuf'u görünce farkında olmadan turunçlarla beraber parmaklarını kesmeye başladılar. Hazret-i Yûsuf'un güzelliğine daldıklarından dolayı da hiç acı hissetmediler., Hazret-i Yûsuf oradan çıkınca Aziz'in hanımı:

“Kendisi dolayısı ile beni kınadığınız işte budur. Onu size gösterdiğimde farkında olmadan ellerinizi kestiniz" dedi. Kadınlar ellerine bakınca ağlayıp bağırmaya başladılar. Aziz'in hanımı:

“Ya ben ne yapayım!" deyince, kadınlar:

“Bu bir beşer değil... Bu ancak üstün bir melektir!" bu gördüğümüzden sonra yaptıklarından dolayı seni ayıplamayız" karşılığını verdiler.

Ebu'ş-Şeyh, Münebbih'ten, babasının şöyle dediğini bildirir:

“Ellerini kesen kadınlardan on dokuz tanesi, (Hazret-i Yûsuf'a âşık olup) karasevdadan öldüler."

Ahmed, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Hâkim'in Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hazret-i Yûsuf ve annesine güzelliğin yarısı verilmiştir" buyurdu.

İbn Sa'd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Taberânî, İbn Mes'ûd'un:

“Hazret-i Yûsuf ve annesine güzelliğin üçte biri verilmiştir" dediğini bildirir.

Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usuî'da, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş- Şeyh ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Hazret-i Yûsuf'un yüzü yıldırım gibi parlıyordu. Yanına bîr kadın bir ihtiyaç için geldiğinde, Hazret-i Yûsuf, kendisine aşık olmaması için yüzünü kapatırdı."

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Yûsuf ve annesine insanların güzelliğinin, yüzlerinin beyazlığının ve başka özelliklerinin üçte biri verilmiştir."

Ebu'ş-Şeyh, İshâk b. Abdillah'ın şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Yûsuf, Mısır sokaklarında yürüdüğü zaman, suyun ve güneşin parıltısının duvarda yansıdığı gibi yüzünün parıldısı duvarlara yansırdı."

İbn Cerîr'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hazret-i Yûsuf ve annesine dünya halkının güzelliğinin üçte biri, diğer insanlara da üçte ikisi verilmiştir" buyurdu.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Allah güzelliği on kısma bölmüş, bunun üçünü Havva'ya, üçünü Sâre'ye, üçünü Hazret-i Yûsuf'a, birini de diğer insanlara vermiştir. Sâre yeryüzü halkının en güzel ve en kıskanç kadınlarındandı."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Rabîa el-Curaşî'nin şöyle dediğini bildirir:

“Güzellik ikiye ayrılmış ve yarısı Hazret-i Yûsuf ile Sâre'ye verilmiş, kalan yarısı da diğer insanlar arasında taksim edilmiştir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki:

“Güzellik üçe bölünmüş, biri Hazret-i Yûsuf'a, kalan üçte ikisi ise diğer insanlara verilmiştir. Hazret-i Yûsuf insanların en güzeliydi."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki:

“Hazret-i Yusuf'un güzellik yönünden diğer insanlara üstünlüğü, dolunayın semadaki yıldızlara olan üstünlüğü gibidir."

Hâkim'in bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr) der ki:

“Allah, Hazret-i Yûsuf'a güzelliğin üçte ikisini, diğer kullarına da üçte birini vermiştir. Hazret-i Yûsuf, Hazret-i Âdem'in yaratıldığı günkü şekline benziyordu. Hazret-i Âdem isyan edince, kendisinden nur, parlaklık ve güzellik alınmış, tövbenin güzelliğinin üçte biri verilmiştir. Hazret-i Yûsuf'a da tövbenin güzelliğinin üçte ikisini ve rüya yorumlama kabiliyetini vermiştir. Hazret-i Yûsuf tebessüm ettiği zaman, dişlerindeki ışığı görürsün."

32

"Kadın dedi kî: İşte hakkında benî kınadığınız şahıs budur. Ben onun nefsinden murat almak istedim. Fakat o, (bundan) şiddetle sakındı. Andolsun, eğer o kendisine emredeceğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve elbette sürünenlerden olacaktır!"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi "Kaçınmak" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi "Karşı gelmek" mânâsındadır.

33

"(Yusuf:) Rabbim! Bana zindanr bunların benden istediklerinden daha iyidir! Eğer onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder ve cahillerden olurum! dedi"

Suneyd, Tefsir'de ve İbn Ebî Hâtim, İbn Uyeyne'nin şöyle dediğini bildirir:

“Mağdurun duasına icabet edilir. Hazret-i Yûsuf'u görmüyor musun? O "Rabbim! Bana zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir" demişti. (Hapse giridiği zaman kralın sakisine:

“Beni efendinin yanında an" deyince, Cibrîl gelip kendisine bir kayanın içini gösterip:

“Ne görüyorsun?" diye sordu. Hazret-i Yûsuf:

“Birşeyler yiyen bir karıncayı görüyorum" cevabını verince, Cibrîl:

“Rabbin diyor ki:

“Ben bu karıncayı unutmamışken, seni mi unutacağım! Ben «Rabbim! Bana zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir» dediğin için seni hapsettim" dedi.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, "Eğer onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder ve cahillerden olurum" âyetinin, "Onların hilesini ancak sen çevirebilirsin. Benim buna gücüm yetmez" mânâsında olduğunu söylemiştir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Onlara tâbi olurum" mânâsındadır.

Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti:

"Onlara uyarım" mânâsındadır.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Amr b. Murre der ki:

“İster kasıtlı, ister bilmeden herhangi bîr günah işleyen, o günahı işlerken cahildir. Hazret-i Yûsuf'un:

“Onlara meyleder ve cahillerden olurum" dediğini görmüyor musun? Hazret-i Yûsuf zinanın haram olduğunu ve ancak cahilliği sebebiyle böyle bir şey yapabileceğini biliyordu.

34

"Rabbî onun duasını kabul etti ve hilelerini ondan uzaklaştırdı. Çünkü O, çok îyı işiten, pek iyi bilendir"

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Bekr b. Abdillah der ki: Aziz'in hanımı Hazret-i Yûsuf'un yanına girince onu tanıdı ve:

“Kendisine itaat etmekle köleleri kral, isyan etmekle de kralları köle yapan Allah'a hamd olsun" dedi.

35

"Sonunda (Aziz ve arkadaşları) kesin delilleri görmelerine rağmen (halkın dedikodusunu kesmek için yine de) onu bir zamana kadar mutlaka zindana atmaları kendilerine uygun göründü"

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İkrime der ki: İbn Abbâs'a, "Sonunda (Aziz ve arkadaşları) kesin delilleri görmelerine rağmen (halkın dedikodusunu kesmek için yine de) onu bir zamana kadar mutlaka zindana atmaları kendilerine uygun göründü" buyruğundaki delillerin ne olduğunu sorduğumda şöyle cevap verdi:

“Bu soruyu senden önce kimse sormamıştı. Gömleğin yırtılması, Aziz'in hanımının, Hazret-i Yûsuf'un bedenindeki izi, kadınların parmağını kesen bıçak izleri ve Aziz'in hanımının: »Eğer onu zindana atmazsan halk kendisinin masum olduğuna inanır» bu delillerdendir."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime:

“Gömleğin arkadan yırtılması ve yüzünün tırmalanması delillerdendir" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Âyetteki delillerden kasıt, gömleğin arkadan yırtılmasıdır" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre delillerden bit tanesi de bebeğin konuşmasıdır.

İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre delillerden kasıt, kadınların ellerini kesmeleri ve gömleğin yırtılmasıdır.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İkrime der ki: Görüş sahibi birisi Aziz'e:

“Bu köleyi bırakırsan, halka çıkıp suçsuz olduğunu söyleyerek olayı anlatır. Kadın ise evinden çıkmadığından dolayı, halk Yûsuf'a onanır ve aileni rezil ederler" deyince, Aziz, Hazret-i Yûsuf'un hapsedilmesini emretti.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Hâkim, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Yûsuf üç defa cezalandırıldı: Birincisi, Aziz'in hanımına meyledince hapsedilerek cezalandırıldı. İkincisi rüya yorumunu isteyen kişiye:

“Beni efendinin yanında an" demesi üzerine hapiste bir kaç yıl daha kaldı ve hapis süresinin uzamasıyla cezalandırıldı. Diğeri ise kardeşlerine:

“Siz gerçekten hırsızlık yaptınız" demesi üzerine, onlar da buna karşılık:

“Eğer o çalmış bulunuyorsa, onun daha evvet bir kardeşi de çalmıştı" diye cevap vererek (hırsızlıkla itham edilerek) cezalandırıldı."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, İkrime'nin, "Onu bir zamana kadar mutlaka zindana atmaları kendilerine uygun göründü" buyruğundaki:

“bir zamana kadar" sözünden kasıt yedi yıldır" dediğini bildirir.

İbnu'l-Enbârî el-Vakf ve'l-İbtidâ'da ve Hatîb Tarih'te, Abdurrahman b. Ka'b b. Mâlik'ten, babasının şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Ömer, bu âyeti (.....) şeklinde okuyan birisini görünce kendisine:

“Bunu sana kim okuttu?" diye sordu. Adam:

“İbn Mes'ûd okuttu" cevabını verince, Hazret-i Ömer:

“Bu âyet (.....) şeklinde okunur" deyip İbn Mes'ûd'a şöyle yazdı:

“Allah'ın selamı üzerine olsun. Derim ki; Allah Kur'ân'ı indirmiş ve onu apaçık Arapça yapmıştır. Onu Kureyş'in diliyle indirmiştir. Bu mektubum sana geldiğinde, insanlara Kur'ân'ı Kureyş'in diliyle okut. Huzeyl kabilesinin diliyle okutma."

36

"Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girdi. Onlardan biri dedi ki: «Ben (rüyada) şarap sıktığımı gördüm.» Diğeri de: «Ben de başımın üstünde kuşların yemekte olduğu bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bunun yorumunu bize haber ver. Çünkü biz seni güzel davrananlardan görüyoruz» dedi"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girdi..." âyetini açıklarken:

“Onunla hapse girenlerden biri kralın aşçısı, diğeri ise sakisiydi" demiştir.

İbn Cerîr, Katâde'den aynı rivâyette bulunmuştur.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. İshâk'ın, "Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girdi..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Mısır'ın en büyük krallarından olan Reyyân b. el-Velîd'in iki kölesi vardı ve bunlardan biri onun sakisi, öbürü de diğer bazı işleriyle meşgul oluyordu. Bunlardan saki olanın adı Nebû, diğerinin adı ise Mecles'ti. Bir gün onlara kızıp hapse atınca, Hazret-i Yûsuf'u gördüler ve:

“Ey genç! Vallahi seni gördüğümüz anda sevdik" dediler."

İbn İshâk der ki: Abdullah b. Ebî Necîh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre onlar Hazret-i Yûsuf'a böyle deyince, Hazret-i Yûsuf:

“Allah için sizden beni sevmemenizi istiyorum. Vallahi kim beni sevdiyse onun yüzünden başım belaya girdi. Halam beni sevdi, bu sevgiden dolayı başıma belâ geldi. Sonra babam beni sevdi, bu sevgiden dolayı başıma belâ geldi. Aziz'in hanımı beni sevdi bu sevgiden dolayı dolayı başıma belâ geldi. Ne olursunuz ey Allah'ın mübarek kulları!" dedi; ama onlar yine de onu sevmekten vazgeçmediler ve onun anlayışına ve aklına hayran kaldılar. Hapse atıldıklarında ikisi de rüya görmüşlerdi. Mecles, başının üzerinde ekmek taşıdığını ve kuşların ondan yediğini gördü. Nebû ise şaraplık üzüm sıktığını gördü. Hazret-i Yûsuf'tan, gördükleri rüyaları yorumlamasını istediler ve:

“Bize bunu yorumla; senin iyi bir kimse olduğunu görüyoruz" dediler. Hazret-i Yûsuf:

“Rabbimin bana öğrettiği bilgi ile, daha yiyeceğiniz yemek gelmeden size onu yorumlarım" deyip onlara Allah'a iman etmeye ve İslam'a davet etti ve:

“Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli tanrılar mı daha iyir yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı?" Yani, bir ilaha mı ibadet etmeniz daha hayırlıdır, yoksa size bir faydası olmayan değişik ilahlara tapmanız mı?" dedi. Sonra, Mecles'e:

“Sen, asılacaksın ve kuşlar başından yiyecektir", Nebû'ya ise:

“Sen ise eski işine geri döneceksin ve efendin senden razı olacaktır. "Sorduğunuz iş işte böylece kesinleşmiştir" dedi.

Vekî'nin, el-Ğuraf da, Amr b. Dînar'dan bildirdiğine göre Hazret-i Yûsuf:

“Hiç kimse, sevgi dolayısıyla benim karşılaştığım şeyle karşılaşmamıştır. Babam beni sevdi, bu sebeple kuyuya atıldım. Aziz'in hanımı beni sevince ise zindana atıldım" dedi.

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Ben (rüyada) şarap sıktığımı gördüm" âyeti:

“Üzüm sıktığımı gördüm" mânâsındadır.

Buhârî Tarih'te, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Enbârî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, bu âyeti (.....) şeklinde okumuş ve:

“Vallahi! Bunu Allah'ın Resûlünden böyle öğrendim" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk, (.....) âyetini, "üzüm sıktığımı gördüm" şeklinde açıklamış ve Ummanlılann uzume " dediğini söylemiştir.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, âyette geçen (.....) kelimesinin "Yorumlamak" olduğunu söylemiştir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Ummanlılar üzüme (.....) derler. "Çünkü biz seni güzel davrananlardan görüyoruz, dedi" âyetinden kastedilen ise şudur; Hazret-i Yûsuf, onların üzgün olanını teselli eder, hastalarını tedavi ederdi. Aynı zamanda onun çok ibadet ettiğini görüp kendisini sevdiler. Hazret-i Yusuf zindana girince, dışarıya çıkmaktan ümidini kesmiş ve çok üzgün bir topluluk görüp:

“Müjdelenin. Sabrederseniz karşılığını alırsınız. Bu çektiğinizin bir karşılığı ve sevabı vardır" dedi. Onlar:

“Ey genç! Allah seni mübarek kılsın. Yüzün, yaratılışın ve huyun ne güzel. Senin komşuluğun bize bereket getirdi. Bize geldiğinden beri, buradan başka bir yerde olmayı istemiyoruz. Çünkü sen bize, ecrin verileceğini ve hapsin kefaret olacağını haber verdin. Sen kimsin ey genç?" deyince, Hazret-i Yusuf:

“Benim adım Yusuf'tur Allah'ın saf ve seçilmiş kulu Yâkub'un oğluyum. O da Allah'ın kurbanı İshak'ın, o da Allah'ın dostu İbrahim'in oğludur" cevabını verdi. Hazret-i Yusuf hapishanede çok sevildiği için hapishane müdürü:

“Ey genç! Eğer gücüm yetseydi, seni hapisten çıkarırdım. Fakat sana hapishanede çok iyi davranacağım. İstediğin hücrede kalabilirsin" dedi.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Hazret-i Yusuf hapistekilere dua edip:

“Allahım! İmtihanlarını uzatma ve acı günleri kendilerine kolaylaştır" derdi.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İman'da bildirdiğine göre Dahhâk'a, "Çünkü biz seni güzel davrananlardan görüyoruz, dedi" âyeti hakkında:

“Hazret-i Yûsuf hangi konularda iyi davranmıştı?" diye sorulunca:

“Hapishanede bir kimse hastalandığında hemen onun yardımına koşar, yeri dar olan birine, geniş yer bulmak için çalışır ihtiyacı olanın ihtiyacını gidermeye çalışırdı" cevabını vermiştir.

37

"(Yusuf) dedi kî: Sîze yedirîlecek yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerîndendîr. Şüphesiz ben Allah'a inanmayan bir kavmin dinînden uzaklaştım. Onlar âhireti inkâr edenlerin kendileridir"

Ebû Ubeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Size yedirîlecek yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Onların rüyasını tabir etmek istemedi ve kendilerine bilgin olduğunu göstermek için başka şekilde cevap verdi. Kral birini öldürmek istediği zaman ona belli bir yemek yapıp gönderirdi. Bu sebeple Hazret-i Yusuf:

“Size yedirilecek yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Şüphesiz ben Allah'a inanmayan bir kavmin dininden uzaklaştım. Onlar âhireti inkâr edenlerin kendileridir. Atalarım İbrahim, İshak ve Yâkub'un dinine uydum. Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize yaraşmaz. Bu, Allah'ın bize ve insanlara olan lütfundandır. Fakat insanların çoğu şükretmezler" şeklinde cevap verdi. Rüya gören, gördüğü rüyanın tabir edilmesinde ısrar edince ise yine rüyayı tabir etmek istemedi ve:

“Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı? Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler" dedi. Yine ısrar edip rüyalarını tabir etmesini isteyince bu sefer Hazret-i Yusuf gördükleri rüyaları yorumladı.

38

"Atalarım İbrahim, İshak ve Yâkub'un dinine uydum. Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize yaraşmaz. Bu, Allah'ın bize ve insanlara olan lütfundandır. Fakat insanların çoğu şükretmezler."

Tirmizî, Hâkim, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kerîm oğlu Kerîm oğlu Kerim oğlu Kerim: İbrahim oğlu Yâkub oğlu İshak oğlu Yusuf tur" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Ahvas der ki:

“Esmâ b. Hârice el-Fezârî bir adamla üstünlük yarışına girip:

“Ben, üstün insanların çocuğuyum" deyince, İbn Mes'ûd:

“Senin dediğin vasıflara sahib olan kişi, Allah'ın dostu İbrahim'in oğlu olan Allah'ın kurbanı İshak'ın oğlu Yâkub'un oğlu Yusuf'tur" karşılığını verdi.

Hâkim'in bildirdiğine göre bir kişi Hazret-i Ömer'in yanına girmek için izin isteyince, Hazret-i Ömer:

“Sen kimsin?" diye sordu. Adam:

“Falan oğlu falan oğlu falanım" deyip Cahiliyenin ileri gelenlerinden bazılarının adını sayınca, Hazret-i Ömer:

“Sen, Yusuf. b. Yâkub b. İshâk b. İbrahim misin?" diye sordu. Adam:

"Hayır" cevabını verince ise Hazret-i Ömer:

“O hayırlıların oğlu, sen ise şerlilerin oğlusun. Sen bana cehennem ahalinin dağlarının adını sayıyorsun" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, dedeyi baba makamında sayar ve:

“İsteyenle (bu konuda) Haceru'l-Esved'in yanında lanetleşiriz. Allah, ne dedeyi ne de nineyi zikretmemiş ve Hazret-i Yusuf'un diliyle:

“Babalarım (Atalarım) İbrahim, İshak ve Yakub'un dinine uydum" buyurmuştur" derdi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs "Bu, Allah'ın bize ve insanlara olan lütfundandır" âyetini açıklarken:

“Allah bize peygamber olarak göndermekle ihsanda bulunmuş ve bizim peygamber olarak gönderilmemizle de insanlara lütufta bulunmuştur" demiştir.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "Bu, Allah'ın bize ve insanlara olan lütfundandır" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“İnsan, Allah'ın üzerindeki nimetlerinden dolayı şükreder. Aynı zamanda Allah'ın insanlar üzerindeki nimetlerinden dolayı da şükreder. Bize bildirildiğine göre Ebu'd- Derdâ:

“Nice kişiler vardır ki, farkında olmadan kendisine nimeti vermeyen kişiye şükreder. Nice ilim sahibi vardır ki âlim değildir" demiştir.

39

Bkz. Ayet:40

40

"Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı? Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler."

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre Hazret-i Yûsuf, zindan arkadaşlarından birinin öldürüleceğini anlayınca onlara, Rablerinin kendileri için takdir ettiği şeye âhiretteki nasiplerine razı olmayı tavsiye etmiştir.

İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Ey zindan arkadaşlarım!" diyen kişi Hazret-i Yûsuf'tur.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Ebu'l-Âliye'nin, "Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“İslam dini, Allah'a karşı ihlâslı olup ona hiçbir şeyi ortak koşmama temeli üzerine inşa edilmiştir."

Ebu'ş-Şeyh'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyetini:

“Dosdoğru söz budur" şeklinde açıklamıştır.

41

"Ey zindan arkadaşlarım! (Rüyalarınıza gelince), biriniz (daha önce olduğu gibi) efendisine şarap içirecek; diğeri ise asılacak ve kuşlar onun başından (beynini) yiyecekler. Yorumunu sorduğunuz iş (bu şekilde) kesinleşmiştir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime der ki: Adam Hazret-i Yûsuf'a gelip:

“Rüyamda bir üzüm çubuğu ektiğimi, bu üzümlerin yetişerek salkım salkım üzüm verdiğini ve benim de bu üzümleri sıkıp krala içirdiğimi gördüm" deyince, Hazret-i Yûsuf:

“Zindanda üç gün kalacaksın. Sonra çıkıp krala içki sunacaksın" karşılığını verdi.

İbn Cerîr'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, efendisi mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Yûsuf ile beraber zindanda olanlar rüya görmediler. Bu rüyaları, Hazret-i Yûsuf'un ilmini denemek için uydurdular. Hazret-i Yûsuf anlattıkları rüyaları yorumlayınca da:

“Biz seninle şaka yapıyorduk, rüya görmedik" dediler. Hazret-i Yûsuf:

“Yorumunu sorduğunuz iş (bu şekilde) kesinleşmiştir" karşılığını verdi. Hazret-i Yûsuf'un yorumu gerçekleşti ve zindan arkadaşları hakkında dedikleri oldu.

Ebû Ubeyd, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Midez:

“Hazret-i Yûsuf'a rüya gördüğünü söyleyen iki kişiden biri yalan söylemişti" demiştir.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre, onlar:

“Biz rüya görmedik. Seninle şaka yapıyorduk" deyince, Hazret-i Yûsuf:

“Yorumunu sorduğunuz iş (bu şekilde) kesinleşmiştir" karşılığını verdi ve anlattıkları rüyalara Hazret-i Yûsuf'un yaptığı yorumlar gerçekleşti.

Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre Hazret-i Yûsuf, aşçıya:

“Asılacaksın ve kuşlar başından yiyecek" dedi. Sakiye de:

“Sen ise eski işine geri döneceksin" dedi. Hazret-i Yûsuf rüyalarını bu şekilde yorumlayınca onlar:

“Biz rüya görmedik" dediler. Bunun üzerine Hazret-i Yûsuf:

“Yorumunu sorduğunuz iş (bu şekilde) kesinleşmiştir" dedi.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre ikrime bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur.

