KEHF SURESİ

Nehhâs Nâsih'te ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kehf Sûresi, Mekke'de nâzil olmuştur" dedi.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbnü'z-Zübeyr: "Kehf Sûresi, Mekke'de nâzil olmuştur" dedi.

Ahmed, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbnu'd-Durays, İbn Hibbân, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Sünen'Ğe Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kehf Sûresinin ilk kısmından on âyet ezberleyen kişi Deccal'ın fitnesinden korunur" buyurmuştur.

Ebû Ubeyd Fedâil'de, Ahmed, Müslim, Nesâî ve İbn Hibbân'ın, Ebu'd- Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kehf Sûresinin son kısmından on âyet okuyan kişi Deccal'ın fitnesinden korunur" buyurmuştur.

Ebû Ubeyd ve İbn Merdûye'nin, Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim Kehf Sûresinin başından on âyet ezberler de, sonra Deccal gelirse ona bir zarar veremez. Kim de Kehf Sûresinin son kısmından on âyet ezberlerse bu âyetler kendisi için kıyamet gününde bir nur olur" buyurmuştur.

Ahmed, Buhârî, Müslim, İbnu'd-Durays, Nesâî, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre Berâ der ki: Bir kişi evinde Kehf Sûresini okudu. Evinin avlusunda da bir at duruyordu. At ürkmeye başlayınca, adam bir de baktı ki, kendisini bir sis veya bir bulut kaplamış. Bu durumu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) anlatınca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Filan yeri oku. Zira o Kur'ân'a Sekine olarak indirilmiştir" buyurdu.

Taberânî'nin bildirdiğine göre Useyd b. Hudayr, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip: " Resûlallah! Ben dün Kehf Sûresini okurken bir şey gelip ağzımı kapattı (ağız seviyeme kadar geldi)" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yavaş ol, o Kur'ân'ı dinlemek için gelen Sekîrie'dir" buyurdu.

Tirmizî'nin Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kehf Sûresinin ilk kısmından üç âyet okuyan kişi, Deccal'ın fitnesinden korunur" buyurmuştur.

İbnu'd-Durays, Nesâî, Ebû Ya'la ve Rûyânî'nin, Sevbân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kehf Sûresinin son kısmından on âyet okuyan kişiye, bu on âyet Deccal'ın fitnesine karşı koruma olur" buyurmuştur.

İbn Merdûye'nin, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim Kehf Sûresinden on âyet okursa onlarla Deccal'ın fitnesinden korunur. Kim de sonunu uyuyacağı zaman okursa kıyamet gününde kendisi için başından ayağına kadar nur olur" buyurdu.

İbn Merdûye ve el-Muhtâre'de Diyâ'nın Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim Kehf Sûresini cuma günü okursa, Deccâl gelse bile sekiz gün boyunca her türlü fitneden korunur" buyurmuştur.

Taberânî M. el-Evsat'ta, Hâkim, İbn Merdûye, Beyhakî Sünen'de ve Diyâ'nın, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim Kehf Sûresini okursa kendisi için bulunduğu yerden Mekke'ye kadar nur olur. Kim de sonundan on âyet okursa ve Deccâl gelirse ona bir zarar veremez" buyurmuştur.

Beyhakî Şuabu'l-İmân'da, Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim Kehf Sûresini indirildiği gibi okursa kıyamet günü kendisi için nur olur" buyurmuştur.

Hâkim ve Beyhakî'nin Sünen'de Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):"Kim Kehf Sûresini cuma günü okursa, o, iki cuma arası kendisi için bir nur olur" buyurmuştur.

Ebû Ubeyd, Saîd b. Mansûr, Dârimî, İbnu'd-Durays, Hâkim ve Şuabu'l- İmân'da Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Saîd el-Hudrî: "Kim Kehf Sûresini cuma günü okursa o, kendisi ve Beytü'l-Atîk (Kabe) arasında bir nur olur" dedi.

Hâkim'in, Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim Kehf Sûresini indirildiği gibi okursa, Deccâl'ın ona gelecek bir yolu olmaz ve ona bir şey yapamaz" buyurmuştur.

Ahmed, Taberânî ve İbn Merdûye'nin Muâz b. Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim Kehf Sûresinin başını ve sonunu okursa o, kendisi için ayaklarından başına kadar bir nur olur. Kim de hepisini okursa kendisi için yer ve gök arası kadar bir nur olur" buyurmuştur.

