İBRAHİM SÛRESİ

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre İbrâhîm Sûresi, Mekke'de nazil olmuştur.

İbn Merdûye'nin İbnu'z-Zübeyr'den bildirdiğine göre İbrâhîm Sûresi, Mekke'de nazil olmuştur.

en-Nehhâs'ın Nâsih'te bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“İbrâhîm Sûresi Mekke'de nazil olmuştur. Sadece "Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi? Onlar cehenneme girecekler. O ne kötü karargâhtır" âyetleri, Medine'de inmiştir.

1

"Elif. Lâm. Râ. (Bu Kur'ân), Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip (ve) övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır."

Abd b. Humeyd, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, âyette geçen "...karanlıklardan aydınlığa..." âyetinden kasıt, dalaletten hidayete çıkmaktır.

2

Öyle bir Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi onundur. Başlarına gelecek şiddetli bir azaptan dolayı vay kâfirlerin hâline!...

3

"Dünya hayatını âhirete tercih edenler, (insanları) Allah yolandan çevirip onu eğri ve çelişkili göstermek isteyenler var ya, işte onlar derin bîr sapıklık içindedirler"

İbn Ebî Hâtim'in Ebû Mâlik'ten bildirdiğine göre âyette geçen kelimesi, tercih etmek mânâsındadır.

4

"Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah'ın emirlerini) iyice açıklasın. Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir"

Abd b. Humeyd, Ebû Ya'lâ, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Yüce Allah Hazret-i Muhammed'i, sema ehline ve peygamberlere üstün kılmıştır" deyince, kendisine:

“Sema ehline olan üstünlüğü nedir?" diye soruldu. İbn Abbâs:

“Yüce Allah sema ehline:

“Bunlar içinde kim «Ben, Allah'tan başka bir tanrıyım» derse, işte onu cehennemle cezalandırırız. Zulmedenlerin cezasını böyle veririz" buyurmuş, Hazret-i Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) ise, "Allah böylece, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar, sana olan nimetini tamamlar, seni doğru yola eriştirir" buyurarak kendisine Cehennemden kurtuluş beratı yazmıştır. "Diğer peygamberlere olan üstünlüğü nedir?" diye sorulunca ise İbn Abbâs şöyle cevap vermiştir: Yüce Allah, "Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik" buyururken, Hazret-i Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir; fakat insanların çoğu bilmez" buyurarak onu insanlara ve cinlere gönderdiğini bildirmiştir.

Ahmed, Ebû Zer'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah her peygamberi kendi kavminin lisanıyla göndermiştir" buyurduğunu nakleder.

İbn Merdûye, Kelbî vasıtasıyla Ebû Salih'ten, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Cibril'e Arapça olarak vahyediliyor, o da bu vahyi her peygambere kavminin diliyle indiriyordu."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Her peygamber kendi kavminin diliyle gönderilmiştir. Eğer kavmi Arapsa, Arap diliyle, Acemse Acem diliyle, Süryâniyse Süryânî diliyle göndermiştir. Bunun sebebi, kendilerine gönderilen şeyi onlara açıklamak ve (vahye uymadıkları takdirde) bu konuda aleyhlerine delil olmasıdır."

Hatîb Tâli't-Talhîs'te, İbn Ömer'in, "Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik" âyetini açıklarken:

“Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) kavminin dili olan Arapça diliyle gönderilmiştir" dediğini bildirir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Osmân b. Affân:

“Kur'ân, Kureyş diliyle nazil olmuştur" dedi.

İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Kur'ân, Kureyş diliyle nazil oldu" demiştir.

İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân es-Sevrî der ki:

“Bütün vahiyler Arapça olarak inmiş, sonra her peygamber onu kendi kavminin diline tercüme etmiştir. Kıyamet günü konuşulacak dil Süryânicedir. Cennete girecek olanlar ise Arapça konuşacaktır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ömer der ki:

“Mecûsilerin ve Arap Hıristiyanların kestiklerini yemeyiniz. Siz onların Kitab ehli olduğunu mu söylüyorsunuz! Onlar Kitab ehli değildir. Yüce Allah, "Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah'ın emirlerini) iyice açıklasın. Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir" buyurmaktadır. Hazret-i İsa (aleyhisselam) kavminin diliyle, Hazret-i Muhammed de (sallallahü aleyhi ve sellem) kavminin dili olan Arapçayla gönderilmiştir. Bunlar, ne Hazret-i İsa'nın dilini aldılar, ne de Hazret-i Muhammed'e indirilene tâbi oldular. Onların kestiklerini yemeyiniz. Çünkü onlar Kitab ehli değildir."

5

"Andolsun, Mûsâ'yı da, «Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah'ın (geçmiş milletleri cezalandırdığı) günlerini hatırlat» diye âyetlerimizle gönderdik. Şüphesiz bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır."

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, Mücâhid, Atâ ve Ubeyd b. Umeyr'den bildirdiğine göre "Andolsun Mûsâ'yı da, «Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah'ın (geçmiş milletleri cezalandırdığı) günlerini hatırlat» diye âyetlerimizle gönderdik" buyruğundaki âyetlerden kasıt dokuz mucize: Tufan, çekirge, bit, kurbağa, kan, asâ, Hazret-i Mûsa'nın (nur saçan) eli, kıtlık yılları ve mallardan eksiltme."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah'ın (geçmiş milletleri cezalandırdığı) günlerini hatırlat" diye âyetlerimizle gönderdik" buyruğundaki, karanlıklardan aydınlığa çıkarmaktan kastedilen, dalaletten hidayete çıkarmaktır.

Nesâî, Abdullah b. Ahmed Müsned'in zevâidinde, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), (.....) âyetini:

“Onlara Allah'ın nimetlerini ve lütfunu hatırlat" şeklinde açıklamıştır.

Abdurrezzâk ve İbnü'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyetinden kastedilen, Allah'ın nimetleridir.

İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki:

“Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah'ın (geçmiş milletleri cezalandırdığı) günlerini hatırlat" diye âyetlerimizle gönderdik" buyruğundaki hatırlatmadan kasıt, nasihat etmektir.

İbn Merdûye'nin Abdullah b. Seleme vasıtasıyla bildirdiğine göre Hazret-i Ali veya Zübeyr şöyle der:

“Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bize hutbe verir ve Allah'ın günlerini hatırlatırdı. Bize anlatırken yüzünün rengi o kadar değişirdi ki, sanki sabah veya akşam ölecek olan bir topluluğa hitab ediyor gibi olurdu. Cibrîl Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) inince, Cibrîl oradan ayrılmadan tebessüm dahi etmezdi."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, (.....) âyetini şöyle açıklamıştır:

“Onlara Allah'ın verdiği nimetleri hatırlat. Kendilerini Firavun'un askerlerinden kurtardı, kendilerine denizi yardı, bulutla gölgelendirdi ve kudret helvasıyla bıldırcın etini indirdi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî, (.....) âyetini, "Yüce Allah'ın ilk nesillere gönderdiği musibetleri hatırlat" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, (.....) âyetini açıklarken:

“Belaya maruz kalıp sabreden, kendisine verilene de şükreden kul ne güzel kuldur" demiştir.

İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Şüphesiz bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır" âyetini:

“En çok sabredenleri, en fazla şükredenler, en çok şükredenlerin de en fazla sabredenler olduğunu gördük" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, Ebû Zabyân vasıtasıyla, Alkame'den, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir:

“Sabır imanın yarısı, yakîn ise imanın tamamıdır." Alkame der ki:

“Bu hadisi Alâ b. Bedr'e söylediğmde:

“Bu, Kur'ân'da geçmemekte midir!" deyip "Bunlarda, pek sabırlı ve çok şükreden kimselerin hepsine dersler vardır" ve "Kesin olarak inananlar için yeryüzünde âyetler vardır" âyetlerini okudu.

6

Hani, bir vakit Mûsa kavmine şöyle demişti:

“ Allah’ın üzerindeki nimetini hatırlayın. Çünkü sizi Fir'avun ailesinden kurtardı; onlar sizi azabın kötüsüne sürüyorlardı ve oğullarınızı boğazlayıp kadınlarınızı diri tutmak istiyorlardı. İşte bunda, Rabbinizden size büyük bir imtihan var;

7

"Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî, "Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım" âyetini açıklarken şöyle dedi: Hazret-i Mûsa (aleyhisselam) onlara Rablerinin:

“Eğer nimete şükrederlerse, fazlından verdiği şeyleri arttıracağını, rızıklarını genişleteceğini ve âlemlere üstün kılınacaklarını" buyurduğunu haber vermiştir.

Abd b. Humeyd, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kendisinden isteyene vermesi ve şükredene verdiğini arttırması Allah üzerinde bir haktır. Allah nimet verendir ve şükredenleri sever. Nimetlerinden dolayı Allah'a şükrediniz."

İbn Cerîr'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım" âyeti, "Eğer nimetime şükredecek olursanız, Ben de sizin bana itaatinizi andolsun, daha da arttıracağım" mânâsındadır.

İbnu'l-Mübârek, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, Ali b. Sâlih'ten aynı rivâyette bulunmuştur.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân es-Sevrî, "Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Nefisleriniz dünyaya meyletmesin, çünkü dünya Allah katında kendisine meyledilmeyecek kadar değersizdir. Ama Yüce Allah:

“Eğer bu nimetlerime şükrederseniz ve benden olduğunu bilirseniz, Ben de sizin bana itaatinizi daha da arttıracağım" buyurmuştur.

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, Ebû Zuheyr Yahyâ b. Utârid b. Mus'ab'dan, o da babasından, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kime şu dört şey verilmişse, muhakkak ki dört şey de verilmiş demektir: Kime verilen nimetlere şükretme nasib edilmişse, fazlası verilecek demektir. Çünkü Yüce Allah, «Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım» buyurmuştur. Kime dua yapmak , nasib edilmişse, kendisine cevap verilecektir. Çünkü Yüce Allah, «Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim» buyurmuştur. Kime istiğfar etmek nasib edilmişse, o bağışlanacak demektir. Çünkü Yüce Allah, «Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır» buyurmuştur. Kime tövbe etmesi nasib edilmişse, bu kişinin tövbesi kabul edilecek demektir. Çünkü Yüce Allah, «O, kullarının tövbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir» buyurmuştur. "

Ahmed ve Beyhakî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bir dilenci gelince, kendisine bir hurma verilmesini emretti, ama dilenci hurmayı almadı. Başka bir dilenci gelince Allah'ın Resûlü ona da bir hurma verilmesini emretti. Dilenci hurmayı kabul edip:

“Allah'ın Resûlünden bir hurma mı!" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) cariyeye:

“Ümmü Seleme'ye git ve yanımızdaki kırk dirhemi kendisine (dilenciye) vermesini söyle" buyurdu.

Beyhakî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bir dilenci gelince, kendisine bir hurma verilmesini emretti. Dilenci:

“Sübhanallah, Allah'ın peygamberlerinden bir peygamber bir hurmayı mı sadaka olarak veriyor!" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu hurmanın bir sürü zerrenin ağırlığında olduğunu bilmiyor musun?" karşılığını verdi. Başka bir dilenci gelince, ona da bir hurma verdi. Dilenci:

“Bir peygamberden bir hurma mı? Hayatta olduğum müdetçe bu hurmayı yanımdan ayırmayacağım ve devamlı bunun bereketini temenni edeceğim" deyince Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ona iyilikte bulunulmasını emretti ve kısa sürede adamın bütün ihtiyaçları karşılandı.

Ebû Nuaym Hilye'de, Mâlik b. Enes vasıtasıyla Câfer b. Muhammed b. Ali b. el-Hüseyn'den bildirir: Süfyân es-Sevrî, Câfer b. Muhammed b. Ali b. el- Hüseyn'e:

“Bana bir şey anlatmadan kalkmayacağım" deyince, Câfer şöyle karşılık verdi:

“Sana anlatacağım ama çok söz senin için hayırlı değildir. Ey Süfyân! Allah sana bir nimet verdiği zaman o nimetin devam etmesini ve yok olmamasını istiyorsan, o nimetten dolayı Allah'a çokça hamd ve şükür et. Çünkü Yüce Allah Kitab'ında:

“Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım" buyurmaktadır. Rızkın sana gelişi gecikince çokça istiğfar et. Çünkü Yüce Allah Kitab'ında:

“Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki,) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin, Sizi, mallar ve oğullarla desteklesin; sizin için bahçeler var etsin, ırmaklar akıtsın" buyurmaktadır. Bu, dünyadadır. Âhiret için ise:

“Sizin için bahçeler var etsin, ırmaklar akıtsın" buyurmaktadır. Ey Süfyân! Eğer sultandan veya başkasından dolayı zor duruma düşecek olursan çokça:

“Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" de. Çünkü bu rahata çıkmanın anahtarı ve cennet hazinelerinden bir hazinedir."

Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usul'da Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kime şu dört şey verilmişse muhakkak ki Allah ona şu dört şeyi de verir: Kime dua yapmak nasib edilmişse, kendisine cevap verilecektir. Çünkü Yüce Allah, «Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim» buyurmuştur. Kime istiğfar etmek nasib edilmişse, o bağışlanacak demektir. Çünkü Yüce Allah, «Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır» buyurmuştur. Kime verilen nimetlere şükretme nasib edilmişse, fazlası verilecek demektir. Çünkü Yüce Allah, «Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım» buyurmuştur. Kime tövbe etmesi nasib edilmişse, bu kişinin tövbesi kabul edilecek demektir. Çünkü Yüce Allah, «O, kullarının tövbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir» buyurmuştur. "

İbn Merdûye'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kime verilen nimetlere şükretme nasib edilmişse; fazlası verilecek demektir. Çünkü Yüce Allah, «Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım» buyurmuştur. Kime tövbe etmesi nasib edilmişse, bu kişinin tövbesi kabul edilecek demektir. Çünkü Yüce Allah, «O, kullarının tövbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir» buyurmuştur."

İbnu'n-Neccâr Tarih'te ve Diyâ el-Makdisî el-Muhtâre'de, Enes'ten Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kime şu beş şey ilham edilmişse, beş şeyden mahrum olmaz: Kime dua ilham edilmişse, duasına icabet edilmesinden mahrum olmaz. Çünkü Yüce Allah, «Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim» buyurmuştur. Kime tövbe ilham edilmişse, tövbesinin kabulünden mahrum olmaz. Çünkü Yüce Allah, «O, kullarının tövbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir» buyurmuştur. Kime şükretmek ilham edilmişse, (o nimetlerin) daha fazlasından mahrum olmaz. Çünkü Yüce Allah, «Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım» buyurmuştur. Kime istiğfar etmesi ilham edilmişse, bağışlanmaktan mahrum olmaz. Çünkü Yüce Allah, «Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır» buyurmuştur. Kime infak etmek ilham edilmişse, verdiği şeyin yerine kendisine başkasının verilmesinden mahrum olmaz. Çünkü Yüce Allah, «Sarfettiğiniz herhangi bir şeyin yerine O daha iyisini koyar»buyurmuştur. "

8

Yine Mûsa şöyle demişti:

“ Siz ve bütün yeryüzünde bulunanlar toptan, size verilen nimetlere nankörlük etseniz, şüphe yok ki, Allah şükrünüze muhtaç değildir ve zatında gereği üzere hamde lâyıktır.”

9

"Sîzden önceki Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin -ki onları Allah'tan başkası bilmez- haberi size gelmedi mi? Onlara peygamberleri mucizeler getirdiler de onlar (öfkeden parmaklarını ısırmak için) ellerini ağızlarına götürüp, «Biz sizinle gönderileni inkâr ediyoruz. Bizi çağırdığınız şeyden de derin bir şüphe içindeyiz» dediler"

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ud, bu âyeti, (.....) şeklinde okur ve:

“Neseb bilginleri yalan söylemektedir" derdi.

İbn Ebî Şeybe ve İbnü'l-Münzir, Amr b. Meymûn'dan aynı rivâyette bulunmuştur.

İbnu'd-Durays'ın Ebû Miclez'den bildirdiğine göre bir adam Ali b. Ebî Tâlib'e:

“Ben insanların nesebini bilirim" deyince, Hazret-i Ali:

“Sen insanların nesebini bilemezsin" karşılığını verdi. Adam:

“Hayır biliyorum" deyince, Hazret-i Aff:

“Yüce Allah'ın:

“Ad, Semud milletleri ile Ress'lileri ve bunların arasında birçok nesilleri de yerle bir ettik" âyetini gördün mü?" karşılığını verdi. Adam:

“Ben birçok kişinin nesebini bilirim" deyince, Hazret-i Ali:

“Sizden önceki Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin -ki onları Allah'tan başkası bilmez- haberi size gelmedi mi? Onlara peygamberleri mucizeler getirdiler de onlar (öfkeden parmaklarını ısırmak için) ellerini ağızlarına götürüp, «Biz sizinle gönderileni inkâr ediyoruz. Bizi çağırdığınız şeyden de derin bir şüphe içindeyiz» dediler" âyetini gördün mü?" karşılığını verdi. Bunun üzerine adam sustu.

Ebû Ubeyd, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Urve b. ez- Zübeyr der ki:

“Bizler Adnan ile İsmail arasındakileri bilen kimseyi görmedik."

Ebû Ubeyd ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Adnan ve Hazret-i İsmâil arasında bilinmeyen otuz kişi vardır" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, âyet hakkında şöyle demiştir:

“Onlar, Allah'ın Kitab'ını duyunca şaşırdılar ve ellerini ağızlarına götürüp:

“Biz sizinle gönderileni inkâr ediyoruz. Bizi çağırdığınız şeyden de derin bir şüphe içindeyiz" getirdiğiniz şeye inanmıyoruz. Getirdiğiniz şeye karşı büyük bir şüphe içindeyiz" dediler.

Abd b. Humeyd, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Onlara peygamberleri mucizeler getirdiler de onlar (öfkeden parmaklarını ısırmak için) ellerini ağızlarına götürüp, «Biz sizinle gönderileni inkâr ediyoruz. Bizi çağırdığınız şeyden de derin bir şüphe içindeyiz» dediler" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kavimleri ellerini, sözlerini reddetmek üzere peygamberlerin ağızlarına götürdüler ve "Biz sizinle gönderileni inkâr ediyoruz. Bizi çağırdığınız şeyden de derin bir şüphe içindeyiz" deyip yalan söylediler. Çünkü Allah hakkında şüphe yoktur. Gökleri ve yeri yaratan, gökten su indiren ve sizin için ondan rızık çıkaran, sizin için görünen nimetleri açığa çıkaran Allah hakkında şüphe olur mu?"

Ebû Ubeyd ve İbnü'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen ellerini ağızlarına götürmekten kasıt, peygamberlerin sözünü reddedip yalanlamalarıdır.

Abdurrezzâk, Firyâbî, Ebû Ubeyd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, "...ellerini ağızlarına götürüp, ..." âyetini:

“Ellerini ısırdılar" şeklinde açıklamıştır. Başka bir lafızda ise:

“Peygamberlerine olan kinlerinden dolayı parmaklarını ısırdılar" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, "...ellerini ağızlarına götürüp, ..." âyetini:

“Parmaklarını ağızlarına soktular" şeklinde açıklamış:

“İnsan sinirlendiği zaman elini ısırır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirdiğine göre "...ellerini ağızlarına götürüp, âyeti, yalanlamak mânâsındadır.

10

"Peygamberleri dedi ki:

“Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? (Hâlbuki) O, günahlarınızı bağışlamak ve sizi belli bir zamana kadar ertelemek için sizi (imana) çağırıyor. Onlar, «Siz de bizim gibi sadece birer insansınız. Bizi babalarımızın taptıklarından alıkoymak istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir delil getirin» dediler"

İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "O, günahlarınızı bağışlamak ve sizi belli bir zamana kadar ertelemek için sizi (imana) çağırıyor" âyeti:

“Sizin için yazılmış zamana kadar ertelemek" mânâsındadır. Allah'ın takdir ettiği ecel gelince ertelenmez.

11

Peygamberleri, onlara dediler ki:

“ Evet, biz de sizin gibi ancak bir insanız; fakat Allah, Peygamberlik nimetini kullarından dilediği kimseye ihsan eder. Allah’ın izni olmadıkça da (isteğiniz üzere) size bir mûcize getirmemize imkânımız yoktur ve mü'minler ancak Allah’a tevekkül etmelidirler.

12

"Allah, bize yollarımızı dosdoğru göstermişken, biz ne diye O'na tevekkül etmeyelim? Bize yaptığınız eziyete elbette katlanacağız. Tevekkül edenler, yalnız Allah'a tevekkül etsinler."