42

"Onlardan, kurtulacağını sandığı kimseye dedi ki: «Beni efendinin yanında an, (umulur ki beni çıkarır).» Fakat şeytan ona, efendisine anmayı unutturdu. Dolayısıyla (Yusuf), birkaç sene daha zindanda kaldı"

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Sâbit'ten bildirdiğine göre âyette geçen  (.....) kelimesinden kasıt, kraldır.

İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesinden kasıt, kraldır.

İbn Cerîr, İbrâhim et-Teymî'nin şöyle dediğini bildirir: Serbest bırakılacak kişi kapının yanına getirilince, Hazret-i Yûsuf'a:

“Bana isteğini söyle" dedi. Hazret-i Yûsuf:

“Senden isteğim, beni efendinin yanında anmandır" karşılığını verdi. Burada kastedilen efendi, Hazret-i Yûsuf'u satın alan kişi değildir.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Onlardan, kurtulacağını sandığı kimseye dedi ki" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Rüya yorumu zanna dayanır. Allah bundan dilediğini gerçekleştirir, dilediğini de gerçekleştirmez."

İbn Ebi'd-Dünyâ, el-Ukûbâfta, İbn Cerîr, Taberânî ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Eğer Yûsuf o sözü (Beni efendinin yanında an) dememiş olsaydı zindanda bu kadar uzun süre kalmazdı. Zindandan kurtuluşu Allah'tan başkasından beklediği için bu kadar uzun süre orada kaldı" buyurmuştur.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İkrime'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Eğer Yûsuf o sözü (Beni efendinin yanında an) dememiş olsaydı zindanda bu kadar uzun süre kalmazdı" buyurmuştur.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah Yusuf'a merhamet etsin! Eğer «Beni efendinin yanında an» dememiş olsaydı zindanda bu kadar uzun süre kalmazdı" buyurmuştur.

Ahmed, Zühd'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Hasan(ı Basrî)'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

"Allah Yusuf'a merhamet etsin! Eğer "Beni efendinin yanında an" sözünü söylememiş olsaydı, zindanda bu kadar uzun süre kalmazdı. "

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Eğer Yûsuf, efendisinden şefaat istemeseydi, zindanda bu kadar uzu süre kalmazdı. Efendisinden şefaat istemesi sebebiyle uzun süre hapiste kalmakla cezalandırıldı" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Abdullah b. Ahmed, Zühd'ün zevâidinde, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Enes'in şöyle dediğini nakleder: Hazret-i Yûsuf'a:

“Kardeşlerin seni öldürmek için davranınca seni ölümden kim kurtardı?" diye vahyedilince, Hazret-i Yûsuf:

“Sen kurtardın ey Rabbim" cevabını verdi. Yüce Allah:

“Seni kuyuya attıklarında oradan kim kurtardı?" buyurunca, Hazret-i Yûsuf:

“Sen kurtardın ey Rabbim" cevabını verdi. Yüce Allah:

“Kadına meylettiğin zaman seni ondan kim kurtardı?" buyurunca, Hazret-i Yûsuf:

“Sen kurtardın ey Rabbim" cevabını verdi. Yüce Allah:

“O zaman neden beni unuttun da bir insanı hatırladın!" buyurunca, Hazret-i Yûsuf:

“Korkudan, dilimden o anda bu sözler döküldü" cevabını verdi. Yüce Allah:

“İzzetime yemin ederim ki, seni zindanda birkaç sene daha bırakacağım" buyurdu ve Hazret-i Yûsuf zindanda yedi sene kaldı.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Yûsuf, sakiye:

“Beni efendinin yanında an" deyince, kendisine:

“Ey Yusuf! Benden başka vekil mi edindin? Senin zindandaki süreni uzatacağım" denildi. Bunun üzerine Hazret-i Yusuf ağlayarak:

“Ey Rabbim! Belaların çokluğundan dolayı kalbim meşgul oldu ve bu sözü söyledim" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'in, "Onlardan, kurtulacağını sandığı kimseye dedi ki: Beni efendinin yanında an" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Yûsuf, zindandan kurtulan arkadaşına: «Krala benden bahset» dedi, ama zindandan kurtulan kişi, kral rüyayı görmeden bunu hatırlamadı. Şeytan Hazret-i Yûsuf'a, Rabbini zikretmeyi unutturmuş ve kralı hatırlatıp ondan kurtuluş beklemesini emretmişti. "Beni efendinin yanında an" dediği için de ceza olarak zindanda birkaç yıl kaldı"

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Dolayısıyla (Yusuf), birkaç sene daha zindanda kaldı" âyetini açıklarken:

“Bize bildirildiğine göre Hazret-i Yusuf zindanda yedi sene kalmıştır" dedi.

Abdurrezzâk, Ahmed, Zühd'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih der ki:

“Hazret-i Eyyûb müptela olduğu hastalığı yedi sene boyunca çekti. Hazret-i Yusuf ta zindanda yedi sene kaldı. Buhtunassar'a da aslanlarla yedi sene işkence edildi."

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen birkaç yıldan kasıt on iki senedir.

İbn Merdûye'nin Ebû Bekr b. Ayyâş vasıtasıyla, Kelbî'nin şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Yusuf söylediği bir söz sebebiyle yedi sene hapis yattı." Ebû Bekr b. Ayyâş der ki:

“Bu sözü söylemeden önce de beş yıl hapiste yatmıştı."

İbn Ebî Hâtim'in, Tâvus ve Dahhâk'tan bildirdiğine göre âyette geçen birkaç yıldan kasıt on dört senedir.

İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) üç ile dokuz arasındaki sayıları ifade eder.

İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) üç ile dokuz arasındaki sayıları ifade eder.

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) on'dan daha az sayıları ifade eder.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Hazret-i Yûsuf üç defa yanıldı:

“Beni efendinin yanında an" dediği zaman, kardeşlerine, "Siz gerçekten hırsızlık yaptınız" dediği zaman ve "Bu, Aziz'in yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir" dediği zaman. Hazret-i Yûsuf bu sözü söyleyince Cibrîl:

“Biz an olsa bile ona meyletmedin mi?" diye sordu. Hazret-i Yûsuf:

“Ama nefsimi temize çıkarmıyorum" karşılığını verdi.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde der ki:

“Hazret-i Yûsuf on yedi yaşındayken kardeşleri tarafından kuyuya atıldı, kuyuda yedi gün kaldı. Zindanda yedi sene kaldı, yedi sene boyunca (ekilen) tahılları biriktirdi. Söylendiğine göre babasıyla da tahılları biriktirdiği bu zaman zarfında bir araya geldiler."

Ahmed, Zühd'de, Ebu'l-Melîh'in şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Yûsuf zindandayken yaptığı dualardan birisi de şuydu:

“Allahım! Benim değerim senin yanında eksildiyse, Yâkub'un yüzü suyu hürmetine senden istiyorum: Bana bir çıkış yolu ve kolaylık ver. Hiç ummadığım yerden rızıklandır."

Abdullah b. Ahmed, Zühd'üu zevâidinde, Tâif müezzini olan Abdullah'ın şöyle dediğini bildirir: Cibrîl Hazret-i Yusuf'a gelerek:

“Ey Yûsuf! Zindan sana zor mu geldi?" diye sorunca, Hazret-i Yusuf:

“Evet" cevabını verdi. Bunun üzerine Cibril şöyle dedi: De ki:

“Allahım! Dünyayla ilgili olsun âhiretle ilgili olsun, beni üzen, zor durumda bırakan her şeyden kurtuluş ve çıkış yolu göster. Hiç ummadığım yerden beni rızıklandır. Günahımı bağışla, Sana olan umudumu daim kıl ki Senden başkasına umut bağlamayayım."

Kral dedi Ki: «Ben (rüyada) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek gördüm. Ayrıca, yedi yeşil başak ve diğerlerini de kuru gördüm. Ey Heri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız, benim rüyamı da bana yorumlayınız.» (Yorumcular) dediler ki: «Bunlar karmakarışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilenlerden değiliz.» (Zindandaki) iki kişiden kurtulmuş olan, uzun bir zaman sonra (Yusuf'u) hatırlayarak dedi ki:

43

Bkz. Ayet:46

44

Bkz. Ayet:46

45

Bkz. Ayet:46

46

«Ben size onun yorumunu haber veririm, beni hemen (zindana) gönderin.» (Yusufun yanma gelerek dedi ki:) Ey Yusuf, ey doğru sözlü kişi! (Rüyada görülen) yedi zayıf ineğin yediği yedi semiz inek ile yedi yeşil başak ve diğerleri de kuru olan (başaklar) hakkında bize yorum yap. Ümit ederim ki, insanlara (isabetli yorumunla) dönerim de belki onlar da doğruyu öğrenirler."

İbn İshâk ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre Hazret-i Yusuf sakiye:

“Beni efendinin yanında an" "Krala, mazlum olduğumu ve sebepsiz yere hapsedildiğimi söyle" dediği zaman saki:

“Tamam" karşılığını verdi. Saki zindandan çıkınca eski görevine geri döndü ve efendisi kendisinden razı oldu. Şeytan da sakiye, krala Hazret-i Yûsuf'un söylediklerinden bahsetmeyi unutturdu. Bu sebeple Hazret-i Yusuf zindanda birkaç yıl daha kaldı. Sonra kral Reyyân b. el- Velîd, o malum rüyayı gördü ve rüyanın gerçekleşeceğini bilerek korktu. Rüyanın yorumunun ne olduğunu bilmediğinden dolayı da etrafındakilere:

“Ben (rüyada) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek gördüm. Ayrıca, yedi yeşil başak ve diğerlerini de kuru gördüm" dedi. Nebû (saki) kralın bu rüyasını ve yorumunu sorduğunu duyunca, Hazret-i Yusuf'tan bahsedip, kendisinin ve arkadaşının gördüğü rüyayı yorumlamasını, anlattığının da gerçekleştiğini anlattı. Sonra:

“Ben size onun yorumunu haber veririm" dedi.

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Karmaşık rüya" mânâsındadır.

Ebû Ya'lâ ve İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Batıl ve aslı olmayan rüya" mânâsındadır.

İbn Cerîr, Dahhâk'tan aynı rivâyette bulunmuştur.

Ebû Ubeyd, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Korkunç rüyalar" mânâsındadır.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Katâde'den bildirdiğine göre âyeti:

“Karmaşık rüyalar" mânâsındadır.

Abdurrezzâk, Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in değişik kanallarla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Bir müddet sonra" mânâsındadır.

İbn Cerîr; Mücâhid, Hasan, İkrime, Abdullah b. Kesîr ye Süddî'den aynı rivâyette bulunmuştur.

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Yıllar sonra" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Yıllar sonra" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), bu âyeti, (.....) şeklinde okumuş ve:

“Ümmet, insan topluluğu mânâsındadır" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti, (.....) şeklinde, (.....) harfini mansub, (.....) harfini de şeddesiz okumuş ve:

“Uzun bir süre sonra hatırladı" mânâsını vermiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime, Hasan, Katâde, Mücâhid ve Dahhâk bu âyeti, (.....) şeklinde okumuş ve:

“Uzun bir süre sonra hatırladı" mânâsını vermiştir.

İbn Cerîr'in Humeyd'den bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti, (.....) şeklinde meczum ve şeddesiz okumuştur.

Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir'in Hârun'dan bildirdiğine göre bu âyet, Ubey b. Ka'b'ın kıraatında, (.....) şeklindedir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti, (.....) şeklinde okuyunca:

“Bu âyetin (.....) şeklinde olması lazım" denildi. Bunun üzerine Hasan:

“Niye rüyayı adam mı yorumladı!" karşılığını verdi.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek ile yedi yeşil başak ve diğerleri de kuru olan (başaklar) hakkında bize yorum yap" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yedi semiz inek, bolluğun olduğu yıllar demektir. Yedi arık inek ise kıtlığın olduğu yıllar demektir. Yedi yeşil başak, bolluğun olduğu yıllarda yeryüzünde bolca bitki ekin ve meyvenin olacağına, kuru olan diğerleri ise kuraklığın olacağı ve bitkinin bitmeyeceği yıllara işaret etmektedir."

47

Bkz. Ayet:49

48

Bkz. Ayet:49

49

"Yusuf dedi ki: Yedi sene âdetiniz üzere ekin ekersiniz. Sonra da yiyeceklerinizden az bir miktar hariç, biçtiklerinizi başağında (stok edip) bırakınız. Sonra bunun ardından, saklayacaklarınızdan az bir miktar (tohumluk) hariç, o yıllar için biriktirdiklerinizi yeyip bitirecek yedi kıtlık yılı gelecektir. Sonra bunun ardından da bir yıl gelecek ki, o yılda insanlara (Allah tarafından) yardım olunacak ve o yılda (meyvesuyu ve yağ) sıkacaklar"

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Ben Yusuf'un sabır ve keremine şaşıyorum. Allah onu affeylesinl Ona zayıf ve semiz ineklerin hadisesi sorulduğundaeğer ben onun yerinde olsaydım, beni hapisaneden çıkarmaları şartını ileri sürmeden, onlara bunun yorumunu söylemezdim. Yine ona şaşıyorum. Allah onu affeylesinl Elçi ona geldiğinde eğer ben onun yerinde olsaydım, kapıya elçiden önce koşardım. Yusuf (zindandan çıkmakta acele etmeyip) suçsuz olduğunun ortaya çıkmasını istemiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd der ki: Hazret-i Yusuf onlara (halka) yumuşak davranmayı emrettikten sonra:

“Yedi sene âdetiniz üzere ekin ekersiniz. Sonra da yiyeceklerinizden az bir miktar hariç, biçtiklerinizi başağında (stok edip) bırakınız"  Çünkü başağından çıkarılmayan taneyi güve yiyemez" dedi.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre Hazret-i Yusuf, (.....)  sözüyle, ekinin zayi olmaktan korumak için başağının içinde bırakılmasını kasdetmiştir.

İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre (=Onu başağında bırakın) âyeti bazı kıraatlerde (.....) (=Böylece (haşarat tarafından) yenmemiş olur) şeklindedir.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyetinden kasıt, kuraklık ve kıtlık yıllarıdır.

İbn Ebî Hâtim'in Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre Hazret-i Yûsuf iki kişilik bir yemeği tek bir kişinin önüne bırakırdı. O da onun yarısını yerdi. Nihayet bir gün aynı miktardaki yemeği bir kişinin önüne koyduğunda o da yemeğin tamamını yeyince, Hazret-i Yûsuf:

“İşte bu yedi kıtlık yılının ilk günüdür" dedi.

(.....) âyeti ise, "Saklayacaklarınızdan az bir miktar hariç, o yıllar için biriktirdiklerinizi yiyip bitirecek" mânâsındadır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi biriktirmektir, (.....) âyeti ise üzüm ve yağ sıkmak mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) buyuruğu:

“Yağmura kavuşturulacaklar" mânâsındadır. (.....) âyeti ise üzüm sıkmak, yağları çıkartılan maddelerden yağ çıkarmak ve bütün meyveleri sıkmak mânâsındadır.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, başka bir kanalla İbn Abbâs'tan, (.....) âyetinin sağmak mânâsında olduğunu bildirir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi:

“İnsanlara yağmur gönderilir; meyve, üzüm ve zeytin gibi ürünleri sıkıp sularını ve yağlarını çıkarırlar. Hazret-i Yusuf'un haber verdiği bu son bir yıla, hükümdarın rüyasında bir işaret yoktur ve bunu Yüce Allah Hazret-i Yusuf'a öğretmiştir.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde, (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Onlar sormadan, Hazret-i Yûsuf kendilerine rüyada olmayan bir yıldan da bahsetmiştir."

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'ın, (.....) âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Yusuf, kendisine sorulmayan bir konuda onlara bilgi vermiştir ve yüce Allah kendisine, insanlara yağmur gönderilecek bir yılın geleceğini ve bu yılda susamdan yağ çıkaracaklarını, üzümden içki, zeytinden de zeytinyağı çıkaracaklarını bildirmiştir."

İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyetinden kastedilen, yağmur gönderilmesi ve üzümlerini sıkmalarıdır.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre (.....) âyetinden kastedilen, yağmur gönderilmesi ve yağ çıkarmalarıdır.

İbn Cerîr'in Ali b. Ebî Talha'dan bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti, şeklinde okumuş ve "sağarsınız" mânâsını vermiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Abdân el-Mervezî vasıtasıyla İsa b. Ubeyd'den bildirir: İsa b. es-Sekafî bu âyeti (.....) şeklinde okuduğunu okudu ve (.....) kelimesinin yağmur mânâsında olduğunu söyledikten sonra "O yoğun bulutlardan şarıl şarıl bir su indirdik" âyetini okudu.

50

Bkz. Ayet:53

51

Bkz. Ayet:53

52

Bkz. Ayet:53

53

"(Adam bu yorumu getirince) kral dedi ki: «Onu bana getirin!» Elçi, Yusuf'a geldiği zaman, (Yusuf) dedi ki: «Efendine dön de ona: Ellerini kesen o kadınların zoru neydi? diye sor. Şüphesiz benim Rabbim onların hilesini çok iyi bilir.» (Kral kadınlara) dedi ki: «Yusuf'un nefsinden murat almak istediğiniz zaman durumunuz neydi?» Kadınlar, «Hâşâ! Allah için, biz ondan hiçbir kötülük görmedik» dediler. Aziz'in karısı da dedi ki: «Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben onun nefsinden murat almak istemiştim. Şüphesiz ki o doğru söyleyenlerdendir.» (Yusuf dedi ki): Bu, Aziz'in yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir. (Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir"

Ahmed, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) "Elçi, Yusufa geldiği zaman, (Yusuf) dedi ki:

“Efendine dön de ona: Ellerini kesen o kadınların zoru neydi? diye sor" âyetini okuyup:

“Eğer ben olsaydım, hiç şüphesiz çıkmamı isteyen elçinin çağrısına uyardım ve suçsuz olduğunun bilinmesi için böyle bir yola başvurmazdım" buyurdu.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):"Allah Yûsuf'a rahmet etsin. O gerçekten yumuşak ve halim birisi idi. Şayet zindana atılan ben olsaydım, hiç şüphesiz çıkmamı isteyen elçinin çağrısına hemen uyardım" buyurmuştur.

Firyâbî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs vasıtasıyla bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Kardeşim Yusuf'un sabrına ve keremine hayret ettim. Allah ona (varsa hatası) bağışlasın, çünkü (rüyadaki) inekler hakkında kendisine soru sorulduğunda; şayet ben onun yerinde olsaydım, zindandan çıkarılmadıkça onlara durumu bildirmezdim. Yine onun sabrına ve keremine hayret ettim. Allah ona (varsa hatası) bağışlasın. Onu çıkarmak için geldiklerinde, masum olduğunu bildirmeden zindandan çıkmadı. Eğer ben olsaydım, onlardan daha çabuk kapıya giderdim. Ama o masum olduğunun ortaya çıkmasını istedi. "

Ahmed'in Zühd'de ve İbnu'l-Münzir'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah Yusuf'a rahmet etsin. Eğer bu kadar uzun süre zindanda kaldıktan sonra elçi bana gelseydi hemen zindandan çıkmak için davranırdım. Ama o:

“Efendine dön de ona: Ellerini kesen o kadınların zoru neydi? diye sor" dedi" buyurmuştur.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Elçi, Yusufa geldiği zaman, (Yusuf) dedi ki:

“Efendine dön de ona: Ellerini kesen o kadınların zoru neydi? diye sor" âyetini açıklarken:

“Hazret-i Yusuf, zindandan çıkmadan önce masum olduğunu ortaya çıkarmak istedi" demiştir.

Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî Şuabu'l-İman'da İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Kral kadınları topladığı zaman onlara:

“Siz mi Yusuf'tan murad almak istediniz?" diye sorunca, kadınlar:

“Hâşâ! Onun bir fenalığını görmedik" dediler. Vezirin karısı: «Şimdi gerçek ortaya çıktı; onun olmak isteyen bendim; doğrusu Yusuf doğrulardandır» dedi." Hazret-i Yusuf:

“Bu, Aziz'in yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir" deyince, Cibrîl onu dürtüp:

“Bir an olsa bile ona meyletmedin mi?" diye sordu. Hazret-i Yusuf:

“(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder" karşılığını verdi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti "Gerçek ortaya çıktı" mânâsındadır.

Hâkim, tarih'te, İbn Merdûye ve Deylemî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), "Bu, Aziz'in yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir" âyetini okuyup şöyle buyurdu:

“Hazret-i Yusuf bu sözü söyleyince Cibrîl: «Ey Yusuf. Ona meylettiğini hatırla» dedi. Bunun üzerine Hazret-i Yusuf: «(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder» karşılığını verdi."

İbn Cerîr, Abdullah b. Ebî Huzeyl'in şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Yusuf, "Bu, Aziz'in yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir" deyince, Cibrîl:

“Ona meylettiğin gün bile mi?" diye sordu. Bunun üzerine Hazret-i Yusuf:

“(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşın şekilde kötülüğü emreder" karşılığını verdi.

İbn Cerîr'in İkrime'den bildirdiğine göre Hazret-i Yusuf, "Bu, Aziz'in yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir" deyince, melek onun böğrüne dürterek:

“Ey Yusuf! Ona meyletiğin zaman bile mi?" diye sordu. Bunun üzerine Hazret-i Yusuf:

“(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder" karşılığını verdi.

Saîd b. Mansûr ve İbn Ebî Hâtim'in Hakîm b. Câbir'in, "Bu, Aziz'in yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Cibrîl, Hazret-i Yusuf'a: «Şalvarını çözdüğün zaman bile mi?» diye sorunca, Hazret-i Yusuf: «(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder» karşılığını verdi."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-iYusuf, "Bu, Aziz'in yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir" sözünü, Yüce Allah'ın krala Hazret-i Yusuf'un masum olduğunu göstermesi üzerine söylemiştir.

Ebû Ubeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki:

“Hazret-i Yusuf, zindandan çıkmadan önce masum olduğunu ortaya çıkarmak istedi ve elçiye:

“Efendine dön de ona: «Ellerini kesen o kadınların zoru neydi?» diye sor. Şüphesiz benim Rabbim onların hilesini çok iyi bilir... Bu, Aziz'in yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir" dedi" İbn Cüreyc:

“Bu iki âyet arasında takdim ve tehir vardır" demiştir.