İbn Merdûye'nin, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim Kehf Sûresini cuma günü okursa kıyamet gününde kendisi için ayaklarının altından gökyüzüne kadar ışıtan bir nur olur ve iki cuma arasındaki günahları bağışlanır" buyurmuştur.

İbn Merdûye'nin, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Azameti yeri ve göğü dolduran, onu yazdığında aynı sevabı alan, onu cuma günü okuduğunda diğer cuma ve üç gün sonrasına kadar günahları bağışlanan, kişinin uyuyacağı zaman onun son beş âyetini okuduğunda, Allah'ın o kişiyi gecenin istediği saatinde uyandıran sûreyi haber vereyim mi?" buyurdu. Ashâb: "Evet, yâ Resûlullah!" karşılığını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ashâb-ı Kehf süresidir" buyurdu.

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Hâlid b. Ma'dân: "Kehf Sûresini her Cuma imam hutbeye çıkmadan önce okuyan kişiye, o, iki cuma arasındaki günahları için kefaret olur. Nuru da Beytü'l-Atîk'e (Kâbe'ye) ulaşır" dedi.

İbnu'd-Durays'ın bildirdiğine göre Ebû'l Muhelleb: "Kehf Sûresini Cuma günü okuyan kişiye bu okuduğu diğer cumaya kadar olan günahları için kefaret olur" dedi.

Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kehf Süresine Tevrat'ta «Koruyan» denilir. O, okuyucusu ile ateşin arasında bir perde olur" buyurmuştur.

İbn Merdûye'nin, Abdullah b. Muğaffel'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kehf Sûresi okunan eve o gece şeytan girmez" buyurmuştur.

Ebû Ubeyd, Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Ümmü Mûsa der ki: "Hasan b. Ali Kehf Sûresini her gece okurdu. Bu sûre yanında bir levhaya yazılıydı. Her gece hanımlarından kime gidecekse onu da yanında götürürdü."

İbn Ebî Şeybe'nin Zeyd b. Vehb'den bildirdiğine göre Hazret-i Ömer sabah namazında Kehf Sûresini okudu.

İbn Sa'd, Safiyye binti Ebî Ubeyd'den bildirir: "Ömer b. el-Hattâb'ın sabah namazında Kehf Sûresini okuduğunu işittim."

Deylemî'nin Müsnedu'l-Firdevs'te Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kehf kelimesi beraberinde yetmiş bin melek olan- bir kelimedir" buyurmuştur.

İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Delâil'de Ebû Nuaym ve Delâil'de Beyhakî İbn Abbâs'tan bildirir: Kureyş'liler Nadr b. el-Hâris'i ve Ukbe b. Ebî Muayt'ı Medine Yahudilerinin hahamlarına gönderdiler. Onlara: "Hahamlara Muhammed'i sorup vasıflarını söyleyerek dediklerini haber verin. Onlar ilk kitap ehlidir. Bizde bulunmayan peygamberler hakkındaki bilgiler onlarda vardır" dediler. Bunlar gittiler ve Medine'ye vardılar. Yahudilerin hahamlarına Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) durumunu sorup vasıflarını bildirerek dediklerini haber verdiler. Sonra: "Siz Tevrat ehlisiniz. Bizi bu arkadaşımız hakkında, bilgilendirmeniz için size geldik" dediler. Hahamlar: "Ona üç şeyi hakkında sorun. Eğer bu soruları cevaplarsa gönderilmiş hak bir peygamberdir. Eğer cevaplamazsa o yalancı bir kişidir ve sizin görüşünüz gibi bir şeyler söyler. Ona daha önceki zamanlarda kaçan gençlerin durumunun ne olduğunu sorun. Çünkü onların acaip bir hâdisesi vardır. Yine ona yeryüzünün batısıyla doğusunu dolaşan adamın durumunu sorun. Bir de ruhun ne olduğunu sorun. Eğer bunları cevaplarsa o bir peygamberdir ve ona tâbi olun. Eğer cevaplamazsa yalancı biridir" karşılığını verdiler.

