İSR (İSRÂİL OĞULLARI) SÛRESİNehhâs ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İsrâ Sûresi, Mekke'de nâzil olmuştur" dedi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbnu'z-Zübeyr: “İsrâ Sûresi, Mekke'de nâzil olmuştur" dedi. Buhârî, İbnu'd-Durays ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “İsrâ, Kehf ve Meryem sûreleri, Mekke'de nazil olan ve ilk öğrenilen sûrelerdir" dedi. Ahmed, Tirmizî, Nesâî, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) her gece İsrâ ve Zümer Sûrelerini okurdu" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebu Amr eş-Şeybânî: “Abdullah bize namaz kıdırdı ve iki sûre okudu. Okuduğu ikinci sûre İsrâ Sûresi idi" dedi. 1"Kulu Muhammed'i geceleyin, Mescidi Haram dan Kendisine bazı âyetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz ki her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla gören O'dur." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Huzeyfe bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuştur. Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyetinin anlamını sorunca, ibn Abbâs: (.....) ifadesi bir gecede Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid-i Haram'dan Beytü'l-Makdis'e götüren ve tekrar Mescid-i Haram'a getiren Yüce Allah'ı bütün eksikliklerden tenzih etmek, mânâsındadır" dedi. Nâfi': “Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: “Evet, bilirler. A'şâ'nın: "Kibri ve büyüklenmesi çok artınca Kibirli Alkame 'yi tenzih, ederim, dedim " dediğini işitmez misin?" İbn Ebî Şeybe, Müslim ve İbn Merdûye'nin, Sabit vasıtasıyla Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Bana uzun boylu, merkepten daha büyük, katırdan daha küçük (ikisi arasında) Burak (denilen binek) getirildi. Bu binek adımını gözünün gördüğü en son yere kadar atacak bir özelliğe sahipti. Ona binip Beytü'l-Makdis'e geldim ve onu, peygamberlerin atlarını bağladıkları halkaya bağladım. Sonra mescide girip iki rekat namaz kıldım ve dışarı çıktım. Bu sırada Cibrîl bana birinde şarap, birinde de süt olmak üzere iki kapla geldi. Ben içinde süt olan kabı seçince, Cibrîl: «Sen fıtratı seçtin» dedi. Sonra beni alıp dünya semasına çıktı. Kapının açılmasını isteyince: «Sen kimsin?» denildi. Cibrîl: «Ben Cibril'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca; «Evet gönderildi» dedi. Kapı açıldığında Âdem'le karşılaştım. Âdem beni iyi bir şekilde karşıladı ve bana hayır duada bulundu. Sonra ikinci kat göğün kapısına geldiğimizde Cibril kapının açılmasını istedi. Ona: «Sen kimsin?» denildi. Cibril: «Ben Cibril'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. Kapı açıldığında teyzem oğulları İsa b. Meryem ve Yahya b. Zekeriyya ile karşılaştım. Onlar da beni iyi bir şekilde karşıladı ve bana hayır duada bulundular. Sonra üçüncü kat göğün kapısına geldiğimizde Cibril kapının açılmasını istedi. Ona: «Sen kimsin?» denildi. Cibrîl: «Ben Cibril'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. Kapı açıldığında Yûsuf ile karşılaştım. Ona güzelliğin yarısı verilmişti. O da beni iyi bir şekilde karşıladı ve bana hayır duada bulundu. Sonra dördüncü kat göğün kapısına geldiğimizde Cibrîl kapının açılmasını istedi. Ona: «Kimdir o?» denildi. Cibril:'«Ben Cibril'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. Kapı açıldığında İdrîs ile karşılaştım. O da beni iyi bir şekilde karşıladı ve bana hayır duada bulundu. Sonra beşinci kat göğün kapısına geldiğimizde Cibrîl kapının açılmasını istedi. Ona: «Kimdir o?» denildi. Cibril: «Ben Cibril'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. Kapı açıldığında Harun ile karşılaştım. O da beni iyi bir şekilde karşıladı ve bana hayır duada bulundu. Sonra altıncı kat göğün kapısına geldiğimizde Cibrîl kapının açılmasını istedi. Ona: «Kimdir o?» denildi. Cibril: «Ben Cibrîl'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. Kapı açıldığında Mûsa ile karşılaştım. O da beni iyi bir şekilde karşıladı ve bana hayır duada bulundu. Sonra yedinci kat göğün kapısına geldiğimizde Cibrîl kapının açılmasını istedi. Ona: «Kimdir o?» denildi. Cibrîl: «Ben Cibrîl'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. Kapı açıldığında İbrâhîm ile karşılaştım. O sırtını Beytü'l- Ma'mur'a dayamıştı. Beytü'l-Ma'mur'a günde yetmiş bin melek giriyor ve geri dönmüyordu. Sonra beni Sidretü'l-Münteha'ya çıkardı. Oradaki yapraklar fil kulağı gibi, meyveler de iri küpler gibiydi. Allah'ın emri onu bürüyüp kaplayınca değişikliğe uğradı. Orası o kadar güzeldi ki, Allah'ın yarattığı hiç kimse o güzelliği vasfetmeye güç yetiremez. Allah bana vahyedeceğini vahyetti ve günde elli vakit namazı farz kıldı. Gökyüzünden inmeye başladım. Musa'nın yanına vardığımda: «Rabbin ümmetine neyi farz kıldı?» diye sordu. Ona: «Elli vakit namaz» cevabını verince: «Geri dön ve Rabbinden bunu hafifletmesini iste. Ümmetin buna güç yetiremez. Ben bu konuda İsrail oğullarını denedim» dedi. Bunun üzerine Rabbime geri döndüm ve: «Ey Rabbim! Ümmetime hafiflet» dedim. Rabbim beş vakti kaldırdı. Tekrar Musa'ya döndüğümde: «Beş vakiti kaldırdı» dedim. Mûsa: «Ümmetin buna güç yetiremez. Rabbine dön ve hafifletmesini iste» dedi. Rabbim bana: «Ey Muhammed! Size gündüz ve gecede beş vakit namaz vardır. Her namazda on kat (sevap) verilir bu da elli eder. Kim bir kötülüğü yapmaya azmeder de yapmazsa bu ona bir sevap olarak yazılır. Eğer bu kötülüğü işlerse ona bir günah yazılır» buyuruncaya kadar Rabbimle Mûsa arasında hep gidip geldim. Sonra geri döndüm. Musa'nın yanına vardığımda ona bu durumu haber verdim. O: «Rabbine geri dön ve hafifletmesini iste» dedi. Ben: «Rabbimin yanına o kadar çok geri döndüm ki artık utanmaya başladım» dedim. Buhârî, Müslim, İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Şerîk b. Abdillah b. Ebî Nemir vasıtasıyla Enes'ten bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), Kâbe mescidinden Mirâc'a çıktığı gece ve kendisine vahiy gelmeden önce Mescidü'l-Haram'da uyurken üç kişi geldi. Birincisi: “O hangisidir?" dedi. Diğeri: “Orta olanıdır, o hayırlı olandır" dedi. Diğer biri: “En hayırlı olanı alın" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) o gece onları görmemişti. Diğer gece Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kalbiyle göreceği bir şekilde geldiler. Resulullah'in (sallallahü aleyhi ve sellem) gözleri uyur, kalbi uyumazdı. Bütün peygamberlerin de bu şekilde gözleri uyur kalpleri uyumazdı. Bu üç kişi Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) konuşturmadan alıp zemzem kuyusunun yanına götürdüler. Sonra Cibrîl kendisini onlardan teslim alıp boğazından göğsüne kadar yardı. Göğsünü ve karnını boşaltıp içini temizleyene kadar zemzem suyuyla elleriyle yıkadı. Sonra altın bir tas getirildi. Tasın içinde yine iman ve hikmetle dolu altın bir kap vardı. O iman ve hikmetle göğsünü ve damarlarını doldurup açtığı yeri tekrar kapattı. Sonra Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) alıp dünya semasına çıktı. O sema kapılarından bir kapıyı çalınca: “Kim o?" denildi. Cibrîl: “Ben Cibrîl'im" karşılığını verdi. "Beraberindeki kimdir?" dediklerinde: “Muhammed'dir" dedi. Onlar: “Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?" diye sorunca: “Evet gönderildi" dedi. Bunun üzerine onlar: “Merhaba, hoş geldin" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dünya semasında Âdem'i (aleyhisselam) görmüştü. Cibrîl, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu senin babandır, ona selam ver" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Selam Verince Âdem (aleyhisselam) cevap verip: “Merhaba, hoş geldin oğlum. Sen güzel bir oğulsun" dedi. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gökyüzü semasında iki nehrin akıp gittiğini görünce: “Bunlar nedir ey Cibrîll" diye sordu. Cibrîl: “Bunlar Nîl ve Fırat nehirlerinin kaynağıdır" karşılığını verdi. Sonra gökyüzünde çıkarmaya devam etti. Ancak başka bir nehir gördü. Bu nehrin üzerinde inciden ve zebercedden (zümrüde benzeyen değerli taşlardan) bir köşk gördü. Elini nehre batırdığında güzel misk olduğunu gördü. "Bu nedir ey Cibrîl?" diye sorunca: “Bu Rabbinin sana hazırlamış olduğu Kevser ırmağıdır" dedi. Sonra Cibrîl, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) ikinci semaya çıkardı. Melekler birinci gökyüzündeki melekler gibi: “Kimdir o?" dedi. Cibrîl: “Ben Cibrîl'im" karşılığını verdi. "Beraberindeki kimdir?" dediklerinde: “Muhammed'dir" dedi. Onlar: “Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?" diye sorunca: “Evet gönderildi" dedi. Bunun üzerine onlar: “Merhaba, hoş geldin" dediler. Sonra Cibrîl, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) üçüncü semaya çıkardı. Melekler ikinci semadaki meleklerin dediğini dediler. Sonra Cibrîl, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) dördüncü semaya çıkardı. Orada da aynı şeyleri söylediler. Sonra beşinci semaya çıkardı. Orada da aynı şeyleri söylediler. Sonra altıncı semaya çıkardı. Orada da yine aynı şeyleri söylediler. Sonra Cibrîl, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) yedinci semaya çıkardı. Orada da aynı şeyleri söylediler. Her semada Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) isimlerini söylediği peygamberler vardı. Onlardan İdrîs (aleyhisselam) ikinci semada, Hârun (aleyhisselam) dördüncü semada, adını ezberlemediğim biri beşinci semada, İbrâhîm (aleyhisselam) altıncı semada ve Allah'ın kendisini konuşturmuş olması sebebi ile Mûsa (aleyhisselam) yedinci semadaydı. Mûsa (aleyhisselam): “Rabbiml Benden daha yukarı kimseyi çıkaracağını sanmıyorum" dedi. Sonra Resûlullah'l (sallallahü aleyhi ve sellem) ondan daha yukarılara Allah'tan başka kimsenin bilemeyeceği yerlere çıkardı ve Sidretü'l- Münteha'ya vardılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Cebbar ve İzzet sahibi Allah'a yaklaştı. O kadar yaklaştı ki aralarında iki yay aralığı hatta daha da az bir mesafe kaldı. Yüce Allah'ın vahyettiklerinin arasında ümmetine her gündüz ve gecede elli vakit namaz da vahyetti. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) geri İnmeye başladı ve Mûsa'nin (aleyhisselam) yanına vardı. Mûsa (aleyhisselam), Resûlullah'l (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında tuttu ve: “Ey Muhammed! Rabbin sana ne ahdetti?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Her gündüz ve gecede elli vakit namaz ahdetti" cevabını verdi. Mûsa (aleyhisselam): “Ümmetin buna güç yetiremez, geri dön. Rabbin bunu sana ve ümmetine hafifletsin" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine istişare eder gibi dönüp Cibrîl'e bakıyordu. Cibrîl de istiyorsan çıkalım mânâsında bir işaret verdi ve tekrar Yüce Allah'ın huzuruna çıktılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) (iki yay mesafesi kadar yaklaşmış olduğu) yerinde iken: “Ey Rabbim! Bize hafiflet, ümmetim buna güç yetiremez" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah on namaz vaktini kaldırdı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) tekrar Mûsa'nin (aleyhisselam) yanına döndü ve Mûsa (aleyhisselam), bir daha Resûlullah'l (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında tuttu. Mûsa (aleyhisselam), beş vakit namaz vakti kalana kadar Resûlullah'l (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbine geri gönderip durdu. Beş vakit namaz kalınca da Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında tutarak: “Ey Muhammed! Vallahi ben İsrâil oğullarını bundan daha azıyla denedim. Onlar zayıf kalıp onu da terk etti. Oysa senin ümmetin cesed, kalp, beden, görme ve işitme açısından İsrâil oğullarından daha zayıftır. Bu sebeple geri dön ve Rabbin bunu hafifletsin" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) her seferinde kendisine istişare eder gibi Cibril'le bakıyordu. Cibrîl de bundan bıkmıyordu. Resûlullah'l (sallallahü aleyhi ve sellem) beşinci defa çıkarınca: “Ey Rabbim! Ümmetim cesedkalp, işitme ve beden olarak zayıftır, bize hafiflet" dedi. Cebbar olan Allah: “Ey Muhammed!" buyurunca: “Buyur, emrindeyim!" dedi. Bunun üzerine Allah: “Ana kitapta sana farz kıldığım gibi benim katımda söz değiştirilmez. Her sevap on kat olarak yazılır. Ana kitapta bu, elli olarak geçmekte, sana da beş olarak yüklenmektedir" buyurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tekrar Mûsa'nin (aleyhisselam) yanına döndü. Mûsa (aleyhisselam): “Ne yaptın?" diye sorunca: “Bize hafifletti ve her sevaba karşılık on kat sevap verdi" dedi. Mûsa (aleyhisselam): “Vallahi ben İsrâil oğullarını bundan daha azıyla denedim. Onlar zayıf kalıp onu da terk ettiler. Geri dön ve Rabbin bunu sana hafifletsin" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Mûsa! Rabbime o kadar geri döndüm ki artık utanmaya başladım" dedi. Bunun üzerine Mûsa (aleyhisselam): “Allah'ın ismiyle in!" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) uyandığı zaman Mescid-i Haram'da idi. Nesâî ve İbn Merdûye'nin, Yezîd b. Ebî Mâlik vasıtasıyla Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi bana eşekten daha büyük, katırdan daha küçük (ikisi arasında) bir binek getirildi. Bu binek adımını gözünün gördüğü en son yere kadar atacak bir özelliğe sahipti. Bu binek benden önceki peygamberleri taşımıştı. Ona bindim ve yola çıktım, beraberimde Cibrîl de vardı. Bana: «İn ve namaz kıl» dedi. Ben de öyle yaptım. Cibrîl, bana: «Nerede namaz kıldığını biliyor musun? Sen Taybe'de namaz kıldın ve inşallah buraya hicret edeceksin» dedi. Daha sonra bir daha: «İn ve namaz kıl» dedi. Ben de öyle yaptım. Cibrîl, bana: «Nerede namaz kıldığını biliyor musun? Sen, Allah'ın Musa'yı konuşturduğu Sînâ dağında namaz kıldın» dedi. Yine bir zaman sonra: «İn ve namaz kıl» dedi. Ben de inip namaz kıldım. Cibrîl, bana: «Nerede namaz kıldığını biliyor musun? Sen İsa'nın doğmuş olduğu Beytü'l-Lahm'da namaz kıldın» dedi. Sonra Beytü'l- Makdise girdiğimde peygamberler etrafıma toplandılar. Cibril beni öne çıkarınca imam oldum ve namazı kıldık." Sonra Cibril beni dünya semasına çıkardı. Orada Âdem vardı. Cibrîl bana: «Ona selam ver» dedi. Âdem bana: «Merhaba ey oğlum ve salih peygamber» dedi. Sonra beni ikinci semaya çıkardı. Orada da teyzem oğulları İsa ve Yahya bulunmaktaydı. Sonra beni üçüncü semaya çıkardı. Orada Yusuf bulunmaktaydı. Sonra beni dördüncü semaya çıkardı. Orada da Harun bulunmaktaydı. Sonra beni beşinci semaya çıkardı. Orada da İdrîs bulunmaktaydı. Sonra beni altıncı semaya çıkardı. Orada da Mûsa bulunmaktaydı. Sonra beni yedinci semaya çıkardı. Orada da İbrâhîm bulunmaktaydı. Sonra yedi semadan daha yukarı çıkardı ve Sidretü'l- Münteha'ya geldim. Beni bir sis kitlesi kaplayınca secdeye kapandım. Bana: «Gökleri ve yerleri yarattığım zaman sana ve ümmetine elli vakit namazı farz kıldım. Sen ve ümmetin bu görevi yerine getirin» denildi. Geri dönerken İbrâhîm'e uğradım bana bir şey sormadı. Sonra Mûsa'ya uğradığımda, bana: «Allah, sana ve ümmetine kaç vakit namazı farz kıldı?» diye sordu. Ben: «Elli vakit» karşılığını verince: «Buna ne sen, ne de ümmetin güç yetirebilir. Rabbinden hafifletmesini iste» dedi. Tekrar Sidretü'l- Münteha'ya döndüm ve secdeye kapanarak: «Ey Rabbim! Bana ve ümmetime elli vakit namazı farz kıldın. Ancak buna ne ben, ne de ümmetim güç yetirebiliriz» dedim. Bunun üzerine Allah bana on vakit hafifletti. Sonra yine Mûsa'ya uğradım. Bana bir daha sorunca: «Bana on vakit hafifletti» dedim. Mûsa bir daha: «Rabbine dön ve hafifletmesini iste» dedi. Rabbim on daha, sonra bir on daha hafifletti. En sonunda: «Namaz beş vakittir ve elli sayılacaktır. Sen ve ümmetin bu görevi yerine getirin» buyurdu. O an Allah'ın beş vakiti artık azaltmayacağını anladım. Mûsa'ya uğradığımda: «Sana kaç vakit farz kıldı?» diye sordu. «Beş vakit» dediğimde: «İsrâil oğullarına iki vakit farz kılınmıştı ve bu görevi yerine getirmemişlerdi» dedi. Ben de: «Bu (hüküm) Rabbimdendir ve geri dönmeyeceğim» dedim." İbn Ebî Hâtim başka bir kanalla Yezîd b. Ebî Mâlik'ten, o da Enes'ten bildiriyor: İsrâ gecesi Cibrîl, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), eşekten daha büyük, katırdan daha küçük (ikisi arasında) bir binek getirdi ve Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) ona bindirdi. Bu binek adımını gözünün gördüğü en son yere kadar atacak bir özelliğe sahipti. Beytü'l-Makdis'e ulaştığı zaman oradaki taşın yanına gitti ve Cibrîl o taşı parmağıyla delerek bineği o taşa bağladı. Sonra mescidin içinde bir yere kadar yükselince, Cibrîl: “Ey Muhammed! Rabbinden sana Hûru'l-Ayn'ı göstermesini istemedin mi?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet, istedim" dedi. Bunun üzerine Cibrîl: “O kadınların yanına git ve selam ver. O kadınlar kayanın solunda oturuyor" dedi. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti: “Bu kadınların yanlarına gidip selam verince selamımı aldılar. Onlara: «Siz kimsiniz?» deyince: «Biz hayırlı güzelleriz. Biz, temizlenip kirlenmeyen, ikamet edip göçmeyen ve sonsuzlaşıp ölmeyen iyi bir kavmin eşleriyiz» dediler. Sonra kalkıp gittim. Daha az bir zaman geçmişti ki birçok insan toplandı ve bir kişi ezan okumaya başladı. Namaz için kamet getirildiği zaman kim imamımız olacak diye bakıyordum. Cibrîl, beni öne çıkarınca namazı kıldırdım. Namaz bitince Cibrîl: «Arkanda namaz kılanların kim olduğunu biliyor musun?» diye sordu. Ben: «Hayır bilmiyorum» deyince, Cibrîl: «Bunlar Allah'ın göndermiş olduğu bütün peygamberlerdir» dedi. Sonra elimden tuttu ve beni semaya çıkardı. Bir kapıya ulaştığımızda kapının açılmasını istedi. «Sen kimsin?» denilince: «Ben Cibril'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. Bunun üzerine kapıyı açtılar ve: «Sdnada, seninle gelene de merhaba» dediler. Semanın ta üstüne çıktığımızda Âdem'i gördüm. Cibrîl bana: «Âdem babana selam vermeyecek misin?» deyince: «Evet vereceğim» dedim. Yanına gidip kendisine selam verdim. Selamımı aldı ve: «Merhaba ey oğlum ve salih peygamber» dedi. Sonra beni ikinci semaya çıkardı ve kapının açılmasını istedi. Yine bir önceki semada dedikleri gibi dediler. Orada da İsa ve Yahya bulunmaktaydı. Sonra beni üçüncü semaya çıkardı ve kapının açılmasını istedi. Yine bir önceki semada dedikleri gibi dediler. Orada da Yusuf bulunmaktaydı. Sonra beni dördüncü semaya çıkardı ve kapının açılmasını istedi. Yine bir önceki semada dedikleri gibi dediler. Orada da İdrîs bulunmaktaydı. Sonra beni beşinci semaya çıkardı ve kapının açılmasını istedi. Yine bir önceki semada dedikleri gibi dediler. Orada da Harun bulunmaktaydı. Sonra beni altıncı semaya çıkardı ve kapının açılmasını istedi. Yine bir önceki semada dedikleri gibi dediler. Orada da Mûsa bulunmaktaydı. Sonra beni yedinci semaya çıkardı ve kapının açılmasını istedi. Yine bir önceki semada dedikleri gibi dediler. Orada da İbrâhîm bulunmaktaydı. Sonra da üzerinde yakuttan, inciden ve zebercedden çardak yapılmış bir nehrin yanına varıncaya kadar yedinci semanın üstüne çıkardı. O çardağın üzerinde yeşil ve güzel bir kuş vardı. «Ey Cibrîl! Bu kuş ne güzeldir» dedim. Cibril: «Ey Muhammed! Onu yiyecek kişi ondan daha güzeldir» dedi. Sonra: «Bu hangi nehirdir biliyor musun?» diye sorunca: «Hayır, bilmiyorum» dedim. Cibril: «Bu, Allah'ın sana vermiş olduğu Kevser nehridir» dedi. Orada altından ve gümüşten kaplar vardı. Yakut ve zümrütler çakıl taşlarının üzerinde akıyordu. Suyu sütten daha beyazdı. O kaplardan bir kap alarak su doldurdum ve içtim. Baktım ki tadı baldan daha tatlı, kokusu da miskten daha güzeldi. Sonra beni alıp bir ağacın yanına gitti. Orada etrafımı her renkten olan bir bulut kapladı. O an Cibrîl benden ayrıldı. Ben Allah'a karşı secdeye kapandım. Yüce Allah: «Ey Muhammed! Gökleri ve yerleri yarattığım zaman sana ve ümmetine elli vakit namazı farz kıldım. Sen ve ümmetin bu görevi yerine getirin» buyurdu. Sonra bulut üzerimden çekilince Cibrîl elimden tuttu ve hızlıca oradan ayrıldım. İbrahim'in yanına cardığımıda bir şey demedi. Sonra Musa'nın yanına geldiğimde: «Ey Muhammed! Ne yaptın?» dedi. Ben: «Rabbim bana ve ümmetime elli vakit namazı farz kıldı» dedim. Mûsa: «Ne sen, ne de ümmetin buna güç yetiremezsiniz. Geri dön ve Rabbinden bunu hafifletmesini iste» dedi. Bende hızlı bir şekilde geri döndüm ve o ağacın yanına geldim. Yine etrafımı bir bulut kapladı, ben de yine secdeye kapanarak: «Rabbim! Bize hafiflet» dedim. Bunun üzerine Yüce Allah: «On vakti kaldırdım» buyurdu. Sonra bulut yok oldu ve Musa'nın yanına giderek: «Bana on vakti kaldırdı» dedim. Mûsa bir daha: «Geri dön ve Rabbinden size hafifletmesini iste» dedi. Yüce Allah, ta ki, «Beş vakit elli vakit gibi sayılacaktır" buyurana kadar her seferinde on vakit daha kaldırdı." Ravi şöyle devam etti: Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) aşağı indi. Ancak Cibril'e: “Hangi semaya gittiysek hepsi beni güleryüzle karşılayıp ağırladı. Fakat bir kişiye selam verdim selamımı aldı, karşıladı ama gülmedi" deyince Cibrîl: “Bu Cehennemim bekçisi Mâliktir. O yaratıldığı zamandan beri kimseye gülmemiştir. Eğer bir kişiye gülecek olursa sana güler" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sonra bineğime bindim ve gittim" buyurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir süre yol aldıktan sonra gıda yükü taşıyan Kureyşli bir kervanla karşılaştı. Devenin birinde biri siyah, biri de beyaz olmak üzere iki çuval vardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kervanın hizasına ulaşıhca kervan ürktü ve geri döndü. Üzerinde siyah ve beyaz çuval olan deve sersemleşti ve çöküp yerinde kaldı. Sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yoluna devam etti. Sabah olduğu zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yaşadığı şeyleri ashâbına anlattı. Müşrikler bunu işitince Ebû Bekr'in yanına gelerek: “Ey Ebû Bekr! Arkadaşından ne haber? O bir aylık mesafeyi bir gecede gidip geldiğini söylüyor" dediler. Ebû Bekr: “Eğer öyle demişse doğru söylemiştir. Biz bundan daha ötesinda onu tasdik ederiz. Onun göklerden haber aldığını doğruluyoruz" cevabını verdi. Müşrikler, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Dediklerinin işareti nedir?" diye sorunca: “Filan filan yerde Kureyş'li bir kafilenin yanından geçtim. Kervan ürktü ve geriye döndü. Üzerinde siyah ve beyaz çuval olan deve sersemleyip çöktü ve yerinde kaldı" buyurdu. Bu kervan geldiği zaman durumu onlara sordular. Onlarda Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) anlatmış olduğu gibi anlattılar. Bu sebeple Ebû Bekr, "Sıddîk" diye adlandırılmıştı. Müşrikler, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Beraberinde Mûsa ve İsa varmıydı?" deyince: “Evet vardı" buyurdu. "Onları bize vasfet" dediklerine: “Mûsa, Umman'lı Ezd kabilesinin erkekleri gibi esmer biriydi. İsa ise orta boylu saçları kızıl renkte biriydi. Sanki sakallarından inciler dökülmekteydi" buyurdu. İbn Cerîr, İbn Merdûye ve Delâil'de Beyhakî, Abdurrahman b. Hâşim b. Utbe vasıtasıyla Enes'ten bildiriyor: Cibrîl, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), Burak ile geldiği zaman, Burak (sanki ürkmüş gibi) kulaklarını dikmişti. Cibrîl: “Dur artık ey Burak! Vallahi bunun gibi bir zât daha sana binmedi" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) (binitiyle) yoluna devam etti ve yolun kenarında bir yaşlıyla karşılaştı. Cibrîl'e: “Bu kimdir?" diye sorunca: “Yürü ey Muhammed!" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir süre yürüdü. Bir de baktı ki yolun kenarından biri kendisini çağırıyor ve: “Gel ey Muhammed!" diyordu. Cibrîl, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yürü ey Muhammed!" dedi. Yine biraz yürüdükten sonra Allah'ın yarattığı kullarından bir grupla karşılaştı. Bunlar: “Selam olsun sana ey Evvel! Selam olsun sana ey Âhir! Selam olsun sana olsun ey Hâşir!" dediler. Cibrîl: “Selama cevap ver" deyince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) selamlarına cevap verdi. Sonra bir grupla daha karşılaştı ve aynı şeyleri söylediler. Üçüncü bir grupla karşılaştı ve aynı şeyleri söylediler. Beytü'l-Makdis'e yetişene kadar bu böyle devam etti. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) su, şarap ve süt arzedildi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Sütü alınca, Cibrîl: “Sen fıtratı seçtin. Eğer suyu içseydin ümmetin garkolurdu. Eğer şarabı içseydin ümmetin sapardı" dedi. Sonra Âdem ve bütün peygamberler kendisine gönderildi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) o gece onlara imam oldu. Cibrîl: “Yolun kenarında gördüğün yaşlıya gelince, dünyanın kalan ömrü ancak o yaşlının kalan ömrü kadardır. Seni çağıran, yanına gitmeni isteyen kişi Allah'ın düşmanı İblis'tir. O, senin kendisine gitmeni istedi. Sana selam verenler ise İbrâhîm, Mûsa ve İsa'dır" dedi. İbn Merdûye'nin Kesîr b. Huneys vasıtasıyla Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Ben bir gece Mescid'de uyumuşken üç kişinin bana doğru geldiğini gördüm. Birincisi: «İşte o» dedi. İkincisi: «Evet odur» dedi. Üçüncüsü ise: «Kavmin efendisini götürün» dedi. Sonra geri gittiler ve ikinci gece onları tekrar gördüm. Birincisi: «İşte o» dedi. İkincisi: «Evet odur» dedi. Üçüncüsü ise: «Kavmin efendisini götürün» dedi ve gittiler. Üçüncü gece de onları gördüm. Yine birincisi: «İşte o» dedi. İkincisi: «Evet odur» dedi. Üçüncüsü ise: «Kavmin efendisini götürün» dedi. Sonra beni alıp zemzem kuyusunun yanına getirip sırtüstü yatırdılar. Karnımın içini yıkadılar. Onlar birbirlerine: «Temizleyin» diyordu. Sonra iman ve hikmetle dolu altın bir leğen getirdiler ve içime boşalttılar. Sonra Cibrîl beni semaya çıkardı ve kapının açılmasını istedi. Onlar: «Kimdir o?» deyince, Cibrîl: «Ben Cibrîl'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. Kapı açıldığında baktım ki biri orada sağa baktığı zaman gülüyor, sola baktığı zamanda ağlıyordu. Cibril'e: «Bu kimdir?» diye sorduğumda: «Bu baban Âdem'dir. Sağa baktığı zaman Cennetteki zürriyetini görüyor ve gülüyor. Sola baktığı zamanda Cehennemdeki zürriyetini görüyor ve ağlıyor» dedi." Ravi der ki: Sonra Enes b. Mâlik şöyle devam etti: “Yeğenim! Hadis daha uzundur (biz kısa alalım). Cibrîl Resûlullah'l (sallallahü aleyhi ve sellem) altıncı semaya çıkardı ve kapının açılmasını istedi. Onlar: “Kimdir o?" deyince, Cibrîl: “Ben Cibrîl'im" karşılığını verdi. "Beraberindeki kimdir?" dediklerinde: “Muhammed'dir" dedi. Onlar: “Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?" diye sorunca: “Evet gönderildi" dedi. Kapı açıldığında bir de baktı ki Mûsa (aleyhisselam) orada. Sonra Resûlullah'l (sallallahü aleyhi ve sellem) yedinci semaya çıkardı ve kapının açılmasını istedi. Onlar: “Kimdir o?" deyince, Cibrîl: “Ben Cibrîl'im" karşılığını verdi. "Beraberindeki kimdir?" dediklerinde: “Muhammed'dir" dedi. Onlar: “Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?" diye sorunca: “Evet gönderildi" dedi. Kapı açıldığında birde baktı ki İbrâhîm (aleyhisselam) orada. İbrâhîm (aleyhisselam): “Oğula ve Peygambere merhaba" dedi. Sonra devam edip Cennete geldi ve kapının açılmasını istedi. Onlar: “Kimdir o?" deyince, Cibrîl: “Ben Cibrîl'im" karşılığını verdi. "Beraberindeki kimdir?" dediklerinde: “Muhammed'dir" dedi. Onlar: “Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?" diye sorunca: “Evet gönderildi" dedi ve kapı açıldı. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti: “Cennete girdim ve bana Kevser verildi. Cennette, etrafında içleri incilerle dolu evler olan bir nehir vardı. Sonra devam edip Sidretü'l-Münteha'ya geldik. «Sonra (ona), yaklaştı derken sarkıp daha da yakın oldu. (Peygambere olan mesafesi) iki yay aralığı kadar, yahut daha az oldu. Böylece Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti» âyetlerinde olduğu gibi yaklaştım ve: Allah bana ve ümmetime elli vakit namazı farz kıldı. Bunun üzerine geri döndüm. Mûsa'nin yanına vardığımda bana: «Sana ve ümmetine kaç vakit farz kıldı?» diye sordu. Ona: «Elli vakit» karşılığını verdim. O: «Rabbine geri dön, sana ve ümmetine hafifletmesini iste» dedi. Ben, Rabbime geri döndüm ve Rabbim on vakti kaldırdı. Bir daha Mûsa'nin yanına vardığımda: «Sana ve ümmetine kaç vakit farz kıldı?» diye sordu. Ona: «Kırk vakit» karşılığını verdim. O: «Rabbine geri dön, sana ve ümmetine hafifletmesini iste» dedi. Ben de tekrar Rabbime geri döndüm ve on vakti daha kaldırdı. Tekrar Mûsa'nin yanına vardığımda: «Sana ve ümmetine kaç vakit farz kıldı?» dedi. Ona: «Otuz vakit» karşılığını verdim. O: «Rabbine geri dön, sana ve ümmetine hafifletmesini iste» dedi. Rabbime geri döndüm ve on vakti daha kaldırdı. Tekrar Mûsa'nin yanına vardığımda: «Sana ve ümmetine kaç vakit farz kıldı?» dedi. Ona: «Yirmi vakit» karşılığını verdim. O: «Rabbine geri dön, sana ve ümmetine hafifletmesini iste» dedi. Rabbime geri döndüm ve on vakti daha kaldırdı. Tekrar Musa'nın yanına vardığımda: «Sana ve ümmetine kaç vakit farz kıldı?» dedi. Ona: «On namaz vakti» karşılığını verdim. O: «Rabbine geri dön, sana ve ümmetine hafifletmesini iste» dedi. Rabbime geri döndüm ve beş vakti daha kaldırdı. Sonra, Rabbim: «Buyurduğum değişmez ve kitabım neshedilmez. Onu hafifletmem beş vakti hafifletmem gibidir. Onda size elli vakit gibi sevap vardır» buyurdu. Tekrar Mûsa'nin yanına vardığımda: «Sana ve ümmetine kaç vakit farz kıldı?» diye sordu. Ona: «Beş vakit» karşılığını verdim. O: «Rabbine geri dön, sana ve ümmetine hafifletmesini iste. İsrâil oğulları bundan daha kolayı ile emrolundular, ama ona da güç yetiremediler» dedi. Ben de: «Rabbime o kadar geri döndüm ki, artık utanmaya başladım» dedim." Bezzâr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Merdûye ve Delâil'de Beyhakî, Şeddâd b. Evs'ten bildiriyor: Biz: “Yâ Resûlallah! Senin Mirâc'a çıkışın nasıl oldu?" dediğimizde şöyle buyurdu: “Ashabımla beraber Mekke'de yatsı namazını geç kıldım. Cibrîl bana eşekten daha büyük, katırdan daha küçük beyaz bir binekle geldi. Bana: «Bin!» dedi. Ancak binek beni bindirmek istemedi. Fakat Cibrîl onu kulağından tutarak çevirdi ve beni ona bindirdi. Sonra bizimle havalanır gibi yürümeye başladı. Adımını gözünün gördüğü en son yere kadar atıyordu. Bir hurma bahçesine varınca Cibrîl, bana: «İn!» dedi. Ben de indim. «Namaz kıl» deyince de namaz kıldım. Sonra tekrar bineğe bindik. Bana: «Nerede namaz kıldığını biliyor musun?» diye sordu. «Hayır, bilmiyorum» dediğimde: «Sen Yesrib'de yani Taybe'de namaz kıldın» dedi. Sonra binek tekrar bizimle havalanır gibi yürümeye başladı. Yine adımlarını gözünün gördüğü en son yere kadar atıyordu. Bir yere ulaştık ve Cibrîl bana: «İn!» dedi. Ben de indim. «Namaz kıl» dedi. Ben de kıldım. Yine bineğe bindiğimizde: «Nerede namaz kıldığını biliyor musun ?» dedi. Ben: «Allah daha iyi bilir» cevabını verince: «Sen Medyen'de, Mûsa'nın ağacının yanında namaz kıldın» dedi. Sonra binek tekrar havalanır gibi yürümeye başladı. Hayvan yine adımlarını gözünün gördüğü en son yere kadar atıyordu. Sonra köşkler görünen bir yere geldiğimizde, bana: «İn!» dedi. Ben de indim. «Namaz kıl» deyince de namaz kıldım. Tekrar bineğe bindiğimizde: «Nerede namaz kıldığını biliyor musun?» dedi. Ben: «Allah daha iyi bilir» cevabını verince: «Sen Beytü-Lahm'da, İsa b. Meryem'in doğmuş olduğu evde namaz kıldın» dedi. Sonra şehre varıncaya kadar gittik ve şehrin Yemen tarafına bakan kapısından içeri girdik. Cibrîl Mescid'in kıble tarafına gitti ve bineği bağladı. Mescid'e Güneş'in ve Ay'ın vurduğu bir kapıdan girdik. Mescid'de bir müddet namaz kıldım. Daha önce hiç susamadığım bir şekilde susamıştım. Bana birinde süt, diğerinde bal olan iki kap getirildi. İkisi birden bana sunuldu. Allah bana hidayet etti ve ben süt kabını alarak kaptaki bütün sütü içtim. Cibril'in önünde minbere yaslanmış yaşlı biri vardı. Bu yaşlı: «Arkadaşın doğru yola iletecek olan fıtratı aldı» dedi. Sonra beni alıp yola çıktı ve şehirdeki vadiye varık. Bir de baktık ki, Cehennem tepeler gibi görünüyor." Biz: “Yâ Resûlallah! Onu nasıl buldun?" dediğimizde şöyle devam etti: “Onu sıcak su kaynağı gibi buldum. Sonra beni alıp yola devam etti. Kureyş'lilerin filan filan yerdeki kervanıyla karşılaştık. Onlar bir develerini kaybetmiş ve filan kişi onu bulmuştu. Onlara selam verdiğimde bazıları: «Bu, Muhammed'in sesidir» dediler. Sonra sabaha karşı Mekke'de arkadaşlarımın yanına vardım. Ebû Bekr yanıma gelip: «Yâ Resûlallah! Bu gece neredeydin? Yerine baktığımda yoktun» dedi. Bunun üzerine ona: «Bu gece Beytü'l-Makdis'e gittiğimi biliyor musun?» dedim. O: «Yâ Resûlallah! Dediğin yer bir aylık bir mesafedir. Bana orayı anlat» dedi. Bana bir yol açılmıştı ve ben sanki Beytü'l-Makdis'e bakıyor gibiydim. Onlar bana ne sorduysa mutlaka onlara cevap verdim." Ravi der ki: Ebû Bekr: “Senin Allah'ın Resûlü olduğuna şehadet ederim" dedi. Müşrikler: “İbn Ebî Kebşe'ye bakın. Bir gecede Beytü'l-Makdis'e gittiğini iddia ediyor" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Size söylediğim şeylerin delillerini bildireyim. Ben sizin filan filan yerdeki kervanınızla karşılaştım. Onlar bir deveyi kaybetmişti ve onu filan kişi buldu. Onlar filan yerdedir ve filan yerde konaklayacaklar. Filan zamanda da yanınıza varacaklar. Kervanın önünde üzerinde siyah bir örtü bulunan, iki siyah çuval yüklü olan boz bir deve bulunmaktadır" buyurdu. O gün geldiği zaman kavim yolu gözlemeye başladı. Gün ortasına yakın bir zamanda iken kervan göründü ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vasfetmiş olduğu deve en öndeydi. Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin, Katâde vasıtasıyla Enes'ten bildirdiğine göre Mâlik b. Sa'sa' kendisine Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesini şöyle anlattığını söyledi: “Ben Hatimde (veya Hicr'de) uzanmış iken yanıma bazı kişiler geldi. Biri diğer arkadaşına: «Şu üç kişi içinden orta olanı» diyordu. Bana geldi ve şununla şunun arasını yarıp" -yani boğazıyla göbek altına kadar olan yeri yanp- «kalbimi çıkardı. Bana, içi iman ve hikmetle dolu altından bir leğen getirildi. Kalbim zemzem suyu ile yıkandıktan sonra iman ve hikmetle doldurulup yerine yerleştirildi.» Sonra bana adına Burak denilen katırdan küçük, eşekten büyük beyaz bir binek getirildi. Adımlarım gözünün gördüğü en son yere kadar atabiliyordu. Ona bindim ve Cibrîl beni alıp dünya semasına çıktı. Kapının açılmasını istedi. Onlar: «Kimdir o?» deyince, Cibrîl: «Ben Cibrîl'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. Onlar: «Merhaba ona! Bu ne güzel geliştir» dediler. Kapı açıldığında ve sema bittiğinde orada Âdem'i gördüm. Cibrîl'e: «Ey Cibril! Bu kimdir?» dediğimde: «Bu senin baban Âdem'dir. Ona selam ver» karşılığını verdi. Ona selam verdiğimde selamımı alıp: «Merhaba ey oğlum, ey salih peygamber!» dedi. Sonra ikinci semaya geldiğimizde Cibril kapının açılmasını istedi. Ona: «Sen kimsin?» denildi. Cibrîl: «Ben Cibrîl'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. Onlar da: «Merhaba, bu ne güzel bir geliştir» dediler. Kapı açıldığında ve sema bittiğinde orada teyzem oğulları Yahya ve İsa'yı gördüm. Cibril'e: «Ey Cibrîl! Bu iki kişi kimdir?» dediğimde: «Bunlar Yahya ve İsa'dır. Onlara selam ver» dedi. Onlara selam verdiğimde selamımı aldılar ve: «Merhaba ey kardeş, ey salih peygamber» dediler. Sonra üçüncü semaya geldiğimizde Cibril kapının açılmasını istedi. Ona: «Sen kimsin?» diye soruldu. Cibrîl: «Ben Cibrîl'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. «Merhaba, bu ne güzel bir geliştir» dediler. Kapı açıldığında ve sema bittiğinde orada Yusuf vardı. Ona selam verdiğimde selamımı alıp: «Merhaba ey salih kardeşim, ey salih peygamber» dedi. Sonra dördüncü semaya geldiğimizde Cibrîl kapının açılmasını istedi. Ona: «Sen kimsin?» denildi. Cibrîl: «Ben Cibrîl'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. «Merhaba, bu ne güzel bir geliştir» dediler. Kapı açıldığında ve sema bittiğinde orada İdris vardı. Ona selam verdiğimde selamımı alıp: «Merhaba ey salih kardeşim, ey salih peygamber» dedi. Sonra beşinci semaya geldiğimizde Cibrîl kapının açılmasını istedi. Ona: «Sen kimsin?» denildi. Cibrîl: «Ben Cibrîl'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. «Merhaba, bu ne güzel bir geliştir» dediler. Kapı açıldığında ve sema bittiğinde orada Harun vardı. Ona selam verdiğimde selamımı alıp: «Merhaba ey salih kardeşim, ey salih peygamber» dedi. Sonra altıncı semaya geldiğimizde Cibrîl kapının açılmasını istedi. Ona: “Sen kimsin?» denildi. Cibrîl: «Ben Cibrîl'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar-: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. «Merhaba, bu ne güzel bir geliştir» dediler. Kapı açıldığında, ve sema bittiğinde orada Mûsa vardı. Ona selam verdiğimde selamımı 'alıp: «Merhaba ey salih kardeşim, ey salih peygamber» dedi. Ondan ayrıldığım zaman ağlamaya başladı. Ona: «Niçin ağlıyorsun?» denildiğinde: «Benden sonra gönderilen genç Peygamberin ümmetinden Cennete girecek kişiler, benim ümmetimden Cennete girecek kişilerden daha fazladır, ondan ağlıyorum» dedi. Sonra yedinci semaya geldiğimizde Cibrîl kapının açılmasını istedi. Ona: «Sen kimsin?» denildi. Cibrîl: «Ben Cibrîl'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. «Merhaba, bu ne güzel bir geliştir» dediler. Kapı açıldığında ve sema bittiğinde orada İbrâhîm vardı. Cibril'e: «Ey Cibril! Bu kimdir?» dediğimde: «Bu baban İbrâhîm'dir. Ona selam ver» dedi. Ona selam verdiğimde selamımı alıp: «Merhaba ey salih oğlum, ey salih peygamber» dedi. Sonra Sidretü'l-Münteha'ya çıkarıldım. Orada meyveler küpler gibi, yaprakları da fil kulağı gibiydi. Bir de baktım ki, orada kaynağından dört nehir çıkmaktatır. İkisi batini, ikisi de zahiriydi. «Ey Cibrîl! Bu nehirler de nedir?» dediğimde: «Bâtıni olan nehirler Cennetteki iki nehirdir. Zâhiri olan nehirler ise Nil ve Fırat nehirleridir» dedi. Sonra Beytü'l-Ma'mur'a çıkarıldım. Cibrîl'e: «Bu nedir?» dediğimde: «Bu Beytü'l-Ma'mur'dur. Ona günde yetmiş bin melek girer. Geri çıktıklarında da bir daha oraya dönemezler» dedi. Sonra içlerinde şarapla süt bulunan iki kap getirilerek bana sunuldu ve: «İstediğini al» denildi. Ben sütü aldığımda: «Sen fıtratı seçtin. Sen ve ümmetin bunun üzeresin» denildi. Sonra günde elli vakit namaz farz kılındı. Geri indim ve Musa'nın yanına yetiştim. O: «Rabbin ümmetine ne farz kıldı?» deyince: «Günde elli vakit namazı farz kıldı» dedim. Mûsa: «Ümmetin buna güç yetiremez. Ben senden önce bazı kişileri denedim. Bu konuda İsrâil oğullarıyla da çok uğraştım. Sen Rabbine geri dön ve- ümmetine hafifletmesini iste» dedi. Bunun üzerine Rabbime geri döndüm. Rabbim beş vakti kaldırdı. Geri döndüğümde Mûsa'nin yanına varıp Rabbimin beş vakti kaldırdığını haber verdim. Mûsa: «Rabbine geri dön ve ümmetine hafifletmesini iste. Ümmetin buna güç yetiremez» dedi. Beş vakit namaz kalana kadar Mûsa ile Rabbim arasında gidip geldim. En son Mûsa'ya geldiğimde: «Ne ile emrolundun?» dedi. Ona: «Günde beş vakit namazla» dediğimde: «Ümmetin buna güç yetiremez. Ben senden daha önce insanları denedim ve İsrâil oğullarıyla çok uğraştım. Sen Rabbine geri dön ve ümmetine hafifletmesini iste» dedi. Ben de: «Rabbime o kadar gidip geldim ki, artık utanmaya başladım. Ben buna razı olup teslim oluyorum. Rabbim bana: “Ey Muhammed! Ben farz kılacağımı kıldım ve bunu kullarıma hafiflettim. Her iyiliklerini de on katı ile hesab ettim" buyurdu» dedim." Buhârî, Müslim, Nesâî, îbn Mâce ve İbn Merdûye Yunus vasıtasıyla İbn Şihâb'dan, o da Enes'ten bildiriyor: Ebû Zer, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu anlatırdı: “Ben Mekke'de iken evimin damı yarıldı. Cibril inip göğsümü yardı ve zemzem suyu ile yıkadı. Sonra hikmet ve imanla dolu altından bir leğen getirdi. Onu göğsüme boşaltıp göğsümü geri kapadı. Sonra beni elimden tutup gökyüzüne çıkardı. Dünya semasına geldiğimiz zaman Cibril semanın bekçisine: «Aç!» dedi. Bekçi: «Kimdir o?» deyince, Cibrîl: «Ben Cibril'im» karşılığını verdi. «Beraberinde kimse varmıdır?» diye sorduğunda: «Beraberimde Muhammed vardır» dedi. O: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. Kapı açılıp dünya semasında yükselmeye başladığımızda sağında ve solunda iki karartı olan birini gördüm. Bu kişi sağına baktığı zaman gülüyor, soluna baktığı zaman da ağlıyordu. Yine bu kişi: «Merhaba ey salih peygamber, ey salih oğlum!» dedi Cibril'e: «Bu kimdir?» dediğimde: «Bu Âdem'dir. Sağında ve solundaki karartılar ise zürriyetidir. Sağında olanlar Cennet ahalisi, solunda olanlar da Cehennem ahalisidir. Bu sebeple sağına baktığında gülüyor, soluna baktığında da ağlıyor» dedi. Sonra beni ikinci semaya çıkardı. Cibrîl semanın bekçisine: «Aç!» dedi. Bekçi bir önceki semanın bekçisi gibi dedi ve kapıyı açtı." Enes (in bildirdiğine göre Ebû Zer): “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) semalarda Âdem, İdrîs, Mûsa, İsa ve İbrâhîm'i (aleyhimusselam) gördüğünü ve hangisinin hangi semada olduğunu bildirmediğini söyledi" dedi. İbn Şihâb'ın, İbn Hazm'dan bildirdiğine göre İbn Abbâs ve Ebû Habbe el- Ensârî, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sonra kalemlerin seslerini işittiğim semalara çıkarıldım" buyurduğunu söylediler. Yine İbn Hazm ve Enes'in bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah ümmetime elli vakit namazı farz kıldı. Bu şekilde geri dönüp Musa'nın yanına vardığımda: «Allah ümmetine neyi farz kıldı?» diye sordu. Ben de: «Elli vakit namazı farz kıldı» cevabını verdim. Mûsa: «Rabbine geri dön, ümmetin buna güç yetiremez» dedi. Bu konuda Rabhime başvuruda bulunduğumda elli vaktin yarısını kaldırdı. Tekrar Mûsa'nın yanına dönüp durumu haber verdim. O: «Rabbine geri dön, ümmetin buna güç yetiremez» dedi. Yine bu konuda Rabbime başvuruda bulunduğumda: «Beş vakit namazdır ve size elli vakit gibi sevap verilecektir. Benim sözüm değişmez» buyurdu. Tekrar Musa'nın yanına döndüğümde: «Rabbine geri dön» dedi. Bunun üzerine ona: «Rabbimden utanmaya başladım» dedim. Sonra Cibrîl beni Sidretü'l-Münteha'ya çıkardı. Orayı ne olduğunu bilmediğim çeşitli renkler kaplamıştı. Sonra Cennete sokuldum. Orada inciden kubbeler vardı. Toprağı da miskti. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, Delâil'de Beyhakî ve İbn Asâkir, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize İsrâ (Miraç) gecesinde Mekke'den, Mescidü'l-Aksa'ya nasıl gittiğini şöyle anlattı: “Ben yatsı zamanı Mescid(-i Haram)'da uyurken biri geldi ve beni uyandırdı. Uyandığımda hiçbir şey göremedim. Sanki bir hayalet görmüş gibiydim. Mescid'den dışarı çıkana kadar onu gözlerimle takip ettim. Bir de baktım ki ben sizin hayvanlarınıza ve katırlarınıza daha az benzeyen, kulakları sakat Burak adında bir hayvanın üzerindeyim. Benden önceki peygamberler de buna binerlerdi. O adımını gözünün gördüğü en son yere kadar atabilirdi. Ben bu hayvanın üzerinde seyrederken sağımdan bir kişi: «Ey Muhammed! Bana bak, sana bir şey soracağım» diye çağırmaya başladı. Ancak ben ona bir cevap vermedim. Sonra solumdan bir kişi: «Ey Muhammed! Bana bak, sana bir şey soracağım» diye çağırmaya başladı. Ona da bir cevap vermedim. Yine ben onun üzerinde seyir halindeyken kollarını sıvamış ve üzerinde Allah'ın yaratmış olduğu bütün zinetler bulunan bir kadınla karşılaştım. O da: «Ey Muhammed! Bana bak, sana bir şey soracağım» dedi. Ona da hiç bir cevap vermedim. Öylece Beytü'l-Makdis'e ulaştım. Hayvanımı daha önce peygamberlerin hayvanlarını bağladıkları halkaya bağladım. Sonra, Cibrîl içinde şarap ve süt bulunan iki kapla geldi. Ben sütü içip şarabı bıraktım. Bunun üzerine Cibrîl: «Sen fıtratı seçtin. Eğer şarabı almış olsaydın ümmetin sapıtırdı» dedi. Ben de: «Allahu ekber, Allahu ekber» dedim. Cibrîl: «Yüzünde gördüğüm bu ifade nedir?» diye sorunca: «Ben seyir halinde iken sağımdan bir kişi: “Ey Muhammed! Bana bak, sana bir şey soracağım" diye çağırmaya başladı. Ancak ben ona bir cevap vermedim» dedim. Cibrîl: «Seni çağıran o kişi Yahudiliğe davet edendir. Eğer ona cevap verseydin ümmetin Yahudi olurdu» dedi. Ben: «Sonra ben yine seyir halindeyken solumdan bir kişi: “Ey Muhammed! Bana bak, sana bir şey soracağım" diye çağırmaya başladı. Önada bir cevap vermedim» dedim. Cibrîl: «Seni çağıran o kişi Hıristiyanlığa davet edendir. Eğer ona cevap verseydin ümmetin Hıristiyan olurdu» dedi. «Yine ben seyir halindeyken kollarını sıvamış ve üzerinde Allah'ın yaratmış olduğu bütün zinetler bulunan bir kadınla karşılaştım. O da: “Ey Muhammed! Bana bak, sana bir şey soracağım" dedi. Ona da hiç bir cevap vermedim» dedim. Cibrîl: «Bu dünyadır. Eğer ona cevap verseydin ümmetin âhiret yerine dünyayı tercih ederdi» dedi. Sonra Cibrîl ile beraber Beytü'l-Makdis'e girdik. Her birimiz iki rekat namaz kıldık. Sonra insanoğlunun ruhlarının çıktığı Mi'râc'a çıkarıldım. Hiçbir mahlûkat Mi'râc'tan daha güzel bir şey görmemiştir. Ölecek kişinin gözlerini göğe diktiğini görmez misin? Bu Mi'râc'ı beğenmesindendir. Sonra Cibril ile beraber çıkmaya devam ettik. Sonra baktım ki dünya semasının sahibi, İsmail denilen meleğin yanındayım. Onun emrinde yetmiş bin melek bulunmaktaydı. Her meleğinde ordusu yüz bin melekten oluşmaktaydı. Cibrîl sema kapısının açılmasını isteyince: «Ona: “Sen kimsin?» denildi. Cibril: «Ben Cibril'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. Kapı açıldığında baktım ki, Âdem. Âdem, Allah'ın kendisini yarattığı gün gibiydi ve hiç değişmemişti. Ona zürriyetinden mümin kişilerin ruhları sunulunca: «Temiz bir ruh ve temiz bir nefis, onu İlliyyin'de kılın» diyordu. Sonra zürriyetinden fâcir kişilerin ruhları sunulunca: «Pis ruh ve pis nefis, onu Siccîn'de kılın» diyordu. Ben: «Ey Cibril! Bu kimdir?» dediğimde: «Bu baban Âdem'dir» dedi. Âdem bana selam verip karşıladıktan sonra: «Merhaba ey salih oğlum ve salih peygamber!» dedi. Kısa bir zaman daha çıktıktan sonra üzerinde kokusu çıkmış ve bozulmuş etler serili sofralar gördüm. O sofralardan yiyen kişiler vardı. «Ey Cibrîl! Bunlar kimlerdir?» dediğimde: «Bunlar ümmetinden helâli bırakıp ta haram yiyen kişilerdir» cevabını verdi." Başka bir lafızda ise: “Birde baktım ki, ben, gördüğüm en güzel pişmiş etlerin bulunduğu sofraların yanındayım. Bu sofraların etrafında leşler de bulunmaktaydı. Oradakiler sofradaki etleri bırakıp leşlerden yemekteydi. Bunun üzerine: «Ey Cibrîl! Bunlar kimdir?» dediğimde: «Bunlar zina edenlerdir. Onlar Allah'ın kendilerine haram kıldığı şeyleri yapıp helal kıldığım da terk ettiler» dedi. Kısa bir zaman daha çıktıktan sonra karınları evler gibi büyük olan bir toplulukla karşılaştım. Onlardan biri kalktığı zaman yere yığılıyor ve: «Allahım! Kıyamet kopmasın» diyordu. Bunlar Firavun ailesinin yolunda giden kişilerdi. Yolcular onları çiğniyordu. Onların Allah'a (yalvararak) feryad ettiklerini işittim. «Ey Cibrîl! Bunlar kimdir?» dediğimde: «Bunlar ümmetinden faiz yiyen kişilerdir» dedi ve: “Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar..." âyetini okudu. Kısa bir zaman daha çıktıktan sonra dudakları deve dudakları gibi olan bir toplulukla karşılaştım. Onlara dudaklarını tutup ağızlarına ateşten taşlar atan biri musallat edilmişti. Ağızlarına atılan bu taşlar en dip taraflarından çıkıyordu. Onların da Allah'a (yalvararak) feryad ettiklerini işittim. «Ey Cibrîl! Bunlar kimdir?» dediğimde: «Bunlar ümmetinden: “Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir"» dedi. Kısa bir zaman daha çıktıktan sonra göğüslerinden ve ayaklarından asılı olan kadınlar gördüm. Onların da Allah'a (yalvararak) feryad ettiklerini işittim. «Ey Cibrîl! Bunlar kimdir?» dediğimde: «Bunlar ümmetinden zina edenler ve evlatlarım öldürenlerdir» dedi. Kısa bir zaman daha çıktıktan sonra kendi yanlarından etler kesilerek ağızlarına basılan bir topluluğun yanına vardım. Onlara: «Önceden de yediğiniz gibi yiyin» deniliyordu. «Ey Cibrîl! Bunlar kimdir?» dediğimde: «Bunlar ümmetinden hep başkalarım ayıplayarak insanların etlerini yiyen kişilerdir» dedi. Sonra ikinci semaya çıktık ve baktım ki Allah'ın yaratmış olduğu en güzel kişi orada. O, insanlara güzellikte, Ay'ın on dördüncü gecesi diğer yıldızlara üstünlük sağladığı gibi üstünlük sağlamıştı. «Ey Cibrîl! Bu kimdir?» dediğimde: «Bu kardeşin Yusuf tur. Beraberindekiler ise kavminden bir gruptur» dedi. Ona selam verdiğimde selamımı alıp beni karşıladı. Sonra üçüncü semaya çıktık. Orada da teyzem oğulları Yahya ve İsa'yı gördüm, Beraberlerinde kavimlerinden elbiseleri ve saçları birbirlerine benzeyen bir topluluk ta vardı. Onlara selam verdiğimde selamımı alıp beni karşıladılar. Sonra dördünci semaya çıktık. Orada da İdrîs ile karşılaştım. Allah onu yüksek bir yere yükseltmişti. Ona selam verdiğimde selamımı aldı ve beni karşıladı. Sonra beşinci semaya çıktık. Orada da Hârun ile karşılaştım. Sakalının yarısı beyaz, yarısı da siyahtı. Sakalı uzunluğundan dolayı neredeyse göbeğine değecek kadardı. «Ey Cibrîl! Bu kimdir?» dediğimde: «Bu kavmi tarafından çok sevilen Hârun b. îmrân'dır. Beraberinde kavminden de birçok topluluk bulunmaktadır» dedi. Onlara selam verdiğimde selamımı alıp beni karşıladılar. Sonra altıncı semaya çıktık. Orada da esmer tenli çok saçlı Mûsa b. İmrân'ı gördüm. Eğer iki gömlek giymiş olsaydı kılları gömlekten dışarı çıkardı. O: «İnsanlar benim Allah katında insanların en değerlisi olduğumu iddia etmektedir. Oysa Allah katında benden daha değerli kişi budur (diyerek beni gösterdi). O tek başına olsaydı umursamazdım. Ancak bütün peygamberler kendisine tâbi olanlarla beraberdir» diyordu. «Ey Cibrîl! Bu kimdir?» dediğimde: «Bu kardeşin Mûsa b. İmrân'dır. Bareberinde kavminden bir topluluk ta vardır. Ona selam verdiğimde selamımı aldı ve beni karşıladı. Sonra yedinci semaya çıktık. Orada da İbrahim ile karşılaştım. O, oturmuş ve sırtını Beytü'l-Ma'mûr'a dayamıştı. Beraberinde kavminden bir toplulukta bulunmaktaydı. Ona selam verdiğimde selamımı aldı ve: «Merhaba ey sâlih oğlum!»" dedi. Bana: «Bu senin ve ümmetinin yeridir» denildi. Sonra: “Şüphesiz, insanların İbrâhîm'e en yakın olanı, elbette ona uyanlar, bir de bu peygamber (Muhammed) ve mü'minlerdir. Allah da mü'minlerin dostudur âyetini okudu. Sonra baktım ki, ümmetimden iki grup. Bir grup kağıt gibi elbiseler giymişken bir grup ta kül renginde elbiseler giymişti. Sonra Beytü'l-Ma'mûr'a girdim. Beraberimde de elbiseleri beyaz olan grup içeri girdi. Elbiseleri kül renginde olan kişilerle aramızda bir perde çekildi. Ancak onlar yine de hayır üzeredirler. Benimle içeri girenlerle beraber namaz kıldım. Sonra onlarla beraber geri dışarı çıktık. Beytü'l-Ma'mûr'da hergün yetmiş bin melek namaz kılar ve kıyamet gününe kadar oraya bir daha geri gelmezler. Sonra Sidretu'l-Munteha'ya götürüldüm. Oradaki meyve yapraklarının her birinin büyüklüğü bu ümmetin üzerini kapatacak kadardı. Onun ortasında kendisine Selsebîl denilen bir ırmak vardı. Sonra bu ırmak ikiye ayrılmaktaydı. «Ey Cibrîl! Bu nedir?» dediğimde: «Bu ırmak, Rahmet ırmağıdır. Diğeri ise Allah'ın sana vermiş olduğu Kevser ırmağıdır» dedi. Rahmet nehrinde yıkandım ve gelmiş geçmiş bütün günahlarım affedildi. Sonra Cennete girene kadar Kevser nehrine götürüldüm. Orada hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiç kimsenin aklına bile gelmeyeceği güzellikler vardır. Bir de baktım ki, orada tadı ve rengi bozulmayan su ve süt nehirleri, içenlere zevk veren şaraptan nehirler ve süzülmüş baldan nehirler bulunmaktaydı. Narların büyüklüğü deve derisinden yapılan tulum kadardı. Orada bir de Buht devesi büyüklüğünde kuşlar vardı." Ebû Bekr: “Yâ Resûlallah! Bu kuş çok güzeldir" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti: “Onları yiyecek kişiler ondan daha güzeldir ey Ebû Bekr! Dilerim ki sen de onlardan yersin. Yine orada dudakları siyah bir cariye gördüm. Ona: «Sen kimin cariyesisin?» dediğimde: «Ben Zeyd b. Hârise'nin cariyesiyim» karşılığını verdi." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Zeyd'i onunla müjdelemişti. "Sonra bana Cehennem arzolundu. Onda Allah'ın gazabı, azabı ve intikamı vardı. Eğer Cehenneme taşlar ve demirler atılacak olsaydı onları da yerdi. Sonra da Cehennemin kapıları bana kapandı. Sonra Sidretü'l-Münteha'ya çıkarıldım. Orayı (bir bulut) kaplayıverdi. (Rabbimle) aramızda iki yay aralığı hatta daha da az bir mesafe kaldı. Sonra her yaprağın üzerine bir melek indi. Allah, bana emredeceğini emredip elli vakit namazı farz kılarak: «Sana her iyilikte on kat sevap vardır. Eğer iyilik yapmaya yeltenir ve yapmazsan sana bir sevap yazılır. Eğer bu iyiliği yaparsan karşılığında on sevap yazılır. Eğer bir kötülük yapmaya yeltenir ve yapmazsan sana hiçbir şey yazılmaz. Eğer yaparsan sana sadece bir kötülük yazılır» buyurdu. Sonra Musa'ya götürüldüğümde: «Rabbin sana ne emretti?» dedi. Ona: «(Rabbim) Elli vakit namazı emretti» dediğimde: «Rabbine geri dön ümmetine hafifletmesini iste. Çünkü ümmetin buna güç yetiremez» dedi. Ben de dönüp: «Ey Rabbim! Ümmetim, ümmetlerin en zayıfıdır, onlara hafiflet» dedim. Bunun üzerine Rabbim on vakti kaldırdı. Bu şekilde sadece beş vakit kalıncaya kadar Mûsa ile Rabbim arasında gidip geldim. Rabbimin katındaki bir melek bana: «Farzım tamamlandı ve kullarıma hafifletildi. Onların her iyiliğine karşı da on kat sevap verildi» diye nida etti. Sonra tekrar Mûsa'nin yanına döndüğümde: «Ne ile emrolundun?» dedi. «Beş vakit namazla dediğimde: “Geri dön ve Rabbinden ümmetine hafifletmesini iste» dedi. Ben de: «Rabbime o kadar gidip geldim ki, artık gitmeye utanıyorum» dedim." Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mekke'de sabahladı ve acaip olan şeyleri anlatıp: “Dün Beytü'l-Makdis'e gittim. Orada göklere çıkarıldım ve filanı, filanı gördüm" buyurdu. Ebû Cehl: “Muhammed'in dediğine şaşırmıyor musunuz?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben onlara göğe çıkarıldığım zaman Kureyş'li kafileyi filan filan yerde gördüğümü, kervanın ürktüğünü ve geri döndüğüm zaman onları Akabe'de gördüğümü haber vermiştim" buyurdu. Yine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara her kişinin devesini nasıl ve yükünün ne olduğunu haber vermişti. İçlerinden biri: “Ben aranızda Beytü'l-Makdis'i en iyi bilenim. Onun binası ve şekli nasıldır, dağa yakınlığı ne kadardır?" dediğinde, Beytü'l-Makdis Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) huzuruna getirildi ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona bakarak: “Binası ve şekli şu şekildedir. Dağa yakınlığı ise şu kadardır" buyurdu. Bu kişi de: “Doğru söyledin" dedi. Bezzâr, Ebû Ya'la, İbn Cerîr, es-Salât'ta Muhammed b. Nasr el-Mervezî, İbn Ebî Hâtim, İbn Adiy, İbn Merdûye ve Delâil'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre: “Kulu Muhammed'i geceleyin, Mescid-i Haram'dan kendisine bazı âyetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz ki her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla gören O'dur" âyetini açıklarken şöyle dedi: Cibrîl, Mikâil ile beraber Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelmişti. Cibrîl, Mikâil'e: “Bana zemzem suyu ile dolu bir leğen getir ki, onunla (Muhammed'in) göğsünü yarıp kalbini temizleyeyim" dedi. Cibrîl, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) karnını yarıp üç defa yıkadı. Mikâil de ona üç leğen zemzem suyu getirdi. Cibrîl, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) göğsünü açıp kin ve düşmanlıktan ne varsa çıkarıp attı ve yerini sabır, ilim, iman, yakin ve İslam'la doldurdu. Omuzları arasına peygamberlik mührünü bastıktan sonra bir atla gelerek onu ata bindirdi. Bu at gözünün gördüğü en son yere kadar adımını atabilen bir attı. Sonra da Cibrîl ile beraber yola çıktılar. Bir günde ekip diğer günde mahsûl biçen bir kavmin yanına geldiler. Bu kavmin biçtiği tarla tekrar eski haline geliyor ve biçilmemiş gibi oluyordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bu nedir?" diye sorunca: “Bunlar Allah yolunda cihad edenlerdir. Onların bir sevabı onlara yedi yüz kat olarak arttırılmaktadır. Onların infak ettikleri (yedi yüz kat olarak) geri verilmektedir" dedi. Sonra başları kayalarla ezilen bir topluluğun yanına geldiler. Başları her ezilmesinde tekrar eski haline geliyor ve bu böylece durmadan devam ediyordu. Hz'. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bunlar nedir?" diye sorunca: “Bunlar, farz namazlar kendilerine ağır gelip te namazı terk edenlerdir" dedi. Sonra önlerinde ve arkalarında yamalar olan bir topluluğun yanına geldiler. Onlar develer ve koyunlar gibi yürüyüp, onlar gibi dikenli otlar, zakkum ve Cehennem taşlarından yiyordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bunlar nedir?" diye sorunca: “Bunlar, mallarının zekâtlarını vermeyenlerdir. Allah onlara hiçbir şekilde zulmetmemektedir" dedi. Sonra önlerinde bir kazanda pişmiş et olan bir topluluğun yanına geldiler. Başka bir kazanda da pis kokulu pişmemiş et vardı. Onlar pişmiş eti bırakıp pişmemiş pis etten yemeye başladılar. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bunlar nedir?" diye sorunca: “Bu adam senin ümmetinden biridir ki, yanında temiz ve helal olan kadın bulunurken pis bir kadının yanına giden onunla beraber olup ve onun yanında sabahlayan kişidir. Kadın da helal kocasını bırakıp pis bir erkeğe giden ve yanında sabahlayan kişidir" dedi. Sonra yol kenarında gelen gidenin elbiselerini yırtan ve geçen başka şeyleride parçalayan bir direğin yanına geldiler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bu nedir?" diye sorunca: “Bunlar senin ümmetinden olan öyle topluluktur ki, bunlar yolda oturupta yolu keserler" dedi. Sonra büyük bir kucak odun toplayıpta onu taşıyamayan bir adamla karşılaştılar. Ancak taşıyamadığı halde halen bu bağın üzerine odun topluyordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bu nedir?" diye sorunca: “Bu, ümmetinden, üzerinde insanların emaneti bulunan kişidir. Bu, emanetleri ödemeye güç yetiremediği halde halen dahada emanet almak isteyendir" dedi. Sonra dilleri ve dudakları demir makaslarla kesilen bir topluluğun yanına geldiler. Dilleri ve dudakları, her kesilmesinde eski haline geliyor ve bu. böylece durmadan devam ediyordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bunlar nedir?" diye sorunca: “Bunlar fitne çıkaranlardır" dedi. Sonra içinden büyük bir öküz çıkan küçük bir deliğin yanına geldiler. Öküz çıktığı deliğe geri girmek istiyor, ama giremiyordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bunlar nedir?" diye sorunca: “Bu, büyük konuşan, sonra pişman olup söylediğinden dönmeye gücü yetmeyen kişidir" dedi. Sonra öyle bir vadiye geldiler ki Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) orada temiz ve soğuk bir rüzgar hissetti. Misk kokusu aldı ve bir ses işitti. "Ey Cibrîl! Bunlar nedir?" diye sorunca, Cibrîl şöyle dedi: “Bu, Cennetin sesidir. O: “Ey Rabbim! Bana vaad ettiklerini ver. Odalarım, ipek atlasım, ipeğim, ince ipekli kumaşım, kalın ipekli kumaşım, harikulade şeylerim, incim, mercanım, gümüşüm, altınım, kupalarım, sergilerim, ibriklerim, bineklerim, balım, suyum, sütüm şarabım çoğaldı. Bana vaad ettiklerini ver» demektedir. Yüce Allah: Müslüman her kadın ve her erkek, mümin her kadın ve her erkek senindir" buyurunca, Cennet: “Razı oldum" dedi. Sonra başka bir vadiye geldiklerinde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kötü bir ses işitip, kötü bir koku alınca: “Ey Cibrîl! Bu nedir?" diye sordu. Cibrîl: “Bu Cehennem'in sesidir. "O: «Ey Rabbim! Bana vaad ettiklerini ver. Zincirlerim, perçinlerim, ateşim, kaynar suyum, dikenli otlarım, irinim, azabım çoğaldı. Dibim uzaklaştı ve hararetim şiddetlendi. Bana vaad ettiklerini ver» demektedir. Yüce Allah: “Müşrik her kadın ve erkek, kâfir her kadın ve erkek, pis olan her şey ve hesap gününe inanmayan her zorba senindir" buyurunca, Cehennem: “Razı oldum" dedi. Sonra Beytü'l-Makdis'e gelene kadar seyretti ve inip atını bir kayaya bağladı. Sonra içeri girip meleklerle beraber namaz kıldı. Namaz bittiği zaman: “Ey Cibrîl! Seninle beraber olan kimdir?" dediler. Bunun üzerine Cibrîl: “Bu Muhammed'dir (sallallahü aleyhi ve sellem) dedi. Melekler: “Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?" diye sorunca: “Evet gönderildi" dedi. Melekler: “Allah o kardeşe ve halifeye uzun ömürler versin. O ne güzel bir kardeş ve ne güzel bir halifedir. Bu ne güzel bir geliştir" dediler. Sonra peygamberlerin ruhları ile karşılaştı. Onlar Rablerine hamdü sena ettiler. İbrâhim (aleyhisselam): “Beni dost edinen, bolca mülk veren, bana tâbi olan itaatkar bir ümmet veren, cehennemden kurtaran, onu bana soğuk ve selamet kılan Allah'a hamd olsun" dedi. Sonra Mûsafaleybisselam), Rabbini överek: “Benimle sözlü olarak konuşan, Firavun ailesini helak eden, İsrail oğullarının kurtuluşunu benim elimde kılan, benim ümmetimi hakka hidayet eden ve adil bir ümmet kılan Allah'a hamd olsun" dedi. Sonra Dâvud (aleyhisselam), Rabbini överek: “Bana büyük bir mülk veren, Zebûr'u öğreten, bana demiri yumuşak kılan, dağları emrime vererek dağlan ve kuşları benimle beraber tesbih ettiren, bana hikmeti ve hitabeti veren Allah'a hamdolsun" dedi. Sonra Süleyman (aleyhisselam), Rabbini överek: “Rüzgarı ve şeytanları emrime veren, onlara mihraplar, heykeller, havuz gibi leğenler, sabit kazanlar gibi istediğim işler yaptırmamı sağlayan, bana kuş dilini öğreten, her şeyden üstün nimetler veren, şeytanlardan, insanlardan ve kuşlardan askerleri emrime veren, bir çok mümin kulundan üstün kılan, bana hiç kimsenin sahip olamayacağı kadar büyük ve hesapsız tertemiz bir mülk veren, Allah'a hamdolsun" dedi. Sonra İsa (aleyhisselam), Rabbini överek: “Beni kelimesi kılan, beni Âdem'e benzeten, onu topraktan yarattıktan sonra ona: «Ol» buyurmuş ve Âdem oluvermiş, bana kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncîl'i öğreten, çamurdan kuş şekli yapıp sonra ona üflediğimde Allah'ın izniyle kuş haline getirme imkanı veren, dilsizleri, alaca hastalarını iyileştirmemi sağlayan, ölüleri diriltme gücü veren, beni katına yütselten, temizleyen, beni ve annemi şeytanın şerrinden koruyan, şeytana bize gelecek bir yol bırakmayan Allah'a hamdolsun" dedi. Sonra Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), Rabbine hamdü sena ederek: “Hepiniz Rabbinize hamdü sena ettiniz. Ben de Rabbime hamdü sena edeceğim" buyurup şöyle devam etti: “Beni âlemlere rahmet olarak gönderen, yine bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderen, bana içinde her şeyin açıklaması olan Furkan'ı (Kur'ân'ı) indiren, ümmetimi insanlar arasında ümmetlerin en hayırlısı ve orta ümmet kılan, ümmetimi öncekiler ve sonrakiler kılan, göğsümü yaran, içimden kötülükleri kaldıran, şanımı yücelten, beni ilk ve sonuncu kılan Allah'a hamd olsun." İbrâhîm (aleyhisselam): “İşte bununla (Allah), Muhammed'i sizden üstün kılmıştır" dedi. Sonra Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ağızları kapalı üç kap getirildi. İçinde su olan kap getirilip: “İç!" denilince, ondan az bir şey içti. Sonra içinde süt olan kap geririlip: “İç!" denilince, ondan kanana kadar içti. Sonrada içinde şarap bulunan kap getirildi ve: “İç!" denildi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bunu içmek istemiyorum. Çünkü kanıp doydum" dedi. Cibrîl: “Bu, senin ümmetine haram kılınacaktır. Eğer onu içseydin ümmetinden çok az kişi sana tâbi olacaktı" dedi. Sonra Cibrîl, Resûlullah'l (sallallahü aleyhi ve sellem) semaya çıkarıp kapının açılmasını isteyince: “Ey Cibrîl! Bu kimdir?" denildi. Cibrîl: “Bu, Muhammed'dir" karşılığını verdi. Onlar: “Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?" diye sorunca: “Evet gönderildi" dedi. Onlar: “Allah o kardeşe ve halifeye uzun ömürler versin. O ne güzel bir kardeş ve ne güzel bir halifedir. Bu ne güzel bir geliştir" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) içeri girdi ve insanların hilkatında olan eksiklik gibi hiçbir eksikliği olmayan biri ile karşılaştı. Bu kişinin sağında kendisinden güzel kokular gelen bir kapı vardı. Solunda da kendisinden kötü kokular gelen diğer bir kapı vardı. Sağındaki kapıya baktığında gülüyor ve müjdeleniyordu. Solundaki kapıya baktığında ise ağlayıp üzülüyordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bu kimdir?" diye sorduğunda: “Bu senin baban Âdem'dir. Sağındaki kapı Cennet kapısıdır. Ona baktığında ondan giren zürriyetini görüp gülüyor ve müjdeleniyor. Solundaki kapı ise Cehennemdir. Ona baktığında da ondan giren zürriyetini görüyor ve ağlayıp üzülüyor" dedi. Sonra Cibrîl, Resûlullah'l (sallallahü aleyhi ve sellem) ikinci semaya çıkarıp kapının açılmasını isteyince: “Ey Cibrîl! Bu kimdir?" denildi. Cibrîl: “Bu Muhammed'dir" karşılığını verdi. Onlar: “Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?" diye sorunca: “Evet gönderildi" dedi. Onlar: “Allah o kardeşe ve halifeye uzun ömürler versin. O ne güzel bir kardeş ve ne güzel bir halifedir. Bu ne güzel bir geliştir" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) içeri girdi ve iki gençle karşılaştı. Cibril'e: “Ey Cibrîl! Bunlar kimdir?" diye sorduğunda: “Bunlar İsa b. Meryem ve Yahya b. Zekeriyya'dır" cevabını verdi. Sonra Cibrîl, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) üçüncü semaya çıkarıp kapının açılmasını isteyince: “Ey Cibrîl! Bu kimdir?" denildi. Cibrîl: “Bu Muhammed'dir" karşılığını verdi. Onlar: “Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?" diye sorunca: “Evet gönderildi" dedi. Onlar: “Allah o kardeşe ve halifeye uzun ömürler versin. O ne güzel bir kardeş ve ne güzel bir halifedir. Bu ne güzel bir geliştir" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) içeri girdi ve Ay'ın güzellikte on dördüncü gecesinde diğer yıldızlara üstün kılındığı gibi, güzellikte insanlara en üstün kılınan birini gördü. "Ey Cibrîl! Bu kimdir?" diye soruncada: “Bu kardeşin Yusuf'tur" dedi. Sonra Cibrîl, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) dördüncü semaya çıkarıp kapının açılmasını isteyince: “Ey Cibrîl! Bu kimdir?" denildi. Cibrîl: “Bu Muhammed'dir" karşılığını verdi. Onlar: “Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?" diye sorunca: “Evet gönderildi" dedi. Onlar: “Allah o kardeşe ve halifeye uzun ömürler versin. O ne güzel bir kardeş ve ne güzel bir halifedir. Bu ne güzel bir geliştir" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) içeri girdi ve bir kişiyle karşılaştı. "Ey Cibrîl! Bu kimdir?" diye soruncada: “Bu, Allah'ın yüksek yere yükselttiği İdrîs'tir" dedi. Sonra Cibrîl, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) beşinci semaya çıkarıp kapının açılmasını isteyince: “Ey Cibrîl! Bu kimdir?" denildi. Cibrîl: “Bu Muhammed'dir" karşılığını verdi. Onlar: “Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?" diye sorunca: “Evet gönderildi" dedi. Onlar: “Allah o kardeşe ve halifeye uzun ömürler versin. O ne güzel bir kardeş ve ne güzel bir halifedir. Bu ne güzel bir geliştir" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) içeri girdi ve etrafındaki topluluğa bir şeyler anlatan birini gördü. "Ey Cibrîl! Bu kişi ve etrafındakiler kimdir?" diye sorunca: “Bu, sevilen Harun'dur. Etrafındakilerde İsrail oğullarıdır" dedi. Sonra Cibrîl, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) altıncı semaya çıkarıp kapının açılmasını isteyince: “Ey Cibrîl! Bu kimdir?" denildi. Cibrîl: “Bu Muhammed'dir" karşılığını verdi. Onlar: “Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?" diye sorunca: “Evet gönderildi" dedi. Onlar: “Allah o kardeşe ve halifeye uzun ömürler versin. O ne güzel bir kardeş ve ne güzel bir halifedir. Bu ne güzel bir geliştir" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) içeri girdi ve oturan bir adamla karşılaştı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) geçip gidince adam ağlamaya başladı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bu kişi ve etrafındakiler kimdir?" diye sorunca: “Bu, Mûsa'dır" cevabını verdi. "Niçin ağlıyor?" deyince de, Mûsa (aleyhisselam): “İsrâil oğulları, benim Âdemoğulları arasında Allah katında en değerli kişi olduğumu iddia etmektedir. Bu kişi de Âdemoğullarındandır. Bu kişi dünyaya benden sonra geldi ve ben onun arkasında kaldım. Eğer tek başına olsaydı umursamazdım. Ancak her peygamber kendi ümmetiyle beraber gelir" dedi. Sonra Cibrîl, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) yedinci semaya çıkarıp kapının, açılmasını isteyince: “Ey Cibrîl! Bu kimdir?" denildi. Cibrîl: “Bu Muhammed'dir" karşılığını verdi. Onlar: “Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?" diye sorunca: “Evet gönderildi" dedi. Onlar: “Allah o kardeşe ve halifeye uzun ömürler versin. O ne güzel bir kardeş ve ne güzel bir halifedir. Bu ne güzel bir geliştir" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) içeri girdi ve Cennet kapısının yanında bir kürsüde oturan ak saçlı biri ile karşılaştı. Bu kişinin etrafında ak yüzlü bir topluluk vardı. Renklerinde değişik bir şey olan başka bir topluluk ta bulunmaktaydı. Renklerinde değişik bir şey olan topluluk bir nehre girdi ve yıkandı. Değişik olan renklerinden bir şeyler gitmişti. Sonra başka bir nehre girdiler ve yıkandılar. Yine değişik olan renklerinden bir şeyler gitmişti. Sonra başka bir nehre girdiler ve yıkandılar. Sudan çıktıklarında o değişik olan renkleri tümden gitmiş ve diğer arkadaşları gibi olmuşlardı. Bu kişiler geldiler ve arkadaşlarının yanlarına oturdular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bu ak saçlı adam, bu ak yüzlü kişiler ve renklerinde değişik bir şey olanlar kimlerdir? Bu girdikleri nehirler de neyin nesidir?" diye sorunca: “Bu, yeryüzünde saçları ak olan ilk kişi baban İbrâhîm'dir. Yüzleri ak olan kişiler imanlarına zulüm katmamış kişilerdir. Renklerinde değişiklik olanlar ise iyi amel ettikten sonra kötü amel edip Allah'a tövbe edenler ve tövbeleri Allah tarafından kabul edilen kişilerdir. Birinci nehir Allah'ın rahmeti, ikinci nehir ise nimetidir. Üçüncü nehirde ise Rableri kendilerine temiz şarap içirdi" dedi. Sonra Sidre'ye çıkarıldı ve kendisine: “Burası Sidretü'l-Münteha'dır. Buraya ümmetinden sünnetine uyan her kişi gelebilir" denildi. Bir de baktı ki, Sidretü'l-Münteha, köklerinden kokusuz temiz sular akan nehirler, tadı değişmeyen süt nehirleri, içenlere lezzet veren şarap nehirleri ve süzme baldan nehirler akan bir ağaçtır. O öyle bir ağaçtır ki, süvari onun gölgesinde yetmiş yıl gider ve o gölgeyi geçemez. Onun bir yaprağı bir ümmetin üstünü kapatacak bir büyüklüktedir. Allah'ın nuru bu ağacı kaplamıştır. Kargaların ağaçlara konması gibi de bu ağaç, melekler tarafından kaplanmıştır. Sonra Yüce Allah, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Dile!" buyurunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dedi: “İbrâhîm'i dost edindirıve ona büyük bir mülk verdin. Mûsa ile konuştun. Davud'a büyük bir mülk verdin, ona demiri yumuşattın ve dağları emrinde kıldın. Süleyman'a da büyük bir mülk verdin. Cinleri, insanları ve şeytanları onun emrinde kıldın. Rüzgarı da onun emrinde kılıp kendisinden sonra kimsenin sahip olamayacağı bir mülk verdin. İsa'ya Tevrat'ı ve İncîl'i öğrettin. Dilsizlerle alaca hastalarını iyileştirme ve izninle ölüleri diriltme yetkisi verdin. Kendisini ve annesini kötü şeytanın şerrinden korudun. Şeytanın onlara gidecek hiçbir yolu yoktur." Rabbi, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Ben seni de dost edindim. Bu, Tevrat'ta «Rahmân'ın sevgilisi diye yazılıdır. Seni tüm insanlara müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdim. Göğsünü yardım, yükünü indirdim, şanını yücelttim. Ben ne zaman zikredilirsem, sen de mutlaka benimle beraber zikredilirsin. Senin ümmetini, ümmetlerin en hayırlısı kıldım. Senin ümmetini orta bir ümmet kıldım. Senin ümmetini hem evvel, hem âhir bir ümmet kıldım, Senin ümmetinin hutbesini, içinde senin, benim kulum ve Resulüm olduğuna şahitlik etmeden caiz kılmadım. Senin ümmetinden kalpleri İncil'leri olan topluluklar yarattım. Yaratılış olarak ilk peygamber olarak seni, gönderiliş olarak ta sonuncusu kıldım. Hüküm verme bakımından seni ilk kişi kıldım. Senden önce hiç bir peygambere vermediğim Seb'u'l-Mesânî'yi (Fatiha Sûresini) verdim. Sana Bakara Sûresinin son âyetlerini verdim. Yine senden önce hiç bir peygambere vermediğim Arş'ın altındaki hazinelerden verdim. Sana Kevser'i verdim. Yine sana sekiz pay verdim ki, bunlar İslam, hicret, cihad, namaz, sadaka, ramazan orucu ve iyiliği emredip kötülükten nehyetmektir. Ben seni hem açan (ilk), hem de kapayan (son) kıldım. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Rabbim beni üstün kıldı ve âlemlere rahmet olarak gönderdi. Beni bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı kıldı. Düşmanımın kalbine bir aylık mesafeden korkumu bıraktı. Benden önce hiç kimseye helal kılınmayan ganimetleri bana helal kıldı. Bütün yeryüzü benim için mescid ve temizleyici kılındı. Sözlerin başını, sonunu ve toplamım bana verdi. Ümmetim bana arzolunduğunda, tâbi olan ve kendisine tâbi olunan bana saklı kalmaz. Ümmetimin kıldan ayakkabı yapan kişilerin yanına gittiğini gördüm. Yine onları geniş yüzlülerin ve küçük gözlülerin yanına gittiklerini gördüm. Sanki gözleri iğneyle delinmişti. Benden sonra benim hakkımda söyleyecekleri bana saklı değildir. Aynı zamanda elli vakit namazla emrolundum." Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Mûsa'nin (aleyhisselam) yanına döndüğü zaman, Mûsa (aleyhisselam): “Ne ile emrolundun?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Elli vakit namazla" karşılığını verdi. Mûsa (aleyhisselam):" Rabbine geri dön ve hafifletmesini iste. Ümmetin ümmetlerin en zayıfıdır. Ben İsrâil oğullarından çok zorluklar çekmiş biriyim" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbine geri dönerek hafiletmesini istedi. Bunun üzerine Yüce Allah on vakti kaldırdı. Sonra Mûsa'ya (aleyhisselam) döndüğünde kendisine: “Ne kadarla emrolundun?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kırk vakitle" cevabını verdi. Mûsa (aleyhisselam) yine: “Rabbine dön ve hafifletmesini iste" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir daha Rabbine dönünce on vakit daha kaldırdı ve beş vakit kalana kadar bu böyle devam etti. Mûsa (aleyhisselam) yine: “Rabbine dön ve haifiletmesini iste" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Rabbime okadar gidip geldim kif artık utanmaya başladım. Bir daha dönecek değilim" buyurdu. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Senin beş vakit namaza sabredeceğin gibi sana elli namaz vakti gibi sevap verilecektir. Çünkü her iyilik on katıyla ödenir" denildi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tam olarak razı oldu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mûsa'ya (aleyhisselam) İlk gittiği zaman onu peygamberlerin en şiddetlisi olarak buldu. Ancak geri döndüğü zaman onu en hayırlısı olarak buldu. Taberânî, M. el-Evsafta ve İbn Merdûye, Muhammed b. Abdirrahman b. Ebî Leyla vasıtasıyla kardeşi İsa'dan, o babası Abdurrahman'dan, o da babası Ebû Leylâ'dan bildiriyor: Cibrîl, Burak ile birlikte Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip kendisini önüne bindirdi ve yürümeye başladı. Ancak engin bir yere geldiklerinde Burak(ın sırtı) düz olana kadar elleri uzayıp ayakları kısalıyordu. Yüksek bir yere geldiklerinde de Burak (ın sırtı) düz olana kadar elleri kısalıp ayakları uzuyordu. Sonra yolun sağından bir kişi belirdi ve iki defa: “Ey Muhammed! Yola gel!" diye çağırdı. Cibrîl, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Devam et ve hiç kimseyle konuşma!" dedi. Sonra yolun solundan bir kişi belirdi ve iki defa: “Ey Muhammed! Yola gel!" diye çağırdı. Cibrîl yine Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Devam et ve hiç kimseyle konuşma!" dedi. Sonra karşılarına çok güzel bir kadın çıktı. Cibrîl, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yolun sağından seni çağıran kişinin kim olduğunu biliyor musun?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayır bilmiyorum" karşılığını verdi. Cibrîl: “Onlar seni dinlerine davet eden Yahudilerdir" dedi. "Yolun solundan çağıran adamı biliyor musun?" deyince de: “Hayır, bilmiyorum"' dedi. Cibrîl: “Onlar da seni dinlerine davet eden Hıristiyanlardır" dedi. Sonra da Cibrîl: “Çok güzel kadının kim olduğunu biliyormusun?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayır, bilmiyorum" dedi. Bunun üzerine Cibrîl: “O, seni kendine davet eden dünyadır" dedi. Sonra Beytü'l-Makdis'e gelene kadar devam ettiler. Orada oturan bir grup vardı. Onlar "Merhaba ey ümmî Peygamber" demeye başladılar. Aralarında yaşlı biri vardı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bunlar kimdir?" diye sorunca: “Bu, baban İbrâhîm'dir. Bu Mûsa, bu da İsa'dır" dedi. Sonra namaz için kamet getirildi ve iterek Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) öne geçirdiler. Sonra su kaplarını getirdiler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) içinde süt bulunan kabı tercih etti. Bunun üzerine Cibrîl: “Sen fıtratı seçtin" dedi. Sonra da: “Kalk ve Rabbinin yanına gir" dedi. Resûlullah ta (sallallahü aleyhi ve sellem), Rabbinin yanına girdi. Sonra geri geldiğinde kendisine: “Ne yaptın?" denildi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ümmetime elli vakit namaz farz kılındı" cevabını verdi. Mûsa (aleyhisselam): “Rabbine geri dön ve ümmetine hafifletmesini iste. Çünkü ümmetin buna güç yetiremez" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gitti ve tekrar geri geldi. Mûsa (aleyhisselam): “Ne yaptın?" deyince: “Rabbim yirmi beş vakte indirdi" karşılığını verdi. Mûsa (aleyhisselam) yine: “Rabbine geri dön ve hafifletmesini iste" deyince, yine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Rabbine gidip geldi ve: “Rabbim on iki vakte indirdi" dedi. Mûsa (aleyhisselam): “Geri dön!" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine gidip geldi ve: “Rabbim namazı beş vakte indirdi" dedi. Mûsa: “Rabbine geri dön ve hafifletmesini iste" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Rabbime gidip gelmekten utanmaya başladım. Zira Rabbim bana: «Bana her gelişinde sana mutlaka isteğini verdim» buyurdu. " Cüz'de İbn Arefe, Delâil'de Ebû Nuaym ve Târih'te İbn Asâkir'in Ebû Ubeyde b. Abdillah b. Mes'ûd vasıtasıyla babasından bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Cibrîl, bana eşekten daha büyük; katırdan daha küçük bir binekle geldi. Beni ona bindirdi ve hayvan bizimle havalanır gibi gitmeye başladı. Bir tepeye tırmandığı zaman ayakları elleri ile aynı seviyede oluyor, indiği zamanda elleri ayakları ile aynı seviyede oluyordu. Sonra uzun boylu düz saçlı esmer bir kişiyle karşılaştık. Bu kişi sanki Şenûe adamlarındandı. O yüksek bir sesle: «Ona ikramda ve lütuf ta bulundum» diyordu. Yanına gidip selam verdik. O selamımızı alıp: «Ey Cibrîl!. Beraberindeki kimdir?» dedi. Cibrîl: «Bu, Ahmed'dir» karşılığını verdi. Bunun üzerine o: «Ey Rabbinin risaletini tebliğ edip ümmetine öğütte bulunan ümmî Arap Peygamber! Merhaba!» dedi. Sonra oradan gittik. Ancak: «Ey Cibrîl, bu kimdir?» dediğimde: «Bu, Mûsa b. İmrân'dır» cevabını verdi. «O kiminle söyleşmektedir?» deyince de: «Senin için Rabbiyle söyleşmektedir» dedi. «O Rabbine karşı sesini mi yükseltiyor?» dediğimde: «Allah onun neden kızgın olduğunu bilmektedir» dedi. Sonra bir ağacın yanına geldik. Bu ağacın meyveleri yüksek ağaç meyveleri gibiydi. Altında yaşlı biri ve ailesi oturmaktaydı. Cibrîl, bana: «Baban İbrahim'in yanına git» dedi. Yanına gidip selam verdik ve selamımızı aldı. İbrâhîm: «Ey Cibrîl! Beraberindeki kimdir?» dedi. Cibrîl: «Bu, Ahmed'dir» karşılığını verdi. Bunun üzerine o: «Ey Rabbinin risaletini tebliğ edip ümmetine öğütte bulunan ümmî Arap Peygamber! Merhaba. Ey oğul! Sen bu gece Rabbinle buluşacaksın. Senin ümmetin en son ümmet ve en zayıf ümmettir. Eğer ümmetin konusunda istediğin bir şey varsa ve onu yapabiliyorsan yap» dedi. Sonra Mescidu'l-Aksa'ya varana kadar yola devam ettik. Hayvandan inip onu önceden de peygamberlerin bağladığı gibi mescidin kapısındaki halkaya bağladım. Sonrada mescide girdim. Kıyamda, rükûda ve secdede olanların arasında peygamberleri bildim. Sonra bana birinde bal, birinde de süt olan iki bardak getirildi. Ben süt bardağını alıp içtim. Cibrîl omzuma vurarak: «Sen fıtratı seçtin» dedi. Namaz için kamet getirildi Oradakilere imam oldum, sonra oradan çıkıp geri geldik. Hâris b. Ebî Usâme, Bezzâr, Ebû Ya'la, Taberânî, İbn Merdûye, Ebû Nuaym Delâil'de, İbn Asâkir'in, Alkame vasıtasıyla İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Bana, Burak getirildi ve ona bindim. Onun dağa çıkacağı zaman ayakları, indiği zamanda ön ayakları uzuyordu. Burak bizi dar ve pis kokulu bir yere ulaştırdı. Sonra da geniş ve temiz bir yere geldik. Bunu Cibril'e sorduğumda: «O dar yer Cehennem, bu geniş yer ise Cennettir» dedi. Sonra namaz kıları bir. adamın yanına geldiğimizde: «Ey Cibrîl! Bu kimdir?» diye sordum. Cibrîl: «Bu, kardeşin İsa'dır» dedi. Yine devam ettik ve bir yakınma sesi işittik. Adamın yanına gittik. Bu kişi: “Cibrîl'e: “Beraberinde kim vardır?"» deyince, Cibrîl: «Kardeşin Muhammed vardır» cevabını verdi. Bunun üzerine bu kişi bana selam verip bereket duası ederek: «Ümmetin için kolay olanı iste» dedi. Cibrîl'e: «Ey Cibrîl! Bu kimdir?» dediğimde: «Bu, kardeşin Musa'dır» karşılığını verdi. «Kime karşı yakınmaktaydı?» diye sorduğumda: «Rabbine karşı yakınmaktaydı» dedi. «Rabbine mi?» dediğimde: «Evet Rabbine, Rabbi onun neden kızgın olduğunu bilmektedir» dedi." Sonra yolumuza devam ettik ve lambalar ile ışıklar gördüm. Cibril'e: «Ey Cibrîl! Bunlar nedir?» dediğimde: «Bu, baban İbrâhîm'in ağacıdır, ona yaklaş» dedi. Ağaca yaklaşınca beni karşıladı ve bereket duası etti. Sonra Beytü'l-Makdis'e kadar devam ettik. Hayvanı daha önce peygamberlerin bağladığı halkaya bağladım ve Mescid'e girdim. Orada Allah'ın isimlerini zikrettiği ve zikretmediği bütün peygamberleri gördüm. Onlara İmam oldum ve namaz kıldık. Ancak İbrahim, Mûsa ve İsa bunların dışındaydı. " İbn Merdûye'nin, Muğîre b. Abdirrahman vasıtasıyla babasından bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir: “İsrâ gecesi Mescid'in ön tarafında namaz kıldım. Sonra içinde kayanın bulunduğu odaya girdim. Bir de baktım ki elinde üç kap olan bir melek orada. Balı aldım ve ondan az bir şey içtim. Sonra öbürünü alıp kanana kadar içtim. Bu da süttü. Sonra da son kap için: «Bundandan iç» dedi. O da şaraptı. Bu sebeple: «Hayır, ben kanıncaya kadar içtim» dedim. Bunun üzerine o: «Eğer bundan içseydin ümmetin asla fıtrat üzere toplanmayacaktı» dedi. Sonra beni semaya çıkardı. Orada namaz bana farz kılındı. Sonra Hatice'nin yanına geri döndüğümde daha yattığı taraftan öbür tarafına dönmüş değildi." Taberânî ve İbn Merdûye, Ümmü Hânî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi evimde gecelemişti. Gece onu arayıp bulamayınca Kureyşliler ona bir şey mi yaptı diyerek uykum kaçtı. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Cibrîl gelip elimi tutup beni dışarı çıkardı. Kapıda katırdan daha küçük eşekten daha büyük bir binek vardı. Beni ona bindirdi. Sonra yola çıktık ve Beytü'l-Makdis'e vardık. Orada bana İbrâhîm'i gösterdi. Yaratılışlarımız birbirine çok benziyordu. Bana Musa'yı da gösterdi. O uzun boylu esmer, düz saçlı biri idi. Ben onu Ezd Şenûe kabilesi erkeklerine benzettim. Yine bana İsa b.. Meryem'i gösterdi O, orta boylu kızıla çalan beyaz biriydi. Onu Sakif kabilesinden Urve b. Mes'ûd'a benzettim. Orada bana Deccâl'ı da gösterdi. Onun sağ gözü kördü. Onu da Katan b. Abdi'l-Uzza'ya benzettim" diye anlattıktan sonra: “Ben gördüklerimi haber vermek için Kureyş'e gitmek istiyorum" dedi. Bunun üzerine elbisesini tuttum ve: “Sana Allah'ı hatırlatırım. Seni yalanlayan ve dediklerini inkâr eden bir topluluğun yanına gideceksin. Sana bir zarar vermelerinden korkuyorum" dedim. Bunun üzerine elbisesini elimden çekti ve oturmakta olan Kureyş'lilerin yanına gitti.. Onlara durumu anlatınca, Mut'im b. Adiy kalkıp: “Ey Muhammed! Eğer eskiden olduğu gibi genç biri olsaydın şimdi aramızda böyle şeyleri bize söylemezdin" dedi. Başka biri: “Ey Muhammed! Filan filan yerde bizim kervanı gördün mü?" deyince: “Evet, vallahi, onları gördüm. Onlar kaybetmiş oldukları bir deveyi arıyordu" buyurdu. Adam: “Filan oğullarının da kervanını gördün mü?" deyince: “Evet, filan filan yerde gördüm. Onların kırmızı bir devesi aniden çökmüştü. Yine yanlarında bir çanakta su vardı ve o suyu ben içtim" buyurdu. Oradakiler: “O zaman bize sayılarını ve başlarında çoban olarak kimlerin bulunduğunu haber ver" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben meşğuldum, onları saymadım" buyurdu ve kalktı. (Allah tarafından) Oradaki develer Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) gözü önüne getirilince onları saydı ve çobanlarını öğrendi. Sonra Kureyş'lilerin yanına giderek: “Siz bana filan oğullarının develerini sordunuz. Onların sayısı şu kadardır. Çobanları da filan ve filandır. Yine bana filan oğullarının develerini sordunuz. Onların sayısı şu kadardır. Çobanları arasında da İbn Ebî Kuhâfe ve filan filan bulunmaktadır. Onlar sabah vakti Seniyye denilen yerden yanınıza gelecektir" buyurdu. Onlar da Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dediklerinin doğru olup olmadığını öğrenmek için o yere gidip beklemeye başladılar. Kervanı karşıladılar ve: “Sizin deveniz kayboldu mu?" dediler. Onlar da: “Evet, kayboldu" cevabını verdi. Diğer birine: “Sizin kırmızı deveniz aniden çöküvermiş miydi?" diye sorunca: “Evet, kırıldı" karşılığını verdiler. "Yanınızda bir çanak su var mıydı?" dediklerinde ise, Ebû Bekr: “Vallahi! Onu ben koymuştum. Onu bizden kimse içmediği gibi yere de dökülmedi" dedi. Bu şekilde Ebû Bekr, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) doğrulayıp ona iman etti. İşte o günde «Sıddîk» diye adlandırıldı. Ebû Ya'la ve İbn Asâkir, Ümmü Hânî'den bildiriyor: Gecenin son karanlığında ben yatağımda iken Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanıma girdi ve: "Bu gece Mescid-i Haram'da uyuduğumu biliyor musun? Cibrîl bana geldi ve beni Mescid'in kapısına götürdü. Baktım ki, katırdan daha küçük eşekten daha büyük kulakları sakat beyaz bir binek. Ona bindim. O adımlarını gözünün gördüğü en son yere kadar atabilen bir binekti. Bir inişe geldiği zaman önayakları uzuyor, ayakları kısalıyordu. Bir rampaya geldiği zamanda ayakları uzuyor ön ayakları kısalıyordu. Cibrîl de beni geçmiyordu. Sonra Beytü'l- Makdis'e geldik. Bineği, daha önce peygamberlerin bağladıkları halkaya bağladım. Bana peygamberlerden bir grup gösterildi. Aralarında İbrâhîm, Mûsa ve İsa vardı. İmam olup onlarla namaz kıldım ve onları konuşturdum. Sonra bana beyaz ve kırmızı olmak üzere iki kab getirildi. Ben beyaz olanı içtim. Bunun üzerine Cibrîl bana: «Sütü içtin ve şarabı bıraktın. Eğer şarabı içseydin ümmetin mürted olurdu» dedi. Sonra bineğe binip Mescid-i Haram'a geldim ve sabah namazını kıldım" buyurdu. Bunun üzerine ben elbisesine yapışıp: “Sana Allah için söylüyorum ey amcam oğlu! Eğer bunu Kureyş'lilere anlatacak olursan sana inanmış kişiler de seni yalanlayacaktır" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) eliyle elbisesine vurarak giyisiyi elimden kurtardı ve elbise karnının üzerinden kalkınca Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) karnını izarının üzerinde gördüm. Dürülmüş kağıt gibiydi. Kalbinin yanında öyle bir nur vardı ki, gözlerimi kör edecekti. O an secdeye kapandım. Başımı secdeden kaldırdığımda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gitmişti. Cariyeme: “Vay haline, onu takip et de ne diyeceğine ve kendisine ne denileceğine bak" dedim. Cariye geri döndüğünde Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), Kureyş'lilerin yanına gittiğini, aralarında Mut'im b. Adiy'in, Amr b. Hişâm'ın ve Velîd b. el-Muğîre'nin bulunduğunu söyleyerek şöyle anlattı: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara: “Bu gece yatsı namazını bu Mescid'de kıldım. Sabah namazını da burada kıldım. Bu iki namaz arasında Beytü'l- Makdis'e gittim. Orada bana aralarında İbrâhîm, Mûsa ve İsa'nın da bulunduğu peygamberlerden bir grup gösterildi. Onlara imam olup namaz kıldık ve kendileriyle konuştum" buyurdu. Bunun üzerine Amr b. Hişâm alay edercesine: “Bana onları vasfet" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsa (aleyhisselam) ortanın üstünde ve uzunun altında bir boydaydı. Geniş göğüslü (teni) kırmızıya çalandı. Kıvırcık saçlı esmerliği daha fazlaydı. Sanki Urve b. Mes'ûd es-Sakafî gibiydi. Mûsa ise iriyarı biridir. Esmerdir ve uzundur. Sanki Şenûe. adamları gibiydi. Çok sık saçlı, çukur gözlü, dişleri sık, dişetleri görünen yüzü asık biriydi. İbrâhîm ise insanların içinde yaratılış ve huy olarak bana en fazla benzeyendir" buyurdu. Bunun üzerine onlar bunu büyük bir olay görerek aralarında bir gürültü çıktı. Mut'im: “Bu güne kadar söylemiş olduğun şeyler olabilecek şeylerdi. Ancak bugün söylediğin öyle değildir. Ben şahitlik ederim ki sen yalancısın. Biz develerimizi Beytü'l-Makdis'e sürüyor, bir ayda rampaları bir ayda da inişleri gidiyoruz. Sen ise bir gecede gidip geldiğini iddia ediyorsun ha! Lât ve Uzza'ya yemin olsun ki, sana inanmıyorum" dedi. Bunun üzerine Ebû Bekr: “Ey Mut'im! Kardeşim oğluna söylediğin ne kötüdür. Ona hakaret ettin ve onu yalanladın. Ben doğru söylediğine şahitlik ederim" dedi. Diğerleri: “Ey Muhammed! Bize Beytü'l-Makdis'i vasfet" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Oraya gece girip gece çıktım" buyurdu. Cibrîl gelip Beytü'l-Makdis'i Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) kanatlarında gösterdi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onun bir kapısı filan şeyden ve filan yerdedir. Diğer bir kapısı filan şeyden ve filan yerdedir" buyurdu. Ebû Bekr: “Doğru söyledin, doğru söyledin" diyordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) o gün: “Ey Ebû Bekr! Allah seni Sıddîk diye adlandırdı" buyurdu. Yine onlar: “Ey Muhammed! Bize kervanımızdan haber ver" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Revhâ denilen yerde filan oğullarının kervanıyla karşılaştım. Onlar bir develerini kaybetmiş ve onu aramaya çıkmışlardı. Bineklerinin yanına gittiğimde orada kimsenin olmadığını gördüm. Orada bir bardak su gördüm ve onu içtim. Sonra filan oğullarının kervanı ile karşılaştım. Develer benden ürktü ve üzerinde çizgili iki çuval bulunan kırmızı bir deve çöküp kaldı. (Bacağı) kırıldı mı kırılmadı mı bilmiyorum. Sonra Ten'îm denilen yerde filan oğullarının kervanıyla karşılaş tım. Onların öncüsü yeşil bir deveydi. Onlar da Seniyye denilen yerden gelecektir" buyurdu. Velîd b. Muğîre: “Bu, sihirbazdır" dedi. Gidip kervanı beklemeye başladılar. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dediği gibi olduğunu görünce Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) sihri isnâd ettiler ve: “Velîd doğru söylemiş" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Sana gösterdiğimiz o rüyayı da, Kur'ân'da lanetlenmiş bulunan o ağacı da sırf insanları sınamak için vesile yaptık.. ," âyetini indirdi. İbn İshâk ve İbn Cerîr, Ümmü Hânî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi (semaya) çıkarıldığı zaman benim evimde uyumaktaydı. Yatsı namazını kıldıktan sonra uyuduk. Tan ağarmadan önce Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizi uyandırdı. Sabah namazını kıldığı zaman biz de kendisiyle beraber kıldık. Sonra: “Ey Ümmü Hâni! Gördüğün gibi burada yatsı namazını sizinle beraber kıldım. Sonra Beytü'l-Makdis'e gidip orada namaz kıldım. Yine gördüğün gibi geri geldim ve sabah namazını sizinle beraber kıldım" buyurdu. İbn Sa'd ve İbn Asâkir, metinleri birbirine karışık bir halde Abdullah b. Amr, Ümmü Seleme, Hazret-i Âişe, Ümmü Hâni ve İbn Abbâs'tan bildiriyorlar: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), hicretten bir yıl önce Rebîul-Evvel ayının on yedisinde Ebû Tâlib'in yanından Beytü'l-Makdis'e götürüldü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle anlattı: “Katırla eşek arasında beyaz bir bineğe bindirildim. Uyluklarında kendileriyle ayaklarını acele ettiren kanatları vardı. Ona bineceğim zaman huysuzlaştı ve beni bindirmek istemedi. Cibrîl elini boynuna uzatıp: «Ey Burak! Yaptığından utanmıyor musun? Vallahi! Daha önce sana, Allah katında Muhammed'den daha değerli kimse binmemiştir» dedi. Binek utandı ve kendisinden ter boşalmaya başladı. Sonra sakinleşti ve ona bindim. O kulaklarını sallayıp hızlandı ve adımlarını gözünün gördüğü son yere atmaya başladı. Onun sırtı ve kulakları uzundu. Cibril de yanımda gidiyordu. Beytü'l- Makdis'e varana kadar ne ben onu, ne de o beni geçmedi. Burak önceden de durduğu yere gelip durdu ve Cibrîl onu oraya bağladı. Orası peygamberlerin bineklerini bağladıkları yerdi. Orada peygamberlerin benim için toplandığını gördüm. Yine İbrâhîm'i, Musa'yı ve İsa'yı gördüm. Onların mutlaka bir imamlarının olacağını düşündüm. Cibrîl beni öne çıkardı ve imam olup namaz kıldım. Onlara sorduğumda: «Tevhid üzere gönderildik» " dediler. Bir rivayette: O gece Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kaybolmuştu. Abdülmuttalib oğulları onu aramak için dağılmıştı. Abbâs, Zû Tuva denilen yere çıkıp: “Ey Muhammed! Ey Muhammed!" diye çağırmaya başladı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Buyurun!" diye cevap verdi. Abbâs: “Ey yeğenim! Dünden beri kavmine görünmedin, nerelerdeydin?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Beytü'l-Makdis'e gittim" buyurdu. Abbâs: “Bu bir gecede mi?" deyince: “Evet, bu bir gecede" buyurdu. Abbas: “Başına gelenler hayır mıdır?" deyincede: “Evet, başıma gelenler hayırdır" buyurdu. Ümmü . Hâni der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi bizim evden çıkarıldı. O gece yatsı namazını kılıp yatmıştı. Tan ağarmadan önce onu uyandırdık. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkıp sabah namazını kıldı ve: “Ey Ümmü Hânîl Gördüğün gibi burada yatsı namazını sizinle beraber kıldım. Sonra Beytü'l-Makdis'e gidip orada namaz kıldım. Yine gördüğün gibi geri geldim ve sabah namazını sizinle beraber kıldım" buyurdu. Sonra gitmek için kalkınca: “Bunu kimseye anlatma seni yalanlarlar ve sana eziyet ederler" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Vallahi onlara bunu anlatacağım " diye yemin etti. Bunu onlara anlattığı zaman şaşırdılar ve: “Bunun gibi bir şeyi asla işitmedik" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Cibril'e: “Ey Cibrîl! Kavmim bana inanmamakta" deyince, Cibrîl: “Ebû Bekr sana inanacaktır. O, Sıddîk'tir" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti: “Müslüman olup da namaz kılanlardan çok kişi imtihan edildi. Odadan kalktım ve Allah bana Beytül- Makdis'i tecelli etti. Onlara oraya gittiğimi ispatlamak istedim ve Beytü'l- Makdis'e bakarak onu vasfetmeye başladım. Bir kişi: «Mescidin kaç kapısı vardır?» dedi. Ben Mescid'in kapılarını saymamıştım. Ancak ona bakarak kapıları tek tek sayıyor ve onlara söylüyordum. Yine onlara yolda olan kervanlarından ve kervanda olan bazı şeylerden haber verdim. Onlar da kervan gelince her şeyin dediğim gibi olduğunu gördüler. Bunun üzerine Yüce Allah: «Sana gösterdiğimiz o rüyayı da, Kur'ân'da lânetlenmiş bulunan o ağacı da sırf insanları sınamak için vesile yaptık...» âyetini indirdi." Ravi: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu (rüyayı) gerçek olarak gözleriyle gördü" dedi. Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Merdûye, Ebû Nuaynrı Delâil'de ve Beyhakî Delâil'de Enes'ten bildiriyor: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi eyerlenmiş ve gem vurulmuş bir şekilde Burak ismindeki binek getirildi. Ancak Burak, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bineceği zaman huysuzlanmış ve zorluk çıkarmıştı. Bunun üzerine Cibrîl ona: “Bunu Muhammed'e karşı mı yapıyorsun? Vallahi! Allah katında ondan daha değerli bir kişi sana asla binmemiştir" dedi. Bunun üzerine Burak'tan ter boşalmaya başladı. İbn Merdûye, Amr b. Şuayb'tan, o babasından, o da dedesinden bildiriyor: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi götürülmesi, hicretten bir yıl önce Rebîul-Evvel ayının on yedinci gecesidir. Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesinde Beytü'l-Makdis'e götürülmesi Medine'ye hicretinden bir yıl önceydi" dedi. Beyhakî, Urve'den aynısını bildirir. Beyhakî'nin bildirdiğine göre Süddî: “Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesinde Beytü'l-Makdis'e götürülmesi Medine'ye hicretten on altı ay önceydi" dedi. İbn Ebî Şeybe, Müslim, Nesâî, İbn Merdûye ve Beyhakî Hayâtu'l- Enbiyâ'da, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesinde kırmızı kum yığınının yanındaki mezarında kalkıp namaz kılan Mûsa ile karşılaştım" buyurmuştur. Ebû Ya'la, İbn Merdûye ve Beyhakî, Enes'ten bildiriyor: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bazı kişilerin bana anlattığına göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi, mezarında namaz kılmakta olan Mûsa'ya rastladı. Yine bana bildirildiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Burak denilen bineğe bindirildi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu geceyi anlatırken: “Atı bağladım" veya: “Atı halkaya bağladım" buyurmuştur. Ebû Bekr: “Yâ Resûlallah! Bana onu vasfet" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “O şu şu ve şu şu şekildedir" buyurdu. Ebû Bekr de daha önce onu görmüştü. İbn Merdûye'nin, Enes'ten bildirdiğine göre Ebû Hureyre, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi semaya çıkarıldığım zaman Musa'yı mezarında namaz kılarken gördüm" buyurduğunu söyledi. Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Mûsa (aleyhisselam) mezarında namaza durmuşken Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına uğradı" dedi. İbn Merdûye'nin, Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman mezarında namaz kılmakta olan Mûsa'ya uğradım" buyurmuştur. İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi götürüldüğü zaman peygamberlere uğramaya başladı. Bazı peygamberlerle beraber birkaç kişi, bazı peygamberlerle beraber daha az kişi, bir peygamberle de başka peygamberler vardı. Beraberlerinde ümmetlerinden hiç kimse yoktu. Sonra büyük bir karartıyla karşılaştı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti: “(Cibril'e): «Bunlar kimdir?» deyince, (Cibril): «Mûsa ve kavmidir. Fakat sen başını kaldır ve bak» dedi. Bir de baktım ki, her iki taraftanda ufku kapatan büyük bir karartı. Bana: «Bu, senin ümmetindir. Bu ümmetinle beraber yetmiş bin kişi hesapsız olarak Cennete girecektir» denildi." Sonra Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) kimse bir şey sormadan, kendisi de onlara bir açıklama yapmadan içeri girdi. Bunun üzerine bir kişi: “Biz onlardanız" dedi. Başka biri: “Bunlar İslam fıratı üzeri doğan çocuklarımızdır" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dışarı çıkıp: “Bunlar, rukye (efsun) yapmayanlar, kendilerini dağlamayanlar, hiçbir şeyi uğursuz saymayanlar ve Rablerine tevekkül edenlerdir" buyurdu. Ukkâşe b. Mihsan kalkıp: “Yâ Resûlallah! Ben de onlardan mıyım?" diye sorunca:: “Evet, onlardansın" buyurdu. Sonra başka biri kalkıp: “Yâ Resûlallah! Bende onlardan mıyım?" diye sorunca: “Ukkâşe senden önce davrandı" buyurdu. Ahmed, Nesâî, Bezzâr, Taberânî, İbn Merdûye ve Delâil'de Beyhakî'nin sahih bir isnâdla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman güzel bir kokuya rastladım. "Ey Cibrîl! Bu güzel kokuda nedir?" dediğimde, Cibrîl şöyle anlattı: “Bu, Firavundun kızını tarayan kişinin ve çocuklarının kokusudur. Bu kadın kızı tararken tarak elinden düştü. «Allah'ın ismiyle» dedi (ve tarağı yerden aldı). Bunun üzerine kız: «Babamın ismiyle mı?» deyince: «Hayır, benim de, senin de, babanın da Rabbinin ismiyle» karşılığını verdi. Kız: «Babamdan başka Rabbin var mıdır?» deyince: «Evet, vardır» dedi. «Bunu babama haber vereyim mi?" deyince de: «Olur, ver» dedi. Kız babasına bu durumu bildirince, babası kadını çağırıp: «Benden başka bir Rabbin var mıdır?» diye sordu. Kadın: «Evet, ikimizin de Rabbi semadaki Allah'tır» cevabını verdi. Bunun üzerine Firavun, bakırdan büyük bir kazan yapılmasını, ısıhldıktan sonra da kadınla çocuklarının içine atılmasını emretti. «Kadın senden bir isteğim vardır» deyince: «Ne istiyorsun?» dedi. Kadın: «Benim kemiklerimle çocuklarımın kemiklerini bir araya toplayıp gömmeni istiyorum» dedi. Firavun da: «Senin bizde hakkın vardır. Bu isteğini yerine getireceğim» dedi. Sonra da teker teker kazana atılmaya başladılar. Sıra süt emen çocuğa gelince: «Gir ey anne, çekinme, çünkü sen hak üzeresin» dedi. Bunun üzerine çocuğuyla beraber atıldı." İbn Abbâs: “Küçükken dört kişi konuşmuştur. Bunlardan biri bu çocuk, biri Yusuf'un (aleyhisselam) şahidi, biri Cüreyc'in arkadaşı, biri de İsa b. Meryem'dir" dedi. İbn Mâce ve İbn Merdûye'nin, İbn Abbâs ve Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman güzel bir kokuya rastladım. «Ey Cibrîl! Bu koku nedir?» dediğimde, Cibrîl şöyle anlattı: «Bu (Firavun'un kızını) tarayan kişinin, kocasının ve çocuklarının mezarının kokusudur. Bu kadın kızı tararken tarak elinden düştü. Bunun üzerine: “Firavun helak olsun" dedi ve kız bunu babasına bildirdi. Kadının iki oğlu ve kocası vardı. Firavun bunları çağırıp dinlerinden geri dönmelerini istedi. Ancak onlar bunu kabul etmedi.» Firavun: «O zaman sizi öldürürüm» deyince: «Bizi öldürmen senden bize bir ihsandır. Eğer bizi bir yere gömeceksen öldür» dediler. İşte Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi götürüldüğü zaman güzel koku hissetti ve bunu Cibril'e sordu. Cibrîl de bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattı. Ahmed ve Ebû Dâvud'un, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman bakırdan tırnakları olan, göğüsleriyle yüzlerini tırmalayan bir topluluk ile karşılaştım. Bunun üzerine: «Ey Cibrîl! Bunlar kimdir?» dediğimde: «Bunlar insanların etlerini yiyenler (gıybet edenler) ve namusları hakkında konuşanlardır» karşılığını verdi. " İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman dudakları ateşten makaslarla kesilen bir topluluk ile karşılaştım. Her kesilmelerinde dudakları tekrar eski haline geliyordu. Cibril'e: «Ey Cibrîl! Bunlar kimdir?» dediğimde: «Bunlar, ümmetinden yapmadıkları şeyleri emreden hatiplerdir» cevabını verdi. " İbn Merdûye'nin, Semure b. Cündüb'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman ateşte yüzen ve taş yiyen bir kişi gördüm. «Bu kimdir?» diye sorduğumda: «Bu, faiz yiyendir» denildi. " Tirmizî, Bezzâr, Hâkim, İbn Merdûye ve Delâil'de Ebû Nuaym'ın Bureyde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman Cibril, Bey tü'l-Makdis'teki kayanın yanına gitti. Parmağını o kayanın üzerine koyarak onu deldi ve Burak'ı ona bağladı!" Taberânî ve İbn Merdûye, Suheyb b. Sinân'dan bildiriyor: İsrâ gecesi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) önce su, sonra şarap, sonra da süt sunulduğu zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sütü aldı. Bunun üzerine Cibrîl: “Sen fıtratı seçtin. Onunla da bütün hayvanları gıdalandırdırı. Eğer şarabı almış olsaydın ümmetin sapıtırdı ve sen bunun ahalisinden olurdun" diyerek eliyle Cehennemi işaret etti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) oraya baktığı zaman ateşin alevlendiğini gördü. Ahmed ve İbn Merdûye'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman, Beytü'l-Makdis'te ayaklarımı peygamberlerin ayaklarını koyduğu yere koydum. O zaman bana İsa arzolundu. Ona en çok benzeyen kişi Urve b. Mes'ûd'dur. Sonra bana Mûsa arzolundu. O uzun boylu, zayıf ve hafif kıvırcık saçlı biriydi. Sonra bana İbrâhîm arzolundu. Ona en çok benzeyen kişi de arkadaşınızdır" buyurdu. Buhârî, Müslim ve İbn Cerîr'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman Mûsa ile karşılaştım." -Onu vasıflandırarak- O uzun boylu, zayıf ve hafif kıvırcık saçlı biriydi. Sanki Şenûe erkeklerinden idi. Sonra İsa ile karşılaştım." -Onu da vasıflandırarak- "O, daha hamamdan yeni çıkmış gibiydi. Sonra İbrâhîm ile karşılaştım. Çocukları arasında en fazla ona benzeyen bendim. Sonra bana iki kap getirildi. Birinde süt, diğerinde şarap vardı. Bana: «Dilediğini al» denilince, ben sütü alıp içtim. Bunun üzerine bana: «Sen fıtrata yönlendirildin. Eğer şarabı almış olsaydın ümmetin sapıtırdı» denildi. " Müslim, Nesâî ve İbn Merdûye'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Ben kendimi Beytü'l-Makdis'de gördüm. Kureyşliler bana orada tam olarak tesbit etmediğim şeyler sordular. Bu sebeple daha önce hiç sıkılmadığım bir şekilde sıkılmıştım. Bunun üzerine Yüce Allah bana Beytü'l-Makdis'i gösterdi. Onlar bana ne sorduysa hep cevapladım. Yine kendimi bir grup peygamberin arasında gördüm. Baktım ki Musa kalkmıştı. O uzun boylu, zayıf ve hafif kıvırcık saçlı biriydi. Sanki Şenûe adamlarındandı. Yine baktım ki, İsa kalkmış namaz kılıyor. Ona en fazla benzeyen kişi, Urve b. Mes'ûd es-Sekafi'dir. Baktım ki, İbrâhîm de kalkmış namaz kılıyor. İnsanlar içinde ona en fazla benzeyen kişi arkadaşınızdır." - Burada Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendini kasdetmektedir- "Namaz vakti gelince onlara imam oldum. Namaz bittiği zaman biri: «Ey Muhammed! Bu ateşin bekçisi Mâlik'tir» dedi. Ona doğru baktığım zaman, o bana selam verdi." İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ömer: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), isrâ gecesi götürüldüğü zaman asık suratlı biri olan Cehennem bekçisi Mâlik'i gördü. Öfke yüzünden belli olurdu" dedi. Ahmed'in, Ubeyd b. Âdem'den bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb Câbiye'de idi. Beytü'l-Makdis'in fethini zikredip, Ka'b'a: “Nerede namaz kılayım?" diye sordu. Ka'b: “Kayanın arkasında kıl" dedi. Ömer: “Hayır, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kıldığı yerde kılacağım" dedi ve kıbleye yaklaşıp namazını kıldı. Ahmed, İbn Merdûye, Delâil'de Ebû Nuaym ve el-Muhtâre'de Diyâ, sahih bir isnâdla İbn Abbâs'tan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi götürüldüğü zaman Cennete sokulmuştu. Orada bir fısıltı işitip: “Ey Cibrîl! Bu ses nedir?" diye sordu. Cibrîl: “Bu, müezzin Bilâl'ın sesidir" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) insanların yanına geri döndüğü zaman: “Bilâl kurtuluşa ermiştir. Ona şunu ve şunu gördüm" buyurdu. Mûsa (aleyhisselam), Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) karşılayıp: “Merhaba ey ümmî Peygamber!" dedi. O uzun boylu ve düz saçlı biri idi. Saçları kulakları hizasında veya biraz daha yukarıydı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bu kimdir?" deyince: “Bu, Mûsa'dır" dedi. Sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gitti ve başka bir kişiyle karşılaştı. Bu kişi de Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) karşıladı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu kimdir?" diye sorunca, Cibrîl: “Bu, İsa'dır" cevabını verdi. Sonra yaşlı ve heybetli bir kişiyle karşılaştı. Bu kişi de Hazret-i Peygamber 'i (sallallahü aleyhi ve sellem) karşılayıp selam verdi. Hepsi de Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) selam veriyordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bu kimdir?" deyince: “Bu, baban İbrahim'dir" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) cehenneme baktığında leş yiyen bir topluluk gördü. Cibril'e: “Ey Cibrîl! Bunlar kimdir?" diye sorunca: “Bunlar insanların etini yiyenlerdir (gıybet edenlerdir)" dedi. Sonra çok kırmızı ve yeşil birini görüp: “Ey Cibrîl! Bu kimdir?" diye sordu. Cibrîl: “Bu kişi deveyi boğazlamak için ayağını kesip yere yatırandır" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescidü'l-Aksa'ya geldiği zaman namaz için kalktı. Dönüp baktığında bütün peygamberlerin de kendisiyle beraber namaz kıldığını gördü. Namaz bittiği zaman kendisine sağından ve solundan iki bardak getirildi. Birinde süt, diğerinde bal vardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sütü alıp ondan içti. Süt bardağını getiren kişi: “Sen fıtratı seçtin" dedi. Ahmed, Ebû Ya'la, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesinde Beytü'l-Makdis'e götürüldü. Aynı gece geri döndü ve ashâbına bu gidişini, bu gidişinin alâmetlerini ve kervanlarını anlattı. Bazı kişiler: “Biz Muhammed'in dediklerine inanmıyoruz" dediler ve kâfir olarak mürted oldular. Allah onların boyunlarını Ebû Cehl ile beraber vurdu. Ebû Cehl: “Muhammed bizi zakkumla korkutmaktadır. Hurma ve tereyağı getirin de zıkkımlanalım" dedi. Sonra Deccâl'ı rüyada değil de gerçek olarak gördü. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) o gece İsa'yı, Mûsa'yı ve İbrâhîm'İ (aleyhimusselam) gördü. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem), Deccal sorulunca: “Ben onu çok büyük ve çok beyaz biri olarak gördüm. Onun iki gözünden biri yoktu. O (tek gözü) inciden bir yıldız gibiydi. Saçları ise ağaç dalları gibiydi. Orada İsa'yı gördüm. O, beyaz tenli, kıvırcık saçlı, keskin bakışlı, yaratılıştan göbeksiz genç biriydi. Musa'yı da esmer ve siyah tenli biri olarak gördüm. O saçları gür ve yaratılışı çetindi. Sonra İbrâhîm'e baktım. Onun neresine baktımsa sanki kendime bakmış gibiydim. Yani bu arkadaşınız gibiydi. Cibrîl: «Babana selam ver» dedi. Ben de ona selam verdim." Buhârî, Müslim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin Katâde vasıtasıyla Ebu'l- Âliye'den bildirdiğine göre İbn Abbâs, Resulullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir: “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman Mûsa b. İmrân'ı uzun boylu ve kıvırcık şaçlı biri olarak gördüm. Sanki Şenûe erkeklerinden idi. Yine o gece İsa'yı gördüm. O, orta boylu, kırmızı ve beyaz arasında düz saçlı biriydi. Cehennem bekçisi Mâlik'i ve Deccâl'ı gördüm. Yüce Allah onları bana âyetlerinde göstermiştir." "Sen de kitaba (Kur'ân'a) kavuşma konusunda sakın şüphe içinde olma" âyetini Katâde, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), Mûsa (aleyhisselam) ile karşılaştı şeklinde yorumlardı. Saîd b. Mansûr, Ahmed, İbn Ebî Şeybe, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim, İbn Merdûye ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman İbrâhîm, Mûsa ve İsa ile karşılaştım. Onlar aralarında kıyamet vaktinden bahsettiler ve bu durumu İbrâhîm'e sordular. İbrâhîm: «Bu konuda bir bilgim yoktur» deyince, Musa'ya sordular. O da: «Bu konuda bir bilgim yoktur» deyince, İsa'ya sordular. İsa da şöyle anlattı: «Kıyametin zamanını Allah'tan başka kimse bilemez. Rabbimin bana ahdettiğine göre Deccâl çıkacağı zaman benim elimde iki kamçı olacaktır. O beni gördüğü zaman kurşunun erimesi gibi eriyecek ve Allah onu helak edecektir. Hatta o zaman taşlar ve ağaçlar: “Ey Müslüman! Altımda kâfir vardır. Gel onu öldür" diyecektir. Allah onları helak ettikten sonra millet şehirlerine ve yurtlarına dönecektir. İşte o zaman Ye'cüc ve Me'cüc çıkacak ve her yerden süratle inerek şehirleri çiğneyeceklerdir. Nereye giderlerse orayı helak edecek, uğradıkları her suyu da içeceklerdir. İnsanlar bu konuda bana şikâyete gelecekler ve ben Allah'a dua edeceğim. Allah onları helak edip öldürecek, yeryüzü onların leş kokusuyla dolacaktır. Allah yağmuru indirecek ve cesetlerini sürüyerek denize atacaktır. Yine bana Rabbimin verdiği ahidlerden bir tanesi; bunlar olduktan sonra kıyametin kopmasının, hamilelikte gününü dolduran kadın gibi olmasıdır. Kadının ailesi, kadın yükünü gece mi, gündüz mü indirir bilmezler.»" İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, Hâkim, İbn Merdûye ve Delâil'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre Huzeyfe, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi götürüldüğü geceden bahsedip şöyle dedi: “Semaların kapıları açılana kadar Burak'ı bırakmadı. O, Cennet ve Cehennem'i gördü. Yani âhirette vaad edilen her şeyi müşahede etti. Sonra da geri döndü." İbn Merdûye'nin lafzı ise: “Gökyüzünde ve yeryüzünde ne varsa kendisine gösterildi. Kendisine hangi binek Burak'tır?" denilince: “Uzun ve beyaz olandır. Adımlarını gözünün gördüğü son yere kadar atandır" buyurdu. Ebû Ya'la, Taberânî M. el-Evsat'ta ve İbn Asâkir'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Beni semaya çıkardıkları zaman mutlaka her semada: «Muhammed, Allah'ın Resulüdür» şeklinde adımın yazılı olduğunu gördüm. Adımın peşinden de «Ebû Bekr es-Sıddîk» yazılıydı" buyurdu. Bezzâr'ın İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Beni semaya çıkardıkları zaman her gökte: «Muhammed, Allah'ın Resûlüdür» şeklinde adımın yazılı olduğunu gördüm" buyurdu. Taberânî M. el-Evsaf ta ve İbn Merdûye'nin sahih bir isnâdla Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi ileri gelenlerin en üstünü ile karşılaştım. Baktım ki, bu Cibril'dir. O, Allah korkusuyla kendini deve arkasına konulan bir çul gibi hissediyordu" buyurdu. İbn Merdûye'nin başka bir lafzında ise: “Dördüncü semada Cibril ile karşılaştım. O, Allah korkusuyla kendini deve arkasına konulan bir çul gibi hissediyordu" şeklindedir. Saîd b. Mansûr, Taberânî, İbn Merdûye ve el-Ma'rife'de Ebû Nuaym, Abdurrahman b. Kurt'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi Mescidü'l-Aksa'ya götürüldüğü zaman Makam ve zemzem arasında bulunmaktaydı. Cibrîl sağında, Milkâil ise solundaydı. Yüksek semalara varıncaya kadar kendisiyle uçtular. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) geri döndüğü zaman semalarda birçok tesbihle beraber bir tesbih işittiğini söyledi. Yüksek semalar heybet sahibi Yüce'den korkularından dolayı "Yücelerin en yücesini eksikliklerden tenzih ederim" şeklinde tesbih ediyordu. İbn Asâkir'in, Sehl b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Cibril, İsrâ gecesi beni götürdüğü zaman yüksek semalarda bir tesbih işittim. Bu tesbihle kalbim titremişti. Cibrîl, bana: «Ey Muhammed! Korkma ilerle, çünkü senin ismin Arş'ta "Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed onun elçisidir" şeklinde yazılıdır» dedi." İbn Ebî Şeybe, Ahmed, İbn Mâce, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İsrâ gecesi yedinci semaya vardığımız zaman yukarı baktım. Orada gök gürlemesişimşek ve yıldırım vardı. Sonra karınları evler gibi büyük olan bir topluluğun yanına vardık. Bunların karınlarında dışarıdan görülen yılanlar bulunmaktaydı. Cibril'e: «Ey Cibrîl! Bunlar kimdir?» diye sorduğumda: «Bunlar faiz yiyenlerdir» dedi. Dünya semasına indiğim zaman benden aşağıda olan kısma baktım ve toz, duman içinde sesler işittim. Cibril'e: «Ey Cibrîl! Bunlar kimdir?» diye sorduğumda: «Bunlar insanların gözleri önünde dönen şeytanlardır. Onlar göğün ve yerlerin egemenliği hakkında düşünmezler. Eğer öyle olmasaydı onlar acaip olan şeyleri görürlerdi» dedi. " İbn Merdûye'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman Kevser'e uğradık. Cibrîl: «Bu, Rabbinin sana vermiş olduğu Kevser'dir» dedi. Bunun üzerine ben elimi toprağına vurunca, onun keskin kokulu misk olduğunu gördüm" buyurdu. İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Ben gökyüzüne çıkarıldığım zaman suyu çok olan ve ok gibi hızlı akan bir nehir gördüm. O, sütten daha beyaz ve baldan daha tatlıydı. Etrafında inciden kubbeler vardı. Elimi yan tarafına vurduğumda keskin kokulu misk olduğunu gördüm. Yine elimi çakıl taşlarına vurduğumda onların da inci olduğunu gördüm. Cibril'e: «Ey Cibrîl! Bu nehir nedir?» dediğimde: «Bu, Rabbinin sana vermiş olduğu Kevser nehridir» karşılığını verdi." İbn Merdûye'nin Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman İbrâhîm'i gördüm. Gördüğüm kadarıyla o arkadaşınıza en fazla benzeyen kişiydi" buyurdu. Ahmed, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân ve İbn Merdûye'nin, Ebû Eyyûb el- Ensârî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Ben gökyüzüne çıkarıldığımda orada Rahman'ın dostu İbrâhîm'i gördüm. İbrâhîm: «Ey Cibrîl! Seninle beraber olan kişi kimdir?» diye sorunca, Cibrîl: «Muhammed'dir» cevabını verdi. Bunun üzerine o beni karşılayıp: «Ümmetine Cennette çokça fidan dikmelerini emret. Zira Çenettin toprağı temiz ve geniştir» dedi. Ben: «Cennetin fidanları nedir?» dediğimde: «Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (=Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur)» demektir" karşılığını verdi. " İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi İbrâhîm'in (aleyhisselam) yanına götürüldüm. İbrâhîm bana: “Ey Muhammed! Ümmetine Cennetin geniş olduğunu haber ver. Cennetin fidanları da: «Sübhânallâhi ve'l-hamdu lülâhi velâ ilahe illallâhu vallâhu ekber (=Yüce Allah'ı bütün eksikliklerden tenzih ederim. Hamd sadece Allah'adır. Allah'tan başka ilah yoktur. O en büyüktür)» demektir" dedi." Tirmizî, Taberânî ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi İbrâhîm'in yanına götürüldüm. İbrâhîm bana: «Ey Muhammed! Benden ümmetine selam söyle. Onlara Cennetin toprağının temiz, suyunun tatlı ve arazisinin geniş olduğunu haber ver. Cennetin fidanları da: “Sübhânallâhi ve'l-hamdu lillâhi velâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber. Velâ havle velâ kuvvete illâ billâh" (=Yüce Allah'ı bütün eksikliklerden tenzih ederim. Hamd sadece Allah'adır. Allah'tan başka ilah yoktur. O en büyüktür. Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur)» demektir" dedi. İbn Merdûye'nin Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman Cennetin beyaz inciden olduğunu gördüm. Cibril'e: «Ey Cibrîl! Bana Cenneti sormaktalar dediğimde, Cibril: “Onlara Cennetin geniş ve toprağının misk olduğunu söyle"» dedi." İbn Mâce, Nevâdiru'l-Usul'da Hakîm et-Tirmizî, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve el-Ba's ve'n-Nuşûr'da Beyhakî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman Cennetin kapısına: «Sadakanın karşılığı on kat (sevap)tır. Borç vermenin karşılığı ise on sekiz kat (sevap)tır» yazılı olduğunu gördüm. Cibril'e: «Ey Cibrîl! Borç vermenin sadakaya üstünlüğü nedir?» dediğimde, Cibrîl: «Sadaka isteyen kişi yanında olduğu halde sadaka isteyebilir. Ancak borç isteyen kişi, sadece ihtiyacından dolayı borç ister» dedi. " Taberânî'nin, Hazret-i Aişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi semaya çıkarıldığım zaman Cennete sokuldum. Cennet ağaçlarından bir ağacın üzerinde durdum. Cennette ondan daha güzelini, daha beyaz yapraklısını, meyvesinden daha tatlısını görmedim. El uzatıp meyvesinden bir meyve aldım ve yedim. O meyve sulbümde bir nutfe oldu. Yeryüzüne indiğim zaman Hatice ile beraber oldum. Bunun üzerine Fâtıma'ya hamile kaldı. Bu sebeple Cennet kokusunu özlediğim zaman Fâtıma'yı koklarım. " Hâkim'in, Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Cibril, bana Cennetten bir ayva getirdi. Ben de onu İsrâ gecesi yedim. Bunun üzerine Hatice, Fâtıma'ya hamile kaldı. Bu sebeple Cennet kokusunu özlediğim zaman Fâtıma'nın boynunu koklardım" buyurmuştur. Bezzâr, Mu'cemu's-Sahâbe'de Ebu'l-Kâsım el-Beğavî, Mu'cemu's- Sahâbe'de İbn Kâni, İbn Adiy ve İbn Asâkir'in, Abdullah b. Es'ad b. Zürâre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman inciden bir köşkün yanına getirildîm." -Beğavî'nin lafzı ise: “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman inciden bir kafesin içinde götürüldüm" şeklindedir- "döşemesi altındandı, inciler gibi parlıyordu. O zaman bana üç şey verildi. Resullerin efendiliği, muttakilerin imamlığı ve nur yüzlülerin komutanlığı." İbn Kâni, Taberânî ve İbn Merdûye'nin Ebu'l-Hamrâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi yedinci semaya çıkarıldığım zaman birde baktım ki, Arş'ın sağ direğine: «Lâ ilâhe illallâh, Muhammedun Resûlullah (=Allah'tan başka ilah yoktur. Muhammed onun Resulüdür)» yazılıdır" buyurmuştur. İbn Adiy ve İbn Asâkir'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “«Mi'râc'a çıkarıldığım zaman Arş'ın direğine: Lâ ilâhe illallâh, Muhammedun Resûlullah (=Allah'tan başka ilah yoktur. Muhammed onun Resulüdür) Onu Ali ile teyid ettim» yazılıydı" buyurdu. İbn Asâkir'in Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi semaya çıkarıldığım zaman Arş'ta: Lâ ilâhe illallah, Muhammedun Resûlullah (=Allah'tan başka ilah yoktur. Muhammed onun Resûlüdür). Ebû Bekr es-Sıddîk, Ömer el-Fâruk ve Osman Zünnureyn» yazılıydı" buyurdu. Dârakutnî el-İfrâd'da, Hatîb ve İbn Asâkir'in, Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi semaya çıkarıldığım zaman Arş'ta yeşil bir mücevher gördüm. Onun üzerinde beyaz bir nurla: Lâ ilahe illallah, Muhammedun Resûlullah (=Allah'tan başka ilah yoktur. Muhammed onun Resûlüdür). Ebû Bekr es-Sıddîk ve Ömer el-Faruk» yazılıydı" buyurdu. Bezzâr, Hazret-i Ali'den bildiriyor: Yüce Allah, Resûlüne ezanı öğretmek murad ettiği zaman Cibrîl ona Burak denilen bir binekle geldi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona binmek için gidince huysuzlaştı ve Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) bindirmek istemedi. Bunun üzerine Cibrîl: “Sakin ol. Vallahi Allah katında Muhammed'den daha değerli bir kişi sana binmemiştir" dedi. Sonra da Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona bindi ve Rahman'ın katındaki hicaba geldiler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) perdenin yanındayken bir melek hicabın arkasından çıkarak: “Allahu ekber, Allahu ekber" dedi. Hicabın arkasından: “Kulum doğru söyledi, ben en büyüğüm, ben en büyüğün" denildi. Sonra melek: “Eşhedu en la ilahe illalah" dedi. Hicabın arkasından: “Kulum doğru söyledi, benden başka ilah yoktur" denildi. Melek: “Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah" dedi. Hicabın arkasından: “Kulum doğru söyledi, ben Muhammed'i elçi olarak gönderdim" denildi. Melek: “Hayya ale's-salat, hayya alel-felah, Kad kâmeti's-salat, Allahu ekber, Allahu ekber" dedi. Hicabın arkasından: “Kulum doğru söyledi, ben en büyüğüm, ben en büyüğüm" denildi. Sonra melek: “Lâ ilâhe illallâh" deyince, Hicabın arkasından: “Kulum doğru söyledi, benden başka ilah yoktur" denildi. Melek Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) elini tutarak kendisini yaklaştırdı ve baktı ki sema ahalisinin arasında Âdem (aleyhisselam) ile Nuh (aleyhisselam) bulunmaktaydı. İşte o gün, Yüce Allah Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şerefini, yeryüzü ve gökyüzü ahalisine karşı kemâle erdirmiştir." Ebû Nuaym Delâil'de, Muhammed b. el-Hanefiyye'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mirâc'a çıkarıldığı zaman semanın bir yerine ulaştı ve durdu. Yüce Allah semadan bir melek gönderdi ve bu melek semada daha önce hiç durmadığı bir yerde durdu. Sonra meleğe: “Ona ezanı öğret" denildi. Melek: “Allahu ekber, Allahu ekber" deyince, Allah: “Kulum doğru söyledi, ben en büyüğüm" buyurdu. Sonra melek: “Eşhedu en la ilahe illalah" deyince, Allah: “Kulum doğru söyledi, benden başka ilah yoktur" buyurdu. Melek: “Eşhedu enne Muhammeden Resûlullah" deyince, Allah: “Kulum doğru söyledi, ben Muhammed'i elçi olarak gönderdim, onu seçtim ve onu emin kıldım" buyurdu. Melek: “Hayya ale's-salat" deyince, Allah: “Kulum doğru söyledi ve insanları farzıma davet etti. Bu farz, ecrini Allah'tan ümid ederek yerine getiren kişinin günahları için kefaret olur" buyurdu. Melek: “Hayya alel-felah" deyince, Allah: “Kulum doğru söyledi. Ben onu farz kıldım, sayılarını ve vakitlerini bildirdim" buyurdu. Sonra Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yaklaş!" denilince, yaklaştı ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sema halkını gördü. Sonra da Yüce Allah bütün mahlûkata karşı onun şerefini kemâle erdirdi. ibn Merdûye'nin Hazret-i Aişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) "İsrâ gecesi semaya çıkarıldığım zaman Cibrîl ezan okudu. Melekler kendileriyle namaz kılacağını sandılar. Cibrîl, beni öne yaklaştırdı ve imam olup meleklerle beraber namaz kıldım" buyurdu. Taberânî M. el-Evsat'ta İbn Ömer'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi semaya çıkarıldığı zaman ona ezan vahyolundu. Tekrar geri indiğinde Cibrîl kendisine ezanı öğretti. İbn Merdûye, Ali'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi semaya çıkarıldığı zaman kendisine ezan öğretildi. Sonra namaz farz kılındı. İbn Merdûye, Enes'ten bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi semaya çıkarıldığı zaman namaz farz kılındı. Ahmed, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Allah, Peygamberine elli vakit namazı farz kıldı. Ancak Rabbinden hafifletmesini isteyince elli vakti beş vakit kıldı. Ebû Dâvııd ve Beyhakî, İbn Ömer'den bildiriyor: İlk olarak namaz elli vakit, cenabetlikten gusletmek ve idrarlı elbiseyi yıkamak yedi defaydı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), namaz beş vakit, cenabetlikten gusül ve idrarlı elbiseyi yıkamak bir defa oluncaya kadar Rabbinden hep hafifletmesini istedi. Müslim, Tirmizî, Nesâî ve İbn Merdûye, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi çıkarıldığında Sidretü'l-Münteha'ya götürüldü. Burası yeryüzünden semaya çıkarılanların gidebileceği en son yerdir. Başka bir lafızda: “Yeryüzünden çıkan ruhlardan bir şey alınacaksa oradan alınır" şeklindedir- "Bir üstten gelenler de oraya iner, oradan alınırlar. Yüce Allah şöyle buyurur: “Sidreyi bürüyen bürümüştü" Bunlar altından kelebeklerdir. İsrâ gecesinde Resûlullâh'a (sallallahü aleyhi ve sellem) beş vakit namaz, Bakara Sûresinin son âyetleri ve Yüce Allah'a şirk koşulmadıktan sonra büyük günahların bağışlanması verildi. Taberânî'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi çıkarıldığım zaman Sidretü'l-Münteha'ya götürüldüm. Oradaki kirazlar büyük küpler gibi iriydi" buyurdu. İbn Merdûye, Enes'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Sidretü'l- Münteha'ya çıkarıldığı zaman oraya sığınan altın kelebekler gördü. İbn Merdûye'nin, Esmâ binti Ebî Bekr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Sidretü'l-Münteha'yı vasfederken: “Orada altın kelebekler bulunmaktadır. Meyveleri büyük küpler, yaprakları ise fil kulağı gibidir" buyurmuştur. Kendisine: “Yâ Resûlallah! Orada ne gördün?" diye sorduğumda: “Yanında onu gördüm" buyurdu. Yani Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) orada yüce Rabbini görmüştür. İbn Mâce ve İbn Merdûye'nin, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi çıkarıldığım zaman yanından geçtiğim her melek topluluğu mutlaka: «Ey Muhammed! Ümmetine hacamat yaptırmalarını emret» dediler" buyurdu. Ahmed, İbn Mâce, Hâkim ve İbn Merdûye'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi çıkarıldığım zaman yanından geçtiğim her melek topluluğu mutlaka bana: «Hacamat yaptırmaya devam et» dediler" buyurdu. Başka bir lafızda ise: “Ümmetine hacamat yapmalarını emret" şeklindedir. İbn Merdûye'nin, Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi çıkarıldığım zaman yanından geçtiğim her melek topluluğu mutlaka bana hacamat yapmamı emretti" buyurdu. İbn Merdûye'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “İsrâ gecesi çıkarıldığım zaman Yüce Allah beni Yecüc ve Mecüc'ün yanına gönderdi. Onları Allah'ın dinine ve ibadetine davet ettim. Ancak onlar davetime icabet etmeyi kabul etmedi. Onlar Âdem'in ve İblis'in asi olan çocuklarıyla beraber Cehennemdedirler. " Saîd b. Mansûr, İbn Sa'd, M. el-Evsat'ta Taberânî ve İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi geri döndüğü zaman Tuva denilen yerde iken Cibrîl'e: “Ey Cibrîl! Kavmim bana inanmayacaktır" deyince, Cibrîl: “Sıddîk olan Ebû Bekr seni doğrulayacaktır" karşılığını verdi. Hâkim, İbn Merdûye ve Delâil'de Beyhakî, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi Mescidu'l-Aksa'ya götürüldüğü zaman, sabahlayınca bu gecede yaşadıklarını insanlara anlatmaya başladı. Daha önce kendisine iman edip te inanmış olan kişilerden bir kısım mürted oldular. Bu şekilde Ebû Bekr'e gittiler ve: “Arkadaşına ne oluyor da bir gecede Beytü'l-Makdis'e gidip geldiğini iddia ediyor" dediler. Ebû Bekr: “Kendisi mi öyle dedi?" diye sorunca: “Evet, kendisi dedi" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Ebû Bekr: “Evet, eğer öyle dediyse doğru söylemiştir" dedi. Bu kişiler: “Sen onun bu gece Beytü'l-Makdis'e gittiğine ve sabah olmadan geri döndüğüne inanıyor musun?" dediklerinde: “Evet, ben bundan daha uzak (ihtimalli) olan şeyleri de kabul ediyorum. Ben onun göklerden sabah veya akşam vakti getirdiği haberleri de tasdik ediyorum" dedi. Ebû Bekr bu sebeple es-Sıddîk diye adlandırılmıştır. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Nesâî, Bezzâr, Taberânî, İbn Merdûye, Delâil'de Ebû Nuaym, el-Muhtâre'de Diyâ ve İbn Asâkir sahih bir isnâdla İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi Beytü'l-Makdis'e. götürüldüğüm zaman Mekke'de sabahladım. Tek kaldım ve insanların beni yalanlayacağını bildim. Ayrı bir yerde üzüntülü bir şekilde oturdum" buyurdu. Ebû Cehl, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip oturdu ve alay edercesine: “(Yeni) bir şeyler var mı?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet" deyince: “Ne var?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu gece götürüldüm" buyurdu. O: “Nereye?" diye sorunca: “Beytü'l-Makdis'e" karşılığını verdi. Ebû Cehl: “Sonra da yanımızda sabahladın öyle mi?" deyince, Allah Resûlü: “Evet, öyledir" buyurdu. Ebû Cehl, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kavmini çağırdığında anlattıklarını inkâr eder korkusuyla inanmadığını bildirmek istemedi. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer kavmini çağırırsam bana anlattıklarını onlara da anlatır mısın?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet, anlatırım" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ebû Cehl: “Ey Ka'b b. Luey oğulları topluluğu!" diye çağırınca meclisler boşalıp yanına toplandı. Sonra Ebû Cehl: “Bana anlattıklarını kavmine de anlat" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu gece götürüldüm" buyurdu. Oradakiler: “Nereye götürüldün?" diye sorunca: “Beytü'l-Makdis'e götürüldüm" cevabını verdi. Onlar: “Sonra da burada, yanımızda sabahladın öyle mi?" deyince: “Evet" cevabını verdi. Kimisi şaşkınlıktan ellerini şaklatarak, kimisi de elini başına koyarak: “Bize oradaki Mescid'in (Mabedin) özelliklerini söyler misin?" dediler. Orada bulunanların içinde Beytü'l-Makdis'e gidenler de vardı." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben oradaki Mescid'in özelliklerini saymaya başladım. Bazı yerleri bana kapalı gelince Beytü'l-Makdis(in görüntüsü) getirildi ve Ukayl veya İkâl'ın evinin beri tarafına konuldu. Ben de oraya bakarak orayı kendilerine tek tek anlattım" buyurdu. Bunun üzerine onlar: “Vallahi doğru anlattı" dediler. Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr'in, Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Kureyş bir gecede Beytü'l-Makdis'e götürüldüğümü yalanlayınca Hicr denilen yerde ayağa kalktım. Yüce Allah önümde Beytü'l-Makdis'i tecelli ettirdi ve ben ona bakarak oranın göze çarpan özelliklerini kendilerine saymaya başladım" Ebû Nuaym Delâil'de Urve'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gecede Beytü'l-Makdis'e gidip geldiğini söyleyince Kureyş'liler: “Bizim neyimizin kaybolduğunu söyle ve söylediklerini doğrulayan bir delil göster" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Giysi yüklü boz bir deveniz kayboldu" dedi. Kervan geldiği zaman: “Bize devenin üzerinde daha önce neler bulunduğunu haber ver" dediler. Bunun üzerine Cibrîl devenin üzerinde daha önce olan şeylerin tümünü önüne serdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara bakarak daha önce üzerinde olanları saydı. Kureyş'liler de ayakta Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bakıyordu. Bundan sonra da şüpheleri ve yalanlamaları daha da arttı. Beyhakî Delâil'de Süddî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi götürüldüğü zaman kervandaki kişileri ve kervanda olanları kavmine haber verince: “Kervan ne zaman gelecektir?" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Çarşamba günü gelecektir" buyurdu. O gün kavim toplandı ve kervanı beklemeye başladı. Cün bitmek üzereydi, ama kervan gelmemişti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) günün bir saat daha uzaması için dua etti. Bunun üzerine Güneş hapsedildi (bir saat daha batmadı). Güneş sadece işte o gün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) için ve daha önce zorbalarla savaşan Yûşa b. Nûn için hapsedilmiştir (durdurulmuştur). İbn Ebî Şeybe Musannef’te ve İbn Cerîr, Abdullah b. Şeddâd'dan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi götürüldüğü zaman kendisine katırdan daha küçük ve eşekten daha büyük adımını gözünün gördüğü son yere kadar atabilen bir binek getirildi. Ona Burak deniliyordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklerin kervanıyla karşılaşınca kervan ürktü. Bunun üzerine müşrükler: “Hey oradakiler, kim var orada?" demeye başladılar. Sonra: “Kimsenin olduğunu görmüyoruz. Bu olsa olsa bir rüzgardır" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Beytü'l-Makdis'e varınca kendisine birinde şarap, diğerinde süt olan iki kap verildi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sütü tercih edince, Cibrîl: “Sen ve ümmetin hidayete erdirildiniz" dedi. İbn Sa'd ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Vâkıdî, Ebû Bekr b. Abdillah b. Ebî Sebre ve başkaları şöyle anlattılar: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Rabbinden kendisine Cenneti ve Cehennemi göstermesini isterdi. Hicretten on sekiz ay önce Ramazan ayının bitmesine on yedi gün kala Cumartesi günü Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) evinde öğle vakti uyurken yanına Cibrîl ve Mikâil geldi. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'tan istediğin şey için git" dediler. Sonra ikisi onu alıp Makam ve Zemzem'in arasında bir yere götürdüler. Oradan da Mirâc'a çıkardılar. Bir de baktı ki kendisi en güzel bir manzarayla karşı karşıya. Sora semaları teker teker çıkarmaya başladılar. Semalarda peygamberleri gördü. Sidretü'l-Münteha'ya geldiği zamanda Cennet ve Cehennemi gördü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yedinci semaya çıktığım zaman kalem seslerinden başka bir şey duymadım" buyurdu. Orada beş vakit namaz farz kılındı. Sonra Cibrîl inip beş vakit namazı Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber vakitlerinde kıldı. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi götürüldükten sonra kokusu damat kokusu gibi oldu. Hatta damat kokusundan da bile daha güzel oldu" dedi. İbn Merdûye, Cibr'den bildiriyor: “Süfyân es-Sevrî'ye İsrâ gecesi sorulunca: “(Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) o gece) vücuduyla götürüldü" dedi. Ebû Nuaym Delâil'de Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir mektup yazarak Dıhye el-Kelbî'yi Kayser'e gönderdi. Dıhye, Kayser'le Humus'ta karşılaştı. Kayser mektubu okutmak için tercümanı çağırdı. Mektup: “Allah'ın Resulü Muhammed'den, Rum kralı Kayser'e" şeklinde başlıyordu. Kayser'in kardeşi hiddetlenerek: “Mektuba senin isminden önce kendi ismiyle başlayan, seni Rum sahibi diye adlandıranı ve krallığını zikretmeyeni görüyor musun?" dedi. Kayser: “Vallahi senin küçük bir ahmak ve büyük bir deli olduğunu bilmiyordum. Daha içinde ne olduğuna bakmadan mektubu yakmamı mı istiyorsun? Eğer dediği gibi Allah'ın Resûlüyse kendi ismiyle başlaması benim ismimle başlamasından daha haktır. Eğer beni Rum kralı olarak adlandırdıysa doğru söylemiştir. Çünkü ben onların kralı ve sahibiyim. Hakikatte onlara malik değilim. Allah onları emrime vermiştir. Eğer Allah dilerse onları bana musallat eder" dedi. Sonra Kayser mektubu okutarak: “Ey Rum topluluğu! Sanırım ki bu adam İsa b. Meryem'in bize müjdelediği son Peygamberdir. Kesin olarak böyle olduğunu bilsem, derhal onun yanına kadar giderek kendisine bizzat hizmet eder, onun uzuvlarından akan abdest suyunu ellerime akıtırdım" dedi. Bunun üzerine Rumlar: “Biz kitap ehli durmuşken Allah Peygamberi ümmî bedevilerden göndermez" dediler. Kayser: “Asıl hidayet yanımdadır. Aramızda İncîl vardır. İncîl'i getirelim ve bakalım. Eğer bu kişi o Peygamberse ona tâbi olalım. Eğer değilse eskiden olduğu gibi her mührün yerine bir mühür vurur ve onu tekrar yerine koyarız" dedi. O zaman İncîl'in üzerinde on iki mühür bulunuyordu. Her hükümdar onun üzerine altından bir mühür vurarak, açılıp okunmamasını tembihleyerek bir sonraki hükümdara teslim etmiş, o da bir mühür vurarak kendisinden sonrakine teslim etmiş böylece, Kayser'e gelinceye kadar on iki mühür vurulmuştu. Yani İncîl'in açılması, okunması kesinlikle yasak ve haramdı. Eğer açıp okuyacak olurlarsa, dinlerinin elden gideceğine, devletlerinin de temelinden yıkılacağına inanıyorlardı. Kayser İncîl'in getirilmesini emretti, üzerindeki mühürlerin onbir tanesini açtırdı. Sıra son mührün açılmasına gelince papazlar, Hıristiyanların ileri gelenleri ve patrikler giysilerini parçalayıp yüzlerini yumruklayarak saçlarını yoldular. Kayser: “Size ne oluyor?" deyince, onlar da: “Bu gün senin hükümdarlığın yerle bir olup kavmin dinini değiştirecektir!" dediler. Kayser: “Asıl hidayet yanımdadır" dedi. Onlar: “Bunun doğru olup olmadığını araştırıp ona yazalım ve ne olacağına bakalım" dediler. Kayser: “Bu konuyu kime soracağız?" deyince: “Bu konuyu soracağımız kişiler Şam'da pek çoktur" dediler. Kayser bu konuyu sormaları için Şam'a elçiler gönderdi. Bunun üzerine Ebu Süfyan ve arkadaşları Kayser'in huzurunda toplandılar. Kayser: “Ey Ebu Süfyan! İçinizden peygamber olarak gönderilen bu adam hakkında bize bilgi ver" dedi. Ebu Süfyan elinden geldiğince meseleyi küçümseyerek: “Ey kral! Onun durumu senin için büyük bir şey değildir. Biz onun hakkında: «Bu kişi sihirbaz, şair ve kâhindir» demekteyiz" dedi. Kayser: “Canım elinde olana yemin olsun ki daha önceki peygamberlere de öyle denmekteydi. Sen bize aranızdaki konumundan haber ver" deyince, Ebu Süfyan: “O aramızda nesep olarak orta bir ailedendir" dedi. Kayser: “Daha önce de Allah, peygamberleri nesep olarak vasat olan ailelerden gönderirdi. Bize arkadaşlarından haber ver" deyince, Ebu Süfyan: “Onun arkadaşları kölelerimiz, gençlerimiz ve sefihlerimizdir. İleri gelenlerimizden ona kimse uymamaktadır" dedi. Kayser: “Vallahi peygamberlerin ashâbı da hep böyledir. Ancak büyükler ve liderler gurur ederek tâbi olmaktan kaçınmışlardır. Sen bana ashabının dinine girdikten sonra ondan ayrılıyorlar mı onu haber ver" dedi. Ebu Süfyan: “Hayır onlardan hiç kimse kendisinden ayrılmış değildir" karşılığını verdi. Kayser: “Sizden onun dinine hâlen girenler var mı?" deyince: “Evet, vardır" cevabını verdi. Kayser: “Siz bana onun hakkında daha da basiretli olmamı sağladınız. Canım elinde olana yemin olsun ki, bu kişi yakın zamanda benim tahtıma da hâkim olacaktır. Ey Rum topluluğu! Gelin bu kişinin davet ettiği şeye tâbi olalım ve ondan Şam'ı işgal etmemesini isteyelim. Çünkü hiçbir peygamber yoktur ki, krallara, Allah'a davet eden bir mektup yazdığı zaman onlar da davete icabet eder de ondan bir şey isterlerse mutlaka onlara isteklerini verir. Gelin bana itaat edin" dedi. Bunun üzerine onlar: “Biz sana bu konuda asla itaat etmeyeceğiz" dediler. Ebu Süfyan: “Vallahi! Onu, Kayser'in gözünde küçük düşürecek sözler söylememe engel olan, onun yanında yalan söyleyip te yalanımı anlayıp bana inanmamasından korkmamdır. Sonra onun İsrâ gecesinde götürüldüğünü hatırladım ve: “Ey kral! Ben sana ondan öyle bir haber vereceğim ki onun yalancı olduğunu anlayacaksın" dedi. Kayser: “Neymiş o?" diye sorunca: “O bir gecede bizim topraklarımızdan yani Haram'dan (Mekke'den), sizin bu Mescidinize (Mabedinize) geldiğini ve sabah olmadan tekrar geri döndüğünü iddia ediyor" dedi. Kayser'in yanında bulunan Kudüs Patriklerden biri: “Ben o geceyi biliyorum" deyince, Kayser ona bakıp: “Bu gece hakkındaki bilgin nedir?" diye sordu. Patrik şöyle devam etti: “Ben hergece Mescid'in kapılarını kapatırdım. İşte o gece bir kapı dışında Mescid'in bütün kapılarını kapattım. O kapıyı kapatamamıştım. Oradaki hizmetçilerden ve orada bulunan başka kişilerden yardım almamıza rağmen yine o kapıyı kapatamadık. Ne kadar uğraştıysak bir türlü o kapıyı kapatamadık. Sanki bir dağla uğraşıyor gibiydik. Çağırdığım marangozlar ona bakıp: “Ya kapının üstü çökmüş ya da bina oturmuştur. Şimdi bunu kapatamayız. Yarın sabah neden kapanmadığına bakarız" dediler. Ben de onu açık bırakıp gittim. Sabah vakti geri geldiğim zaman kapının köşesindeki taşın delinmiş olduğunu gördüm. Birde oraya bağlanmış bir binek izi vardı. Arkadaşlarıma: “Bu gece kapı bir peygamber için kapanmamıştır ve bu peygamber bu gece Mescid'de namaz kılmıştır" dedim. Kayser: “Ey Rum topluluğu! Siz, İsa ve kıyamet arasında bir peygamberin daha olduğunu bilmiyor musunuz? İsa sizi onunla müjdelemedi mi? İşte bu peygamber, İsa'nın müjdelediği peygamberdir. Davet ettiği şeyde ona tâbi olun" dedi. Kayser, toplumun bu konudaki nefretini görünce: “Ey Rum topluluğu! Kralınız sizi sınamak ve dininize bağlılığınızı öğrenmek için öyle bir şeye davet etti. Siz kralınızın yüzüne karşı ona sövüp sayarak dininizden asla geri dönmeyeceğinizi gösterdiniz" dedi. Bunun üzerine Kayser'e secdeye kapandılar. Vâsıtî, Fedâilu Beyti'l-Makdis'te Ka'b'dan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi götürüldüğü zaman Burak denilen binek daha önce peygamberlerin kendisini durdurduğu yerde durdu. Sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bîr peygamberin girdiği kapıdan İçeri girdi. Cibrîl (aleyhisselam) önünde gidiyordu. Ona Güneş'in ışıldaması gibi bir ışık oldu. Cibrîl biraz daha öne geçti. Sonra Cibrîl kayanın yanında durup ezan okuyunca, melekler gökyüzünden indiler ve Allah, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün peygamberleri diriltip topladı. Sonra namaz için kamet getirildi ve Cibrîl az daha öne yaklaştı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), melekler ve diğer peygamberlere imam olup namaz kıldı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğu yerden biraz daha ileriye gidince kendisine altından ve gümüşten iki merdiven getirildi. Bu (merdiven) de Mi'râc'tır. Sonra Cibrîl ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) semaya çıktılar. Vâsıtî, Beytü'l-Makdis'in müezzini Ebû Huzeyfe vasıtasıyla ninesinden bildiriyor: Ka'b'ın, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımı Safiyye'ye: “Ey müminlerin annesi! Burada namaz kıl. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi götürüldüğü zaman peygamberlerle beraber burada namaz kılmıştır" dediğini gördüm. Sonra Ebû Huzeyfe eliyle işaret ederek kayanın arkasındaki kubbeyi gösterdi. Vâsıtî, Velîd b. Müslim'den bildiriyor: Yaşlılarımızdan bazı kişilerin bana anlattığına göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi Beytü'l-Makdis'e götürüldüğü zaman, Mescid'in sağında ve solunda yükselen iki nur vardı. Sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti: “Ey Cibrîl! Bu iki nur da neyin nesidir?" dediğimde: «Sağında olan kardeşin Davud'un mihrabıdır. Solunda olan ise ablan Meryem'in mezarının üstünde olandır» karşılığını verdi." İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Hasan b. Ebi'l-Hasan'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Ben odamda uyurken Cibrîl geldi ve beni ayağı ile dürttü. Kalkıp oturduğumda kimsenin olmadığım gördüm. Tekrar uzandığımda bir daha geldi ve beni ayağıyla dürttü. Yine kalkıp oturduğumda kimsenin olmadığını gördüm. Tekrar yerime uzandığımda, Cibrîl yine beni ayağıyla dürttü ve kalkıp oturdum. O kollarımdan tutunca onunla beraber kalktım. Beni Mescid'in kapısına götürdü. Bir de baktım ki, eşekten daha büyük, katırdan daha küçük beyaz bir binek. Onun baldırlarında onu hızlı götüren iki kanadı vardı. O ellerini gözünün gördüğü son yere kadar atıyordu. Cibrîl beni ona bindirdi ve yola çıktık. İkimiz de birbirimizi geçmiyorduk." İbn Ebî Hâtim, Süddî vasıtasıyla Ebû Mâlik ve Ebû Salih'ten bildiriyor: İbn Abbâs ve Murre el-Hemdânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Kulu Muhammed'i geceleyin, Mescid-i Haram'dan kendisine bazı âyetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescid- i Aksâ'ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz ki her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla gören O'dur" âyetini açıklarken şöyle dedi: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mekke'de iken Cibrîl yanına geldi ve kendisini Burak'a bindirip Beytü'l-Makdis'e götürdü. Yolun bir kısmını gittikten sonra devesini sağan Ebû Süfyan'a rastladı. Deve, Burak'ın sesi ile ürktü ve sütü döktü. Bunun üzerine Ebû Süfyan deveyi ürküten kişiye sövdü. Bir de boz bir deve ürküp kaçmıştı. Deve sulak bir yere kaçınca Ebû Süfyan ve yanındakiler onu arayıp buldular ve aldılar. Sonra bir vadiye uğradılar. Orada Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) misk kokusu gibi bir koku esti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Cibril'e: “Ey Cibrîl! Bu koku da nedir?" diye sorunca: “Bunlar, Allah yolunda ateşle yakılan Müslüman bir ailenin kokusudur" karşılığını verdi. İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. Havâle el-Ezdî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi meleklerin taşıdığı beyaz bir direk gördüm. Bu direk sanki inciden bir direkti. Onlara: «Ne taşıyorsunuz?» dediğimde: «İslam direğini taşıyoruz. Onu Şam'da dikmekle emrolunduk» karşılığını verdiler. İbn Ebî Hâtim bildirdiğine göre Katâde: “Kulu Muhammed'i geceleyin, Mescid-i Haram'dan kendisine bazı âyetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescid- i Aksâ'ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir.." âyetini açıklarken: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi Ebû Tâlib'in evinden götürülmüştür" dedi. İbn İshâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vücudu yerinden kaybolmadı. Allah, sadece onun ruhunu Mirâc'a çıkardı" dedi. İbn İshâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muâviye b. Ebî Süfyan'a, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi götürülmesi konu sorulunca: “Bu, Allah tarafından Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gösterilmiş doğru bir rüyadır" dedi. İbnü'n-Neccâr'ın Târih'te Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Cibrîl, bana Burak'la geldi" buyurunca, Ebû Bekr: “Yâ Resûlallah! Ben onu gördüm" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bana onu vasfet" deyince: “O deve gibiydi" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Doğru söyledin, sen onu görmüşsün ey Ebû Bekr!" buyurdu. Hatîb'in, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman, Rabbim beni yanına aramızda iki yay aralığı hatta daha az bir mesafe, hayır daha da az bir mesafe kalana kadar yaklaştırdı. Bana duayı öğretti ve: «Ey Muhammed!» buyurdu. Ben: «Emrindeyim» deyince: «Seni son peygamber kılmam üzdü mü?» diye sordu. Ben: «Hayır, ey Rabbim! Üzmedi» deyince: «Ümmetini son ümmet kılmam onları üzdü mü?» diye sordu. Ben yine: «Hayır, ey Rabbim! Üzmedi» dedim. Bunun üzerine Rabbim: «Ümmetine benden selam söyle ve onları son ümmet kılmamın sebebinin diğer ümmetlerin ayıplarını yanlarında teşhir edip kendilerinin ayıplarım diğer ümmetlerin yanında teşhir etmemem için olduğunu haber ver» buyurdu." Taberânî'nin Ümmü Hâni'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi götürüldüğü zaman: “Ben Kureyş'e gidip (olanları) haber vereceğim" buyurdu ve öyle yapıp haber verdi. Kureyşliler Resûlullah'l (sallallahü aleyhi ve sellem) yalanladı. Ancak Ebû Bekr O'nu tasdik etti. İşte o gün Ebû Bekr, «Sıddîk» diye adlandırıldı. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Şihâb der ki: İbnu'l-Müseyyeb ve Ebû Seleme b. Abdirrahman bana dediler ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi İbrâhîm'in kendisiyle Beytü'l-Haram'ı ziyaret ettiği atı Burak ile götürüldü. O, adımlarını gözünün gördüğü son yere kadar atıyordu. Giderken vadilerden bir vadide Kureyş'lilerin bir kervanıyla karşılaşmış ve kervan ürkmüştü. Üzerinde biri siyah, biri mavi olan iki çuvalın bulunduğu bir deve gördü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Kudüs'e vardığı zaman, kendisine birinde şarap, birinde süt olan iki bardak verildi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) süt bardağını alınca Cibrîl: “Fıtrata hidayet edildin. Eğer şarap bardağını alsaydın ümmetin sapıtırdı" dedi. İbn Şihâb der ki: İbnu'l-Müseyyeb bana şöyle haber verdi: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) orada İbrâhîm, Musa ve İsa'yı gördü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları vasıflandırarak şöyle buyurdu: “Musa iri başlı biri idi. Şenûe adamlarına benziyordu. İsa ise kızıl bir kişiydi. Sanki Dimyâs'tan çıkmıştı. Gördüğüm kadarıyla ona en fazla benzeyen kişi Urve b. Mes'ûd es-Sekafi'dir. İbrahim'e gelince çocuklarından ona en fazla benzeyen benim" buyurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) geri döndüğü zaman Kureyş'lilere İsrâ gecesi götürüldüğünü anlattı. Müslüman olmuş kişilerden birçok kişi mürted oldu. Ebu Seleme der ki: “Ebû Bekr es-Sıddîk gelince ona: «Arkadaşın için ne dersin? O bir gecede Beytü'l-Makdis'e gidip geri geldiğini iddia ediyor" dediler. Ebû Bekr: “O mu böyle dedi?" diye sorunca: “Evet o öyle dedi" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Ebû bekr: “Eğer öyle dediyse ben ona şahitlik ederim" dedi. Kureyş'liler: “Bir gecede Şam'a gidip geldiğinemi şahitlik ediyorsun?" dediklerinde: “Ben bundan (gerçeklik ihtimali) daha uzak olan semadan haber getirmesini de tasdik ediyorum" cevabını verdi. Abdurrezzâk'ın Musannef’te İbn Cüreyc'ten bildirdiğine göre Nâfi' b. Cübeyr ve başkaları şöyle dediler: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi semaya götürüldüğü zaman sabahlayınca kendisini sadece Cibrîl gözetiyordu. Güneş zeval vaktini geçtikten sonra Cibrîl indi. Bu sebeple de ilk (öğle) namaz(ı) diye adlandırıldı. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) emri üzeri insanlara: “Cemaat namazı!" diye çağrıldı. İnsanlar toplanınca, Cibrîl, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem), Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de insanlara imam olup namaz kıldırdı. İlk iki rekatı uzatıp son iki rekatı kısalttı. Cibrîl, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) Selam verince Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de insanlara selam verdi. Sonra ikindi namazında öğle namazı gibi yaptılar. Sonra gecenin başlangıcında Cibrîl indi ve: “Cemaat namazı!" diye çağrıldı. Cibrîl, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem), Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de insanlara imam olup namaz kıldırdı. İlk iki rekatı uzatıp son rekatı kısalttı. Cibrîl, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) selam verince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de insanlara selam verdi. Sonra gecenin üçte biri geçince Cibrîl indi ve: “Cemaat namazı!" diye çağrıldı. Cibrîl, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem), Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de insanlara imam olup namaz kıldırdı. İlk iki rekatı uzatıp sesli okudu ve son iki rekatı kısalttı. Cibrîl, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) selam verince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de insanlara selam verdi. Sonra tan ağardığı zaman Cibrîl indi ve: “Cemaat namazı!" diye çağrıldı. Cibrîl, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem), Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de insanlara imam olup namaz kıldırdı. İki rekatı da uzatıp yüksek sesle okudu. Cibrîl, Hazret-i peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) selam verince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de insanlara selam verdi. Ebû Bekr el-Vâsitî Fedâilu Beytü'l-Makdis'te Ali b. Ebî Tâlib'ten bildiriyor: Önce bütün yeryüzü su idi. Allah bir rüzgar gönderdi ve suyu silip özünü çıkararak onu dört parçaya böldü. Bir parçasından Mekke'yi, bir parçasından Medine'yi, bir parçasından Beytü'l-Makdis'i ve bir parçasından Kûfe'yi yarattı. el-Vâsitî, Vehb b. Münebbih'ten bildiriyor: Dâvud (aleyhisselam) İsrâil oğullarının sayılarını öğrenmek diledi. Bunun üzerine seçilmiş ve bilgin kişileri, sayılarının kaça ulaştığını öğrenip kendisine bildirmeleri için gönderdi. Allah kendisini bundan dolayı kınadı ve: “İbrâhîm'in zürriyetini karıncalar gibi sayılmayacak kadar çoğaltacağımı biliyorsun. Buna rağmen onların sayılarını öğrenmek mi istiyorsun? Onlar sayılamayacak kadar çokturlar. Size üç yıl açlık belası vermem veya düşmanı size üç ay musallat etmem veya üzerinize üç gün ölüm vermem arasında bir tercihte bulunun" buyurdu. Bunun üzerine Dâvud (aleyhisselam) İsrail oğulları arasında istişare edince, İsrâil oğulları: “Biz üç yıl açlığa veya üç ay düşmana karşı dayanamayız" dediler. Onların son seçenekten başka bir şeyleri de kalmadı. Eğer bu üç şeyden biri mutlaka olacaksa öldürmek Allah'ın elindedir. Başka kimsenin elinde değildir. Bir saat içinde onlardan sayıları bilinmeyecek kadar binlerce kişi öldü. Dâvud (aleyhisselam) bunu görünce ölenlerin çok olması kendisine ağır geldi. Allah'a: “Ey Rabbim! Ekşiyi yiyen benim. Ancak İsrâil oğullarının dişleri kamaşmaktadır. Ben bunu istedim ve onlara İsrâil oğullarını saymalarını emrettim. Eğer bir şey olacaksa bana olsun. İsrâil oğullarını affet" diye dua etti. Allah duasını kabul buyurdu ve üzerlerinden ölümü kaldırdı. Dâvud (aleyhisselam), o sırada meleklerin ellerindeki sıyrılmış kılıçlarını, kınlarına sokarak bir kayadan altın bir merdivenle semaya çıktıklarını görünce: “Burası, Allah için mescid veya kutsal bir bina inşa edilecek yerdir" dedi. Böyle bir şeyi inşa etmeye kalkışınca, Yüce Allah ona: “Bu mukaddes bir evdir. Oysa sen ellerini kana buladın. Bu binayı yapamazsın. Fakat senden sonra kandan koruyacağım Süleyman adında bir oğlun olacaktır" diye vahiy etti. Süleyman (aleyhisselam) kral olunca bu binayı yüksek bir yapı olarak inşa etti. Süleyman (aleyhisselam) bu binayı inşa etmek isteyince şeytanlara: “Allah bize taşlarını demirle kesmeyeceğimiz bir bina inşa etmemizi emretti" dedi. Şeytanlar: “Buna, denizde bir maşrabası olan şeytandan başka kimsenin gücü yetmez" dediler. Gittiler ve onun maşrabasındaki suyu boşaltıp içkiyle doldurdular. Şeytan gelip onu içmek isteyince bir kokusu olduğunu hissetti ve bir şeyler deyip içmedi. Sonra susuzluğu artınca gelip onu içti. Onu aldılar ve geri dönerlerken yolda sarımsağı soğanla satan (sarımsak verip soğan alan) biriyle karşılaştılar. Bunu gören şeytan güldü. Sonra kâhinlik yapan bir kadınla karşılaştılar. Şeytan yine güldü. Süleyman'ın (aleyhisselam) yanına geldiklerinde şeytanın gülmesini haber verdiler. Süleyman (aleyhisselam) ona gülmesinin sebebini sorunca, o: “İlacı verip hastahk alan biriyle karşılaştım. Sonra ayaklarının altında hazine gömüldüğünü bilmeyen bir kâhinle karşılaştım" dedi. Süleyman (aleyhisselam) ona binayı nasıl inşa edeceklerini sorunca: “Sığırların taşıyamayacağı kadar bakırdan büyük bir kazan getirin ve onu kartalların yavrularının üzerine koyun" dedi. Öyle de yaptılar. Kartal geldiği zaman yavrularına ulaşamamıştı. Kartal gökyüzünde yükseldi ve ağzında bir çöple gelip çöpü kazanın üstüne attı. Kazan da ikiye yarıldı. Onlar da o çöpü alıp taşları onunla kestiler. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Salim Ebu'n-Nadr der ki: Hazret-i Ömer zamanında Müslümanlar çoğalınca Mescid kendilerine dar gelmeye başlamıştı. Bunun üzerine Ömer, Abbâs b. Abdilmuttalib'in evi ve müminlerin annelerinin odaları dışında Mescid'in etrafındaki bütün evleri satın aldı. Ömer, Abbâs'a: “Ey Ebû'l-Fadl! Müslümanların mescidi kendilerine dar gelmeye başlamıştır. Mescid'i genişletmek için senin evin ve müminlerin annelerinin odaları dışında Mescid'in etrafındaki bütün evleri satın aldım. Müminlerin annelerinin odalarını almamızın imkânı yoktur. Ancak sen bize Beytü'l- Mal'dan ödenmek üzere evini bize istediğin bir fiyata sat ta Mescid'i genişletelim" dedi. Abbâs: “Ben satmayacağım" karşılığını verince, Ömer: “Şu üç şeyden birini tercih et. Ya Beytü'l-Mal'dan ödenmek üzere istediğin fiyata bize evi satarsın, ya Medine'de istediğin bir yerde sana Beytü'l-Mal'ın parasıyla bir ev inşa ederiz, ya da evini müslümanlara tasaddukta bulunursun ve onlara Mescid'i genişletiriz" dedi. Abbâs: “Hayır hiçbirini yapmayacağım" karşılığını verdi. Ömer: “İstediğin kişiyi aramızda hakem kıl" deyince Abbas: “Ubey b. Ka'b hakem olsun" dedi. Bunun üzerine Ubey'in yanına gidip durumu anlattılar. Ubey: “Eğer isterseniz size Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) işittiğim bir hadisi anlatayım" deyince: “Anlat" dediler. Ubey şöyle devam etti: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: “Yüce Allah, Davud'a: «Bana içinde anılacağım bir ev inşa et» diye vahiy edince, işte burayı Beytü'l-Makdis'i inşa etti. Ancak mescidin bir köşesi İsrâil oğullarından bir kişinin evinin köşesine kadar geliyordu. Dâvud, bu kişiden o yeri kendisine satmasını istemiş, ama o bunu kabul etmemişti. Dâvud içinden orayı (zorla) almayı geçirdi. Bunun üzerine Yüce Allah: «Ey Dâvud! Bana içinde zikredileceğim bir ev inşa etmeni emrettim. Bu evin içine gasp karıştıracaksın. Gasbetmek benim şanımdan değildir. Ceza olarak onu sen inşa etmeyeceksin» diye vahyetti. Dâvud: «Ey Rabbim! Çocuklarım onu inşa edecek mi?» deyince, Rabbi: «Çocukların inşa edecek» diye vahyetti." Ömer, Ubey'in giysisinin eteklerini tutarak: “Ben sana bir şeyle geldim, sen daha büyük bir şey çıkardın. Dediğinden geri döneceksin" dedi ve onu Mescid'e kadar getirdi. İçinde Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından Ebû Zer'in bulunduğu bir halkaya gidip: “Allah için soruyorum. Allah'ın, Beytü'l-Makdis'i, Dâvud'a inşa etmesini emretmesi hakkında Resûlullah'ın, (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis söylediğini işiten var mı?" dedi ve hadisi aktardı. Bunun üzerine Ebû Zer: “Ben bunu Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) işittim" dedi. Başka biri: “Ben de bunu Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) işittim" dedi. Yine başka biri: “Ben de bunu Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) işittim" dedi. Bunun üzerine Ömer, Ubey'i bıraktı. Ubey, Ömer'e dönerek: “Ey Ömer! Beni, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hadisinde yalancılıkla mı itham ediyorsun?" deyince, Ömer: “Ey Ebu'l-Münzir! Vallahi sana öyle bir ithamda bulunmak istemedim. Fakat bu hadisin Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) isnâd edilmiş olmasını istemedim" dedi. Sonra Ömer, Abbâs'a: “Git, bundan sonra evin konusunda rahatsız edilmeyeceksin" dedi. Bunun üzerine Abbâs: “Sen böyle diyorsan, ben de evimi Müslümanların Mescid'i genişletmesi için tasadduk ediyorum. Eğer bu konuda benimle davalaşacaksan vermiyorum" dedi. Ömer, Abbâs'a Müslümanların Beytü'l-Mâl'mdan işte bu günkü evini ona inşa etmiştir. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Abbâs'ın Medine'de bir evi vardı. Ömer, kendisine: “Bu evi bana hibe et veya sat ki, onu Mescid'e dâhil edeyim" dedi. Abbâs bunu kabul etmedi. Bunun üzerine Ömer: “Aramızda Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından bir kişiyi hakem kıl" deyince, Abbâs, Ubey'i hakem kıldı. Ubey, Ömer'in aleyhinde karar verince, Ömer: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bana karşı Ubey'den daha cesur kimse yoktur" dedi. Ubey şöyle devam etti: “O zaman sana bir nasihat vereyim ey müminlerin emiri! Sen o kadının kıssasını duymadın mı? Dâvud (aleyhisselam), Beytü'l-Makdis'i inşa edeceği zaman kadının izni olmadan evini Mescid'e dâhil etmişti. Ancak Mescid'i yapacakları zaman bundan nehyedildi. Dâvud (aleyhisselam): “Ey Rabbim! Beni (mescidi inşa etmekten) nehyettin. Benden sonraki çocuklarım onu inşa etsin" dedi." Hal böyle iken Abbâs: “Benim lehime hüküm vermedin mi?" diye sorunca, Ubey: “Evet" karşılığını verdi. Bunun üzerine Abbâs: “O zaman o yer senindir. Ben orayı Allah için hibe ettim" dedi. Abdurrezzâk Musannef’te Saîd b. el-Müseyyeb'den bildirir: Ömer b. el- Hattâb, Abbâs'ın evini alıp Mescid'e dâhil etmek istedi. Abbas kendisine evi vermeyi kabul etmeyince, Ömer: “Bu evi alacağım" dedi. Abbâs: “Aramızda Ubey b. Ka'b'ı hakem kılalım" deyince: “Tamam kılalım" karşılığını verdi. Ubey'in yanına gidip durumu anlattıklarında, Ubey şöyle dedi: “Süleyman b. Dâvud'a, Beytü'l-Makdis'i inşa etmesi vahyedilince, Süleyman b. Dâvud mescid inşa etmek için bir adamın arsasını satın aldı. Ona arsanın parasını verirken arsa sahibi: “Bana verdiğin mi daha hayırlıdır, aldığın mı?" diye sorunca: “Aldığım daha hayırlıdır" dedi. Arsa sahibi: “O zaman satmıyorum" dedi. Bunun üzerine Süleyman b. Dâvud onu daha fazla bir parayla bir daha satın aldı. Adam iki veya üç defa aynı şeyi yaptı. Süleyman b. Dâvud: “Onu senden istediğin fiyata alacağım ve hangisinin daha hayırlı olduğunu sormayacaksın" diye şart koştu. Adam: “Tamam" deyince: “Süleyman b. Dâvud onu adamın istediği fiyata bir daha satın aldı. Adam on iki bin kantar (kıntâr) altın isteyince, Süleyman b. Dâvud bu fiyatı çok buldu. Bunun üzerine Yüce Allah, ona: “Eğer ona kendi malından vereceksen sen bilirsin. Eğer bizim rızkımızdan vereceksen adam razı olana kadar ver" diye vahyetti. Süleyman b. Dâvud da öyle yaptı. Şimdi ben de Abbas'ı razı olana kadar evinde haklı buluyorum." Bunun üzerine Abbâs: “Eğer benim lehime hüküm verdiysen bu evimi Müslümanlara sadaka olarak veriyorum" dedi. Abdurrezzâk, Zeyd b. Eslem'den bildirir: Medine'deki Mescid'in yanında Abbâs b. Abdilmuttalib'in bir evi vardı. Ömer ona: “Bu evi bana sat" dedi. Ömer burayı Mescid'e eklemek istemişti. Abbâs satmayı kabul etmeyince: “O zaman hibe et" dedi. Yine kabul etmeyince: “O zaman Mescid'e onu sen ekle" dedi. Abbâs yine kabul etmedi. Bunun üzerine Ömer: “Mutlaka bunlardan birinin yapacaksın" dedi. Abbâs yine kabul etmeyince Ömer: “Aramızda birini hakem kıl" dedi. O da Ubey b. Ka'b'ı hakem kıldı ve yanında davalaştılar. Ubey, Ömer'e: “Gördüğüm kadarıyla onu razı etmeden evinden çıkaramazsın" deyince: “Sen bu hükmü; Allahın Kitâb'ından mı, yoksa Resûlullah'ın sünnetinden mi çıkarıyorsun?" dedi. Ubey: “Ben bu hükmü Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnetinden çıkarmaktayım" karşılığını verdi. Ömer: “Bu nasıl oluyor?" deyince, Ubey, Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle işittiğini söyledi: “Süleyman b. Dâvud, Beytü'l-Makdis'i inşa edeceği zaman yaptığı her duvarı sabahladığı zaman yıkılmış olarak buluyordu. Allah ona: «Kişinin hakkı olan bir yerde onu razı etmeden inşa etme» diye vahyetti." Bunun üzerine Ömer onu bıraktı. Sonra Abbâs evini Mescid'e katarak mescidi büyüttü. Vâsitî, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildiriyor: Allah, Hazret-i Dâvud'a, Beytü'l- Makdis'i inşa etmesini emredince: “Ey Rabbim! Onu nerede inşa edeyim?" diye sordu. Allah: “Nerede meleğin kılıcını kınından çektiğini görürsen orada inşa et" buyurdu. Bu yerde de meleğin kılıcı kınından çektiğini gördü ve direkleri dikip duvarları örmeye başladı. Bina yükselince tekrar yıkıldı. Dâvud: “Ey Rabbim! Bana, senin için bir ev inşa etmemi emrettin. Yükselince de onu yıktın" dedi. Yüce Allah: “Ey Dâvud! Ben yaratıklarım üzerinde seni halife kıldım. O arsayı sahibinden niye ücretsiz bir şekilde aldın ki? Bu mescidi çocuklarından biri inşa edecektir" buyurdu. Sülayman (aleyhisselam) arsanın sahibine fiyatı sorunca: “Bir kantar (kintâr)dır" dedi. Sülayman da (aleyhisselam): “Tamam kabul ettim" dedi. Arsa sahibi: “Bana verdiğin mi daha hayırlıdır, aldığın mı?" diye sorunca: “Aldığım daha hayırlıdır" dedi. Arsa sahibi: “O zaman ben kabul etmiyorum" dedi. Sülayman (aleyhisselam): “Satış gerçekleşmedi mi?" deyince: “Evet gerçekleşti. Ancak alan ve satan kişiler birbirlerinden ayrılmadığı müddetçe vazgeçmekte muhayyerdirler" karşılığını verdi. (İbnu'l- Mübârek: “Satışta muhayyerlik prensibi buraya dayanmaktadır" demiştir) Sülayman (aleyhisselam) her fiyat arttırmasında adam ilk defa söylediği şeyi söylüyordu. En son onu dokuz kantara aldı. Sülayman (aleyhisselam) mescidi inşa edip bitirdi. Kapıları kapanınca, Sülayman (aleyhisselam) onları açmak istedi, ama açılmadılar. Sonra duasında: “Dâvud'un duasıyla mutlaka kapılar açılır" dedi ve kapılar açıldı. Süleyman (aleyhisselam), İsrâil oğullarından on bin (Tevrat) okuyucusu ayarladı. Beş bin kişi gece, beş bin kişi de gündüz bu mescidde devamlı Yüce Allah'a ibadet ediyordu. Vâsitî, Şeybânî'den bildiriyor: Yüce Allah, Davud'a (aleyhisselam): “Sen Beytü'l- Makdis'i yapamayacaksın" diye vahyedince: “Ey Rabbim! Neden?" dedi. Allah: “Çünkü sen ellerini kana buladın" buyurdu. Dâvud (aleyhisselam): “Ey Rabbim! Bu sana itaat uğruna olmadı mı?" deyince: “Evet, öyle de olsa (yapamayacaksın)" buyurdu. İbn Hibbân Duafâ'da, Taberânî, İbn Merdûye ve Vâsitî'nin, Râfi' b. Umeyr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah, Davud'a: «Yeryüzünde benim için bir ev inşa et» buyurdu. Dâvud, emredildiği evden önce kendi nefsi için bir ev inşa etti. Bunun üzerine Yüce Allah ona: «Ey Dâvud! Kendi evini benim evimden önce inşa ettin» buyurunca: «Ey Rabbim! Sen böyle dedin. Kim hakim kılınırsa kendi nefsini öncelikli kılar» dedi ve mescidi inşa etmeye başladı. Duvarların yapımım bitirdiğinde tekrar yıkıldı. Bu olay üç kez böyle tekrarladı. Dâvud bu durumu Rabbine şikayette bulununca, Allah ona: «Senin bana ev inşa etmen uygun değildir» diye vahyetti. Dâvud: «Ey Rabbim! Neden?» diye sorunca: «Ellerinde akan kanlardan dolayıdır» buyurdu. Dâvud: «Ey Rabbim! Bu senin yolunda ve sevdiğin bir şekilde olmadı mı?» deyince: «Evet öyledir, fakat onlar benim kullarımdır ve ben onlara merhamet ederim» buyurdu. Bu, Dâvud'un ağırına gitmişti. Bunun üzerine Yüce Allah: «Üzülme, bu mescidi oğullarından Süleyman inşa edecektir» diye vahyetti. Dâvud vefat ettiği zaman, Süleyman evi inşa etmeye başladı. Bitirdiği zaman da hediyeleri yaklaştırıp, kurbanlar kesti ve İsrâil oğullarını topladı. Yüce Allah, ona: «Senin mutluluğunu evimin tuğlalarında görmekteyim. İste sana vereyim» diye vahyetti. Süleyman: «Senden üç haslet isteyeceğim ki, bunlar: “Kendi hükmün gibi doğru ve isabetli hüküm verebileceğim bir güç, benden sonra hiç kimseye vermeyeceğin bir mülk ve bu eve sadece namaz, kılmak için gelen kişilerin, anasından yeni doğmuş gibi günahlarından arınmasıdır"» dedi. Allah ona bu üç hasletten ikisini verdi. Ben, Allah'ın kendisine üçüncü hasleti de vermiş olmasını arzularım. Vâsitî, Ka'b'dan bildiriyor: Yüce Allah, Dâvud'a (aleyhisselam): “Bana Beytü'l- Makdis'i inşa et" diye vahyetti. Ancak Dâvud (aleyhisselam) kendine ev inşa ederek Rabbinin emrine muhalefet etti. Allah: “Ey Dâvud! Kendine ev inşa ederek bana muhalefet ettin. Bu evi bana sen inşa etmeyeceksin" diye vahyetti. Dâvud (aleyhisselam): “Ey Rabbim! Onu çocuklarım inşa etsin" deyince: “Onu çocukların inşa edecek" buyurdu. Sülayman (aleyhisselam) kral olduğu zaman, Allah ona: “Bana, Beytü'l-Makdis'i inşa et" diye vahyetti. Sülayman (aleyhisselam) mescidi inşa edip içine girdiği vakit şükür secdesine kapandı ve: “Ey Rabbim! Kim buraya korkuyla girerse onu emin kıl ve buraya girip te dua eden kişinin duasını, istiğfar edenin istiğfarını kabul buyur" diye dua etti. Yüce Allah ona: “Duayı Davud'un ailesine has kıldım" diye vahyetti. Bunun üzerine Sülayman (aleyhisselam) dört bin sığır ve yedi bin koyun keserek yemekler yapıp İsrâil oğullarını davet etti. Ahmed, Nevâdiru'l-Usûl'da Hakîm et-Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, Hâkim ve Şuabu'l-îmân'da Beyhakî'nin Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Sülayman, Beytü'l-Makdis'i inşa ettiği zaman Rabbinden üç haslet istedi. Rabbi ona ikisini verdi. Ben üçüncüsünü de vermiş olmasını arzularım. Allah'tan, kendi hükmü gibi doğru ve isabetli hüküm verebileceği bir güç istedi ve Allah da bunu ona verdi. Kendisinden sonra hiç kimseye vermeyeceği bir mülk istedi ve Rabbi ona bunu da verdi. Evinden bu mescidde namaz kılmak için çıkan her kişinin anasından doğmuş gibi günahlardan arınmasını istedi. Biz de Rabbinin bunu ona vermiş olmasını arzularız. " İbn Ebî Şeybe ve Vâsitî, Abdullah b. Ömer'den bildirir: “Yerdeki Harem bölgesinin üstü, yedi semada da yerdeki kadar harem bölgesidir. Beytü'l- Makdis'in üstü, yedi kat semada da yerde olduğu kadar mukaddestir." İbn Ebî Şeybe, Müslim ve İbn Mâce'nin,Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ancak üç mescide gitmek için sefere çıkılır. Bunlar; Mescid-i Haram, bu mescidim ve Mescidu'l-Aksa'dır" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Tirmizî ve İbn Mâce'nin, Ebû Saîd el- Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ancak üç mescide gitmek için sefere çıkılır. Bunlar, Mescid-i Haram, bu mescidim ve Mescidu'l- Aksa'dır" buyurdu. Vâsitî'nin bildirdiğine göre Atâ el-Horasâni der ki: “Sülayman b. Dâvud (aleyhisselam) Beytü'l-Makdis'i inşa etmeyi bitirdiği zaman, Allah kendisine rahmet kapısının yanında iki ağaç bitirdi. Bu ağaçların birinde altın, diğerinde ise gümüş bitiyordu. Her ağaçtan günde iki yüz ntıl altın ve gümüş toplanırdı. Sülayman b. Dâvud, Beytü'l-Makdis'in zeminini altın ve gümüş döşemelerle döşedi. Buhtunnasargeldiği zaman onu bozdu ve seksen araba altın ve gümüş alıp Roma'da bıraktı." İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Yahya b. Ebî Amr eş-Şeybânî der ki: “Hazret-i Dâvud, Beytü'l-Makdis'i inşa ettiği zaman mermer taşların içeri geçirmesi yasaklandı. Çünkü bu taşlar lanetlenmiş taşlardı. Çünkü mermer taşı, diğer taşlara üstünlük taslayınca lanete uğradı" dedi. Hâkim, Ebû Zer'den bildiriyor: Biz, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında iken: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescidi mi yoksa Beytü'l-Makdis mi daha üstündür?" diye konuşuyorduk. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Benim bu mescidimde kılınan bir namaz, Beytü'l-Makdis'te kılınan namazdan dört defa daha hayırlıdır. Beytü'l-Makdis'te ne güzel bir namazgahtır. Yakın bir zamanda kişinin Beytü'l-Makdis'i görecek bir yerde bir döşeklik yeri olması, kendisi için dünyadan daha değerli olacaktır" -veya- "dünyadan ve içindekilerden daha değerli olacaktır" buyurdu. Vâsitî'nin bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr): “Yüce Allah, Beytü'l-Makdis'e günde iki defa nazar kılmaktadır" dedi. Vâsitî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer Beytü'l-Makdis'te iken: “Ey Nâfi'! Haydi, bu evden gidelim. Çünkü burada kötülükler de iyilikler gibi kat kat arttırılır" dedi. Vâsitî, Mekhûl'dan bildiriyor: Meymune, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), Beytü'l-Makdis'i sorunca: “Beytü'l-Makdis ne güzel bir meskendir. Orada namaz kılan kişinin bir namazı, başka yerde kılınan bin namaz gibidir" buyurdu. Meymune: “Buna güç yetiremeyen ne yapacak?" diye sorunca: "(Kandillerde yakmak için) oraya yağ hediye etsin" buyurdu. Vâsitî'nin bildirdiğine göre Mekhûl: “Kim Beytü'l-Makdis'te, öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sonra sabah namazını kılarsa anasından doğmuş olduğu gün gibi günahlarından arınır" dedi. Vâsitî'nin bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr): “Beytü'l-Makdis bozulmayı Yüce Allah'a şikâyette bulundu" dedi. Kendisine: “Mescid konuşur mu?" denilince: “Hiçbir mescid yoktur ki, mutlaka onun, onlarla gördüğü iki gözü ve konuştuğu dili vardır. Mescidler her tükürük ve sümükten atın kırbaçtan sakınması gibi sakınır" karşılığını verdi. Vâsitî'nin bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr), Beytü'l-Makdis hakkında: “Oradaki bir gün, bin gün, bir ay, bin ay, bir yılda bin yıl gibidir. Orada ölen kişi de gökyüzünde ölmüş gibidir" dedi. Vâsitî'nin bildirdiğine göre Şeybânî: “İki mescide hakîm olmayan kişi halifelerden sayılmaz. Bunlar Mescidü'l-Haram ve Beytü'l-Makdis'tir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “...Etrafını mübarek kıldığımız Mescid'i-Aksâ..." âyetini açıklarken: “Etrafında ağaçlar bitirdik, mânâsındadır" dedi. 2"Mûsâ'ya Kitab'ı (Tevrat'ı) verdik ve onu, «Benden başkasını vekil edinmeyin» diyerek, îsrailoğullarına bir rehber yaptık." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Mûsâ'ya Kitab'ı (Tevrat'ı) verdik ve onu, "Benden başkasını vekil edinmeyin" diyerek, İsrailoğullarına bir rehber yaptık" âyetini Açıklarken: “Allah onları karanlıklardan aydınlığa çıkarması için kitabı verdi ve bunu onlara rahmet kıldı" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Benden başkasını vekil edinmeyin..." âyetini açıklarken: “Bana ortak koşmayın mânâsındadır" dedi. 3"Ey kendilerini Nûh ile birlikte (gemide) taşıdığımız kimselerin çocukları! Gerçek şu ki, o çok şükreden bir kuldu" İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: “Burada gizli nida harfi vardır ve: “Ey..." diye okunur" demiştir. İbn Merdûye'nin Abdullah b. Zeyd el-Ensârî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey kendilerini Nûh ile birlikte (gemide) taşıdığımız kimselerin çocukları..." âyetini açıklarken: “Nuh ile baraber sadece dört çocuk vardı. Bunlar Hâm, Sam, Yâfus ve Kûş'tur. Bütün insanlar da bu dört kişiden türemiştir" buyurdu. İbn Merdûye'nin Ebû Fâtıma'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Nuh küçük veya büyük bir şey taşıdığı zaman mutlaka: «Bismillâhi ve'l-Hamdulillâhi (=Allah'ın ismiyle hamd ile)» derdi. Bu sebeple Yüce Allah, onu şükreden kul diye adlandırdı" buyurdu. Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, Hâkim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îmân'da bildirdiğine göre Selmân: “Nuh (aleyhisselam) elbise giydiği veya yemek yediği zaman Allah'a hamd ederdi. Bu sebeple şükreden kul diye adlandırıldı" dedi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin bildirdiğine göre sahabeden Sa'd b. Mes'ûd es-Sakafî: “Nuh'un şükreden kul diye adlandırılmasının sebebi, yemek yediği veya bir şey içtiği veya elbise giydiği zaman Allah'a hamd etmesiydi" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Nuh, tuvalet ihtiyacını giderdiği zaman mutlaka: «Bana lezzeti tattıran, ondaki faydalı şeyleri bedenimde bırakan, eziyet verici şeyleri de gideren Allah'a hamd olsun» derdi" buyurdu. İbn Ebî Şeybe'nin Musannef’te bildirdiğine göre Avvâm der ki: Bana denildiğine göre, Nuh (aleyhisselam): “Bana lezzeti tattıran, ondaki faydalı şeyleri bedenimde bırakan, eziyet verici şeyleri de gideren Allah'a hamd olsun" derdi." İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Esbağ b. Zeyd der ki: “Nuh tuvaletten çıktığı zaman «Bana lezzeti tattıran, ondaki faydalı şeyleri bedenimde bırakan, eziyet verici şeyleri de gideren Allah'a hamd olsun» derdi. Bu sebeple şükreden kul diye adlandırıldı." İbn Ebî Şeybe'nin, İbrâhîm et-Teymî'den bildirdiğine göre Nuh (aleyhisselam) tuvaletten çıktığı zaman: “Eziyet verici şeyleri üzerimden gideren ve bana afiyet veren Allah'a hamd olsun" diye dua ederdi. Abdullah b. Ahmed'in, Zühd.'de bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî): “Nuh'un şükretmesi, yemeğe başladığında Besmele çekmesi ve doyduğunda Allah'a hamd etmesidir" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Mücâhid: “...Gerçek şu ki, o çok şükreden bir kuldu" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Nuh (aleyhisselam) bir şey yediği veya içtiği zaman mutlaka Allah'a hamd ederdi. Yürüdüğü zaman mutlaka Allah'a hamd ederdi. Bir şey yakaladığı zaman mutlaka Allah'a hamd ederdi. Bu sebeple Allah kendisini övdü ve: “Gerçek şu ki, o çok şükreden bir kuldu" buyurdu. Ahmed Zühd'de, İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin Şuab'da bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî der ki: Nuh (aleyhisselam) yemek yediği veya içtiği veya bir şey giydiği zaman: “Elhamdülillâh" derdi. Yine bineğe bindiği zaman: “Elhamdülillah" derdi. Bu sebeple Yüce Allah onu: “Şükreden kul" diye adlandırdı. İbn Merdûye'nin, Muâz b. Enes el-Cuhenî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah'ın, Nuh'u şükreden kul diye adlandırmasının sebebi, sabahladığı ve akşamladığı zaman: «Sabahladığınız ve akşamladığınız zaman Yüce Allah'ı bütün eksikliklerden tenzih ederim. Akşam vakti de, öğle vakti de gökyüzünde ve yeryüzünde hamd onadır» demesidir." İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hazret-i Alî der ki: “Yemeğin hakkını eda etmek: «Bismillah» diyerek başlamak ve: «Allahım! Vermiş olduğun rızıkla bize bereket kıl" demektir. Şükrünü eda etmek ise: «Bize yediren ve içiren Allah'a hamd olsun» demektir." İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Teymî b. Seleme der ki: Bana bildirilene göre kişi eğer yemeğe başlarken: “Allah'ın ismiyle" diye (Besmele ile) başlarsa ve yemeğin sonunda: “Allah'a hamd olsun" derse, yemek lezzeti nimetinden hesaba çekilmez." İbn Ebî Şeybe, Tirmizî, İbn Mâce, Taberânî Duâ'da ve Hâkim'in bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb yeni elbise giyip: “Bana avretimi örten ve kendileriyle hayatta güzelleşeceğim elbiseler giydiren Allah'a hamd olsun" dedi. Sonra Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle işittiğini söyledi: “Kim yeni elbise giyer de: «Bana avretimi örten ve kendileriyle hayatta güzelleşeceğim elbiseler giydiren Allah'a hamd olsun» diye dua edip eski elbiselerini tasadduk ederse, o hayatta ve mematta Allah'ın gözetimi, koruması ve örtüsü altında olur." Bunu üç defa tekrarladı. İbn Ebî Şeybe'nin Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sizden biriniz yeni elbise giydiği zaman: «Bana avretimi örten ve kendileriyle insanlar arasında güzelleşeceğim elbiseler giydiren Allah'a hamd olsun» diye dua etsin" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Avn b. Abdillah: “Adamın biri yeni elbise giydi ve Allah'a hamd etti. Bu sebeple bu kişi Cennete sokuldu veya bağışlandı" dedi. 4Bkz. Ayet:5 5"Biz, Kîtâb'da İsrailoğullarına: «Sîzler, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve azgınlık derecesinde bîr kibre kapılacaksınız» diye bildirdik. Birincisinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik. Onlar, evlerin aralarına girip araştırdılar. Bu, yerine getirilmesi gereken bir vaad idi. Sonra onlara karşı size tekrar egemenlik verdik. Mallar ve çocuklarla sizi güçlendirdik; sayınızı daha da çoğalttık. İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz o da kendınizedir. İki vaadden ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid'e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz. Umulur ki Rabbiniz size merhamet eder; ama siz dönerseniz biz de döneriz. Cehennemi, inkarcılara bir zindan kılmışızdır" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: “İsrâil oğullarına (yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaklarını ve azgınlık derecesinde kibre kapılacaklarını) bildirdik, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: “İsrâil oğullarına (yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaklarını ve azgınlık derecesinde kibre kapılacaklarını) haber verdik, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: “Kendilerine (yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaklarını ve azgınlık derecesinde kibre kapılacaklarını) bildirdik, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Biz, Kitâb'da İsrailoğullarına: Sizler, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız... diye bildirdik" âyetini açıklarken: “Bu bir öncekinin tefsiridir" dedi. İbnu'l-Münzir ve Hâkim'in bildirdiğine göre Tâvus der ki: “Kaderiyye mezhebinden bir kişi ile beraber İbn Abbâs'ın yanındaydım. Ben: “Bazı kişiler: «Kader yoktur» diyor" dediğimde, İbn Abbâs: “Toplumda öyle biri var mıdır?" diye sordu. Ona: “Eğer öyle biri olsaydı ona ne yapardın?" dediğimde: “Toplumda öyle biri olsaydı onun başını keserdim" karşılığını verdi. Sonra kendisine: “Biz, Kitâb'da İsrailoğullarına: Sizler, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve azgınlık derecesinde bir kibre kapılacaksınız, diye bildirdik" âyetini okudum. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: “Yüce Allah, İsrâil oğullarına Tevrat'ta: “Siz yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız" diye bildirmiştir. Onların ilk iki fesatları Zekeriyya'nın (aleyhisselam) öldürülmesidir. Allah onlara Nabat kralını gönderdi. O, komutanları Perslerden olan çok kuvvetli ordularını gönderdi. İsrâil oğulları kalelerine çekilince, Buhtunnasar miskin ve yetim bir şekilde kendilerine gidip yemek istedi. Gizlice de şehirlerine girdi. Onların meclislerine geldiğinde onlar: “Eğer düşmanlarımız işlediğimiz günahlardan dolayı kalplerimize düşen korkuyu bilselerdi bizimle savaşmazlardı" diyordu. Buhtunnasar bunları işitince geri dönüp orduyu geri çekti ve geriye döndüler. Yüce Allah'ın: “Nihayet bu iki bozgunculuktan ilkinin zamanı gelince (sizi cezalandırmak için) üzerinize, pek güçlü olan birtakım kullarımızı gönderdik. Onlar evlerinizin arasına kadar sokuldular. Bu, herhâlde yerine gelmesi gereken bir vaad idi" âyeti da bu mânâdadır. Sonra İsrâil oğulları toplanıp Nabatilerle savaştı ve onların bir kısmını öldürüp ellerindeki mallarını aldılar. Yine Yüce Allah'ın: “Sonra onlara karşı size tekrar egemenlik verdik. Mallar ve çocuklarla sizi güçlendirdik; sayınızı daha da çoğalttık" âyeti da bunu göstermektedir. İbn Asâkir'in Târih'te bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: “Sizler, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız" âyetini açıklarken: “Birinci fesatları Zekeriyya'yı (aleyhisselam), ikinci fesatları ise Yahya'yı (aleyhisselam) öldürmeleridir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atiyye: “Sizler, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Birinci fesatlarında Allah, Câlut'u gönderdi ve kendilerini öldürdü. İkinci fesatlarında Yahya b. Zakeriyya'yı (aleyhisselam). öldürdüler. Bunun üzerine Yüce Allah kendilerine Buhtunnasar'ı gönderdi." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Allah (İsrâil oğullarının) birinci fesatlarında kendilerine Câlut'u gönderdi. O yurtlarını dolaştı ve onları aşağılayarak haraç ödemeleri hükmünü koydu. Allah'dan, yolunda savaşmak için kendilerine bir hükümdar göndermesini istediler. Bunun üzerine Allah kendilerine Tâlut'u gönderdi ve Câlut'Ia savaştılar. Allah, İsrâil oğullarını muzaffer kıldı ve Câlut, Dâvud'un (aleyhisselam) elinde öldü. Sonra İsrâil oğullarının malı kendilerine geri döndü. İkinci fesat çıkarmalarında Allah kendilerine Buhtunnasar'ı gönderdi. Mescidlerini harap edip yüksek binalarını yıktılar. Birinci ve ikinci fesatlarından sonra Yüce Allah: “Umulur ki Rabbiniz size merhamet eder. Eğer yine eski duruma dönerseniz, biz de (cezaya) döneriz..." buyurdu. Onlar bir daha fesat çıkarınca Allah onlara müminleri musallat kıldı. İbn Ebî Hâtim, Ebû Hâşim el-Abdî vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildiriyor: Doğu ve batı arasındaki her yeri dört kişi hükmü altına aldı. Bunlardan ikisi mümin, ikisi de kâfirdi. İki kâfir Ferruhân ve Buhtunnasar'dı. Ebû Hâşim şöyle anlatmaya devam etti: Şam ahalisinden salih bir kişi vardı. O: “Biz, Kitâb'da İsrailoğullarına: Sizler, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve azgınlık derecesinde bir kibre kapılacaksınız, diye bildirdik" âyetini okudu ve: “Ey Rabbim! Birincisini göremedim. Bana ikincisini göster" dedi. O namazgâhında otururken başına hafifçe dokunularak: “Sorduğun kişi Bâbil'dedir ve ismi Buhtunnasar'dır" denildi. Adam o zaman duasının kabul edildiğini anladı. İçinde dinarlar olan bir torba aldı ve Bâbil'e gitti. Ferruhan'ın yanına girip: “Ben bir miktar malla geldim. Bunu miskinler arasında taksim edeyim mi?" dedi. Ferruhan'ın emri üzerine orada inip konakladı. Miskin kişiler toplanınca, yanındakine isimlerini sorarak dinarları dağıtmaya başladı. Yanındaki miskinker bitince kendisine: “Bunlardan köylerde birkaç kişi daha kaldı" denildi. Yanındaki kişi hizmetçisini göndererek bu köylerdeki miskinleri çağırmaya başladı. Hizmetçi gece vakti geriye döndü ve çağırdığı kişilerin isimlerini tek tek saymaya başladı. Ancak Buhtunnasar (=Nebukadnezar)'ı zikredince, bu salih kişi: “Dur, dur, ne dedin?" dedi. Hizmetçi: “Butannasr" karşılığını verince: “Buhtunnasar nedir?" diye sordu. Hizmetçi: “Bu, en yoksul ve yatalak bir kişidir. Kervan yanından geçtiği zaman ona bazı kırıntılar verir, o da bunu istemeyerek alır" dedi. Salih kişi "Muhakkak onu ziyaret etmeliyim" deyince, diğer biri: “Bu kişi kendi çadırında bir şeyler konuşmaktadır. Beni bırak ta gidip onun çadırını toplayıp yıkayım" dedi. Salih kişi: “Dinarları da alıp git" deyince, bu kişi dinarları alıp giderek Buhtunnasar'a verdi. Sonra sahibinin yanına geri döndü ve beraber Buhtunnasar'ın yanına geldiler. Salih kişi çadıra girip ona: “Senin adın nedir?" dedi. O: “Buhtunnasar" cevabını verince: “Senin adını kim Buhtunnasar koydu?" dedi. O: “Annemden başka bana kim isim koyabilir ki?" karşılığını verdi. Salih kişi: “Kimsen var mı?" diye sorunca: “Hayır, vallahi kimsem yoktur. Gece beni burada kurtların yemesinden korkuyorum" dedi. Salih kişi: “İnsanlar içinde en güzel imtihan eden kimdir?" deyince: “Sensin" cevabını verdi. "Eğer sana bir gün hükümdarlık verilirse bana asi olmayacağına dair söz verir misin?" deyince: “Ey Efendim! Benimle alay etmemen sana bir zarar vermez" dedi. Salih kişi bir daha: “Eğer sana bir gün hükümdarlık verilirse bana asi olmayacağına dair söz verir misin?" deyince: “Bu şeyi sana karşı yapmam. Fakat sana hiç kimseye yapmayacağım ikramları yaparım" dedi. Salih kişi: “Bu altınları al" dedi ve kendi topraklarına çekip gitti. Diğer biri kalkıp yürüyerek gitti ve bir eşek ile birkaç tane yular aldı. Sonra onları teşhir edip satmaya başladı. Ne zamana kadar bu yırtık giysilerle kalacağım" dedi ve eşekle yularları satıp kendine yeni elbiseler aldı. Sonra kralın kapısına gelip onlara fikir vermeye ve konumunu yüceltmeye başladı. Ta ki üstü olan Ferruhan'ın kapıcısının yanına vardı. Ferruhan kapıcısına: “Bana yanında bir adamın bulunduğu söylendi, bu kişi nasıl biridir?" deyince, kapıcı: “Onun gibisini asla görmedim" karşılığını verdi. Ferruhan: “Onu bana getir" dedi. Ferruhan kendisiyle konuşunca onu beğendi ve: “Beytü'l-Makdis ve diğer şehirler bize asi olmaya başladılar. Bu sebeple oraları kontrol etmeleri için casuslar göndereceğim" dedi. O sırada İrb ve Mekîd ahalisinden olan birkaç kişiyi casus olarak gönderdi. Onlar oradan ayrılınca Buhtunnasar heybesini katırına koydu. Ona: “Nereye gidiyorsun?" denilince: “Casuslarla beraber gideceğim" cevabını verdi. Ferruhan: “Eğer benden izin isteseydin seni onlara lider yapardım" dedi. Buhtunnasar: “Hayır, istemem" karşılığını verdi. Gidecekleri ülkeye vardıklarında, onlara: “Birbirimizden ayrı olarak şehre girelim" dedi. Buhtunnasar şehrin en hayırlı kişisini sordu ve kendisine bu kişinin evini gösterdiler. Buhtunnasar heybesini adamın avlusunda indirdi ve: “Bana şehir halkından haber ver" dedi. Bunun üzerine adam: “Tam yerine geldin. Bu kavmin kutsal kitabı vardır; ama onunla amel etmezler. Peygamberleri vardır, ama ona uymazlar. Bu şehir halkı fırkalara ayrılmıştır" dedi. Buhtunnasar hayret etmiş gibi: “Kitapları var, onunla amel etmezler. Peygamberleri var ona uymazlar. Ayrıca fırkalara ayrılmış durumdalar ha!" dedi ve bunları bir kağıda yazıp heybeye koydu ve beraber geldiği adamlara: “Haydi gidelim" dedi. Yola çıktılar ve Ferruhan'ın yanına geldiler. Ferruhan teker teker her kişiye sormaya, onlar da: “Şu şehre gittik, orada şöyle kaleler, şöyle nehirler ve şöyle şöyle şeyler buklunmaktadır" demeye başladı. Sonra: “Ey Buhtunnasar! Sen ne diyorsun?" deyince: “Biz kitapları olup da onunla amel etmeyen, peygamberleri olup da ona uymayan, fırkalara ayrılmış bir kavmin yanına gittik" cevabını verdi. Ferruhan durumdan emin oldu ve başlarında Buhtunnasar'ı komutan kıldığı yetmiş bin askeri toplayıp gönderdi. Gidecekleri yere vardıklarında, bir haberci gelip: “Ferruhan öldü ve arkasında bir halife bırakmadı" dedi. Buhtunnasar oradakilere: “Olduğunuz yerde kalın" diyerek haberciye dönüp: “Siz ne yaptınız?" diye sorunca, haberci: “Sen olmadan bir şey yapmak istemedik" karşılığını verdi. Buhtunnasar: “Halk bana biat etti" deyince, haberci ve yanındakiler kendisine biat ettiler. Sonra birini halife olarak seçti ve onlarla bir ahitname yazdı. Sonra da süratle arkadaşlarının yanına gitti. Onlara ahitnameyi gösterince onlar da: “Biz seni istemiyorduk" diyerek kendisine biat ettiler. Buhtunnasar ve adamları yollarına devam ettiler. Beytü'l-Makdis ahalisi bunların geldiğini işitince fırkalara ayrılıp yıldızların altında kaçmaya başladılar. Oradaki her şey de (yıkılıp) bozuldu, öldürülen öldürüldü, Beytü'l-Makdis te harab edildi ve peygamberlerin çocukları esir alındı. Esirlerin arasında Danyâ.l da bulunmaktaydı. Buhtunnasar'a altınları veren kişi bunu işitip yanına geldi ve: “Beni tanıdın mı?" dedi. Buhtunnasar: “Evet, tanıdım" dedi ve onu meclisinde oturttu. Fakat kimseye aracı olmasına izin vermedi. Sonra Bâbil'e geri döndü ve hiçbir görüşü red edilmez oldu. Bu bir süre öyle devam etti. Sonra korkunç bir rüya gördü. Sabahladığında gördüğü rüyayı unutunca: “Bana sihirbazları ve kâhinleri getirin" dedi. Onlara: “Bana bu gece gördüğüm rüyayı tefsir edin, yoksa sizi öldürürüm" dedi. Onlar: “Rüyanda ne gördün?" diye sorunca: “Ben gördüğüm rüyayı unuttum" karşılığını verdi. Bunun üzerine onlar: “Bu konuda bir bilgimiz yoktur. Ancak sen bunu peygamberlerin çocuklarına sor" dediler. Buhtunnasar bu çocukları çağırıp: “Bana gördüğüm rüyayı tefsir edin" dedi. Onlar: “Rüyanda ne gördün?" diye sorunca: “Ben gördüğüm rüyayı unuttum" karşılığını verdi. Onlar: “Bu gayptır, gaybı da ancak Allah bilir" dediler. Buhtunnasar: “Ya bana rüyamı tefsir edersiniz ya da boynunuzu vururum" dedi. Bunun üzerine: “Abdest alıp, namaz kılmak ve Allah'a dua etmek için bize izin ver" dediler. Buhtunnasar: “Tamam, dediğinizi yapın" diyerek onlara izin verdi. Onlar da gidip güzelce abdest aldılar, temiz topraklı bir yere gittiler ve Allah'a dua ettiler. Durumdan haberdar olduklarında Buhtunnasar'a geldiler ve: “Sen rüyanda başının altın, göğsünün pişmiş çamura benzeyen balçık, karnının bakır ve ayaklarının demirden olduğunu gördün" dediler. Buhtunnasar: “Evet, öyle gördüm. Bana bu rüyanın anlamını söyleyin, yoksa sizi öldürürüm" dedi. Onlar yine: “Allah'a dua etmek için bize izin ver" dediler. Buhtunnasar: “Tamam, gidin" diyerek onlara izin verdi. Onlar da gidip Rablerine dua ettiler, Rableri de dualarını kabul buyurdu. Tekrar Buhtunnasar'ın yanına dönerek: “Başının altın olduğunu görmen mülkünün bu günden sonra bir yıla kadar yok olacağını göstermektedir" dediler. Buhtunnasar: “Sonra ne olacak?" diye sorunca: “Sonra millete karşı büyüklenecek bir kral gelecek. Sonra şiddetiyle insanları korkutan bir kral gelecek. Sonra hiç kimsenin kaldıramayacağı demir gibi bir kral gelecek. Yani İslam gelecek" dediler. Bunun üzerine Buhtunnasar yüksek bir kale yapılmasını emretti. Sonra da her yerine muhafızlar yerleştirerek onlara: “Bu gece yanınıza kim gelirse gelsin, hatta gelen kişi size Buhtunnasar olduğunu söylese bile onu olduğu yerde öldürün" dedi. Her kişi korumakla mükellef olduğu yerde oturdu. Gece vakti Buhtunnasar'ın tuvalet sorunundan dolayı karnında ağrılar olunca oturduğu yerde ihtiyacını gidermek istemedi. Nöbetçiler derin uykuya dalınca dışarı çıkıp ihtiyacını giderdi. Geri dönerken uyanan bazı kişiler: “Kimdir o?" deyince: “Ben Buhtunnasar'ım" karşılığını verdi. Nöbetçiler: “Bu gece özellikle bizden istenen de buydu" dediler ve onu vurup öldürdüler. Bu iğrenç kişi de böylece ölü olarak sabahladı. İbn Cerîr, Saîd b. Cübeyr'den, Süddî'den ve Vehb b. Münebbih'ten kısa metinli olarak buna benzer bir rivayette bulundu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb der ki: Buhtunnasar (=Nebukadnezar), Şam topraklarına gitti ve Beytü'l-Makdis'i tahrib etti. Sonra Şam'a geldiğinde çöplükte bir damla kanın kaynadığını gördü ve: “Bu kaynayan kan nedir?" diye sordu. Onlar: “Bu, atalarımız zamanından beri böyledir. O her kötü olaylar olmasında kaynar" dediler. O kan için Müslümanlardan ve başkalarından yetmiş bin kişiyi öldürdüler ve kanın kaynaması durdu. İbn Asâkir, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Buhtunnasar, İsrâil oğullarını öldürdüğü ve Beytü'l-Makdis'i yıktığı zaman İsrâil oğullarından olan esirlerle beraber Bâbil'e gitti. Onlara en kötü eziyetleri yaptı. Gökyüzüne çıkmak istedi ve yüksek bir kule yapılmasını emretti. Yüce Allah ona bir sivrisinek musallat etti ve burnundan içeri gidip beynine ulaştı. O ölene kadar sürekli beynini yiyen sivrisinekten dolayı başına taşlarla vurup durdu. İbn Cerîr'in, Huzeyfe b. el-Yemân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “İsrâil oğulları cumartesi gününe saygısızlık edip peygamberlerini öldürdükleri zaman Allah kendilerine Perslerin kralı Buhtunnasar'ı gönderdi. Allah ona yedi yüz yıl hüküm kıldırdı. Buhtunnasar, İsrâil oğullarının üzerine yürüyüp Beytü'l-Makdis'e girdi ve onları kuşatıp orayı fethetti. Zekeriyya'mn kanından dolayı yetmiş bin kişiyi öldürdü. Sonra oranın ahalisini ve çocuklarını esir aldı. Beytü'l-Makdis'in eşyalarımdan yüz yetmiş bin araba zinet eşyası çıkarıp Bâbil'e götürdü." Huzeyfe: “Yâ Resûlallah! Beytü'l-Makdis, Allah katında muazzam bir yer değil midir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti: “Evet, Süleyman b. Dâvud onu altın, inci, yakut ve zeberced ile inşa etmiştir. Oranın bir döşemesi altından, bir döşemesi gümüşten idi. Bütün direkleri de altından idi. Yüce Allah kendisine bunları verip şeytanları hizmetinde kıldı. Şeytanlar bu şeyleri göz açıp kapayıncaya kadar kendisine getiriyordu. Buhtunnasar bütün bunları alıp Bâbil'e götürdü. İsrâil oğulları yüz yıl boyunca onun hükmü altında kaldılar. Mecusiler ve Mecusilerin çocukları onlara hep eziyet etti. Aralarında peygamberler ve peygamberlerin çocukları bulunmaktaydı. Sonra Allah kendilerine merhamet edip Perslerin Kürus denilen mümin kralına: «İsrâil oğullarından kalan kişilerin yanına git ki onları kurtarasın» diye vahyetti. Kûrus, İsrâil oğulları ve zinet eşyalarıyla Beytü'l-Makdis'e gitti. Bunun üzerine İsrâil oğulları yüz yıl boyunca Allah'a itaat eder bir şekilde kaldılar. Sonra tekrar masiyetlere döndüler. Allah onlara İbtanâ Nahûs'u musallat etti. Buhtunnasar ile savaşanlar onlarla da savaşmaya başladı. Bu kişiler Beytü'l-Makdis'e gelene kadar İsrâil oğulları ile savaştılar. Bunlar oranın ahalisini esir alıp Beytü'l-Makdis'i yaktılar. Sonra, da: «Ey İsrâil oğulları! Eğer masiyetlere devam ederseniz sizi bir daha esir almaya geliriz» dediler. İsrâil oğulları yine masiyetler işlediler ve Allah kendilerine Roma kralı Kâkus b. İsbâyus'u gönderdi ve üçüncü defa esir alındılar. İsrâil oğulları ile karada, denizde savaştılar ve onları esir aldılar. Beytü'l-Makdis'inde eşyalarını alıp orayı ateşlerle yaktılar." Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu, Beytü'l- Makdis'in zinet eşyalarının kalıntılarındandır. Mehdi bu eşyaları Beytü'l- Makdis'e geri getirecektir. Bu eşyalar bin yedi yüz gemi ile getirilecektir. Gemiler Beytü'l-Makdis'e götürülene kadar Yâfa'da demir atacaktır. O zaman Beytü'l-Makdis'te öncekiler ve sonrakiler toplanacaktır" buyurdu. İbn Cerîr, İbn Zeyd'den bildiriyor: Onların yeryüzünde iki defa fesat çıkarmaları Zekeriyya ve Yahya b. Zekeriyya'yı (aleyhimesselam) öldürmeleridir. Allah onlara Zekeriyya (aleyhisselam) tarafından Pers kralı Sâbur'u musallat etti. Yahya (aleyhisselam) sebebiyle de Buhtunnasar'ı musallat etti. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “Birincisinin zamanı gelince..." âyetini açıklarken: “O iki tanenin birincisi geldiğinde İsrail oğullarına: “Sizler, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız" diye bildirdik" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Burada kendilerinden haber alıp konuştuklarını dinlemek için Perslerden gelen casus askerler kastedilmektedir. Bunların arasında Buhtunnasar (=Nebukadnezar) da bulunmaktaydı. O arkadaşları arasında konuşulanları öğrendi ve öldürme olmadan geri döndüler. İsrail oğulları onlara karşı muzaffer oldu. Bu ilk vaadleridir. İkinci vaadleri ise Pers kralı Buhtunnasar'ın komutasında bir orduyu Bâbil'e göndermesidir. Onlar İsrâil oğullarını helak edip yok ettiler. Bu da ikinci vaadleridir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: ifadesini açıklarken: “(Onlar evlerin arasında) yürüdüler (ve araştırdılar) mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildiriyor: Allah, İsrâil oğullarının birinci fesatlarında Tâlut ile beraber Dâvud'u (aleyhisselam) gönderene kadar onlara Câlut'u musallat etti. Dâvud (aleyhisselam), Câlut'u öldürdü. Sonra İsrâil oğullarının: “...Sayınızı daha da çoğalttık..." buyruğunda olduğu gibi sayılarını arttırdı. Bu, Dâvud'un (aleyhisselam) zamanındaydı. "İki vaadden ikincisinin vakti gelince yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid'e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz" âyeti hakkında şöyle dedi: “Yüzlerini bozmak ve düşmanlarının önceden mescide girdikleri gibi ele geçirdiklerini harab etmeleri için, Allah onlara ikinci fesatlarında Bâbil'Ii mecusi Buhtunnasar'ı gönderdi. Bu kişi Allah'ın en fazla buğzettiği kişidir. Bu kişi esir alıp öldürüp, Beytü'l-Makdis'i harab ederek esirlere en kötü eziyetleri yapmıştır." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken şöyle dedi: İkinci fesatları birinci fesatlarından çok daha şiddetliydi. Birinci fesatları hezimetten ibaretti. İkinci fesatları ise helak edilip Buhtunnasar tarafından bir harf kalmayıncaya kadar Tevrat'ın yakılması ve mescidin tahrib edilmesidir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: “Bu ifade helak etmek, mânâsındadır" dedi. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) ifadesi Nebatîcedir ve helak etme mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtimîn bildirdiğine göre Dahhâk: “Umulur ki Rabbiniz size merhamet eder..." âyetini açıklarken: Allah'ın onlara merhamet etmesi, Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) göndereceğini vaad etmesidir" dedi. Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “...Ama siz dönerseniz biz de döneriz..." âyetini açıklarken: “Onlar geri döndüler. Bunun üzerine Allah, Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderdi ve İsrâil oğulları alçalmış bir şekilde cizye vermeye başladı" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Cehennemi, inkarcılara bir zindan kılmışızdır" âyetini açıklarken: “Cehennemi, inkarcılara bir hapishane kılmışızdır, mânâsındadır" dedi. İbn Neccâr'ın Târih'te bildirdiğine göre Ebû İmrân el-Cevnî: “...Cehennemi, inkarcılara bir zindan kılmışızdır" âyetini açıklarken: “Cehennemi, inkarcılara bir hapishane kılmışızdır, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Cehennemi, inkarcılara bir zindan kılmışızdır" âyetini açıklarken: “Allah orayı kendileri için iskan edinecekleri bir yer kılmıştır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: “(İsrâil oğulları Cehennemde) kuşatılırlar, mânâsındadır" dedi. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) ifadesini açıklarken: “Yatak ve örtü mânâsındadır" dedi. 6(Tevbekâr olduktan) sonra sizi, tekrar o istilâcılar üzerine galip getirdik, size mallarla ve oğullarla imdad ettik. Cemiyyetinizi de (önceki topluluğunuzdan) daha fazla yaptık. 7Eğer iyilik ve güzellik işlerseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz ve eğer kötülük ederseniz yine kendinize... Artık diğer fesadınızın ceza vaadî gelince de, (önceki düşmanlarınız size kötülük ederek kederinizden doğan) fenalık eserini yüzlerinize çıkarsınlar; birinci defa girdikleri (ve tahrip ettikleri) gibi, yine Beyt-i Makdis’e girsinler ve her istilâ ettikleri yeri mahvedip dursunlar diye, onları üzerinize musallat ettik. 8Olur ki, bu ikinci azaptan sonra tevbe edersiniz de, Rabbiniz size merhamet eder ve eğer tekrar fesada dönerseniz biz de (size ceza vermeye) döneriz. Biz, cehennem’i, kâfirlere bir zindan yaptık. 9"Biliniz ki bu Kur'ân, insanları en doğru yola hidayet eder ve iyi işler yapan müminlere büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler" İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) âyetini açıklarken: “Kur'ân, insanları en doğru yola hidayet eder" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken: “Bu, Kur'ân, sizi hastalığınıza ve ilacınıza sevkeder. Hastalığınız, günahlarınız ve hatalarınızdır. İlacınız ise bağışlanma dilemenizdir" dedi. Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti: (.....) şeklinde (.....) ifadesini şeddesiz olarak okurdu. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “...Büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler" âyetini açıklarken: “Burada Cennet kastedilmektedir. Kur'ân'da "Büyük ecir" ve "Büyük rızık" ifadelerinin geçtiği her yerde Cennet kastedilmektedir" dedi. 10Âhirete îman etmiyenlere de, acıklı bir azap hazırladığımızı haber verir. 11"İnsan hayra dua eder gibi şerre de dua eder. İnsan çok acelecidir." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İnsan hayra dua eder gibi şerre de dua eder..." âyetini açıklarken: “Burada insanın: “Allahım! Ona lanet et ve ona gazab eyle, demesi kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “İnsan hayra dua eder gibi şerre de dua eder..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Kişi kızdığı zaman kendi nefsine, hanımına, malına ve evladına söver. Eğer Allah bu dualarını kabul edecek olsaydı bu kendilerine çok ağır gelirdi. Bu sebeple dualarını kabul etmez. Ancak kişi hayır dua ettiği zaman Allah onun dualarını kabul eder." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: “İnsan hayra dua eder gibi şerre de dua eder..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Burada kişinin çocuğuna ve hanımına beddua etmesi kastedilmektedir. Kişi acele edip onlara beddua eder, ama bu beddualarının onlara isabet etmesini istemez." Ebû Dâvud ve Bezzâr'ın Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kendinize, çocuklarınıza ve mallarınıza beddua etmeyin. Allah'ın duaları kabul ettiği bir ana kadar gelirseniz beddualarınız kabul edilebilir" buyurmuştur. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İnsan çok acelecidir" âyetini açıklarken: “İnsan sıkılan, iyiliğe de kötülüğe de sabrı olmayandır" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Selmân el-Fârisî der ki: “Yüce Allah ilk olarak Âdem'in (aleyhisselam) başını yarattı. Âdem yaratılmasını seyretmeye başladı. Vakit ikindiden sonra idi ve yaratılmayan ayakları kalmıştı. Âdem: “Ey Rabbim! Akşam olmadan önce çabuk ol" demeye başladı. Bu sebeple, Yüce Allah: «İnsan çok acelecidir» buyurmaktadır." İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid der ki: “Yüce Allah, Âdem'i (aleyhisselam) yarattığı zaman bütün uzuvlarından önce gözlerini yarattı. Âdem (aleyhisselam): “Ey Rabbim! Güneş batmadan önce diğer uzuvlarımı da yarat" deyince, Allah: «İnsan çok acelecidir» buyurdu. 12"Biz geceyi ve gündüzü iki alâmet yaptık. Rabbinizden lütuf isteyesiniz, yılların sayısını ve hesabını bilesiniz diye gece alâmetini silip gündüz alâmetini aydınlatıcı kıldık. İşte biz her şeyi açıkça anlattık." İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin zayıf bir isnâdla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah Arş'ının nurundan iki güneş yarattı. Ezeli ilminde güneş olarak bırakacağını doğusu ve batısıyla dünya kadar yarattı. Işığını giderip Ay kılacağı Güneş'i de ondan daha küçük yarattı. Onların küçük görünmesi semada çok yüksek bir yerde olmalarından ve yeryüzüne olan uzaklıklarından dolayıdır. Allah, Güneş'i ilk yarattığı gibi bırakmış olsaydı gece gündüzden, gündüz geceden ayırt edilmezdi. Oruç tutacak kişinin ne zaman oruç tutup ne zaman iftar edeceği belli olmazdı. Müslümanlar hac mevsiminin ne zaman olduğunu bilmezdi. Günlerin, ayların ve yılların sayısı nasıl olacaktı? Yine hesap nasıl olacaktı? Allah, Cibril'i gönderdi ve Cibrîl ayı kanismiyle üç defa sildi. Ay o zaman henüz güneşti. Bunun üzerine onun ışığı gidip nuru kaldı. "Biz geceyi ve gündüzü iki alâmet yaptık. Rabbinizden lütuf isteyesiniz, yılların sayısını ve hesabını bilesiniz diye gece alâmetini silip gündüz alâmetini aydınlatıcı kıldık. İşte biz her şeyi açıkça anlattık" âyeti de bunu anlatmaktadır." Beyhakî Delâili'n-Nübüvve'de ve İbn Asâkir, Saîd el-Makburî'den bildiriyor: Abdullah b. Selâm, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem), Ay'ın yüzeyindeki karartıyı sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eskiden iki güneş vardı. Yüce Allah: “Biz geceyi ve gündüzü iki alâmet yaptık. Rabbînizden lütuf isteyesiniz, yılların sayısını ve hesabını bilesiniz diye gece alâmetini silip gündüz alâmetini aydınlatıcı kıldık..." buyurmaktadır. Gördüğün karartı da silinen yerdir" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbnu'l-Enbârî'nin, Masâhifte bildirdiğine göre Hazret-i Ali: “...Gece alâmetini sildik..." âyetini açıklarken: “Burada Ay'ın üzerindeki karartı kastedilmektedir" dedi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ali bu âyeti açıklarken: “Gece ve gündüz aynıydı. Allah gecenin alâmetini sildi ve onu karanlık kıldı. Gündüz alâmetini de olduğu gibi bıraktı" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Gece alâmetini sildik..."âyetini açıklarken: “Burada gecedeki karanlık kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Biz geceyi ve gündüzü iki alâmet yaptık..." âyetini açıklarken: “Eskiden Ay, Güneş gibi ışık saçardı. Ay gecenin, güneş ise gündüzün alâmetidir" dedi. "...Gece alâmetini sildik..." âyeti hakkında ise: “Silinen yer, Ay'daki karanlık yerdir" dedi. Abdurrezzâk Musannef’te ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: Hirakl, Muâviye'ye içinde üç soru olan bir mektup yazdı. Birinci soru: “Hangi yerde namaz kılarsan kıbleye dönmediğini düşünürsün?" İkinci soru: “Hangi yere güneş bir defa çıkmış ve ne daha önce, ne de daha sonra oraya çıkmamıştır?" Üçüncü soru: “Ay'daki karanlık nedir?" şeklindedir. Muâviye bu soruları İbn Abbâs'a sordu ve Hirakl'e şöyle bir cevap yazdı: “Sorduğun ilk yer, Kâbe'nin damıdır. İkinci yer, Allah'ın, Mûsa'ya (aleyhisselam) yarmış olduğu denizdir. Ay'daki karanlık ise silinen yerdir." Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti açıklarken: “Allah Güneş'in ve Ay'ın nurunu yetmişer parçadan kıldı. Sonra Ay'ın nurundan altmış dokuz parçayı silerek, onları Güneş'in nuruna ekledi. Güneş yüz otuz dokuz, Ay ise bir parça nura sahip oldu" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî bu âyeti açıklarken: “Eskiden gecede bir güneş, gündüzde bir güneş vardı. Daha sonra Yüce Allah gece Güneş'ini sildi. Bu da Ay'daki silinmiş yerdir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Gece alâmetini sildik..." âyetini açıklarken: “Ay'a, on üçüncü veya on dördüncü gecesi bak. Onda birinin diğer bir kişinin başını tutmuş gibi olduğunu görürsün" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Gece alâmetini silip gündüz alâmetini aydınlatıcı kıldık..." âyetini açıklarken: “Burada gecenin karanlığı ve gündüzün ışığı kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Rabbinizden lütuf isteyesiniz, yılların sayısını ve hesabını bilesiniz diye gece alâmetini silip gündüz alâmetini aydınlatıcı kıldık..." âyetini açıklarken: “Rabbinizden lütuf isteyeslniz diye Allah size gündüz bir ışık ve uzun bir meşguliyet yaratmıştır" dedi. İbn Ebî Şeybe, Atâ b. es-Sâib'den bildiriyor: Bana başka birinin bildirdiğine göre Şam kadılarından bir kadı Hazret-i Ömer'e gidip: “Ey müminlerin emiri! Beni korkutan bir rüya gördüm" dedi. Ömer: “Ne gördün" diye sorunca: “Güneşle Ay'ın kavga ettiğini gördüm. Yıldızlarda onlarla beraber ikiye ayrılmıştı" dedi. Ömer: “Sen hangisiyle beraberdin?" deyince: “Ay'la beraber Güneş'e karşı idim" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ömer: “Biz geceyi ve gündüzü iki alâmet yaptık. Rabbinizden lütuf isteyesiniz, yılların sayısını ve hesabını bilesiniz diye gece alâmetini silip gündüz alâmetini aydınlatıcı kıldık...". Git, vallahi! Seni görevinden alıyorum ve sana hiçbir görev vermiyorum" dedi. Yine bana bildirildiğine göre bu kişi Muâviye ile beraber Sıffîn gününde öldürüldü. İbn Asâkir, Ali b. Rabî'a'dan bildiriyor: İbnu'l-Kevvâ', Hazret-i Ali'ye Ay'daki karanlık bölgeyi sorunca: “Bu, Allah'ın: “...Gece alâmetini sildik..."buyruğudur" karşılığını verdi. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: “(İşte biz her şeyi) açıkladık, mânâsındadır" dedi. 13Bkz. Ayet:14 14"Her insanın amelîni boynuna yükledik. Kıyamet günü kendisine, açılmış olarak karşılaşacağı bir kitap çıkaracağız. «Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter» denilecektir" Ahmed, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in hasen bir isnâdla Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Her insanın ameli kendi boynundadır" buyurmuştur. İbn Merdûye'nin, Huzeyfe b. Esîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Canın kendisinden yaratıldığı meni kadının içinde kırk gün kırk gece uçarak dolaşır. İnsanın hiçbir saçı, derisi, hiçbir damarı ve hiçbir kemiği yoktur ki, mutlaka oralara girer. Hatta et ve tırnak arasına bile girer. Kırk gün kırk gece geçtikten sonra Allah onu rahme düşürür. Kırk gün ve kırk gece pıhtılaşmış kan olarak kalır. Sonra kırk gün ve kırk gece çiğnenmiş bir et parçası gibi kalır. Dört ayı tamamladığı zaman Allah ona rahimler meleğini gönderir ve o meleğin eliyle etini, kanını, kıllarını ve derisini yaratır. Sonra meleğe: «Ona şekil ver» buyurur. Melek: «Ey Rabbim! Nasıl bir şekil vereyim? Fazla mı, eksik mi? Erkek mi, dişi mi? Güzel mi çirkin mi? Kıvırcık saçlı mı, düz saçlı mı? Uzun mu, kısa mı? Beyaz mı, esmer mi? Düzgün mü, eğri mi?» diye sorar. Melek o zamandan Allah'ın emrettiği şeyleri yazar ve: «Ey Rabbim! Cennetlik mi, cehennemlik mi?» diye sorar. Eğer cennetliklerden ise melek ona ecelinin sonunda mutluluğu üfler. Eğer cehennemlik ise melek ona ecelinin sonunda bedbahtlığı üfler. Sonra Yüce Allah: «Onun yolunu, rızkını, musibetlerini, itaatle ve masiyetle işleyeceği amellerini yaz» buyurur. Melek o zamandan Allah'ın emrettiği şeyleri yazar ve: «Ey Rabbim! Bu kitabı ne yapayım?» diye sorar. Allah: «Onu kendisine hükmedeceğim zamana kadar sahibinin boynuna as» buyurur. «Her insanın amelini boynuna yükledik...»âyeti da bunu anlatmaktadır." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Her insanın amelini boynuna yükledik..." âyetini açıklarken: “Kişinin cennetlik ve cehennemlik oluşu, Allah'ın, lehine ve aleyhine takdir etmiş olduğu herşey nerede olursa olsun boynunda asılıdır" dedi. İbn Ebî Hâtim, Cuveybir vasıtasıyla bildirdiğine göre Dahhâk: “Her insanın amelini boynuna yükledik..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Abdullah bu konuda: “Burada kişinin cennetlik veya cehennemlik oluşu, rızkı ve eceli kastedilmektedir." İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Enes: (.....) ifadesini açıklarken: “Burada kişinin kitabı kastedilmektedir" dedi. Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Müçâhid: “Her insanın amelini boynuna yükledik..." âyetini açıklarken: “Burada kişinin ameli kastedilmektedir" dedi. Ebû Dâvud, el-Kader'de, İbn Gerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Her insanın amelini boynuna yükledik..."âyetini açıklarken: “Hiçbir doğan çocuk yoktur ki, mutlaka cennetlik veya cehennemlik olduğu bir kağıda yazılmış ve boynuna asılmıştır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Her insanın amelini boynuna yükledik. Kıyamet günü kendisine, açılmış olarak karşılaşacağı bir kitap çıkaracağız" âyetini açıklarken: “Burada kişinin ameli kastedilmektedir. Kişinin amelleri sayılır ve kıyamet gününde yazılmış amellerini okuyacağı kitap önüne açılır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle dedi: “Kâfir kişiye kıyamet gününde bir kitap çıkarılır. Kâfir: “Ey Rabbim! Sen kullarına zulmeden biri değilsin diye hükmettin. Beni kendi nefsime hakem kıl" der. Bunun üzerine Rabbi: “Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter" buyurur. Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hârun: “Bu âyet Ka'b'ın kıraatında: (.....) şeklindedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti: (.....) şeklinde (ye) harfini nasb ile okumuştur." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Oku kitabını..."âyetini açıklarken: “Dünyada iken okumayı bilmeyen kişi orada (kıyamet gününde) okuyabilecektir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı.Basrî) der ki: “Ey Âdemoğlu! Sana bir sahife yayılıp açıldı ve biri sağında, biri solunda olmak üzere sana iki değerli melek vekil kılındı. Öldüğün zaman bu sahife dürülüp boynuna asılır ve beraberinde mezarına konulur. Kıyamet günü çıkarılacağın zaman: “Her insanın amelini boynuna yükledik. Kıyamet günü kendisine, açılmış olarak karşılaşacağı bir kitap çıkaracağız. Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter" denilir. 15"Kim doğru yolu bulmuşsa, ancak kendisi için bulmuştur; kim de sapıtmışsa kendi aleyhine sapıtmıştır. Hiçbir günahkâr, başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edici değiliz." İbn Abdilber'in Temhîd'de zayıf bir isnâdla bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: Hazret-i Hatice, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), müşriklerin çocuklarının durumunu sorunca: “Onlar atalarıyla beraberdir" buyurdu. Bir zaman sonra tekrar sorduğunda: “Onlar ne yapardı Allah daha iyi bilir" buyurdu. İslam hâkim olduktan sonra: “Hiçbir günahkâr, başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez..." âyeti nâzil oldu. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onlar fıtrat üzeredirler" veya: “Onlar Cennettedirler" buyurdu. Abdurrezzâk Musannef’te, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Sa'b b. Cessâme bana şöyle anlattı: “Yâ Resûlallah! Ev baskınlarında müşriklerin çocuklarını öldürmekteyiz" dediğimde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onlar da kendilerindendir (müşriklerdendir)" buyurdu. İbn Sa'd, Ahmed, Kâsım b. Asbağ ve İbn Abdilber, Muâviye es- Suraymiyye'nin kızı Hasnâ'nın amcasından bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Peygamber Cennettedir. Şehit Cennettedir. Yeni doğan çocuk Cennettedir. Diri diri toprağa gömülen çocuk Cennettedir" buyurmuştur. Kâsım b. Asbağ ve İbn Abdi'I-Ber'in, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Milletin oyuna dalmış zürriyetinin azaplandırılmamasım istedim ve bu bana verildi" buyurdu. Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usul'da ve İbn Abdilber'in bildirdiğine göre Enes der ki: “Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), müşriklerin çocuklarını sorduğumuzda: “Onlar Cennet ehlinin hizmetçileridir" buyurdu. Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usu'l da ve İbn Abdilber'in bildirdiğine göre Selmân el-Fârisî: “Müşriklerin çocukları, Cennet ehlinin hizmetçileridir" dedi. Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usu'l da ve İbn Abdilber, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), Müslümanların çocuklarının nerede olduğunu sorduğumda: “Cennettedirler" buyurdu. Müşriklerin çocuklarının nerede olduğunu sorduğumda: “Cehennemdedirler" buyurdu. Ben: “Yâ Resûlallah! Onlar daha amelleri bilmeyecek yaştalar ve kalem daha kendileri için bir şey yazmamıştır" dediğimde: “Rabbin ne yapacaklarını daha iyi bilendir. Canım elinde olana yemin olsun ki, eğer istersen onların cehennemdeki seslerini sana dinletirim" buyurdu. Ahmed, Kasım b. Esbağ ve İbn Abdilber'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Ben müşriklerin çocukları için: “Onlar atalarıyla beraberdir" diyordum. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bir kişi, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bu çocuklar sorulduğunda: “Rableri onların daha iyi bilendir. Onları kendisi yarattı ve kendisi onları ve ne yapacaklarını daha iyi bilendir" buyurduğunu söyledi. Ben de önceden dediğimden vazgeçtim. Kâsım b. Esbağ ve İbn Abdilber'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), müşriklerin çocukları sorulduğunda: “Allah onların ne yapacaklarını daha iyi bilendir" buyurdu. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Kıyamet gününde Allah fetret (yani peygambersiz dönem) ahalisini, geri zekalıları, sağırları, dilsizleri ve İslam'ı yetişmeyen yaşlıları toplayacaktır. Sonra onlara bir elçi gönderecek ve "Cehenneme girin" denilecektir. Onlar: “Bize peygamber gönderilmemişken bu nasıl olur?" derler. Vay hallerine, eğer onlar ateşe girmiş olsalardı ateş onlar için soğuk ve selamet olacaktı. Sonra onlara peygamber gönderilecek ve ona itaat etmek isteyenler itaat edecektir." Ebû Hureyre: “Dilerseniz: «Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edici değiliz» âyetini okuyun" dedi. İshâk b. Râhûye, Ahmed, İbn Hibbân, Ma'rife'de Ebû Nuaym, Taberânî, İbn Merdûye ve el-İ'tikâd'de Beyhakî'nin Esved b. Serî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet gününde dört kişi mazeret arzeder. Biri sağır olup ta bir şey işitmeyen kişidir. Biri akılsız olan kişi, İslam geldiğinde yaşlı olan kişi, biri de fetret zamanında ölen kişidir. Sağır kişi: «Ey Rabbim! İslam geldiği zaman ben hiçbir şey duymuyordum» der. Akılsız kişi: «Ey Rabbim! İslam geldiği zaman çocuklar bana keçi kığısı atıyordu» der. Yaşlı kişi: «Ey Rabbim! İslam geldiği zaman artık benim aklım bir şeye ermiyordu» der. Fetret zamanında ölen kişi de: «Ey Rabbim! Bana bir elçin gelmedi» der. Onlardan elçiye itaat edeceklerine dair söz alınır ve cehenneme girmelerini emreden bir elçi gönderilir. Muhammed'in canı elinde olana yemin olsun ki, eğer cehenneme girmiş olsalardı ateş onlara soğuk ve selamet olacaktı. Ona girmeyen kişi içine çekilecektir. " İbn Râhûye, Ahmed, İbn Merdûye ve Beyhakî, Ebû Hureyre'den aynısını: "Eğer cehenneme girmiş olsalardı ateş onlara soğuk ve selamet olacaktı. Ona girmeyen kişi içine çekilecektir" ziyadesiyle bildirir. Kâsım b. Esbağ, Bezzâr, Ebû Ya'la ve İbn Abdilber'in et-Temhîd'de, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde dört kişi vardır ki bunlar getirildiği zaman mazeret arzedecektir. Bunlar çocukken ölen kişi, akılsız kişi, fetret zamanında ölen kişi ve İslam geldiğinde yaşlı olan kişidir. Hepsi de mazaretlerini gösterince Yüce Allah, Cehennemden bir parça ateşe: «Ortaya çık!» buyurur. Onlara da: «Ben kullarıma peygamberler gönderiyordum. Şimdi ben size kendim peygamberlik edeceğim» (Ateşi göstererek) «Buna girin» buyurur. Bedbaht olarak yazılan kişiler: «Ey Rabbim! Biz ondan kaçarken bizi ona mı sokacaksın?» der. Cennetlik olarak yazılan kişiler de gidip ateşin içine girer. Yüce Allah: «Beni gördüğünüz halde bana karşı asi oldunuz. Siz peygamberlere en fazla asi olan ve onları yalanlayansınız» buyurur. Bunun üzerine cennetlik yazılanları Cennete, diğerlerini de Cehenneme sokar." Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usu'lda, Taberânî ve Ebû Nuaym'ın, Muâz b. Cebel'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde, kıt akıllı kişi, fetret zamanında ölen kişi ve çocukken ölen kişi getilirir. Aklı kıt kişi: «Ey Rabbim! Eğer bana akıl verseydin aklı olan kişi aklıyla benden daha mutlu olmazdı» der. Fetret zamanında ölen kişi: «Ey Rabbim! Eğer bana bir peygamber göndermiş olsaydın, peygamber gönderdiğin kişiler arasında kimse benden daha mutlu olmazdı» der. Çocukken ölen kişi: «Ey Rabbim! Eğer bana ömür verseydin, ömür verdiğin kişiler arasında kimse benden daha mutlu olmazdı» der. Bunun üzerine Yüce Allah: «Size bir şey emredeceğim. Bana itaat edecek misiniz?» buyurunca: «İzzetine yemin olsun ki, itaat edeceğiz» derler. Allah: «Gidin Cehenneme girin» buyurur. Hâlbuki Cehenneme girseler, Cehennem onlara hiçbir zarar vermeyecektir. Cehennem alevler saçar. Onlar alevlerin, Allah'ın yarattığı her şeyi helak edeceğini , sanırlar ve süratle geri dönerek: «Ey Rabbimiz! İzzetine yemin olsun ki, biz oraya girmek istiyorduk. Ancak alevlerin, yaratmış olduğun her şeyi helak edeceğini sandık» derler. Allah onlara bir daha Cehenneme girmelerini emreder. Yine geri dönerler ve aynı şeyleri söylerler. Bunun üzerine Yüce Allah: «Ben sizi ilmimle yarattım ve ilmimle göndereceğim. (Ey Cehennem) Onları kucakla» buyurur ve ateş onları içine alıverir. " İbn Ebî Şeybe, Ebû Salih'ten bildiriyor: Kendilerine peygamber gönderilen kişiler kıyamet gününde hesaba çekilince, Allah, kendisine itaat edenleri Cennete, asi olanları da Cehenneme sokacaktır. Geriye çocuklardan, fetret zamanında ölenlerden ve geri zeka olanlardan bir kavim kalacaktır. Yüce Allah, onlara: “Gördüğünüz gibi bana itaat edenleri Cennete, asi olanları da Cehenneme soktum. Ben size bu ateşe girmenizi emrediyorum" buyurur. Ondan bir parça ateş çıkar ve ona girenler kurtuluşa erer. Ona girmeyi kabul etmeyenler de helak olur. Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usul'da Abdullah b. Şeddâd'dan bildiriyor: Bir kişi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip müşriklerin küçükken ölen çocuklarının durumunu sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir müddet başını eğdikten sonra: “Soruyu soran kişi nerededir?" buyurdu. Adam: “Yâ Resûlallah! Buradayım" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Yüce Allah, Cennet ve Cehennem ahalisi arasında hüküm kıldığı zaman onlardan (müşriklerin çocuklarından) başka kimse kalmaz. Onlar feryad ederek: «Allahım! Rabbimiz! Elçilerin bize gelmedi ve biz bir şey bilmiyoruz» derler. Allah onlara bir melek gönderir. Ancak Allah onların yaptıklarını en güzel bilendir. Melek: «Ben, Rabbinizin size göndermiş olduğu elçiyim» der. Ateşin yanına gelene kadar meleği takip ederler. Melek: «Allah ateşe girmenizi emretmektedir» deyince, bir grup ateşe girer ve arkadaşlarının görmeyeceği başka bir yerden geri çıkarılırlar. Sonra bu kişiler Allah'a yakın olanların grubuna konulurlar. Sonra elçi bir daha gelip: «Allah ateşe girmenizi emretmektedir» deyince yine bir grup ateşe girer ve arkadaşlarının görmeyeceği başka bir yerden geri çıkarılırlar. Sonra bu kişiler sağdaki arkadaşlarının grubuna konulurlar. Elçi bir daha gelip: «Allah ateşe girmenizi emretmektedir» deyince: «Allahım! Senin azabına gücümüz yetmez» derler. Allah'ın emri üzerine onlar perçemleri ve ayakları birleştirilerek ateşe yaklaştırılırlar ve içine atılırlar. " 16"Biz bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, onun refah içinde yaşayan şımarık elebaşlarına emrederiz de onlar orada kötülük işlerler. Böylece o memleket hakkındaki hükmümüz gerçekleşir de oranın altını üstüne getiririz" İbn Cerîr'in, İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Elebaşlarına emrederiz" âyetini açıklarken: “Onlara, Allah'a itaati emrederiz, onlar ise asi olurlar, mânâsındadır" dedi. İbn Cüreyc ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Elebaşlarına emrederiz" âyetini açıklarken: “Onlara, Allah'a itaat etmeleri emrolundu. Ancak onlar asi oldular" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şehr b. Havşeb der ki: İbn Abbâs: “Biz bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, onun refah içinde yaşayan şımarık elebaşlarına emrederiz de onlar orada kötülük işlerler. Böylece o memleket hakkındaki hükmümüz gerçekleşir de oranın altını üstüne getiririz" âyetini açıklarken: “Onlara hakkı emrettik, ama onlar muhalafet ettiler. Bu sebeple de helak olmayı hak ettiler, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sıfâf ta bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Biz bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, onun refah içinde yaşayan şımarık elebaşlarına emrederiz de onlar orada kötülük işlerler..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “O ülkeye kötülerini musallat ederiz ve asi olurlar. Öyle olunca da azapla helak edilirler. "İşte böyle, her ülkede günahkârları oranın ileri gelenleri kıldık ki oralarda hilekârlık etsinler..." âyeti da bunu anlatmaktadır." Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: Bana "l âyetini açıkla deyince: “Onlara, zorbaları musallat ederiz ki onlara en kötü işkenceyi yapsınlar" dedi. Nâfi': “Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: “Evet, bilirler. Lubeyd b. Rabî'a'nın: "Durumları düzelirse kumar oynarlar Bir gün emir olurlarsa helak olurlar" dediğini işitmez misin?" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: (.....) şeklinde (mim) harfini şeddeli olarak okur ve: “Emirlik makamına getirir ve onları idareci kılarız, mânâsındadır" derdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) şeklinde (elif) harfini med ile okudu ve: “Fasık kişilerini çoğalttık, mânâsındadır" dedi. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) şeklinde okudu ve: “Onları çoğalttık, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ: (.....) şeklinde okudu ve: “Çoğalttık mânâsındadır" dedi. Buhârî ve İbn Merdûye, İbn Mes'ûd'dan bildirir: “Cahiliye döneminde sayıları çoğalan bir aşiret için: “Filan oğulları çoğaldı (=emiru)" derdik." 17Nûh’dan sonra nice asırlar boyu insanları helâk ettik. Kullarının günahlarına Rabbinin Habîr, Bâsir olması yeter. 18Bkz. Ayet:21 19Bkz. Ayet:21 20Bkz. Ayet:21 21"Kim bu geçici dünyayı isterse orada ona, dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadar hemen veririz. Sonra da cehennemi ona mekân yaparız. O, buraya kınanmış ve Allah'ın rahmetinden kovulmuş olarak girer. Kim de mü'min olarak âhiretı ister ve ona ulaşmak için gereği gibi çalışırsa, işte bunların çalışmalarının karşılığı verilir. Onların ve bunların her birine Rabbinin nimetinden ulaştırırız. Esasen Rabbinin nimeti kimseye yasak kılınmış değildir. Bak nasıl, onların kimini kimine üstün kıldık. Elbette âhiretteki dereceler daha büyüktür, üstünlükler daha büyüktür" İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: “Kim bu geçici dünyayı isterse..." âyetini açıklarken: “Kim ameliyle dünyayı isterse, bu şekilde (Cehennemi kendisine mekan kılmak) istediğimiz kişiye istediğini acele olarak veririz, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Kim bu geçici dünyayı isterse orada ona, dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadar hemen veririz. Sonra da cehennemi ona mekân yaparız. O, buraya kınanmış ve Allah'ın rahmetinden kovulmuş olarak girer" âyetini açıklarken: “Kim dünyayı ister de, derdi, hevası ve niyeti dünyalık olursa, Allah ona dilediği kadarını acele olarak verir ve sonra Allah onu intikamla Cehenneme azap etmek için atar" dedi. "Kim de mü'min olarak âhireti ister ve ona ulaşmak için gereği gibi çalışırsa, işte bunların çalışmalarının karşılığı verilir" âyeti hakkında ise: “Allah, kendisinden az şeyleri kabul buyurup birçok günahlannı bağışlar, mânâsındadır" dedi. "Onların ve bunların her birine Rabbinin nimetinden ulaştırırız..." âyeti hakkında ise: “Allah dünyayı iyiler ve kötüler arasında taksim etti. Ancak âhiret, özel olarak muttakilerindir" dedi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebû Nuaym'ın Hilye'de bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Onların ve bunların her birine Rabbinin nimetinden ulaştırırız. Esasen Rabbinin nimeti kimseye yasak kılınmış değildir" âyetini açıklarken: “Dünyada iyiyi de, kötüyü de rızıklandırırız, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “Onların ve bunların her birine Rabbinin nimetinden ulaştırırız..." âyetini açıklarken: “Mümine de, kâfire de rızıklardan veririz, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Onların ve bunların her birine Rabbinin nimetinden ulaştırırız. Esasen Rabbinin nimeti kimseye yasak kılınmış değildir" âyetini açıklarken: “Hem dünyayı isteyenlere, hem âhireti istiyenlere rızklarını verir, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “Onların ve bunların her birine Rabbinin nimetinden ulaştırırız. Esasen Rabbinin nimeti kimseye yasak kılınmış değildir" âyetini açıklarken: “Onlar ve bunlardan kasıt, dünya ehli ve âhiret ehlidir. Allah kimseye rızkını yasak kılmamıştır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) ifadesi için: “Yasak mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Bak nasıl, onların kimini kimine üstün kıldık. Elbette âhirettekî dereceler daha büyüktür, üstünlükler daha büyüktür" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Dünyada iken kimini kimine üstün kıldık. Oysa müminlerin Cennette evleri, amellerinden dolayı da üstünlükleri vardır. Bize zikredildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Cennet ehlinin en yükseği ve en engini arasında öyle bir derece vardır ki yeryüzünün doğusuyla batısı arasında görünen yıldızlar gibidir" buyurmuştur. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: “...Elbette âhiretteki dereceler daha büyüktür, üstünlükler daha büyüktür" âyetini açıklarken: “Cennet ehli derece olarak birbirlerinden üstündürler. Üstte olan kişi altında olan kişiden derece olarak üstünlüğünü görür. Ancak altında olan kişi derece olarak üstünde kimsenin olduğunu görmez" dedi. Taberânî, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym'ın Hilye'de Selmân'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Dünyada derece olarak yükselmek isteyip te yükselen kişiyi, âhirette Yüce Allah mutlaka, dünyada iken yükseldiği dereceden daha büyük ve daha uzun bir derece kadar alçaltır" buyurdu ve: “Elbette âhiretteki dereceler daha büyüktür, üstünlükler daha büyüktür" âyetini okudu. Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Ahmed Zühd'de, Hennâd, Sifatu'l- Cenne'de İbn Ebi'd-Dünyâ ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer: “Kişi Allah katında değerli biri olsa bile, dünyada iken sahip olduğu her güzellik, Allah katında makamını bir derece indirir" dedi. 22"Allah ile birlikte başka bir ilâh edinme! Yoksa kınanmış ve yalnız başına bırakılmış olarak oturup kalırsın" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: “Kınanmış bir şekilde, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Kınanmış ve yalnız başına bırakılmış olarak oturup kalırsın" âyetini açıklarken: “Allah'ın intikamıyla Allah'ın azabında oturup kalırsın, mânâsındadır" dedi. 23Bkz. Ayet:25 24Bkz. Ayet:25 25"Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara: «Öf» bile deme, onları azarlama, onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de kî: «Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı. Rabbîniz, içinizde olanı en iyi bilendir. Eğer siz iyi kişiler olursanız, şunu bilin ki Allah tövbeye yönelenleri çok bağışlayandır.»" Firyâbî, Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir , ve İbnu'l-Enbârî'nin, Mesâhifte Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) şeklinde okudu ve: “(Vav) harfi (sad) harfi ile birleştirilmiştir. Bundan dolayı siz onu (.....) şeklinde okuyorsunuz" dedi. İbn Ebî Hâtim, Dahhâk vasıtasıyla İbn Abbâs'tan aynısını bildirir. Ebû Ubeyd, İbn Menî', İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin, Meymûn b. Mihrân vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Yüce Allah bu harfi: (.....) şeklinde Peygamberinizin (sallallahü aleyhi ve sellem) dilinde indirmiştir. (Vav) harflerinden biri (sad) harfi ile birleştiği için insanlar bunu: (.....) şeklinde okuyor. Eğer "Kadâ" şeklinde nâzil olsaydı kimse Allah'a şirk koşmazdı. Taberânî'nin bildirdiğine göre A'meş der ki: “Abdullah b. Mes'ûd bu âyeti: (.....) şeklinde okurdu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Habîb b. Ebî Sâbit der ki: İbn Abbâs bana bir mushaf verdi ve: “Bu, Ubey b. Ka'b'ın kıraatındadır" dedi. Onda bu âyeti: (.....) şeklinde gördüm. Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “İbn Mes'ûd'un kıraatında bu: (.....) şeklindedir" dedi. Ebû Ubeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk b. Muzâhim bu âyeti: (.....) şeklinde okuyup: “(Vav) harfini (sad) harfi ile birleştirdiler ve (kaf) oldu" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in, Ali b. Ebî Talha vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: “Rabbin emretti, mânâsındadır" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi... kesin olarak emretti..." âyetini açıklarken: “Rabbin kendisinden başkasına asla ibadet edilmemesini bildirmiştir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): âyetini açıklarken: “Burada (ana babaya) iyilik kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara: «Öf» bile deme..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Anne ve babanın, sen küçükken senin tiksindirici büyük veya küçük necasetlerini gördükleri zaman: «Öf!» demedikleri gibi sen de onların tiksindirici büyük veya küçük necasetlerini gördüğün zaman: «Öf!» deme." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, bu âyeti açıklarken: “Onlara: «Öf!» veya buna benzer şeyler bile deme" dedi. Deylemî'nin Hasan b. Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ana babaya asi olmakta, Allah öf kelimesinden daha küçük bir şey bilseydi onu da haram kılardı" buyurmuştur. Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Urve: “Onlara tatlı ve güzel söz söyle" âyetini açıklarken: “Onları istedikleri şeyden alıkoyma, mânâsındadır" dedi. Abdurrezzâk'ın Musannef’te bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî)'ye: “Ana babaya iyilik nedir?" diye sorulduğunda: “Gücün nisbetinde onlara ihsanda bulunmak ve Allah'a masiyet olmadıkça, Allah'ın emri doğrultusunda onlara itaat etmektir" karşılığını verdi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî)'ye: “Anne ve babaya en kötü isyan nedir?" denildiğinde: “Onları (sevdikleri şeylerden) mahrum etmek, onlarla alâkayı kesmek ve onların yüzüne sert bir şekilde bakmaktır" cevabını verdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Onlara tatlı ve güzel söz söyle" âyetini açıklarken: “Onlara: «Ey anneciğim! Ey babacığım!» denilir ve isimleriyle çağrılmazlar" dedi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: Yanında yaşlı biri bulunan biri Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yanındaki kimdir?" diye sorunca bu kişi: “Babamdır" karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Babanın önünde yürüme; ondan önce oturma, onu ismiyle çağırma ve ona kimseyi sövdürme" buyurdu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zührî b. Muhammed: “Onlara tatlı ve güzel söz söyle" âyetini açıklarken: “Eğer anne ve baban seni çağırırlarsa, onlara: «Buyrunuz, emrinizdeyim» şeklinde cevap ver" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Onlara tatlı ve güzel söz söyle" âyetini açıklarken: “Onlara yumuşak ve güzel sözler söyle, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Heddâc et-Tucîbiy der ki: Saîd b. el-Müseyyeb'e: “Onlara tatlı ve güzel söz söyle" âyeti dışında Kur'ân'da zikredilen ana babaya iyiliğin hepsini anladım da, burada zikredilen güzel sözden kasıt nedir?" diye sordum. O: “Günahkâr bir kölenin sert efendisine söyleyebileciği sözdür" karşılığını verdi. Buhârî el-Edebu'l-Müfred'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Urve: “Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim..." âyetini açıklarken: “Onlara o kadar yumuşak olun ki sevdikleri şeylerden kendilerini men etmeyin" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim..." âyetini açıklarken: “Kölenin katı ve sert efendisine kanat gerdiği gibi anne ve babana kanat ger" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ' b. Ebî Rabâh: “Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim..." âyetini açıklarken: “Onlarla konuştuğun zaman onlara karşı el kol hareketi yapma, anlamındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Urve: “Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim..." âyetini açıklarken: “Eğer seni kızdırırlarsa onlara öfke ile bakma. Çünkü kişinin kızgınlığı kizdığı kişiye sert bakmakla belli olur" dedi. İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Babasına sert bakan kişi ona «iyilik» yapmamış olur" buyurmuştur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zuheyr b. Muhammed: “Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim..." âyetini açıklarken: “Eğer annen veya baban sana söver veya lanet ederlerse, onlara: «Allah size merhamet etsin, Allah sizi bağışlasın» karşılığını ver" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti: (.....) şeklinde (zel) harfini esre ile okumuştur." İbn Cerîr, Âsim el-Cahderî'den aynısını bildirir. Buhârî el-Edebu'l-Müfred'de Ukayl'in azatlısı Ebû Murra'dan bildiriyor: Ebû Hureyre'nin annesi bir evde kendisi başka bir evdeydi. O, annesinin kapısında durur ve: “Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun ey anneciğim!" derdi. Annesi: “Senin de üzerine olsun ey oğlum!" karşılığını verirdi. Ebû Hureyre: “Beni küçücükken beslediğin için Allah sana merhamet etsin" deyince de, annesi: “Büyüdükten sonra bana iyilikte bulunduğun için Allah da sana merhamet etsin" derdi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Ali (b. Ebi Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “De ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Allah bu âyetten sonra: “Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar, ortak koşanlar için mağfiret dilemek Peygamber'e ve müminlere yaraşmaz" âyetini indirdi." Buhârî el-Edebu'l-Müfred'de, Ebû Dâvud, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara: «Öf» bile deme, onları azarlama, onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı..." âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: “Bu âyetleri Berâe Sûresi'ndeki: “Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar, ortak koşanlar için mağfiret dilemek peygamber'e ve müminlere yaraşmaz" âyeti neshetti." İbnu'l-Münzir, Nehhâs ve Mesâhifte İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Katâde der ki: “Bu âyetten sadece bir cümle neshedildi. Kişinin anne ve babası müşrik olursa onlara mağfiret dileyemez ve: “Ey Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı" diyemez. Ancak onlara merhamet ederek tevazu kanadını indirir ve iyi sözler söyleyebilir. Zira Yüce Allah: “Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar, ortak koşanlar için mağfiret dilemek Peygamber'e ve müminlere yaraşmaz" buyurmaktadır. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Rabbiniz, içinizde olanı en iyi bilendir. Eğer siz iyi kişiler olursanız, şunu bilin ki Allah tövbeye yönelenleri çok bağışlayandır" âyetini açıklarken: “Burada çocuğun babaya karşı olan hatası kastedilmektedir. Eğer siz iyi niyette sadık kişiler iseniz, hatadan dolayı tövbe edenler için Allah çok bağışlayandır" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...Allah tövbeye yönelenleri çok bağışlayandır" âyetini açıklarken: “Burada (kötülüğü bırakıp da) iyiliğe dönenler, kastedilmektedir" dedi. Saîd b. Mansûr, Hennâd, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Dahhâk: “Allah tövbeye yönelenleri çok bağışlayandır" âyetini açıklarken: “Burada günahlarından dönüp de tövbeye gelenler ve kötülükleri bırakıp iyiliğe gelenler kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Tövbeye yönelenler..." âyetini açıklarken: “Burada itaatkâr ve iyilik eden kimseler kastedilmektedir" dedi. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: “Burada tövbe edenler kastedilmektedir" dedi. Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: ifadesi tövbe eden, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah hangi ameli çok sever" diye sorduğumda: “Vaktinde kılınan namazı sever" buyurdu. "Ondan sonra hangisini çok sever?" dediğimde: “Anne babaya karşı iyi davranmayı sever" buyurdu. "Ondan sonra hangisini çok sever?" dediğimde ise: “Sonra Allah yolunda cihad etmeyi sever" buyurdu. Buhârî'nin el-Edebu'l-Müfred'de bildirdiğine göre Abdullah b. Amr: “Rabbin rızası, anne ve babanın rızaşındadır. Rabbin gazabı da, anne ve babanın gazabındadır" dedi. Ahmed, Buhârî el-Edebu'l-Müfred'de, Ebû Dâvud, Tirmizî, Hâkim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îmân'da bildirdiğine göre Behz b. Hakîm, o babasından, o da dedesinden bildiriyor: “Yâ Resûlallah! Kime iyilik edeyim?" diye sorduğumda: “Annene iyilik et" buyurdu. "Sonra kime iyilik edeyim?" dediğimde, yine: “Annene iyilik et" buyurdu. "Sonra kime iyilik edeyim?" dediğimde, yine: “Annene iyilik et" buyurdu. Bir daha: “Sonra kime iyilik edeyim?" dediğimde ise: “Babana iyilik et. Sonra yakınlık derecesine göre en yakınlara" karşılığını verdi. Buhârî el-Edebu'l-Müfred'de ve Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre bir kişi kendisine gelip: “Bir kadını istedim ve bu kadın benimle evlenmeyi kabul etmedi. Onu bir başkası talip olunca da onunla evlenmek istedi. Ben de onu kıskanarak öldürdüm. Benim tövbem olur mu?" diye sordu. İbn Abbâs: “Annen sağ mıdır?" diye sorunca, adam: “Hayır, değildir" cevabını verdi. Bunun üzerine İbn Abbâs: “Allah'a tövbe et ve gücünün yettiğince Allah'a yaklaş" dedi. Ben de İbn Abbâs'a gidip: “Annesinin sağolup olmadığını niye sordun?" dediğimde: “Allah'a yaklaşmak için anneye iyilik yapmaktan daha güzel bir amel bilmediğim için" karşılığını verdi. İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, İbn Mâce ve Beyhakî, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Bir kişi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Bana ne emredersin?