Ebû Ubeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Bu, Aziz'in yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir" sözünü Hazret-i Yusuf söylemiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih, "Bu, Aziz'in yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bu sözü Hazret-i Yusuf söylemiştir. Hazret-i Yusuf, Aziz'in yokluğunda ona hanımı konusunda hainlik etmediğini söyleyince, Cibrîl:

“Şalvarını çözdüğün zaman bile mi?" diye sordu. Bunun üzerine Hazret-i Yusuf:

“(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir" karşılığını verdi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan der ki:

“Hazret-i Yusuf:

“Bu, Aziz'in yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağım (herkesin) bilmesi içindir" deyince, Cibrîl:

“Ona meylettiğini hatırla" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Yusuf:

“(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir" karşılığını verdi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: Hazret-i Yusuf:

“Bu, Aziz'in yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir" deyince, melek veya Cibrîl:

“Bir an olsa bile ona meyletmedin mi?" diye sordu. Bunun üzerine Hazret-i Yusuf:

“(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir" karşılığını verdi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre Hazret-i Yusuf:

“Bu, Aziz'in yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir" deyince, melek veya Cibrîl:

“Bir an olsa bile ona meyletmedin mi?" diye sordu. Bunun üzerine Hazret-i Yusuf:

“(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir" karşılığını verdi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre Hazret-i Yusuf:

“Bu, Aziz'in yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir" deyince, melek:

“Bir an olsa bile ona meyletmedin mi?" diye sordu. Bunun üzerine Hazret-i Yusuf:

“(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir" karşılığını verdi."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Bize ulaştığına göre o zaman Hazret-i Yusuf ile olan melek:

“Ona meylettiğini hatırla" deyince, Hazret-i Yusuf:

“(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir" karşılığını verdi.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Yusuf, "Bu, Aziz'in yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir" deyince, nefsini övmüş olmaktan korktu ve "(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in başka bir kanalla Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Yûsuf, "(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum" sözüyle, Aziz'in hanımına meyletmesini kastetmiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abdulazîz b. Umeyr der ki:

“Nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder. Allah'tan bir azim geldiği zaman bu azim seni hayıra çağırır."

54

"Kral dedi ki: «Onu bana getirin, onu kendime özel danışman edineyim.» Onunla konuşunca: «Bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir birisin» dedi."

İbn Abdilhakem Futûh Mısır'da, Kelbî vasıtasıyla, Ebû Salih'ten, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Elçi, Hazret-i Yusuf'a gelip:

“Zindan elbiselerini üzerinden atıp yeni elbiseler giyin ve kralın yanına yürü" dedi. O zaman henüz otuz yaşında olan Hazret-i Yûsuf'a zindandakiler dua ettiler ve Hazret-i Yusuf kralın karşısına çıktı. Kral, Hazret-i Yusuf'un genç biri olduğunu görünce:

“Bu, rüyaları yorumluyor da sihirbazlar ve kâhinler bilmiyorlar mı!" deyip önünde oturttu ve:

“Korkma!" diyerek kendisine altından bir kolye takıp ipek elbiseler giydirdi, kralın bineği gibi eyerlenmiş ve süslenmiş bir at verdi. Mısır'da davullar çalınıp:

“Yusuf kraldan sonra onun yerine geçecek olan kişidir" diye ilan edildi.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Onu kendime tahsis edeyim" mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir, Zeyd b. el-Ammî'nin şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Yusuf, Mısır Aziz'ini görünce:

“Allahım! Onun hayrına senin hayrını tercih ederim. Onun şerrinden de Senin yüceliğine sığınırım" dedi.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Meysere der ki: Aziz, Hazret-i Yusuf'un zerafetini, güzelliğini ve zekâsını görünce onu çağırdı. Kral, diğer kölelerden ayrı olarak kahvaltıyı ve akşam yemeklerini Hazret-i Yusuf ile yiyordu. Hazret-i Yusuf ile Aziz'in hanımı arasında olanlar olunca, Aziz'in hanımı:

“Neden bunu diğer kölelerinden farklı olarak kendine yakın tutuyorsun. Buna emret, diğer kölelerle yesin" dedi. Aziz, Hazret-i Yusuf'a:

“Yemeğini kölelerle beraber ye" deyince, Hazret-i Yusuf:

“Sen, benimle beraber yemekten mi kaçınıyorsun? Vallahi! Ben Allah'ın dostu İbrahim'in oğlu, Allah'ın kurbanı İshâk'ın oğlu, Allah'ın peygamberi Yâkub'un oğlu Yusuf'um" dedi.

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Kral, Hazret-i Yusuf'a:

“Ailem dışında, her şeyimde benimle beraber olmanı istiyorum. Bir de benimle yemek yemenden tiksiniyorum" deyince, Hazret-i Yusuf kızarak:

“Asıl benim senden tiksinmem gerekir. Ben, Allah'ın dostu İbrâhim'in oğluyum. Allah'ın kurbanı İshâk'ın oğluyum. Allah'ın peygamberi Yâkub'un oğluyum" karşılığını verdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Hazret-i Yûsuf zamanındaki Mısır kralı Müslüman olmuştur" dedi.

55

"Benî ülkenin hazinelerine tayin et! Çünkü ben (onları) çok iyi korurum ve bu işi bilirim, dedi"

İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: Hazret-iÖmer beni Bahreyn'e görevlendirdi, daha sonra azletti. On iki bin dirhemi de bana ödetti. Bütün bunlardan sonra beni yeniden göreve çağırdı, ama ben kabul etmedim, Ömer:

“Niçin kabul etmiyorsun? Senden daha hayırlı olan Hazret-i Yusuf bile kendisinin göreve tayin edilmesini istemiştir" dediğinde, ben:

“Yusuf peygamber oğludur, dedesi de, onun babası da peygamberdir. Ben bir anacığın oğluyum, bilmediğim bir konuda bir şey söylemekten, bilmeden bir fetva vermekten, bu sebeple dayak yemekten şerefimin lekelenmesinden ve malımın alınmasından korkarım" dedim.

Hatîb Ruvât Mâlik'te, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî Şuabu'l-İman'da, Câbir'in şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Yusuf doyana kadar yemezdi. Kendisine:

“Yeryüzünün hazineleri elinde olmasına rağmen neden karnını doyur muyorsun?" diye sorulunca, "Doyarsam, aç olanı unuturum" cevabını verdi.

Vekî el-Ğurar'da, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da, Hasan(ı Basrî'nin) şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Yusuf'a:

“Yeryüzünün hazineleri elinde olduğu halde aç mı kalıyorsun?" denilince, "Karnımı doyurursam aç olanları unutacağımdan korkarım" karşılığını verdi.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Şeybe b. Nu'âme ed-Dabbî'den bildirdiğine göre "Beni ülkenin hazinelerine tayin et! Çünkü ben (onları) çok iyi korurum ve bu işi bilirim, dedi" âyeti:

“Beni, yiyecek madelerinin sorumlusu yap. Çünkü bana tevdî' edip vereceğini iyi korurum, açlık olacak yılları iyi bilirim" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, "Beni ülkenin hazinelerine tayin et! Çünkü ben (onları) çok iyi korurum ve bu işi bilirim, dedi" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Firavunun, yiyecek maddeleri dışında birçok hazinesi vardı. O bütün yetkisini Yûsuf'a teslim etmiş, hüküm verme işini kendisine vermiş ve Hazret-i Yusuf'un verdiği her hükmü ve emri geçerli saymıştır."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre "Beni ülkenin hazinelerine tayin et! Çünkü ben (onları) çok iyi korurum ve bu işi bilirim, dedi" âyeti, "Emanetime verilen hazineleri iyi korur ve onda nasıl tasarrufta bulunacağımı iyi bilirim" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in Süfyân'dan bildirdiğine göre "Beni ülkenin hazinelerine tayin et! Çünkü ben (onları) çok iyi korurum ve bu işi bilirim, dedi" âyeti, "Hesabı iyi tutar ve dilleri iyi bilirim" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, el-Eşcai'den aynı rivâyette bulunmuştur.

56

"Ve böylece Yusuf'a orada dilediği gibi hareket etmek üzere ülke içinde yetki verdik. Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi eriştiririz. Ve güzel davrananların mükâfatını zayi etmeyiz"

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, "Ve böylece Yusuf'a orada dilediği gibi hareket etmek üzere ülke içinde yetki verdik. Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi eriştiririz. Ve güzel davrananların mükâfatını zayi etmeyiz" âyetini şöyle açıkladı:

“Biz Yusuf'a ülkenin idaresini verdik ve bu ülkede dilediği gibi tasarrufta bulundu. Eğer isteseydi, Firavun'u kendi emrine alır ve kendisi Firavun'dan daha yetkili biri olabilirdi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Fudayl b. İyâd der ki: Aziz'in hanımı yolun kenarında durdu ve Hazret-i Yusuf geçerken:

“Kendisine itaat etmekle köleleri kral, kendisine isyan eden kralları da köle yapan Allah'a hamd olsun" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn İshâk der ki: Söylendiğine göre İtfîr o gecelerde öldü ve kral olan Reyyân İtfîr'in hanımı Reyyân'ı Hazret-i Yusuf ile evlendirdi. Reyyân, Hazret-i Yusuf'un yanına sokulduğu zaman, Hazret-i Yusuf:

“Bu, senin istediğin şeyden daha hayırlı değil mi?" deyince, Reyyân:

“Ey Sıddîk! Beni kınama. Gördüğün gibi ben güzel bir kadındım. Nimetler, mallar ve dünyalıklar içindeydim. Kocam da kadınlara yaklaşmayan biriydi. Sen de Allah'ın sana verdiği güzellikte olunca, nefsim beni gördüğün şeyi yapmaya sürükledi" dedi. Söylendiğine göre Reyyân Hazret-i Yusuf ile evlendiğinde bakireydi. Hazret-i Yusuf onunla evlenince, kendisinden iki oğlu oldu.

Ebu'ş-Şeyh'in, Abdullah b. Münebbih'ten, babasının şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Yusuf yoldan geçerken Aziz'in hanımı karşısına çıktı ve:

“Kendisine isyan etmekle kralları köle yapan, kendisine itaat etmekle de köleleri kral Allah'a hamd olsun" deyince, Hazret-i Yusuf kendisini tanıdı ve onunla evlendi. Evlendiklerinde de onun bakire olduğunu gördü. Aziz kadınlara yaklaşmayan biriydi.

Hakîm et-Tirmizî'nin bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih der ki: Aziz'in hanımının bir ihtiyacı olunca kendisine:

“Yusuf b. Yâkub'a gidip ihtiyacını istesen" dediler. Bu konuda insanlara danışınca, kendisine:

“Böyle yapma. Biz senin için korkarız" dediler. Aziz'in hanımı:

“Hayır. Ben, Allah'tan korkandan korkmam" deyip Hazret-i Yusuf'un yanına girdi ve onu sorumlu olduğu işinin başında buldu. Ona:

“Kendisine itaat etmekle köleleri kral, kendisine isyan eden kralları da köle yapan Allah'a hamd olsun" dedi. Sonra ona bakıp:

“Kendisine isyan etmekle kralları köle yapan, Allah'a hamd olsun" dedi. Hazret-i Yusuf onun bütün ihtiyaçlarını yerine getirdi, sonra onunla evlendiğinde bakire olduğunu gördü ve:

“Bu, senin istediğinden daha güzel değil mi?" diye sordu. O:

“Ey Allah'ın peygamberi! Dört sebeple seninle ibtila edildim: Bütün insanlardan daha güzeldin. Ben de zamanımın kadınlarının en güzeliydim. Bakireydim ve kocam da iktidarsızdı" cevabını verdi.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem der ki:

“Hazret-i Yusuf, Aziz'in hanımıyla evlendiği zaman bakire olduğunu gördü. Onun eski kocası iktidarsızdı."

Hakîm et-Tirmizî, İbn Ebi'd-Dünyâ el-Ferec'de ve Beyhakî el-Esmâ ve's- Sifâfta, Enes b. Mâlik'ten Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Hayatinizin her anında hayır elde etmeye çalışın ve Allah'ın rahmet esintilerine yönelin. Çünkü Allah ın, dilediği kullarına isabet ettirdiği rahmet esintileri vardır. Allah'tan kusurlarınızı örtmesini ve sizi korkularınızdan emin kılmasını isteyin. "

57

"İman edip de (kötülüklerden) sakınanlar için âhiret mükâfatı daha hayırlıdır."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Mâlik b. Dînar'ın şöyle dediğini bildirir: Hasan'a:

“Ey Ebu Saîd! "İman edip de (kötülüklerden) sakınanlar için âhiret mükâfatı daha hayırlıdır" âyetinden kastedilen nedir?" diye sorduğumda:

“Ey Mâlik! Karınlan aç olduğu halde haram yemekten sakınanlar ve haram olan şeyi canlan çektiği halde terk edenler kastedilmiştir" cevabını verdi.

58

"Yusufun kardeşleri gelip onun huzuruna girdiler, (Yusuf) onları tanıdı, onlar onu tanımıyorlardı"

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Hazret-i Yusuf'un kardeşleri huzuruna girdikleri zaman, Hazret-i Yusuf onları tanıdı, onlar ise kendisini tanımadılar. Hazret-i Yusuf, kralın içtiği kabını eline alıp ona vurmaya ve vurdukça da su kabından ses gelmeye başladı. Hazret-i Yusuf:

“Bu kap, sizin hakkınızda bana bilgi veriyor. Sizin, babanızdan olan Yusuf adında bir kardeşiniz var mıydı? Bu kap, babanızın onu sizden çok sevdiğini, sizin de onu götürüp bir kuyuya attığınızı, babanıza da onu kurdun yediğini söylediğinizi, Yusuf'un, üzerinde sahte kan olan gömleğini babanıza getirdiğinizi söylüyor. Bu doğru mu?" dedi. Bunun üzerine onlar birbirlerine bakıp şaşkınlık içinde:

“Bu kap sizin yaptıklarınızı söylüyor. Bütün bunları nereden biliyor?" demeye başladılar.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Ebu'l-Celed'den bildirdiğine göre Hazret-i Yusuf kardeşlerine:

“Sizin durumunuz bana gösteriliyor. Galiba siz casussunuz" deyince, kardeşleri:

“Ey Aziz! Babamız doğru biridir ve biz dürüst bir topluluğuz. Yüce Allah, gökten inen yağmurun yeri dirilttiği gibi peygamberlerin sözleriyle kalpleri diriltir" karşılığını verdiler. Hazret-i Yusuf ise, onların bu sözüne karşılık elindeki bir kaba vurarak:

“Bu kap, sanki sizin casus olduğunuzu söylüyor" diyordu.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Avn der ki: Hasan(-ı Basrî)'ye:

“Sence Hazret-i Yusuf kardeşlerini tanımış miydi?" diye sorduğumda, "Hayır vallahi. Onlar, kendilerini tanıtmadan onları tanımadı" cevabını verdi.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Onu tanımadılar" mânâsındadır.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Vehb (b. Münebbih) der ki:

“Hazret-i Yusuf su kabına vurup onlara kendilerinden bahsetmeye başlayınca, kardeşlerinden biri kalkıp:

“Allah için, ayıbımızı ortaya çıkarmamanı istiyoruz" dedi.

59

Bkz. Ayet:66

60

Bkz. Ayet:66

61

Bkz. Ayet:66

62

Bkz. Ayet:66

63

Bkz. Ayet:66

64

Bkz. Ayet:66

65

Bkz. Ayet:66

66

"(Yusuf) onların yüklerini hazırlayınca dedî ki: «Sizin bababir kardeşinizi de bana getirin. Görmüyor musunuz, ben ölçeği tam dolduruyorum ve ben misafirperverlerin en iyisiyim. Eğer onu bana getirmezseniz, artık benim yanımda size verilecek bir ölçek (erzak) yoktur, bana hiç yaklaşmayın!» Dediler ki; «Onu babasından istemeye çalışacağız, kuşkusuz bunu yapacağız.» (Yusuf) emrindeki gençlere dedi ki; «Sermayelerini yüklerinin içine koyun. Olur ki ailelerine döndüklerinde bunun farkına varırlar da belki geri gelirler.» Babalarına döndüklerinde dediler ki: «Ey babamız! Erzak bize yasaklandı. Kardeşimizi (Bünyamin'i) bizimle beraber gönder de (onun sayesinde) ölçüp alalım. Biz onu mutlaka koruyacağız.» Yakub dedi ki: «Daha önce kardeşi (Yusuf) hakkında size ne kadar güvendiysem, bunun hakkında da size ancak o kadar güvenirim! (Ben onu sadece Allah'a emanet ediyorum); Allah en hayırlı koruyucudur. O, acıyanların en merhametlisidir.» Eşyalarını açtıklarında sermayelerinin kendilerine geri verildiğini gördüler. Dediler ki: «Ey babamız! Daha ne istiyoruz. İşte sermâyemiz de bize geri verilmiş. (Onunla yine) ailemize yiyecek getiririz, kardeşimizi koruruz ve bir deve yükü de fazla alırız. Çünkü bu (seferki aldığımız) az bir mıktardır.« (Yakub) dedi ki: «Kuşatılmanız (ve çaresiz kalma durumunuz) hariç, onu bana mutlaka getireceğinize dair Allah adına bana sağlam bîr söz vermediğiniz takdirde onu sizinle beraber göndermem!» Ona (istediği şekilde) teminatlarını verdiklerinde dedi ki: Söylediklerimize Allah şahittir."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen "Sizin bababir kardeşinizi de bana getirin" buyruğunda Hazret-i Yusuf'un getirilmesini istediği kişi, kendisinin aynı anne ve babadan kardeşi olan Bünyamîn'dir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Ben Mısır'da en misafirperver olan kişiyim" mânâsındadır.

İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Ben, en misafirperver olan kişiyim" mânâsındadır.

İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre Hazret-i Yusuf'un söylediği, (.....) âyeti:

“Ben Mısır'da en misafirperver olan kişiyim" mânâsındadır.

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İbrâhim, bu âyeti, (.....) şeklinde, Hasan(-ı Basrî) ise (.....) şeklinde okurdu.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, köle, (.....) kelimesi ise para mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in İbn İshâk'tan bildirdiğine göre ilim ehli, Hazret-i Yâkub ve oğullarının evinin Arabât'ta olduğunu söylemiştir. Bu yer, Filistin topraklarında, Şâm'ın engin yerlerindeydi. Bazıları ise, bu yerin, Hisme yakınlarında Evlâc denilen yerde olduğunu ve onların koyun ve develeri olan Bedeviler olduğunu söylemiştir.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir, Muğîre'den Abdullah b. Mes'ûd'un öğrencilerinden, İbn Mes'ud'un bu âyeti, (.....) şeklinde okuduğunu bildirir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Muğîre'den, Abdullah b. Mes'ûd'un öğrencilerinden bildirir: İbn Mes'ud bu âyeti, (.....) şeklinde okumuştur.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir, Muğîre'den, Abdullah b. Mes'ûd'un öğrencilerinden bildirir: İbn Mes'ud bu âyeti, (.....) şeklinde okumuştur.

Saîd b. Mansûr, Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Alkame, bu âyeti, (.....) şeklinde (.....) harfini esreli okurdu.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, (.....) âyetinin:

“Bundan başka ne isteriz ki! İşte paramız bize iade edilmiş ve bize verilirken de ölçek tam olarak doldurulmuştur. Eğer kardeşimiz de bizimle gelirse bir deve yükü daha fazla almış oluruz" mânâsında olduğunu söylemiştir.

Ebû Ubeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid, (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bir eşek yükü fazla alırız" mânâsındadır ve bu da bir dildir." Ebû Ubeyd der ki:

“Mücâhid bu sözüyle, bazı dillerde eşeğe (.....) dendiğini kasdetmiştir."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Hepiniz ölmedikçe, (onu bana mutlaka getireceğinize dair Allah adına bana sağlam bir söz vermediğiniz takdirde onu sizinle beraber göndermem) mânâsındadır. (.....) âyeti ise:

“Ona ahid verdiklerinde" mânâsındadır.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Mağlûb olup onu korumaya gücünüz yetmez halde olmadıkça" mânâsındadır.

67

Bkz. Ayet:68

68

"Sonra şöyle dedî: «Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir Kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah'tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm Allah'tan başkasının değildir. (Onun için) ben yalnız O'na dayandım. Tevekkül edenler yalnız O'na dayansınlar.» Babalarının kendilerine emrettiği yerden (çeşitli kapılardan) girdiklerinde (onun emrini yerine getirdiler. Fakat bu tedbir) Allah'tan gelecek hiçbir şeyi onlardan savamazdi; ancak Yakub içindeki bir dileği açığa vurmuş oldu. Şüphesiz o, ilim sahibiydi, çünkü ona biz öğretmiştik. Fakat insanların çoğu bilmezler"

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin" âyetini açıklarken:

“Hazret-i Yâkub, çocukları için nazar değmesinden korkmuştur" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b, "Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin" âyetini açıklarken:

“Hazret-i Yâkub, çocukları için nazar değmesinden korkmuştur" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk, "Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin" âyetini açıklarken:

“Hazret-i Yâkub, çocukları için nazar değmesinden korktu" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'in, "Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin" âyetini açıklarken:

“Hazret-i Yâkub, onlara nazar değmesinden korktu" dediğini bildirir.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin" âyetini açıklarken:

“Hazret-i Yâkub'un oğullarına güzellik verilmişti bu sebeple onlara insanların nazarlarının değmesinden korktu" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbrahim en-Nehaî "Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin" âyetini açıklarken:

“Hazret-i Yâkub, Hazret-i Yusuf'un, kardeşiyle (Bünyamin) tek başınayken buluşması için oğullarının ayrı kapılardan girmesini istedi" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre Hazret-i Yâkub, oğullarına nazar değmesinden korktuğu için, kendilerine, "Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin" demiştir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Şüphesiz o, ilim sahibiydi, çünkü ona biz öğretmiştik" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“O, bildiğiyle amel eden kişidir. Bildiğiyle amel etmeyen kişi âlim sayılmaz"

69

Bkz. Ayet:76

70

Bkz. Ayet:76

71

Bkz. Ayet:76

72

Bkz. Ayet:76

73

Bkz. Ayet:76

74

Bkz. Ayet:76

75

Bkz. Ayet:76

76

"Yusuf'un yanına girdiklerinde öz kardeşini yanına aldı ve «Bilesin ki ben senin kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme» dedi. (Yusuf) onların yükünü hazırladığı zaman maşrabayı kardeşinin yükü içine koydu; (Kafile hareket ettikten) sonra bir tellal: «Ey kafile! Siz hırsızsınız!» diye seslendi. (Yusuf'un kardeşleri) onlara dönerek: «Ne arıyorsunuz?» dediler. «Kralın su kabını arıyoruz; onu getirene bir deve yükü (bahşiş) var» dediler. (İçlerinden biri:) «Ben buna kefilim» dedi. «Allah'a andolsun ki, bizim yeryüzünde fesat çıkarmak için gelmediğimizi siz de biliyorsunuz. Biz hırsız da değiliz» dediler. (Yusuf'un adamları) dediler ki: «Peki, siz yalancıysanız bunun cezası nedir?» «Onun cezası, kayıp eşya, kimin yükünde bulunursa işte o (şahsa el koymak) onun cezasıdır. Biz zalimleri böyle cezalandırırız» dediler. Bunun üzerine kardeşinin yükünden önce onların yüklerini aratmaya başladı. Sonra kabı kardeşinin yükü arasından çıkardı. İşte biz Yûsuf'un lehine böyle bir takdirde bulunduk. Yoksa o kralın dinine göre kardeşini alıkoyabilecek değildi. Allah'ın dilemesi müstesna. Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Her ilim sahibi üstünde daha iyi bir bilen vardır."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde der ki:

“Hazret-i Yusuf kardeşini bağrına basıp yanma aldı ve:

“Onların yaptıklarına üzülme ve ümtisizliğe düşme" dedi. Onların ihtiyaçlarını verip yiyecek maddelerini yükleyince kralın içtiği kabı kardeşinin eşyaları arasına koydu."