Bunun üzerine Nadra ve Ukbe geri döndüler ve Kureyş'e yetişip: "Ey Kureyş topluluğu! Size, sizinle Muhammed'in arasındaki meseleleri bitirecek şeylerle geldik. Yahudilerin hahamları ona bazı şeyler sormamızı istediler" diyerek durumu kendilerine anlattılar. Bunun üzerine Resulullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Ey Muhammed! Bize söyle" dediler ve hahamların dediği gibi o sorulan sordular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sorduklarınızı yarın size söylerim" buyurdu. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) inşallah dememişti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) on beş gece geçirmiş, bu süre içinde Allah kendisine bir vahiy göndermemiş ve Cibrîl kendisine hiç gelmemişti. Mekke ahalisi ileri geri konuşmaya başlamış Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vahyin kesilmesinden dolayı üzülmüş ve Mekke ahalisinin konuştukları ağırına gitmeye başlamıştı. Sonra Cibrîl, Allah katından Ashâb-ı Kehf Sûresi ile geldi. Sûrede Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) üzülmesinden dolayı kendisine bir kınama, gençler ve seyahat eden kişi hakkındaki sorulan sorulara cevaplar ve Allah'ın: "Sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: "Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir" diye âyeti vardı.

Delâil'de Ebû Nuaym, Süddî es-Sağîr vasıtasıyla Kelbî'den, o Ebû Salih'ten, o da İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre içlerinde Ukbe b. Ebî Muayt ve Nadr b. el-Hâris'inde bulunduğu beş kişilik bir grubu Yahudilere, Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) sormak için Medine'ye gönderdiler. Bu grup Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) Yahudilere vasfedince: "Dediğiniz vasıfları Tevrat'ta bulmaktayız. Eğer bize vasfettiğiniz gibiyse o peygamberdir ve dedikleri haktır, ona uyun. Fakat ona şu üç şeyi sorun. Eğer peygamberse bu soruların ikisini cevaplar birini cevaplamaz. Bu üç soruyu Müseylemetü'l-Kezzâb'a sorduk ne olduklarını bilmedi" dediler. Elçiler Yahudilerden bu haberle Kureyş'e geri döndü. Bunun üzerine Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip: "Ey Muhammed! Batıyı ve doğuyu dolaşan Zü'l-Karneyn'den, ruhun ne olduğundan ve Ashâb-ı Kehf'ten haber ver" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yarın size haber vereceğim" buyurdu. Fakat Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "İnşallah" dememişti. Bunun üzerine Cibrîl Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) istisna etmemesinden dolayı kendisine on beş gün gelmemişti. Bu, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ağırına gitmişti. Sonra Cibrîl, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorulan soruların cevabıyla gelince: "Ey Cibrîl! Bana gelmekte geciktin" dedi. Cibrîl: "İstisna etmemenden dolayıdır. Hiçbir şey için inşallah demeden yarın yapacağım deme" karşılığını verdi. Sonra Zü'l-Karneyn'den, ruhtan ve Ashâb-ı Kehf'ten haber verdi.

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Kureyş'lilere haber gönderdi ve yanına geldiler. Onlara Zü'l-Karneyn'den haber verip: "Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir..." buyurdu. Yani: "Bu, Rabbimin bileceği bir şeydir. Bu konuda bir bilgim yoktur" demektir. Durum Yahudilerin "O, peygamberse üçüncü soruya cevap veremez" dediği gibi olunca: "...İki sihirbaz birbirlerine destek oluyor. Biz hepsini inkâr ediyoruz..." dediler. Kureyşliler, Kur'ân ve Tevrât'ın yardımlaştıklarını kasdetmektedir. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara Ashâb-ı Kehf'i anlattı.

Taberânî'nin bildirdiğine göre Ebû Umâme der ki: Bir gün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize hutbe verdi. O zamanki hutbelerinin çoğu Deccâl hakkındaydı. O gün bize dedikleri arasında (Deccâl'ı anlatarak) şöyle buyurdu: "Yüce Allah'ın gönderdiği her peygamber mutlaka ümmetini uyarmıştır. Ben peygamberlerin, siz de ümmetlerin sonuncususunuz. Muhakkak ki, o çıkacaktır. Ben aranızdayken çıkarsa ben her Müslümanın yerine onu altederim. Ancak benden sonra çıkacak olursa her kişi kendi nefsini müdâfaa etsin. Bütün Müslümanları Allah'a emanet ediyorum. O, Irak ve Şam arasında bir yerde çıkacaktır. Belki batıdan, belki de doğudan çıkacaktır. Ey Allah'ın kulları! Sebat edin. O sözlerine: «Ben peygamberim» diye başlayacaktır. Ancak benden sonra peygamber yoktur. Onun gözleri arasında her müminin okuyabileceği: «Kâfir» kelimesi yazılıdır. Sizden onunla karşılaşan kişi yüzüne tükürsün ve Ashâb-ı Kehf Sûresinin sonlarını okusun.