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Annene iyilik yapmanı" buyurdu. Adam bir daha sorunca, yine: “Annene iyilik yapmanı" buyurdu. Adam bir daha sorunca: “Annene iyilik yapmanı" buyurdu. Adam dördüncü defa soruncada: “Babana iyilik etmeyi" buyurdu. Buhârî'nin el-Edebu'l-Müfred'de bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Kimin Müslüman anne ve babası olur da kişi onlara iyilik yaparak sabahlarsa Allah ona (Cennet kapılarından) mutlaka iki kapıyı açar. Eğer onlardan birini razı ederse bir kapı açılmış olur. Eğer ikisinden birini darıltacak olursa, onu razı edene kadar Allah kendisinden razı olmaz. Bir kişi: “Anne babası ona zuimetsede mi?" diye sorunca: “Anne babası ona zulmetse de" karşılığını verdi." İbn Ebî Şeybe, Buhârî el-Edebu'l-Müfred'de, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hiç kimse babasının hakkını ödeyemez. Ancak onu köle olarak görür ve satın alıp azad ederse hakkını ödemiş olur" buyurmuştur. Abdurrezzâk, Musannef’te, Buhârî el-Edebu'l-Müfred'de, Hâkim ve Beyhakî, Abdullah b. Amr'dan bildiriyor: Bir kişi anne babasını ağlar bir şekilde bırakıp Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) hicret için biat etmeye gelmişti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: “Onlara geri dön ve ağlattığın gibi tekrar güldür" buyurdu. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Buhârî ve Müslim'in bildirdiğine göre Abdullah b. Amr der ki: Cihad etmek isteyen bir kişi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelmişti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: “Annen baban sağ mıdır?" diye sorunca, bu kişi: “Evet sağdır" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Git onlara iyilik ederek cihad et" buyurdu. Buhârî el-Edebu'l-Müfred'de Müslim ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Burnu yere sürtsün, burnu yere sürtsün, burnu yere sürtsün" buyurd u. Ashab: “Yâ Resûlallah! Kimin burnu yere sürtsün?" diye sorunca: “Anne ve babasına veya bir tanesine yaşlılıklarında yetiştiği halde Cehenneme giren kişinin" buyurdu. Buhârî el-Edebu'l-Müfred'de, Hâkim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-hnân'da Muâz b. Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Anne babasına iyilik edene ne mutlu! Allah onun ömrünü arttırsın" buyurmuştur. Abdurrezzâk Musannef’te, Buhârî Edeb'de ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre iki kişi gördü ve birine: “Bu neyin olur?" diye sordu. Adam: “Bu babamdır" karşılığını verince, Ebû Hureyre: “Ona ismiyle hitab etme" -başka bir lafızda: “Onu ismiyle çağırma" şeklindedir- "önünde yürüme, o oturmadan sen oturma ve kimseyi ona sövdürtme" dedi. Hâkim ve Beyhakî'nin Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'ın rızası anne ve babanın rızasındadır. Allah'ın gazabı da yine anne ve babanın gazabındadır" buyurdu. İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Nesâî, İbn Mâce, Hâkim ve Beyhakî, Muâviye b. Câhime'den o da babasından bildiriyor: Cihad hakkında istişare etmek İçin Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gittim. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Annen var mıdır?" diye sorunca: “Evet var" cevabını verdim. Bunun üzerine: “Git ve onun yanından ayrılma. Zira Cennet onun ayakları altındadır" buyurdu. Abdurrezzâk'ın, Muhammed b. Talha'dan bildirdiğine göre bir kişi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Yâ Resûlallah! Ben savaşa gitmek istiyorum. Bu konuda size istişare etmeye geldim" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Annen var mıdır?" diye sorunca, adam: “Evet, vardır" karşılığını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Git ve onun yanından ayrılma. Zira Cennet onun ayakları altındadır" buyurdu. Adam aynı şeyi ikinci ve üçüncü defa sorunca Allah Resulü aynı cevabı verdi. İbn Merdûye ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Enes der ki: Bir kişi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Cihada gitmek istiyorum, ama güç yetiremiyorum" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Anrie ve babandan kimse kaldı mı?" diye sorunca, adam: “Annem vardır" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onun hakkında, Allah'tan 'kork. Eğer öyle yaparsan sen hac, umre yapmış gibi mücahid de olursun. Eğer annen seni çağırırsa onun hakkında Allah'tan kork ve ona iyilikte bulun" buyurdu. Beyhakî'nin, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Anne ve babana iyilik olarak yanlarında uzanman, onları güldürmen ve seni güldürmeleri, Allah yolunda kılıçla cihad etmenden daha üstündür" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe, Hâkim ve Beyhakî'nin, Hidâş b. Ebî Selâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) üç defa: “Kişiye annesine iyilik etmeyi tavsiye ederim" buyurdu. İki defa: “Kişiye babasına iyilik etmeyi tavsiye ederim" buyurdu. Bir defa da: “Ona eziyet ediyor olsa bile köleye yanındaki efendisine iyilik etmeyi tavsiye ederim" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Hâkim ve Beyhakî'nin, Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Anne baba Cennetin orta kapısıdır. Artık sen o kapıyı ister muhafaza et ister (değerini bilmeyip) kaybet" buyurmuştur. Beyhakî'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Bana Cennette bazı şeyler gösterildi. Ben Cennetteyken Kur'ân okuyan birinin sesini işittim ve: «Bu kimdir?» dedim. Bana: «Bu, Hârise b. Nu'mân'dır» denildi. İşte iyilik budur, işte iyilik budur." Ahmed, Hâkim ve Beyhakî'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Uyuduğumda bana Cennet gösterildi. Orada Kur'ân okuyan birinin sesini işittim. «Bu kimdir?» dediğimde: «Bu, Hârise b. Nu'mân'dır» dediler. İşte iyilik budur, işte iyilik budur, işte iyilik budur. Hârise insanların içinde annesine karşı en iyi davranan kişi idi." Beyhakî, İbn Ömer'den bildiriyor: İri yapılı bir kişi yanımızdan geçince: “Keşke bu adam gücünü Allah yolunda kullansa" dediler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Belki de yaşlı olan anne babasına bakmak için zorlukla çalışmaktadır. Bu da Allah yolundadır. Belki de iki küçük çocuğuna bakmak için zorlukla çalışmaktadır. Bu da Allah yolundadır. Belki de zorlukla kimseye muhtaç olmasın diye kendi ihtiyaçlarını karşılamak için çalışmaktadır. Bu da Allah yolundadır" buyurdu. Beyhakînin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim, Allah'ın ömrünü uzatmasını, rızkını çoğaltmasını isterse anne ve babasını iyilikte bulunup akrabalarını ziyaret etsin" buyurmuştur. Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İyi bir evlat anne ve babasına merhametle baktığı zaman, Allah ona böylesi her bakışı için kabul edilmiş bir hac sevabı yazar" buyurmuştur. Ashâb: “Günde yüz defa baksa bile aynı mıdır?" diye sorunca: “Evet, Allah bundan daha büyük ve daha yücedir" karşılığını verdi. Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer baba evladına mutlu olacak bir şekilde bakarsa, bu bakışta o evlada bir köleyi azad etmiş gibi sevap yazılır" buyurdu. Ashâb: “Yâ Resûlallah! Üç yüz altmış defa baksa bile mi?" dediğinde: “(Evet) Allah bundan daha büyüktür" buyurdu. Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Anne ve babaya (sevgi ile) bakmak ibadettir. Kabe'ye bakmak ibadettir. Mushaf'a bakmak ibadettir. Kardeşine Allah için sevgiyle bakmak ibadettir" dedi. Beyhakî'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim annesini iki gözünün arasından öperse, bu öpüş (kıyamet gününde) kendisi için cehenneme karşı bir perde olur" buyurmuştur. Hâkim ve Beyhakî, İbn Ömer'den bildiriyor: Bir kişi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Yâ Resûlallah! Ben çok. büyük bir günah işledim. Benim tövbem olur mu?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Senin annen baban var mıdır?" buyurunca, adam: “Hayır, yoktur" dedi. "Teyzen var mıdır?" buyurunca, adam: “Evet, vardır" karşılığını verdi. Bunun üzerine: “O zaman ona karşı iyiliklerde bulun" buyurdu. Beyhakî'nin Ümmü Eymen'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ailesinden birine nasihat edip şöyle buyurdu: “Sana işkence edilse de, yakılsan da Allah'a şirk koşma. Rabbine ve anne babana itaat et. Anne ve baban her şeyi bırakmanı emretseler bile bırak. Bilerek namazı terk etme. Zira kim namazı bilerek terk ederse Allah'ın zimmetinden uzak olur. İçkiden sakın, çünkü içki her kötülüğün anahtarıdır. Masiyetten sakın, çünkü o Allah'ı öfkelendirir. Aleyhine de olsa idarecilerle tartışma. İnsanlar öldürülse bile sen sebat et ve savaştan kaçma. Malından ailene harcamada bulun. Sopanı üzerlerinden indirme (terbiyelerini ver) ve Allah'tan korkmalarını sağla." Ahmed, Buhârî Edeb'de, Ebû Dâvud, İbn Mâce, Hâkim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Useyd es-Sâidî der ki: Biz, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında iken bir kişi: “Yâ Resûlallah! Annem ve babamın ölümünden sonra onlara yapabileceğim bir iyilik var mıdır?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet, dört şey vardır. Onlara dua ve istiğfar etmek, onlara vermiş olduğun ahdi (vasiyetlerini) yerine getirmek, onların arkadaşlarına ikramda' bulunmak ve akrabalık bağı ancak onlar vasıtasıyla olan akrabaları ziyaret edip onlara karşı görevlerini yerine getirmektir" buyurdu. Buhârî Edeb'de, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Hibbân ve Beyhakî'nin, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İyiliklerin en iyisi kişinin babasının vefat ettikten sonra baba dostlarıyla ilişkiyi kesmemesidir" buyurmuştur. Buhârî'nin Edeb'de Abdullah b. Selâm'dan bildirir: Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) hak olarak gönderene yemin olsun ki, Allah'ın Kitâb'ında: “Baban hayatta iken onu ziyaret eden dostlarıyla alakayı kesme. Yoksa böyle bir şey yapmakla nurunu söndürürsün" buyrulmaktadır. Hâkim ve Beyhakî, Muhammed b. Talha b. Abdirrahman b. Ebî Bekr es- Sıddîk'ten o da babasından bildiriyor: Ebû Bekr es-Sıddîk, bedevilerden Ufeyr isimli arkadaşına: “Ey Ufeyr! Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem), sevgi hakkında ne işittin?" diye sorunca, bedevi şu karşılığı verdi: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda: «Sevgi miras olarak kalır. Düşmanlık da aynı şekildedir» buyurduğunu işittim." İbn Ebî Şeybe, Nesâî ve Beyhakî'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Anne babasına asi olan, zina çocuğu, sürekli içki içen ve verdiğiyle başa kalkan kişiler Cennete girmeyecektir" buyurmuştur. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Nesâî ve Beyhakî'nin, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Anne ve babasına asi olan, verdiğiyle başa kakan, zina çocuğu, sürekli içki içen, akrabalarla alakayı kesen ve namahrem kişiyle beraber olan kişi cennete giremeyecektir" buyurmuştur. Beyhakî'nin, Talk b. Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer ben anne babama veya birine yetişmiş olsaydım ve ben yatsı namazında daha Fâtiha Sûresini okumuşken ikisinden birinin: «Ey Muhammed!» diye seslendiğini işitseydim namazı bırakır ve: «Efendim» derdim" buyurdu. Beyhakî, Leys b. Sa'd vasıtasıyla bildiriyor: Yezîd b. Havşeb el-Fihrî kanalıyla babasından bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer Rahip Cüreyc, fakih ve âlim biri olsaydı annesine icabet etmenin rabbine (nafile) ibadet etmesinden daha üstün olduğunu bilirdi" buyurmuştur. Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mekhûl: “Eğer sen namazda iken annen seni çağırırsa ona cevap ver. Ancak baban çağırırsa namazı bitirene kadar cevap verme" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin Muhammed b. el-Münkedir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer sen namazda iken annen seni çağırırsa ona cevap ver. Ancak baban çağırırsa cevap verme" buyurdu. Ahmed ve Beyhakî'nin Ubey b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim anne babasına veya birine yetişir de buna rağmen Cehenneme girerse Allah onu rahmetinden uzaklaştırır ve helak eder" buyurdu. Ahmed ve Beyhakî'nin Sehl b. Muâz'dan, onun da babasından bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Öyle kullar vardır ki, kıyamet gününde Allah onlara rahmet bakışıyla bakmayacak, onları ıslah edip temize çıkarmayacaktır" buyurdu. O: “Yâ Resûlallah! Bunlar kimledir?" diye sorduğunda, Allah Resûlü: "Anne babasını istemeyip terk ederek onlardan uzak olan, çocuğundan uzak oları ve kendisine iyiliklerde bulunan bir kavmin iyiliklerini inkâr edip onlardan uzak duranlardır" buyurdu. Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet gününde en şiddetli azaba maruz kalacak olanlar şunlardır: Peygamber katili veya peygamber tarafından öldürülen kişi, anne babasından birinin katili olanlar, heykeltraşlar ve ilminden faydalanılmayan âlim kişilerdir. " Hâkim ("sahih"), Beyhakî, Taberânî ve Mesâviu'l-Ahlâk'ta Harâitî, Bekkâr b. Abdilazîz b. Ebî Bekre'den, o babasından, o da dedesi Ebû Bekre'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah bütün günahlardan dilediğinin cezasını kıyamet gününe erteler. Ancak anne babaya asi olan kişilerin cezasını dünya hayatında iken ölmeden önce verir. Kim gösteriş için bir şey yaparsa Allah onun bu işi gösteriş için yaptığını açığa çıkarır. Kim de nam için bir iş yaparsa Allah onun bu işi nam için yaptığını ifşa eder ve açığa çıkarır. " Abdurrezzâk Musannef’te ve Beyhakî, Tâvus'tan bildiriyor: “Şu dört kişiye saygıda bulunmak sünnettendir. Bunlar, âlim kişi, yaşlı kişi, kral ve anne babadır. Denilirdi ki kişinin babasını ismiyle çağırması kaba bir davranıştır." Abdurrezzâk ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ka'b'a: “Allah'ın kutsal kitabında anne babaya asi olmak hakkında ne bulmaktasınız?" diye sorulduğunda: “Anne veya babası tarafından onun adına yemin edildiğinde onların yeminini doğrulamayan, istediklerinde onlara vermeyen ve kendisine bıraktıkları emanete hainlik eden kişi, anne babaya asi olan kişidir" karşılığını verdi. Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Üç dua vardır ki bunlar kabul edilir. Anne babanın evladına olan duası, mazlumun duası ve yolcunun duasıdır" buyurmuştur. İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin Muhammed b. Nu'mân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kim her cuma günü anne babasının veya ikisinden birinin mezarını ziyaret ederse onun günahı bağışlanır ve o, iyi evlat olarak yazılır. " Beyhakî'nin Muhammed b. Sîrin'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kişinin anne babası kendisi onlara asi iken ölür de, ölümlerinden sonra kendilerine dua ederse Allah onu iyilerden yazar" buyurmuştur. Beyhakî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kişinin anne babası veya ikisinden biri kendisi onlara asi iken ölür de bu kişi sürekli olarak onlara dua edip onlara istiğfar ederse Allah onu iyilerden yazar" buyurmuştur. Beyhakî, Evzaî'den bildirir: “Bana bildirilene göre anne babası hayatta iken onlara asi olan kişi ölümlerinden sonra varsa onların borçlarını ödeyip onlara istiğfar eder ve onlara kimsenin sövmesine sebep olmazsa iyi kişilerden yazılır. Anne babasına karşı iyi davranan kişi de onların ölümlerinden sonra varsa borçlarını ödemez, onlara istiğfar etmez ve onlara sövülmesine sebep olursa anne babasına karşı asi olan kişilerden yazılır." İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim Allah'ın emri doğrultusunda anne babasını razı ederek sabahlarsa ona Cennetten iki kapı açılır. Eğer birini razı ederse ona bir kapı açılır. Kim de Allah'ın emirlerine itaat etmeyip anne babasına karşı asi olarak akşamlarsa kendisine Cehennemden iki kapı açılmış bir şekilde sabahlar" buyurdu. Bir kişi: “Anne babası ona zulmetse bile mi?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) üç defa: “Anne babası ona zulmetse bile" karşılığını verdi. Beyhakî'nin bildirdiğine göre Münkedir b. Muhammed b. el-Münkedir der ki: Babam annesini rahatlatmak için damda akşamlıyor, amcam da sabaha kadar namaz kılıyordu. Babam amcama: “Geceyi senin gibi (namazla) geçirmiş olmam, beni (anneme hizmet ederek geçirdiğim gece gibi) mutlu etmez" dedi. İbn Sa'd, Ahmed Zühd'de ve Beyhakî'nin Abdullah b. el-Mübârek'ten bildirdiğine göre Muhammed b. el-Münkedir: “(Kardeşim) Ömer namaz kılarak geceyi geçirdi. Ben de annemin ayağına masaj yaparak sabahladım. Buna rağmen gecemin onun (kardeşimin) gecesi gibi geçmesini istemem" dedi. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Muhammed b. el-Münkedir yanağını yere koyar ve annesine: “Ey anneciğim! Kalk ayağınla yüzüme bas" derdi. Abdurrezzâk Musannef’te ve Beyhakî, Tâvus'tan bildirir: Bir adamın dört oğlu vardı. Bu kişi hastalandığında çocuklarından biri: “Ona hastalığında siz bakıp mirasından bir şey almamayı mı, yoksa kendisine benim bakıp ta mirasından bir şey almamamı mı istersiniz?" dedi. Kardeşleri: “Ona sen bak ve mirasından bir şey alma" dediler. Bu kişi babası vefat edene kadar bakımını yaptı ve mirasından bir şey almadı. Sonra bu kişiye rüyasında: “Falan yerde filan kişiye git ve ondan yüz dinar al" denildi. Bu kişi rüyasında iken: “Bu parada bereket var mıdır?" diye sorunca: “Hayır, yoktur" karşılığı verildi. Sabahladığı zaman bu rüyasını hanımına anlattı. Bunun üzerine hanımı: “Onu al, onun bereketi onunla giyecekler alman ve geçimini sağlamandır" dedi. Ancak kocası bunu kabul etmedi. Akşamladığı zaman yine rüyasında: “Falan yerde filan kişiye git ve ondan on dinar al" denildi. Bu kişi yine: “Bu parada bereket var mıdır?" diye sorunca: “Hayır, yoktur" karşılığı verildi. Sabahladığı zaman bu rüyasını hanımına anlattı. Hanımı yine önceki demiş olduğu şeyleri söyledi. Adam yine böylesi bir parayı almayı kabul etmedi. Üçüncü gecede rüyasında: “Falan yerde filan kişiye git ve ondan bir dinar al" denildi. Bu kişi: “Bu parada bereket var mıdır?" diye sorunca: “Evet, vardır" karşılığı verildi. Bunun üzerine oraya gidip bîr dinar aldı. Sonra çarşıya gitti ve yanında iki balık bulunan bir kişiyle karşılaştı. Ona: “Bu balıkları kaça satıyorsun?" diye sorunca, adam: “Bir dinar" karşılığını verdi. O da balıklan bir dinara aldı ve evine gitti. Balıkları (temizlemek için) yardığında her birinin karnında daha önce hiç kimsenin bir benzerini görmemiş olduğu iki tane inci buldu. Kral adamlarını bir inci almaları için göndermişti. Kralın istediği inci de ancak bu kişinin yanında bulunuyordu. Bu inciyi yaklaşık kırk katır yükü altına karşılık sattı. Kral inciyi görünce: “Bu şey bir diğeri olmadan güzel olur mu? Bundan daha pahalı da olsa bunun gibi bir tane daha bulup alın" dedi. Kralın adamları bu kişinin yanına gelip: “Sende bu incinin aynısı var mıdır? Sana diğeri için verdiğimizin iki katını verelim" dediler. Adam: “Bunu yapacak mısınız?" diye sorunca: “Evet" dediler. Bunun üzerine ikinci inciyi onlara ilk sattığı incinin iki katı kadar bir fiyata sattı. Abdurrezzâk Musannef’te ve Beyhakî, Yahya b. Ebî Kesîr'den bildirir: Ebû Mûsa ve Ebû Âmir, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiklerinde kendisine biat ederek Müslüman oldular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sizden filan filan diye çağrılan kadın ne yaptı?" diye sorunca: “Onu ailesinin yanında bıraktık" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “O kadın bağışlanmıştır" buyurdu. Onlar: “Yâ Resûlallah! Hangi sebeple bağışlanmıştır?" diye sorunca da Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Annesine karşı yapmış olduğu iyiliklerle" buyurdu ve şöyle devam etti: «Onun yaşlı kocamış bir annesi vardı. Onlara bir haberci gelerek: «Bu gece düşman size baskın yapmak istiyor» dedi. Bunun üzerine güçlü kavimlerinin yanlarına gitmek için yola çıktılar. Ancak bu kadının annesini taşıyacak bir bineği olmadığından annesini sırtında taşımaya karar verdi ve onu sırtında taşıdı. Yorulduğu zaman onu indiriyor; karın karına gelecek şekilde onu kucağında taşıyor ve yerin sıcaklığından dolayı ayaklarını annesinin ayakları altında tutuyordu. Kadın kurtulana kadar annesini bu şekilde taşımaya devam etti.»" Beyhakî, Ebû Hureyre'den bildirir: Biz Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber iken genç biri çıkıp geldi. Bunun üzerine: “Keşke bu kişi gençliğini ve gücünü Allah yolunda kullanan bir genç olsaydı" dedik. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) dediğimizi işitti ve: “Sadece öldürülen kişi mi Allah yolundadır (sanıyorsunuz) ? Anne babasının ihtiyaçlarını karşılamak için çalışan kişi Allah yolundadır. Çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamak için çalışan kişi Allah yolundadır. Kendi ihtiyaçlarını karşılamak için çalışan kişi Allah yolundadır" buyurdu. Hâkim'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: “Yâ Resûlallah! Kadının üzerinde en fazla kimin hakkı vardır?" diye sorduğumda: “Kocasının hakkı vardır" buyurdu. "Erkeğin üzerinde en fazla kimin hakkı vardır?" dediğimde, ise: “Annesinin hakkı vardır" buyurdu. Hâkim'in Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah, kendisinden başkası için kurban kesen kişiyi, kendisinden başkasını ilah edinen kişiyi, anne babasına karşı isyan içinde olan kişiyi, arazi ve tarla sınır işaretlerinin yerlerini değiştiren (ve böylece haksız arazi gasbı yapan) kişiyi lanetlemiştir" buyurdu. Hâkim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Siz başkalarının kadınlarına karşı iffetli olunuz ki kadınlarınız da iffetli olsunlar. Anne babanıza iyi davranın ki çocuklarınız da size iyi davransın. Kime müslüman kardeşi gelip te özür dilerse o özrü haklı veya haksız kabul etsin. Öyle yapmayan kişi Havz'ımda yanıma gelmeyecektir. " Hâkim'in Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Anne babanıza iyilik edin" buyurmuştur. Ahmed ve Hâkim, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildiriyor: Bir kişi Yemen'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına hicret etti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu kişiye: “Sen şirki terk edip geldin. Bu da cihaddır. Yemen'de kimsen Par mıdır?" diye sordu. Adam: “Annem babam vardır" karşılığını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onlar sana hicret etmen için izin verdi mi?" deyince: “Hayır, vermediler" karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Geri dön ve onlardan hicret etmek için izin iste. Eğer sana izin verirlerse cihad et. Vermezlerse onlara iyiliklerdebulun" buyurdu. Ahmed, Zühd'de Vehb b. Münebbih'ten bildirir: Mûsa (aleyhisselam), Yüce Rabbine: “Ey Rabbim! Bana ne emredersin" diye sorunca, Yüce Allah : “Bana hiçbir şeyi şirk koşmamayı emrederim" buyurdu. Mûsa (aleyhisselam): “Sonra ne emredersin?" diye sorunca: “Annene iyilik et" buyurdu. "Sonra ne emredersin?" diye sorunca, Yüce Allah bir daha: “Annene iyilik et" buyurdu. Üçüncü defada: “Sonra ne emredersin?" diye sorunca: “Annene iyilik et" buyurdu. Vehb der ki: “Anne babaya iyilik etmek ömrü uzatır. Anneye iyilik ise soyun asaletini gösterir" dedi. Ahmed'in Zühd'de bildirdiğine göre Amr b. Meymun der ki: “Mûsa'(aleyhisselam) bir kişiyi Arş'ın yanında görünce konumundan dolayı ona gıpta etti. Onun durumunu sorunca kendisine: “Onun işlediği amelleri sana söyleyelim mi? O hiç kimseyi Allah'ın vermiş olduğu bir şeyden dolayı hased etmez, (insanlar arasında) laf taşımaz ve anne babasına karşı asi olmazdı" denildi. Mûsa (aleyhisselam): “Ya Rab! Kim anne babasına asi olur ki?" deyince: “O, başkasının anne babasına söver ve başkalarının anne babasına sövmesine sebep olur" denildi. Ahmed, Tirmizî ve İbn Mâce'nin bildirdiğine göre adamın biri Ebu'd- Derdâ'ya gelip: “Hanımım amcam kızıdır ve onu sevmekteyim. Fakat annem onu boşamamı istiyor" dedi. Ebu'd-Derdâ şu cevabı verdi: “Sana ne hanımını boşamanı, ne de annene asi olmanı söylerim. Ancak sana Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) işittiğim bîr şeyi aktarayım. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Anne, Cennet kapılarının orta kapısıdır» buyurmuştur. Sen hanımını dilersen boşa dilersen boşama." İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “İyiliğin üçte ikisi anneye, üçte biri babaya yapılır" demiştir. Ahmed ve İbn Mâce'nin, Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Anne babasına isyan içinde olan, sürekli içki içen ayyaş ve kaderi inkar eden kişi Cennete girmeyecektir" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe'nin, Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Anne babaya karşı iyi davranmak, cihadın yerini tutar" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Muâz b. Cebel'e: “Babanın oğlu üzerindeki hakkı nedir?" diye sorulunca: “Aileni ve malını yollarında feda etmiş olsan bile onların hakkını ödemiş sayılmazsın" karşılığını verdi. İbn Ebî Şeybe ve Hennâd'ın bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: “Gölgeler zevalden sonra meyledip gün bitmek üzereyken Allah'tan ihtiyaçlarınızı isteyiniz. Çünkü o zaman, tövbe edenlerin tövbe zamandır" dedi ve: “Şunu bilin ki Allah tövbeye yönelenleri çok bağışlayandır" âyetini okudu. Hennâd'ın bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Şunu bilin ki Allah tövbeye yönelenleri çok bağışlayandır" âyetini açıklarken: (.....) ifadesi, günah işleyip sonra tövbe eden; sonra yine günah işleyip yine tövbe eden kişi mânâsındadır" dedi. Hennâd'ın bildirdiğine göre Ubeyd b. Umeyr: “Şunu bilin ki Allah tövbeye yönelenleri çok bağışlayandır" buyruğun u açıklarken: “Tövbe eden kişi, yalnız kaldığı zaman günahlarını hatırlayıp istiğfar eden kişidir" dedi. 26Bkz. Ayet:28 27Bkz. Ayet:28 28"Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir. Eğer Rabbînden umduğun bîr rahmeti istemek için onlardan yüz çevirecek olursan, o zaman onlara yumuşak bir söz söyle." Târih'te Buhârî, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver..."âyetini açıklarken: “Yüce Allah kişiye hakkı sahibine en doğru bir şekilde vermeyi emretmiş ve yanında akrabasının öylesi bir hakkı varsa veya yoksa ne yapacağını öğretmiştir" dedi. "Eğer Rabbinden umduğun bir rahmeti istemek için onlardan yüz çevirecek olursan, o zaman onlara yumuşak bir söz söyle" âyeti hakkında ise dedi ki: “Eğer senden bir şey isterler de verecek bir şeyin olmazsa Allah'ın sana vereceği rızkı beklersin. Böylesi bir durumda: «İnşallah olursa veririm» dersin. İnşallah demek, verilmiş bir söz gibidir. Süfyan: “Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) inşallah demesi borç demektir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma" âyetini açıklarken: “Burada akrabalık bağını korumak, muhtaçlara yemek vermek ve yolda kalmış yolculara yardım etmek kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ali b. el-Hüseyn Şam ahalisinden bir kişiye: “Kur'ân'ı okudun mu?" diye sorunca: “Evet, okudum" cevabını verdi. Ali b. Hüseyn: “İsrâil oğulları hakkında: “Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver..." âyetini okumadın mı?" deyince de, Şamlı adam: “Allah'ın haklarının verilmesini emrettiği akrabalar sizler misiniz?" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ali b. el-Hüseyn: “Evet, (onlar) bizleriz" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle dedi: Abdu'l-Muttalib oğullarından bazı kişiler Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) bir şeyler istediklerinde istenilen şey yanında varsa verir, yoksa susar ve onlara: “Evet" veya: “Hayır" demezdi. Burada akrabaklardan kasıt Abdu'l- Muttalib oğullardır. İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver..." âyetini açıklarken: “Burada eğer varsa akrabalara haklarını ödemek kastedilmektedir. Ancak istenen şey yanında yoksa onlara yumuşak ve hayırlı şeyler söyle, mânâsındadır" dedi. Buhârî el-Edebü'l-Müfred'de ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver..."âyetini açıklarken şöyle dedi: “Yüce Allah en fazla vacip olan hakkı verilmesini emredip eğer yanında varsa en güzel amelin ne olduğunu öğreterek: “Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma" buyurmuştur. İstenilen şeyin yanında bulunmaması durumunda da kişinin ne diyeceğini öğretip: “Eğer Rabbinden umduğun bir rahmeti istemek için onlardan yüz çevirecek olursan, o zaman onlara yumuşak bir söz söyle" buyurmuştur. Burada kişinin sanki istenilen şeyin yanında varmış gibi iyi söz söylemesi kastedilmektedir. Umulur ki, Allah o şeyi bu kişinin yanında bulundurur. "Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın" âyeti hakkında ise: “Eli sıkı biri olup vermemezlik etme. Yine eli açık olup yanında bulunan her şeyi verme. Ondan sonra senden istemeye gelen kişi yanında bir şey bulamayınca seni kınar. Bütün malını vermenden dolayı malı tükenmiş olarak kalırsın" dedi. Buhârî'nin Edeb'de bildirdiğine göre Kuleyb b. Menfe'a der ki: Dedem: “Yâ Resûlallah! Kime iyilik edeyim?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Annene, babana, kız kardeşine, erkek kardeşine, azatlı kölen ve yanındakilere iyilik et. Bu, vacip olan bir haktır ve akrabalık bağlarını gözetmektir" buyurdu. Ahmed, Buhârî Edeb'de, İbn Mâce, Hâkim, Taberânî ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da Mikdam b. Ma'dikerib'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah size annenizi vasiyet etmektedir. Sonra yine annenizi vasiyet etmektedir. Sonra babanızı, sonra da yakınlık derecesine göre akrabalarınızı vasiyet etmektedir" buyurmuştur. Buhârî'nin Edeb'de İbn Ömer'den bildirir: “Sevabını Allah'dan ümid ederek kendi nefsine ve ailesine infakta bulunan kişiye Yüce Allah mutlaka sevabını verir. Önce sorumluluğun altında olanlara harcamada bulun. Eğer artarsa yakınlık derecesine göre akrabalarına, yine artarsa önüne gelene ver." Buhârî Edeb'de ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmârida İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Neseblerinizi koruyunuz ki akrabalarınıza ulaşasınız. Akrabalar arasındaki mesafe uzakta olsa yakınlık bağı olduktan sonra aradaki bu uzaklık, uzaklık sayılmaz. Akrabalar arasındaki mesafe yakında olsa yakınlık bağı olmadıktan sonra aradaki bu yakınlık, yakınlıklık sayılmaz. Her akrabalık bağı kıyamet gününde sahibinin önünde gidecek ve akrabalık bağını kesmemişse kesmediğine dair, kesmişse kestiğine dair şahitlik edecektir. " Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre bir bedevi: “Yâ Resûlallah! Ben zengin birisiyim. Benim annem, babam, kız kardeşim, erkek kardeşim, amcam, dayım ve teyzem var. Bunlardan hangisi öncelik sahibidir?" diye sordu. Bunun üzerine Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Annen, baban, kız kardeşin, erkek kardeşin ve yakınlık derecesine göre diğer akrabaların" buyurdu. Ahmed, Hâkim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Rimse et-Teymî (Teymi er-Rebâb) der ki: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gitmiştim. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “«Veren el üstün olan eldir. Verirken annene, babana, kız kardeşine, erkek kardeşine ve yakınlık derecesine göre diğer akrabalarına ver» diye hutbe veriyordu". Taberânî, Hâkim, Elkâb'da Şîrâzîve Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bazı kavimler vardır ki, Yüce Allah onların yurtlarını mamur eder onlara bol rızıklar verir. Onları yarattığından beri kendilerine öfke ile bakmaz" buyurdu. "Yâ Resûlallah! Neden dolayı bazılarını öyle yapar" denildiğinde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Akrabalık bağlarını gözettikleri için" karşılığını verdi. Beyhakî, İbn Adiy, Mekârimu'l-Ahlak'ta İbn Lâl ve İbn Asâkir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bir ailenin fertleri aralarındaki bağı canlı tuttukları sürece rızıklara mazhar olurlar ve Rahman olan Allah'ın himayesinde kalırlar" buyurmuştur. Beyhakî, İbn Cerîr ve Mekârimu'l-Ahlak'ta Harâitî, Ebû Seleme b. Abdirrahman vasıtasıyla babasından bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Sevabı en çabuk verilen iyilik, akrabalık bağlarını gözetmektir. Kimi aileler vardır ki, kötü yolda olmalarına rağmen akrabalık bağlarını gözettikleri için malları ve sayıları çoğalmaktadır. Cezası en çabuk verilen günah ta zina etmektir. Yalan yere yemin etmek malı götürür, akrabalık bağlarını koparır ve o meskene fakirlik getirir. İbn Ebî Şeybe'nin, Sa'lebe b. Zehdem'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbesinde: “Veren el, üstün olan eldir. İsteyenin eli düşük eldir. Vermeye bakmakla yükümlü olduğun annenden, babandan, kız kardeşinden ve erkek kardeşinden başla. Sonra akrabalık derecesine göre vermeye devam et" buyurdu. Bezzâr, Ebû Ya'la, İbn Ebî Hatim ve İbn Merdûye, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: “Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma" âyeti indiği zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Fâtıma'ya Fedek arazisini verdi. İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: “Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma" âyeti indiği zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Fâtıma'ya Fedek arazisini verdi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kime nasıl verileceğini emretmiş ve vermeye kimden başlanılacağını bildirmiştir. Yüce Allah: “Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver" âyetini indirerek vermeye akrabalardan sonra muhtaçlardan sonra da yolda kalmışlardan başlanmasını emretti. "Fakat saçıp savurma" âyeti malının hepsini vererek malsız mulksüz kalma, mânâsındadır. "Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın" âyeti ise yanında bulunan şeyi men ederek vermemezlik etme ve sadece Allah'ın beyan etmiş olduğu şekilde ver, mânâsındadır. Eğer istenilen şeyi vermeyeceksen onlara güzel şeyler söyle. Umulur ki, istenilen şey ileride sende bulunur. Ahmed ve Hâkim'in Enes'ten bildirdiğine göre bir kişi: “Yâ Resûlallah! Ben malı çok olan, ailesi geniş ve çocuk sahibi şehirli bir kişiyim. Bana nasıl infak edeceğimi ve nasıl yapacağımı bildirir misin?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Farz olan zekâtı ver. Çünkü o seni temizleyicidir. Akrabalarının, dilencinin, komşunun ve muhtaç kişilerin hakkını gözet" buyurdu. Bu kişi: “Yâ Resûlallah! Bana biraz azalt" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Akrabalarına, muhtaçlara ve yolda kalmışlara haklarını ver. Fakat saçıp savurma" karşılığını verdi. Bunun üzerine adam: “Yâ Resûlallah! Bu yeter" dedi. Firyâbî, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Buhârî Edeb'de, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî'nin Şuab'da bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “...Fakat saçıp savurma" âyetini açıklarken: “Saçıp savurmak, malı verilmesi gereken yerden başka bir yere vermektir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Biz Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı saçıp savurmanın malı verilmesi gereken yerden başka bir yere vermek olduğunu söylerdik" dedi. Saîd b. Mansûr, Buhârî Edeb'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Şuab'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir..." âyetini açıklarken: “Burada malları verilmesi gereken yerden başka bir yere verenler kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “...Fakat saçıp savurma" âyetini açıklarken: “Bütün malını verme, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih: “İnsanın yanında bulunmayandan giyinmesi, yemesi ve içmesi israftandır. Yetenden fazlası da saçıp savurmadır" dedi. Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Ali b.. Ebî Tâlib: “İsraf ederek saçıp savurmadan kendin ve ailen için infak ettiğin (harcadığın) ve tasaddukta bulunduğun senindir. Gösteriş ve şöhret için infak ettiğin şeytanın payıdır" dedi. Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atâ' el-Horasânî der ki: Muzeyne kabilesinden bazı kişiler Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) binek istemek için gelmişti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara: “Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum" buyurdu. Onlar da: “Üzüntüden gözleri yaş döke döke..." geri döndüler. Onlar Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine öfkelendiği için binek vermediğini sandılar. Bunun üzerine Yüce Allah: “Eğer Rabbinden umduğun bir rahmeti istemek için onlardan yüz çevirecek olursan, o zaman onlara yumuşak bir söz söyle" âyetini indirdi. Burada da rahmetle ganimet kastedilmektedir. İbn Cerîr'in, Atâ' el-Horasânî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Rabbinden umduğun bir rahmet..." âyetini açıklarken: “Burada rızık kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Eğer Rabbinden umduğun bir rahmeti istemek için onlardan yüz çevirecek olursan, o zaman onlara yumuşak bir söz söyle" âyetini açıklarken: “Burada Allah'dan gelecek rızkı beklemek kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk: “Eğer Rabbinden umduğun bir rahmeti istemek için onlardan yüz çevirecek olursan, o zaman onlara yumuşak bir söz söyle" âyetini açıklarken: “Burada verecek bir şey bulamayıp Rabbinden gelecek rızkı beklemek kastedilmektedir. Bu âyet Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) dilenen muhtaç kişiler hakkında nâzil olmuştur" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Onlara yumuşak bir söz söyle" âyetini açıklarken: “Onlara: «İnşallah istediğiniz mevcut olacak ve size vereceğim. İnşallah (ganimetler) kazanacağız ve size istediğinizi vereceğim» diye yumuşak ve güzel sözler söyle, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “Onlara yumuşak bir söz söyle" âyetini açıklarken: “Onlara: «Tamam. İsteğiniz bu gün yanımızda yoktur. Eğer bize bir şey gelirse payınızı ayıracağız» gibi yumuşak sözler söyle, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “Onlara yumuşak bir söz söyle" âyetini açıklarken: “Onlara: «Allah size de, bize de versin. Allah bizi sizinle bereketli kıldı» gibi güzel sözler söyle, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Onlara yumuşak bir söz söyle" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Onlara: «İnşallah (olur da veririm)» dersin. Süfyan: “Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) inşallah demesi borç demektir" dedi. 29"Eli sıkı olma, büsbütün elî açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın" Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Seyyâr Ebu'l-Hakem der ki: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) Irak'tan kumaş getirilmişti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) cömertliğinden dolayı bu. kumaşı insanlar arasında taksim etti. Bu sırada bedevilerden Bir kavim geldi ve: “Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip ondan bir şeyler isteyelim" dediler. Onlar dağıtımın bitmiş olduğunu görünce Yüce Allah: “Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın" âyetini indirdi. Burada da eli sıkı olmadan kasıt cimriliktir. Eli açık olma ifadesi ise insanların seni kınamaması için elindeki her şeyi vermek, mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Minhâl b. Amr der ki: “Kadının biri oğlunu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) göndererek: “Ona: “Bana giyecek elbise ver" de" dedi. (Kadının oğlu gidip Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) elbise istediğinde) Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Yanımda sana verecek bir elbise yoktur" buyurdu. (Durum böyle olunca) kadın oğluna: “Bir daha Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) giderek: «Bana kendi gömleğini ver» de" dedi. O da Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) üzerindeki gömleğini isteyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gömleği çıkarıp kendisine verdi. Bunun üzerine: “Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın" âyeti nâzil oldu. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: Çocuğun biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Annem senden filan filan şeyi istiyor" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “İstediğin şey bu gün yanımızda yoktur" buyurunca çocuk: “Annem üzerindeki gömleği bana vermeni istiyor" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gömleğini çıkararak ona verdi ve çıplak olduğu için de evden dışarı çıkamadı. Bunun üzerine Yüce Allah: “Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın" âyetini indirdi. İbn Merdûye'nin, Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) eliyle vurarak Hazret-i Âişe'ye: “Elimdeki her şeyi infak et" buyurdu. Hazret-i Âişe: “O zaman elimizde bir şey kalmaz" cevabını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu üç defa tekrarladı. Bunun üzerine Yüce Allah: “Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın" âyetini indirdi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Eli sıkı olma..."âyetini açıklarken: “Burada cimrilik kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın" âyetini açıklarken: “Nafaka verirken eli sıkı biri veya saçıp savurarak eli büsbütün açık biri olma. Yoksa kişi geçmiş malından dolayı: «Malımın tümü gitti» diyerek kendi nefsini kınar" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın" âyetini açıklarken: “Yüce Allah kişiye israfı ve cimriliği yasaklamıştır" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın" âyetini açıklarken: “İnsanların yanında çaresiz ve kınanmış bir şekilde kalırsın, mânâsındadır" dedi. Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesinin anlamı nedir?" diye sorunca, İbn Abbâs: “Burada kişinin utanması kastedilmektedir" dedi. Nâfi': “Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi: “Evet bilirler. Şairin: "Araplardan soylu ve cömert biri öldüğü zaman Atlarının bile makgup olduğunu görürsün o an " dediğini İşitmez misin?"! Beyhakî'nin Şuab'da Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Maişette tutumlu olmak, bir kısım ticaretlerden daha hayırlıdır" buyurmuştur. İbn Adiy ve Beyhakî'nin Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “İnsanın maişetini düzeltmesi fakih olduğunun işaretidir. Sana yetecek kadar dünyayı istemen, dünya ' sevgisi değildir" buyurmuştur. İbn Adiy ve Beyhakî'nin Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Maişetinde tutumlu olman, fakih olduğunun işaretidir" buyurmuştur. Beyhakî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Harcamada tutumlu olmak, maişetin yarısıdır" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Beyhakî'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “îktisad eden (tutumlu) kişi fakir düşmez" buyurmuştur. İbn Adiy ve Beyhakî'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Tasarruflu olan kişi, asla fakir düşmez" buyurmuştur. Beyhakî'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Şebîb der ki: “İffetle (kimseye avuç açmamak ile) beraber olan olumlu tedbir, israfla beraber olan zenginlikten daha hayırlıdır" derlerdi. Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mutarrif: “Her şeyin en güzeli orta halli olanıdır" demiştir. Deylemî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Tedbir maişetin, sevgi aklın, üzüntü ise ihtiyarlığın yarısıdır. Çocukların azlığı ise iki kolaylıktan birisidir" buyurmuştur. Ahmed'in Zühd'de Yûnus b. Ubeyd'den bildirir: “Denilir ki, insanlara karşı sevgi ile dolmak aklın, güzel soru sormak ilmin yarısıdır. Geçimde tutumlu olmak ise senin yerine rızkın yarısını tedarik eder." 30"Şüphesiz Rabbin, dilediğine rızkı bol bol verir ve dilediğine kısar. Çünkü O, gerçekten kullarından haberdardır ve onları görmektedir" İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd der ki: “Sonra Yüce Allah bize ne yapacağını haber verip: “Şüphesiz Rabbin, dilediğine rızkı bol bol verir ve dilediğine kısar..." buyurdu. Sonra onlara rızkından bolca vermiş olsa da bu vermeyle rızkından hiçbir şey eksiltmeyeceklerini bildirmiştir. Yüce Allah bunu insanların menfaati için böyle yapmaktadır. "Allah, kullarına (tümüne birden) rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde mutlaka azgınlık ederlerdi. Fakat O, rızkı dilediği ölçüde indirir. Şüphesiz O, kullarından hakkıyla haberdardır ve onları hakkıyla görendir" âyetini açıklarken: “Bedeviler kendilerine bolca rızık verildiği zaman öfkeyle birbirlerini öldürürler ve aralarına fesat düşerdi. Kuraklık olduğu zamanda ise öyle bir şey yapmazlardı" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Şüphesiz Rabbin, dilediğine rızkı bol bol verir ve dilediğine kısar..." âyetini açıklarken: “Yüce Allah kuluna bakar ve zenginlik onun için hayırlı bir şey ise onu zengin eder. Eğer onun için fakirlik daha hayırlıysa onu fakir eder" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti açıklarken: “Allah, bazı kişilere rızkı tuzak olarak verirken bazı kişilkere de hayır olarak verir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “Kur'ân'daki her (.....) ifadesi azaltır, mânâsındadır" dedi. 31"Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız. Onları öldürmek gerçekten büyük bîr günahtır." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildirdiğine göre Katâde: “Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Fakirlikten korkarak çocuklarınızı öldürmeyin. Cahiliye zamanında fakirlikten korkarak kız çocuklarını öldürürlerdi. Allah onlara bu âyetle öğüt vermiş ve kendileriyle beraber çocuklarının da rızıkının kendisine ait olduğunu haber vererek: (.....) buyurmuştur. Ayrıca onları öldürmenin büyük bir günah olduğunu da bildirmiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “ âyetini açıklarken: “Burada ihtiyaç ve fakirlik korkusu kastedilmektedir" dedi. Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: “Bana: (.....) âyetini açıkla" deyince: “Burada ihtiyaç ve fakirlik korkusu kastedilmektedir" dedi. Nâfi': “Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: “Evet bilirler. Şairin: "Ben fakirlere karşı kerem sahibi biriyim Misafirlerime kızarmış et hazırlayan kişiyim" dediğini işitmez misin?" İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: “Günahtır mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuştur. Ahmed ve Ebû Ya'lâ'nın Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kimin üç kızı veya üç kız kardeşi olur da Allah'tan korkarak onlara hakkıyla bakarsa benimle beraber Cennette şöyledir" buyurdu ve dört parmağıyla işaret etti. Ahmed ve İbn Menî'nin Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kimin üç kız kardeşi olur da onların yiyeceklerini karşılayıp onlara merhamet edip himayesinde tutarsa Cennet ona vacip olur" buyurdu. "Yâ Resûlallah! İki kız da olsa durum aynı mıdır?" denilince: “Evet, aynıdır" buyurdu. Ahmed ve Tirmizî'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kimin üç kızı veya üç kız kardeşi veya iki kızı veya iki kız kardeşi olur da Allah'tan korkarak onlara hakkıyla bakarsa mutlaka Cennete girer" buyurmuştur. Ahmed, Taberânî ve Hâkim, Surâka b. Mâlik'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: “Ey Surâka! Sana en üstün sadakayı söyleyeyim mi?" buyurunca, ben: “Söyle yâ Resûlallah!" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Geri dönüp yanına gelen ve senden başka onu geçindirecek kimsesi olmayan kızına bakmandır" buyurdu. 32"Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “Zinaya yaklaşmayın..."âyetini açıklarken: “Bu âyet nâzil olduğu zaman daha hadler (şeri cezalar) yoktu. Bu âyetten sonra Nur Sûresi'nde hadler belli oldu" dedi. Ebû Ya'la ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b bu âyeti: (.....) (=Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur. Ancak tövbe edenler için Allah bağışlayıcı ve merhametlidir) şeklinde okudu. Bu şekilde okuduğu Ömer'e zikredilince yanına gidip konuyu kendisine sordu. Ubey b. Ka'b: “Sen Nakî'de alışverişle uğraşırken bu sözü bizzat Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ağzından işittim" dedi. İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildirir: “Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iştir..." âyeti konusunda, Hasan'ın bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kul zina ettiği zaman mümin olarak zina etmez. Soygun yaptığı zaman mümin olarak soygun yapmaz. Hırsızlık ettiği zaman mümin olarak hırsızlık etmez. İçki içtiği zaman mümin olarak içki içmez. Hainlik ettiği zaman mümin olarak hainlik etmez" buyurdu. "Yâ Resûlallah! Vallahi, biz kişinin bunları mümin olarak yaptığını düşünüyorduk" denilince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kişi bunlardan bir şeyi yaptığı zaman iman kalbinden çıkarılır. Eğer tövbe ederse Allah tövbesini kabul eder" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Buhârî ve Müslim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Zani zina ettiği zaman mümin olarak zina etmez. Hırsız hırsızlık ettiği zaman mümin olarak hırsızlık etmez. İçki içtiği zaman mümin olarak içki içmez. Hiçbir şerefli kişi müminlerin gözü önünde bir şeyi mümin olarak soyup talan etmez" buyurdu. Ebû Dâvud, Hâkim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kişi zina ettiği zaman iman kendisinden çıkar ve üzerinde gölge gibi durur. O işi bitirdiği zaman iman tekrar kendisine döner" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre: “İman masiyetlerden uzak bir şeydir ki, zina eden kişiyi terk eder. Bu yüzden kendi nefsini kınayıp ta bu işten geri dönen kişiye de tekrar geri döner" dedi. Beyhakî ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “iman, Allah'ın dilediği kişiye giydirdiği bir gömlektir. Kul zina ettiği zaman iman gömleği üzerinden çıkarılır. Tövbe ettiği zaman da tekrar kendisine giydirilir" buyurdu. Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Sâlih, Ebû Hureyre'ye, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Zani kişi mümin olarak zina etmez" âyetini sorup: “O anda iman kişinin neresinde olur?" deyince, Ebû Hureyre elini başınının üzerine götürerek: “Şurasında olur. Tövbe edince de iman kendisine geri döner" karşılığını verdi. İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs yabancı olan kölelerine İkrime, Sumey', Kureyb gibi Arapça isimler koyar ve: “Evlenin, çünkü kul zina ettiği zaman imanın nuru ondan alınır. Daha sonra Allah imanın nurunu ona geri döndürür veya döndürmez" derdi. Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Kureyş gençleri! Cinsel organlarınızı zinadan koruyun. Allah kimin organını korursa o kişi mutlaka Cennete girer" buyurmuştur. Taberânî, Hâkim ve Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bir toplumda zina ve faiz açıktan yapılır olduğu zaman o toplum Allah'ın Kitâb'ındaki cezayı hak etmiş olur" buyurmuştur. Hâkim'in lafzı: “Allah'ın azabını hak etmiş olur" şeklindedir. Buhârî Târih'te, Kudâî, İbn Adiy ve Beyhakî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Zina, fakirlik getirir" buyurmuştur. Hâkim'in Bureyde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bir toplum ahdi bozduğu zaman mutlaka aralarında savaş başlar. Yine bir toplumda fuhuş zuhur ettiği zaman Allah o topluma mutlaka ölümü musallat eder. Zekâtı men eden topluma da Allah mutlaka yağmuru keser" buyurmuştur. Ahmed ve İbn Ebi'd-Dünyâ'nın, Heysem b. Mâlik et-Tâyî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah katında şirkten sonra gelen en büyük günah, kişinin helâli olmayan bir rahme nutfesini bırakmasıdır" buyurdu. Ahmed'in, Amr b. el-Âs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bir toplumda fuhuş zuhur ettiği zaman o toplum mutlaka kuraklık yaşar. Yine bir toplumda rüşvet zuhur ettiği zaman o toplum mutlaka bir korkuya maruz kalır" buyurmuştur. Hakîm et-Tirmizî'nin Nevâdiru'l-Usûl'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Kul zina ettiği zaman mutlaka imanın nuru kendisinden alınır. Sonra (Allah) dilerse onu kendisine döndürür, dilemezse döndürmez" dedi. Hakîm et-Tirmizî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Zani zina ettiği zaman mümin olarak zina etmez. Hırsız hırsızlık ettiği zaman mümin olarak hırsızlık etmez. Kişi içki içtiği zaman mümin olarak içki içmez ve mümin olarak hiç kimseyi öldürmez. Kişi öyle bir şey yaparsa gömleği üzerinden çıkarılır gibi imanın nuru kendisinden çıkarılır. Eğer tövbe ederse Allah tövbesini kabul buyurur. " Ahmed, Müslim, Nesâî ve Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: “Üç kişi vardır ki, Yüce Allah onları kıyamet gününde konuşturmayacak, temize çıkarmayacak ve onlara rahmet bakışıyla bakmayacaktır. Onlar için şiddetli bir azap vardır. Bunlar zina eden ihtiyar, yalancı idareci ve kibirli fakirdir." İbn Ebî Şeybe'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Zani zina ettiği zaman mümin olarak zina etmez. Hırsız hırsızlık ettiği zaman mümin olarak hırsızlık etmez. İçki içtiği zaman mümin olarak içki içmez" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe'nin, Usâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Benden sonra ümmetimde erkeklere, kadınlardan daha büyük bir fitne bırakmadım" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Daha önceki küfür edenlerin küfrü mutlaka kadınlar sebebiyledir. Bundan sonrâ kalanların küfrü de yine kadınlar sebebiyle olacaktır" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebân b. Osman: “Zina edenler kıyamet gününde cinsel organlarının kötü kokusuyla belli olur" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Salih: “Bana nakledildiğine göre Cennet ahalisinin günahkarlarının çoğu kadınlardır" demiştir. 33"Haklı bîr sebep olmadıkça, Allah'ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. Kim haksız yere öldürülürce, biz onun velîsine yetki vermişizdir. Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede meşru ölçüleri aşmasın. Çünkü kendisine yardım edilmiştir" İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: “Haklı bir sebep olmadıkça, Allah'ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine yetki vermişizdir. Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede meşru ölçüleri aşmasın. Çünkü kendisine yardım edilmiştir" âyetini açıklarken şöyle dedi: Bu, Mekke'de olan bir şeydi ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) orada bulunmaktaydı. Bu da Kur'ân'da öldürme hakkında inen ilk âyettir. Mekke halkının müşrikleri Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabını pusuya düşürüp öldürüyordu. Bunun üzerine Yüce Allah: “Müşriklerden sizi öldürenlerin öldürmesi, babalarını veya kardeşlerini veya aşiretlerinden birini öldürmenize sebep olmasın. Müşrik te olsalar katilinizden başkasını öldürmeyin. Bu, Berâe (Tevbe) Suresi inmeden ve müşriklerle savaşmanın emredilmesinden önceydi. "Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede meşru ölçüleri aşmasın..." âyeti da bunu göstermektedir ve katilinizden başka birini öldürmeyin, denilmektedir. Bu günde Müslümanlar için aynı şekildedir. Onlara katillerinden başkasının öldürmeleri helal değildir." Beyhakî Sünen'de Zeyd b. Eslem'den bildiriyor: Cahiliye döneminde kişi kavimden birini öldürdüğü zaman öldürülen kişinin yerine şerefli birini öldürmedikçe razı olmazlardı. Katil şerefli biri değilse onu öldürmezler ve yerine başkasını öldürürlerdi. Bu konuda Yüce Allah'ın: “Haklı bir sebep olmadıkça, Allah'ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine yetki vermişizdir. Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede meşru ölçüleri aşmasın" buyruğuyla öğütlenmişlerdir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in el-Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine yetki vermişizdir..." âyetini açıklarken: “Bu Allah'ın indirmiş olduğu bir delildir. Maktülün velisi ister kısas uygular isterse diyet alır. Bu onun hakkıdır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede meşru ölçüleri aşmasın..." âyetini açıklarken: “Öldürmekte ileri gitmesin (öldürdükten sonra uzuvlarını kesmesin) mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede meşru ölçüleri aşmasın..." âyetini açıklarken: “Maktülün velisi ancak katili öldürebilir" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre Talk b. Habîb: “...Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede meşru ölçüleri aşmasın..." âyetini açıklarken: “Katilden başkasını öldürmesin ve uzuvlarını kesmesin, mânâsındadır" dedi. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede meşru ölçüleri aşmasın..." âyetini açıklarken: “Bir kişiye karşı iki kişiyi öldürmesin, mânâsındadır" dedi. îbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “.. .Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede meşru ölçüleri aşmasın..." âyetini açıklarken: “Katilden başkasını öldürmesin, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde; "...Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede meşru ölçüleri aşmasın..." âyetini açıklarken: “Demirle öldüren demirle, sopayla öldüren sopayla ve taşla öldüren taşla öldürülür. Katilden başkası da öldürülmez" dedi. İbn Ebî Şeybe, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin, Şeddâd b. Evs'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah her şeyi güzelce (ölçülü) yapmayı emretmiştir. Öldürdüğünüz zaman (bile) öldürmeyi güzelce yapın. Kestiğiniz zaman da kesmeyi hakkıyla yapın" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud ve İbn Mâce'nin, İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Öldürmede en merhametli olan iman ehlidir" dedi. İbn Ebî Şeybe ve Ebû Dâvud'un bildirdiğine göre Semure b. Cündüb ve İmrân b. Husayn: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) müsleyi (yani öldürdükten sonra maktülün organlarını kesmeyi) yasaklamıştır" dediler. İbn Ebî Şeybe'nin, Ya'la b. Murra'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah: «Kullarıma müsle yapmayın» buyurmuştur" dedi. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede meşru ölçüleri aşmasın. Çünkü kendisine yardım edilmiştir" âyetini açıklarken: “İdareci kişi mazluma hakkını zalimden alıncaya kadar yardım eder. İdarecinin yardımı olmadan kendi hakkını alan kişi, Allah'ın hükmüne razı olmayan asi ve savurgan bir kişidir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Çünkü kendisine yardım edilmiştir" âyetini açıklarken: “Öldürülen kişi tarafına yardım edilmiştir, mânâsındadır" dedi. Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Kisâî: “Ubey b. Ka'b'ın kıraati: (.....) şeklindedir" dedi. Taberânî ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Bu adam yani Osman hakkındaki olaylar cerayan ettiğinde Hazret-i Ali'ye: “Bir kenara çekil. Eğer bir deliğe girecek olsan bile çıkarılıncaya kadar takip edileceksin" dedim. Ancak Ali bana karşı geldi. Allah'a yemin ederim ki, Muâviye mutlaka size vali olacaktır. Zira Yüce Allah: “Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine yetki vermişizdir. Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede meşru ölçüleri aşmasın. Çünkü kendisine yardım edilmiştir" buyurmaktadır. 34"Rüştüne erîşînceye kadar, yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın, verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü söz (veren sözünden) sorumludur." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “Rüştüne erişinçeye kadar, yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Eğer onlarla bir arada yaşarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir..." âyeti nâzil olana kadar Müslümanlar mallarını, yemeklerini ve merkeplerini, yetimlerin mallarına, yemeklerine ve merkeplerine karıştırmazlardı." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü söz (veren sözünden) sorumludur" âyetini açıklarken: “Bu âyet indiği gün kişi verdiği sözden soruluyor ve sonra Cennete giriyordu. Bu sebeple Yüce Allah: “Şüphesiz, Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların âhirette bir payı yoktur" buyurdu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü söz (veren sözünden) sorumludur" âyetini açıklarken: “Allah ahdini bozanlara niçin bozduklarını soracaktır" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü söz (veren sözünden) sorumludur" âyetini açıklarken: “Allah kendisine ahdedip te ahidlerini bozan kişilere niçin ahidlerini bozduklarını soracaktır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Meymûn b. Mihrân der ki: “Üç şey vardır ki bunlar iyilere de, facirlere de ödenir. İyiye karşı da, facir kişiye karşı da verilen söz yerine getirilir" dedi ve: “Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü söz (veren sözünden) sorumludur" âyetini okudu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ka'b'ul-Ahbâr der ki: “Biatini bozan kişinin biati, kendisi ve Cennet arasında bir perdedir (ancak kişi biatini bozarak bu perdeyi kaldırır). Bu ümmet biatlarını bozmakla helak olacaktır" dedi. 35"Ölçtüğünüzde ölçmeyi tam yapın, doğru terazi ile tartın. Bu daha hayırlı, sonuç bakımından daha güzeldir" İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Ölçtüğünüzde ölçmeyi tam yapın, doğru terazi ile tartın. Bu daha hayırlı, sonuç bakımından daha güzeldir" âyetini açıklarken: “Burada yapılan ölçü ve tartıdan kasıt başkasına yapılan ölçü ve tartıdır. Rumca'da mizan (ölçü) kıstas'tır. Verilecek şeyi tartarak ve ölçerek vermek, eksik vermekten daha hayırlıdır. Bu sonuç olarak daha iyidir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Bu daha hayırlı, sonuç bakımından daha güzeldir" âyetini açıklarken şöyle dedi: Bu sevap ve ceza olarak daha hayırlı olandır. Bize nakledildiğine göre İbn Abbâs: “Ey dostlar! Siz insanların kendisiyle helak olduğu iki şeyden sorumlu tutuldunuz. Bunlardan biri ölçü, biri de tartıdır" dedi. Yine bize zikredildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kişinin haram işlemeye gücü yettiği halde içindeki Allah korkusundan dolayı işlemezse, Yüce Allah mutlaka âhiretten önce dünyada iken süratle o terk etmiş olduğu şeyden daha hayırlısını verir" buyurmuştur. Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Kıstas, Rumca'da adalet anlamındadır" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre. Katâde: “Doğru terazi ile tartın..." âyetini açıklarken: “Adaletle tartın, mânâsındadır" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: “Doğru terazi ile tartın..."âyetini açıklarken: “Burada kantar kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Doğru terazi ile tartın..." âyetini açıklarken: “Burada kantar kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Doğru terazi ile tartın..." âyetini açıklarken: “Burada demir tartı kastedilmektedir" dedi. 36"Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur" İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Peşine düşme..." ifadesini açıklarken: “Bilgi sahibi olmadığın şeyin hakkında bir şey söyleme, mânâsındadır" dedi. İbn Cerir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme..." âyetini açıklarken: “Bilgin olmayan bir konuda hiç kimseye suçlamada bulunma, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbnu'l- Hanefiyye: “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme..." âyetini açıklarken: “Burada yalancı şahitlik kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bu âyet iftira hakkındadır. Bu âyet nâzil olduğu gün iftira suçuna karşılık bir ceza yoktu. Daha önce kişinin bu suçtan dolayı olan cezası kıyamet gününe bırakılırdı. Sonra iftira âyeti nâzil oldu ve cezasının seksen kırbaç olduğunu bildirildi." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: “...Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur" âyetini açıklarken: “Kişinin kulakları ve gözleri kendisine şahitlik edecektir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme..." âyetini açıklarken: “İşitmediğin halde «işittim», görmediğin halde «gördüm» deme. Zira Yüce Allah bütün bunlardan seni hesaba çekecektir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Amr b. Kays: “...Bunların hepsi ondan sorumludur" âyetini açıklarken: “Kıyamet gününde kulağa: «İşittin mi?» denilecek. Göze de: «Gördün mü?» diye sorulacaktır. Kalbe de aynı şekilde sorulacaktır" dedi. Firyâbî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Bunların hepsi ondan sorumludur" âyetini açıklarken: “Kıyamet gününde onlara (uzuvlara): «Öyle mi oldu yoksa başka şekilde mi?» diye sorulacaktır" dfedi. Hâkim'in Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim Müslüman bir kişiyi haksız yere bir kelimeyle olsa'bile ayıplarsa, Allah onu kıyamet gününde o kelimeyle cehennemde ayıplar " buyurmuştur. Taberânî'nin, Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Her kim Müslüman kişi hakkında gerçek olmayan bir haberi yayarsa, Allah'ın onu dediğini ispat edinceye kadar Cehennemde azaplandırması hak olur" buyurmuştur. Ebû Dâvud ve İbn Ebi'd-Dünyâ'nın es-Samt'ta Muâz b. Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim mümin bir kişiyi münafık birinden korursa, Allah onun etini Cehennem ateşinden koruyacak bir melek gönderir. Kim de bir müslümanı ayıplamak için karalarsa Allah bu kişiyi söylediklerinden geri dönünceye kadar Cehennem köprüsü üzerinde tutar" buyurmuştur. 37"Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Çünkü sen asla yeri yaramazsın ve boyca da dağlara erişemezsin" İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme..." âyetini açıklarken: “Yeryüzünde kibirle böbürlenerek yürüme. Ne kadar kibirlenip böbürlensen boyca dağlara erişemez ve asla yeri yaramazsın" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ Tevazu'da Yuhannes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ümmetim kibirlenip böbürlenerek yürüdüğü ve Persler ile Kumların kendilerine hizmet ettiği zaman bir kısmı bir kısmına musallat edilir" buyurmuştur. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre İbn Ömer böbürlenerek yürüyen birini görünce: “Muhakkak ki şeytanın kardeşleri vardır" derdi. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Halid b. Ma'dân: “Kibirlenerek yürümekten sakının. Zira kişinin uzuvları içinde en çok elleri münafıklık eder" dedi. 38"Bütün bu sayılanların kötü olanları, Rabbinin katında sevimsiz şeylerdir" İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abdullah b. Kesîr bu âyeti: (.....) şeklinde tek olarak okuyup: “Yasaklanan bu şeylerin tümü kötü şeylerdir" derdi. 39"Bunlar, Rabbinin sana vahyettiği bazı hikmetlerdir. Allah ile birlikte başka ilâh edinme. Sonra kınanmış ve Allah'ın rahmetinden kovulmuş olarak cehenneme atılırsın" İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Tevrat'ın tamamı İsrâ Sûresinin on beş âyetinden ibarettir" dedi ve: “Allah ile birlikte başka ilâh edinme..."âyetini okudu. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ali (b. Ebi Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: “Kovulmuş olarak, mânâsındadır" dedi. 40Bkz. Ayet:42 41Bkz. Ayet:42 42"Rabbiniz erkek çocukları size seçip ayırdı da kendisine meleklerden kız çocukları mı edindi? Gerçekten çok büyük bir söz söylüyorsunuz. Andolsun biz, onlar düşünüp öğüt alsınlar diye (gerçekleri) bu Kur'ân'da değişik biçimlerde açıkladık. Fakat bu, onların ancak kaçışlarını artırıyor. De ki: “Eğer onların iddia ettiği gibi, Allah'la beraber (başka) ilâhlar olsaydı, o zaman o ilâhlar da Arş'ın sahibine ulaşmak için elbette bîr yol ararlardı." Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “...Kendisine meleklerden kız çocukları mı edindi..." âyetini açıklarken: “Yahudiler: «Kızlar cinlerin çocuklarıdır» dediler" dedi. "De ki: “Eğer onların iddia ettiği gibi, Allah'la beraber (başka) ilâhlar olsaydı, o zaman o ilâhlar da Arş'ın sahibine ulaşmak için elbette bir yol ararlardı" âyeti hakkında ise: “Eğer Allah'la beraber başka ilahlar olsaydı, Allah'ın kendilerine olan üstünlüğünü bilirler ve dedikleri gibi olmadığını bilmekle beraber kendilerini Allah'a yaklaştıracak yollar ararlardı" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Arş'ın sahibine ulaşmak için elbette bir yol ararlardı" âyetini açıklarken: “Burada Allah'ın mülkünü almak için bir yol ararlardı, mânâsındadır" dedi. 43Allah, onların söyledikleri şeylerden çok büyük bir yükseklikle münezzehtir. 44"Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah'ı tespih ederler. Her şey O'nu hamd ile tespih eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız. O, halîm'dir, çok bağışlayandır." Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebû Nuaym Hilye'de ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Abdurrahman b. Kurt'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi Mescidü'l-Aksa'ya götürüldüğü zaman Cibrîl sağında Milkâil ise solundaydı. Yüksek semalara varıncaya kadar kendisiyle uçtular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) geri döndüğü zaman semalarda birçok tesbihle beraber bir tesbih işittiğini söyledi. Yüksek semalar heybet sahibi Yüce'den korkularından dolayı: “Yücelerin en yücesini eksikliklerden tenzih ederim" şeklinde tesbih ediyordu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Lût b. Ebî Lût der ki: Bana nakledildiğine göre dünya semalarının tesbihi şöyledir. Birinci semanın tesbihi: “Sübhâne Rabbiye'l-A'Iâ (=En Yüce Rabbimizi eksikliklerden tenzih ederim) şeklindedir. İkinci semanın tesbihi: “Sübhânehu ve-teâle (=Yüce olanı eksikliklerden tenzih ederim) şeklindedir. Üçüncü semanın tesbihi: “Sübhânehu ve-bihamdihi (=Allah'a hamd ve tesbih ederim) şeklindedir. Dördüncü semanın tesbihi: “Sübhânehu Lâ havle vela kuvvete illa bihi (=Kendisinden başka kimsede güç ve kuvvet olmayanı eksikliklerden tenzih ederim) şeklindedir. Beşinci semanın tesbihi: “Sübhâne Muhyi'l-mevtâ ve-huve alâ külli şey'in kadîr (=Ölü!eri dirilten ve her şeye gücü yeteni eksikliklerden tenzih ederim) şeklindedir. Altıncı semanın tesbihi: “Sübhâne Meliku'l-Kuddûs (=Her şeyin ve mülkün sahibini eksikliklerden tenzih ederim) şeklindedir. Yedinci semanın tesbihi: “Sübhânellezî melee's-semâvâti's-seb'a ve'l- aradîne's-seba izzeten ve ve kâra (=Yedi kat gökyüzünü ve yedi kat yeryüzünü izzet ve heybetle dolduranı eksikliklerden tenzih ederim) şeklindedir. İbn Merdûye'nin, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbıyla beraber oturmuşken bir gürleme sesi işitti ve: “Gökyüzü gıcırdadı ve gıcırdaması haktır" buyurdu. Ashâb: “Bu gıcırdama nedir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Gökyüzü gürledi ve gürlemesi de haktır! Muhammed'in canı elinde olana yemin olsun ki, onda bir karışlık bir yer yoktur ki, mutlaka orada Allah'ı hamd ile tesbih eden bir melek olmasın" buyurdu. İbn Merdûye'nin, Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: (.....) lafzıyla, (te) harfi ile okumuştur. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Azame'de Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Nuh'un oğluna emretmiş olduğu bir şeyi size haber vereyim mi? Nuh oğluna şöyle dedi: «Ey oğlum! Sana: «Sübhânallah (=Allah'ı eksikliklerden tenzih ederim)» demeni emrediyorum. Çünkü bu halkın kendisiyle rızıklandığı duası ve tesbihidir. Yüce Allah: «Her şey O'nu hamd ile tespih eder»buyurmaktadır.» Ahmed ve İbn Merdûye'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Nuh vefat edeceği zaman iki oğluna: «Size Allah'ı hamd ederek tesbih etmenizi emrediyorum. Çünkü bu her şeyin kendisiyle rızıklandığı gibi her şeyin duasıdır» dedi."' İbn Merdûye ve Ebû Nuaym'ın Fadlu'd-Dîk'te Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Horozun ötmesi namazı, kanatlarını çırpması da rükusu ve secdesidir" buyurup: “...Her şey O'nu hamd ile tespih eder..."âyetini okudu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Bir münadi gökyüzünden: «Allah'ı zikredin ki, Allah da sizi zikretsin» diye nida eder. Bunu horozlardan işiten ilk horoz ötmeye başlar. Bu da onun tesbih şeklidir." . Azame'de Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayvanların yüzlerine vurmayın. Çünkü her şey Allah'ı hamd ile tesbih etmektedir" buyurmuştur. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hazret-i Ömer: “Hayvanların yüzlerine vurmayın. Çünkü her şey Allah'ı hamd ile tesbih etmektedir" dedi. Ahmed'in Muâz b. Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bineklerinin üzerinde oldukları halde durup muhabbet eden bir grupla karşılaştı ve: “Bu bineklerinize güzel bir şekilde binin ve onları güzel bir şekilde geri bırakın. Onları yollarda ve çarşılarda muhabbet için kürsüler edinmeyin. Nice binilen hayvan vardır ki, kendisine binen kişiden daha hayırlıdır ve Allah'ı ondan daha çok zikretmektedir" buyurdu. İbn Merdûye'nin Amr b. Abese'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Güneş çıktığı zaman şeytanlar ve akılsızlar dışında Allah'ın yaratmış oduğu şeylerden gölgesi olan her şey mutlaka Allah'ı tesbih eder" buyurmuştur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Umâme: “Kul, Allah'ı bir defa tesbih ettiği zaman, mutlaka Allah'ın yaratmış olduğu her şey hamd ile tesbih eder. Zira Yüce Allah «Her şey O'nu hamd ile tespih eder» buyurmaktadır" dedi; İbn Merdûye'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Karıncalar Allah'ı tesbih eder" buyurmuştur. Buhârî Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Karıncanın biri bir peygamberi ısınnca bu peygamber karınca yuvasının yakılmasını emretti. Bunun üzerine Yüce Allah -kendisine: «Bir karınca yüzünden ümmetlerden tesbih eden bir ümmeti yaktın» diye vahyetti" buyurmuştur. Nesâî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kurbağaları öldürmeyi yasakladı ve: “Onların sesleri tesbihtir" buyurdu. Ebu'ş-Şeyh el-Azame'de ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Her şey O'nu hamd ile tespih eder" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Ekin tesbih eder ve ecri sahibinindir. Elbise tesbih eder ve kir, sahibine: “Eğer mümin isen beni yıka, der." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Kubeyl: “Ekin tesbih eder, sevabı da onu eken kişinindir" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Eşek ve köpek dışındaki her şey Allah'ı tesbih eder" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: “Her şey O'nu hamd ile tespih eder" âyetini açıklarken: “Direk ve ağaç Allah'ı tesbih eder" dedi. Saîd b, Mansûr, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: “Kişi kendi bineğinde ve giysisinde kusur bulmasın. Zira her şey Allah'ı hamd ile tesbih etmektedir" dedi. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Hatîb'in bildirdiğine göre Ebû Salih: “Kapının gıcırdaması bile Allah'ı tesbihtir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Ğâlib eş-Şeybânî: “Denizin sesi tesbihi, dalgaları ise namazıdır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre en-Nehaî: “Yiyecek Allah'ı tesbih eder" dedi. İbn Ebî Şeybe, Ahmed Zühd'de ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Meymûn b. Mihrân der ki: “Ebû Bekr es-Sıddık'a kanatları gür bir karga getirilince: “Her avın avlanması ve her dalın kesilmesi mutlaka tesbihten geri kaldığı için olmuştur" diyerek karganın kanatlarını açmaya başladı. İbn Râhûye'nin Müsned'de Zührî vasıtasıyla bildirdiğine göre Ebû Bekr es- Sıddık'a kanatlan gür bir karga getirilince: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Her avın avlanması, her dal ve kökün kesilmesi mutlaka tesbihten geri kaldıkları için olmuştur» buyurduğunu işittim" dedi. Ebû Nuaym Hilye'de ve İbn Merdûye'nin. Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Her avın avlanması ve her kökün kesilmesi mutlaka tesbihten geri kaldıkları için olmuştur" buyurmuştur. İbn Merdûye'nin, İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Gökyüzündeki kuşlar ve sudaki balıklar Allah'ın kendilerine farz kılmış olduğu tesbihten geri kalmadıkları müddetçe avlanmazlar" buyurdu. Ebu'ş-Şeyh'in, Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yakalanan her kuş ve her balık, ancak tesbihten geri kalmaları sebebiyle yakalanmıştır" buyurdu. Ebu'ş-Şeyh'in, Yezîd b. Mersed'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Avlanan her kuş ve her balık, ancak Allah'ı tesbihten geri kalmaları sebebiyle avlanmıştır" buyurdu. İbn Asâkir'in, Yezîd b. Mersed vasıtasıyla Ebu Ruhm'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Karada ve denizde avlanan her av, ancak tesbihten geri kalmaları sebebiyle avlanmıştır" buyurdu. Ukaylî Duafâ'da, Ebu'ş-Şeyh ve Deylemî'nin, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayvan ölümlerinin tümüm, yerdeki bitkilerin yok oluşu, bitlerin, pirelerin, çekirgelerin, atların, katırların, bütün hayvanların, ineklerin ve başka şeylerin ecelleri tesbihlerindedir. Tesbihleri bittiği zaman Allah onların canlarını alır. Bunların üzerinde ölüm meleğinin bir şeyi (hükmü) yoktur" buyurmuştur. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Her şey O'nu hamd İle tespih eder" âyetini açıklarken: “Kendisinde can bulunan her şey, ağaç ve başka şeyler buna dahil Allah'ı tesbih ederler" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “Her şey O'nu hamd ile tespih eder" âyetini açıklarken: “İlk özünde olarak ölen her şey mutlaka Allah'ı hamd ile tesbih ederek ölür" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Şevzeb: Hasan(-ı Basri) öğrencileriyle beraber bir sofrada oturdu. Oradakilerden biri: “Bu sofra şu anda tesbih etmektedir" deyince, Hasan: “Hayır, her şey kendi aslındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbrâhim(-i Nehai): “Yiyecek Allah'ı tesbih eder" demiştir. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abdullah b. Amr b. el- Âs: “Kurbağaları öldürmeyin, onların sesleri tesbihtir" demiştir. İbn Ebi'd-Dünyâ, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin Şuabu'l- İmân'da bildirdiğine göre Enes b. Mâlik der ki: Dâvud (aleyhisselam) hiç kimsenin, yaratanı kendisinden daha güzel övmediğini düşünüyordu. Kendisi mihrabta havuzun dibinde otururken bir melek gelip: “Ey Dâvud! Kurbağanın ne dediğine bak" deyince, Dâvud (aleyhisselam) sustu ve kurbağayı dinlemeye başladı. Kurbağa, Allah'ı, Dâvud'un (aleyhisselam) methetmediği bir şekilde methediyordu. Melek: “Ne düşünüyorsun ey Dâvud? Kurbağanın ne dediğini anladın mı?" diye sorunca: “Evet, anladım" karşılığını verdi. Bunun üzerine melek: “Ne dedi?" diye sorunca da: “Sonsuz ilmin sayısınca seni hamd ile eksikliklerden tenzih ederim" diye tesbih ediyor. Hayır, beni peygamberi kılana yemin olsun ki, ben Allah'ı bu şekilde övmüyorum" dedi. Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Sadaka b. Yesâr der ki: Dâvud (aleyhisselam) mihrabta iken küçük bir kurt gördü ve yaratılış sebebini düşünerek: “Allah bunu ne için hazırlamış ki?" dedi. Allah kurdu dile getirip: “Ey Dâvud! Kendini mi beğeniyorsun? Allah'ın bana verdiğine karşı, ben Allah'ı sana vermiş olduğu şeylere karşı zikredip şükretmenden daha fazla zikrediyor ve şükrediyorum" dedi. Nitekim Yüce Allah da âyetinde: “Her şey O'nu hamd ile tespih eder" buyurmuştur. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Her şey O'nu hamd ile tespih eder" âyeti, Tevrat'taki bin âyet kadardır. Tevrat'ta: “Dağlar, ağaçlar, şunlar ve şunlar diye Allah'ı tesbih eden şeyler bildirilmektedir" dedi. Ahmed Zühd'de. ve Ebu'ş-Şeyh, Şehr b. Havşeb'den bildiriyor: Dâvud (aleyhisselam) çok ağlayan bir kişiydi. O denize gidip: “Ey deniz! Ben istediği kendisinden kaçamayan kişiden kaçıyorum. Beni suyunda bir damla veya içindeki canlılardan bir canlı veya toprağından bir toprak veya taşlarından bir taş kıl" dedi. Deniz: “Ey istediği kendisinden kaçamayan kişiden kaçan kul! Geldiğin yere geri dön. Çünkü Yüce Allah bende bulunan herşeyi görüp sayan ve bilendir. Ben senin dediğine güç yetiremem" karşılığını verdi. Bunun üzerine Dâvud (aleyhisselam) dağa gitti ve: “Ey dağ! Beni taşlarından bir taş veya toprağından bir toprak veya içinde bulunan şeylerden bir şey kıl" dedi. Dağ: “Ey istediği kendisinden kaçamayan kişiden kaçan kul! Yüce Allah bende bulunan herşeyi görüp sayan ve bilendir. Ben senin dediğine güç yetiremem" karşılığını verdi. Bu defa Dâvud (aleyhisselam) yeryüzüne yani kumluk bir yere gitti ve: “Ey kum! Beni taşlarından bir taş veya toprağından bir toprak veya içinde bulunan şeylerden bir şey kıl" dedi. Yüce Allah kuma olumlu bir cevap vermesini vahyetti. Bunun üzerine kum: “Ey istediği kendisinden kaçamayan kişiden kaçan kul! Amellerin ya Allah'ın rahmetini ümid ederek ya da Allah'dan korkarak olsun. Sonra da Allah hangisini kabul ederse etsin önemseme" cevabını verdi. Bunun üzerine Dâvud (aleyhisselam) denize döndü ve bir saat boyunca namaz kıldı. O arada bir kurbağa: “Ey Dâvud! Sen Allah'ı zikretmiş olduğun bu bir saat içinde senden başka kimsenin Allah'ı zikretmediğini düşünüyorsun. Oysa ben yetmiş bin kurbağayla beraber Allah'ı tesbih ve takdis etmekteyim" dedi. Ahmed ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Dâvud (aleyhisselam) bir gece sabaha kadar namaz kıldı. Sabahladığı zaman içinde bir huzur hissetmişti. Bir kurbağa kendisini çağırarak: “Ey Dâvud! Ben senden daha gayretliydim. Zira sen hafif uyukladın" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in Azame'de bildirdiğine göre Ebû Burde b. Ebî Mûsa: “Bana nakledildiğine göre Allah'ı, şu kırmızı kurttan daha fazla tesbih eden hiçbir şey yoktur" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Toprak Allah'ı tesbih eder. Üzerinde duvar örüldüğü zaman duvar da Allah'ı tesbih eder" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Idrîs el-Havlânî der ki: “Ekin Allah'ı tesbih eder ve sevabı sahibine yazılır" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İkrime: “Eğer (boş bir) evden veya direkten veya duvardan bir ses geldiğini işitirsen bil ki, bu Allah'a tesbih etmeleridir" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hayseme: “Ebu'd-Derdâ bir kazanda yemek yapıyordu. Kazan düşünce onun Allah'ı tesbih ettiğini gördüm" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süleyman b. Muğîre: “Mutarrif evine girip Allah'ı tesbih ettiği zaman ev eşyaları da kendisiyle beraber tesbih ederdi" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Eğer Allah evdeki eşyelarınızın tesbihinden dolayı sizin bazı günahlarınızı bağışlamayacak olsaydı hayatınıza devam edemezdiniz (helak olurdunuz)" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mis'ar: “Eğer Allah yarattıklarının tesbihinden dolayı sizin bazı günahlarınızı bağışlamayacak olsaydı hayatınıza devam edemezdiniz (helak olurdunuz)" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Her şey O'nu hamd ile tespih eder" âyetini açıklarken: “Ruhu olan her şey Allah'ı tesbih eder" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Her şey O'nu hamd ile tespih eder" âyetini açıklarken: “Yaratıkların duası ve tesbihi: «Sübhânallahi vebi-hamdihi (=Allah'ı hamd ile eksikliklerden tenzih ederim) şeklindedir" dedi. Nesâî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: Biz Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı âyetleri bereket, siz ise korkutucu bir şey olarak görürdünüz. Biz bir gün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber iken suyumuz tükenmişti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yanında su kalan birine bakın" buyurdu. Kendisine su getirildiğinde onu bir kaba boşalttı ve elini içine batırdı. Bunun üzerine parmakları arasından sü akmaya başladı. Sonra: “Haydi, Allah'tan gelen temizleyici, mübarek ve bereketli suya gelin" buyurdu. Biz de o sudan içtik. Abdullah: “Su içilirken suyun tesbih ettiğini işitiyorduk" dedi. Ebu'ş-Şeyh Azame'de ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Biz Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber yemek yerdik. Ancak yemek yenilirken yemeğin tesbih ettiğini işitirdik" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Enes der ki: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) tirid yemeği getirilmişti. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu yemek Allah'ı tesbih etmektedir" buyurunca, oradakiler: “Yâ Resûlallah! Onun tesbihini hissediyor musun?" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet, hissediyorum" dedikten sonra bir kişiye: “Bu tabağı şu kişiye yaklaştır" buyurdu. Adam tabağı yaklaştırınca bu kişi: “Evet yâ Resûlallah! Bu yemek Allah'ı tesbih etmektedir" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Tabağı bir başkasına yaklaştır" buyurunca, adam tabağı bir başkasına yaklaştırdı. O da: “Yâ Resûlallah! Bu yemek Allah'ı tesbih etmektedir" dedi. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yemeği geri getir" buyurdu. Ashâbdan bir kişi: “Yâ Resûlallah! Yemeğin herkese yaklaştırılmasını emretseydin olmaz mıydı?" diye sorunca: “Hayır, olmazdı. Çünkü yemek bir kişinin yanında susup tesbih etmeyecek olsaydı: «Bu onun günahından dolayıdır» derlerdi. Onu geri getir" buyurdu ve yemek geri getirildi. Ebu'ş-Şeyh ve Ebû Nuaym'ın Hilye'de bildirdiğine göre Hamza es-Sumâlî der ki: “Muhammed b. Hüseyn b. Ali ötüşen kuşları işitince: “Onların ne dediğini anlıyor musun?" diye sordu. "Hayır, bilmiyorum" dediğimde, o: “Onlar Rablerini tesbih ediyor ve günlük yiyeceklerini istiyorlar" dedi. Hatîb'in bildirdiğine göre Hamza der ki: Ali b. Hüseyn ile beraber iken yanımızdan ötüşen kuşlar geçti. O: “Bu kuşların ne dediğini biliyor musunuz?" diye sorunca: “Hayır, bilmiyoruz" dedik. Bunun üzerine Ali b. Hüseyn şöyle devam etti: “Gaybı bildiğimizi söylemiyorum. Ancak babamın şöyle dediğini işittim: “Müminlerin emiri Ali b. Ebî Tâlib, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Kuşlar sabahladığı zaman Rablerini tesbih ederler ve günlük yiyeceklerini isterler» buyurduğunu söyledi. İşte bu kuşlar da Rablerini tesbih etmekte ve günlük yiyeceklerini istemektedir. Hatîb'in Târih'te bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanıma girdi ve: “Bu iki hırkayı yıka" buyurdu. Ben: “Yâ Resûlallah! Dün onları yıkamıştım" deyince: “Elbiselerin tesbih ettiğini bilmiyor musun? Onlar kirlendiği zaman tesbih etmeyi bırakırlar" buyurdu. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “...O, Halîm'dir, çok bağışlayandır" âyetini açıklarken: “Allah'ın yaratıklarına karşı Halim olması onların birbirlerine karşı (cezada) acele ettiği gibi acele etmemesidir. Bağışlaması da tövbe ettikleri zaman onları bağışlamasıdır" dedi. 45Bkz. Ayet:48 46Bkz. Ayet:48 47Bkz. Ayet:48 48"Kur'ân okuduğunda, seninle âhirete inanmayanların arasına gizli bir perde çekeriz. Kur'an'ı anlamamaları için kalpleri üzerine perdeler, kulaklarına da ağırlık koyarız. Kur'ân'da Rabbini tek olarak andığın zaman arkalarına dönüp kaçarlar. Onlar seni dinlerlerken hangi maksatla dinlediklerini, kendi aralarında konuşurlarken de o zalimlerin: «Siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz» dediklerini çok iyi biliyoruz. Bak, senin için ne türlü benzetmeler yaptılar da saptılar. Artık doğru yolu bulamazlar." Ebû Ya'la, İbn Ebî Hatim, Hâkim, İbn Merdûye, Ebû Nuaym ve Beyhakî'nin Dalâil'de bildirdiğine göre Esmâ binti Ebî Bekr der ki: “Ebû Leheb'in elleri kurusun" âyeti nâzil olduğu zaman gözleri iyi görmeyen Ümmü Cemîl elinde bir taşla: "Kınayarak terk ettik! Dinini kötüledik! Emrine karşı geldik!" diyerek bir gürültüyle geldi. Bu sırada Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) oturmuş yanında da Ebû Bekr bulunuyordu. Ebû Bekr: “Kadın gelmekte ve seni görmesinden korkuyorum" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “O bizi görmez" buyurdu. Sonra Allah'ın buyruğunda: “Kur'ân okuduğunda, seninle âhirete inanmayanların arasına gizli bir perde çekeriz" olduğu gibi Kur'ân okuyarak ona sığındı. Ümmü Cemîl, Ebû Bekr'in yanına geldi. Ancak Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) görmüyordu. O: “Ey Ebû Bekr! Duyduğuma göre arkadaşın bana sövmüş" dedi. Ebû Bekr: “Hayır, Kabe'nin Rabbine yemin olsun ki o sana sövmedi" cevabını verdi. Bunun üzerine kadın: “Kureyş benim efendilerinin kızı olduğumu bildi" diyerek gitti. İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de başka bir kanalla Esmâ binti Ebî Bekr'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr'in yanında otururken Ümmü Cemîl yanlarına girip: “Ey Ebû Kuhâfe'nin oğluî Arkadaşına ne oluyor ki hakkımda şiirler okuyor?" dedi. Ebû Bekr: “Vallahi arkadaşım şair değildir ve şiirin ne olduğunu bilmez" karşılığını verdi. Ümmü Cemîl: “O: «Boynunda da hurma lifinden bir ip olacaktır» demedi mi?" O boynumda ne olduğunu nereden biliyor?" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr'e: “Ona: «Yanımda kimseyi görüyor musun?» diye sor. O beni görmemektedir. Aramıza bir perde çekilmiştir" buyurdu. Ebû Bekr'de Ümmü Cemîl'e bu soruyu sorunca: “Benimle alay mı ediyorsun? Vallahi yanında kimseyi görmüyorum" cevabını verdi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Bekr es-Sıddîk şöyle dedi: Ben Makam'ın yanında oturuyordum. Resûlullah da (sallallahü aleyhi ve sellem) önümde Kabe'nin gölgesindeydi. Bu sırada Ebû Leheb'in hanımı Ümmü Cemîl binti Harb b. Umeyye geldi. Elinde iki taş vardı. O: “Bana ve kocama söven kişi nerede? Vallahi onu görecek olursam bu taşlarla onun hayalarına vuracağım" dedi. Bu olay: “Ebû Leheb'in elleri kurusun" âyeti nâzil olduğu zaman oluyordu. Ona: “Vallahi o, ne sana, ne de kocana sövmedi" deyince: “Vallahi sen yalancı değilsin. Fakat herkes öyle söylüyor" karşılığını verdi ve gitti. Bunun üzerine: “Yâ Resûlallah! O seni göremedi" dediğimde: “Aramıza Cibrîl girdi (bu sebeple beni görmedi)" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Dârakutnî el-Efrâd' da ve Ebû Nuaym'ın Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Ebû Leheb'in elleri kurusun" âyeti nâzil olduğu zaman Ebû Leheb'in hanımı gelmişti. Ebû Bekr: “Yâ Resûlallah! Ondan uzak dursan, çünkü o kötü bir kadındır" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onunla aramıza bir perde çekilecektir" buyurdu. Ebû Leheb'in hanımı Resûlullah'l (sallallahü aleyhi ve sellem) görmüyordu. O: “Ey Ebû Bekr! Arkadaşın bize sövmüş" deyince, Ebû Bekr: “Vallahi o, şiirle konuşmaz ve öyle bir şey demez" karşılığını verdi. Bunun üzerine kadın: “Sen sözüne inanılan bir kişisin" dedi ve geri döndü. Ebû Bekr: “Yâ Resûlallah! O seni göremedi" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “O gidene kadar beni kanatlarıyla ondan gizleyen bir melek vardı" buyurdu. İbn İshâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Şihâb der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kureyş müşriklerine Kur'ân okuyup onları Allah yoluna davet ettiği zaman onlar kendisiyle alay ederek: “Bizi davet ettiğin şeye kalplerimiz ve kulaklarımız kapalıdır. Seninle bizim aramızda bir perde vardır" derlerdi. Böyle demeleri üzerine Yüce Allah: “Kur'ân okuduğunda, seninle âhirete inanmayanların arasına gizli bir perde çekeriz. Kur'ân'ı anlamamaları için kalpleri üzerine perdeler, kulaklarına da ağırlık koyarız. Kur'ân'da Rabbini tek olarak andığın zaman arkalarını dönüp kaçarlar. Onlar seni dinlerlerken hangi maksatla dinlediklerini, kendi, aralarında konuşurlarken de o zalimlerin: «Siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz» dediklerini biliyoruz. Bak, senin için ne türlü benzetmeler yaptılar da saptılar. Artık doğru yolu bulamazlar" âyetlerini indirdi. İbn Asâkir ve Âyâtu'l-Hirz adlı kitabında oğlu Kâsım'ın bildirdiğine göre Abbâs b. Muhammed el-Minkarî anlatıyor: Hüseyn b. Zeyd b. Ali b. el-Hüseyn b. Ali b. Ebî Tâlib hacca giderken Medine'ye gelmişti. Şehre bir elçi gönderme ihtiyacı duyduk. O zaman korku zamanıydı. Elçi gitmekten korktu ve gitmeyi kabul etmedi. Bunun üzerine Hüseyn: “Ben sana Allah'ın izniyle kimsenin zarar vermemesi için bir deri parçası üzerine bir yazı yazayım" dedi. Hüseyn bir yazı yazdı ve elçi bu yazıyı eşyalarının arasına koyarak yola çıktı. Elçi kısa bir süre sonra geri dönerek: “Bedevilerin sağından ve solundan gidip geldim. Kimse bana bir şey demedi" dedi. Bu yazı Câfer b. Muhammed b. Ali b. el-Hüseyn'in babasından, ona da dedesinden Ali b. Ebî Tâlib'den kalmıştı. Bu yazıyla peygamberler düşmanlardan korunurdu. Yazı da: “Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. Allah, «Aşağılık içinde kalın orada, artık benimle konuşmayın!» der" âyeti ile "Meryem, «Senden, Rahmân'a sığınırım. Eğer Allah'tan çekinen biri isen (bana kötülük etme)» dedi" âyeti bulunmakta ve şöyle devam etmekteydi: “Ey cinler, insanlar, şeytanlar, bedeviler, vahşi hayvanlar, haşereler ve hırsızlar topluluğu! Allah'ın işitmesi, görmesi ve kuvvetiyle sizinle filan oğlu filanın arasına peygamberlerin, düşman darbesine karşı çektikleri perdeyi çekiyorum. Sağınızda Cibrîl, solunuzda Mikâil, önünüzde Muhammed, üstünüzde Allah; sizi filan oğlu filanın canına, çocuklarına, ailesine, saçına, tenine, malına, üzerinde ve yanında bulunanlara, üstünde ve altında bulunanlara bir zarar vermenizden alıkoymaktadır. "Kur'ân okuduğunda, seninle âhirete inanmayanların arasına gizli bir perde çekeriz. Kur'ân'ı anlamamaları için kalpleri üzerine perdeler, kulaklarına da ağırlık koyarız. Kur'ân'da Rabbini tek olarak andığın zaman arkaların» dönüp kaçarlar." Muhammed'e çokça salâtü selam olsun." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Kur'ân okuduğunda, seninle âhirete inanmayanların arasına gizli bir perde çekeriz" âyetini açıklarken: “Çekilen perde (Kur'ân'ı) anlamamaları ve faydalanmamaları için kalpleri üzerine çekilen perdedir. Onlar şeytana itaat etti ve şeytan onlara sahip oldu" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Züheyr: “Kur'ân okuduğunda, seninle âhirete inanmayanların arasına gizli bir perde çekeriz" âyetini açıklarken: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de müşriklere Kur'ân okuduğu zaman müşrikler Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) okuduğunu işitiyor, ancak kendisini görmüyorlardı" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “...Kur'ân'da Rabbini tek olarak andığın zaman arkalarını dönüp kaçarlar" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Onlar tıpkı Nuh'un (aleyhisselam) kavminin, Nuh'un (aleyhisselam) kendilerine istiğfar ve tövbe etmelerini emrederken kendisini duymamak için parmaklarıyla kulaklarını tıkadıkları gibi, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) söylediklerine olan nefretlerinden dolayı arkalarını dönüp kaçarlar." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Kur'ân'da Rabbini tek olarak andığın zaman arkalarını dönüp kaçarlar" âyetini açıklarken: “Burada şeytanlar kastedilmektedir" dedi. İbn Neccâr'ın Târih'te bildirdiğine göre Ebû Câfer Muhammed b. Ali der ki: “Siz niye: “Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle" yazmadınız? Vallahi bu isim, Kureyş'lilerin gizlediği en güzel isimdir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) evine gireceği zaman Kureyş'liler etrafına toplanırdı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sesli bir şekilde: “Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle" deyince, Kureyş'liler arkalarını dönüp kaçardı. Bunun üzerine Yüce Allah: “Kur'ân'da Rabbini tek olarak andığın zaman arkalarını dönüp kaçarlar" âyetini indirdi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Onlar seni dinlerlerken..."âyetini açıklarken: “Burada Rabîa'nın çocukları Utbe ve Şeybe ile Velîd b. Muğîre ve Âs b. Vâil kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Onlar seni dinlerlerken..." âyetini açıklarken: “Bu, Velîd b. Muğîre ve Dârü'n-Nedve'de kendisiyle beraber olanların deyişi hakkındadır" dedi. "...Artık doğru yolu bulamazlar" âyeti hakkında ise: “Burada Velîd b. Muğîre ve arkadaşlarının kendilerini Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında verdikleri misallerden kurtaracak bir şey bulamamaları kastedilmektedir" dedi. İbn İshâk ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre Zührî der ki: Bana anlatıldığına göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gece evinde namaz kılarken kendisinden (gizli bir şekilde) bir şeyler dinlemek için Ebû Cehl, Ebû Süfyân ve el-Ahnes yanına gittiler. Bunlardan her biri bir yerde oturdu ve birinin diğerinden haberi olmadan Resûlullah'l (sallallahü aleyhi ve sellem) dinlemeye başladılar. Tan yeri ağardığı zaman dağıldılar. Bu üç kişi yolda bir yerde karşılaştılar ve birbirlerini kınayarak: “Bunu bir daha yapmayın. Sizden sefih olanlarınız bunu görür ve içlerine bir şeyler düşer" demeye başladılar. Sonra ayrılıp gittiler. İkinci gece her kişi bir gün önceki bulunduğu yere geri geldi. Yine tan yeri ağarana kadar Resûlullah'l (sallallahü aleyhi ve sellem) dinlediler ve yine dağıldılar. Ancak yolda tekrar birbirleriyle karşılaştıklarında birbirlerine ilk dedikleri şeyleri söylediler. Sonra ayrılıp gittiler. Üçüncü gece her kişi bir gün önceki bulunduğu yere geri geldi. Yine tan yeri ağarana kadar Resûlullah'l (sallallahü aleyhi ve sellem) dinlediler ve dağıldılar. Ancak yolda tekrar birbirleriyle karşılaştıklarında, birbirlerine: “Biz oraya bir daha gitmeyeceğimize dair ahitleşmedikçe birbirimizden ayrılmayacağız" dediler ve bu konuda ahitleşerek ayrıldılar. Ahnes sabahladığı zaman Ebû Süfyan'ın evine giderek: “Muhammed'den işittiklerin hakkında bana görüşünü bildir" dedi. Bunun üzerine Ebû Süfyan: “Ben bildiğim ve kendisiyle ne kastedildiğini anladığım şeyler işittim. Mânâsını bilmediğim ve kendisiyle ne kastedildiğini anlamadığım şeyler de işittim" karşılığını verdi. Ahnes: “Adına yemin ettiğin hakkı için ben de aynı senin gibiyim" diyerek oradan Ebû Cehl'in yanına gitti. Ona: “Muhammed'den işittiklerin hakkında görüşün nedir?" diye sordu. Ebû Cehl: “Ne işittim ki? Biz ve Abdi Menâf oğulları üstünlük kavgasına düştük. Onlar yedirdi, biz de yedirdik. Onlar yüklendi, biz de yüklendik. Onlar verdi, biz de verdik. Hatta onlarla yarış atlıları gibi dizdize geldik ve: «Kendisine gökten vahiy gelen Peygamber bizdendir» dediler. Biz buna ne zaman yetişeceğiz? Vallahi ona asla iman etmeyeceğiz ve inanmayacağız" dedi. Bunun üzerine Ahnes kalkıp giderek onu terk etti. 49Bkz. Ayet:51 50Bkz. Ayet:51 51"Dediler ki: «Biz bir yığın kemik, bir yığın ufantı olduğumuz zaman mı yeniden bir yaratılışla diriltilecekmişiz, biz mi?» De ki: «İster taş olun, ister demir. Yahut aklınızca, diriltilmesi daha da imkânsız olan başka bir varlık olun, (yine de diriltileceksiniz.)» Diyecekler kî: «Peki bizi hayata tekrar kim döndürecek?» De ki: «Sizi ilk defa yaratan.» Bunun üzerine başlarını sana sallayacaklar ve «Ne zamanmış o?» diyecekler. De ki: «Yakın olsa gerek!» İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: “Burada toz kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: “Burada toprak kastedilmektedir" dedi. "De ki: İster taş olun, ister demir" âyetini hakkında ise: “Ne isterseniz olun, Allah sizi aslınıza döndürecektir" dedi. İbn Ebî Şeybe ve Zühd'e zevâid olarak Abdullah b. Ahmed , İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ömer: “Yahut aklınızca, diriltilmesi daha da imkânsız olan başka bir varlık olun, (yine de diriltileceksiniz)..." âyetini açıklarken: “Burada ölüm kastedilmektedir. Ölü olsanız bile Allah sizi tekrar diriltecektir" dedi. Abdullah b. Ahmed Zühd'e zevâid olarak, İbn Cerîr ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Yahut aklınızca, diriltilmesi daha da imkânsız olan başka bir varlık olun, (yine de diriltileceksiniz)..." âyetini açıklarken: “Burada ölüm kastedilmektedir" dedi. Ebu'ş-Şeyh Azame'de Hasan(-ı Basrî)'den aynısını bildirir. Abdullah b. Ahmed, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Yahut aklınızca, diriltilmesi daha da imkânsız olan başka bir varlık olun, (yine de diriltileceksiniz)..." âyetini açıklarken: “Burada Ölüm kastedilmektedir. İnsan için ölümden daha büyük bir şey yoktur. Eğer gücünüz yeterse ölüm olun. Muhakkak ki, ölüm de ölecektir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Bunun üzerine başlarını sana sallayacaklar..." âyetini açıklarken: “Başlarını alaylı bir şekilde sallayacaklar,mânâsındadır" dedi. Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: “Bana, Yüce Allah'ın: (.....) âyetini açıkla" deyince, İbn Abbâs: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile alay edercesine başlarını sallayacaklar, mânâsındadır" dedi. dedi. Nâfi': “Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: “Evet, bilirler. Şairin: "Atlar üzerinde yırtıcı aslanlar gibi süvariler görüyorsun Buna rağmen bana Vicar savaşmda başını sallıyorsun" dediğini işitmez misin?" İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Ne zamanmış o?"âyetini açıklarken: “Burada dönüş (diriliş) ne zamandır, mânâsındadır" dedi. 52"O gün Allah sizi çağırınca kendisine hamdederek çağrısına uyarsınız ve dünyada çok kısa bir süre kaldığınızı sanırsınız" İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Ali (b. Ebi Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Kendisine hamdederek çağrısına uyarsınız..." âyetini açıklarken: “Emrine uyarsınız, mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...Kendisine hamdederek çağrısına uyarsınız..." âyetini açıklarken: “Onlar mezarlarından: «Allahım! Hamd ile seni bütün eksikliklerden tenzih ederim» diyerek kalkacaklardır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “O gün Allah sizi çağırınca kendisine hamdederek çağrısına uyarsınız ve dünyada çok kısa bir süre kaldığınızı sanırsınız" âyetini açıklarken: “Allah'ı bilerek ve kendisine itaat ederek kalkarlar. Dünyada çok kısa bir zaman geçirdiklerini sanırlar ve kıyamet gününü gördükleri zaman dünya onlar için basit ve değersiz olur" dedi. Hakîm et-Tirmizî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Merdûye, Ebû Ya'la ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Lâ ilâhe illallah ahalisi için mezarlarında ve haşrolunma anlarında korku verici bir şey yoktur. Sanki Lâ ilahe illallâh ahalisini: «Bizden hüznü gideren Allah'a hamd olsun» diyerek başlarının üzerinden toprağı attıklarını görür gibiyim. " İbn Merdûye'nin, Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Lâ ilâhe illallâh ahalisi için ölüm anlarında, mezarlarında ve haşrolunma anlarında korku verici bir şey yoktur. Sanki Lâ ilâhe illallâh ahalisini: «Bizden hüznü gideren Allah'a hamd olsun» diyerek başlarının üzerinden toprağı attıklarını görür gibiyim." Hatîb'in Târih'te bildirdiğine göre Mûsa b. Harun el-Hammâl der ki: Muhammed b. Ahmed b. İbrâhîm el-Mevsılî bize şöyle anlattı: Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) rüyamda gördüm ve ona: “Yâ Resûlallah! Yahya el-Hımmânî'nin, Abdürrahman b. Zeyd b. Eslem'den, onun babasından, onun da İbn Ömer'den bize naklettiğine göre siz: «Lâ ilâhe illallâh ahalisi için mezarlarında ve haşrolunma anlarında korku verici bir şey yoktur. Sanki Lâ ilâhe illallâh ahalisini: «Bizden hüznü gideren Allah'a hamd olsun» diyerek başlarının üzerinden toprağı attıklarım görür gibiyim» buyurmuşsunuz" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “el-Hımmânî doğru söylemiştir" buyurdu. 53"Kullarıma söyle kî en güzel olan kelimeyi söylesinler. Çünkü şeytan aralarını bozar, çünkü şeytan insana açık bir düşmandır" İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Şîrîn: “Kullarıma söyle ki en güzel olan kelimeyi söylesinler..." âyetini açıklarken: “Burada Lâ ilâhe illallâh sözü kastedilmektedir" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “Kullarıma söyle ki en güzel olan kelimeyi söylesinler..." âyetini açıklarken: “Burada kişinin kötülükleri affetmesi kastedilmektedir " dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Kullarıma söyle ki en güzel olan kelimeyi söylesinler..." âyetini açıklarken: “Kendisine (kötü) söyleyen gibi değilde: “Allah sana merhamet etsin, Allah seni bağışlasın" desin mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Şeytanın bozgunculuk etmesi kışkırtmasıdır" dedi. Buhârî ve Müslim'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Biriniz mümin kardeşine silahla işaret etmesin. Çünkü işaret eden kişi bilmez ve şeytan onun eline hız verir de (sebep olduğu yaralamadan dolayı) ateşten bir çukura düşürür" buyurmuştur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Çünkü şeytan aralarını bozar, çünkü şeytan insana açık bir düşmandır" âyetini açıklarken: “Şeytan müslümana karşı düşmanlık etmiştir. Müslümanın da ona düşmalık etmesi gerekmektedir. Ona düşmanlık etmen, Allah'a itaatle olmalıdır" dedi. 54"Rabbiniz sizi daha iyi bilir; dilerse size merhamet eder, dilerse azap eder. Seni de onların üzerlerine vekil göndermedik." İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “Rabbiniz sizi daha iyi bilir; dilerse size merhamet eder, dilerse azap eder.." âyetini açıklarken: “Allah dilerse iman etmenizi sağlayıp merhamet eder, dilerse olduğunuz gibi şirk üzeri öldürür ve azap eder, mânâsındadır" dedi. 55"Rabbin göklerde ve yerde olan kimselerin hepsini en iyi bilendir. Andolsun ki biz, peygamberlerin kimini kimine üstün kıldık. Dâvud'a da Zebur'u vardık." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Andolsun ki biz, peygamberlerin kimini kimine üstün kıldık" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Allah, İbrâhîm'i (aleyhisselam) dost edindi. Mûsa (aleyhisselam) ile doğrudan konuştu. İsa'yı (aleyhisselam), Âdem (aleyhisselam) gibi kılıp onu topraktan yarattı. Sonra ona: «Ol!» dedi ve oluverdi. O, Allah'ın kulu, peygamberi, kelimesi ve ruhudur. Süleyman'a (aleyhisselam) kendisinden sonra hiç kimseye vermeyeceği bir mülk verdi. Dâvud'a (aleyhisselam) Zebur'u verdi. Muhammed' İn de (sallallahü aleyhi ve sellem) gelmiş geçmiş bütün günahlarını (hatalarını) bağışladı." İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “Andolsun ki biz, peygamberlerin kimini kimine üstün kıldık" âyetini açıklarken: "Allah, Mûsa (aleyhisselam) İle konuştu ve Muhammed'İ (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün insanlara peygamber olarak gönderdi, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “...Dâvud'a da Zebur'u verdik" âyetini açıklarken: “Biz kendi aramızda Zebur'un, Allah'ın, Dâvud'a (aleyhisselam) öğrettiği bir dua, hamd, tesbih ve temcid (övmek) olduğunu, onda helâl, haram, farzlar ve cezalar gibi konuların olmadığını konuşurduk" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî' b. Enes der ki: Zebur, Allah'ı övmek demek, dua demek ve tesbih etmek, demektir. Ahmed'in Zühd'de bildirdiğine göre Abdurrahman. b. Bûzuveyh der ki: Davud (aleyhisselam) ailesinin Zebur'unda: “Ne mutlu hata edenlerin yolunda gitmeyene, ne mutlu zâlimlerin emriyle hareket etmeyene, ne mutlu işsiz başıboş kişilerle beraber oturmayana" şeklinde üç cümle vardır. Ahmed'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih der kı: Dâvud'un (aleyhisselam) ilk mezburlanndan biri şöyleydi: “Hata edenlerin yolunda gitmeyen, işsiz başıboş kişilerle beraber oturmayan, Yüce Rabbine dosdoğru ibadet eden kişiye ne mutlu. Böyle bir kişi bir su kanalı üzerinde olan ve sürekli dibinde su bulunan, meyve zamanında meyvesi çok olan, meyve zamanı dışında yeşilliği bitmeyen bir ağaç gibidir." Ahmed'in bildirdiğine göre Mâlik b. Dînar: “Dâvud'un (aleyhisselam) Zebur'unun bir yerinde: «Şehirler çöktü ve adları silinip yok oldu. Ben her zaman hüküm kürsümde mevcudum» cümlesini okudum" dedi. Ahmed'in bildirdiğine göre Vehb (b. Münebbih) der ki: “Dâvud'un (aleyhisselam) kitabında Allah'ın şöyle buyurduğunu buldum: “İzzetime ve Celâlime yemin olsun ki, kim benim dostumu küçümserse bana karşı savaş açmış olur. Müminin ölümünde tereddüt ettiğim kadar hiçbir isteğimde tereddüt etmem. Onun ölümü sevmediğini biliyorum. Ancak ondan kurtuluşu yoktur. Ben de onun istemediği bir şeyi yapmak istemem." Başka bir kitapta da Yüce Allah'ın şöyle buyurduğunu okudum: “Eğer kul bana itaat eden biri ise bu bana yeter. O istemeden ona verir, dua etmeden duasını kabul ederim. Ona fayda verecek ihtiyacını kendinden daha iyi bilirim." Yine başka bir kitapta da Yüce Allah'ın şöyle buyurduğunu okudum: “İzzetime yemin olsun ki, bana tutunan kişiye gökyüzü ve içindekiler, yeryüzü ve içindekiler tuzak kuracak olsalar ona onların içinden bir çıkış yolu gösteririm. Bana tutunmayan kişiye de gökyüzünden kendisine gelecek hayırları tutarak önünü keserim, ayaklarının altından yeri çeker ve onu havada kılıp kendi kendisiyle baş başa bırakırım." Ahmed'in bildirdiğine göre Vehb (b. Münebbih) der ki: Dâvud (aleyhisselam) ailesinin hikmetleri içinde şunlar vardır: “Akıllı kişi şu dört saatin hakkını vermesi gerekir. Bir saatinde Rabbine dua eder, bir saatinde kendi nefsini hesaba çeker, bir saatini de kendisine ayıplarını gösteren ve durumunu kendisine olduğu gibi bildiren kardeşlerine ayırır. Diğer bir saatini de helal ve güzel olan lezzetlerle geçirir. Bu saatler birbirlerine yardımcı ve kalpler için birleştiricidir. Akıllı kişinin bu saatleri bilmesi, diline sahip olması ve hedefine doğru yürüyen kişi olması gerekmektedir. Yine ak»!l» kişi, ancak âhiretini kazanmak için veya geçimini sağlamak için veya haram olmayan lezzetlerden faydalanmak için yolculuğa çıkar." İbn Ebî Şeybe ve Ahmed'in bildirdiğine göre Hâlid er-Rabîi der ki: Dâvud'un taleyhisselam) Zebur'unda girişin: «Hikmetin başı Allah korkusudur» olduğunu gördüm. Ahmed'in bildirdiğine göre Eyyûb el-Fılistînî der ki: Dâvud'un (aleyhisselam) Zebur'unda: “Ey Dâvud! Kullarımdan kimi bağışlarım biliyor musun?" buyurdu. Dâvud (aleyhisselam): “Kimi bağışlarsın ey Rabbim?" diye sorunca: “Günah işleyip te bu günahından dolayı eklemleri titreyen kişiyi bağışlarım. İşte böyle bir kişiye meleklerin günah yazmamaları emredildi!' yazılıdır. Ahmed'in bildirdiğine göre Mâlik b. Dînar der ki: Zebur'da: “Emanete ihanet edildi ve kişi arkadaşına karşı ikiyüzlü oldu. Yüce Allah bütün ikiyüzlüleri helak eder" yazılıdır. Yine Zebur'da "Münafığın ateşiyle şehir yanar" yazılıdır. Ahmed'in bildirdiğine göre Mâlik b. Dînar der ki: Zebur'un ilk bölümünde şöyle yazılıdır: “Ne mutlu günah işleyenlerin yolunda gitmeyene, ne mutlu hata edenlerle beraber oturmayana, ne mutlu alay edenleri önemsemeyip Allah'ın emirlerine dikkat edene. O, gece gündüz demeden öğrenir. O su kenarında olan, meyve zamanı meyvesini veren, meyve zamanı dışında da yaprakları dökülmeyen bir ağaç gibidir. Bu kişinin bütün amelleri Allah'ın emri doğrultusundadır. Münafıkların amelleri gibi değildir." Ahmed'in bildirdiğine göre Mâlik b. Dînar: “Zebur'da: «Münafığın kibriyle miskin kişi yanar» cümlesini okudum" dedi. Hakîm et-Tirmizî'nin Nevâdiru'l-Usûl'a bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih der ki: “Dâvud'un (aleyhisselam) Zebur'unun son kısmında otuz satır okudum. (Orada şöyle yazılıydı): “Ey Dâvud! Müminlerin içinde en fazla kimin ömrünü uzatmak isterim biliyor musun? "Lâ ilâhe illallâh" dediği zaman tüyleri diken diken olan kişinin ömrümü uzatmak isterim. Bir annenin çocuğunun ölmesini istemediği gibi böyle bir kişinin ölmesini istemem. Ancak ondan kurtuluşu yoktur. Ben onu dünyadan başka bir yerde mutlu etmek isterim. Zira dünyanın nimetlerinde bela, rahatlığında ise şiddet vardır. Bu dünyada onlara sürekli kötülük eden düşmanları vardır. Bu düşmanlar bedenlerindeki kan gibi dolaşmaktadır. Bu sebeple dostlarımı Cennete getirmekte acele ettim." İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mâlik b. Mığvel der ki: Dâvud'un (aleyhisselam), Zebur'unda şöyle yazılıdır: “Ben kendisinden başka ilah olmayan, bütün mülklerin sahibi Allah'ım. Kralların gönülleri elimdedir. Taatimde olan kavmin kralını kendileri için merhametli kılarım. Bana karşı asi olan kavmin kralını da kendileri için zalim kılarım. Kendinizi krallara söverek meşğul etmeyin ve onlara tövbe etmeyin. Onların kalbini size karşı yumuşak kılana tövbe edin." 56Bkz. Ayet:57 57"De ki: Onu bırakıp da ilâh diye ileri sürdüklerinizi çağırın. Onlar, başınızdaki sıkıntıyı ne kaldırabilirler, ne de değiştirebilirler. Onların yalvarıp durduklan kişiler, Rablerine hangisi daha yakın diye vesile ararlar ve rahmetini umarlar, azabından korkarlar; çünkü Rabbinin azabı korkunçtur." Abdurrezzâk, Firyâbî, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Delâil'de Ebû Nuaym'ın bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “De ki: Onu bırakıp da ilâh diye ileri sürdüklerinizi çağırın. Onlar, başınızdaki sıkıntıyı ne kaldırabilirler, ne de değiştirebilirler" âyetini açıklarken şöyle dedi: İnsanlardan bir grup cinlerden bir gruba tapıyordu. Cinler münlüman oldu ve insanlar hâlâ cinlere tapmaya devam etti. Bunun üzerine Yüce Allah: (Onların yalvarıp durdukları kişiler, Rablerine hangisi daha yakın diye vesile ararlar) âyetini ikisi de (ye) harfi ile olmak üzere indirdi. İbn Cerîr, İbn Merdûye, Ebû Nuaym ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Bu âyet bir grup cine tapan bir grup bedeviler hakkında nâzil olmuştur. Cinler Müslüman olmuş, fakat o bedeviler bunun anlayamamıştı" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: “Bedevilerden bazı kabileler meleklerden bir kısma tapardı ve onlara: “Cinler" derlerdi. Yine onlar için: “Onlar Allah'ın kızlarıdır" derlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Onların yalvarıp durdukları kişiler, Rablerine hangisi daha yakın diye vesile ararlar ve rahmetini umarlar, azabından korkarlar; çünkü Rabbinin azabı korkunçtur" âyetini indirdi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyet hakkında: “Müşrikler meleklere, İsa'ya (aleyhisselam) ve Üzeyr'e (aleyhisselam) taparlardı" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Onlar, başınızdaki sıkıntıyı ne kaldırabilirler ne de değiştirebilirler..." âyetini açıklarken: “Burada İsa (aleyhisselam), annesi ve Üzeyr (aleyhisselam) kastedilmektedir" dedi. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Onların yalvarıp durdukları kişiler..." âyetini açıklarken: “Burada İsa (aleyhisselam), Üzeyr (aleyhisselam), Güneş ve Ay kastedilmekteir" dedi. Tirmizî ve İbn Merdûye'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'tan vesileyi isteyiniz" buyurmuştur. Ashâb: “Vesile nedir?" diye sorunca da: “Allah'a yaklaşmaktır" buyurdu ve: “Onların yalvarıp durdukları kişiler, Rablerine hangisi daha yakın diye vesile ararlar.. ." âyetini okudu. 58"Ne kadar memleket varsa hepsini kıyamet gününden önce ya helâk edeceğiz, ya da şiddetli bir azapla cezalandıracağız. İşte bu, Kitâb'da yazılmış bulunuyor" İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Ne kadar memleket varsa hepsini kıyamet gününden önce ya helâk edeceğiz..." âyetini açıklarken: “Onları ya helak edecek ya da azaplandıracaktır. Yeryüzünde hiçbir memleket yoktur ki mutlaka öldürülme veya başka belalara maruz kalacaktır" dedi. İbn Cerîr'in, Simâk b. Harb vasıtasıyla bildirdiğine göre Abdurrahman b. Abdillah: “Bir memlekette zina ve faiz zuhur ettiği zaman, Allah o memleketin helak olmasına izin verir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbrâhîm et-Teymî: “...İşte bu, Kitâb'da yazılmış bulunuyor" âyetini açıklarken: “Burada "Kitâb" ifadesiyle Levh'i-Mahfuz kastedilmektedir" dedi. 59"Bizim âyet göndermemize mani olan şey, ancak evvelkilerin onu yalanlamış olmalarıdır. Semud kavmine görünen dişi deve verdik. Sonra ona zulmettiler. Biz, âyetleri korkutmaktan başka bir şey için göndermeyiz" Ahmed, Bezzâr, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye, Delâil'de Beyhakî ve el-Muhtâre'de Diyâ'nın bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: Mekke ahalisi, Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) kendileri için Safa tepesini altına çavirmesini ve ekmeleri için etrafındaki dağları bir tarafa çekmesini istediler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “İstersen onlara zaman ver, istersen istediklerini verelim. Ancak istediklerini verdikten sonra küfrederlerse kendilerinden önceki ümmetleri helak ettiğim gibi kendilerini de helak ederim" diye vahyedildi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet, onlara zaman vermek isterim" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Bizim âyet göndermemize mani olan şey, ancak evvelkilerin onu yalanlamış olmalarıdır" âyetini indirdi. Ahmed ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Kureyş'liler, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bizim için Rabbine dua et de Safa tepesini bize altına çevirsin. O zaman sana iman ederiz" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İman edecek misiniz?" diye sorunca: “Evet iman edeceğiz" karşılığını verdiler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) dua edince, Cibrîl gelip: “Rabbin sana selam eder ve: «Eğer istersen Safa tepesi altın olarak sabahlarlar. Ancak bundan sonrada küfredenleri âlemlerden hiç kimseyi azaplandırmadığım bir şekilde azaplandırırım. İstersen de onlara tövbe ve rahmet kapısını açarım» buyurur" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet, tövbe ve rahmet kapısını isterim" dedi. Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre Rabî' b. Enes der ki: İnsanlar, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sâlih (aleyhisselam) ve diğer peygamberler gibi bize mucizelerle gelsen" deyince: “Eğer isterseniz Allah'a dua ederim ve istediğinizi indirir. Ancak sonra da inkâr ederseniz helak olursunuz" buyurdu. Bunun üzerine: “Hayır, istemiyoruz" dediler. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde der ki: “Mekke ahalisi, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer dediğin doğru ise ve iman etmemiz seni mutlu edecekse Safa tepesini bizim için altına çevir" dedi. Bunun üzerine Cibrîl, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “İstersen kavminin istediğini veririz. Ancak bundan sonra da iman etmeyecek olurlarsa onlara rahmet bakışıyla bakılmayacaktır. İstersen de onlara mühlet verelim" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet, onlara mühlet vermek isterim" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Bizim âyet göndermemize mani olan şey, ancak evvelkilerin onu yalanlamış olmalarıdır. Semud kavmine görünen dişi deve verdik. Sonra ona zulmettiler. Biz, âyetleri korkutmaktan başka bir şey için göndermeyiz" âyeti ile: “Onlardan önce helâk ettiğimiz hiçbir memleket halkı iman etmedi de şimdi bunlar mı iman edecekler?" âyetini indirdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Bizim âyet göndermemize mani olan şey, ancak evvelkilerin onu yalanlamış olmalarıdır" âyetini açıklarken: “Bu, sizin için bir rahmettir ey ümmet! Eğer mucizeler gönderilmiş olsaydı ve siz ondan sonra da inkâr etmiş olsaydınız sizden öncekilere gelen azap sizlere de gelecekti" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyet hakkında: “Kendisine mucize gelip te inkâr eden hiçbir ülke yoktur ki mutlaka azaplandırılmıştır" dedi. "...Semud kavmine görünen dişi deve verdik..."âyeti hakkında ise: “Burada mucize kastedilmektedir" dedi. İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Biz, âyetleri korkutmaktan başka bir şey için göndermeyiz" âyetini açıklarken: “Burada ölüm kastedilmektedir" dedi. Saîd b. Mansûr, Zühd'de Ahmed, Zikru'l-Mevt'te İbn Ebi'd-Dünyâ, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Biz, âyetleri korkutmaktan başka bir şey için göndermeyiz" âyetini açıklarken: “Burada ani olan ölüm kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Dâvud'un el-Ba's'ta bildirdiğine göre Katâde: “Biz, âyetleri korkutmaktan başka bir şey için göndermeyiz" âyetini açıklarken: “Burada korkutan şeylerden birinin de ölüm olduğu kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “Biz, âyetleri korkutmaktan başka bir şey için göndermeyiz" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Belki insanlar ibret alır veya hatırlar veya döner diye Allah dilediği âyetleriyle insanları korkutur. Bize nakledildiğine göre İbn Mes'ûd zamanında Küfe sallanmış ve İbn Mes'ûd: “Ey insanlar! Rabbiniz ibret alasınız diye öyle yapmaktadır. Siz de bundan ibret alın" demiştir. 60"Hani sana: «Rabbin, insanlan çepeçevre kuşatmıştır» demiştik. Sana gösterdiğimiz o görüntüleri ve Kur'ân'da lânetlenen ağacı, ancak insanları sınamak için meydana getirdik. Biz onları korkuturuz da, bu onlara, büyük bir azgınlıktan başka bir şey sağlamaz." İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Hani sana: «Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır» demiştik" âyetini açıklarken: “Seni insanlardan korumuştur, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır, demiştik..." âyetini açıklarken: “Onlar Allah'ın avucu içindedir" dedi. Abdurrezzâk, İbn Cerîr İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır, demiştik..." âyetini açıklarken: “Rabbin onları kuşatmış, seni onlardan men etmiş ve görevini yerine getirinceye kadar seni onlardan korumuştur" dedi. Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, Ahmed, Buhârî, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Sana gösterdiğimiz o görüntüleri ve Kur'ân'da lânetlenen ağacı, ancak insanları sınamak için meydana getirdik..." âyetini açıklarken: “Burada Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi, Beytü'l-Makdis'e götürüldüğü zaman uykuda değil de gözüyle gördüğü şeyler kastedilmektedir. Lanetlenen ağaç ise zakkum ağacıdır" dedi. Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Ebû Mâlik: “Sana gösterdiğimiz o görüntüleri ve Kur'ân'da lânetlenen ağacı, ancak insanları sınamak için meydana getirdik" âyetini açıklarken: “Beytü'l-Makdis'e kadar olan yolda Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gösterilen şeyler kastedilmektedir" dedi. İbn Sa'd, Ebû Ya'la ve İbn Asâkir, Ümmü Hâni'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi götürüldüğünde, sabahladığı zaman gördüklerini Kureyş'ten bir gruba anlattı ve onlar alay ederek kendisinden deliller istediler. Onlara Beytü'l-Makdis'i vasfedip kervan olayını anlattı. Velîd b. el- Muğîre: “Bu, bir sihirbazdır" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Sana gösterdiğimiz o görüntüleri ve Kur'ân'da lânetlenen ağacı, ancak insanları sınamak için meydana getirdik..." âyetini indirdi. İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in, Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi götürüldüğünde, sabahladığı zaman gördüklerini bir gruba anlattı. Bazı kişiler kendisini yalanlayınca, Yüce Allah: “Sana gösterdiğimiz o görüntüleri ve Kur'ân'da lânetlenen ağacı, ancak insanları sınamak için meydana getirdik.." âyetini indirdi. İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyet hakkında: “Burada Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi, Beytü'l-Makdis'te gördükleri kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “Sana gösterdiğimiz o görüntüleri ve Kur'ân'da lânetlenen ağacı, ancak insanları sınamak için meydana getirdik..." âyetini açıklarken: “Allah ona Beytü'l-Makdis'e giderken mucizelerden ve ibretlik şeylerden bazı şeyler gösterdi. Bize nakledildiğine göre İslam'dan çıkıp mürted olan bazi kişilere Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Beytü'l-Makdis'e götürülüşünü anlattığı zaman bunu inkar edip yalanladılar ve şaşırarak: “Bize iki aylık bir mesafeyi bir gecede gidip geldiğini mi söylüyorsun?" dediler. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Sehl b. Sa'd der ki: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) filan oğullarının minberde maymunlar gibi birbirlerinin üzerine sıçradıklarını görmüş ve bu, hoşuna gitmemişti. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ölene kadar bir daha gülmemişti. Bunun üzerine Yüce Allah: “Sana gösterdiğimiz o görüntüleri ve Kur'ân'da lânetlenen ağacı, ancak insanları sınamak için meydana getirdik" âyetini indirdi. İbn Ebî Hâtim'in, İbn Amr'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hakem b. Ebî'l-Âs'ı ve oğullarım minberde maymun gibi birbirlerinin üzerine sıçrarlarken gördüm" buyurmuştur. Bu sebeple Yüce Allah: “Sana gösterdiğimiz o görüntüleri ve Kur'ân'da lânetlenen ağacı, ancak insanları sınamak için meydana getirdik. Biz onları korkuturuz da, bu onlara, büyük bir azgınlıktan başka bir şey sağlamaz" âyetini indirdi. İbn Ebî Hâtim'in, Ya'lâ b. Murre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bana, Umeyye oğullarının yeryüzünde minberler üzerinde oldukları gösterildi Onlar size sahip olacak ve onların kötülükte becerikli kişiler oladuklarını göreceksiniz" buyurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bundan dolayı da çok üzülmüştü. Bunun üzerine Allah: “Sana gösterdiğimiz o görüntüleri ve Kur'ân'da lanetlenen ağacı, ancak insanları sınamak için meydana getirdik..." âyetini indirdi. İbn Merdûye'nin, Hasan b. Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) üzüntülü bir şekilde sabahlamıştı. Kendisine: “Yâ Resûlallah! Neyin var?" denilince: “Rüyamda bana, Umeyye oğullarının bu minberimde birbirlerinin arkasına geçtiği (birbirlerinin üzerine sıçradıkları) gösterildi" buyurdu. Ashâb: “Yâ Resûlallah! Üzülme, bu (gördüğün) onların dünyalığıdır" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Sana gösterdiğimiz o görüntüleri ve Kur'ân'da lanetlenen ağacı, ancak insanları sınamak için meydana getirdik" âyetini indirdi. İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, Delâil'de Beyhakî ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Saîd b. el- Müseyyeb der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Umeyye oğullarını minberlerin üzerinde gördü ve bu durum kendisini üzdü. Bunun üzerine Yüce Allah: “Bu (gördüklerin) onlara verilecek olan dünyalıktır" diye vahyederek kendisini müjdeledi. "Sana gösterdiğimiz o görüntüleri ve Kur'ân'da lanetlenen ağacı, ancak insanları sınamak için meydana getirdik..." âyeti da bunu anlatmaktadır. Yani (bu durumu) insanları imtihan emek için getirdik mânâsındadır. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe, Mervân b. el-Hakem'e: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) babana ve dedene: «Siz Kur'ân'da lanetlenmiş olan ağaçsınız» dediğini işittim" dedi. İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Sana gösterdiğimiz o görüntüleri ve Kur'ân'da lânetlenen ağacı, ancak insanları sınamak için meydana getirdik. Biz onları korkuturuz da, bu onlara, büyük bir azgınlıktan başka bir şey sağlamaz" âyetini açıklarken: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'de iken rüyasında ashâbıyla beraber Mekke'ye girdiğini gördü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanından önce Mekke'ye gitmiş ve müşrikler kendisini geri döndürmüştü. Bazı kişiler: “Daha önce bize Mekke'ye gireceğini söylemişti. Ancak geri döndürüldü" dediler. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) geri dönüşü onları fitneye düşürmüştü" dedi. İbn İshâk, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Ba's'ta Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Kureyş'lileri korkutmak için zakkum ağacını anlattığı zaman Ebû Cehil: “Ey Kureyş topluluğu! Muhammed'in sizi kendisiyle korkuttuğu zakkum ağacının ne olduğunu biliyor musunuz?" dedi. Kureyş'liler: “Hayır, bilmiyoruz" deyince: “Bu kaymağıyla beraber Yesrib hurmasıdır. Eğer orayı ele geçirirsek ondan zıkkımlanacağız" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Şüphesiz, zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir" âyetleri ile: “Sana gösterdiğimiz o görüntüleri ve Kur'ân'da lânetlenen ağacı, ancak insanları sınamak için meydana getirdik..." âyetini indirdi. İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Kur'ân'da lânetlenen ağacı, ancak insanları sınamak için meydana getirdik..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu, Kureyş'lilerin kendisiyle korkutulduğu zakkum ağacıdır. Ebû Cehil: “İbn Ebî Kebşe bizi zakkum ağacı ile korkutmaktadır" dedi. Sonra hurma ile kaymak getirterek: “Bana yedirin" demeye başladı. Bunun üzerine Yüce Allah: “Onun meyveleri sanki şeytanların kafalarıdır" âyeti ile: “...Biz onları korkuturuz da, bu onlara, büyük bir azgınlıktan başka bir şey sağlamaz" âyetini indirdi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: “Bu «Lanetlenmiş ağaç» mânâsındadır. Çünkü Allah: «Onun meyveleri sanki şeytanların kafalarıdır» buyurmuştur. Şeytanlarda lanetlenmiştir" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Korkuturuz..." ifadesini açıklarken: “Burada zakkum ağacıyla Ebû Cehil'in korkutulması kastedilmektedir" dedi. "Bu onlara, büyük bir azgınlıktan başka bir şey sağlamaz" âyeti hakkında ise: “Burada da Ebû. Cehil'in azgınlığının artması kastedilmektdir" dedi. 61Bkz. Ayet:64 62Bkz. Ayet:64 63Bkz. Ayet:64 64"Meleklere: «Âdem'e secde edin» demiştik, İblis ten başka hepsi secde etmiş, o ise: «Çamurdan yarattığına mı secde edeceğim?» demişti. «Benden üstün kıldığını görüyor musun? Kıyamet gününe kadar beni ertelersen, and olsun ki, azı bir yana, onun soyunu kendi buyruğum altına alacağım» demişti. Allah: «Haydi git! Onlardan sana kim uyarsa bil ki, cehennem hepinizin cezası olur, hem de tam bir ceza» dedi. Onlardan gücünün yettiği kimseleri davetinle şaşırt; süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ; mallarına, evlâtlarına ortak ol, kendilerine vaadlerde bulun. Şeytan, insanlara, aldatmadan başka bir şey vaadetmez" İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyet hakkında şöyle dedi: İblis, Allah'ın, Âdem'e (aleyhisselam) vermiş olduğu üstünlüklere hased edip: “Ben ateşim, o ise topraktır" dedi. İşte o zaman büyük günahlar başladı. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: İblis: “Âdem topraktan ve çamurdan zayıf olarak yaratıldı. Ben ise her şeyi yakan ateşten yaratıldım. "Onun soyunu kendi buyruğum altına alacağım" dedi ve haklarında düşündüğünü yerine getirmeye çalıştı. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: ifadesini açıklarken: “Onun soyuna hâkim olacağım, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: “Onun soyunu kendi buyruğum altına alacağım, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) âyetini açıklarken: “Onun soyunu saptıracağım, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: “Burada tam bir ceza kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Cehennem hepinizin cezası olur, hem de tam bir ceza, dedi" âyetini açıklarken: “Cehennemin azabı, kafire çokça verilecek ve daha sonrası için onlara bir şey saklanmayacaktır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Onlardan gücünün yettiği kimseleri dâvetinle şaşırt; süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ; mallarına, evlâtlarına ortak ol, kendilerine vaadlerde bulun" âyetini açıklarken: “Allah'a karşı masiyete davet eden her kişinin daveti İblis'in davetidir. Allah'a karşı masiyette olan her süvari İblis'in süvarisi, Allah'a karşı masiyette olan her kişi İblis'in yayalarıdır. Allah'a karşı masiyette kullanılan her mal da İblis'in malıdır. Evlatlar ifadesiyle de çocuklarından öldürdükleri ve haramla onlarla beraber oldukları kastedilmektedir" dedi. Firyâbî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ; mallarına, evlâtlarına ortak ol, kendilerine vaadlerde bulun" âyetini açıklarken: “Burada Allah'a karşı masiyette giden her süvari, Allah'a karşı masiyette giden her kişi, haksız yere alınan bütün mallar ve zinadan doğma çocuklar kastedilmektedir" dedi. Saîd b. Mansûr, Zetnmü'l-Melâhi'de İbn Ebi'd-Dünyâ, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Onlardan gücünün yettiği kimseleri dâvetinle şaşırt..." âyetini açıklarken: “Şarkılarla, zurnalarla, oyalayıcı ve batıl şeylerle gücünün yettiği kişileri şaşırt, mânâsındadır" dedi. "Süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ..."âyeti hakkında ise: “Burada Allah'a karşı masiyette olan her süvari ve her yaya kişi kastedilmektedir" dedi. "Evlâtlarına ortak ol..." âyetini açıklarken ise: “Burada da zinadan doğma çocuklar kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Mallarına, evlâtlarına ortak ol..." âyetini açıklarken: “Mallarla kendilerine haram kıldıkları hayvanlar, evlatlarla da zinadan doğma çocuklar kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken: “Mallarına ortak olmaları tâğutlarına Bahîre, Sâibe ve Vasîle gibi hayvanları adamalarıdır. Onlarla evlatlarına ortak olmaları ise çocuklarına Abdu'l-Hâris ve Abdu'ş-Şems gibi isimler takmalarıdır" dedi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes der ki: İblis: “Ey Rabbim! Âdem yüzünden beni lanetleyip Cennet'ten çıkardın. Ancak ona senin (iznin)le güç yetirebilirim" deyince, Allah: “Ona musallat ol" buyurdu. İblis: “Ey Rabbim! Arttır" deyince de ona: “Süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ; mallarına, evlâtlarına ortak ol, kendilerine vaadlerde bulun" buyurdu. Şuabu'l-İmân'da Beyhakî ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Sabit der ki: Bana nakledildiğine göre İblis: “Ey Rabbim! Âdem'i yarattın ve onunla aramızda düşmanlık kıldın. Beni ona musallat kıl" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Onların göğüsleri senin meskenindir" buyurdu. İblis: “Ey Rabbim! Arttır" deyince: “Âdem'in her çocuğu olmasında senin on çocuğun olacaktır" buyurdu. İblis yine: “Ey Rabbim! Arttır!" deyince: “Onların bedenlerinde kan gibi dolaşabilirsin" buyurdu. İblis yine: “Ey Rabbim! Arttır!" deyince: “Süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ; mallarına, evlâtlarına ortak ol, kendilerine vaadlerde bulun" buyurdu. Âdem (aleyhisselam), İblis'i Rabbine şikayette bulunarak: “Ey Rabbim! İblis'i yarattın, onunla aramızda düşmanlık ve kin kılarak onu bana musallat ettin. Ben de ona karşı ancak senin yardımınla güç yetirebilirim" dedi. Bunun üzerine Allah: “Her çocuğun olmasında ona, kendisini kötülerden koruyacak iki melek görevlendireceğim" buyurdu. Âdem (aleyhisselam): “Ey Rabbim! Arttır!" deyince: “Her iyiliğin karşılığı on misli verilecektir" buyurdu. Âdem (aleyhisselam) yine: “Ey Rabbim! Arttır!" deyince: “Gargara anına gelmedikçe çocuklarından her kişinin tövbesini kabul edeceğim" buyurdu. 65"Doğrusu Benim mümin kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin olamaz. Rabbin vekil olarak yeter" İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Doğrusu Benim mümin, kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin olamaz..." âyetini açıklarken: “Kendilerine Cenneti takdir etmiş olduğum kişilerin işledikleri günahları mutlaka affederim. Senin onlar üzerinde bir hâkimiyetin yoktur, mânâsındadır" dedi. 66Bkz. Ayet:69 67Bkz. Ayet:69 68Bkz. Ayet:69 69"Rabbiniz, lütfundan nasip arayasınız diye sizin için denizde gemiler yürütendir. Şüphesiz O, size karşı çok merhametlidir. Denizde bir sıkıntıya düştüğünüz zaman, Allah'tan başka yalvardıklarınız kaybolup gider, fakat O sizi karaya çıkararak kurtarınca yüz çevirirsiniz. Zaten insan pek nankördür. Onun karada da, sizi yere batırmasından veya başınıza taş yağdırmasından güvende misiniz? Sonra kendinize bir koruyucu da bulamazsınız. Yoksa sizi tekrar denize döndürüp, üzerinize ortalığı yıkan bir fırtına gönderip, inkarlarınızdan ötürü sizi suda boğmasından güvende misiniz? O zaman bize soru soracak bîr yardıma da bulamazsınız" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: “Burada «yucri» ifadesiyle yürütmek kastedilmiştir" dedi. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: “Sizin için denizde gemiler yürütür, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ' el-Horasânî: (.....) ifadesi gemiler mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Evzaî: “Şüphesiz O, size karşı çok merhametlidir" âyetini açıklarken: “Bu âyet, müşrikler hakkında nâzil olmuştur" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: “Burada taş yağmuru kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: “Burada Allah'ın gökten taşlar göndermesi kastedilmektedir" dedi. "Sonra kendinize bir koruyucu da bulamazsınız" âyeti hakkında ise: “Kendinize ne koruyucu, ne de yardımcı bulamazsınız, mânâsındadır" dedi. (.....) âyetini açıklarken: “Sizi tekrar denize döndürüp (üzerinize ortalığı yıkan bir fırtına gönderip, inkârlarınızdan ötürü sizi suda) boğmasından güvende misiniz, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Üzerinize ortalığı yıkan bir fırtına gönderip..." âyetini açıklarken: “Burada onları denizde boğup helak edecek fırtına kastedilmektedir" dedi. Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Abdirrahman b. Amr: “Kasırga ve fırtına denizdedir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: “Burada kasırga kastedilmektedir" dedi. (.....) âyeti hakkında ise: “Yardımcı bulamazsınız, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: “Burada intikam (alacak bir yardımcı) kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “...O zaman bize soru soracak bir yardımcı da bulamazsınız" âyetini açıklarken: “Bundan dolayı kimse bizi takip etmez, mânâsındadır" dedi. 70"And olsun ki, biz insanoğullarını şerefli kıldık, onların karada ve denizde gezmesini sağladık, teiniz şeylerle onları rızıklandırdık, yaratıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık." Taberânî, Şuabu'l-İmân'da Beyhakî ve Târih'te Hatîb'in, Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kıyamet gününde Allah katında insandan daha değerli bir şey yoktur" buyurdu. Ashâb: “Yâ Resûlallah! Meleklerde mi?" deyince: “Evet meleklerde, çünkü melekler Güneş ve Ay gibi (ibadet etmeye) mecburdurlar" buyurdu. Beyhakî'nin başka bir kanalla mevkuf olarak İbn Ömer'den bildirip "Doğrusu budur" dedi. Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da: bildirdiğine göre Ebû Hureyre: “Allah katında mümin kişi meleklerden daha değerlidir" demiştir. Taberânî'nin, İbn Amr'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Melekler: «Ey Rabbim! Âdemoğullarına dünyayı verdin. Onlar, dünyada yiyor, içiyor ve giyiyor. Biz de seni hamd ile tesbih ediyoruz. Ancak bir şey yemiyor, içmiyor ve bir şeyle eğlenmiyoruz. Dünyayı onların kıldığın gibi âhireti de bize kıl» dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: «Kendi elimle yarattığım kişileri: «Ol!» dememle oluverenler gibi kılmam»" buyurdu. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Zeyd b. Eslem'den aynısını bildirir. İbn Asâkir'in, Urve b. Ruveym vasıtasıyla Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Melekler: «Rabbimiz! Bizi ve Âdemoğullarını yarattın. Onları yemek yiyen, içecekler içen, giyecekler giyen, kadınlara yaklaşan, bineklere binen, uyuyan ve dinlenen kişiler kıldın. Dünyayı onların, âhireti de bizim kıl» dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: «Kendi elimle yarattığım ve kendilerine ruhumdan üflediğim kişileri: «Ol!» dememle oluverenler gibi kılmam» buyurdu." Beyhakî Şuabu'l-İmân'da aynısını Urve b. Ruveym'den mürsel olarak bildirir. Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Urve b. Ruveym vasıtasıyla Ensar'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah, Âdemoğlunu yarattığı zaman melekler: «Ey Rabbim! Onları yiyen, içen, evlenen ve binenler olarak yarattın. Dünyayı onların, âhireti de bizim eyle» dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: «Kendi elimle yarattığım ve kendilerine' ruhumdan üflediğim kişileri: «Ol!» dememle oluverenler gibi kılmam» buyurdu." Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sıfât'ta başka bir kanalla Urve b. Ruveym el- Lahmî'den, onun da Câbir b. Abdillah'dan bildirdiğine göre "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu" dedi ve bir önceki hadise benzer bir rivayette bulundu. Ancak "Binenler" ifadesi yerine: “Atlara binerler" buyurmuş ve "...Ona ruhumdan üflediğim" kısmını zikretmemiştir. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Şuabu'l- İmân'da değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “And olsun ki, biz insanoğullarını şerefli kıldık..." âyetini açıklarken: “Onları elleriyle yiyenlerden kıldık. Diğer yaratıklar ise direk ağızlarıyla yerler, mânâsındadır" dedi. Hâkim Târih'te ve Deylemî'nin, Câbir b. Abdillah'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “And olsun ki, biz insanoğullarını şerefli kıldık..." âyetini açıklarken: “însanoğullarının şerefli kılınması parmaklarıyla yemek yemesidir" buyurdu. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Ömer der ki. "Bir belaya düçar olmuş bir kişiyi gören kişi: «Seni mubteli kıldığı şeyde beni sağlıklı kılan, beni senden ve birçok insanlardan daha sağlıklı kılan Allah'a hamd olsun» derse, mutlaka Allah ona afiyet verir ve onu ömrü boyunca o beladan korur. " Ebû Nuaym ve Beyhakî'nin Delâil'de İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah.yedi kat gökleri yaratıp en yükseğini seçti ve yarattıklarından dilediğini oraya yerleştirdi. Yine yedi kat yerleri yarattı en yükseğini seçti. Orada da yarattıklarından dilediğini yerleştirdi. Sonra yaratıkları yarattı ve içlerinde Âdem'i (aleyhisselam) seçti. Âdemoğullarından da Arapları, Araplardan Mudar'ı, Mudar'dan Kureyş'i, Kureyş'ten Hâşim oğullarını seçti. Sonra Hâşim oğullarından beni seçti. Ben de seçilenlerin içinden seçilenim," 71Bkz. Ayet:72 72"Kıyamet günü bütün insanları önderleriyle çağıracağız. O gün, kimin amel defteri sağ eline verilirse, işte onlar kitaplarını okuyacaklar ve en küçük bîr haksızlığa uğratılmayacaklar. Kim bu dünyada körlük ettiyse âhırette de kördür, yolunu daha da şaşırmıştır" İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Kıyamet günü bütün insanları önderleriyle çağıracağız..." âyetini açıklarken: “Burada önderler ifadesiyle hidayete erdiren liderlerle sapıklığa götüren önderler kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Târih'te Hatîb'in bildirdiğine göre Enes: “Kıyamet günü bütün insanları önderleriyle çağıracağız.." âyetini açıklarken: “Burada önderlerinden kasıt peygamberleridir" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid aynısını bildirir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Kıyamet günü bütün insanları önderleriyle çağıracağız..." âyetini açıklarken: “Burada önderlerinden kasıt, amel defterleridir" dedi. İbn Merdûye'nin, Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kıyamet günü bütün insanları önderleriyle çağıracağız..." âyetini açıklarken: “Her kavim kendi zamanlarının lideri, rablerinin kitabı ve peygamberlerinin sünneti ile çağrılacaltır" buyurdu. Tirmizî, Bezzâr, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Hâkim ve İbn Merdûye'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kıyamet günü bütün insanları önderleriyle çağıracağız..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Biri çağrılır ve (hesap) kitabı sağ eline verilir. Boyu altmış arşın uzatılır ve yüzü ak edilir. Başına parıldayan incilerden taç konulur ve arkadaşlarına doğru gider. Arkadaşları kendisini uzaktan görünce: “Allahım! Onu bize ulaştır ve onu bize bereketli kıl" derler. Yanlarına vardığında: “Müjdeler olsun! Sizden her kişiye bunun gibisi vardır" der. Ancak kafirin yüzü karartılıp Âdem'in sûreti gibi boyu altmış arşın uzatılır. Sonra başına taç konulur. Arkadaşları onu görünce: “Bunun şerrinden Allah'a sığınırız. Allahım! Bizi onunla bir araya getirme" derler. Bu kişi arkadaşlarının yanına vardığında onlar: “Allahım! Onu bizden uzaklaştır" deyince, o: “Allah sizi uzaklaştırsın. Sizden her kişiye bunun gibisi vardır" karşılığını verir. Firyâbî ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime der ki: Yemen ahalisinden bir grup İbn Abbâs'a geldi ve bir kişi: “Kim bu dünyada körlük ettiyse âhirette de kördür..." âyetini gördün mü?" deyince, İbn Abbâs: “Meseleyi anlayamadım, daha önceki âyeti oku" dedi. "Rabbiniz, lütfundan nasip arayasınız diye sizin için denizde gemiler yürütendir..." kısmından: “And olsun ki, biz insanoğullarını şerefli kıldık, onların karada ve denizde gezmesini sağladık, temiz şeylerle onları rızıklandırdık, yaratıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık" kısmına kadar okuyunca, İbn Abbâs: “Gözü ile gördüğü bu nimetlere karşı kör olan kişinin âhiret gözü ile bu nimetleri bir daha göremeyeceği ve dünyadakinden daha sapık biri olacağı bildirilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de, Dahhâk vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Kim bu dünyada körlük ettiyse âhirette de kördür..."âyetini açıklarken: “Dünyada iken kudretimden, gökyüzünde ve yeryüzünde yarattıklarımdan, dağlardan, denizlerden, insanlardan, hayvanlardan ve buna benzer şeylerden gördüklerine karşı kör olan kişi âhirette de vasfettiğim gibi göremeyecek ve yol bakımından da daha sapık olacaktır" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Dünyada iken Allah'ın kudretini görmeye karşı kör olan kişi âhirette de kör kalacaktır" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre Katâde bu âyet hakkında şöyle dedi: “Güneş ve Ay'dan, geceden ve gündüzden gördüğü delillere karşı inanmayıp kör kalan kişi görmediği şeylere hiç inanmaz ve daha da sapıtır" dedi. 73Bkz. Ayet:75 74Bkz. Ayet:75 75"Az kalsın seni bile, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı iftira edesin diye fitneye düşüreceklerdi ve o takdirde seni dost edineceklerdi. Sana sebat vermemiş olsaydık, and olsun ki, az da olsa onlara meyledecektin. İşte o zaman sana, hayatın da, ölümün de katmerli acılarını tattırırdık. Sonra bize karşı kendine hiçbir yardımcı bulamazdın" İbn İshâk, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Umeyye b. Halef, Ebû Cehl b. Hişâm ve Kureyş'ten bazı kişiler Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiler ve: “Gel ilahlarımıza el sür, biz de senin dinine girelim" dediler. O zamanda da Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) kavminden ayrılmak zor geliyor ve onların Müslüman olmasını istiyordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara karşı yumuşayınca Yüce Allah: “Az kalsın seni bile, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı iftira edesin diye fitneye düşüreceklerdi ve o takdirde seni dost edineceklerdi. Sana sebat vermemiş olsaydık, and olsun ki, az da olsa onlara meyledecektin. İşte o zaman sana, hayatın da, ölümün de katmerli acılarını tattırırdık. Sonra bize karşı kendine hiçbir yardımcı bulamazdın" âyetlerini indirdi. İbn Merdûye, Câbir b. Abdillah'tan aynısını bildirir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Haceru'l-Esved'i sıvazlarken, Müşrikler: “İlahlarımızı meshetmedikçe Haceru'l-Esved'i meshetmene izin vermeyeceğiz" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ne var ki? Eğer bunu yapacak olsam bile Allah içimi biliyor" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah: “Az kalsın seni bile, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı iftira edesin diye fitneye düşüreceklerdi ve o takdirde seni dost edineceklerdi. Sana sebat vermemiş olsaydık, and olsun ki, az da olsa onlara meyledecektin. İşte o zaman sana, hayatın da, ölümün de katmerli acılarını tattırırdık. Sonra bize karşı kendine hiçbir yardımcı bulamazdın" âyetlerini indirdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Şihâb der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tavaf ettiği zaman Müşrikler kendisine: “İlahlarımız sana zarar vermesin diye onları meshet" derlerdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu yapmaya yakınken Yüce Allah: “Az kalsın seni bile, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı iftira edesin diye fitneye düşüreceklerdi ve o takdirde seni dost edineceklerdi" âyetini indirdi. İbn Ebî Hâtim'in, Cübeyr b. Nufeyr'den bildirdiğine göre Kureyş'liler Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Eğer sen bize peygamber olarak gönderilmiş biri isen, sana tâbi olan aşağılık insanları ve köleleri yanından uzaklaştır. O zaman biz senin dostların oluruz" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onların isteğine meyledince Yüce Allah ona: “Az kalsın seni bile, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı iftira edesin diye fitneye düşüreceklerdi ve o takdirde seni dost edineceklerdi" âyetini vahyetti. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî der ki: Yüce Allah: “Andolsun yıldıza, inerken" âyetini indirince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara: “Siz de gördünüz değil mi Lât ve Uzza'yı" âyetini okudu. Şeytan bunun üzerine: “O, çok güzellerin şefaati temenni edilir" diye iki kelime daha ekledi. Sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sûreyi sonuna kadar okudu ve secde etti. Allah: “Az kalsın seni bile, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı iftira edesin diye fitneye düşüreceklerdi ve o takdirde seni dost edineceklerdi" âyetini indirince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sürekli kederli ve üzüntülü kaldı. Bunun üzerine Yüce Allah: “Senden önce hiçbir resul ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetini indirdi. İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Sakif kabilesi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bize bir yıl fırsat ver. İlahlarımıza gelen hediyeleri toplarız ve Müslüman olup ilahlarımızı kırarız" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara bir yıl daha mühlet vermeye niyet edince: “Az kalsın seni bile, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı iftira edesin diye fitneye düşüreceklerdi ve o takdirde seni dost edineceklerdi" âyeti indi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Hayatın da, ölümün de katmerli acılarını tattırırdık..." âyetini açıklarken: “Burada dünya ve âhiret azabının iki katı kastedilmektedir" dedi. Beyhakî'nin Azâbu'l-Kabr'da bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Hayatın da... katmerli acılarını tattırırdık..." âyetini açıklarken: “Burada kabir azabı kastedilmektedir" dedi. Beyhakî'nin bildirdiğine göre Atâ': “...Hayatın da... katmerli acılarını tattırırdık..." âyetini açıklarken: “Burada kabir azabı kastedilmektedir" dedi. 76Bkz. Ayet:77 77"Seni o yerden (Mekke'den) sürüp çıkarmak için neredeyse seni sıkıştıracaklardı. Bunu yapabilselerdi, senin ardından orada pek az kalırlardı. Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimiz hakkındaki kanun böyledir. Bizim kanunumuzda hiçbir değişme bulamazsın" İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cubeyr der ki: Müşrikler Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Peygamberler Şam'da otururdu, sen niye Medine'de kalıyorsun?" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gitmeye niyetlenince Yüce Allah: “Seni o yerden (Mekke'den) sürüp çıkarmak için neredeyse seni sıkıştıracaklardı. Bunu yapabilselerdi, senin ardından orada pek az kalırlardı" âyetini indirdi. İbn Cerîr'in, Hadramî'den bildirdiğine göre Yahudilerden bazı kişiler Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Peygamberlerin toprakları Şam topraklarıdır. Bu topraklar ise peygamberler toprağı değildir" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Seni o yerden (Mekke'den) sürüp çıkarmak için neredeyse seni sıkıştıracaklardı. Bunu yapabilselerdi, senin ardından orada pek az kalırlardı" âyetini indirdi. İbn Ebî Hâtim, Beyhakî Delâil'de ve İbn Asâkir'in Abdurrahman İbn Ganm'dan bildirdiğine göre Yahudiler Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Eğer sen peygamber isen Şam'a git. Orası mahşer yeri ve peygamberlerin yurdudur" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onların dediklerini doğrulayarak Tebuk gazvesine çıktı. Fakat Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Şam'ı almak istiyordu. Tebuk'a vardığı zaman Yüce Allah İsrâ Sûresi inip bitmiş iken bu sûrede kendisine: “Seni o yerden (Mekke'den) sürüp çıkarmak için neredeyse seni sıkıştıracaklardı. Bunu yapabilselerdi, senin ardından orada pek az kalırlardı. Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimiz hakkındaki kanun böyledir. Bizim kanunumuzda hiçbir değişme bulamazsın" âyetlerini indirdi. Medine'ye geri dönmesini emrederek: “Senin hayatın, ölümün ve dirilişin orada olacaktır" buyurdu. Cibrîl kendisine: “Rabbinden iste, çünkü her peygamberin bir dilek hakkı vardır" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ne dilememi istiyorsun?" karşılığını verdi. Cibrîl: “De ki: Rabbim! Beni dahil edeceğin yere hoşnutluk ve esenlikle dahil et; çıkaracağın yerden de hoşnutluk ve esenlikle çıkar. Katından beni destekleyecek bir kuvvet ver" dedi. Bu âyetler Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebuk'ten döndüğü zaman indirildi. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Seni o yerden (Mekke'den) sürüp çıkarmak için neredeyse seni sıkıştıracaklardı..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Mekke ahalisi Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den çıkarmaya niyet ettiler ve çıkması için bazı şeyler yaptılar. Allah onları Bedir gününde helak etti. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den çıkmasından kısa bir zaman sonra Allah onları Bedir gününde helak etti. Allah'ın, peygamberlerine karşı gelenleri cezalandırma kanunu da işte bu şekildedir." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Bunu yapabilselerdi, senin ardından orada pek az kalırlardı" âyetini açıklarken: “Burada azdan kasıt, Bedir gününde onları helak etmesiydi. Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra az bir zaman kalma süreleri de bu kadar idi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddîbu âyeti açıklarklen: “Az bir zaman demek, on sekiz ay demektir" dedi. 78"Güneşin batıya yönelmesinden gecenin kararmasına kadar namaz kıl; sabah vakti de namaz kıl, zira sabah namazına melekler şahit olur." Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve İbn Merdûye'nin değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Güneşin batıya yönelmesi batması demektir. Araplar güneş battığı zaman: «Güneş batıya yöneldi» derler" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali: “Güneşin batıya yönelmesi batması demektir" dedi. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Güneşin batıya yönelmesi, batması demektir" dedi. İbn Merdûye'nin, Ömer b. el-Hattâb'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Güneşin batıya yönelmesinden gecenin kararmasına kadar namaz kıl..." âyetini açıklarken: “Güneşin zeval vaktinden sonra gecenin kararmasına kadar namaz kıl mânâsındadır" buyurmuştur. Bezzâr, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Deylemî'nin zayıf bir isnâdla bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Güneşin batıya yönelmesi, zeval vaktinden sonrası demektir" buyurmuştur. Mâlik el-Muvatta'da, Abdurrezzâk, Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ömer: “Güneşin batıya yönelmesi, zeval vaktinden sonrası demektir" dedi. Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre İbn Ömer: “Güneşin batıya yönelmesi, gündüzün yansından sonra batıya yönelmesidir" dedi. Saîd b. Mansûr ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Güneşin batıya yönelmesi, zeval vaktinden sonrası demektir" dedi. İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Güneşin batıya yönelmesi..." âyetini açıklarken: “Burada gölgelerin oluşmaya başlamasından sonraki zaman kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in, Ebû Mes'ûd Ukbe b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Cibrîl Güneş'in batıya yöneldiği zaman, zeval vaktinde bana geldi ve öğle namazını bebarer kıldık" buyurdu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Berze el-Eslemî: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zeval vaktinden sonra öğle namaznı kılardı" dedi ve: “Güneşin batıya yönelmesinden gecenin kararmasına kadar namaz kıl..." âyetini okudu. İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Mücâhid der ki: “Kays b. es-Sâib'in malına bakardım. O: “Güneş batıya yöneldi mi?" diye sorduğunda: “Evet" diye cevap verirsem öğle namazını kılardı" derdi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre, Enes: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) öğle namazını güneş batıya yöneldiği zaman kılardı" dedi. Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “...Gecenin kararmasına kadar namaz kıl..." âyetini açıklarken: “Burada yatsı namazı kastedilmektedir" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Gecenin kararması..."âyetini açıklarken: “Burada gecenin karanlıklarla birleşmesi kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Gecenin kararması..."âyetini açıklarken: “Burada gecenin başlaması kastedilmektedir" dedi. İbnu'l-Enbârî el-Vakfta bildirdiğine göre Nafi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: “Bana: (.....) âyetini açıklar mısın? Ğasek ifadesi ne anlamdadır?" deyince, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: “Gecenin karanlıklara girmesi demektir. Züheyr b. Ebî Selmâ bu konuda:" "Gece karanlığı çökene kadar : Bileri cebinde oyalanıp durdu" demiştir." İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid: “Güneşin yönelmesi zeval vaktini geçmesi, gece karanlığı ise Güneş'in batmasıdır" dedi. Abdurrezzâk'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre: “Güneşin yönelmesi zeval vaktini geçmesi ve semanın ortasını (batıya doğru) geçmesidir. Gece karanlığı ise batmasıdır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: “Burada sabah namazı kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: “Burada sabah namazı kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ: (.....) âyetini açıklarken: “(Kişi sabah namazını kılarken) melekler ve cinler o anda şahit olurlar, mânâsındadır" dedi. Ahmed, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Zira sabah namazına melekler şahit olur" âyetini açıklarken: “Kişi sabah namazım kılarken gece melekleri ve gündüz melekleri şahit olur. Yani (gece ve gündüz melekleri) o anda bir araya gelirler" buyurmuştur. Abdurrezzâk, Buhârî, Müslim, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Gece melekleri ve gündüz melekleri sabah namazında bir araya gelirler" buyurmuştur. Sonra Ebû Hureyre: “Dilerseniz: «Zira sabah namazına melekler şahit olur» âyetini okuyun" dedi. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Taberânî, İbn Mes'ûd'dan bildirir: “Sabah namazında Allah'ın gece melekleri ve gündüz melekleri, yani gece bekçisiyle gündüz bekçisi şahit olur. Dilerseniz «Zira sabah namazına melekler şahit olur» âyetini okuyun. Gece ve gündüz melekleri iner (ve sabah namazına şahit olurlar, mânâsındadır." Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usûl'da, İbn Cerîr, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Zira sabah namazına melekler şahit olur» âyetini okudu ve: “Sabah namazına Yüce Allah ile gece ve gündüz melekleri şahit olur" dedi. Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Katâde: “...Zira sabah namazına melekler şahit olur" âyetini açıklarken: “Sabah namazına gece ve gündüz melekleri şahit olur" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin Kâsım'dan bildirdiğine göre babası der ki: “Abdullah b. Mes'ûd sabah namazı için mescide girdi. Ancak bir topluluğun sırtını kıbleye dayadığını görünce, onlara: “Meleklerin namazı ile kıble arasından çekilin. Çünkü bu iki rekat, meleklerin namazıdır" dedi. 79"Geceleyin uyanıp, yalnız sana mahsus olarak fazladan teheccüd namazı kıl. Belki de Rabbin seni övülecek makama yükseltir." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve es-Sâlât'ta Muhammed b. Nasr'ın bildirdiğine göre Alkame ve Esved: “Teheccüd namazı uykudan kalkıp kılınan namazdır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: “Teheccüd namazı, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) dışında herkes için neshedilmiştir" dedi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Geceleyin uyanıp, yalnız sana mahsus olarak fazladan teheccüd namazı kıl..." âyetini açıklarken: “Bu namaz, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) has bir şeydir. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) teheccüd namazına kalkması emredildi ve bu namaz kendisine farz kılındı" dedi. Taberânî M. el-Evsat'ta ve Beyhakî'nin Sünen'de Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Üç şey var ki, bana farz sizlere sünnettir. Bunlar vitir namazı, misvak kullanmak ve teheccüd namazıdır" buyurmuştur. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Muhammed b. Nasr ve Delâil'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: “Sana mahsus olarak fazladan teheccüd namaz kıl" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Teheccüd namazı size ait bir şey değildir. Bu, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) has bir şeydir. Çünkü Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) gelmiş geçmiş bütün günahları bağışlanmıştır. Kendisine yazılmışlarla beraber işlediği nafile ameller kendisi için farz gibidir. Bu amelleri günahlarına karşı kefaret olarak işlememektedir. Bu ameller kendisi için nafile ve fazlasıdır. Ancak insanlar böylesi amelleri farz olarak değil de günahlarına kefâret olarak işlemektedir. Bu sadece Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için has bir Şeydir." İbn Ebî Hâtim, Katâde'den aynısını bildirir. İbnu'l-Münzir, Hasan(-ı Basrî)'den aynısını bildirir. Muhammed b. Nasr'ın bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Geceleyin uyanıp, yalnız sana mahsus olarak fazladan teheccüd namaz kıl..." âyetini açıklarken: “Fazladan teheccüd namazı sadece Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) has bir şeydir" dedi. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Muhammed b. Nasr'ın bildirdiğine göre Katâde: “...Sana mahsus olarak fazladan teheccüd namaz kıl..." âyetini açıklarken: “İtaat ve üstün bir derece için kıl mânâsındadır" dedi. Ahmed, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Umâme: “...Sana mahsus olarak fazladan teheccüd namaz kıl..." âyetini açıklarken: “Bu namaz Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için nafile, sizin için üstün bir derecedir" dedi. Başka bir lafızda ise: “Nafile namaz Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) has bir şeydir" şeklindedir. Tayâlisî, İbn Nasr, Taberânî, İbn Merdûye, Şuabu'l-İmân'da Beyhakî ve Târih'te Hatîb'in bildirdiğine göre Ebû Umâme: “Müslüman kişi abdest aldığı zaman hakkıyla abdest alırsa, oturduğu zaman günahları bağışlanmış olarak oturur. Eğer namaza kalkarsa, o, kendisi için bir üstünlük olur" dedi. Kendisine: “Nafile namaz mı olur?" dediklerinde: “Bu, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için nafiledir. Kişi hatalar ve günahlar içinde giderken nasıl olur da nafile namaz olur? Ancak kendisi için üstünlük olur" karşılığını verdi. Saîd b. Mansûr, Buhârî, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: “İnsanlar kıyamet gününde gruplar halinde olurlar ve her grup kendi peygamberinin ardına düşerek: “Ey filan! Bize şefaat et!" der. En sonunda herkes şefaat için Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelir. İşte o gün Allah, Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) Makam-ı Mahmûd'a iletecektir. Ahmed, Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “...Belki de Rabbin seni övülecek makama yükseltir" âyetinin açıklaması sorulunca: “Orası ümmetime şefaat edeceğim makamdır" buyurdu. İbn Cerîr ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Makam-ı Mahmud şefaat yeridir" buyurmuştur. İbn Cerîr, Taberânî ve İbn Merdûye'nin değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Belki de Rabbin seni övülecek makama yükseltir" âyetini açıklarken: “Orası şefaat makamıdır" dedi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Sa'd b. Ebî Vakkâs der ki: “Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Makam-ı Mahmûd sorulunca: “Makam-î Mahmud şefaat yeridir" buyurdu. Ahmed, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Hâkim ve İbn Merdûye'nin, Ka'b b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kıyamet gününde insanlar haşrolunduğu zaman ben ve ümmetim bir tepede olacağız. Orada Rabbim bana yeşil bir hırka giydirecektir. Sonra bana izin verecek ve ben Allah'ın dilediğince bir şeyler söyleyeceğim. İşte orası Makamı-ı Mahmud'dur" buyurmuştur. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî, Ali b. el-Hüseyn vasıtasıyla bildiriyor: İlim ehlinden bir kişinin bana naklettiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet gününde yeryüzü bir deri gibi serilecektir. Her kişinin ancak ayağını basacağı kadar bir yeri olacaktır. İnsanların içinde ilk olarak ben çağrılacağım ve secdeye kapanacağım. Bana izin verildiğinde: «Ey Rabbim! - Rahman'ın sağında bulunan ve daha önce Allah'ı asla görmeyen Cibrîl'i kastederek— Bu kişi senin tarafından bana elçi olarak gönderildiğini söyledi» diyeceğim. O zaman Cibril suskun kalıp konuşmayacak. Bunun üzerine Rab: «Doğru söyledin» buyuracak. Sonra bana şefaat için izin verildiğinde: «Ey Rabbim! Kulların sana yeryüzünün her tarafında ibadet ettiler» diyeceğim. İşte Makam-ı Mahmûd da budur. İbn Ebî Şeybe, Bezzâr, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye, Hilye'de Ebû Nuaym, Ba's'ta Beyhakî ve el-Muttefik ve'l-Mufetrik'te Hatîb'in bildirdiğine göre Huzeyfe der ki: İnsanlar yüksek bir yerde toplanır, çağıran kişinin sesini işitirler, gözleri görmez olur ve anadan doğmuş gibi yalınayak ve çıplak bir durumda olurlar. Ayakta dururlar ve Allah'ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz. O sırada: “Ey Muhammed!" diye nida edilir. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem): “Buyur, emrindeyim! Tüm hayırlar senin elindedir. Şer senden değildir. Doğru yolda olan ancak senin hidayete erdirdiğindir. Kulun senin önünde sana dönüktür. Senden, tekrar sana dönmekten başka kurtuluş ve sığınak yoktur. Sen yüce ve ulusun. Ey evin Rabbi! Seni bütün eksikliklerden tenzih ederim" diyecektir. İşte bu, Makam-ı Mahmûd'dur. Buhârî, İbn Cerîr, İbn Merdûye'nin, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştun "Güneş o kadar yaklaşacak ki insanların teri kulaklarına kadar ulaşacaktır. Onlar bu durumdayken Âdem'den (aleyhisselam) yardım isteyecekler. Âdem (aleyhisselam) ben buna sahip değilim" diyecektir." İbn Ömer der ki: “Sonra Mûsa'dan (aleyhisselam) yardım isteyecekler, o da aynı cevabı verecektir. Sonra Muhammed'den (sallallahü aleyhi ve sellem) yardım isteyecekler, Muhammed de (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara şefaat edecek ve Allah insanlar arasında hüküm kılacaktır. Sonra da yürüyüp Cennet kapısının halkasını tutacaktır. İşte o zaman Yüce Allah Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) ve bütün cemaat ehlini Makam-ı Mahmud'a iletecektir. Ahmed, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve İbn Merdûye'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben (kıyamet gününde) Makam-ı Mahmûd'a çıkacağım" buyurdu. "Makam-ı Mahmûd ne demektir?" diye sorulunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “O, siz yalın ayakr çıplak, ve sünnetsiz bir şekilde getirildiğiniz zamandır. İlk olarak giydirilecek kişi İbrahim'dir. Allah: «Dostumu giydirin» buyurunca, tek parçadan oluşan iki beyaz elbise getirilip giydirilecektir ve Arş'ın karşısında oturacaktır. Sonra benim elbiselerim getirilecek, onları giyeceğim ve İbrâhîm'in sağında, daha önce hiç kimsenin durmadığı bir makamda duracağım. Öncekiler ve sonrakiler bana gıpta edecektir. Sonra da Kevser'den Havz'ıma bir nehir açılacaktır" buyurdu. İbn Merdûye'nin Amr b. Şuayb vasıtasıyla babasından, onun da dedesinden bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Rabbinin zikrettiği Makam-ı Mahmûd nedir?" diye sorulunca şöyle buyurdu: “Allah kıyamet gününde insanları analarından doğmuş gibi çıplak ve sünnetsiz olarak haşredecektir. Büyük korku onları dehşete düşürecek ve büyük üzüntüler onları etkisi altına alacaktır. O zaman terleri ağızlarına kadar ulaşcak ve çetin zorluklar içinde kalacaklardır. Orada çağrılan ve kendisine giysi verilen ilk kişi ben olacağım. Sonra İbrâhîm çağrılacak ve Cennetten iki beyaz elbiseyle giydirilecektir. Sonra Kürsünün karşısında oturması emredilecektir. Ben de sağında kimsenin durmadığı makamda duracağım. Orada konuştuğumda dinlenecek ve şahadet ettiğimde beni doğrulayacaklardır. " İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “...Belki de Rabbin seni övülecek makama yükseltir" âyetini okudu. Yani Allah kıyamet gününde Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) tahta oturtacaktır. Tirmizî, İbn Huzeyme ve İbn Merdûye'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet gününde Âdem oğullarının efendisi benim ve bunda övünme yoktur. Hamd sancağı elimde olacaktır. Bunda bir övünme yoktur. O gün Âdem ve diğer bütün peygamberler sancağım altında olacaktır. Yer yarılıp da ilk çıkarılacak kişi de benim ve bunda övünme yoktur. İnsanlar üç korku yaşayacak ve Âdem'e gidip: «Sen bizim atamızsın, Rabbinden bize şefaat dile» diyecekler. Bunun üzerine Âdem: «Ben günah işledim ve Cennetten yeryüzüne indirildim, siz Nuh'a gidin» diyecek. Nuh'a gittiklerinde: «Ben yeryüzü ahalisine beddua ettim ve helak oldular. Siz İbrahim'e gidin» diyecek. İbrahim'e gittiklerinde: «Musa'ya gidin» diyecek. Musa'ya gittiklerinde: «Ben bir cana kıydım. İsa'ya gidin» diyecek. İsa'ya gittiklerinde: «Allah'tan başka bana tapınıldı. Siz Muhammed'e gidin» diyecektir. Yanıma geldiklerinde onlarla beraber gidip Cennet kapısının halkasını tutarak kapıyı çalacağım. «Kimdir o?» denilince: «Muhammed'dir» cevabını vereceğim. Bana kapıyı açacaklar: «Merhaba!» diyecekler. Ben de secdeye kapanacağım. Allah'ın bana ilham ettiği şekilde, Allah'ı övüp hamd ve dua edeceğim. Bana: «Başını kaldır ve dile. İsteğin verilecektir. Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir. Söyle, dediğin işitilecektir» denilecek. İşte orası da Allah'ın: «Belki de Rabbin seni övülecek makama yükseltir» diye zikrettiği Makam-ı Mahmud'dur." İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Saîd: “Belki de Rabbin seni övülecek makama yükseltir" âyetini açıklarken: “Allah iman ve kıble ahalisinden bir kavmi Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şefaati ile cehennemden çıkaracaktır. İşte orası da Makam-ı Mahmud'dur" dedi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah, Cehennemden çıkarılacakları zikredince: “Sen neden bahsediyorsun? Yüce Allah: “Rabbimiz! Sen kimi Cehennem ateşine sokarsan, onu rezil etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur" ve: “...Oradan her çıkmak istediklerinde, oraya döndürülürler.." buyurmuştur" denildi. Câbir b. Abdillah: “Siz Kurân'ı okumuyor musunuz?" deyince: “Evet okuyoruz" karşılığını verdiler. Orada Makam-ı Mahmud'u işitmediniz mi?" deyince de: “Evet işittik" dediler. Bunun üzerine: “İşte orası Allah'ın dilediği kişileri Cehennemden çıkaracağı Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yeridir" dedi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre îbn Mes'ûd der ki: “Allah şefaat için izin verecek ve Ruhü'l-Kudüs Cibrîl kalkacaktır. Sonra Allah'ın dostu İbrâhîm (aleyhisselam), sonra İsa (aleyhisselam) veya Mûsa (aleyhisselam) kalkacak ve dördüncü olarak da şefaat için Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkacaktır. Ondan sonra hiç kimse kendisi kadar şefaat etmeyecektir. İşte orası Allah'ın: “Belki de Rabbin seni övülecek makama yükseltir" zikretmiş olduğu gibi Makam-ı Mahmûd'dur." İbn Merdûye'nin, Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer Allah'tan isterseniz, beni, bana vad etmiş olduğu Makam-ı Mahmud'a iletmesini isteyin" buyurmuştur. Buhârî'nin, Câbir b. Abdillah'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ezan sesini işiten kişi: «Ey bu tam davetin sahibi ve kılınacak namazın Rabbi, Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) vesile ve fazileti ver. O'nu kendisine vaadettiğin Makam-ı Mahmud'a eriştir» diye dua ederse, kıyamet gününde şefaat ona hak olur" buyurdu. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Selmân der ki: -Hazret-i Peygamber'e - "İste sana verilir, şefaat et şefaatin kabul edilir, dua et duan kabul olunur" denilir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) başını kaldırarak iki veya üç defa: “Ümmetim!" der. Kalbinde bir buğday tanesi veya bir arpa tanesi veya bir hardal tanesi kadar iman bulunan her kişiye şefaat edecektir. İşte orası Makam-ı Mahmud'dur. Deylemî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: “Yâ Resûlallah! Makam-ı Mahmûd nedir?" diye sorulduğunda: “O gün Allah'ın Arş'ına ineceği gündür. Arş o zaman sıkıntısından dolayı yeni semerin gıcırdaması gibi gıcırdayacaktır" buyurdu. Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Belki de Rabbin seni övülecek makama yükseltir" âyetini açıklarken: “Allah, Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisi ile Cibrîl arasında bir yerde oturtacak ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetine şefaat dileyecektir. İşte orası Makam-ı Mahmûd'dur" dedi. Deylemî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Belki de Rabbin seni övülecek makama yükseltir" âyetini okudu ve: “Beni beraberinde tahta oturtacaktır" buyurdu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “Belki de Rabbin seni övülecek makama yükseltir" âyetini açıklarken şöyle dedi: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), kral bir peygamber veya kul olan bir peygamber olma arasında muhayyer bırakıldı. Cibrîl Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) mütevazi ol diye ima edince Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kul olan bir peygamber olmayı tercih etti. Bunun üzerine kendisine bununla beraber iki şey verildi. Biri yer yarılıp da ilk çıkarılacak kişi olması diğeri de ilk şefaatçi olmasıdır. İlim ehli de bu yerin Makam-ı Mahmûd olduğu görüşündedir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Belki de Rabbin seni övülecek makama yükseltir" âyetini açıklarken: “Onu beraberinde Arş'ında oturtacaktır, mânâsındadır" dedi. 80"De ki: “Rabbim! Benî gireceğim yere hoşnutluk ve esenlikle girmemi, çıkaracağın yerden de hoşnutluk ve esenlikle çıkmamı sağla. Katından benî destekleyecek bir saltanat (kuvvet) ver." Ahmed, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye, Ebû Nuaym, Delâil'de Beyhakî ve el-Muhtâre'de Diyâ'nın bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de idi. Sonra hicret etmesi emredildiğinde Yüce Allah: “De ki: Rabbim! Beni gireceğim yere hoşnutluk ve esenlikle girmemi, çıkaracağın yerden de hoşnutluk ve esenlikle çıkmamı sağla. Katından beni destekleyecek bir saltanat (kuvvet) ver" âyetini indirdi. Hâkim ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre Katâde: “De ki: Rabbim! Beni gireceğim yere hoşnutluk ve esenlikle girmemi, çıkaracağın yerden de hoşnutluk ve esenlikle çıkmamı sağla. Katından beni destekleyecek bir saltanat (kuvvet) ver" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Yüce Allah, Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den hoşnutluk ve esenlik içinde çıkarıp, Medine'ye hoşnutluk ve esenlik içinde girmesini sağladı. Allah'ın Peygamberi bu emre ancak Allah'ın gücüyle güç yetirebileceğini bilmişti. Bu sebeple Allah'tan, Allah'ın Kitab'ına, bildirdiği cezalarına, farzlara ve Allah'ın Kitâb'ının hükümlerini uygulamaya yardımcı olacak saltanat istedi. Çünkü bu destekleyici saltanat Allah'ın kullarına sunduğu kendisinden gelen bir izzettir. Eğer bu güç olmasa kullar birbirlerine girer ve kuvvetliler zayıfları yerdi." Hatîb'in bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb: “Vallahi! Allah'ın saltanatla korkutması Kurân'Ia korkutmasından daha şiddetlidir" demiştir. Zübeyr b. Bekkâr'ın Ahbâru'l-Medine'de bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem der ki: “Yüce Allah: “Gireceğim yere hoşnutluk ve esenlikle girmemi, çıkaracağın yerden de hoşnutluk ve esenlikle çıkmamı sağla. Katından beni destekleyecek bir saltanat (kuvvet) ver" buyruğunda: “Girilecek yerle Medine'yi, çıkılacak yerle Mekke'yi, kuvvetle de Ensar'ı kasdetmiştir" dedi. Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti (.....) şeklinde (mim) harflerini nasbederek okumuştur. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Gireceğim yere hoşnutluk ve esenlikle girmemi, çıkaracağın yerden de hoşnutluk ve esenlikle çıkmamı sağla..." âyetini açıklarken: “Burada girilecek yerle ölüm, çıkılacak yerle de ölümden sonra tekrar diriliş kastedilmektedir" dedi. 80Bkz. Ayet:81 81"De ki: «Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur.» Biz Kur an dan, mü'minler için şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz. Zalimlerin ise Kur'ân, ancak zararını artırır" İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'ye girdiği zaman Kâbe'nin etrafında üç yüz altmış put bulunmaktaydı. Sonra: “Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur." "De ki: Hak geldi. Artık batıl yeni bir şey ortaya çıkaramaz eskiyi de geri getiremez" diyerek elindeki sopayla onları dürtüp devirmeye başladı. İbn Ebî Şeybe, Ebû Ya'la ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Câbir der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber Mekke'ye girdiğimiz zaman Kâbe'nin etrafında üç yüz altmış put vardı. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) emri üzerine onları yüz üstü devirdiler. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur" âyetini okudu. M. es-Sağîr'de Taberânî, İbn Merdûye ve Delâil'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Fetih günü Mekke'ye girdiğinde Kâbe'de üç yüz altmış put vardı. Şeytan onları kurşunla ayaklarından bağlamıştı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) elinde bir sopayla gelip: “Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur" diyerek her puta vurmaya ve putlar yüz üstü düşmeye başladı. Bu şekilde bütün putları devirdi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur" âyetini açıklarken: “Bâtıl gidicidir, mânâsındadır" dedi. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Hak geldi, batıl yok oldu" âyetini açıklarken: “Geldi ifadesiyle Kur'ân, yok oldu ifadesiyle de helak olan şeytan kastedilmektedir" dedi. "Biz Kur'ân'dan, mü'minler için şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz. Zalimlerin ise Kur'ân, ancak zararını artırır" âyeti hakkında ise: “Yüce Allah bu Kur'ân'ı müminlere şifa ve rahmet kılmıştır. Mümin kişi onu işittiği zaman ondan faydalanır, ezberler ve anlar. Zalim ise ondan ne faydalanır, ne ezberler, ne de anlar" dedi. İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Üveys el-Karânî der ki: Kur'ân'ın okunduğu yerde oturan kişi sonuçta oradan mutlaka bir fazlalık veya bir eksiklikle kalkar. Çünkü Allah'ın kılmış olduğu hüküm: “Biz Kur'ân'dan, mü'minler için şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz. Zalimlerin ise Kur'ân, ancak zararını artırır" şeklindedir. 82Biz Kur’ân’dan öyle âyetler indirmekteyiz ki, mü'minler için şifa ve rahmettir. Zâlimlerin de ancak sapıklığını artırır. 83Biz, insana (sağlık ve genişlik gibi) nimet verdiğimiz zaman, Allah’ı anmaktan yüz çevirip yan çizer. Ona fenalık dokununca da pek ümitsiz olur, (Allah’ın ihsanından ümidini keser). 84"İnsana nimet verdiğimizde yüz çevirip yan çizer. Kendisine şer dokununca da umutsuzluğa düşer. De ki: “Herkes kendi yapısına uygun işler görür. Rabbıniz, en doğru yolda olanı daha iyi bilir." İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Yüz çevirip yan çizer..." âyetini açıklarken: “Bizden uzaklaştı, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “ âyetini açıklarken: “Umutsuzluğa düşer, mânâsındadır" dedi. "De ki: Herkes kendi yapısına uygun işler görür..." âyeti hakkında ise: “Herkes kendi hedefine göre uygun işler görür, mânâsındadır" dedi. Hennâd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Herkes kendi yapısına uygun işler görür..." âyetini açıklarken: “Herkes kendi niyetine göre uygun işler görür, mânâsındadır" dedi. 85"Sana ruh hakkında soru soruyorlar. «Ruh, Rabbimin bileceği bîr şeydir. Size pek az ilim verilmiştir» de." İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Sana ruh hakkında soru soruyorlar.,." âyetini açıklarken: “Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bu soruyu soranlar Yahudilerdir" dedi. Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Hibbân, İbn Merdûye, Ebû Nuaym ve Delâil'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: Medine'de bir ekinlikte Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber yürüyorduk. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hurma dalına dayanıyordu. Bir grup Yahudi ile karşılaşınca Yahudiler birbirlerine: “Ona ruhu sorun" dediler. Bazıları da: “Sormayın" dedi. Ancak sordular ve: “Ey Muhammed! Ruh nedir?" dediler. Allah Resûlü bir müddet hurma dalına dayalı kaldı. Bu arada zannedersem kendisine vahiy geldi. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: “Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir" dedi. Ahmed, Tirmizî, Nesâî, İbnu'l-Münzir, İbn Hibbân, Ebu'ş-Şeyh el-Azame'de, Hâkim İbn Merdûye, Ebû Nuaym Delâil'de ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Kureyşliler, Yahudilere: “Bize bir şey söyleyin de şu adama soralım" dediler. Yahudiler: “Ona ruhu sorun" karşılığını verdiler. Onlar da sorunca: “Sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: “Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir" âyeti nâzil oldu. Yahudiler: “Bize Tevrat indirildi ve bize birçok bilgi verildi. Kendisine Tevrat verilen kişilere çok hayır verilmiş demektir" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “De ki: “Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadar da ilave etsek (denizlere deniz katsak); Rabbimin sözleri tükenmeden önce denizler tükenirdi" âyetini indirdi. İbn Merdûye'nin Avfî vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Yahudiler Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ruh nedir? Bize bedendeki ruhun nasıl azap göreceğini söyle. Zira ruh Allah'tandır" dediler. Bu konuda Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bir şey inmediğinden dolayı bir cevap vermedi. Bunun üzerine Cibril, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “De ki: “Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara bu haberi verince: “Bu haberi sana kim getirdi?" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Cibrîl getirdi" cevabını verdi. Yahudiler: “Vallahi bunu sana ancak düşmanımız söyledi" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “De ki: “Her kim Cebrail'e düşman ise, bilsin ki o, Allah'ın izni ile Kur'ân'ı; önceki kitapları doğrulayıcı, müminler için de bir hidayet rehberi ve müjde verici olarak senin kalbine indirmiştir" âyetini indirdi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Azdâd'da İbnu'l-Enbârî, el- Azame'de Ebu'ş-Şeyh ve el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: “Sana ruh hakkında soru soruyorlar..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Ruh, yetmiş bin yüzü olan, her yüzünde yetmiş bin dili bulunan, her dili yetmiş bin lisan bilen ve bütün bu lisanlarla Allah'ı tesbih eden bir melektir. Allah her bir tesbihle yetmiş bin melek yaratır ve bu melekler kıyamet gününe kadar diğer meleklerle beraber uçarlar." İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Atâ vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Sana ruh hakkında soru soruyorlar..." âyetini açıklarken: “Bu on bin kanadı olan bir tek melektir. Onun iki kanadı doğu ve batı arası kadardır. Onun dili, gözleri ve dudakları olan bin yüzü vardır. Bunlar kıyamet gününe kadar Allah'ı tesbih ederler" dedi. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Ruh, Allah'ın emirlerinden bir emir, yaratıklarından bir yaratıktır. Şekli Âdemoğlu gibidir. Gökyüzünden inen hiç bir melek yoktur ki, mutlaka onunla bir ruh iner" dedi ve: “Cebrail ve meleklerin sıra sıra durdukları gün..." âyetini okudu. İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İkrime der ki: “İbn Abbâs'a: “Sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: “Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir..." âyeti sorulunca: “Siz bu dereceye yetişemezsiniz. Ona bir şey eklemeyin. Ancak Allah'ın Peygamberine öğretip: “Size pek az ilim verilmiştir" buyurduğu gibi söyleyin" karşılığını verdi. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Abdullah b. Bureyde: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ruhun ne olduğunu bilmeden vefat etti" dedi. İbn Ebî Hâtim'in, Yezîd b. Ziyâd'den bildirdiğine göre iki kişi: “Size pek az ilim verilmiştir" âyeti hakkında ihtilafa düşmüştü. Biri: “Burada Ehl-i Kitâb kastedilmektedir" dedi. Diğeri: “Hayır, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmeti kastedilmektedir" dedi. Bunun üzerine biri İbn Mes'ûd'a giderek bu soruyu sordu. İbn Mes'ûd: “Bakara Sûresini okuyor musun?" diye sorunca: “Evet okuyorum" karşılığını verdi. İbn Mes'ûd: “Peki, hangi ilim Bakara Sûresi'nde yoktur ki? Burada Ehl-i Kitâb kastedilmiştir" karşılığını verdi. Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sıfât'ta bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Sana ruh hakkında soru soruyorlar..." âyetini açıklarken: “Ruh bir melektir" dedi. İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Abdurrahman b. Abdillah İbn Ümmi'I- Hakem es-Sekafî der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine sokaklarından birinde iken Yahudiler karşısına çıktı ve: “Ey Muhammed! Ruh nedir?" diye sordular. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) elinde hurma dalından bir sopa vardı. Ona dayandı ve bir süre başını semaya kaldırıp durduktan sonra: “Sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: “Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştirbuyurdu. İbn Asâkir: “Abdurrahman b. Abdillah İbn Ümmi'l-Hakem'in sahabi olduğunu söyleyenler de vardır" dedi. İbnu'l-Enbârî'nin Azdâd'da bildirdiğine göre Mücâhid der ki: Ruh meleklerden bir türdür. Bizim melekleri görmediğimiz gibi melekler de onları görmezler. Ruh bir yaratıktır. Allah onları diğer yaratıklarından hiç kimseye göstermemiştir. Allah'ın: “Sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: “Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir..." âyeti da bunu ifade etmektedir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Selmân derki: İnsanlar ve cinler (sayıca) on parçadır. İnsanlar bu on parçadan biri, cinler ise dokuzudur. Melekler ve cinler yine on parçadır. Cinler on parçadan biri, melekler ise dokuzudur. Melekler ve ruhlar on parçadır. Melekler on parçanın biri, ruhlar ise dokuzudur. Ruhlar ve Keribiyyûn (büyük melekler) yine on parçadır. Ruhlar on parçadan biri, Keribiyyûn ise dokuzudur. İbn İshâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atâ b. Yesâr der ki: “Size pek az ilim verilmiştir" âyeti Mekke'de inmiştir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret ettiği zaman Yahudilerin hahamları gelip: “Ey Muhammed! Bize nakledildiğine göre sen: “Size pek az ilim verilmiştir" demektesin. Sen burada bizi mi, yoksa kavmini mi kastettin?" dediler. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben hepinizi kastettim" buyurdu. Onlar: “Sen bize Tevrat'ın verildiğini okuyorsun. Orada her şeyin bir açıklaması vardır" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “O, Allah ilmi yanında az bir şeydir. Allah size bir miktar vermiştir. Onunla amel ederseniz faydalanmış olursunuz" buyurdu. Bunun üzerine de Yüce Allah: “Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa, arkasından yedi deniz daha ona katılsa, Allah'ın sözleri (yazmakla) yine de tükenmez. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Ey insanlar!) Sizin yaratılmanız ve öldükten sonra tekrar diriltilmeniz, ancak bir tek insanı yaratmak ve diriltmek gibidir. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir" âyetlerini indirdi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “Size pek az ilim verilmiştir" âyetini açıklarken: “Bu Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) ve bütün insanları kapsamaktadır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “Size pek az ilim verilmiştir" âyetini açıklarken: “Burada Yahudiler kastedilmektedir" dedi. 86"Andolsun, dileseydik biz sana vahyettiğimizi tamamen ortadan kaldırırdık; sonra bu konuda bize karşı kendine hiçbir yardıma da bulamazdın" Hakîm et-Tirmizî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki. Yemen'den gelen grup Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiği zaman: “Laneti yasakladın" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah'ı bütün eksikliklerden tenzih ederim. Bunlar bir krala söylenir. Oysa ben bir kral değilim. Ben Muhammed b. Abdillah'ım" buyurdu. Onlar: “Biz seni adınla çağırmayız" deyince: “Ben Ebu'l-Kâsım'ım" buyurdu. Onlar: “Ey Ebu'l-Kâsım! Biz senin için bir şey sakladık" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine: “Yüce Allah'ı bütün eksikliklerden tenzih ederim. Bu bir kâhine söylenir. Oysa kâhin de, kâhine giden de kâhinlik te cehennemdedir" buyurdu. Onlardan biri: “Senin Allah'ın Resûlü olduğuna kim şahitlik eder?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) eline bir avuç çakıl alarak: “Bu, Allah'ın Resulü olduğuma şahitlik eder" buyurdu. Bu çakıllar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) elinde tesbih ederek: “Senin Allah'ın Resulü olduğuna şahitlik ederiz" dediler. "Sana indirilenden sonra bize bir şeyler dinlet" dediklerinde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Saf bağlayıp duranlara, haykırarak sevk edenlere ve zikri (Allah'ın kelâmını) okuyanlara andolsun ki, sizin ilâhınız gerçekten bir tek ilâhtır. O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Doğuların da (Batıların da) Rabbidir. Şüphe yok ki biz, yakın göğü ziynetlerle bezedik. Onu itaatten çıkan her şeytandan koruduk. Onlar, yüce topluluğu (ileri gelen melekler topluluğunu) dinleyemezler. Kovulmaları için her taraftan taşa tutulurlar. Onlar için sürekli bir azap da vardır. Ancak onlardan söz kapan olur. Onu da delip geçen bir alev izler (ve yok eder)" âyetlerini okudu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sakindi ve gözyaşları sakalına akmaktaydı. Onlar: “Ağladığını görüyoruz. Seni elçi olarak gönderenden korkundan mı ağlıyorsun?" dediklerinde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet; beni elçi olarak gönderenden korkumdan dolayı ağlıyorum. Beni kılıç ağzı gibi keskin bir yola gönderdi. Eğer ondan dışarı çıkacak olursam helak olurum" buyurdu ve: “Andolsun, dileseydik biz sana vahyettiğimizi tamamen ortadan kaldırırdık; sonra bu konuda bize karşı kendine hiçbir yardımcı da bulamazdın" âyetini okudu. Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî'nin, Şuabu'l-îmân'da bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Bu Kur'ân mutlaka ref' olunacaktır" dedi. Oradakiler: “Allah onu kalplerimize yerleştirmişken ve biz onu mushaflarda yazmışken nasıl olacak ta ref' olunacak?" dediler. İbn Mes'ûd: “Bir gün gelir Kur'ân bir gecede ref' edilir. Sonra hiç bir kalpte ve hiç bir mushafta ref' edilmeyen tek bir âyet bile kalmaz. Sabahladığınızda ondan bir şey kalmamış olur" deyip: “Andolsun, dileseydik biz sana vahyettiğimizi tamamen ortadan kaldırırdık..." âyetini okudu. İbn Ebî Davud'un Mesâhifte bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Bir gece gelecek ve Kur'ân'dan, kimsenin mushafında ref' edilmeyen bir âyet bile kalmayacaktır" dedi. Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Kur'ân'a bir gece gelecek ve onu insanların içinden alıp gidecek. Ondan yeryüzünde hiç bir şey kalmayacaktır" dedi. Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Kur'ân ref edilmeden önce onu okuyunuz. Çünkü o ref' edilmeden kıyamet kopmayacaktır" dedi. Oradakiler: “Bu Mushaflar ref' edilecek te insanların kalplerindeki ne olacak?" deyince, İbn Mes'ûd: “Bir gece gelecek ve göğüslerinden alınacaktır. Sabahladıklarında: “Sanki biz bir şeyler biliyorduk" diyecekler. Sonra da şiirin peşine düşecekler" karşılığını verdi. Hâkim ve Beyhakî'nin Huzeyfe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İslam elbisedeki desenlerin solması gibi solup gidecektir. Sonunda orucun, sadakanın ve haccın ne olduğu bilinmeyecektir. Yine Allah'ın Kitab'ına bir gece gelecek ve ondan yeryüzünde hiç bir şey kalmayacaktır. Yaşlı adam ve yaşlı kadınlar: «Biz atalarımıza: “Lâ ilahe illallah" kelimeleri üzere yetiştik. Biz de öyle diyoruz» diyecekler. " Târih'te Hatîb'in bildirdiğine göre Huzeyfe der ki: “İslam'ın elbisedeki desenlerin solması gibi solup gitmesi yakındır. İnsanlar Kur'ân'ı okuyacak ancak onda bir tatlılık bulamayacaktır. Bir gün geceleyip sabahladıklarında Kur'ân'ın ve daha önceki kitapların götürülmüş olduğunu görecekler. Hatta yaşlı adam ve yaşlı kadınların kalbinden bile sökülüp alınacaktır. Artık namaz vakitlerini, orucu ve haccı bilmeyeceklerdir. Hatta aralarından biri: “Biz insanların: «Lâ ilahe illallah» dediğini işittik. Biz de: «Lâ ilahe illallâh» diyoruz" der. İbn Ebî Dâvud ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şimr b. Atiyye der ki: Bir gece Kur'ân götürülecektir. Teheccüd namazı kılanlar namaza kalktıklarında bir şey yapamayacaklar ve mushaflarına koşacaklardır. Ancak yine bir şey yapamayacaklardır. Bunun üzerine bazıları bazılarının yanına gidecek ve karşılaştıkları şeyleri birbirlerine haber verecektir. İbn Adiy'yin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):"İnsanlara öyle bir zaman gelecek ki, Kur'ân yeryüzünden ref edilecektir" buyurmuştur. es-Salât'ta Muhammed b. Nasr'ın bildirdiğine göre Abdullah b. Amr b. el- Âs der ki: “Kur'ân, indirildiği yere geri dönmeden kıyamet kopmayacaktır. Kur'ân'ın Arş'ın etrafında arı (kovanı) uğultusu gibi «Okunuyorum, ancak benimle amel edilmiyor. Okunuyorum, ancak benimle amel edilmiyor» diyecektir." Muhammed b. Nasr'ın bildirdiğine göre Leys b. Sa'd: “İnsanlar Kur'ân'ı terk edip başka kitaplara yöneldiği zaman Kur'ân kaldırılacaktır" dedi. Deylemî'nin Müsnedu'l-Firdevs'te bildirdiğine göre Muâz b. Cebel der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza çıkıp: “Ben aranızda olduğum müddetçe bana itaat edin. Aranızdan ayrıldığım zaman Allah'ın Kitab'ına sarılın. Onun helallarını helal haramlarını da haram küm. Bir gece gelecek ki, Kur'ân kalplerden ve Mushaflardan alınacaktır" buyurdu. İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: “Bir gece Allah'ın Kitab'ına gelinecek ve gökyüzüne kaldırılacaktır. Yeryüzünde ne Kur'ân'dan, ne Tevrat'tan, ne İncil'den, ne de Zebur'dan bir âyet kalmayacaktır. Onlar insanların kalplerinden alınacak ve insanlar sapıklık içinde kalacaktır. Ne halde olduklarını bile bilmeyeceklerdir." Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Deylemî'nin, Huzeyfe ve Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'ın Kitab'ına öyle bir gece gelecek ki, insanlar uyandığında ne yeryüzünde, ne de Müslüman bir kişinin içinde ondan bir âyet bulunmayacaktır" buyurdu. İbn Merdûye'nin, Câbir b. Abdillah'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Zikir ve Kur'ân (göğe) kaldırılmadan kıyamet kopmayacaktır" buyurdu. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs ve İbn Ömer şöyle dediler: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbesinde: “Ey insanlar! Haber aldığıma göre Allah'ın Kitâb'tyla beraber başka kitaplar yazmaktasınız. Bu kitaplar da nedir? Allah'ın Kitab'ına öfkelenmesi yakındır. Bir gece gelecek, hiçbir kalpte ve hiçbir kağıtta ondan bir harf bırakmayıp beraberinde götürecektir" buyurdu. "Yâ Resûlallah! Müminlerin durumu ne olacak?" denilince: “Allah hakkında hayır dilediği kişinin kalbinde Lâ ilâhe illallah'ı bırakacaktır" buyurdu. İbn Ebî Hâtim'in, Kâsım b. Abdirrahman vasıtasıyla babasından, o da dedesinden bildiriyor: “Bir gün gelecek ki, bir gece yarısında Cibrîl gelerek Kur'ân'ı alıp götürecektir" dedi. Sonra: “Andolsun, dileseydik biz sana vahyettiğimizi tamamen ortadan kaldırırdık; sonra bu konuda bize karşı kendine hiçbir yardımcı da bulamazdın" âyetini okudu. 87Fakat Kur’ân’ı kalbinde ezberlemen, ancak Rabbinin bir ihsanıdır. Gerçekten O’nun, senin üzerindeki ihsânı çok büyüktür. 88"De ki: Andolsun, insanlar ve cinler bu Kur'ân'ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, yine onun benzerini getiremezler" İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Mahmûd b. Seyhân, Nu'mân b. Adâ, Bahrî b. Amr ve Selâm b. Mişkem, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Ey Muhammed! Bize kendisiyle geldiğin şeyden haber ver. Allah katından getirdiğin hak bir şey midir? Biz onun Tevrat'ın dizildiği gibi dizilmiş olduğunu görmüyoruz" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Vallahi, siz bunun Allah katından olduğunu biliyorsunuz" buyurdu. Onlar: “Biz sana, senin getirdiğin gibi bir şey getirebiliriz" deyince Yüce Allah: “De ki: “Andolsun, insanlar ve cinler bu Kur'ân'ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, yine onun benzerini getiremezler" âyetini indirdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “De ki: Andolsun, insanlar ve cinler bu Kur'ân'ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, yine onun benzerini getiremezler" âyetini açıklarken: “Eğer cinler ortaya çıksa ve insanlar onlara yardım edîp toplansalar, Kur'ân'ın bir benzerini oluşturamazlar" dedi. 89Yemin olsun ki, biz bu Kur’ân’da insanlar için her çeşit mânayı tekrar ettik. Fakat insanların çoğu kabulden yüz çevirdi, ancak küfrü seçti. 90Bkz. Ayet:93 91Bkz. Ayet:93 92Bkz. Ayet:93 93"Dediler kî: «Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça; yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup, aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmadıkça; yahut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe; yahut Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe; yahut altından bir evin olmadıkça; ya da göğe çıkmadıkça sana asla inanmayacağız. Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz.» De ki: “Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resül olarak gönderilen bir beşerim." İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Rabîa'nın iki oğlu Utbe ve Şeybe, Ebû Süfyân b. Harb, Abdü'd-Dâr oğullarından bir kişi, Esed oğullarına mensup Ebu'l-Bahterî, Esved b, el- Muttalib, Zem'a b. el-Esved, Velîd b. Muğîre, Ebû Cehl b. Hişâm, Abdullah b. Ebî Ümeyye, Ümeyye b. Halef, Âs b. Vâil, Haccâc'ın oğulları Sehm kabilesinden olan Nubeyh ve Münebbih, güneş batımından sonra Kâbe'nin arkasında toplandılar. Bir kısmı diğer bir kısma: “Muhammed'e bir heyet gönderin ve onunla konuşup tartışsınlar. Böylece daha sonra ona karşı mazur sayılırsınız" dedi. Bu şekilde: “Kavminin en ileri gelenleri seninle konuşmak için toplandı" diye haber gönderdiler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendi konusunda onların durumunda bir değişiklik olduğunu zannederek acele ile yanlarına geldi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onları korur, hak yola gelmelerini ister ve kendisine karşı gelmeleri zoruna giderdi. Yanlarına gelip oturduğunda: “Ey Muhammed! Biz seni bir mazeretimiz kalmasın diye çağırdık. Allah'a yemin olsun ki, Araplardan hiç kimse, kavmine senin kavmine soktuğun gibi (kötü) bir şey sokmadı. Sen atalarımıza küfrettin ve dinimizi ayıpladın. Hayallerimizi akılsızlıkla itham ettin. İlahlarımıza küfrettin ve birliğimizi dağıttın. Aramıza sokmadığın bir kötülük kalmadı. Eğer mal toplamak için öyle bir şeyle geldiysen, sana bizden daha fazla malın olacak kadar mal toplarız. Eğer bir makam içinse seni efendimiz kılarız. Eğer mülk istiyorsan seni kralımız ederiz. Eğer sana gelen bunları getiren bir cin ise ve sana musallat olmuşsa ondan kurtulman için bütün mallarımızı tedavin için sarfedelim veya ondan dolayı seni mazur görelim" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben dediğiniz şeyler peşinde değilim. Ben size getirdiklerimle ne mallarınızı, ne bir makam, ne bir mülk istemek için gelmedim. Ancak Allah beni size elçi olarak gönderip bana kitap indirdi ve sizi müjdeleyip uyarmamı emretti. Ben de size Rabbimin emirlerini bildirip nasihatte bulundum. Eğer size getirdiklerimi kabul ederseniz bu sizin dünyada ve âhir etteki nasibiniz olur. Eğer kabul etmeyip redder seniz Allah'ın emrine, Allah aramızda hükmedinceye kadar sabrederim" buyurdu. Onlar şöyle dediler: “Ey Muhammed! Eğer sana arzettiklerimizi kabul etmeyecek olursan, sen de biliyorsun ki bizim gibi memleketi dar, malları az ve maişeti zor olan hiç kimse yoktur. Seni gönderdiği ile gönderen Rabbinden etrafımızı daraltan şu dağları kaldırmasını, memleketimizi düzeltmesini, içinde Irak ve Şam nehirleri gibi ırmaklar akıtmasını, daha önce yok olan atalarımızı tekrar diriltmesini iste. Dirilttikleri arasında Kusay b. Kilâb da bulunsun. Çünkü o doğru olan bir kişiydi. Onlara senin dediklerinin hak mı, batıl mı olduğunu soralım. Eğer istediklerimizi yaparsan, atalarımız dediklerini doğrularsa, bizde seni doğrularız. Getirdiklerinle Allah katındaki yerini kabul eder ve seni peygamber olarak gönderdiğine inanırız." Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben bunun için gönderilmedim. Ben Allah katından bana verdikleriyle geldim ve bana verileni size bildirdim. Eğer size getirdiklerimi kabul ederseniz bu sizin dünyada ve âhiretteki nasibiniz olur. Eğer kabul etmeyip redderseniz Allah'ın emrine, Allah aramızda hükmedinceye kadar sabrederim" buyurdu. Onlar: “Eğer bize bunları yapmayacaksan kendin için Rabbinden senin dediklerini tasdik edici ve bizi sana karşı tutumlarımızdan geri çevirecek bir melek göndermesini dile. Yine sana bahçeler, hazineler, altından ve gümüşten köşkler yapmasını iste ki aramakta olduğunu gördüğümüz şeylere ihtiyacın kalmasın. Sen çarşılarda dolaşıyor ve bizim gibi maişetin için uğraşıyorsun. Böylece senin Rabbinin katındaki yerini ve dediğin gibi peygamber olup olmadığını anlarız" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben bunları yapacak değilim. Ben bunları Rabbinden isteyecek kişi değilim. Fakat Allah beni müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdi. Eğer size getirdiklerimi kabul ederseniz bu sizin dünya da ve âhirette ki nasibiniz olur. Eğer kabul etmeyip redderseniz Allah'ın emrine, Allah aramızda hükmedinceye kadar sabrederim" buyurdu. Onlar: “Eğer iddia ettiğin gibi Rabbin dilediği şeyi yapabilirse, o zaman gökyüzünü aşağı indir. Aksi takdirde sana inanmayacağız" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “O Allah'ın bileceği bir şeydir. Eğer dilerse bunu yapar" buyurdu. Onlar: “Ey Muhammed! Bize bildirildiğine göre Rabbinin, bizim seninle oturacağımızı, sana sormak istediğimiz şeyleri soracağımızı, dilediğimiz şeyleri isteyeceğimizi bilmesi, sana geleceğimizi ve getirdiklerine inanmadığımız zaman bize ne yapacağını haber vermesi meselesi ise, Yemâme'de kendisine Rahman denilen bir kişinin (Museyleme'nin) bunları sana bildirmesidir. Vallahi, biz asla Rahmân'a inanmayız. Ey Muhammed! Artık sana karşı bir özrümüz de yoktur. Vallahi, artık seni bu yaptıklarından sonra bırakacak değiliz. Ya sen bizi veya biz seni yok edeceğiz" dediler. Aralarından bir kişi: “Bize Allah'ı ve melekleri göstermediğin müddetçe sana iman etmeyeceğiz" dedi. Öyle dedikleri zaman da Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları bırakıp kalktı. Beraberinde Abdullah b. Ebî Ümeyye de kalkarak: “Ey Muhammed! Kavmin sana diyeceğini dedi ve sen kabul etmedin. Sonra Allah'ın yanındaki yerini bilmeleri için bazı şeyler istediler onu da yapmadın. Sonra kendisiyle onları korkuttuğun azabın acele olarak gelmesini istediler. Vallahi sen gözümün önünde gökyüzüne merdiven dayayıp çıkmadıkça, oraya ulaşıp beraberinde açık bir nüsha ve dediklerine şahitlik edecek dört melek getirmedikçe sana iman etmeyeceğim. Allah'a yemin olsun ki, bunları yapacak olsan bile, zannederim ki yine sana iman etmem" dedi ve Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) birakıp gitti. Resûlullah da (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisini çağırdıkları zaman ümid ettiği şeyin boş çıkmasından ve böylesine kendisinden uzaklaşmalarından dolayı ailesinin yanına üzüntülü bir şekilde geri döndü. Abdullah b. Ebî Ümeyye'nin bu deyişi üzerine, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Dediler ki: “Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça; yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup, aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmadıkça; yahut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe; yahut Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe; yahut altından bir evin olmadıkça; ya da göğe çıkmadıkça sana asla inanmayacağız. Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz." De ki: “Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resûl olarak gönderilen bir beşerim" âyetleri indirildi. "Rahmân'a inanmayız" demeleri hakkında da: “(Ey Muhammed!) Böylece seni, kendilerinden önce nice ümmetlerin geçmiş olduğu bir ümmete gönderdik ki, onlar Rahmân'ı inkâr ederken sana vahyettiğimizi kendilerine okuyasın. De ki: “O, benim Rabbimdir. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Ben yalnız O'na tevekkül ettim, dönüşüm de yalnız O'nadır" âyeti nâzil oldu. Yine kavminin kendisinden etrafındaki dağları kaldırmasını, yerlerinin genişlemesini ve Ölü atalarının tekrar diriltilmesini istemelerinden dolayı: “Kendisiyle dağların yürütüleceği veya yeryüzünün parçalanacağı, ya da ölülerin konuşturulacağı bir Kur'ân olacak olsaydı (o yine bu kitap olurdu). Fakat bütün emir yalnız Allah'ındır. İman edenler anlamadılar mı ki, Allah dileseydi bütün insanları doğru yola eriştirirdi. Allah'ın sözü yerine gelinceye kadar, inkâr edenlere yaptıkları işler sebebiyle devamlı olarak, ya büyük bir felaket gelecek veya o felaket yurtlarının yakınına inecektir. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez" âyetini indirdi. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Dediler ki... sana asla inanmayacağız" âyetini açıklarken: “Bu âyet Ümmü Seleme'nin kardeşi Abdullah b. Ebî Ümeyye hakkında nâzil olmuştur" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbrâhîm en-Nehaî bu âyeti: (.....) şeklinde şeddesiz olarak okudu" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça" âyetini açıklarken: “Bu, memleketimizde pınar fışkırtmadıkça, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesiyle pınarlar kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) ifadesi pınardan akan nehir mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: . .Yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup..." âyetini açıklarken: “Burada bahçeden kasıt, köydür" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: “Gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Yahut Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe..." âyetini açıklarken: “Apaçık göstermedikçe, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: “Burada altından evler kastedilmektedir" dedi. Fedâil'de Ebû Ubeyd , Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Mesâhifte İbnu'l-Enbârî ve , Hilye'de Ebû Nuaym'ın bildirdiğine göre Mücâhid der ki: “Abdullah'ın kıraatında (.....) şeklinde okuyana kadar "Zuhruf" ifadesinin ne olduğunu bilmezdim" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “Zuhruf" ifadesi altın mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz..." âyetini açıklarken: “Filan oğlu filan diye her kişinin başının ucuna okuyacağı bir sahife indirmedikçe inanacak değiliz, mânâsındadır" dedi. 94Mekke’lilere doğru yolu gösteren peygamber, onlara Kur’ân ile geldiği zaman, insanların îman etmelerine ancak şöyle demeleri engel oldu: “Allah bir insanı mı Peygamber gönderdi, (Peygamber olarak bir Melek göndermeliydi?) 95(Ey Resûlüm, Mekke’lilere) şöyle de: “ Eğer (insanlar gibi) yeryüzünde, yürüyüp duran Melekler olsaydı, elbette onlara da gökten melek bir peygamber gönderirdik. 96De ki: “ Allah, sizinle benim aramda şâhid yeter. Muhakkak ki o, kullarının yaptığından haberdardır, bütün hallerini görendir. 97"Allah, kimi doğru yola iletirse işte o, doğru yolu bulmuştur. Kimi de saptırırsa, böyleleri için O'nun dışında dostlar bulamazsın. Onları kıyamet günü körler, dilsizler ve sağırlar olarak yüzüstü haşredeceğiz. Varacakları yer cehennemdir. Cehennemin ateşi dindikçe, onlara çılgın ateşi artırırız." Ahmed, Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye, el-Ma'rife'de Ebû Nuaym ve el-Esmâ ve's-Sıfât ta Beyhakî'nin bildirdiğine göre Enes der ki: “Yâ Resûlallah! İnsanlar nasıl yüzüstü haşrolunacak?" denildiğinde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onları ayakları üzerinde yürüten, yüzüstü yürütmeye de kadirdir" buyurdu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüzüstü cehenneme sürüklenecek olanlar var ya; işte onlar konumları itibariyle daha kötü, tuttukları yol itibariyle daha sapıktırlar" âyetini okuyunca, ashâb: “Ey Allah'ın Peygamberi! Nasıl yüzüstü yürüyecekler?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onları ayakları üstünde yürüten yüzüstü yürütemez mi?" buyurdu. Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Merdûye ve Ba's'ta Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kıyamet gününde insanlar üç sınıf olarak haşrolunacaktır. Bir sınıf yürüyerek, bir sınıf binerek ve bir sınıf yüzüstü şeklindedir" buyurdu. Ashâb: “Yâ Resûlallah! Nasıl yüzüstü yürüyecekler?" deyince: “Onları ayakları üzerinde yürüten yüzüstü yürütmeye de kadirdir. Onlar her çıkıntı ve dikenden yüzleriyle sakınacaktır" buyurdu. Ahmed, Nesâî, Hâkim, İbn Merdûye ve Ba's'ta Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Zer: “Onları kıyamet günü körler, dilsizler ve sağırlar olarak yüzüstü haşredeceğiz..." âyetini okudu ve: “Doğru söyleyen ve tasdik edilen kişi olan Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Kıyamet gününde insanlar üç grup olarak haşrolunacaktır. Bir grup yedirilmiş, giydirilmiş ve bindirilmiş şekildedir. Bir grup yürür ve koşar bir şekildedir. Diğer gurubu ise melekler yüz üstü sürükleyecektir" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Tirmizî, Nesâî, İbn Merdûye ve Hâkim'in Muâviye b. Hayde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) eliyle Şam tarafını işaret ederek: “Sizler kıyamet gününde yaya olarak, binitti olarak ve yüzüstü sürünerek burada haşrolunacaksınız" buyurdu. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre ibn Abbâs: âyetini açıklarken: “Onlar kendilerini sevindirecek bir şey göremez, kendileri için faydalı bir şey söyleyemez ve yine kendilerini sevindirecek bir şey dinleyemezler" dedi. Buhârî Târih'te, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Facir kişiye içinde bulunduğu nimetten dolayı gıpta etmeyin. Zira onun peşinden süratle koşan (Cehennem) vardır" buyurdu ve: “...Varacakları yer cehennemdir. Cehennemin ateşi dindikçe, onlara çılgın ateşi artırırız" âyetini okudu. Beyhakî'nin Şuab'da İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Dünya yeşil ve tatlıdır. Kim onda haramdan kazanıp haksız bir yerde kullanırsa Allah âhirette ona zelil mekânı hak kılar. Allah ve Kesûlü'nün malında nice mal savuranlar vardır ki, onlar kıyamet gününde ateştedir. Zira Yüce Allah: «Cehennemin ateşi dindikçe, onlara çılgın ateşi artırırız» buyurmaktadır." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Varacakları yer cehennemdir" âyetini açıklarken: “Onlar Cehennemin odunudur, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ali (b. Ebi Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: “Cehennemin ateşi dindikçe, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Cehennemin ateşi dindikçe, onlara çılgın ateşi artırırız" âyetini açıklarken: “Cehennemin ateşi söndükçe odunu arttırılır, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbnu'l-Enbârî Eddâd'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Cehennemin ateşi dindikçe, onlara çılgın ateşi artırırız" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Cehennem ateşi onları yaktıkça odunları arttırılır. Ancak yanıp kendilerinden bir şey kalmadığı zaman etrafına ısı veren kor olur. Cehennem ateşinin dinmesi de bu şekilde kor olmasıdır. Ona yeni kişiler getirildiği zaman onlara da aynı şeyi yapar." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Katâde: “Cehennemin ateşi dindikçe, onlara çılgın ateşi artırırız" âyetini açıklarken: “Cehennem ateşi derilerini her yakmasında azabı yeniden tatsınlar diye derileri bir başka deriyle değiştirilir" dedi. Tastî'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nafi' b. el-Ezrak kendisine: “Bana: (.....) ifadesini açıkla" deyince, İbn Abbâs: “Habu" ifadesi bir sönüp bir alevlenen ateş mânâsındadır" dedi. Nafi': “Araplar bu ifadeyi bilirler mi?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi: “Evet, bilirler. Şâirin: "Ateş sönmeye yüz tutmuşken azapları azahr Soğuduklarında tarafımdan ateş tekrar yakılır" dediğini İşitmez misin?" İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Ebû Salih: (.....) âyetini açıklarken: “Ateşin her kızışmasında, mânâsındadır" dedi. 98Bu, onların cezasıdır; çünkü onlar, âyetlerimizi inkâr ettiler ve şöyle dediler: “ Biz, bir yığın kemik ve ufalanmış toz olduğumuz zaman mı, gerçekten yeni bir yaratılışla diriltileceğiz!...” 99Onlar, gökleri ve yeri yaratan Allah’ın kendilerinin aynı olan insanları yaratmaya kadir olduğunu görüp bilmediler mi? Allah, o insanlar için, bir de ecel(ölüm vakti) tayin buyurdu ki, onda hiç şüphe yok. Fakat zâlimler, hakkı kabulden yüz çevirdiler; ancak küfrü seçtiler. 100"«Eğer sîz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, o zaman da tükenir korkusuyla cimrilik ederdiniz. Zaten insan çok cimridir» de." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ': “Rabbimin rahmet hazineleri..."âyetini açıklarken: “Burada rızık kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: “Cimrilik ederdiniz..." âyetini açıklarken: “O zaman kimseye bir şey yedirmezdiniz, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: “Burada fakirlik korkusu kastedilmektedir" dedi. (.....) âyeti hakkında ise: “Burada eli sıkı, cimri kişi kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: “Burada fakirlik korkusu kastedilmektedir" dedi. (.....) âyeti hakkında ise: “Burada eli sıkı, cimri kişi kastedilmektedir" dedi. 101Bkz. Ayet:104 102Bkz. Ayet:104 103Bkz. Ayet:104 104"And olsun ki, Musa'ya dokuz tane apaçık mucize verdik. İsrailoğullarına sor, Musa onlara geldiğinde, Firavun kendisine: «Ey Musa! Ben seni büyülenmiş sanıyorum» demişti. Mûsâ ise, «iyi biliyorsun ki, bunları ancak, göklerin ve yerin Rabbi apaçık deliller olarak indirmiştir. Ey Firavun, ben de seni kesinlikle helâk olmuş bir kişi olarak görüyorum» demişti. Bunun üzerine Firavun onları ülkeden sürmek istedi. Biz de onu ve beraberindekilerin hepsini suda boğduk. Arkasından da İsrailoğullarına: «O topraklarda oturun! Âhiret vaadi tahakkuk edince, hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz» dedik" Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “And olsun ki, Musa'ya dokuz tane apaçık mucize verdik.." âyetini açıklarken: “Bunlar asâ, el, tufan, çekirge, bit, kurbağa, kan, kıtlıklar ve meyvelerin azalmasıdır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Dokuz tane apaçık mucize verdik..." âyetini açıklarken: “Bunlar el, asâ, dil, deniz, tufan, çekirge, bit, kurbağa ve kandır" dedi. Tayâlisî, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, Ebû Ya'la, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Kâni', Hâkim, İbn Merdûye, Ebû Nuaym ve Delâil'de Beyhakî'nin Safvân b. Assâl'dan bildirdiğine göre İki Yahudiden biri diğerine: “Beraber şu Peygamber'e gidip soralım" dedi. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek: “Musa'ya dokuz tane apaçık mucize verdik..." âyetinin açıklamasını sordular. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayın, zina etmeyin, haksız olarak Allah'ın haram kılmış olduğu canı öldürmeyin, hırsızlık etmeyin, sihir yapmayın, suçsuz birini öldürülmesi için idareciye götürmeyin, faiz yemeyin ve iffetli birine zina iftirasında bulunmayın" Veya: “Savaştan kaçmayın" -Şu'be burada şüpheye düştü.- "Yalnız size has olan cumartesi günü de savaşmayın" buyurdu. Yahudiler, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ellerini ve ayaklannı öperek: “Senin peygamber olduğuna şahitlik ederiz" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sizi Müslüman olmaktan alıkoyan nedir?" diye sordu. Onlar da: “Dâvud (aleyhisselam) zürriyetinden sürekli bir peygamber bulunsun diye Allah'a dua etmişti. Müslüman olursak Yahudilerin bizi öldürmesinden korkuyoruz" dediler. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın Zemmu'l-Gadab'da bildirdiğine göre Enes b. Mâlik'e: “Ey Firavun, ben de seni kesinlikle helâk olmuş bir kişi olarak görüyorum" âyetinin açıklaması sorulunca: “Burada ihtilaf kastedilmektedir, peygamberler lanet etmekten ve sövmekten uzaktır" dedi. Saîd b. Mansûr, Zühd'de Ahmed, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Bu âyeti: (.....) şeklinde okuyup: “Mûsa'nın (aleyhisselam), Firavun'dan İsrâil oğullarını isteyip: “Onları benimle gönder demesi" mânâsındadır dedi. Mâlik b. Dînar der ki: (.....) ifadesini (.....) şeklinde yazdıkları gibi bunu da (.....) şeklinde (elif) harfi olmadan yazdılar. Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali: (.....) şeklinde ötre ile okur ve: “Vallahi, Allah'ın düşmanı bilmedi. Ancak Mûsa (aleyhisselam) bilmişti" derdi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) şeklinde nasb ile okudu ve: “Burada Firavun kastedilmektedir" dedi. Sonra da: “Kendileri de bunların hak olduklarını kesin olarak bildikleri hâlde, sırf zalimliklerinden ve büyüklük taslamalarından ötürü onları inkâr ettiler. Ama bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak!" âyetini okudu. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: “Lanetlenmiş mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr, Ali vasıtasıyla İbn Abbâs'tan aynısını bildirir. Şîrâzî el-Elkâb'da ve İbn Merdûye'nin, Meymûn b. Mihrân vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: “Kıt akilli mânâsındadır" dedi. Tastî'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak kendisine: “Bana: (.....) ifadesini açıkla" deyince: “Lanetlenmiş ve hayırlardan men edilmiş mânâsındadır" dedi. Nâfi': “Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi: “Evet bilirler. Abdullah b. ez- Ziba'ra'nın: "Şeytan uykumda yanıma geldi Ancak ona uyan kişi lanetli olur" dediğini işitmez misin?" İbn Cerîr'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: “Toplu olarak mânâsındadır" dedi. 105Biz, bu Kur’ân’ı hakkı tesbit için indirdik ve o hikmet ile indi. Seni de ancak itâatkârları müjdeleyici ve asileri korkutucu olarak gönderdik. 106Bkz. Ayet:109 107Bkz. Ayet:109 108Bkz. Ayet:109 109"Biz Kur'ân'ı, insanlara dura dura okuyasın diye âyet âyet ayırdık ve onu peyderpey indirdik. De ki: Ona ister inanın, ister inanmayın. Şüphesiz, daha önce kendilerine ilim verilenler, Kur'ân kendilerine okunduğunda derhal yüzüstü secdeye kapanırlar. «Rabbimizin şanı yücedir. Rabbimizin vaadi mutlaka gerçekleşecektir» derler. Onlar ağlayarak yüzüstü yere kapanırlar. Bu da onların derîn saygısını artırır" Nesâî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) şeklinde şeddeli olarak okudu ve: “Kur'ân, dünya semasına Ramazan ayında Kadir gecesinde toptan olarak indi. Müşrikler bir olay yaşadığı zaman Allah onlara bir cevap veriyordu. Sonra Allah onu yirmi yılda (ayet âyet) ayırmış ve bu şekilde Allah, Resûlüne indirmiştir" dedi. İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. Nasr ve İbnü'l-Enbârî'nin el-Mesâhifte Dahhâk vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Kur'ân, Allah katından dünya semasına Levh-i Mahfuz'dan Kirâmen Kâtibin meleklerine toptan olarak indirilmiştir. Kirâmen Kâtibin melekleri onu yirmi gecede Cibrîl'e âyet âyet indirmiş, Cibrîl de onu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) yirmi yılda âyet âyet indirmiştir. Müşrikler: “Kur'ân kendisine toptan olarak indirilseydi ya" deyince, Yüce Allah: “Biz, Kur'ân'la senin kalbini pekiştirmek için onu böyle bölüm bölüm indirdik..." buyurdu. Bu da: “Sana bir şey sorduklarında bir cevabın olsun diye âyet âyet indirdik. Eğer onu sana toptan indirseydik sana bir şey sorduklarında, sordukları şeyin bir cevabı olmazdı, mânâsındadır." Bezzâr ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Kur'ân, dünya semasında Beytü'l-İzze'ye gelene kadar toptan indi. Sonra Cibrîl onu insanların sözlerine ve amellerine göre cevap olarak Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) âyet âyet indirdi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in, Ebu'l-Âliye vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) şeklinde şeddeli olarak okudu ve: “Âyet âyet indirilmiştir" dedi. Beyhakî'nin Şuab'da bildirdiğine göre Hazret-i Ömer: “Kur'ân'ı beşer âyet olarak öğrenin. Zira Cibrîl, Kur'ân'ı Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) beşer beşer indirmiştir" dedi. İbn Asâkir, Ebû Nadra'dan bildirir: “Ebû Saîd el-Hudrî bize sabah beş âyet, akşam beş âyet öğretirdi. Yine bize, Cibril'in Kur'ân'ı beşer âyet olarak indirdiğini söyledi." İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b: (.....) şeklinde şeddesiz olarak okudu ve: “Açıklayıp beyan ettik, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Ali (b. Ebî Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: “Âyet âyet ayırdık, mânâsındadır" dedi. (.....) ifadesi hakkında ise: “Peyderpey indirdik, mânâsındadır" dedi. (.....) âyetini açıklarken: “Burada da yüzüstü yere kapanmak kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: “Yavaş yavaş mânâsındadır" dedi. İbnu'd-Durays'ın bildirdiğine göre Katâde: “Biz Kur'ân'ı, insanlara dura dura okuyasın diye âyet âyet ayırdık ve onu peyderpey indirdik" âyetini açıklarken: “Kur'ân ne bir gece, ne iki gecede, ne bir ay ne iki ayda, ne bir yıl ne iki yılda inmiştir. Onun ilki ve sonu arasında yirmi yıl vardı. Veya buna yakın bir süre vardı" dedi. İbnu'd-Durays'ın Katâde vasıtasıyla bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Kur'ân, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de sekiz yıl, hicretinden sonra da on yıl boyunca inmiştir" derdi. Katâde ise: “On yıl Mekke'de, on yıl da Medine'de inmiştir" derdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Şüphesiz, daha önce kendilerine ilim verilenler..." âyetini açıklarken: “Burada Allah'ın, Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) indirdiklerini işiten (ve secdeye kapanan) Ehl-i Kitab'dan bazı kişiler kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “Şüphesiz, daha önce kendilerine ilim verilenler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Burada «Daha önce» ifadesiyle Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) önceki dönemlerde Allah katından kendilerine indirilen vahyin okunduğu zaman kastedilmektedir." İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...O okununca..." âyetini açıklarken: “Burada kitapları kastedilmektedir" dedi. İbnu'l-Mübârek, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abdula'lâ et-Teymî der ki: “Kime kendisini ağlatmayan bir ilim verilmişse, kendisine fayda vermeyecek bir ilim verilmiştir demektir. Zira Allah ilim ehlini vasıflandırarak: “Onlar ağlayarak yüzüstü yere kapanırlar..." buyurmuştur. Ahmed'in Zühd'de Ebu'l-Cerrâh kanalıyla Hâzım'dan bildirdiğine göre (bir defasında) Cibrîl, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına indiğinde yanında ağlayan bir kişi vardı. Cibrîl: “Bu kimdir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu filandır" karşılığını verdi. Cibrîl: “Âdemoğlunun ağlaması dışındaki bütün amellerini tartarız. Çünkü Allah bir damla gözyaşıyla Cehennemde ateşten akan nehirler söndürür" dedi. Hakîm et-Tirmizî'nin Nadr b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Eğer ümmetlerden bir ümmette bir kul ağlayacak olsa, Allah o ümmeti bu kulun ağlamasıyla ateşten kurtarır. Gözyaşı dışında her işin bir tartısı ve sevabı vardır. Gözyaşı ateşten denizleri söndürür. Eğer Allah korkusuyla gözleri ıslanırsa Allah bu kişinin bedenini Cehenneme haram kılar. Eğer gözyaşları yanaklarına süzülürse bu kişinin yüzü ne kararır ne de zelil kılınır. " İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre el-Ca'd Ebû Osman der ki: “Bize bildrilene göre Dâvud (aleyhisselam): “Allahım! Senin korkunla gözleri boşalan kişinin mükâfatı nedir?" diye sorunca, Allah: “Onun mükâfatı büyük günde onu emin (güvenlikte) kılmamdır" demiştir. 110"De ki: «İster Allah deyin, ister Rahman deyin, hangisini derseniz deyin, en güzel isimler onundur.» Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma, ikisi ortasında bir yol tut" İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sesli bir şekilde dua eder ve: “Yâ Allah! Yâ Rahman!" derdi. Bunu işiten Mekke ahalisi yanına gelince, Yüce Allah: “De ki: “İster Allah deyin, ister Rahman deyin, hangisini derseniz deyin, en güzel isimler onundur." Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma, ikisi ortasında bir yol tut" âyetini indirdi. İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Bir gün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de namaz kılıp: “Yâ Allah! Yâ Rahman!" diye Allah'a dua etti. Bunun üzerine müşrikler: “Dininden çıkan şu kişiye bakın. Bizi iki ilaha dua etmekten men ederken kendisi iki ilaha dua etmektedir" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “De ki: “İster Allah deyin, ister Rahman deyin, hangisini derseniz deyin, en güzel isimler onundur." Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma, ikisi ortasında bir yol tut" âyetini indirdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbrâhîm en-Nehaî der ki: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün bir tarladaydı ve elinde soyulmuş bir hurma dalı vardı. Yemâme'de Rahman diye adlandırdıkları bir kâhin bulunmaktaydı. Yahudi biri de kendisine Rahman'ı sorunca: “De ki: “İster Allah deyin, ister Rahman deyin, hangisini derseniz deyin, en güzel isimler onundur." Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma, ikisi ortasında bir yol tut" âyeti indirildi. İbn Cerîr'in, Mekhûl'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gece Mekke'de teheccüd namazı kılarken secde de: “Yâ Rahman! Yâ Rahim!" demekteydi. Müşriklerden bir kişi bunu işitmişti. Sabahladığı zaman dostlarına: “İbn Ebî Kebşe'nin ne dediğine bakın. Gece Yemâme'deki Rahman'ı çağırıyordu" dedi." -Yemâme'de de Rahman denilen (kahin) bir kişi vardı- "Bunun üzerine: “De ki: “İster Allah deyin, ister Rahman deyin, hangisini derseniz deyin, en güzel isimler onundur." Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma, ikisi ortasında bir yol tut" âyeti nâzil oldu. Beyhakî'nin Delâil'de Nehşel b. Saîd vasıtasıyla Dahhâk'tan bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah'ın: “De ki: “İster Allah deyin, ister Rahman deyin, hangisini derseniz deyin, en güzel isimler onundur." Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma, ikisi ortasında bir yol tut" âyetinin açıklaması sorulunca: “Bu, hırsızlıktan emandır" buyurdu. Muhacirlerden bir kişi yatağına girerken bu âyeti okudu. Ancak o gece yanına hırsız girdi ve evindeki her şeyi toplayıp aldı. Adam da daha uyumuş değildi. Hırsız çıkmak için kapıya geldiğinde kapının kilitli olduğunu gördü. Bunun üzerine hırsız kapıyı açmak için üzerindekileri indirdi. (Kapıyı açıp tekrar yüklendikten sonra kapı tekrar kapandı.) Hırsız bunu üç defa tekrarladı. Bunu gören ev sahibi gülerek: “Ben evimi korudum" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Hangisini derseniz deyin..." âyetini açıklarken: “Allah'ın isimlerinden bir isim söyleyin, mânâsındadır" dedi. Saîd b. Mansûr, Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Namaz kılarken sesini yükseltme..."âyetini açıklarken şöyle dedi: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mekke'de henüz açıkça ortaya çıkmadığı zamanlarda ashâbıyla beraber namaz kılıp Kur'ân okurken sesini yükseltirdi. Müşrikler bunu işittiği zaman da Kur'ân'a, onu indirene ve onunla gelene (Kur'ân'a) söverdi. Bunun üzerine Allah, Peygamberine: “Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma, ikisi ortasında bir yol tut" buyurdu. Çünkü Müşrikler Kur'ân'a sövmekteydi. Bir de sesini ashâbına işittirmeyecek kadar alçaltma ki, onu senden öğrensinler. Bu sebeple alçak ve sesli arasında oku, mânâsındadır. İbn İshâk, İbn Cerîr, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kılarken Kur'ân'ı sesini yükselterek okuyunca etrafından dağılırlar ve kendisini dinlemek istemezlerdi. Kişi Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) namazda iken dinlemek isterse onlardan ayrılarak gizli bir şekilde dinlerdi. Ancak kendisinin, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) dinlediğinin farkına varıldığını görürse, kendisine eziyet edilmesinden korkarak dinlemekten vazgeçerdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sesini kıstığı zaman onu gizliden dinleyen kişiler okuduğundan hiçbir şey işitemezdi. Bu sebeple Allah: “Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma, ikisi ortasında bir yol tut" buyurdu. Bundan.da, sesini yükselttiğin zaman etrafından dağılırlar. Gizli okuduğun zaman seni gizlice dinlemek isteyenler hiçbir şey işitemezler. Umulur ki kişinin işittiği şeylerden bir şey aklında kalır da ondan faydalanır. Bu sebeple ikisinin arasında bir ses tonuyla oku, mânâsı çıkmaktadır. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Mekke'de (namazda) iken sesini yükselterek okumasından dolayı eziyet görürdü. Bu sebeple Yüce Allah: “...Namaz kılarken sesini yükseltme..." buyurdu. İbn Ebî Şeybe'nin Musannef’te bildirdiğine göre Ebû İyâd der ki: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Kâbe'nin yanında namaz kıldığı zaman sesini yükselterek okurdu. Bu sebeple de müşrikler O'na eziyet ederdi. Bunun üzerine Yüce Allah: “De ki: «İster Allah deyin, ister Rahman deyin, hangisini derseniz deyin, en güzel isimler onundur.» Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma, ikisi ortasında bir yol tut" âyetini indirdi. Ebû Dâvud Nâsih'te ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kıldığı zaman yüksek sesle okurdu. Müşrikler O'na eziyet edince, kendisi ve ashâbı namazda sessiz okumaya başladılar. Bunun üzerine Yüce Allah: “Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma..." buyurdu. Yine Yüce Allah, A'râf Sûresinde: “Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah-akşam zikret ve gafillerden olma" buyurmaktadır. Taberânî ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma..." âyetini açıklarken: “Kişi namazda iken dua ettiği zaman sesini yükseltirdi" dedi. Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Museylemetu'l-Kezzâb, Rahman diye adlandırılmıştı. Resûlullah da (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kıldığı zaman sesli bir şekilde bu ismi söylerdi. Bunu işiten Müşrikler: “Yemâme'nin ilahını anıyor" deyince, Yüce Allah: “...Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma..." âyetini indirdi. İbn Ebî Şeybe'nin Musannef’te bildirdiğine göre Sâid der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bismillahirrahmanirrahim" derken sesini yükseltirdi. Museyleme de Rahman diye adlandırılmıştı. Müşrikler Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem): “Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle" dediğini işittikleri zaman: “Yemâme'nin ilahı olan Museyleme'yi zikretti" derlerdi. Sonra da buna karşılık ıslık çalıp alkışlayarak gürültü çıkarırlardı. İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) sesli bir şekilde Kur'ân okuması müşriklere ağır gelirdi. Bu sebeple de Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) söverek eziyet ederlerdi. Bu, Mekke'de oluyordu. Yüce Allah: “Ey Muhammed! «Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma, ikisi ortasında bir yol tut»"âyetini indirdi. Allah, "Kendin işitmeyeceğin bir şekilde sesini alçaltma, ikisinin arasında bir ses tonuyla oku. Bu ikisinin arasında bir yol vardır. Ne sesli bir şekilde ne de işitmeyeceğin kadar alçak bir sesle okuma" buyurmaktadır. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret ettiği zaman bütün bunlar kaldırıldı. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Muhammed b. Şîrîn der ki: Bana bildirildiğine göre Ebû Bekr, Kur'ân okuduğu zaman alçak bir sesle, Ömer okuduğu zaman da yüksek bir sesle okurdu. Ebû Bekr'e: “Niçin sessiz okuyorsun?" denilince: “Ben Rabbime dua ediyorum. O benim ihtiyacımı bilmektedir" dedi. Ömer'e: “Niçin sesli okuyorsun?" denilince: “Ben şeytanı kovuyor ve uykusu geleni uyandırıyorum" karşılığını verdi. Bunun üzerine Yüce Allah: “...Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma..." âyetini indirdi. Ebû Bekr'e: “Biraz sesini yükselt" denilirken Ömer'e de: “Biraz sesini alçalt" denildi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî' b. Enes der ki: Ebû Bekr gece namazı kıldığı zaman sesini çok alçaltır, Ömer ise sesini yükseltirdi. Ömer: “Ey Ebû Bekr! Biraz sesini yükseltsen" deyince, Ebû Bekr de: “Ey Ömer! Biraz sesini alçaltsan" dedi. Sonra ikisi de Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gidip durumlarını bildirdiler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma, ikisi ortasında bir yol tut" âyetini indirdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine haber gönderip: “Ey Ebû Bekr sesini biraz yükselt. Ömer'e de: “Sesini biraz alçalt" buyurdu. Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe Musannef’te, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud Nâsih'te, Bezzâr, Nehhâs, İbn Nasr, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: “Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma..." âyeti, dua hakkında nâzil olmuştur" dedi. İbn Cerîr ve Hâkim'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: “...Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma..." âyeti teşehhüd hakkında nâzil olmuştur" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: “Namaz kılarken sesini yükseltme..." âyeti istek ve dua hakkında nâzil olmuştur" dedi. Muhammed b. Nasr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Kâbe'ninyanında namaz kıldığı zaman duada sesini yükseltir ve bu sebeple müşrikler kendisine eziyet ederdi. Bunun üzerine: “Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma..." âyeti nâzil oldu. Saîd b. Mansûr, Târih'te Buhârî, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin, Derrâc Ebu's-Semh'ten bildirir: Ashâbdan olan Ensâr'dan iki yaşlı kişinin bana bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “...Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma..." âyeti, dua hakkındadır. Dua ederken sesini yükseltme. Çünkü dua ederken günahlarını anıyorsun. Bunlar işitilir ve ayıplanırsın." İbn Ebî Şeybe, İbn Menî', İbn Cerîr, Muhammed b. Nasr, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Namaz kılarken sesini yükseltme..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bu âyet, dua hakkında nâzil olmuştur. Eskiden duayı: «Allahım! Bana merhamet et» şeklinde sesli olarak yaparlardı. Bu âyet nâzil olduğu zaman fazla alçak sesle ve yüksek sesle dua etmemeleri emredildi." İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Abdullah b. Şeddâd der ki: Temîm oğullarından bazı bedeviler Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) selam verdiği zaman: “Allahım! Bize deve ve çocuk ver" diye dua ederdi. Bunun üzerine: “...Namaz kılarken sesini yükseltme..." âyeti nâzil oldu. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid: “...Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma..." âyetini açıklarken: “Sesini istek ve duada yükseltme, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma..." âyetini açıklarken: “İnsanlara gösteriş olarak namaz kılma ve onlardan korkarak namazı terk etme, mânâsındadır" dedi. İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma..." âyetini açıklarken: “Gösteriş için namaz kılma. Utanarak da namazı terk etme, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma..." âyetini açıklarken: “Namazını ne tam açıkça, ne de tam gizli olarak kılma, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Dâvud'un Mesâhifte bildirdiğine göre Ebû Rezîn: “Bu âyet, Abdullah'ın kıraatında (.....) şeklindedir" dedi. İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Kendi işitecek kadar sesli okuyan kişi, gizli okumamış demektir" dedi. İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mutarrif b. Abdillah b. eş-Şihhîr der ki: “İlim, amelden daha hayırlıdır. İşlerin en güzeli orta olanıdır. İyilik iki kötülük arasındadır. Bu sebeple de Allah: “...Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma, ikisi ortasında bir yol tut" buyurmaktadır. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Kılâbe: “İşlerinizin en güzeli, orta olanıdır" dedi. 111"«Çocuk edinmeyen, hakimiyette ortağı bulunmayan, acizlikten ötürü bir dosta da ihtiyacı olmayan Allah'a hamd olsun» de ve tekbir getirerek O nun şanını yücelt!" İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el- Kurazî der ki: Yahudiler ve Hıristiyanlar: “Allah oğul edindi" dediler. Araplar ise: “Emrindeyim, Senin hiçbir ortağın yoktur. Senin bir ortağın (Hubel) vardır. Ancak sen onun da, mülkünün de sahibisin" dediler. Dininden dönenler ve Mecusiler: “Allah'ın dostları olmasaydı Allah zelil olurdu" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Çocuk edinmeyen, hakimiyette ortağı bulunmayan, acizlikten ötürü bir dosta da ihtiyacı olmayan Allah'a hamd olsun..." buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Acizlikten ötürü bir dosta da ihtiyacı olmayan Allah'a hamd olsun..." âyetini açıklarken: “Allah kimseyle anlaşma yapmamış ve kimsenin desteğine ihtiyaç duymamıştır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî: “...O'nun şanını yücelt" âyetini açıklarken: “Ey Muhammed! Müşriklerin dediği gibi olmadığını göstermek için sen onu yücelt, mânâsındadır" dedi. Ahmed ve Taberânî'nin Muâz b. Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Çocuk edinmeyen, hakimiyette ortağı bulunmayan, acizlikten ötürü bir dosta da ihtiyacı olmayan Allah'a hamd olsun" de ve tekbir getirerek O'nun şanını yücelt!" âyeti, izzet âyetidir" buyurdu. Ebû Ya'la ve İbnu's-Sünnî'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber (evden) el ele çıkıp gittik. Üstü başı dağınık bir kişinin yanına geldiğinde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey filan! Sana ne oldu ki bu durumdasın?" diye sordu. Adam: “Hastalık ve fakirlik beni bu duruma getirdi" karşılığını verdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sana hastalık ve fakirliğini giderecek bazı kelimeler öğreteyim mi? Her zaman diri olan ve ölmeyen Allah'a tevekkül ettim. «Çocuk edinmeyen, hakimiyette ortağı bulunmayan, acizlikten ötürü bir dosta da ihtiyacı olmayan Allah'a hamd olsun" de ve tekbir getirerek O'nun şanını yücelt» de" buyurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir daha bu kişinin yanına geldiğinde durumu düzelmişti. Ona: “Durumun nasıl?" diye sorunca, adam: “O zamandan beri bana öğrettiğin sözleri söylüyorum" karşılığını verdi. el-Ferecfte İbn Ebi'd-Dünyâ ve el-Esmâ ve's-Sıfât'ta. Beyhakî'nin İsmâil b. Ebî Fudeyk'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur. "Ne zaman bir sorunum olduysa mutlaka Cibrîl bana görünüp: «Ey Muhammed! "Her zaman diri olan ve Ölmeyen kişiye tevekkül ettim. "Çocuk edinmeyen, hakimiyette ortağı bulunmayan, acizlikten ötürü bir dosta da ihtiyacı olmayan Allah'a hamd olsun" de ve tekbir getirerek O'nun şanını yücelt..."» der." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Bize bildirilene göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ailesinden büyüğe de, küçüğe de: “Çocuk edinmeyen, hakimiyette ortağı bulunmayan, acizlikten ötürü bir dosta da İhtiyacı olmayan Allah'a hamd olsun" de ve tekbir getirerek O'nun şanını yücelt de" âyetini öğretirdi. Abdurrezzâk'ın Musannef’te bildirdiğine göre İkrime b. Ebî Ümeyye: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hâşim oğullarının çocukları konuşmaya başladığı zaman onlara bu âyeti öğretir ve yedi defa okuturdu" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin Musannef’te Abdülkerîm vasıtasıyla bildirdiğine göre Amr b. Şuayb der ki: Abdulmuttalib oğullarının çocukları konuşmaya başladığı zaman onlara: “Çocuk edinmeyen, hakimiyette ortağı bulunmayan, acizlikten ötürü bir dosta da ihtiyacı olmayan Allah'a hamd olsun" de ve tekbir getirerek O'nun şanını yücelt de" âyetini öğretir ve yedi defa okuturdu. İbnu's-Sünnî, Amelu'l-Yevm ve'l-Leyle'de Amr b. Şuayb vasıtasıyla babasından, o da dedesinden aynısını bildirir. İbnü's-Sünnî ve Deylemî, Hazret-i Fâtıma'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana şöyle buyurdu: “Yatağına girdiğin zaman: «Kâfi olan Allah'a hamd olsun. Yüce olan Allah'ı bütün eksikliklerden tenzih ederim. Allah bana kâfidir. Allah dilediği şeyi yapar. Allah dua edenin duasını işitip kabul edendir. Allah'tan kaçıp sığınacak bir sığınak ve Allah'ın ötesinde sığınacak başka bir yer yoktur. "İşte ben, hem benim, hem sizin Rabbiniz olan Allah'a dayandım. Yeryüzünde bulunan hiçbir canlı yoktur ki, Allah, onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim dosdoğru bir yol üzerindedir." "Çocuk edinmeyen, hakimiyette ortağı bulunmayan, acizlikten ötürü bir dosta da ihtiyacı olmayan Allah'a hamd olsun" de ve tekbir getirerek O'nun şanını yücelt"» de. Müslüman kişi uyku zamanında bu âyetleri okuduktan sonra şeytanların ve vahşi hayvanların arasında uyuşa bile ona bir zarar veremezler. " İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Bütün Tevrat, İsrâ Süresindeki on beş âyetten ibarettir" dedi ve: “Çocuk edinmeyen, hakimiyette ortağı bulunmayan, âcizlikten ötürü bir dosta da ihtiyacı olmayan Allah'a hamd olsun" de ve tekbir getirerek O'nun şanını yücelt de" âyetini okudu. |
﴾ 0 ﴿