HİCR SÛRESİ

Nehhâs Nâsih'te ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan, Hicr Sûresinin Mekke'de nazil olduğunu bildirmiştir.

İbn Merdûye'nin Abdullah b. ez-Zübeyr'den bildirdiğine göre Hicr Sûresi, Mekke'de nazil olmuştur.

1

"Elif Lâm Râ. Bunlar, kitabın ve apaçık olan Kur'ân'ın âyetleridir."

İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre Allah'ın, kendileriyle söze başladığı başlıklardır. Apaçık bir Kitab'dan kasıt ise Tevrat ve İncil'dir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Bunlar, kitabın ve apaçık olan Kur'ân'ın âyetleridir" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kitaptan kasıt, Kur'ân'dan önce gelen kitaplardır. Vallahi Kur'ân, hidâyeti, rüşdü ve hayrı apaçık bir kitaptır."

2

"İnkâr edenler, «Keşke müslüman olsaydık» diye çok arzu edeceklerdir"

İbn Ebî Hâtim, Süddî vasıtasıyla, Ebû Mâlik ve Ebû Sâlih'ten, İbn Abbâs, Murre, İbn Mes'ûd ve sahabeden bazılarının, "İnkâr edenler, «Keşke müslüman olsaydık» diye çok arzu edeceklerdir" âyetini açıklarken şöyle dediklerini bildirir:

“Bedir günü boyunları vurulan müşrikler ateşe arzolundukları zaman, Hazret-i Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) iman etmiş olmayı çok arzu edecekler."

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin el-Ba's'ta bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“İnkâr edenler, «Keşke müslüman olsaydık» diye çok arzu edeceklerdir" âyetini açıklarken:

“Kıyamet günü kâfirler muvahhid olmayı temenni edecekler" demiştir.

İbn Cerîr'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre "İnkâr edenler, «Keşke müslüman olsaydık» diye çok arzu edeceklerdir" âyetiyle, ateşten çıkan (günahkar Müslümanları) gören cehennemlikler kastedilmiştir.

Saîd b. Mansûr, Hennâd b. es-Serî Zühd'de, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, Hâkim ve Beyhakî el-Ba's'ta, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Allah, o kadar şefaate izin verip Cennete koyacak ve şefaate izin verip merhamet edecek ki, sonunda:

“Müslüman olan Cennete girsin" diyecek. Yüce Allah'ın, "İnkâr edenler, «Keşke müslüman olsaydık» diye çok arzu edeceklerdir" âyeti buna işaret etmektedir."

İbnu'l-Mübârek Zühd'de, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve Beyhakî el-Ba's'ta bildirir: İbn Abbâs ve Enes, "İnkâr edenler, «Keşke müslüman olsaydık» diye çok arzu edeceklerdir" âyetini müzakere edip şöyle dediler:

“Bu, Müslümanların günahkârlarını ve müşrikleri Cehennemde bir araya getireceği zaman olacaktır. O zaman müşrikler:

“Yaptığınız ibadetler size bir fayda sağlamadı" deyince, Yüce Allah onlara öfkelencek ve Müslümanları rahmetiyle Cehennemden çıkaracaktır."

Saîd b. Mansûr, Hennâd ve Beyhakî'nin Mücâhid'den bildirdiğine göre İnkar edenler, "Keşke müslüman olsaydık" sözünü, "Lâ ilâhe illallah" diyenlerin Cehennemden çıkacağı zaman söyleyecekler.

Taberânî M. el-Evsat'ta ve İbn Merdûye sahih isnâdla, Câbir b. Abdilah'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Ümmetimden bazıları, günahları sebebiyle cehenneme girecekler ve Allah'ın, kalmalarını dilediği kadar bir süre orada kalacaklardır. Sonra müşrikler onları ayıplayarak: «Dünyada iken tasdikinizin size bir fayda sağladığını görmüyoruz» diyecekler. Bunun üzerine yüce Allah, cehennemden çıkarmadık hiçbir muvahhid bırakmayacaktır." Daha sonra. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnkâr edenler, «Keşke müslüman olsaydık» diye çok arzu edeceklerdir" âyetini okudu.

İbn Ebî Âsim es-Sünne'de, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Ba's'ta, Ebû Mûsa el-Eş'arî'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Cehennemlikler cehennemde bir araya geldikleri ve Kıble ehlinden Allah'ın dilediği kadarı da aralarında olduğu zaman, kâfirler, Müslümanlara: «Siz Müslüman değil miydiniz?» diye sorarlar. Müslümanlar: «Evet müslümandık» cevabını verince, kâfirler: «Müslüman olmanız size bir fayda sağlamadı. Bizimle beraber siz de Cehenneme girdiniz» derler. Müslümanlar: «Biz, işlemiş olduğumuz günahlar sebebiyle buraya girdik» derler ve Yüce Allah onların bu sözünü duyunca, cehennemde olan bütün kıble ehlinin çıkarılmasını emreder. Cehennemde kalan kâfirler bunu görünce: «Keşke Müslüman olsaydık, biz de onların çıktığı gibi cehennemden çıkardık» derler." Daha sonra. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Elif Lâm Râ. Bunlar, kitabın ve apaçık olan Kur'ân'ın âyetleridir. İnkâr edenler, «Keşke müslüman olsaydık» diye çok arzu edeceklerdir" âyetlerini okudu.

İshâk b. Râhûye, İbn Hibbân, Taberânî ve İbn Merdûye'nin Ebû Saîd el- Hudrî'den bildirdiğine göre kendisine:

“İnkâr edenler, «Keşke müslüman olsaydık» diye çok arzu edeceklerdir" âyetiyle ilgili olarak Allah'ın Resûlü'nden bir şey duydun mu?" diye sorulunca, şöyle karşılık verdi:

“Evet, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu duydum:

“Allah, onlardan intikamını aldıktan sonra müminlerden bazılarını Cehennemden çıkarır. Allah, onları müşriklerle beraber cehenneme koyunca, Müşrikler: «Siz, dünyadayken Allah'ın dostları olduğunuzu iddia etmiyor muydunuz? Neden bizimle beraber cehennemdesiniz?» derler. Yüce Allah, müşriklerin böyle dediğini duyunca, Müslümanlar için şefaat edilmesine izin verir. Bunun üzerine melekler, peygamberler ve müminler, Allah'ın izniyle cehennemden çıkmaları için kendilerine şefaatçi olurlar. Bunu gören müşrikler: «Keşke onlar gibi olsaydık, bize de şefaat yetişir ve kendileriyle beraber Cehennemden çıkardık» derler. Yüce Allah'ın, «İnkâr edenler, «Keşke müslüman olsaydık» diye çok arzu edeceklerdir» âyeti buna işaret etmektedir. Yüzlerinin karalığından dolayı onlara (Cehennemdeki Müslümanlara), Cehennemde, Cehennemlikler denilir. Onlar: «Ey Rabbimiz, bizden bu ismi gider» derler. Allah onlara emreder ve cennet nehrinde yıkanınca bu isim onlardan kaldırılır."

Hennâd b. es-Serî, Taberânî M. el-Evsat'ta ve Ebû Nuaym'ın, Enes'ten bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Lâ ilahe illallah ehlinden bazıları günahları sebebiyle Cehenneme girince, Lât ve Uzza'ya tapanlar kendilerine: «Lâ ilahe illallah, demenin size ne faydası oldu ? Siz de bizimle cehennemdesiniz» derler. Bunun üzerine Yüce Allah böyle diyenlere gazaplanır ve Lâ ilahe illallah diyenleri Cehennemden çıkarıp hayat nehrine atar ve Ay'ın tutulmasından ayrılıp sıyrıldığı gibi yanıklarından kurtulup iyileşirler ve cennete girerler. Onlara orada «Cehennemlikler» ismi verilir."

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes der ki: Kıyamet günü, Yüce Allah'ın, konuşmasına ve şefaat etmesine izin vereceği ilk kişi Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'dir. Hazret-i Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Söyle, sözün dinlenecek, iste, istediğin verilecek" denilecek; Allah'ın Resûlü secdeye kapanıp, Yüce Allah'a hiç kimsenin yapmadığı şekilde senâ edecek. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Başını kaldır" denilince, Allah'ın Resûlü başını kaldırıp:

“Ya Rabbi! Ümmetim, Ümetim(i istiyorum)" diyecek. Bunun üzerine, cehennemde bulunan ümmetinden üçte bîri çıkarılacak, sonra kendisine:

“Söyle, sözün dinlenecek, iste, istediğin verilecek" denilince, Allah'ın Resûlü bir daha secdeye kapanıp, Yüce Allah'a hiç kimsenin yapmadığı şekilde senâ edecek. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Başını kaldır" denilince, Allah'ın Resûlü başını kaldırıp:

“Ya Rabbi! Ümmetim, Ümetim(i istiyorum)" diyecek. Bunun üzerine, cehennemde bulunan ümmetinden üçte biri daha çıkarılacak, sonra kendisine:

“Söyle, sözün dinlenecek, iste, istediğin verilecek" denilince, Allah'ın Resûlü bir daha secdeye kapanıp, Yüce Allah'a hiç kimsenin yapmadığı şekilde senâ edecek. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Başını kaldır" denilince, Allah'ın Resûlü başını kaldırıp:

“Ya Rabbi! Ümmetim, Ümetim(i istiyorum)" diyecek. Bunun üzerine, cehennemdeki ümmetinden son üçte biri çıkarılacak." Hasan'a:

“Ebû Hamza, şöyle şöyle diyor" denilince, Hasan:

“Allah Ebû Hamza'ya merhamet etsin. Dördüncüsünü unuttu" karşılığını verdi. Kendisine:

“Dördüncüsü nedir?" diye sorulunca, Hasan:

“Lâ ilâhe illallah sözünden başka sevabı olmayan kişiyle ilgili bölüm. Allah'ın Resûlü:

“Ya Rabbi! Ümmetim, Ümetim(i istiyorum)" diyecek. Kendisine:

“Ey Muhammed! Bunları Allah rahmetiyle kurtaracaktır" buyuracak ve sonunda, Lâ ilâhe illallah sözünden başka sevabı olmayan hiç kimse cehennemde kalmayacak. İşte o zaman Cehennem ahalisi:

“İşte bu yüzden bizim şefaatçilerimiz yok. Candan bir dostumuz da yok. Keşke (dünyaya) bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak" ve "İnkâr edenler, «Keşke müslüman olsaydık» diye çok arzu edeceklerdir" diyecekler.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dördüncü defa kalkıp şefaat etmek isteyecek ve Cehenemde müşriklerden sadece Allah'ın dilediği kişiler kalacak. Yüce Allah'ın, "İnkâr edenler, «Keşke müslüman olsaydık» diye çok arzu edeceklerdir" âyeti buna işaret etmektedir."

İbn Ebî Hâtim ve İbn Şâhîn es-Sünne'de, Ali b. Ebî Tâlib'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Muvahhid olan ve günahlarına pişman olup tövbe etmeden ölen bütün ümmetlerin büyük günah işleyenlerinden cehenneme girenlerin gözleri morarmayacak; yüzleri kararmayacak, Şeytanlarla beraber olmayacak, zincirlerle bağlanmayacak, kendilerine irin içirilmeyecek ve katrandan giysiler giydirilmeyecektir. Onları Ehl-i tevhid olması sebebiyle Allah devamlı Cehennemde kalmalarını haram kılmıştır. Secde etmeleri sebebiyle onların ateşte suretleri vardır. Ateş, bunlardan bazılarının ayaklarına kadar, bazılarının topuklarına kadar, bazılarının baldırına kadar, bazılarının beline kadar, bazılarının boynuna kadar, günahları ve amelleri nisbetinde ulaşır. Bazıları Cehennemde bir ay kalıp çıkar, bazıları altı ay kalıp çıkar. En çok kalacak olan kişi ise dünyanın yaratıldığı günden kıyametin koptuğu güne kadarki zaman müddetince kalır. Yüce Allah onları cehennemden çıkarmak istediği zaman, Yahudiler, Hıristiyanlar ve diğer dinlerden olanlar, cehennemdeki Ehl-i tevhide: «Allah'a, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiniz, ama bugün biz ve siz cehennemde beraberiz» derler. Bunun üzerine Yüce Allah, daha önce hiçbir şeye gazaplanmadığı derecede öfkelenir ve onları Cennet ile Sırat arasında bir pınara çıkarır. Bu pınarda, tıpkı sel sularının geçtiği yerde biten mantar gibi biterler, sonra alınlarında: «Bunlar, Rahman'ın azad ettiği Cehennemliklerdir» yazılı bir şekilde Cennete girerler. Cennette Allah'ın dilediği bir süre kaldıktan sonra, Yüce Allah'tan, alınlarında yazılı olan yazının silinmesini isterler. Allah bir melek gönderip o yazıyı siler. Sonra Yüce Allah, yanlarında çivi olan melekler gönderir ve bu melekler çivileri çakarak Cehennemliklerin üzerine Cehennemi kapatır. Allah onları Arş'ında unutur (Onlarla ilgilenmez), Cennetlikler de nimet ve lezzetlere dalarak Cehenemlikleri unuturlar. Yüce Allah'ın, «İnkâr edenler, "Keşke müslüman olsaydık" diye çok arzu edeceklerdir» âyeti buna işaret etmektedir. "

İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Sâhibu'l- Kasb Zekeriyyâ b. Yahyâ der ki: Ebû Ğâlib'e, "İnkâr edenler, «Keşke müslüman olsaydık" diye çok arzu edeceklerdir" âyetini sorduğumda şöyle dedi: Ebû Umâme, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu âyet, Yüce Allah'ın, Müslümanların ve ümmet ve Cemaatin günahlarını bağışladığını görüp: «Keşke Müslüman olsaydık» diyen Hâriciler hakkında inmiştir" buyurduğunu söyledi.

Hâkim el-Kunâ'da, Hammâd'ın şöyle dediğini bildirir: İbrâhîm(-i Nehaî)'ye, "İnkâr edenler, «Keşke müslüman olsaydık» diye çok arzu edeceklerdir" âyetini sorduğumda şöyle dedi:

“Bana anlatıldığına göre şirk ehli, Cehenneme giren Müslümanlara:

“İbadet ettiğinizin size bir faydası dokunmadı" deyince, Yüce Allah onlara öfkelenir ve meleklerle peygamberlere:

“Onlar (Müslümanlar) için şefaatçi olunuz" buyurur ve meleklerle peygamberler şefaatçi olunca onlar da cehennemden çıkarlar. Hatta İblis bile onlarla cehennemden çıkmak için uzanır. İşte o zaman, "İnkâr edenler, «Keşke müslüman olsaydık» diye çok arzu edeceklerdir"

3

"Bırak onları yesinler (içsinler), yararlansınlar; emelleri onları oyalayadursun. İleride (gerçeği) bilecekler"

İbn Ebî Hâtim'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre "Bırak onları yesinler (içsinler), yararlansınlar; emelleri onları oyalayadursun. İleride (gerçeği) bilecekler" âyetinde kastedilenler kâfirlerdir.

İbn Ebî Hâtim'in Ebû Mâlik'ten bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Onları bırak" mânâsındadır.

Ahmed Zühd'de, Taberânî M. el-Evsat'ta, İbn Merdûye ve Beyhakî Şuyabu'l-Îman'da, Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu ümmetin ilkleri yakın ve zühd ile kurtulmuştur. Sonrakileri ise, cimrilik ve emel ile helak olacaktır" buyurduğunu nakletmiştir.

Ahmed ve İbn Merdûye'nin Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bir çubuğu ön tarafına, diğerini de onun yanına, üçüncüsünü de biraza uzağa dikip:

“Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Sahabe:

“Allah ve Resûlü daha iyi bilir" karşılığını verince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu birinci çubuk insan, ikincisi onun eceli, üçüncüsü de istek ve arzularıdır. İnsan kuruntular peşinde koşup dururken ecel önünü keser ve onu alıp götürür" buyurdu.

İbn Ebi'd-Dünyâ Zemmu'l-Emel'de ve İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü şöyle buyurdu:

“İnsan, emel ve ecelin durumu şöyledir: Ecel insanın yambaşında, emeli ise önündedir. Bu kişi emelinin peşinden koşarken ecel gelip onu sarar. "

İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) çizgiler çizdi ve bu çizgilerin yanında da bir çizgi çizdi ve:

“Bunun ne olduğunu biliyor musunuz? Bu, Âdemoğludur. Diğer çizgiler insanın emelidir. İnsanoğlu emelinin peşindeyken ölüm kendisine gelir" buyurdu.