Deylemî'nin Müsnedu'l-Firdevs'te Ebu'd-Derdâ'dan merfu olarak bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Pireler seni rahatsız edecek olursa, bir bardak su alıp yedi defa: «Allah, bize yollarımızı dosdoğru göstermişken, biz ne diye O'na tevekkül etmeyelim?..» âyetini okuduktan sonra yatağının etrafına serp"

Mustağfirî'nin ed-Da'avât'ta, Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Pire seni rahatsız edecek olursa, bir bardak su alıp yedi defa:

“Allah, bize yollarımızı dosdoğru göstermişken, biz ne diye O'na tevekkül etmeyelim?.." âyetini okuduktan sonra: «Eğer müminseniz, şerrinizi ve ezanızı bizden çekiniz» deyip yatağının etrafına serpersen, geceyi onun şerrinden emin bir şekilde geçirirsin."

13

Bkz. Ayet:14

14

"İnkâr edenler, peygamberlerine; «Andolsun, ya sizi yurdumuzdan çıkaracağız, ya da bizim dinimize dönersiniz» dediler. Rableri de onlara şöyle vahyetti: Biz zalimleri mutlaka yok edeceğiz. Onlardan sonra sizi elbette o yere yerleştireceğiz. Bu, makamımdan korkan ve tehdidimden sakınan kimseler içindir."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Peygamberleri ve müminleri, kavimleri zayıf görüp eziyor, onları yalanlıyor ve eski dinlerine dönmelerini istiyorlardı. Allah, peygamberlerin ve müminlerin küfür milletine tekrar dönmesini kabul etmemiş ve Alah'a güvenmelerini, zorbalara karşı Allah'tan zafer dilemelerini emretmiş, kâfirlerin yurdunu kendilerinin elde edeceğini vaad etmiştir. Allah onlara vaad ettiğini yerine getirmiş, onlar da Allah'ın kendilerine emrettiği gibi kâfirlere karşı Allah'tan zafer dilemişlerdir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Onlardan sonra sizi elbette o yere yerleştireceğiz..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Allah onlara dünyada yardım, âhirette ise Cennet vaad etmiştir. Allah, Cennete kimin gireceğini, "Rabbine karşı durmaktan korkan kimseye iki cennet vardır" buyruğuyla beyan etmiştir. Yüce Allah'ın ikame ettiği bir makam vardır. İman sahipleri bu makamdan korkup, ibadet ederler ve gece gündüz (Allah'ı razı edecek amelleri yapmak için) çalışırlar."

Hâkim ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Yüce Allah, Allah'ın Resûlüne, "Ey Mü’minler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun; onun yakıtı, insanlar ve taşlardır; görevlileri, Allah'ın kendilerine verdiği emirlere baş kaldırmayan, kendilerine buyrulanları yerine getiren pek haşin meleklerdir" âyetini indirdiği zaman, bir gece Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti sahabeye okuyunca bir genç bayılıp yere düştü. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) elini gencin kalbine koyunca, kalbinin attığını gördü ve:

“Ey genç! «Lâ ilahe ilallah» de" buyurdu. Genç tevhid kelimesini söyleyince de Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu Cennetle müjdeledi. Sahabe:

“Ey Allah'ın Resûlü! Aramızda bu müjdeye muhatab olan başkaları da var mı?" diye sorunca, Allah'ın Resûlü:

“Yüce Allah'ın, «Bu, makamımdan korkan ve tehdidimden sakınan kimseler içindir» buyurduğunu duymadınız mı!" buyurdu.

İbn Ebi'd-Dünyâ, Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usul'de ve İbn Ebî Hâtim'in, Abdulazîz b. Ebî Revvâd'dan bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), "Ey Mü’minler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun; onun yakıtı, insanlar ve taşlardır; görevlileri, Allah'ın kendilerine verdiği emirlere baş kaldırmayan, kendilerine buyrulanları yerine getiren pek haşin meleklerdir" âyetini okudu. Hakîm'in lafzında ise:

“Ey Mü’minler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun; onun yakıtı, insanlar ve taşlardır; görevlileri, Allah'ın kendilerine verdiği emirlere baş kaldırmayan, kendilerine buyrulanları yerine getiren pek haşin meleklerdir" âyeti nazil olunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu sahabeye okudu" şeklindedir. Bu sırada aralarında olan bir ihtiyar -Hakîm'in lafzına göre, genç-:

“Ey Allah'ın Resûlü! Cehennem taşları, dünyadaki taşlar gibi mi?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):"Canım elinde olana yemin ederim ki, Cehennem kayalarından bir kaya, dünya dağlarından daha büyüktür" cevabını verince, ihtiyar bayıldı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) elini ihtiyarın kalbine koyup adamın yaşadığını görünce:

“«Lâ ilahe ilallah» de" diye seslendi. İhtiyar, tevhid kelimesini söyleyince de Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu Cennetle müjdeledi. Sahabe:

“Ey Allah'ın Resûlü! Aramızda bu müjdeye muhatab olan başkaları da var mı?" diye sorunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet. Yüce Allah, «Rabbine karşı durmaktan korkan kimseye iki cennet vardır» ve «Bu, makamımdan korkan ve tehdidimden sakınan kimseler içindir» buyuruyor" cevabını verdi.

Hâkim, Hammâd b. Ebî Humeyd vasıtasıyla Mekhûl'den, o sahabeden olan İyâd b. Süleyman'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Mele-i A'lâ'dan bana bildirdiğine göre ümmetimin hayırlılarından öyle kimseler vardır ki, Rablerinin rahmetinin genişliğine güvenerek toplum içinde gülerler, azabından korktukları için de gizlice ağlarlar. Temiz evlerde ve mescitlerde sabah akşam Rablerini zikrederler, Allah'ın rahmetini umarak ve azabından korkarak dilleriyle dua ederler, elleriyle sesli ve sessiz olarak isterler, her işlerinin sonunda ve başlangıcında kalpleriyle Allah'a yönelirler. İnsanlara külfetleri hafif kendilerineyse ağırdır. Yeryüzünde karıncanın yürüyüşüşü gibi yalınayak gösteriş yapmadan sükûnet içinde yürürler. Kur'ân'ı okurlar, kurban keserler, eski püskü giyerler ve Allah tarafından onların üzerinde hazır şahitler, koruyan gözler vardır. Bunlar, kulları iyi tanırlar ve ülkelerinin durumunu tefekkür ederler. Bunların ruhları dünyada, kalpleri ise âhirettedir. Bütün tasaları, ilerisi (âhiret) içindir. Kabirleri, yolculukları ve varacakları yer için hazırlıklarını yapmışlardır." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle buyurduktan sonra, "Bu, makamımdan korkan ve tehdidimden sakınan kimseler içindir" âyetini okudu.

15

"Peygamberler, Allah'tan yardım istediler ve her inatçı zorba hüsrana uğradı"

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Peygamberler, Allah'tan yardım istediler ve her inatçı zorba hüsrana uğradı" âyetini:

“Bütün peygamberler (Allah'tan) yardım istediler. Hakka karşı olan ve ondan kaçan her inatçı hüsrana uğradı" şeklinde açıklamıştır.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti:

“Peygamberler kavimlerine karşı (Allah'tan) yardım istediler. Hakka karşı olan ve ondan yüz çeviren, "Lâ ilahe illallah" demeyi reddeden her inatçı hüsrana uğradı" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr'in İbrâhim en-Nehaî'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, haktan yüz çeviren mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr) der ki:

“Yüce Allah kıyamet günü, cinleri, insanları, hayvanları ve bütün mahlûkatı bir yerde toplar. Cehennemden bir boyun uzanır ve:

“Allah ile birlikte başka ilah edinen, büyüklenen soylu ve inatçı zorbalar için görevlendirildim" deyip bunları, tıpkı kuşun taneyi topladığı gibi toplar ve üzerlerine kapanır. Sonra onları ateşten, dağlama denilen bir şehre götürür. Hesaba çekilmeden önce orada üç yüz yıl dolaşırlar."

Tirmizî, İbn Merdûye ve Beyhakî Şulabu'l-îman'da, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kıyamet günü Cehennem'den bir boyun çıkar ki, onun gören iki gözü işiten, iki kulağı ve konuşan bir dili vardır. Bu boyun: «Ben üç sınıf için görevlendirildim: Her inatçı zorbaya, Allah ile birlikte başkalarına ilahlık yakıştıranlara, resim ve heykel yapanlara» der."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Bezzâr, Ebû Ya'lâ, Taberânî M. el-Evsat'ta ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Kıyamet günü Cehennemden bir boyun çıkar, fasih bir dille konuşur. Gören iki gözü ve konuşan dili olan bu boyun: «Ben, her inatçı zorbaya, Allah ile birlikte başkalarına ilahlık yakıştıranlara, bir kişiyi, kısası gerektirecek bir durum yokken öldürenlere görevlendirildim» der. Onların üzerine kapanır ve diğer insanlardan beş yüz yıl önce onları cehenneme atar. "

İbn Ebî Şeybe'nin Ebû Mûsa'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cehennemde, Hebheb denilen bir vadi vardır ve her zorbayı oraya yerleştirmesi Allah üzerine haktır" buyurdu.

Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona: âyette geçen (.....) âyetinin mânâsını sorunca, İbn Abbâs:

“Cebbâr, yeryüzünde aylak aylak dolaşan kişidir. İnatçı ise, Allah'ın hakkı konusunda inatçı olandır" cevabını verdi. Nâfi:

“Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir:

“Tabi ki! Yoksa şairin

"Yemininde ısrarcı karakteri bellidir

Her kalbi ısrarcı olan zorbanın vay haline" dediğini bilmez misin?"

16

Bkz. Ayet:17

17

"Hüsranın ardından da cehennem vardır. Orada kendisine irinli su içirilecektir. Onu yudumlamaya çalışacak, fakat boğazından geçiremeyecektir. Ona her yönden ölüm gelecek fakat ölmeyecek, arkasından da şiddetli bir azap gelecektir"

Ahmed, Tirmizî, Nesâî, İbn Ebi'd-Dünyâ Sıfatu'n-Nâr'da, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebû Nuaym el-Hilye'de, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Ba's ve'n-Nuşüfda, Ebû Umâme'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), "Hüsranın ardından da cehennem vardır. Orada kendisine irinli su içirilecektir. Onu yudumlamaya çalışacak, fakat boğazından geçiremeyecektir. Ona her yönden ölüm gelecek fakat ölmeyecek, arkasından da şiddetli bir azap gelecektir" âyeti hakkında şöyle dediğini bildirir:

“İrinli su, ağzına yaklaştırılacak ve ondan tiksinecekür. Kendisine yaklaştırıldığında yüzünü yakıp kavuracak ve başının derisi düşecektir. Onu içtiği zaman bağırsakları kopup makadından çıkacaktır. Yüce Allah: «Ateşte temelli kalan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimseler» ve «(Susuzluktan) imdat dileyecek olsalar imdatlarına, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. Ne fena bir içecek ve ne kötü bir kalma yeri» buyurmaktadır. "

İbn Ebî Şeybe'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyetinden kasıt, kâfirin derisi ve etinin arasından akacak olan sıvıdır.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre (.....) âyetinden kasıt, irin ve kandır.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve Beyhakî'nin el-Ba's ve'n- Nuşûr'da, Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyetinden kasıt, kan ve irindir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyetinden kasıt, kâfirin eti ve derisinin arasından akacak olan sıvıdır.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki:

“Eğer cehennem irininden bir kova gökten sarkıtılsaydı, yeryüzü halkı onun kokusunu hisseder ve bu koku onlara dünyayı bozardı."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Ona her yönden ölüm gelecek fakat ölmeyecek, arkasından da şiddetli bir azap gelecektir" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Ona her yönden gelecek olan azabın çeşitleridir. Şayet ölecek olsa onlardan ölümün gelmeyeceği hiç bir çeşidi yoktur. Fakat onlar ölmeyecektir. Çünkü Allah onların ölümlerine hükmetmemiştir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Ona her yönden ölüm gelecek fakat ölmeyecek, arkasından da şiddetli bir azap gelecektir" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Canı boğazına takılır, ama ne ölmesi için ağzından çıkabilir, ne de rahatlaması için tekrar içine dönebilir."

İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Meymûn b. Mihrân, "Ona her yönden ölüm gelecek fakat ölmeyecek, arkasından da şiddetli bir azap gelecektir" âyetini açıklarken:

“Ölüm ona her kemik, damar ve sinirden gelir" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b, "Ona her yönden ölüm gelecek fakat ölmeyecek, arkasından da şiddetli bir azap gelecektir" âyetini açıklarken:

“Ölüm ona her organ ve eklemden gelir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbrâhim et-Teymî, "Ona her yönden ölüm gelecek fakat ölmeyecek, arkasından da şiddetli bir azap gelecektir" âyetini açıklarken:

“Ölüm ona bedenindeki her saç dibinden gelir ve onun için devamlı bir azab vardır" demiştir.

İbnü'l-Münzir'in Fudayl b. İyâd'dan bildirdiğine göre âyette geçen şiddetli azabdan kasıt, nefes almalarının önlenmesi ve nefeslerinin içinde tutulması demektir.

18

"Rablerini inkâr edenlerin durumu şudur: Onların işleri, fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer. (Dünyada) kazandıkları hiçbir şeyin (âhirette) yararını görmezler. İşte bu, derin sapıklıktır"

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Rablerini inkâr edenlerin durumu şudur: Onların işleri, fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer. (Dünyada) kazandıkları hiçbir şeyin (âhirette) yararını görmezler. İşte bu, derin sapıklıktır" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Rablerini inkar edenler, Allah'tan başkasına ibadet edenlerdir. Bunların işleri kıyamet gününde fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer. Fırtınalı günde savrulan külden bir fayda sağlanmadığı gibi, bunların da amellerinin kendilerine hiçbir faydası olmaz."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, bu âyet hakkında şöyle demiştir:

“Kâfirlerin amelleri, rüzgârın savurup toprağa vurduğu kül gibidir. Toprağa karışan külden bir şey görünmediği ve ondan faydalanılamadığı gibi, bu kafirlerin amellerinden de bir şey görünmez ve kafirler bu amellerden bir fayda sağlayamazlar."

İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre (.....) âyetinden kasıt, rüzgârın külü taşımasıdır.

19

"Allah'ın, gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattığını görmedin mi? Dilerse sizi giderir ve yeni bir halk getirir"

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Yeni bir halk (toplum) getirir" mânâsındadır.

20

Bunu yapmak, Allah’a güç değildir.

21

"İnsanların hepsi Allah'ın huzuruna çıkacak ve güçsüzler büyüklük taslayanlara diyecek ki: «Şüphesiz bizler size uymuştuk; şimdi siz az bir şey olsun, Allah'ın azabından bizi koruyabilecek misiniz?» Onlar da, «Eğer Allah bizi doğru yola eriştirseydi, biz de sizi doğru yola eriştirirdik. Şimdi sızlansak da, sabretsek de bizim için birdin Artık bizim için hiçbir kurtuluş yoktur» derler"

İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre (.....) âyeti tâbi olanlar, (.....) ise idareciler mânâsındadır.

İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem, "Şimdi sızlansak da, sabretsek de bizim için birdir. Artık bizim için hiçbir kurtuluş yoktur" âyetini açıklarken:

“Yüz sene sızlanmışlar, yüz sene de sabretmişlerdi" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, âyet hakkında şöyle demiştir:

“Cehennemlikler birbirlerine: «Gelin biz de ağlayalım ve Allah'a yalvaralım. Çünkü Cennetlikler cennete ağlamaları ve Allah'a yalvarmaları ile kavuşmuşlardır» derler ve ağlarlar. Bunun onlara hiç bir fayda vermediğini gördüklerinde: «Gelin sabredelim. Çünkü Cennet halkı, cennete ancak sabırla ulaşmışlardır» derler ve görülmemiş bir şekilde sabrederler, ama bu sabırlarının onlara bir faydası olmaz. Bunun üzerine:

“Şimdi sızlansak da, sabretsek de bizim için birdir. Artık bizim için hiçbir kurtuluş yoktur" derler."

İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye, Ka'b b. Mâlik'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zannedersem, "Şimdi sızlansak da, sabretsek de bizim için birdir. Artık bizim için hiçbir kurtuluş yoktur" âyeti hakkında şöyle buyurdu:

“Cehenemlikler: «Gelin sabredelim» derler ve beş yüz yıl sabrederler. Sabretmelerinin kendilerine fayda sağlamadığını görünce de: «Gelin Allah'a yalvaralım» derler ve beş yüz yıl ağlarlar. Bunun da kendilerine bir fayda sağlamadığını görünce: «Şimdi sızlansak da, sabretsek de bizim için birdir. Artık bizim için hiçbir kurtuluş yoktur» derler. "

22

"İş bitirilînce şeytan da diyecek kî: Şüphesiz Allah, sîze gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim, ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah'a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir azap vardır."

İbnu'l-Mübârek Zühd'de, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Merdûye ve İbn Asâkir zayıf isnâdla, Ukbe b. Âmir'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah, ilkleri ve sonları toplayıp aralarında hükmedip, hükmetmeyi bitirdiği zaman müminler: «Rabbimiz hakkımızda hükmedip, hükmetmeyi bitirdi. Bizim için kim şefaat edecek?» deyip: «Âdem'e gidelim. Allah onu kendi eliyle yaratmış ve onunla konuşmuştur» derler. Hazret-i Âdem'e gidip: «Rabbimiz hakkımızda hükmedip, hükmetmeyi bitirdi. Kalk ve (bizim için) Rabbimize şefaatçi ol» derler. Hazret-i Âdem: «Nûh'a gidiniz» deyince, Hazret-i Nûh'a giderler ve Nûh, onlara Hazret-i îbrâhim'e gitmelerini söyler. İbrahim'e gittiklerinde, İbrâhim, Hazret-i Musa'ya gitmelerini söyler. Ona gittiklerinde ise Mûsa, Hazret-i İsa'ya gitmelerini söyler. İsa'ya gittiklerinde ise İsa: «Size Arap ve ümmi olana gitmenizi tavsiye ederim» deyince, bana gelirler.

Allah, kalkmam için izin verir ve oturduğum yerden öyle güzel bir koku yükselir ki onu hiç kimse koklamamıştır. Nihayet Rabbıma varırım ve beni şefaatçi kılar. Benim için başımın kılından iki ayağımın tırnaklarına kadar bir nur yaratır. Sonra kâfirler: «Müminler; kendilerine şefaat edecek olanı buldular. Bizi saptıran İblis'ten başkası değildir» derler ve İblis'e gidip: «Müminler, kendilerine şefaat edecek olanı buldular, sen de kalk bize şefaat et. Bizi saptırmış olan sendin» derler. İblis kalkar ve oturduğu yerden öyle pis bir koku yükselir ki, onu hiç kimse koklamamıştır. Sonra İblis Cehenneme atılmak için (azabı daha şidetli hissetmesi için) büyütülür ve o zaman: «Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım» der.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî, "İş bitirilince şeytan da diyecek ki: Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah'a ortak koşmanızı kabul etmemiştim" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“İblis kalkıp:

“Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam (Size bir faydam dokunmaz), siz de beni kurtaramazsınız" dedi. İblis'e uyanlar onun bu söylerini duyunca kendi kendilerine kızarlar ve onlara:

“Allah'ın gazabı, sizin birbirinize olan öfkenizden daha büyüktür; imana çağrıldığınızda inkar ederdiniz" diye seslenilir.

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: Kıyamet günü İblis hitab etmek için ateşten bir minberin üzerine çıkar ve:

“Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam (yardım edemem), siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah'a ortak koşmanızı - yani, Dünyadayken bana itaat etmenizi- kabul etmemiştim" der.

İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in Şa'bî'den bildirdiğine göre Kıyamet günü iki hatip kalkacaktır. Birisi İblis, diğeri ise İsa b. Meryem'dir. İblis, taraftarlarının huzurunda durup, âyette geçenleri söyleyecek, Hazret-i İsa (aleyhisselam) ise:

“Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: «Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin» dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin" diyecektir.

İbn Ebî Şeybe ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“İnsanlardan bazılarını Şeytan, tıpkı sizden birinin devesini çöktürdüğü gibi diz çöktürüp zillete düşürür" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre, "Artık ben sizi kurtaramam (yardım edemem), siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah'a ortak koşmanızı kabul etmemiştim" âyeti:

“Ne ben size bir fayda sağlayabilirim, ne de siz bana bir fayda sağlayabilirsiniz" mânâsındadır. Şeytanı Allah'a ortak koşmak ise ona ibadet etmektir.

Abdurrezzâk ve İbnü'l-Münzir'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Ben size yardım edemem" mânâsındadır.