İbn Ebî Hâtim ve İbnu'l-Enbârî'nin el-Mesâhifte İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen  (.....) kelimesi, maşraba mânâsındadır. Kendisiyle herhangi bîr şey içilen her kaba maşraba denir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“Sikâye ve Suvâ, aynı şeydir. Hazret-i Yusuf'un su kabına bu iki isim de verilebilir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre, kaybolan kab, Hazret-i Yusuf'un su içtiği kaptı ve gümüştendi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, (.....) su içilen kaptır ve zikredildiğine göre bu kab altın bir bardaktı.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Ey kafile! Siz hırsızsınız! diye seslendi" âyetini açıklarken:

“Kafiledeki yük hayvanları eşeklerden oluşmaktaydı" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Enbârî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Mende, Ğarâibu Şu'be'de, İbn Merdûye ve Diyâ'nın bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) âyetini açıklarken:

“Bu kab, gümüşten içmek için kullanılan bir tastı" demiştir.

İbnu'l-Enbârî, el-Vakf ve'l-İbtidâ'da ve Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona:

“Bana yüce Allah'ın, âyette geçen (.....) sözünün mânâsını söyle" deyince, İbn Abbâs:

“İçmek için kullanılan bardak" demektir" cevabını verdi. Nâfi:

“Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir:

“Tabi ki! Yoksa el-A'şâ'nın:

Onun başında beyaz unu var ve içilecek kaplar

Ve tencereleri, bir de aşçısı var ve büyükçe kaplar ile gümüşten masalar" dediğini bilmez misin?

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, (.....) sözünü açıklarken:

“Bu, Farisilerin kullandığı üst tarafı dar olan bir tastır ve Acemler bununla içerlerdi" demiştir.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İkrime'den bildirdiğine göre kralın su kabı gümüştendi.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre kralın su kabı bakırdandı.

Ebû Ubeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, bu âyeti (.....) şeklinde okurdu.

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre bu âyeti (.....) şeklinde okurdu.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Yahya b. Ya'mer bu âyeti (.....) şeklinde okur ve:

“Bu, altın veya gümüşten işlenmiş bir kaptı ve kral bununla içerdi" derdi.

İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Ebû Recâ bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur.

Abdullah b. Avn'ın bildirdiğine göre Ebû Recâ bu âyeti, (.....) şeklinde okurdu.

Saîd b. Cübeyr'in de bu âyeti, (.....) şeklinde okuduğu nakledilmiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyeti açıklarken şöyle dedi:

“Bir eşek yükü yiyecek" mânâsındadır ve bazı dillerde bu ifade eşek yükü için kullanılmaktadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, bir deve yükü mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre kelimesi, kefil anlamındadır.

İbn Cerîr; Saîd b. Cübeyr, Mücâhid, Katâde ve Dahhâk'tan aynı rivayette bulunmuştur.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünden, "Ey kafile! Siz hırsızsınız!" diye seslenen tellal kastedilmiştir.

İbnu'l-Enbârî el-Vakf ve'l-İbtidâ'da ve Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona:

“Bana, âyette geçen (.....) kelimesinin mânâsını söyle" deyince, İbn Abbâs:

“Kefil demektir" cevabını verdi. Nâfi:

“Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir:

“Tabi ki! Yoksa Ferve b. Museyk'in:

Kuvvetli ve büyük atlı bir orduyla

Ben her yıl kefiliniz olurum" dediğini bilmez misin?

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Rabî b. Enes'in, (.....) âyetini:

“Biz yeryüzünde isyan etmek için gelmedik" şeklinde açıkladığını bildirir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, "Peki, siz yalancıysanız bunun cezası nedir?" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Hazret-i Yusuf'un kardeşleri, kendi dinlerine göre hırsızın cezasının ne olduğunu biliyorlardı. Bu sebeple, "Onun cezası, kayıp eşya, kimin yükünde bulunursa işte o (şahsa el koymak) onun cezasıdır" dediler. Peygamber olan Hazret-i Yâkub ve oğullarına göre hırsızın cezası, hırsızın çaldığına karşılık köle olarak alıkonmasıydı."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Kelbî der ki: Kardeşleri, Hazret-i Yusuf'a memleketlerinde hırsızın cezasının, köle olarak alıkonması olduğunu söylediler ve:

“Onun cezası, kayıp eşya, kimin yükünde bulunursa işte o (şahsa el koymak) onun cezasıdır" dediler.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "Bunun üzerine Yusuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini (aramaya) başladı" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Bildirildiğine göre, her birinin eşyasını açarken yaptığının kötü bir şey olması sebebiyle iftiğfar etti. En sona kardeşinin eşyaları kalınca:

“Bunun bir şey aldığını zannetmiyorum" dediğinde, kardeşleri:

“Hayır, bunu da ara" dediler."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk, "İşte biz Yusuf'un lehine böyle bir takdirde bulunduk. Yoksa o kralın dinine göre kardeşini alıkoyabilecek değildi" âyetini açıklarken şöyle dedi: Kralın kanunlarına göre hırsızlık yapan kişiden çalmış olduğu mal ve onun bir katı kendisinden alınıp, malı çalınana verilirdi."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Kralın kanunları" mânâsındadır.

İbn Cerîr, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'nin, bu âyet hakında şöyle dediğini bildirir:

“Kralın kanunlarına göre hırsızlık yapan köle olarak alınmazdı. Ama Yüce Allah, Hazret-i Yusuf'un kardeşlerini konuşturdu ve söyledikleri söz üzerine Hazret-i Yusuf kardeşini yanında alıkoydu. Kralın kanunlarında böyle bir uygulama yoktu."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "İşte biz Yûsuf'un lehine böyle bir takdirde bulunduk. Yoksa o kralın dinine göre kardeşini alıkoyabilecek değildi" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kralın dinine göre hırsızın köle yapılması gibi bir hüküm yoktu."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Kelbî'den bildirdiğine göre kralın kanunlarına göre hırsıza çaldığının iki katı tazminat ödetilirdi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Allah'ın dilemesi müstesna" âyetini açıklarken:

“Yani ancak yüce Allah su kabı gerekçe olsun ve bu uygulamada ona mazeret olsun diye, Bünyamin'in yükü arasına koymasını dilemesi suretiyle olmuştur" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Mâlik b. Enes vasıtasıyla, Zeyd b. Eslem'in, "Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz" âyetini açıklarken:

“Yüce Allah, dilediği kişinin dünyadaki derecesini ilimle yükseltir" dediğini bildirir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz" âyetini açıklarken:

“Hazret-i Yusuf ve kardeşlerine ilim verilmiş, ilim yönünden Hazret-i Yusuf onlardan bir derece üstün kılınmıştır" demiştir.

Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, el- Esmâ ve's-Sifât'ta, İbn Abbâs'ın, "Her ilim sahibi üstünde daha iyi bir bilen vardır" âyetini açıklarken:

“Kimi diğerinden daha bilgili olabilir, Yüce Allah ise her ilim sahibi üstünde daha iyi bilendir" demiştir.

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: İbn Abbâs'ın yanındayken, İbn Abbâs bir konuyu anlatınca, bir adam (hayrete düşerek):

“Her ilim sahibi üstünde daha iyi bir bilen vardır" dedi. İbn Abbâs:

“Söylediğin şey ne kadar kötüdür. Her şeyi bilen ve haberdar olan ve her bilgi sahibinin üstünde olan Allah'tır" karşılığını verdi.

İbn Cerîr'in, Muhammed b. Ka'b'dan bildirdiğine göre btr adam Hazret-i Ali'ye bir meseleyi sorup, Hazret-i Ali cevabı verince, adam:

“Mesele dediğin gibi değil, şöyledir" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Ali:

“Sen doğru söyledin, bense yanıldım. "Her ilim sahibi üstünde daha iyi bir bilen vardır" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin el- Esmâ ve's-Sifat'ta bildirdiğine göre İkrime, "Her ilim sahibi üstünde daha iyi bir bilen vardır" âyetini açıklarken:

“Allah'ın ilmi, her âlimin ilminin üzerindedir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, "Her ilim sahibi üstünde daha iyi bir bilen vardır" âyetini açıklarken:

“Allah, herkesten daha âlimdir" demiştir.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan, bu âyet hakkında:

“Her âlim mutlaka ondan daha bilgili bîr âlim vardır. Yüce Allah ise her ilim sahibinin üstündedir" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk, Yüce Allah'ın, "Her ilim sahibi üstünde daha iyi bir bilen vardır" buyruğuyla kendi nefsini kasdettiğini söylemiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Her ilim sahibi üstünde daha iyi bir bilen vardır" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah'a varıncaya kadar hiç bir âlim yoktur ki, onun üzerinde bir âlim olmasın. İlim Yüce Allah'tan başlamıştır ve ona döner." Abdullah bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur.

İbnu'l-Münzir, Mücâhid'in, Ebu'ş-Şeyh, İbn Cüreyc'in, "Her ilim sahibi üstünde daha iyi bir bilen vardır" âyetini açıklarken:

“Hazret-i Yusuf, ilim yönünden kardeşlerinden üstündür" dediklerini bildirir.

77

"'(Kardeşler!) dediler kî: «Eğer o çaldıysa, daha önce onun bîr kardeşi de çalmıştı.» Yusuf bunu içinde sakladı, onlara açmadı. (Kendi kendine) dedi kî: Sîz daha kötü durumdasınız! Allah, sizin anlattığınızı çok iyi bilir."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre Hazret-i Yusuf'un kardeşleri, "Eğer o çaldıysa, daha önce onun bir kardeşi de çalmıştı" sözüyle Hazret-i Yusuf'u kasdetmişlerdir.

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: Bana ulaştığına göre Hazret-i Yûsuf'un başına gelen ilk belâ şöyledir: Onun, İshâk'ın kızı olan bir halası vardı ve İshâk evlâdının en büyüğü idi. Onların aralarında, büyüklerine mîrâs olarak bırakılan İshâk'ın kuşağı ona ulaşmıştı. Onu korumayı üzerine alan kim ise, onun için bir mal olur, bu hususta münâkaşa edilmez ve onun hakkında dilediğini yapardı. Yakûb'un Yûsuf adlı çocuğu doğduğu zaman Yûsuf'un halası onu almış ve büyütmeye başlamıştı. Çocuk, sanki ondan olmuş gibi ona ısınmış ve onun Yûsuf'u sevdiği kadar hiç kimse hiç bir şeyi sevmemişti. Yûsuf büyüyüp serpilince, Ya'kûb'un gönlüne Yûsuf'un sevgisi düşmüş ve kadına kızkardeşine gelerek:

“Ey kızkardeşciğim, Yûsuf'u bana teslim et. Allah'a yemin olsun ki; benden bir an bile ayrı olmasına dayanamıyorum" dedi. Kızkardeşi:

“Allah'a yemîn olsun ki; ben onu terkedecek değilim" deyip:

“Onu benim yanımda birkaç gün bırak, ona bakayım, ona doyayım, olur ki bu beni teselli eder, avutur" dedi. Hazret-i Yakûb onun yanından çıktığında, İshak'ın kuşağına yönetip onu aldı ve elbisesinin altından Yûsuf'un beline doladı. Sonra:

“İshak'ın kuşağı kayboldu. Kimin aldığını, kimin ele geçirdiğini araştırınız" dedi. Kuşak arandıktan sonra Hazret-i Yusuf'un halası:

“Ey ev halkı, üstlerinizi çıkarınız" dedi, onlar üstlerini çıkardılar ve kuşağı Yûsuf'ta bulunca:

“Allah'a yemîn olsun ki; o benim malımdır, onun hakkında dilediğimi yaparım" dedi. Yakûb yanma geldiği zaman durumu haber verince, Hazret-i Yakûb kendisine:

“İşte sen, işte o. Şayet bunu yapmışsa o (Yûsuf) senin malındır, bundan başkasına gücüm yetmez" dedi. Halası, Yûsuf'u alıkoydu ve kadın ölünceye kadar Yakûb Yûsuf'u alamadı. İşte Hazret-i Yûsuf kardeşini alıkoyduğu zaman kardeşlerinin:

“Eğer o çaldıysa, daha önce onun bir kardeşi de çalmıştı" sözüyle kasdettikleri budur. "

İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Yusuf, teyzesinin sürmedanlığını çalmıştı.

Ebu'ş-Şeyh'in Atiyye'den bildirdiğine göre Hazret-i Yusuf çocukken altından yapılmış sürme çekmekte kulanılan iki mili çalmıştı.

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), "Eğer o çaldıysa, daha önce onun bir kardeşi de çalmıştı" buyruğuyla ilgili olarak şöyle buyurdu:

“Hazret-i Yusuf annesinin babası olan dedesinden, altın ve gümüşten yapılmış bir putu çalıp kırarak yola atmıştı. Kardeşleri kendisini bu sebeple ayıpladılar."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, "Eğer o çaldıysa, daha önce onun bir kardeşi de çalmıştı" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Hazret-i Yusuf, annesinin babası olan dedesinden, altın veya gümüşten yapılmış bir putu çalıp kırarak yola atmıştı. Kardeşleri kendisini bu sebeple ayıpladılar."

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“Yusuf'un annesi, Hazret-i Yusuf'a, dayısının taptığı bir putu çalmasını emretmişti. Hazret-i Yusuf'un annesi müslümandı" demiştir.

İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre, kardeşlerinin Hazret-i Yusuf'u ayıpladıkları hırsızlık, annesinin babasından çaldığı bir put sebebiyledir. Hazret-i Yusuf bununla hayrı kasdetmişti.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem der ki:

“Hazret-i Yusuf, küçük bir çocukken annesiyle beraber dayılarından birinin yanındaydı. Bu sırada çocuklarla oynarken onların bir kilisesine girdi ve küçük bir heykel görüp onu aldı. Kardeşlerinin, "Eğer o çaldıysa, daha önce onun bir kardeşi de çalmıştı" diyerek Hazret-i Yusuf'u ayıpladıkları hırsızlık budur."

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Atiyye'den bildirdiğine göre Hazret-i Yûsuf kardeşleriyle birlikte yemekte bulunduğu bir sırada yemekten alıp tasadduk etti. (Bundan dolayı onu ayıpladılar.)

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih'e:

“Hazret-i Yusuf Bünyamin'e kardeş olduklarını söylediği halde nasıl kralın su kabını çalmakla suçladı? Hâlbuki siz, Hazret-i Yûsuf'un, kardeşlerinin geri dönmesi için kimliğini gizlediğini iddia ediyorsunuz" diye sorulunca, şöyle cevap verdi:

“Ona nesep olarak kardeş olduğunu söylemedi. Kardeşine: «Ben, senin ölen kardeşin yerindeyim» dedi."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Hazret-i Yusuf, içinden "Siz daha kötü durumdasınız! Allah, sizin anlattığınızı çok iyi bilir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen, "Siz daha kötü durumdasınız" âyetini Hazret-i Yusuf söylemiştir. (.....) âyeti ise "Allah söylediklerinizi çok iyi bilir" mânâsındadır.

Abdurrezzâk Musannef’te, Şeybe'nin şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Yusuf kardeşini bulunca:

“Benden sonra evlendin mi?" diye sordu. Kardeşi:

“Evet" cevabını verince, Hazret-i Yusuf:

“Benim için üzülmen evlenmene engel olmadı mı?" diye sordu. Kardeşi:

“Baban Yakub: «Evlen, umulur ki yüce Allah senin zürriyetinden yeryüzünü, tesbihleriyle teskin eden bir nesil çıkarır» dedi" karşılığını verdi.

78

Onlar şöyle dediler:

“ Ey Vezir! Doğrusu, bunun büyük bir ihtiyar babası var, (bununla teselli buluyor), onun için yerine birimizi al, çünkü biz, seni iyilik edenlerden görüyoruz.”

79

Yûsuf:

“ Eşyamızı, yanında bulduğumuz kimseden başkasını yakalayıp almamızdan Allah’a sığınırız; o takdirde, zulmetmiş oluruz.” dedi.

80

"Ondan ümitlerini kesince, (meseleyi) gizli görüşmek üzere ayrılıp (bir kenara) çekildiler. Büyükleri dedi ki:

“Babanızın sizden Allah adına söz aldığını, daha önce de Yusuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye veya benim için Allah hükmedinceye kadar bu yerden asla ayrılmayacağım. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır."

İbn Cerîr'in İbn İshâk'tan bildirdiğine göre, "Ondan ümitlerini kesince, (meseleyi) gizli görüşmek üzere ayrılıp (bir kenara) çekildiler" âyeti:

“Hazret-i Yusuf'un, kardeşlerini kendilerine vermemekteki kararlılığını anlayınca" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Yalnız kalıp fısıldaştılar" mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen "Büyükleri" sözünden kastedilen kişi, onlarla gitmeyip Mısır'da kalan en akıllıları olan Şem'ûn'dur. Mîlâd ve Rûbîl, yaşça kendisinden daha büyüktür.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre "Büyükleri" sözünden kastedilen kişi Rûbîl'dir. Hazret-i Yûsuf'u öldürmelerine engel olan ve en büyükleri olan kişi de budur.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Allah hükmedinceye kadar bu yerden asla ayrılmayacağım" âyeti, "Öldürülene kadar savaşacağım" mânâsındadır, demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Vehb (b. Münebbih) der ki: Şem'ûn, Hazret-i Yâkub'un en kuvvetli oğluydu ve kızdığı zaman saçları dimdik olur ve onu ancak Hazret-i Yâkub'un oğullarından birinin dokunması sakinleştirirdi. Bir defasında bir köy halkına saldırıp köyü yerle bir etmişti. Hazret-i Yâkub'un oğulları, kralın su kabı sebebiyle alıkonulunca da çok kızmış ve Hazret-i Yûsuf oğluna, kendisine dokunmasını emredince de sakinleşmiş, bunun üzerine de:

“Bana Hazret-i Yâkub'un oğullarından birinin eli değdi" demiştir.

81

Bkz. Ayet:83

82

Bkz. Ayet:83

83

"Babanıza dönün ve deyin Ki: «Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık etti. Biz, bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik. Biz gaybın bekçileri değiliz. (İstersen) içinde bulunduğumuz şehire (Mısır halkına) ve aralarında geldiğimiz kafileye de sor. Biz gerçekten doğru söylüyoruz.» (Babaları) dedi ki:

“Hayır, nefisleriniz sizi (böyle) bir işe sürükledi. (Bana düşen) artık, güzel bir sabırdır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, bu âyeti (=Gerçek şu ki oğlun hırsızlık yaptı diye itham edildi) şeklinde okumuştur.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd der ki: Hazret-i Yâkub, oğullarına:

“Siz söylemeden, bu adam hırsızın, çaldığı şey karşılığı köleleştireceğini bilemez" deyince, oğulları:

“Biz, bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik." Biz Yûsuf'un nezdinde hırsızlık yapanın köleleştireceğine dair şahitliğimizi ancak (senin dinine dair) bildiğimize göre yaptık" karşılığını verdiler.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbrâhim(-ı Nehaî), kişinin şahitliğini gizlemesini kerih görür, şahitlik etmesi istenince de şahitlik eder ve:

“Biz, bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik" derdi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre, Hazret-i Yûsuf'un kardeşleri, "Biz gaybın bekçileri değiliz" sözünden "Onun çalacağını bilmiyorduk" demeyi kasdetmişlerdir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İkrime'den bildirdiğine göre, Hazret-i Yûsuf'un kardeşleri, "Biz gaybın bekçileri değiliz" sözünden "Oğlunun çalacağını bilmiyorduk" demeyi kasdetmişlerdir.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre, Hazret-i Yûsuf'un kardeşleri, "Biz gaybın bekçileri değiliz" sözünden "Oğlunun çalacağını tahmin etmemiştik" demeyi kasdetmişlerdir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Yûsuf'un kardeşleri, "(İstersen) içinde bulunduğumuz şehre...sor" sözüyle Mısır'ı kasdetmişlerdir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre Hazret-i Yûsuf'un kardeşleri, "(İstersen) içinde bulunduğumuz şehre...sor" sözüyle Mısır'ı kasdetmişlerdir. Hazret-i Yâkub ise, "Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir" sözüyle, Hazret-i Yûsuf, Bünyamîn ve Rûbîl'i kasdetmiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Ravk der ki: Hazret-i Yûsuf, kardeşini hırsızlık sebebiyle alıkoyunca, Hazret-i Yâkub kendisine şöyle yazdı:

“Yâkub b. İshâk b. İbrahim Halîlullah'tan, Firavun'un veziri Yusuf'a: Derim ki, biz imtihanlara bağlanmış bir evin aile fertleriyiz. Dedem İbrahim ateşe atıldığında, Allah'ın emrine sabretmiştir ve Allah ona ateşi serin ve selamet yaptı. Babam İshak ise, Allah için kurban olunmakla imtihan edildi ve sabretti. Allah sonunda onun yerine büyük bir kurban gönderdi. Bana ise göz nuru (olan bir oğlan) verip onu benden çekip aldı. Ona olan üzüntüm gözlerimi aldı ve zayıf düşüp etim kemiğime yapıştı. Artık ne gecem gece, ne de gündüzüm gündüz. Elinde esir olan ve hırsızlık yaptığı iddia edilen kişi, onun arıne bir kardeşidir Yûsuf'a olan hüznümü hatırlayınca ona yanıma yaklaştırır, böylece Yûsuf'a olan üzüntümde bana teselli verirdi. Öğrendiğime göre hırsızlık yaptığı gerekçesiyle onu alıkoymuşsun, onu serbest bırak. Ben, dünyaya hırsız getirmedim ve o hırsız değildir. Baki selam!"