4

Bkz. Ayet:5

5

"Yok ettiğimiz herhangi bir kasabanın elbette belli bir yaz(g)ısı vardır. Hiçbir toplum ecelini geçemez ve ondan geri de kalamaz"

İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, ecel mânâsındadır. "Hiçbir toplum ecelini geçemez ve ondan geri de kalamaz" âyeti ise, ecelin vaktinden sonraya ertelenemeyeceği mânâsındadır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Zührî, "Hiçbir toplum ecelini geçemez ve ondan geri de kalamaz" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bizce, kişinin eceli geldiği zaman, ne bir saat geri, ne de ileri alınır. Yüce Allah, eceli gelmeyenin ise, dilediğini ileri dilediğini geri alır."

6

Bkz. Ayet:8

7

Bkz. Ayet:8

8

"Dediler ki: «Ey kendisine Zikir indirilen kimse! Sen mutlaka delisin! Eğer doğru söyleyenlerden isen bize melekleri getirsene.» Biz, melekleri ancak hak ve hikmete uygun olarak indiririz. O zaman da onlara mühlet verilmez."

İbn Cerîr'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre âyette geçen Zikir'den kastedilen Kur'ân'dır.

Ebû Ubeyd, İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki:

“Eğer doğru söyleyenlerden isen bize melekleri getirsene" âyetiyle "Onlara gökten bir kapı açsak da, oradan çıkmağa koyul salar" âyeti arasındaki bölümde takdim ve tehir vardır. "Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıkmaya koyulsalar. yine «Gözlerimiz döndürüldü, biz herhâlde büyülenmiş bir toplumuz» derlerdi" âyeti ise, melekler yükselip dursalar ve onlar da meleklere bakıp dursalar yine "Gözlerimiz döndürüldü, biz herhâlde büyülenmiş bir toplumuz, derlerdi" mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Biz, melekleri ancak hak ve hikmete uygun olarak indiririz..." buyruğundaki hak ve hikmetten kasıt, risalet ve azaptır.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre "O zaman da onlara mühlet verilmez" âyeti, "Melekler onları helak etmek için inecek olurlarsa, onlara mühlet verilmez" mânâsındadır..

9

"Şüphesiz o Zikr'i (Kur'ân'ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz"

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Onun koruyucusu da elbette biziz" âyeti:

“Onu korumak bize aittir" mânâsındadır.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Şüphesiz o Zikr'i (Kur'ân'ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz" ve "Ona önünden de ardından da bâtıl gelemez. O, hikmet sahibi, çok övülen Allah'tan indirilmiştir" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Batıldan kasıt İblis'tir. Allah, Kur'ân'ı indirmiş, sonra korumuştur. İblîs, Kur'ân'a batıl bir şey ekleyemez ve ondan bir doğruyu eksiltemez. Allah Kur'ân'ı bu konuda korumuştur."

10

Bkz. Ayet:13

11

Bkz. Ayet:13

12

Bkz. Ayet:13

13

"Ey Muhammed! Andolsun, senden önceki topluluklara da peygamber gönderdik. Onlar kendilerine gelen her peygamberle alay ediyorlardı. Aynı şekilde (onların tutumlarına uygun olarak) biz onu suçluların kalbine sokarız. Önceki milletlerin (helakine dair Allah'ın) kanunu geçmiş iken onlar buna (Kur'ân'a) inanmazlar"

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti, önceki ümmetler mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in Enes'ten bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Şirki, müşriklerin kalbine sokarız" mânâsındadır.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan, (.....) âyetini:

“Şirki onların kalbine sokarız" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Aynı şekilde (onların tutumlarına uygun olarak) biz onu suçluların kalbine sokarız. Önceki milletlerin (helakine dair Allah'ın) kanunu geçmiş iken onlar buna (Kur'ân'a) inanmazlar" âyetini, "Onlar yalan söyleyince, Yüce Allah, inanmamayı onların kalbine soktu ve daha önceki ümmetlere uygulanan kendilerine de uygulanmış oldu" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Zeyd'in, "Aynı şekilde (onların tutumlarına uygun olarak) biz onu suçluların kalbine sokarız..." âyetini açıklarken:

“Onlar Allah'ın dediği gibidir. Allah onları dalalete düşürmüş ve iman etmelerine engel olmuştur" dediğini bildirir.

14

Bkz. Ayet:15

15

"Onlara gökten bîr kapı açsak da oradan yukarı çıkmaya koyulsalar, yine «Gözlerimiz döndürüldü, biz herhâlde büyülenmiş bir toplumuz» derlerdi"

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıkmaya koyulsalar, yine «Gözlerimiz döndürüldü, biz herhalde büyülenmiş bir toplumuz» derlerdi" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Onlara gökten bir kapı açsak ve melekler kendilerine devamlı inip çıksa, yine de şirk ehli: «Gözlerimizi büyüledi ve başka şeyi melek gibi gösterip bize sihir yaptı» derler."

İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki:

“Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıkmaya koyulsalar, yine «Gözlerimiz döndürüldü, biz herhâlde büyülenmiş bir toplumuz» derlerdi" âyeti, müşriklerin, "'Eğer doğru söyleyenlerden isen bize melekleri getirsene" sözüne cevaptır. İbn Abbâs der ki:

“Melekler onlara gelip durdu ve onlar melekleri görünce «Gözlerimiz kapatıldı» dediler. Bu sözü söyleyenler Kureyşl ilerdir."

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, âyetteki "Gözlerimiz döndürüldü" âyetinin, "Gözlerimiz kapandı" mânâsında olduğunu söylemiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti, (.....) şeklinde şeddesiz olarak okumuştur.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde der ki:

“Bu kelimeyi (.....) şeklinde şeddeli olarak okuyan, "kapandı" mânâsını vermiş..olur, (.....) şeklinde şeddesiz olarak okuyan da, "büyülendi" mânâsını vermiş olur."

16

Bkz. Ayet:18

17

Bkz. Ayet:18

18

"Andolsun, biz gökte burçlar yaptık ve onu, bakanlar için süsledik. Onu kovulmuş her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı eden olursa, onu da parlak bir ateş takip etmektedir."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi "Yıldızlar" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi "Yıldızlar" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in Ebû Salih'ten bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi "Büyük yıldızlar" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in Atiyye'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi "Semada, bekçileri olan kaleler" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, âyette geçen (.....) kelimesinin, "Lanetlenmiş" olduğunu söyledi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Ancak kulak hırsızlığı eden olursa, onu da parlak bir ateş takip etmektedir" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Şeytanlar, kulak hırsızlığı yapmak istemişlerdi" bu âyet, "Hele bir tek söz kapan olsun; delici bir alev onun peşine düşüverir" âyetiyle aynı mânâdadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk der ki:

“Ancak kulak hırsızlığı eden olursa, onu da parlak bir ateş takip etmektedir" âyetiyle, "Hele bir tek söz kapan olsun; delici bir alev onun peşine düşüverir" âyeti aynı mânâdadır. İbn Abbâs:

“Atılan ateş parçası öldürmez, ama yakıp kişiyi felç ederek öldürmeden çıkar" demiştir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: Cerîr b. Abdillah:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bana, dünya seması ve yerin en alt tabakası hakkında bilgi ver" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah, Dünya semasım dumandan yaratmış, yaratılışını tamamladıktan sonra onun için bir kandil (Güneş) ve ışık veren Ay'ı yaratmış, kandiller gibi yıldızlarla donatmış, onları şeytanlar için taşlamalar yapmış ve onu kovulmuş her şeytandan korumuştur" buyurdu.

19

"Yeri de yaydık, ona sabit dağlar yerleştirdik ve orada ölçülü (bir biçimde) her şeyi bitirdik"

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Yeri de yaydık, ona sabit dağlar yerleştirdik ve orada ölçülü (bir biçimde) her şeyi bitirdik" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yüce Allah, başka bir âyetinde, "Ardından yeri düzenlemiştir" buyurmaktadır. Bize bildirildiğine göre, şehirlerin anası Mekke'dir. Yeryüzü oradan yayılmıştır. Hasan da şöyle derdi:

“Yüce Allah, bir çamur parçası alıp: «Yayıl!» buyurdu." Âyette geçen (.....) kelimesi, dağlar mânâsındadır. (.....) kelimesi ise, bilinen ve pay edilmiş mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) kelimesi, bilinen mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) kelimesi, takdir edilmiş mânâsındadır.

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) kelimesi, takdir edilmiş bir miktar mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) kelimesi, tartılabilen şeyler mânâsındadır.

Abd b. Humeyd, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime, (.....) kelimesini:

“Dağlardan çıkan sürme ve benzeri şeyler" şeklinde açıklamıştır.

20

"Orada hem sizin için, hem de sizin rızık vermediğiniz kimseler için geçimlikler meydana getirdik"

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Hem de sizin rızık vermediğiniz kimseler" buyruğunda kastedilenler, binek hayvanları ve diğer hayvanlardır.

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mansûr'dan bildirdiğine göre "Hem de sizin rızık vermediğiniz kimseler" buyruğunda kastedilenler, vahşi hayvanlardır.

21

"Hiçbir şey yoktur ki hazineleri yanımızda olmasın. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz"

Bezzâr ve el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem)şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah'ın hazineleri, kelâm(ı)dır. O, bir şeyin olmasını murâd buyurduğu zaman ona «Ol» der, o da oluverir."

İbn Cerîr'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre âyette geçen hazinelerden kastedilen yağmurdur.

İbnü'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen hazinelerden kastedilen yağmurdur.

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, Hakem b. Utbe'nin, "Hiçbir şey yoktur ki hazineleri yanımızda olmasın. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: Hiçbir yıl, diğerinden daha fazla veya daha az yağmur yağmaz. Yağmur bir topluluğa yağarken diğerine yağmaz. Bazen denize de yağabilir. Bildirildiğine göre yağmurla birlikte, İblis'in ve Âdem'in çocuklarının sayısından daha fazla sayıda melek iner ve her damlanın nereye düşeceğini, ne bitireceğini, biten, bu bitkinin kimin rızkı olacağını tesbit ederler."

İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Allah, yağmuru yağdırmaya başladığı günden bu yana eksilmemiştir. Ama bir yere yağan yağmur diğer yerden fazla olabilir" deyip, "Hiçbir şey yoktur ki hazineleri yanımızda olmasın. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz" âyetini okudu.

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, "Hiçbir yıl, diğerinden daha fazla yağmur yağmaz, ama Yüce Allah onu dilediği yere yöneltir" deyip, "Hiçbir şey yoktur ki hazineleri yanımızda olmasın. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz" âyetini okudu.

İbn Merdûye'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Hiç kimse diğerinden daha kazançlı değildir. Hiçbir yıl, diğerinden daha fazla yağmur yağmaz, ama Yüce Allah onu dilediği yere yöneltir."

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Hiçbir yıl, diğerinden daha fazla yağmur yağmaz, ama Yüce Allah onu dilediği memlekete yöneltir. Gökyüzünden inen hiçbir damla veya esen hiçbir rüzgâr yoktur ki, belli bir ölçü veya tartıda olmasın."

İbn Ebî Hâtim, Ebû Hureyre'nin:

“İnen her damla bir tartıyla iner" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muâviye:

“Allah'ın Kitab'ının hak olduğunu bilmiyor musunuz?" deyince, oradakiler:

“Evet biliyoruz" cevabını verdiler. Muâviye:

“Yüce Allah'ın, «Hiçbir şey yoktur ki hazineleri yanımızda olmasın. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz» âyetini okuyunuz. Buna iman edip hak olduğunu bilmiyor musunuz?" deyince, yanındakiler yine:

“Evet, biliyoruz" cevabını verdiler. Bunun üzerine Muâviye:

“Buna rağmen beni nasıl kınarsınız!" dedi. Ahnef kalkıp:

“Ey Muâviye! Vallahi seni Allah'ın hazinelerinde olanlardan dolayı kınamıyoruz. Biz, Allah'ın, hazinelerinden indirdiğini, senin hazinen yapmanı ve bu hazinenin üzerine kapını kapatıp kendinin saymanı kınıyoruz" karşılığını verince, Muâviye sustu.

22

Bkz. Ayet:23

23

"Rüzgârları da aşılayın olarak gönderip yukarıdan su indirerek sizi onunla suladık. Onu toplayıp depolayan da siz değilsiniz. Hiç şüphesiz biz diriltir, biz öldürürüz ve biz (her şeye gerçek) varisleriz"

İbn Ebi'd-Dünyâ Kitabu's-Sehâb'da, İbn Cerîr, el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Deylemî Müsnedu'l-Firdevs'te, zayıf isnâdla Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Güney rüzgârı cennettendir ve yüce Allah'ın Kitab'ında sözünü ettiği aşılayıcı rüzgârlar bunlardır. Bu rüzgârlarda insanlar için menfaatler vardır. Kuzey rüzgârı cehennemdendir. Bu rüzgâr çıktığı zaman cennete uğrar ve ondan bir esinti isabet eder. İşte onun serinliği bu yüzdendir."

İbn Ebi'd-Dünyâ, Katâde'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Sabâ rüzgârıyla bana yardım edildi. Âd kavmi batı rüzgârıyla helak edildi. Güney rüzgârı Cennettendir ve (bitkileri) aşılayıcıdır. "

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Harâitî Mekârimu'l- Ahlâk'ta, İbn Mes'ûd'un, "Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderip yukarıdan su indirerek sizi onunla suladık. Onu toplayıp depolayan da siz değilsiniz" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Allah rüzgârı gönderir ve bu rüzgârlar yağmur alıp onlarla bulutları aşılar. Bulutlar da ve sütü bol devenin sağılması gibi, onu şarıl şarıl akıtır ve yağmur yağar."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Allah rüzgârları gönderir ve rüzgârlar suyu bulutlardan alıp, (başka) bulutlara bırakır. Bunun üzerine bulutlar da ve sütü bol devenin sağılması gibi, onu şarıl şarıl akıtır."

Ebû Ubeyd, İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderip yukarıdan su indirerek sizi onunla suladık. Onu toplayıp depolayan da siz değilsiniz" âyetini açıklarken:

“Ağaçları, hurmaları ve bulutları aşılar" demiştir.

Ebû Ubeyd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Recâ der ki: Hasan(-ı Basrî)'ye:

“Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderip yukarıdan su indirerek sizi onunla suladık. Onu toplayıp depolayan da siz değilsiniz" âyetini sorduğumda, "Rüzgârlar, ağaçlan aşılar" cevabını verdi. Ben:

“Bulutları aşılamaz mı?" diye sorduğumda ise:

“Bulutlar da yağmur yağana kadar ona doğru eser" cevabını verdi.

İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre "Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderip yukarıdan su indirerek sizi onunla suladık" âyeti, rüzgârların, suyu bulutlara aşılaması mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk, "Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderip yukarıdan su indirerek sizi onunla suladık" âyetini açıklarken:

“Allah rüzgârları bulutlara gönderir ve rüzgârlar onları aşılayıp su ile doldurur" demiştir.

İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atâ el-Horasânî:

“Aşılayıcı rüzgârlar, beytu'l-Makdis'teki kayanın altından çıkar" demiştir.

İbn Hibbân, İbnu's-Sünnî Amelu'l-Yevm ve'l-Leyle'de, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Sünen'de Beyhakî, Seleme b. el-Ekva'nın:

“Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), rüzgâr şiddetlendiği zaman: «Allahım! Onu aşılayıcı yap, faydasız yapma» diye dua ederdi" dediğini bildirir.

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, Ubeyd b. Umeyr'in şöyle dediğini bildirir:

“Allah müjdeleyici rüzgârı gönderir ve bu rüzgâr yeri âdeta süpürür. Ondan sonra kaldırıcı rüzgârları gönderir. Bunlar da bulutları kaldırır. Daha sonra birbirine kaynaştırıcı rüzgârları gönderir ve bu rüzgârlar da bulutları birbirine kavuşturup kaynaştırır. Ondan sonra da aşılayıcı rüzgârları gönderir ve böylece yağmur yağar."