O, Âdem oğullarından birine musallat olacak, onu öldürecek ve tekrar diriltecektir. Sonra başka kimseye musallat olmayacaktır. Yine onun fitneleri arasında Cennet ve Cehennem vardır. Onun Cehennemi Cennet, Cenneti de Cehennemdir. Onun Cehennemine maruz kalan kişi gözlerini kapatsın ve Allah'tan yardım dilesin. Ateşin İbrâhîm'e soğuk ve selamet olduğu gibi onun da ateşi size soğuk ve selamet olacaktır. O aranızda kırk gün kalacaktır. Onun bir günü bir yıl, bir günü bir ay, bir günü bir hafta ve bir günü de normal bir gün gibidir. Diğer günleri ise serap gibidir. Kişi sabah vakti şehrin bir kapısında iken akşama kadar diğer kapısına varamayacaktır."Ashâb: " Resûlallah! Böylesi kısa günlerde nasıl namaz kılacağız?" deyince: "Zamanı uzun günlerde takdir ettiğiniz gibi o günlerde de takdir edeceksiniz" buyurdu.

1

Bkz. Ayet:4

2

Bkz. Ayet:4

3

Bkz. Ayet:4

4

"Allah'a hamdolsun ki, kuluna Kitâb'ı indirdi ve ona hiçbir eğrilik koymadı. O dosdoğru Kitâb'ı, kendi katından gelecek şiddetli bir azaptan insanları sakındırmak ve iyi işler yapan mü'minleri de içlerinde ebedî olarak kalacakları güzel bir ödülle müjdelemek üzere indirmiştir. Bir de «Allah evlât edindi» diyenleri uyarmak için (Kitâb'ı) indirdi"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, ve İbn Merdûye'nin, Ali (b. Ebi Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Allah'a hamdolsun ki, kuluna Kitabı indirdi ve ona hiçbir eğrilik koymadı. O dosdoğru..." âyetini açıklarken: "Kur'ân'ı adil ve doğru olarak bir eğriliği olmadan indirmiştir" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu takdim ve tehîr'dendir. Bu sebeple: (.....) ifadesi (.....) ifadesinden önce gelmektedir."

İbnu'l-Münzir bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) ifadesini açıklarken: "Dosdoğru mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini açıklarken: "Burada şiddetli azab kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini açıklarken: "Kendi katından, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...İyi işler yapan mü'minleri de güzel bir ödülle müjdelemek üzere indirmiştir" âyetini açıklarken: "Burada ödülle Cennet kastedilmektedir" dedi. "Bir de «Allah evlât edindi» diyenleri uyarmak için..." âyeti hakkında ise: "Burada da uyarılan kişilerden kasıt, Yahudiler ve Hıristiyanlardır" dedi.

5

Allah çocuk edindiğine dair ne kendilerinin bir ilmi vardır, ne de (taklid ettikleri) babalarının. Ağızlarından çıkan o söz ne büyük!... Onlar, ancak yalan söylüyorlar.

6

"Bu söze inanmayanların ardından üzülerek nerdeyse kendini mahvedeceksin!"

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Utbe b. Rabîa, Şeybe b. Rabîa, Ebû Cehl b. Hişâm, Nadr b. el-Hâris, Umeyye b. Halef, Âs b. Vâil, Esved b. el-Muttalib ve Ebu'l-Bahtarî, Kureyş'li bir grupla toplanmıştı. Kavminin ihtilafta olmasını görmek Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ağırına. gitmişti. Getirdikleriyle kendilerine ettiği nasihatları da inkâr etmelerinden dolayı çok üzülmüştü. Bunun üzerine Yüce Allah: "Bu söze inanmayanların ardından üzülerek nerdeyse kendini mahvedeceksin" âyetini indirdi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Nerdeyse kendini mahvedeceksin" âyetini açıklarken: "Kendini öldüreceksin, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Nerdeyse kendini mahvedeceksin" âyetini açıklarken: "Kendini öldüreceksin, mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd, Mücâhid'den aynısını bildirir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Bu söze inanmayanların ardından üzülerek nerdeyse kendini mahvedeceksin" âyetini açıklarken: "Kur'ân'a inanmayanların yüzünden kendini mahvedeceksin, mânâsındadır" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: ifadesini açıklarken: "Sızlanmak mânâsındadır" dedi.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Bu söze inanmayanların ardından üzülerek nerdeyse kendini mahvedeceksin" âyetini açıklarken: Burada üzülmek kastedilmektedir. Allah, insanların günahlarından dolayı Peygamberine üzülmeyi yasakladı" dedi.