İbn Ebî Hâtim'in Ebu'l-Celed'den bildirdiğine göre kardeşi, Hazret-i Yûsuf'a:

“Ey vezir! Bir kardeşim gitti ve senin kadar bu kardeşime benzeyen başka biri yoktur. Bu kardeşim güneş gibiydi" deyince, Hazret-i Yûsuf:

“Gençliğine acıması ve kardeşini sana iade etmesi için Yâkub'un ilahına dua et" karşılığını verdi.

84

"Onlardan yüz çevirdi ve, «Vah! Yûsuf'a vah!» dedi ve üzüntüden iki gözüne ak düştü. O artık acısını içinde saklıyordu"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in değişik kanallarla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti "Ey hüznüm" mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Katâde'den bildirdiğine göre IS" âyeti "Ey Yusuf'a olan hüznüm" mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyeti "Ey Yusuf'a olan üzüntüm" mânâsındadır.

Ebû Ubeyd, İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Yûnus der ki: Saîd b. el-Hasan vefat ettiği zaman, Hasan(-ı Basrî) onun için çok üzülmüştü. Bu konuda kendisiyle konuşulunca:

“Yüce Allah'ın, Yâkubu, oğluna olan üzüntüsü sebebiyle ayıpladığını duymadım" dedi.

Abdullah b. Ahmed Zühd'ün zevâidinde, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Hasan(ı Basrî'nin) şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Yûsuf'un, Hazret-i Yâkub'un yanından çıkışı ile geri dönüşü arasında geçen seksen yıl boyunca, Hazret-i Yâkub'un kalbinden hüzün, yanaklarına akan yaş hiç kesilmemiş, ağlamaktan gözlerini kaybetmiştir. Vallahi! O gün yeryüzünde, Allah katında Hazret-i Yâkub'dan daha değerlisi yoktu."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki:

“İstircâ (bir musibete mâruz kalındığında İnnâ Lillâh ve İnnâ İleyhi Râciûn demek) bu ümmetin dışında hiç kimseye verilmemiştir. Eğer birine verilecek olsaydı Hazret-i Yâkub'a verilirdi. Onun:

“Vah! Yûsuf'a vah!" dediğini duymaz mısınız?"

İbn Ebî Hâtim, Ahnef b. Kays'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Hazret-i Dâvud: «Ey Rabbim! İsrâiloğulları sana İbrahim, İshâk ve Yâkub ile (bunların isimleriyle) dilekte bulunuyorlar. Beni de bunların dördüncüsü kıl»deyince, Yüce Allah ona şöyle vahyetti: «Ey Dâvûd, muhakkak ki İbrahim, Benim sebebimle ateşe atıldı ve sabretti. Bu musibet senin başına gelmedi. Muhakkak ki İshâk, Benim sebebimle kanını verdi. (Kurban edilmeye razı oldu) ve sabretti. Bu musibet de senin başına gelmedi Yâkûb'un sevgili (çocuğunu) ondan aldım da nihayet üzüntüden gözleri ağarmasına rağmen sabretti. Bu musibet de senin başına gelmedi.»"

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi, "Hüzünlü" mânâsındadır.

İbnu'l-Enbârî el-Vakf ve'l-İbtidâ'da ve Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona:

“Bana yüce Allah'ın, âyette geçen sözünün mânâsını söyle" deyince, İbn Abbâs şöyle cevap verdi:

“Kederli olan" demektir. Kays b. Zuheyr, bununla ilgili olarak şöyle demiştir::

Eğer Şâs'ın musibeti dolayısıyla hederimi içime atıyor idiysem de,

Artık bugün ben dilimin bağını çözmüş bulunuyorum.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, "Hüzünlü" mânâsındadır.

İbnu'l-Mübârek, Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) âyetini açıklarken:

“Hazret-i Yâkub, hüznünü içinde gizlemiş ve hayırdan başka bir şey söylememiştir." Başka bir lafızda ise:

“Hüznünü içinde gizleyip durdu ve kötü bir söz söylemedi" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Atâ el-Horasânî'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, "Çok kederli" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, "Çok kederli" mânâsındadır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) kelimesi, "Çok üzgün "mânâsındadır, demiştir.

İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, "Çok kederli" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Zeyd'in şöyle dediğini bildirir: (.....) konuşmayan demektir. Hazret-i Yâkub o kadar üzülmüştü ki onlarla (çocuklarıyla) konuşmuyordu.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Leys b. Ebî Süleym'den bildirdiğine göre Cibrîl, zindanda olan Hazret-i Yûsuf'ın yanına girince, Hazret-i Yûsuf onu tanıdı ve:

“Ey Rabbi katında değerli olan melek! Yâkub hakkında bilgin var mı?" diye sordu. Cibrîl:

“Evet" cevabını verince, Hazret-i Yûsuf:

“Ne yaptı?" diye sordu. Cibrîl:

“Sana olan üzüntüsünden dolayı gözlerine ak düştü" cevabını verince, Hazret-i Yûsuf:

“Onun üzüntüsü ne kadar?" diye sorunca, Cibrîl:

“İlk çocuğu ölen yetmiş kadının üzüntüsü kadar" cevabını verdi. Hazret-i Yûsuf:

“Buna karşılık kendisine ecir var mı?" diye sorunca, Cibrîl:

“Evet, yüz şehid sevabı aldı" cevabını verdi.

İbn Cerîr, Leys'in vasıtasıyla Sâbit el-Bunânî'den aynı rivâyette bulunmuştur.

İbn Cerîr, Leys b. Ebî Süleym vasıtasıyla Mücâhid'den bildirir: Hazret-i Yûsuf Mısır'dayken, Cibrîl kendisine bir adam sûretinde geldi. Hazret-i Yûsuf onu görünce tanıyıp karşıladı ve:

“Ey güzel kokulu, temiz elbiseli ve Rabbi kadında değerli olan melek! Yâkub hakkında bilgin var mı?" diye sordu. Cibrîl:

“Evet" cevabını verince, Hazret-i Yûsuf:

“Durumu nasıldır?" diye sordu. Cibrîl:

“Gözlerini kaybetti" cevabını verince, Hazret-i Yûsuf:

“Gözlerini kaybetmesine sebep olan şey nedir?" diye sordu. Cibrîl:

“Sana olan üzüntüsünden dolayı" cevabını verince, Hazret-i Yûsuf:

“Buna karşılık kendisine ne verildi?" diye sordu. Cibrîl:

“Yetmiş şehid sevabı verildi" cevabını verdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Abdulah b. Ebî Câfer der ki: Hazret-i Yûsuf hapisteyken yanına Cibrîl girince:

“Ey Cibrîl! Babamın hüznü hangi dereceye vardı?" diye sordu. Cibrîl:

“İlk çocuğu ölen yetmiş kadının üzüntüsü kadar" cevabını verince, Hazret-i Yûsuf:

“Buna karşılık kendisine ne kadar ecir verildi?" diye sordu. Cibrîl:

“Yüz şehid sevabı verildi" cevabını verdi.

İbn Ebî Şeybe, Halef b. Havşeb'den aynı rivayette bulunmuştur.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Vehb b. Münebbih'den bildirdiğine göre Hazret-i Yûsuf zindandayken, Cibrîl kendisine müjdeyi getirince, Hazret-i Yûsuf'a:

“Ey sıddîk! Beni, tanıyor musun?" diye sordu. Hazret-i Yusuf:

“Ben tertemiz bir yüz, hata işleyenlerin ruhuna benzemeyen hoş bir ruh görüyorum" cevabını verince, Cibrîl:

“Ben Âlemlerin Rabbinin elçisiyim, Ben Ruh'ul-Emin'im" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Yusuf:

“Günahkârların bulundukları yere seni sokan nedir? Oysa sen temizlerin temizi, Allah'a en yakın olanların başı, Âlemlerin Rabbinin eminisin" deyince, Cibrîl:

“Ey Yusuf! Bilmiyor musun ki Allah arzı peygamberlerin temizliği ile temizler. Yine bilmiyor musun kî, peygamberlerin girmiş olduğu yerler, yerlerin en temizidir. Muhakkak ki Allah senin vasıtanla, hapishaneyi ve çevresindekileri tertemiz yapmıştır! Ey temizlerin temizi! Ey temizlenmiş olanların oğlu! Senin ve salih ve muhlis olan babalarının temizliğiyle temizlenilir" dedi. Hazret-i Yûsuf:

“Bana sıddikların ismi nasıl verilebilir? Sen beni temizler, muhlisler ve salihlerden sayarken, nasıl sıddîklerin isimleriyle isimlendirirsin? Oysa ben, günahkârların girdiği yere girdim. Ben, dalalette olanlar ve müfsitlerle adlandırıldım" deyince, Cibrîl:

“Hüzün, kalbini fitneye düşürmedi, esaret hürriyetini kirletmedi, Rabbine isyan ederek efendin olan kadına itaat etmedin. Bu yüzden Allah, seni sıddık olarak isimlendirdi. Muhlislerden saydı, seni salih atalarının arasına kattı" Hazret-i Yûsuf:

“Yâkub hakında bilgin var mı?" diye sorunca, Cibrîl:

“ Evet. Allah ona güzel bir sabır vermiştir ve senin için onu üzüntü ile belâlandırmıştır. Onun kalbi üzüntü dolu ve bunu belli etmiyor" cevabını verdi. Hazret-i Yûsuf:

“Onun üzüntüsü ne kadar?" diye sorunca, Cibrîl:

“İlk çocuğu ölen yetmiş kadının üzüntüsü kadardır" cevabını verdi. Hazret-i Yûsuf:

“Onun sevabı ne kadardır?" diye sorunca, ise Cibrîl:

“Yüz şehid sevabı kadardır" karşılığını verdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime der ki:

“Hazret-i Yûsuf zindandayken Cibrîl kendisine gelip selam verince, Hazret-i Yakub'un:

“Ey Rabbi katında değerli, güzel kokulu ve temiz elbiseli olan melek! Yâkub hakında bilgin var mı?" diye sordu. Cibrîl:

“ Evet. Çok fazla üzülmüş" cevabını verince, Hazret-i Yûsuf:

“Onun sevabı ne kadardır?" diye sorunca, ise Cibrîl:

“İlk çocuğu ölen yetmiş kadının aldığı sevap kadardır" karşılığını verdi. Hazret-i Yûsuf:

“Sence onunla buluşabilecek miyim?" diye sorunca, Cibrîl:

“Evet" cevabını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Yûsuf mutlu oldu."

İbn Cerîr'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hazret-i Yûsuf'un, oğluna olan üzüntüsü ne dereceye vardı?" diye sorulunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İlk çocuğu ölen yetmiş kadının üzüntüsü kadar üzülmüştü" cevabını verdi. "Onun sevabı ne kadardır?" diye sorulunca ise:

“Yüz şehid sevabı vardır. Çünkü onun gece olsun gündüz olsun bir an bile Allah hakkında kötü zanda bulunmadı" cevabını verdi.

Ahmed, Zühd'de, Amr b. Dînâr'dan bildirdiğine göre Hazret-i Yâkub'a ilk çocuğu ölen yetmiş kadının üzüntüsü kadar üzüntü verilmişti ve bu üzüntüyü seksen yıl taşıdı.

85

"(Oğulları;) «Allah'a andolsun kî sen hâlâ Yusufu anıyorsun. Sonunda ya hasta olacaksın ya da büsbütün helâk olacaksın!» dediler"

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyete:

“Allah'a and olsun ki, hâlâ Yûsuf'u anıyorsun. Sonunda ya ağır bir şekilde hastalanacaksın veya öleceksin" mânâsını vermiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, bu âyeti:

“Sen Yusuf'u anıp onu sevmekten usanmıyorsun.

Sonunda ya hastalığından dolayı ölüme yakın bir hale geleceksin veya öleceksin" şeklinde açıklamıştır.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, bu âyeti:

“Sen Yusuf'u hâlâ anıyorsun. Sonunda yaşlanıp çökeceksin veya öleceksin" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk, âyette geçen (.....) kelimesinin eskiyen, (.....) kelimesinin ise ölmek mânâsında olduğunu söylemiştir.

İbnu'l-Enbârî ve Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona:

“Bana yüce Allah'ın, âyette geçen (.....) âyetinin mânâsını söyle" deyince, İbn Abbâs:

“Hâlâ Yusuf'u anıyorsun" demektir" cevabını verdi. Nâfi:

“Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir:

“Tabi ki! Yoksa şairin:

Ömrüne yemin olsun, Hâlidi o kadar anıyorsun

Hâlb uki Tubba (kavmini) helak eden şey onu da helak etmiştir" dediğini bilmez misin?

Nâfi:

“Âyette geçen (.....) âyetinin mânâsını söyle" deyince, İbn Abbâs:

“Ağrının şiddetinden bitkin düşüp helak olmak" demektir" cevabını verdi. Nâfi:

“Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir:

“Tabi ki! Yoksa şairin:

Leyla 'yi anmaktan mı böyle bitkin düştün ki

Sanki ateşlenip doktorlarm eline düşmüş gibisin " dediğini bilmez misin?"

86

"(Yâkub:) Ben gam ve kederimi sadece Allah'a arzediyorum. Ve ben sizin bilemiyeceğiniz şeyleri Allah tarafından (vahiy ile) biliyorum, dedi"

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Talha b. Musarrif el-Eyâmî der ki: Üç şeyi anma ve anmaktan kaçın. Hastalandığında şikâyette bulunma, başına bir musibet geldiğinde şikâyette bulunma ve nefsini temize çıkarma. Bana bildirildiğine göre Hazret-i Yâkub'un yanına bir komşusu girince:

“Ey Yâkub! Babanın geldiği yaşa yetişmeden zayıflayıp ihtiyarlamışsın?" deyince, Hazret-i Yâkub:

“Beni, Yüce Allah'ın ibtila ettiği Yusuf'a olan üzüntüm ve onu anmam zayıflatıp ihtiyarlattı" cevabını verdi. Bunun üzerine Yüce Allah kendisine:

“Ey Yâkub! Beni mahlûkatıma şikâyet mi ediyorsun?" diye vahyetti. Hazret-i Yâkub:

“Ey Rabbim! Bir hata işledim, bu hatamı affet" deyince, Yüce Allah:

“Hatanı bağışladım" buyurdu. Bundan sonra Hazret-i Yâkub'a sorulduğunda:

“Ben gam ve kederimi sadece Allah'a arzediyorum" demeye başladı."

Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in Müslim b. Yesâr'dan merfu olarak bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kim, şikâyette bulunursa, sabretmemiş demektir" buyurup:

“Ben gam ve kederimi sadece Allah'a arzediyorum" âyetini okudu.

İbn Mende el-Ma'rife'de, Müslim b. Yesâr'dan, Sa'd b. Mes'ûd'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kim, şikâyette bulunursa, sabretmemiş demektir" buyurup:

“Ben gam ve kederimi sadece Allah'a arzediyorum" âyetini okuduğunu bildirir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin Abdurrahman b. Ya'mer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kim, şikâyette bulunursa, sabretmemiş demektir" buyurup:

“Ben gam ve kederimi sadece Allah'a arzediyorum" âyetini okudu.

İbn Merdûye'nin Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre "Kim, şikâyette bulunursa, sabretmemiş demektir" buyurup:

“Ben gam ve kederimi sadece Allah'a arzediyorum" âyetini okudu.

İbn Adiy ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da, İbn Ömer'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“İyiliğin hazinelerinden biri de sadakayı gizli vermek, musibet ve hastalıkları gizlemektir. Şikâyette bulunan sabretmemiş demektir. "

Beyhakî, başka bir kanalla, Alâ b. Abdirrahman b. Yâkub'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: - "Şu üç şey iyilik hazinelerindendir: Sadakayı gizli vermek, musibeti gizlemek ve hastalığı gizlemek."

Beyhakî Şuabu'l-îman'da, Enes'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Dünya için üzgün olarak sabahlayan, Rabbine karşı kızgın olarak sabahlamış demektir.- Kendisine inen bir musibeti şikayet ederek sabahlayan da, Rabbini şikayet etmiş demektir. Allah, dünyalık bir şey elde etmek için zillete düşenin amelinin üçte ikisini boşa çıkarır. Kime Kur'ân verilir (öğrenir) de cehenneme girerse, Allah onu (rahmetinden) uzaklaştırır."

Beyhakî, merfu olarak İbn Mes'ûd'dan aynı rivâyette bulunmuş ve zayıf olduğunu söylemiştir.

Ahmed'in Zühd'de ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ der ki:

“Üç şey senin muktedir olduğunu gösterir: Musibete şikâyet etmemen, ağrısızını başkasına söylememen ve dilinle nefsini tezkiye etmemen."

Ahmed Zühd'de ve Beyhakî, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini bildirir:

“Tevrat'ta, peşpeşe gelen şu dört satırı gördüm: Musibetini şikayet eden, Rabbini şikayet etmiş olur. Zenginlik elde etmek için zillete düşenin dininin üçte ikisi gider. Başkasının elinde olana (kendisinin olmadığı için) üzülen Rabbinin kaderine isyan etmiş olur. Allah'ın Kitab'ını okuduğu halde bağışlanmayacağını düşünen, Allah'ın âyetleriyle alay etmiş olur."

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî, Hasan el-Basrî'nin şöyle dediğini bildirir:

“Bir belaya maruz kalıp bunu üç gün gizleyip kimseye söylemeyene Allah rahmetini gönderir."

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Ahmed Zühd'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Habîb b. Ebî Sâbit'ten bildirdiğine göre Hazret-i Yakubun kaşları yaşlılıktan dolayı gözlerinin üzerine düşmüştü ve onları bir bezle kaldırıyordu. Kendisine:

“Neden böyle oldun?" diye sorulunca, "Uzun zaman geçmesinden ve hüznün çokluğundan" cevabını verdi. Bunun üzerine Yüce Allah kendisine:

“Ey Yakub! Beni şikâyet mi ediyorsun?" diye vahyedince, Hazret-i Yakub:

“Ey Rabbim! Bir hata işledim, beni bağışla" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Nadr b. Arabî der ki:

“Hazret-i Yakub'un, Hazret-i Yûsuf'a utan hüznü uzun süre devam edince, üzüntüden gözlerini kaybetti ve ziyaretçiler yanına girip:

“Allah'ın selamı üzerine olsun ey Allah'ın peygamberi! Kendini nasıl hissediyorsun?" demeye başladılar. Hazret-i Yakub ise böyle soranlara:

“İhtiyarlamışım ve gözlerim görmez olmuş" cevabını veriyordu. Bunun üzerine Yüce Allah kendisine:

“Ey Yakub! Beni, seni ziyaret edenlere şikayet mi ettin!" diye vahyedince, Hazret-i Yakub:

“Ya Rabbi! Bir günah işledim, bir daha asla bu günaha dönmem" dedi ve artık kendisine böyle soranlara:

“Ben gam ve kederimi sadece Allah'a arzediyorum" karşılığını vermeye başladı.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi "Keder" mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi "İhtiyaç" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Ve ben sizin bilemiyeceğiniz şeyleri Allah tarafından (vahiy ile) biliyorum, dedi" âyetini:

“Ben, Yusuf'un rüyasının sadık rüya olduğunu ve ona secde edeceğimi biliyorum" şeklinde açıklamıştır.

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî, Şuabu'l- İman'da, Abdullah b. Şeddâd'ın şöyle dediğini bildirir:

“Ben, son saflarda durmuş Hazret-i Ömer'in arkasında sabah namazını kılarken, Hazret-i Ömer'in:

“Ben gam ve kederimi sadece Allah'a arzediyorum" âyetini okurken, göğsünden gelen sesi duyuyordum."

Abdurrezzâk ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Alkame b. Vakkâs der ki:

“Hazret-i Ömer'in arkasında yatsı namazını kıldım. Yusuf Sûresini okuyup, Hazret-i Yûsuf'tan bahseden yere gelince göğsünden gelen sesi arka saflarda olmama rağmen duydum."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde der ki:

“Bildirildiğine göre Hazret-i Yakub'a inen her belada, Allah'a hüsnü zan besledi."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Abdurrezzâk der ki: Bize ulaştığına göre Hazret-i Yakub:

“Ey Rabbim! Çocuğumu ve gözlerimi götürdün" deyince, Yüce Allah:

“Evet. İzzetim ve Celâlime yemin ederim ki ben sana merhamet ediyorum. Sana gözlerini ve çocuğunu iade edeceğim. Seni bu şekilde ibtila etmemin sebebi, bir deveyi kesip pişirdiğin ve komşun kokusunu aldığı halde ona vermemendir" buyurdu.

İshâk b. Râhûye Tefsir'inde, İbn Ebi'd-Dünyâ el-Ferecu ba'de'ş-Şidde'de, İbn Ebî Hâtim, Taberânî el-Evsat'ta, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Şuabu'l-İman'da, Enes'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Hazret-i Yâkub'un bir kardeşliği vardı ve bu kardeşliği bir gün: «Ey Yakub! Gözlerini kör eden ve belini büken şey nedir?» diye sordu. Hazret-i Yakub: «Gözlerimin kör olmasının sebebi Yusuf'a ağlamamdır. Belimi büken şey ise Bünyanim için üzülmemdir» cevabını verince Cibrîl gelip: «Ey Yakub! Allah sana selam söylüyor ve:

“Beni başkasına şikayet etmeye utanmıyor musun?" diyor» dedi. Hazret-i Yakub: «Ben gam ve kederimi sadece Allah'a arzediyorum» karşılığını verince, Cibrîl: «Şikayet ettiğin şeyi Allah daha iyi biliyor ey Yakub» dedi. Sonra Hazret-i Yakub şöyle dedi: «Şu yaşlı adama merhamet etmeyecek misin? Gözlerimi aldın ve belimi büktün. Bana, ölmeden önce onu bir defa koklamam için reyhanımı (Yusuf)'u geri ver. Sonra bana dilediğini yap.» Cibrîl gelip şöyle dedi: «Ey Yakub! Allah sana selam söylüyor ve:

“Sevin, kalbin mutlu olsun. İzzetime yemin ederim ki, eğer oğulların ölü olsalar bile onları senin için diriltirim. Miskinler için yemek yap. Çünkü kullarım içinde en çok sevdiklerim peygamberler ve miskinlerdir. Gözlerini neden kor ettiğimi, belini neden büktüğümü, Yusuf'un kardeşlerinin ona neden böyle yaptığını biliyor musun ? Bir oğlak kestiniz ve size oruç olan bir miskin gelince ona oğlaktan bir şey, yedirmediniz» buyuruyor. Hazret-i Yakub, yemek yiyeceği zaman bir münadinin: «Yemek yemek isteyen miskinler Yakub ile yesinler» diye seslenmesini emrederdi. Oruç olduğu zaman ise bir münadiye:

“Oruçlu olan miskinler Yakub ile iftar etsin" diye seslenmesini emrederdi."