İbnü'l-Münzir, Ubeyd b. Umeyr'in şöyle dediğini bildirir:

“Rüzgârlar dört çeşittir: Temizleyen rüzgâr, kaldırıcı rüzgârlar, bunlar bulutları kaldırır, kaynaştırıcı rüzgârlar ve yağmur rüzgârları."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî), (.....) kelimesinin, "Bulutları aşılayıp toplayan rüzgârlar" mânâsında olduğunu söylemiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Süfyân'dan bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Siz onun buluttan inmesini engelleyemezsiniz" mânâsındadır. (.....) âyeti ise, "Baki kalıcı olan bizleriz" mânâsındadır.

24

Bkz. Ayet:25

25

"Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, sonraya kalanları da. Şüphesiz senin Rabbin onları diriltip bir araya getirecektir. Şüphesiz O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir"

Tayâlisî, Saîd b. Mansûr, Ahmed, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnü'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Sünen'de Beyhakî, Ebu'l-Cevzâ vasıtasıyla, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasında, insanların en güzellerinden olan bir kadın namaz kılardı. Bazıları bu kadını görmemek için ilk safa geçerken, bazıları da son safta yer almak maksismiyle geri kalmaya çalışır ve rükûya vardığı zaman, koltuğunun altından arkaya doğru bakardı. Bunun üzerine yüce Allah:

“Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, sonraya kalanları da..." âyetini indirdi.

Abdurrezzâk ve İbnü'l-Münzir'in Ebu'l-Cevzâ'dan bildirdiğine göre "Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, sonraya kalanları da..." âyeti, namazdaki saflar hakkında inmiştir. Tirmizî bu rivayetin doğruya daha yakın olduğunu söyledi.

İbn Merdûye ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, âyette geçen (.....) âyetinin, ön saflar, (.....) âyetinin ise arka saflar olduğunu söylemiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mervân b. el-Hakem der ki:

“Bazıları, kadınlar sebebiyle arka saflara geçmeyi tercih ediyordu. Bu sebeple, "Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, sonraya kalanları da" âyeti nazil oldu."

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Dâvud b. Sâlih der ki: Sehl b. Huneyf el- Ensârî:

“Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, sonraya kalanları da..." âyetinin ne hakkında nazil olduğunu biliyor musun?" diye sorunca, ben:

“Allah yolunda (savaşanlar hakkında) nazil olmuştur" cevabını verdim. Dâvûd b. Huneyf:

“Hayır. Namazdaki saflar hakkında nazil oldu" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî ve İbn Mâce, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Erkeklerin en faziletli safları ilk saf en kötü safları ise son saftır. Kadınların ise en hayırlı safları son saf en kötü safları ise ilk saftır."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, İbn Mâce ve Ebû Ya'lâ, Câbir b. Abdillah'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Erkeklerin en faziletli safları ilk saf en kötü safları ise son saftır. Kadınların ise en hayırlı safları son saf en kötü safları ise ilk saftır. "

İbn Ebî Şeybe'nin, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Erkeklerin en faziletli safları ön saf en kötü safları ise en arkadaki saftır. Kadınların ise en hayırlı safları en arkadaki saf en kötü safları ise ilk saftır. "

İbn Ebî Şeybe'nin Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İlk saf meleklerin saffı gibidir. Eğer (ilk safta bulunmanın sevabını) bilseydiniz, bu safta yer almak için birbirinizle yarışırdınız" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Dârimî, Ebû Dâvud, İbn Mâce, İbn Huzeyme ve Hâkim, Berâ b. Âzib'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Yüce Allah ve melekler ilk saffa -bir lafızda ise "ilk saflara"- şeklindedir- rahmet ve istiğfar ederler."

İbn Ebî Şeybe'nin Mücâhid'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ilk safta seyreklik görünce:

“Yüce Allah ve melekler ilk saffa rahmet ve istiğfar ederler" buyurdu. Bunun üzerine insanlar ilk saffa geçmek için izdiham oluşturdu.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Şeddâd der ki:

“Yüce Allah ve melekler ilk saflarda namaz kılanlara rahmet' ve istiğfar ederler" derlerdi."

İbn Ebî Şeybe'nin Âmir b. Mes'ud el-Kureşî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanlar, ilk saffın faziletini bilselerdi, oraya ancak kurayla geçerlerdi" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Nesâî ve İbn Mâce, İrbâd b. Sâriye'nin:

“Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), namazdaki ilk saf için üç defa, ikinci saf için ise bir defa istiğfar ederdi" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim'in Atâ'dan bildirdiğine göre, "Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, sonraya kalanları da..." buyruğunda kastedilen, namazdaki ve savaş anındaki saflardır.

İbn Ebî Hâtim'in Mu'temir b. Süleyman vasıtasıyla, Şebîb b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân, "Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, sonraya kalanları da..." âyetini açıklarken:

“Bize bildirildiğine göre âyeti savaş hakkındadır" demiştir. Mu'temir der ki: Bunu babama anlattığımda:

“Bu âyet, savaş farz edilmeden nazil oldu" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, sonraya kalanları da..." âyetinden, Allah'a itaatte önce gelenler ve Allah'a isyanda sonraya kalalar kastedilmiştir, dedi.

İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, sonraya kalanları da" âyetinden, ümmetlerden, hayırda önce gelenler ve ağır davrananlar kastedilmiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, sonraya kalanları da" buyruğundaki önce gelenlerden kastedilen ölenler, sonraya kalanlar ise hayatta olanladır.

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, sonraya kalanları da" buyruğundaki önce gelenlerden kastedilen Hazret-i Âdem ve önceden gelen onun zürriyetidir, sonraya kalanlar ise erkeklerin sulbünde olup henüz doğmayanladır.

Abdurrezzâk ve İbnü'l-Münzir'in Katâde'den bildirdiğine göre bildirdiğine göre "Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, sonraya kalanları da" buyruğundaki önce gelenlerden kastedilen Hazret-i Âdem ve bu âyet nazil olana kadar gelenlerdir, sonraya kalanlar ise Hazret-i Âdem'in soyundan olup henüz doğmayanladır. Yüce Allah bütün bunları bilir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Avn b. Abdillah, Muhammed b. Ka'b'a bu âyeti sorup:

“Âyetten kastedilen namazdaki saflar mıdır?" deyince, Muhammed b. Ka'b:

“Hayır, önce gelenler, ölenler ve öldürülenler, sonraya kalanlar ise onlara sonradan yetişenlerdir" cevabını verdi.

Saîd b. Mansûr ve İbnü'l-Münzir'in İkrime ve Mücâhid'den bildirdiğine göre âyetten kastedilen ölenler ve sağ kalanlardır.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Yüce Allah, bazılarını öne almış, bazılarını da geride bırakmıştır ve öne aldığını da geride bıraktığını da bilmiştir."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Âyetteki önce gelip geçenlerden kasıt, geçmiş ümmetler, geride kalanlar ise Hazret-i Muhammed'in ümmetidir" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre "Şüphesiz senin Rabbin onları diriltip bir araya getirecektir" âyeti, "İlkleri de sonradan gelenleri de diriltip bir araya getirecektir" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime, "Şüphesiz senin Rabbin onları diriltip bir araya getirecektir" âyetini açıklarken:

“Yüce Allah, önceden gelenleri de, geride kalanları da haşredecektir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, "Şüphesiz senin Rabbin onları diriltip bir araya getirecektir" âyetini açıklarken:

“Yüce Allah, önceden gelenleri de, geride kalanları da haşredecektir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Şa'bî, "Şüphesiz senin Rabbin onları diriltip bir araya getirecektir" âyetini açıklarken:

“Yüce Allah, kıyamet günü onların hepsini bir araya toplar" demiştir.

26

"Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş bir balçıktan yarattık"

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“İnsan üç şeyden yaratılmıştır: Yapışkan çamurdan, kuru çamurdan ve kokuşmuş çamurdan. Yapışkan çamur, güzel ve gerekli olan bir çamurdur. Kuru çamur kendisinden çömlek yapılan çamur, kokuşmuş çamur ise kokmuş olan balçıktır."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi, suyun güzel toprağa düşmesiyle toprağın yarılması, sonra da yassı çömlek gibi olmasıdır.

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi, kuru toprak mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) kelimesi, kuma karıştırılmış toprak mânâsındadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi, vurduğun zaman ses çıkaran mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, vurulduğu zaman sesi duyulan kuru toprak mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: (.....) kelimesi, elinle sıktığın zaman parmaklarının arasından suyu çıkan çamur mânâsındadır.

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....), âyeti, nemli çamur mânâsındadır.

Firyâbî, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti, kokuşmuş çamur mânâsındadır.

Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona:

“Bana yüce Allah'ın, âyette geçen (.....) âyetinin mânâsını söyle" deyince, İbn Abbâs: siyah demektir. Aynı zamanda kokuşmuş mânâsına da gelir. (.....) ise, şekil verilmiş mânâsındadır" cevabını verdi. Nâfi:

“Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir:

“Tabi ki! Yoksa Hamza b. Abdilmuttalib'in, Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) methederken:

"O bembeyazdır, sanki dolunay şeklini onun yüzünden almıştır, O dolunay ki ışığı saçılmış ve yayılmıştır" dediğini bilmez misin?

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Hazret-i Âdem, yeryüzü toprağından yaratılmış, yapışkan bir çamur haline gelinceye kadar yere atılmıştır. Sonra kokuşmuş çamur haline gelinceye kadar bırakılmış sonra Yüce Allah onu kendi eliyle yaratmıştır. Kırk gün, vurulduğunda ses çıkaran çömlek gibi kuru hale gelinceye kadar sûret şeklinde (cansız) kalmıştır. Salsâl budur. Fahhâr da aynı şeydir."

27

"Cinleri de daha önce dumansız ateşten yaratmıştık"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“(İnsanlardan bazılarının) maymun ve domuza çevrildiği gibi, Cân da cinlerden Cân durumuna çevrilmiştir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) buyruğunda kastedilen İblis'tir ve Hazret-i Âdem'den önce yaratılmıştır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“İblis, kendilerine cin denilen meleklerin kabilelerinden bir kabileye mensuptu. Bunlar, melekler arasında semum ateşinden yaratılmışlardı. Kur'ân-ı Kerim'de kendilerinden söz edilen cinler ise, dumansız ateşten yaratılmışlardır."

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyetten kastedilen, cinlerin, ateşin en güzelinden yaratılmış olmalarıdır.

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti "Öldürecek kadar sıcak olan ateş" mânâsındadır.

Tayâlisî, Firyâbî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, İbn Mes'ûd'un:

“Cinlerin yaratıldığı semûm, cehennem ateşinin yetmişte bir bölümüdür" dedikten sonra, "Cinleri de daha önce dumansız ateşten yaratmıştık" âyetini okuduğunu bildirir.

İbn Merdûye'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müslümanın rüyası, peygamberliğin yetmiş parçasından biridir. Bu ateş tef cinlerin yaratıldığı semûm ateşinin yetmiş parçasından biridir" buyurup:

“Cinleri de daha önce dumansız ateşten yaratmıştık" âyetini okudu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Amr b. Dînâr:

“Cinler ve şeytanlar Güneşin ateşinden yaratılmıştır" dedi.

28

Rabbin, Meleklere şöyle dediği vakti hatırla:

“ Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir insan yaratacağım.

29

Ben, onun yaratılışını tamamladığım ve ona ruh verdiğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın.”

30

Bunun üzerine Meleklerin hepsi toptan secde ettiler.

31

Ancak İblîs, secde edenlerle beraber olmaktan çekindi.

32

Allah buyurdu ki:

“ Ey İblîs! Sen, neye secde edenlerle beraber olmadın?”

33

İblîs şöyle dedi:

“ Kuru bir çamurdan şekillenmiş bir balçıktan yarattığın bir insana, benim secde etmem doğru olmaz.”

34

Allah buyurdu ki:

“ O hâlde, o cennetten çık, çünkü sen koğulmuşsun.

35

Şüphe yok ki, lânet, kıyâmet gününe kadar senin üzerindedir.”

36

Bkz. Ayet:42

37

Bkz. Ayet:42

38

Bkz. Ayet:42

39

Bkz. Ayet:42

40

Bkz. Ayet:42

41

Bkz. Ayet:42

42

"İblis: «Rabbim! Öyle ise onların tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver» dedi. Allah da, «O hâlde, sen vakti (yalnızca benîm tarafımdan) bilinen güne (kıyamete) kadar mühlet verilenlerdensin» dedi. İblis, «Rabbim! Beni azdırmana karşılık, andolsun ki yeryüzünde kötülükleri onlara güzel göstereceğim, içlerinde ihlâsa erdirilmiş kulların hariç, onların hepsini azdıracağım» dedi. Allah, «İşte bu bana ulaştıran dosdoğru yoldur. Azgınlardan sana uyanlar dışında, kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin yoktur» dedi."

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "İblis: «Rabbim! Öyle ise onların tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver» dedi" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“İblis ölümün tadını tatmak istemeyince, kendisine:

“O hâlde, sen vakti (yalnızca benim tarafımdan) bilinen güne (kıyamete) kadar mühlet verilenlerdensin" denildi. Sûra birinci üfürülüşte İblis ölecektir. Sûra birinci üfürülüş ile ikinci üfürülüş arasında kırk yıl vardır ve İblîs kırk yıl boyunca ölü kalacaktır!"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, "O hâlde, sen vakti (yalnızca benim tarafımdan) bilinen güne (kıyamete) kadar mühlet verilenlerdensin" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yüce Allah İblis'e, Haşir gününe kadar değil, belli bir zamana kadar mühlet verilmiştir."

İbn Cerîr'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre "İçlerinde ihlâsa erdirilmiş kulların hariç, onların hepsini azdıracağım" buyruğundaki ihlâslılardan kasıt müminlerdir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde "İçlerinde ihlâsa erdirilmiş kulların hariç, onların hepsini azdıracağım" âyetini açıklarken:

“İhlâsiı kullar, Yüce Allah'ın, İblis'in azdıracaklarının dışında tuttuğu kişilerdir" demiştir.

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "İşte bu bana ulaştıran dosdoğru yoldur" âyetini açıklarken:

“Hak yolun dönüşü Yüce Allah'adır. Hak yol onda son bulur ve başka şeye sapmaz" demiştir.

İbn Cerîr'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "İşte bu bana ulaştıran dosdoğru yoldur" âyeti:

“Doğru yol bende son bulur" mânâsındadır.

Ebû Ubeyd, İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ziyâd b. Ebî Meryem ve Abdullah b. Kesîr, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuş ve: (.....) lafzı, (.....) anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti, (.....) şeklinde, "İşte dosdoğru ve yüce yol budur" mânâsında okumuştur.

Ebû Ubeyd, İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Şîrîn, bu âyeti, (.....) şeklinde, "İşte dosdoğru ve yüce yol budur" mânâsında okurdu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Kays b. Ubâd, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuş ve "İşte dosdoğru ve yüce yol budur" mânâsını vermiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin yoktur" âyetini:

“Cennete girmelerine hükmettiğim kullarım, onları bağışlamayacağım bir günah işlemezler" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebi'd-Dünyâ Mekâyidu'ş-Şeytân'da, İbn Ebî Hâtim ve el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, Saîd b. Cübeyr'in şöyle dediğini bildirir:

“İblis lanetlendiği zaman, meleklerin sûretinden başka bir sûrete bürününce korktu ve öyle bir çığlık attı ki bu yüzden kıyamet gününe kadar atılan her çığlık bundandır."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Yezîd b. Kusayt der ki: Peygamberlerin, bulundukları şehrin dışında mescitleri olurdu. Peygamber, Rabbinden bir haber almak istediğinde bu mescide gider ve Allah'ın kendisine farz kıldığı ibadeti yapar, sonra isteğini arzederdi. Bir gün, bir peygamber mescîdindeyken, İblis gelip onunla kıble arasında oturdu. Peygamber üç defa:

“Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım" deyince, İblis:

“Hangi şeyle benden kurtulduğunu söyle" dedi. Peygamber:

“Sen de bana Âdemoğullarını neyle alt ettiğini söyle" dedi ve her biri diğerine istediği şeyi söylemesi için ısrar etmeye başladı. Peygamber:

“Yüce Allah, «Azgınlardan sana uyanlar dışında, kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin yoktur»buyurmaktadır" deyince, İblis:

“Ben, bunu sen doğmadan duydum" karşılığını verdi. Peygamber: Yüce Allah:

“Şeytan seni dürtecek olursa Allah'a sığın, doğrusu O işitir ve bilir" buyuruyor. Vallah, senin varlığını ne zaman hissettiysem, Senden Allah'a sığındım" deyince, İblis:

“Doğru söyledin. Bununla benden kurtulursun" karşılığını verdi. Peygamber:

“Âdemoğullarını neyle alt ettiğini söyle" deyince, İblis:

“Kızdığı ve hevasına uyduğu zaman onu ele geçiririm" karşılığını verdi.