İbnu'l-Enbârî'nin el-Vakfu ve'l-İbtidâ'da İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nafi b. el-Ezrak ona: "Bana: (.....) âyetini açıkla, bâhi' ne demektir?" deyince, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Kendini öldürmek mânâsındadır. Lebîd b. Rabîa bu konuda:

"Uzaklığından dolayı gün gelir onu ziyaret edemezsen

Sanırım kendi kendini old ürürsün demiştir."

7

Bkz. Ayet:8

8

"İnsanların hangisinin daha güzel amel yaptığını deneyelim diye şüphesiz biz yeryüzündeki şeyleri ona bir zînet yaptık. Şüphesiz biz, yeryüzünde olanları kupkuru bir toprak haline getirebiliriz"

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Şüphesiz biz yeryüzündeki şeyleri ona bir zinet yaptık" âyetini açıklarken: "Burada yeryüzü üzerinde bulunan her şey kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Şüphesiz biz yeryüzündeki şeyleri ona bir zinet yaptık" âyetini açıklarken: "Burada erkekler kastedilmektedir" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Şüphesiz biz yeryüzündeki şeyleri ona bir zinet yaptık" âyetini açıklarken: "Burada erkekler kastedilmektedir" dedi.

Ebû Nasr es-Siczî'nin el-îbâne'de Mücâhid vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Şüphesiz biz yeryüzündeki şeyleri ona bir zinet yaptık" âyetini açıklarken: "Yeryüzünün zineti, âlimlerdir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Şüphesiz biz yeryüzündeki şeyleri ona bir zinet yaptık" âyetini açıklarken: "Burada Allah'a itaatle kulluk edip amel işleyenler kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Târih'te Hâkim ve İbn Merdûye'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "İnsanların hangisinin daha güzel amel yaptığını deneyelim diye..." âyetini okuyunca: " Resûlallah! Bunun mânâsı nedir?" diye sordum. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hanginizin daha akıllı olduğunu, haramlardan daha fazla sakındığını ve itaatte daha aceleci olduğunu sınamak için mânâsındadır" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "İnsanların hangisinin daha güzel amel yaptığını deneyelim diye..." âyetini açıklarken: "Hangisinin daha akıllı olduğunu sınamak için, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "İnsanların hangisinin daha güzel amel yaptığını deneyelim diye..." âyetini açıklarken: "Hangisinin dünya malını terketmede daha istikrarlı olduğunu bilmek için, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân b. es-Sevrî: "İnsanların hangisinin daha güzel amel yaptığını deneyelim diye..." âyetini açıklarken: "Dünyada hangisinin .daha fazla zühd sahibi olduğunu sınamak içindir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Şüphesiz biz, yeryüzünde olanları kupkuru bir toprak haline getirebiliriz" âyetini açıklarken: "Üzerindeki her şeyi helak eder, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: " âyetini açıklarken: "Saîd" ifadesi toprak, "Curuz" ifadesi ise üzerinde ekin olmayan toprak mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) ifadesini açıklarken: "Curuz" ifadesiyle harap yer kastedilmektedir" dedi.

9

"Yoksa sen Ashâb-ı Kehf'i ve yazılı levha sahiplerini bizim şaşılacak âyetlerimizden mi sandın?"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Kehf ifadesi vadideki mağara mânâsındadır" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ali (b. Ebi Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesi kitap mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Ali (b. Ebi Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Rakîm, Filistin dışında Eyle'ye yakın bir yerde bir vadidir" dedi.

İbn Cerîr'in, İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: Rakîm, Ashâb-ı Kehf mağarasının bulunduğu dağdır" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Vallahi! Rakîm'in ne olduğunu bilmiyorum. O bir kitap mıdır, yoksa bir yapı mıdır bilmiyorum" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Kimisi, Rakîm Ashâb-ı Kehf'in kıssası, kimisi de bir vadidir" demektedir.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: "Rakîm yazılı bir levhadır" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Rakîm taştan bir levhadır. Üzerine Ashâb-ı Kehf'in kıssası yazılmış ve mağaranın kapısına konulmuştur" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî der ki: Rakîm'de, kral, Ashâb-ı Kehf'in isimlerini yazdığı zaman, onların filan filan yerde Dekyûs mülkünde helak olduklarını da yazarak surlara koymuştur. O surlardan giren ve çıkan kişiler o levhayı okumaktaydı. Bu sebeple: "Ashâb-ı Kehf ve Rakîm" denilmektedir.