87

"Ey oğullarımı Gıdın de Yusuf'u ve kardeşini iyice araştırın, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez"

İbn Ebî Hâtim'in Nadr b. Arabî'den bildirdiğine göre Hazret-i Yakub, yirmi dört yıl Hazret-i Yûsuf'un ölü mü, diri mi olduğunu bilmeden yaşadı. Sonunda ölüm meleği kendisine göründü. Hazret-i Yakub:

“Sen kimsin?" diye sorunca, ölüm meleği:

“Ben ölüm meleğiyim" cevabını verdi. Hazret-i Yakub:

“Yâkub'un ilahı hakkı için söylemeni istiyorum, Yusuf'un ruhunu aldın mı?" diye sorunca, melek:

“Hayır" cevabını verdi. O zaman Hazret-i Yakub:

“Ey oğullarım! Gidin de Yusufu ve kardeşini iyice araştırın, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez" dedi. Oğulları Mısır'a gittiler ve Hazret-i Yûsuf'un huzuruna girince, ona daha önce söylemedikleri kadar yumuşak sözler söyleyip:

“Ey aziz! Bizi ve ailemizi kıtlık bastı ve biz değersiz bir sermaye ile geldik" dediler.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, (.....) âyetinin, "Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin" mânâsında olduğunu söylemiştir.

İbn Cerîr, Dahhâk'tan aynı rivayette bulunmuştur.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Allah'ın, içinde bulunduğunuz durumdan kurtaracağına dair ümidinizi kesmeyiniz" mânâsındadır.

88

"Yusuf'un yanına girdiklerinde dediler ki: Ey aziz! Bizi ve ailemizi kıtlık bastı ve biz değersiz bir sermaye ile geldik. Hakkımızı tam ölçerek ver. Ayrıca bize bağışta da bulun. Şüphesiz Allah sadaka verenleri mükâfatlandırır."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen kelimesi, maddi sıkıntı mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi, dirhem (.....) kelimesi ise çok olmayan mânâsındadır.

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti, değersiz mal, eski ip ve çul gibi şeyler mânâsındadır.

Ebû Ubeyd, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti, normal değerinden aşağı sayılmadıkça geçerli satılmayan, değersiz ve kalp para mânâsındadır.

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in İkrime'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, az olan mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, kalp para mânâsındadır.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Saîd b. Cübeyr ve İkrime'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi hakkında biri:

“Eksik", diğeri ise:

“Değersiz para mânâsındadır" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Abdullah b. el- Hâris'ten bildirdiğine göre (.....) âyeti, yün ve yağ gibi Arapların eşyaları, mânâsındadır.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Ebû Sâlih'ten bildirdiğine göre (.....) âyetinden, çitlenbik, çam fıstığı ve pamuk kastedilmiştir.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyetinden, zayıf olan deve ve sığırlar kastedilmiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi, değersiz mânâsındadır.

İbnu'n-Neccâr'ın İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyetinden, kavrulmuş un kastedilmiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Enes'e, bir şeyi (ücret karşılığı) ölçenler, ücretlerini müşteriden mi, yoksa satandan mı alırlar?" diye sorulunca, Enes:

“Doğru olan, ücretin satıcıya ait olmasıdır. Hazret-i; Yûsuf'un kardeşleri:

“Hakkımızı tam ölçerek ver. Ayrıca bize bağışta da bulun" demişlerdi. Ölçen kişi de Hazret-i Yûsuf'tu" cevabını verdi.

İbn Cerîr'in İbrahim'den bildirdiğine göre bu âyet, Abdullah'ın mufshafında, (.....) şeklindedir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süfyân b. Uyeyne'ye, Allah'ın Resûlünden önce, peygamberlerden herhangi birine sadaka haram kılınmış mıydı?" diye sorulunca, Süyfân:

“Yüce Allah'ın, "Hakkımızı tam ölçerek ver. Ayrıca bize bağışta da bulun. Şüphesiz Allah sadaka verenleri mükâfatlandırır" buyurduğunu duymadın mı?" karşılığını verdi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b, Cübeyr der ki:

“Peygamberler sadakayı yemezler. Hazret-i Yûsuf'un kardeşlerinin ellerinde, değersiz ve geçerli olmayan para vardı. Bu sebeple Hazret-i Yûsuf'a:

“Bize müsamahakâr davran ve paramızın eksik ve değersiz olması sebebiyle eksik ölçme" dediler.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in, İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre "Ayrıca bize bağışta da bulun" buyruğuyla, "Bize kardeşimizi geri ver" sözü kastedilmiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre bir adam, Ömer b. Abdilazîz'e:

“Bana bağışta bulun, Allah sana cenneti bağışlasın" deyince, Ömer b. Abdilazîz:

“Yazık sana! Allah bağışta bulunmaz. Allah bağışta bulunanları mükâfatlandırır" karşılığını verdi.

Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid'e:

“Kişinin duasında: «Allahım! Bana bağışta bulun» demesi kerih görülür mü?" diye sorulunca, "Evet, ancak sevap uman kişi bağışta bulunur" cevabını verdi.

İbn Ebî Hâtim'in Sâbit el-Bünânî'den bildirdiğine göre Hazret-i Yâkub'un oğullarına:

“Mısır'da, miskinlere yediren ve yetimlerin kucağını malla dolduran bir adam var" denilince, onlar:

“Bu kişinin bizim ailemizden olması gerekir" dediler ve baktıklarında onun Hazret-i Yâkub'un oğlu Hazret-i Yûsuf olduğunu gördüler.

89

Yûsuf, onlara dedi ki; “ Siz, cahil kimselerken Yûsuf’a ve kardeşine ne yaptığınızı biliyor musunuz?”

90

"Yoksa sen, gerçekten Yusuf musun? dediler. O da: «(Evet) ben Yusuf'um, bu da kardeşim. (Birbirimize kavuşmayı) Allah bize lütfetti, çünkü kim (Allah'tan) korkar ve sabrederse, şüphesiz Allah güzel davrananların mükâfatını zayi etmez» dedi."

Ebu'ş-Şeyh'in, A'meş'ten bildirdiğine göre Yahya b. Vessâb, bu âyeti (.....) şeklinde, tek hemzeyle okumuştur.

Ebu'ş-Şeyh'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre bu âyet, Abdullah'ın kıraatında (.....) şeklindedir.

Ebu'ş-Şeyh, "Çünkü kim (Allah'tan) korkar ve sabrederse, şüphesiz Allah güzel davrananların mükâfatını zayi etmez" âyetini açıklarken:

“Kim zinadan sakınır ve bekârlığa sabrederse, şüphesiz Allah güzel davrananların mükâfatını zayi etmez" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Rabî b. Enes der ki:

“İlk kutsal kitapta şöyle yazılıdır:

“Hased eden, hasediyle kendinden başkasına zarar veremez. Birinin hased etmesi sebebiyle kişiye zarar gelmez. Hased, sahibini eksiltir. Kıskanılan kişi ise sabrettiği takdirde Allah, onu sabrı sebebiyle kurtarır. Çünkü Yüce Allah:

“Çünkü kim (Allah'tan) korkar ve sabrederse, şüphesiz Allah güzel davrananların mükâfatını zayi etmez" buyurmaktadır.

91

"(Kardeşleri) dediler ki: Allah'a andolsun, hakikaten Allah seni bize üstün kılmış. Gerçekten biz hataya düşmüşüz"

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "(Kardeşleri) dediler ki: Allah'a andolsun, hakikaten Allah seni bize üstün kılmış. Gerçekten biz hataya düşmüşüz" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kardeşleri bu sözü, Hazret-i Yûsuf kendini tanıttıktan, onlara yumuşak davranıp, yaptıklarını yüzlerine vurmadığını ve kınamadığını gördükten sonra söylediler."

92

"(Yusuf) dedi ki: Bugün sizi kınamak yok, Allah sîzi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in İkrime'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, ayıplamak mânâsındadır.

Ebu'ş-Şeyh, Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinin şöyle dediğini bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'yi fethettiği zaman halka dönüp:

“Ne dersiniz ve (size) ne (yapacağımı) zannedersiniz?" diye sordu. Halk:

“Sen cömert olan bir amcaoğlusun " karşılığını verince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin" buyurdu.

îbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'yi fethedince minbere çıkıp Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra:

“Ey Mekke halkı! Şimdi (size) ne (yapacağımı) zannedersiniz. Ne dersiniz?" buyurdu. Halk:

“Cömert olan bir amcaoğlu hakkında hayır bekleriz ve hayır söyleriz. Sen bize galip geldin" cevabını verince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Size, kardeşim Yusuf'un söylediği gibi söylerim. «Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir»" buyurdu.

Beyhakî Delâil'de, Ebû Hureyre'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'yi fethettiği zaman, Kâbe'yi tavaf edip iki rekat namaz kıldıktan sonra Kâbe'nin yanına gidip kapının iki yanındaki dilmelerden tutarak, halka:

“Ne dersiniz ve (size) ne (yapacağımı) zannedersiniz?" diye sordu. Halk:

“Seni yumuşak ve merhametli bir yeğen ve amcaoğlusun " karşılığını verince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Size, Yusuf'un söylediği gibi söylerim. «Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir»" buyurdu. Bunun üzerine halk, sanki kabirlerinden çıkarılmış gibi çıkıp (küfrü terk edip) İslam'a girdiler."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Atâ el-Horasânî der ki: Gençlerden ihtiyaçların karşılanmasını taleb etmek, yaşlılardan taleb etmekten daha kolaydır. Nitekim Hazret-i Yusuf, (kendisinden af isteyen kardeşlerine):

“Bugün sizi kınamak yok" demişti. Hazret-i Yakub ise (kendileri için bağışlanma dilemesini isteyen oğullarına):

“Rabbim'den bağışlanmanızı dileyeceğim" demişti.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû İmrân el-Cevnî:

“Vallahi! Hazret-i Yûsuf'ın bağışlaması gibisini duymadık" demiştir.

93

"Şu benîm gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun, (gözleri) görecek duruma gelir. Ve bütün ailenizi bana getirin."

Hakîm et-Tirmizî ve Ebu'ş-Şeyh'in Vehb b. Münebbih'ten bildirdiğine göre, Hazret-i Yûsuf'un kardeşlerinin başına (önceki âyetlerde geçen) bu olaylar gelince, Hazret-i Yakub, Yûsuf olduğunu bilmediği vezire şöyle bir mektup yazdı:

“Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. Senin için, kendisinden başka ilah olmayan Allah'a hamd ederim. Derim ki: Biz, her türlü belaya maruz kalan bir aileyiz. Dedem, Halilullah İbrâhim, Allah'a olan itaatinden dolayı ateşe atıldı. Yüce Allah da ona ateşi serin ve selamet yaptı. Yüce Allah, dedem (İbrâhim)e babamı kesmesini emretti ve daha sonra Yüce Allah onun yerine bir kurban gönderdi. Benim de insanlar içinde en çok sevdiğim bir oğlum vardı ve bu oğlumu kaybettim. Ona olan üzüntümden dolayı da gözlerimi kaybettim. Onun, aynı anneden olan bir kardeşi vardı ve kaybettiğim oğlumu hatırlayınca, bunu bağrıma basar, böylece biraz da olsa üzüntüm azalırdı. Bu oğlum, hırsızlıktan dolayı yanında hapsedilen kişidir. Ben hiçbir zaman çalmadım, benden çalan bir çocuk da dünyaya gelmedi." Hazret-i Yûsuf mektubu okuyunca ağladı ve (kardeşlerine):

“Şu benim gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun, (gözleri) görecek duruma gelir" dedi.

Ebu'ş-Şeyh'in, Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şu benim gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun, (gözleri) görecek duruma gelir" âyeti hakkında şöyle dedi:

“Nemrûd, Hazret-i İbrahim'i ateşe attığı zaman, Cibrîl, cennetten bir gömlekle ve kilimle inerek ona gömleği giydirdi ve kilimin üzerine oturtup, kendisi de oturarak onunla konuşmaya başladı. Bunun üzerine Yüce Allah: «Ey ateş! İbrahim'e karşı serin ve zararsız ol» buyurdu. Eğer: «Zararsız demeyip te sadece serin ol deseydi, Hazret-i İbrahim soğuktan ölürdü.»"

Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey beşerin en hayırlısı!" diye hitab edince Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Senin dediğin vasıflara sahib olan kişi, Allah'ın halili İbrahim'in oğlu, Allah'ın kurbanı İshâk'ın oğlu, Allah'ın kulu Yâkub'un oğlu Yusuf tur. Yüce Allah, İbrahim'e cennetten bir gömlek giydirmiştir. İbrâhim, o gömleği İshâk'a, İshâk ta Yâkub'a giydirmiştir. Yakub da onu demir bir muskanın içine koyarak, Yusuf'un boynuna asmıştı. Eğer kardeşleri, bunu bilseydi, Hazret-i Yusuf'u kuyuya attıkları zaman bu muskayı kendisinden alırlardı. Yüce Allah, Hazret-i Yusuf'u Yakub'a iade etmeyi murad ettiği zaman -Hazret-i Yûsuf'un gördüğü rüya ve yorumunun gerçekleşmesi arasında kırk yıl geçmiştir- Hazret-i Yûsuf, Hazret-i Yakub'a müjdeyi götüren kişiye, müjdeyi sekiz mesken uzaktan vermesini emretti. Müjdeci, sekiz mesken mesafeye gelince Hazret-i Yâkub, Hazret-i Yusuf'un gömleğinin kokusunu aldı ve:

“Eğer bana bunamış demezseniz inanın ben Yusuf'un kokusunu alıyorumdedi. Gömleği yüzüne sürünce de gözleri açıldı. Cennetten gelen herhangi bir şey, dünya hastalıklarından herhangi birinin üzerine konulunca, Allah'ın izniyle o hastalık, yok olur."

İbn Ebî Hâtim, Muttalib b. Abdillah b. Hantab'ın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i İbrâhim ateşe atıldığı zaman, Yüce Allah kendisine cennetten bir gömlek giydirdi. Hazret-i İbrâhim bu gömleği İshâk'a, Hazret-i İshâk ta Hazret-i Yâkub'a, Hazret-i Yâkub da Hazret-i Yûsuf'a giydirdi. Hazret-i Yûsuf bu gömleği gümüş bir muskanın içine koyup boynuna asmıştı. Hazret-i Yûsuf kuyuya atıldığı zaman ve zindandayken gömlek onun boynunda asılıydı. Kardeşleri yanına girdiklerinde gömleği muskanın içinden çıkarıp:

“Şu benim gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun, (gözleri) görecek duruma gelir" dedi. Hazret-i Yûsuf gömleği muskanın içinden çıkarınca, Filistin'de Kenân diyarında olan Hazret-i Yakub (gömleğin üzerindeki) cennetin kokusunu aldı ve:

“Eğer bana bunamış demezseniz inanın ben Yusuf'un kokusunu alıyorum" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki:

“Hazret-i Yûsuf ailesini çağırınca Mısır'a doksan üç kişi olarak geldiler ve bütün erkekleri peygamber, kadınları ise sıddıkaydı. Vallahi! Hazret-i Musa ile Mısır'dan çıktıkları zaman sayıları altı yüz yetmiş bin kişiydi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî b. Enes der ki:

“Hazret-i Yakub, Hazret-i Yûsuf'ın yanına Mısır'a, yetmiş iki çocuk ve torunla gitti. Hazret-i Mûsa ile Mısır'dan çıktıkları zaman ise sayıları altı yüz bin kişiydi.

94

Bkz. Ayet:95

95

"Kafile (Mısır dan) ayrılınca, babaları (yanındakilere): «Eğer bana bunamış demezseniz inanın ben Yusuf'un kokusunu alıyorum!» dedi. (Onlar da:) «Vallahi sen hâlâ eski şaşkınlığmdasın» dediler."

Abdurrezzâk, Firyâbî, Ahmed Zühd'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Kafile (Mısır'dan) ayrılınca, babaları (yanındakilere): Eğer bana bunamış demezseniz inanın ben Yusufun kokusunu alıyorum" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kervan (Mısır'dan) yola çıkınca rüzgâr esti ve Hazret-i Yûsuf'un gömleğinin kokusunu Hazret-i Yakub'a getirdi. Bunun üzerine Hazret-i Yakub:

“Eğer beni akılsızlıkla suçlamazsanız inanın ben Yusuf'un kokusunu alıyorum" dedi. Hazret-i Yakub, Hazret-i Yûsuf'un kokusunu sekiz günlük mesafeden almıştı.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Yakub, Hazret-i Yûsuf'un kokusunu on günlük mesafeden almıştı.

İbn Ebî Hâtim'in başka bir kanalla bildirdiğine göre İbn Abbâs'a, Hazret-i Yakub'un, gömleğin kokusunu ne kadarlık mesafeden aldığı sorulunca:

“Dokuz fersah mefaseden" cevabını verdi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan:

“Yakub, gömleğin kokusunu bir aylık mesafeden aldı" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın:

“Hazret-i Yakub, Hazret-i Yûsuf'un kokusunu altı günlük mesafeden aldı" dediğini bildirir.

Ebu'ş-Şeyh'in Muhammed b. Kab'dan bildirdiğine göre Hazret-i Yakub, Hazret-i Yûsuf'un kokusunu yedi günlük mesafeden aldı.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Beni cahillikle suçlamazsantz" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Beni yalancılıkla suçlamazsanız" mânâsındadır.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Beni bunaklıkla suçlamazsanız" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd der ki:

“Mufenned" Aklı olmayan demektir. "Bu idrak edemiyor" denmesi gibi. Nitekim bu konuda şair şöyle demiştir:

Yavaş olun! Çünkü bazı akıllar idrak edemezler.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Rabî'den bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Beni ahmaklıkla suçlamazsanız" mânâsındadır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) âyetinin, "Eski yanlışlığına devam ediyorsun" mânâsında olduğunu söylemiştir.

İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Eski deliliğin devam ediyor" mânâsındadır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, (.....) âyetinin, "Yûsuf'u sevmek şeklindeki geçmişten beri sürdüregeldiğin yanlışlığın içerisindesin" mânâsında olduğunu söylemiştir.

96

"Müjdeci gelince, gömleği onun yüzüne koyar koymaz (Yakub) görür oldu. Ben size: «Allah tarafından (vahiy ile) sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim» demedim mi! dedi."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs âyette geçen " kelimesi, haberci mânâsında olduğunu söylemiştir.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Dahhâk'tan aynı rivâyette bulunmuştur.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hazret-i Yakub'a gelen müjdeci Yahudâ b. Yâkub'dur.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân der ki:

“Âyette bahsedilen müjdeci Yahudâ'dır. İbn Mes'ûd, bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki:

“Hazret-i Yakub'a müjdeci gelince:

“Yanımızda (sana verecek) bir şey yok, yedi gündür de ekmek pişirmedik, ama Allah sana ölüm sekaratını kolaylaştırsın" diye dua etti.

Abdullah b. Ahmed Zühd'ün zevâidinde ve İbn Ebî Hâtim, Lokmân el- Hanefî'nin şöyle dediğini bildirir: Bize ulaştığına göre Hazret-i Yakub'a müjdeci gelince:

“Bu gün sana, müjdene karşılık ne vereceğimi bilemiyorum. Ama Allah sana ölüm sekeratını kolaylaştırsın diye dua ediyorum" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki:

“Hazret-i Yakub'a müjdeci gelip gömleği yüzüne koyunca, Hazret-i Yakub:

“Yusuf'u hangi din izere bıraktın?" diye sordu. Müjdeci:

“İslam dini üzere" cevabını verince, Hazret-i Yakub:

“Şimdi nimet tamamlandı" dedi.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ferkad der ki: Hazret-i Yûsuf gömleği Hazret-i Yakub'a gönderince, Hazret-i Yakub gömleği alıp kokladıktan sonra gözlerine koyunca, Allah onun gözlerini açtı. Sonra Hazret-i Yakub'u, Hazret-i Yûsuf'un yanına götürdüler ve Hazret-i Yakub, oğlu Yahudâ'ya dayanmış olarak yürüyordu ve Hazret-i Yûsuf kendisini askerler ve halkla karşıladı. Hazret-i Yakub, Yahudâ'ya:

“Ey Yahudâî Bu Mısır'ın Firavun'u mudur?"diye sorunca, Yahudâ:

“Hayır ey babacığım! Bu oğlun Yusuf'tur. Senin geldiğini öğrenince, memleketinin halkıyla seni karşılamak istedi" cevabını verdi. Bir araya geldiklerinde Hazret-i Yusuf önce babasına selam vermek için ilerledi, ama babasının Allah katında kendisinden üstün olduğunu anlaması için, böyle yapmaması söylendi. Hazret-i Yakub, oğlunun boynuna sarılıp, onu öptükten sonra:

“Ey benden hüzünleri giderici, selam sana" dedi.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Hazret-i Yakub, ölüm meleğiyle karşılaşınca:

“Canını aldıkların arasında Yusuf'un ruhu da var mı?" diye sordu. Ölüm meleği:

“Hayır" cevabını verince, Hazret-i Yakub:

“Allah tarafından (vahiy ile) sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim, demedim mi!" dedi.

