RA'D SÛRESİNahhâs'ın Nâsih'te İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Ra'd Sûresi, Mekke'de nazil olmuştur. Saîd b. Mansûr ve İbnü'l-Münzir'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre Ra'd Sûresi, Mekkîdir. Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Ra'd Sûresi, Medine'de nazil oldu" demiştir. İbn Merdûye'nin İbnu'z-Zübeyr'den bildirdiğine göre Ra'd Sûresi, Medine'de nazil olmuştur. İbnü'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre Ra'd Sûresinin, "Eğer okunan bir Kitapla dağlar yürütülseydi veya onunla yer parçalansaydı yahut onunla ölüler konuşturulsaydı (o Kitap yine bu Kur'ân olacaktı). Fakat bütün işler Allah'a aittir. İman edenler hâlâ bilmediler mi ki, Allah dileseydi bütün insanları hidayete erdirirdi? Allah'ın vâdi gelinceye kadar inkâr edenlere, yaptıklarından dolayı ya ansızın büyük bir belâ gelmeye devam edecek veya o belâ evlerinin yakınına inecek. Allah, vadinden asla dönmez" âyeti dışındaki kısmı, Medine'de nazil olmuştur. İbn Ebî Şeybe ve el-Mervezî Cenâiz'de, Câbir b. Zeyd'in şöyle dediğini bildirir: “Ölüm anındaki kişinin başucunda Ra'd Sûresinin okunması müstehap görülürdü. Çünkü bu surenin okunması, kişiye ölüm acısını hafifletir ve daha kolay can vermesini sağlar." 1"Elîf. Lâm. Mim. Râ. Bunlar, Kitab ın âyetleridir. Sana Rabbinden indirilen haktır, fakat insanların çoğu inanmazlar" İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre (.....) âyeti: “Ben Allah'ım, (her şeyi) görürüm" mânâsındadır. İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, sûrenin girişi mahiyetindedir. İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Kitab'ın âyetleridir. Sana Rabbinden indirilen haktır, fakat insanların çoğu inanmazlar" buyruğunda geçen Kitab'ın âyetlerinden kasıt, Tevrat ve İncil, "Rabbinden indirilen" âyetinden kastedilen ise Kur'ân'dır. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre "Kitab'ın âyetleridir. Sana Rabbinden indirilen haktır, fakat insanların çoğu inanmazlar" buyruğunda geçen Kitab'ın âyetlerinden kasıt, Kur'ân'dan önce indirilen kitaplar, "Rabbinden indirilen" âyetinden kastedilen ise Kur'ân'dır. 2"Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş'a istivâ eden, Güneş'i ve Ay'ı emrine boyun eğdiren Allah'tır. (Bunların) her bîri muayyen bir vakte kadar akıp gitmektedir. O, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için her işi düzenleyip âyetleri açıklamaktadır" İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime der ki: İbn Abbâs'a: “Falan kişi, sema direk üzerinde yükselmiştir diyor" dediğimde, "Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş'a istiva eden, Güneş'i ve Ay'ı emrine boyun eğdiren Allah'tır..."âyetini oku" karşılığını verdi. İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş'a istiva eden, Güneş'i ve Ay'ı emrine boyun eğdiren Allah'tır..." âyetini açıklarken: “Nereden biliyorsun? Belki de semayı göremeyeceğin direklerle yükseltmiştir" dedi. Abdurrezzâk, İbnü'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş'a istiva eden, Güneş'i ve Ay'ı emrine boyun eğdiren Allah'tır..." âyetini açıklarken: “Onun direkleri vardır, ama o direkleri göremezsiniz" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İyâs b. Muâviye, "Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş'a istivâ eden, Güneş'i ve Ay'ı emrine boyun eğdiren Allah'tır..." âyetini açıklarken: “Sema, yeryüzü için âdeta bir tavan gibi yapılmıştır " demiştir. İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre sema, dört melek üzerinde durmaktadır. Her bir tarafında bir melek vazifelendirilmiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş'a istivâ eden, Güneş'i ve Ay'ı emrine boyun eğdiren Allah'tır..." âyetini açıklarken: “Sema, göremeyeceğiniz direkler üzerinde yükselmiştir " demiştir. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) ve Katâde şöyle derdi: “Allah semayı direksiz olarak yaratmış ve ona: «Kalk!» demiş ve sema da kalkmıştır." İbn Ebî Şeybe ve İbnü'l-Münzir'in Muâz'dan bildirdiğine göre bu âyet, Ubey'in mushafında (.....) şeklindedir.. İbn Ebî Hâtim, Katâde'nin, "(Bunların) her biri muayyen bir vakte kadar akıp gitmektedir. O, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için her işi düzenleyip âyetleri açıklamaktadır" âyetini açıklarken: “Güneş ve Ay'ın belli bir süre, kısaimayacak ve ilerisine de geçilemeyecek bir yörüngede akması kastedilmiştir" dediğini bildirir. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen "Belli bir vakit" âyetinden kasıt dünyanın yok olacağı zamana kadar olan süredir. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyeti: “Tek başına dilediği şekilde düzenler" mânâsındadır. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "O, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için her işi düzenleyip âyetleri açıklamaktadır" âyetini açıklarken: “Yüce Allah, vaadettiğinin hak olduğuna iman edilmesi ve ona kavuşulacağına kesin olarak inanılması için kitaplarını indirmiş ve peygamberlerini göndermiştir" dediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim, Gufra'nın azatlısı Ömer b. Abdillah'ın şöyle dediğini bildirir: Ka'b, Ömer b. el-Hattâb'a şöyle dedi: “Allah doğu ile batı arasında beş yüz yıllık bir mesafe kılmıştır. Doğudaki yüz yıllık mesafede hiçbir canlı, ne cin ne insan ne hayvan ne de ağaç bulunmamaktadır. Batıdaki yüz yıllık mesafe de böyledir. Canlılar ancak ikisinin arasındaki üç yüz yıllık mesafede yaşamaktadırlar." İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. Amr'ın: “Dünya, beş yüz yılık mesafedir. Dört yüz yıllık mesafesi harabe, yüz yıllık mesafe ise mamurdur. Müslümanların elindeyse, bu yüz yıllık mesafeden bir yıllık memesafee vardır" dediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim ve Ebû Nuaym'ın el-Hilye'de bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih der ki: “Dünyadaki mamur olan yerin harab olan yere olan oranı, sahradaki bir kilimin kapladığı yer kadardır." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Celed der ki: “Yeryüzü yirmi dört bin fersahtır. Bunun on iki bin fersahını siyahiler tutar. Rumlar, sekiz bin fersah, Persler üç bin fersah ve Araplar bin fersah yer tutar." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hâlid b. Mudarrib: “Yeryüzü beş yüz yıllık mesafedir. Bunun üç yüz yıllık mesafesi, mamur, iki yüz yıllık mesafesi ise haraptır" dedi. İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hassân b. Atiyye der ki: “Yeryüzünün genişliği beş yüz yıllık mesafe kadardır. Bunun üç yüz yıllık mesafesi denizler, yüz yıllık mesafesi harab, iki yüz yıllık mesafesi ise mamurdur." İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın: “Yeryüzü yedi yüz parçadır. Bunun altı parçasında Yecûc ve Mecûc, bir parçasında ise diğer mahlukat vardır" dediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: “Bize bildirildiğine göre yeryüzü yirmi dört bin fersahtır. Bunun on iki bin fersahı Hind diyarı, sekiz bin fersahı Çin diyarı, üç bin fersahı Mağrib ve bin fersahı da Arapların diyarıdır." İbnü'l-Münzir, Muğîs b. Sümeyy'in: “Yeryüzü üç kısımdır. Üçte birinde insanlar ve ağaçlar, üçte birinde denizler, üçte birinde ise hava bulunmaktadır" dediğini bildirir. 3"Yeri döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmaklar yaratan ve orada bütün meyvelerden çifter çifter yaratan O'dur. Geceyi de gündüzün üzerine O örtüyor. Şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir toplum için ibretler vardır." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Yüce Allah, mahlukatı yaratmayı dilediği zaman, rüzgârı yarattı. Rüzgar suyu çekti ve bir kaya parçasını ortaya çıkardı. O kaya yerin altındadır. Yüce Allah mahlukatı yaratmayı dilediği zaman, yeryüzü bu kaya parçasından Allah'ın dilediği uzunluk ve genişlikte yayıldı. Yüce Allah, büyüyüp genişleyen yeryüzünde oturaklı dağları yarattı." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib der ki: “Yüce Allah yeryüzünü yarattığı zaman, yeryüzü yaratılmayı istemedi ve: “Ey Rabbim! Üzerimde günah işleyecek ve kötülükler yapacak Âdemoğullarını yaratacaksın" dedi. Yüce Allah yeryüzüne gördüğünüz ve göremediğiniz dağları gönderdi. Yeryüzünün ikrarı, etin titrediği gibi titremesi şeklinde olmuştur." İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ: “Yeryüzüne konulan ilk dağ Ebû Kubeys dağıdır" demiştir. Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "çifter çifter yaratan O'dur" âyeti, her sınıftan erkek ve dişi olmak üzere çifter çifter yaratması mânâsındadır. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, geceyi gündüzün üzerine örtmesi mânâsındadır. 4"Yeryüzünde birbirine komşu toprak parçaları, üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır. (Böyle iken) yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için ibretler vardır." İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Yeryüzünde birbirine komşu toprak parçaları, üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır. (Böyle iken) yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için ibretler vardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Burada, güzel ve verimli olup Rabbinin izniyle ürün veren toprak ve yanıbaşında olan kötü, tuzlu olup bitkinin bitmediği toprak kastedilmiştir. Bunların toprağının aynı olmasına rağmen, birinden tuzlu su diğerinden tatlı su çıkmaktadır. Bu sebeple biri diğerine üstün tutulmuştur." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Yeryüzünde, semadan inen su dışında su yoktur. Suyun tadını değiştiren, yeryüzündeki damarlardır. Tuzlu suyun tatlı olmasını isteyen, yerdeki suyu buharlaştırsın." İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Yeryüzünde birbirine komşu toprak parçaları, üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır.." buyruğundaki toprak parçalarından kastedilen, çorak toprak, verimli toprak, tuzlu toprak ve temiz (tuzsuz) topraktır. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "Yeryüzünde birbirine komşu toprak parçaları, üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır..." âyetinin, birbirine komşu ve yakın olan kasabalar mânâsında olduğunu söylediğini bildirir. Ebu'ş-Şeyh'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Yeryüzünde birbirine komşu toprak parçaları, üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçlan vardır..." buyruğundaki toprak parçalarından kastedilen, Fâris, Ehvâz, Küfe ve Basra'dır. İbn Cerîr, İbn Abbâs'ın, "Yeryüzünde birbirine komşu toprak parçaları, üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Topraklar, yanyana olup aynı sudan sulanmalarına rağmen biri tatlı ürün verirken, diğeri ekşi ürün verir." İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, "Yeryüzünde birbirine komşu toprak parçaları, üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçlan vardır..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Aynı toprakta, erik, armut, beyaz ve siyah üzüm yetişmekte, biri diğerinden daha fazla ürün vermekte, bazısı tatlı bazısı ekşi, bazısı bazısından daha üstün olabilmektedir." Firyâbî, Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin Berâ b. Âzib'den bildirdiğine göre âyette geçen kelimesi aynı kökten olmasına rağmen (tadı ve rengi) değişik olan meyveler mânâsındadır. (.....) ise tek başına (bir çeşit) çıkan meyvedir. Bir lafızda, ise (.....) başka bir hurma ağacına yapışık olan hurma ağacıdır. (.....) ise ayrı ayrı olan hurma ağaçlarıdır. İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi aynı kökte olan (değişik tattaki) hurma ağaçları mânâsındadır. (.....) ise ayrı ayrı olan hurma ağaçları mânâsındadır. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in. bildirdiğine göre Mücâhid, "Yeryüzünde birbirine komşu toprak parçaları, üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır. (Böyle iken) yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için ibretler vardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu toprak parçalarının güzeli verimli olanı, pis olanı ise çorak olanıdır. Bu toprak parçalarında bahçeler vardır. Bu bahçelerdeki hurma ağaçları semadan inen suyla sulanmalarına rağmen bazılarının bir kökünde iki veya daha çok ağaç, bazılarının ise her kökünde bir ağaç vardır. Âdemoğullarının babalarının bir olmasına rağmen hem iyileri, hem de kötüleri olduğu gibi hurma ağaçlarının da kökleri bir olmasına ve aynı suyla sulanmalarına rağmen tatları değişiktir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, (.....) âyetinin, bir arada olan ve bir arada olmayan mânâsında olduğunu söyledi. "Bunların hepsi bir su ile sulanır. (Böyle iken) yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız..." buyruğunda kastedilen yemişler, beyaz, siyah ve kırmızı üzüm, beyaz ve siyah incir kırmızı ve sarı hurmadır. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasanlı Basrî), bu âyet hakkında der ki: “Bu, Yüce Allah'ın, Âdemoğullarının kalbine verdiği bir misaldir. Yeryüzü Yüce Allah'ın elinde bir parçaydı, onu açıp yaydı ve yeryüzü birbirine komşu toprak parçaları oldu. Yeryüzüne semadan su iner, bu toprak parçalarının bazısının çiçekleri, meyveleri ağaçları ve bitkileri ortaya çıkar ve bu yer, ölüyken diri olur. Bazı toprak parçalarının ise çoraklığı, tuzu ve pisliği ortaya çıkarır. Halbuki iki kısım da, aynı su ile sulanmaktadır. Eğer sü bazı kimselerin dediği gibi tuz olsaydı, bu tuzlu (çorak) kısmın sudan olduğu iddia edilecekti. İşte insanlar da böyledir. Hepsi Adem'den yaratılmıştır. İnsanlara gökten hatırlatma, mucize ve öğütler inmiştir. Bazı kalpler rikkate gelmiş, korkmuş ve Allah'a kulluk etmiştir. Bazı kalpler de katılaşmış, oyun ve eğlenceye dalmıştır." Hasan der ki: “Vallahi, Kur'ân ile beraber olan kişi, onun yanından kalkarken ya fazlalıkla veya eksiklikle kalkar. Yüce Allah: “Kur'ân'dan inananlara rahmet ve şifa olan şeyler indiriyoruz. O, zalimlerin ise sadece kaybını artırır" buyurmaktadır. Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde der ki: (.....) aynı kökten çıkan iki veya üç hurma ağacıdır. Bir adamın bana bildirdiğine göre Hazret-i Ömer ve Hazret-i Abbâs münakaşa ettiler ve Hazret-i Abbâs, Hazret-i Ömer'e ağır konuştu. Bunun üzerine Hazret-i Ömer Resulullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Ey Allah'ın Resûlü! Abbas'ı görmüyor musun? Bana şöyle şöyle yaptı, ben ona karşılık vermek istedim, ama senin yanındaki konumunu hatırlayınca karşılık vermekten vaz geçtim" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah sana merhamet etsin. Kişinin amcası babası gibidir" buyurdu. Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):"Abbas ile (ona eziyet etmek suretiyle) bana eziyet etmeyiniz. O bana atalarımdan miras kalandır. Kişinin amcası da babası gibidir" buyurdu. İbn Cerîr'in Atâ ve İbn Ebî Muleyke'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Ömer'e: “Ey Ömer! Kişinin amcasının babası gibi olduğunu bilmiyor musun?" buyurdu. Hâkim ve İbn Merdûye'nin Câbir'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Ali! İnsanlar değişik ağaçlardandır, ben ve sen ise aynı ağaçtanız" buyurduktan sonra: “Yeryüzünde birbirine komşu toprak parçaları, üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır. (Böyle iken) yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için ibretler vardır" âyetini okudu. Hâkim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), bu âyeti (.....) şeklinde (.....) harfiyle okumuştur. Tirmizî, Bezzâr, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "(Böyle iken) yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız" âyeti hakkında: “Dakel (kötü değersiz) hurma, Fârisî (kaliteli) hurma, tatlı ve ekşi hurma kastedilmiştir" buyurdu. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "(Böyle iken) yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız" âyeti hakkında: “Bu hurmaların bazısı ekşi, bazısı tatlı, bazısı değersiz, bazısı da Fârisî (kaliteli) hurmadır" demiştir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "(Böyle iken) yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız" âyeti hakkında: “Bu hurmaların bazısı ekşi, bazısı tatlı, bazısı acı, bazısı ekşidir. Aynı şekilde, Ademoğullarının da, babaları bir olmasına rağmen kimi mümin, kimi de kafirdir" demiştir. 5"Eğer şaşıyorsan, asıl şaşılacak olan onların: «Acaba biz toprak olduktan sonra mı, biz mi yeniden yaratılacağız?» demeleridir. İşte Rabblerini inkâr edenler bunlardır. Boyunlarında demir halkalar olacak olanlar da bunlardır. İşte cehennemlikler de bunlardır. Onlar orada ebediyyen kalacaklardır" İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Eğer şaşıyorsan, asıl şaşılacak olan onların: «Acaba biz toprak olduktan sonra mı, biz mi yeniden yaratılacağız?» demeleridir" âyetini: “Ey Muhammed! Onların seni yalanlamasına şaşıyorsan, asıl şaşılacak şey, onların: «Acaba biz toprak olduktan sonra mı, biz mi yeniden yaratılacağız?» demeleridir" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti şöyle açıklamıştır: “Eğer onların, Allah'ın kudretini ve kendilerine misal verdiği önceki kavimlerin başına gelenleri, ölüleri ve ölü toprağı diriltmesini göstermesine rağmen yalanlamasına şaşıyorsan, asıl şaşman gereken şey onların, «Acaba biz toprak olduktan sonra mı, biz mi yeniden yaratılacağız?» demeleridir. Onlar, Yüce Allah'ın kendilerini bir nutfeden yarattığını görmüyorlar mı? Nutfeden yaratmak, toprak ve kemiklerden yaratmaktan daha büyük bir şeydir." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde der ki: “Eğer şaşıyorsan, asıl şaşılacak olan onların: «Acaba biz toprak olduktan sonra mı, biz mi yeniden yaratılacağız?» demeleridir" buyruğuyla yüce Allah, onların öldükten sonra dirilmeyi inkar etmelerine hayret etmiştir." İbn Ebî Şeybe, İbn Ebî Hâtim ve Hatîb, Hasan(ı Basrî'nin) şöyle dediğini bildirir: “Demir halkalar, cehennem halkının boyunlarına Allah'ı aciz bıraktıklarından değil, alevler yükselip üzerlerine geldiği zaman onları ateşin derinliklerine daldırsın diye takılmıştır." 6"Bîr de senden, iyilikten önce kötülüğün acele gelmesini istiyorlar. Oysa onlardan önce ibret alınacak birçok azap gelip geçmiştir. Şüphesiz Rabbin, insanların zulümlerine rağmen bağışlama sahibidir. Bununla beraber Rabbinin azabı pek şiddetlidir." Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti: “Bunlar afiyetten önce cezayı istediler. Oysa onlardan önce ibret alınacak birçok ceza gelip geçmiştir" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre "Bir de senden, iyilikten önce kötülüğün acele gelmesini istiyorlar..."buyruğunda kastedilenler Arap müşriklerdir. Onlar, hayırdan önce şerrin acele gelmesini istemiş ve: “Ey Allahım! Eğer bu Kitap senin katından gelmiş bir gerçekse üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir" demişlerdi. Yüce Allah onlara cevap olarak: “Oysa onlardan önce ibret alınacak birçok azap gelip geçmiştir..." yani: “Sizden önce gelen ümmetlerin başına ibret alınacak bir çok bela gelmiştir" buyurdu. İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti, daha önceki nesillerin uğradığı azab mânâsındadır. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hatim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti, (daha önceki kavimlerde geçen) misaller/meseller mânâsındadır. İbn Cerîr'in Şa'bî'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti, (Daha önceki nesillerin dönüştürüldüğü) maymun ve domuzlar mânâsındadır. İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti, "Ama Rabbin..." mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb der ki: “Bir de senden, iyilikten önce kötülüğün acele gelmesini istiyorlar. Oysa onlardan önce ibret alınacak birçok azap gelip geçmiştir. Şüphesiz Rabbin, insanların zulümlerine rağmen bağışlama sahibidir. Bununla beraber Rabbinin azabı pek şiddetlidir" âyeti nazil olduğu zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer Allah'ın affı ve günahları bağışlayıcılığı olmasaydı hiç kimse hayattan bir tat almazdı. Eğer tehdidi ve cezası olmasaydı herkes tevekkül eder (ve amel yapmayı terkeder)di" buyurdu. 7"İnkâr edenler, «Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!» diyorlar. Sen ancak bir uyarınsın. Her kavim için de bir yol gösteren vardır" İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre "Ona Rabbînden bir mucize indirilseydi ya" sözünü Arap müşrikler söylemiştir. Yüce Allah onlara cevap olarak: “Sen ancak bir uyarıcısın. Her kavim için de bir yol gösteren vardır." Her kavmin Allah'a davet eden bir davetçisi vardır" buyurmuştur. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi davetçi mânâsındadır. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Sen ancak bir uyarıcısın. Her kavim için de bir yol gösteren vardır" buyruğunda geçen uyarıcıdan kasıt Hazret-i Muhammed'dir (sallallahü aleyhi ve sellem). Her kavim için gönderilen yol göstericiler ise onlara gönderilen peygamberlerdir. İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, "Sen ancak bir uyarıcısın. Her kavim için de bir yol gösteren vardır" âyetini açıklarken: “Uyarıcı Hazret-i Muhammed'dir (sallallahü aleyhi ve sellem). Yol gösteren ise Yüce Allah'tır" demiştir. İbn Cerîr ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'ın, "Sen ancak bir uyarıcısın. Her kavim için de bir yol gösteren vardır" âyetini: “Ey Muhammed! Uyarıcı sensin. Ben de her kavme yol gösterenim" şeklinde açıkladığını bildirir. İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre Mücâhid'den bildirdiğine göre "Sen ancak bir uyarıcısın. Her kavim için de bir yol gösteren vardır" buyruğunda geçen uyarıcıdan kasıt, Hazret-i Muhammed'dir (sallallahü aleyhi ve sellem). Yüce Allah ise her kavme yol gösterendir. İbn Cerîr, Dahhâk'tan aynı rivâyette bulunmuştır. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, bu âyeti açıklaşren: “Sen, her kavmin uyarıcısı ve yol göstericisisin." Bir lafızda ise: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hem uyarıcı hem de yol göstericidir" demiştir. İbn Cerîr, İkrime ve Ebu'd-Duhâ'nın: “Uyarıcı da yol gösterici de Hazret-i Muhammed'dir (sallallahü aleyhi ve sellem) dediğini bildirir. İbn Cerîr, İbn Merdûye, Ebû Nuaym el-Ma'rife'de, Deylemî, İbn Asâkir ve İbnu'n-Neccâr'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “İnkâr edenler, «Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!» diyorlar. Sen ancak bir uyarıcısın. Her kavim için de bir yol gösteren vardır" âyeti nazil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) elini göğsüne koyup: “Uyarıcı benim" buyurdu. Eliyle de Hazret-i Ali'nin omuzuna işaret edip: “Ey Ali! Yol gösterici sensin. Benden sonra gelenler senin vasıtanla hidayet bulacaklardır" buyurdu. İbn Merdûye'nin Ya'lâ b. Murra'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), "İnkâr edenler, «Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!» diyorlar. Sen ancak bir uyarıcısın. Her kavim için de bir yol gösteren vardır" âyetini okuyup: “Uyarıcı benim. Ali ise yol göstericidir" buyurdu. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Berze el-Eslemî der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), "Sen ancak bir uyarıcısın" derken elini göğsüne koydu ve "Her kavim için de bir yol gösteren vardır" derken de elini Hazret-i Ali'nin göğsüne koydu." İbn Merdûye ve Diyâ el-Muhtâra'da, İbn Abbâs'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Uyarıcı benim, yol gösterici ise Ali b. Ebî Tâlib'dir" buyurduğunu nakleder. Abdullah b. Ahmed Müsned'in zevâidinde, İbn Ebî Hâtim, Taberânî M. el- Evsaf ta, Hâkim, İbn Merdûye ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib'in âyet hakkında şöyle dediğini bildirir: “Uyarıcı Allah'ın Resulüdür. Ben ise yol göstericiyim." Bir lafızda ise, kendisi kastederek: “Yol gösterici ise Hâşimoğullarından bir adamdır" dedi. 8"Allah, her dişinin neye hamile kalacağını, rahimlerin neyi eksilteceğini, neyi artıracağını bilir. O'nun katında herşey bir ölçö iledir" İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk, "Allah, her dişinin neye hamile kalacağını, rahimlerin neyi eksilteceğini, neyi artıracağını bilir" âyetini açıklarken: “Allah, yarattığı her dişinin neye hamile kalacağını bilir" demiştir. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Saîd b. Cübeyr'in, âyeti açıklarken: “Rahimdekinin erkek mi, yoksa dişi mi olduğunu bilir. "Rahimlerin neyi eksilteceğini, neyi artıracağını bilir..." âyetinden ise hamileyken rahminde kan görmesi kastedilmiştir" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyetteki eksilmeden kastedilen, kanın çıkması, artmasından kasıt ise kesilmesidir. İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyetteki eksilmeden kastedilen, kadının hamileyken ay hali olması, artmasından kasıt ise dokuz ayı aşan hamilelik süresidir. İbn Ebî Hâtim, Dahhâk vasıtasıyla İbn Abbâs'ın, "Rahimlerin neyi eksilteceğini, neyi artıracağını bilir..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Âyette kastedilen, dokuz aydan daha uzun süren ve daha az süren hamileliklerdir." Dahhâk der ki: “Annem beni karnında iki yıl taşıdıktan sonra doğurdu. Doğduğumda ön dişlerim çıkmıştı." İbnü'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyetteki eksilmeden kastedilen, dokuz aydan daha az süren hamilelik, artmasından kasıt ise dokuz ayı aşan hamilelik süresidir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Âyetteki eksiltmeden kastın kadının düşük yapmasıdır. Artmasından kasıt ise dokuz aydan daha fazla süren hamileliklerdir. Bazı kadınlar on ay hamile kalırken bazıları dokuz ay süreyle hamile kalmaktadır. Bazıları ise daha fazla süreyle hamile kalabilmekte, bazıları dokuz aydan az hamile kalabilmektedir. Yüce Allah'ın zikrettiği eksiltme ve arttırmadan kasıt budur. Bütün bunlar da Allah'ın ilmi dahilindedir." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk: “Dokuz aydan daha kısa süren hamilelikler eksiltme, daha fazla süren hamilelikler ise arttırma sayılır" demiştir. İbn Cerîr, Hazret-i Âişe'nin: “Hamilelik, iki yıldan bir eğirme aletinin kıpırtısı kadar bile fazla sürmez" dediğini bildirir. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İkrime der ki: “Hamilelik müddeti esnasında bir gün dahi (hayız) kanı aksa, hamilelik müddeti dokuz ay temiz olarak geçsin diye, bir gün artar." İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre âyetteki eksiltmeden kastedilen düşüktür. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Kadın, hamileyken ay hali olursa çocuk zayıf kalır, eğer ayhali olmazsa çocuk gelişip büyür" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mekhûl der ki: “Anne karnındaki cenin, ne bir şey ister, ne üzülür, ne tasa çeker. Onun rızkı annesinin karnında hayız kanından gelir. Bu sebeple hamile olan kadın hayız olmaz. Çocuk dünyaya gelince ağlar. Ağlamasının sebebi geldiği yeri garipsemesi sebebiyledir. Çocuğun göbeği kesilince, Allah onun rızkını annesinin göğsüne havale eder. Böylece çocuk kimseden bir şey istemez, tasalanmaz ve üzülmez. Sonra serpilip yiyeceği şeyi eliyle alabileceği çağa gelir ve işte o zaman: “Nereden rızık alacağım?" der. Vah sana! Allah, anne karnındayken ve küçük bebekken seni besledi. Gelişip düşünecek çağa gelince ise sen: “Nereden rızık alacağım?" diyorsun." Sonra Mekhûl: “Allah, her dişinin neye hamile kalacağını, rahimlerin neyi eksilteceğini, neyi artıracağını bilir. O'nun katında herşey bir ölçü iledir" âyetini okudu. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “O'nun katında herşey bir ölçü iledir" âyetini açıklarken: “Ölçüden kasıt zamandır. Allah onların rızıklarını, yaratılışlarını ve ecellerini belirlemiş ve bunu belli bir süreye bağlamıştır" dedi. 9Bkz. Ayet:10 10"O görünmeyeni de, görüneni de bilendir. O, çok büyüktür, yüceler yücesidir, İçinizden birisi ister sözünü gizlesin, ister onu açıklasın; gece gizlensin ve(ya) gündüzün yoluna gitsin, hepsi birdir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, âyette geçen (.....) âyetinin, "Gizli ve açığı bilir" mânâsında olduğunu söylemiştir. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “O, çok büyüktür, yüceler yücesidir. İçinizden birisi ister sözünü gizlesin, ister onu açıklasın; gece gizlensin ve(ya) gündüzün yoluna gitsin, hepsi birdir" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Kişinin sözünü gizlice söylemesiyle açıktan söylemesi Allah için birdir ve onu bilir. Yine Yüce Allah, geceleyin, saklanarak yapılan isyanı da, gündüzleyin açıkça İşlenen günahı da bilir." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “Allah katında, gizli olan şey alenidir. Karanlık ta aydınlıktır (hepsi O'nun için birdir)" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: “Allah, açıkta olanı bildiği gibi gizli olanı, gizli olanı bildiği gibi de açıkta oanı bilir. Gündüz olanı bildiği gibi gece olanı, gece olanı bildiği gibi de gündüz olanı bilir." Ebû Ubeyd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti "Açıkta olan" mânâsındadır. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Gece gizlensin ve(ya) gündüzün yoluna gitsin, hepsi birdir" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Gece gizlenenden kasıt, gece gizlice günah işleyip gündüz insanların içine çıkınca insanlara kendisini günahsız olarak gösteren riyakardır," 11"Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır. Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur." İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî M. el-Kebîr'de, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym Delâil'de, Atâ b. Yesâr vasıtasıyla İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Erbid b. Kays ve Âmir b. et-Tufayl Medine'ye gelerek oturmakta olan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gidip önünde oturdular ve Âmir: “Eğer ben müslüman olursam bana ne vereceksin?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Müslümanların lehine olan senin de lehine, onların aleyhine olan senin de aleyhine olacak" karşılığını verince, Âmir: “Eğer müslüman olursam senden sonra emri (hükümranlığı) bana verir misin?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu, ne sana, ne kavminedir. Fakat atların dizginleri senindir" cevabını verince, Âmir: “Şimdi zaten Necd atlarının dizginleri benim elimdedir. Çöller benim, kasabalar senin olsun" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayır" buyurdu. Erbid ve Âmir, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından ayrılırlarken Âmir: “Allah'a yemin olsun ki burayı sana karşı atlılar ve insanlarla dolduracağım!" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah sana engel olacaktır" buyurdu ve onlar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) huzurundan çıkınca, Âmir: “Ey Erbid, ben, Muhammed'i söze tutayım, sen de arkasından yaklaşıp kılıcınla işini bitir. Sen Muhammed'i öldürünce insanlar diyete razı olmaktan başka bir şey yapamıyacaklar, savaştan kaçınacaklardır. Diyetini veririz olur biter" dedi. Erbid: “Tamam" dedi ve plânlarını uygulamak üzere geri dönerek Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiler. Âmir: “Ey Muhammed, benimle beraber kalk, seninle konuşayım" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalktı ve ikisi bir duvarın dibine durdular. Âmir, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında durup onunla konuşurken Erbid kılıcını çekmek için el atınca eli kılıcının kabzası üzerinde' kuruyup kaldı ve kılıcını çekemedi. Böylece Erbid Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vurmakta gecikti ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasına dönüp de Erbid'i ve ne yaptığını görerek onlardan ayrıldı. Âmir, Erbid'e: “Sana ne oldu da yerinde donup kaldın ve ona vuramadın?" diye sorunca, Erbid: “Elimi kılıcımın kabzası üzerine koyar koymaz elim kurudu" karşılığını verdi. Âmir ve Erbid Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından ayrılıp Harratu Vâkim denilen yere (siyah volkanik taşlığa) gelince konakladılar. Bu sırada yanlarına Sa'd b. Muâz ve Useyd b. Hudayr çıktılar ve: “Ey Allah'ın düşmanları, Allah ikinize de lanet etsin, çıkın buradan, uzak olun buradan" deyip onlara hakaret ettiler. Âmir: “Ey Sa'd! Bu (yanındaki) kim?" diye sorunca, Sa'd: “Useyd b. Hudayr el- Ketâib'dir" cevabını verdi. Bunun üzerine Âmir: “Vallahi eğer bu kişi Hudayr'sa o benim dostumdur" dedi. Âmir, Medine'deki Rakım denilen yere gelince Allah Erbid'e bir yıldırım göndererek öldürdü. Âmir yola çıkıp Cerîb denilen yere gelince, Allah kendisine bir çıban gönderdi ve Âmir bu çıban sebebiyle öldü. Bu konuyla ilgili olarak Yüce Allah, "Allah, her dişinin neye hamile kalacağını, rahimlerin neyi eksilteceğini, neyi artıracağını bilir. O'nun katında herşey bir ölçü iledir. O görünmeyeni de, görüneni de bilendir. O, çok büyüktür, yüceler yücesidir. İçinizden birisi İster sözünü gizlesin, ister onu açıklasın; gece gizlensin ve(ya) gündüzün yoluna gitsin, hepsi birdir. Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır. Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur" (Allah'ın emriyle gönderilen takipçiler Hazret-i Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) korurlar) buyurup sonra da Erbid'i ve onu neyin öldürdüğünü zikrederek "O, korku ve ümit vermek için size şimşeği gösterendir, yağmur yüklü bulutları meydana getirendir. Gök gürlemesi O'na hamd ederek tespih eder. Melekler de O'nun korkusundan tesbih ederler. O, yıldırımlar gönderir de onlarla dilediğini çarpar. Onlar ise Allah hakkında mücadele ediyorlar. Hâlbuki O, azabı çok şiddetli olandır" buyurmuştur. İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır" buyruğundaki koruma sadece Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) has bir durumdur. İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır" âyetinden kastedilen, Allah'ın emrinden, onu önünden ve arkasından koruyan takipçilerin olmasıdır. Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır" buyruğundaki koruma, Allah'ın emriyle, Allah'ın emrinden (katından) koruma şeklindedir. İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre takipçilerden kasıt meleklerdir.. Allah'ın emrinden kasıt ise Allah'ın izin vermesidir. İbn Cerîr'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre takipçilerden kasıt meleklerdir. İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre takipçilerden kasıt Allah'ın emrinden koruyan meleklerdir. İbn Cerîr'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre takipçilerden kasıt meleklerdir ve meleklerin onu koruması da Allah'ın emriyledir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs âyeti açıklarken şöyle dedi: Âyette geçen (.....) kelimesinden kastedilen, (kişiyi yoldan çıkarmaya çalışan) Şeytanın yanında ona emir veren, kişiyi önünden ve arkasından koruyan muhafızlardır. Yüce Allah: “Bunlar bu kişiyi Benim emrimden mi koruyorlar! Ben bir topluluk hakkında kölülük istersem bu kötülüğü defedecek yoktur" buyurur. İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) kelimesini açıklarken şöyle dedi: “Krallar muhafızlar bulundururlar ve bu muhafızlar kralı önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından öldürülmemesi için korurlar. Yüce Allah'ın: “Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur" Yani kral hakkında bir kötülük dilediğinde, muhafızların krala bir faydası dokunmaz" buyurduğunu duymadın mı?" İbn Cerîr'in İkrime'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesinden kastedilen idarecilerdir. İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen "olfe." kelimesinden kastedilen meleklerdir. Bu melekler gece ve gündüz insanoğlunu takib edip amellerini yazar." İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesinden kastedilen hafaza melekleridir. İbnü'l-Münzir başka bir kanalla Mücâhid'in, âyette geçen (.....) kelimesini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Melekler (insanoğlunu) gece ve gündüz takib ederler. Bana bildirildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onlar (melekler) sabah namazı ve ikindi namazı vaktinde (nöbet değişimi için) yanınızda bir araya gelirler" buyurmuştur. "Onun önünde ve arkasında" âyeti, "İki melek (insanın) sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadırlar" gibidir. Kişinin iyilikleri önünde, kötülükleri de arkasındadır. Sağındaki melek iyiliklerini, solundaki melek ise kötülüklerini yazar. Sağdaki, iyilikleri, soldaki meleğin şahitliği olmadan yazarken, soldaki melek sağdaki meleğin şahitliği olmadan kötülüğü yazmaz. Kişi yürüdüğü zaman da meleklerden biri önünde, diğeri arkasında durur. Oturduğu zaman ise biri sağına, diğeri soluna geçer. Yattığı zaman biri başucunda, diğeri de ayakucunda durur ve onun yaptıklarını kaydederler." Ebu'ş-Şeyh'in Atâ'dan bildirdiğine göre "oidii" kelimesinden kastedilen Kirâmen Kâtibîn melekleridir. Bunlar, Allah'ın emriyle, Âdemoğullarının yaptıklarını kaydetmek üzere görevlendirilmişlerdir. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbrâhîm(-i Nehaî)'nin bildirdiğine göre "Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır" buyruğunda kastedilen, takipçilerin kişiyi Cinlerden korumasıdır. Abdurrezzâk, Firyâbî, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan (.....) kelimesinden kastedilen, kişiyi önünden ve arkasından koruyan meleklerdir. Kaderinde olan bir şey başına geleceği zaman ise melekler onu yalnız bırakırlar. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: “Hiçbir kul yoktur ki, onu uyurken ve uyanıkken cinlerden, insanlardan ve arslandan koruyan görevli melek olmasın. Ona zarar vermek isteyen olduğu zaman bu melek: «Geri dön!» der. Ancak Allah'ın kendisine isabet etmesine izin verdiği bir şeyse bu şey o kula isabet eder." İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ka'bü'l-Ahbâr der ki: “Eğer Âdemoğlu her düzlük ve engebeli yeri görebilseydi, her yerde şeytanların olduğunu görürdü. Eğer Yüce Allah, sizi yemek yerken, su içerken ve ve gizli hallerinizde sizden şeytanları uzaklaştıran melekler görevlendirmiş olmasaydı, bu şeytanlar sizi çabucak kaparlardı." İbn Cerîr'in Ebû Miclez'den bildirdiğine göre Hazret-i Ali namaz kılarken Murâd kabilesinden bir adam gelerek: “Kendine muhafız tut. Murâd kabilesinden bazıları seni öldürmek istiyor" deyince, Hazret-i Ali şu karşılığı verdi: “Her kişiyi, kendisi için takdir edilmemiş şeylerden korumakla görevli iki melek vardır. Kaderinde olan bir şey başına geleceği zaman bu melekler, kişiyi kaderiyle baş başa bırakır. Doğrusu ecel sağlam bir kalkandır." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Umâme der ki: “Her kişinin yanında onu koruyan bir melek vardır. Ancak kaderinde olan bir şey gelince melek onu kendisi için takdir edilen şeye teslim eder." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî âyet hakkında şöyle demiştir: “Her kulun meleklerden bir takipçisi vardır. Gündüz, iki melek bu kişinin yanında bulunur, gece olunca yükselirler ve onların ardından iki melek gelip sabaha kadar bu kişinin yanında bulunurlar. Bu melekler kişiyi önünden ve arkasından korurlar. Bu kişiye takdir edilmeyen hiçbir şey isabet etmez. Eğer onun için takdir edilmemiş bir şey başına gelecek olursa melekler bu şeyi kendisinden uzaklaştırırlar. Görmüyor musun? Kişi duvarın yanından geçiyor ve geçtikten sonra duvar yıkılıyor. Onun için takdir edilen bir şey başına geleceği zaman ise, bu kişiyi kaderiyle baş başa bırakırlar. Bu melekler Allah'ın emriyle böyle yapmakta ve onu korumaktadırlar." İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre, Ubey b. Ka'b, bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur. İbnü'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali, "Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Hiçbir kimse yoktur ki, onu, üzerine duvar düşmesinden veya kuyuya düşmesinden ya da yırtıcı hayvanın yemesinden ya da boğulmaktan, yangından koruyan melekler olmasın. Bu kişinin başına kaderinde olan bir şey geleceği zaman onu kaderiyle baş başa bırakırlar." Mekâyidu'ş-Şeytân'da İbn Eb i'd-Dünyâ, Taberânî ve Sâbûnî el-Mieteyn'de, Ebû Umâme'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:. "Mümin için üç yüz altmış melek görevlendirilmiştir. Bunlardan yedi tanesi gözü korurlar ve tıpkı yaz gününde sineklerin bal çanağından kovalandığı gibi belaları ondan defeder. Eğer (Şeytanı) görebilseydiniz onu her düzlükte ve dağda, ellerini ve ağzını açmış oarak görürdünüz. İnsanoğlu ona karşı bir an kendi kendine bıraküsaydı şeytanlar onu ele geçirirdi. " Ebû Dâvud el-Kader'de, İbn Ebi'd-Dünyâ ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib der ki: “Her kulu, üzerine duvar düşmemesi veya kuyuya düşmemesi ya da bir hayvanın kendisine zarar vermemesi için onu korumakla görevli hafaza melekleri vardır. Bu kişiye takdir edilen bir şey isabet edeceği zaman hafaza melekleri kendisini kaderiyle baş başa bırakırlar ve Allah'ın dilediği şey bu kişiye isabet eder. —Ebû Dâvud'un lafzında ise ifade şu şekildedir:— "İnsanlardan hiç kimse yoktur ki, onu korumakla görevli olan bir melek bulunmasın. Bir hayvan veya başka bir şey kendisine zarar vereceği zaman bu melek: «Bundan sakın!» der. Bu kişi için takdir edilen bir şey olacağı zaman ise kendisini kaderiyle baş başa bırakırlar." İbn Cerîr, Kinâne el-Adevî'nin şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Osman, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girip: “Ey Allah'ın Resûlü! Bana kul ile birlikte kaç meleğin bulunduğunu haber verir misin?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: “Sağında bir melek var; sevaplarını yazar ve bu melek solundaki meleğin emîridir. Solunda bir diğer melek var, bu da günahlarını yazar. Sen bir iyilik işledin mi on olarak yazılır, bir kötülük işledin mi sol taraftaki, sağ taraftakine: «Yazayım mı?» diye sorar. Sağdaki melek: «Hayır, olur ki Allah'tan mağfiret diler yahut O'na tövbe eder» cevabını verir. Soldaki melek aynı soruyu üç defa tekrarladığı zaman sağdaki: «"Olur yaz. Evet, artık yazabilirsin. Allah bizi onun şerrinden korusun, ne kötü bir arkadaştır. Allah'ı gözetmesi ve Allah'tan utanması amma da azmış!" diye cevap verir» der. Yüce Allah ise: «İki melek (insanın) sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadırlar» buyurmuştur." İki melek de önünde ve arkanda var. Yüce Allah da: “Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır" buyurmaktadır. Bir melek ise senin alnını yakalamıştır, Allah için alçak gönüllülük gösterecek olursan, seni yükseltir, Allah'a karşı büyüklenecek olursan, belini kırar. Dudaklarının üzerinde de iki melek vardır, bunlar senin ancak Muhammene ve aile halkına getirdiğin salâtü selâmı tesbit ederler. Bir melek de ağzın üzerinde dikilidir. O, yılanın ağzına girmesine fırsat vermez. Gözlerinin üzerinde de iki melek vardır. İşte herbir insan üzerindeki on melek bunlardır. Gece melekleri ile gündüz melekleri yer değiştirir dururlar. Çünkü geceleyin duran melekler, gündüzün duran meleklerle aynı değildir. İşte herbir insan üzerinde bu şekilde yirmi melek vardır. İblis de gündüzün Âdemoğlu ile birliktedir, onun çocukları ise geceleyin onunla birlikte bulunurlar. " Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez" âyetini açıklarken: “Onlar günahlara dalmadıkça, Allah onların üzerindeki nimetini değiştirmez. Günahlara daldıkları zaman ise üzerlerindeki nimetleri çeker" demiştir. İbn Ebî Şeybe el-Arş'ta, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Hazret-i Ali'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Yüce Allah şöyle buyurur: «İzzet ve celalime, Arş'ımın üzerindeki yüceliğime andolsun ki, bir şehir; bir ev halkı, hatta çöldeki bir bedevi, benim hoşuma gitmeyen bir günah üzerindeyken,. bundan dönerse; bana sevimli gelen taatlara yönelirse ben de onların hoşuna gitmeyecek olan azabımdan, onların hoşuna gidecek olan rahmetime dönerim. Fakat bir şehir, bir ev halkı, hatta çöldeki bir bedevi benim hoşuma giden bir taat üzerinden, benim hoşuma gitmeyen bir günaha dönerse, ben de onların sevdiği rahmetimden onların hoşuna gitmeyecek olan azabıma dönerim.»" İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre Âmir b. et-Tufayl ve Erbid b. Rabîa Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiler ve Âmir: “Eğer ben müslüman olursam bana ne vereceksin?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sen süvarisin. Sana atların dizginlerini veririm" cevabını verdi. Âmir: “Sadece bu kadar mı?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem); "Ne istiyorsun?" karşılığını verdi. Âmir: “Doğu benim, batı da senin olsun" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayır" karşılığını verdi. Âmir: “Çöller benim, şehirler de senin olsun" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayır" karşılığını verdi. Bunun üzerine Âmir: “Allah'a yemin olsun ki burayı sana karşı atlılar ve insanlarla dolduracağım!" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah ve Kayle oğulları (Evs ve Hazrec) sana engel olacaktır" buyurdu. Erbid ve Âmir Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından çıktılar ve Âmir, Erbid'e: “Bu adamı öldürürsek, onun için iki oğlak bir kavga etmez (kendisini savunmaz) ve kabilesi, olup bitmiş bir şey için savaşmayı istemeyip diyete razı olurlar" dedi. Erbid: “Eğer böyle istiyorsan yaparız"; dedi ve karar verdikten sonra biri diğerine: “Sen geri dön, ben onu lafa tutup meşgul ederim, sen de arkasından gelip bir kılıçla işini bitirirsin" dedi. Anlaştıkları gibi yaptılar ve birisi Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasına geçti, diğeri de: “Bize kıssalarını anlat" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ne diyorsun?" diye sorunca ise o: “Bize Kur'ân'ını oku" dedi ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile uğraşıp oyalamaya başladı. (Arkadaşının bir şey yapmadığını görünce de daha sonra): “Sana ne oldu da yerinde donup kaldın ve ona vuramadın?" diye sordu. Arkadaşı: “Elimi kılıcın kabzasına koyunca kurudu ve ne kılıcı çekebildim, ne bırakabildim, ne de kıpırdatabildim" dedi. Âmir ve Erbid oradan çıkıp Harre denilen yere gelince Sa'd b. Muâz ve Useyd b. Hudayr onların geldiğini duyup, ikisi de zırhlarını giyip kılıcını kuşanarak ellerinde mızraklarla onları karşıladılar ve Âmir b. et-Tufayl'a: “Ey pis kör! Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) şart koşan sen misin? Eğer Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sana verdiği eman olmasaydı buradan ayrılmadan boynunu vururduk" dediler. Âmir: “Bu kimdir?" diye sorunca, "Useyd b. Hudayr" cevabını verdiler. Âmir: “Eğer babası hayatta olsaydı bana böyle davranamazdı" dedi ve Erbid'e: “Ey Erbid! Sen bir Adene'ye git, ben de Necd'e gideyim ve adam toplayıp ona karşı birleşelim" dedi. Erbid yola çıkıp Rakım denilen yere gelince Allah ona yıldırımı olan bir yaz yağmuru gönderdi ve yıldırım onu yaktı. Âmir de yola çıkıp Cerîb vadisine varınca Allah kendisine veba hastalığını gönderdi ve Âmir: “Ey Âmir ailesi! Develerde görülen cinsten bir veba beni öldürecek ve Selûloğullarından bir kadının evinde mi öleceksin!" diye bağırmaya başladı. Bu kadın, Kays kabilesindendi. Yüce Allah'ın, "O görünmeyeni de, görüneni de bilendir. O, çok büyüktür, yüceler yücesidir. İçinizden birisi ister sözünü gizlesin, ister onu açıklasın; gece gizlensin ve(ya) gündüzün yoluna gitsin, hepsi birdir. Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır. Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur" âyeti buna işaret etmektedir. Âyette takdim ve tehir vardır. Âyette geçen ve Allah'ın emriyle koruyan takipçiler Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) has bir durumdur. Allah bu iki kişi hakkında: “Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur. O, size korku ve ümit içinde şimşeği gösteren ve (yağmur dolu) ağır bulutları meydana getirendir. Gök gürültüsü Allah'ı hamd ile tesbih eder. Melekler de O'nun heybetinden dolayı tesbih ederler. Onlar, Allah hakkında mücâdele edip dururken O, yıldırımlar gönderip onlarla dilediğini çarpar. Ve O, azabı pek şiddetli olandır. El açıp yalvarmaya lâyık olan ancak O'dur. O'nun dışında el açıp dua ettikleri onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açarı kimse gibidir. Halbuki (suyu ağzına götürmedikçe) su onun ağzına girecek değildir. Kâfirlerin duası kuşkusuz hedefini şaşırmıştır" buyurmuştur. Lebîd, kardeşi Erbid hakkında ağlayarak şöyle dedi: Erbid için ölümden korkardım ama, Balık ve aslan yıldızlarının ona musibet vereceğinden korkmazdım. Gök gürültüsü ve yıldırım canımı yaktı, O sıkıntılı günlerde imdada yetişen kahraman atlının ölümüne sebeb olarak. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez" âyetini açıklarken: “Değiştirmek insanlardan, kolaylaştırmak ise Allah'tan gelir. Allah'ın üzerinizdeki nimetlerini değiştirmeyiniz" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî) der ki: Yüce Allah, İsrâiloğullarının peygamberlerinden birine şöyle vahyetti: “Bir şehir, hatta bir ev halkı, Allah'a itaat üzereyken, bundan dönüp isyana dönerse, Allah onları sevdikleri şeyden sevmedikleri şeye döndürür." Bunu tasdik eden şey, Allah'ın Kitab'ındaki, "Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez" âyetidir. Ebu'ş-Şeyh'in Saîd b. Ebî Hîlâl'den bildirdiğine göre peygamberlerden birinin ümmeti çabucak günahlara dalınca kendilerine: “Size Rabbimin risaletini tebliğ etmem için etrafımda toplanın" dedi. Yanında toplandılar ve peygamber elinde bir küp varken: “Yüce Allah sizlere şöyle buyuruyor: “Göklere yetişecek derecede günah işlediniz. Eğer tövbe edip bu günahlardan sıyrılmazsanız şunun (küpün) kırıldığı gibi sizi kırarım" deyip çömleği yere attı ve çömlek kırılıp dağıldı. Sonra şöyle dedi: “Sizi birbirinizden ayırırım ve hiç kimseye faydanız dokunmayacak duruma gelirsiniz. Sonra üzerinize bahtsız kişiler gönderirim ve benim için sizden intikam alır. Sonra kendi nefsim için intikam alan ben olurum." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: “Haccâc(-ı Zâlim, halk için) bir cezadır. Allah'ın (gönderdiği) cezasını kılıçla karşılamayınız. Onu tövbe, tazarrû ve boyun eğerek karşılayın". Ebu'ş-Şeyh, Mâlik b. Dînâr'ın: “Her günah işlemenizde, Yüce Allah bu günahınıza karşılık size bir ceza gönderir" dediğini bildirir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mâlik b. Dînâr der ki: “Bazı kitaplarda: “Ben, kralların sahibi Allah'ım! Kralların kalbi benim elimdedir. Kalplerinizi krallara sövmekle meşgul etmeyiniz. Bana dua edin ki onları size karşı iyi davranmasını sağlayayım" yazılı olduğunu okudum. Ebu'ş-Şeyh, Süddî'nin, "Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur" âyetini açıklarken: “Allah'tan başka onlara dost olan, yardım eden ve sığındıran kimse yoktur" demiştir. 12"O, size Korku ve ümit içinde şimşeği gösteren ve (yağmur dolu) ağır bulutları meydana getirendir." Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, bu âyeti: “Seferdeki kimsenin yağmurun eziyetinden ve meşakkatinden korkması, mukim kimsenin de Allah'ın rızkını umması ve yağmurun bereketinden ve faydalarından ümitvar olması için sîze şimşeği gösterendir" şeklinde açıklamıştır. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), bu âyeti: “O, deniz halkı için korku ve karada olanlar için de ümit olarak şimşeği gösteren ve (yağmur dolu) ağır bulutları meydana getirendir" şeklinde açıklamıştır. Ebu'ş-Şeyh, Dahhâk'ın, bu âyeti açıklarken: “Korkudan kasıt şimşekler, ümitvar olunan şey ise yağmurdur" dediğini bildirir. İbn Cerîr, İbn Abbâs'ın azatlısı Ebû Cahdem b. Sâlim'den bildiriyor: İbn Abbâs, Ebû Celde'ye mektup yazıp " kelimesini sorunca, Ebû Celde: “Su mânâsındadır" cevabını verdi. Ebu'ş-Şeyh'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre Şuayb el-Cubâî, (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi: “Allah'ın Kitab'ına göre Arş'ı taşıyanlar meleklerdir. Bunların adı Allah'ın Kitab'ında yılanlar olarak geçmektedir. Her meleğin insan, aslan ve kerkenez kuşu şeklinde yüzü vardır. Bu melekler kanatlarını hareket ettirdikleri zaman şimşek çakar. Umeyye b. Ebi's-Salt der kî: Bir adam ve bir öküz sağ ayağının altında Kuş ise diğerinde ve aslan da pusuda yatmaktadır. İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid, "O, size korku ve ümit içinde şimşeği gösteren ve (yağmur dolu) ağır bulutları meydana getirendir" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Melekler kanatlarını çırpmasıyla şimşek oluşur. Söylendiğine göre bu meleklere yılanlar denir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Müslim der ki: “Bize bildirildiğine göre şimşek, dört yüzü olan bir melektir. Bir yüzü insan, bir yüzü öküz, bir yüzü kerkenez kuşu ve bir yüzü aslandır. Bu melek kuyruğunu salladığı zaman şimşek çakar." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'in: “Şimşek, bulutları süren bir meleğin onları sürerken çıkardığı sestir. İbn Ebi'd-Dünyâ Kitâbu'l-Matar'da ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'ın: “Şimşek, görünen bir melektir" dediğini bildirir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Harâtâ Mekârimu'l-Ahlâk'ta ve Sünen'de Beyhakî değişik kanallarla Ali b. Ebî Tâlib'in şöyle dediğini bildirir: “Şimşek, bulutlarla görevli meleklerin elindeki ateşten kırbaçlardır. Bu kırbaçlarla bulutlan sürerler." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Şimşek, yıldırımların kendisiyle bulutları sürdüğü kırbaçlardır. İbn Ebî Hâtim, Ebû Hureyre'nin: “Şimşek, dolunun birbirine çarpmasıdır" dediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim ve el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, Ka'b(u'l-ahbâr)'ın: “Şimşek, dolu meleğinin el çırpmasıdır. Eğer bu melek yer halkına görünseydi bayılıp akılları başlarından giderdi" dediğini bildirir. Şafiî, Urve b. ez-Zübeyr'in: “Sizden biriniz şimşeği yahut yağmuru gördüğü zaman onu (parmağı ile) göstermesin. Onun hal ve durumunu (azdır, çoktur, iyidir diyerek) anlatsın" dediğini bildirir. İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Ağır bulutları meydana getirendir" âyetinden kastedilen yağmur olan bulutlardır. Ahmed, İbn Ebi'd-Dünyâ Kitâbu'l-Matar'da, el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta, (Ebû Zer) el-Ğifârî'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Şüphesiz ki Allah bulutu inşa eder; o da en güzel şekilde konuşur ve en güzel şekilde güler ." İbrâhim b. Sa'd der ki: “Bulutun konuşması gök gürültüsü, gülmesi ise şimşektir." Ukaylî ve İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Şüphesiz ki Allah bulutu inşa eder, sonra ona suyu indirir. Hiçbir şey onun gülüşünden güzel değildir ve hiçbir şey onun konuşmasından güzel değildir. Onun konuşması gök gürültüsü, gülmesi ise şimşektir. " İbn Merdûye, Amr b. Bicâd el-Eş'arî'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah katında bulutun adı el-Anân'dır. Gök gürültüsü, bulutu süren bir melektir. Şimşek ise Rûfail adındaki bir meleğin bir ucudur" buyurduğunu nakleder. İbn Merdûye'nin Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Huzeyme b. Sâbit -Ensar'dan olan değil- Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bulutların menşeini sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bulutlarla görevli bir melek vardır. Bu melek, uzaklaşan bulutları toplar, yakın olanları da birbirine yapıştırır, bir elinde de kamçı vardır. Kamçıyı kaldırınca şimşek çakar, bulutları sürdüğü zaman gök gürler ve kamçıyla vurduğu zaman da yıldırım düşer" cevabını verdi. 13"Gök gürültüsü Allah'ı hamd ile tesbih eder. Melekler de O'nun heybetinden dolayı tesbih ederler. Onlar, Allah hakkında mücâdele edip dururken O, yıldırımlar gönderip onlarla dilediğini çarpar. Ve O, azabı pek şiddetli olandır." Ahmed, Tirmizî, Nesâî, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, el-Azame'de Ebu'ş- Şeyh, İbn Merdûye, Ebû Nuaym Delâil'de ve Diyâ el-Muhtâre'de İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Yahudiler Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip: “Ey Muhammed! Sana beş şeyi soracağız. Eğer bize bu beş şeyden haber verirsen peygamber olduğunu anlar sana tâbi oluruz" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Yâkub'un, oğullarından aldığı ahdi onlardan da alıp: “Sorun bakalım" buyurdu. Yahudiler: “Bize peygamberliğin alametlerinden haber ver" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Gözleri uyur; ama kalbi uyumaz" karşılığını verdi. Yahudiler: “Bize, kadının nasıl dişi, nasıl erkek doğurduğunu bildir" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Erkek ve kadının suyu birleşince, erkeğin suyu kadının suyundan üstün gelirse kadın erkek doğurur, kadının suyu erkeğin suyuna üstün gelince ise dişi doğurur" cevabını verdi. Yahudiler: “İsrâil'in (Hazret-i Yâkub'un) kendine haram kıldığı şeyi söyle" deyince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem); "Siyatik hastalığına yakalanmıştı. Deve sütünün kendisine iyi gelmediğini anladı ve deve etini kendine haram kıldı" cevabını verdi. Yahudiler: “Doğru söyledin" deyip: “Bize gök gürültüsünden haber ver" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah tarafından bulutlarla görevlendirilmiş bir meleğin elinde ateşten bir kamçı vardır. Bu melek elindeki kamçıyla bulutları Allah'ın emrettiği yöne sürer" karşılığını verince, Yahudiler: “Peki bu duyduğumuz ses nedir?" diye sordular. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bulutlarla görevli meleğin sesidir" cevabını verince, Yahudiler: “Doğru söyledin. Sadece bir sorumuz kaldı. Bu soru, cevap verdiğin takdirde sana tâbi olacağımız sorudur. Hiçbir peygamber yoktur ki, kendisine haber getiren bir melek olmasın. Sana haber getiren melek hangisidir?" diye dordular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Cibrîl" cevabını verince, Yahudiler: “Cibrîl mi! O, savaş, öldürme ve azapla iner ve düşmanımızdır. Eğer sana inen meleğin, rahmet, yeşillik ve yağmurla inen Mîkâil olduğunu söyleseydin olurdu (iman ederdik)" dediler. Bunun üzerine: “De ki: «Cebrail'e düşman olan kimse Allah'a düşmandır», çünkü O, Kur'ân'ı Allah'ın izniyle kendinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve inananlara müjdeci olarak senin kalbine indirmiştir" âyeti nazil oldu. İbn Ebi'd-Dünyâ Kitâbu'l-Matafda, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, Sünen'de Beyhakî ve Harâitî Mekârimu'l-Ahlâk'ta, Alî b. Ebî Tâlib'in: “Gök gürültüsü bîr melektir. Şimşek ise bu meleğin, demirden kamçıyla bulutlara vurmasıdır" dediğini bildirir. İbnü'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh ve Harâitî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Gökgürültüsü, deve sürücüsünün, develeri sürerken şarkı söylediği gibi, bir meleğin bulutlan sürerken getirdiği tesbihlerdir" demiştir. Buhârî el-Edebu'l-Müfred'de, İbn Ebi'd-Dünyâ Kitâbu'l-Matar'da ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs gökgürültüsünü duyunca: “Onun tesbih ettiği Zatı tesbih ederim" derdi. İbn Abbâs: “Gökgürültüsü, çobanın sürüsünü sürdüğü gibi, meleğin bulutlan sürmesidir" demiştir. İbnü'l-Münzir ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: “Gökgürültüsü, bu adı taşıyan bir melektir. Çıkardığı ses ise bu meleğin tesbihidir. Meleğin bağırması şiddetlenince bulutlar birbirine sürtünür ve korkudan titrer. Böylece bulutların içinden yıldırımlar çıkar." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Gökgürültüsü, meleğin tesbih ve tekbirle bulutlan sürmesidir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: “Yüce Allah, bulutlardan daha hızlı sürülen bir şey yaratmamıştır. Bir melek onu sürer. Gökgürültüsü, meleğin ve bulutu sürdüğü kamçıların çıkardığı sestir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Abdullah b. Amr'a, gökgürültüsü sorulunca: “Yüce Allah'ın, bulutları sürmekle görevlendirdiği melektir. Yüce Allah bulutların bir beldeye sürülmesini dileyince bu meleğe emreder ve melek bulutlan o beldeye sürer. Bulutlar dağılmak isteyince ise, sizden birinin bineğini yoluna çevirdiği gibi bu melek kamçısıyla bulutları toplamak için vurur" deyip: “Gökgürültüsü Allah'ı hamd ile tesbih eder" âyetini okudu. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'in: “Gökgürültüsü, bulutları çıkaran melektir. Bu gürleme sesi onun sesidir" dediğini bildirir. İbnü'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre (.....) bir meleğin adıdır ve çıkan ses te bu meleğin tesbihidir. İbn Cerîr, Harâitî ve Ebu'ş-Şeyh'in Ebû Salih'ten bildirdiğine göre gökgürültüsü, meleklerden biridir. Abd b. Humeyd, İbnü'l-Münzir ve Sünen'de Beyhakî, İkrime'nin şöyle dediğini bildirir: “Gökgürültüsü meleklerden biridir ve tıpkı çobanın develeri sürdüğü gibi bulutlan sürmekle görevlendirilmiştir." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, Şehr b. Havşeb'in şöyle dediğini bildirir: “Gökgürültüsü, tıpkı çobanın develeri sürdüğü gibi bulutları süren bir melektir. Bir bulut yoldan çıkınca o bulutu tekrar yola sokar. Bulutları süren bu melek kızdığı zaman ağzından ateş çıkar, yıldırımlar işte bu ateştir." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre bir adam Mücâhid'e gökgürültüsünü sorunca: “Allah'a hamd ile tesbih eden bir melektir" cevabını verdi. Harâitî Mekârimu'l-Ahlâk'ta İbn Abbâs'ın: “Gökgürültüsü bir melek, şimşek ise sudur" dediğini bildirir. Harâitî, İkrime'den: “Gökgürültüsü, sesiyle bulutları süren bir melektir" dediğini bildirir. Harâitî, Mücâhid'den aynı rivâyette bulunmuştur. el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, Amr b. Ebî Amr'dan, o da güvenilir kişilerden bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şu, Allah'ın çıkardığı buluttur ve Allah ondan su çıkarır. Onun konuşmasından daha güzel bir konuşma ve gülmesinden daha güzel gülme yoktur" buyurup: “Onun konuşması gökgürültüsü, gülmesi ise şimşektir" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: “Gökgürültüsü, bulutları süren ve bulutlara dilediği yere yağmasını emreden bir melektir" demiştir. Ahmed ve Hâkim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Rabbiniz şöyle buyuruyor:: «Eğer kullarım bana itaat etseydi onlara gece yağmuru gönderir, gündüz güneşi çıkarırdım ve gökgürültüsünün sesini kendilerine duyurmazdım»" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî el-Edebu'l-Müfred'de, Tirmizî, Nesâî, İbnü'k Münzir, el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye ve Harâiti Mekârimu'l- Ahlâk'ta, İbn Ömer'in şöyle dediğini bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) gökgürültüsü ve şimşek sesini duyunca: “Allahım! Bizi öfkenle öldürme, bizi azabınla helak etme ve ondan önce bize afiyet ver" derdi. İbnü'l-Münzir, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gökgürültüsünü duyunca: “Gökgürültüsünün hamd ile tesbih ettiğini tesbih ederim" derdi. İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), rüzgâr esince veya gökgürültüsünü duyunca rengi değişir ve bu durumu yüzünden belli olurdu. Sonra gökgürültüsüne: “Senin tesbih ettiğini tesbih ederim" derdi. Rüzgâra da: “Allahım! Onu (rüzgârı) rahmet yap, azab yapma" derdi. Şâfîî, Muttalib b. Hantab'ın şöyle dediğini bildirir: “Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), şimşek çaktığı veya gök gürlediği zaman rengi atar ve bu yüzüne bakan bunu anlardı. Yağmur yağınca ise memnun olurdu." Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Gökgürüîtüsünü duyduğunuzda Allah'ı zikredin. Gökgürültüsü Allah'ı zikredene zarar vermez" buyurmuştur. Ebû Dâvud Merâsîl'de, Ubeydullah b. Ebî Câfer'den bildirir: Bir topluluk gökgürüîtüsünü duyup tekbir getirince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Gökgürüîtüsünü duyduğunuz zaman Allah'ı tesbih edin, tekbir getirmeyin" buyurdu. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs gökgürüîtüsünü duyunca: “Allah'ı hamd ile tesbih ederim, yüce Allah noksanlıklardan münezzehtir" derdi. İbn Cerîr, Hazret-i Ali'nin gökgürüîtüsünü duyunca: “Senin tesbih ettiğini tesbih ederim" dediğini bildirir. Mâlik, İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Ahmed Zühd'de, Buhârî el-Edebu'l- Müfred'de, İbnü'l-Münzir, Harâitîve el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh bildirir: Abdullah b. ez-Zübeyr gökgürüîtüsünü duyunca konuşmasını keser ve: “Gökgürültüsünün hamd ile ve meleklerin de korkuyla tesbih ettiğini tesbih ederim" dedikten sonra: “Doğsuru bu, yeryüzü halkı için büyük bir tehdittir" derdi. İbn Ebî Hâtim, Ali b. el-Hüseyn'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Gökgürültüsü, Allah'ın bir tehdididir. Gökgürüîtüsünü duyduğunuz zaman konuşmayı kesiniz" buyurduğunu nakleder. Saîd b. Mansûr ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Gökgürüîtüsünü duyup: “Gökgürültüsünün hamd ile ve meleklerin de korkuyla tesbih ettiğini tesbih ederim. Onun her şeye gücü yeter" diyen kişiye yıldırım çarparsa, diyetini ben ödeyeceğim." İbn Ebî Şeybe, îbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Abdulah b. Ebî Zekeriyyâ der ki: Bana ulştığına göre gökgürültüsünü duyunca: “Yüce Allah'ı hamd ile tesbih ederim" diyene yıldırım isabet etmez. Harâitî Mekârimu'l-Ahlâk'ta, Ahmed b. Davud'un şöyle dediğini bildirir: Süleyman b. Dâvud (aleyhisselam) çocukken babasıyla yürürken gökgürültüsünü duyunca yere kapanıp babasının baldırına yapıştı. Babası Hazret-i Dâvud (aleyhisselam): “Evladıml! Bu, Allah'ın rahmetinin öncüleridir. Ya gazabının öncülerinin sesini duysaydın ne yapardın?" dedi. el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, Ka'b(u'l-ahbâr)'ın şöyle dediğini ildirir: "Gökgürültüsünü duyunca üç defa: «Gökgürültüsünün hamd ile ve meleklerin de korkuyla tesbih ettiğini tesbih ederim» diyen, gökgürültüsünün vereceği zarardan muaf tutulur." İbn Merdûye, Ebû Hureyre'nin şöyle dediğini bildirir:: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber otururken gökgürültüsünü duyunca: “Gökgürültüsünün ne dediğini biliyor musunuz?" diye sordu. Biz: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir" karşılığını verince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Gökgürültüsü: «Gideceğin yer falan şehirdir» diyor" buyurdu. Müslim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Sahrada olan bir adam bir buluttan: «Falan kişinin bahçesini sula» diye bir ses duydu. Bulut bir taşlığa çekilip suyunu oraya bıraktı. Bu taşlıktaki bir kanal yağan bütün yağmuru içinde topladı. Adam suyun aktığı kanalı takib edince, bir adamın, bahçede çapasıyla suyu çevirdiğini (bahçeyi suladığını) gördü ve: «Ey Allah'ın kulu! Adın nedir?» diye sordu. Adam: «Ben falan kişiyim» deyip buluttan gelen sesteki ismi söyleyip: «Ey Allah'ın kulu! Neden adımı sordun?» diye sordu. Adam: «Bu suyu indiren buluttan, senin adını söyleyerek: “Falan kişinin bahçesini sula" diye bir ses duydum. Sen bununla ne yapıyorsun?» karşılığını verdi. Bahçe sahibi: «Eğer ne yaptığımı soruyorsan söyleyeyim. Çıkan ürünün üçte birini tasadduk ediyorum, üçte birini çocuklarımla yiyorum, kalan üçte birini de bahçeye iade ediyorum»" dedi. Nesâî, Bezzâr, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş- Şeyh, Taberânî M. el-Evsat'ta, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de, Enes b. Mâlik'ten bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), âshâbından birini müşriklerin liderlerinden birinin yanına gönderince, müşrik: “Beni, kendisine iman etmeye davet ettiğin ilah, altından mı, gümüşten mi yoksa bakırdan mı?" diye sordu. Müşriğin bu sözü sahabinin ağırına gitti ve Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) dönüp olanları bildirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Sahabiye: “Geri dön!" buyurunca, sahabi geri döndü ve müşrik kendisine aynı şeyleri tekrar etti. Sahabi tekrar Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) dönünce, Allah'ın Resûlü onu üçüncü defa gönderdi. Sahabiyle müşrik konuşurlarken yüce Allah müşriğin başının üstüne bir bulut gönderdi ve bulut gürleyip şimşek çakınca yıldırım düşüp adamın kafatasını alıp götürdü. Bunun üzerine: “Onlar, Allah hakkında mücâdele edip dururken O, yıldırımlar gönderip onlarla dilediğini çarpar. Ve O, azabı pek şiddetli olandır" âyeti nazil oldu. İbn Cerîr ve Harâitî'nin Mekârimu'l-Ahlâk'ta Abdurrahman b. Suhâr el- Abdî'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bir zorbaya birini gönderip kendisini İslam'a davet edince, bu zorba: “Sizce Rabbiniz altından mı, gümüşten mi yoksa inciden mi?" diye sordu. Zorba, kendisine gelenlerle bu konuda tartışırken gök gürledi ve Allah kendisine bir yıldırım gönderdi ve bu yıldırım adamın kafatasını alıp götürdü. Bunun üzerine: “Onlar, Allah hakkında mücâdele edip dururken O, yıldırımlar gönderip onlarla dilediğini çarpar. Ve O, azabı pek şiddetli olandır" âyeti nazil oldu. Hakîm et-Tirmizî, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre bir Yahudi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek: “Bana Rabbinden haber ver. O neden yapılmıştır? İnciden mi yoksa yâkuttan mı?" diye sorunca, bir yıldırım gelerek onu alıp götürdü. Bunun üzerine: “Onlar, Allah hakkında mücâdele edip dururken O, yıldırımlar gönderip onlarla dilediğini çarpar. Ve O, azabı pek şiddetli olandır" âyeti nazil oldu. İbn Cerîr'in Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Ey Muhammed! Bana, kendisine davet ettiğin ilahından bahset. O, yakuttan mı? Altından mı, neden yapılmıştır?" diye sorunca, soruyu sorana bir yıldırım inip kendisini yaktı. Bunun üzerine: “Onlar, Allah hakkında mücâdele edip dururken O, yıldırımlar gönderip onlarla dilediğini çarpar. Ve O, azabı pek şiddetli olandır" âyeti nazil oldu. İbn Ebî Hâtim'in Ebû Ka'b el-Mekkî'den bildirdiğine göre Kureyş'in pisliklerinden biri: “Bize Rabbinizden haber verin. O, altından mı, gümüşten mi yoksa bakırdan mı yapılmıştır?" deyince gök gürledi ve adamın kafatasının önüne düştüğü görüldü. Bunun üzerine: “Onlar, Allah hakkında mücâdele edip dururken Or yıldırımlar gönderip onlarla dilediğini çarpar. Ve O, azabı pek şiddetli olandır" âyeti nazil oldu. İbn Cerîr ve Harâitî, Katâde'nin öyle dediğini bildirir: “Bize ulaştığına göre bir adam Kur'ân'ı inkar edip Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) yalanlayınca Allah bir yıldırım gönderip adamı helak etti. Bunun üzerine: “Onlar, Allah hakkında mücâdele edip dururken O, yıldırımlar gönderip onlarla dilediğini çarpar. Ve O, azabı pek şiddetli olandır" âyeti nazil oldu. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre "Onlar, Allah hakkında mücâdele edip dururken O, yıldırımlar gönderip onlarla dilediğini çarpar. Ve O, azabı pek şiddetli olandır" âyeti Âmir b. et- Tufayl ve Erbid b. Kays hakkında nazil olmuştur. Amir Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Senden bir isteğim var" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: “Yaklaş" buyurdu. Âmir Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) dokunacak kadar yaklaştı. Bu sırada Erbid kılıcını yarıya kadar çekti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kılıcın parıltısını görünce daha önce kendisiyle Allah'a sığındığı bir istiâze âyetini okudu ve Erbid'in eli kılıcın üzerinde kurudu. Yüce Allah da (daha sonra) ona bir yıldırım gönderdi ve yıldırım onu yaktı. Erbid'in kardeşinin şu sözü buna işaret etmektedir: Erbid için ölümden korkardım ama, Balık ve aslan yıldızlarının ona bela vereceğinden korkmazdım. Gök gürültüsü ve yıldırım canımı yaktı, O sıkıntılı günlerde imdada yetişen kahraman atlının ölümüne sebeb olarak. İbn Ebî Hâtim, Harâitî ve el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, Ebû İmrân el-Cevnî'nin şöyle dediğini bildirir: “Arş'ın altında ateşten denizler vardır ve yıldırımlar ondan çıkmaktadır. Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre yıldırımlar ateştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân der ki: “Yıldırımlar, zehirli ateştendir. Onların çıkardığı ses ise, onlarla aramızda denizden engeller olan bekçilerinin bulutları sürerken çıkardığı sestir." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Amr b. Dînâr der ki: “Şimşeğin çakması neredeyse gözlerini alır" âyeti sebebiyle, şimşeğin, hiç kimsenin gözlerini aldığını duymadım. Yıldırımlar ise, Yüce Allah'ın, "O, yıldırımlar gönderip onlarla dilediğini çarpar" âyeti sebebiyle yakarlar. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Ebî Necîh: “Bir yıldırımın Arafat'ta, iki hurma ağacını çarpıp yaktığını gördüm" demiştir. İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Câfer'in: “Yıldırım, mümine de kafire de isabet eder; ancak Allah'ı zikredene isabet etmez" dediğini nbildirir. Ebu'ş-Şeyh, Nasr b. Âsim es-Sekafî'nin: “Sübhâne Şedîdu'l-Mihâl (=Azabı şiddetli olan Allah noksanlıklardan münezzehtir), diyeni yıldırım çarpmaz" dediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti: “Güç ve kuvveti çetin olan" mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti: “Hilesi ve düşmanlığı şiddetli olan" mânâsındadır. İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti: “Gücü şiddetli olan" mânâsındadır. İbn Cerîr'in Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre (.....) âyeti: "Yakalaması şiddetli olan" mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyeti: “İntikamı şiddetli olan" mânâsındadır. Ebu'ş-Şeyh'in İkrime'den bildirdiğine göre (.....) âyeti: “Düşmanlığı şiddetli olan" mânâsındadır. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti: “Güç ve hilesi şiddetli olan" mânâsındadır. Ebu'ş-Şeyh'in Siîddî'den bildirdiğine göre (.....) âyeti: “Güç ve kuvveti şiddetli olan" mânâsındadır. 14"Gerçek dua ancak O'nadır. O nu bırakıp çağırdıkları İse kendilerine hiçbir şekilde cevap veremezler. Onların durumu, ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimseye benzer ki o buna asla ulaşacak değildir. İşte kâfirlerin duası da ancak boşunadır" İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Ali b. Ebî Tâlib'den bildirdiğine göre (.....) âyetinden, tevhid kelimesi olan "Lâ ilâhe illallah" sözü kastedilmiştir. Abdurrezzâk, Firyâbî, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sifât'ta değişik kanallarla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyetinden, Şehadet kelimesi olan "Lâ ilâhe illallah" sözü kastedilmiştir. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, " âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu âyetten kastedilen "Lâ ilâhe illallah" sözüdür. Kişinin, Allah'tan başkasına ilahlık nisbet etmesi caiz değildir. Kişi: “Falan kişi, falanoğullarının ilahıdır" diyemez. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali, "O'nu bırakıp çağırdıkları İse kendilerine hiçbir şekilde cevap veremezler. Onların durumu, ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimseye benzer ki o buna asla ulaşacak değildir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Allah'tan başkasına yalvaran, elini kuyuya uzatıp suyun kendisine doğru yükselmesini bekleyen adam gibidir. Su hiçbir zaman kendisine gelmez. Aynı şekilde, Allah'tan başkası dualara icabet etmez." İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "O'nu bırakıp çağırdıkları İse kendilerine hiçbir şekilde cevap veremezler. Onların durumu, ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimseye benzer ki o buna asla ulaşacak değildir"" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Allah'tan başkasına yalvaran, diliyle suyu çağırıp eliyle işaret eden gibidir. Su hiçbir zaman kendisine gelmez. Aynı şekilde, Allah'tan başkası dualara icabet etmez." İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "O'nu bırakıp çağırdıkları İse kendilerine hiçbir şekilde cevap veremezler. Onların durumu, ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimseye benzer ki o buna asla ulaşacak değildir. Kâfirlerin duası daima boşa çıkar" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bu kişinin boynu parça parça olur ve susuzluktan ölür (ama yine de suya ulaşamaz). Yüce Allah bu misali, putlara ve taşlara yalvaranlara misal vermektedir. Bunlar dünyada kendilerine yalvaranların isteğine icabet edemezler ve dua edene ne bir hayır gönderebilir, ne de bir kötülüğü ondan uzaklaştırabilirler. Kendilerine yalvaranlar da bu şekilde ölüp giderler. Bunlar, suyu ağzına götürmek için elini uzatan, ne suyu ağzına götürebilen, ne de suya ulaşabilen ve böylece susuzluktan ölen kişilere benzerler." Ebû Ubeyd, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ata, "O'nu bırakıp çağırdıkları İse kendilerine hiçbir şekilde cevap veremezler. Onların durumu, ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimseye benzer ki o buna asla ulaşacak değildir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bu kişiler, kuyunun ağzında oturup su almak için avuçlarını kuyunun dibine uzatan ve eli suya ulaşmayan, suyun da eline ulaşmadığı kişiye benzerler. Aynı şekilde Allah'tan başkasına yalvaranların da yalvardıkları kendilerine bir fayda sağlayamaz." İbn Ebî Hâtim, Bukeyr b. Mârûf'un şöyle dediğini bildirir: “Kâbîl kardeşini öldürünce, Yüce Allah onu denizin kenarına attı. Onunla su arasında ancak bir parmak mesafe bulunduğu ve suyun serinliğini ayaklarının altında hissettiği istediği halde bir türlü suya ulaşamıyordu. "Onların duruma ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimseye benzer ki o buna asla ulaşacak değildir" âyeti buna işaret etmektedir. Yaz olduğu zaman denizle arasına alevlerden yedi duvar çekilir. Kış olduğu zaman ise aralarına kardan yedi duvar çekilir." İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'ın, "Onların durumu, ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimseye benzer ki o buna asla ulaşacak değildir" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Bu, Allah'a ibadet ederken aynı zamanda başkasına da ibadet eden müşriğin misalidir. Müşrik, sudaki hayaline uzaktan bakıp, suyu elde etmek isteyen, ama yapamayan susuz kişiye benzer." 15"Göklerde ve yerde bulunanların kendileri de, gölgeleri de ister istemez sabah-akşam Allah'a secde ederler" İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Göklerde ve yerde bulunanların kendileri de, gölgeleri de ister istemez sabah-akşam Allah'a secde ederler" âyetini açıklarken: “Müminin gölgesi isteyerek secde eder. Kâfirin gölgesi ise istemeyerek secde eder" demiştir. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Göklerde ve yerde bulunanların kendileri de, gölgeleri de ister istemez sabah-akşam Allah'a secde ederler" âyetini açıklarken: “Mümin isteyerek secde eder. Kâfir ise istemeyerek secde eder. Kâfirin gölgesi secde eder" demiştir. Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'in âyeti açıklarken: “İsteyerek secde eden mümin, istemeyerek secde eden ise kâfirin gölgesidir" dediğini bildirir. Ebu'ş-Şeyh, Hasan'ın âyeti açıklarken: “Semadakiler isteyerek secde ederken, yerdekiler ister istemez secde ederler" dediğini bildirir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken: “İsteyerek secde eden, İslam'a isteyerek giren, istemeyerek secde eden ise kılıç zoruyla Müslüman olan kişidir" demiştir. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Münzir'den bildirdiğine göre Rabî b. Huseym, Ra'd Sûresinin secde âyetinde secde yapınca: “İsteyerek secde ettim ey Rabbimiz" derdi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "sabah- akşam" âyetinden, kişinin gölgesinin sağına veya soluna vurduğu zaman kastedilmiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, "Göklerde ve yerde bulunanların kendileri de, gölgeleri de ister istemez sabah-akşam Allah'a secde ederler" âyetini açıklarken: “Bize bildirildiğine göre her şeyin gölgesi Alah'a secde eder" deyip: “Allah'ın yarattığı şeylerin, gölgeleri sağa sola vurarak, Allah'a boyun eğerek secde etmekte olduklarını görmüyorlar mı?" âyetini okumuş: “O gölgeler Allah'a secde ederler" demiştir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Göklerde ve yerde bulunanların kendileri de, gölgeleri de ister istemez sabah-akşam Allah'a secde ederler" âyetini açıklarken: “Kâfirin gölgesi namaz kılar, kendisi ise kılmaz" demiştir. Ebu'ş-Şeyh, Dahhâk'ın bu âyeti açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Güneş doğunca her şeyin gölgesi batıya doğru secde eder. Güneş zevale erince ise batıncaya kadar her şeyin gölgesi doğuya doğru secde eder." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî)'ye: “Gölgeleri de ister istemez sabah-akşam Allah'a secde ederler" âyeti sorulunca: “Kâfiri görmüyor musun? Onun gölgesi Allah'a isteyerek secde ederken sadece kalbi istemez" cevabını vermiştir. 16"De kl: «Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?», «Allah'tır» de. «Onu bırakıp, kendilerine bir fayda ve zararı olmayan dostlar mı edindiniz?» de. «Kör ile gören bir olur mu? Veya karanlıkla aydınlık bir midir?» de. Yoksa Allah'a, Allah gibi yaratması olan ortaklar buldular da, yaratmaları birbirine mi benzettiler? De ki; «Her şeyi yaratan Allah'tır. O, her şeye üstün gelen tek Tanrı'dır.»" İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre: “Ey Allah'ın Resûlü! Senin yanında bir haldeyken, yanından ayrılınca başka bir halde oluyoruz. Bunun nifak olmasından korkuyoruz" denilince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Rabbinizle aranız nasıl?" karşılığını verdi. Sahabe: “O, gizlide de açıkta da Rabbimizdir" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Peygamberinizle aranız nasıl?" diye sordu. Sahabe: “Sen, gizlide de açıkta da peygamberimizsin" karşılığını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “O zaman benden ayrıldığınız zamanki haliniz nifak değildir" buyurdu. Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen kör ve görenden kastedilen mümin ve kafirdir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Kör ile gören bir olur mu? Veya karanlıkla aydınlık bir midir?, de" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Kör ve görenden kastedilen kafir ve mümindir. Karanlık ve aydınlıktan kasıt ise hidayet ve dalalettir." İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre, "Yoksa Allah'a, Allah gibi yaratması olan ortaklar buldular da, yaratmaları birbirine mi benzettiler?" buyruğuyla, müşriklerin putlar(ın yaratıcılığımdan şüphe ettiklerini bildirmiştir. İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre, "Kör ile gören bir olur mu?"buyruğundaki kör ile gören, örnek olarak verilmiştir. Ebû Ya'lâ, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Yoksa Allah'a, Allah gibi yaratması olan ortaklar buldular da, yaratmaları birbirine mi benzettiler" âyetini açıklarken şöyle dedi: Leys b. Ebî Süleym, Ebû Muhammed'den, o Huzeyfe b. el-Yemân'dan, o da Ebû Bekr'den —ki Huzeyfe bu hadisi Hazret-i Ebû Bekr ile beraber Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) dinlediği gibi, Hazret-i Ebû Bekr de kendisine anlatmış olabilir— bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şirk sizin aranızda karıncanın yürüyüşünden daha gizlidir" buyurunca, Hazret-i Ebû Bekr: “Ey Allah'ın Resûlü! Şirk, Allah'tan başkasına ibadet etmekten veya Allah ile beraber başkasına dua etmekten başka bir şey mi?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Annen seni kaybetsin! Şirk sizin aranızda karıncanın yürüyüşünden daha gizlidir. Sana, şirkin küçüklerini de büyüklerini de -veya küçüğünü de büyüğünü- de giderecek bir söz öğreteyim mi?" diye sorunca, Hazret-i Ebû Bekr: “Evet" karşılığını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Her gün üç defa şöyle dersin: «Allahım! Bilerek Sana ortak koşmaktan Sana sığınırım. Bilmeden ortak koştuğumdan da Senden bağışlanma dilerim.» Şirk, «Bana Allah ve falan kişi verdi» demendir. Ortak koşmak ise kişinin: «Eğer falan olmasaydı, falan kişi beni öldürürdü» demesidir." Buhârî el-Edebu'l-Müfred'de, Mâ'kil b. Yesâr'ın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Ebû Bekir'le Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gittiğimde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Ebû Bekr! Şirk sizin aranızda karıncanın yürüyüşünden daha gizlidir" buyurdu. Hazret-i Ebû Bekr: “Şirk, Allah ile beraber başka bir ilah edinmekten başka bir şey midir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Nefsim elinde olana yemin ederim ki, şirk sizin aranızda karıncanın yürüyüşünden daha gizlidir. Sana, söylediğin takdirde şirkin azının da çoğunun da gideceği bir şeyi bildireyim mi? «Allahım! Bilerek Sana ortak koşmaktan Sana sığınırım. Bilmeden ortak koştuğumdan da Senden bağışlanma dilerim» de. " 17"O, gökten su indirdi de dereler kendi ölçülerince dolup aktı ve sel üste çıkan köpüğü aldı götürdü. Süs eşyası veya yararlanılacak bir şey elde etmek için ateşte erittikleri şeylerden de böyle köpük olur. İşte Allah, hak ile batıla böyle misal getirir. Köpüğe gelince sönüp gider. İnsanlara yararlı olan ise yerde kalır. İşte Allah, böyle misaller verir" İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "O, gökten su indirdi" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu, Allah'ın vermiş olduğu bir misâldir. Kalbler ondan yakîn ve şüpheleri ölçüşünce yüklenirler. Şüpheyle birlikte amelin bir faydası yoktur. Yakîne gelince, Allah yakîn sahiplerini onunla birlikte faydalandıracaktır. Allah: “Köpük uçar gider" buyurur ki bu şüphedir. 'İnsanlara fayda veren ise yerde kalır" âyetinden kasıt ise yakîndir. Nasıl ki süs, ziynet eşyası ateşe konulur, hâlis temiz olanı alınıp kiri ateşte bırakılırsa Allah da yakîni kabul buyurup şüpheyi bırakır." İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Dereler kendi ölçülerince dolup aktı" âyetini açıklarken: “Küçük olan dere kendi ölçüşünce, büyük olan dere de kendi ölçüşünce dolup akar" demiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Yüce Allah bunu batıl ile hakka örnek olarak vermiştir. Sel, vadideki dalları ve çöpleri alır götürür. "Süs eşyası veya yararlanılacak bir şey elde etmek için ateşte erittikleri şeylerden de böyle köpük olur" Bunlar; altın, gümüş, süs ve zînet eşyası, bakır ve demirdir. Bakır ve demirin kiri vardır. Allah bunların kirini, su köpüğü gibi kılmıştır. İnsanların faydalandıkları ise, altın ve gümüştür. Yere fayda veren, onun sudan emdiği kısımdır ki, bununla bitki bitirir. Allah bunu da sâlih amel için örnek vermiştir ki; bu, sahipleri için kalıcıdır. Kötü âmel ise; köpüğün gittiği gibi sahibini terkedip gider. Aynı şekilde hidâyet ve hak, Allah katından gelmişlerdir. Kim hak ile amel ederse, o lehine olur ve yeryüzünde insanlara fayda verenin kaldığı gibi kalır. Demir de böyledir. Ateşe sokulup ateş onun kirini yok edip hâlis olanı çıkmadıkça ondan faydalanılmaz ve bıçak, kılıç gibi şeyler yapılamaz. Aynı şekilde bâtıl da, kıyamet günü gelip insanlar kabirlerinden kaldırıldıklarında, ameller arz olunduğu zaman bâtıl şaşıp kalacak ve helak olacaktır. Hak ehli ise, hak ile faydalandırılacaktır." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Süddî vasıtasıyla Ebû Mâlik ve Ebû Salih'ten, İbn Abbâs'ın, Murre vasıtasıyla ise İbn Mes'ud'un, "Dereler kendi ölçülerince dolup aktı..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Sel toprakla akıp üzerindeki köpükle bir yerde karar kılar. Rüzgar ona esince suyun üzerindeki köpük kenarlara gider ve kuruyup hiçbir işe yaramaz duruma gelir. Geriye insanlara faydalı olan su kalır. İnsanlar bu suyu için hayvanlarını da sularlar. Köpüğün yok olup hiçbir işe yaramadığı gibi batıl da kıyamet günü yok olacak ve ehline bir fayda sağlamayacaktır. Suyun faydalı olduğu gibi hak da ehline fayda sağlayacaktır. Bu yüce Allah'ın verdiği bir misaldir." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Atâ, "O, gökten su indirdi de dereler kendi ölçülerince dolup aktı ve sel üste çıkan köpüğü aldı götürdü. Süs eşyası veya yararlanılacak bir şey elde etmek için ateşte erittikleri şeylerden de böyle köpük olur" âyetini açıklarken şöyle dedi: “O, gökten su indirdi" âyeti, Yüce Allah'ın, mümin ve kafire verdiği bir örnektir. Dereler taşıyabileceği kadar suyla dolar ve suyun üzerinde köpük ve ateşe atılıp kiri giderilmeden kendisinden faydalanılmayan madenlerin köpüğü oluşur. Ateşe atılınca madenden ayrılan posa suyun köpüğü gibi faydasızdır. Yüce Allah bunu hak ile batıla örnek vermiştir. Demirin ve altının kiri ve suyun köpüğü batıl, madenin özü, su ve demir ise hakka örnektir." İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Atâ, "O, gökten su indirdi de dereler kendi ölçülerince dolup aktı ve sel üste çıkan köpüğü aldı götürdü. Süs eşyası veya yararlanılacak bir şey elde etmek için ateşte erittikleri şeylerden de böyle köpük olur" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Allah, hak ve batıla örnek vermiştir. Batıl, insanlara faydası olmayan suyun köpüğü gibidir. Hak ise ateşe atılan maden gibidir. Madenin yanıp geriye kalan kısmı sahibine fayda sağlar. Madenin kiri ise batıla misaldir. Köpüğün ve madenin kirinin sahiplerine hiçbir faydasının olmayacağı bilindiği gibi batıl da sahiplerine hiç bir fayda sağlamaz." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "O, gökten su indirdi de dereler kendi ölçülerince dolup aktı ve sel üste çıkan köpüğü aldı götürdü. Süs eşyası veya yararlanılacak bir şey elde etmek için ateşte erittikleri şeylerden de böyle köpük olur. İşte Allah, hak ile batıla böyle misal getirir. Köpüğe gelince sönüp gider. İnsanlara yararlı olan ise yerde kalır" âyetini açıklarken şöyle dedi: Küçük dere kendi kapasitesiyle, büyük dere de kendi kapasitesiyle dolup taştı. Âyette geçen (.....) âyeti, yükselmiş köpükler mânâsındadır. Köpüğün sönüp gitmesi ise suyun kenarındaki ağaçlara vs. takılmasıdır. Yüce Allah, "İnsanlara yararlı olan ise yerde kalır..." buyruğundaki bir misalle üç meseleyi açıklamıştır: Köpüğün yok olup faydasız ve bereketsiz bir hale geldiği gibi, batıl da ehlinden uzaklaşıp yok olur. Bu su yerde karar kılıp çoğaldığı yerdeki bitkileri bitirdiği gibi hak ve hak ehli de yok olmaz. Ateşte eritilip kiri giderek sadece özü kalan altın ve gümüş gibi hak ve hak ehli de yok olmaz. Bu altın ve gümüşün ateşe atılınca kirinin gitmesi gibi batıl da hak ehlinden ayrılır. Âyetteki yararlanılacak şeylerden kasıt ateşe atılıp kiri giderilen demir ve altındır. Bu madenlerin ateşe atılınca sadece özü kaldığı gibi hak, ehli için kalır." Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'nin bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle dedi: “Küçük dere kendi kapasitesiyle, büyük dere de kendi kapasitesiyle dolup taşar. Köpük te suyun üzerinde çoğalır. Ateşte yakılan şeyden kasıt ise altındır. Altın ateşe atılınca sadece özü kalır ve kiri yok olur. Yüce Allah bunu hak ve batıla misal vermiştir. Köpüğün yok olması, ağaçlara takılıp yok olmasıdır. Bu, batıla misal olarak verilmiştir. İnsanlara faydalı olan suyla ise bitkiler çıkar. Bu da hakka misal verilmiştir. Âyetteki yararlanılacak şeylerden kasıt altın ve demirdir." Ebû Ubeyd, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: “Âyette geçen "O, gökten su indirdi de dereler kendi ölçülerince dolup aktı..." âyetinden kasıt, derelerin taşıyabileceği kadar suyla dolmasıdır. Yüce Allah, "Sel üste çıkan köpüğü aldı götürdü" buyurduktan sonra: “Süs eşyası veya yararlanılacak bir şey elde etmek için ateşte erittikleri şeylerden de böyle köpük olur" buyurmuştur. Buradaki eşyadan kasıt, demir, bakır kurşun ve benzeri şeylerdir. Âyetteki ikinci köpükten kastedilen ise ateşe atılan demir ve süs eşyalarının kiridir. Sudan, insanlar için faydalı olan kısmı yerde kalır, köpük ise yerde yok olup gider. Bu, hak ile batıla misal olarak verilmiştir." İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "O, gökten su indirdi de dereler kendi ölçülerince dolup aktı..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Altın ve gümüşten süs eşyası yapmak veya bakır ve demirden eşyalar yapmak için bunların ateşe atılıp özünün çıkarıldığı gibi, hak, ehli için halis olarak kaldı ve hak ehli ondan faydalandılar." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Uyeyne, "O, gökten su indirdi de dereler kendi ölçülerince dolup aktı" âyetini açıklarken: “Gökten bir Kur'ân indirdi ve onu adamların akılları taşıdı" demiştir. 18"Rablerinin emrine uyanlar için mükâfatın en güzeli vardır. Ona uymayanlar ise, yeryüzünde olan her şey ve onun yanında bir katı daha kendilerinin olsa, kurtulmak için hepsini kurtuluş fidyesi olarak verirlerdi. İşte hesabın kötüsü bunlar içindir. Varacakları yer de cehennemdir. O ne kötü yataktır!" îbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen "Rablerinin emrine uyanlar için mükâfatın en güzeli vardır..." buyruğundaki mükâfattan kasıt, hayat ve rızıktır. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre "Rablerinin emrine uyanlar için mükâfatın en güzeli vardır..." buyruğundaki mükâfattan kasıt Cennettir. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ferkad es- Sebahî'nin şöyle dediğini bildirir: Şehr b. Havşeb bize, "...Hesabın kötüsünden..." kastedilenin, kişinin işlediği hiçbir şeyin ihmal edilmemesi mânâsında olduğunu söyledi. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ferkad es- Sebahî der ki: İbrâhim en-Nehaî bana: “Ey Ferkad! Hesabın kötüsünün ne olduğunu biliyor musun?" diye sorunca, ben: “Hayır" cevabını verdim. İbrâhim: “Hesabın kötüsünden kasıt, kişinin bütün günahlarından hesaba çekilmesi ve hiçbir günahının affedilmemesidir" dedi. İbnü'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre hesabın kötüsünden kastedilen, kulun bütün günahlarından hesaba çekilmesi ve hiçbir günahının bağışlanmamasıdır. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Ebu'l-Cevzâ'dan bildirdiğine göre hesabın kötüsünden kasıt, kişinin işlediklerinin en ince ayrıntısına kadar hesaba çekilmesidir. 19"Rabbînden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, (onu bilemeyen) kör gibi olur mu? (Bunu) ancak akıl sahipleri anlar" İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, (onu bilemeyen) kör gibi olur mu? (Bunu) ancak akıl sahipleri anlar" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Âyette kastedilenler, Allah'ın Kitab'ını işitip ondan faydalanan, anlayıp kavrar. Körlerden kasıt ise hakka karşı kör olup hakkı görmeyenler ve anlamayanlardır. Allah akıl sahiplerinin özelliklerini, "Onlar, Allah'a verdikleri sözü yerine getiren ve sözleşmeyi bozmayanlardır" buyruğuyla açıklamıştır." İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre âyette geçen akıl sahiplerinden kastedilen, her şeyi çabuk anlayan veya selim akla sahib olan kimsedir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: “Yüce Allah, selim akıl sahiplerini sevdiği için onlara çıkışmıştır. Bunu Allah'ın Kitab'ındaki "...(Bunu) ancak akıl sahipleri anlar" buyruğunda gördüm." 20"Onlar, Allah'a verdikleri sözü yerine getiren ve imsaki bozmayanlardır." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Onlar, Allah'a verdikleri sözü yerine getiren ve misakı bozmayanlardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Verdiğiniz sözü yerine getiriniz ve ahdinizi bozmayınız. Allah ahdi bozmayı yasaklamış ve ahde vefayı şiddetli bir şekilde emrederek sizin için nasihat, hediye ve (kıyamet günü) hüccet olsun diye yirmi küsur âyette zikretmiştir. Meseleler Allah'ın önem verdiği derecede, anlayış, akıl ve Allah'ı bilenlerin yanında önem kazanır. Bize bildirildiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbesinde: “Emaneti olmayanın imanı da yoktur. Ahdi olmayanın da dini yoktur" buyururdu." 21"Onlar, Allah'ın riâyet edilmesini emrettiği haklara riâyet eden, Rablerine saygı besleyen ve kötü hesaptan korkanlardır" Hatîb ve İbn Asâkir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “İyilik ve akrabayı gözetmek, kıyamet günü kötü hesabı hafifletir" buyurduktan sonra: “Onlar, Allah'ın riâyet edilmesini emrettiği haklara riâyet eden, Rablerine saygı besleyen ve kötü hesaptan korkanlardır" âyetini okudu. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Saîd b. Cübeyr'in, "Onlar, Allah'ın riâyet edilmesini emrettiği haklara riâyet eden, Rablerine saygı besleyen ve kötü hesaptan korkanlardır" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirin "Âyette, peygamberlere ve bütün kitaplara iman edip, Allah'ın riayet edilmesini emrettiği bir şeyi terk etmekten sakınanlar ve hesabın zorluğundan korkanlar kastedilmiştir." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Onlar, Allah'ın riâyet edilmesini emrettiği haklara riâyet eden, Rablerine saygı besleyen ve kötü hesaptan korkanlardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: Bize bildirildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'tan korkun ve akrabalarınızı gözetin. Bu tutum, dünya hayatında size daha uzun süreli kalıcılık sağlar, âhirette de sizin için hayırlı olur" buyurmuştur. Bildirildiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'deyken Huseym kabilesinden bir adam gelip: “Peygamber olduğunu iddia eden sen misin?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet" cevabını verince, adam: “Hangi ameller Allah katında daha sevimlidir?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'a iman" cevabını verince, adam: “Sonra hangisi?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Akrabayı gözetmek" cevabını verdi. Abdullah b. Amr şöyle derdi: “Hilim sahibi, zulme uğradıktan sonra yumuşak olup bir topluluk kendisiyle kavga etmek isteyince kavgaya tutuşan değildir. Hilim sahibi, gücü yettiği halde (intikam almayıp) affedendir. Akrabayı gözeten, akrabası kendisini gözettikten sonra onları gözeten değildir. Bu, yapılana karşılık vermektir. Akrabayı gözetmek, akrabaları kendisiyle bağlarını kopardıkları halde onlarla bağlarını koparmayıp iyilikte bulunmaktır." İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Onlar, Allah'ın riâyet edilmesini emrettiği haklara riâyet eden, Rablerine saygı besleyen ve kötü hesaptan korkanlardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: Bize bildirildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Akrabalarına kendi ayağınla gitmezsen, kendi malından (parandan) vermezsen, onlarla alakayı koparmışsın demektir" buyurdu. 22"Onlar, Rablerinin rızasına ermek için sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli olarak ve açıktan Allah için harcayan ve kötülüğü iyilikle ortadan kaldıranlardır. İşte bunlar için dünya yurdunun iyi sonucu vardır." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti şu şekilde açıklamıştır: “Onlar, Rablerinin rızasını kazanmak için sabreden, namazlarını tastamam kılan, mallarından Allah için gizli ve açıktan infakta bulunan, kendilerine kötülük yapana iyilikle karşılık veren kişilerdir ve bunlar için cennet yurdu vardır." İbn Ebî Şeybe, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Kötülüğü iyilikle savarlar" mânâsındadır. İbn Cerîr, İbn Zeyd'in, "Kötülüğü iyilikle ortadan kaldıranlardır" âyetini: “Şerri hayırla bertaraf ederler. Şerre şerle değil hayırla karşılık verirler" şeklinde açıklamıştır. 23Bkz. Ayet:24 24"(O yurt) Adn cennetleridir; oraya babalarından, eşlerinden ve çocuklarından sâlih olanlarla beraber girecekler, melekler de her kapıdan onların yanma varacaklardır. Allah'ın emrine sabretmenize karşılık size selam olsun. Dünya yurdunun sonucu (olan cennet) ne güzeldir!" İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Cennette Adn denilen bir köşk vardır. Etrafında burçlar ve yeşil bahçeler vardır. Bu sarayın beş bin kapısı vardır. Herbir kapının üzerinde beşbin güzel yüzlü ve güzel ahlaklı beş bin kadın vardır. Buna ancak peygamber veya sıddîk ya da şehid veya adil idareci olanlar girebilecektir. " İbn Ebî Şeybe, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre Hazret-i Ömer minberde, "(O yurt) Adn cennetleridir; oraya babalarından, eşlerinden ve çocuklarından sâlih olanlarla beraber girecekler, melekler de her kapıdan onların yanına varacaklardır" âyetini okuyup şöyle dedi: “Ey insanlar! Adn cennetlerinin ne olduğunu biliyor musunuz? Adn, cennette on bin kapısı, her kapıda yirmi beş bin hurinin olduğu bir köşktür. Ona ancak peygamber veya sıddik ya da şehid olanlar girebilir." Abdurrezzâk, Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Hennâd, Abd b. Humeyd, İbnü'l- Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Adn cennetlerinden kastedilen, cennetin ortasıdır. Saîd b. Mansûr ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: “Adn cennetlerinin ne olduğunu nereden bileceksin! O, altından bir köşktür. Ona ancak peygamber veya sıddik ya da şehid olanlar girebilir." İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre Adn cennetleri, Cennetin şehridir. Orada resuller, nebiler, şehidler ve hidâyet önderleri olacaktır. İnsanlar, onların etrafında ve cennetler o şehrin çevresindedir. Abd b. Humeyd'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Ömer, Kab'a: “Adn nedir?" diye sorunca, Ka'b: “Cennette bir köşktür. Ona ancak peygamber veya sıddik ya da şehid olanlar girebilir" cevabını verdi. İbn Merdûye'nin Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Adn cenneti, Allah'ın kendi eliyle diktikten sonra: «Ol!» dediği ve bunun üzerine olduğu bir çubuktur" buyurdu. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Kişi Cennete girer ve: “Annem nerede, yavrum nerede, hanımım nerede?" diye sorar. Kendisine: “Onlar, senin yaptığın gibi amel yapmadılar" karşılığı verilince, bu kişi: “Ben hem kendim, hem de onlar için amel yapıyordum" der" dedikten sonra, "(O yurt) Adn cennetleridir; oraya babalarından, eşlerinden ve çocuklarından sâlih olanlarla beraber girecekler, melekler de her kapıdan onların yanına varacaklardır" âyetini okudu ve şöyle devam etti: “Salih olanlardan kasıt, onlardan sonra tevhid üzere yaşayan babaları, eşleri ve çocuklarıyla cennete girerler. Melekler de dünya günlerinden her günde üç defa, kendi çenetlerinde olmayan hediyelerle yanlarına varırlar ve: “Allah'ın emrine sabretmenize karşılık size selam olsun. Dünya yurdunun sonucu (olan cennet) ne güzeldir!" derler." İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen "Salih olanlar" âyetinden kastedilen dünyadayken iman edenlerdir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Miclez, âyet hakkında şöyle dedi: “Yüce Allah, Müminin, dünyadayken Allah'ın kendisine ailesini ve işlerini güzelleştirmesinden hoşlandığını bildiği için âhirette de onları etrafında toplar." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Enes b. Mâlik, "(O yurt) Adn cennetleridir; oraya babalarından, eşlerinden ve çocuklarından sâlih olanlarla beraber girecekler, melekler de her kapıdan onların yanına varacaklardır" âyetini okudu ve şöyle dedi: “Adn Cennetine giren bu kişi içi boş ve tek inciden yapılmış kişi çardağa girer. Onun yüksekliği altmış mildir ve her köşesinde ailesi ve malı vardır. Bu çardağın altından yapılmış bin kapısı, her kapıda duran bin melek vardır. Her melekte de, diğerinde benzeri olmayan, Rahmân'dan bir hediye vardır. Meleklerle bu kişi arasında bir perde vardır ve bu kişinin yanına ancak izin alarak gidebilirler." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Kıyamet günü, Cennet halkının en alt derecesinde olan kişinin içi boş inciden yapılmış bir köşkü vardır. Bu köşkün yedi bin odası, her odanın yedi bin kapısı vardır ve her kapıdan yetmiş bin melek selam vererek bu kişinin yanına girerler." İbn Ebî Hâtim, Âsım'ın şöyle dediğini bildirir: “İbn Şîrîn, bir adamla karşılaşınca adam: “Hayyâkellah (=Allah sana hayat versin)" dedi. İbn sîrin: “En güzel selamlama şekli Cennet halkının selamlama şekli olan (=Es-selâmu aleykum)" selam(ı)dır" karşılığını verdi. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in, Ebû İmrân el- Cevnî'den bildirdiğine göre "Allah'ın emrine sabretmenize karşılık size selam olsun. Dünya yurdunun sonucu (olan cennet) ne güzeldir" âyetindeki emir'den kasıt İslam dinidir. Dünya yurdunun sonuncusu ise yurdundan (göçtükten) sonra verilen Cennettir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Allah'ın emrine sabretmenize karşılık size selam olsun" âyetinden kastedilen, dünyada (ihtiyaç) fazlası olan şeylere karşı olan sabırdır. Ebu'ş-Şeyh'in Muhammed b. en-Nadr el-Hârisî'den bildirdiğine göre "Allah'ın emrine sabretmenize karşılık size selam olsun" âyetinden kastedilen, dünyada fakirliğe sabretmektir. Ahmed, Bezzâr, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye, Ebû Nuaym el-Hilye'de, Beyhakî Şuabu'l-îman'da, Abdullah b. Amr'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Allah'ın yarattıkları arasında cennete ilk girecek olanlar, Muhacirlerin fakirleridir. Onlar ki sınırlar onlarla korunur; hoşlanılmayan şeylerden onlarla sakınılır. Onlardan birisi ölür de yerine getirmeye güç yetiremediği bir ihtiyâcı içinde bir ukde olarak kalmış olur. Allah, meleklerinden dilediğine: «Onları karşılayın ve selamlayın» buyurur. Melekler: «Ey Rabbimiz! Biz Senin göklerde yaşayan ve yarattıklarının hayırlıları olan varlıklarız. Sen bizlere, gidip onları karşılamamızı ve onları selamlamamızı mı emrediyorsun?» derler. Allah: «Onlar, sadece bana kulluk eden, hiçbirşeyi bana ortak koşmayan kullanmdır. Sınırlar onlarla korunuyor, hoşlanılmayan şeylerden onlar sayesinde sakınılır. Onlardan birisi ölür de yerine getirmeye güç yetiremediği bir ihtiyâcı içinde bir ukde olarak kalmış olur» buyurur. Bunun üzerine melekler gelirler ve her kapıdan yanlarına girerler ve: «Allah'ın emrine sabretmenize karşılık size selam olsun. Dünya yurdunun sonucu (olan cennet) ne güzeldir» derler. " İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Umâme der ki: “Mümin, cennete girdiği zaman koltuğuna yaslandığında, yanında iki saf halinde hizmetçiler, bu safların ucunda da kapalı bir kapı olur. Melek gelip girmek için izin isteyince, kapıya en yakın olan hizmetçi yanındakine: “Bir melek (girmek için) izin istiyor" der. O hizmetçi de yanındakine: “Bir melek (girmek için) izin istiyor" der ve meleğin izin istediği cennetlik olan bu mümine yetişene kadar bütün hizmetçiler yanındakine aynı şeyi söyler. Mümin: “Ona izin verin" der. Bunun üzerine mümine en yakın olan hizmetçi, yanındaki hizmetçiye: “Ona izin verin" der. O hizmetçi de yanındakine: “Ona izin verin" der ve kapıya en yakın olan hizmetçiye kadar bu böyle devam eder. Sonunda kapıyı meleğe açarlar ve melek girip mümine selam verdikten sonra tekrar gider." İbnü'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) her yıl Uhud'a gider, dağlar arasından açılan yolun ağzına geldiğinde (Uhud şehidlerine): “Allah'ın emrine sabretmenize karşılık size selam olsun. Dünya yurdunun sonucu (olan cennet) ne güzeldir" derdi. İbn Cerîr'in Muhammed b. İbrahim'den bildirdiğine göre her yılın başında Uhud şehitliğine gider ve: (Uhud şehidlerine): “Allah'ın emrine sabretmenize karşılık size selam olsun. Dünya yurdunun sonucu (olan cennet) ne güzeldir" derdi. Hazret-i Ebû Bekr, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osmân da aynı şeyi yaparlardı. 25"Allah'a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozanlar, Allah'ın korunmasını emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) koparanlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar var ya; işte lânet onlara, yurdun kötüsü (cehennem) de onlaradır" Ebu'ş-Şeyh'in Meymûn b. Mihrân'dan bildirdiğine göre Ömer b. Abdilazîz der ki: “Akrabayla bağlarını koparanla dost olma. Çünkü Yüce Allah'ın, bu kişileri lanetlediğini Kur'ân'ın iki sûresinde duydum: Ra'd Sûresi ve Muhammed sûresi." İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen "Yurdun kötüsü" âyetinden kastedilen, kötü akibettir. 26"Allah, rızkı dilediğine bol verir, (dilediğine de) kısar. Onlar ise dünya hayatı ile sevinmektedirler. Hâlbuki dünya hayatı, âhiretin yanında çok az bir yararlanmadan İbarettir" İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Abdurahman b. Sâbit, "Hâlbuki dünya hayatı, âhiretin yanında çok az bir yararlanmadan ibarettir" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Dünya hayatı, âhiret hayatının yanında, çobana, ailesinin azık olarak koyduğu bir avuç hurma veya bir miktar un, ya da kendisiyle süt içmek için koydukları bir kap gibidir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Hâlbuki dünya hayatı, âhiretin yanında çok az bir yararlanmadan ibarettir" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Eskiden, kişi develeriyle veya koyunlarıyla (onları otlatmak için) çıkarken ailesine: “Bana (azık oarak) bir şeyler koyun" derdi. Ailesi kendisine azık olarak bir parça ekmek veya hurma koyarlardı. Allah bunu dünyaya misal vermiştir." İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen "çok az bir yararlanma" âyetinden kastedilen, geçip giden azıcık bir şeydir. Tirmizî ve Hâkim'in bildirdiğine göre Abdullah b. Mes'ud der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hasırın üzerinde yattı ve kalktığında hasırın yan tarafına iz bıraktığını görüp: “Ey Allah'ın Resûlü! Senin için bir yatak temin etsek" dedik. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Benim dünya rahatlığı ile işim yok. Dünyada ben bir ağacın altında gölgelenip sonra oradan ayrılıp giden bir yolcu gibiyim" buyurdu. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: “Başından sonuna kadar dünya, kişinin uyuyup hoşuna giden bir rüya gördükten sonra uyanınca hiçbir şeyin olmadığını görmesi gibidir." Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve İbn Merdûye'nin el-Müstevrid'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Âhiret nimeti karşısında dünya nimeti, sizden birinizin parmağını denize batırması gibidir. O parmak denizden ne kadar su ile döner ona bir baksın" buyurup şehadet parmağıyla işaret etti. 27Bkz. Ayet:28 28"İnkâr edenler diyorlar ki: «Ona (Muhammed'e) Rabbinden bir mucize indirilseydi yal» De ki: «Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir. Onlar, inananlar ve kalpleri Allah'ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.»" İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen yönelmekten kastedilen tövbe etmektir. "Allah'ı anmakla huzura kavuşanlar" âyeti ise, kalplerin Allah'ı anmakla yumuşaması ve zikri alışkanlık haline getirmesi mânâsındadır. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî, "Onlar, inananlar ve kalpleri Allah'ı anmakla huzura kavuşanlardır" âyetinin, "Onlara Allah adına yemin edilince inanırlar" "Biliniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur" âyetinin ise kalplerin Allah anılınca huzura kavuşması mânâsında olduğunu söylemiştir. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Biliniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur" âyeti, kalplerin, Hazret-i Muhammed ve ashâbıyla huzura kavuşması mânâsındadır. Ebu'ş-Şeyh'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) "Biliniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur" âyeti nazil olduğu zaman: “Bunun mânâsının ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Sahabe: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir" karşılığını verince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim Allah'ı, Resûlünü ve ashabımı severse (kalbi sükûnet bulur)" buyurdu. İbn Merdûye'nin Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre "Biliniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur" âyeti nazil olduğu zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu âyetten kastedilenler; Allah'ı, Resûlünü seven, Ehl-i Bey t'imi gerçekten seven, müminleri hem yüzlerine karşı, hem yokluklarında sevenler kastedilmiştir. Şunu bilin ki, Allah'ın zikriyle birbirinizi sevmektesiniz" buyurdu. 29"İnanan ve salih amel işleyenler için, mutluluk ve güzel bir dönüş yeri vardır." İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Sevinç ve göz aydınlığı vardır" mânâsındadır. İbn Ebî Şeybe, Hennâd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in İkrime'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Onlar için güzel şeyler vardır" mânâsındadır. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Onlara gıpta edilir" mânâsındadır. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Onlar için iyilikler vardır" mânâsındadır ve bu, Arapların kullandığı bîr deyimdir. İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, Arapça bir deyimdir ve: “Hayır elde ettin" mânâsındadır. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İbrâhim'den bildirdiğine göre âyeti, Yüce Allah'ın onlara verdiği hayır ve üstünlük mânâsındadır. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyeti, Cennet mânâsındadır. İbn Cerîr'in İkrime'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, Cennet mânâsındadır. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Tuba, Habeşî diliyle Cennetin adıdır" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Yüce Allah cenneti yaratıp bitirdiği zaman, onu beğendi ve: “İnanan ve salih amel işleyenler için, mutluluk ve güzel bir dönüş yeri vardır" buyurdu. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Saîd b. Cübeyr'in: “Tûba, Hint diliyle Cennetin adıdır" dediğini bildirir. İbnü'l-Münzir, Saîd b. Cübeyr'in: “Tuba, Hint diliyle Cennetin adıdır" dediğini bildirir. İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Tûba, cennette bir ağacın adıdır" demiştir. Abdurrezzâk, İbn Ebi'd-Dünyâ Sifatu'l-Cenne'de, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: “Tûba, cennette bir ağaçtır. Allah ona: «Kulum için istediği her şeyi yarılarak içinden çıkar« buyurur. Bu ağaç da yarılarak ona içinden eğeri ve dizginleriyle beraber bir at çıkartır. Yine içinden eğer takımları ve dizginleri, yuları bulunan deve çıkartır. Yine onun istediği gibi en güzel elbiseleri de çıkartır." İbn Cerîr'in, Muâviye b. Kurra vasıtasıyla babasından bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Tûba, Yüce Allah'ın kendi eliyle diktiği ve ona ruhundan üflediği bir ağaçtır. Bu ağaçtan, süs eşyaları ve elbiseler biter. Bu ağacın dalları cennetin Sur'unun ötesinden dahi görülür." Ahmed, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Ba's'ta, Utbe b. Abd'in şöyle dediğini bildirir: Bir bedevi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Bahsettiğin Havz'ın nedir?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Havzım, San'â ile Busra arasındaki mesafe büyüklüğündedir. Sonra Yüce Allah onu o kadar uzatır ki, hiçbir beşer onun kenarının nerede olduğunu bilemez" buyurdu. Bedevi: “Onda meyve var mı?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet Onda, Tûba adında Firdevs'i kaplayan bir ağaç vardır" cevabını verdi. Bedevi: “Bizim yerlerimizdeki hangi ağaca benzer?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Senin yurdundaki hiçbir ağaca benzemez. Şam'a hiç gittin mi?" karşılığını verdi. Adam: “Hayır" cevabını verince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Tuba ağacı, Şam'da, ceviz diye bilinen bir ağaca benzer. O ağaç bir gövde üzerinde yükselir ve üst tarafı da yayılır" buyurdu. Bedevi: “Onun kökünün büyüklüğü ne kadardır?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şayet yakınlarına ait dört yaşım bitirmiş bir dişi deveye binecek olsan, aşırı yaşlılıktan dolayı göğsünün kemiği kırılıncaya kadar (yol alırsın da) sen bunun gövdesinin etrafını dolaşamazsın" cevabını verdi. Bedevi: “Onda üzüm var mı?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet" cevabını verdi. Bedevi: “Bu üzümün salkımının büyüklüğü ne kadardır?" diye sorunca ise Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Alacakarganın bir ayda gidebileceği mesafe büyüklüğündedir" cevabını verdi. Ahmed, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, İbn Merdûye ve Hatîb Tarih'te, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Bir adam: “Ey Allah'ın Resûlü! Seni görüp sana iman edene Tûba var mıdır?" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Beni görüp bana iman edene Tûba vardır. Sonra beni görmediği halde iman edene Tûba vardır, Tûba vardır, Tûba vardır" buyurdu. Bir adam: “Tûba nedir?" diye sorunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Cennette yüz senelik yol uzunluğunda bir ağaçtır. Cennet halkının giysileri onun kabuklarından çıkar" cevabını verdi. İbn Ebi'd-Dünyâ Sifatu'l-Cenne'de ve İbn Ebî Hâtim'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Sizden Cennete girip Tûba ağacına götürülmeyecek kimse yoktur. Onun için Tûba'nın dalları açılır ve ondan dilediğinden alır. Dilerse beyaz, dilerse kırmızı, dilerse yeşil, dilerse sarı, dilerse siyah. Onun dalları gelincik çiçeği gibi, son derece ince ve güzeldir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Şîrîn der ki: “Tûba, kökü Hazret-i Ali'nin odasında olan Cennetteki bir ağaçtır. Cennette hiçbir oda yoktur ki, bu ağacın dalarından biri o odada olmasın." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Şam ahalisinden biri olan Ebû Cafer'in şöyle dediğini bildirir: “Rabbin, bir inciyi alıp düzledi, sonra onu Cennetin ortasına yaydı. Sonra ona: “Benim rızama erişinceye kadar yayıl" buyurdu. İnci yayıldıktan sonra Yüce Allah bir ağaç alıp incinin ortasına dikti, sonra ona: “Rızama erişinceye kadar yayıl" buyurdu. Ağaç yayılınca onun köklerinden Cennetin nehirleri fışkırdı. Bu ağaç, Tuba'dır." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ferkad es-Sebehî der ki: Yüce Allah, Hazret-i İsa'ya (aleyhisselam) İncil'de şöyle vahyetti: “Ey İsa! Emrimi yerine getirmede gayretli ol ve acizlik gösterme. Sözümü dinle ve emrimi yerine getir. Ey bakire olan Betûl'ün oğlu! Seni erkeksiz (babasız) yarattım, seni ve anneni âlemlere bir mucize kıldım. Bana ibadet et, Bana tevekkül et ve Kitaba kuvvetle sarıl." Hazret-i İşa (aleyhisselam): “Ya Rabbi! Hangi kitaba kuvvetle sarılayım?" diye sorunca, Allah şöyle buyurdu: “İncil'e kuvvetle sarıl ve onu Süryânilere açıkla. Onlara, Benim Allah olduğumu, Benden başka ilah olmadığını, Benim, diri, yarattıklarının işini çeviren, yoktan var eden, yok olmayan ve Dâim olan olduğumu bildir. Allah'a ve âhir zamanda gelecek olan ümmi peygambere iman edin, onu tasdik edip tâbi olun. O, deveye biner, önden açık olan yün elbise, asa taşıyan ve sarık takan biridir. Gözleri sürmeli, kaşları bitişik, şan ve şeref sahibidir. Onun nesli mübarek bir kadından -Hazret-i Hatice- devam eder Ey İsa! Onun, cennette altınlarla birleştirilmiş inciden kamışlarla yapılan ve içinde sıkıntı ve tasanın duyulmadığı bir köşkü vardır. Bu kadının bir kızı -Hazret-i Fâtıma- vardır ve onun da şehid edilecek iki oğlu -Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin- vardır. Onun zamanına yetişip sözlerini işitene Tûba vardır." Hazret-i İsa: “Ey Rabbim! Tûba nedir?" diye sorunca, Yüce Allah: “Kendi elimle diktiğim ve meleklerimi iskân ettirdiğim, kökü Rıdvân'dan suyu ise Tesnîm (denilen pınar)dan olan Cennetteki bir ağaçtır" buyurdu. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre Tûba cennette bir ağaçtır. Onun meyvesi kadın göğsü gibidir ve içinde giysiler vardır. İbn Ebi'd-Dünyâ el-Azâ'da ve İbn Ebî Hâtim, Hâlid b. Ma'dân'ın şöyle dediğini bildirir: “Cennette Tûba adında memeleri olan bir ağaç vardır. Bu ağaç, Cennet çocuklarını emzirir. Süt emme çağında ölen çocuklar, Tûba ağacının bu memelerinden emerler. Kadının düşürdüğü çocuk, kıyamet gününe kadar cennet nehirlerinden birinde dönüp durur ve (kıyamet günü) kırk yaşında olarak diriltilir." İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Şehr b. Havşeb'den bildirdiğine göre Tûba, Cennette bir ağaçtır ve Cennetin bütün ağaçlan ondandır. Dalları, cennet surunun (duvarlarının) ötesindedir. İbn Cerîr, Şimr b. Atiyye'nin: “Tûba, Cennetteki bir ağacın adıdır" dediğini bildirir. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih der ki: “Cennette Tûba adında bir ağaç vardır. Süvari olan biri onun gölgesinde yüz yıl gitse yine de kat'edemez. Bu ağacın çiçekleri incecik elbiseler, yaprakları çizgili kumaşlar, dalları amber, bulunduğu vadinin çakılları yakut, toprağı kâfur, balçığı misktir. Onun kökünden içki, süt ve bal nehirleri çıkar. Orası cennet halkının oturma yeridir. Onlar oturma yerlerinde otururlarken birden melekler soylu develer sürerek Rabları katından onlara gelirler. Develer altından zincirlerle gemlenmiştir. Yüzleri güzellikçe (ışık saçan) lâmbalar gibidir. Onların (develerin) yünü yumuşaklığında tiftik gibidir. Üzerlerinde levhaları yakuttan, yan yüzleri altından eğerler vardır. Elbiseleri atlastandır. Melekler, develeri çöktürürler ve: “Rabbımız kendisini ziyaret edesiniz, diye size bizi gönderdi" derler. Develere binerler. Develer kuştan daha hızlı, kelebekten daha hafif basışlı, hizmetçileri (seyisleri) olmayan soylu develerdir. Kişi, kardeşinin yanında onunla konuşarak ve fısıldaşarak yürür. Onlardan hiç bir binitin kulağı, diğerinin kulağına değmez. Hiç bir binitin göğsü diğerinin göğsüne değmez. O kadar ki kişinin kardeşiyle arasını ayırmamak için ağaçlar yollarından eğilip onlara yol verirler. Nihayet Rahman ve Rahîm olanın yanına varırlar ve Yüce Allah keremli yüzünü onlar için açar ve O'na bakarlar. O'nu gördükleri zaman: “Ey Allahım! Selâm Sensin, selâm Sendendir. Celâl ve ikram Senin için hak olmuştur" derler. İşte o zaman Yüce Allah: “Ben selâmım, selâm Bendendir. Rahmetim ve sevgim sizin için hak olmuştur, gaybda (Beni görmeksizin) Benden korkan ve emrime itaat eden kullanma merhaba" buyurur. Onlar: “Ey Rabbimiz! Sana lâyık bir şekilde hakkıyla ibâdet etmedik. Senin kadrini lâyıkı veçhile bilmedik. Önünde secde etmemize izin ver" derler. Allah: “Burası zahmet ve ibâdet yurdu değildir, Fakat mülk ve nimet yurdudur. Ben sizden ibâdet zahmetini kaldırdım. Benden dilediğinizi isteyin. Muhakkak ki sizden her birinin bir isteği vardır" buyurur. Onlar da Yüce Allah'tan isterler. O kadar ki onlardan isteği en kısa olanı: “Ey Rabbim! Dünya halkı dünyaları hususunda yarıştılar ve orada birbirlerini darlığa düşürdüler. Ey Rabbim! Dünyayı yarattığın günden dünyanın sona erişine kadar, onların içinde bulundukları her şeyin bir mislini bana ver" der. Allah: “Senin isteğin ne kadar kısa oldu. Muhakkak sen, derecenden daha aşağısını istedin. Bu, Benden sanadır. Ben, kendi katımdan sana bahşediyorum. Zira Benim vermemde zorluk ve azaltılma yoktur" buyurur. Sonra şöyle buyurur: “Kullarıma umutlarının ulaşamayacağı ve onlardan hiç birinin aklına gelmeyenleri arzediniz" buyurur. (Allah'ın nimetleri) onlara arz edilir ve onların içlerinde bulunan umutları çok kısa kalır. Onlara arz edenler içinde yan yana dizilmiş atlar vardır. Onlardan her dördünün üzerinde yekpare yakuttan bir taht vardır. Her tahtın üzerinde yekpare altından bir kubbe vardır. Onlardan her bir kubbenin içinde ise cennet yataklarından gösterişli yataklar vardır. Her bir kubbenin içinde hurilerden iki câriye bulunur. Her hurinin üzerinde cennetteki bütün renkleri üzerinde taşıyan iki elbise vardır ve bu huriler Cennetteki bütün kokulardan sürünmüşlerdir. Yüzlerinin aydınlığı kubbenin kalınlığından geçer. O kadar ki onları görenler, bu hurilerin kubbenin dışında olduğunu sanır. Tepeden tırnağa şeffaftırlar, o kadarki beyinleri kırmızı bir yakut içindeki beyaz iplik gibi görünür. Her iki câriye de (emrine verildikleri mümini) arkadaşına göre güneşin taşa olan üstünlüğünde veya daha üstün görür. (Mümin de) onlar için aynı şekilde düşünür. Onların yanına girince, Huriler onu selâmlar, onu öper ve kucaklayıp ona: “Allah'a yemin olsun ki, Allah'ın senin gibisini yaratmış olduğunu sanmayız" derler. Sonra Allah meleklere emir buyurunca, Melekler, bu müminleri bir saf halinde cennete yürütürler ve nihayet onlardan her biri, kendisi için hazırlanmış olan yerine ulaşır." İbn Ebî Hâtim, başka bir kanalla Vehb b. Münebbih'ten, o da Muhammed b. Ali b. el-Hüseyn b. Fâtıma'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Cennette Tûba adında bir ağaç vardır. Hızlı giden bir süvari onun gölgesini ancak yüz yılda geçebilir. Bu ağacın yaprakları yeşil kumaşlar, çiçekleri incecik sarı giysiler, salkımları ipek ve atlastan, meyveleri yeşil kaftanlar, zamkı zencebil ve bal, -kumsalı kırmızı yakut, yeşil zümrüd, toprağı misk, anber ve san kâfur; otu çok-geniş za'firan ve tütsüdür. Bu tütsüler, yakıtsız tüterler; kökünden, selsebil, kaynak ve halis içki nehirleri çıkar. Onun gölgesi Cennet ahalisinin sohbet etmek için buluştuğu meclislerinden bir meclistir. Onlar bir gün yine Tûba ağacının gölgesinde sohbet ederlerken birden, yakuttan şekillendirildikten sonra kendilerine ruh üflenmiş develeri süren melekler gelir. Bu develerin yuları altından, yüzleri ise kandiller gibi parlamakta, yünleri kırmızı ipektendir ve üzerinde beyaz çizgiler vardır. Görenler onlar gibi güzel develer görmemiştir. Bu develer, seyisleri olmadan sahiplerine boyun eğerler ve idman yapmamalarına rağmen hızlı giderler. Üzerlerinde levhaları mercanla süslenmiş iri inci ve yakuttan eğerler vardır. Melekler bu develeri, onlar için çökertirler ve şöyle derler: “Rabbiniz size selam söylüyor ve Sizin Ona nazar etmeniz, Onun da size bakması, Ona selam vermeniz ve Onun da size selam vermesi, Onunla konuşmanız ve onun da sizinle konuşması, fazlından ve bol rızkından size bolca ihsan etmesi için kendisini ziyaret etmenizi istiyor. Şüphesiz ki O, rahmeti geniş ve büyük fazıl sahibidir." Bu kişilerden her biri kendi bineğine geçer ve düzgün sıra hâlinde biri diğerini geçmeden, bir deve kulağı diğerininkinden, göğsü diğerinin göğsünden ileri geçmeden, aynı hizada giderler. Cennet ağaçlarının hangisinin yanından geçseler, o ağaç kendilerine meyvelerinden hediye eder ve saflarının bozulmaması veya birinin diğerlerinden ayrılmaması için kenara çekilip onlara yol verir. Nihayet Cebbâr olan Allah'ın huzuruna vardıklarında, Yüce Allah onlara keremli yüzünü açar ve azametiyle kendilerine tecelli ederek selam verir. Onlar: “Ey Rabbimiz! Selâm Sensin, selâm Sendendir. Celâl ve ikram Senin için hak olmuştur" derler. İşte o zaman Yüce Allah: “Ben selâmım, selâm Bendendir. Rahmetim ve sevgim sizin için hak olmuştur, vasiyetimi koruyan, ahdime riayet eden, gaybda (Beni görmeksizin) Benden korkan ve her durumda benden korkan kullarıma merhaba!" buyurur. Onlar: “Senin izzet ve celâline, mekânının yüksekliğine yemin olsun ki Seni hakkıyla takdir edemedik, Senin haklarını sana ödeyemedik! Önünde secde. etmemize izin ver" derler. Allah: “Artık üzerinizden ibâdet yükünü indirdim, bedenlerinizi rahat kıldım, düşünün, benim için ne uzun yıllar beden yormuştunuz, Benim için yüzler sürmüştünüz, şimdi Benim esenliğime, rahmet ve. ikramına koşup geldiniz. Benden dilediğinizi isteyin ve dilediğinizi temenni edin. Bugün sizi amellerinizle değil, rahmetim, keremim, mekânımın yüksekliğine ve şanımın yüceliğine yaraşır şekilde mükafatlandıracağım" buyurur. Bunun üzerine bağışlar talep ederler, o kadar çok isterler ki içlerinde en az isteyen Allah'ın yarattığı günden yok ettiği güne kadar dünyada var olan her şeyi ister. Rableri onlara: “Çok az istediniz, hak ettiğinizden aşağısına razı oldunuz, ama size o arzu ve isteklerinizi hepten verdim gitti, üstelik zürriyetlerinizi de size kattım, ayrıca hayal edemeyeceğiniz başka şeyleri de size verdim. Rabbinizin size verdiklerine bakınız" buyurur. Baktıklarında, Refiku'l-A'lâ'da kubbelerin ve inci ve mercandan yapılmış odaların olduğunu görürler. Bu odaların kapısı altından, divanları yakuttan, yatakları ipekten, minberleri ise nurdandır. Kapılarından ve avlularından öyle nur taşmaktadır ki, güneş ışığı onun yanında yıldızın gündüz saçtığı ışık gibi kalır. Yine o, yüceliklerin yücesinde yakuttan, nuru parıldayan muhteşem saraylar görürler. Eğer bu saraylar, onların emrine verilmiş olmasaydı gözlerini kamaştırırdı. Bu sarayların beyaz yakuttan olanı beyaz ipekle, kırmızı yakuttan olanı kırmızı atlasla, yeşil yakuttan olanı yeşil atlasla, sarı yakuttan olanı sarı kadife, erguvan ile döşenmiş, yeşil zümrüt, kırmızı altın ve beyaz gümüşle süslenmiştir. Direkleri ve temelleri cevherdendir. Balkonları, inciden kubbelidir. Burçları, mercandan odalardır. Rablerinin onlara verdiklerine ulaştıklarında, onlara beyaz yakuttan kendilerine ruh üflenmiş eğerli atlar takdim edilir. Bu atları ebedi kılınmış olan çocuklar çekmektedir. Onlardan her bir çocuğun elinde bu atlardan bir atın gemi vardır. Gemleri beyaz gümüşten, inci ve yakutla süslenmiştir. Eğerleri inci ve cevherle dokunmuş, ince ve kalın atlaslarla döşenmiş tahtlardır. Bu atlar onları, cennet bahçelerinin içinde sür'atle götürür. Nihayet menzillerine ulaştıklarında melekleri, nurdan minberler üzerinde oturmuş kendilerini ziyaret etmek, onlarla tokalaşmak ve Rablarının kendilerine bahşetmiş olduğu şereften dolayı tebrik etmek üzere beklerken bulurlar. Saraylarına girdikleri zaman orada Rablerinin kendilerine bahşetmiş olduğu, istemiş ve temenni etmiş oldukları her şeyi bulurlar. Baktıklarında, bu saraylardan her birinin kapısında dört bahçe olduğunu görürler. İki bahçe çeşit çeşit ağaçlarla dolu, iki bahçe koyu yemyeşildir. İkisinde durmadan fışkıran iki kaynak var. İkisinde her bir meyveden çifter çifter; çadırlarda gözlerini sâdece onlara çevirmiş hûrîler vardır. Makamlarını öğrenip yerleşecekleri yere yerleştiklerinde Rableri onlara: “Size vaadetnıiş olduklarımı gerçekten buldunuz mu?" diye sorar. Onlar: “Ey Rabbimiz, Sana yemin olsun ki, evet" cevabını verirler. Allah: “Rabbinizin sevabından hoşnut oldunuz mu?" diye sorunca, onlar: “Ey Rabbimiz, biz hoşnut olduk, Sen de bizden hoşnut ol" karşılığını verirler. Allah: “Benim sizden hoşnutluğum ile yurduma indiniz, yüzüme baktınız ve meleklerim, sizlerle tokalaştı. Kutlu olsun, size kutlu olsun. "Bu, ardı arkası kesilmeyen bir vergidir." Onda dirliksizlik ve azaltma yoktur" buyurur. İşte o zaman onlar: “Bizden üzüntüyü gideren, fazlı ile ebediyet yurduna bizi sokan Allah'a hamdolsun. Orada bize zahmet ve yorgunluk değmez. Doğrusu Rabbimiz bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir" derler. Abd b. Humeyd'in Mahzûmoğullarının azatlısı Ziyâd'dan bildirdiğine göre Ebû Hureyre: “Cennette öyle bir ağaç vardır ki, gölgesinde binitli yüz sene yürür de aşamaz. Dilerseniz «Uzanmış, yayılmış gölgeler» âyetini okuyunuz" dedi. Ka'b, Ebû Hureyre'nin bu sözünü duyunca şöyle dedi: “Doğru söylemiş. Hazret-i Mûsa'ya Tevrat'ı, Muhammed'e Furkân'ı indirene yemin ederim ki, eğer bir adam, dört veya beş yaşındaki bir deveye binip bu ağacın gövdesinin etrafını dolaşmaya kalksa ihtiyarlayıp bitkin düşer de yine dolaşamaz. Allah o ağacı kendi eliyle dikmiş ve ona ruhundan üflemiştir. Bu ağaç dalları cennet sûrunun (duvarlarının) ötesindedir. Cennetteki bütün nehirler, bu ağacın kökünden çıkar." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muğîs b. Sümeyy der ki: “Tûba, Cennetteki bir ağaçtır. Binekli bir kişi, genç bir dişi veya erkek deveye binip etrafını dolaşmaya kalksa, ihtiyarlayıp ölene kadar dolaşsa başladığı noktaya dönemez. Bu ağacın dallan Cennetteki her menzile uzanır. Cennetlikler ağacın meyvelerinden yemek istediğinde, dal onlara doğru sarkar ve cennetlikler de diledikleri kadar yerler. Yine, kuşlar gelir, cennetlikler bu kuşun etinden hem kurutulmuş olarak hem pişmiş olarak yerler, sonra kuş (kendisinden bir şey eksilmeden) tekrar uçar." İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Sâlih der ki: “Tûba, Cennetteki bir ağaçtır. Binekli bir kişi, genç dört veya beş yaşındaki bir deveye binip etrafını dolaşmaya kalksa, ihtiyarlayıp ölene kadar dolaşmaya sürdürür de başladığı noktaya dönemez." İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında Tûba'dan bahsedilince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Ebû Bekr! Tuba'nın mânâsını öğrendin mi?" diye sordu. Hazret-i Ebû Bekr: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir" karşılığını verince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Tûba, uzunluğunu sadece Allah'ın bildiği Cennette bir ağaçtır. Binekli biri onun dallarının birinin altında yetmiş yıl gider. Onun yaprakları kaftandır. Onun dallarına konan kuşlar, Horasan develeri büyüklüğündedir." Hazret-i Ebû Bekr: “Bu kuşlar ne kadar da yumuşak (etli) olur" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “O kuşları yiyecek olanlar daha yumuşaktır. Ey Ebû Bekr! İnşallah, sen de bu kuşlardan yiyecek olanlardansın" buyurdu. İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Tûba, Yüce Allah'ın kendi eliyle diktiği ve ona ruhundan üflediği Cennetteki bir ağaçtır. Bu ağacın dalları, Cennetin duvarlarının ötesinden gözükür. Bu ağacın meyveleri süs eşyasıdtr. Meyveleri de cennetliklerin ağzına kadar sarkar." Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Hennâd b. es-Serî Zühd'de, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Muğîs b. Sumeyy der ki: “Tûba, Cennetteki bir ağaçtır. Cennette hiçbir avlu yoktur ki bu ağacın dallarından biri onu gölgelemesin. Bu ağaçta rengârenk meyveler vardır. Ağacın dallarına Horasan develeri büyüklüğünde kuşlar konar. Kişinin canı bu kuşlardan yemek istediğinde kuşu çağırır ve kuş gelip onun tabağına konar. Kişi kuşun bir tarafından pişmiş et yerken diğer tarafından kurutulmuş et yer, sonra kuş eski haline dönüp uçarak gider." İbn Ebi'd-Dünyâ el-Azâ'da ve İbn Ebî Hâtim, Hâlid b. Ma'dân'ın şöyle dediğini bildirir: “Cennette Tûba denilen bir ağaç vardır ve bu ağacın her tarafında memeler vardır. Çocuk yaşta ölenler bu ağaçtan emerler." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, (.....) âyetini gıpta, (.....) âyetini ise güzel dönüş, olarak açıklamıştır. Ebu'ş-Şeyh'in Süddî'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, güzel dönüş mânâsındadır. İbn Cerîr, Dahhâk'tan aynı rivâyette bulunmuştur. 30"(Ey Muhammed!) Böylece seni, kendilerinden önce nîce ümmetlerin geçmiş olduğu bir ümmete gönderdik ki, onlar Rahmân'ı inkâr ederken sana vahyettiğimizi kendilerine okuyasın. De ki: “O, benim Rabbimdir, O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Ben yalnız O'na tevekkül ettim, dönüşüm de yalnız O'nadır" İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'nin, "(Ey Muhammed!) Böylece seni, kendilerinden önce nice ümmetlerin geçmiş olduğu bir ümmete gönderdik ki, onlar Rahmân'ı inkâr ederken sana vahyettiğimizi kendilerine okuyasın" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: Bize ulaştığına göre Hudeybiye günü Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kureyşlilerle barış anlaşması yapınca, anlaşmaya: “Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle" ibaresini yazdırdı. Kureyşliler: “Biz Rahmân'ı tanımıyoruz" dediler. Cahiliye döneminde: “Allahım, Senin adınla" yazarlardı. Sahabe, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Birak ta Onlarla savaşalım" deyince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayır. Onların istediği gibi yazınız" buyurdu. İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, âyet hakkında şöyle demiştir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Hudeybiye anlaşmasına "Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle" ibaresini yazınca, Kureyşliler: “Biz, Rahmân kelimesinin yazılmasını kabul etmeyiz ve Rahmân'ın ne olduğunu bilmeyiz. Ancak: «Allahım, Senin adınla» yazarız" deyince, bu âyet nazil oldu. İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) "Tövbem yalnız Onadır" mânâsındadır. 31"Kend isiyle dağların yürütüleceği veya yeryüzünün parçalanacağı, ya da ölülerin konuşturulacağı bir Kur'ân olacak olsaydı (o yine bu kitap olurdu). Fakat bütün emir yalnız Allah'ındır. İman edenler anlamadılar mı ki, Allah dileseydi bütün insanları doğru yola eriştirirdi. Allah'ın sözü yerine gelinceye kadar, inkâr edenlere yaptıkları işler sebebiyle devamlı olarak, ya büyük bir felaket gelecek veya o felaket yurtlarının yakınma inecektir. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez." Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Diyâ el-Muhtâre'de İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer gerçek senin söylediğin gibiyse bizim ölmüş olan ilk yaşlılarımızı bize göster de onlarla konuşalım, bizi sıkmakta olan şu Mekke dağlarını bizden uzaklaştır ve böylece alanı bizim için genişlet" dediler. Bunun üzerine, "Kendisiyle dağların yürütüleceği veya yeryüzünün parçalanacağı, ya da ölülerin konuşturulacağı bir Kur'ân olacak olsaydı (o yine bu kitap olurdu). Fakat bütün emir yalnız Allah'ındır. İman edenler anlamadılar mı ki, Allah dileseydi bütün insanları doğru yola eriştirirdi. Allah'ın sözü yerine gelinceye kadar, inkâr edenlere yaptıkları işler sebebiyle devamlı olarak, ya büyük bir felaket gelecek veya o felaket yurtlarının yakınına inecektir. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez" âyeti nazil oldu. İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Atiyye el- Avfî der ki: Hazret-i Muhammed'e: “Bizim için Mekke dağlarını yürütsen de arazimiz genişlese ve ziraat yapabilsek. Veya Süleyman'ın, kavmine rüzgârla yeri parça parça ettiği gibi sen de bizim için yeri parça parça etsen ya da İsa'nın kavmi için ölüleri dirilttiği gibi sen de bizim için ölüleri diriltsen" denilince, "Kendisiyle dağların yürütüleceği veya yeryüzünün parçalanacağı, ya da ölülerin konuşturulacağı bir Kur'ân olacak olsaydı (o yine bu kitap olurdu). Fakat bütün emir yalnız Allah'ındır. İman edenler anlamadılar mı ki, Allah dileseydi bütün insanları doğru yola eriştirirdi. Allah'ın sözü yerine gelinceye kadar, inkâr edenlere yaptıkları işler sebebiyle devamlı olarak, ya büyük bir felaket gelecek veya o felaket yurtlarının yakınına inecektir. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez" âyeti nazil oldu. (.....) âyeti: “İman edenler anlamadılar mı ki" mânâsındadır. Atiyye'nin yanındakiler: “Sen bunu Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından birinden mi rivayet ediyorsun?" diye sorunca, Atiyye: “Bunu, Ebû Saîd el-Hudrî kanalıyla Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) rivayet ediyorum" cevabını verdi. Ebû Ya'lâ, Ebû Nuaym Delâil'de ve İbn Merdûye, Zübeyr b. el-Avvâm'ın şöyle dediğini bildirir: “Önce en yakın akrabalarını uyar" âyeti nazil olunca Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Kubeys dağına çıkıp: “Ey Abdimenâf oğuları! Ben uyarıcıyım" diye bağırdı. Kureyşliler yanına gelince onları sakındırıp uyardı. Kureyşliler: “Sana vahyolunan bir peygamber olduğunu iddia ediyorsun. Hâlbuki rüzgâr ve dağlar Süleymancın, deniz Musa'nın emrine verilmişti. İsa da ölüleri diriltiyordu. Haydi, sen de Allah'a dua et de dağları etrafımızdan yürütüp götürsün, bizim için yerden nehirler fışkırtsın da o yerde tarlalar edinelim ve böylece ziraat yapıp yiyelim. Ya da Allah'a dua et de ölülerimizi bizim için diriltsin, biz onunla da konuşalım, onlar da bizimle konuşsun. Yahut da şu altında bulunan taşı altına çevirmesini Allah'tan iste. Böylece biz o altın taştan yontup alalım da bizi yaz ve kış ticaret yolculuğundan kurtarsın. Zira sen kendinin, aynen o peygamberler gibi olduğunu iddia ediyorsun" dediler. Bu sırada biz Rasulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in çevresinde bulunduğumuz bir sırada kendisine vahiy indi. Vahiy hali gidip kendine gelince şöyle buyurdu: “Canım elinde olan Allah'a yemin ederim ki talep ettiklerinizi Allah bana gerçekten verdi. Ben dileseydim hemen o anda olacaktı. Fakat (Rabbim) beni muhayyer bıraktı: Ya rahmet kapısından girecektiniz de müzminleriniz iman edecekler; ya da kendiniz için seçtiğinize bırakılacaksınız da rahmet kapısını bulamayıp dalâlette kalacaktınız ve (şimdi) iman edenleriniz iman edemeyecekti. Ben de Rahmet Kapısı'nı ve iman edenlerinizin iman etmesini tercih ettim. O, size bu istediklerinizi verip de sonra siz inkâr ettiğiniz takdirde insanlardan hiçbir kişiye yapmadığı bir azapla size azap edeceğini haber verdi" buyurdu. Bunun üzerine: “Bizi mucize göndermekten alıkoyan ancak, öncekilerin onları yalanlamış olmalarıdır. Semud milletine gözle görülebilen bir mucize, bir dişi deve vermiştik de ona zulmetmişlerdi. Oysa Biz mucizeleri yalnız korkutmak için göndeririz" âyeti nazil oldu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti üç defa okuyunca ise, "Kendisiyle dağların yürütüleceği veya yeryüzünün parçalanacağı, ya da ölülerin konuşturulacağı bir Kur'ân olacak olsaydı (o yine bu kitap olurdu). Fakat bütün emir yalnız Allah'ındır. İman edenler anlamadılar mı ki, Allah dileseydi bütün insanları doğru yola eriştirirdi. Allah'ın sözü yerine gelinceye kadar, inkâr edenlere yaptıkları işler sebebiyle devamlı olarak, ya büyük bir felaket gelecek veya o felaket yurtlarının yakınına inecektir. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez" âyeti nazil oldu. Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre "Kendisiyle dağların yürütüleceği veya yeryüzünün parçalanacağı, ya da ölülerin konuşturulacağı bir Kur'ân olacak olsaydı (o yine bu kitap olurdu). Fakat bütün emir yalnız Allah'ındır. İman edenler anlamadılar mı ki, Allah dileseydi bütün insanları doğru yola eriştirirdi. Allah'ın sözü yerine gelinceye kadar, inkâr edenlere yaptıkları işler sebebiyle devamlı olarak, ya büyük bir felaket gelecek veya o felaket yurtlarının yakınına inecektir. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez" âyeti, Mekke'de nazil olmuştur. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Kendisiyle dağların yürütüleceği veya yeryüzünün parçalanacağı, ya da ölülerin konuşturulacağı bir Kur'ân olacak olsaydı (o yine bu kitap olurdu). Fakat bütün emir yalnız Allah'ındır. İman edenler anlamadılar mı ki, Allah dileseydi bütün insanları doğru yola eriştirirdi. Allah'ın sözü yerine gelinceye kadar, inkâr edenlere yaptıkları işler sebebiyle devamlı olarak, ya büyük bir felaket gelecek veya o felaket yurtlarının yakınına inecektir. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez" âyetini açıklarken şöyle dedi: Kureyşlilerin, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şu dağlarımızı yürüt te etrafımız genişlesin, çünkü yerimiz dardır. Veya Şam'ı bize yaklaştır. Çünkü biz ticaret için oraya gidiyoruz. Ya da babalarımızı kabirlerinden çıkarda onlarla konuşalım" demeleri üzerine nazil olmuştur. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Kureyşliler: “Kur'ân'la dağları yürüt, Kur'ân'Ia yeryüzünü parçalara ayır ve Kur'ân'la ölülerimizi dirilt" demişlerdi. İbn Cerîr, Dahhâk'ın şöyle dediğini bildirir: Mekke kâfirleri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Dağları, Hazret-i Dâvûd'un emrine verildiği gibi sen de bizim için yürüt. Hazret-i Süleyman için yeryüzünün parçalara ayrıldığı gibi sen de bizim için onu parçalara ayır ve bir ucundan diğerine bir ayda gidilip bir ayda dönülsün. Veya Hazret-i İsa'nın ölülerle konuştuğu gibi sen de bizim için ölüleri konuştur" dediler. Yüce Allah bu âyetle onlara; "Ben bu konuda bir kitap indirmedim, ama daha önce sizin söylediklerinizi peygamberlerime ve elçilerime vermiştim" buyurdu. İbn Ebî Şeybe Musannef’te, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Şa'bî'den bildirdiğine göre Kureyşliler Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer iddia ettiğin gibi bir peygambersen, Mekke'nin şu iki tarafındaki iki dağı dört veya beş günlük mesafeye uzaklaştır. Çünkü Mekke dardır. Böyle yap ki oraya ekin ekip hayvanlarımızı otlatalım. Yine, ölen babalarımızı dirilt ki, bize senin peygamber olduğunu söylesinler. Bizi gittiğini iddia ettiğin gibi bir gecede Şam'a veya Yemen'e ya da Hır e'ye götür." Bunun üzerine: “Kendisiyle dağların yürütüleceği veya yeryüzünün parçalanacağı, ya da ölülerin konuşturulacağı bir Kur'ân olacak olsaydı (o yine bu kitap olurdu). Fakat bütün emir yalnız Allah'ındır. İman edenler anlamadılar mı ki, Allah dileseydi bütün insanları doğru yola eriştirirdi. Allah'ın sözü yerine gelinceye kadar, inkâr edenlere yaptıkları işler sebebiyle devamlı olarak, ya büyük bir felaket gelecek veya o felaket yurtlarının yakınına inecektir. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez" âyeti nazil oldu. İbn İshâk ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Fakat bütün emir, yalnız Allah'ındır" âyeti: “Allah, sizin bu istediğiniz şeylerden sadece dilediğini yapar. O, sizin istediklerinizi yapacak değildir" mânâsındadır. Ebû Ubeyd, Saîd b. Mansûr ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti, (.....) şeklinde okurdu. İbn Cerîr ve İbnu'l-Enbârî'nin el-Mesâhifte bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti, (.....) şeklinde okuyunca, kendisine: “Bu âyet mushafta, (.....) şeklindedir" denildi. İbn Abbâs: “Kâtibin bunu uykulu iken yazdığını zannediyorum" karşılığını verdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali, bu âyeti, (.....) şeklinde okurdu. İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti "Bilmiyorlar mı?" mânâsındadır. Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine, göre Nâfi b. el-Ezrak ona: “Bana yüce Allah'ın, âyette geçen (.....) âyetinin mânâsını söyle" deyince, İbn Abbâs: “Bilmedi(ler) mi ki, demektir" cevabını verdi. Nâfi: “Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: “Tabi ki! Yoksa Mâlik b. Avf'ın: "Bunlar benim onun oğlu olduğumu bilmiyorlar mı ki? Her ne kadar aşiretimin topraklarından uzakta bulunuyor isem de" dediğini bilmez misin?" İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Ebû Sâlih der ki: fls!" âyeti "Bilmedi(ler) mi ki" mânâsındadır ve bu kelime Hevâzin şivesidir. Mâlik b. Avf en-Nasrî bu kelimeyle ilgili şu beyti söylemiştir: Benim kimin payma düşeceğimi tesbit etmek için Oklarla kura çektiklerinde, yolağzında onlara diyordum ki: Siz benim Zehdem atlısının oğlu olduğumu bilmez misiniz? İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti, "İman edenler bilmezler mi ki?" mânâsındadır. Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, "İman edenler bilmiyorlar mı?" mânâsındadır. Ebu'ş-Şeyh'in, İbn Zeyd'den bildirdiğine göre (.....) âyeti "Bilmedi(ler) mi ki" mânâsındadır. Bazıları bu âyeti, (.....) şeklinde okumaktadır. Bu da istifham mânâsındadır ve: “Onlar, Alah'ın böyle yaptığını bilmiyorlar mı? Allah dilerse dediklerini yapacağını bildikleri halde, hâlâ bunu istemekten vazgeçmiyorlar mı?" demektir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi: “İman edenler hâlâ bu kâfirlerin iman edeceklerinden yana ümit kesmediler mi? Şayet Allah dileseydi, bütün insanları hidâyete eriştirirdi." Firyâbî, İbn Cerîr ve İbn Merdûye, İkrime vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti, "(Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) onlar üzerine göndermiş olduğu) küçük askeri birlikler" mânâsındadır. Tayâlisî, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de, Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: “Âyette geçen (.....) âyeti, "(Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) onlar üzerine göndermiş olduğu) küçük askeri birlikler" mânâsındadır. "Allah'ın sözü yerine gelinceye kadar... yurtlarının yakınına inecektir" buyruğunda inecek kişiden kastedilen kişi, Hazret-i Muhammed'dir. Allah'ın sözünün yerine gelmesinden kastedilen ise Mekke'nin fethidir." İbn Merdûye'nin Ebû Saîd'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti, "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) onlar üzerine göndermiş olduğu küçük askeri birlikler" mânâsındadır. "Allah'ın sözü yerine gelinceye kadar... yurtlarının yakınına inecektir" buyruğunda inecek kişiden kastedilen kişi Hazret-i Muhammed'dir. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî Delâil'de, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir: “Âyette geçen (.....) âyeti, "(Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) onlar üzerine göndermiş olduğu) küçük askerî birlikler" mânâsındadır. "Allah'ın sözü yerine gelinceye kadar... yurtlarının yakınına inecektir" âyetinden kastedilen ise Hudeybiye'dir. Allah'ın sözünün yerine gelmesinden kastedilen ise Mekke'nin fethidir." İbn Cerîr'in İkrime'den bildirdiğine göre bu âyet, Medine'de Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderdiği askeri birlikler hakkında nazil olmuştur. "Allah'ın sözü yerine gelinceye kadar... yurtlarının yakınına inecektir" buyruğunda inecek kişiden kastedilen kişi Hazret-i Muhammed'dir. Abd b. Humeyd, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İkrime vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti, musibet mânâsındadır. İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin el-Avfî vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre, (.....) âyeti, gökten inerek olan azab mânâsındadır. "Allah'ın sözü yerine gelinceye kadar... yurtlarının yakınına inecektir" buyruğunda inecek şeyden kasıt ise Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) onlarla savaşmasıdır. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) (.....) âyetini, "Bu musibet, yurtlarının yakınına konup inecektir" şeklinde açıklamış, "Allah'ın sözü yerine gelinceye kadar" âyetinden ise kıyamet gününün kastedildiğini söylemiştir. 32"Andolsun, senden önce de nîce peygamberler alaya alındı da ben inkâr edenlere bir süre (mühlet) verdim, sonra da onları yakalayıverdim. Benim cezalandırmam nasılmış!" Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: Bir adam Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasında onu taklit edip alay ediyordu. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) onu görünce: “Öyle ol" diye beddua etti. Adam ailesine dönünce bir ay boyunca baygın yattı. Kendine gelince ise Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile alay ettiği duruma kendisi düştü. 33"Her nefsin bütün kazandığını gözetleyen (Allah ile putları bir) mi? Halbuki onlar Allah'a ortaklar koştular. De ki; «Bunların adlarını söyleyin. Siz yeryüzünde O'na bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Yoksa siz üstün körü söz mü söylüyorsunuz?» Hayır, bilakis o kâfirlere tuzakları süslü gösterildi ve onlar doğru yoldan alıkondular. Allah kimi şaşırtırsa, artık ona hidayet verecek hiçbir kimse yoktur" İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Her nefsin bütün kazandığını gözetleyen" buyruğuyla, Yüce Allah zâtını kasdetmiştir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rabâh), "Her nefsin bütün kazandığını gözetleyen (Allah ile putları bir) mi?" âyetini açıklarken: “Allah, her nefsi adaletle çekip çevirmektedir." demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Her nefsin bütün kazandığını gözetleyen (Allah ile putları bir) mi?" âyetini açıklarken: “Âyetten, Âdemoğullarının rızıklarını ve ecellerini çekip çeviren Rabbiniz kastedilmektedir" demiştir. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk, "Her nefsin bütün kazandığını gözetleyen (Allah ile putları bir) mi? Halbuki onlar Allah'a ortaklar koştular. De ki: “Bunların adlarını söyleyin. Siz yeryüzünde O'na bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Yoksa siz üstün körü söz mü söylüyorsunuz" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Yüce Allah her nefsin yaptığını, rızkını ve amelini gözetmektedir." Bir lafızda ise şöyledir: “Her iyi ve fâciri gözetmektedir. Onları rızıklandırmakta ve korumaktadır. Sonra bazıları Allah'a ortak koşmaktadır. Allah'a ortak koşup başka ilahlar edindiler. "De ki: “Bunların adlarını söyleyin" Başka ilahların adını söyleyecek olsalar yalan söylemiş olurlar. Çünkü Allah tek'tir ve ortağı yoktur. "Siz yeryüzünde O'na bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?" Allah, yeryüzünde kendisinden başka ilah olduğunu bilmemektedir (Ondan başka ilah yoktur). "Yoksa siz üstün körü söz mü söylüyorsunuz." Batıl ve yalan söz mü söylüyorsunuz!" İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Her nefsin bütün kazandığını gözetleyen (Allah ile putları bir) mi? Halbuki onlar Allah'a ortaklar koştular. De ki: “Bunların adlarını söyleyin. Siz yeryüzünde O'na bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Yoksa siz üstün körü söz mü söylüyorsunuz" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Her nefisin bütün kazandığını gözetleyen" buyruğuyla, Yüce Allah zâtını kasdetmiştir. Allah: “Her iyi ve faciri gözetmekteyim. Onların rızkını, yiyeceğini çekip çevirmeme ve onların, Benim kullarım olmalarına rağmen, Bana ortak koştular. "De ki: “Bunların adlarını söyleyin" Eğer onları adlandıracak olurlarsa yalan söylerler ve Allah'ın bilmediği şeyi söylerler. Allah'tan başka ilah var mı ki!" buyurmaktadır. "Siz yeryüzünde O'na bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?" âyetinden kastedilen budur. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Rabîa el-Cureşî birgün' kalkıp insanlara şöyle dedi: “Gizli ve açık halinizde Allah'tan korkunuz. Sizden bazılarına ne oluyor da Nabatî'nin veya cariyelerden birinin yanından geçerken hata yapmaktan çekiniyor da, Yüce Allah, "Her nefsin bütün kazandığını gözetleyen (Allah ile putları bir) mi?" buyurduğu halde günahtan sakınmıyor. Vay halinize! Allah'a gereken saygıyı gösteriniz. Hiç kimse, Ona isyan etmesi sebebiyle, Allah'ın kendisini maymuna veya domuza çevirmesinden emin değildir. Eğer böyle bir şey olursa bu, dünyada rezillik, âhirette ise cezadır." Oradakilerden biri: “Kendisinden başka ilah olmayana yemin ederim ki, dediğin şey gerçekleşecektir ey Rabîa!" deyince, topluluk yemin edip bunları söyleyenin kim olduğuna baktı ve bu kişinin Abdurrahman b. Ganm olduğunu gördüler. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....), zan anlamındadır. (.....) âyeti ise "Kafirlere söyledikleri süslü gösterildi" mânâsındadır. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, batıl söz mânâsındadır. 34Onlara dünya hayatında bir azap vardır. Âhiret azabı ise elbet daha çetindir, onları Allah’dan koruyacak (azabından kurturacak) da yoktur. 35"Allah'a karşı gelmekten sakınanlara vaadolunan cennetin durumu şudur: Onun içinden ırmaklar akar, yemişleri ve gölgeleri devamlıdır. İşte bu, Allah'a karşı gelmekten sakınanların sonudur. İnkâr edenlerin sonu ise cehennemdir." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre (.....) âyeti, cennetin özellikleri mânâsındadır. Yoksa Cennetin benzeri yoktur. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbrâhim et-Teymî'den bildirdiğine göre (.....) âyeti: “Her zaman yemişlerinin tadı ağızlarındadır" mânâsındadır. İbnü'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, Hârice b. Mus'ab'ın şöyle dediğini bildirir: Cehmiyye'den bazıları: “Cennet zail olur" diyerek, Kur'ân'ın bazı âyetlerini inkar etmişlerdir. Cennetin zail olacağını söyleyen, Kur'ân'ı inkar etmiş olur. Çünkü Yüce Allah: “Doğrusu, verdiğimiz bu rızıklar tükenecek değildir" ve "Ne eksilir, ne men'edilir" buyurmaktadır. Cennetin zail olacağını söyleyen küfre girer. Allah, "Bu (nimetler) bitmez, tükenmez bir lütuftur" buyurmaktadır. Cennetin nimetlerinin zail olacağını söyleyen küfre girer. Yine Yüce Allah: “Yemişleri ve gölgeleri devamlıdır" buyurmaktadır. Kim onun devamlı olmadığını söylerse küfre girer. İbnü'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh,. Mâlik b. Enes'in şöyle dediğini bildirir: “Dünya meyvelerinden muz kadar Cennet meyvelerine benzeyeni yoktur. Çünkü muzu kışın da, yazın da istesen bulursun. Yüce Allah: “Yemişleri ve gölgeleri devamlıdır" buyurmaktadır. 36"Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilen Kur'ân ile sevinirler. Fakat (senin aleyhinde olan) gruplardan onun bir kısmını inkâr edenler de vardır. De ki: Ben ancak Allah'a kulluk etmek ve O'na ortak koşmamakla emrolundum. Ben yalnız O'na çağırıyorum ve dönüşüm de yalnız O nadır." İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre "Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilen Kur'ân ile sevinirler" buyruğunda kastedilenler, Allah'ın Kitabı ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile sevinip ona inanan sahabe kastedilmiştir. "Fakat (senin aleyhinde olan) gruplardan onun bir kısmını inkâr edenler de vardır" buyruğunda ise, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Mecusiler kastedilektedir. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, "Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilen Kur'ân ile sevinirler" buyruğunda kastedilenler, Kitab ehlinden, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) iman edenlerdir, deyip, "Aralarında ona inanan ve inanmayan vardır. Rabbin, bozguncuları daha iyi bilir" âyetini okudu ve: “Fakat (senin aleyhinde olan) gruplardan onun bir kısmını inkâr edenler de vardır" buyruğundaki gruplardan kasıt, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Mecusilerdir. Bunlardan bazıları iman etmiş, bazıları inkar etmiştir" dedi. İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen gruplardan kastedilenler Kitab ehlidir. İnkar edilen şeyden kasıt ise Kur'ân'ın bir kısmıdır. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den bildirdiğine göre Ü âyeti: “Her kulun dönüşünün Allah'a olacağı mânâsındadır. 37"Böylece biz onu (Kur'ân'ı) Arapça bir hüküm olarak indirdik. Sana gelen bu ilimden sonra eğer sen onların heva ve heveslerine uyarsan, Allah tarafından senin için ne bir dost vardır, ne de bir koruyucu." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk, "...Allah tarafından senin için ne bir dost vardır, ne de bir koruyucu" âyetini: “Hiç kimse seni Allah'ın azabından koruyamaz" şeklinde açıklamıştır. 38"Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadan hiçbir peygamber bir mucize getiremez. Her ecelin (vadenin) bir yazısı vardır" İbn Mâce, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye Katâde vasıtasıyla, Hasan'dan, Semure'nin: “Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) evlenmemeyi yasakladı" dediğini bildirir: Katade bu rivâyetten sonra: “Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadan hiçbir peygamber bir mucize getiremez. Her ecelin (vadenin) bir yazısı vardır" âyetini okudu. İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Sa'd b. Hişâm der ki: Hazret-i Âişe'nin yanına girip: “Ben, bekar kalmak istiyorum" dediğimde, Hazret-i Âişe: “Böyle yapma. Yüce Allah'ın, "Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadan hiçbir peygamber bir mucize getiremez. Her ecelin (vâdenin) bir yazısı vardır" buyurduğunu duymadın mı?" karşılığını verdi. İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Tirmizî, Ebû Eyyûb'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Dört şey, peygamberlerin sünnetindendir: Güzel koku kullanmak, evlenmek, misvak kullanmak ve utanma duygusu" buyurduğunu nakleder. Abdurrezzâk Musannef’te, bu hadisi: “Sünnet olmak, misvak kullanmak, güzel koku kullanmak ve evlenmek sünnetimdendir" şeklinde nakletmiştir. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk, "Her ecelin (vâdenin) bir yazısı vardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Gökten inen her yazının bir eceli vardır. Allah bundan dilediğini siler, dilediğini bırakır. Allah'ın katında ise Ümmu'l-Kitâb vardır." 39"Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakın Ana kitap (Levh-î Mahfuz) O'nun katındadır." İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: “Allah'ın izni olmadan hiçbir peygamber bir mucize getiremez" âyeti nazil olunca Kureyş kâfirleri: “Ey Muhammed, görüyoruz ki senin elinde hiçbir şey yok! Her şey olmuş bitmiş!" dediler. Bunun üzerine, onları korkutmak ve tehdit için, "Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O'nun katındadır" âyeti nazil oldu. Allah dilediği şeyi her Ramazan'da meydana getirir, insanların rızıklarından ve musibetlerinden, onlara vereceği ve onlar için bölüştüreceği şeylerden dilediğini siler, dilediğini bırakır. Abdurrezzâk, Firyâbî, İbn Cerîr, İbn Nasr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî Şu'abul-îman'da, İbn Abbâs'ın, "Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O'nun katındadır" âyeti hakkında şöyle dediğini bildirir: “Yüce Allah, her Ramazan'da dünya semasına iner ve Kadir gecesi bir yıldan diğer yıla kadar olacak şeyleri meydana getirir. Bedbahtlık, saadet, hayat ve ölüm dışındakilerden dilediğini siler, dilediğini bırakır." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O'nun katındadır" âyeti hakkında şöyle dedi: “Kul, bir müddet Allah'a itaat eder, sonra isyana döner ve dalalet üzere ölür. Silinen şey bunun güzel amelleridir. Silinmeyen şey ise, bir müddet Allah'a isyan eden ve hayır işlemesi takdir edildiği için hayra dönüp Allah'a itaat ederken vefat edenin güzel amelleridir." İbn Cerîr, Muhammed b. Nasr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır." âyetinden kastedilen iki kitaptır. Allah bunlardan birisinden dilediğini siler, dilediğini de bırakır. "Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O'nun katındadır" âyetinden kasıt ise kitabın tamamıdır." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Yüce Allah'ın beş yüz senelik yol uzunluğunda beyaz inciden, iki levhası yakuttan bir Levh-i mahfuz'u vardır. Allah içine hergün üç yüz altmış defa nazar eder. Dilediğini siler, dilediğini bırakır ve ana kitab O'nun katındadır." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Taberânî, Ebu'd-Derdâ'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Muhakkak ki Yüce Allah geceden kalan son üç saatte iner ve Oyndan başka hiç kimsenin nazar etmediği Zikr'e bakar. Dilediğini siler, dilediğini bırakır. İkinci saatte Adn Cennetine iner. Adn Cenneti, Yüce Allah'ın, hiçbir gözün görmediği ve hiç bir beşerin aklına bile gelmeyecek güzellikteki yurdudur. Onda Âdemoğullarından sadece üç sınıf ikamet etmektedir: Peygamberler, sıddiklerve şehitler. Sonra Yüce Allah: «Sana girene ne mutlu» buyurur. Sonra üçüncü saatte, Rûh'u ve melekleriyle Dünya semasına iner. Sema silkinince Yüce Allah: «İzetimle kalk!» buyurur. Sonra kullarına nazar eder ve sabah namazı kılınıncaya kadar: «Bağışlanma dileyen yok mu? Bağışlayayım. Dua eden yok mu? İcabet edeyim» buyurur. «Zira sabah namazına melekler şahit olur» âyeti buna işaret etmektedir. Yani: «Sabah namazına hem yüce Allah, hem gece melekleri, hem de gündüz melekleri şahit olurlar.»" Taberânî M. el-Evsat'ta ve İbn Merdûye zayıf isnâdla, İbn Ömer'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Yüce Allah, bedbahtlık, saadet, hayat ve ölüm dışında, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır" İbn Sa'd, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Kelbî, bu âyet hakkında: “Allah, rızıktan dilediğini siler dilediğini artırır. Ecelden dilediğini siler, dilediğini artırır" deyince, kendisine: “Bunu sana kim rivayet etti?" diye soruldu. Kelbî: “Ebu Salih, Câbir b. Abdillah b. Riâb el-Ensârî'den, o da Allah'ın Resûlü'nden (sallallahü aleyhi ve sellem) rivayet etti" cevabını verdi. İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), "Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır" âyeti sorulunca: “Bu, her Kadir gecesi olur. Allah bu gecede, (dilediğini) yüceltir, (dilediğini) alçaltır ve (dilediğini) rızıklandırır. Sadece hayat, ölüm, bedbahtlık (cehennemlik olma durumu) ve saadet (cennetlik olma durumu) değiştirilmez" buyurdu. îbn Merdûye ve İbn Asâkir'in Hazret-i Alî'den bildirdiğine göre, Hazret-i Ali Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti sorunca: “Bunun tefsiriyle gözlerini aydınlatacağım ve bunun tefsiriyle benden sonra gelecek ümmetimin gözlerini aydınlatacağım. Sadaka, anne babaya iyilik, başkalarına iyilikte bulunmak bedbahtlığı saadete çevirir, ömrü uzatır ve kötülüklerden korur" buyurdu. Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Tedbirin kader yönünden hiçbir yarar sağlamaz. Ancak Allah, dua yoluyla kaderden dilediğini siler." İbn Cerîr, Kays b. Ubâd'ın: “Receb'in onuncu günü, Yüce Allah'ın dilediğini . sildiği gündür" dediğini bildirir. İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da, Kays b. Ubâd'ın şöyle dediğini bildirir: “Yüce Allah'ın, Haram aylardan hepsinin onuncu gününde emirleri vardır. Zilhicce'nin onuncu günü kurban bayramı, Muharrem ayının onuncu günü Âşurâ, Receb ayının onuncu gününde, "Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır." Ravi: “Kays b. Ubâd'ın Zilkâde ayı için söylediğini unuttum" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hazret-i Ömer, Kâbe'yi tavaf ederken şöyle demiştir: “Ey Allahım! Benim üzerime bedbahtlık veya bir günah yazmışsan onu sil. Muhakkak Sen dilediğini siler, dilediğini bırakırsın. Ana kitab, Senin katındadır. Onu saadet (cennetlik olma hâli) ve bağışlama kıl." İbn Ebî Şeybe Musannef’te ve İbn Ebi'd-Dünyâ Dua'da, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir: “Hangi kul şu duayı yaparsa, muhakkak ki Yüce Allah onun maişetini genişletir: «Ey minnet sahibi olup, hiç kimsenin minneti altında olmayan! Ey celâl ve ikram sahibi! Ey nimet sahibi! Senden başka ilâh (mabud) olmayan. Sen, kendisine sığınanların sığınağı, yardım isteyenlerin yardımcısı, korkanların güvene kavuşturanısın. Eğer beni katındaki Ümm'ül- Kitab'da "bedbaht" olarak yazmışsan, bedbahlığı benden sil, beni katında mesud (cennetlik) kıl. Yok eğer beni katındaki Ümm'ul-Kitab'da "mahrum" olarak yazmışsan, rızkımı dar olarak tesbit etmişsen, benden mahrumiyeti sil, rızkımı genişlet ve beni katında mesud olarak tesbit et, hayra muvaffak kıl. Muhakkak ki sen, indirmiş olduğun Kitab'da, "Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır" buyurmuşsun!" İbn Merdûye ve Beyhakî Şuabu'l-îman' da, Şam ahalisinden olan ve sahabeye yetişen Sâib b. Mehcân'dan şöyle bildirir: Hz, Ömer Şam'a girdiği zaman, Allah'a hamd ve senâ edip halka nasihat ederek hatırlatmada bulundu, iyiliği emredip kötülükten nehyettikten sonra şöyle dedi: “Allah'ın Resûlü benim size hitab ettiğim gibi bize hutbe vermek için kalktı, Allah'tan korkmamızı, akrabayla alakayı kesmememizi ve insanların arasını düzeltmemizi emredip şöyle buyurdu: “Cemâatten ayrılmayın. Çünkü Allah'ın eli, cemâat üzerindedir. Şeytan tek kişiyle beraberdir. Tek kişiye göre ise iki kişiye daha uzaktır. Bir erkek bir kadının yanında sakın yalnız olarak kalmasın. Çünkü üçüncüleri şeytan olur. Mü'min ve müslüman kişinin alameti, yaptığı kötülüğe üzülmek, yaptığı iyiliğe sevinmektir. Münafığın alameti ise yaptığı kötülüğe üzülmemek ve yaptığı iyiliğe sevinmemektir ki, bir iyilik yaptığında, Allah'tan onun sevabını ummaz ve kötülük yaptığında da cezasından korkmaz. Dünyadan nasibinizi ararken orta yoldan ayrılmayın. Çünkü Allah rızkınıza kefil olmuştur. Herkes, yapacağı (yapması takdir edilen) amelini tamamlayacaktır. Bütün işlerinizde de Allah'dan yardım isteyin. Allah, dilediğini siler, Ümmü'l-Kitab'ı ise sabit kılıp bırakır." Allah Peygamberimiz Muhammed'e ve ailesine merhamet etsin. Allah'ın selamı ve rahmeti de onun üzerine olsun. Allah'ın selamı üzerinize olsun." Beyhakî der ki: “Bu, Hazret-i Ömer'in Şam halkına, Allah'ın Resûlünden (sallallahü aleyhi ve sellem) naklederek verdiği hutbedir." İbn Merdûye ve Deylemî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Ebû Rûmî, zamanının en şerli adamıydı ve işlemediği günah yoktu. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ebû Rûmî'yi Medine sokaklarında görürsem boynunu vuracağım" diyordu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından birinin misafiri gelince, hanımına: “Ebû Rûmî'ye git ve ondan, imkânımız olunca ödemek üzere bizim için bir dirhemlik yiyecek al" dedi. Hanımı: “O, Medine ahalisinin en fasığı olduğu halde beni Ebû Rûmî'ye mi gönderiyorsun?" karşılığını verince, adam: “Sen git. İnşallah sana bir zarar vermeyecek" deyince, kadın Ebû Rûmî'ye gidip kapıyı çaldı. Ebû Rûmî: “Kim o?" deyince, kadın: “Ben falan kişiyim" cevabını verdi. Ebû Rûmî: “Sen bizi ziyaret etmezdin" deyip kapıyı açtı ve kadına müstehcen sözler söylemeye başlayıp ona dokunmaya çalıştı. Bunun üzerine kadın şiddetli bir şekilde titremeye başlayınca, Ebû Rûmî: “Neyin var?" diye sordu. Kadın: “Bu, benim hiçbir zaman yapmadığım bir şeydir" cevabını verince, Ebû Rûmî: “Annesi Ebû Rûmî'yi kaybetsin! Ebû Rûmî, küçüklüğünden bu yana bu işi yapıyor ve ne titriyor, ne de önemsiyor. Ebû Rûmî Allah'a ahid verir ki, bir daha bunun gibi bir şeye dönmeyecektir" dedi. Sabah olup Allah'ın Resûlü'nün yanına gidince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Merhaba ey Ebû Rumî!" deyip, oturması için yer açtı ve: “Ey Ebû Rûmî! Dün ne yaptın?" diye sordu. Ebû Rûmî: “Ne yapmamı beklerdin, ey Allah'ın Resulü! Ben dünya ehlinin en kötüsüyüm!" cevabını verince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah, senin yazını (yerini) cennetle değiştirdi" buyurdu. İbn Abbâs bunu rivayet ettikten sonra: “Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır" âyetini okudu. Yâkûb b. Süfyân ve Ebû Nuaym'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Ebû Rûmî, zamanının en şerli adamıydı ve işlemediği günah yoktu. Sabah olunca Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gitti ve Allah'ın Resûlü uzaktan onu görünce: “Merhaba ey Ebû Rumî!" deyip, oturması için yer açtı ve: “Ey Ebû Rûmî! Dün ne yaptın?" diye sordu. Ebû Rûmî: “Ne yapmamı beklerdin, ey Allah'ın Resulü! Ben dünya ahalisinin en kötüsüyüm!" cevabını verince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah, senin yazını (yerini) cennetle değiştirdi" buyurdu. İbn Abbâs bunu rivayet ettikten sonra: “Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır" âyetini okudu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır" âyetini açıklarken şöyle demiştir; "Yüce Allah, Kadir gecesi, o yıl olacak her şeyi indirir, ecellerden, rızıklardan ve kaderlerden dilediğini siler. Sadece bedbahtlık ve saadeti silmez. Bunlar sabittir." İbn Cerîr, Mansûr'un şöyle dediğini bildirir: Mücâhid'e: “Kişinin: «Allahım! Eğer adım mesutların (cennetliklerin) arasındaysa onu orada sabit kıl, eğer bedbahtların (cehennemliklerin) arasındaysa, onu oradan sil ve mesutların arasına yaz» diye dua etmesine ne dersin?" diye sorduğumda: “Bu dua güzeldir" cevabını verdi. Bir yol veya daha sonra onunla karşılaştım ve aynı soruyu sordum. Bana: “Biz onu mübarek bir gecede indirdik. Gerçekten biz uyarıcılarız. Her hikmetli iş onda (o gecede) ayırt edilir" âyetini okuyup: “Âyette kastedilen gece Kadir gecesidir. O gecede, bir yılda olacak rızık ve musibetlerle ilgili işler ayırt edilir. Sonra Yüce Allah dilediğini takdim, dilediğini tehir eder. Bedbahtlık ve saadetle ilgili yazgılar ise sabittir ve değişmez" dedi. İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır" âyetinden sabit kalacaklardan kastedilen, hayat, ölüm, bedbahtlık ve saadettir. Bunlar değişmezler. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Şakîk Ebû Vâil şu duayı çokça yapardı: “Allahım! Eğer bizi bedbahtlar olarak yazmışsan, onu sil ve bizi mutlular olarak yaz. Şayet mutlular (cennetlikler) olarak yazmışsan orada sabit kıl. Muhakkak ki Sen dilediğini siler, dilediğini bırakırsın. Ana kitab, Senin katındadır." İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd şöyle derdi: “Allahım! Eğer beni mutlular arasında yazmışsan orada sabit kıl. Eğer bedbahtların arasında yazmışsan, beni oradan sil ve mutlular arasına yaz. Muhakkak ki Sen dilediğini siler, dilediğini bırakırsın. Ana kitab, Senin katındadır." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr), Hazret-i Ömer'e: “Ey müminlerin emiri! Eğer Kitab'daki bir âyet olmasaydı, kıyamet gününe kadar olacakları sana bildirirdim" deyince, Hazret-i Ömer: “O âyet nedir?" diye sordu. Ka'b: “Yüce Allah'ın, "Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O'nun katındadır" âyetidir" cevabını verdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk, bu âyeti şöyle açıklamıştır: “Dilediğimi neshederim, ecellere de dilediğimi yaparım. Dilersem arttırırım, dilersem eksiltirim. Ümmü'l-Kitab'dan kasıt ise kitabın tamamı ve ilmi, yani, ondan sileceği ve sabit kılacağı şeylerdir." İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî el-Medhal'de, İbn Abbâs'ın, "Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O'nun katındadır" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Allah, Kur'ân'dan dilediğini değiştirip nesheder, dilediğini de sabit kılar ve değiştirmez. Bunların tamamı, nesheden, neshedilen, değiştirilen, sabit kılınanların hepsi Allah'ın yanında Ümmü'l-Kitab'dadır." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O'nun katındadır" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu âyet, "Herhangi bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya onun benzerini getiririz. Allah'ın her şeye kadir olduğunu bilmez misin?" âyeti gibidir. Ümmü'l-Kitab'dan kasıt ise, Kitabın tamamı ve aslıdır." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, "Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O'nun katındadır" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Sileceklerinden kasıt peygamberlere indirdikleri, sabit kılıp bırakacaklarından kasıt, peygamberlere indirdiklerinden diledikleridir. Ana kitapta olan ise değiştirilmez." İbn Cerîr'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre, "Allah, dilediğini siler" âyeti dilediğini nesheder, ana kitaptan kasıt ise Zikir'dir. İbn Ebî Şeybe, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre "Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır" âyeti âyeti, başka bir âyetin neshetmesi, ana kitaptan kasıt ise Kitab'ın aslıdır. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Her ecelin (vâdenin) bir yazısı vardır," âyeti Âdemoğlunun Kitab'da olan ecelleri, "Allah, dilediğini siler" âyeti eceli gelenin gideceği, "dilediğini de sabit kılıp bırakır" âyeti, eceli gelmeyenin eceline doğru gideceği mânâsındadır. İbn Ebî Şeybe, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre âyette, silinecek şeylerden kastedilen ölenin rızkı, sabit kılınacak şeylerden kasıt ise yaşayanların rızkıdır. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre saîd b. Cübeyr, "Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Anne karnındayken, bedbahtlık, saadet ve olacak her şey sabit kılınır. Yüce Allah bunlardan dilediğini takdim eder, dilediğini tehir eder." Hâkim'in Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü, bu âyeti, (.....) şeklinde şeddesiz okudu. İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Ana kitap O'nun katındadır" âyetinden kastedilen Zikir'dir. İbnü'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Ana kitap O'nun katındadır" âyetinden kastedilen Zikir'dir. Abdurrezzâk ve İbn Cerîr, Seyyâr'dan bildirir: İbn Abbâs, Ka'b'a, Ümmü'l- Kitâb'ı sorunca, Ka'b(u'l-ahbâr): “Allah, yaratacaklarını, yarattıklarının ne yapacaklarını bildi ve bu ilmine: “Kitab ol" diye emretti. Bunun üzerine Kitab oldu" cevabını verdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, "Ana kitap O'nun katındadır" âyetinin: “Değiştirilmeyecek olan O'nun katındadır" mânâsında olduğunu söyledi. 40Onlara vaad ettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek de, seni (bundan önce) vefat ettirsek de, ey Resûlüm sana düşen ancak tebliğdir. Hesaba çekip ceza vermek de yalanız bize aittir. 41"Onlar, bizim yeryüzüne (kudretimizle) gelip onu etrafından eksilttiğimizi görmediler mi? Allah, hükmeder. O'nun hükmünü bozacak hiçbir kimse yoktur. O, hesabı çabuk görendir." İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), "Onlar, bizim yeryüzüne (kudretimizle) gelip onu etrafından eksilttiğimizi görmediler mi?" âyetinin, âlimlerin gitmesi mânâsında olduğunu söylemiştir. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Nuaym b. Hammâd el-Fiten'de, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Onlar, bizim yeryüzüne (kudretimizle) gelip onu etrafından eksilttiğimizi görmediler mi?" âyeti, âlimlerin ve fakihlerirr ölümü ve yeryüzünün hayırlılarının gitmesi mânâsındadır. İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Onlar, bizim yeryüzüne (kudretimizle) gelip onu etrafından eksilttiğimizi görmediler mi?" âyeti, âlimlerin gitmesi mânâsındadır. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'nin bildirdiğine göre Katâde der ki: İkrime, "Onlar, bizim yeryüzüne (kudretimizle) gelip onu etrafından eksilttiğimizi görmediler mi?" buyruğun insanların ölmesi mânâsında olduğunu söylerdi. Hasan(-ı Basrî) ise: “Müminlerin, müşriklere üstün gelmesidir" derdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Onlar, bizim yeryüzüne (kudretimizle) gelip onu etrafından eksilttiğimizi görmediler mi?"âyetini, "Onlar görmüyorlar mı; biz Muhammed'e bir yerden sonra başka bir yerin fethini nasib ediyoruz" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Onlar, bizim yeryüzüne (kudretimizle) gelip onu etrafından eksilttiğimizi görmediler mi?" âyetini açıklarken: “Âyette kastedilen, Yüce Allah'ın Hazret-i Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) fethedilmesini nasib ettiği yerlerdir. Yeryüzünün eksilmesinin anlamı budur" demiştir. Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Dahhâk'ın, "Onlar, bizim yeryüzüne (kudretimizle) gelip onu etrafından eksilttiğimizi görmediler mi?" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Âyette kastedilen, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) etrafındaki yerlerin fethedilmesi nasib edilmesine rağmen, müşriklerin bakıp ibret almamaları kastedilmiştir. Yüce Allah, Enbiyâ Sûresinde, "Şimdi memleketlerini her yandan eksilttiğimizi görmüyorlar mı? Üstün gelen onlar mıdır?"buyurmaktadır. Üstün gelecek olanlar Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâbıdır." İbn Ebî Şeybe ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atiyye, bu âyeti, "Müşriklerin ellerinde bulunan yerlerin, Müslümanların eline geçmesi kastedilmiştir" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, bu âyeti, "Sana yeryüzünün bazı yerlerinin fethini nasib ederiz" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Dahhâk, bu âyeti, "Hazret-i Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem), yeryüzünün her bölümünün peşpeşe fethini nasib ettiğini görmüyorlar mı?" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Onlar, bizim yeryüzüne (kudretimizle) gelip onu etrafından eksilttiğimizi görmediler mi?" âyetinden kastedilen, yeryüzü halkının ve bereketinin eksilmesidir. İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Yeryüzünün canlıları ve mahsulleri eksilir, ama yeryüzünde bir eksilme olmaz" demiştir. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şa'bî der ki: “Eğer yeryüzü gerçek anlamda eksilmiş olsaydı, hiç şüphesiz defi hacette bulunacak yer dahi bulamazdın. Eksilen, canlılar ve mahsullerdir." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime: “Eksilmeden kastedilen ölümdür. Eğer yeryüzü eksilseydi oturacak yer bulamazdık" demiştir. İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Onlar, bizim yeryüzüne (kudretimizle) gelip onu etrafından eksilttiğimizi görmediler mi?" âyetini açıklarken: “Yeryüzünün harab olması ve sadece bir kısmının mâmur olmasıdır" demiştir. İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Onlar, bizim yeryüzüne (kudretimizle) gelip onu etrafından eksilttiğimizi görmediler mi?" âyetinden kastedilen yeryüzünün harab omasıdır. Saîd b. Mansûr ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik: “Onlar, bizim yeryüzüne (kudretimizle) gelip onu etrafından eksilttiğimizi görmediler mi?" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Harab olacak kasaba, onların yakınındaki bir kasabadır." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, "Allah, hükmeder. O'nun hükmünü bozacak hiçbir kimse yoktur. O, hesabı çabuk görendir" âyetini açıklarken: “Dünya halkının, birbirinin verdiği bazı hükümleri bozup reddettiği gibi, hiç kimse Allah'ın verdiği hükmü bozup reddedemez" demiştir. 42"Onlardan öncekiler de tuzak kurmuşlardı. Bütün tuzaklar Allah'a aittin O, her nefsin kazandığını bilir. İnkâr edenler de dünya yurdunun sonunun kime ait olduğunu bileceklerdir." İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Allah'ın Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem) şu duayı yapardı: “Allah'ım! Rabbim bana yardımcı ol, aleyhimde olanlara yardımcı olma. Bana yardım et, aleyhime olanlara yardım etme. Bana zafer ver, bana karşı olanlara zafer verme, olayları benim iyiliğime gerçekleştir. Bana zarar olacak şekilde gerçekleştirme. Beni hidayete erdir ve hidayeti bana kolaylaştır. Bana saldırana karşı bana yardım et." 43"İnkâr edenler, «Sen peygamber değilsin» diyorlar De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve bir de yanında kitap (Kur'ân) bilgisi bulunanlar yeter" İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına Yemen'den bir keşiş gelince Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Benim bir elçi/resul olduğumu İncil'de buluyor musunl" diye sordu. Keşiş: “Hayır" cevabını verince, Yüce Allah: “İnkâr edenler, «Sen peygamber değilsin» diyorlar. De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve bir de yanında kitap (Kur'ân) bilgisi bulunanlar yeter" âyetini indirdi. Şahit olarak âyetinden kastedilen Abdullah b. Selâm'dır. İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Abdulmelikb. Umeyr vasıtasıyla, Muhammed b. Yûsuf b. Abdillah b. Selâm'dan bildirdiğine göre Abdullah b. Selâm der ki: “Yüce Allah, Kur'ân'da benim hakkımda, "De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve bir de yanında kitap (Kur'ân) bilgisi bulunanlar yeter" âyetini indirdi." İbn Merdûye'nin Abdulmelik b. Umeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre Cündüb der ki: Abdullah b. Selâm gelip Mescid'in kapısının yan dilmelerinden tuttu ve: “Allah için söylemenizi istiyorum. "De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve bir de yanında kitap (Kur'ân) bilgisi bulunanlar yeter" âyetinin benim hakkımda nazil öldüğünü biliyor musunuz?" diye sordu. Oradakiler: “Vallahi evet" cevabını verdiler. İbn Merdûye'nin Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem vasıtasıyla, babasından bildirdiğine göre Abdullah b. Selâm, Hz, Osman'ı öldürmek isteyenlerle karşılaşınca, onlara yemin verdirip, "De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve bir de yanında kitap (Kur'ân) bilgisi bulunanlar yeter" âyetinin kimin hakkında indiğini sordu. Onlar: “Senin hakkında nazil oldu" cevabını verdiler. İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid, De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve bir de yanında kitap (Kur'ân) bilgisi bulunanlar yeter" âyetini okur ve: “Âyette kastedilen kişi Abdulah b. Selâm'dır" derdi. İbn Cerîr'in Avfî vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve bir de yanında kitap (Kur'ân) bilgisi bulunanlar yeter" âyetinden kastedilenler Yahudi ve Hıristiyanlardan olan Kitab ehlidir. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: “Kitab ehlinden, hakka şahitlik eden ve bilen bir topluluk vardı. Abdullah b. Selâm, Cârûd, Temîm ed-Dârî ve Selmân el-Fârisî de bunlardandı." Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbn Merdûye ve İbn Adiy'in zayıf isnâdla İbn Ömer'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), bu âyeti, (.....) şeklinde okumuş ve: “Kitabın ilmi, Allah kalındandır" buyurmuştur. Temmâm Fevâid'de ve İbn Merdûye'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), bu âyeti, (.....) şeklinde okumuş ve: “Kitabın ilmi Allah katındandır" buyurmuştur. Ebû Ubeyd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuş ve: “Kitabın ilmi Allah katındandır" demiştir. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve en-Nehhâs Nâsih'te Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Saîd b. Cübeyr'e: “De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve bir de yanında kitap (Kur'ân) bilgisi bulunanlar yeter" buyruğunda kastedilen kişi Abdullah b. Selâm mı?" diye sorulunca, Saîd: “Bu sûre, Mekkî olduğu halde nasıl Abdullah b. Selâm olur!" karşılığını verdi. İbnü'l-Münzir, Şa'bî'nin: “Abdullah b. Selâm hakkında Kur'ân'dan bir şey inmemiştir" dediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Ciibeyr'den bildirdiğine göre "De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve bir de yanında kitap (Kur'ân) bilgisi bulunanlar yeter" buyruğunda kastedilen Cibril'dir. İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve bir de yanında kitap (Kur'ân) bilgisi bulunanlar yeter" buyruğunda kastedilen Yüce Allah'tır. Abdurrezzâk ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre Zührî der ki: Ömer b. el- Hattâb Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı düşmanlıkta çok şiddetliydi. Bir gün dgidip namaz kılmakta olan Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) yaklaştı ve onun, "Sen daha önce bir kitabtan okumuş ve elinle de onu yazmış değildin. Öyle olsaydı, batıl söze uyanlar şüpheye düşerlerdi. Hayır; Kur'ân, kendilerine ilim verilenlerin gönüllerinde yerleşen apaçık âyetlerdir. Âyetlerimizi, zalimlerden başka kimse, bile bile inkar etmez" ve "İnkâr edenler, «Sen peygamber değilsin» diyorlar. De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve bir de yanında kitap (Kur'ân) bilgisi bulunanlar yeter" âyetlerini okuduğunu duydu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kılıp bitirmesini bekledi ve hemen peşinden gidip Müslüman oldu." |
﴾ 0 ﴿