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Bana yardım edemezsiniz" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd ve İbnü'l-Münzir'in Katâde'den bildirdiğine göre "Beni Allah'a ortak koşmanızı kabul etmemiştim" âyeti:

“Sizin beni ortak koşmanız sebebiyle şüphesiz ben Allah'a isyan etmiş idim" mânâsındadır.

23

"İnanan ve salih ameller işleyenler, Rablerinin izniyle, ebedî kalacakları ve içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokulacaklardır. Oradaki esenlik dilekleri «Selâm»dır."

İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Oradaki esenlik dilekleri «Selâm»dır" âyetini açıklarken:

“Melekler onlara Cennette selam verirler" demiştir.

24

Bkz. Ayet:26

25

Bkz. Ayet:26

26

"Görmedin mi, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir. Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. Kötü bir sözün durumu da; yerden koparılmış, ayakta durma imkânı olmayan kötü bir ağacın durumu gibidir"

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta, İbn Abbâs'ın, "Görmedin mi, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir. Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. Kötü bir sözün durumu da; yerden koparılmış, ayakta durma imkânı olmayan kötü bir ağacın durumu gibidir" âyetini açılarken şöyle dediğini bildirir:

“Gücel söz, Lâ ilahe illallah sözüdür. Güzel ağaç ise mümindir. Lâ ilahe illallah sözü her zaman müminin kalbindedir.

Müminin ameli bu sözle semaya yükseltilir. Kötü sözden kasıt şirk, kötü ağaçtan kasıt ise kâfirdir. Şirkin, kâfirin tutunabileceği ne kökü, ne delili vardır ve Allah şirkle beraber hiçbir ameli kabul etmez."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Görmedin mi, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir. Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. Kötü bir sözün durumu da; yerden koparılmış, ayakta durma imkânı olmayan kötü bir ağacın durumu gibidir" âyetini açılarken şöyle dedi:

“Güzel ağaçtan kasıt mümindir. Sağlam kökten ve göğe yükselen dallardan kasıt ise, müminin yeryüzünde yaptığı amellerin ve söylediği sözlerin, o yeryüzünde olduğu halde semaya ulaşmasıdır. Her zaman meyve vermesinden kasıt, gece gündüzün her saatinde Allah'ı zikretmesidir. Allah, kötü ağacı da kâfire misal vermiştir. Kötü ağaç ise yerden kopmuştur ve sağlam durmaz. Ağacın ayakta duramamasından kastedilen, kâfirin amelinin kabul edilmemesi ve Allah'a yükseltilmemesidir. Kâfirin yeryüzünde ne sabit kökleri ne de gökte dalları (kabul edilmiş) amelleri vardır. Onun ne dünyada, ne de âhirette salih ameli yoktur."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî b. Enes, bu âyeti (.....) şeklinde okuyup şöyle dedi:

“Bu misal mümin için, Allah'a ihlâsla kul olması ve Ona ortak koşmadan ibadet etmesi sebebiyle verilmiştir. Müminin amelinin aslı yerde sabit, zikri ise göktedir. Her zaman meyve vermesi ise amelinin, gündüzün başında ve sonunda (Allah'a) yükselmesidir. Kötü söz, kâfire misal verilmiştir. Kâfirin ne yeryüzünde ameli vardır, ne de semada anılır. Bu kişilerin amelleri, yerden koparılmış, ayakta durma imkânı olmayan kötü bir ağaç gibidir ve günahlarını sırtlarında taşırlar."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk, "Görmedin mi, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir. Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. Kötü bir sözün durumu da; yerden koparılmış, ayakta durma imkânı olmayan kötü bir ağacın durumu gibidir" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Her zaman meyve veren ağaç mümine misal verilmiştir. Mümin, gündüzün her anı ve her saati, gecenin her saati ve yaz kış Allah'a itaat eder. Allah, kâfire, yerden koparılmış, ayakta durma imkânı olmayan kötü bir ağacı misal vermiştir. Bu ağacın ne kökü, ne de dalları vardır. Ne meyveleri vardır, ne de bir işe yarar. Aynı şekilde kâfir de ne hayır yapar, ne de hayır söyler. Allah da, kâfirde ne hayır, ne de bereket yaratmıştır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî b. Enes der ki:

“Allah, kendisine itaati nur, isyanı ise zulmet yapmıştır. Dünyada iman kıyamet günü aydınlıktır. Kökü ve dalları (imansız olan ve samimi) olmayan söz ve amelde hayır yoktur. Allah, iman ile küfre misal verip, "Görmedin mi, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir. Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. Kötü bir sözün durumu da; yerden koparılmış, ayakta durma imkânı olmayan kötü bir ağacın durumu gibidir" buyurmuştur. Bu, îman ve küfre verilen misaldir. Mümin ve ihlâslı kul âyette zikredilen (meyve veren) ağaçtır. Bu ağacın kökleri sağlam, dalları ise göğe yükselmiştir. Sağlam kökten kasıt, Allah'a ihlâsla bağlanmak ve Ona ortak koşmadan ibadet etmektir. Dallar, sevaplardır. Bu kişinin ameli gündüzün başlangıcında ve sonunda göğe yükselir. Bu da ağacın, Rabbinin izniyle her zaman meyve vermesine benzetilmiştir. Kul şu dört ameli bir arada toplarsa hiçbir fitne kendisine zarar veremez: Sadece Allah'a ihlâsla bağlanmak, Ona ortak koşmadan ibadet etmek, ondan korkmak, onu sevmek ve zikretmek."

İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre bir adam:

“Ey Allah'ın Resûlü! Servet sahipleri bütün sevapları alıp götürdüler" deyince Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kişi dünya malına yönetse, bazısını bazısı üzerine yığsa ne dersin göğe ulaşabilir mi? Sana kökü yerde, dallan gökte olan bir ameli haber versem olmaz mı? Her namazın arkasından on kere Lâ ilahe illallah, Allahu Ekber, Sübhanallah, Elhamdülillah, de. İşte bunun kökü yerde, dalları göktedir. "

Tirmizî, Nesâî, Bezzâr, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) bîr tabak hurma getirilince:

“Güzel söz, kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir. Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir" âyetini okuyup:

“Buradaki ağaç hurma ağacıdır" buyurdu. Sonra:

“Kötü bir sözün durumu da; yerden koparılmış, ayakta durma imkânı olmayan kötü bir ağacın durumu gibidir" âyetini okuyup:

“Buradaki ağaçtan kasıt ise Ebû Cehil karpuzudur" buyurdu.

Abdurrezzâk, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Râmehurmuzî el-Emsâl'de, Şuayb b. el-Habhâb'dan bildirir: Enes'in yanındayken içinde hurma olan bir tabak getirildi. Enes, Ebu'l-Âliye'ye:

“Ey Ebu'l-Âliye! Bu, yüce Allah'ın Kitab'ında zikrettiği "Görmedin mi, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir. Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir" âyetinde geçen ağacın meyvesidir" dedi. Enes, o zaman bu âyeti, (.....) şeklinde okudu.

Ahmed ve İbn Merdûye ceyyid isnâdla İbn Ömer'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), "(Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir" âyetini açıklarken:

“Bu ağaçtan kasıt, yaprakları dökülmeyen hurma ağacıdır" buyurduğunu bildirir.

Buhârî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, değişik kanallarla İbn Ömer'in şöyle dediğini bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanındayken, bize:

“Bana, müslümana misal olarak verilen ve yapraklarını dökmeyen, kökü sağlam, dalları göğe yükselen ve Rabbinin izniyle her zaman meyve veren ağacın hangi ağaç olduğunu söyleyin" diye sordu. (İbn Ömer der ki) Benim içime, bu ağacın hurma ağacı olduğu düştü ve:

“Bu, hurma ağacıdır" demek istedim, ama oradakilerin en küçüğü olduğumdan dolayı söylemedim. Orada bulunanlardan Hazret-i Ebû Bekr ve Hazret-i Ömer de cevap vermeyince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu ağaç, hurma ağacıdır" buyurdu.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer der ki:

“Görmedin mi, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir. Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir" âyeti nazil olunca Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu ağacın hangi ağaç olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Sahabe:

“Allah ve Resûlü daha iyi bilir" karşılığını verince Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hurma ağacıdır" buyurdu. Abdullah b. Ömer der ki: Bunun üzerine ben:

“Sana Kitabı hak olarak indirene yemin ederim ki, bu ağacın hurma ağacı olduğunu düşünmüştüm. Buradakilerin en küçüğü olduğum için konuşmak istemedim" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Büyüğe hürmet etmeyen ve küçüğe merhamet etmeyen bizden değildir" buyurdu.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ayette bahsedilen güzel ağacın hangisi olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Ben:

“Bu ağaç hurma ağacıdır" diyecektim ama (orada bulunan) Hazret-i Ömer'e olan saygımdan dolayı söylemedim. Sahabe:

“Allah ve Resûlü daha iyi bilir" deyince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hurma ağacıdır" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, âyette kastedilen güzel ağacın hurma ağacı olduğunu söylemiştir.

Firyâbî, Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin değişik kanallarla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette kastedilen güzel ağaç hurma ağacıdır. "Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir" âyetinden kasıt ise, sabah akşam meyve vermesidir.

İbn Cerîr ve Râmehurmuzî'nin el-Emsâl'de, Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette kastedilen güzel ağaç, hurma ağacıdır. Kötü ağaç ise Ebû Cehil karpuzudur. Yüce Allah bu ağaçları mümin ve kâfire misal vermiştir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Râmehurmuzî'nin bildirdiğine göre İkrime, "Görmedin mi, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Âyette kastedilen ağaç, hurma ağacıdır. Bu ağaçta her zaman faydalanılacak şey bulunur. Ya meyvesinden veya odunundan faydalanılır. Aynı şekilde güzel söz de sahibine dünyada ve âhirette fayda sağlar."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bu ağaç her saat, gece gündüz, yaz kış ürün verir. Mümin de aynı şekilde gece, gündüz, yaz kış Rabbine itaat eder."

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir" âyetinden kasıt, meyvesinin yeşilken (zamanla) sararmasıdır.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir" âyetinden kasıt, hurma ağaçlarının meyveleridir.

Firyâbî, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir" âyetinden kasıt, bu ağacın her altı ayda bir meyve vermesidir.

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre, İkrime'ye, bir süre kadar bir işi yapmayacağına dair yemin edenin durumu sorulunca, şöyle cevap verdi:

“Kimi süre vardır ki bunun ne kadar olduğu idrâk edilebilir, kimi de idrak edilemez. İdrak edilemeyecek süre, Yüce Allah'ın, "Onun verdiği haberin doğruluğunu bir zaman sonra öğreneceksiniz" buyruğunda mevcuttur. İdrak edilecek süre ise, "Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir" buyruğunda mevcuttur. Bu âyetteki süre de hurma ağacının toplandıktan sonra tekrar ürün vermesi arasında geçen zamandır ve bu zaman da altı aydır."

Ebû Ubeyd, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre bir adam İbn Abbâs'a gelip:

“Bir süre kadar kardeşimle konuşmayacağıma dair yemin ettim" deyince, İbn Abbâs:

“Belli bir vakit tayin ettin mi?" diye sordu. Adam:

“Hayır" cevabını verince, İbn Abbâs:

“Yüce Allah, "Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir" buyurmaktadır. Hîn (süre) bir yıldır" dedi.

Beyhakî'nin Sünen'de Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre hîn, altı aydır.

Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir" buyruğundaki zaman, sabah akşam mânâsındadır.

İbn Cerîr'in Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre kendisine kardeşiyle birime kadar konuşmayacağına dair yemin eden kişinin durumu sorulunca:

“Hîn, altı aydır" dedikten sonra hurma ağacının meyve vermesiyle, toplanacak duruma gelmesi arasındaki zamanın altı ay olduğunu söyledi.

İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Hîn iki türlüdür. Biri bilinir, diğeri ise bilinemez. Bilimeyen hîn, "Onun verdiği haberin doğruluğunu bir zaman sonra öğreneceksiniz" buyruğunda mevcuttur. Bilinen hîn ise, "Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir" buyruğunda mevcuttur.

İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir" buyruğundaki her zaman sözü her yıl mânâsındadır.

İbn Cerîr ve Sünen'de Beyhakî İkrime'nin şöyle dediğini bildirir: Ömer b. Abdilazîz beni çağırıp:

“Ey İbn Abbâs'ın azatlısı! Bir hîn, şunu şunu yapmayacağıma dair yemin ettim. Hîn'in müddeti ne kadardır?" diye sordu. Bunun üzerine ben şöyle cevap verdim:

“İdrak edilemeyen ve idrak edilen Hîn vardır. İdrak edilemeyen hîn, Yüce Allah'ın, "İnsanoğlu, var edilip bahse değer bir şey olana kadar, şüphesiz, uzun bir zaman geçmemiş midir?"buyruğunda mevcuttur. Vallahi, kimse yaratılmadan önce ne kadar zaman geçtiğini bilemez. Bilinen hîn ise, "Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir" buyruğunda mevcuttur. Bu da, bir yıldan diğer yıla kadar geçen zamandır." Bunun üzerine İbn Abdilazîz:

“İsabet ettin ey İbn Abbâs'ın azatlısı. Söylediğin ne güzeldir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb der ki:

“Hîn iki aydır. Çünkü hurma, ağaç üzerinde iki ay durabilir."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir" âyetini açıklarken:

“Onun meyvesi yaz kış yenir" demiştir.

Beyhakî'nin Katâde'den bildirdiğine göre "Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir" buyruğundaki zamandan kasıt, her yedi ayda birdir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Âyette kastedilen ağaç, Hindistan cevizi ağacıdır. Bu ağaç hiçbir zaman meyvesiz kalmaz. Her ay mahsûl taşır."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir" buyruğundaki ağacın cennette olduğunu söylemiştir. "Kötü bir sözün durumu da; yerden koparılmış, ayakta durma imkânı olmayan kötü bir ağacın durumu gibidir" gibidir" âyetini açıklarken ise şöyle demiştir:

“Bu, Allah'ın verdiği bir misaldir. Allah yeryüzünde bu ağacı yaratmamıştır."

İbn Merdûye'nin Adiy b. Hâtim'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allah kulları alt-üst etti. O'nun kullarının en hayırlısı Araplar oldu. Arapları da alt-üst etti. Onların en hayırlısı Kureyş oldu. İşte Allah Kitab'ındaki «Görmedin mi, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir» âyeti buna işaret etmektedir. Âyetteki güzel sözden kasıt Kur'ân, güzel ağaç ise Kureyş'tir. Köklerinin sabit olması, Kureyş'in köklerinin büyük olmasıdır. Dallarının göğe yükselmesi ise, Allah'ın onları İslâm ile şereflendirmesi, hidayete erdirmesi ve hidayet ehlinden kılmasıdır."

İbn Merdûye, Hayyân b. Şu'be vasıtasıyla bildirir: Enes b. Mâlik, âyette geçen kötü ağaçtan kastın, Şeryân olduğunu söyleyince ben:

“Şeryân nedir?" diye sordum. Enes:

“Ebu Cehil karpuzudur" cevabını verdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Sahr Humeyd b. Ziyâd el-Harrât, "Kötü bir sözün durumu da; yerden koparılmış, ayakta durma imkânı olmayan kötü bir ağacın durumu gibidir" âyetini açıklarken:

“Kötü ağaç, sarhoşluk veren şeylerin yapımında kullanılan ağaçtır" demiştir.

İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre sahabeden bazıları oturup, "Kötü bir sözün durumu da; yerden koparılmış, ayakta durma imkânı olmayan kötü bir ağacın durumu gibidir" âyetinden bahsedip:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bizce bu mantardır" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Mantar, (gökten inen) Men'dendir ve suyu göz için şifadır. Acve Cennettendir ve zehire karşı şifadır" buyurdu.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre "Kötü bir sözün durumu da; yerden koparılmış, ayakta durma imkânı olmayan kötü bir ağacın durumu gibidir" buyruğundaki koparılmadan kasıt, köklerinin yerden sökülmüş olmasıdır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“Allah'ın verdiği misalleri iyi anlayın" demiştir.

İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre bir adam, ilim adamlarından biriyle karşılaşıp:

“(Âyette geçen) kötü ağaç hakkında ne dersin?" diye sorunca, ilim ehlinden olan adam:

“Onun ne yerde sabit kalacağı bir yeri, ne de göğe yükselecek durumu olmadığı, ancak sahibinin boynuna sarılıp kıyamet gününe kadar böyle kalacağı görüşündeyim" cevabını verdi.

İbn Cerîr'in Katâde vasıtasıyla Ebu'l-Âliye'den bildirdiğine göre rüzgâr bir. adamın elbisesini savurunca, adam rüzgâra lanet okudu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ona lanet etme. Çünkü ona emredilmiştir. Laneti hak etmeyene lanet eden kişinin bu laneti kendisine döner" buyurdu.

27

"Allah, iman edenleri hem dünya hayatında, hem de âhirette sabit bir sözle sağlamlaştırır, zalimleri ise saptırır. Ve Allah dilediğini yapar."

Tayâlisî, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî Azâbu'l-Kabr'da, Berâ b. Âzib'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

"Müslüman kabrinde hesaba çekilince, Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet eder ve Muhammed'i de Resûlü olarak bilirse Yüce Allah'ın: «Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de âhirette sabit bir sözle sağlamlaştırır» kavli gerçekleşmiş olur. "

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Berâ b. Âzib der ki:

“Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de âhirette sabit bir sözle sağlamlaştırır" âyeti, kabir hakkındadır. Eğer kişi safih biriyse (kabirdeki sualde) muvaffak kılınır, eğer hayırsız biriyse, mezarda günahla(rıyla) karşılaşır.

Tayâlisî, İbn Ebî Şeybe Musannef’te, Ahmed b. Hanbel, Hennâd b. es-Serî Zühd'de, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, Hâkim, Beyhakî Azabu'l-Kabfda, Berâ b. Âzib'in şöyle dediğini bildirir: Resulûllah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte Ensâr'dan birinin cenazesine gittik. Kabre ulaştığımızda henüz lahit açılmamıştı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) oturdu, biz de etrafında sessiz bir şekilde oturduk. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) elinde bir çöple yeri karıştırıyordu. Sonra başını kaldırıp iki veya üç defa:

“Kabir azabından Allah'a sığının" buyurduktan sonra şöyle devam etti:

"Mümin kul, dünyadan ayrılmak ve âhirete yönelmek üzere olduğunda ona gökten yüzleri sanki güneş gibi olan beyaz yüzlü melekler iner. Yanlarında cennet kefenlerinden ve kokularından vardır. Onun görebileceği yere otururlar. Sonra ölüm meleği gelir, baş tarafına oturur ve şöyle der: «Ey güzel ruh, çık ve Rabbinin mağfiretine ve rızâsına gel.» Bunun üzerine o ruh, su kabının ağzından damlayan bir damla gibi çıkar ve ölüm meleği onu alır. Onu aldığı zaman elinde göz açıp kapayacak kadar dahi bırakmayıp hemen alırlar ve o kefenin içine koyup kokularlar. Ondan yeryüzünde bulunabilecek misk kokusunun en hoşu gibi bir koku çıkar. Onu yükseltirler ve uğradıkları her melek grubu: «Bu tertemiz rûh kimdir?» derler. Onu alıp götüren melekler onun dünyada iken isimlendirilmekte olduğu isimlerini söyleyerek: «Falan oğlu falandı» derler. Nihayet dünya semâsına onu ulaştırırlar, onun için açılmasını isterler ve dünya seması ona açılır. Her semâdan o semânın mukarrabûn melekleri, onu bir sonraki semâya geçirirler. Nihayet yedinci göğe ulaştıklarında Allah: «Kulumun kitabını İlliyîn'de yazın, onu yere geri çevirin. Muhakkak Ben onları ondan yarattım, ona döndüreceğim ve diğer bir sefer oradan çıkaracağım» buyurur. Ruhu cesedine iade edilir. Ardından iki melek yanına gelip onu oturturlar ve: «Rabbin kimdir?» diye sorarlar. O: «Rabbim Allah'tır» cevabını verince, «Dînin nedir?» diye sorarlar. O: «Dînim İslâm'dır» cevabını verince, onlar: «Size gönderilen adam hakkında ne dersin?» diye sorarlar. Mümin kul: «O, Allah'ın elçisidir» karşılığını verince, Onlar: «Bunu nereden biliyorsun?» diye sorduklarında, mümin kul: «Allah'ın Kitabını okudum, ona inandım ve onu tasdik ettim» der. Bunun üzerine semâdan bir ses: «Kulum doğru söyledi. Cennet'ten bir yer döşeyin (makamını hazırlayın), onu cennet elbiselerinden giydirin ve ona cennetten bir kapı açın» der. Bunun üzerine ona, cennetin esintisinden ve güzel kokusundan kokular gelir, gözünün görebileceği yere kadar kabri genişletilir. Sonra ona, güzel yüzlü, güzel elbiseli ve güzel kokular içerisinde olan birisi gelir ve: «Seni mutlu edecek şeyle sevin. Bugün sana vaad olunan gündür» der. Bunun üzerine o: «Sen kimsin? Senin o hayırlı yüzün nedir?» diye sorunca, o: «Ben, senin sâlih amelinim» cevabını verir. Bunu işiten mümin: « Rabbi! Kıyameti çabuk kopar ki, aileme ve malıma kavuşayım» der."