Abdurrezzâk, Firyâbî, Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Zeccâcî Emâli'de ve İbn Merdûye'nin, İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Rakîm'in ne olduğunu bilmiyorum. Bunu Ka'b'a sorduğumda: "Bu Ashâb-ı Kehf'in kendisinden çıkarak terkettikleri köyün ismidir" dedi.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Dört şey dışında Kur'ân'da ne varsa hepsini bilmekteyim. Bunlar Ğıslîn, Hennân, Evvâh ve Rakîm'dir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Enes b. Mâlik: "Rakîm köpektir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Yoksa sen Ashâb-ı Kehf'i ve yazılı levha sahiplerini bizim şaşılacak âyetlerimizden mi sandın?" âyetini açıklarken: "Sana vermiş olduğum ilim, sünnet ve Kur'ân, Ashâb-ı Kehf'ten ve Rakîm'den daha üstündür, mânâsındadır" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim bildirdiğine göre Mücâhid: "Yoksa sen Ashâb-ı Kehf i ve yazılı levha sahiplerini bizim şaşılacak âyetlerimizden mi sandın?" âyetini açıklarken: "Onlar bizim şaşılacak âyetlerimizdendir. Ancak Kur'ân âyetlerinden daha fazla şaşılacak bir şey değildir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Yoksâ sen Ashâb-ı Kehf i ve yazılı levha sahiplerini bizim şaşılacak âyetlerimizden mi sandın?" âyetini açıklarken: "Onlar bizim ayatlerimizden daha fazla şaşılacak şeyler değilir. Onlar kralların çocuklarından idiler" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Câfer: "Ashâb-ı Kehf, (meslek olarak) sarraflar idi" dedi.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin, Nu'mân b. Beşîr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbına, Ashâbu'r-Rakîm'i anlatıp şöyle buyurdu: "Üç kişi bir mağaraya girmişti. Dağdan bir kaya parçası düşerek mağaranın kapısını kapattı ve onları içeride mahsur bıraktı. İçlerinden bir kişi: «Güzel amellerinizden bir şeyler hatırlayın. Umulur ki Allah o amelinizden dolayı bize merhamet eder» dedi. Bunun üzerine biri şöyle anlatmaya başladı: «Evet, ben bir defa güzel bir şey yapmıştım. Benim yanımda işlerimi görmeleri için ücretle tuttuğum işçilerim vardı. Her kişinin günlüğü belli idi. Bir gün bana gün ortasında biri gelip iş istedi. O günden kalan zamanı diğer işçilerin günlüğü kadar bir ücretle çalışması üzere anlaştık ve işe başladı. Gün ortasında işe başladı diye onun günlüğünden bir şey kesmemiştim.» Diğer işçilerden biri: «Bu kişiye bana verdiği gibi bir ücret vermektedir. Oysa ben günün tamamını çalışırken o yarısını çalışmaktadır» dedi. Ona: «Ben seninle anlaştığım günlüğünden bir şey kesmiyorum. Ben malımı dilediğim gibi sarf ederim» dedim.

Bunun üzerine bu kişi hiddetlenerek işi bıraktı ve ücretini almadan gitti. Durum böyle olunca onun ücretini (sonra gelir alır diye) bir müddet bir kenara ayırdım. Sonra yanımızdan bir sığır sürüsü geçti ve ona parasıyla sütten kesilmiş bir yavru aldım. Bu yavru büyümüş ve sayıları çoğalmıştı. Zamanında yanımda işi bırakıp ta giden kişi yaşlanmış ve zayıf bir şekilde yanıma gelmişti. Ben onu tanımamıştım. O: «Benim sende hakkım vardır» dedi. Ama ben onu yine hatırlamamıştım. Ancak bana meseleyi anlatınca onu tanıdım ve: «Evet. Hakkın vardır» deyip o yavrudan olan diğer hayvanları da göstererek: «Senin hakkın bu sığırlardır» dedim. Adam: «Ey Allah'ın kulu! Benimle alay etme, senden sadaka istemiyorum. Bana hakkımı ver» dedi. Ona: «Vallahi, seninle alay etmiyorum. Bunlar senindir» dedim ve o sığırları kendisine verdim. «Allahım! Biliyorsun,ki bunu senin için yaptım. Bu kaya parçasını kapıdan kaldır» dedi. Bunun üzerine kaya ışığı görecekleri kadar kıpırdadı ve etrafı görmeye başladılar.

