İSRÂ (İSRÂİL OĞULLARI) SÛRESİNehhâs ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İsrâ Sûresi, Mekke'de nâzil olmuştur" dedi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbnu'z-Zübeyr: “İsrâ Sûresi, Mekke'de nâzil olmuştur" dedi. Buhârî, İbnu'd-Durays ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “İsrâ, Kehf ve Meryem sûreleri, Mekke'de nazil olan ve ilk öğrenilen sûrelerdir" dedi. Ahmed, Tirmizî, Nesâî, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) her gece İsrâ ve Zümer Sûrelerini okurdu" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebu Amr eş-Şeybânî: “Abdullah bize namaz kıdırdı ve iki sûre okudu. Okuduğu ikinci sûre İsrâ Sûresi idi" dedi. 1"Kulu Muhammed'i geceleyin, Mescidi Haram dan Kendisine bazı âyetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz ki her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla gören O'dur." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Huzeyfe bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuştur. Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyetinin anlamını sorunca, ibn Abbâs: (.....) ifadesi bir gecede Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid-i Haram'dan Beytü'l-Makdis'e götüren ve tekrar Mescid-i Haram'a getiren Yüce Allah'ı bütün eksikliklerden tenzih etmek, mânâsındadır" dedi. Nâfi': “Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: “Evet, bilirler. A'şâ'nın: "Kibri ve büyüklenmesi çok artınca Kibirli Alkame 'yi tenzih, ederim, dedim " dediğini işitmez misin?" İbn Ebî Şeybe, Müslim ve İbn Merdûye'nin, Sabit vasıtasıyla Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Bana uzun boylu, merkepten daha büyük, katırdan daha küçük (ikisi arasında) Burak (denilen binek) getirildi. Bu binek adımını gözünün gördüğü en son yere kadar atacak bir özelliğe sahipti. Ona binip Beytü'l-Makdis'e geldim ve onu, peygamberlerin atlarını bağladıkları halkaya bağladım. Sonra mescide girip iki rekat namaz kıldım ve dışarı çıktım. Bu sırada Cibrîl bana birinde şarap, birinde de süt olmak üzere iki kapla geldi. Ben içinde süt olan kabı seçince, Cibrîl: «Sen fıtratı seçtin» dedi. Sonra beni alıp dünya semasına çıktı. Kapının açılmasını isteyince: «Sen kimsin?» denildi. Cibrîl: «Ben Cibril'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca; «Evet gönderildi» dedi. Kapı açıldığında Âdem'le karşılaştım. Âdem beni iyi bir şekilde karşıladı ve bana hayır duada bulundu. Sonra ikinci kat göğün kapısına geldiğimizde Cibril kapının açılmasını istedi. Ona: «Sen kimsin?» denildi. Cibril: «Ben Cibril'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. Kapı açıldığında teyzem oğulları İsa b. Meryem ve Yahya b. Zekeriyya ile karşılaştım. Onlar da beni iyi bir şekilde karşıladı ve bana hayır duada bulundular. Sonra üçüncü kat göğün kapısına geldiğimizde Cibril kapının açılmasını istedi. Ona: «Sen kimsin?» denildi. Cibrîl: «Ben Cibril'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. Kapı açıldığında Yûsuf ile karşılaştım. Ona güzelliğin yarısı verilmişti. O da beni iyi bir şekilde karşıladı ve bana hayır duada bulundu. Sonra dördüncü kat göğün kapısına geldiğimizde Cibrîl kapının açılmasını istedi. Ona: «Kimdir o?» denildi. Cibril:'«Ben Cibril'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. Kapı açıldığında İdrîs ile karşılaştım. O da beni iyi bir şekilde karşıladı ve bana hayır duada bulundu. Sonra beşinci kat göğün kapısına geldiğimizde Cibrîl kapının açılmasını istedi. Ona: «Kimdir o?» denildi. Cibril: «Ben Cibril'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. Kapı açıldığında Harun ile karşılaştım. O da beni iyi bir şekilde karşıladı ve bana hayır duada bulundu. Sonra altıncı kat göğün kapısına geldiğimizde Cibrîl kapının açılmasını istedi. Ona: «Kimdir o?» denildi. Cibril: «Ben Cibrîl'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. Kapı açıldığında Mûsa ile karşılaştım. O da beni iyi bir şekilde karşıladı ve bana hayır duada bulundu. Sonra yedinci kat göğün kapısına geldiğimizde Cibrîl kapının açılmasını istedi. Ona: «Kimdir o?» denildi. Cibrîl: «Ben Cibrîl'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. Kapı açıldığında İbrâhîm ile karşılaştım. O sırtını Beytü'l- Ma'mur'a dayamıştı. Beytü'l-Ma'mur'a günde yetmiş bin melek giriyor ve geri dönmüyordu. Sonra beni Sidretü'l-Münteha'ya çıkardı. Oradaki yapraklar fil kulağı gibi, meyveler de iri küpler gibiydi. Allah'ın emri onu bürüyüp kaplayınca değişikliğe uğradı. Orası o kadar güzeldi ki, Allah'ın yarattığı hiç kimse o güzelliği vasfetmeye güç yetiremez. Allah bana vahyedeceğini vahyetti ve günde elli vakit namazı farz kıldı. Gökyüzünden inmeye başladım. Musa'nın yanına vardığımda: «Rabbin ümmetine neyi farz kıldı?» diye sordu. Ona: «Elli vakit namaz» cevabını verince: «Geri dön ve Rabbinden bunu hafifletmesini iste. Ümmetin buna güç yetiremez. Ben bu konuda İsrail oğullarını denedim» dedi. Bunun üzerine Rabbime geri döndüm ve: «Ey Rabbim! Ümmetime hafiflet» dedim. Rabbim beş vakti kaldırdı. Tekrar Musa'ya döndüğümde: «Beş vakiti kaldırdı» dedim. Mûsa: «Ümmetin buna güç yetiremez. Rabbine dön ve hafifletmesini iste» dedi. Rabbim bana: «Ey Muhammed! Size gündüz ve gecede beş vakit namaz vardır. Her namazda on kat (sevap) verilir bu da elli eder. Kim bir kötülüğü yapmaya azmeder de yapmazsa bu ona bir sevap olarak yazılır. Eğer bu kötülüğü işlerse ona bir günah yazılır» buyuruncaya kadar Rabbimle Mûsa arasında hep gidip geldim. Sonra geri döndüm. Musa'nın yanına vardığımda ona bu durumu haber verdim. O: «Rabbine geri dön ve hafifletmesini iste» dedi. Ben: «Rabbimin yanına o kadar çok geri döndüm ki artık utanmaya başladım» dedim. Buhârî, Müslim, İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Şerîk b. Abdillah b. Ebî Nemir vasıtasıyla Enes'ten bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), Kâbe mescidinden Mirâc'a çıktığı gece ve kendisine vahiy gelmeden önce Mescidü'l-Haram'da uyurken üç kişi geldi. Birincisi: “O hangisidir?" dedi. Diğeri: “Orta olanıdır, o hayırlı olandır" dedi. Diğer biri: “En hayırlı olanı alın" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) o gece onları görmemişti. Diğer gece Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kalbiyle göreceği bir şekilde geldiler. Resulullah'in (sallallahü aleyhi ve sellem) gözleri uyur, kalbi uyumazdı. Bütün peygamberlerin de bu şekilde gözleri uyur kalpleri uyumazdı. Bu üç kişi Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) konuşturmadan alıp zemzem kuyusunun yanına götürdüler. Sonra Cibrîl kendisini onlardan teslim alıp boğazından göğsüne kadar yardı. Göğsünü ve karnını boşaltıp içini temizleyene kadar zemzem suyuyla elleriyle yıkadı. Sonra altın bir tas getirildi. Tasın içinde yine iman ve hikmetle dolu altın bir kap vardı. O iman ve hikmetle göğsünü ve damarlarını doldurup açtığı yeri tekrar kapattı. Sonra Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) alıp dünya semasına çıktı. O sema kapılarından bir kapıyı çalınca: “Kim o?" denildi. Cibrîl: “Ben Cibrîl'im" karşılığını verdi. "Beraberindeki kimdir?" dediklerinde: “Muhammed'dir" dedi. Onlar: “Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?" diye sorunca: “Evet gönderildi" dedi. Bunun üzerine onlar: “Merhaba, hoş geldin" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dünya semasında Âdem'i (aleyhisselam) görmüştü. Cibrîl, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu senin babandır, ona selam ver" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Selam Verince Âdem (aleyhisselam) cevap verip: “Merhaba, hoş geldin oğlum. Sen güzel bir oğulsun" dedi. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gökyüzü semasında iki nehrin akıp gittiğini görünce: “Bunlar nedir ey Cibrîll" diye sordu. Cibrîl: “Bunlar Nîl ve Fırat nehirlerinin kaynağıdır" karşılığını verdi. Sonra gökyüzünde çıkarmaya devam etti. Ancak başka bir nehir gördü. Bu nehrin üzerinde inciden ve zebercedden (zümrüde benzeyen değerli taşlardan) bir köşk gördü. Elini nehre batırdığında güzel misk olduğunu gördü. "Bu nedir ey Cibrîl?" diye sorunca: “Bu Rabbinin sana hazırlamış olduğu Kevser ırmağıdır" dedi. Sonra Cibrîl, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) ikinci semaya çıkardı. Melekler birinci gökyüzündeki melekler gibi: “Kimdir o?" dedi. Cibrîl: “Ben Cibrîl'im" karşılığını verdi. "Beraberindeki kimdir?" dediklerinde: “Muhammed'dir" dedi. Onlar: “Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?" diye sorunca: “Evet gönderildi" dedi. Bunun üzerine onlar: “Merhaba, hoş geldin" dediler. Sonra Cibrîl, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) üçüncü semaya çıkardı. Melekler ikinci semadaki meleklerin dediğini dediler. Sonra Cibrîl, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) dördüncü semaya çıkardı. Orada da aynı şeyleri söylediler. Sonra beşinci semaya çıkardı. Orada da aynı şeyleri söylediler. Sonra altıncı semaya çıkardı. Orada da yine aynı şeyleri söylediler. Sonra Cibrîl, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) yedinci semaya çıkardı. Orada da aynı şeyleri söylediler. Her semada Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) isimlerini söylediği peygamberler vardı. Onlardan İdrîs (aleyhisselam) ikinci semada, Hârun (aleyhisselam) dördüncü semada, adını ezberlemediğim biri beşinci semada, İbrâhîm (aleyhisselam) altıncı semada ve Allah'ın kendisini konuşturmuş olması sebebi ile Mûsa (aleyhisselam) yedinci semadaydı. Mûsa (aleyhisselam): “Rabbiml Benden daha yukarı kimseyi çıkaracağını sanmıyorum" dedi. Sonra Resûlullah'l (sallallahü aleyhi ve sellem) ondan daha yukarılara Allah'tan başka kimsenin bilemeyeceği yerlere çıkardı ve Sidretü'l- Münteha'ya vardılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Cebbar ve İzzet sahibi Allah'a yaklaştı. O kadar yaklaştı ki aralarında iki yay aralığı hatta daha da az bir mesafe kaldı. Yüce Allah'ın vahyettiklerinin arasında ümmetine her gündüz ve gecede elli vakit namaz da vahyetti. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) geri İnmeye başladı ve Mûsa'nin (aleyhisselam) yanına vardı. Mûsa (aleyhisselam), Resûlullah'l (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında tuttu ve: “Ey Muhammed! Rabbin sana ne ahdetti?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Her gündüz ve gecede elli vakit namaz ahdetti" cevabını verdi. Mûsa (aleyhisselam): “Ümmetin buna güç yetiremez, geri dön. Rabbin bunu sana ve ümmetine hafifletsin" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine istişare eder gibi dönüp Cibrîl'e bakıyordu. Cibrîl de istiyorsan çıkalım mânâsında bir işaret verdi ve tekrar Yüce Allah'ın huzuruna çıktılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) (iki yay mesafesi kadar yaklaşmış olduğu) yerinde iken: “Ey Rabbim! Bize hafiflet, ümmetim buna güç yetiremez" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah on namaz vaktini kaldırdı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) tekrar Mûsa'nin (aleyhisselam) yanına döndü ve Mûsa (aleyhisselam), bir daha Resûlullah'l (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında tuttu. Mûsa (aleyhisselam), beş vakit namaz vakti kalana kadar Resûlullah'l (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbine geri gönderip durdu. Beş vakit namaz kalınca da Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında tutarak: “Ey Muhammed! Vallahi ben İsrâil oğullarını bundan daha azıyla denedim. Onlar zayıf kalıp onu da terk etti. Oysa senin ümmetin cesed, kalp, beden, görme ve işitme açısından İsrâil oğullarından daha zayıftır. Bu sebeple geri dön ve Rabbin bunu hafifletsin" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) her seferinde kendisine istişare eder gibi Cibril'le bakıyordu. Cibrîl de bundan bıkmıyordu. Resûlullah'l (sallallahü aleyhi ve sellem) beşinci defa çıkarınca: “Ey Rabbim! Ümmetim cesedkalp, işitme ve beden olarak zayıftır, bize hafiflet" dedi. Cebbar olan Allah: “Ey Muhammed!" buyurunca: “Buyur, emrindeyim!" dedi. Bunun üzerine Allah: “Ana kitapta sana farz kıldığım gibi benim katımda söz değiştirilmez. Her sevap on kat olarak yazılır. Ana kitapta bu, elli olarak geçmekte, sana da beş olarak yüklenmektedir" buyurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tekrar Mûsa'nin (aleyhisselam) yanına döndü. Mûsa (aleyhisselam): “Ne yaptın?" diye sorunca: “Bize hafifletti ve her sevaba karşılık on kat sevap verdi" dedi. Mûsa (aleyhisselam): “Vallahi ben İsrâil oğullarını bundan daha azıyla denedim. Onlar zayıf kalıp onu da terk ettiler. Geri dön ve Rabbin bunu sana hafifletsin" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Mûsa! Rabbime o kadar geri döndüm ki artık utanmaya başladım" dedi. Bunun üzerine Mûsa (aleyhisselam): “Allah'ın ismiyle in!" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) uyandığı zaman Mescid-i Haram'da idi. Nesâî ve İbn Merdûye'nin, Yezîd b. Ebî Mâlik vasıtasıyla Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi bana eşekten daha büyük, katırdan daha küçük (ikisi arasında) bir binek getirildi. Bu binek adımını gözünün gördüğü en son yere kadar atacak bir özelliğe sahipti. Bu binek benden önceki peygamberleri taşımıştı. Ona bindim ve yola çıktım, beraberimde Cibrîl de vardı. Bana: «İn ve namaz kıl» dedi. Ben de öyle yaptım. Cibrîl, bana: «Nerede namaz kıldığını biliyor musun? Sen Taybe'de namaz kıldın ve inşallah buraya hicret edeceksin» dedi. Daha sonra bir daha: «İn ve namaz kıl» dedi. Ben de öyle yaptım. Cibrîl, bana: «Nerede namaz kıldığını biliyor musun? Sen, Allah'ın Musa'yı konuşturduğu Sînâ dağında namaz kıldın» dedi. Yine bir zaman sonra: «İn ve namaz kıl» dedi. Ben de inip namaz kıldım. Cibrîl, bana: «Nerede namaz kıldığını biliyor musun? Sen İsa'nın doğmuş olduğu Beytü'l-Lahm'da namaz kıldın» dedi. Sonra Beytü'l- Makdise girdiğimde peygamberler etrafıma toplandılar. Cibril beni öne çıkarınca imam oldum ve namazı kıldık." Sonra Cibril beni dünya semasına çıkardı. Orada Âdem vardı. Cibrîl bana: «Ona selam ver» dedi. Âdem bana: «Merhaba ey oğlum ve salih peygamber» dedi. Sonra beni ikinci semaya çıkardı. Orada da teyzem oğulları İsa ve Yahya bulunmaktaydı. Sonra beni üçüncü semaya çıkardı. Orada Yusuf bulunmaktaydı. Sonra beni dördüncü semaya çıkardı. Orada da Harun bulunmaktaydı. Sonra beni beşinci semaya çıkardı. Orada da İdrîs bulunmaktaydı. Sonra beni altıncı semaya çıkardı. Orada da Mûsa bulunmaktaydı. Sonra beni yedinci semaya çıkardı. Orada da İbrâhîm bulunmaktaydı. Sonra yedi semadan daha yukarı çıkardı ve Sidretü'l- Münteha'ya geldim. Beni bir sis kitlesi kaplayınca secdeye kapandım. Bana: «Gökleri ve yerleri yarattığım zaman sana ve ümmetine elli vakit namazı farz kıldım. Sen ve ümmetin bu görevi yerine getirin» denildi. Geri dönerken İbrâhîm'e uğradım bana bir şey sormadı. Sonra Mûsa'ya uğradığımda, bana: «Allah, sana ve ümmetine kaç vakit namazı farz kıldı?» diye sordu. Ben: «Elli vakit» karşılığını verince: «Buna ne sen, ne de ümmetin güç yetirebilir. Rabbinden hafifletmesini iste» dedi. Tekrar Sidretü'l- Münteha'ya döndüm ve secdeye kapanarak: «Ey Rabbim! Bana ve ümmetime elli vakit namazı farz kıldın. Ancak buna ne ben, ne de ümmetim güç yetirebiliriz» dedim. Bunun üzerine Allah bana on vakit hafifletti. Sonra yine Mûsa'ya uğradım. Bana bir daha sorunca: «Bana on vakit hafifletti» dedim. Mûsa bir daha: «Rabbine dön ve hafifletmesini iste» dedi. Rabbim on daha, sonra bir on daha hafifletti. En sonunda: «Namaz beş vakittir ve elli sayılacaktır. Sen ve ümmetin bu görevi yerine getirin» buyurdu. O an Allah'ın beş vakiti artık azaltmayacağını anladım. Mûsa'ya uğradığımda: «Sana kaç vakit farz kıldı?» diye sordu. «Beş vakit» dediğimde: «İsrâil oğullarına iki vakit farz kılınmıştı ve bu görevi yerine getirmemişlerdi» dedi. Ben de: «Bu (hüküm) Rabbimdendir ve geri dönmeyeceğim» dedim." İbn Ebî Hâtim başka bir kanalla Yezîd b. Ebî Mâlik'ten, o da Enes'ten bildiriyor: İsrâ gecesi Cibrîl, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), eşekten daha büyük, katırdan daha küçük (ikisi arasında) bir binek getirdi ve Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) ona bindirdi. Bu binek adımını gözünün gördüğü en son yere kadar atacak bir özelliğe sahipti. Beytü'l-Makdis'e ulaştığı zaman oradaki taşın yanına gitti ve Cibrîl o taşı parmağıyla delerek bineği o taşa bağladı. Sonra mescidin içinde bir yere kadar yükselince, Cibrîl: “Ey Muhammed! Rabbinden sana Hûru'l-Ayn'ı göstermesini istemedin mi?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet, istedim" dedi. Bunun üzerine Cibrîl: “O kadınların yanına git ve selam ver. O kadınlar kayanın solunda oturuyor" dedi. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti: “Bu kadınların yanlarına gidip selam verince selamımı aldılar. Onlara: «Siz kimsiniz?» deyince: «Biz hayırlı güzelleriz. Biz, temizlenip kirlenmeyen, ikamet edip göçmeyen ve sonsuzlaşıp ölmeyen iyi bir kavmin eşleriyiz» dediler. Sonra kalkıp gittim. Daha az bir zaman geçmişti ki birçok insan toplandı ve bir kişi ezan okumaya başladı. Namaz için kamet getirildiği zaman kim imamımız olacak diye bakıyordum. Cibrîl, beni öne çıkarınca namazı kıldırdım. Namaz bitince Cibrîl: «Arkanda namaz kılanların kim olduğunu biliyor musun?» diye sordu. Ben: «Hayır bilmiyorum» deyince, Cibrîl: «Bunlar Allah'ın göndermiş olduğu bütün peygamberlerdir» dedi. Sonra elimden tuttu ve beni semaya çıkardı. Bir kapıya ulaştığımızda kapının açılmasını istedi. «Sen kimsin?» denilince: «Ben Cibril'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. Bunun üzerine kapıyı açtılar ve: «Sdnada, seninle gelene de merhaba» dediler. Semanın ta üstüne çıktığımızda Âdem'i gördüm. Cibrîl bana: «Âdem babana selam vermeyecek misin?» deyince: «Evet vereceğim» dedim. Yanına gidip kendisine selam verdim. Selamımı aldı ve: «Merhaba ey oğlum ve salih peygamber» dedi. Sonra beni ikinci semaya çıkardı ve kapının açılmasını istedi. Yine bir önceki semada dedikleri gibi dediler. Orada da İsa ve Yahya bulunmaktaydı. Sonra beni üçüncü semaya çıkardı ve kapının açılmasını istedi. Yine bir önceki semada dedikleri gibi dediler. Orada da Yusuf bulunmaktaydı. Sonra beni dördüncü semaya çıkardı ve kapının açılmasını istedi. Yine bir önceki semada dedikleri gibi dediler. Orada da İdrîs bulunmaktaydı. Sonra beni beşinci semaya çıkardı ve kapının açılmasını istedi. Yine bir önceki semada dedikleri gibi dediler. Orada da Harun bulunmaktaydı. Sonra beni altıncı semaya çıkardı ve kapının açılmasını istedi. Yine bir önceki semada dedikleri gibi dediler. Orada da Mûsa bulunmaktaydı. Sonra beni yedinci semaya çıkardı ve kapının açılmasını istedi. Yine bir önceki semada dedikleri gibi dediler. Orada da İbrâhîm bulunmaktaydı. Sonra da üzerinde yakuttan, inciden ve zebercedden çardak yapılmış bir nehrin yanına varıncaya kadar yedinci semanın üstüne çıkardı. O çardağın üzerinde yeşil ve güzel bir kuş vardı. «Ey Cibrîl! Bu kuş ne güzeldir» dedim. Cibril: «Ey Muhammed! Onu yiyecek kişi ondan daha güzeldir» dedi. Sonra: «Bu hangi nehirdir biliyor musun?» diye sorunca: «Hayır, bilmiyorum» dedim. Cibril: «Bu, Allah'ın sana vermiş olduğu Kevser nehridir» dedi. Orada altından ve gümüşten kaplar vardı. Yakut ve zümrütler çakıl taşlarının üzerinde akıyordu. Suyu sütten daha beyazdı. O kaplardan bir kap alarak su doldurdum ve içtim. Baktım ki tadı baldan daha tatlı, kokusu da miskten daha güzeldi. Sonra beni alıp bir ağacın yanına gitti. Orada etrafımı her renkten olan bir bulut kapladı. O an Cibrîl benden ayrıldı. Ben Allah'a karşı secdeye kapandım. Yüce Allah: «Ey Muhammed! Gökleri ve yerleri yarattığım zaman sana ve ümmetine elli vakit namazı farz kıldım. Sen ve ümmetin bu görevi yerine getirin» buyurdu. Sonra bulut üzerimden çekilince Cibrîl elimden tuttu ve hızlıca oradan ayrıldım. İbrahim'in yanına cardığımıda bir şey demedi. Sonra Musa'nın yanına geldiğimde: «Ey Muhammed! Ne yaptın?» dedi. Ben: «Rabbim bana ve ümmetime elli vakit namazı farz kıldı» dedim. Mûsa: «Ne sen, ne de ümmetin buna güç yetiremezsiniz. Geri dön ve Rabbinden bunu hafifletmesini iste» dedi. Bende hızlı bir şekilde geri döndüm ve o ağacın yanına geldim. Yine etrafımı bir bulut kapladı, ben de yine secdeye kapanarak: «Rabbim! Bize hafiflet» dedim. Bunun üzerine Yüce Allah: «On vakti kaldırdım» buyurdu. Sonra bulut yok oldu ve Musa'nın yanına giderek: «Bana on vakti kaldırdı» dedim. Mûsa bir daha: «Geri dön ve Rabbinden size hafifletmesini iste» dedi. Yüce Allah, ta ki, «Beş vakit elli vakit gibi sayılacaktır" buyurana kadar her seferinde on vakit daha kaldırdı." Ravi şöyle devam etti: Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) aşağı indi. Ancak Cibril'e: “Hangi semaya gittiysek hepsi beni güleryüzle karşılayıp ağırladı. Fakat bir kişiye selam verdim selamımı aldı, karşıladı ama gülmedi" deyince Cibrîl: “Bu Cehennemim bekçisi Mâliktir. O yaratıldığı zamandan beri kimseye gülmemiştir. Eğer bir kişiye gülecek olursa sana güler" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sonra bineğime bindim ve gittim" buyurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir süre yol aldıktan sonra gıda yükü taşıyan Kureyşli bir kervanla karşılaştı. Devenin birinde biri siyah, biri de beyaz olmak üzere iki çuval vardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kervanın hizasına ulaşıhca kervan ürktü ve geri döndü. Üzerinde siyah ve beyaz çuval olan deve sersemleşti ve çöküp yerinde kaldı. Sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yoluna devam etti. Sabah olduğu zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yaşadığı şeyleri ashâbına anlattı. Müşrikler bunu işitince Ebû Bekr'in yanına gelerek: “Ey Ebû Bekr! Arkadaşından ne haber? O bir aylık mesafeyi bir gecede gidip geldiğini söylüyor" dediler. Ebû Bekr: “Eğer öyle demişse doğru söylemiştir. Biz bundan daha ötesinda onu tasdik ederiz. Onun göklerden haber aldığını doğruluyoruz" cevabını verdi. Müşrikler, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Dediklerinin işareti nedir?" diye sorunca: “Filan filan yerde Kureyş'li bir kafilenin yanından geçtim. Kervan ürktü ve geriye döndü. Üzerinde siyah ve beyaz çuval olan deve sersemleyip çöktü ve yerinde kaldı" buyurdu. Bu kervan geldiği zaman durumu onlara sordular. Onlarda Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) anlatmış olduğu gibi anlattılar. Bu sebeple Ebû Bekr, "Sıddîk" diye adlandırılmıştı. Müşrikler, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Beraberinde Mûsa ve İsa varmıydı?" deyince: “Evet vardı" buyurdu. "Onları bize vasfet" dediklerine: “Mûsa, Umman'lı Ezd kabilesinin erkekleri gibi esmer biriydi. İsa ise orta boylu saçları kızıl renkte biriydi. Sanki sakallarından inciler dökülmekteydi" buyurdu. İbn Cerîr, İbn Merdûye ve Delâil'de Beyhakî, Abdurrahman b. Hâşim b. Utbe vasıtasıyla Enes'ten bildiriyor: Cibrîl, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), Burak ile geldiği zaman, Burak (sanki ürkmüş gibi) kulaklarını dikmişti. Cibrîl: “Dur artık ey Burak! Vallahi bunun gibi bir zât daha sana binmedi" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) (binitiyle) yoluna devam etti ve yolun kenarında bir yaşlıyla karşılaştı. Cibrîl'e: “Bu kimdir?" diye sorunca: “Yürü ey Muhammed!" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir süre yürüdü. Bir de baktı ki yolun kenarından biri kendisini çağırıyor ve: “Gel ey Muhammed!" diyordu. Cibrîl, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yürü ey Muhammed!" dedi. Yine biraz yürüdükten sonra Allah'ın yarattığı kullarından bir grupla karşılaştı. Bunlar: “Selam olsun sana ey Evvel! Selam olsun sana ey Âhir! Selam olsun sana olsun ey Hâşir!" dediler. Cibrîl: “Selama cevap ver" deyince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) selamlarına cevap verdi. Sonra bir grupla daha karşılaştı ve aynı şeyleri söylediler. Üçüncü bir grupla karşılaştı ve aynı şeyleri söylediler. Beytü'l-Makdis'e yetişene kadar bu böyle devam etti. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) su, şarap ve süt arzedildi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Sütü alınca, Cibrîl: “Sen fıtratı seçtin. Eğer suyu içseydin ümmetin garkolurdu. Eğer şarabı içseydin ümmetin sapardı" dedi. Sonra Âdem ve bütün peygamberler kendisine gönderildi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) o gece onlara imam oldu. Cibrîl: “Yolun kenarında gördüğün yaşlıya gelince, dünyanın kalan ömrü ancak o yaşlının kalan ömrü kadardır. Seni çağıran, yanına gitmeni isteyen kişi Allah'ın düşmanı İblis'tir. O, senin kendisine gitmeni istedi. Sana selam verenler ise İbrâhîm, Mûsa ve İsa'dır" dedi. İbn Merdûye'nin Kesîr b. Huneys vasıtasıyla Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Ben bir gece Mescid'de uyumuşken üç kişinin bana doğru geldiğini gördüm. Birincisi: «İşte o» dedi. İkincisi: «Evet odur» dedi. Üçüncüsü ise: «Kavmin efendisini götürün» dedi. Sonra geri gittiler ve ikinci gece onları tekrar gördüm. Birincisi: «İşte o» dedi. İkincisi: «Evet odur» dedi. Üçüncüsü ise: «Kavmin efendisini götürün» dedi ve gittiler. Üçüncü gece de onları gördüm. Yine birincisi: «İşte o» dedi. İkincisi: «Evet odur» dedi. Üçüncüsü ise: «Kavmin efendisini götürün» dedi. Sonra beni alıp zemzem kuyusunun yanına getirip sırtüstü yatırdılar. Karnımın içini yıkadılar. Onlar birbirlerine: «Temizleyin» diyordu. Sonra iman ve hikmetle dolu altın bir leğen getirdiler ve içime boşalttılar. Sonra Cibrîl beni semaya çıkardı ve kapının açılmasını istedi. Onlar: «Kimdir o?» deyince, Cibrîl: «Ben Cibrîl'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. Kapı açıldığında baktım ki biri orada sağa baktığı zaman gülüyor, sola baktığı zamanda ağlıyordu. Cibril'e: «Bu kimdir?» diye sorduğumda: «Bu baban Âdem'dir. Sağa baktığı zaman Cennetteki zürriyetini görüyor ve gülüyor. Sola baktığı zamanda Cehennemdeki zürriyetini görüyor ve ağlıyor» dedi." Ravi der ki: Sonra Enes b. Mâlik şöyle devam etti: “Yeğenim! Hadis daha uzundur (biz kısa alalım). Cibrîl Resûlullah'l (sallallahü aleyhi ve sellem) altıncı semaya çıkardı ve kapının açılmasını istedi. Onlar: “Kimdir o?" deyince, Cibrîl: “Ben Cibrîl'im" karşılığını verdi. "Beraberindeki kimdir?" dediklerinde: “Muhammed'dir" dedi. Onlar: “Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?" diye sorunca: “Evet gönderildi" dedi. Kapı açıldığında bir de baktı ki Mûsa (aleyhisselam) orada. Sonra Resûlullah'l (sallallahü aleyhi ve sellem) yedinci semaya çıkardı ve kapının açılmasını istedi. Onlar: “Kimdir o?" deyince, Cibrîl: “Ben Cibrîl'im" karşılığını verdi. "Beraberindeki kimdir?" dediklerinde: “Muhammed'dir" dedi. Onlar: “Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?" diye sorunca: “Evet gönderildi" dedi. Kapı açıldığında birde baktı ki İbrâhîm (aleyhisselam) orada. İbrâhîm (aleyhisselam): “Oğula ve Peygambere merhaba" dedi. Sonra devam edip Cennete geldi ve kapının açılmasını istedi. Onlar: “Kimdir o?" deyince, Cibrîl: “Ben Cibrîl'im" karşılığını verdi. "Beraberindeki kimdir?" dediklerinde: “Muhammed'dir" dedi. Onlar: “Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?" diye sorunca: “Evet gönderildi" dedi ve kapı açıldı. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti: “Cennete girdim ve bana Kevser verildi. Cennette, etrafında içleri incilerle dolu evler olan bir nehir vardı. Sonra devam edip Sidretü'l-Münteha'ya geldik. «Sonra (ona), yaklaştı derken sarkıp daha da yakın oldu. (Peygambere olan mesafesi) iki yay aralığı kadar, yahut daha az oldu. Böylece Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti» âyetlerinde olduğu gibi yaklaştım ve: Allah bana ve ümmetime elli vakit namazı farz kıldı. Bunun üzerine geri döndüm. Mûsa'nin yanına vardığımda bana: «Sana ve ümmetine kaç vakit farz kıldı?» diye sordu. Ona: «Elli vakit» karşılığını verdim. O: «Rabbine geri dön, sana ve ümmetine hafifletmesini iste» dedi. Ben, Rabbime geri döndüm ve Rabbim on vakti kaldırdı. Bir daha Mûsa'nin yanına vardığımda: «Sana ve ümmetine kaç vakit farz kıldı?» diye sordu. Ona: «Kırk vakit» karşılığını verdim. O: «Rabbine geri dön, sana ve ümmetine hafifletmesini iste» dedi. Ben de tekrar Rabbime geri döndüm ve on vakti daha kaldırdı. Tekrar Mûsa'nin yanına vardığımda: «Sana ve ümmetine kaç vakit farz kıldı?» dedi. Ona: «Otuz vakit» karşılığını verdim. O: «Rabbine geri dön, sana ve ümmetine hafifletmesini iste» dedi. Rabbime geri döndüm ve on vakti daha kaldırdı. Tekrar Mûsa'nin yanına vardığımda: «Sana ve ümmetine kaç vakit farz kıldı?» dedi. Ona: «Yirmi vakit» karşılığını verdim. O: «Rabbine geri dön, sana ve ümmetine hafifletmesini iste» dedi. Rabbime geri döndüm ve on vakti daha kaldırdı. Tekrar Musa'nın yanına vardığımda: «Sana ve ümmetine kaç vakit farz kıldı?» dedi. Ona: «On namaz vakti» karşılığını verdim. O: «Rabbine geri dön, sana ve ümmetine hafifletmesini iste» dedi. Rabbime geri döndüm ve beş vakti daha kaldırdı. Sonra, Rabbim: «Buyurduğum değişmez ve kitabım neshedilmez. Onu hafifletmem beş vakti hafifletmem gibidir. Onda size elli vakit gibi sevap vardır» buyurdu. Tekrar Mûsa'nin yanına vardığımda: «Sana ve ümmetine kaç vakit farz kıldı?» diye sordu. Ona: «Beş vakit» karşılığını verdim. O: «Rabbine geri dön, sana ve ümmetine hafifletmesini iste. İsrâil oğulları bundan daha kolayı ile emrolundular, ama ona da güç yetiremediler» dedi. Ben de: «Rabbime o kadar geri döndüm ki, artık utanmaya başladım» dedim." Bezzâr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Merdûye ve Delâil'de Beyhakî, Şeddâd b. Evs'ten bildiriyor: Biz: “Yâ Resûlallah! Senin Mirâc'a çıkışın nasıl oldu?" dediğimizde şöyle buyurdu: “Ashabımla beraber Mekke'de yatsı namazını geç kıldım. Cibrîl bana eşekten daha büyük, katırdan daha küçük beyaz bir binekle geldi. Bana: «Bin!» dedi. Ancak binek beni bindirmek istemedi. Fakat Cibrîl onu kulağından tutarak çevirdi ve beni ona bindirdi. Sonra bizimle havalanır gibi yürümeye başladı. Adımını gözünün gördüğü en son yere kadar atıyordu. Bir hurma bahçesine varınca Cibrîl, bana: «İn!» dedi. Ben de indim. «Namaz kıl» deyince de namaz kıldım. Sonra tekrar bineğe bindik. Bana: «Nerede namaz kıldığını biliyor musun?» diye sordu. «Hayır, bilmiyorum» dediğimde: «Sen Yesrib'de yani Taybe'de namaz kıldın» dedi. Sonra binek tekrar bizimle havalanır gibi yürümeye başladı. Yine adımlarını gözünün gördüğü en son yere kadar atıyordu. Bir yere ulaştık ve Cibrîl bana: «İn!» dedi. Ben de indim. «Namaz kıl» dedi. Ben de kıldım. Yine bineğe bindiğimizde: «Nerede namaz kıldığını biliyor musun ?» dedi. Ben: «Allah daha iyi bilir» cevabını verince: «Sen Medyen'de, Mûsa'nın ağacının yanında namaz kıldın» dedi. Sonra binek tekrar havalanır gibi yürümeye başladı. Hayvan yine adımlarını gözünün gördüğü en son yere kadar atıyordu. Sonra köşkler görünen bir yere geldiğimizde, bana: «İn!» dedi. Ben de indim. «Namaz kıl» deyince de namaz kıldım. Tekrar bineğe bindiğimizde: «Nerede namaz kıldığını biliyor musun?» dedi. Ben: «Allah daha iyi bilir» cevabını verince: «Sen Beytü-Lahm'da, İsa b. Meryem'in doğmuş olduğu evde namaz kıldın» dedi. Sonra şehre varıncaya kadar gittik ve şehrin Yemen tarafına bakan kapısından içeri girdik. Cibrîl Mescid'in kıble tarafına gitti ve bineği bağladı. Mescid'e Güneş'in ve Ay'ın vurduğu bir kapıdan girdik. Mescid'de bir müddet namaz kıldım. Daha önce hiç susamadığım bir şekilde susamıştım. Bana birinde süt, diğerinde bal olan iki kap getirildi. İkisi birden bana sunuldu. Allah bana hidayet etti ve ben süt kabını alarak kaptaki bütün sütü içtim. Cibril'in önünde minbere yaslanmış yaşlı biri vardı. Bu yaşlı: «Arkadaşın doğru yola iletecek olan fıtratı aldı» dedi. Sonra beni alıp yola çıktı ve şehirdeki vadiye varık. Bir de baktık ki, Cehennem tepeler gibi görünüyor." Biz: “Yâ Resûlallah! Onu nasıl buldun?" dediğimizde şöyle devam etti: “Onu sıcak su kaynağı gibi buldum. Sonra beni alıp yola devam etti. Kureyş'lilerin filan filan yerdeki kervanıyla karşılaştık. Onlar bir develerini kaybetmiş ve filan kişi onu bulmuştu. Onlara selam verdiğimde bazıları: «Bu, Muhammed'in sesidir» dediler. Sonra sabaha karşı Mekke'de arkadaşlarımın yanına vardım. Ebû Bekr yanıma gelip: «Yâ Resûlallah! Bu gece neredeydin? Yerine baktığımda yoktun» dedi. Bunun üzerine ona: «Bu gece Beytü'l-Makdis'e gittiğimi biliyor musun?» dedim. O: «Yâ Resûlallah! Dediğin yer bir aylık bir mesafedir. Bana orayı anlat» dedi. Bana bir yol açılmıştı ve ben sanki Beytü'l-Makdis'e bakıyor gibiydim. Onlar bana ne sorduysa mutlaka onlara cevap verdim." Ravi der ki: Ebû Bekr: “Senin Allah'ın Resûlü olduğuna şehadet ederim" dedi. Müşrikler: “İbn Ebî Kebşe'ye bakın. Bir gecede Beytü'l-Makdis'e gittiğini iddia ediyor" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Size söylediğim şeylerin delillerini bildireyim. Ben sizin filan filan yerdeki kervanınızla karşılaştım. Onlar bir deveyi kaybetmişti ve onu filan kişi buldu. Onlar filan yerdedir ve filan yerde konaklayacaklar. Filan zamanda da yanınıza varacaklar. Kervanın önünde üzerinde siyah bir örtü bulunan, iki siyah çuval yüklü olan boz bir deve bulunmaktadır" buyurdu. O gün geldiği zaman kavim yolu gözlemeye başladı. Gün ortasına yakın bir zamanda iken kervan göründü ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vasfetmiş olduğu deve en öndeydi. Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin, Katâde vasıtasıyla Enes'ten bildirdiğine göre Mâlik b. Sa'sa' kendisine Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesini şöyle anlattığını söyledi: “Ben Hatimde (veya Hicr'de) uzanmış iken yanıma bazı kişiler geldi. Biri diğer arkadaşına: «Şu üç kişi içinden orta olanı» diyordu. Bana geldi ve şununla şunun arasını yarıp" -yani boğazıyla göbek altına kadar olan yeri yanp- «kalbimi çıkardı. Bana, içi iman ve hikmetle dolu altından bir leğen getirildi. Kalbim zemzem suyu ile yıkandıktan sonra iman ve hikmetle doldurulup yerine yerleştirildi.» Sonra bana adına Burak denilen katırdan küçük, eşekten büyük beyaz bir binek getirildi. Adımlarım gözünün gördüğü en son yere kadar atabiliyordu. Ona bindim ve Cibrîl beni alıp dünya semasına çıktı. Kapının açılmasını istedi. Onlar: «Kimdir o?» deyince, Cibrîl: «Ben Cibrîl'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. Onlar: «Merhaba ona! Bu ne güzel geliştir» dediler. Kapı açıldığında ve sema bittiğinde orada Âdem'i gördüm. Cibrîl'e: «Ey Cibril! Bu kimdir?» dediğimde: «Bu senin baban Âdem'dir. Ona selam ver» karşılığını verdi. Ona selam verdiğimde selamımı alıp: «Merhaba ey oğlum, ey salih peygamber!» dedi. Sonra ikinci semaya geldiğimizde Cibril kapının açılmasını istedi. Ona: «Sen kimsin?» denildi. Cibrîl: «Ben Cibrîl'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. Onlar da: «Merhaba, bu ne güzel bir geliştir» dediler. Kapı açıldığında ve sema bittiğinde orada teyzem oğulları Yahya ve İsa'yı gördüm. Cibril'e: «Ey Cibrîl! Bu iki kişi kimdir?» dediğimde: «Bunlar Yahya ve İsa'dır. Onlara selam ver» dedi. Onlara selam verdiğimde selamımı aldılar ve: «Merhaba ey kardeş, ey salih peygamber» dediler. Sonra üçüncü semaya geldiğimizde Cibril kapının açılmasını istedi. Ona: «Sen kimsin?» diye soruldu. Cibrîl: «Ben Cibrîl'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. «Merhaba, bu ne güzel bir geliştir» dediler. Kapı açıldığında ve sema bittiğinde orada Yusuf vardı. Ona selam verdiğimde selamımı alıp: «Merhaba ey salih kardeşim, ey salih peygamber» dedi. Sonra dördüncü semaya geldiğimizde Cibrîl kapının açılmasını istedi. Ona: «Sen kimsin?» denildi. Cibrîl: «Ben Cibrîl'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. «Merhaba, bu ne güzel bir geliştir» dediler. Kapı açıldığında ve sema bittiğinde orada İdris vardı. Ona selam verdiğimde selamımı alıp: «Merhaba ey salih kardeşim, ey salih peygamber» dedi. Sonra beşinci semaya geldiğimizde Cibrîl kapının açılmasını istedi. Ona: «Sen kimsin?» denildi. Cibrîl: «Ben Cibrîl'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. «Merhaba, bu ne güzel bir geliştir» dediler. Kapı açıldığında ve sema bittiğinde orada Harun vardı. Ona selam verdiğimde selamımı alıp: «Merhaba ey salih kardeşim, ey salih peygamber» dedi. Sonra altıncı semaya geldiğimizde Cibrîl kapının açılmasını istedi. Ona: “Sen kimsin?» denildi. Cibrîl: «Ben Cibrîl'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar-: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. «Merhaba, bu ne güzel bir geliştir» dediler. Kapı açıldığında, ve sema bittiğinde orada Mûsa vardı. Ona selam verdiğimde selamımı 'alıp: «Merhaba ey salih kardeşim, ey salih peygamber» dedi. Ondan ayrıldığım zaman ağlamaya başladı. Ona: «Niçin ağlıyorsun?» denildiğinde: «Benden sonra gönderilen genç Peygamberin ümmetinden Cennete girecek kişiler, benim ümmetimden Cennete girecek kişilerden daha fazladır, ondan ağlıyorum» dedi. Sonra yedinci semaya geldiğimizde Cibrîl kapının açılmasını istedi. Ona: «Sen kimsin?» denildi. Cibrîl: «Ben Cibrîl'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. «Merhaba, bu ne güzel bir geliştir» dediler. Kapı açıldığında ve sema bittiğinde orada İbrâhîm vardı. Cibril'e: «Ey Cibril! Bu kimdir?» dediğimde: «Bu baban İbrâhîm'dir. Ona selam ver» dedi. Ona selam verdiğimde selamımı alıp: «Merhaba ey salih oğlum, ey salih peygamber» dedi. Sonra Sidretü'l-Münteha'ya çıkarıldım. Orada meyveler küpler gibi, yaprakları da fil kulağı gibiydi. Bir de baktım ki, orada kaynağından dört nehir çıkmaktatır. İkisi batini, ikisi de zahiriydi. «Ey Cibrîl! Bu nehirler de nedir?» dediğimde: «Bâtıni olan nehirler Cennetteki iki nehirdir. Zâhiri olan nehirler ise Nil ve Fırat nehirleridir» dedi. Sonra Beytü'l-Ma'mur'a çıkarıldım. Cibrîl'e: «Bu nedir?» dediğimde: «Bu Beytü'l-Ma'mur'dur. Ona günde yetmiş bin melek girer. Geri çıktıklarında da bir daha oraya dönemezler» dedi. Sonra içlerinde şarapla süt bulunan iki kap getirilerek bana sunuldu ve: «İstediğini al» denildi. Ben sütü aldığımda: «Sen fıtratı seçtin. Sen ve ümmetin bunun üzeresin» denildi. Sonra günde elli vakit namaz farz kılındı. Geri indim ve Musa'nın yanına yetiştim. O: «Rabbin ümmetine ne farz kıldı?» deyince: «Günde elli vakit namazı farz kıldı» dedim. Mûsa: «Ümmetin buna güç yetiremez. Ben senden önce bazı kişileri denedim. Bu konuda İsrâil oğullarıyla da çok uğraştım. Sen Rabbine geri dön ve- ümmetine hafifletmesini iste» dedi. Bunun üzerine Rabbime geri döndüm. Rabbim beş vakti kaldırdı. Geri döndüğümde Mûsa'nin yanına varıp Rabbimin beş vakti kaldırdığını haber verdim. Mûsa: «Rabbine geri dön ve ümmetine hafifletmesini iste. Ümmetin buna güç yetiremez» dedi. Beş vakit namaz kalana kadar Mûsa ile Rabbim arasında gidip geldim. En son Mûsa'ya geldiğimde: «Ne ile emrolundun?» dedi. Ona: «Günde beş vakit namazla» dediğimde: «Ümmetin buna güç yetiremez. Ben senden daha önce insanları denedim ve İsrâil oğullarıyla çok uğraştım. Sen Rabbine geri dön ve ümmetine hafifletmesini iste» dedi. Ben de: «Rabbime o kadar gidip geldim ki, artık utanmaya başladım. Ben buna razı olup teslim oluyorum. Rabbim bana: “Ey Muhammed! Ben farz kılacağımı kıldım ve bunu kullarıma hafiflettim. Her iyiliklerini de on katı ile hesab ettim" buyurdu» dedim." Buhârî, Müslim, Nesâî, îbn Mâce ve İbn Merdûye Yunus vasıtasıyla İbn Şihâb'dan, o da Enes'ten bildiriyor: Ebû Zer, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu anlatırdı: “Ben Mekke'de iken evimin damı yarıldı. Cibril inip göğsümü yardı ve zemzem suyu ile yıkadı. Sonra hikmet ve imanla dolu altından bir leğen getirdi. Onu göğsüme boşaltıp göğsümü geri kapadı. Sonra beni elimden tutup gökyüzüne çıkardı. Dünya semasına geldiğimiz zaman Cibril semanın bekçisine: «Aç!» dedi. Bekçi: «Kimdir o?» deyince, Cibrîl: «Ben Cibril'im» karşılığını verdi. «Beraberinde kimse varmıdır?» diye sorduğunda: «Beraberimde Muhammed vardır» dedi. O: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. Kapı açılıp dünya semasında yükselmeye başladığımızda sağında ve solunda iki karartı olan birini gördüm. Bu kişi sağına baktığı zaman gülüyor, soluna baktığı zaman da ağlıyordu. Yine bu kişi: «Merhaba ey salih peygamber, ey salih oğlum!» dedi Cibril'e: «Bu kimdir?» dediğimde: «Bu Âdem'dir. Sağında ve solundaki karartılar ise zürriyetidir. Sağında olanlar Cennet ahalisi, solunda olanlar da Cehennem ahalisidir. Bu sebeple sağına baktığında gülüyor, soluna baktığında da ağlıyor» dedi. Sonra beni ikinci semaya çıkardı. Cibrîl semanın bekçisine: «Aç!» dedi. Bekçi bir önceki semanın bekçisi gibi dedi ve kapıyı açtı." Enes (in bildirdiğine göre Ebû Zer): “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) semalarda Âdem, İdrîs, Mûsa, İsa ve İbrâhîm'i (aleyhimusselam) gördüğünü ve hangisinin hangi semada olduğunu bildirmediğini söyledi" dedi. İbn Şihâb'ın, İbn Hazm'dan bildirdiğine göre İbn Abbâs ve Ebû Habbe el- Ensârî, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sonra kalemlerin seslerini işittiğim semalara çıkarıldım" buyurduğunu söylediler. Yine İbn Hazm ve Enes'in bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah ümmetime elli vakit namazı farz kıldı. Bu şekilde geri dönüp Musa'nın yanına vardığımda: «Allah ümmetine neyi farz kıldı?» diye sordu. Ben de: «Elli vakit namazı farz kıldı» cevabını verdim. Mûsa: «Rabbine geri dön, ümmetin buna güç yetiremez» dedi. Bu konuda Rabhime başvuruda bulunduğumda elli vaktin yarısını kaldırdı. Tekrar Mûsa'nın yanına dönüp durumu haber verdim. O: «Rabbine geri dön, ümmetin buna güç yetiremez» dedi. Yine bu konuda Rabbime başvuruda bulunduğumda: «Beş vakit namazdır ve size elli vakit gibi sevap verilecektir. Benim sözüm değişmez» buyurdu. Tekrar Musa'nın yanına döndüğümde: «Rabbine geri dön» dedi. Bunun üzerine ona: «Rabbimden utanmaya başladım» dedim. Sonra Cibrîl beni Sidretü'l-Münteha'ya çıkardı. Orayı ne olduğunu bilmediğim çeşitli renkler kaplamıştı. Sonra Cennete sokuldum. Orada inciden kubbeler vardı. Toprağı da miskti. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, Delâil'de Beyhakî ve İbn Asâkir, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize İsrâ (Miraç) gecesinde Mekke'den, Mescidü'l-Aksa'ya nasıl gittiğini şöyle anlattı: “Ben yatsı zamanı Mescid(-i Haram)'da uyurken biri geldi ve beni uyandırdı. Uyandığımda hiçbir şey göremedim. Sanki bir hayalet görmüş gibiydim. Mescid'den dışarı çıkana kadar onu gözlerimle takip ettim. Bir de baktım ki ben sizin hayvanlarınıza ve katırlarınıza daha az benzeyen, kulakları sakat Burak adında bir hayvanın üzerindeyim. Benden önceki peygamberler de buna binerlerdi. O adımını gözünün gördüğü en son yere kadar atabilirdi. Ben bu hayvanın üzerinde seyrederken sağımdan bir kişi: «Ey Muhammed! Bana bak, sana bir şey soracağım» diye çağırmaya başladı. Ancak ben ona bir cevap vermedim. Sonra solumdan bir kişi: «Ey Muhammed! Bana bak, sana bir şey soracağım» diye çağırmaya başladı. Ona da bir cevap vermedim. Yine ben onun üzerinde seyir halindeyken kollarını sıvamış ve üzerinde Allah'ın yaratmış olduğu bütün zinetler bulunan bir kadınla karşılaştım. O da: «Ey Muhammed! Bana bak, sana bir şey soracağım» dedi. Ona da hiç bir cevap vermedim. Öylece Beytü'l-Makdis'e ulaştım. Hayvanımı daha önce peygamberlerin hayvanlarını bağladıkları halkaya bağladım. Sonra, Cibrîl içinde şarap ve süt bulunan iki kapla geldi. Ben sütü içip şarabı bıraktım. Bunun üzerine Cibrîl: «Sen fıtratı seçtin. Eğer şarabı almış olsaydın ümmetin sapıtırdı» dedi. Ben de: «Allahu ekber, Allahu ekber» dedim. Cibrîl: «Yüzünde gördüğüm bu ifade nedir?» diye sorunca: «Ben seyir halinde iken sağımdan bir kişi: “Ey Muhammed! Bana bak, sana bir şey soracağım" diye çağırmaya başladı. Ancak ben ona bir cevap vermedim» dedim. Cibrîl: «Seni çağıran o kişi Yahudiliğe davet edendir. Eğer ona cevap verseydin ümmetin Yahudi olurdu» dedi. Ben: «Sonra ben yine seyir halindeyken solumdan bir kişi: “Ey Muhammed! Bana bak, sana bir şey soracağım" diye çağırmaya başladı. Önada bir cevap vermedim» dedim. Cibrîl: «Seni çağıran o kişi Hıristiyanlığa davet edendir. Eğer ona cevap verseydin ümmetin Hıristiyan olurdu» dedi. «Yine ben seyir halindeyken kollarını sıvamış ve üzerinde Allah'ın yaratmış olduğu bütün zinetler bulunan bir kadınla karşılaştım. O da: “Ey Muhammed! Bana bak, sana bir şey soracağım" dedi. Ona da hiç bir cevap vermedim» dedim. Cibrîl: «Bu dünyadır. Eğer ona cevap verseydin ümmetin âhiret yerine dünyayı tercih ederdi» dedi. Sonra Cibrîl ile beraber Beytü'l-Makdis'e girdik. Her birimiz iki rekat namaz kıldık. Sonra insanoğlunun ruhlarının çıktığı Mi'râc'a çıkarıldım. Hiçbir mahlûkat Mi'râc'tan daha güzel bir şey görmemiştir. Ölecek kişinin gözlerini göğe diktiğini görmez misin? Bu Mi'râc'ı beğenmesindendir. Sonra Cibril ile beraber çıkmaya devam ettik. Sonra baktım ki dünya semasının sahibi, İsmail denilen meleğin yanındayım. Onun emrinde yetmiş bin melek bulunmaktaydı. Her meleğinde ordusu yüz bin melekten oluşmaktaydı. Cibrîl sema kapısının açılmasını isteyince: «Ona: “Sen kimsin?» denildi. Cibril: «Ben Cibril'im» karşılığını verdi. «Beraberindeki kimdir?» dediklerinde: «Muhammed'dir» dedi. Onlar: «Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?» diye sorunca: «Evet gönderildi» dedi. Kapı açıldığında baktım ki, Âdem. Âdem, Allah'ın kendisini yarattığı gün gibiydi ve hiç değişmemişti. Ona zürriyetinden mümin kişilerin ruhları sunulunca: «Temiz bir ruh ve temiz bir nefis, onu İlliyyin'de kılın» diyordu. Sonra zürriyetinden fâcir kişilerin ruhları sunulunca: «Pis ruh ve pis nefis, onu Siccîn'de kılın» diyordu. Ben: «Ey Cibril! Bu kimdir?» dediğimde: «Bu baban Âdem'dir» dedi. Âdem bana selam verip karşıladıktan sonra: «Merhaba ey salih oğlum ve salih peygamber!» dedi. Kısa bir zaman daha çıktıktan sonra üzerinde kokusu çıkmış ve bozulmuş etler serili sofralar gördüm. O sofralardan yiyen kişiler vardı. «Ey Cibrîl! Bunlar kimlerdir?» dediğimde: «Bunlar ümmetinden helâli bırakıp ta haram yiyen kişilerdir» cevabını verdi." Başka bir lafızda ise: “Birde baktım ki, ben, gördüğüm en güzel pişmiş etlerin bulunduğu sofraların yanındayım. Bu sofraların etrafında leşler de bulunmaktaydı. Oradakiler sofradaki etleri bırakıp leşlerden yemekteydi. Bunun üzerine: «Ey Cibrîl! Bunlar kimdir?» dediğimde: «Bunlar zina edenlerdir. Onlar Allah'ın kendilerine haram kıldığı şeyleri yapıp helal kıldığım da terk ettiler» dedi. Kısa bir zaman daha çıktıktan sonra karınları evler gibi büyük olan bir toplulukla karşılaştım. Onlardan biri kalktığı zaman yere yığılıyor ve: «Allahım! Kıyamet kopmasın» diyordu. Bunlar Firavun ailesinin yolunda giden kişilerdi. Yolcular onları çiğniyordu. Onların Allah'a (yalvararak) feryad ettiklerini işittim. «Ey Cibrîl! Bunlar kimdir?» dediğimde: «Bunlar ümmetinden faiz yiyen kişilerdir» dedi ve: “Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar..." âyetini okudu. Kısa bir zaman daha çıktıktan sonra dudakları deve dudakları gibi olan bir toplulukla karşılaştım. Onlara dudaklarını tutup ağızlarına ateşten taşlar atan biri musallat edilmişti. Ağızlarına atılan bu taşlar en dip taraflarından çıkıyordu. Onların da Allah'a (yalvararak) feryad ettiklerini işittim. «Ey Cibrîl! Bunlar kimdir?» dediğimde: «Bunlar ümmetinden: “Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir"» dedi. Kısa bir zaman daha çıktıktan sonra göğüslerinden ve ayaklarından asılı olan kadınlar gördüm. Onların da Allah'a (yalvararak) feryad ettiklerini işittim. «Ey Cibrîl! Bunlar kimdir?» dediğimde: «Bunlar ümmetinden zina edenler ve evlatlarım öldürenlerdir» dedi. Kısa bir zaman daha çıktıktan sonra kendi yanlarından etler kesilerek ağızlarına basılan bir topluluğun yanına vardım. Onlara: «Önceden de yediğiniz gibi yiyin» deniliyordu. «Ey Cibrîl! Bunlar kimdir?» dediğimde: «Bunlar ümmetinden hep başkalarım ayıplayarak insanların etlerini yiyen kişilerdir» dedi. Sonra ikinci semaya çıktık ve baktım ki Allah'ın yaratmış olduğu en güzel kişi orada. O, insanlara güzellikte, Ay'ın on dördüncü gecesi diğer yıldızlara üstünlük sağladığı gibi üstünlük sağlamıştı. «Ey Cibrîl! Bu kimdir?» dediğimde: «Bu kardeşin Yusuf tur. Beraberindekiler ise kavminden bir gruptur» dedi. Ona selam verdiğimde selamımı alıp beni karşıladı. Sonra üçüncü semaya çıktık. Orada da teyzem oğulları Yahya ve İsa'yı gördüm, Beraberlerinde kavimlerinden elbiseleri ve saçları birbirlerine benzeyen bir topluluk ta vardı. Onlara selam verdiğimde selamımı alıp beni karşıladılar. Sonra dördünci semaya çıktık. Orada da İdrîs ile karşılaştım. Allah onu yüksek bir yere yükseltmişti. Ona selam verdiğimde selamımı aldı ve beni karşıladı. Sonra beşinci semaya çıktık. Orada da Hârun ile karşılaştım. Sakalının yarısı beyaz, yarısı da siyahtı. Sakalı uzunluğundan dolayı neredeyse göbeğine değecek kadardı. «Ey Cibrîl! Bu kimdir?» dediğimde: «Bu kavmi tarafından çok sevilen Hârun b. îmrân'dır. Beraberinde kavminden de birçok topluluk bulunmaktadır» dedi. Onlara selam verdiğimde selamımı alıp beni karşıladılar. Sonra altıncı semaya çıktık. Orada da esmer tenli çok saçlı Mûsa b. İmrân'ı gördüm. Eğer iki gömlek giymiş olsaydı kılları gömlekten dışarı çıkardı. O: «İnsanlar benim Allah katında insanların en değerlisi olduğumu iddia etmektedir. Oysa Allah katında benden daha değerli kişi budur (diyerek beni gösterdi). O tek başına olsaydı umursamazdım. Ancak bütün peygamberler kendisine tâbi olanlarla beraberdir» diyordu. «Ey Cibrîl! Bu kimdir?» dediğimde: «Bu kardeşin Mûsa b. İmrân'dır. Bareberinde kavminden bir topluluk ta vardır. Ona selam verdiğimde selamımı aldı ve beni karşıladı. Sonra yedinci semaya çıktık. Orada da İbrahim ile karşılaştım. O, oturmuş ve sırtını Beytü'l-Ma'mûr'a dayamıştı. Beraberinde kavminden bir toplulukta bulunmaktaydı. Ona selam verdiğimde selamımı aldı ve: «Merhaba ey sâlih oğlum!»" dedi. Bana: «Bu senin ve ümmetinin yeridir» denildi. Sonra: “Şüphesiz, insanların İbrâhîm'e en yakın olanı, elbette ona uyanlar, bir de bu peygamber (Muhammed) ve mü'minlerdir. Allah da mü'minlerin dostudur âyetini okudu. Sonra baktım ki, ümmetimden iki grup. Bir grup kağıt gibi elbiseler giymişken bir grup ta kül renginde elbiseler giymişti. Sonra Beytü'l-Ma'mûr'a girdim. Beraberimde de elbiseleri beyaz olan grup içeri girdi. Elbiseleri kül renginde olan kişilerle aramızda bir perde çekildi. Ancak onlar yine de hayır üzeredirler. Benimle içeri girenlerle beraber namaz kıldım. Sonra onlarla beraber geri dışarı çıktık. Beytü'l-Ma'mûr'da hergün yetmiş bin melek namaz kılar ve kıyamet gününe kadar oraya bir daha geri gelmezler. Sonra Sidretu'l-Munteha'ya götürüldüm. Oradaki meyve yapraklarının her birinin büyüklüğü bu ümmetin üzerini kapatacak kadardı. Onun ortasında kendisine Selsebîl denilen bir ırmak vardı. Sonra bu ırmak ikiye ayrılmaktaydı. «Ey Cibrîl! Bu nedir?» dediğimde: «Bu ırmak, Rahmet ırmağıdır. Diğeri ise Allah'ın sana vermiş olduğu Kevser ırmağıdır» dedi. Rahmet nehrinde yıkandım ve gelmiş geçmiş bütün günahlarım affedildi. Sonra Cennete girene kadar Kevser nehrine götürüldüm. Orada hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiç kimsenin aklına bile gelmeyeceği güzellikler vardır. Bir de baktım ki, orada tadı ve rengi bozulmayan su ve süt nehirleri, içenlere zevk veren şaraptan nehirler ve süzülmüş baldan nehirler bulunmaktaydı. Narların büyüklüğü deve derisinden yapılan tulum kadardı. Orada bir de Buht devesi büyüklüğünde kuşlar vardı." Ebû Bekr: “Yâ Resûlallah! Bu kuş çok güzeldir" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti: “Onları yiyecek kişiler ondan daha güzeldir ey Ebû Bekr! Dilerim ki sen de onlardan yersin. Yine orada dudakları siyah bir cariye gördüm. Ona: «Sen kimin cariyesisin?» dediğimde: «Ben Zeyd b. Hârise'nin cariyesiyim» karşılığını verdi." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Zeyd'i onunla müjdelemişti. "Sonra bana Cehennem arzolundu. Onda Allah'ın gazabı, azabı ve intikamı vardı. Eğer Cehenneme taşlar ve demirler atılacak olsaydı onları da yerdi. Sonra da Cehennemin kapıları bana kapandı. Sonra Sidretü'l-Münteha'ya çıkarıldım. Orayı (bir bulut) kaplayıverdi. (Rabbimle) aramızda iki yay aralığı hatta daha da az bir mesafe kaldı. Sonra her yaprağın üzerine bir melek indi. Allah, bana emredeceğini emredip elli vakit namazı farz kılarak: «Sana her iyilikte on kat sevap vardır. Eğer iyilik yapmaya yeltenir ve yapmazsan sana bir sevap yazılır. Eğer bu iyiliği yaparsan karşılığında on sevap yazılır. Eğer bir kötülük yapmaya yeltenir ve yapmazsan sana hiçbir şey yazılmaz. Eğer yaparsan sana sadece bir kötülük yazılır» buyurdu. Sonra Musa'ya götürüldüğümde: «Rabbin sana ne emretti?» dedi. Ona: «(Rabbim) Elli vakit namazı emretti» dediğimde: «Rabbine geri dön ümmetine hafifletmesini iste. Çünkü ümmetin buna güç yetiremez» dedi. Ben de dönüp: «Ey Rabbim! Ümmetim, ümmetlerin en zayıfıdır, onlara hafiflet» dedim. Bunun üzerine Rabbim on vakti kaldırdı. Bu şekilde sadece beş vakit kalıncaya kadar Mûsa ile Rabbim arasında gidip geldim. Rabbimin katındaki bir melek bana: «Farzım tamamlandı ve kullarıma hafifletildi. Onların her iyiliğine karşı da on kat sevap verildi» diye nida etti. Sonra tekrar Mûsa'nin yanına döndüğümde: «Ne ile emrolundun?» dedi. «Beş vakit namazla dediğimde: “Geri dön ve Rabbinden ümmetine hafifletmesini iste» dedi. Ben de: «Rabbime o kadar gidip geldim ki, artık gitmeye utanıyorum» dedim." Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mekke'de sabahladı ve acaip olan şeyleri anlatıp: “Dün Beytü'l-Makdis'e gittim. Orada göklere çıkarıldım ve filanı, filanı gördüm" buyurdu. Ebû Cehl: “Muhammed'in dediğine şaşırmıyor musunuz?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben onlara göğe çıkarıldığım zaman Kureyş'li kafileyi filan filan yerde gördüğümü, kervanın ürktüğünü ve geri döndüğüm zaman onları Akabe'de gördüğümü haber vermiştim" buyurdu. Yine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara her kişinin devesini nasıl ve yükünün ne olduğunu haber vermişti. İçlerinden biri: “Ben aranızda Beytü'l-Makdis'i en iyi bilenim. Onun binası ve şekli nasıldır, dağa yakınlığı ne kadardır?" dediğinde, Beytü'l-Makdis Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) huzuruna getirildi ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona bakarak: “Binası ve şekli şu şekildedir. Dağa yakınlığı ise şu kadardır" buyurdu. Bu kişi de: “Doğru söyledin" dedi. Bezzâr, Ebû Ya'la, İbn Cerîr, es-Salât'ta Muhammed b. Nasr el-Mervezî, İbn Ebî Hâtim, İbn Adiy, İbn Merdûye ve Delâil'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre: “Kulu Muhammed'i geceleyin, Mescid-i Haram'dan kendisine bazı âyetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz ki her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla gören O'dur" âyetini açıklarken şöyle dedi: Cibrîl, Mikâil ile beraber Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelmişti. Cibrîl, Mikâil'e: “Bana zemzem suyu ile dolu bir leğen getir ki, onunla (Muhammed'in) göğsünü yarıp kalbini temizleyeyim" dedi. Cibrîl, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) karnını yarıp üç defa yıkadı. Mikâil de ona üç leğen zemzem suyu getirdi. Cibrîl, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) göğsünü açıp kin ve düşmanlıktan ne varsa çıkarıp attı ve yerini sabır, ilim, iman, yakin ve İslam'la doldurdu. Omuzları arasına peygamberlik mührünü bastıktan sonra bir atla gelerek onu ata bindirdi. Bu at gözünün gördüğü en son yere kadar adımını atabilen bir attı. Sonra da Cibrîl ile beraber yola çıktılar. Bir günde ekip diğer günde mahsûl biçen bir kavmin yanına geldiler. Bu kavmin biçtiği tarla tekrar eski haline geliyor ve biçilmemiş gibi oluyordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bu nedir?" diye sorunca: “Bunlar Allah yolunda cihad edenlerdir. Onların bir sevabı onlara yedi yüz kat olarak arttırılmaktadır. Onların infak ettikleri (yedi yüz kat olarak) geri verilmektedir" dedi. Sonra başları kayalarla ezilen bir topluluğun yanına geldiler. Başları her ezilmesinde tekrar eski haline geliyor ve bu böylece durmadan devam ediyordu. Hz'. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bunlar nedir?" diye sorunca: “Bunlar, farz namazlar kendilerine ağır gelip te namazı terk edenlerdir" dedi. Sonra önlerinde ve arkalarında yamalar olan bir topluluğun yanına geldiler. Onlar develer ve koyunlar gibi yürüyüp, onlar gibi dikenli otlar, zakkum ve Cehennem taşlarından yiyordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bunlar nedir?" diye sorunca: “Bunlar, mallarının zekâtlarını vermeyenlerdir. Allah onlara hiçbir şekilde zulmetmemektedir" dedi. Sonra önlerinde bir kazanda pişmiş et olan bir topluluğun yanına geldiler. Başka bir kazanda da pis kokulu pişmemiş et vardı. Onlar pişmiş eti bırakıp pişmemiş pis etten yemeye başladılar. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bunlar nedir?" diye sorunca: “Bu adam senin ümmetinden biridir ki, yanında temiz ve helal olan kadın bulunurken pis bir kadının yanına giden onunla beraber olup ve onun yanında sabahlayan kişidir. Kadın da helal kocasını bırakıp pis bir erkeğe giden ve yanında sabahlayan kişidir" dedi. Sonra yol kenarında gelen gidenin elbiselerini yırtan ve geçen başka şeyleride parçalayan bir direğin yanına geldiler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bu nedir?" diye sorunca: “Bunlar senin ümmetinden olan öyle topluluktur ki, bunlar yolda oturupta yolu keserler" dedi. Sonra büyük bir kucak odun toplayıpta onu taşıyamayan bir adamla karşılaştılar. Ancak taşıyamadığı halde halen bu bağın üzerine odun topluyordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bu nedir?" diye sorunca: “Bu, ümmetinden, üzerinde insanların emaneti bulunan kişidir. Bu, emanetleri ödemeye güç yetiremediği halde halen dahada emanet almak isteyendir" dedi. Sonra dilleri ve dudakları demir makaslarla kesilen bir topluluğun yanına geldiler. Dilleri ve dudakları, her kesilmesinde eski haline geliyor ve bu. böylece durmadan devam ediyordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bunlar nedir?" diye sorunca: “Bunlar fitne çıkaranlardır" dedi. Sonra içinden büyük bir öküz çıkan küçük bir deliğin yanına geldiler. Öküz çıktığı deliğe geri girmek istiyor, ama giremiyordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bunlar nedir?" diye sorunca: “Bu, büyük konuşan, sonra pişman olup söylediğinden dönmeye gücü yetmeyen kişidir" dedi. Sonra öyle bir vadiye geldiler ki Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) orada temiz ve soğuk bir rüzgar hissetti. Misk kokusu aldı ve bir ses işitti. "Ey Cibrîl! Bunlar nedir?" diye sorunca, Cibrîl şöyle dedi: “Bu, Cennetin sesidir. O: “Ey Rabbim! Bana vaad ettiklerini ver. Odalarım, ipek atlasım, ipeğim, ince ipekli kumaşım, kalın ipekli kumaşım, harikulade şeylerim, incim, mercanım, gümüşüm, altınım, kupalarım, sergilerim, ibriklerim, bineklerim, balım, suyum, sütüm şarabım çoğaldı. Bana vaad ettiklerini ver» demektedir. Yüce Allah: Müslüman her kadın ve her erkek, mümin her kadın ve her erkek senindir" buyurunca, Cennet: “Razı oldum" dedi. Sonra başka bir vadiye geldiklerinde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kötü bir ses işitip, kötü bir koku alınca: “Ey Cibrîl! Bu nedir?" diye sordu. Cibrîl: “Bu Cehennem'in sesidir. "O: «Ey Rabbim! Bana vaad ettiklerini ver. Zincirlerim, perçinlerim, ateşim, kaynar suyum, dikenli otlarım, irinim, azabım çoğaldı. Dibim uzaklaştı ve hararetim şiddetlendi. Bana vaad ettiklerini ver» demektedir. Yüce Allah: “Müşrik her kadın ve erkek, kâfir her kadın ve erkek, pis olan her şey ve hesap gününe inanmayan her zorba senindir" buyurunca, Cehennem: “Razı oldum" dedi. Sonra Beytü'l-Makdis'e gelene kadar seyretti ve inip atını bir kayaya bağladı. Sonra içeri girip meleklerle beraber namaz kıldı. Namaz bittiği zaman: “Ey Cibrîl! Seninle beraber olan kimdir?" dediler. Bunun üzerine Cibrîl: “Bu Muhammed'dir (sallallahü aleyhi ve sellem) dedi. Melekler: “Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?" diye sorunca: “Evet gönderildi" dedi. Melekler: “Allah o kardeşe ve halifeye uzun ömürler versin. O ne güzel bir kardeş ve ne güzel bir halifedir. Bu ne güzel bir geliştir" dediler. Sonra peygamberlerin ruhları ile karşılaştı. Onlar Rablerine hamdü sena ettiler. İbrâhim (aleyhisselam): “Beni dost edinen, bolca mülk veren, bana tâbi olan itaatkar bir ümmet veren, cehennemden kurtaran, onu bana soğuk ve selamet kılan Allah'a hamd olsun" dedi. Sonra Mûsafaleybisselam), Rabbini överek: “Benimle sözlü olarak konuşan, Firavun ailesini helak eden, İsrail oğullarının kurtuluşunu benim elimde kılan, benim ümmetimi hakka hidayet eden ve adil bir ümmet kılan Allah'a hamd olsun" dedi. Sonra Dâvud (aleyhisselam), Rabbini överek: “Bana büyük bir mülk veren, Zebûr'u öğreten, bana demiri yumuşak kılan, dağları emrime vererek dağlan ve kuşları benimle beraber tesbih ettiren, bana hikmeti ve hitabeti veren Allah'a hamdolsun" dedi. Sonra Süleyman (aleyhisselam), Rabbini överek: “Rüzgarı ve şeytanları emrime veren, onlara mihraplar, heykeller, havuz gibi leğenler, sabit kazanlar gibi istediğim işler yaptırmamı sağlayan, bana kuş dilini öğreten, her şeyden üstün nimetler veren, şeytanlardan, insanlardan ve kuşlardan askerleri emrime veren, bir çok mümin kulundan üstün kılan, bana hiç kimsenin sahip olamayacağı kadar büyük ve hesapsız tertemiz bir mülk veren, Allah'a hamdolsun" dedi. Sonra İsa (aleyhisselam), Rabbini överek: “Beni kelimesi kılan, beni Âdem'e benzeten, onu topraktan yarattıktan sonra ona: «Ol» buyurmuş ve Âdem oluvermiş, bana kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncîl'i öğreten, çamurdan kuş şekli yapıp sonra ona üflediğimde Allah'ın izniyle kuş haline getirme imkanı veren, dilsizleri, alaca hastalarını iyileştirmemi sağlayan, ölüleri diriltme gücü veren, beni katına yütselten, temizleyen, beni ve annemi şeytanın şerrinden koruyan, şeytana bize gelecek bir yol bırakmayan Allah'a hamdolsun" dedi. Sonra Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), Rabbine hamdü sena ederek: “Hepiniz Rabbinize hamdü sena ettiniz. Ben de Rabbime hamdü sena edeceğim" buyurup şöyle devam etti: “Beni âlemlere rahmet olarak gönderen, yine bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderen, bana içinde her şeyin açıklaması olan Furkan'ı (Kur'ân'ı) indiren, ümmetimi insanlar arasında ümmetlerin en hayırlısı ve orta ümmet kılan, ümmetimi öncekiler ve sonrakiler kılan, göğsümü yaran, içimden kötülükleri kaldıran, şanımı yücelten, beni ilk ve sonuncu kılan Allah'a hamd olsun." İbrâhîm (aleyhisselam): “İşte bununla (Allah), Muhammed'i sizden üstün kılmıştır" dedi. Sonra Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ağızları kapalı üç kap getirildi. İçinde su olan kap getirilip: “İç!" denilince, ondan az bir şey içti. Sonra içinde süt olan kap geririlip: “İç!" denilince, ondan kanana kadar içti. Sonrada içinde şarap bulunan kap getirildi ve: “İç!" denildi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bunu içmek istemiyorum. Çünkü kanıp doydum" dedi. Cibrîl: “Bu, senin ümmetine haram kılınacaktır. Eğer onu içseydin ümmetinden çok az kişi sana tâbi olacaktı" dedi. Sonra Cibrîl, Resûlullah'l (sallallahü aleyhi ve sellem) semaya çıkarıp kapının açılmasını isteyince: “Ey Cibrîl! Bu kimdir?" denildi. Cibrîl: “Bu, Muhammed'dir" karşılığını verdi. Onlar: “Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?" diye sorunca: “Evet gönderildi" dedi. Onlar: “Allah o kardeşe ve halifeye uzun ömürler versin. O ne güzel bir kardeş ve ne güzel bir halifedir. Bu ne güzel bir geliştir" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) içeri girdi ve insanların hilkatında olan eksiklik gibi hiçbir eksikliği olmayan biri ile karşılaştı. Bu kişinin sağında kendisinden güzel kokular gelen bir kapı vardı. Solunda da kendisinden kötü kokular gelen diğer bir kapı vardı. Sağındaki kapıya baktığında gülüyor ve müjdeleniyordu. Solundaki kapıya baktığında ise ağlayıp üzülüyordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bu kimdir?" diye sorduğunda: “Bu senin baban Âdem'dir. Sağındaki kapı Cennet kapısıdır. Ona baktığında ondan giren zürriyetini görüp gülüyor ve müjdeleniyor. Solundaki kapı ise Cehennemdir. Ona baktığında da ondan giren zürriyetini görüyor ve ağlayıp üzülüyor" dedi. Sonra Cibrîl, Resûlullah'l (sallallahü aleyhi ve sellem) ikinci semaya çıkarıp kapının açılmasını isteyince: “Ey Cibrîl! Bu kimdir?" denildi. Cibrîl: “Bu Muhammed'dir" karşılığını verdi. Onlar: “Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?" diye sorunca: “Evet gönderildi" dedi. Onlar: “Allah o kardeşe ve halifeye uzun ömürler versin. O ne güzel bir kardeş ve ne güzel bir halifedir. Bu ne güzel bir geliştir" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) içeri girdi ve iki gençle karşılaştı. Cibril'e: “Ey Cibrîl! Bunlar kimdir?" diye sorduğunda: “Bunlar İsa b. Meryem ve Yahya b. Zekeriyya'dır" cevabını verdi. Sonra Cibrîl, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) üçüncü semaya çıkarıp kapının açılmasını isteyince: “Ey Cibrîl! Bu kimdir?" denildi. Cibrîl: “Bu Muhammed'dir" karşılığını verdi. Onlar: “Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?" diye sorunca: “Evet gönderildi" dedi. Onlar: “Allah o kardeşe ve halifeye uzun ömürler versin. O ne güzel bir kardeş ve ne güzel bir halifedir. Bu ne güzel bir geliştir" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) içeri girdi ve Ay'ın güzellikte on dördüncü gecesinde diğer yıldızlara üstün kılındığı gibi, güzellikte insanlara en üstün kılınan birini gördü. "Ey Cibrîl! Bu kimdir?" diye soruncada: “Bu kardeşin Yusuf'tur" dedi. Sonra Cibrîl, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) dördüncü semaya çıkarıp kapının açılmasını isteyince: “Ey Cibrîl! Bu kimdir?" denildi. Cibrîl: “Bu Muhammed'dir" karşılığını verdi. Onlar: “Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?" diye sorunca: “Evet gönderildi" dedi. Onlar: “Allah o kardeşe ve halifeye uzun ömürler versin. O ne güzel bir kardeş ve ne güzel bir halifedir. Bu ne güzel bir geliştir" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) içeri girdi ve bir kişiyle karşılaştı. "Ey Cibrîl! Bu kimdir?" diye soruncada: “Bu, Allah'ın yüksek yere yükselttiği İdrîs'tir" dedi. Sonra Cibrîl, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) beşinci semaya çıkarıp kapının açılmasını isteyince: “Ey Cibrîl! Bu kimdir?" denildi. Cibrîl: “Bu Muhammed'dir" karşılığını verdi. Onlar: “Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?" diye sorunca: “Evet gönderildi" dedi. Onlar: “Allah o kardeşe ve halifeye uzun ömürler versin. O ne güzel bir kardeş ve ne güzel bir halifedir. Bu ne güzel bir geliştir" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) içeri girdi ve etrafındaki topluluğa bir şeyler anlatan birini gördü. "Ey Cibrîl! Bu kişi ve etrafındakiler kimdir?" diye sorunca: “Bu, sevilen Harun'dur. Etrafındakilerde İsrail oğullarıdır" dedi. Sonra Cibrîl, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) altıncı semaya çıkarıp kapının açılmasını isteyince: “Ey Cibrîl! Bu kimdir?" denildi. Cibrîl: “Bu Muhammed'dir" karşılığını verdi. Onlar: “Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?" diye sorunca: “Evet gönderildi" dedi. Onlar: “Allah o kardeşe ve halifeye uzun ömürler versin. O ne güzel bir kardeş ve ne güzel bir halifedir. Bu ne güzel bir geliştir" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) içeri girdi ve oturan bir adamla karşılaştı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) geçip gidince adam ağlamaya başladı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bu kişi ve etrafındakiler kimdir?" diye sorunca: “Bu, Mûsa'dır" cevabını verdi. "Niçin ağlıyor?" deyince de, Mûsa (aleyhisselam): “İsrâil oğulları, benim Âdemoğulları arasında Allah katında en değerli kişi olduğumu iddia etmektedir. Bu kişi de Âdemoğullarındandır. Bu kişi dünyaya benden sonra geldi ve ben onun arkasında kaldım. Eğer tek başına olsaydı umursamazdım. Ancak her peygamber kendi ümmetiyle beraber gelir" dedi. Sonra Cibrîl, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) yedinci semaya çıkarıp kapının, açılmasını isteyince: “Ey Cibrîl! Bu kimdir?" denildi. Cibrîl: “Bu Muhammed'dir" karşılığını verdi. Onlar: “Muhammed (peygamber olarak) gönderildi mi?" diye sorunca: “Evet gönderildi" dedi. Onlar: “Allah o kardeşe ve halifeye uzun ömürler versin. O ne güzel bir kardeş ve ne güzel bir halifedir. Bu ne güzel bir geliştir" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) içeri girdi ve Cennet kapısının yanında bir kürsüde oturan ak saçlı biri ile karşılaştı. Bu kişinin etrafında ak yüzlü bir topluluk vardı. Renklerinde değişik bir şey olan başka bir topluluk ta bulunmaktaydı. Renklerinde değişik bir şey olan topluluk bir nehre girdi ve yıkandı. Değişik olan renklerinden bir şeyler gitmişti. Sonra başka bir nehre girdiler ve yıkandılar. Yine değişik olan renklerinden bir şeyler gitmişti. Sonra başka bir nehre girdiler ve yıkandılar. Sudan çıktıklarında o değişik olan renkleri tümden gitmiş ve diğer arkadaşları gibi olmuşlardı. Bu kişiler geldiler ve arkadaşlarının yanlarına oturdular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bu ak saçlı adam, bu ak yüzlü kişiler ve renklerinde değişik bir şey olanlar kimlerdir? Bu girdikleri nehirler de neyin nesidir?" diye sorunca: “Bu, yeryüzünde saçları ak olan ilk kişi baban İbrâhîm'dir. Yüzleri ak olan kişiler imanlarına zulüm katmamış kişilerdir. Renklerinde değişiklik olanlar ise iyi amel ettikten sonra kötü amel edip Allah'a tövbe edenler ve tövbeleri Allah tarafından kabul edilen kişilerdir. Birinci nehir Allah'ın rahmeti, ikinci nehir ise nimetidir. Üçüncü nehirde ise Rableri kendilerine temiz şarap içirdi" dedi. Sonra Sidre'ye çıkarıldı ve kendisine: “Burası Sidretü'l-Münteha'dır. Buraya ümmetinden sünnetine uyan her kişi gelebilir" denildi. Bir de baktı ki, Sidretü'l-Münteha, köklerinden kokusuz temiz sular akan nehirler, tadı değişmeyen süt nehirleri, içenlere lezzet veren şarap nehirleri ve süzme baldan nehirler akan bir ağaçtır. O öyle bir ağaçtır ki, süvari onun gölgesinde yetmiş yıl gider ve o gölgeyi geçemez. Onun bir yaprağı bir ümmetin üstünü kapatacak bir büyüklüktedir. Allah'ın nuru bu ağacı kaplamıştır. Kargaların ağaçlara konması gibi de bu ağaç, melekler tarafından kaplanmıştır. Sonra Yüce Allah, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Dile!" buyurunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dedi: “İbrâhîm'i dost edindirıve ona büyük bir mülk verdin. Mûsa ile konuştun. Davud'a büyük bir mülk verdin, ona demiri yumuşattın ve dağları emrinde kıldın. Süleyman'a da büyük bir mülk verdin. Cinleri, insanları ve şeytanları onun emrinde kıldın. Rüzgarı da onun emrinde kılıp kendisinden sonra kimsenin sahip olamayacağı bir mülk verdin. İsa'ya Tevrat'ı ve İncîl'i öğrettin. Dilsizlerle alaca hastalarını iyileştirme ve izninle ölüleri diriltme yetkisi verdin. Kendisini ve annesini kötü şeytanın şerrinden korudun. Şeytanın onlara gidecek hiçbir yolu yoktur." Rabbi, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Ben seni de dost edindim. Bu, Tevrat'ta «Rahmân'ın sevgilisi diye yazılıdır. Seni tüm insanlara müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdim. Göğsünü yardım, yükünü indirdim, şanını yücelttim. Ben ne zaman zikredilirsem, sen de mutlaka benimle beraber zikredilirsin. Senin ümmetini, ümmetlerin en hayırlısı kıldım. Senin ümmetini orta bir ümmet kıldım. Senin ümmetini hem evvel, hem âhir bir ümmet kıldım, Senin ümmetinin hutbesini, içinde senin, benim kulum ve Resulüm olduğuna şahitlik etmeden caiz kılmadım. Senin ümmetinden kalpleri İncil'leri olan topluluklar yarattım. Yaratılış olarak ilk peygamber olarak seni, gönderiliş olarak ta sonuncusu kıldım. Hüküm verme bakımından seni ilk kişi kıldım. Senden önce hiç bir peygambere vermediğim Seb'u'l-Mesânî'yi (Fatiha Sûresini) verdim. Sana Bakara Sûresinin son âyetlerini verdim. Yine senden önce hiç bir peygambere vermediğim Arş'ın altındaki hazinelerden verdim. Sana Kevser'i verdim. Yine sana sekiz pay verdim ki, bunlar İslam, hicret, cihad, namaz, sadaka, ramazan orucu ve iyiliği emredip kötülükten nehyetmektir. Ben seni hem açan (ilk), hem de kapayan (son) kıldım. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Rabbim beni üstün kıldı ve âlemlere rahmet olarak gönderdi. Beni bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı kıldı. Düşmanımın kalbine bir aylık mesafeden korkumu bıraktı. Benden önce hiç kimseye helal kılınmayan ganimetleri bana helal kıldı. Bütün yeryüzü benim için mescid ve temizleyici kılındı. Sözlerin başını, sonunu ve toplamım bana verdi. Ümmetim bana arzolunduğunda, tâbi olan ve kendisine tâbi olunan bana saklı kalmaz. Ümmetimin kıldan ayakkabı yapan kişilerin yanına gittiğini gördüm. Yine onları geniş yüzlülerin ve küçük gözlülerin yanına gittiklerini gördüm. Sanki gözleri iğneyle delinmişti. Benden sonra benim hakkımda söyleyecekleri bana saklı değildir. Aynı zamanda elli vakit namazla emrolundum." Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Mûsa'nin (aleyhisselam) yanına döndüğü zaman, Mûsa (aleyhisselam): “Ne ile emrolundun?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Elli vakit namazla" karşılığını verdi. Mûsa (aleyhisselam):" Rabbine geri dön ve hafifletmesini iste. Ümmetin ümmetlerin en zayıfıdır. Ben İsrâil oğullarından çok zorluklar çekmiş biriyim" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbine geri dönerek hafiletmesini istedi. Bunun üzerine Yüce Allah on vakti kaldırdı. Sonra Mûsa'ya (aleyhisselam) döndüğünde kendisine: “Ne kadarla emrolundun?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kırk vakitle" cevabını verdi. Mûsa (aleyhisselam) yine: “Rabbine dön ve hafifletmesini iste" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir daha Rabbine dönünce on vakit daha kaldırdı ve beş vakit kalana kadar bu böyle devam etti. Mûsa (aleyhisselam) yine: “Rabbine dön ve haifiletmesini iste" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Rabbime okadar gidip geldim kif artık utanmaya başladım. Bir daha dönecek değilim" buyurdu. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Senin beş vakit namaza sabredeceğin gibi sana elli namaz vakti gibi sevap verilecektir. Çünkü her iyilik on katıyla ödenir" denildi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tam olarak razı oldu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mûsa'ya (aleyhisselam) İlk gittiği zaman onu peygamberlerin en şiddetlisi olarak buldu. Ancak geri döndüğü zaman onu en hayırlısı olarak buldu. Taberânî, M. el-Evsafta ve İbn Merdûye, Muhammed b. Abdirrahman b. Ebî Leyla vasıtasıyla kardeşi İsa'dan, o babası Abdurrahman'dan, o da babası Ebû Leylâ'dan bildiriyor: Cibrîl, Burak ile birlikte Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip kendisini önüne bindirdi ve yürümeye başladı. Ancak engin bir yere geldiklerinde Burak(ın sırtı) düz olana kadar elleri uzayıp ayakları kısalıyordu. Yüksek bir yere geldiklerinde de Burak (ın sırtı) düz olana kadar elleri kısalıp ayakları uzuyordu. Sonra yolun sağından bir kişi belirdi ve iki defa: “Ey Muhammed! Yola gel!" diye çağırdı. Cibrîl, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Devam et ve hiç kimseyle konuşma!" dedi. Sonra yolun solundan bir kişi belirdi ve iki defa: “Ey Muhammed! Yola gel!" diye çağırdı. Cibrîl yine Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Devam et ve hiç kimseyle konuşma!" dedi. Sonra karşılarına çok güzel bir kadın çıktı. Cibrîl, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yolun sağından seni çağıran kişinin kim olduğunu biliyor musun?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayır bilmiyorum" karşılığını verdi. Cibrîl: “Onlar seni dinlerine davet eden Yahudilerdir" dedi. "Yolun solundan çağıran adamı biliyor musun?" deyince de: “Hayır, bilmiyorum"' dedi. Cibrîl: “Onlar da seni dinlerine davet eden Hıristiyanlardır" dedi. Sonra da Cibrîl: “Çok güzel kadının kim olduğunu biliyormusun?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayır, bilmiyorum" dedi. Bunun üzerine Cibrîl: “O, seni kendine davet eden dünyadır" dedi. Sonra Beytü'l-Makdis'e gelene kadar devam ettiler. Orada oturan bir grup vardı. Onlar "Merhaba ey ümmî Peygamber" demeye başladılar. Aralarında yaşlı biri vardı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bunlar kimdir?" diye sorunca: “Bu, baban İbrâhîm'dir. Bu Mûsa, bu da İsa'dır" dedi. Sonra namaz için kamet getirildi ve iterek Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) öne geçirdiler. Sonra su kaplarını getirdiler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) içinde süt bulunan kabı tercih etti. Bunun üzerine Cibrîl: “Sen fıtratı seçtin" dedi. Sonra da: “Kalk ve Rabbinin yanına gir" dedi. Resûlullah ta (sallallahü aleyhi ve sellem), Rabbinin yanına girdi. Sonra geri geldiğinde kendisine: “Ne yaptın?" denildi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ümmetime elli vakit namaz farz kılındı" cevabını verdi. Mûsa (aleyhisselam): “Rabbine geri dön ve ümmetine hafifletmesini iste. Çünkü ümmetin buna güç yetiremez" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gitti ve tekrar geri geldi. Mûsa (aleyhisselam): “Ne yaptın?" deyince: “Rabbim yirmi beş vakte indirdi" karşılığını verdi. Mûsa (aleyhisselam) yine: “Rabbine geri dön ve hafifletmesini iste" deyince, yine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Rabbine gidip geldi ve: “Rabbim on iki vakte indirdi" dedi. Mûsa (aleyhisselam): “Geri dön!" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine gidip geldi ve: “Rabbim namazı beş vakte indirdi" dedi. Mûsa: “Rabbine geri dön ve hafifletmesini iste" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Rabbime gidip gelmekten utanmaya başladım. Zira Rabbim bana: «Bana her gelişinde sana mutlaka isteğini verdim» buyurdu. " Cüz'de İbn Arefe, Delâil'de Ebû Nuaym ve Târih'te İbn Asâkir'in Ebû Ubeyde b. Abdillah b. Mes'ûd vasıtasıyla babasından bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Cibrîl, bana eşekten daha büyük; katırdan daha küçük bir binekle geldi. Beni ona bindirdi ve hayvan bizimle havalanır gibi gitmeye başladı. Bir tepeye tırmandığı zaman ayakları elleri ile aynı seviyede oluyor, indiği zamanda elleri ayakları ile aynı seviyede oluyordu. Sonra uzun boylu düz saçlı esmer bir kişiyle karşılaştık. Bu kişi sanki Şenûe adamlarındandı. O yüksek bir sesle: «Ona ikramda ve lütuf ta bulundum» diyordu. Yanına gidip selam verdik. O selamımızı alıp: «Ey Cibrîl!. Beraberindeki kimdir?» dedi. Cibrîl: «Bu, Ahmed'dir» karşılığını verdi. Bunun üzerine o: «Ey Rabbinin risaletini tebliğ edip ümmetine öğütte bulunan ümmî Arap Peygamber! Merhaba!» dedi. Sonra oradan gittik. Ancak: «Ey Cibrîl, bu kimdir?» dediğimde: «Bu, Mûsa b. İmrân'dır» cevabını verdi. «O kiminle söyleşmektedir?» deyince de: «Senin için Rabbiyle söyleşmektedir» dedi. «O Rabbine karşı sesini mi yükseltiyor?» dediğimde: «Allah onun neden kızgın olduğunu bilmektedir» dedi. Sonra bir ağacın yanına geldik. Bu ağacın meyveleri yüksek ağaç meyveleri gibiydi. Altında yaşlı biri ve ailesi oturmaktaydı. Cibrîl, bana: «Baban İbrahim'in yanına git» dedi. Yanına gidip selam verdik ve selamımızı aldı. İbrâhîm: «Ey Cibrîl! Beraberindeki kimdir?» dedi. Cibrîl: «Bu, Ahmed'dir» karşılığını verdi. Bunun üzerine o: «Ey Rabbinin risaletini tebliğ edip ümmetine öğütte bulunan ümmî Arap Peygamber! Merhaba. Ey oğul! Sen bu gece Rabbinle buluşacaksın. Senin ümmetin en son ümmet ve en zayıf ümmettir. Eğer ümmetin konusunda istediğin bir şey varsa ve onu yapabiliyorsan yap» dedi. Sonra Mescidu'l-Aksa'ya varana kadar yola devam ettik. Hayvandan inip onu önceden de peygamberlerin bağladığı gibi mescidin kapısındaki halkaya bağladım. Sonrada mescide girdim. Kıyamda, rükûda ve secdede olanların arasında peygamberleri bildim. Sonra bana birinde bal, birinde de süt olan iki bardak getirildi. Ben süt bardağını alıp içtim. Cibrîl omzuma vurarak: «Sen fıtratı seçtin» dedi. Namaz için kamet getirildi Oradakilere imam oldum, sonra oradan çıkıp geri geldik. Hâris b. Ebî Usâme, Bezzâr, Ebû Ya'la, Taberânî, İbn Merdûye, Ebû Nuaym Delâil'de, İbn Asâkir'in, Alkame vasıtasıyla İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Bana, Burak getirildi ve ona bindim. Onun dağa çıkacağı zaman ayakları, indiği zamanda ön ayakları uzuyordu. Burak bizi dar ve pis kokulu bir yere ulaştırdı. Sonra da geniş ve temiz bir yere geldik. Bunu Cibril'e sorduğumda: «O dar yer Cehennem, bu geniş yer ise Cennettir» dedi. Sonra namaz kıları bir. adamın yanına geldiğimizde: «Ey Cibrîl! Bu kimdir?» diye sordum. Cibrîl: «Bu, kardeşin İsa'dır» dedi. Yine devam ettik ve bir yakınma sesi işittik. Adamın yanına gittik. Bu kişi: “Cibrîl'e: “Beraberinde kim vardır?"» deyince, Cibrîl: «Kardeşin Muhammed vardır» cevabını verdi. Bunun üzerine bu kişi bana selam verip bereket duası ederek: «Ümmetin için kolay olanı iste» dedi. Cibrîl'e: «Ey Cibrîl! Bu kimdir?» dediğimde: «Bu, kardeşin Musa'dır» karşılığını verdi. «Kime karşı yakınmaktaydı?» diye sorduğumda: «Rabbine karşı yakınmaktaydı» dedi. «Rabbine mi?» dediğimde: «Evet Rabbine, Rabbi onun neden kızgın olduğunu bilmektedir» dedi." Sonra yolumuza devam ettik ve lambalar ile ışıklar gördüm. Cibril'e: «Ey Cibrîl! Bunlar nedir?» dediğimde: «Bu, baban İbrâhîm'in ağacıdır, ona yaklaş» dedi. Ağaca yaklaşınca beni karşıladı ve bereket duası etti. Sonra Beytü'l-Makdis'e kadar devam ettik. Hayvanı daha önce peygamberlerin bağladığı halkaya bağladım ve Mescid'e girdim. Orada Allah'ın isimlerini zikrettiği ve zikretmediği bütün peygamberleri gördüm. Onlara İmam oldum ve namaz kıldık. Ancak İbrahim, Mûsa ve İsa bunların dışındaydı. " İbn Merdûye'nin, Muğîre b. Abdirrahman vasıtasıyla babasından bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir: “İsrâ gecesi Mescid'in ön tarafında namaz kıldım. Sonra içinde kayanın bulunduğu odaya girdim. Bir de baktım ki elinde üç kap olan bir melek orada. Balı aldım ve ondan az bir şey içtim. Sonra öbürünü alıp kanana kadar içtim. Bu da süttü. Sonra da son kap için: «Bundandan iç» dedi. O da şaraptı. Bu sebeple: «Hayır, ben kanıncaya kadar içtim» dedim. Bunun üzerine o: «Eğer bundan içseydin ümmetin asla fıtrat üzere toplanmayacaktı» dedi. Sonra beni semaya çıkardı. Orada namaz bana farz kılındı. Sonra Hatice'nin yanına geri döndüğümde daha yattığı taraftan öbür tarafına dönmüş değildi." Taberânî ve İbn Merdûye, Ümmü Hânî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi evimde gecelemişti. Gece onu arayıp bulamayınca Kureyşliler ona bir şey mi yaptı diyerek uykum kaçtı. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Cibrîl gelip elimi tutup beni dışarı çıkardı. Kapıda katırdan daha küçük eşekten daha büyük bir binek vardı. Beni ona bindirdi. Sonra yola çıktık ve Beytü'l-Makdis'e vardık. Orada bana İbrâhîm'i gösterdi. Yaratılışlarımız birbirine çok benziyordu. Bana Musa'yı da gösterdi. O uzun boylu esmer, düz saçlı biri idi. Ben onu Ezd Şenûe kabilesi erkeklerine benzettim. Yine bana İsa b.. Meryem'i gösterdi O, orta boylu kızıla çalan beyaz biriydi. Onu Sakif kabilesinden Urve b. Mes'ûd'a benzettim. Orada bana Deccâl'ı da gösterdi. Onun sağ gözü kördü. Onu da Katan b. Abdi'l-Uzza'ya benzettim" diye anlattıktan sonra: “Ben gördüklerimi haber vermek için Kureyş'e gitmek istiyorum" dedi. Bunun üzerine elbisesini tuttum ve: “Sana Allah'ı hatırlatırım. Seni yalanlayan ve dediklerini inkâr eden bir topluluğun yanına gideceksin. Sana bir zarar vermelerinden korkuyorum" dedim. Bunun üzerine elbisesini elimden çekti ve oturmakta olan Kureyş'lilerin yanına gitti.. Onlara durumu anlatınca, Mut'im b. Adiy kalkıp: “Ey Muhammed! Eğer eskiden olduğu gibi genç biri olsaydın şimdi aramızda böyle şeyleri bize söylemezdin" dedi. Başka biri: “Ey Muhammed! Filan filan yerde bizim kervanı gördün mü?" deyince: “Evet, vallahi, onları gördüm. Onlar kaybetmiş oldukları bir deveyi arıyordu" buyurdu. Adam: “Filan oğullarının da kervanını gördün mü?" deyince: “Evet, filan filan yerde gördüm. Onların kırmızı bir devesi aniden çökmüştü. Yine yanlarında bir çanakta su vardı ve o suyu ben içtim" buyurdu. Oradakiler: “O zaman bize sayılarını ve başlarında çoban olarak kimlerin bulunduğunu haber ver" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben meşğuldum, onları saymadım" buyurdu ve kalktı. (Allah tarafından) Oradaki develer Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) gözü önüne getirilince onları saydı ve çobanlarını öğrendi. Sonra Kureyş'lilerin yanına giderek: “Siz bana filan oğullarının develerini sordunuz. Onların sayısı şu kadardır. Çobanları da filan ve filandır. Yine bana filan oğullarının develerini sordunuz. Onların sayısı şu kadardır. Çobanları arasında da İbn Ebî Kuhâfe ve filan filan bulunmaktadır. Onlar sabah vakti Seniyye denilen yerden yanınıza gelecektir" buyurdu. Onlar da Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dediklerinin doğru olup olmadığını öğrenmek için o yere gidip beklemeye başladılar. Kervanı karşıladılar ve: “Sizin deveniz kayboldu mu?" dediler. Onlar da: “Evet, kayboldu" cevabını verdi. Diğer birine: “Sizin kırmızı deveniz aniden çöküvermiş miydi?" diye sorunca: “Evet, kırıldı" karşılığını verdiler. "Yanınızda bir çanak su var mıydı?" dediklerinde ise, Ebû Bekr: “Vallahi! Onu ben koymuştum. Onu bizden kimse içmediği gibi yere de dökülmedi" dedi. Bu şekilde Ebû Bekr, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) doğrulayıp ona iman etti. İşte o günde «Sıddîk» diye adlandırıldı. Ebû Ya'la ve İbn Asâkir, Ümmü Hânî'den bildiriyor: Gecenin son karanlığında ben yatağımda iken Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanıma girdi ve: "Bu gece Mescid-i Haram'da uyuduğumu biliyor musun? Cibrîl bana geldi ve beni Mescid'in kapısına götürdü. Baktım ki, katırdan daha küçük eşekten daha büyük kulakları sakat beyaz bir binek. Ona bindim. O adımlarını gözünün gördüğü en son yere kadar atabilen bir binekti. Bir inişe geldiği zaman önayakları uzuyor, ayakları kısalıyordu. Bir rampaya geldiği zamanda ayakları uzuyor ön ayakları kısalıyordu. Cibrîl de beni geçmiyordu. Sonra Beytü'l- Makdis'e geldik. Bineği, daha önce peygamberlerin bağladıkları halkaya bağladım. Bana peygamberlerden bir grup gösterildi. Aralarında İbrâhîm, Mûsa ve İsa vardı. İmam olup onlarla namaz kıldım ve onları konuşturdum. Sonra bana beyaz ve kırmızı olmak üzere iki kab getirildi. Ben beyaz olanı içtim. Bunun üzerine Cibrîl bana: «Sütü içtin ve şarabı bıraktın. Eğer şarabı içseydin ümmetin mürted olurdu» dedi. Sonra bineğe binip Mescid-i Haram'a geldim ve sabah namazını kıldım" buyurdu. Bunun üzerine ben elbisesine yapışıp: “Sana Allah için söylüyorum ey amcam oğlu! Eğer bunu Kureyş'lilere anlatacak olursan sana inanmış kişiler de seni yalanlayacaktır" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) eliyle elbisesine vurarak giyisiyi elimden kurtardı ve elbise karnının üzerinden kalkınca Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) karnını izarının üzerinde gördüm. Dürülmüş kağıt gibiydi. Kalbinin yanında öyle bir nur vardı ki, gözlerimi kör edecekti. O an secdeye kapandım. Başımı secdeden kaldırdığımda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gitmişti. Cariyeme: “Vay haline, onu takip et de ne diyeceğine ve kendisine ne denileceğine bak" dedim. Cariye geri döndüğünde Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), Kureyş'lilerin yanına gittiğini, aralarında Mut'im b. Adiy'in, Amr b. Hişâm'ın ve Velîd b. el-Muğîre'nin bulunduğunu söyleyerek şöyle anlattı: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara: “Bu gece yatsı namazını bu Mescid'de kıldım. Sabah namazını da burada kıldım. Bu iki namaz arasında Beytü'l- Makdis'e gittim. Orada bana aralarında İbrâhîm, Mûsa ve İsa'nın da bulunduğu peygamberlerden bir grup gösterildi. Onlara imam olup namaz kıldık ve kendileriyle konuştum" buyurdu. Bunun üzerine Amr b. Hişâm alay edercesine: “Bana onları vasfet" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsa (aleyhisselam) ortanın üstünde ve uzunun altında bir boydaydı. Geniş göğüslü (teni) kırmızıya çalandı. Kıvırcık saçlı esmerliği daha fazlaydı. Sanki Urve b. Mes'ûd es-Sakafî gibiydi. Mûsa ise iriyarı biridir. Esmerdir ve uzundur. Sanki Şenûe. adamları gibiydi. Çok sık saçlı, çukur gözlü, dişleri sık, dişetleri görünen yüzü asık biriydi. İbrâhîm ise insanların içinde yaratılış ve huy olarak bana en fazla benzeyendir" buyurdu. Bunun üzerine onlar bunu büyük bir olay görerek aralarında bir gürültü çıktı. Mut'im: “Bu güne kadar söylemiş olduğun şeyler olabilecek şeylerdi. Ancak bugün söylediğin öyle değildir. Ben şahitlik ederim ki sen yalancısın. Biz develerimizi Beytü'l-Makdis'e sürüyor, bir ayda rampaları bir ayda da inişleri gidiyoruz. Sen ise bir gecede gidip geldiğini iddia ediyorsun ha! Lât ve Uzza'ya yemin olsun ki, sana inanmıyorum" dedi. Bunun üzerine Ebû Bekr: “Ey Mut'im! Kardeşim oğluna söylediğin ne kötüdür. Ona hakaret ettin ve onu yalanladın. Ben doğru söylediğine şahitlik ederim" dedi. Diğerleri: “Ey Muhammed! Bize Beytü'l-Makdis'i vasfet" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Oraya gece girip gece çıktım" buyurdu. Cibrîl gelip Beytü'l-Makdis'i Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) kanatlarında gösterdi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onun bir kapısı filan şeyden ve filan yerdedir. Diğer bir kapısı filan şeyden ve filan yerdedir" buyurdu. Ebû Bekr: “Doğru söyledin, doğru söyledin" diyordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) o gün: “Ey Ebû Bekr! Allah seni Sıddîk diye adlandırdı" buyurdu. Yine onlar: “Ey Muhammed! Bize kervanımızdan haber ver" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Revhâ denilen yerde filan oğullarının kervanıyla karşılaştım. Onlar bir develerini kaybetmiş ve onu aramaya çıkmışlardı. Bineklerinin yanına gittiğimde orada kimsenin olmadığını gördüm. Orada bir bardak su gördüm ve onu içtim. Sonra filan oğullarının kervanı ile karşılaştım. Develer benden ürktü ve üzerinde çizgili iki çuval bulunan kırmızı bir deve çöküp kaldı. (Bacağı) kırıldı mı kırılmadı mı bilmiyorum. Sonra Ten'îm denilen yerde filan oğullarının kervanıyla karşılaş tım. Onların öncüsü yeşil bir deveydi. Onlar da Seniyye denilen yerden gelecektir" buyurdu. Velîd b. Muğîre: “Bu, sihirbazdır" dedi. Gidip kervanı beklemeye başladılar. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dediği gibi olduğunu görünce Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) sihri isnâd ettiler ve: “Velîd doğru söylemiş" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Sana gösterdiğimiz o rüyayı da, Kur'ân'da lanetlenmiş bulunan o ağacı da sırf insanları sınamak için vesile yaptık.. ," âyetini indirdi. İbn İshâk ve İbn Cerîr, Ümmü Hânî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi (semaya) çıkarıldığı zaman benim evimde uyumaktaydı. Yatsı namazını kıldıktan sonra uyuduk. Tan ağarmadan önce Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizi uyandırdı. Sabah namazını kıldığı zaman biz de kendisiyle beraber kıldık. Sonra: “Ey Ümmü Hâni! Gördüğün gibi burada yatsı namazını sizinle beraber kıldım. Sonra Beytü'l-Makdis'e gidip orada namaz kıldım. Yine gördüğün gibi geri geldim ve sabah namazını sizinle beraber kıldım" buyurdu. İbn Sa'd ve İbn Asâkir, metinleri birbirine karışık bir halde Abdullah b. Amr, Ümmü Seleme, Hazret-i Âişe, Ümmü Hâni ve İbn Abbâs'tan bildiriyorlar: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), hicretten bir yıl önce Rebîul-Evvel ayının on yedisinde Ebû Tâlib'in yanından Beytü'l-Makdis'e götürüldü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle anlattı: “Katırla eşek arasında beyaz bir bineğe bindirildim. Uyluklarında kendileriyle ayaklarını acele ettiren kanatları vardı. Ona bineceğim zaman huysuzlaştı ve beni bindirmek istemedi. Cibrîl elini boynuna uzatıp: «Ey Burak! Yaptığından utanmıyor musun? Vallahi! Daha önce sana, Allah katında Muhammed'den daha değerli kimse binmemiştir» dedi. Binek utandı ve kendisinden ter boşalmaya başladı. Sonra sakinleşti ve ona bindim. O kulaklarını sallayıp hızlandı ve adımlarını gözünün gördüğü son yere atmaya başladı. Onun sırtı ve kulakları uzundu. Cibril de yanımda gidiyordu. Beytü'l- Makdis'e varana kadar ne ben onu, ne de o beni geçmedi. Burak önceden de durduğu yere gelip durdu ve Cibrîl onu oraya bağladı. Orası peygamberlerin bineklerini bağladıkları yerdi. Orada peygamberlerin benim için toplandığını gördüm. Yine İbrâhîm'i, Musa'yı ve İsa'yı gördüm. Onların mutlaka bir imamlarının olacağını düşündüm. Cibrîl beni öne çıkardı ve imam olup namaz kıldım. Onlara sorduğumda: «Tevhid üzere gönderildik» " dediler. Bir rivayette: O gece Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kaybolmuştu. Abdülmuttalib oğulları onu aramak için dağılmıştı. Abbâs, Zû Tuva denilen yere çıkıp: “Ey Muhammed! Ey Muhammed!" diye çağırmaya başladı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Buyurun!" diye cevap verdi. Abbâs: “Ey yeğenim! Dünden beri kavmine görünmedin, nerelerdeydin?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Beytü'l-Makdis'e gittim" buyurdu. Abbâs: “Bu bir gecede mi?" deyince: “Evet, bu bir gecede" buyurdu. Abbas: “Başına gelenler hayır mıdır?" deyincede: “Evet, başıma gelenler hayırdır" buyurdu. Ümmü . Hâni der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi bizim evden çıkarıldı. O gece yatsı namazını kılıp yatmıştı. Tan ağarmadan önce onu uyandırdık. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkıp sabah namazını kıldı ve: “Ey Ümmü Hânîl Gördüğün gibi burada yatsı namazını sizinle beraber kıldım. Sonra Beytü'l-Makdis'e gidip orada namaz kıldım. Yine gördüğün gibi geri geldim ve sabah namazını sizinle beraber kıldım" buyurdu. Sonra gitmek için kalkınca: “Bunu kimseye anlatma seni yalanlarlar ve sana eziyet ederler" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Vallahi onlara bunu anlatacağım " diye yemin etti. Bunu onlara anlattığı zaman şaşırdılar ve: “Bunun gibi bir şeyi asla işitmedik" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Cibril'e: “Ey Cibrîl! Kavmim bana inanmamakta" deyince, Cibrîl: “Ebû Bekr sana inanacaktır. O, Sıddîk'tir" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti: “Müslüman olup da namaz kılanlardan çok kişi imtihan edildi. Odadan kalktım ve Allah bana Beytül- Makdis'i tecelli etti. Onlara oraya gittiğimi ispatlamak istedim ve Beytü'l- Makdis'e bakarak onu vasfetmeye başladım. Bir kişi: «Mescidin kaç kapısı vardır?» dedi. Ben Mescid'in kapılarını saymamıştım. Ancak ona bakarak kapıları tek tek sayıyor ve onlara söylüyordum. Yine onlara yolda olan kervanlarından ve kervanda olan bazı şeylerden haber verdim. Onlar da kervan gelince her şeyin dediğim gibi olduğunu gördüler. Bunun üzerine Yüce Allah: «Sana gösterdiğimiz o rüyayı da, Kur'ân'da lânetlenmiş bulunan o ağacı da sırf insanları sınamak için vesile yaptık...» âyetini indirdi." Ravi: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu (rüyayı) gerçek olarak gözleriyle gördü" dedi. Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Merdûye, Ebû Nuaynrı Delâil'de ve Beyhakî Delâil'de Enes'ten bildiriyor: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi eyerlenmiş ve gem vurulmuş bir şekilde Burak ismindeki binek getirildi. Ancak Burak, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bineceği zaman huysuzlanmış ve zorluk çıkarmıştı. Bunun üzerine Cibrîl ona: “Bunu Muhammed'e karşı mı yapıyorsun? Vallahi! Allah katında ondan daha değerli bir kişi sana asla binmemiştir" dedi. Bunun üzerine Burak'tan ter boşalmaya başladı. İbn Merdûye, Amr b. Şuayb'tan, o babasından, o da dedesinden bildiriyor: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi götürülmesi, hicretten bir yıl önce Rebîul-Evvel ayının on yedinci gecesidir. Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesinde Beytü'l-Makdis'e götürülmesi Medine'ye hicretinden bir yıl önceydi" dedi. Beyhakî, Urve'den aynısını bildirir. Beyhakî'nin bildirdiğine göre Süddî: “Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesinde Beytü'l-Makdis'e götürülmesi Medine'ye hicretten on altı ay önceydi" dedi. İbn Ebî Şeybe, Müslim, Nesâî, İbn Merdûye ve Beyhakî Hayâtu'l- Enbiyâ'da, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesinde kırmızı kum yığınının yanındaki mezarında kalkıp namaz kılan Mûsa ile karşılaştım" buyurmuştur. Ebû Ya'la, İbn Merdûye ve Beyhakî, Enes'ten bildiriyor: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bazı kişilerin bana anlattığına göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi, mezarında namaz kılmakta olan Mûsa'ya rastladı. Yine bana bildirildiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Burak denilen bineğe bindirildi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu geceyi anlatırken: “Atı bağladım" veya: “Atı halkaya bağladım" buyurmuştur. Ebû Bekr: “Yâ Resûlallah! Bana onu vasfet" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “O şu şu ve şu şu şekildedir" buyurdu. Ebû Bekr de daha önce onu görmüştü. İbn Merdûye'nin, Enes'ten bildirdiğine göre Ebû Hureyre, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi semaya çıkarıldığım zaman Musa'yı mezarında namaz kılarken gördüm" buyurduğunu söyledi. Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Mûsa (aleyhisselam) mezarında namaza durmuşken Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına uğradı" dedi. İbn Merdûye'nin, Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman mezarında namaz kılmakta olan Mûsa'ya uğradım" buyurmuştur. İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi götürüldüğü zaman peygamberlere uğramaya başladı. Bazı peygamberlerle beraber birkaç kişi, bazı peygamberlerle beraber daha az kişi, bir peygamberle de başka peygamberler vardı. Beraberlerinde ümmetlerinden hiç kimse yoktu. Sonra büyük bir karartıyla karşılaştı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti: “(Cibril'e): «Bunlar kimdir?» deyince, (Cibril): «Mûsa ve kavmidir. Fakat sen başını kaldır ve bak» dedi. Bir de baktım ki, her iki taraftanda ufku kapatan büyük bir karartı. Bana: «Bu, senin ümmetindir. Bu ümmetinle beraber yetmiş bin kişi hesapsız olarak Cennete girecektir» denildi." Sonra Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) kimse bir şey sormadan, kendisi de onlara bir açıklama yapmadan içeri girdi. Bunun üzerine bir kişi: “Biz onlardanız" dedi. Başka biri: “Bunlar İslam fıratı üzeri doğan çocuklarımızdır" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dışarı çıkıp: “Bunlar, rukye (efsun) yapmayanlar, kendilerini dağlamayanlar, hiçbir şeyi uğursuz saymayanlar ve Rablerine tevekkül edenlerdir" buyurdu. Ukkâşe b. Mihsan kalkıp: “Yâ Resûlallah! Ben de onlardan mıyım?" diye sorunca:: “Evet, onlardansın" buyurdu. Sonra başka biri kalkıp: “Yâ Resûlallah! Bende onlardan mıyım?" diye sorunca: “Ukkâşe senden önce davrandı" buyurdu. Ahmed, Nesâî, Bezzâr, Taberânî, İbn Merdûye ve Delâil'de Beyhakî'nin sahih bir isnâdla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman güzel bir kokuya rastladım. "Ey Cibrîl! Bu güzel kokuda nedir?" dediğimde, Cibrîl şöyle anlattı: “Bu, Firavundun kızını tarayan kişinin ve çocuklarının kokusudur. Bu kadın kızı tararken tarak elinden düştü. «Allah'ın ismiyle» dedi (ve tarağı yerden aldı). Bunun üzerine kız: «Babamın ismiyle mı?» deyince: «Hayır, benim de, senin de, babanın da Rabbinin ismiyle» karşılığını verdi. Kız: «Babamdan başka Rabbin var mıdır?» deyince: «Evet, vardır» dedi. «Bunu babama haber vereyim mi?" deyince de: «Olur, ver» dedi. Kız babasına bu durumu bildirince, babası kadını çağırıp: «Benden başka bir Rabbin var mıdır?» diye sordu. Kadın: «Evet, ikimizin de Rabbi semadaki Allah'tır» cevabını verdi. Bunun üzerine Firavun, bakırdan büyük bir kazan yapılmasını, ısıhldıktan sonra da kadınla çocuklarının içine atılmasını emretti. «Kadın senden bir isteğim vardır» deyince: «Ne istiyorsun?» dedi. Kadın: «Benim kemiklerimle çocuklarımın kemiklerini bir araya toplayıp gömmeni istiyorum» dedi. Firavun da: «Senin bizde hakkın vardır. Bu isteğini yerine getireceğim» dedi. Sonra da teker teker kazana atılmaya başladılar. Sıra süt emen çocuğa gelince: «Gir ey anne, çekinme, çünkü sen hak üzeresin» dedi. Bunun üzerine çocuğuyla beraber atıldı." İbn Abbâs: “Küçükken dört kişi konuşmuştur. Bunlardan biri bu çocuk, biri Yusuf'un (aleyhisselam) şahidi, biri Cüreyc'in arkadaşı, biri de İsa b. Meryem'dir" dedi. İbn Mâce ve İbn Merdûye'nin, İbn Abbâs ve Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman güzel bir kokuya rastladım. «Ey Cibrîl! Bu koku nedir?» dediğimde, Cibrîl şöyle anlattı: «Bu (Firavun'un kızını) tarayan kişinin, kocasının ve çocuklarının mezarının kokusudur. Bu kadın kızı tararken tarak elinden düştü. Bunun üzerine: “Firavun helak olsun" dedi ve kız bunu babasına bildirdi. Kadının iki oğlu ve kocası vardı. Firavun bunları çağırıp dinlerinden geri dönmelerini istedi. Ancak onlar bunu kabul etmedi.» Firavun: «O zaman sizi öldürürüm» deyince: «Bizi öldürmen senden bize bir ihsandır. Eğer bizi bir yere gömeceksen öldür» dediler. İşte Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi götürüldüğü zaman güzel koku hissetti ve bunu Cibril'e sordu. Cibrîl de bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattı. Ahmed ve Ebû Dâvud'un, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman bakırdan tırnakları olan, göğüsleriyle yüzlerini tırmalayan bir topluluk ile karşılaştım. Bunun üzerine: «Ey Cibrîl! Bunlar kimdir?» dediğimde: «Bunlar insanların etlerini yiyenler (gıybet edenler) ve namusları hakkında konuşanlardır» karşılığını verdi. " İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman dudakları ateşten makaslarla kesilen bir topluluk ile karşılaştım. Her kesilmelerinde dudakları tekrar eski haline geliyordu. Cibril'e: «Ey Cibrîl! Bunlar kimdir?» dediğimde: «Bunlar, ümmetinden yapmadıkları şeyleri emreden hatiplerdir» cevabını verdi. " İbn Merdûye'nin, Semure b. Cündüb'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman ateşte yüzen ve taş yiyen bir kişi gördüm. «Bu kimdir?» diye sorduğumda: «Bu, faiz yiyendir» denildi. " Tirmizî, Bezzâr, Hâkim, İbn Merdûye ve Delâil'de Ebû Nuaym'ın Bureyde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman Cibril, Bey tü'l-Makdis'teki kayanın yanına gitti. Parmağını o kayanın üzerine koyarak onu deldi ve Burak'ı ona bağladı!" Taberânî ve İbn Merdûye, Suheyb b. Sinân'dan bildiriyor: İsrâ gecesi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) önce su, sonra şarap, sonra da süt sunulduğu zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sütü aldı. Bunun üzerine Cibrîl: “Sen fıtratı seçtin. Onunla da bütün hayvanları gıdalandırdırı. Eğer şarabı almış olsaydın ümmetin sapıtırdı ve sen bunun ahalisinden olurdun" diyerek eliyle Cehennemi işaret etti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) oraya baktığı zaman ateşin alevlendiğini gördü. Ahmed ve İbn Merdûye'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman, Beytü'l-Makdis'te ayaklarımı peygamberlerin ayaklarını koyduğu yere koydum. O zaman bana İsa arzolundu. Ona en çok benzeyen kişi Urve b. Mes'ûd'dur. Sonra bana Mûsa arzolundu. O uzun boylu, zayıf ve hafif kıvırcık saçlı biriydi. Sonra bana İbrâhîm arzolundu. Ona en çok benzeyen kişi de arkadaşınızdır" buyurdu. Buhârî, Müslim ve İbn Cerîr'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman Mûsa ile karşılaştım." -Onu vasıflandırarak- O uzun boylu, zayıf ve hafif kıvırcık saçlı biriydi. Sanki Şenûe erkeklerinden idi. Sonra İsa ile karşılaştım." -Onu da vasıflandırarak- "O, daha hamamdan yeni çıkmış gibiydi. Sonra İbrâhîm ile karşılaştım. Çocukları arasında en fazla ona benzeyen bendim. Sonra bana iki kap getirildi. Birinde süt, diğerinde şarap vardı. Bana: «Dilediğini al» denilince, ben sütü alıp içtim. Bunun üzerine bana: «Sen fıtrata yönlendirildin. Eğer şarabı almış olsaydın ümmetin sapıtırdı» denildi. " Müslim, Nesâî ve İbn Merdûye'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Ben kendimi Beytü'l-Makdis'de gördüm. Kureyşliler bana orada tam olarak tesbit etmediğim şeyler sordular. Bu sebeple daha önce hiç sıkılmadığım bir şekilde sıkılmıştım. Bunun üzerine Yüce Allah bana Beytü'l-Makdis'i gösterdi. Onlar bana ne sorduysa hep cevapladım. Yine kendimi bir grup peygamberin arasında gördüm. Baktım ki Musa kalkmıştı. O uzun boylu, zayıf ve hafif kıvırcık saçlı biriydi. Sanki Şenûe adamlarındandı. Yine baktım ki, İsa kalkmış namaz kılıyor. Ona en fazla benzeyen kişi, Urve b. Mes'ûd es-Sekafi'dir. Baktım ki, İbrâhîm de kalkmış namaz kılıyor. İnsanlar içinde ona en fazla benzeyen kişi arkadaşınızdır." - Burada Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendini kasdetmektedir- "Namaz vakti gelince onlara imam oldum. Namaz bittiği zaman biri: «Ey Muhammed! Bu ateşin bekçisi Mâlik'tir» dedi. Ona doğru baktığım zaman, o bana selam verdi." İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ömer: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), isrâ gecesi götürüldüğü zaman asık suratlı biri olan Cehennem bekçisi Mâlik'i gördü. Öfke yüzünden belli olurdu" dedi. Ahmed'in, Ubeyd b. Âdem'den bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb Câbiye'de idi. Beytü'l-Makdis'in fethini zikredip, Ka'b'a: “Nerede namaz kılayım?" diye sordu. Ka'b: “Kayanın arkasında kıl" dedi. Ömer: “Hayır, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kıldığı yerde kılacağım" dedi ve kıbleye yaklaşıp namazını kıldı. Ahmed, İbn Merdûye, Delâil'de Ebû Nuaym ve el-Muhtâre'de Diyâ, sahih bir isnâdla İbn Abbâs'tan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi götürüldüğü zaman Cennete sokulmuştu. Orada bir fısıltı işitip: “Ey Cibrîl! Bu ses nedir?" diye sordu. Cibrîl: “Bu, müezzin Bilâl'ın sesidir" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) insanların yanına geri döndüğü zaman: “Bilâl kurtuluşa ermiştir. Ona şunu ve şunu gördüm" buyurdu. Mûsa (aleyhisselam), Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) karşılayıp: “Merhaba ey ümmî Peygamber!" dedi. O uzun boylu ve düz saçlı biri idi. Saçları kulakları hizasında veya biraz daha yukarıydı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bu kimdir?" deyince: “Bu, Mûsa'dır" dedi. Sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gitti ve başka bir kişiyle karşılaştı. Bu kişi de Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) karşıladı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu kimdir?" diye sorunca, Cibrîl: “Bu, İsa'dır" cevabını verdi. Sonra yaşlı ve heybetli bir kişiyle karşılaştı. Bu kişi de Hazret-i Peygamber 'i (sallallahü aleyhi ve sellem) karşılayıp selam verdi. Hepsi de Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) selam veriyordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Bu kimdir?" deyince: “Bu, baban İbrahim'dir" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) cehenneme baktığında leş yiyen bir topluluk gördü. Cibril'e: “Ey Cibrîl! Bunlar kimdir?" diye sorunca: “Bunlar insanların etini yiyenlerdir (gıybet edenlerdir)" dedi. Sonra çok kırmızı ve yeşil birini görüp: “Ey Cibrîl! Bu kimdir?" diye sordu. Cibrîl: “Bu kişi deveyi boğazlamak için ayağını kesip yere yatırandır" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescidü'l-Aksa'ya geldiği zaman namaz için kalktı. Dönüp baktığında bütün peygamberlerin de kendisiyle beraber namaz kıldığını gördü. Namaz bittiği zaman kendisine sağından ve solundan iki bardak getirildi. Birinde süt, diğerinde bal vardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sütü alıp ondan içti. Süt bardağını getiren kişi: “Sen fıtratı seçtin" dedi. Ahmed, Ebû Ya'la, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesinde Beytü'l-Makdis'e götürüldü. Aynı gece geri döndü ve ashâbına bu gidişini, bu gidişinin alâmetlerini ve kervanlarını anlattı. Bazı kişiler: “Biz Muhammed'in dediklerine inanmıyoruz" dediler ve kâfir olarak mürted oldular. Allah onların boyunlarını Ebû Cehl ile beraber vurdu. Ebû Cehl: “Muhammed bizi zakkumla korkutmaktadır. Hurma ve tereyağı getirin de zıkkımlanalım" dedi. Sonra Deccâl'ı rüyada değil de gerçek olarak gördü. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) o gece İsa'yı, Mûsa'yı ve İbrâhîm'İ (aleyhimusselam) gördü. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem), Deccal sorulunca: “Ben onu çok büyük ve çok beyaz biri olarak gördüm. Onun iki gözünden biri yoktu. O (tek gözü) inciden bir yıldız gibiydi. Saçları ise ağaç dalları gibiydi. Orada İsa'yı gördüm. O, beyaz tenli, kıvırcık saçlı, keskin bakışlı, yaratılıştan göbeksiz genç biriydi. Musa'yı da esmer ve siyah tenli biri olarak gördüm. O saçları gür ve yaratılışı çetindi. Sonra İbrâhîm'e baktım. Onun neresine baktımsa sanki kendime bakmış gibiydim. Yani bu arkadaşınız gibiydi. Cibrîl: «Babana selam ver» dedi. Ben de ona selam verdim." Buhârî, Müslim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin Katâde vasıtasıyla Ebu'l- Âliye'den bildirdiğine göre İbn Abbâs, Resulullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir: “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman Mûsa b. İmrân'ı uzun boylu ve kıvırcık şaçlı biri olarak gördüm. Sanki Şenûe erkeklerinden idi. Yine o gece İsa'yı gördüm. O, orta boylu, kırmızı ve beyaz arasında düz saçlı biriydi. Cehennem bekçisi Mâlik'i ve Deccâl'ı gördüm. Yüce Allah onları bana âyetlerinde göstermiştir." "Sen de kitaba (Kur'ân'a) kavuşma konusunda sakın şüphe içinde olma" âyetini Katâde, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), Mûsa (aleyhisselam) ile karşılaştı şeklinde yorumlardı. Saîd b. Mansûr, Ahmed, İbn Ebî Şeybe, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim, İbn Merdûye ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman İbrâhîm, Mûsa ve İsa ile karşılaştım. Onlar aralarında kıyamet vaktinden bahsettiler ve bu durumu İbrâhîm'e sordular. İbrâhîm: «Bu konuda bir bilgim yoktur» deyince, Musa'ya sordular. O da: «Bu konuda bir bilgim yoktur» deyince, İsa'ya sordular. İsa da şöyle anlattı: «Kıyametin zamanını Allah'tan başka kimse bilemez. Rabbimin bana ahdettiğine göre Deccâl çıkacağı zaman benim elimde iki kamçı olacaktır. O beni gördüğü zaman kurşunun erimesi gibi eriyecek ve Allah onu helak edecektir. Hatta o zaman taşlar ve ağaçlar: “Ey Müslüman! Altımda kâfir vardır. Gel onu öldür" diyecektir. Allah onları helak ettikten sonra millet şehirlerine ve yurtlarına dönecektir. İşte o zaman Ye'cüc ve Me'cüc çıkacak ve her yerden süratle inerek şehirleri çiğneyeceklerdir. Nereye giderlerse orayı helak edecek, uğradıkları her suyu da içeceklerdir. İnsanlar bu konuda bana şikâyete gelecekler ve ben Allah'a dua edeceğim. Allah onları helak edip öldürecek, yeryüzü onların leş kokusuyla dolacaktır. Allah yağmuru indirecek ve cesetlerini sürüyerek denize atacaktır. Yine bana Rabbimin verdiği ahidlerden bir tanesi; bunlar olduktan sonra kıyametin kopmasının, hamilelikte gününü dolduran kadın gibi olmasıdır. Kadının ailesi, kadın yükünü gece mi, gündüz mü indirir bilmezler.»" İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, Hâkim, İbn Merdûye ve Delâil'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre Huzeyfe, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi götürüldüğü geceden bahsedip şöyle dedi: “Semaların kapıları açılana kadar Burak'ı bırakmadı. O, Cennet ve Cehennem'i gördü. Yani âhirette vaad edilen her şeyi müşahede etti. Sonra da geri döndü." İbn Merdûye'nin lafzı ise: “Gökyüzünde ve yeryüzünde ne varsa kendisine gösterildi. Kendisine hangi binek Burak'tır?" denilince: “Uzun ve beyaz olandır. Adımlarını gözünün gördüğü son yere kadar atandır" buyurdu. Ebû Ya'la, Taberânî M. el-Evsat'ta ve İbn Asâkir'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Beni semaya çıkardıkları zaman mutlaka her semada: «Muhammed, Allah'ın Resulüdür» şeklinde adımın yazılı olduğunu gördüm. Adımın peşinden de «Ebû Bekr es-Sıddîk» yazılıydı" buyurdu. Bezzâr'ın İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Beni semaya çıkardıkları zaman her gökte: «Muhammed, Allah'ın Resûlüdür» şeklinde adımın yazılı olduğunu gördüm" buyurdu. Taberânî M. el-Evsaf ta ve İbn Merdûye'nin sahih bir isnâdla Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi ileri gelenlerin en üstünü ile karşılaştım. Baktım ki, bu Cibril'dir. O, Allah korkusuyla kendini deve arkasına konulan bir çul gibi hissediyordu" buyurdu. İbn Merdûye'nin başka bir lafzında ise: “Dördüncü semada Cibril ile karşılaştım. O, Allah korkusuyla kendini deve arkasına konulan bir çul gibi hissediyordu" şeklindedir. Saîd b. Mansûr, Taberânî, İbn Merdûye ve el-Ma'rife'de Ebû Nuaym, Abdurrahman b. Kurt'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi Mescidü'l-Aksa'ya götürüldüğü zaman Makam ve zemzem arasında bulunmaktaydı. Cibrîl sağında, Milkâil ise solundaydı. Yüksek semalara varıncaya kadar kendisiyle uçtular. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) geri döndüğü zaman semalarda birçok tesbihle beraber bir tesbih işittiğini söyledi. Yüksek semalar heybet sahibi Yüce'den korkularından dolayı "Yücelerin en yücesini eksikliklerden tenzih ederim" şeklinde tesbih ediyordu. İbn Asâkir'in, Sehl b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Cibril, İsrâ gecesi beni götürdüğü zaman yüksek semalarda bir tesbih işittim. Bu tesbihle kalbim titremişti. Cibrîl, bana: «Ey Muhammed! Korkma ilerle, çünkü senin ismin Arş'ta "Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed onun elçisidir" şeklinde yazılıdır» dedi." İbn Ebî Şeybe, Ahmed, İbn Mâce, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İsrâ gecesi yedinci semaya vardığımız zaman yukarı baktım. Orada gök gürlemesişimşek ve yıldırım vardı. Sonra karınları evler gibi büyük olan bir topluluğun yanına vardık. Bunların karınlarında dışarıdan görülen yılanlar bulunmaktaydı. Cibril'e: «Ey Cibrîl! Bunlar kimdir?» diye sorduğumda: «Bunlar faiz yiyenlerdir» dedi. Dünya semasına indiğim zaman benden aşağıda olan kısma baktım ve toz, duman içinde sesler işittim. Cibril'e: «Ey Cibrîl! Bunlar kimdir?» diye sorduğumda: «Bunlar insanların gözleri önünde dönen şeytanlardır. Onlar göğün ve yerlerin egemenliği hakkında düşünmezler. Eğer öyle olmasaydı onlar acaip olan şeyleri görürlerdi» dedi. " İbn Merdûye'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman Kevser'e uğradık. Cibrîl: «Bu, Rabbinin sana vermiş olduğu Kevser'dir» dedi. Bunun üzerine ben elimi toprağına vurunca, onun keskin kokulu misk olduğunu gördüm" buyurdu. İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Ben gökyüzüne çıkarıldığım zaman suyu çok olan ve ok gibi hızlı akan bir nehir gördüm. O, sütten daha beyaz ve baldan daha tatlıydı. Etrafında inciden kubbeler vardı. Elimi yan tarafına vurduğumda keskin kokulu misk olduğunu gördüm. Yine elimi çakıl taşlarına vurduğumda onların da inci olduğunu gördüm. Cibril'e: «Ey Cibrîl! Bu nehir nedir?» dediğimde: «Bu, Rabbinin sana vermiş olduğu Kevser nehridir» karşılığını verdi." İbn Merdûye'nin Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman İbrâhîm'i gördüm. Gördüğüm kadarıyla o arkadaşınıza en fazla benzeyen kişiydi" buyurdu. Ahmed, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân ve İbn Merdûye'nin, Ebû Eyyûb el- Ensârî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Ben gökyüzüne çıkarıldığımda orada Rahman'ın dostu İbrâhîm'i gördüm. İbrâhîm: «Ey Cibrîl! Seninle beraber olan kişi kimdir?» diye sorunca, Cibrîl: «Muhammed'dir» cevabını verdi. Bunun üzerine o beni karşılayıp: «Ümmetine Cennette çokça fidan dikmelerini emret. Zira Çenettin toprağı temiz ve geniştir» dedi. Ben: «Cennetin fidanları nedir?» dediğimde: «Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (=Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur)» demektir" karşılığını verdi. " İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi İbrâhîm'in (aleyhisselam) yanına götürüldüm. İbrâhîm bana: “Ey Muhammed! Ümmetine Cennetin geniş olduğunu haber ver. Cennetin fidanları da: «Sübhânallâhi ve'l-hamdu lülâhi velâ ilahe illallâhu vallâhu ekber (=Yüce Allah'ı bütün eksikliklerden tenzih ederim. Hamd sadece Allah'adır. Allah'tan başka ilah yoktur. O en büyüktür)» demektir" dedi." Tirmizî, Taberânî ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi İbrâhîm'in yanına götürüldüm. İbrâhîm bana: «Ey Muhammed! Benden ümmetine selam söyle. Onlara Cennetin toprağının temiz, suyunun tatlı ve arazisinin geniş olduğunu haber ver. Cennetin fidanları da: “Sübhânallâhi ve'l-hamdu lillâhi velâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber. Velâ havle velâ kuvvete illâ billâh" (=Yüce Allah'ı bütün eksikliklerden tenzih ederim. Hamd sadece Allah'adır. Allah'tan başka ilah yoktur. O en büyüktür. Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur)» demektir" dedi. İbn Merdûye'nin Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman Cennetin beyaz inciden olduğunu gördüm. Cibril'e: «Ey Cibrîl! Bana Cenneti sormaktalar dediğimde, Cibril: “Onlara Cennetin geniş ve toprağının misk olduğunu söyle"» dedi." İbn Mâce, Nevâdiru'l-Usul'da Hakîm et-Tirmizî, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve el-Ba's ve'n-Nuşûr'da Beyhakî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman Cennetin kapısına: «Sadakanın karşılığı on kat (sevap)tır. Borç vermenin karşılığı ise on sekiz kat (sevap)tır» yazılı olduğunu gördüm. Cibril'e: «Ey Cibrîl! Borç vermenin sadakaya üstünlüğü nedir?» dediğimde, Cibrîl: «Sadaka isteyen kişi yanında olduğu halde sadaka isteyebilir. Ancak borç isteyen kişi, sadece ihtiyacından dolayı borç ister» dedi. " Taberânî'nin, Hazret-i Aişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi semaya çıkarıldığım zaman Cennete sokuldum. Cennet ağaçlarından bir ağacın üzerinde durdum. Cennette ondan daha güzelini, daha beyaz yapraklısını, meyvesinden daha tatlısını görmedim. El uzatıp meyvesinden bir meyve aldım ve yedim. O meyve sulbümde bir nutfe oldu. Yeryüzüne indiğim zaman Hatice ile beraber oldum. Bunun üzerine Fâtıma'ya hamile kaldı. Bu sebeple Cennet kokusunu özlediğim zaman Fâtıma'yı koklarım. " Hâkim'in, Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Cibril, bana Cennetten bir ayva getirdi. Ben de onu İsrâ gecesi yedim. Bunun üzerine Hatice, Fâtıma'ya hamile kaldı. Bu sebeple Cennet kokusunu özlediğim zaman Fâtıma'nın boynunu koklardım" buyurmuştur. Bezzâr, Mu'cemu's-Sahâbe'de Ebu'l-Kâsım el-Beğavî, Mu'cemu's- Sahâbe'de İbn Kâni, İbn Adiy ve İbn Asâkir'in, Abdullah b. Es'ad b. Zürâre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman inciden bir köşkün yanına getirildîm." -Beğavî'nin lafzı ise: “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman inciden bir kafesin içinde götürüldüm" şeklindedir- "döşemesi altındandı, inciler gibi parlıyordu. O zaman bana üç şey verildi. Resullerin efendiliği, muttakilerin imamlığı ve nur yüzlülerin komutanlığı." İbn Kâni, Taberânî ve İbn Merdûye'nin Ebu'l-Hamrâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi yedinci semaya çıkarıldığım zaman birde baktım ki, Arş'ın sağ direğine: «Lâ ilâhe illallâh, Muhammedun Resûlullah (=Allah'tan başka ilah yoktur. Muhammed onun Resulüdür)» yazılıdır" buyurmuştur. İbn Adiy ve İbn Asâkir'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “«Mi'râc'a çıkarıldığım zaman Arş'ın direğine: Lâ ilâhe illallâh, Muhammedun Resûlullah (=Allah'tan başka ilah yoktur. Muhammed onun Resulüdür) Onu Ali ile teyid ettim» yazılıydı" buyurdu. İbn Asâkir'in Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi semaya çıkarıldığım zaman Arş'ta: Lâ ilâhe illallah, Muhammedun Resûlullah (=Allah'tan başka ilah yoktur. Muhammed onun Resûlüdür). Ebû Bekr es-Sıddîk, Ömer el-Fâruk ve Osman Zünnureyn» yazılıydı" buyurdu. Dârakutnî el-İfrâd'da, Hatîb ve İbn Asâkir'in, Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi semaya çıkarıldığım zaman Arş'ta yeşil bir mücevher gördüm. Onun üzerinde beyaz bir nurla: Lâ ilahe illallah, Muhammedun Resûlullah (=Allah'tan başka ilah yoktur. Muhammed onun Resûlüdür). Ebû Bekr es-Sıddîk ve Ömer el-Faruk» yazılıydı" buyurdu. Bezzâr, Hazret-i Ali'den bildiriyor: Yüce Allah, Resûlüne ezanı öğretmek murad ettiği zaman Cibrîl ona Burak denilen bir binekle geldi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona binmek için gidince huysuzlaştı ve Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) bindirmek istemedi. Bunun üzerine Cibrîl: “Sakin ol. Vallahi Allah katında Muhammed'den daha değerli bir kişi sana binmemiştir" dedi. Sonra da Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona bindi ve Rahman'ın katındaki hicaba geldiler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) perdenin yanındayken bir melek hicabın arkasından çıkarak: “Allahu ekber, Allahu ekber" dedi. Hicabın arkasından: “Kulum doğru söyledi, ben en büyüğüm, ben en büyüğün" denildi. Sonra melek: “Eşhedu en la ilahe illalah" dedi. Hicabın arkasından: “Kulum doğru söyledi, benden başka ilah yoktur" denildi. Melek: “Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah" dedi. Hicabın arkasından: “Kulum doğru söyledi, ben Muhammed'i elçi olarak gönderdim" denildi. Melek: “Hayya ale's-salat, hayya alel-felah, Kad kâmeti's-salat, Allahu ekber, Allahu ekber" dedi. Hicabın arkasından: “Kulum doğru söyledi, ben en büyüğüm, ben en büyüğüm" denildi. Sonra melek: “Lâ ilâhe illallâh" deyince, Hicabın arkasından: “Kulum doğru söyledi, benden başka ilah yoktur" denildi. Melek Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) elini tutarak kendisini yaklaştırdı ve baktı ki sema ahalisinin arasında Âdem (aleyhisselam) ile Nuh (aleyhisselam) bulunmaktaydı. İşte o gün, Yüce Allah Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şerefini, yeryüzü ve gökyüzü ahalisine karşı kemâle erdirmiştir." Ebû Nuaym Delâil'de, Muhammed b. el-Hanefiyye'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mirâc'a çıkarıldığı zaman semanın bir yerine ulaştı ve durdu. Yüce Allah semadan bir melek gönderdi ve bu melek semada daha önce hiç durmadığı bir yerde durdu. Sonra meleğe: “Ona ezanı öğret" denildi. Melek: “Allahu ekber, Allahu ekber" deyince, Allah: “Kulum doğru söyledi, ben en büyüğüm" buyurdu. Sonra melek: “Eşhedu en la ilahe illalah" deyince, Allah: “Kulum doğru söyledi, benden başka ilah yoktur" buyurdu. Melek: “Eşhedu enne Muhammeden Resûlullah" deyince, Allah: “Kulum doğru söyledi, ben Muhammed'i elçi olarak gönderdim, onu seçtim ve onu emin kıldım" buyurdu. Melek: “Hayya ale's-salat" deyince, Allah: “Kulum doğru söyledi ve insanları farzıma davet etti. Bu farz, ecrini Allah'tan ümid ederek yerine getiren kişinin günahları için kefaret olur" buyurdu. Melek: “Hayya alel-felah" deyince, Allah: “Kulum doğru söyledi. Ben onu farz kıldım, sayılarını ve vakitlerini bildirdim" buyurdu. Sonra Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yaklaş!" denilince, yaklaştı ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sema halkını gördü. Sonra da Yüce Allah bütün mahlûkata karşı onun şerefini kemâle erdirdi. ibn Merdûye'nin Hazret-i Aişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) "İsrâ gecesi semaya çıkarıldığım zaman Cibrîl ezan okudu. Melekler kendileriyle namaz kılacağını sandılar. Cibrîl, beni öne yaklaştırdı ve imam olup meleklerle beraber namaz kıldım" buyurdu. Taberânî M. el-Evsat'ta İbn Ömer'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi semaya çıkarıldığı zaman ona ezan vahyolundu. Tekrar geri indiğinde Cibrîl kendisine ezanı öğretti. İbn Merdûye, Ali'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi semaya çıkarıldığı zaman kendisine ezan öğretildi. Sonra namaz farz kılındı. İbn Merdûye, Enes'ten bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi semaya çıkarıldığı zaman namaz farz kılındı. Ahmed, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Allah, Peygamberine elli vakit namazı farz kıldı. Ancak Rabbinden hafifletmesini isteyince elli vakti beş vakit kıldı. Ebû Dâvııd ve Beyhakî, İbn Ömer'den bildiriyor: İlk olarak namaz elli vakit, cenabetlikten gusletmek ve idrarlı elbiseyi yıkamak yedi defaydı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), namaz beş vakit, cenabetlikten gusül ve idrarlı elbiseyi yıkamak bir defa oluncaya kadar Rabbinden hep hafifletmesini istedi. Müslim, Tirmizî, Nesâî ve İbn Merdûye, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi çıkarıldığında Sidretü'l-Münteha'ya götürüldü. Burası yeryüzünden semaya çıkarılanların gidebileceği en son yerdir. Başka bir lafızda: “Yeryüzünden çıkan ruhlardan bir şey alınacaksa oradan alınır" şeklindedir- "Bir üstten gelenler de oraya iner, oradan alınırlar. Yüce Allah şöyle buyurur: “Sidreyi bürüyen bürümüştü" Bunlar altından kelebeklerdir. İsrâ gecesinde Resûlullâh'a (sallallahü aleyhi ve sellem) beş vakit namaz, Bakara Sûresinin son âyetleri ve Yüce Allah'a şirk koşulmadıktan sonra büyük günahların bağışlanması verildi. Taberânî'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi çıkarıldığım zaman Sidretü'l-Münteha'ya götürüldüm. Oradaki kirazlar büyük küpler gibi iriydi" buyurdu. İbn Merdûye, Enes'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Sidretü'l- Münteha'ya çıkarıldığı zaman oraya sığınan altın kelebekler gördü. İbn Merdûye'nin, Esmâ binti Ebî Bekr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Sidretü'l-Münteha'yı vasfederken: “Orada altın kelebekler bulunmaktadır. Meyveleri büyük küpler, yaprakları ise fil kulağı gibidir" buyurmuştur. Kendisine: “Yâ Resûlallah! Orada ne gördün?" diye sorduğumda: “Yanında onu gördüm" buyurdu. Yani Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) orada yüce Rabbini görmüştür. İbn Mâce ve İbn Merdûye'nin, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi çıkarıldığım zaman yanından geçtiğim her melek topluluğu mutlaka: «Ey Muhammed! Ümmetine hacamat yaptırmalarını emret» dediler" buyurdu. Ahmed, İbn Mâce, Hâkim ve İbn Merdûye'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi çıkarıldığım zaman yanından geçtiğim her melek topluluğu mutlaka bana: «Hacamat yaptırmaya devam et» dediler" buyurdu. Başka bir lafızda ise: “Ümmetine hacamat yapmalarını emret" şeklindedir. İbn Merdûye'nin, Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi çıkarıldığım zaman yanından geçtiğim her melek topluluğu mutlaka bana hacamat yapmamı emretti" buyurdu. İbn Merdûye'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “İsrâ gecesi çıkarıldığım zaman Yüce Allah beni Yecüc ve Mecüc'ün yanına gönderdi. Onları Allah'ın dinine ve ibadetine davet ettim. Ancak onlar davetime icabet etmeyi kabul etmedi. Onlar Âdem'in ve İblis'in asi olan çocuklarıyla beraber Cehennemdedirler. " Saîd b. Mansûr, İbn Sa'd, M. el-Evsat'ta Taberânî ve İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi geri döndüğü zaman Tuva denilen yerde iken Cibrîl'e: “Ey Cibrîl! Kavmim bana inanmayacaktır" deyince, Cibrîl: “Sıddîk olan Ebû Bekr seni doğrulayacaktır" karşılığını verdi. Hâkim, İbn Merdûye ve Delâil'de Beyhakî, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi Mescidu'l-Aksa'ya götürüldüğü zaman, sabahlayınca bu gecede yaşadıklarını insanlara anlatmaya başladı. Daha önce kendisine iman edip te inanmış olan kişilerden bir kısım mürted oldular. Bu şekilde Ebû Bekr'e gittiler ve: “Arkadaşına ne oluyor da bir gecede Beytü'l-Makdis'e gidip geldiğini iddia ediyor" dediler. Ebû Bekr: “Kendisi mi öyle dedi?" diye sorunca: “Evet, kendisi dedi" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Ebû Bekr: “Evet, eğer öyle dediyse doğru söylemiştir" dedi. Bu kişiler: “Sen onun bu gece Beytü'l-Makdis'e gittiğine ve sabah olmadan geri döndüğüne inanıyor musun?" dediklerinde: “Evet, ben bundan daha uzak (ihtimalli) olan şeyleri de kabul ediyorum. Ben onun göklerden sabah veya akşam vakti getirdiği haberleri de tasdik ediyorum" dedi. Ebû Bekr bu sebeple es-Sıddîk diye adlandırılmıştır. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Nesâî, Bezzâr, Taberânî, İbn Merdûye, Delâil'de Ebû Nuaym, el-Muhtâre'de Diyâ ve İbn Asâkir sahih bir isnâdla İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi Beytü'l-Makdis'e. götürüldüğüm zaman Mekke'de sabahladım. Tek kaldım ve insanların beni yalanlayacağını bildim. Ayrı bir yerde üzüntülü bir şekilde oturdum" buyurdu. Ebû Cehl, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip oturdu ve alay edercesine: “(Yeni) bir şeyler var mı?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet" deyince: “Ne var?