Kâfir kul, dünyadan ayrılmak ve âhirete yönelmek üzere olduğu zaman, yanlarında kaba ve sert giysili olan siyah yüzlü melekler gelir ve onun görebileceği bir yerde otururlar. Sonra ölüm meleği gelip başucunda oturur ve ona: «Ey pis ruh, haydi çık! Allah'ın öfkesine ve gazabına gel» der. Bunun üzerine ruhu bedenine dağılır ve ıslak yüne dolaşan pıtrağın yünden çekilip çıkarıldığı gibi, ölüm meleği onun ruhunu bedeninden çekip alır. Ölüm meleği ruhunu alınca da, melekler onu göz açıp kapayacak kadar dahi bırakmayıp hemen alıp, kaba ve sert giysinin içine koyarlar. Ondan yeryüzünde bulunan en pis leş kokusu gibi bir koku çıkar. Onu semâya yükseltirler. Her semâda bulunan meleklerin yanından geçerken onlar: «Bu pis ruh kimindir?» derler. Melekler, dünyadaki en kötü ismini söyleyerek: «Falan oğlu falandır» cevabını verirler. Dünya semâsına gelince, onun için semânın kapılarının açılmasını isterler, fakat ona kapılar açılmaz."

Sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Doğrusu âyetlerimizi yalan sayıp, onlara karşı büyüklük taslayanlara, göğün kapıları açılmaz; deve iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete de giremezler. Suçluları böyle cezalandırırız" âyetini okuyup şöyle devam etti:

“Allah: «Onun amel defterini Siccîn'e (en aşağı tabakaya) yazın» buyurur ve onun ruhu, gökten yere fırlatılıp atılır." Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a ortak koşan kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın bir uçuruma attığı şeye benzer" âyetini okuyup şöyle devam etti:

“Sonra ruhu bedenine iade olunur ve iki melek gelerek onu oturtup: «Rabbin kimdir?» diye sorarlar. O: «Hı...Hı... Bilmiyorum» cevabını verince, «Dînin nedir?» diye sorarlar. O: «Hı...Hı... Bilmiyorum» cevabını verince, onlar: «Size gönderilen adam hakkında ne dersin?» diye sorarlar. O: «Hı...Hı... Bilmiyorum» karşılığını verince, semâdan bir ses: «Kulum yalan söyledi. Ona Cehennem'deki yerini hazırlayın ve ona cehennemden bir kapı açın» der. Cehennem ateşinin sıcağından ve sıcak rüzgârından gelir ve kaburgaları birbirine geçecek şekilde kabri ona daraltılır. Çirkin yüzlü, kötü giysili ve pis kokulu bir adam ona gelir ve: «Seni üzecek şeye sevin! Bugün, vaad olunduğun gündür» der. Kâfir ruh ona: «Sen kimsin? Çirkin yüz kötülük getirdi» diye sorunca, o da: «Ben senin çirkin amelinim» cevabını verir. Bunun üzerine kafir: «Rabbim! Kıyameti koparma» der. "

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî Azâbu'l-Kabr'da, Berâ b. Âzib'in, "Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de âhirette sabit bir sözle sağlamlaştırır" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: Kişi defnedilip kabrine konulduğu zaman melek yanına gelip:

“Rabbin kimdir?" diye sorar. Adam:

“Rabbim Allah'tır" der. Melek:

“Dinin nedir?" diye sorduğu zaman, adam:

“Dinim İslam'dır" der. Melek:

“Peygamberin kimdir?" diye sorduğu zaman, adam:

“Peygamberim Muhammed'dir" der. İşte Allah'ın kişiyi dünya hayatında sapasağlam tutması da budur."

Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de âhirette sabit bir sözle sağlamlaştırır" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Dünyada sağlamlaştırmadan kasıt, kabirdeyken:

“Rabbin kimdir? Dinin nedir? Peygamberin kimdir?" sorularına muhatab olması, âhirette sağlamlaştırmadan kasıt ise, âhiret günü aynı sorulara muhatab olmasıdır."

Taberânî'nin M. el-Evsat'ta ve İbn Merdûye'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), "Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de âhirette sabit bir sözle sağlamlaştırır" buyruğundaki âhiretten kastın kabir olduğunu söylemiştir.

İbnü'l-Münzir, Taberânî ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Allah, iman edenleri hem dünya hayatında, hem de âhirette sabit bir sözle sağlamlaştırır" âyetinden kasıt, kabirdeyken:

“Rabbin kimdir? Dinin nedir? Peygamberin kimdir?" sorularına muhatab olmasıdır.

İbn Merdûye'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de âhirette sabit bir sözle sağlamlaştırır" âyeti hakkında:

“Bu durum, kabirde olacaktır" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Azâbu'l-Kabr'da bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanlar benimle imtihan olunacaklardır" buyurdu. "Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de âhirette sabit bir sözle sağlamlaştırır" âyeti onun (yani kabir suali) hakkında inmiştir."

Bezzâr'ın bildirdiğine göre Hazret-iÂişe der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın Resûlü! Bu ümmet kabirde imtihan edilecek, o zaman zayıf bir kadın olan ben ne yaparım?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah, iman edenleri hem dünya hayatında, hem de âhirette sabit bir sözle sağlamlaştırır" âyetini okudu."

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin Berâ b. Âzib'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) müminin ruhunun alınmasından bahsederek şöyle buyurdu:

"Ona biri gelecek ve: «Rabbin kimdir?» diye soracak. O: «Rabbim Allah'tır» cevabını verince, «Dinin nedir?» diye soracak. Mümin: «Dinim İslam'dır» karşılığını verince, o: «Peygamberin kimdir?» diye soracak, mümin: «Muhammed'dir» cevabını verince, aynı sorular ikinci defa sorulacak ve mümin aynı cevapları verecek. Sonra üçüncü defa aynı sorular sorulacak ve şiddetli bir şekilde sıkılacak. Mümin aynı cevapları verecek. Yüce Allah'ın, «Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de âhirette sabit bir sözle sağlamlaştırır»âyeti buna işaret etmektedir. "

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî Azabu'l-Kabr'da, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Müminin ölüm anı geldiği zaman, melekler yanına gelir, ona selam verip Cennetle müjdelerler. Öldüğü zaman ise cenazesinde yürüyüp insanlarla birlikte namazını kılarlar. Defnedildikten sonra onu oturturlar ve:

“Rabbin kimdir?" diye sorarlar. Mümin:

“Rabbim Allah'tır" cevabını verince:

“Resûlün kimdir?" diye sorarlar. Mümin:

“Muhammed'dir (sallallahü aleyhi ve sellem)" karşılığını verir. "Şehadetin neyedir?" diye sorduklarında:

“Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) O'nun Resûlü olduğunu şahadet ederim" der. O zaman kabri gözünün görebildiğince genişler.

Fakat kafir öleceği zaman melekler gelip elleriyle yüzüne ve arkasına vururlar. Kabre konulduğu zaman da onu oturturlar ve:

“Rabbin kimdir?" diye sorarlar. Ama bir cevap gelmez. Allah onlara bunları unutturur. "Size gönderilen elçi kimdir?" dediklerinde söylemesi gerektiğini bir türlü bulamaz ve yine cevap gelmez. Yüce Allah da bu konuda:

“Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de âhirette sabit bir sözle sağlamlaştırır" buyurmuştur.

İbn Cerîr, Taberânî ve Beyhakî Azabu'l-Kahfda, İbn Meş'ûd'un şöyle dediğini bildirir:

“Mümin vefat ettiği zaman kabrinde oturtulur ve:

“Rabbin kimdir? Dinin nedir, peygamberin kimdir?" diye sorulur. Mümin:

“Rabbim Allah'tır. Dinim İslam'dır ve Peygamberim Muhammed'dir" cevabını verince kabri genişletilip aydınlatılır." Sonra İbn Mes'ûd, "Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de âhirette sabit bir sözle sağlamlaştırır" âyetini okuyup şöyle devam etti:

“Kafir kabre girince ise, kabirde oturtulup: Rabbin kimdir? Dinin nedir, peygamberin kimdir?" diye sorulur. Kafir:

“Bilmiyorum" cevabını verince, kabir ona daraltılır ve orada azab çeker." Sonra İbn Mes'ûd:

“Benim Kitab'ımdan yüz çeviren bilsin ki onun dar bir geçimi olur ve kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz" âyetini okudu.

İbn Ebî Hâtim, İbn Mende ve Taberânî M. el-Evsat'ta, Ebû Katâde el- Ensârî'nin şöyle dediğini bildirir:

“Mümin vefat ettiği zaman kabrinde oturtulup:

“Rabbin kimdir? diye sorulur. Mümin:

“Rabbim Allah'tır" cevabını verince, "Dinin nedir?" diye sorulur. Mümin:

“Dinim İslam'dır" cevabını verince ise:

“Peygamberin kimdir?" diye sorulur. Mümin:

“Peygamberim Hazret-i Muhammed b. Abdillah'tır" cevabını verince, bu sorular üç defa sorulur, sonra kendisi için cehenneme bir kapı açılır ve:

“Eğer yanlış cevap verseydin varacağın yer burasıydı" denilir. Sonra kendisi için cennete bir kapı açılır ve:

“Doğru cevap verdiğin için Cennette kazandığın menziline bak" denilir.

Kafir öldüğü zaman ise kabrinde oturtulur ve:

“Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir?" diye sorulur. Kâfir:

“Bilmiyorum. İnsanların bir şeyler dediğini duyardım" cevabını verir. Kendisine:

“Bilmez olasın" denilir ve ona Cennete bir kapı açılarak:

“Eğer Allah'a iman etseydin, varacağın yer burasıydı" denilir. Sonra onun için Cehenneme bir kapı açılır ve:

“Haktan saptığın için varacağın menzile bak" denilir. "Allah, iman edenleri hem dünya hayatında, hem de âhirette sabit bir sözle sağlamlaştırır" buyruğundaki dünyada olan sağlamlaştırma, kişinin:

“Lâ ilahe illallah" demesi, âhirette olan sağlamlaştırma ise kabirde hesaba çekilmesidir.

Ahmed, İbn Ebi'd-Dünyâ, Zikru'l-Mevt'te, İbn Ebî Âsim es-Sünne'de, Bezzâr, İbn Cerîr, İbn Merdûye ve Beyhakî Azâbu'l-Kabr'da sahih isnâdla, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) beraber bir cenazede idim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Ey insarilarl Bu ümmet kabirlerinde sorguya çekilir. Kişi defnedilip yakınları da gittikten sonra yanına, elinde topuz olan bir melek gelir ve onu oturtup: «Bu adam hakkında ne diyorsun?» diye sorar. Eğer kişi mümin ise: «Allah'tah başka ilah olmadığına ve Muhammed'in onun Resûlü olduğuna şehadet ederim» karşılığını verir. Ona «Doğru söyledin» denilir ve bir kapı açılıp ona ateş gösterilir. «Eğer Rabbine karşı kafir olsaydın burası senin yerin olacaktı. Fakat sen iman ettin. Onun için senin yerin burasıdır» denilip ona Cennete doğru bir kapı açılır. Kalkıp oraya gitmek isterancak yerinde kalması istenilir ve kabri de genişletilir.

Fakat kişi kâfir veya münafıksa: «Bu adam hakkında ne diyorsun?» diye sorulduğunda: «Bilmiyorum, insanlar bir şey diyordu, ben de aynısını dedim» karşılığını verir. Ona: «Bilemeyesin! Okuyamayasın ve doğru yolu bulamayasın!» denilip ona Cennete doğru bir kapı açılır. Kendisine: «Eğer Rabbine inansaydın burası senin yerin olacaktı. Ama sen kafir oldun ve Yüce Allah yerini şununla değiştirdi» denilir. Sonra Cehenneme doğru bir kapı açılır. Ardından kendisine topuzla vurulur ki çığlığını insanlar ve cinler hariç bütün mahlûkat duyar."

Oradakilerden bazıları:

Resûlallah! eli topuzlu meleği karşısında gören herkes korkudan bayılır" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah inananları, dünya hayatında ve âhirette sağlam bir söz üzerinde tutar; zalimleri de saptırır. Allah dilediğini yapar" âyetini okudu.

Taberânî M. el-Evsat'ta ve İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile bir cenazedeydik. Cenaze defnedilip insanlar giderken Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Bu şimdi ayak seslerinizi duymaktadır. Kendisine, gözleri bakır kazanlar kadar, tırnakları inek tırnağı kadar; sesleri ise şimşek gibi olan Münker ve Nekir gelirler. Onu oturtup neye kulluk ettiğini ve peygamberinin kim olduğunu soracaklar. Eğer Allah'a ibadet edenler dense: «Allah'a ibadet ederdim ve peygamberim de Muhammed'dir. Bize deliller ve hidayetle geldi. Ona iman edip tâbi olduk» der. «Allah inananları, dünya hayatında ve âhirette sağlam bir söz üzerinde tutar; zalimleri de saptırır. Allah dilediğini yapar» âyeti buna işaret etmektedir. Kendisine: «Yakin üzere yaşadın ve yakin üzere öldün, yakin üzere de diriltileceksin» denildikten sonra ona Cennete bir kapı açılır ve mezarı genişletilir. Şüphe ehlindense şöyle der: «Bilmiyorum. İnsanların bir şey dediğini duydum, ben de aynı şeyi söyledim.» Şüphe ehlinden olana da: «Şüphe üzere yaşadın, şüphe üzere öldün ve şüphe üzere diriltileceksin» denildikten sonra kendisi için cehenneme bir kapı açılır ve kendisine akrep ve ejderhalar musallat edilir. Bu akrep ve ejderhalardan biri dünyaya bir defa üfleseydi, dünyada hiçbir şey bitmezdi. Bunlar şüphe ehlinden olan kişiyi sokarlar. Yeryüzüne emredilir ve yeryüzü onu kaburgaları birbirine yapışacak kadar sıkar. "

İbn Ebî Şeybe, Hennâd Zühd'de, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Hibbân, Taberânî M. el-Evsaf ta, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Canım elinde olana yemin ederim ki, Ölü kabrine konulduğu zaman, (onu defnedenler) geri dönüp gidenlerin ayak seslerini duyar. Eğer vefat eden kişi müminse, namaz onun başucunda, zekat sağında, oruç solunda, hayırlar, iyilikler ve insanlara yaptığı ihsanlar da ayak ucunda durur. Ona başucu tarafından gelinince namaz: «Benim tarafımdan giriş yok» der. Sağından gelince zekât: «Benim tarafımdan giriş yok» der. Solundan gelince oruç: «Benim tarafımdan giriş yok» der. Ayakuçlarından gelince yaptığı hayırlar, iyilikler ve ihsanlar: «Benim tarafımdan giriş yok» der. O kula: «Otur» denilince oturur ve güneş batmaya yaklaşmış gibi karşısına getirilip gösterilir ve ona: «Soracaklarımızı bize haber ver» denilir. O: «Bırakın ki namaz kılayım» karşılığını verince, «Muhakkak sen namazını kılacaksın, soracaklarımızı bize haber ver» denilir. O: «Bana ne soracaksınız?» deyince, «Şu içinizde olan adam hakkında görüşün nedir?» diye sorulur. O: «Allah'ın elçisi olduğuna şehâdet ederim. Muhakkak o bize Allah katından delillerle geldi. Biz de onu tasdik edip tâbi olduk» der. Ona: «Doğru söyledin. Sen, bu (ikrar) üzere yaşadın, onun üzerine öldün ve Allah dilerse bunun üzerine diriltileceksin» denilir. Sonra kabri onun için gözünün alabildiği kadar genişletilir. «Allah inananları, dünya hayatında Ve âhirette sağlam bir söz üzerinde tutar; zalimleri de saptırır. Allah dilediğini yapar» âyeti buna işaret etmektedir. Sonra: «Onun için Cehenneme bir kapı açın» denir ve kendisine: «Eğer Allah'a isyan etseydin, varacağın yer burasıydı» denilir. Bunun üzerine müminin cennete kavuşma arzusu ve sevinci artar. Sonra cesedi (toprak olup) ilk haline dönerken ruhu da cennetteki ağaçlara konmuş olan kuş şeklindeki bahtiyar ruhların arasına konur.

Eğer bu kişi kâfir ise kendisine kabir sorusu sormak üzere baş tarafından kendisine yaklaşılmak istendiğinde etrafında buna mani olacak hiç bir ameli bulunmaz. Ayak ucundan kendisine yaklaşılmak istendiğinde etrafında buna mani olacak hiç bir ameli bulunmaz. Adam korkuyla oturunca, kendisine: «Sizin içinizde peygamber olarak bulunan şahıs hakkında ne dersin ve hakkında nasıl şahitlik edersin?» diye sorulur. Resûlullah'ın ismini bilemeyince, kendisine: «Muhammed'den bahsediyoruz» denilir. Adam: «Halkın onun hakkında bir şeyler söylediğini işitmiştim. Ben de onun hakkında onların dediğini demiştim» karşılığını verince, kendisine: «Doğru söyledin. Zaten sen böyle yaşamış ve böyle ölmüştün. İnşaallah bu şekilde diriltileceksin» denilip, kaburgaları birbirine girecek derecede kabri daraltılır. «Benim Kitab'ımdan yüz çeviren bilsin ki onun dar bir geçimi olur ve kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz» âyeti buna işaret etmektedir. Sonra: «Onun için Cennete bir kapı açın» denilir ve kendisi için Cennete bir kapı açılınca: «Eğer Allah'a itaat etseydin, Allah'ın sana vaad ettiği ve varacağın yer burasıydı» denilir. Bunun üzerine onun pişmanlığı ve perişanlığı daha da artar. Sonra: «Onun için Cehenneme bir kapı açın» denilir. Cehenneme bir kapı açılınca da: «Allah'ın sana hazırladığı ve vaad ettiği yerin burasıdır» denilir. Bunun üzerine pişmanlık ve perişanlığı bir daha artar."

İbn Cerîr, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Azabu'l-Kabr'da, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), "Allah inananları, dünya hayatında ve âhirette sağlam bir söz üzerinde tutar; zalimleri de saptırır" âyetini okuduktan sonra şöyle buyurdu:

“Kabirde kişiye: «Rabbin kimdir? Dinin nedir? Peygamberin kimdir?» diye sorulduğu zaman: «Rabbim Allah'tır, dinim İslam'dır, peygamberim de Muhammed'dir. O bize Allah'ın katından apaçık delillerle gelmiştir ki ben de ona iman edip onu tasdik ettim» der. Melekler de ona: «Sen bunu tasdik edip bu doğrultuda yaşadın. İnşaallah da bu şekilde tekrar diriltilirsin» karşılığını verirler. İşte sağlam bir söz üzerinde tutma budur."

İbn Cerîr'in Tâvus'tan bildirdiğine göre "Allah inananları, dünya hayatında ve âhirette sağlam bir söz üzerinde tutar; zalimleri de saptırır" âyetinden kastedilen kabir sualidir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Ebi'd-Dünyâ ve İbn Cerîr'in Müseyyeb b. Râfi'den bildirdiğine göre "Allah inananları, dünya hayatında ve âhirette sağlam bir söz üzerinde tutar; zalimleri de saptırır" âyeti, vefat edip kabre konulan hakkında nazil olmuştur.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, bu âyet hakkında:

“Kabrinde, kendisine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sorulan ölü hakında nazil olmuştur" dedi.

İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Allah inananları, dünya hayatında ve âhirette sağlam bir söz üzerinde tutar; zalimleri de saptırır" âyetinden kastedilen kabir ve kabir sualidir.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Tâvus'tan bildirdiğine göre âyette, dünya hayatındaki sağlam sözden kasıt, Lâ ilahe illallah sözü, âhiretten kasıt ise kabir sualidir.

Abd b. Humeyd, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Allah inananları, dünya hayatında ve âhirette sağlam bir söz üzerinde tutar; zalimleri de saptırır" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Allah onları dünya hayatında hayır ve sâlih amelde sabit tutar. Âhirette sağlam bir söz üzerinde tutması ise kabirdedir."