43

Şüphesiz ki cehennem de, o azgınların hepsinin vaad olunan yeridir.

44

"Onun yedi kapısı vardır ve her kapıya onlardan bir grup ayrılmıştır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Onun yedi kapısı vardır ve her kapıya onlardan bir grup ayrılmıştır" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Cehennem'in kapılarının adi: Cehennem, Saîr, Lazâ, Hutame, Sakar, Cahîm ve Hâviye'dir. Hâviye, Cehennem'in en alt tabakasının kapısı)dır."

İbnu'l-Mübârek, Hennâd, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Ahmed Zühd'de, İbn Ebi'd-Dünyâ Sifattı'n-Nâr'da, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî el- Ba's'ta, değişik kanallarla Hazret-i Ali'nin şöyle dediğini bildirir:

“Cehennem'in yedi kapısı vardır ve bu kapılar üst üstedir. İlk önce birincisi, sonra ikincisi, sonra üçüncüsü dolar ve nihâyetinde hepsi dolar."

Ahmed Zühd'de, Hittân b. Abdillah'tan bildirir: Hazret-i Ali:

“Cehennemin kapılarının nasıl olduğunu biliyor musunuz?" diye sorunca, biz:

“Bildiğimiz bu kapılar gibidir (yan yanadır)" cevabını verdik. Bunun üzerine Hazret-i Ali ellerini üst üste koyarak:

“Şöyledir (üst üstedir)" dedi.

Beyhakî'nin el-Ba's'ta, Halîl b. Murra'nın şöyle dediğini bildirir:

“Allah'ın Resûlü, Mülk sûresi ve Fussilet Sûresini okumadan yatmazdı. (.....) ile başlayan sûreler yedi tanedir, Cehennemin kapıları da yedi tanedir: Cehennem, Hutame, Lazâ, Saîr, Sakar, Hâviye ve Cahîm. ile başlayan sûrelerden herbiri gelip cehennemin kapılarından birinde durur ve: «Allahım! Bana inanan ve beni okuyan kişi bu kapıdan girmesin» der."

Buhârî Tarih'te, Tirmizî ve İbn Merdûye'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Cehennemin yedi kapısı vardır. Bu kapılardan birisi de ümmetime kılıç çekenlere aittir. "

Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usul'da, Bezzâr, Hâkim Tarih'te, Ukaylî ve İbn Adiyy'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cehennemin, sadece öfkesini Allah'ın gazaplanacağı şeylerle giderenlerin gireceği bir kapısı vardır" buyurdu.

Ebû Nuaym'ın bildirdiğine göre Atâ el-Horasânî şöyle der:

“Cehennemin yedi kapısı vardır. Üzüntü, zorluk ve sıcaklığı, şiddetli ve kokusu en pis olanı zina yapanların gireceği kapıdır."

İbn Merdûye'nin Ebû Zer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cehennemin, sadece Ehl-i beyt'im konusunda ahdini bozan ve benden sonra onların kanlarını akıtanlara ait olan bir kapısı vardır" buyurdu.

Ahmed, İbn Hibbân, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Ba's'ta, Utbe b. Abd'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cennetin sekiz kapısı, Cehennemin ise yedi kapısı vardır ve bunların bazısı diğerlerinden üstündür" buyurduğunu nakletmiştir.

Saîd b. Mansûr ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki:

“Güneş, Cehennemden, şeytanın iki boynuzu arasından çıkar ve gökyüzüne her yükselişinde kendisine Cehennemin kapılarından biri açılır. Böylece öğle olduğu zaman Cehennemin bütün kapıları açılmış olur."

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Yedi tabaka" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Onun yedi kapısı vardır ve her kapıya onlardan bir grup ayrılmıştır" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“İlki, Cehennem,.sonra Lazâ, sonra Hutame, sonra Saîr, sonra Sakar, sonra Cahîm, en sonuncusu ise Hâviye'dir. Cahîm'de Ebû Cehil vardır."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Onun yedi kapısı vardır ve her kapıya onlardan bir grup ayrılmıştır" âyetini açıklarken:

“Allah'a yemin olsun ki bunlar, amelleri karşılığı onların duraklarıdır" demiştir.

Abdurrezzâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre A'meş der ki:

“Cehennemin kapılarının adı şudur: Hutame, Hâviye, Lazâ, Sakar, Cahîm, Saîr ve Cehennem ve ateş. Ateş, cehennemin bütün isimlerini kapsamaktadır."

İbn Ebî Hâtim'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre, "Her kapıya onlardan bir grup ayrılmıştır" âyeti, "Her kapıya onlardan bir fırka ayrılmıştır" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk, "Onun yedi kapısı vardır ve her kapıya onlardan bir grup ayrılmıştır" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yahudiler için bir kapı, Hıristiyanlar için bir kapı, Sâbiîler için bir kapı, Mecûsiler için bir kapı, şirk koşan Arap kâfirleri için bir kapı, münafıklar için bir kapı ve tevhid ehli için bir kapı. Tevhîd ehlinin (buradan kurtulacakları) umulur. Diğerleri için asla böyle bir umut yoktur."

İbn Merdûye ve Beyhakî el-Ba's'ta, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Sırat, cehennemin iki kenarı arasındadır ve kaygandır. Peygamberler sıratın üzerinde durup: «Allahım! Sen selamete erdir, Sen selamete erdir» derler. Sırattan kimi, yıldırım gibi geçer, kimi göz açıp kapayıncaya kadar geçer, kimi en hızlı giden atlı veya katıra ya da başka bineklere binen kişi gibi geçer, kimi de yürüyerek geçer. Kurtulan selamete erer, ayıplanan ise sırattan aşağıya atılır. «Onun yedi kapısı vardır ve her kapıya onlardan bir grup ayrılmıştır» "

İbn Ebî Hâtim, Semure b. Cündüb'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), "Onun yedi kapısı vardır ve her kapıya onlardan bir grup ayrılmıştır" âyetini açıklarken şöyle buyurduğunu nakleder:

“Ateş, Cehennemliklerden, amellerine göre, bazılarının topuklarına kadar, bazılarının göbeğine kadar, bazılarının boğazına kadar ulaşır. Yüce Allah'ın, «Onun yedi kapısı vardır ve her kapıya onlardan bir grup ayrılmıştır» âyeti buna işaret etmektedir."

İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime, "Onun yedi kapısı vardır ve her kapıya onlardan bir grup ayrılmıştır" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Cehennem'in her kapısı üzerinde ateşten yetmişbin duvar, her duvarda ateşten yetmişbin kubbe, her kubbede ateşten yetmişbin tane tandır, her tandırda ateşten yetmişbin delik, her delikte ateşten yetmişbin kaya, her kayanın üzerinde ateşten yetmişbin taş, her taşın üzerinde ateşten yetmişbin akrep, her akrebin ateşten yetmişbin kuyruğu, her kuyruğun ateşten yetmişbin kemiği, her kemikte yetmişbin çeşit ateşten yakılmış zehir ve ateşi körükleyen yetmişbin tutuşturucu ateş vardır. Bu zehir ve tutuşturucu ateş, bu kapıyı tutuştururlar. Cehenneme ilk varacak olanlar, Cehennemin kapısında, siyah yüzlü, perçemlerini çıkarmış ve Yüce Allah'ın, kalplerinden merhameti söküp aldığı dört yüz bin bekçi bulacaklar. Bu bekçilerin kalbinde zerre kadar merhamet olmayacaktır."

Ebû Nuaym'ın, İbn Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Her gün Cehennem tutuşturulur ve kapıları açılır. Sadece Cuma günü ne kapıları açılır, ne de tutuşturulur. "

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Mesrûk:

“Cehennemden en fazla Allah'a sığınılması gereken zaman, kapılarının açılacağı zamandır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Yezîd b. Ebî Mâlik:

“Cehennemde yedi ateş vardır ve her biri altındaki ateşe bakar ve kendisini yemesinden (yakmasından) korkar" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. Amr'ın şöyle dediğini ibldirir:

“Cehennemde, sadece en kötülerin gireceği bir zindan vardır. Onun tabanı ateş, tavanı ateş, duvarları ateştir ve buraya giren kişiyi de ateş yalayıp durur."

Abdurrezzâk ve Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usul'da Ka'b(u'l-ahbâr)'ın şöyle dediğini bildirir:

“Şehidin bir nuru vardır, Harûrilerle (Haricilerle) savaşanın ise on nuru vardır." Ka'b şöyle derdi:

“Cehennemin yedi kapısı vardır ve bu kapılardan biri Harûrilerindir. Harûriler, (ilk defa) Hazret-i Dâvud (aleyhisselam) zamanında ortaya çıkmıştır."

İbn Merdûye ve Hatîb Tarih'te, Enes'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), "Onun yedi kapısı vardır ve her kapıya onlardan bir grup ayrılmıştır" âyetini açıklarken:

“«Bu grupların bir kısmı Allah'a ortak koşanlar; bir kısmı, Allah hakkında şüpheye düşenler; bir kısmı da Allah hakkında gaflete düşenlerdir» buyurduğunu nakleder.

45

Takva sahipleri, elbette cennetlerde ve pınarlardadırlar.

46

"Onlara, «Girin oraya esenlikle, güven içinde» denilir"

Tirmizî, İbn Mâce, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de, Abdullah b. Selâm'ın şöyle dediğini bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldiği zaman insanlar yanına koştular. Ben de yüzüne bakmak için yanına gittim ve onun yüzünü görünce, bu yüzün bir yalancı yüzü olmadığını anladım. Ondan ilk duyduğum şey:

“Ey insanlar! Yemeği yedirin, selamı yanın, akrabalarınızla bağlarınızı koparmayın ve gece insanlar uykudayken namaz kılın ki, selametle cenete giresiniz" sözü oldu.

İbn Ebî Hâtim'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre âyette geçen "güven içinde" âyeti, "Ölümden emin olmaları, bir daha ölmeyecekleri, yaşlarının ilerlemeyeceği, hasta olmayacakları, çıplak kalmayacakları, ve acıkmayacakları" mânâsındadır.

47

Bkz. Ayet:48

48

"Biz, onların kalplerindeki kini söküp attık. Artık onlar sedirler üzerinde, kardeşler olarak karşılıklı otururlar. Onlara orada hiçbir yorgunluk dokunmaz, onlar oradan çıkarılacak da değillerdir"

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in, Lokmân b. Âmir vasıtasıyla, Ebû Umâme'nin şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah, kalplerindeki kini söküp atmadan, hiç kimse cennete giremeyecektir. O kadar ki onların gönüllerinden kini avlanma öğretilmiş vahşî hayvandan kin ve düşmanlığın çıkarılarak ehlileştirildiği gibi söküp atar."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Kâsım vasıtasıyla bildirdiğine göre Ebû Umâme der ki:

“Cennetlikler, Cennete kalplerindeki kin ve nefretle girerler. Cennetteki sedirlerde birbirleriyle karşılaştıklarında ise, Yüce Allah onların dünyadayken kalplerinde var olan kini söküp atacaktır."

İbn Cerîr'in Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre âyette geçen kinden kasıt, düşmanlıktır.

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî Şu'abu'l- îman'da, Katâde'nin, "Biz, onların kalplerindeki kini söküp attık. Artık onlar sedirler üzerinde, kardeşler olarak karşılıklı otururlar" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: Ebu'l-Mütevekkil en-Nâci'nin, Ebû Saîd el- Hudrî'den naklettiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Müminler Cehennemden kurtulunca, Cennet ve cehennem arasında bir köprüde durdurulurlar ve aralarında dünyada geçmiş olan haksızlıklar kısas edilir. Böylece günahlardan temizlenip paklandıktan sonra; cennete girmelerine izin verilir. Nefsimi kudret elinde olana yemin ederim ki, onlardan herbiri, cennetteki evini, dünyadaki evinden daha iyi tanır." Katâde der ki:

“Hadiste tarif edilen kişiler, Cuma günü Cuma namazından sonra dağılan topluluğa benzetilirdi."

İbn Ebî Hâtim'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Cennetlikler Sıratı geçtikten sonra, dünyadayken birbirlerinde olan haklarını alıncaya kadar bekletilirler ve Cennete birbirlerine karşı kalplerinde kin olmadan girerler. "

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abdulkerîm b. Ruşeyd der ki:

“Cennetlikler, Cennet kapısına doğru kıskançlıkla etrafı süzerek giderler. Cenete girdiklerinde ise Allah onların kalplerindeki bu kıskançlığı söküp alır."

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin Hasan el- Basrî'den bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib, "Vallahi, «Biz, onların kalplerindeki kini söküp attık» âyeti, biz Bedir ehli hakkında nazil oldu" demiştir.

el-Uşâri Fadâilu's-Sıddîk'te, İbn Asâkir ve İbn Merdûye, Abdullah b. Muleyl vasıtasıyla, Hazret-i Ali'nin şöyle dediğini bildirir:

“Biz, onların kalplerindeki kini söküp attık" âyeti, Araplardan üç kabile(den olan üç kişi) hakkında nazil olmuştur: Benî Hâşim, Benî Teym ve Benî Adiy. Yani, benim, Ebû Bekr ve Ömer hakkında nazil olmuştur.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir, Kesîr en-Nevvâ'nın şöyle dediğini bildirir: Ebû Câfer'e:

“Falan kişi bana, Ali b. el-Hüseyn'den, "Biz, onların kalplerindeki kini söküp attık" âyetinin, Ebû Bekr, Ömer ve Ali hakkında nazil olduğunu söyledi" dediğimde, Ebû Câfer:

“Vallahi! Bu âyet onlar hakkında nazil oldu. Onlardan başka kim hakkında nazil olacaktı ki!" karşılığını verdi. Ben:

“Âyette bahsedilen kin hangi kindir?" diye sorduğumda ise şöyle cevap verdi:

“Cahiliye kini. Cahiliye döneminde, Benî Teym, Benî Hâşim ve Benî Adiy'in arasında düşmanlık vardı. Bu kabileler Müslüman olunca birbirlerini sevdiler. Ebû Bekr, böğründen rahatsızlanınca, Hazret-i Ali elini ısıtıp ağrıyan yere koyuyordu. Bu sebeple bu âyet nazil oldu."

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, el-Adenî, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Hâkim, değişik kanallarla Hazret-i Ali'den bildirir: Hazret-i Ali, Talha'nın oğluna:

“Ben va babanın, Yüce Allah'ın, "Biz, onların kalplerindeki kini söküp attık" buyurduğu kişilerden olmasını dilerim" deyince, Hemedân kabilesinden bir adam:

“Allah, böyle yapmayacak kadar adaletlidir" karşılığını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Ali öyle bir bağırdı ki, köşkteki herkes toplandı. Hazret-i Ali:

“Eğer, yüce Allah'ın âyetinde bahsettiği kişiler ben ve onlar olmayacaksak, kim olacak!" dedi.

Saîd b. Mansûr, Nuaym el-Fiten'de, İbn Ebî Şeybe, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ali:

“Ben, Osmân, Zübeyr ve Talha'nın, Yüce Allah'ın, "Biz, onların kalplerindeki kini söküp attık" buyurduğu kişilerden olmasını umuyorum" demiştir.

İbn Merdûye'nin Mücâhid vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Biz, onların kalplerindeki kini söküp attık" âyetinin, Hazret-i Ali, Talha ve Zübeyr hakkında nazil olduğunu söylemiştir.

Şîrâzî el-Elkâb'da, Hayseme et-Atrâblûsî Fadâilu's-Sahabe'de, İbn Merdûye ve İbn Asâkir, el-Kelbî vasıtasıyla, Ebû Salih'ten bildirir: İbn Abbâs der ki:

“Biz, onların kalplerindeki kini söküp attık" âyeti, on kişi hakkında nazil olmuştur: Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Sa'd, Saîd, Abdurrahman b. Avf ve Abdullah b. Mes'ûd."

İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, aynı rivayeti Ebû Sâlih'ten mevkuf olarak yapmıştır.