Diğer bir kişi şöyle anlattı: Ben de bir defa iyilik etmiştim. Benim yanımda çok mal vardı ve insanlar yokluk çekmeye başlamıştı. Bir kadın yanıma gelip benim ona bir iyilikte bulunmamı istedi. Ben ona: «Hayır vallahi, ancak benimle birlikte olursan olur» karşılığını verdim. Kadın kabul etmeyip gitti. Sonra bir daha gelerek bana Allah'ı hatırlattı. Ben yine kabul etmeyip: «Hayır vallahi, ancak benimle olursan olur» dedim. Kadın yine kabul etmeyip durumu kocasına anlattı. Kocası: «Kendini ona teslim et ve çocuklarını doyur» dedi. Kadın durumun öyle olduğunu görünce benimle olmayı kabul etti. Ancak onunla olacağım sırada: «Ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkuyorum» dedi. Ben de: «Sen bu zorluk içindeyken Allah'tan korkuyorken beri böylesine bolluk içindeyken korkmuyorum ha!» diyerek kendisine ve çocuklarına yetecek bir şeyler verdim. «Allahım! Biliyorsun ki bunu senin için yaptım. Bu kaya parçasını kapıdan kaldır» dedi. Bunun üzerine kaya biraz daha yerinden oynadı. Işığı iyice gördüler ve kurtulacaklarına inandılar.

Üçüncü kişi anlattı: Ben de güzel bir şey yapmıştım. Benim yaşlanmış annem ve babam vardı. Aynı zamanda yanımda otlattığım bir koyun sürüsü de vardı. Hem anne babama bakar, hem de sürüyü otlatırdım. Anne babama yemek yedirip içirdikten sonra koyunlarımı otlatırdım. Günün birinde şiddetli yağmur yağmış ve beni anne babama gitmekten alıkoymuştu. Bu sebeple geç vakitte geri dönmüştüm. Ancak anne babamın yanına girmemiş ve önce koyunları sağmıştım. Sonra onlara sütlerini içirmek için yanlarına girdiğimde uyuduklarını gördüm. Onları uyandırmak bana ağır gelmişti. Koyunları bırakmak ta ağırıma gitmişti. Süt kabı elimde olmak üzere ikisi de uyanıncaya kadar yanlarında oturup bekledim. Uyandıkları zaman da onlara sütlerini içirdim. Allahım! Biliyorsun ki bunu senin için yaptım. Bu kaya parçasını kapıdan kaldır» dedi. Bunun üzerine Allah kayayı yerinden kaldırdı ve çıkıp ailelerine döndüler."

Ahmed ve İbnu'l-Münzir'in, Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Sizden önceki toplumlardan üç kişi çalışıp ailelerinin rızkını kazanmak için yola çıkmıştı. Yağmur yağınca bir mağaraya girdiler. Ancak mağaranın kapısına bir kaya parçası düştü ve dışarıyı görecekleri kadar bile bir delik kalmadı. Biri diğerlerine: «Kaya kapıya düştü ve izlerimiz silindi. Yerimizi Allah'tan başka kimse bilmemektedir. En güzel amellerinizi zikrederek Allah'a dua edin» dedi.

Bunun üzerine içlerinden biri: «Allahım! Biliyorsun ki benim annem ve babam vardı. Ben onlar için kaplarına süt sağıyor ve yanlarına gidiyordum. Onları uyuyor bulduğum zaman uyandırmak istemediğim için uyanıncaya kadar başlarında bekliyordum. Uyandıkları zaman da onlara sütlerini içiriyordum. Allahım! Biliyorsun ki bunu senin rahmetini ümid edip, gazabından korkarak yaptım. Bizi bu sıkıntıdan kurtar» dedi ve kayanın üçte biri kadar bir yer açıldı.

Diğer biri: «Allahım! Biliyorsun ki ben zamanında işimi görmesi için bir işçi kiraladım. Ben hiddetli iken ücretini istemeye gelmiş ve ben onu azarlamıştım. Bu sebeple de ücretini almadan gitmişti. Ben de onun parasını çalıştırdım ve onunla her türlü mal satın aldım. Bu kişi ücretini istemeye geldiğinde bütün o malları kendisine verdim. Eğer isteseydim ona sadece kendi ücretini verirdim. Allahım! Biliyorsun ki bunu senin rahmetini ümid edip, gazabından korkarak yaptım. Bizi bu sıkıntıdan kurtar» dedi ve kayanın üçte ikisi açıldı.