Buhârî ve Müslim, Berâ b. Âzib'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), "Allah inananları, dünya hayatında ve âhirette sağlam bir söz üzerinde tutar; zalimleri de saptırır" âyeti hakkında şöyle buyurduğunu nakleder:

“Bu âyet kabir azabı hakkında nazil olmuştur. Kula: «Rabbin kimdir?» diye sorulunca, «Rabbim Allah, peygamberim ise Muhammed'dir» cevabım verir. «Allah inananları, dünya hayatında ve âhirette sağlam bir söz üzerinde tutar; zalimleri de saptırır» âyeti buna işaret etmektedir."

Beyhakî, İkrime vasıtasıyla İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Allah inananları, dünya hayatında ve âhirette sağlam bir söz üzerinde tutar; zalimleri de saptırır" âyetinden kastedilen, şahitliktir. İnsanlar öldükten sonra, kabirlerinde şahadet kelimesinden sorulacaklardır. İkrime'ye:

“Kendilerine ne sorulacak?" diye sorulunca, "Hazret-i Muhammed'e iman ve Tevhid'den sorulacaklar. Allah, zalimleri şahadet kelimesini söylemekten mahrum edecek ve hiçbir zaman doğru cevap veremeyecekler" karşılığını verdi.

Beyhakî'nin Mücâhid'den bildirdiğine göre "Allah inananları, dünya hayatında ve âhirette sağlam bir söz üzerinde tutar; zalimleri de saptırır" âyeti, kabir azabı hakkında nazil olmuştur.

İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Allah inananları, dünya hayatında ve âhirette sağlam bir söz üzerinde tutar" âyeti hakkında şöyle buyurdu:

“Burada, kabrinde olan mümin kastedilmiştir. Mümin (kabrinde) sınanacağı zaman, ona soru soracak iki melek gelip: «Rabbin kimdir? Dinin nedir? Peygamberin kimdir?» diye sorarlar. Mümin: «Rabbim Allah, dinim ise İslam'dır» cevabını verince, onlar:' «Allah, seni sevip razı olduğun şeyde sabit kılsın» deyip, gözünün alabildiğince kabrini genişletirler ve ona Cennete bir kapı açarlar. Sonra: «Emniyet içinde uyuyan gencin uykusu gibi huzur içinde uyu» denilir. «O gün, cennetliklerin kalacağı yer çok iyi, dinlenecekleri yer çok güzeldir» âyeti bu konuda nazil olmuştur. Kafire ise: «Rabin kimdir? Dinin nedir? Peygamberin kimdir?» diye sorduklarında: «Bilmiyorum» cevabını verir. Bunun üzerine: «Bilemeyesin ve doğru yolu bulamayasın» denilip, ateşten kamçıyla ona vururlar. Kamçının sesini insanlar ve cinler dışında bütün canlılar duyarlar. Sonra onun için Cehenneme bir kapı açılır ve kabri o kadar sıkıştırılır ki, beyni, tırnakları ve eti arasından çıkar."

İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Ölü kabrine konulduğu zaman iki melek gelerek: «Aranızda, ismi Muhammed olan bu adam hakkında ne dersin?» diye sorarlar. Bunun üzerine Yüce Allah bu kişiye sağlam durup sorulanlara cevap vermesini nasib eder. Kabirdeki sağlam durma beş şeydedir: Bunlar da, kulun: «Rabbim Allah, dinim İslam, Peygamberim Muhammed'dir. Şahitlik ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur ve yine şahitlik ederim ki, Muhammed, Onun kulu ve elçisidir» demesidir. Sonra ona: «Burada kal! Sen mümin olarak yaşadın, mümin olarak öldün ve mümin olarak diriltileceksin» denilir. Sonra kendisine Cennetteki, Rahman'ın Arş'ının nuruyla parlayan yerini gösterirler."

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Merdûye, Katâde vasıtasıyla Enes'ten Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Ölü kabrine konulduğu ve arkadaşları onu bırakıp gittiği zaman, onların ayak seslerini duyar. İki melek gelip kendisini oturturlar ve: «Bu adam hakkında ne diyordun?» diye sorarlar." —İbn Merdûye:

“Aranızda, Muhammed adındaki olan bu adam" ibaresini eklemiştir.— Mümin: «Onun, Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna şahitlik ederim» der. Bunun üzerine kendisine: «Cehennemdeki yerine bak. Allah onun yerine sana cennetten bir yer verdi» denilir"

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) devamla:

“Mümin hem cehennemdeki, hem de cennetteki yerini görür" buyurdu. Katâde der ki:

“Bize bildirildiğine göre bu kişinin kabri, yetmiş arşın genişletilir ve taze nimetlerle doldurulur."

Münafığa ise: «Bu adam hakkında ne derdin?» diye sorulunca, münafık: «Bilmiyorum. İnsanların dediğini diyordum» cevabını verir. Bunun üzerine kendisine: «Bilemeyesin ve okuyamayasın» denilir ve demir topuzla kendisine vurulunca öyle bir çığlık atar ki insanlar ve cinler dışında kâinattaki tüm mahlukat onu duyarlar. "

Ahmed, Ebû Dâvud, İbn Merdûye ve Beyhakî Azabu'l-Kabr'da, Enes'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Bu ümmet kabirlerinde sınanır. Mümin mezara konulduğu zaman melek gelip ona: «Sen kime kulluk ederdin?» diye sorar. Eğer Allah bu kişiye hidayeti dilerse: «Allah'a kulluk ederdim!» der. Kendisine: «Peki, bu adam hakkında ne dersin?» diye sorduklarında: «O Allah'ın kulu ve Resulüdür!» der. Ona başka da bir şey sormazlar ve onu alıp kendisi için ateşin içinde yapılmış olan bir eve götürürler. Ona: «Ateşte senin için hazırlanan ev buydu. Ancak Allah seni korudu, sana merhamet edip bu ev yerine Cennette bir ev tahsis etti» derler. Mümin bunu görünce: «Bana izin verin de aileme gidip onlara bu müjdeyi vereyim!» der, ama ona: «Yerinde kal!» karşılığını verirler.

Kâfir de kabre konulduğu zaman melek yanına gelip onu azarlayarak: «Sen kime kulluk ederdin?» diye sorar. O: «Bilmiyorum!» der. Melek ona: «Bu adam hakkında ne diyordun?» diye sorunca, adam: «Hakkında insanlar ne diyorsa ben de aynısını diyordum» karşılığını verir. Bunun üzerine alının ortasına demirden topuzla vurulur. Adam öyle bir çığlık atar ki insanlar ve cinler dışında kâinattaki tüm mahlukat onu duyarlar."

Ahmed, İbn Ebi'd-Dünyâ, Taberânî M. el-Evsafta ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû'z-Zübeyr şöyle der: Câbir b. Abdillah'a kabir konusunu sorduğumda şu karşılığı verdi: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“Bu ümmet kabirlerinde imtihan edilirler. Mümin defnedilip yakınları da gittiğinde, çok korkunç görünümlü bir melek gelir ve ona: «Bu adam hakkında ne derdin?» diye sorar. Mümin: «O, Allah'ın Resulü ve kuludur, derdim» karşılığını verince, melek ona: «Cehennemde oturacağın yere bak. O gördüğün yer senin yerindi Ama değiştirildi ve oturacağın yer Cennette gördüğün yer oldu» der. Ona iki yer de gösterildiğinde, mümin: «Bırakın da aileme haber vereyim» der. Ona: «Yerinde kal!» denilir. Münafığa gelince ise yakınları gittiğinde oturtulur ve melekler ona: «Bu adam hakkında ne derdin?» diye sorarlar. Münafık: «Bilmiyorum, insanların dediği gibi diyordum» cevabını verir. Bunun üzerine ona: «Bilmeyesin! Şurası senin Cennette oturacağın yerdi ama cehennemle değiştirildi» denilir." Câbir der ki:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Her kul öldüğü şey üzere diriltilir. Mümin imanı ile münafık da nifakı ile» buyurduğunu işittim."

İbn Ebî Âsim es-Sünne'de, İbn Merdûye ve Beyhakî, Ebû Süfyân vasıtasıyla, Câbir'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Mümin kabrine konulduğu zaman iki melek gelip onu azarlarlar ve mümin, uyuyanın uykudan fırladığı gibi fırlar. Kendisine: «Rabbin kimdir?» diye sorulunca, «Rabbim Allah, dinim İslam, Peygamberim Muhammed'dir» cevabını verir. Bunun üzerine bir münadi: «Doğru söyledi Ona Cennette yer açın, Cennet elbiselerinden giydirin» diye seslenir. Mümin: «Bırakın da aileme haber vereyim» deyince, kendisine: «Yerinde kal» karşılığı verilir. "

Beyhakî'nin Azabu'l-Kabr'da, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Ey Ömer! Sana yerde üç arşın bir karış derinliğinde, bir arşın bir karış eninde bir yer hazırlandığında, sonra ailen seni yıkayıp kefenleyip üstüne kâfur da koyup gömmek üzere taşıdıklarında, üstüne toprak atıp gittikten sonra sesleri şiddetli gök gürültüsü, gözleri şimşek gibi olan, saçları sarkan sorgu melekleri Münker ve Nekir gelip seni sallayarak: «Rabbin kim? Dinin nedir?» diye sormaya başladıklarında ne yapacaksın?" dedi. Hazret-i Ömer:

Resûlallah! O gün ben, şimdiki hâlim (aklım ve imanım) gibi mi olacağım?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet" cevabını verince, Hazret-i Ömer:

“O zaman, Allah'ın izniyle onlara yeterim ey Allah'ın Resûlü" dedi.

Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Ölü, kendisini defnedenler geri dönerken onların ayak seslerini duyar. Sonra ölü oturtulup: «Rabbin kim?» diye sorulur. O: «Rabbim Allah'tır» cevabını verince, «Dinin nedir?» diye sorulur. O: «İslam» cevabını verince, «Peygamberin kim?» diye sorulur. O: «Muhammed» cevabını verince, «İlmin nedir?» diye sorulur. O: «Onu bildim, kendisine iman edip getirdiği kitabı tasdik ettim» cevabını verir. Sonra onun kabri göz alabildiğince genişletilir ve ruhu müminlerin ruhlarının yanına konur."

Taberânî M. el-Evsat'ta İbn Abbâs'ın:

“Kabirde ölünün yanına gelen iki meleğin ismi Münker ve Nekîr'dir" dediğini bildirir.

Ahmed, İbn Ebi'd-Dünyâ, Taberânî, el-Âcurrî eş-Şerîa'da ve İbn Adiyy'in Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kabirde soru soran iki melekten bahsedince, Hazret-i Ömer:

“Ey Allah'ın Resûlü! O zaman, şimdiki aklımız bize verilecek mi?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet. Bugünkü halinizde olacaksınız" buyurunca, Hazret-i Ömer:

“O zaman (soracakları sorulara) cevabı yapıştırırım" dedi.

İbn Ebû Dâvud el-Ba's'ta, Hâkim Tarih'te ve Beyhakî Azabu'l-Kabf âa, Ömer b. el-Hattâb'ın şöyle dediğini bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana:

“Dört arşına iki arşın boyundaki yere girip Münker ve Nekîr'i görünce ne yaparsın?" diye sorunca:

“Ey Allah'ın Resûlü! Münker ve Nekîr nedir?" karşılığını verdim. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunlar kabirde ölüyü sorguya çekerler; dişleriyle yeri kazarlar. Onların saçları yere kadar sarkar; sesleri gök gürültüsü gibi korkunçtur. Bakışları ise göz kamaştırıcı şimşek gibidir, yanlarında bütün Minâ halkının bir araya gelse kaldıramayacağı bir topuz vardır. Fakat benim elimdeki şu asayı kaldırdığım gibi, onlar o topuzu kolayca kaldırırlar. Onlar seni imtihan ederler. Eğer cevap veremezsen veya yanlış cevap verirsen o topuzu sana öyle bir vururlar ki kül haline gelirsin" buyurdu. Ben:

“Ey Allah'ın Resûlü! Ö zaman ben şimdiki hâlimle mi olacağım?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet" cevabını verdi. Bunun üzerine ben:

“O zaman onlara galip gelirim" dedim.

Tirmizî, İbn Ebi'd-Dünyâ, İbn Ebî Âsim, el-Âcurrî ve Beyhakî, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Ölü kabre konulduğu zaman siyah ve mavi renkte adları Münker ve Nekîr olan iki melek gelip ona şöyle derler: «Bu adam hakkında ne derdin?» O da, hayattayken ne diyor ise öyle der. Eğer mümin ise: «O, Allah'ın kulu ve Resülüdür. Ben şehâdet ederim ki Allah'tan başka gerçek ilah yoktur. Muhammed de onun kulu ve elçisidir» der. Melekler de: «Senin böyle diyeceğini biliyorduk» derler. Sonra kabri yetmiş arşına yetmiş arşın genişletilerek aydınlatılır ve ona «Uyu!» derler. O: «Beni bırakın da gidip aileme haber vereyim» deyince, melekler ona: «Sadece ailesinden çok sevdiği biri tarafından uyandırılabilen damadın uyuması gibi uyu» karşılığını verirler. Yüce Allah onu yattığı yerden diriltinceye kadar da öyle kalır. Eğer kişi münafık ise: «Bilmiyorum! İnsanlar onun hakkında ne diyorsa ben de aynısını diyordum» karşılığını verir. Bunun üzerine kendisine: «Senin böyle diyeceğini biliyorduk» derler. Sonra yere: «Onu sıkıştır!» denilir ve yer onun kemikleri birbirine girinceye kadar sıkar. Yüce Allah onu yattığı yerden diriltinceye kadar bu azap devam eder. "

İbn Ebi'd-Dünyâ'nın Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü, Hazret-i Ömer'e:

“Münker ve Nekir'i gördüğünde ne yapacaksın?" diye sorunca, Hazret-i Ömer:

“Münker ve Nekir nedir?" karşılığını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunlar kabirde ölüyü sorguya çekerler; sesleri gök gürültüsü gibi korkunçtur. Bakışları ise göz kamaştırıcı şimşek gibidir; saçları yere kadar sarkar ve dişleriyle yeri kazarlar. Yanlarında bütün Minâ halkının bir araya gelse kaldıramayacağı demirden bir asâ vardır" buyurdu.

Buhârî'nin Esma binti Ebî Bekr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Bana, kabirlerinizde sorguya çekileceğiniz vahyedildi. Kişiye: «Bu adam hakkındaki bilgin nedir?» diye sorulur. Mümin veya yakinen iman eden: «O, Allah'ın Resûlü Muhammed'dir. Bize açık delillerle ve doğru yolla geldi, biz de onun davetine icabet edip kendisine tâbi olduk» der. Bunun üzerine ona: «Biz senin mümin olduğunu biliyorduk. Rahat uyu» denilir. Münafık veya şüphe içinde olan ise: «Bilmiyorum, insanların bir şeyler dediğini duydum, ben de aynısını söyledim» der.'"

Ahmed'in, Esmâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“İnsan, kabre girdiği zaman eğer müminse, ameli, namazı ve orucu kendisini kuşatır. Melek, kendisine namazın olduğu yerden yaklaşınca, namaz onu geri çevirir, oruç tarafından yaklaşınca da oruç onu geri çevirir. Bunun üzerine melek ona seslenerek: «Otur!» der. Mümin oturunca ise melek: «Bu adam, -yani Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)- hakkında ne dersin?» diye sorar. Mümin: «Kim hakkında?» diye sorunca, melek: «Muhammed hakında» cevabım verir. Mümin: «Onun, Allah'ın Resûlü olduğuna şahitlik ederim» deyince, melek: «Nereden biliyorsun? Ona yetiştin mi?» diye sorar. Mümin, tekrar: «Onun, Allah'ın Resûlü olduğuna şahitlik ederim» deyince, melek: «Bu doğrultuda yaşadın, böyle öldün, bu doğrultuda tekrar diriltileceksin» der. eğer ölen kişifâcir veya kafir biriyse, melek ona gelir ve kendisine yaklaşmasına engel olacak hiç bir şey bulunmaz. Onu oturtup: «Bu adam hakkında ne dersin?» diye sorar. O: «Hangi adam?» karşılığını verince, melek: «Muhammed» cevabını verir. O: « Vallahi bilmiyorum. İnsanların bir şeyler söylediğini duydum, ben de aynı şeyi söyledim» deyince, melek: «Bu doğrultuda yaşadın, böyle öldün, bu doğrultuda tekrar diriltileceksin» der. Kendisine kabrinde, meyveleri sığır derisinden yapılan tulum büyüklüğünde kor ateş olan bir canlı musallat edilir.

Bu canlı kendisine Allah'ın dilediği kadar vurur. Ona merhamet etmemesi için bu canlı, onun sesini duyamaz.

Ahmed ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe şöyle dedi: Yanıma Yahudi bir kadın girdi ve:

“Bana yemek ver, Allah seni Deccâl'in ve kabrin fitnesinden korusun" dedi. Ben de onu Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gelene kadar yanımda tuttum. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiğinde, ona:

“Bak bu kadın ne diyor" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ne diyor?" diye sorduğunda:

“Allah seni Deccâl'in ve kabrin fitnesinden korusun, diyor" karşılığını verdim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalktı, ellerini açıp Deccâl'in ve kabrin fitnesinden Allah'a sığındı ve şöyle buyurdu:

“Her peygamber ümmetini Deccal konusunda ikaz etmiştir. Ben de sizleri hiçbir peygamberin ümmetini ikaz etmediği bir şekilde ikaz edeceğim. Deccal kördür oysa Allah kör değildir. Deccâl'in alnında her müminin okuyabileceği bir şekilde «Kâfir» yazmaktadır.

Kabirdeki fitneye gelince, benden dolayı sorguya çekilecek ve bu şekilde imtihana tâbi tutulacaksınız. Eğer kişi mümin ise, kabrinde herhangi bir korku ve endişe taşımadan oturtulur ve ona: «Dünyadayken hangi hal üzere idin?» diye sorulur. O da: «Müslümandım» karşılığını verir. Benden dolayı ona: «Bu adam kim?» diye sorulduğunda: «O bize Allah katından delillerle gelen Resûlullah'tır. Ona inandık ve iman ettik» der. Ona: «Allah'ı gördün mü?» diye sorulunca ise: «Allattı görmeye kimsenin gücü yetmez» der. Önce ona ateş gösterilir, kendi kendini yiyen Cehennemi görür. Ona: «Allah'ın seni neyden koruduğuna bak» denilir. Sonra ona Cennet gösterilir, oradaki güzellikleri ve içindekileri görür. «Burası senin yerindir. Sen inanmış biriydin, inanmış olarak Öldün, öyle de haşr olursun inşallah» derler.

Fakat adam kötü biriyse, korku ve endişe içinde kabrinde oturtulur ve «Dünyadayken hangi hal üzere idin?» diye sorulur. O: «Bilmiyorum» cevabını verir. «Peki, bu adam hakkında ne diyordun?» diye sorduklarında: «İnsanların bir şey dediğini duyardık» diye cevap verir. Bunun üzerine önce ona Cennet gösterilir, onun güzelliklerini ve içindekileri görür. Ona «Bak, Allah seni nelerden mahrum bıraktı» denilir. Sonra ona cehennem gösterilir. Adam Cehennemin kendi kendini yemesini görür. Sonrasında ona: «Burası senin yerindir. Sen şüphe içindeydin, o şekilde öldün ve o şekilde haşr olursun inşallah» denilir. "

Ahmed Zühd'de ve Ebû Nuaym el-Hilye'de, Tâvus'un şöyle dediğini bildirir:

“Ölüler, kabirlerinde yedi gün sorguya çekilirler. Bu sebeple onlar için (sevapları onlara bağışlanmak üzere) yedi gün yemek vermek müstehap görülmüştür."

İbn Cerîr Musannef’te, Haris b. Ebi'l-Haris'ten, Ubeyd b. Umeyr'in şöyle dediğini bildirir:

“Mümin ve münafık (kabirde) sorguya çekilir. Mümin yedi gün boyunca, münafık ise kırk gün boyunca sorguya çekilir."

İbn Şâhîn es-Sünne'de, Râşid b. Sa'd'ın şöyle dediğini bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hüccetinizi öğreniniz. Şüphesiz ki hesaba çekileceksiniz" derdi. Hatta Ensar'dan bir ailenin bir ferdi vefat edeceği zaman ve çocuk akil baliğ olunca onlara:

“Sana:

“Rabbin kim?" diye sorarlarsa:

“Rabbim Allah'tır" "Dinin nedir?" diye sorarlarsa:

“Dinim İslam'dır. "Peygamberin kimdir?" diye sorarlarsa:

“Peygamberim «Muhammed'dir» cevabını ver" diye tavsiyede bulunurlardı.