Abdullah b. Ahmed Zühd'ün zevâidinde ve Ebu'ş-Şeyh, Ömer b. Yûnus el- Yemâmî'nin şöyle dediğini bildirir: Bize ulaştığına göre ölüm meleği yeryüzü halkı arasında en çok Hazret-i Yakub'u severdi ve Hazret-i Yakub'u ziyaret etmek için Yüce Allah'tan izin istedi. Yüce Allah kendisine izin verince Hazret-i Yâkub'un yanına geldi ve Yakub:

“Ey ölüm meleği! Seni yaratan hakkı için soruyorum. Canını aldıkların arasında Yusuf'un da ruhu var mı?" diye sordu. Ölüm meleği:

“Hayır" deyip:

“Ey Yakub! Sana, söylediğin takdirde Allah'tan ne istersen vereceği kelimeler öğreteyim mi?" diye sordu. Hazret-i Yakub:

“Evet" cevabını verince, ölüm meleği:

“Ey iyilikleri hiç kesilmeyen ve iyiliklerinin sayısını kendisinden başkasının bilmediği Allahım!, diyerek dua et" dedi. Hazret-i Yakub o gece bu kelimelerle dua edince, tan ağarmadan Hazret-i Yûsuf'un gömleği yüzüne kondu ve gözleri açıldı.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Muhammed b. Abdirrahman b. Abdillah b. Hasan der ki: Amâlika'dan bir kral, Hazret-i Yakub'dan bir kızını isteyince, Hazret-i Yakub ona haber göndererek:

“Müslüman ve izzetli bir kadın, kafir ve sünnetsiz birine helal değildir" dedi. O kral kızarak:

“Hem kendisini, hem çocuklarını öldüreceğim" deyip üzerine bir ordu göndererek Hazret-i Yakub ve oğularına savaş açtı. Bunun üzerine Hazret-i Yakub yüksek bir tepede oturup:

“Ey oğullarım! Onları kendi ellerinizle öldürmek mi, yoksa sizin yerinize Allah'ın onların hakkından gelmesini mi istersiniz? Ben, bunu Allah'tan istedim ve bu isteğimi kabul etti" dedi. Onlar:

“Onları kendi ellerimizle Öldürmemiz, bizim için daha iyidir" karşılığını verince, Hazret-i Yakub:

“Ey oğullarım! Allah'ın onların hakkından gelmesini kabul etmiyor musunuz?" deyip onlara beddua etti ve Amâlika ordusu yerin dibine geçirildi.

97

Bkz. Ayet:98

98

"(Oğulları) dediler kî: «Ey babamız! (Allah'tan) bizim günahlarımızın affını dile! Çünkü biz gerçekten günahkârlar idik.» (Yakub:) «Sizin için Rabbimden af dileyeceğim. Çünkü O çok bağışlayan, pek esirgeyendir» dedi"

Ebû Ubeyd, Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Mes'ud, "Sizin için Rabbimden af dileyeceğim" âyetini açıklarken:

“Hazret-i Yakub, bu sözleriyle duasını seher vaktine ertelemişti" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Yakub, "Sizin için Rabbimden af dileyeceğim" sözüyle duasını seher vaktine ertelemişti. Çünkü seher vakti namaz kılmaktaydı.

Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hazret-i Yakub neden oğulları için af dilemeyi erteledi?" diye sorulunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Seher vakti duâ kabul olduğu için onlar için af dilemeyi seher vaktine ertelemiştir" buyurdu.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Yakub kıssası hakkında:

“Kardeşim Yakub oğullarına, «Sizler için Cuma gecesi af dileyeceğim» demiştir" buyurdu.

Tirmizî, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Ali b. Ebî Tâlib Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip:

“Annem babam sana feda olsun Ey Allah'ın Resûlü! Bu Kur'ân, benim göğsümden kaybolup gidiyor ve buna engel de olamıyorum" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Ebu'l-Hasan! Sana bazı kelimeler öğreteyim mi? ki Allah bu kelimelerle seni faydalandırsın, sendeki o şeyler de başkalarını faydalandırsın ve öğrendiğin şeyi de kalbine yerleştirsin" buyurdu. Hazret-i Ali:

“Evet, ey Allah'ın Rasûlü! Öğret bana" karşılığını verince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Cuma gecesi gecenin son üçte birinde kalkmaya gücün yeterse bu saat. meleklerin hazır bulundukları bir saattir, bu saatte dua kabul edilir. Kardeşim Yakup, çocuklarına: «Sizin için Rabbimden af dileyeceğim» demişti ki; bu Cuma gecesine gelince demektir. Eğer buna gücün yetmezse gecenin yarısında kalk, şayet buna da gücün yetmezse gecenin başlangıcında kalkıp dört rekat namaz kıl. Birinci rekatta Fatiha ile birlikte Yasin Sûresini oku. İkinci rekatta, Fatiha ve Duhân sûresini oku. Üçüncü rekatta ise Fatiha ve Secde sûresini oku. Dördüncü rekatta ise Fatiha ile birlikte Tebareke sûresini okursun. Teşehhüdü bitirdiğin vakit Allah'a hamdet ve Allah'a en güzel şekilde senada bulunup bana ve bütün peygamberlere salavatı güzel bir şekilde getir. Sonra tüm mü'min erkekler ve kadınları bağışlanma talebinde bulun ve senden önce gelip geçen tüm imanlı kardeşlerin için bağışlanma isteğinde bulun. Bunlardan sonra da şöyle söyle: «Allahım! Hayatta bıraktığın sürece beni kötülüklere bulaştırmamak suretiyle bana merhamet et. Beni ilgilendirmeyen şeylere özenmekten beni esirge. Şeni razı edeceğim şeylere eğilmeyi bana nasib et. Allahım! Ey gökleri ve yeri eşsiz ve benzersiz yaratan ey Celal ve ikram sahibi! Ey Allahım! Erişilmez güç sahibi Sensin. Ey Rahman olan Allahım! Ey Allahım! Senin celalin için isterim. Yüzünün nuru için öğrettiğin şekilde Kur'ân'ı bana ezberletmeni isterim. Seni benden razı edecek şekilde O kitabı okumayı bana nasib et. Göklerin ve yerin eşsiz ve benzersiz yaratıcısı Allahım! Celal, ikram ve İzzet sahibi Allahım! Senin gücüne hiçbir güç erişemez. Ey Allahım! Ey Rahman olan senin celalinle yüzünün nuru ile ve senin kalbimin, bana öğrettiğin gibi Kur'ân'ı hıfzetmesini nasib etmeni isterim. Onu, razı olacağın şekilde okumamı nasib etmeni isterim. Allahım! Ey gökleri ve yeri eşsiz benzersiz yaratan ey Celal ve ikram sahibi! Ey Allahım! Erişilmez güç sahibi Sensin. Ey Rahman olan Allahım! Ey Allahım! Senin celalin için isterim. Gözümü Kitab'ınla nurlandırmanı, dilimi onunla söyletmeni, kalbimdeki sıkıntıyı onunla gidermeni, gönlümü onunla ferahlatmanı, bedenimi onunla yıkamanı isterim. Nitekim hak uğrunda bana senden başkası yardım etmez ve hakkı sadece sen verirsin. Senden başka güç kuvvet sahibi yoktur.» Ey Ebu'l-Hasan! Bunu üç veya beş veya yedi Cuma yapacak olursan Allah'ın izniyle duan mutlaka kabul edilecektir. Beni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, bu duayı yapan hiçbir müminin duası reddedilmemiştir."

İbn Abbâs der ki: Vallahi! Ali, beş veya yedi Cuma geçtikten sonra böyle bir toplantıda Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve şöyle dedi:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bundan önce ancak dört âyet kadar ezberlemekteydim. Daha sonra bunları tekrar edeceğim zaman ise bu âyetler aklımda kalmazlardı. Bugün kırk âyet kadar ezberliyor ve bunları sanki gözlerimin önünde kitap varmış gibi okuyorum. Yine, bir hadis dinlerdim onu tekrar etmek istediğimde, unutmuş olurdum. Bugün ise hadisler işitiyorum ve onları bir başkasına aktardığım zaman bir harf bile eksik etmeden anlatabiliyorum." Bunun üzerine Hazret-i peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Ebu'l-Hasan! Kâbe'nin Rabbine yemin olsun ki, sen müminsin" buyurdu.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Amr b. Kays'tan bildirdiğine göre Hazret-i Yakub, "Sizin için Rabbimden af dileyeceğim" sözüyle duasını gece namazı kılacağı zamana ertelemişti.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Enes b. Mâlik der ki: Allah, Hazret-i Yâkub'un oğullarını bir araya getirdiğinde ve onu sevindirdiğinde, çocukları baş başa kalıp birbirlerine:

“Siz yaptıklarınızı biliyorsunuz. İhtiyar babanızın ve Yusuf'un sizden çektiklerinden de haberiniz var mı?" dediler. Birbirlerine:

“Evet" deyip bildiklerini söyleyince, bu sefer:

“Yusuf ile Yâkub'un affetmeleri sizi aldatmasın. Acaba Rabbiniz size nasıl muamele edecektir?" dediler ve ihtiyar babalarına gitmeyi kararlaştırdılar. Hazret-i Yâkub'un huzuruna giderek önünde diz çöktüler. Hazret-i Yusuf, Hazret-i Yâkub'un yanında oturuyordu. Babalarına:

“Ey babamız! Benzeri için sana müracaat etmediğimiz bir durumla ilgili olarak huzurundayız. Başımıza benzeri bir olay geldi" dediler ve Hazret-i Yakub'u merhamete getirinceye kadar konuşmalarını sürdürdüler. Çünkü peygamberler insanlar için çok merhametlidirler. Hazret-i Yakub:

“Ey oğullarım derdiniz ne? Ne istiyorsunuz?" diye sorunca, oğulları:

“Senden bize, bizden de kardeşimiz Yusuf'a kadar uzanan olayları biliyorsun" dediler. Hazret-i Yakub ile Hazret-i Yusuf bildiklerini söyleyince, onlar:

“İkiniz de bizi affettiniz mi?" diye sordular. Hazret-i Yakub ile Hazret-i Yusuf:

“Evet, affettik" cevabını verince, onlar:

“Allah bizi affetmedikçe, ikinizin affının bir faydası olmaz" dediler. Hazret-i Yakub:

“Ey oğullarım.' Ne istiyorsunuz?" diye sorunca, onlar:

“Bizim isteğimiz, bizim için Allah'a yalvarmandır. Eğer Allah katından affedildiğimize dair sana vahiy gelirse gözlerimiz aydınlanır, nefislerimiz itminana kavuşur. Aksi takdirde gözlerimiz, dünyada ebediyen aydınlanamaz" dediler. Bunun üzerine Hazret-i Yakub kalkarak, kıbleye yöneldi, Hazret-i Yusuf da arkasında durdu, diğer kardeşleri de ikisinin arkasında, başlarını eğip, boyunlarını bükerek durdular. Hazret-i Yakub dua ediyor, Hazret-i Yusuf da "Âmin" diyordu. Bu şekilde yirmi yıl ettikleri duadan bir sonuç alamadılar. Yirminci yılın başında Cibrîl gelerek Hz, Yakub'a:

“Allah sana müjde vermem için beni gönderdi. Senin oğullarınla ilgili dualarını kabul, onların yaptıklarını da affetti. Allah, senden sonra peygamberlik üzerinde onlarla antlaşma yaptı" dedi.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki:

“Allah, Hazret-i Yâkub'un oğularını bir araya getirdiğinde, Hazret-i Yakub, Hazret-i Yusuf'a:

“Ey Yusuf! Kardeşlerinin sana ne yaptığını anlat" dedi. Hazret-i Yûsuf anlatmaya başlayınca, Hazret-i Yakub üzüntüden dayanamayıp kendinden geçti. Hazret-i Yûsuf:

“Babacığım! Bu, onların bana yaptıklarının en basitiydi" deyince, Hazret-i Yakub, oğullarına:

“Oğullarım! Yüce Allah'ın huzurunda durup bu yaptıklarınızdan sorulacağınızı düşünmediniz mi?" diye sordu. Oğulları:

“Ey babamız! Bu artık olmuş bir şeydir. Bizim için bağışlanma dile" dediler. Yüce Allah, Hazret-i Yakub'u, bir şey istediği zaman, birinci gün veya ikinci günde vermeye, bu iki günde vermezse üçüncü günde istediğini mutlaka vermeye alıştırmıştı. Hazret-i Yakub:

“Seher vakti olunca üzerinize su dökünün, sonra temiz elbiselerinizi giyinip yanıma geliniz" dedi. Oğulları denileni yapıp gelince, Hazret-i Yakub kalktı, Hazret-i Yusuf da arkasında durdu, diğer kardeşleri de onun arkasında durup güneş doğuncaya kadar dua ettiler, ama tövbeleri kabul edilmedi. Sonra ikinci ve üçüncü gün de aynı şekilde yaptılar. Hazret-i Yakub, dördüncü gece dua etmeyip uyuyan oğullarının yanına gelip:

“Oğullarım! Allah size kızgın olduğu halde uyudunuz mu? Kalkınız!" dedi ve Hazret-i Yakub ve oğulları yirmi yıl Allah'tan afedilmeyi istediler. Yüce Allah Hazret-i Yakub'a:

“Onları bağışladım ve tövbelerini kabul ettim" diye vahyedince, Hazret-i Yakub:

“Ey Rabbim! Onlara peygamberlikte ver" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Onlarla, peygamberlik üzerinde antlaşma yaptım" buyurdu.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki:

“Hazret-i Yâkub'un çocuklarının tövbesi ancak yirmi yıl sonra kabul edildi ve bu süre zarfında babaları önlerinde dua etmeye devam ettiler ve Cibrîl gelip Hazret-i Yakub'a:

“Ey müminlerin ümidi, ümidimizi kesme. Ey müminlerin imdadına yetişen! İmdadımıza yetiş. Ey müminleri zarar veren şeylerden koruyan! Bizi koru. Ey tövbe edenleri seven! Bizi bağışla" duasını öğretene kadar tövbeleri kabul edilmedi." (Ravi der ki):

“Hazret-i Yâkub, bu duayı seher vaktine kadar erteleyip, o saatte bu duayı yapınca, oğullarının tövbesi kabul edildi."

İbn Ebî Hâtim'in Leys b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Yakub ve oğulları, Hazret-i Yusuf'a yaptıklarından dolayı yirmi yıl boyunca bağışlanma dilediler ama tövbeleri kabul edilmedi. Sonunda Cibrîl, Hazret-i Yakub'u bulup şu duayı öğretti:

“Ey müminlerin ümidi, ümidimi boşa çıkarma! Ey müminlerin imdadına yetişen! İmdadıma yetiş! Ey müminlerin yardımcısı! Bana yardım et! Ey tövbe edenleri seven! Beni bağışla!" Bu duayı yaptıklarında ise duaları kabul edildi.

Ebû Ubeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "(Yakub:) Sizin için Rabbimden af dileyeceğim. Çünkü O çok bağışlayan, pek esirgeyendir, dedi. (Hep beraber Mısır'a gidip) Yusufun yanına girdikleri zaman, ana-babasını kucakladı, «Güven içinde Allah'ın iradesiyle Mısır'a girin!» dedi" âyetini:

“Eğer Allah isterse, sizin için Rabbimden af dileyeceğim" mânâsında olduğunu söyleyip:

“Af dilemek ile Allah'ın dilemesi arasında geçen ifadeler, Kur'ân'ın takdim ve te'hirlerinden birisidir" demiştir. Ebû Ubeyd der ki:

“İbn Cüreyc, âyetteki istisnanın (inşallah sözünün) Hazret-i Yakub'un, oğullarına söylediği "Sizin için Rabbimden af dileyeceğim" sözüne ait olduğunu söylemiştir. İnşallah sözü, Hazret-i Yûsuf'un:

“Mısır'a girin" derken, kardeşlerine söylediği bir söz değildir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû İmrân el-Cevnî der ki:

“Yüce Allah, Hazret-i Yûsuf'un kardeşlerinin kıssasını, onları ayıplamak için anlatmamıştır. Çünkü bütün peygamberler cennetliktir. Onların kıssasını anlatmasının sebebi, kulun Allah'tan ümit kesmemesi gerektiğini öğrenmesi içindir."

99

Bkz. Ayet:100

100

"(Hep beraber Mısır'a gidip) Yusuf'un yanına girdikleri zaman, ana-babasını kucakladı, «Güven içinde Allah'ın iradesiyle Mısır'a girin!» dedi. Ana ve babasını tahtının üstüne çıkartıp oturttu ve hepsi onun için (ona kavuştukları için) secdeye kapandılar. (Yusuf) dedi ki:

“Ey babacığım! İşte bu, daha önce (gördüğüm) rüyartın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Doğrusu Rabbim bana (çok şey) lütfetti. Çünkü benî zindandan çıkardı ve şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdi. Şüphesiz ki Rabbim dilediğine lütfedicidir. Kuşkusuz O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir"

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki:

“Hazret-i Yakub Mısır'a, Hazret-i Yûsuf'un idaresindeyken yüz otuz yaşında girdi ve onun idaresi altında otuz yıl yaşadı. Hazret-i Yûsuf, yüz yirmi yaşında vefat etti." Yine bana bildirildiğine göre Hazret-i İbrahim, yüz doksan beş yıl yaşamıştır.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Anne ve babasını kucakladı" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Vehb (b. Münebbih)'ten bildirdiğine göre "Ana ve babasını tahtının üstüne çıkartıp oturttu" buyruğundaki anne babasından kasıt, babasıyla teyzesidir. Hazret-i Yûsuf annesi, kardeşi Bünyamin'i doğururken vefat etmişti.

Ebu'ş-Şeyh'in Süfyân b. Uyeyne'den bildirdiğine göre "Ana ve babasını tahtının üstüne çıkartıp oturttu" buyruğundaki anneden kasıt teyzesidir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, taht mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, taht mânâsındadır.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti, "Ana ve babasını oturduğu yere çıkarıp oturttu" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Adiy b. Hâtim, (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Sizden öncekilerin selamlama şekli böyleydi. Allah selamlarken eğilme yerine sîzlere "Es-selâmu aleykum" sözünü vermiştir."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Sizden öncekiler eğilerek birbirlerine selam verirlerdi. Allah bu ümmete bir ihsan ve nimet olarak, selam verirken eğilme yerine cennet ehlinin selamı olan «Es-selâmu aleykum» sözünü vermiştir."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre âyette geçen selamlama, meleklerin Hazret-i Âdem'e secde yapmaları gibi yapılan saygı secdesidir. Bu secde ibadet maksismiyle yapılmış bir secde değildir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki:

“Bize bildirildiğine göre Hazret-i Yûsuf'un anne babası ve kardeşleri, Acemlerin yaptığı gibi kendisine başlarını eğerek işaretle secde yapmışlardı. O zaman bazıları, şimdi olduğu gibi bu şekilde selam verirdi."

İbrı Cerîr'in Dahhâk ve Süfyân'dan bildirdiğine göre, onların selamı bu şekilde yapılmaktaydı.

Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, İbn Ebi'd-Dünyâ el-Ukübât'ta, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve Beyhakî Şuabu'l-İman'da, Selmân el-Fârisî'nin:

“Hazret-i Yûsuf'un rüyayı görmesi ile gerçekleşmesi arasında kırk yıl vardır" dediğini bildirir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Şeddâd:

“Hazret-i Yûsuf'un rüyayı görmesi ile gerçekleşmesi arasında kırk yıl vardır. Rüyanın tahakkukunun en fazla gecikeceği süre bu kadardır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre Hazret-i Yûsuf'un rüyayı görmesi ile gerçekleşmesi arasında otuz yıl vardır.

Abdullah b. Ahmed Zühd'ün zevâidinde, Hasan(-ı Basrî)'nin:

“Hazret-i Yûsuf'un rüyayı görmesi ile gerçekleşmesi arasında seksen yıl vardır" dediğini bildirir.

İbn Cerîr, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Fudayl b. İyâd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Yûsuf'un, Hazret-i Yakub'dan ayrılması ile buluşmaları arasında seksen yıl vardır.

İbn Cerîr, İbn Cüreyc'in:

“Hazret-i Yûsuf'un, Hazret-i Yakub'dan ayrılması ile buluşmaları arasında yetmiş yedi yıl vardır" dediğini bildirir.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed Zühd'de, İbn Abdilhakem Futûh Mısır'da, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki:

“Hazret-i Yûsuf kuyuya on yedi yaşındayken atıldı. Babasıyla da seksen yıl sonra buluştu. Babasıyla buluştuktan sonra yirmi üç yıl yaşadı ve yüz yirmi yaşında vefat etti."

İbn Merdûye'nin Ziyâd'dan, merfu olarak naklettiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hazret-i Yûsuf, yirmi küsur yıl köle oarak kaldı" buyurdu.

Abdullah b. Ahmed Zühd'ün zevâidinde, Huzeyfe'nin:

“Hazret-i Yûsuf'un, Hazret-i Yakub'dan ayrılması ile buluşmaları arasında yetmiş yıl vardır" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Ali b. Ebî Talha'dan bildirdiğine göre "Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdi" buyruğunda geçen çölden kasıt, Filistin'dir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdi" âyetini açıklarken:

“Hazret-i Yakub ve oğullarının kaldığı yer Kenân diyarı idi. Orada da davarları vardı ve çölde yaşıyorlardı" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre Hazret-i Yakub ve oğulları çölde yaşıyorlardı ve davarları vardı. Bildirildiğine göre o zaman Hazret-i Yûsuf ile aralarında seksen fersahlık bir mesafe vardı. Hazret-i Yûsuf ve Hazret-i Yakub, birbirlerinden yetmiş küsur yıl ayrı kaldılar.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Şüphesiz ki Rabbim dilediğine lütfedicidir" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Allah, Hazret-i Yûsuf'u kuyudan çıkartmakla, çölden aile halkının gelmesini sağlamakla, kalbinden, kardeşlerine karşı olan şeytanın duygularını söküp çıkartmakla lütfetmiştir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Sâbit el-Bunânî der ki:

“Hazret-i Yakub, Hazret-i Yûsuf'un yanına geldiğinde, Hazret-i Yûsuf onu bir arabanın üzerinde, kralların elbiseleriyle karşılamıştı. Firavun da Hazret-i Yûsuf'a hürmetinden dolayı karşılamaya gelmişti. Hazret-i Yûsuf babasına:

“Firavun bize ikramda bulundu. Ona bir şey söyle" deyince, Hazret-i Yakub:

“Allah sana bereket versin ey Firavun" dedi.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süfyân es-Sevrî der ki: Hazret-i Yûsuf ve Hazret-i Yakub buluşunca birbirlerine sarılıp ağladılar ve Hazret-i Yûsuf:

“Babacığım! Gözlerin kör oluncaya kadar benim için ağladın. Kıyamet gününün bizi bir araya getireceğini bilmiyor musun?" diye sordu. Hazret-i Yakub:

“Biliyorum ey oğul! Ben, dininin çekilip alınmasından ve bu sebeple (kıyamet gününde) aramızın açılmasından korktum" cevabını verdi.