İbn Merdûye, Nu'mân b. Beşîr vasıtasıyla, Hazret-i Ali'nin şöyle dediğini bildirir:

“Biz, onların kalplerindeki kini söküp attık" âyetinde kastedilenler, Osman, Talha, Zübeyr ve benim."

İbn Ebî Şeybe, Hennâd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Artık onlar sedirler üzerinde, kardeşler olarak karşılıklı otururlar" âyetini açıklarken:

“Birbirlerinin arkasını görmezler" demiştir.

İbnü'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin Mücâhid vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Cennetlikler birbirlerinin arkalarını görmezler deyip, "Onlar, karşılıklı yaslanmış vaziyette mücevheratla işlenmiş tahtlar üzerindedirler" âyetini okudu.

İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Kâsım el-Beğavî, İbn Merdûye ve İbn Asâkir, Zeyd b. Ebî Evfâ'nın şöyle dediğini bildirir:

“Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza çıkıp, "Artık onlar sedirler üzerinde, kardeşler olarak karşılıklı otururlar" âyetini okudu ve:

“Allah için birbirlerini sevenler, Cennette birbirlerine bakarlar" buyurdu.

îbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen kelimesi, yorgunluk ve eziyet mânâsındadır.

49

Bkz. Ayet:50

50

"Ey Muhammed! Kullarıma, benîm elbette çok bağışlayın, çok merhametli olduğumu, azabımın da elem dolu azap olduğunu haber ver"

İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Atâ b. Ebî Rebâh vasıtasıyla, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbindan bir kişiden bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), yanımıza, Benî Şeybe kapısından yanımıza çıkıp:

“Size ne oluyor ki böyle gülüyorsunuz? Güldüğünüzü görmeyeyim" dedi. Sonra geri döndü, nihayet Hicr'in yanına varınca gerisin geri döndü ve bize şöyle dedi:

“Ben çıkıp gittiğimde Cibril yanıma geldi ve:

“Ey Muhammed! Yüce Allah: «Niçin rahmetimden kullarınım ümidini kesiyorsun? "Kullarıma, benim elbette çok bağışlayıcı, çok merhametli olduğumu, azabımın da elem dolu azap olduğunu haber ver" buyuruyor» dedi "

İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, Mus'ab b. Sâbit'ten bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) sahabeden gülüşmekte olan bazılarıyla karşılaşınca:

“Hem Cenneti hem Cehennemi hatırlayın" buyurdu. Bunun üzerine, "Kullarıma, benim elbette çok bağışlayıcı, çok merhametli olduğumu, azabımın da elem dolu azap olduğunu haber ver" âyetleri nazil oldu.

Bezzâr, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. ez- Zübeyr der ki: Allah'ın Resûlü, bir olay üzerine gülüşmekte olan sahabeden bir grubun yanından geçerken:

“Cennet ve cehennemin hatırlatıcısı önünüzde olduğu halde gülüyor musunuz?" buyurdu. Bunun üzerine, "Kullarıma, benim elbette çok bağışlayıcı, çok merhametli olduğumu, azabımın da elem dolu azap olduğunu haber ver" âyetleri nazil oldu.

İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):"Eğer bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız" buyurduktan sonra: «Melek (Cibril) «Kullarımı ümitsizliğe düşürme» diye sesleniyor» dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Kullarıma, benim elbette çok bağışlayıcı, çok merhametli olduğumu, azabımın da elem dolu azap olduğunu haber ver" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: Bize bildirildiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Eğer kul, Allah'ın ne kadar bağışlayıcı olduğunu bilseydi hiçbir günahı işlemekten çekinmezdi. Eğer Allah'ın azabının miktarını da bilmiş olsaydı, tasadan kahrolurdu" buyurdu.

Buhârî, Müslim ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Yüce Allah, rahmeti yarattığı zaman yüz parça yaratmış, doksan dokuzunu kendi nezdinde tutmuş, bütün yarattıklarına da bir parçasını indirmiştir. Eğer kafir; Yüce Allah'ın kendisine olan rahmetini bilse, Allah'ın rahmetinden ümidim kesmezdi. Eğer mümin Yüce Allah indindeki azabı bilseydi cehenneme girmeyeceğinden emin olmazdı. "

Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, Ebû Hureyre'den bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) konuşmakta olan sahabeden bazılarının yanına çıkıp:

“Canım elinde olana yemin ederim ki, eğer bildiğimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız" buyurdu. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) oradan ayrılınca Yüce Allah kendisine:

“Ey Muhammed! Neden kullarımı ümitsizliğe düşürüyorsun?" diye vahyetti. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) geri dönüp:

“Sevinin, birbirinize güzel sözler söyleyin ve doğru yolu gösterin" buyurdu.

51

Bkz. Ayet:71

52

Bkz. Ayet:71

53

Bkz. Ayet:71

54

Bkz. Ayet:71

55

Bkz. Ayet:71

56

Bkz. Ayet:71

57

Bkz. Ayet:71

58

Bkz. Ayet:71

59

Bkz. Ayet:71

60

Bkz. Ayet:71

61

Bkz. Ayet:71

62

Bkz. Ayet:71

63

Bkz. Ayet:71

64

Bkz. Ayet:71

65

Bkz. Ayet:71

66

Bkz. Ayet:71

67

Bkz. Ayet:71

68

Bkz. Ayet:71

69

Bkz. Ayet:71

70

Bkz. Ayet:71

71

"Onlara İbrahim'in misafirlerinden de haber ver. Hani misafirler İbrahim'in yanına girmiş ve «Selâm» demişlerdi. O da, «Gerçekten biz sizden korkuyoruz» demişti. Onlar, «Korkma, biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz» dediler. İbrahim, «Bana yaşlılık gelip çatmış iken beni mi müjdeliyorsunuz? Bana neyi müjdeliyorsunuz?» dedi. «Biz sana gerçeği müjdeledik. Sakın ümitsizlerden olma» dediler. Dedi ki: «Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?» İbrahim, «Ey Elçiler! Göreviniz nedir?» dedi. Şöyle dediler: «Şüphesiz biz suçlu bir millete gönderildik. Lût'un ailesi başka (Onlar suçlu değillerdir). Lût'un karısı dışında onların hepsini kurtaracağız.» Biz, onun geride kalanlardan olmasını takdir ettik. Elçiler (melekler) Lût'un ailesine gelince, Lût onlara, «Gerçekten siz tanınmayan kimselersiniz» dedi. Dediler ki: «Evet, fakat biz sana (kavminin) şüphe etmekte olduğu azabı getirdik. Biz, sana gerçeği getirdik. Şüphesiz biz doğru söyleyenleriz. Gecenin bir bölümünde aile fertlerini yola çıkar, sen de arkalarından git. Hiçbiriniz arkaya bakmasın. Emrolunduğunuz yere (doğru) geçin gidin.» Ona şu durumu kesin olarak bildirdik: «Sabaha çıkarken onların sonu kesilmiş olacak.» Şehir halkı sevinerek geldiler. Lût, dedi ki: «Şüphesiz bunlar benim misafirlerîmdir. Sakın beni rezil etmeyin. Allah'a karşı gelmekten sakının, beni utandırmayın.» Onlar, «Biz seni insanlarla ilgilenmekten men etmemiş miydik» dediler. Lût: «İşte kızlarım. Eğer yapacaksanız (onlarla evlenebilirsiniz)» dedi"

İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, "Korkma!" mânâsındadır.

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki:

“Hazret-i İbrâhim (aleyhisselam), "Bana neyi müjdeliyorsunuz?" sözünü, kendisinin ve hanımının yaşının ilerlemiş olmasına rağmen müjdelenmesine hayret ettiği için söylemiştir."

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, ümitsizliğe düşmek mânâsındadır.

Ebû Ubeyd ve İbnü'l-Münzir, A'meş vasıtasıyla, Yahyâ'nın, bu âyeti, (.....) şeklinde elif harfi olmadan okuduğunu, bu âyette sonra gelen âyeti de, (.....) şeklinde (.....) harfini üstün olarak okuduğunu bildirir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân b. Uyeyne:

“İnsanları veya kendini Allah'ın rahmetinden ümitsizliğe düşürmek için çalışan hata yapmış olur" dedikten sonra, "Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?"' âyetini söylediğine delil olarak gösterdi.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Rabbinin rahmetinden... kim ümit keser" mânâsındadır.

Ahmed Zühd'de, Mûsa b. Ali'den, babasının şöyle dediğini bildirir: Bana bildirildiğine göre Hazret-i Nûh (aleyhisselam) oğlu Sâm'a şöyle dedi:

“Ey oğul! Kalbinde zerre kadar şirkle kabre girme. Zira kim müşrik olarak Allah'ın huzuruna gelirse kendisini kurtaracak hiçbir delili olmayacaktır. Ey oğul! Kalbinde zerre miktarı kibir bulunduğu halde de kabre girme! Çünkü büyüklük Yüce Allah'ın üstlüğüdür. Üstlüğü hakkında çekişen kimseye Allah gazap eder. Ey oğul! Kalbinde zerre kadar rahmetten ümit kesmiş olarak da kabre girme! Çünkü sapıklığa düşmüş kimseden başkası, Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez."

Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usul'da, Şîrâzî el-Elkâb'da ve Hâkim Tarih'te, İbn Mes'ûd'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

"Allah'ın rahmetini ümit edenfâcir, Allah'ın rahmetine; Allah'ın rahmetinden ümidini kesen âbidden daha yakındır. "

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbrâhim en-Nehaî der ki:

“Benimle Kaderiyye'nin arasında, "Lût'un karısı dışında onların hepsini kurtaracağız." Biz, onun geride kalanlardan olmasını takdir ettik" âyeti vardır. (Kaderle ilgili benim söylediğimin doğru, Kaderiyye'nin söylediğinin ise yanlış olduğunun delili bu âyettir).

İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Allah'ın azabına uğrayacak olanlardandır" mânâsındadır.

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Lût onlara, «Gerçekten siz tanınmayan kimselersiniz» dedi. Dediler ki:

“Evet, fakat biz sana (kavminin) şüphe etmekte olduğu azabı getirdik" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Hazret-i Lût onları tanımadı. Melekler, Hazret-i Lût'a: «Biz, kavminin şüphe ettiği azabı getirdik» dediler."

Abd b. Humeyd ve İbnü'l-Münzir'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) âyeti:

“Şüphe ettikleri" mânâsındadır.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Sen de arkalarından git" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Hazret-i Lût'a (aleyhisselam), ailesinin arkasında olması ve onlar yürürken arkalarından yürümesi emredildi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, "Emrolundûğunuz yere (doğru) geçin gidin" âyetini açıklarken:

“Yüce Allah onların Şam'a gitmelerini emretti" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, "Vahyettik" mânâsındadır.

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti,

"Onlar helak olacak" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Şehir halkı sevinerek geldiler" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Misafirlere yapmayı istedikleri kötülük sebebiyle, Allah'ın peygamberi Hazret-i Lût'un (aleyhisselam) yanına gelişlerine sevindiler."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Onlar, «Biz seni insanlarla ilgilenmekten men etmemiş miydik?» dediler. Lût: «İşte kızlarım. Eğer yapacaksanız (onlarla evlenebilirsiniz)» dedi" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Onlar:

“Senin, herhangi birini misafir etmeni veya barındırmanı yasaklamadık mı?" dediler. Bunun üzerine Hazret-i Lût (aleyhisselam), kadınlarla evlenmelerini söyleyip, kızlarını onlarla evlendirmek suretiyle misafirlerini korumak istedi."

72

"Senin hayatına and olsun kî, onlar sarhoşlukları fçînde bocalayıp duruyorlardı"

İbn Ebî Şeybe, Haris b. Ebî Usâme, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, Ebû Nuaym. Delâil'de ve Beyhakî Delâil'de, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah, Hazret-i Muhammed'den (sallallahü aleyhi ve sellem) daha üstün birini yaratmamıştır. Allah'ın, onun dışında herhangi birinin hayatı üzerine yemin ettiğini işitmedim. Yüce Alah, "Senin hayatına and olsun ki, onlar sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyorlardı" buyurarak:

“Ey Muhammed! Senin hayatına, ömrüne ve dünyada kalmana and olsun ki" diye yemin etmiştir."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen kelimesi:

“Yaşadığın hayat üzerine yemin olsun ki" mânâsındadır.

İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Yüce Allah, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatı dışında, kimsenin hayatı üzerine yemin etmemiştir. Allah, «Senin hayatına and olsun ki, onlar sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyorlardı» buyurarak: «Ey Muhammed! Senin hayatına, and olsun ki» diye yemin etmiştir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbrâhim en-Nehaî der ki:

“Kişinin:

“Ömrüme yemin olsun ki" demesi kerih görülür ve bu yemin şekliyle kişinin, kendi hayatına yemin etmiş gibi sayılırdı."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti:

“Sapıklıları içinde oynayıp duruyorlar" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre A'meş'e, Yüce Allah'ın, göre " âyeti sorulunca:

“Gafletleri içinde tereddüd edip dururlar" mânâsındadır" cevabını verdi.

73

"Derken sabah güneş doğarken çığlık onları yakalayıverdî"

İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "çığlık onları yakalayıverdî" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Sayha, yıldırım gibidir. Bir kavmin kendisiyle helak edildiği her şey, yıldırım ve sayhadır."

İbn Cerîr'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, "Güneş doğarken" mânâsındadır.

74

Hemen şehirlerinin üstünü altına geçirdik ve üzerlerine de çamurdan pişirilmiş taş yağdırdık.

75

"Şüphesiz bunda düşünüp görebilen kimseler için ibretler vardır."

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) kelimesini açıklarken şöyle dedi:

“Bu kelime, alamet mânâsındadır. Görmüyor musun, kişi yüzüğünü ailesine gönderir ve: «Bana şunu şunu verin» der. Yüzüğü gören ailesi, onu getirenin doğru söylediğini anlar."

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi, "Bakanlar için" mânâsındadır.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve el-Azame'de Ebu'ş- Şeyh, Katâde'den, âyette geçen, (.....) kelimesinin, "İbret alanlar" mânâsında olduğunu bildirir.

İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen, " kelimesinden kastedilenler, feraset sahibi olanlardır.

Ebû Nuaym'ın el-Hilye'de, Câfer b. Muhammed'den bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) kelimesinden kastedilenler, feraset sahibi olanlardır.

Buhârî Tarih'te, Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbnu's-Sünnî et-Tıbbu'n- Nebevî'de, Ebû Nuaym, et-Tıbbu'n-Nebevî'de, İbn Merdûye ve Hatîb, Ebû Saîd el-Hudrî'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müminin ferasetinden sakının. Çünkü o, Allah'ın nuru ile bakar" buyurduktan sonra, "Şüphesiz bunda düşünüp görebilen kimseler için ibretler vardır" âyetini okuduğunu bildirir.

İbn Cerîr'in İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müminin ferasetinden sakının. Çünkü o, Allah'ın nuru ile bakar" buyurmuştur.

İbn Cerîr'in Sevbân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)! "Müminin ferasetinden sakının. Çünkü o, Allah'ın nuru ile bakar ve onun tevfikiyle konuşur" buyurdu.

Hakîm et-Tirmizî, Bezzâr, İbn Cerîr, İbnu's-Sünnî ve Ebû Nuaym'ın Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'ın öyle kulları vardır ki, insanları tevessüm ile (ferasetleriyle) tanırlar" buyurmuştur.

76

"O şehrin kalıntıları hâlâ mevcut olan bir yol üstünde duruyor"

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Daimi bir helak üzerindedir" mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Açık bir yol üstündedir" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Açık bir yol üstündedir" mânâsındadır.

77

Gerçekten bunda îman edenler için bir ibret vardır.

78

"Eyke halkı da şüphesiz zalim idiler."