Ebû Nuaym'ın, Enes'ten bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), sahabeden vefat eden bir adamın defin işi bitince mezarının başında durup şöyle dedi:

“Şüphesiz biz Allah'a aidiz ve tekrar Ona döneceğiz. Allahım! O Sana misafir oldu ve sen huzuruna vanlanların en hayırlısısın. Toprağı (yerin sıkıntısını) ondan uzaklaştır. Sema kapılarını ruhu için aç, onu güzel bir şekilde kabul et ve hesaba çekilirken güzelce cevap verebilmesini nasib et. "

Ebû Dâvud, Hâkim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Osmân b. Affân der ki:

“Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), kabristanda defnedilmekte olan birinin yanına gelip:

“Kardeşiniz için mağfiret dileyiniz ve ona sebat verilmesi için dua ediniz, çünkü şu anda ona soru sorulmaktadır" buyurdu.

Saîd b. Mansûr'un İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü cenaze defnedilip kabri düzeltildikten sonra, mezarın başında durur ve:

"Allahım! Arkadaşımız, dünyayı arkasında bırakıp Senin misafirin oldu. Allahım, hesaba çekilirken güzelce cevap verebilmesini nasib et ve ona kabrinde gücünün yetmeyeceği yükü yükleme" diye dua ederdi.

Taberânî ve İbn Mende, Ebû Umâme'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kardeşlerinizden birisi vefat edip defin işini bitirince, biriniz kabrinin başında durup şöyle desin: «Ey Falan kadının oğlu falan!» ölü, böyle diyenin sesini duyar, ama cevap veremez. Sonra bir daha: «Ey- Falan kadının oğlu falan!» deyince, ölen kişi kalkıp oturur. Sonra bir daha: «Ey Falan kadının oğlu falan!» deyince ise: «Bizi irşad et, Allah sana merhamet etsin» der, ama siz farkına varmazsınız. Vefat edenin başında duran kişi şöyle desin: «Dünyadayken, Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed Allah'ın kulu ve elçisidir şeklindeki tanıklığını, Allah'ın rab, Muhammed'in peygamber ve Kur'ân'ın da imam olduğuna razı olduğunu hatırla.» Böyle yapınca Münker ve Nekir birbirinin elinden tutup: «Haydi buradan çıkalım, yanıtı kendisine öğretilen kişiye biz ne yapacağız?» der. Allah ona, sorgu meleklerine karşı kanıtını öğretmiş olur." Bir adam:

“Ey Allah'ın Resûlü! Ya anasının kim olduğunu bilmezse?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Adamı Havva'ya nispet edip: «Ey Havva oğlu falan» dersin" cevabını verdi.

İbn Mende'nin bildirdiğine göre Ebû Umâme der ki:

“Vefat ettiğim zaman beni defnettiğinizde bir kişi başucumda durup: «Ey Suday b. Aclân! Dünyadayken, Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed Allah'ın kulu ve elçisidir şeklindeki tanıklığını hatırla» desin."

Saîd b. Mansûr, Râşid b. Sa'd, Damra b. Habîb ve Hakîm b. Umeyr şöyle dediler:

“Ölü defnedilip insanlar yanından ayrıldığı zaman, ölü için kabrinin başında bir kişinin üç defa: «Ey falan! Lâ İlâhe illallah, de» denildikten sonra:

"Ey falan! Rabbim Allah, dinim İslam, peygamberim de Muhammed'dir, de" denilip sonra ordan ayrılması müstehap görülmüştür.

Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usul'da, Amr b. Murre'nin şöyle dediğini bildirir: Ölü mezarına konulduğu zaman:

“Allahım! Onu kovulmuş şeytandan koru" denilmesi müstehap görülürdü.

Hakîm et-Tirmizî, Süfyân es-Sevrî'nin şöyle dediğini bildirir: Ölüye:

“Rabbin kimdir?" diye sorulunca, şeytan ona bir sûrette görünür ve kendine işaret ederek:

“Senin Rabbin benim" der.

Nesâî'nin Râşid b. Sa'd'dan, onun da Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından bir adamdan bildirdiğine göre, bir kişi:

“Ey Allah'ın Resûlü! Neden müminler kabirlerinde imtihan edilir de, şehit imtihan edilmez?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Başının üzerindeki kılıçların parıltısı onun için imtihan olarak yeter" cevabını verdi.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes der ki: Eş'arîlerden bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) yedi yil hizmet edince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunun, üzerimizde hakkı vardır. Onu çağırın da ihtiyacını bize söylesin" buyurdu. Adamı çağırdıklarında, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“İhtiyacını söyle" buyurdu. Adam:

“Ey Allah'ın Resûlü! Sabaha kadar bana izin ver de istihare edeyim" dedi ve sabah olup Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) onu çağırınca:

“Ey Allah'ın Resûlü! Kıyamet günü bana şefaatçi olmanı istiyorum" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Allah inananları, dünya hayatında ve âhirette sağlam bir söz üzerinde tutar..."âyetini okuyup:

“Öyle ise, secdelerin çokluğuyla bana yardımcı ol" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre Meymûn b. Ebî Şebîb der ki: Haccâc zamanında Cuma namazını kılmak istedim, namaza gitmek için hazırlanınca (kendime):

“Nerede namaz kılmak için gidiyorum? Bunun (Haccâc'ın) arkasında mı!" dedim. Gitmek ve gitmemek arasında kararsız kalınca, evin bir tarafından:

“Ey Mü’minler! Cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman Allah'ı anmaya koşun; alım satımı bırakın; bilseniz, bu sizin için daha iyidir" diyen bir ses duydum. Bir defasında da, bir mektup yazmak için oturdum, aklıma, yazdığım takdirde mektubumu güzelleştirecek ama yalan söylemiş olacağım, eğer yazmazsam, mektubumun kötü olacağı ama doğru söylemiş olacağıma dair bir fikir geldi. Bu fikri yazmak ve yazmamak arasında kararsız kaldım ve sonunda yazmamaya karar verdim. Bu sırada evin bir tarafından:

“Allah inananları, dünya hayatında ve âhirette sağlam bir söz üzerinde tutar..." diyen bir ses duydum."

28

Bkz. Ayet:30

29

Bkz. Ayet:30

30

"Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi? Onlar cehenneme girecekler. O ne kötü karargâhtır! (İnsanları) Allah yolundan saptırmak için O na ortaklar koştular. De ki: (İstediğiniz gibi) yaşayın! Çünkü dönüşünüz ateşedir."

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, Buhârî, Nesâî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de, İbn Abbâs'ın, "Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi?" âyetinde kastedilenlerin, Mekke kafirleri olduğunu söylediğini bildirir.

Buhârî Tarih'te, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb, "Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi?" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bunlar, Kureyş'in en günahkâr iki kavmi olan Muğîre oğulları ve Umeyye oğullarıdır. Muğîre oğullarının Bedir günü haklarından geldiniz. Umeyye oğullarına gelince, onlar bir süreye kadar faydalandırıldılar."

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, Hazret-i Ömer'e:

“Ey müminlerin emiri! «Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi?» âyetinden kimler kastedilmektedir?" diye sorunca, Hazret-i Ömer:

“Bunlar, Kureyş'in en günahkâr iki kavmi olan dayılarım ve senin amcalarındır. Allah, Bedir günü benim dayılarımın kökünü kazıdı, Senin amcalarına ise Allah, bir süreye kadar mühlet vermiştir" cevabını verdi.

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî M. el-Evsat'ta, Hâkim ve İbn Merdûye'nin, değişik kanallarla bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib, "Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi?" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bunlar, Kureyş'in en günahkâr iki topluluğu olan Umeyye oğulları ve Muğîre oğulları. Allah, Bedir günü Muğîre oğullarının kökünü kazıdı. Umeyye oğullarına gelince, onlar bir süreye kadar faydalandırıldılar."

Abdurrezzâk, Firyâbî, Nesâî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Enbârî el- Mesâhifte, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de, Ebu't-Tufeyl'den bildirir: İbnu'l-Kevvâ, Hazret-i Ali'ye, "Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi?" âyetinde kimlerin kastedildiğini sorunca, Hazret-i Ali:

“Onlar, Kureyş'in günahkarlarıdır. Onlara Bedir günü galip gelmiştiniz" cevabını verdi. İbnu'l- Kevvâ:

“Dünya hayatında, çalışmaları boşa gitmiştir, oysa onlar güzel iş yaptıklarını sanıyorlardı" âyetinden kimlerin kastedildiğini sorunca ise Hazret-i Ali:

“Harûrîler (Hariciler) onlardandır" cevabını verdi.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ali'ye, "Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi?" âyetinde kimlerin kastedildiği sorulunca:

“Ebû Cehl'in kabilesi olan Umeyye oğulları ile Mahzûm oğullarıdır" cevabını verdi.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ertea, Hazret-i Ali'nin, minberde:

“Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi?" âyeti hakkında:

“Kureyş dışında insanlar bu gruba girmekten uzaktır" dediğini duymuş.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ebî Hüseyn der ki: Ali b. Ebî Tâlib, (insanlara hitab etmek için) kalkıp:

“Bana Kur'ân'dan soracak yok mu? Vallahi, eğer bu gün Kur'ân hakkında benden daha bilgilisinin olduğunu bilsem, bu kişi denizlerin ardında bile olsa, ona giderdim" deyince, Abdullah b. el-Kevvâ kalkıp:

“Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi?" âyetinde kimler kastedilmektedir?" diye sordu. Hazret-i Ali:

“Bunlar Kureyş müşrikleridir. Onlara Allah'ın nimeti olan iman gelmiş, onlar ise kavimlerini helâk yurduna sürüklemişlerdir" cevabını verdi.

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, Hâkim el-Kunâ'da, Ali b. Ebî Tâlib'in, "Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi?" âyeti hakkında:

“Âyette kastedilenler, Bedir günü öldürülen Kureyş kafirleridir" dediğini bildirir.

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi?" âyetinde kastedilenler, Bedir savaşma katılan müşriklerdir.

Mâlik Tefsifde, Nâfi'den bildirir: İbn Ömer, "Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi?" âyeti hakkında:

“Âyette kastedilenler, Bedir günü öldürülen Kureyş kafirleridir" demiştir.

İbn Cerîr'in Atâ b. Yesâr'dan bildirdiğine göre bu âyet, Bedir günü öldürülen Kureyş kafirleri hakında nazil olmuştur.

İbn Ebî Hâtim'in Amr b. Dînâr'dan bildirdiğine göre "Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi?" âyetinde kastedilenler Kureyşlilerdir. Ayyetteki nimetten kasıt ise Hazret-i Muhammed'dir (sallallahü aleyhi ve sellem).

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Biz, "Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi?" âyetinde kastedilenlerin Mekke halkından, Yüce Allah'ın Bedir günü öldürdüğü Ebû Cehil ve arkadaşları olduğunu söylerdik.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi?" âyetinde kastedilenler, Cebele b. el-Eyhem ve ona tâbi olup Bizanslılara iltihak edenlerdir.

İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, helak mânâsındadır.

İbn Cerîr'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre "Sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi?" âyeti:

“Kavimlerinden kendilerine uyanları helaka sürüklediler" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd der ki: (.....) kelimesinin, ateş mânâsındadır. Yüce Allah, bunu açıklamış ve:

“Onlar cehenneme girecekler. O ne kötü karargâhtır" buyurmuştur.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Onlar cehenneme girecekler. O ne kötü karargâhtır" âyetini açıklarken:

“Cehennem onların âhiretteki yurdudur" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Allah'a ortak koştular" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in Ebû Rezîn'den bildirdiğine göre "De ki: (İstediğiniz gibi) yaşayın" âyeti:

“Eceliniz gelinceye kadar yaşayın" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "İnanan kullarıma söyle, namazı kılsınlar; alışveriş ve dostluğun olmayacağı günün gelmesinden önce, kendilerine verdiğimiz rızıktan açık ve gizli sarf etsinler" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yüce Allah, dünyada alışverişin ve insanların dünyada iken birbirleri arasında kuracakları dostluğun olduğunu bilmektedir. Kişi kiminle dostluk yaptığına ve niçin onunla beraber olduğuna baksın. Şayet bu dostluk Allah rızâsı içinse devam etsin. Şayet Allah rızâsından başka bir şey içinse bilsin ki her dostluk, kıyamet günü sahibi için düşmanlık olacaktır. Sadece takva sahiplerinin dostluğu bunun dışındadır."

31

İman eden kullarıma de ki: Namazı gereği üzere kılsınlar ve kendinde ne bir alış veriş, ne de bir dostluk olmıyan (hiç bir fayda umulmıyan) bir kıyâmet günü gelmezden önce, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden gizli ve aşikâr (yerli yerinde zekât verip hayırlara) harcasınlar.

32

"Allah, gökleri ve yeri yaratan, gökten yağmur indiren ve onunla size rızık olarak türlü meyveler çıkaran, emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri emrinize veren, nehirleri de hizmetinize sunandır"

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Nehirleri de hizmetinize sunandır" âyetini açıklarken:

“Yüce Allah, her beldede nehirleri ve denizleri insanoğlunun hizmetine vermiştir" dedi.

33

"O, âdetleri üzere hareket eden Güneş'i ve Ay'ı sizin hizmetinize sunan, geceyi ve gündüzü sizin emrinize verendir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "O, âdetleri üzere hareket eden Güneş'i ve Ay'ı sizin hizmetinize sunan, geceyi ve gündüzü sizin emrinize verendir" âyetini açıklarken:

“Güneş ve Ay, Allah'ın emrine uyarak hareket ederler" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Güneş su dolabı gibidir. Gündüzün gökte yörüngesinde akar gider. Battığı zaman ise geceleyin yine yörüngesinde ve yerin altında yürümesine devam eder. Sonunda doğduğu yerden yeniden doğar. Ay da böyledir."

34

"O, istediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah'ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız. Şüphesiz insan çok zalimdirr çok nankördür."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime, (.....) âyetini:

“Rağbet ettiğiniz her şeyi size verdi" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir, Mücâhid'den aynı rivâyette bulunmuştur.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), (.....) âyetini:

“Ondan istediğiniz her şeyi size vermiştir" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk, bu âyeti, (.....) şeklinde olumsuz anlamında okur ve:

“Ondan istemediğiniz herşeyden vermiştir" şeklinde tefsir ederdi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve Beyhakî Şu'abıı'l-îman da, Talk b. Habîb'in şöyle dediğini bildirir:

“Allah'ın hakkı, kulların kaldıramayacağı kadar ağırdır. Allah'ın nimetleri de kulların sayamayacağı kadar çoktur. Ama sizler, tövbe ederek sabahlayın ve tövbe ederek akşamlayın."

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, Süleymân et-Teymî'nin şöyle dediğini bildirir:

“Allah, kullarına kendi yüceliğince nimet vermiştir. Onlardan da güçlerinin yettiğince şükretmelerini istemiştir."

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Bekr b. Abdillah:

“Allah'a hamd olsun" diyen hiçbir kul yoktur ki, "Allah'a hamd olsun" dediği için ona bir nimet vacip olmasın, deyince, kendisine:

“Peki, (Allah'a hamd olsun) dediği için kendisine verilen bu nimetin karşılığı nedir?" diye sorulunca, Bekr b. Abdillah:

“Allah'a hamd olsun, demesidir. Böyle derse bir nimet daha gelir ve Allah'ın nimetleri tükenmez" cevabını verdi.

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Bekr b. Abdillah el- Muzenî der ki:

“Ey Âdemoğlu! Allah'ın sana verdiği nimetin büyüklüğünü bilmek istersen gözlerini kapat."

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ der ki:

“Allah'ın, üzerindeki nimetlerini sadece yemek ve içmekte bilen kişinin ilmi az, azabı da hazır olmuş demektir."

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî, Süfyân b. Uyeyne'nin şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah, kullarına Lâ ilahe illallah'ı tanıtmaktan daha büyük bir nimet vermemiştir. Lâilahe illallah, âhirette onlar için dünyadaki su gibidir."

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ud der ki:

“Yüce Allah'ın Cehennemliklere öyle bir minneti vardır ki, eğer ateşten daha şiddetli bir azap ile onlara azap etmek isteseydi bunu yapardı."

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, Muhammed b. Salih'in şöyle dediğini bildirir: Âlimlerden biri, "Eğer Allah'ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız" âyetini okuyunca şöyle derdi:

“Kula, Allah'ı hakkıyla idrak edemeyeceği ilmini verdiği gibi nimetlerini de saymaktan aciz olduğu ilmini veren Allah'ı bütün eksikliklerden tenzih ederim. Allah, âlimlerin kendisini hakkıyla idrak edemeyeceklerini bilmelerini imandan saydığı gibi, nimetlerini saymaktan aciz olduklarını bilmelerini de bu nimetlere karşı şükür olarak kabul etmiştir. Zira Allah kullarının kendilerini aşan şeyleri idrak edemeyeceklerini bilmektedir."

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî, Benî Hâşim'in azatlısı Ebû Eyyûb el-Kureşî'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud (aleyhisselam):

“Ey Rabbim! Bana, üzerimdeki en küçük olan nimetini bildir" deyince, Yüce Allah ona:

“Ey Dâvud! Nefes al!" diye vahyetti. Hazret-i Dâvud (aleyhisselam) nefes alınca, Yüce Allah:

“İşte benim sana verdiğim en küçük nimetim budur" buyurdu.

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih der ki: Bir âbid, Yüce Allah'a elli yıl ibadet edince, Yüce Allah ona:

“Seni bağışladım" diye vahyetti. Âbid:

“Ey Rabbim! Ben günah işlemediğim halde neyimi bağışlayacaksın?" deyince, Yüce Allah, âbidin boynundaki bir damara emretti ve damardaki kan hızlıca dolaşmaya başladı. Adam bu ağrıyla ne uyuyabildi, ne de namaz kılabildi. Sonra ağrısı dinip adam da uyuyunca, o gece kendisine bir melek geldi. Adam, meleğe şikâyette bulunup:

“Bu damarın ağrısından çok çektim" deyince, melek:

“Rabbin: «Elli yıllık ibadetin, çektiğin ağrının dinmesini ancak karşılamaktadır» buyuruyor" karşılığını verdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb:

“Allahım! Zulmümü ve küfrümü bağışla" deyince, bir adam:

“Ey müminlerin emiri! Zulmü anladık ta küfür dediğin nedir?" diye sordu. Bunun üzerine Hazret-i Ömer:

“Şüphesiz insan çok zalimdir, çok nankördür" âyetini okudu.

35

Bkz. Ayet:36

36

"Hani İbrahim demişti ki: Rabbim! Bu şehrî güvenli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut. Rabbim! çünkü o putlar insanlardan birçoğunu saptırdılar. Artık kim bana uyarsa, o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, şüphesiz sen çok bağışlayan, çok merhamet edensin"

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Hani İbrahim demişti ki: Rabbim! Bu şehri güvenli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yüce Allah, Hazret-i İbrahim'in (aleyhisselam) oğullarıyla ilgili duasını kabul etti. Onun dua etmesinden sonra oğullarından hiç biri putlara tapmamıştır. Yine Yüce Allah onun duasını kabul edip bu şehri güvenli kılmış, şehir halkını ürünlerle rızıklandırmış, Hazret-i İbrâhim'i (aleyhisselam) önder yapmış, zürriyetinden de namaz kılanlar ve duası kabul edilenler yaratmış, kendisine hac menâsikini gösterip tövbesini kabul etmiştir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Hani İbrahim demişti ki: Rabbim! Bu şehri güvenli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut. Rabbim! Çünkü o putlar insanlardan birçoğunu saptırdılar. Artık kim bana uyarsa, o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, şüphesiz sen çok bağışlayan, çok merhamet edensin" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“İnsanlardan birçoğunu saptıranlar putlardır. Allah'ın dostu İbrahim'in (aleyhisselaın) sözünü dinleyiniz:

“Hayır vallahi, onlar, ne lanet eden, ne de söven bir topluluk değildi. Allah'ın kullarından en şerlileri, lanet edenler" denirdi. Allah'ın peygamberi Hazret-i İbrâhim de:

“Onlara azabedersen, doğrusu onlar Senin kullarındır; onları bağışlarsan, Güçlü olan, Hakim olan şüphesiz ancak Sensin" demiştir."