Ebu'ş-Şeyh, Sâbit el-Bünânî'nin şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Yakub vefat edeceği zaman, Hazret-i Yûsuf'a şöyle dedi:

“Senden iki şey istiyorum ve sana iki şey veriyorum. Kardeşlerini affetmeni, yaptıklarından dolayı onları cezalandırmamanı ve öldüğüm zaman beni götürüp babalarım İbrâhim ve İshâk'ın yanına defnetmeni istiyorum. Sana ölüm anında gözlerimi kapatma işini veriyorum ve oğullarından ikisini üstünlerin arasına katıyorum." Hazret-i Yusuf elini babasının gözlerini kapatmak için yüzüne koyunca, Hazret-i Yâkub gözlerini açıp:

“Ey oğul! Çocukların, babalarına yaptığı bu şey, Allah katında çok büyüktür" dedi.

Ebu'ş-Şeyh'in Ebû Bekr b. Ayyâş'tan bildirdiğine göre Hazret-i Yakub vefat edince, ardından kırk ay ağlayıcılar ağladılar.

Ahmed Zühd'de, Mâlik b. Dînâr'ın şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Yakub vefat edeceği zaman, Hazret-i Yûsuf'a:

“Elini omurga kemiğimin altına sok ve beni atalarımın yanına defnedeceğine dair Yâkub'un rabbine yemin et. Ben amelde onlara ortak oldum, sen de beni onların kabirlerine ortak yap" dedi. Hazret-i Yakub vefat edince Hazret-i Yûsuf babasının dediği gibi yapıp kendisini Mısır'dan alıp Kenan yurduna götürdü ve atalarının yanına defnetti."

101

"Ey Rabbim! Mülkten bana (nasibimi) verdin ve bana (rüyada görülen) olayların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da, âhirette de benim sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat."

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Ebu'l-A'yes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Yûsuf "Ey Rabbim! Mülkten bana (nasibimi) verdin ve bana (rüyada görülen) olayların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da, âhirette de benim sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat" dediği zaman, Allah onu mükâfatlandırdı ve ömrünü seksen yıl uzattı.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Cüreyc vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Yûsuf Yüce Allah'a kavuşmayı özledi ve atalarına katılmayı istediği için, Yüce Allah'a, kendisini vefat ettirip onların arasına katması için dua etti.

İbn Abbâs:

“Hazret-i Yûsuf dışında hiçbir peygamber ölümü temenni etmemiştir" deyip, "Ey Rabbim! Mülkten bana (nasibimi) verdin ve bana (rüyada görülen) olayların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da, âhirette de benim sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat" âyetini okudu.

İbn Cüreyc der ki:

“Ben, Kur'ân'ın bazı yerlerinde, "beni öldür!" diyen peygamberlerin olduğunu söylerim.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Hazret-i Yûsuf dışında hiçbir peygamber ölümü istememiştir" demiştir.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre "Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat" âyeti, "Beni itaatin üzere öldür ve vefat ettiğim zaman da bağışla" mânâsındadır.

Ebu'ş-Şeyh'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre âyette geçen salihlerden kasıt, Hazret-i İbrahim, İsmâil, İshâkve Yakub'dur.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre âyette geçen salihlerden kasıt, Cennet ahalisidir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih der ki: Hazret-i Yûsuf'a elindeki mülk verilince, atalarını özledi ve "Ey Rabbim! Mülkten bana (nasibimi) verdin ve bana (rüyada görülen) olayların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da, âhirette de benim sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat" Yani "Beni, atalarım, İbrâhim, İshâkve Yâkub'un arasına kat" dedi.

Ahmed Zühd'de ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde der ki:

“Anne babası ve kardeşleri Hazret-i Yûsuf'un yanına gelip Allah onun işlerini yoluna koyduğu ve kendisini memnun ettiği zaman, -Hazret-i Yûsuf dünya nimetleri içindeydi- Hazret-i Yûsuf salih olan ataları, İbrâhim, İshâk ve Yakub'u özledi. Bu sebeple Allah'ın kendisini vefat ettirmesini istedi. Hazret-i Yûsuf dışında ne peygamber ne de başkası ölümü temenni etmemiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Abdulazîz der ki: Hazret-i Yûsuf vefat edeceği zaman:

“Kardeşlerim! Bana dünyada zulmedenden hiçbir zaman intikam almadım. Ben, iyilikleri ortaya çıkarmayı ve kötülükleri gizlemeyi severdim. Dünyadaki azığım da buydu. Kardeşlerim! Amellerinde atalarıma ortak oldum. Sizler de beni onların mezarının yanına defnediniz" deyip bu konuda kendilerinden söz aldı, ama Yüce Allah Hazret-i Musa'yı gönderinceye kadar Hazret-i Yûsuf'un bu sözünü yerine getirmedi. Hazret-i Musa onun mezarının yerini sordu ama, Şârih binti Şeyrâ b. Yakub adındaki bir kadın dışında mezarın yerini söyleyecek kimseyi bulamadı. Bu kadın:

“Sana şart koşmadan mezarın yerini söylerim" deyince, Hazret-i Mûsa:

“Şartını kabul ediyorum" dedi. Kadın:

“Her ihtiyarlamamda tekrar gençleşmeyi istiyorum" deyince, Hazret-i Mûsa:

“Bu isteğin kabul edilmiştir" karşılığını verdi. Kadın:

“Kıyamet günü seninle aynı derecede olmak istiyorum" deyince, Hazret-i Mûsa bu şartı kabul etmek istemedi, ama kendisine bu şartı da kabul etmesi emredildi. Hazret-i Mûsa bu şartı da kabul edince, kadın mezarın yerini gösterdi ve Hazret-i Mûsa Hazret-i Yûsuf'u mezardan çıkardı. Kadın elli yaşında olan kadınların şekline gelince tekrar otuz yaşındaki kadınların şekline dönüyordu. Bu kadın bin altı yüz yıl veya bin dört yüz yıl yaşadı. Hatta Hazret-i Süleyman'ın gönderildiği zamana yetişti ve Hazret-i Süleyman bu kadınla evlendi.

İbn İshâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Urve b. ez-Zübeyr der ki:

“Yüce Allah, Hazret-i Mûsa'ya İsrâiloğullarını Mısır'dan çıkarmasını emredince, beraberinde Hazret-i Yûsuf'un kemiklerini de Mısır'da bırakmayarak alıp mukaddes topraklara defnetmesini emretti. Hazret-i Mûsa, mezarın yerini bilen birini arayınca, sadece İsrâiloğullarından bir kadının mezarın yerini bildiğini gördü. Kadın:

“Ey Allah'ın peygamberi! Ben mezarın yerini biliyorum. Eğer benî de Mısır'da bırakmayıp seninle götürürsen sana mezarın yerini gösteririm" deyince, Hazret-i Mûsa:

“Tamam" deyip kadının isteğini kabul etti. Hazret-i Mûsa İsrâiloğullarına ay doğduğu zaman kendilerini Mısır'dan çıkarmaya söz vermişti. Hazret-i Yûsuf'un kemiklerini mezardan çıkarabilmesi için Mısır'dan çıkışın ertelenmesi için dua etti ve bu duası kabul edilince, kadın onu, Nil nehrinin kenarında suyun içinde olan Hazret-i Yûsuf'un mezarını gösterdi. Hazret-i Mûsa, mermer bir sandığın içinde olan Hazret-i Yûsuf'un kemiklerini çıkardı ve Mısır'dan çıkarken beraberinde götürdü.

102

Bkz. Ayet:106

103

Bkz. Ayet:106

104

Bkz. Ayet:106

105

Bkz. Ayet:106

106

"İşte bu (Yusuf kıssası) gayb haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin (ki bunları bilesin). Sen ne kadar üstüne düşsen de insanların çoğu iman edecek değillerdir. Halbuki sen bunun için (peygamberlik görevini îfa için) onlardan bir ücret istemiyorsun. Kur'ân, âlemler için ancak bir öğüttür. Göklerde ve yerde nice deliller vardır kî, onlar bu delillerden yüzlerini çevirip geçerler. Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Onlar hile yaparak işlerine karar yerdikleri zaman sen onların yanında değildin (ki bunları bilesin)" buyruğundaki hile yapanlardan kastedilen, Hazret-i Yûsuf'a hile yapan Hazret-i Yâkub'un oğullarıdır.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre "Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin (ki bunları bilesin)" buyruğundaki, "Sen onların yanında değildin" sözünün muhatabı Hazret-i Muhammed'dir. Yüce Allah:

“Kardeşleri Hazret-i Yûsuf'u kuyunun derinliklerine atarken ve kendisine hile yaparken sen onların yanında değildin" buyurmaktadır.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk, "Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, onlar bu delillerden yüzlerini çevirip geçerler" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Gökyüzünde, Güneş, Ay ve bulut gibi deliller, yeryüzünde ise mahlûkat, nehirler, dağlar, şehirler ve saraylarda nice deliller vardır."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre bu âyet, Abdullah'ın mushafında, (.....) şeklindedir. Katâde der ki:

“Sema ve yer, büyük delillerden ikisidir."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler" âyetini açıklarken:

“Onlara, kendilerini, gökleri ve yeri kimin yarattığını sor" onlar:

“Allah yarattı" diyecekler. Allah'tan başkasına ibadet ederken Allah'a iman etmeleri budur" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Atâ, "Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yüce Allah'ın; Rableri, kendilerini yaratan, rızık veren olduğunu biliyorlardı ve buna rağmen ortak koşuyorlardı."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'in, "Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler" âyetini açıklarken:

“Onların iman etmesi:

“Bizi Allah yarattı, bize rızık verir ve bizi öldürür" demeleridir. Başkalarına ibadet etmelerine rağmen Allah'a iman etmelerinin mânâsı budur" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk, "Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Telbiye yaparken Allah'a ortak koşarlar ve:

“Buyur Allahım buyur! Senin hiçbir ortağın yoktur, ancak kendisi de senin olan kendisine de, malik olduğu şeylere de malik olduğun bir tek ortağın vardır" derlerdi.

Ebu'ş-Şeyh'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler" buyruğunda, gösteriş için amel yapıp amelinde ortak koşan münafık kastedilmiştir.

107

"Allah tarafından kuşatıcı bir felâket gelmesi veya farkında olmadan kıyametin ansızın kopması karşısında kendilerini emîn mi gördüler?"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti:"Onları kuşatacak, bürüyecek bir felaket" mânâsındadır.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti:

“Onları kuşatacak, bürüyecek bir musibet" mânâsındadır.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti, onları, Yüce Allah'ın ceza olarak göndereceği bir azabın kuşatması mânâsındadır.

108

"(Resûlüm!) De ki: İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah'ı (ortaklardan) tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim."

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti, "Benim davet ettiğim şey budur" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Rabîb. Enes'ten aynı rivâyette bulunmuştur.

Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, "Benim namazım" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Zeyd'den (.....) kelimesi, "Benim işim, sünnetim ve yolum" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Ben ve bana uyanlar hidayet üzereyiz" mânâsındadır.

109

"Senden önce de, şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber göndermedik. (Kâfirler) yeryüzünde hiç gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler! Sakınanlar için âhiret yurdu elbette daha iyidir. Hâla aklınızı kullanmıyor musunuz?"

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Senden önce de, şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber göndermedik..." âyeti:

“Gönderdiğimiz peygamberler, söylediğiniz gibi sema ehlinden değildir" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki:

“Senden önce de, şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber göndermedik..." âyeti, Kureyş müşrikleri hakkında nazil olmuştur. Kureyşliler:

“Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir" deyince, yüce Allah onlara bu âyetle cevap vermiştir. "Sen ne kadar üstüne düşsen de insanların çoğu iman edecek değillerdir. Halbuki sen bunun için (peygamberlik görevini îfa için) onlardan bir ücret istemiyorsun. Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, onlar bu delillerden yüzlerini çevirip geçerler.", "Allah tarafından kuşatıcı bir felâket gelmesi veya farkında olmadan kıyametin ansızın kopması karşısında kendilerini emîn mi gördüler?" ve "(Kâfirler) yeryüzünde hiç gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu (onları nasıl helak ettiğimizi) görsünler!" buyruklarının muhatabı Kureyş halkıdır. Yüce Allah onlara:

“Yeryüzünde gezip kendilerinden öncekilerden geriye kalanlara bakarak düşünüp ibret almıyorlar mı!" buyurmuştur.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Senden önce de, şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber göndermedik..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yüce Allah bütün peygamberleri, göçebelerden daha akıllı ve hilim sahibi olmaları sebebiyle meskun yerlerden göndermiştir."

İbn Ebî Hâtim, Hasan(-ı Basrî)'nin, "...(Kâfirler) yeryüzünde hiç gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler!..." âyetini:

“Yüce Allah'ın, Nûh kavmine, Lût kavmine, Sâlih kavmine ve diğer ümmetlere nasıl azab ettiğini görsünler" şeklinde açıkladığını bildirir.

110

"Nihayet peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir. (Fakat) suçlular topluluğundan azabımız asla geri çevrilmez."

Ebû Ubeyd, Buhârî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş- Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Urve der ki: Hazret-i Âişe'ye:

“Nihayet peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir" âyetiyle ilgili olarak:

“Bu âyet, (Kendilerine yalan söylendiğini zannettiler) şeklinde mi, yoksa, (yalanlandılar) şeklinde mi okunur?" diye sorduğumda, Hazret-i Âişe: (.....) şeklinde şeddeli olarak okunur, cevabını verdi. Ben:

“Vallahi peygamberler, kavimlerinin kendilerini yalanladıklarını kesin bir şekilde biliyorlardı. O halde, "Peygamberler böyle zannetti" sözünün anlamı nedir?" diye sorunca, Hazret-i Aişe, "Evet, hayatıma yemin ederim ki, onlar kesinlikle kavimlerinin kendilerini yalanladığını biliyorlardı" karşılığını verdi. Ben:

“Bu âyetin okunuşu, (.....) (kendilerine yalan söylendiğini zannettiler) şeklinde olmasın" deyince, Hazret-i Âişe:

“Allah'a sığınırız! Peygamberler Rableri hakkında böyle bir zanna kapılmazlar" karşılığını verdi. Ben:

“Peki bu âyet ne oluyor?" diye sorunca ise Hazret-i Âişe şöyle cevap verdi:

“Âyette kastedilenler, Rabblerine iman eden ve peygamberleri tasdik edip onlara tâbi olanlardır. Bunların karşılaştıkları belâ ve musibetler onlara uzun geldi, onlara gelen yardım da gecikti. Nihayet peygamberler kavimlerinden kendilerini yalanlayan kimselerden de ümit kestiler ve ayrıca peygamberler kendilerine tâbi olanların, kendilerini yalanladıklarını sandıkları bir sırada bizim yardımımız onlara geldi."

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Abdullah b. Ebî Muleyke'den bildirir: İbn Abbâs bu âyeti, (.....) şeklinde şeddesiz olarak okudu ve:

“Allah'ın kendilerine vaadettiğini gerçekleştirmeyeceğini sandılar" mânâsını vererek:

“Onlar da beşerdi" deyip, "Nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: «Allah'ın yardımı ne zaman!» dediler" âyetini okudu. Abdullah b. Ebî Muleyke der ki: İbn Abbâs, bu âyetten, peygamberler ümitsizliğe düşüp zayıfladıklarını ve kendilerine verilen sözün yerine getirilmeyeceği kanaatine vardılar" mânâsını çıkarmıştır. Abdullah b. Ebî Muleyke der ki: Urve'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe bu görüşü kabul etmemiş ve:

“Vallahi, Allah, Peygamberine ne vaad ettiyse, vefat edene kadar muhakkak ki Allah'ın vaad ettiklerinin yerine geleceğini bildi. Peygamberler o kadar belaya maruz kaldılar ki, kendileriyle beraber olan müminlerin, peygamberlerini yalanladığını zannettiler" demiştir. Hazret-i Âişe bu âyeti: (.....) olarak okurdu.

İbn Merdûye'nin Urve vasıtasıyla Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti (.....) şeklinde şeddeli olarak okumuştur.

İbn Merdûye'nin Amra vasıtasıyla Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti (.....) şeklinde şeddesiz olarak okumuştur.

Ebû Ubeyd, Saîd b. Mansûr, Nesâî, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti şeklinde şeddesiz olarak okur ve şöyle derdi:

“Peygamberler, kavimlerinin kendilerine iman etmesinden ümidini kesip, kavimleri de peygamberlerin getirdiğini yalanlayınca, peygamberlere yardımımız gelir."

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, Taberânî ve Ebu'ş- Şeyh, Temîm b. Hazlem'in şöyle dediğini bildirir: İbn Mes'ûd'a Kur'ân'ı okudum, Neml Süresindeki, "Hepsi Allah'a boyunları bükülmüş olarak gelirler" âyetini düzeltip, (.....) şeklinde değil de (.....) şeklinde okunması gerektiğini söyledi. (.....) âyetini okuyunca ise, bu âyetin, (.....) şeklinde olduğunu söyleyip şöyle dedi:

"Peygamberler, kavimlerinin kendilerine iman etmesinden ümitlerini kestiler. Kavimleri de yardımın geciktiğini görünce kendilerine yalan söylendiğini zannettiler."

İbn Merdûye'nin el-Ahvas'tan bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki:

“Hazret-i peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem), Yûsuf Süresindeki bu âyeti, (.....) şeklinde şeddesiz olarak öğrendim."

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Rabîa b. Külsûm'un, babasından bildirdiğine göre Müslim b. Yesâr, Saîd b. Cübeyr'e:

“Ey Ebû Abdillah! Beni ta derinlerden sarsan bir âyet var. (.....) Peygamberlerin yalanladıklarını veya yalan söylediklerini zannetmeleri de ölümdür. Acaba bunun yorumu nedir?" diye sordu. Saîd b. Cübeyr:

“Bunun yorumu, peygamberler kavimlerinin kendilerine iman etmelerinden ümitlerini kestiler ve kavimleri de peygamberlerin kendilerine yalan söylediklerini zannettiler. İşte o zaman, onlara yardımımız geldi, şeklindedir" cevabını verdi. Bunun üzerine Müslim, Saîd b. Cübeyr'in boynuna sarılarak, "Sen benden bu sıkıntıyı giderdin, Allah da senin sıkıntını gidersin" dedi.

İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbrahim b. Ebî Hurra el- Cezerî der ki: Yemek yapıp, aralarında Saîd b. Cübeyr ve Dahhâk b. Muzâhim'in de bulunduğu arkadaşlarımdan bazılarını davet etim. Kureyş'ten bir genç, Saîd b. Cübeyr'e:

“Ey Ebû Abdillah! Bu âyeti nasıl okuyorsun? Ben bu âyete geldiğim zaman bu sureyi okumamış olmayı temenni ediyorum" deyip, (.....) âyetini okudu. Saîd:

“Evet Bunun mânâsı, peygamberler, kavimlerinin kendilerini tasdik etmelerinden ümitlerini kesince ve kavimleri, gönderilen pergamberin kendilerine yalan söylediğini zannedince, onlara yardımımız gelir, şeklindedir" dedi. Bunun üzerine Dahhâk:

“Bu âyetin mânâsını öğrenmek için Yemen'e kadar gitseydim yine de az bir şey yapmış olurdum" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti, (.....) şeklinde (.....) harfini nasb ile ve şeddesiz olarak okumuş ve:

“Peygamberler, kavimlerine azab edileceğinden ümtlerini kesip, kavimleri de peygamberlerinin yalan söylediğini zannedince, peygamberlere yardımımız geldi" mânâsını vermiştir. Mücâhid:

“Peygamberleri onlara apaçık bilgiler getirince, onlar kendilerinde bulunan (beşerî) bilgiye güvendiler (onu alaya aldılar). Alaya aldıkları şey kendilerini kuşatıverdi" âyetini açıklarken ise şöyle dedi:

“Onlar; "Biz onlardan daha iyi biliyoruz ve bize azab edilmeyecek" dediler. Bunun üzerine peygamberlerinin kendilerine hak olarak getirdiği şey onları kuşatıverdi."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Nihayet peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir. (Fakat) suçlular topluluğundan azabımız asla geri çevrilmez" âyetini:

“Peygamberleri ve dilediğimiz kişileri kurtarırız. Yüce Allah'ın gönderdiği peygamberler, kavimlerine Allah'a itaat edenin kurtulacağını, isyan edenin ise azaba maruz kalacağını bildirdikleri için artık, Yüce Allah'ın azabı suçlular topluluğundan asla geri çevrilmez" şeklinde açıklamıştır.

Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen yardımdan kasıt (suçluların uğrayacağı) azaptır.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Nasr b. Âsim, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuştur.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Bekr, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuştur.

Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, azabımız mânâsındadır.

111

"Andolsun ki, onların kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır. Kur'ân, uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi ayrı ayrı açıklayan ve İnanan bir toplum için de bir yol gösterici ve bir rahmettir"

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre kıssalarında ibret olan kişilerden kasıt, Hazret-i Yûsuf ve kardeşleridir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen, kelimesi mârifet, (.....) âyeti ise akıl sahipleri mânâsındadır.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "Kur'ân, uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi ayrı ayrı açıklayan ve inanan bir toplum için de bir yol gösterici ve bir rahmettir" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“O, iftira ve yalan değildir. Kur'ân, Yüce Allah'ın daha önce peygamberlere indirdiği, Tevrat, İncil ve Zebûr gibi diğer kitapları tasdik etmekte ve bütün bunların Allah tarafından gönderildiğine ve hak olduğuna şahitlik etmektedir. Allah bu Kur'ân'la, haram ile helali, kendisine itaatle isyanı birbirinden ayırmıştır."

İbnu's-Sünnî ve Deylemî, İbn Abbâs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kadın doğumda zorlanırsa, temiz bir kap alınıp üzerine: «Peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret; inkarcılar için acele etme; onlar, kendilerine söz verileni gördükleri gün dünyada sadece gündüzün bir müddeti eğlendiklerini sanırlar. Bu bir bildiridir; yoldan çıkmış olanlardan başkası mı yok edilir?», «Kıyameti gördükleri gün dünyada ancak bir akşam yahut bir kuşluk vakti kadar kalmış olduklarını sanırlar.» Ve «Andolsun ki, onların kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır. Kur'ân, uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi ayrı ayrı açıklayan ve inanan bir toplum için de bir yol gösterici ve bir rahmettir» âyetleri yazılıp, bu kapla yıkanarak suyu kadına içirilir, kadının karnına ve cinsel organına bu sudan serpilir"

0 ﴿