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu gece götürüldüm" buyurdu. O: “Nereye?" diye sorunca: “Beytü'l-Makdis'e" karşılığını verdi. Ebû Cehl: “Sonra da yanımızda sabahladın öyle mi?" deyince, Allah Resûlü: “Evet, öyledir" buyurdu. Ebû Cehl, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kavmini çağırdığında anlattıklarını inkâr eder korkusuyla inanmadığını bildirmek istemedi. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer kavmini çağırırsam bana anlattıklarını onlara da anlatır mısın?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet, anlatırım" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ebû Cehl: “Ey Ka'b b. Luey oğulları topluluğu!" diye çağırınca meclisler boşalıp yanına toplandı. Sonra Ebû Cehl: “Bana anlattıklarını kavmine de anlat" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu gece götürüldüm" buyurdu. Oradakiler: “Nereye götürüldün?" diye sorunca: “Beytü'l-Makdis'e götürüldüm" cevabını verdi. Onlar: “Sonra da burada, yanımızda sabahladın öyle mi?" deyince: “Evet" cevabını verdi. Kimisi şaşkınlıktan ellerini şaklatarak, kimisi de elini başına koyarak: “Bize oradaki Mescid'in (Mabedin) özelliklerini söyler misin?" dediler. Orada bulunanların içinde Beytü'l-Makdis'e gidenler de vardı." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben oradaki Mescid'in özelliklerini saymaya başladım. Bazı yerleri bana kapalı gelince Beytü'l-Makdis(in görüntüsü) getirildi ve Ukayl veya İkâl'ın evinin beri tarafına konuldu. Ben de oraya bakarak orayı kendilerine tek tek anlattım" buyurdu. Bunun üzerine onlar: “Vallahi doğru anlattı" dediler. Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr'in, Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Kureyş bir gecede Beytü'l-Makdis'e götürüldüğümü yalanlayınca Hicr denilen yerde ayağa kalktım. Yüce Allah önümde Beytü'l-Makdis'i tecelli ettirdi ve ben ona bakarak oranın göze çarpan özelliklerini kendilerine saymaya başladım" Ebû Nuaym Delâil'de Urve'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gecede Beytü'l-Makdis'e gidip geldiğini söyleyince Kureyş'liler: “Bizim neyimizin kaybolduğunu söyle ve söylediklerini doğrulayan bir delil göster" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Giysi yüklü boz bir deveniz kayboldu" dedi. Kervan geldiği zaman: “Bize devenin üzerinde daha önce neler bulunduğunu haber ver" dediler. Bunun üzerine Cibrîl devenin üzerinde daha önce olan şeylerin tümünü önüne serdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara bakarak daha önce üzerinde olanları saydı. Kureyş'liler de ayakta Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bakıyordu. Bundan sonra da şüpheleri ve yalanlamaları daha da arttı. Beyhakî Delâil'de Süddî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi götürüldüğü zaman kervandaki kişileri ve kervanda olanları kavmine haber verince: “Kervan ne zaman gelecektir?" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Çarşamba günü gelecektir" buyurdu. O gün kavim toplandı ve kervanı beklemeye başladı. Cün bitmek üzereydi, ama kervan gelmemişti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) günün bir saat daha uzaması için dua etti. Bunun üzerine Güneş hapsedildi (bir saat daha batmadı). Güneş sadece işte o gün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) için ve daha önce zorbalarla savaşan Yûşa b. Nûn için hapsedilmiştir (durdurulmuştur). İbn Ebî Şeybe Musannef’te ve İbn Cerîr, Abdullah b. Şeddâd'dan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi götürüldüğü zaman kendisine katırdan daha küçük ve eşekten daha büyük adımını gözünün gördüğü son yere kadar atabilen bir binek getirildi. Ona Burak deniliyordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklerin kervanıyla karşılaşınca kervan ürktü. Bunun üzerine müşrükler: “Hey oradakiler, kim var orada?" demeye başladılar. Sonra: “Kimsenin olduğunu görmüyoruz. Bu olsa olsa bir rüzgardır" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Beytü'l-Makdis'e varınca kendisine birinde şarap, diğerinde süt olan iki kap verildi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sütü tercih edince, Cibrîl: “Sen ve ümmetin hidayete erdirildiniz" dedi. İbn Sa'd ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Vâkıdî, Ebû Bekr b. Abdillah b. Ebî Sebre ve başkaları şöyle anlattılar: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Rabbinden kendisine Cenneti ve Cehennemi göstermesini isterdi. Hicretten on sekiz ay önce Ramazan ayının bitmesine on yedi gün kala Cumartesi günü Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) evinde öğle vakti uyurken yanına Cibrîl ve Mikâil geldi. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'tan istediğin şey için git" dediler. Sonra ikisi onu alıp Makam ve Zemzem'in arasında bir yere götürdüler. Oradan da Mirâc'a çıkardılar. Bir de baktı ki kendisi en güzel bir manzarayla karşı karşıya. Sora semaları teker teker çıkarmaya başladılar. Semalarda peygamberleri gördü. Sidretü'l-Münteha'ya geldiği zamanda Cennet ve Cehennemi gördü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yedinci semaya çıktığım zaman kalem seslerinden başka bir şey duymadım" buyurdu. Orada beş vakit namaz farz kılındı. Sonra Cibrîl inip beş vakit namazı Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber vakitlerinde kıldı. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi götürüldükten sonra kokusu damat kokusu gibi oldu. Hatta damat kokusundan da bile daha güzel oldu" dedi. İbn Merdûye, Cibr'den bildiriyor: “Süfyân es-Sevrî'ye İsrâ gecesi sorulunca: “(Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) o gece) vücuduyla götürüldü" dedi. Ebû Nuaym Delâil'de Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir mektup yazarak Dıhye el-Kelbî'yi Kayser'e gönderdi. Dıhye, Kayser'le Humus'ta karşılaştı. Kayser mektubu okutmak için tercümanı çağırdı. Mektup: “Allah'ın Resulü Muhammed'den, Rum kralı Kayser'e" şeklinde başlıyordu. Kayser'in kardeşi hiddetlenerek: “Mektuba senin isminden önce kendi ismiyle başlayan, seni Rum sahibi diye adlandıranı ve krallığını zikretmeyeni görüyor musun?" dedi. Kayser: “Vallahi senin küçük bir ahmak ve büyük bir deli olduğunu bilmiyordum. Daha içinde ne olduğuna bakmadan mektubu yakmamı mı istiyorsun? Eğer dediği gibi Allah'ın Resûlüyse kendi ismiyle başlaması benim ismimle başlamasından daha haktır. Eğer beni Rum kralı olarak adlandırdıysa doğru söylemiştir. Çünkü ben onların kralı ve sahibiyim. Hakikatte onlara malik değilim. Allah onları emrime vermiştir. Eğer Allah dilerse onları bana musallat eder" dedi. Sonra Kayser mektubu okutarak: “Ey Rum topluluğu! Sanırım ki bu adam İsa b. Meryem'in bize müjdelediği son Peygamberdir. Kesin olarak böyle olduğunu bilsem, derhal onun yanına kadar giderek kendisine bizzat hizmet eder, onun uzuvlarından akan abdest suyunu ellerime akıtırdım" dedi. Bunun üzerine Rumlar: “Biz kitap ehli durmuşken Allah Peygamberi ümmî bedevilerden göndermez" dediler. Kayser: “Asıl hidayet yanımdadır. Aramızda İncîl vardır. İncîl'i getirelim ve bakalım. Eğer bu kişi o Peygamberse ona tâbi olalım. Eğer değilse eskiden olduğu gibi her mührün yerine bir mühür vurur ve onu tekrar yerine koyarız" dedi. O zaman İncîl'in üzerinde on iki mühür bulunuyordu. Her hükümdar onun üzerine altından bir mühür vurarak, açılıp okunmamasını tembihleyerek bir sonraki hükümdara teslim etmiş, o da bir mühür vurarak kendisinden sonrakine teslim etmiş böylece, Kayser'e gelinceye kadar on iki mühür vurulmuştu. Yani İncîl'in açılması, okunması kesinlikle yasak ve haramdı. Eğer açıp okuyacak olurlarsa, dinlerinin elden gideceğine, devletlerinin de temelinden yıkılacağına inanıyorlardı. Kayser İncîl'in getirilmesini emretti, üzerindeki mühürlerin onbir tanesini açtırdı. Sıra son mührün açılmasına gelince papazlar, Hıristiyanların ileri gelenleri ve patrikler giysilerini parçalayıp yüzlerini yumruklayarak saçlarını yoldular. Kayser: “Size ne oluyor?" deyince, onlar da: “Bu gün senin hükümdarlığın yerle bir olup kavmin dinini değiştirecektir!" dediler. Kayser: “Asıl hidayet yanımdadır" dedi. Onlar: “Bunun doğru olup olmadığını araştırıp ona yazalım ve ne olacağına bakalım" dediler. Kayser: “Bu konuyu kime soracağız?" deyince: “Bu konuyu soracağımız kişiler Şam'da pek çoktur" dediler. Kayser bu konuyu sormaları için Şam'a elçiler gönderdi. Bunun üzerine Ebu Süfyan ve arkadaşları Kayser'in huzurunda toplandılar. Kayser: “Ey Ebu Süfyan! İçinizden peygamber olarak gönderilen bu adam hakkında bize bilgi ver" dedi. Ebu Süfyan elinden geldiğince meseleyi küçümseyerek: “Ey kral! Onun durumu senin için büyük bir şey değildir. Biz onun hakkında: «Bu kişi sihirbaz, şair ve kâhindir» demekteyiz" dedi. Kayser: “Canım elinde olana yemin olsun ki daha önceki peygamberlere de öyle denmekteydi. Sen bize aranızdaki konumundan haber ver" deyince, Ebu Süfyan: “O aramızda nesep olarak orta bir ailedendir" dedi. Kayser: “Daha önce de Allah, peygamberleri nesep olarak vasat olan ailelerden gönderirdi. Bize arkadaşlarından haber ver" deyince, Ebu Süfyan: “Onun arkadaşları kölelerimiz, gençlerimiz ve sefihlerimizdir. İleri gelenlerimizden ona kimse uymamaktadır" dedi. Kayser: “Vallahi peygamberlerin ashâbı da hep böyledir. Ancak büyükler ve liderler gurur ederek tâbi olmaktan kaçınmışlardır. Sen bana ashabının dinine girdikten sonra ondan ayrılıyorlar mı onu haber ver" dedi. Ebu Süfyan: “Hayır onlardan hiç kimse kendisinden ayrılmış değildir" karşılığını verdi. Kayser: “Sizden onun dinine hâlen girenler var mı?" deyince: “Evet, vardır" cevabını verdi. Kayser: “Siz bana onun hakkında daha da basiretli olmamı sağladınız. Canım elinde olana yemin olsun ki, bu kişi yakın zamanda benim tahtıma da hâkim olacaktır. Ey Rum topluluğu! Gelin bu kişinin davet ettiği şeye tâbi olalım ve ondan Şam'ı işgal etmemesini isteyelim. Çünkü hiçbir peygamber yoktur ki, krallara, Allah'a davet eden bir mektup yazdığı zaman onlar da davete icabet eder de ondan bir şey isterlerse mutlaka onlara isteklerini verir. Gelin bana itaat edin" dedi. Bunun üzerine onlar: “Biz sana bu konuda asla itaat etmeyeceğiz" dediler. Ebu Süfyan: “Vallahi! Onu, Kayser'in gözünde küçük düşürecek sözler söylememe engel olan, onun yanında yalan söyleyip te yalanımı anlayıp bana inanmamasından korkmamdır. Sonra onun İsrâ gecesinde götürüldüğünü hatırladım ve: “Ey kral! Ben sana ondan öyle bir haber vereceğim ki onun yalancı olduğunu anlayacaksın" dedi. Kayser: “Neymiş o?" diye sorunca: “O bir gecede bizim topraklarımızdan yani Haram'dan (Mekke'den), sizin bu Mescidinize (Mabedinize) geldiğini ve sabah olmadan tekrar geri döndüğünü iddia ediyor" dedi. Kayser'in yanında bulunan Kudüs Patriklerden biri: “Ben o geceyi biliyorum" deyince, Kayser ona bakıp: “Bu gece hakkındaki bilgin nedir?" diye sordu. Patrik şöyle devam etti: “Ben hergece Mescid'in kapılarını kapatırdım. İşte o gece bir kapı dışında Mescid'in bütün kapılarını kapattım. O kapıyı kapatamamıştım. Oradaki hizmetçilerden ve orada bulunan başka kişilerden yardım almamıza rağmen yine o kapıyı kapatamadık. Ne kadar uğraştıysak bir türlü o kapıyı kapatamadık. Sanki bir dağla uğraşıyor gibiydik. Çağırdığım marangozlar ona bakıp: “Ya kapının üstü çökmüş ya da bina oturmuştur. Şimdi bunu kapatamayız. Yarın sabah neden kapanmadığına bakarız" dediler. Ben de onu açık bırakıp gittim. Sabah vakti geri geldiğim zaman kapının köşesindeki taşın delinmiş olduğunu gördüm. Birde oraya bağlanmış bir binek izi vardı. Arkadaşlarıma: “Bu gece kapı bir peygamber için kapanmamıştır ve bu peygamber bu gece Mescid'de namaz kılmıştır" dedim. Kayser: “Ey Rum topluluğu! Siz, İsa ve kıyamet arasında bir peygamberin daha olduğunu bilmiyor musunuz? İsa sizi onunla müjdelemedi mi? İşte bu peygamber, İsa'nın müjdelediği peygamberdir. Davet ettiği şeyde ona tâbi olun" dedi. Kayser, toplumun bu konudaki nefretini görünce: “Ey Rum topluluğu! Kralınız sizi sınamak ve dininize bağlılığınızı öğrenmek için öyle bir şeye davet etti. Siz kralınızın yüzüne karşı ona sövüp sayarak dininizden asla geri dönmeyeceğinizi gösterdiniz" dedi. Bunun üzerine Kayser'e secdeye kapandılar. Vâsıtî, Fedâilu Beyti'l-Makdis'te Ka'b'dan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi götürüldüğü zaman Burak denilen binek daha önce peygamberlerin kendisini durdurduğu yerde durdu. Sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bîr peygamberin girdiği kapıdan İçeri girdi. Cibrîl (aleyhisselam) önünde gidiyordu. Ona Güneş'in ışıldaması gibi bir ışık oldu. Cibrîl biraz daha öne geçti. Sonra Cibrîl kayanın yanında durup ezan okuyunca, melekler gökyüzünden indiler ve Allah, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün peygamberleri diriltip topladı. Sonra namaz için kamet getirildi ve Cibrîl az daha öne yaklaştı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), melekler ve diğer peygamberlere imam olup namaz kıldı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğu yerden biraz daha ileriye gidince kendisine altından ve gümüşten iki merdiven getirildi. Bu (merdiven) de Mi'râc'tır. Sonra Cibrîl ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) semaya çıktılar. Vâsıtî, Beytü'l-Makdis'in müezzini Ebû Huzeyfe vasıtasıyla ninesinden bildiriyor: Ka'b'ın, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımı Safiyye'ye: “Ey müminlerin annesi! Burada namaz kıl. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi götürüldüğü zaman peygamberlerle beraber burada namaz kılmıştır" dediğini gördüm. Sonra Ebû Huzeyfe eliyle işaret ederek kayanın arkasındaki kubbeyi gösterdi. Vâsıtî, Velîd b. Müslim'den bildiriyor: Yaşlılarımızdan bazı kişilerin bana anlattığına göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi Beytü'l-Makdis'e götürüldüğü zaman, Mescid'in sağında ve solunda yükselen iki nur vardı. Sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti: “Ey Cibrîl! Bu iki nur da neyin nesidir?" dediğimde: «Sağında olan kardeşin Davud'un mihrabıdır. Solunda olan ise ablan Meryem'in mezarının üstünde olandır» karşılığını verdi." İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Hasan b. Ebi'l-Hasan'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Ben odamda uyurken Cibrîl geldi ve beni ayağı ile dürttü. Kalkıp oturduğumda kimsenin olmadığım gördüm. Tekrar uzandığımda bir daha geldi ve beni ayağıyla dürttü. Yine kalkıp oturduğumda kimsenin olmadığını gördüm. Tekrar yerime uzandığımda, Cibrîl yine beni ayağıyla dürttü ve kalkıp oturdum. O kollarımdan tutunca onunla beraber kalktım. Beni Mescid'in kapısına götürdü. Bir de baktım ki, eşekten daha büyük, katırdan daha küçük beyaz bir binek. Onun baldırlarında onu hızlı götüren iki kanadı vardı. O ellerini gözünün gördüğü son yere kadar atıyordu. Cibrîl beni ona bindirdi ve yola çıktık. İkimiz de birbirimizi geçmiyorduk." İbn Ebî Hâtim, Süddî vasıtasıyla Ebû Mâlik ve Ebû Salih'ten bildiriyor: İbn Abbâs ve Murre el-Hemdânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Kulu Muhammed'i geceleyin, Mescid-i Haram'dan kendisine bazı âyetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescid- i Aksâ'ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz ki her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla gören O'dur" âyetini açıklarken şöyle dedi: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mekke'de iken Cibrîl yanına geldi ve kendisini Burak'a bindirip Beytü'l-Makdis'e götürdü. Yolun bir kısmını gittikten sonra devesini sağan Ebû Süfyan'a rastladı. Deve, Burak'ın sesi ile ürktü ve sütü döktü. Bunun üzerine Ebû Süfyan deveyi ürküten kişiye sövdü. Bir de boz bir deve ürküp kaçmıştı. Deve sulak bir yere kaçınca Ebû Süfyan ve yanındakiler onu arayıp buldular ve aldılar. Sonra bir vadiye uğradılar. Orada Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) misk kokusu gibi bir koku esti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Cibril'e: “Ey Cibrîl! Bu koku da nedir?" diye sorunca: “Bunlar, Allah yolunda ateşle yakılan Müslüman bir ailenin kokusudur" karşılığını verdi. İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. Havâle el-Ezdî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâ gecesi meleklerin taşıdığı beyaz bir direk gördüm. Bu direk sanki inciden bir direkti. Onlara: «Ne taşıyorsunuz?» dediğimde: «İslam direğini taşıyoruz. Onu Şam'da dikmekle emrolunduk» karşılığını verdiler. İbn Ebî Hâtim bildirdiğine göre Katâde: “Kulu Muhammed'i geceleyin, Mescid-i Haram'dan kendisine bazı âyetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescid- i Aksâ'ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir.." âyetini açıklarken: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi Ebû Tâlib'in evinden götürülmüştür" dedi. İbn İshâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vücudu yerinden kaybolmadı. Allah, sadece onun ruhunu Mirâc'a çıkardı" dedi. İbn İshâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muâviye b. Ebî Süfyan'a, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi götürülmesi konu sorulunca: “Bu, Allah tarafından Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gösterilmiş doğru bir rüyadır" dedi. İbnü'n-Neccâr'ın Târih'te Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Cibrîl, bana Burak'la geldi" buyurunca, Ebû Bekr: “Yâ Resûlallah! Ben onu gördüm" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bana onu vasfet" deyince: “O deve gibiydi" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Doğru söyledin, sen onu görmüşsün ey Ebû Bekr!" buyurdu. Hatîb'in, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman, Rabbim beni yanına aramızda iki yay aralığı hatta daha az bir mesafe, hayır daha da az bir mesafe kalana kadar yaklaştırdı. Bana duayı öğretti ve: «Ey Muhammed!» buyurdu. Ben: «Emrindeyim» deyince: «Seni son peygamber kılmam üzdü mü?» diye sordu. Ben: «Hayır, ey Rabbim! Üzmedi» deyince: «Ümmetini son ümmet kılmam onları üzdü mü?» diye sordu. Ben yine: «Hayır, ey Rabbim! Üzmedi» dedim. Bunun üzerine Rabbim: «Ümmetine benden selam söyle ve onları son ümmet kılmamın sebebinin diğer ümmetlerin ayıplarını yanlarında teşhir edip kendilerinin ayıplarım diğer ümmetlerin yanında teşhir etmemem için olduğunu haber ver» buyurdu." Taberânî'nin Ümmü Hâni'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi götürüldüğü zaman: “Ben Kureyş'e gidip (olanları) haber vereceğim" buyurdu ve öyle yapıp haber verdi. Kureyşliler Resûlullah'l (sallallahü aleyhi ve sellem) yalanladı. Ancak Ebû Bekr O'nu tasdik etti. İşte o gün Ebû Bekr, «Sıddîk» diye adlandırıldı. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Şihâb der ki: İbnu'l-Müseyyeb ve Ebû Seleme b. Abdirrahman bana dediler ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi İbrâhîm'in kendisiyle Beytü'l-Haram'ı ziyaret ettiği atı Burak ile götürüldü. O, adımlarını gözünün gördüğü son yere kadar atıyordu. Giderken vadilerden bir vadide Kureyş'lilerin bir kervanıyla karşılaşmış ve kervan ürkmüştü. Üzerinde biri siyah, biri mavi olan iki çuvalın bulunduğu bir deve gördü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Kudüs'e vardığı zaman, kendisine birinde şarap, birinde süt olan iki bardak verildi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) süt bardağını alınca Cibrîl: “Fıtrata hidayet edildin. Eğer şarap bardağını alsaydın ümmetin sapıtırdı" dedi. İbn Şihâb der ki: İbnu'l-Müseyyeb bana şöyle haber verdi: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) orada İbrâhîm, Musa ve İsa'yı gördü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları vasıflandırarak şöyle buyurdu: “Musa iri başlı biri idi. Şenûe adamlarına benziyordu. İsa ise kızıl bir kişiydi. Sanki Dimyâs'tan çıkmıştı. Gördüğüm kadarıyla ona en fazla benzeyen kişi Urve b. Mes'ûd es-Sekafi'dir. İbrahim'e gelince çocuklarından ona en fazla benzeyen benim" buyurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) geri döndüğü zaman Kureyş'lilere İsrâ gecesi götürüldüğünü anlattı. Müslüman olmuş kişilerden birçok kişi mürted oldu. Ebu Seleme der ki: “Ebû Bekr es-Sıddîk gelince ona: «Arkadaşın için ne dersin? O bir gecede Beytü'l-Makdis'e gidip geri geldiğini iddia ediyor" dediler. Ebû Bekr: “O mu böyle dedi?" diye sorunca: “Evet o öyle dedi" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Ebû bekr: “Eğer öyle dediyse ben ona şahitlik ederim" dedi. Kureyş'liler: “Bir gecede Şam'a gidip geldiğinemi şahitlik ediyorsun?" dediklerinde: “Ben bundan (gerçeklik ihtimali) daha uzak olan semadan haber getirmesini de tasdik ediyorum" cevabını verdi. Abdurrezzâk'ın Musannef’te İbn Cüreyc'ten bildirdiğine göre Nâfi' b. Cübeyr ve başkaları şöyle dediler: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ gecesi semaya götürüldüğü zaman sabahlayınca kendisini sadece Cibrîl gözetiyordu. Güneş zeval vaktini geçtikten sonra Cibrîl indi. Bu sebeple de ilk (öğle) namaz(ı) diye adlandırıldı. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) emri üzeri insanlara: “Cemaat namazı!" diye çağrıldı. İnsanlar toplanınca, Cibrîl, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem), Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de insanlara imam olup namaz kıldırdı. İlk iki rekatı uzatıp son iki rekatı kısalttı. Cibrîl, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) Selam verince Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de insanlara selam verdi. Sonra ikindi namazında öğle namazı gibi yaptılar. Sonra gecenin başlangıcında Cibrîl indi ve: “Cemaat namazı!" diye çağrıldı. Cibrîl, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem), Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de insanlara imam olup namaz kıldırdı. İlk iki rekatı uzatıp son rekatı kısalttı. Cibrîl, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) selam verince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de insanlara selam verdi. Sonra gecenin üçte biri geçince Cibrîl indi ve: “Cemaat namazı!" diye çağrıldı. Cibrîl, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem), Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de insanlara imam olup namaz kıldırdı. İlk iki rekatı uzatıp sesli okudu ve son iki rekatı kısalttı. Cibrîl, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) selam verince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de insanlara selam verdi. Sonra tan ağardığı zaman Cibrîl indi ve: “Cemaat namazı!" diye çağrıldı. Cibrîl, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem), Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de insanlara imam olup namaz kıldırdı. İki rekatı da uzatıp yüksek sesle okudu. Cibrîl, Hazret-i peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) selam verince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de insanlara selam verdi. Ebû Bekr el-Vâsitî Fedâilu Beytü'l-Makdis'te Ali b. Ebî Tâlib'ten bildiriyor: Önce bütün yeryüzü su idi. Allah bir rüzgar gönderdi ve suyu silip özünü çıkararak onu dört parçaya böldü. Bir parçasından Mekke'yi, bir parçasından Medine'yi, bir parçasından Beytü'l-Makdis'i ve bir parçasından Kûfe'yi yarattı. el-Vâsitî, Vehb b. Münebbih'ten bildiriyor: Dâvud (aleyhisselam) İsrâil oğullarının sayılarını öğrenmek diledi. Bunun üzerine seçilmiş ve bilgin kişileri, sayılarının kaça ulaştığını öğrenip kendisine bildirmeleri için gönderdi. Allah kendisini bundan dolayı kınadı ve: “İbrâhîm'in zürriyetini karıncalar gibi sayılmayacak kadar çoğaltacağımı biliyorsun. Buna rağmen onların sayılarını öğrenmek mi istiyorsun? Onlar sayılamayacak kadar çokturlar. Size üç yıl açlık belası vermem veya düşmanı size üç ay musallat etmem veya üzerinize üç gün ölüm vermem arasında bir tercihte bulunun" buyurdu. Bunun üzerine Dâvud (aleyhisselam) İsrail oğulları arasında istişare edince, İsrâil oğulları: “Biz üç yıl açlığa veya üç ay düşmana karşı dayanamayız" dediler. Onların son seçenekten başka bir şeyleri de kalmadı. Eğer bu üç şeyden biri mutlaka olacaksa öldürmek Allah'ın elindedir. Başka kimsenin elinde değildir. Bir saat içinde onlardan sayıları bilinmeyecek kadar binlerce kişi öldü. Dâvud (aleyhisselam) bunu görünce ölenlerin çok olması kendisine ağır geldi. Allah'a: “Ey Rabbim! Ekşiyi yiyen benim. Ancak İsrâil oğullarının dişleri kamaşmaktadır. Ben bunu istedim ve onlara İsrâil oğullarını saymalarını emrettim. Eğer bir şey olacaksa bana olsun. İsrâil oğullarını affet" diye dua etti. Allah duasını kabul buyurdu ve üzerlerinden ölümü kaldırdı. Dâvud (aleyhisselam), o sırada meleklerin ellerindeki sıyrılmış kılıçlarını, kınlarına sokarak bir kayadan altın bir merdivenle semaya çıktıklarını görünce: “Burası, Allah için mescid veya kutsal bir bina inşa edilecek yerdir" dedi. Böyle bir şeyi inşa etmeye kalkışınca, Yüce Allah ona: “Bu mukaddes bir evdir. Oysa sen ellerini kana buladın. Bu binayı yapamazsın. Fakat senden sonra kandan koruyacağım Süleyman adında bir oğlun olacaktır" diye vahiy etti. Süleyman (aleyhisselam) kral olunca bu binayı yüksek bir yapı olarak inşa etti. Süleyman (aleyhisselam) bu binayı inşa etmek isteyince şeytanlara: “Allah bize taşlarını demirle kesmeyeceğimiz bir bina inşa etmemizi emretti" dedi. Şeytanlar: “Buna, denizde bir maşrabası olan şeytandan başka kimsenin gücü yetmez" dediler. Gittiler ve onun maşrabasındaki suyu boşaltıp içkiyle doldurdular. Şeytan gelip onu içmek isteyince bir kokusu olduğunu hissetti ve bir şeyler deyip içmedi. Sonra susuzluğu artınca gelip onu içti. Onu aldılar ve geri dönerlerken yolda sarımsağı soğanla satan (sarımsak verip soğan alan) biriyle karşılaştılar. Bunu gören şeytan güldü. Sonra kâhinlik yapan bir kadınla karşılaştılar. Şeytan yine güldü. Süleyman'ın (aleyhisselam) yanına geldiklerinde şeytanın gülmesini haber verdiler. Süleyman (aleyhisselam) ona gülmesinin sebebini sorunca, o: “İlacı verip hastahk alan biriyle karşılaştım. Sonra ayaklarının altında hazine gömüldüğünü bilmeyen bir kâhinle karşılaştım" dedi. Süleyman (aleyhisselam) ona binayı nasıl inşa edeceklerini sorunca: “Sığırların taşıyamayacağı kadar bakırdan büyük bir kazan getirin ve onu kartalların yavrularının üzerine koyun" dedi. Öyle de yaptılar. Kartal geldiği zaman yavrularına ulaşamamıştı. Kartal gökyüzünde yükseldi ve ağzında bir çöple gelip çöpü kazanın üstüne attı. Kazan da ikiye yarıldı. Onlar da o çöpü alıp taşları onunla kestiler. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Salim Ebu'n-Nadr der ki: Hazret-i Ömer zamanında Müslümanlar çoğalınca Mescid kendilerine dar gelmeye başlamıştı. Bunun üzerine Ömer, Abbâs b. Abdilmuttalib'in evi ve müminlerin annelerinin odaları dışında Mescid'in etrafındaki bütün evleri satın aldı. Ömer, Abbâs'a: “Ey Ebû'l-Fadl! Müslümanların mescidi kendilerine dar gelmeye başlamıştır. Mescid'i genişletmek için senin evin ve müminlerin annelerinin odaları dışında Mescid'in etrafındaki bütün evleri satın aldım. Müminlerin annelerinin odalarını almamızın imkânı yoktur. Ancak sen bize Beytü'l- Mal'dan ödenmek üzere evini bize istediğin bir fiyata sat ta Mescid'i genişletelim" dedi. Abbâs: “Ben satmayacağım" karşılığını verince, Ömer: “Şu üç şeyden birini tercih et. Ya Beytü'l-Mal'dan ödenmek üzere istediğin fiyata bize evi satarsın, ya Medine'de istediğin bir yerde sana Beytü'l-Mal'ın parasıyla bir ev inşa ederiz, ya da evini müslümanlara tasaddukta bulunursun ve onlara Mescid'i genişletiriz" dedi. Abbâs: “Hayır hiçbirini yapmayacağım" karşılığını verdi. Ömer: “İstediğin kişiyi aramızda hakem kıl" deyince Abbas: “Ubey b. Ka'b hakem olsun" dedi. Bunun üzerine Ubey'in yanına gidip durumu anlattılar. Ubey: “Eğer isterseniz size Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) işittiğim bir hadisi anlatayım" deyince: “Anlat" dediler. Ubey şöyle devam etti: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: “Yüce Allah, Davud'a: «Bana içinde anılacağım bir ev inşa et» diye vahiy edince, işte burayı Beytü'l-Makdis'i inşa etti. Ancak mescidin bir köşesi İsrâil oğullarından bir kişinin evinin köşesine kadar geliyordu. Dâvud, bu kişiden o yeri kendisine satmasını istemiş, ama o bunu kabul etmemişti. Dâvud içinden orayı (zorla) almayı geçirdi. Bunun üzerine Yüce Allah: «Ey Dâvud! Bana içinde zikredileceğim bir ev inşa etmeni emrettim. Bu evin içine gasp karıştıracaksın. Gasbetmek benim şanımdan değildir. Ceza olarak onu sen inşa etmeyeceksin» diye vahyetti. Dâvud: «Ey Rabbim! Çocuklarım onu inşa edecek mi?» deyince, Rabbi: «Çocukların inşa edecek» diye vahyetti." Ömer, Ubey'in giysisinin eteklerini tutarak: “Ben sana bir şeyle geldim, sen daha büyük bir şey çıkardın. Dediğinden geri döneceksin" dedi ve onu Mescid'e kadar getirdi. İçinde Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından Ebû Zer'in bulunduğu bir halkaya gidip: “Allah için soruyorum. Allah'ın, Beytü'l-Makdis'i, Dâvud'a inşa etmesini emretmesi hakkında Resûlullah'ın, (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis söylediğini işiten var mı?" dedi ve hadisi aktardı. Bunun üzerine Ebû Zer: “Ben bunu Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) işittim" dedi. Başka biri: “Ben de bunu Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) işittim" dedi. Yine başka biri: “Ben de bunu Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) işittim" dedi. Bunun üzerine Ömer, Ubey'i bıraktı. Ubey, Ömer'e dönerek: “Ey Ömer! Beni, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hadisinde yalancılıkla mı itham ediyorsun?" deyince, Ömer: “Ey Ebu'l-Münzir! Vallahi sana öyle bir ithamda bulunmak istemedim. Fakat bu hadisin Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) isnâd edilmiş olmasını istemedim" dedi. Sonra Ömer, Abbâs'a: “Git, bundan sonra evin konusunda rahatsız edilmeyeceksin" dedi. Bunun üzerine Abbâs: “Sen böyle diyorsan, ben de evimi Müslümanların Mescid'i genişletmesi için tasadduk ediyorum. Eğer bu konuda benimle davalaşacaksan vermiyorum" dedi. Ömer, Abbâs'a Müslümanların Beytü'l-Mâl'mdan işte bu günkü evini ona inşa etmiştir. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Abbâs'ın Medine'de bir evi vardı. Ömer, kendisine: “Bu evi bana hibe et veya sat ki, onu Mescid'e dâhil edeyim" dedi. Abbâs bunu kabul etmedi. Bunun üzerine Ömer: “Aramızda Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından bir kişiyi hakem kıl" deyince, Abbâs, Ubey'i hakem kıldı. Ubey, Ömer'in aleyhinde karar verince, Ömer: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bana karşı Ubey'den daha cesur kimse yoktur" dedi. Ubey şöyle devam etti: “O zaman sana bir nasihat vereyim ey müminlerin emiri! Sen o kadının kıssasını duymadın mı? Dâvud (aleyhisselam), Beytü'l-Makdis'i inşa edeceği zaman kadının izni olmadan evini Mescid'e dâhil etmişti. Ancak Mescid'i yapacakları zaman bundan nehyedildi. Dâvud (aleyhisselam): “Ey Rabbim! Beni (mescidi inşa etmekten) nehyettin. Benden sonraki çocuklarım onu inşa etsin" dedi." Hal böyle iken Abbâs: “Benim lehime hüküm vermedin mi?" diye sorunca, Ubey: “Evet" karşılığını verdi. Bunun üzerine Abbâs: “O zaman o yer senindir. Ben orayı Allah için hibe ettim" dedi. Abdurrezzâk Musannef’te Saîd b. el-Müseyyeb'den bildirir: Ömer b. el- Hattâb, Abbâs'ın evini alıp Mescid'e dâhil etmek istedi. Abbas kendisine evi vermeyi kabul etmeyince, Ömer: “Bu evi alacağım" dedi. Abbâs: “Aramızda Ubey b. Ka'b'ı hakem kılalım" deyince: “Tamam kılalım" karşılığını verdi. Ubey'in yanına gidip durumu anlattıklarında, Ubey şöyle dedi: “Süleyman b. Dâvud'a, Beytü'l-Makdis'i inşa etmesi vahyedilince, Süleyman b. Dâvud mescid inşa etmek için bir adamın arsasını satın aldı. Ona arsanın parasını verirken arsa sahibi: “Bana verdiğin mi daha hayırlıdır, aldığın mı?" diye sorunca: “Aldığım daha hayırlıdır" dedi. Arsa sahibi: “O zaman satmıyorum" dedi. Bunun üzerine Süleyman b. Dâvud onu daha fazla bir parayla bir daha satın aldı. Adam iki veya üç defa aynı şeyi yaptı. Süleyman b. Dâvud: “Onu senden istediğin fiyata alacağım ve hangisinin daha hayırlı olduğunu sormayacaksın" diye şart koştu. Adam: “Tamam" deyince: “Süleyman b. Dâvud onu adamın istediği fiyata bir daha satın aldı. Adam on iki bin kantar (kıntâr) altın isteyince, Süleyman b. Dâvud bu fiyatı çok buldu. Bunun üzerine Yüce Allah, ona: “Eğer ona kendi malından vereceksen sen bilirsin. Eğer bizim rızkımızdan vereceksen adam razı olana kadar ver" diye vahyetti. Süleyman b. Dâvud da öyle yaptı. Şimdi ben de Abbas'ı razı olana kadar evinde haklı buluyorum." Bunun üzerine Abbâs: “Eğer benim lehime hüküm verdiysen bu evimi Müslümanlara sadaka olarak veriyorum" dedi. Abdurrezzâk, Zeyd b. Eslem'den bildirir: Medine'deki Mescid'in yanında Abbâs b. Abdilmuttalib'in bir evi vardı. Ömer ona: “Bu evi bana sat" dedi. Ömer burayı Mescid'e eklemek istemişti. Abbâs satmayı kabul etmeyince: “O zaman hibe et" dedi. Yine kabul etmeyince: “O zaman Mescid'e onu sen ekle" dedi. Abbâs yine kabul etmedi. Bunun üzerine Ömer: “Mutlaka bunlardan birinin yapacaksın" dedi. Abbâs yine kabul etmeyince Ömer: “Aramızda birini hakem kıl" dedi. O da Ubey b. Ka'b'ı hakem kıldı ve yanında davalaştılar. Ubey, Ömer'e: “Gördüğüm kadarıyla onu razı etmeden evinden çıkaramazsın" deyince: “Sen bu hükmü; Allahın Kitâb'ından mı, yoksa Resûlullah'ın sünnetinden mi çıkarıyorsun?" dedi. Ubey: “Ben bu hükmü Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnetinden çıkarmaktayım" karşılığını verdi. Ömer: “Bu nasıl oluyor?" deyince, Ubey, Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle işittiğini söyledi: “Süleyman b. Dâvud, Beytü'l-Makdis'i inşa edeceği zaman yaptığı her duvarı sabahladığı zaman yıkılmış olarak buluyordu. Allah ona: «Kişinin hakkı olan bir yerde onu razı etmeden inşa etme» diye vahyetti." Bunun üzerine Ömer onu bıraktı. Sonra Abbâs evini Mescid'e katarak mescidi büyüttü. Vâsitî, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildiriyor: Allah, Hazret-i Dâvud'a, Beytü'l- Makdis'i inşa etmesini emredince: “Ey Rabbim! Onu nerede inşa edeyim?" diye sordu. Allah: “Nerede meleğin kılıcını kınından çektiğini görürsen orada inşa et" buyurdu. Bu yerde de meleğin kılıcı kınından çektiğini gördü ve direkleri dikip duvarları örmeye başladı. Bina yükselince tekrar yıkıldı. Dâvud: “Ey Rabbim! Bana, senin için bir ev inşa etmemi emrettin. Yükselince de onu yıktın" dedi. Yüce Allah: “Ey Dâvud! Ben yaratıklarım üzerinde seni halife kıldım. O arsayı sahibinden niye ücretsiz bir şekilde aldın ki? Bu mescidi çocuklarından biri inşa edecektir" buyurdu. Sülayman (aleyhisselam) arsanın sahibine fiyatı sorunca: “Bir kantar (kintâr)dır" dedi. Sülayman da (aleyhisselam): “Tamam kabul ettim" dedi. Arsa sahibi: “Bana verdiğin mi daha hayırlıdır, aldığın mı?" diye sorunca: “Aldığım daha hayırlıdır" dedi. Arsa sahibi: “O zaman ben kabul etmiyorum" dedi. Sülayman (aleyhisselam): “Satış gerçekleşmedi mi?" deyince: “Evet gerçekleşti. Ancak alan ve satan kişiler birbirlerinden ayrılmadığı müddetçe vazgeçmekte muhayyerdirler" karşılığını verdi. (İbnu'l- Mübârek: “Satışta muhayyerlik prensibi buraya dayanmaktadır" demiştir) Sülayman (aleyhisselam) her fiyat arttırmasında adam ilk defa söylediği şeyi söylüyordu. En son onu dokuz kantara aldı. Sülayman (aleyhisselam) mescidi inşa edip bitirdi. Kapıları kapanınca, Sülayman (aleyhisselam) onları açmak istedi, ama açılmadılar. Sonra duasında: “Dâvud'un duasıyla mutlaka kapılar açılır" dedi ve kapılar açıldı. Süleyman (aleyhisselam), İsrâil oğullarından on bin (Tevrat) okuyucusu ayarladı. Beş bin kişi gece, beş bin kişi de gündüz bu mescidde devamlı Yüce Allah'a ibadet ediyordu. Vâsitî, Şeybânî'den bildiriyor: Yüce Allah, Davud'a (aleyhisselam): “Sen Beytü'l- Makdis'i yapamayacaksın" diye vahyedince: “Ey Rabbim! Neden?" dedi. Allah: “Çünkü sen ellerini kana buladın" buyurdu. Dâvud (aleyhisselam): “Ey Rabbim! Bu sana itaat uğruna olmadı mı?" deyince: “Evet, öyle de olsa (yapamayacaksın)" buyurdu. İbn Hibbân Duafâ'da, Taberânî, İbn Merdûye ve Vâsitî'nin, Râfi' b. Umeyr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah, Davud'a: «Yeryüzünde benim için bir ev inşa et» buyurdu. Dâvud, emredildiği evden önce kendi nefsi için bir ev inşa etti. Bunun üzerine Yüce Allah ona: «Ey Dâvud! Kendi evini benim evimden önce inşa ettin» buyurunca: «Ey Rabbim! Sen böyle dedin. Kim hakim kılınırsa kendi nefsini öncelikli kılar» dedi ve mescidi inşa etmeye başladı. Duvarların yapımım bitirdiğinde tekrar yıkıldı. Bu olay üç kez böyle tekrarladı. Dâvud bu durumu Rabbine şikayette bulununca, Allah ona: «Senin bana ev inşa etmen uygun değildir» diye vahyetti. Dâvud: «Ey Rabbim! Neden?» diye sorunca: «Ellerinde akan kanlardan dolayıdır» buyurdu. Dâvud: «Ey Rabbim! Bu senin yolunda ve sevdiğin bir şekilde olmadı mı?» deyince: «Evet öyledir, fakat onlar benim kullarımdır ve ben onlara merhamet ederim» buyurdu. Bu, Dâvud'un ağırına gitmişti. Bunun üzerine Yüce Allah: «Üzülme, bu mescidi oğullarından Süleyman inşa edecektir» diye vahyetti. Dâvud vefat ettiği zaman, Süleyman evi inşa etmeye başladı. Bitirdiği zaman da hediyeleri yaklaştırıp, kurbanlar kesti ve İsrâil oğullarını topladı. Yüce Allah, ona: «Senin mutluluğunu evimin tuğlalarında görmekteyim. İste sana vereyim» diye vahyetti. Süleyman: «Senden üç haslet isteyeceğim ki, bunlar: “Kendi hükmün gibi doğru ve isabetli hüküm verebileceğim bir güç, benden sonra hiç kimseye vermeyeceğin bir mülk ve bu eve sadece namaz, kılmak için gelen kişilerin, anasından yeni doğmuş gibi günahlarından arınmasıdır"» dedi. Allah ona bu üç hasletten ikisini verdi. Ben, Allah'ın kendisine üçüncü hasleti de vermiş olmasını arzularım. Vâsitî, Ka'b'dan bildiriyor: Yüce Allah, Dâvud'a (aleyhisselam): “Bana Beytü'l- Makdis'i inşa et" diye vahyetti. Ancak Dâvud (aleyhisselam) kendine ev inşa ederek Rabbinin emrine muhalefet etti. Allah: “Ey Dâvud! Kendine ev inşa ederek bana muhalefet ettin. Bu evi bana sen inşa etmeyeceksin" diye vahyetti. Dâvud (aleyhisselam): “Ey Rabbim! Onu çocuklarım inşa etsin" deyince: “Onu çocukların inşa edecek" buyurdu. Sülayman (aleyhisselam) kral olduğu zaman, Allah ona: “Bana, Beytü'l-Makdis'i inşa et" diye vahyetti. Sülayman (aleyhisselam) mescidi inşa edip içine girdiği vakit şükür secdesine kapandı ve: “Ey Rabbim! Kim buraya korkuyla girerse onu emin kıl ve buraya girip te dua eden kişinin duasını, istiğfar edenin istiğfarını kabul buyur" diye dua etti. Yüce Allah ona: “Duayı Davud'un ailesine has kıldım" diye vahyetti. Bunun üzerine Sülayman (aleyhisselam) dört bin sığır ve yedi bin koyun keserek yemekler yapıp İsrâil oğullarını davet etti. Ahmed, Nevâdiru'l-Usûl'da Hakîm et-Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, Hâkim ve Şuabu'l-îmân'da Beyhakî'nin Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Sülayman, Beytü'l-Makdis'i inşa ettiği zaman Rabbinden üç haslet istedi. Rabbi ona ikisini verdi. Ben üçüncüsünü de vermiş olmasını arzularım. Allah'tan, kendi hükmü gibi doğru ve isabetli hüküm verebileceği bir güç istedi ve Allah da bunu ona verdi. Kendisinden sonra hiç kimseye vermeyeceği bir mülk istedi ve Rabbi ona bunu da verdi. Evinden bu mescidde namaz kılmak için çıkan her kişinin anasından doğmuş gibi günahlardan arınmasını istedi. Biz de Rabbinin bunu ona vermiş olmasını arzularız. " İbn Ebî Şeybe ve Vâsitî, Abdullah b. Ömer'den bildirir: “Yerdeki Harem bölgesinin üstü, yedi semada da yerdeki kadar harem bölgesidir. Beytü'l- Makdis'in üstü, yedi kat semada da yerde olduğu kadar mukaddestir." İbn Ebî Şeybe, Müslim ve İbn Mâce'nin,Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ancak üç mescide gitmek için sefere çıkılır. Bunlar; Mescid-i Haram, bu mescidim ve Mescidu'l-Aksa'dır" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Tirmizî ve İbn Mâce'nin, Ebû Saîd el- Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ancak üç mescide gitmek için sefere çıkılır. Bunlar, Mescid-i Haram, bu mescidim ve Mescidu'l- Aksa'dır" buyurdu. Vâsitî'nin bildirdiğine göre Atâ el-Horasâni der ki: “Sülayman b. Dâvud (aleyhisselam) Beytü'l-Makdis'i inşa etmeyi bitirdiği zaman, Allah kendisine rahmet kapısının yanında iki ağaç bitirdi. Bu ağaçların birinde altın, diğerinde ise gümüş bitiyordu. Her ağaçtan günde iki yüz ntıl altın ve gümüş toplanırdı. Sülayman b. Dâvud, Beytü'l-Makdis'in zeminini altın ve gümüş döşemelerle döşedi. Buhtunnasargeldiği zaman onu bozdu ve seksen araba altın ve gümüş alıp Roma'da bıraktı." İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Yahya b. Ebî Amr eş-Şeybânî der ki: “Hazret-i Dâvud, Beytü'l-Makdis'i inşa ettiği zaman mermer taşların içeri geçirmesi yasaklandı. Çünkü bu taşlar lanetlenmiş taşlardı. Çünkü mermer taşı, diğer taşlara üstünlük taslayınca lanete uğradı" dedi. Hâkim, Ebû Zer'den bildiriyor: Biz, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında iken: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescidi mi yoksa Beytü'l-Makdis mi daha üstündür?" diye konuşuyorduk. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Benim bu mescidimde kılınan bir namaz, Beytü'l-Makdis'te kılınan namazdan dört defa daha hayırlıdır. Beytü'l-Makdis'te ne güzel bir namazgahtır. Yakın bir zamanda kişinin Beytü'l-Makdis'i görecek bir yerde bir döşeklik yeri olması, kendisi için dünyadan daha değerli olacaktır" -veya- "dünyadan ve içindekilerden daha değerli olacaktır" buyurdu. Vâsitî'nin bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr): “Yüce Allah, Beytü'l-Makdis'e günde iki defa nazar kılmaktadır" dedi. Vâsitî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer Beytü'l-Makdis'te iken: “Ey Nâfi'! Haydi, bu evden gidelim. Çünkü burada kötülükler de iyilikler gibi kat kat arttırılır" dedi. Vâsitî, Mekhûl'dan bildiriyor: Meymune, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), Beytü'l-Makdis'i sorunca: “Beytü'l-Makdis ne güzel bir meskendir. Orada namaz kılan kişinin bir namazı, başka yerde kılınan bin namaz gibidir" buyurdu. Meymune: “Buna güç yetiremeyen ne yapacak?" diye sorunca: "(Kandillerde yakmak için) oraya yağ hediye etsin" buyurdu. Vâsitî'nin bildirdiğine göre Mekhûl: “Kim Beytü'l-Makdis'te, öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sonra sabah namazını kılarsa anasından doğmuş olduğu gün gibi günahlarından arınır" dedi. Vâsitî'nin bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr): “Beytü'l-Makdis bozulmayı Yüce Allah'a şikâyette bulundu" dedi. Kendisine: “Mescid konuşur mu?" denilince: “Hiçbir mescid yoktur ki, mutlaka onun, onlarla gördüğü iki gözü ve konuştuğu dili vardır. Mescidler her tükürük ve sümükten atın kırbaçtan sakınması gibi sakınır" karşılığını verdi. Vâsitî'nin bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr), Beytü'l-Makdis hakkında: “Oradaki bir gün, bin gün, bir ay, bin ay, bir yılda bin yıl gibidir. Orada ölen kişi de gökyüzünde ölmüş gibidir" dedi. Vâsitî'nin bildirdiğine göre Şeybânî: “İki mescide hakîm olmayan kişi halifelerden sayılmaz. Bunlar Mescidü'l-Haram ve Beytü'l-Makdis'tir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “...Etrafını mübarek kıldığımız Mescid'i-Aksâ..." âyetini açıklarken: “Etrafında ağaçlar bitirdik, mânâsındadır" dedi. |
﴾ 1 ﴿