İbn Merdûye ve İbn Asâkir'in, İbn Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Medyen ve Eyke halkı ayrı iki ümmettir. Allah onlara Şuayb'ı (aleyhisselam) peygamber olarak göndermiştir. "

İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Eyke halkı, Hazret-i Şu'ayb'ın kavmidir. Eyke, ağaçlık yer mânâsındadır. Eyke ahalisi ağaçlık bir yerde yaşıyorlardı."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Husayf der ki:

“Eyke, ağaç demektir. Eyke halkı yazın yaş meyve, kışın ise kuru meyve yerlerdi."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Eyke halkı da şüphesiz zalim idiler" âyetini açıklarken şöyle dedi: Bize bildirildiğine göre Eyke halkı, ağacı çok olan bir yerde yaşıyorlardı ve ağaçları, devm (hurma ağacına benzer, Mısır taraflarında yetişen, meyve veren bir çeşit tür) ağacıydı. Söylendiğine göre de peygamberleri Hazret-i Şu'ayb'dı. Hazret-i Şu'ayb, hem onlara, hem de Medyen halkına, yani iki topluluğa gönderilmiş, (isyan etmeleri sebebiyle de) iki defa azaba maruz kalmışlardır. Medyen halkını çığlık yakalayıp helak etmiştir. Eyke halkı, birbirine girmiş sık ağaçlara sahipti. Bildirildiğine göre onlara yedi gün boyunca, hiçbir gölgenin kendilerini gölgelendiremeyeceği kadar şiddetli sıcak musallat edildi. Allah onlara bir bulut gönderdi ve hepsi o bulutun altına sığındılar, biraraya geldiler. İşte onlar bir serinlik arayışı içindelerken Allah üzerlerine bir ateş göndererek, onlan yakıp kül etti. Yüce Allah'ın, "Ama onu yalanladılar. Bunun üzerine onları bulutlu bir günün azabı yakaladı. Gerçekten o gün, azabı büyük bir gündü" âyeti buna işaret etmektedir.

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen  (.....) kelimesi, "Ağaçlar topluluğu, orman" mânâsındadır.

İbn Cerîr'in, Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre âyette geçen  (.....) âyeti, "Ağaçlık (ormanlık) yerde oturanlar" mânâsındadır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“Eyke, birbirine girmiş (sık) ağaçlar" demektir" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir, İbn Abbâs'ın:

“Eyke, Medyen halkının adıdır. Eyke, birbirine girmiş (sık) ağaçlar mânâsındadır" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Eyke, ağaçlar topluğuğu demektir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî der ki: Medyen halkına üç türlü azab edilmiştir. Yurtlarında onları o korkunç sarsıntı yakaladı ve büyük bir korku içinde evlerinden çıktılar. Evlere girmek istediklerinde ise evleri başlarına çöktü. Allah onlara bir gölge gönderince, bir adam bu gölgenin altına girdi ve:

“Bu gölge gibi güzel ve serinini görmedim. Ey insanlar buraya geliniz" dedi. Hepsi de gölgenin altına girince, onlara bir çığlık isabet etti ve hepsi öldü.

79

"Bu sebeble onlardan İntikam aldık. Her ikisi de hâlâ görülüp tanınan bir yol üzerindedirler."

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) âyeti, "Görülüp tanınan yol" mânâsındadır.

İbn Cerîr'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) âyeti, "Açık seçik, belli yol" mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) âyeti, "Görünen ve işaretleri olan yol" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) âyeti, "Açık seçik, belli yol" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Dahhâk'tan bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) âyeti, "Görünen yol" mânâsındadır.

80

"Andolsun, Hicr halkı da peygamberleri yalanlamıştı."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Vadi halkı" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki:

“Hicr halkı, Hazret-i Sâlih'in (aleyhisselam) kavmi olan Semûd kavmidir."

Buhârî, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hicr halkı hakkında şöyle buyurdu:

“Bu kavme (yani onların harabelerine) ağlayarak giriniz. Eğer içinizden ağlamak gelmiyorsa, oralara gitmeyin. Çünkü onlara isabet edenin benzeri, size de isabet edebilir."

İbn Merdûye'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Tebûk gazvesinin yapıldığı sene, Hicr'de, Semûd kavminin evlerinin yanında konaklayınca, insanlar, Semûd kavminin içtiği kuyulardan su doldurdular, bunlarla hamur yoğurdular ve etlerini kazanlara koyup (o suyla) haşladılar. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) sahabeye kazanları dökmelerini, hamuru develere yedirmelerini emrettikten sonra, oradan ayrılarak, Hazret-i Sâlih'in devesinin su içtiği kuyunun yanında konakladı. Sahabeye de, kendilerine azab edilen kavmin yaşadığı yere girmelerini yasakladı ve:

“Onların başına gelenin benzerinin size de isabet etmesinden korkarım. Onların yaşadığı yere girmeyin" buyurdu.

İbn Merdûye, İbn Ömer'in şöyle dediğini bildirir: Halk, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber, Semûd kavminin yurdu olan Hicr'de konaklayınca, oranın kuyularından su doldurup hamur yoğurdular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) doldurdukları suyu dökmelerini, yoğurdukları hamuru da develere yedirmelerini emredip, Hazret-i Sâlih'in devesinin su içtiği kuyudan su doldurmalarını söyledi.

İbn Merdûye'nin, Sebre b. Ma'bed'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hicr'de, ashâbına:

“Bu suyla (yiyecek) bir şey yapan onu atsın" buyurdu. Sahabeden bazısı bu suyla hamur yoğurmuş ve bazısı da yapmış olduğu yağ ve unla yapılan tirite benzer bir yemek yapmıştı.

81

Biz, onlara, mûcizelerimizi vermiştik de onlardan yüz çevirip durmuşlardı.

82

Dağlarda (kendilerini düşmanlardan, hırsızdan veya Allah’ın azabından kurtaracak) emniyetli zannettikleri evler yontup kuruyorlardı.

83

Bunları da o (korkunç) sayha (ses ve gürültü) sabahleyin yakalayıverdi. (gürültü ve zelzele neticesi helâk oldular.)

84

Böylece elde ettikleri muhkem evlerin, mal ve evlâdların kendilerine hiç faydası olmadı.

85

"Biz, gökleri, yeri ve her ikisi arasında bulunanları ancak hakka ve hikmete uygun olarak yarattık. Kıyamet günü mutlaka gelecektir. Sen şimdi güzel bir şekilde hoşgörü ile muamele et."

İbn Merdûye ve İbnu'n-Neccâr'ın, Ali b. Ebî Tâlib'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Onları kınamadan, kendilerinden razı ol" mânâsındadır.

Beyhakî Şurabu'l-îman'da, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Onları kınamadan, kendilerinden razı ol" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin Mücâhid'den bildirdiğine göre "Sen şimdi güzel bir şekilde hoşgörü ile muamele et" emri, savaş farz kılınmadan öncesi için geçerliydi.

İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre "Sen şimdi güzel bir şekilde hoşgörü ile muamele et" emri, savaş farz kılınmadan öncesi için geçerliydi.

86

Gerçekten Rabbin kemaliyle yaratandır, Alîm’dir.

87

"Andolsun, biz sana tekrarlanan yedi âyeti ve büyük Kur'ân'ı verdik."

İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir, İbn Ömer'in:

“Tekrarlanan yedi âyet (Seb'u'l- Mesânî), Fatiha Süresidir" dediğini bildirir.

Firyâbî, Saîd b. Mansûr, İbnu'd-Durays, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Dârekutnî, İbn Merdûye ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, bir kanalla, Ali b. Ebî Tâlib'in:

“Tekrarlanan yedi âyet (Seb'u'l-Mesânî), Fatiha Süresidir" dediğini bildirir. "

İbnu'd-Durays, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve îbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Tekrarlanan yedi âyet (Seb'u'l-Mesânî), Fatiha Süresidir. Büyük Kur'ân ise Kur'ân'ın Fâtiha Sûresi dışındaki kısmıdır" demiştir.

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, Taberânî, İbn Merdûye, Hâkim ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs'a, tekrarlanan yedi âyet (Seb'u'l- Mesânî) sorulunca:

“Fatiha Süresidir. Yüce Allah bu sûreyi Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetine has kılmış, Ümmü'l-Kitâb'a yükseltmiş ve Hazret-i Muhammed'in ümmetine gönderilene kadar orada saklamıştır. Bunu daha önce hiç kimseye vermemiştir" cevabını verdi. Kendisine:

“Peki yedinci âyet nerede?" diye sorulunca ise:

“Bismillahirrahmanirrahim'dir (sûrenin başındaki Besmele)" cevabını verdi.

İbnu'd-Durays, Saîd b. Cübeyr'den aynı rivâyette bulunmuştur.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Fatiha Sûresi Peygamberiniz (sallallahü aleyhi ve sellem) için saklanmıştır. Ondan başka hiçbir peygamber için saklanmamıştır" dedi.

Beyhakî Şulabu'l-îman'da, İbn Abbâs'ın:

“Âyette geçen tekrarlanan yedi âyet (Seb'u'l-Mesânî) Kur'ân'ın anasıdır ve her namazda tekrar edilir" dediğini bildirir.

İbnu'd-Durays, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre:

“Âyette geçen tekrarlanan yedi âyet (Seb'u'l-Mesânî) Fatiha Süresidir" demiştir.

İbn Cerîr, Ubey b. Ka'b'ın:

“Âyette geçen, tekrarlanan yedi âyet (Seb'u'l- Mesânî), Elhamdulillahi Rabbilâlemîn (Fâtiha) Süresidir" dediğini bildirir.

İbnu'd-Durays'in bildirdiğine göre Yahya b. Ya'mer ve Ebû Fâhite der ki:

“Âyette geçen, tekrarlanan yedi âyet (Seb'u'l-Mesânî), Fâtiha Süresidir."

İbnu'd-Durays'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki:

“Âyette geçen, tekrarlanan yedi âyet (Seb'u'l-Mesânî), Ümmu'l-Kitab'dır."

İbn Cerîr, Hasan(ı Basrî)'den aynı rivâyette bulunmuştur.

İbnu'd-Durays ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Âyette geçen, tekrarlanan yedi âyet (Seb'u'l-Mesânî), Fatiha Süresidir.. Farz olsun, nafile olsun her namazın her rekâtında tekrar edilir" demiştir.

İbnu'd-Durays'ın bildirdiğine göre Ebû Sâlih:

“Âyette geçen, tekrarlanan yedi âyet (Seb'u'l-Mesânî), Fatiha Süresidir. Namazın her rekâtında tekrar edilir" demiştir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da Rabî vasıtasıyla, Ebu'l-Âliye'nin, "Andolsun, biz sana tekrarlanan yedi âyeti ve büyük Kur'ân'ı verdik" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Fâtiha Sûresi yedi ayettir. Ona Mesânî denmesinin sebebi tekrar tekrar okunmasıdır. Kişi her Kur'ân okuyuşunda onu da okur." Rabî':

“Seb'u'l-Mesânî'nin, yedi uzun sûre olduğunu söylüyorlar" dendiğinde:

“Bu âyet nazil olduğu zaman, uzun olan sûrelerden bir şey nazil olmamıştı" cevabını verdi.

İbn Merdûye'nin Ömer b. el-Hattâb'dan bildirdiğine göre Seb'u'l-Mesânî, yedi uzun sûredir.

İbn Cerîr'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Seb'u'l-Mesânî, yedi uzun sûredir.

İbn Cerîr'in İbn Ömer'den bildirdiğine göre Seb'u'l-Mesânî, yedi uzun sûredir.

Firyâbî, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Merdûye, Hâkim ve Beyhakî Şu' abu'l-îman'da, İbn Abbâs'ın, "Andolsun, biz sana tekrarlanan yedi âyeti ve büyük Kur'ân'ı verdik" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Seb'u'l-Mesânî, yedi uzun sûredir. Bunlar, Allah'ın Resûlü'nden (sallallahü aleyhi ve sellem) başkasına verilmemiştir. Sadece Hazret-i Mûsa'ya bunlardan iki tane verilmiştir.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) yedi uzun sûre, Hazret-i Mûsa'ya (aleyhisselam) altı uzun sûre verilmiştir. Hazret-i Mûsa (aleyhisselam) levhaları yere attığı zaman ikisi gitti ve geriye dört tane kaldı."

Dârimî ve İbn Merdûye'nin Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):"Fatiha sûresi Seb'u'l-Mesânî'dir" buyurdu.

İbnu'd-Durays'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Seb'u'l-Mesânî, Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ, Mâide, En'âm, A'râf ve Yûnus sûreleridir."

Saîd b. Mansûr, İbnu'd-Durays, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî Şu' abu'l-îman'da, Saîd b. Cübeyr'in şöyle dediğini bildirir: Seb'u'l- Mesânî, yedi uzun sûredir. Bunlar da: Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ, Mâide, En'âm, A'râf ve Yûnus sûreleridir." İbn Cübeyr'e:

“Âyetteki (.....) kelimesinin mânâsı nedir?" diye sorulunca:

“Hükümlerin ve kıssaların onda tekrar edilmesidir" cevabını verdi.

Hâkim ve Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Seb'u'l-Mesânî, Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ, Mâide, En'âm, A'râf ve Kehf sûreleridir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân der ki:

“Âyette geçen (.....) kelimesi "Seb'u'l-Mesânî, Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ, Mâide, En'âm, A'râf Sûreleri ve ikisi de bir sûre olan Tevbe ve Enfâl süresidir."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirir: İbn Abbâs'a:

“Neden bunlara yedi uzun sûre denmiştir?" diye sorduğumda:

“Bu sûrelerde, haberler, misaller ve ibretler tekrar edildiği için" cevabını verdi.

İbn Merdûye, Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla, İbn Abbâs'ın:

“Seb'u'l- Mesânî'den kastedilen, Fatiha sûresi ve yedi uzun sûredir."

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ziyâd b. Ebî Meryem'in (.....) âyetini şöyle açıkladığını bildirir:

“Sana yedi kısım verdim: Emret, yasakla, müjdele, sakındır, misâller ver, nimetleri say ve Kur'ân'ın haberlerini bildir."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik:

“Kur'ân'ın hepsi Mesânî'dir" demiştir.

Âdem b. Ebî İyâs, İbn Ebî Şeybe,: İbnü'l-Münzir ve Beyhakî, Mücâhid'in:

“Seb'u'l-Mesânî, Kur'ân'ın uzun olan ilk yedi süresidir. Büyük Kur'ân'dan kasıt ise, diğer kısmıdır" dediğini bildirir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Mesânî, Kur'ân'da tekrar edilen yerlerdir. Yüce Allah'ın:

“Allah, âyetleri birbirine benzeyen ve yer yer tekrar eden Kitab'ı sözlerin en güzeli olarak indirmiştir" buyurduğunu duymadın mı?"

İbn Cerîr, Dahhâk'ın:

“Mesânî, Kur'ân'dır. Yüce Allah, bir kıssayı Kur'ân'da defalarca zikretmektedir" dediğini bildirir.

88

"Bazılarını faydalandırdığımız şeylerde sakın gözün kalmasın. Onlara karşı mahzun olma ve mü'minlere (şefkat) kanadını indir."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Bazılarını faydalandırdığımız şeylerde sakın gözün kalmasın" âyeti, kişinin, arkadaşının malı hakkında temennide bulunmasını yasaklamıştır.

Ebû Ubeyd ve İbnü'l-Münzir'in Yahya b. Ebî Kesîr'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), Mulevveh oğulları veya Mustalık oğullarına ait, idrarları ve kığıları üzerine bulaşarak kurumuş olan besili develerinin yanından geçerken elbisesiyle başını örtmüş ve Yüce Allah'ın, "Bazılarını faydalandırdığımız şeylerde sakın gözün kalmasın" âyeti sebebiyle onlara bakmamıştır.

İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, zenginlik, emsal, benzer" mânâsındadır.

İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre Süfyân der ki:

“Kendisine Kur'ân verildiği halde onu bırakıp önemsiz şeylere göz diken, Kur'ân'ı küçük görmüş demektir. Yüze Allah'ın: «Andolsun, biz sana tekrarlanan yedi âyeti ve büyük Kur'ân'ı verdik» ve «Rabbinin rızkı (Kur'ân) daha iyi ve daha devamlıdır» buyurduğunu duymadın mı?"

İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) âyeti, "Mütevazi ol" mânâsındadır.

89

Bir de (Ey Resûlüm) de ki:

“Haberiniz olsun, ben, (üzerinize bir azap ineceğini bildiren) açık bir korkutucuyum:

90

Bkz. Ayet:91

91

"Nitekim biz kendi kitaplarını parçalara ayıranlara da (kitap) indirmiştik. Ki onlar, (bîr kısmına inanıp, bir kısmım inkâr ederek) Kur'ân'ı da parça parça edenlerdir."

Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Buhârî, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye, Ali b. Ebî Tâlib'in:

“Nitekim biz kendi kitaplarını parçalara ayıranlara da (kitap) indirmiştik. Ki onlar, (bir kısmına inanıpr bir kısmını inkâr ederek) Kur'ân'ı da parça parça edenlerdir" âyetlerinde kastedilenler Kitab ehlidir. Onlar kitabı parçalara ayırdılar, bir kısmına inanıp bir kısmını da inkâr ettiler" dediğini bildirir.

İbn Cerîr'in, Ali (b. Ebi Talha) vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, "Fırkalar" mânâsındadır.

Taberânî M. el-Evsat't a, İbn Abbâs'tan bildirir: Bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Nitekim biz kendi kitaplarını parçalara ayıranlara da (kitap) indirmiştik" âyetinde kastedilenler kimlerdir?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yahudi ve Hıristiyanlitrdır" cevabını verdi. Adam: (.....) kelimesinin mânâsı nedir?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir kısmına iman edip, bir kısmını inkar etmeleridir" cevabını verdi.

İbn İshâk, İbn Ebî Hâtim, Ebû Nuaym Delâil'de ve Beyhakî Delâil'de, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Kureyş'ten bir grup Velîd b. el-Muğîre'nin yanında toplanmışlardı. Velîd, onlar arasında şeref sahibi bir kimse idi. Hac mevsimi gelmişti. Onlara:

“Ey Kureyş topluluğu! Hac mevsimi geldi. Arab heyetleri bu mevsimde size gelecekler. Onlar muhakkak sizin şu arkadaşınızın durumunu işitmişlerdir. Bu yüzden onun hakkında ortak bir görüş benimseyin. Onun hakkında birbirinizi yalanlar türden birbirinizin sözlerini çürütecek şekilde çelişik görüşler ileri sürmeyin" dedi. Kureyşliler: Sen, bizim için bir görüş ortaya koy, biz de onu söyleyelim" karşılığını verince, Velîd:

“Hayır siz söyleyin, ben dinleyeyim" dedi.

Onlar:

“Kâhindir deriz" karşılığını verdiler. Velîd:

“Biz kâhinleri gördük. Onun söyledikleri kâhinlerin mırıldamalarına, oluşturdukları ses uyumlarına benzemiyor" deyince, Kureyşliler:

“Delidir deriz" karşılığını verdiler. Velîd:

“O, deli değildir. Delileri, cinler tarafından çarpılmış mecnunları gördük, onları tanıdık. Delilerin boğulmalarına, çırpınmalarına, vesveselerine benzer bir davranışı yok" deyince, Onlar:

“O, şâirdir deriz" karşılığını verdiler. Velîd:

“Hayır o şair değildir. Çünkü biz şiiri biliriz. (Aruz vezninin kalıpları olan) Recezini, Hezecini, Karîdini, Makbudunu, Mebsutunu; kısacası şiirin her türünü tanırız. Onun söyledikleri, şiirin hiçbir çeşidine benzemiyor" deyince, Kureyşliler:

“Sihirbazdır, deriz" dediler. Velîd:

“Hayır o sihirbaz değildir. Sihirbazları ve yaptıkları sihri gördük. Onun sözleri sihirbazların üfürüklerine, düğümlerine benzemiyor" dedi. Kureyşliler:

“O zaman ne diyelim?" diye sorunca, Velîd şöyle cevap verdi:

“Vallahi, onun sözünde bir tatlılık var. Onun gövdesi sağlam dalları ise olgun meyveler taşıyor. Siz, bunlardan hangisini söylerseniz söyleyin, sözünüzün bâtıl olduğu hemen anlaşılır. Sözlerin söylenmeye en uygunu:

“Oğulla babayı, kardeşle kardeşi, kocayla hanımını, kişiyle aşiretini birbirinden ayıran bir sihirbazdır" demenizdir."

Bu öneriyi kabul ederek dağılınca Yüce Allah, Velîd hakkında:

“Tek olarak yaratıp kendisine bol bol mal, çevresinde bulunan oğullar verdiğim ve nimetleri yaydıkça yaydığım o kimseyi Bana bırak. Bir de verdiğim nimetten artırmamı umar; Hayır; hayır; çünkü o, Bizim âyetlerimize karşı son derece inatçıdır" âyetlerini indirdi. Onunla beraber olan grup hakkında da:

“Ki onlar, (bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr ederek) Kur'ân'ı da parça parça edenlerdir. Rabbine andolsun, onların hepsine yapmakta olduklarını mutlaka soracağız" âyetlerini indirdi.

İbn Ebî Hâtim ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Ki onlar, (bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr ederek) Kur'ân'ı da parça parça edenlerdir" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kur'ân'ı parçalara ayırdılar, Onun bir kısmına "sihirdir", bir kısmına, "kâhinliktir", bir kısmına da "eskilerin masalıdır", dediler."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde, "Ki onlar, (bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr ederek) Kur'ân'ı da parça parça edenlerdir" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bunlar, Kureyş'ten bir gruptur.

Allah'ın Kitab'ını parçalara ayırıp, bazıları, onun sihir olduğunu, bazıları kehanet olduğunu, bazıları ise eskilerin masalı olduğunu iddia etti."

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in İkrime'den bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) kelimesi, "Sihir" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Katâde'den bildirdiğine göre İkrime der ki: (.....) kelimesi, Kureyş dilinde sihir mânâsındadır. Kureyşliler sihirbaz olan kadına:

“el-Âdihe" derler.

Tirmizî, Ebu Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), "Rabbine andolsun, onların hepsine yapmakta olduklarını mutlaka soracağız" âyetlerini açıklarken:

“Onlara sorulacak şey, Lâ ilahe illallah'tır" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî Tarih'te ve Tirmizî başka bir kanalla Enes'ten onun sözü olarak aynı rivâyette bulunmuştur.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Ömer, "Rabbine andolsun, onların hepsine yapmakta olduklarını mutlaka soracağız" âyetlerini açıklarken:

“Onlara sorulacak şey, Lâ ilahe illallah'tır" dedi.

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, "Rabbine andolsun, onların hepsine yapmakta olduklarını mutlaka soracağız" âyetlerini açıklarken şöyle dedi:

“Kıyamet günü bütün kullara, kime ibadet ettikleri ve peygamberlerin davetine ne cevap verdikleri sorulacak."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî el-Ba's'ta, Ali vasıtasıyla İbn Abbâs'ın, "Rabbine andolsun, onların hepsine yapmakta olduklarını mutlaka soracağız" ve "O gün ne insana ve ne cine suçu sorulur" âyetlerini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah onlara: «Şöyle şöyle yaptınız mı?» diye sormayacak. Çünkü Yüce Allah bunu onlardan daha iyi bilir. Onlara: «Neden böyle böyle yaptınız?» diye soracak."

92

(92-93) Rabbin hakkı için, biz onların hepsine muhakkak sûrette yapmakta oldukları şeylerden soracağız (ve cezalarını vereceğiz).

93

(92-93) Rabbin hakkı için, biz onların hepsine muhakkak sûrette yapmakta oldukları şeylerden soracağız (ve cezalarını vereceğiz).

94

Bkz. Ayet:95

95

"Artık buyrulanı açıkça ortaya koy, puta tapanlara aldırış etme. (Seninle) alay edenlere karşı biz sana yeteriz."

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Alî (b. Ebi Talha) vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen "glila" kelimesi, "Yerine getirmek" mânâsındadır.

İbn Cerîr'in Ebû Ubeyde'den bildirdiğine göre Abdullah b. Mes'ûd der ki:

“Artık buyrulanı açıkça ortaya koy, puta tapanlara aldırış etme" âyeti ininceye kadar gizli kalmaya devam etti. Bu buyruk indikten sonra o da, ashâbı da artık dışarı çıktılar.

İbn Ebî Hâtim ve Ebû Dâvud'un en-Nâsih'te, Ali (b. Ebi Talha) vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Artık buyrulanı açıkça ortaya koy, puta tapanlara aldırış etme"  âyeti, "Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tövbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder" âyetiyle neshedilmiştir.

İbn İshâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Artık buyrulanı açıkça ortaya koy, puta tapanlara aldırış etme" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bu, Yüce Allah'tan, peygamberine, risaletini kavmine ve kendilerine gönderildiği herkese tebliğ etmesi için verilen emirdir."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Artık buyrulanı açıkça ortaya koy, puta tapanlara aldırış etme" âyeti, "Namazda Kur'ân'ı açıktan oku" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, İbn Zeyd'den bildirdiğine göre "Artık buyrulanı açıkça ortaya koy, puta tapanlara aldırış etme" âyeti, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), kendisine nazil olan- Kur'ân'ı onlara tebliğ etmesinin emredilmesi mânâsındadır.

İbnü'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Artık buyrulanı açıkça ortaya koy, puta tapanlara aldırış etme" âyeti, "Sana emredileni ilan et" mânâsındadır.

Ebû Nuaym Delâil'de, Süddî es-Sağîr vasıtasıyla, Kelbî'den, o Ebû Sâlih'ten, o da İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), yıllarca kendini gizlemiş ve kendisine nazil olanları açıklamamıştı. "Artık buyrulanı açıkça ortaya koy, puta tapanlara aldırış etme" âyeti nazil oldu. Yüce Allah, ona:

“Sana emredileni Mekke'de açıkla. Yüce Allah, seninle ve Kur'ân'Ia alay edenleri helak etmiştir" buyurdu. Bunlar beş kişilik gruptu. Cibrîl bu âyetle gelince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunların hepsinin hâla hayatta olduğunu görüyorum" dedi. Bunlar, Bedir günü bir gün ve gecede helak oldular.

Bunların arasında, Âs b. Vâil es-Sehmî de vardı. Bu kişi yağmurlu bir günde bineğine binip yola çıktı. (Kureyş) mahallelerinden birinde bineğinden inip ayağını yere koyunca:

“Bir haşarat tarafından ısırıldım" dedi. Baktıklarında ısırık izi bulamadılar ve ayağı o kadar şişti ki deve boynu gibi oldu ve olduğu yerde öldü. Bunlardan biri de Haris b. Kays es-Sehmî'dir. Bu adam tuzlu bir balık yedi ve o kadar susadı ki karnı şişip çatlayıncaya kadar su içmeye devam etti. Bu kişi de:

“Muhammed'in Rabbi beni öldürdü" diye diye öldü. Bunlardan biri de Esved b. el-Muttalib idi. Bu adamın, Şam'da, Zem'a adında bir oğlu vardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Esved'in gözlerinin kör olması ve çocuğunu kaybetmesi için dua etmişti. Cibrîl, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) yeşil bir kağıtla gelip adamın üzerine atınca, adam kör oldu. Bu kişi, yanında bir köleyle çocuğunu aramaya çıktı. Bir ağacın dibinde otururken Cibrîl geldi ve adamın başını ağaca vurup yüzünü dikenlere sürmeye başladı. Adam kölesinden yardım isteyince, köle:

“Sana kimsenin bir şey yaptığını görmüyorum. Bunları sen kendi kendine yapıyorsun" dedi. Bu adam da:

“Muhammed'in Rabbi beni öldürdü" diye diye öldü. Bunlardan biri de Velîd b. el-Muğîre idi. Bu kişi Huzâa oğullarından, ucuna tüy koyup güneşe koyduğu okunun yanından geçerken, bu oka bastı ve ok kırıldı. Okun bir parçası da damarına battı ve ölümüne sebep oldu. Bunlardan biri de Esved b. Abdiyağûs'tu. Bu kişi de ailesinin yanından çıkınca sıcak bir rüzgâra maruz kaldı ve kararıp, tıpkı bir Habeşî gibi kapkara oldu. Ailesinin yanma döndüğü zaman kendisini tanımadılar ve içeriye almayarak kapıyı yüzüne kapadılar. Bu kişi de:

“Muhammed'in Rabbi beni öldürdü" diye diye öldü. Allah, o grubun hepsini öldürdü ve Allah'ın Resûlü görevlendirildiği davayı Mekke'de açıktan ilan etmeye başladı.

Ebû Nuaym Delâil'de, iki zayıf isnâdla İbn Abbâs'ın, "(Seninle) alay edenlere karşı biz sana yeteriz" âyetini şöyle açıkladığını bildirir:

“Onlara Cibrîl'i musallat ettim ve onları öldürmesini emrettim. Cibrîl, Velîd b. el- Muğîre'yi tökezletti ve bir ok ayağından girdi ve Velîd hastalanıp, dışkısı burnundan çıkmaya başladı. Sonra su içmekte olan Esved b. Abdiluzza'nın karşısına çıktı ve ona üfledi. Esved karnı şişip çatlayıncaya kadar su içti. Sonra, Tâif'e doğru gitmekte olan Âs b. Vâil'in karşısına çıktı ve ona ona bir diken batırdı. Bu dikenin zehiri Âs'ın başına aktı. Hâris b. Kays'a ise bir yumruk vurdu ve Hâris bağıra bağıra öldü. Esved b. Abdiyağûs ez-Zührî'yi de öldürdü."

Taberânî M. el-Evsat'ta, Ebû Nuaym Deloil'de ve Beyhakî Delâil'de, İbn Merdûye, Diyâ el-Muhtâre'de, İbn Abbâs'ın, "(Seninle) alay edenlere karşı bîz sana yeteriz" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: Alay edenler, Velîd b. el-Muğîre, Esved b. Abdiyağûs, Esved b. el-Muttalib, Hâris b. Ğaytale es- Sehmî ve Âs b. Vâil'dir. Gibrîl, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelince, Allah'ın Resûlü onları şikayet edip Cibril'e, Velîd'i gösterdi. Cibrîl, Velîd'in can damarına işaret etti. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sen bir şey yapmadın" deyince, Cibrîl:

“Ben sana, ona karşı kâfiyim" karşılığını verdi. Allah'ın Resûlü, Esved b. Muttalib'i gösterince, Cibrîl: onun gözlerine işaret etti. Hazret-i Peygamber, Cibrîl'e:

“Sen yine bir şey yapmadın" deyince, Cibrîl:

“Ben sana, ona karşı yeterim" karşılığını verdi. Sonra ona, Esved b. Abduyağûs'u gösterdi. Cibrîl, onun da başına işaret edince, Hazret-i Peygamber:

“Sen bir şey yapmadın" dedi. Cibrîl:

“Ben sana, ona karşı yeterim" karşılığını verdi. Sonra Hazret-i Peygamber ona Hâris'i gösterdi. Cibrîl onun karnına işaret edince, Hazret-i Peygamber:

“Bir şey yapmadın" buyurdu. Cibrîl:

“Ben sana, ona karşı kâfiyim" karşılığını verdi. Sonra ona As b. Vail'i gösterdi. Cibrîl onun ayaklarının altına işaret edince, Hazret-i Peygamber yine:

“Bir şey yapmadın" buyurdu. Cibrîl:

“Ben sana, ona karşı kâfiyim" karşılığını verdi.

Velîd, Huzâa kabilesinden, ok atan birinin yanından geçerken adamın attığı ok onun şah damanna isabet edip damarını kesti. Esved b. el-Muttalib, bir ağacın altında konaklarken, birdenbire:

“Ey evlatlarım! Beni niçin korumuyorsunuz? Helak oldum, gözüme diken batıyor" diye bağırmaya başladı. Çocukları bir şey görmediklerini söylediler. O durmadan böyle bağıra bağıra iki gözünü kaybetti. Esved b. Abdiyağûs'un başında bir çıban çıktı ve bu çıban sebebiyle öldü. Hâris'in karnı sarı su bağladı. Öyle ki büyük abdesti ağzından gelmeye başladı. Sonunda o da ölüp gitti. Âs ise Tâif'e giderken üzerine bir ağaç düştü. Ayaklarının altına da diken battı ve o diken onu öldürdü."

İbn Merdûye ve Ebû Nuaym Delâil'de, Cuveybir vasıtasıyla, Dahhâk'tan, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Velîd b. el-Muğîre:

“Muhammed kâhindir, olacak şeyleri henüz olmadan bildiriyor" dedi. Ebû Cehil:

“Muhammed sihirbazdır. Babayla oğlu birbirinden ayırıyor" dedi. Utbe b. Ebî Muayt:

“Muhammed delidir ve delirdiği zaman da saçmalıyor" dedi. Ubey b, Halse ise:

“Muhammed yalancıdır" dedi. Bunun üzerine, "(Seninle) alay edenlere karşı biz sana yeteriz" âyeti nazil oldu ve bu kişiler Bedirde öldüler.