Hakîm et-Tirmizi Nevâdiru'l-Usul'da, Ebû Mûsa el-Eş'arî'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Araplar için dua ettim ve: «Allahım! Sana iman edip inanarak, huzuruna çıkılacağına inanarak huzuruna varırsa, hayatı boyunca yaptıklarını bağışla» dedim. Bu dua, babamız İbrahim'in duasıdır. Kıyamet günü hamd sancağı benim elimdedir ve o gün, sancağıma en yakın olacak olanlar Araplardır. "

Ebû Nuaym Delâil'de, Akîl b. Ebî Tâlib'den bildirir: Ensar'dan olan altı kişi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelince, Akabe Cemresinin (Büyük Şeytan'ın) yanında onlarla oturdu ve kendilerini Allah'a, Ona ibadet etmeye, dinine yardım etmeye davet etti. Onlar, kendisine vahyedilen şeylerden okumasını isteyince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) İbrâhîm Sûresinden, "Hani İbrahim demişti ki: Rabbim! Bu şehri güvenli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut. Rabbim! Çünkü o putlar insanlardan birçoğunu saptırdılar. Artık kim bana uyarsa, o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, şüphesiz sen çok bağışlayan, çok merhamet edensin" âyetlerinden başlayarak sûrenin sonuna kadar okudu. Ensar'dan olan bu altı kişi, bu âyetleri kalpleri yumuşayıp davetini kabul ettiler.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbrâhim et-Teymî der ki:

“Hazret-i İbrâhim'in, "Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut" dedikten sonra, kim beladan emin olabilir ki!?"

Süfyân b. Uyeyne der ki: Hazret-i İbrâhim'in, "Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut" şeklindeki duası sebebiyle, Hazret-i İsmâil'in soyundan hiç kimse putlara tapmamıştır." Süfyân'a:

“Neden Hazret-i İbrâhim'in, İshâk ve diğer çocukları bu duanın kapsamına girmiyor" diye sorulunca, Süfyân şöyle cevap verdi:

“Çünkü Hazret-i İbrâhim, bu şehirde ikamet ettirdiği kişilerin putlara tapmaması için dua etmiş ve:

“Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut" demiştir. Bütün şehirler için dua etmemiştir. Hazret-i İbrâhim, bu duasını ailesine has yapmış ve:

“Rabbimiz! Ben çocuklarımdan kimini, namaz kılabilmeleri için Senin kutsal evinin yanında, ziraata elverişsiz bir vadiye yerleştirdim" demiştir.

37

"Rabbimiz! Ben çocuklarımdan kimini, namaz kılabilmeleri için Senin kutsal evinin yanında, ziraata elverişsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! İnsanlardan bîr kısmının gönüllerini onlara meylettir, şükretmeleri için onları ürünlerle rızıklandır."

Vâkıdî ve İbn Asâkir, Âmir b. Sa'd vasıtasıyla, babasının şöyle dediğini bildirir: Sâre, Hazret-i İbrâhim'in nikahı altındaydı ve onunla yüz yıl yaşamasına rağmen çocuğu olmayınca, Hazret-i İbrâhim'e Kıptî biri olan cariyesi Hâcer'i Hazret-i İbrâhim'e hediye etti. Sâre, Hâcer'in Hazret-i İsmâil'i doğurmasından sonra onu kıskanmaya ve kötü davranmaya başlayarak, onun üç organını keseceğine dair yemin etti. Hazret-i İbrâhim:

“Yeminini yerine getirmek ister misin?" diye sorunca, Sâre:

“Nasıl yapacağım?" karşılığını verdi. Hazret-i İbrâhim:

“Hâcer'in kulaklarını del ve onu sünnet et" deyince, Sâre Hazret-i İbrâhim'in söylediği gibi yaptı. Hacer, kulaklarına iki küpe koyduğunda daha da güzelleşince, Sâre:

“Görünen o ki, onun güzelliğini arttırmaktan başka bir şey yapmadım" deyip, Hazret-i İbrâhim'in onunla beraber olmasına tahammül edemez oldu. Bu durumu gören Hazret-i İbrâhim, Hâcer'i Mekke'ye götürdü. Hazret-i İbrâhim, Hâcer'e olan sevgisinden ve düşkünlüğünden dolayı Burak'la her gün Şam'dan gelip onu ziyaret ederdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Rabbimiz! Ben çocuklarımdan kimini, namaz kılabilmeleri için Senin kutsal evinin yanında, ziraata elverişsiz bir vadiye yerleştirdim" âyetini açıklarken:

“Hazret-i İbrâhim, Hazret-i İsmâil ve annesini Mekke'ye yerleştirmişti" dedi.

İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Hazret-i İbrâhim, "İnsanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, şükretmeleri için onları ürünlerle rızıklandır" dediği zaman, bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, demeyip te:

“İnsanların gönüllerini onlara meylettir" deseydi, oradaki Türkler ve Rumların sayısı sizden çok olurdu.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin bildirdiğine göre Mücâhid, "İnsanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, şükretmeleri için onları ürünlerle rızıklandır" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Eğer Hazret-i İbrâhim, bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, demeyip te: «İnsanların gönüllerini onlara meylettir» deseydi, Fârisiler ve Rumlar, orayı doldururlardı."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hakem der ki: İkrime, Tâvus ve Atâ b. Ebî Rabâh'a, "İnsanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, şükretmeleri için onları ürünlerle rızıklandır" âyetini sorduğumda:

“Kalpleri Kâbe'ye meyleder ve oraya giderlerdi" cevabını verdiler. Bir lafızda ise:

“Hac etmek için Mekke'ye gitmeyi arzularlardı" şeklindedir.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti:

“İnsanların gönüllerinin onlara akması" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Muhammed b. Müslim et-Tâifî'den bildirdiğine göre Hazret-i İbrâhim, Harem için dua edip, "Şükretmeleri için onları ürünlerle rızıklandır" deyince, Allah, Tâif'i Filistin'den alıp şimdiki yerine taşıdı.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zührî der ki:

“Yüce Allah, Hazret-i İbrâhim'in duası sebebiyle Şam kasabalarından birini taşıyıp Tâif'e yerleştirdi."

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre "Ziraata elverişsiz bir vadiye yerleştirdim" âyetinden kastedilen yer, o zaman ekinin olmadığı Mekke kastedilmiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Rabbimiz! Ben çocuklarımdan kimini, namaz kılabilmeleri için Senin kutsal evinin yanında, ziraata elverişsiz bir vadiye yerleştirdim" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bu kutsal ev, Yüce Allah'ın kötülüklerden temizlediği, kıble yaptığı, Harem'i saydığı ve Hazret-i İbrâhim'in, oğulları için seçtiği bir evdir. Bize bildirildiğine göre Ömer b. el-hattâb bir hutbesinde şöyle dedi:

“Bu evin idaresini ilk olarak alanlar, Tasm'lardır. Bunlar bu evde isyan ettiler ve ona göstermeleri gereken saygıyı göstermediler, onda yapılması haram olan şeyleri helal saydılar. Bu sebeple Allah onları helak etti. Sonra ey Kureyş topluluğu! Bu evin idaresini siz aldınız. İsyan etmeyin ve ona göstermeniz gereken saygıyı gösterin, onda haram olan şeyleri helal saymayın. Onda kılınan bir namaz, başka yerde kılınan yüz namazdan daha üstündür. Onda yapılan günahlar da aynı şekildedir."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs "İnsanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, şükretmeleri için onları ürünlerle rızıklandır" âyetini açıklarken:

“Hazret-i İbrâhim, Yüce Allah'tan, insanlardan bazılarının, Mekke'de ikamet etmeyi sevmelerini istemiştir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, "İnsanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir/şükretmeleri için onları ürünlerle rızıklandır" âyetini:

“İnsanların kalplerini onlara meylettir. Çünkü beden, kalbin meylettiği yere gider. Bu dua sebebiyle, kalbi Kabe'ye sevgiyle bağlanmayan mümin yoktur."

İbn Abbâs der ki: Eğer Hazret-i İbrâhim dua ettiği zaman:

“İnsanların gönüllerini onlara meylettir" deseydi, Hıristiyanlar ve Yahudiler Kabe'ye varmak için izdiham oluştururlardı. Hazret-i İbrâhim, duasında, "İnsanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir" deyince, Allah sadece müminlerin kalbini meylettirdi.

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da hasen isnâdla, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Eğer Hazret-i İbrâhim, "İnsanların gönüllerini onlara meylettir" deseydi, Hıristiyanlar, Yahudiler ve bütün insanlar hac yapardı. Hazret-i İbrâhim, "İnsanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir" diyerek duasına sadece müminleri katmıştır.

İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine halkına:

“Allahım! Onların sâ'ına ve müddüne (ölçü ve tartılarına) bereket ver ve insanların gönüllerini onlara meylettir" diye dua yapmıştır.

38

Bkz. Ayet:41

39

Bkz. Ayet:41

40

Bkz. Ayet:41

41

"Rabbimiz! Doğrusu Sen gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah'tan gizli kalmaz. Kocamışken, bana İsmail ve İshak'ı veren Allah'a hamdolsun. Doğrusu Rabbim duaları işitendir. Rabbim! Beni ve çocuklarımı namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz! Duamı kabul buyur. Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, anamı babamı ve inananları bağışla."

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre, "Rabbimiz! Doğrusu Sen gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin" buyruğunda, gizli ve açığa vurulandan kastedilen hüzündür.

İbn Ebî Hâtim'in İbrâhim en-Nehaî'den bildirdiğine göre âyette geçen gizlenen şeyden kasıt, Hazret-i İbrâhîm'in, İsmâil ve annesine olan sevgisidir. Açığa vurulandan kastedilen ise, Hazret-i İbrahim'in, Sâre'ye Hâcer ve İsmail'i sevmediğini göstermesidir."

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Kocamışken, bana İsmail ve Ishak'ı veren Allah'a hamdolsun" âyetini açıklarken:

“Biri (İshâk), diğerinden (İsmâil'den) bir müddet sonra doğmuştur" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki:

“Hazret-i İbrâhim'e, yüz on yedi yaşında, çocuğunun olacağı müjdelenmiştir."

İbnü'l-Münzir, İbn Cüreyc'in, "Rabbim! Beni ve çocuklarımı namaz kılanlardan eyle" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Her zaman, Hazret-i İbrâhim'in soyundan bazıları fıtrat üzere kalarak kıyamete kadar Allah'a ibadet ederler."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şa'bî der ki:

“Kızıl develerimin olması, beni Hazret-i Nûh (aleyhisselam) ve Hazret-i İbrâhim'in (aleyhisselam) mümin erkek ve kadınlar için yaptıkları duaya dahil olmam kadar sevindirmez."

42

Bkz. Ayet:43

43

"Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor. O gün başlarını dikerek (çağırıldıkları yere doğru) koşarlar. Gözleri kendilerine bile dönmez, kalpleri de bomboştur"

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Harâitî'nin Mesâviu'l-Ahlâk'ta bildirdiğine göre Meymûn b. Mihrân, "Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma" âyetini açıklarken:

“Bu, mazlum için teselli, zalim için ise bir tehdittir" demiştir.

Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, Muâz b. Cebel'in şöyle dediğini bildirir: İsrâiloğullarından çocuğu olmayan bir adam vardı. Bu adam dışarıya çıkıp İsrâiloğullarının çocuklarından üzerinde süsler olan bir çocuk görünce, onu kandırıp eve alır, öldürdükten sonra da kendisine ait bir çukura atardı. Bir gün dışarıya çıkınca üzerlerinde süs olan iki kardeş buldu. Bu çocukları evine alıp öldürdü ve kendisine ait çukura attı. Bu adamın, Müslüman olan bir hanımı vardı ve bu kadın onun böyle yapmamasını söyleyip:

“Yüce Allah'ın sana vereceği ceza konusunda seni uyarıyorum" derdi. Adam ise:

“Eğer yaptıklarımdan dolayı Allah bana ceza verecek olsaydı, falan günler yaptığım şeyler için cezalandırırdı" karşılığını verirdi. Kadın da:

“Henüz, ölçeğin dolmamış, ölçeğin dolmuş olsaydı, yakalanıverirdin" derdi. Adam, kardeş olan bu iki çocuğu öldürünce, çocuklarn babası onları aramak için çıktı, ama onlardan haber verecek kimseyi bulamayıp, İsrâiloğullarının peygamberlerinden birinin yanına gitti ve durumu bildirdi.

Peygamber:

“Çocuklarının oynadıkları bir oyuncakları var mıydı?" diye sorunca, babalan:

“Evet. Onları oynadıkları bir köpek yavrusu vardı" cevabını verdi ve köpek yavrusunu getirdi. Peygamber, yüzüğünü köpeğin iki gözü arasına koydu ve onu serbest bırakıp:

“Bu köpeğin, İsrâiloğullarından gireceği ilk evde, çocuklarla ilgili bir işaret vardır" dedi. Köpek gidip evlerin arasında dolaştı ve bir eve girdi. Onlar da eve girince, iki çocuğun, üçüncü bir çocukla beraber öldürüldüğünü ve çukura atıldığını gördüler. Adamı peygambere götürdüklerinde, peygamber onun asılmasını emreti. Asılmak için direğin yanına getirildiğinde hanımı yanına gelip şöyle dedi:

“Ey falan! Ben seni bu günle ilgili olarak uyarıyor ve Yüce Allah'ın seni başıboş bırakmayacağını bildirmiştim. Sen ise: «Eğer.yaptıklarımdan dolayı Allah bana ceza verecek olsaydı, falan günler yaptığım şeyler için cezalandırırdı» diyordun. Ben de sana, henüz ölçeğinin dolmadığını söylüyordum. Bil ki, artık ölçeğin dolmuştur."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor" âyetini açıklarken:

“Vallahi, gözleri bakakalmıştır ve gözleri kendilerine dönemeyecek şekilde sabit kalmıştır" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, bu âyeti, "O gün başlarını dikerek gözlerini kırpmadan bakarlar. Gözleri kendilerine bile dönmez, kalpleri tıpkı bir harabe gibi bomboştur" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre kelimesi, "Devamlı bakmak, bakakalmak" mânâsındadır.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in Katâde'den bildirdiğine göre kelimesi, "Hızlıca gitmek" mânâsındadır.

İbnu'l-Enbârî'nin el-Vakfta, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el- Ezrak ona:

“Bana, (.....) kelimesinin mânâsını söyle deyince, İbn Abbâs şöyle karşılık verdi:

“Bakmak" mânâsındadır. Bu konuda şair şöyle demiştir:

Bizi davet edince onun çağrışına bakakalırız.

Öyle bir davetçi ki bizi barındırıp idare eder.

Nâfi:

“Bana, (.....) kelimesinin mânâsını söyle deyince, İbn Abbâs şöyle karşılık verdi:

“Başı dikmek" mânâsındadır. Bu konuda Ka'b b. Zuheyr şöyle demiştir:

Hecin ve kızıl develer başlarını dikmişler

Ve üzerine savrulan savrulan çiçeklerden sapsarı olmuşlar.

İbnu'l-Enbârî'nin Temîm b. Hazlem'den bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) kelimesi başı kaldırmaktır. Araplar, elini alnına götüren kişiye, başını kaldırdı, derler.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde, "Gözleri kendilerine bile dönmez, kalpleri tıpkı bir harabe gibi bomboştur" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Onların kalplerinde hiçbir şey yoktur. Zira bu kalbler, göğüslerinden çıkıp boğazlarına dayanmıştır."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Murre, "Gözleri kendilerine bile dönmez, kalpleri tıpkı bir harabe gibi bomboştur" âyetini:

“Kalpleri paramparça olmuş ve hiçbir şey anlamaz hale gelmiştir" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Sâlih:

“İnsanlar şu şekilde haşrolacaktır" deyip başını yere koyarak, sağ eliyle sol elini göğsünün üzerinde birleştirdi.

44

Bkz. Ayet:47

45

Bkz. Ayet:47

46

Bkz. Ayet:47

47

"(Ey Muhammed!) İnsanları, kendilerine azabın geleceği gün ile uyar. Zira o gün zalimler, «Ey Rabbimiz! Yakın bir süreye kadar bizi ertele de senin çağrına uyalım ve peygamberlerin izinden gidelim» diyecekler. Onlara şöyle denilecek: Daha önce siz, sonunuzun gelmeyeceğine yemin etmemiş miydiniz? Kendilerine zulmedenlerin yerlerinde oturdunuz. Onlara ne yaptığımız ise size belli olmuştu. Size misaller de vermiştik. Şüphesiz onlar düzenlerini kurdular; oysa dağları yerinden oynatacak olsa bile, bu düzenleri hep Allah'ın elindeydi. Sakın Allah'ın, peygamberlerine verdiği sözden cayacağını sanma. Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir"

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "İnsanları, kendilerine azabın geleceği gün ile uyar" âyetini:

“Azab onlara gelmeden, dünyadayken kendilerini uyar" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, "(Ey Muhammed!) İnsanları, kendilerine azabın geleceği gün ile uyar. Zira o gün zalimler, «Ey Rabbimiz! Yakın bir süreye kadar bizi ertele de senin çağrına uyalım ve peygamberlerin izinden gidelim» diyecekler. Onlara şöyle denilecek: Daha önce siz, sonunuzun gelmeyeceğine yemin etmemiş miydiniz?" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Azabın geleceği günden kastedilen kıyamet günüdür, yakın bir süreden kastedilen, dünyada amel edebilecekleri bir süredir. Yüce Allah, onların bu isteğine, "Daha önce siz, sonunuzun gelmeyeceğine yemin etmemiş miydiniz?" şeklinde cevap vermektedir. Nitekim Yüce Allah onların bu durumunu, "Onlar: «Allah ölen bir kimseyi diriltmez» diye olanca güçleriyle Allah'a and içtiler. Aksine, bu O'nun bizzat kendisine karşı gerçek bir vadidir. Fakat insanların çoğu bilmez" âyetiyle haber vermektedir. Sonlarının gelmeyeceğine dair yemin etmeleri ise, dünyadan âhirete intikal etmeyeceklerine yemin etmeleri mânâsındadır."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî der ki: Bana bildirildiğine göre cehennem halkı:

“Ey Rabbimiz! Yakın bir süreye kadar bizi ertele de senin çağrına uyalım ve peygamberlerin izinden gidelim" diye seslenince, Yüce Allah onlara:

“Daha önce siz, sonunuzun gelmeyeceğine yemin etmemiş miydiniz? Kendilerine zulmedenlerin yerlerinde oturdunuz. Onlara ne yaptığımız ise size belli olmuştu. Size misaller de vermiştik. Şüphesiz onlar düzenlerini kurdular; oysa dağları yerinden oynatacak olsa bile, bu düzenleri hep Allah'ın elindeydi" şeklinde cevap verecektir.

İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Onlara şöyle denilecek: Daha önce siz, sonunuzun gelmeyeceğine yemin etmemiş miydiniz?" âyetini:

“Yaşadığınız hayatın bitip iddia ettiğiniz gibi sonunuzun gelmeyeceğine dair yemin etmemiş miydiniz?" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre "Daha önce siz, sonunuzun gelmeyeceğine yemin etmemiş miydiniz?" âyetinden kastedilen, öldükten sonra (kıyamet günü) dirilmektir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'nin, "Kendilerine zulmedenlerin yerlerinde oturdunuz. Onlara ne yaptığımız ise size belli olmuştu. Size misaller de vermiştik" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“İnsanlar, Hazret-i Nûh (aleyhisselam), Âd ve Semûd kavmi ve bunlar arasında helak olan nesillerden birçok ümmetin yerlerinde oturdular. Vallahi! Yüce Allah peygamberlerini göndermiş, kitabını indirmiş ve size misaller vermiştir. Onu ancak sağır olanlar duymaz, kaybedenler ihmal eder. Allah'ın sizlere verdiği emirleri iyice anlayınız."

Abd b. Humeyd ve İbnü'l-Münzir'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Kendilerine zulmedenlerin yerlerinde oturdunuz" âyeti, "Onların yaptığı amelleri yaptınız" mânâsındadır.

İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Size misaller de vermiştik" buyruğunda geçen misaller, benzerler mânâsındadır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Şüphesiz onlar düzenlerini kurdular; oysa dağları yerinden oynatacak olsa bile, bu düzenleri hep Allah'ın elindeydi." âyetini açıklarken:

“Onların düzenleri dağlan oynatamaz" derdi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Enbârî el-Mesâhifte, Hasan(ı Basrî'nin) şöyle dediğini bildirir: Kur'ân'da dört yerde (.....) olumsuz edatı olarak geçmektedir. "Şüphesiz onlar düzenlerini kurdular; oysa dağları yerinden oynatacak olsa bile, bu düzenleri hep Allah'ın elindeydi" buyruğunda, onlar dağları yerinden oynatamazlar. "Eğlenme dileseydik, bunu yapacak olsaydık, şanımıza uygun şekilde yapardık; ama yapmayız" ki, biz eğlenecek değiliz. "De ki: Eğer Rahman olan Allah'ın çocuğu olsa, kulluk edenlerin ilki ben olurdum" ki, Rahmân'ın çocuğu yoktur. "And olsun ki onlara, size vermediğimiz servet ve imkanı vermiştik. Onlara kulaklar, gözler ve kalbler vermiştik; ama kulakları, gözleri ve kalbleri onlara bir fayda sağlamadı, zira, Allah'ın âyetlerini bile bile inkar ediyorlardı, alaya aldıkları şeyler onları kuşatıp yok ediverdi" onlara verdiğimiz servet ve imkanı size vermemiştik.