İbn Cerîr, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile alay edenler sekiz kişidir: Velîd b. el- Muğîre, Esved b. el-Muttalib, Esved b. Abdiyağûs, Âs b. Vâil, Hâris b. Adiy b. Sehm, Abduluzza b. Kusay ki bu kişi Zem'a'nın babasıdır. Bunların hepsi Bedir savaşından önce, hastalık sebebiyle veya normal ölümle öldüler. Bu sekiz kişiden biri ise Gayâtil'den, Hâris b. Kays'tır.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre, İbn Abbâs der ki:

“Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile alay edenler arasında, Velîd b. el-Muğîre, Âs b. Vâil, Hâris b. Kays, Esved b. el-Muttalib, Esved b. Abdiyağûs ve Ebû Hebbâr b. el-Esved de vardı."

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ali der ki:

“Kureyş'ten beş kişi Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile alay ediyordu: Bunlar arasında, Hâris b. Ğaytale, Âs b. Vâil, Esved b. Abdiyağûs ve Velîd b. el-Muğîre de vardı."

Bezzâr ve Taberânî M. el-Evsat'ta, Enes'in şöyle dediğini bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), Mekke'de bazı insanların yanından geçerken arkasından birbirlerine göz edip:

“Peygamber olduğunu ve Cibril'in de yanında olduğunu iddia eden budur" demeye başladılar. Cibrîl, parmağıyla işaret edince hepsinin bedeninde tırnak gibi yaralar çıkıp pis kokan çıbana dönüştü ve hiç kimse yanlarına yaklaşamaz oldu. Bunun üzerine Yüce Allah, "(Seninle) alay edenlere karşı biz sana yeteriz" âyetini indirdi.

Abdurrezzâk Musannef’te, İkrime'nin şöyle dediğini bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de on beş yıl kaldı. Yüce Allah, "Nitekim biz kendi kitaplarını parçalara ayıranlara da (kitap) indirmiştik. Ki onlar, (bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr ederek) Kur'ân'ı da parça parça edenlerdir" âyetlerinde bildirdiği kişiler hakkında bu âyetleri indırinceye kakar, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) insanları dört yıl korkarak ve gizlice İslam'a davet etti. (.....) kelimesi, Kureyş dilinde sihir mânâsındadır. Allah, onlara düşman olunmasını emretti ve:

“Artık buyrulanı açıkça ortaya koy, puta tapanlara aldırış etme" buyurdu. Sonra, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret etmesi emredildi. Allah'ın Resûlü, Medine'ye Rebîulevvel ayının sekizinde vardı. Sonra Bedir savaşı, oldu. Yüce Allah, "Hani Allah size iki taifeden birini, o sizindir diye vaadediyordu. Siz de güçsüz olanın sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı meydana çıkarmak ve kâfirlerin ardını kesmek istiyordu" âyetini, "O topluluk yakında (Bedir'de) bozguna uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır" âyetini, "Nihayet refah ve bolluk içinde olanlarını azapla kıskıvrak yakaladığımız zaman, bakmışsın ki feryat edip duruyorlar" âyetini ve "Bir de Allah bunu, inkâr edenlerden bir kısmını helâk etsin veya perişan etsin de umutsuz olarak dönüp gitsinler diye yaptı. Bu işte senin yapacağın bir şey yoktur. Allah, ya tövbelerini kabul edip onları affeder, ya da zalim olduklarından dolayı onlara azap eder" âyetlerini onlar hakkında indirdi. Yüce Allah, müşriklerin öldürülmesini isterken, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) kervanı istedi. Bu sebeple onlar (Müslümanlar) hakkında, "Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi?" âyeti, "Binlerce kişi oldukları hâlde, ölüm korkusuyla yurtlarını terk edenleri görmedin mi? Allah, onlara «Ölün!» dedi, sonra da onları diriltti. Şüphesiz Allah, insanlara karşı lütuf ve ikram sahibidir. Ama insanların çoğu şükretmezler" âyeti ve "Şüphesiz, karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için bir ibret vardır: Bir topluluk Allah yolunda çarpışıyordu. Öteki ise kâfirdi. (Onları) göz bakışıyla kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah da dilediğini yardımıyla destekliyordu. Basireti olanlar için bunda elbette ibret vardır" nazil oldu. Kervanın durumu hakkında ise, "Hani siz vadinin (Medine'ye) yakın tarafında; onlar uzak tarafında, kervansa sizin aşağınızdaydı. (Onlar sayıca sizden öylesine fazla idi ki), şayet buluşmak üzere sözleşmiş olsaydınız (durumu fark edince) sözleşmenizde ayrılığa düşerdiniz (savaşa yanaşmazdınız). Fakat Allah, olacak bir işi (mü'minlerin zaferini) gerçekleştirmek için böyle yaptı ki, ölen açık bir delille ölsün, yaşayan da açık bir delille yaşasın. Şüphesiz Allah, elbette hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir" âyeti nazil oldu.

Bütün bu âyetler Bedir hakkındadır. Bedir savaşından önce iki ay önce askeri birlik gönderilmişti. Bu askeri birlik gönderildiği zaman İbnu'l-Hadramî şehid edilmişti. Sonra Uhud savaşı oldu. Uhud savaşından iki yıl sonra da Ahzâb savaşı oldu. Sonra Hudeybiye (anlaşması) oldu. Bu, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), ağacın altında biat aldığı gündür. O gün Allah'ın Resûlü Kureyşlilerle, gelecek yıl aynı ayda umre yapmak üzere barış yapmıştı. "Haram ay, haram aya karşılıktır. Hürmetler (saygı gösterilmesi gereken şeyler) kısas kuralına tabidir. O hâlde kim size saldırırsa, size saldırdığı gibi siz de ona saldırın, (fakat ileri gitmeyin). Allah'a karşı gelmekten sakının ve bilin ki, Allah kendine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir" âyeti bu konuda nazil olmuştur. Umreden sonra ise Mekke fethedildi. "Sonunda onlara şiddetli bir azap kapısı açtığımızda bir de bakarsın onun içinde ümitsizliğe düşüvereceklerdir" âyeti bu konuda nazil olmuştur. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) onları hazırlıksız yakalayıp üzerlerine yürümüştü. O zaman Kureyş'ten dört kişi, anlaşmalıları olan Bekr oğullarından ise elliden fazla kişi öldürüldü. Onlar Allah'ın dinine girdiklerinde, haklarında, "Hâlbuki O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri yaratandır. Ne kadar az şükrediyorsunuz!" âyeti nazil oldu. Mekke'nin fethinden yirmi gün sonra Huneyn'e gitti, sonra Tâif'e, sonra da Medine'ye gitti. Sonra da Hazret-i Ebû Bekr'i hac için emir tayin etti. Hazret-i Ebû Bekr hacdan dönünce Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gazve için Tebûk'e gitti. Diğer yıl ise Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) hac yaptı. Sonra insanlarla vedalaştı, sonra Medine'ye dönüp Rebîulevvel ayının ikinci gecesi vefat etti.

Abdurrezzâk ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İkrime der ki:

“Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile alay edenler beş kişidir ve hepsi de Bedir savaşından önce ölmüştür. Bunlar: Âs b. Vâil, Velîd b. el-Muğîre, Ebû Zem'a b.. el-Esved, Hâris b. Kays b. el-Ğatîla ve Esved b. Abdiyağûs'tur."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabîder ki: Bize ulaştığına göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile alay edenler beş kişiydi. Yemen kralı Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) görmek isteyince, Velîd b. el-Muğîre yanına gidip Hazret-i Muhammed'in sihirbaz olduğunu iddia etti. Âs b. Vâil de gidip, Hazret-i Muhammed'in, öncekilerin hikâyelerini bildiğini söyledi. Başka birisi gelip, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kâhin olduğunu iddia etti. Bir başkası gelip şâir olduğunu söyledi. Başka biri gelip Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) deli olduğunu söyledi. Yüce Allah, bir gecede Hazret-i Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle yapan gruptan kurtarmış ve onları değişik şekildeki azaplarla helak etmiştir. Bu kişilerden her birine bir çeşit azap isabet etti.

Velîd, Huzâa kabilesinden ok atan birinin yanından çalımlı çalımlı geçerken kendisine bir ok isabet etti ve can damarını kesti ve Allah Velîd'i bu şekilde helak etti. Âs b. Vâil bir mahalleye girip bir iş için bineğinden inince kendisini direk kalınlığında bir yılan ısırdı ve Yüce Allah onu da bu şekilde helak etti. Başka biri, beyaz tenli, güzel biriydi. Bir gece evinden çıktı ve şiddetli bir sıcağa maruz kaldı. Bu kişi uğradığı sıcaktan dolayı ailesine Habeşîler gibi simsiyah bir şekilde dönünce:

“Sen bizim efendimiz değilsin" dediler. Bu kişi:

“Ben efendinizim" deyince, onu öldürdüler. Bir başkası, kendisine ait bir kuyuya inince Cibrîl gelip kuyuyu başına kapattı. Adam:

“Ölüyorum, beni kurtarın" diye bağırdıkça, etraftakîler:

“Vallahi, kimseyi göremiyoruz" dediler ve Yüce Allah, bu kişiyi de bu şekilde helak etti. Sonuncusu ise develerine bakmak için gidince, Cibrîl gelip geven ağacının dikeniyle kendisine vurdu. Adam:

“Beni kurtarın, ötüyorum" deyince, "Vallahi, kimseyi göremiyoruz" dediler ve Yüce Allah, bu kişiyi de bu şekilde helak etti. Bunların bu hallerinde ibretler vardır.

İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre Cibrîl, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek Esved b. Abdiyağûs'un belini büküp göğsünde şiddetli bir ağrı oluncaya kadar eğdi. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dayıcığım, dayıcığım" deyince, Cibrîl:

“Onu bırak, ben sana, ona karşı kâfiyim" karşılığını verdi.

Esved, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) İle alay edenlerdendi. Bu kişilerin, Bakara ve Ankebût süreleriyle alay ettikleri söylenmekteydi.

Ebû Nuaym Delâil'de, Katâde'nin şöyle dediğini bildirir:

“Kureyş'ten, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile alay edenler arasında, Esved b. Abdiyağûs, Esved b. Muttalib, Velîd b. el-Muğîre, Âs b. Vâil ve Adiy b. Kays ta vardı."

İbn Cerîr ve Ebû Nuaym'ın Ebû Bekr el-Huzelî'den bildirdiğine göre Zührî'ye:

“Saîd b. Cübeyr ve İkrime, alay edenlerden birisi konusunda ihtilafa düştüler. Saîd:

“Hâris b. Ğayzale" derken, İkrime:

“Hâris b. Kays, diyor" denilince, Zührî:

“İkisi de doğru söylüyor. Hârise'nin anasına Ğayzale denilirdi. Babası ise Kays'tır" karşılığını verdi.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve Ebû Nuaym'ın bildirdiğine göre Katâde ve İbn Abbâs'ın azatlısı Miksern der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile alay edenler, Velîd b. el-Muğîre, Âs b. Vâil, Adiy b. Kays, Esved b. Abdiyağûs ve Esved b. el-Muttalib'tir. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), yanında Cibrîl varken bunlar teker teker onun yanından geçtiler. Biri geldiğinde ise Cibrîl, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunu nasıl buluyorsun?" diye soruyordu. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'ın ne kötü bir kuludur" karşılığını verince ise Cibrîl:

“Biz, ona karşı sana kâfiyiz" diyordu. Velîd düştü ve bir ok hırkasına takıldı. Oturduğu zaman da bu ok can damarını kesti ve kan kaybından öldü. Esved b. Ebdiyağûs'a dikenli bir dal getirilip yüzüne vuruldu ve gözbebekleri yüzüne akıp öldü. Âs ise dikenli bir çalılığa düştü ve eti kemiğinden ayrılıp helak oldu. Esved b. el-Muttalib ve Adiy b. Kays'tan ise biri susuz bir şekilde gece kalkıp bir testiden içti ve karnı çatlayıncaya kadar içip öldü. Diğeri ise yılanın ısırmasıyla öldü."

96

Onlar, o kimselerdir ki, Allah ile beraber başka bir ilâh tanırlar. Onlar, yakında (başlarına gelecek akıbeti) bileceklerdir.

97

Bkz. Ayet:99

98

Bkz. Ayet:99

99

"Andolsun, onların söyledikleri şeylerden dolayı göğsünün daraldığını biliyoruz. O hâlde, Rabbînî hamd ile tesbih et (yücelt) ve secde edenlerden ol. Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et"

Saîd b. Mansûr, İbnü'l-Münzir, Hâkim Tarih'te, İbn Merdûye ve Deylemî, Ebû Müslim el-Haviânî'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Bana, mal toplamam ve tüccarlardan olmam vahyedilmedi. Bana, "O hâlde, Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt) ve secde edenlerden ol. Sana ölüm gelin ceye kadar Rabbine ibadet et" diye vahyedildi ,"

İbn Merdûye'nin, İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Bana, mal toplamam ve tüccarlardan olmam vahyedilmedi. Bana, «O hâlde, Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt) ve secde edenlerden ol. Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et» diye vahy edildi."

İbn Merdûye ve Deylemî, Ebu'd-Derdâ'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Bana, ne tüccar olmam ne de mal toplayıp çoğaltmam vahyedilmedi. Bana, "O hâlde, Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt) ve secde edenlerden ol. Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et' diye vahy edildi."

İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti, ölüm mânâsındadır.

Hatîb el-Muttefik ve'l-Mufterik'te, Abdullah b. Ebân b. Osmân b. Huzeyfe b. Evs et-Tâî vasıtasıyla, Ebân b. Osman'dan, o babasından, o da dedesinden, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Bana, ne mal toplamam, ne de tüccarlardan olmam vahyedilmedi. Bana, "O hâlde, Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt) ve secde edenlerden ol. Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et" diye vahy edildi. "

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in, Sâlim b. Abdillah b. Ömer'den bildirdiğine göre âyette geçen "oudl" âyeti, ölüm mânâsındadır.

İbnu'l-Mübârek'in Zühd'de, Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti, ölüm mânâsındadır.

İbn Cerîr'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti, ölüm mânâsındadır. Kişiye ölüm geldiği zaman, Yüce Allah'ın söylediğinin ve âhiretle ilgili verdiği haberlerin doğruluğu ortaya çıkar.

Buhârî ve İbn Cerîr'in Ümmu'l-Alâ'nın şöyle dediğini bildirir: Osmân b. Maz'ûn'un vefat ettiği zaman Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girdi. Ben:

“Allah'ın rahmeti üzerine olsun ey Ebu's-Sâib! Benim, senin için şahitliğim Allah'ın sana ikramda bulunduğu şeklindedir" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'ın ona ikramda bulunduğunu nereden biliyorsun? Yakîn ona geldi mi ki! Ben onun için hayır dilerim" buyurdu.

Nesâî ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:"İnsanların içinde en hayırlı yaşayan kişi, Allah yolunda atının yularını elinden bırakmayan, her düşman sesi veya tehlikeli bir durum işittiğinde uçarcasına atına atlayıp ya şehit ya da gazi olmak için olay yerine giden kişidir. Veya şu tepelerden bir tepede yahut şu vadilerden bir vadinin içinde bir koyun sürüsü sahibi olan, namazını kılıp zekâtını veren, ölüm ona gelene kadar Allah'a ibadet eden ve insanlardan yana hayırdan başka bir şey düşünmeyen kişidir."

Hâkim'in İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allah'ın katındakini isteyenin, gökyüzü gölgesi, yeryüzü yatağı olur ve dünyayla ilgili bir şeyle ilgilenmez. Bu kişi Allah'a olan tevekkülü ve Onun rızasını kazanma isteğinden dolayı, ekin ekmeden ekmek yer, ağaç dikmeden meyve yer. Yüce Allah, onun rızkını yedi ay sema ve yedi kat yere yüklemiştir. Onlar yorulur ve kendisine helalinden rızık getirirler. Bu kişi Allah katında rızkından dolayı da hesaba çekilmez. Bu kişinin (dünyadaki durumu) kendisine yakîn (ölüm) gelinceye kadar devam eder."

İbnu'l-Mübârek Zühd'de, Abdullah b. Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir:

“Mümin için, Allah'a kavuşmadan rahat yoktur. Rahatlığı Allah'a kavuşmakta bulan kişi başkalarına ihtiyaç duymaz."

0 ﴿