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Şüphesiz onlar düzenlerini kurdular; oysa dağları yerinden oynatacak olsa bile, bu düzenleri hep Allah'ın elindeydi." buyruğunda geçen düzen, şirkleri mânâsındadır. Nitekim, "Bundan dolayı, neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp düşecektir!" âyeti de böyledir.

İbn Cerîr'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre "Şüphesiz onlar düzenlerini kurdular; oysa dağları yerinden oynatacak olsa bile, bu düzenleri hep Allah'ın elindeydi" âyeti, "Bazı kimseler:

“Rahman çocuk edindi" dediler. And olsun ki, ortaya pek kötü bir şey attınız. Bundan dolayı, neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp düşecektir!" âyeti gibidir.

İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre A'meş, bu âyeti, (.....) şeklinde, ikinci (.....) harfini merfu (ötreli), birincisini ise üstün olarak okurdu.

İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti, (.....) şeklinde okur ve:

“Onların düzenleri yeryüzünü oynatamayacak kadar zayıftır" derdi.

İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Onların düzenleri, Allah katında, dağları yerinden oynatamayacak kadar zayıftır. Yüce Allah onları böyle vasfetmiştir" derdi.

Katâde der ki: Bu âyet, Abdullah b. Mes'ûd'un mushafında, (.....) şeklindedir. Katâde bu âyeti okuduğu zaman, "Böyle demelerinden dolayı "Bundan dolayı, neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp düşecektir!" derdi.

Ebû Ubeyd, Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbnu'l-Enbârî el- Mesâhifte, Ömer b. el-Hattâb'ın, bu âyeti, (.....)şeklinde okuduğunu bildirir.

İbnü'l-Münzir ve İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib, bu âyeti, (.....) şeklinde okurdu.

Ebû Ubeyd, İbnü'l-Münzir ve İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Mes'ûd, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuştur.

İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuştur.

Ebû Ubeyd ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuş ve "Bundan dolayı, neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp düşecektir! Rahmân'a çocuk isnadında bulunmaları yüzünden" âyetiyle tefsir etmiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, bu âyeti, (.....) şeklinde okurdu.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbnu'l- Enbârî'nin bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib, bu âyeti, (.....) şeklinde okudu ve şöyle tefsir etti: Zorbalardan birisi:

“Ben göklerde kimin olduğunu bilmedikçe bu işin ardını bırakmayacağım" dedi ve kartal yavrularına et yedirilmesini emretti. Nihayet bu yavrular güçlenip kasları da güç kazanıp irileşince bu sefer iki kişinin sığabileceği kadar bir sandukanın yapılmasını emretti. O sandukanın ortasına bir sopa koydu, kartalların ayaklarını kazıklara sağlam bir şekilde bağladı ve bunları bir müddet aç bırakıp, sandukanın ortasındaki sopaya et koydu. Sonra da kendisi ve arkadaşı bu sandukaya oturdu, kartalları da sandukanın ayaklarına bağladı. Kartallar sopanın ucundaki eti görünce, onu almak istediler, böylelikle bu sandukanın da yükselmesini sağladılar ve yüce Allah'ın dilediği kadar yükseldiler. Zorba kişi arkadaşına:

“Şu sandukanın kapısını aç ve bir bak, ne göreceksin?" dedi. Adam kapıyı açınca:

“Dağları bir sinekmiş gibi görüyorum" dedi. Zorba:

“Kapıyı kapat" deyince de adam kapıyı kapattı. Sonra yine Allah'ın dilediği kadar sanduka yükselmeye devam etti. Yine bu zorba kişi arkadaşına:

“Kapıyı aç ve bir bak, ne göreceksin?" dedi. Bu sefer arkadaşı:

“Ben semadan başka hiçbir şey görmüyorum ve o da gittikçe bizden uzaklaşıyor" karşılığını verince, zorba:

“Bu sefer ucunda et bulunan sopayı aşağıya indir" dedi. Adam sopayı aşağı indirince bu sefer kartallar da eti almak için aşağı doğru uçmaya başladılar. Bu sanduka yere düştüğü zaman öyle bir ses çıkardı ki, bundan dolayı dağlar neredeyse yerlerinden oynayacaktı.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib şöyle dedi: Hazret-i İbrâhim (aleyhisselam) ile Rabbi konusunda tartışan (Nemrud) iki tane yavru kartal alıp besledi. Bu yavrular güçlenip kasları da güç kazanıp irileşince, bir iple, yaptırdığı sandukaya onları ayaklarından bağladı ve bir müdet aç bıraktı. Kendisi ve başka bir adam sandukanın içine oturup, ucunda et olan bir sopayı havaya kaldırdı. Böylece (eti almak isteyen kartallar uçunca sanduka da) havalandı. Nemrud, arkadaşına:

“Bak bakalım, ne göreceksin?" diye sorunca, yanındaki adam:

“Şöyle şöyle şeyler görüyorum" dedi. Nihâyetinde de:

“Dünyayı sanki bir sinekmiş gibi görüyorum" dedi. Bunun üzerine Nemrud:

“Sopayı aşağı çevir" deyince, adam sopayı aşağıya doğru çevirdi ye inmeye başladılar. "Şüphesiz onlar düzenlerini kurdular; oysa dağları yerinden oynatacak olsa bile, bu düzenleri hep Allah'ın elindeydi" âyeti buna işaret etmektedir. Bu âyet İbn Mes'ûd'un kıraatinde, (bu düzenleri neredeyse dağları yerinden oynatacaktı) şeklinde okudu.

İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre Buhtanassar kartalları aç bıraktı, sonra onlara birer sanduka yapıp, kendisi içine girdi. Sandukanın etrafına da uçlarında et olan mızraklar koydu. Kartallar da etleri almak için uçunca sanduka yükseldi ve Buhtanassar'ın yeryüzünü ve içindekileri göremeyeceği bir yüksekliğe ulaştı. Bu sırada kendisine:

“Ey azgın! Nereye gidiyorsun?" diye seslenilince korktu. Sonra aynı sesin üzerinden geldiğini görüp mızrakları aşağıya doğru çevirince, kartallar da aşağıya doğru inmeye başladılar. Dağlar, sandukanı yere düşmesinin şiddetiyle korktular ve sesten dolayı neredeyse yerinden oynayacak duruma geldiler. "Şüphesiz onlar düzenlerini kurdular; oysa dağları yerinden oynatacak olsa bile, bu düzenleri hep Allah'ın elindeydi" âyeti buna işaret etmektedir. Mücâhid bu âyeti, (.....) şeklinde okudu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, bu âyet hakkında şöyle demiştir: (Kıssada geçen) kartalların sahibi Nemrud, bir sanduka yaptırdı ve yanına bir adam da alarak sandukaya bindi. Sandukaya bağlanan kartallar da uçuruldu ve sanduka gökyüzüne yükseldiğinde Nemrûd, yanındaki adama:

“Ne görüyorsun?" diye sordu. Adam:

“Su ve bir ada, -yani Dünya'yı- görüyorum" dedi. Biz müddet daha yükseldikten sonra, bir daha:

“Ne görüyorsun?" diye sorunca, adam:

“Gökyüzünde daha da uzaklaştığımızı görüyorum" cevabını verdi. Bunun üzerine Nemrud:

“Artık aşağıya in" dedi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Ubeyde der ki: Zorbalardan birisi:

“Gökyüzüne çıkıp orada kimin olduğuna bakacağım" deyince, kendisine mahlûkatın en zayıfı musallat edildi. Bir sivrisinek burnundan girdi ve onun ölümüne sebep oldu. Bu zorba (sivrisineğin başında sebep olduğu ağrıdan dolayı, yanındakilere:

“Başıma vurun" deyince, beynini dağıtana kadar başına vurdular."

Saîd b. Mansûr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik, "Şüphesiz onlar düzenlerini kurdular; oysa dağları yerinden oynatacak olsa bile, bu düzenleri hep Allah'ın elindeydi" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bazı insanlar, kartalları yakalayıp bir sandukaya bağladılar ve gökyüzüne bıraktılar. Dağlar bu sandukaları görünce, semadan inen bir şey olduğunu zannettiler ve bu sebeple yerlerinden oynadılar."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî der ki:

“Hazret-i İbrâhîm ile Rabbi hususunda mücâdele eden, Hazret-i İbrâhim'i şehirden çıkardığında, Hazret-i İbrâhim şehir kapısında Hazret-i Lût ile karşılaştı. Hazret-i Lût, Hazret-i İbrâhim'in kardeşinin oğluydu. Hazret-i İbrahim onu iman etmeye davet edince, o da iman etti ve:

“Ben Rabbime hicret edeceğim" dedi. Nemrûd, Hazret-i İbrâhim'in ilahını bulacağına dair yemin edip, dört kartal yavrusu alıp onları ekmek ve etle besledi. Kartal yavruları güçlenip kasları da kuvvet kazanıp irileşince, bir iple, yaptırdığı sandukaya onları ayaklarından bağladı ve kendisi de sandukanın içine oturdu. Sonra kestiği bir hayvanın butunu yukarıya doğru kaldırınca, kartallar (eti yemek için) uçtular. Gökyüzüne yükselip yerden görünmeyecek bir yüksekliğe gelince, yere ve dağlara baktı, dağların karınca büyüklüğünde olduğunu gördü. Sonra kartalların uçması için yine bir butu yukarıya doğru kaldırdı ve yeryüzüne baktı. Yeryüzünün, denizin içinde yüzen bir gemi gibi olduğunu gördü. Uzun bir müddet daha yükselince, ne üstünü ne de altını göremez oldu. Bunun üzerine etleri aşağıya doğru atınca kartallar eti yakalamak için hızla aşağıya doğru süzülmeye başladılar. Dağlar süzülmekte olan kartalları görünp seslerini işitince korktular ve yerlerinden oynayacak duruma geldiler, ama yerlerinden kımıldayamadılar. Yüce Allah'ın, Şüphesiz onlar düzenlerini kurdular; oysa dağları yerinden oynatacak olsa bile, bu düzenleri hep Allah'ın elindeydi" âyeti buna işaret etmektedir. Abdulah b. Mes'ûd'un kıraati ise, (=Düzenleri, neredeyse dağları yerinden oynatacaktı) şeklindedir. Kartallar, Beytu'l-Makdis'ten uçtular, Duhân dağlarına düştüler. Nemrûd, bir şeye gücünün yetmediğini anlayınca, yüksek bir bina yaptırdı ve gökyüzüne yükselince binaya çıkıp kendince Hazret-i İbrâhim'in ilahını gözlemeye başladı. Bunun üzerine Allah, Nemrud'un yaptığı binanın temelini çökertti de "tavanları başlarına yıkıldı. Azap, onlara farketmedikleri yerden geldi." Yani, azab onlara emniyet içinde oldukları yerden, mermer kayanın üzerine oturtulan binanın temelinden geldi ve üzerlerine çöktü. O gün insanların dili korkudan karıştı ve yetmiş üç dille konuşmaya başladılar. Bu sebeple oraya Bâbil ismi verildi Nemrud'un kavmi daha önce Süryânî diliyle konuşurlardı.

İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir" âyetini açıklarken:

“Vallahi Allah, mutlak güç sahibidir. O mühlet verir ve planı çok sağlamdır. İntikam aldığı zaman da kudretiyle intikam alır."

48

"O gün yer, başka bîr yere, gökler de başka göklere dönüştürülür ve insanlar bir ve Kahhâr (her şeyin üzerinde yegâne hâkim) olan Allah'ın huzuruna çıkarlar."

Müslim, İbn Cerîr, Hâkim ve Beyhakî Delâil'de, Sevbân'ın şöyle dediğini bildirir: Yahudilerden bir bilgin Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Yer, başka bir yerle değiştirildiği zaman insanlar nerede olacaklar?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sırat köprüsünün beri tarafında karanlık içerisinde olacaklar" cevabını verdi.

Ahmed, Müslim, Tirmizî, îbn Mâce, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, İbn Merdûye ve Hâkim'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), "O gün yer, başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülür" âyetini ilk soran benim. Allah'ın Resûlü'ne:

“O gün insanlar nerede olacaklar?" diye sorduğumda, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sıratın üzerinde olacaklar" cevabını verdi.

Bezzâr, İbnü'l-Münzir, Taberânî, İbn Merdûye, Beyhakî el-Ba's'ta ve İbn Asâkir'ın İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), "O gün yer, başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülür" âyeti hakkında şöyle dedi:

“O yer, gümüş gibi beyazdır. Onda haram olan kan akıtılmaz ve günah işlenmez. "

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve Beyhakî el-Ba's'ta, İbn Mes'ûd'un, "O gün yer, başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülür" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“O yer gümüş gibi olacak ve üzerinde bir tek günah dahi işlenmemiş olacaktır." Beyhakî hadisin mevkûf (sahabi sözü) olduğunu söylemiştir.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin Zeyd b. Sâbit'ten bildirdiğine göre Yahudiler Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına soru sormak için gelince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bana sormak için geldiler. Onlar sormadan, öğrenmek, istediklerine cevap vereceğim. «O gün yer; başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülür» O yer gümüş gibi beyazdır" buyurdu. Sonra onlara yerin nasıl olacağını sorunca, Yahudiler:

“Tertemiz kab gibi beyaz olacaktır" cevabını verdiler.

Beyhakî'nin el-Ba's'ta bildirdiğine göre İbn Abbâs, "O gün yer, başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülür" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“O gün yer arttırılır ve eksiltilir, tepeleri, dağları,; vadileri, ağaçları ve üzerindeki her şey yok olur. O gün yer, beyaz gümüş renginde tıpkı Ukâz derisi gibi açılır. Üzerinde kan dökülmeyecek ve bir tek günah dahi işlenmemiş olacaktır. Gökyüzünün de Güneş'i, Ay'ı ve yıldızları yok olacaktır."

Buhârî, Müslim, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin Sehl b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kıyamet gününde insanlar kırmızıya çalan beyaz undan mamul çörek gibi bir sahanın üzerinde toplanacak, orada hiç kimse için (dağ taş gibi) bir alâmet olmayacaktır."

Buhârî, Müslim ve İbn Merdûye'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kıyamet günü yeryüzü (pişmiş) bir tek ekmek gibi olur. Cebbar olan Allah, onu kendi eliyle sizden birinizin (yolculukta) sofrasında ekmeğini elden ele çevirdiği gibi, cennetliklere ikram olmak üzere çevirecektir."

Ebû Saîd der ki: Yahudilerden bir adam gelerek:

“Rahman olan Allah sana bereket versin ey Eba'l-Kâsım! Kıyamet gününde cennetliklerin ağırlanacağı şeyi sana haber vereyim mi?" deyip (Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurduğu gibi) Kıyamet günü yer bir ekmek olacak" dedi. Bunun üzerine bize baktı, sonra azı dişleri görünecek kadar güldü, sonra:

“Sana onların katığını haber vereyim mi?" diye sordu. Yahudi:

“Evet" karşılığını verince, Allah'ın Resûlü:

“Onların katıkları Sevr'dir" buyurdu. Oradakiler:

“Bu nedir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Öküzdür. Onun ciğerinin kenarından yetmiş bin kişi yiyecektir" buyurdu.

İbn Merdûye'nin, Ebû Eyyûb'un azatlısı Eflah'tan bildirdiğine göre Yahudilerden bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), "O gün yer, başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülür..." âyetini sorup:

“O gün değiştirilecek olan nedir?" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ekmek değiştirilecek" cevabını verince, Yahudi:

“Babam sana feda olsun, o dermeke'dir" dedi. Bunun üzerine Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) tebessüm ederek:

“Allah, Yahudi'nin boyunu devirsin! Dermeke'nin ne olduğunu biliyor musunuz? O, ekmeğin özüdür" buyurdu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, "O gün yer, başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülür..." âyetini açıklarken:

“O gün yeryüzü beyaz bir ekmeğe dönüştürülür ve mümin ayaklarının altından ondan alıp yer" demiştir.

Beyhakî'nin el-Ba's'ta bildirdiğine göre İkrime der ki:

“O gün yeryüzü ekmek gibi beyaza dönüştürülür ve Müslümanlar hesap bitene kadar ondan yerler."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî, "O gün yer, başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülür..." âyetini açıklarken:

“Yeryüzü, müminlerin ayaklarının altından alıp yiyecekleri ekmeğe dönüştürülecektir" demiştir.

Ahmed, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebû Nuaym Delâil'de, Ebû Eyyûb el- Ensârî'nin şöyle dediğini bildirir: Bir Yahudi bilgini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Yüce Allah'ın, «O gün yer, başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülür» buyruğuyla ilgili ne dersin? O zaman mahlûkat nerede olacak?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onlar Allah'ın misafiri olacaklar. Onun katındakiler onları hiç bir zaman geri bırakmaz, elde tutarlar" buyurdu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime, bu âyet hakında der ki:

“Bize ulaştığına göre bu yeryüzü dürülür ve yanında başka bir yer daha olur, insanlar bu yerden, öbürüne haşredilir."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b, bu âyet hakkında der ki:

“Gökler cennet, denizlerin bulunduğu yer Cehennem olur ve yeryüzü başkasıyla değiştirilir."

İbn Cerîr, İbn Mes'ûd'un, "Kıyamet günü yeryüzünün tümü ateş olacaktır" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, "O gün yer, başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülür" âyetini açıklarken:

“Bu, kıyamet günü olacaktır ve bu, ilk yaratılıştan başka bir yaratılıştır" demiştir.

Buhârî'nin Tarih'te bildirdiğine göre Hazret-i Âişe Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kıyamet günü yeryüzü nerede olacak?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O, Cennette bir mermer parçası olacaktır" cevabını verdi.

49

"O gün, suçluları zincirlere vurulmuş olarak görürsün"

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, bukağı mânâsındadır.

Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, ipler ve demir halkalar mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre âyette geçen  (.....) kelimesi, zincirler mânâsındadır.

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen  (.....) kelimesi, bağlar mânâsındadır.

50

"Gömlekleri katrandandır. Yüzlerini de ateş bürüyecektir."

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, gömlekler mânâsındadır.

İbn Cerîr'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, gömlekler mânâsındadır.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, develere sürülen katran mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime, "Gömlekleri katrandandır..." âyetini açıklarken:

“Daha çok tutuşmaları için üzerlerine katran sürülür" demiştir.

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, eritilmiş bakır mânâsındadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, Gömlekleri katrandandır..." âyetini açıklarken:

“Onların gömleği kızgın bakırdandır. Bakırdan olan bu gömlek, onunla azab çekmeleri için ısıtılmıştır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuş ve: (.....), bakır, (.....) ise sıcak mânâsındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd, Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti, (.....) şeklinde okur ve şöyle derdi:

“Bunun mânâsı, üzerlerinde ısıtılan bakırdır. (.....) ise sıcaklıkta son safhaya gelmiş mânâsındadır."

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre "Yüzlerini de ateş bürüyecektir" âyeti:

“Ateş yüzlerine vurup yakacaktır" mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Müslim, Ebû Mâlik el-Eş'arî'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“(Cenazelerde) bağıra çağıra ağlayan kadın, ölmeden evvel tövbe etmezse, kıyamet gününde üzerinde katrandan bir gömlek ve uyuzlu bir zırh olduğu hâlde (kabrinden) kaldırılır."

İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“(Cenazelerde) bağıra çağıra ağlayan kadın, tövbe etmezse, cennet ve cehennem arasındaki bir yolda durdurulur, ona katrandan bir gömlek giydirilir ve ateş yüzünü bürür. "

51

Çünkü Allah, herkesi kazandığı ile cezalandıracaktır. Gerçekten Allah,’ın hesabı çok çabuktur.

52

"Bu; uyarılsınlar ve yalnızca bîr tek ilâh bulunduğunu bilsinler, akıl sâhibleri de öğüt alsınlar diye insanlara bir tebliğdir"

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre âyetteki insanlara gönderilen tebliğden ve uyarılmaları için gönderilen şeyden kastedilen Kur'ân'dır.

0 ﴿