Üçüncü kişi: «Allahım! Biliyorsun ki benim beğendiğim bir kadın vardı. Ona bir miktar para verdim. Ö benimle olmayı kabul edince, ben onu bıraktım. Allahım! Biliyorsun ki bunu, senin rahmetini ümid edip, gazabından korkarak yaptım. Bizi bu sıkıntıdan kurtar» dedi ve kayanın tamamı açıldı. Oradan çıkarak hızlı bir şekilde ailelerine geri döndüler. "

Buhârî, Müslim, Nesâî ve İbnu'l-Münzir'in, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Sizden önceki toplumlardan üç kişi yürürken yağmura tutuldular ve bir mağaraya girdiler. Mağaranın kapısı bir kaya parçasının düşmesiyle kapanınca birbirlerine: «Ey Sizler! Vallahi, sizi doğruluktan başka bir şey kurtarmayacaktır. Her biriniz işlemiş olduğu doğru bir ameli zikretsin» dedi.

İçlerinden biri: «Allahım! Biliyorsun ki benim bir ölçek pirinç karşılığında çalışan bir işçim vardı. Ancak ücretini almadan gitti. Ben de bu pirinci kendisi için ektim. Onun mahsülü ile sığırlar aldım. Bu kişi gelip ücretini isteyince: "Şu sığırları yanına git ve onları sürüp götür" dedim. O: "Benim, sende sadece bir ölçek pirincim var" karşılığını verdi. Ona: "Sen sığırların yanına git ve onları sür. Onları senin pirincin ile satın aldım" dedim. Allahım! Biliyorsun ki bunu, senin gazabından korkarak yaptım. Bizi bu sıkıntıdan kurtar" dedi ve kaya mağaranın kapısından biraz yana çekildi.

Diğer biri: «Allahım! Biliyorsun ki benim yaşlı annem ve babam vardı. Her gece onlara kendi koyunlarımdan süt götürürdüm. Bir gece onlara gelmekte gecikmiştim. Yanlarına geldiğimde onları uyuyor buldum. Ailem ve çocuklarım açlık içinde ağlaştığı halde annem babam içmeden kendilerine içirmedim. Çünkü onları uyandırmak istemedim. Sabaha kadar onların başı ucunda bekledim. Allahım! Biliyorsun ki bunu, senin gazabından korkarak yaptım. Bizi bu sıkıntıdan kurtar» dedi ve kaya mağaranın kapısından biraz daha yana çekildi ve gökyüzü görünmeye başladı.

Üçüncü kişi: «Allahım! Biliyorsun ki benim herkesten çok sevdiğim bir amcam kızı vardı. Onunla birlikte olmak istedim. O, kendisine yüz dinar vermem halinde bunu kabul etti ve bana teslim oldu. Ancak bacakları arasına oturduğumda: "Allah'tan kork ve mührü ancak hakkıyla kır" dedi. Ben de kendimi imtina ettim ve yüz dinarı kendisine bıraktım. Biliyorsun ki bunu senin gazabından korkarak yaptım. Bizi bu sıkıntıdan kurtar» dedi. Allah mağaranın kapısını tamamıyla açtı ve dışarı çıktılar. "

Buhârî Târih'te İbn Abbâs'tan aynısını bildirir.

10

"Hani o gençler mağaraya sığınmışlardı da, «Ey Rabbimizl Bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır» demişlerdi."

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Muâviye ile beraber Rum yakınlarında Madîk gazvesinde idik. O sırada Kur'ân'da zikredilen Ashâb-ı Kehf mağarasına uğradık. Muâviye: "Eğer mağara açılsa da bu kişileri bir görsek nasıl olur?" dedi." Ravi der ki: İbn Abbâs, ona: "Olmaz, Allah senden daha hayırlı kişiyi bile bundan men etti. Zira Yüce Allah: "Onları görseydin, mutlaka onlardan yüz çevirip kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile dolardı" buyurmaktadır. Muâviye: "Onların hakkında bilgi edinmeden gitmeyeceğim" diyerek, mağaraya adamlar gönderip: "Mağaraya girin ve içeride neler olduğuna bakın" dedi. Adamlar gidip mağaraya girince Allah onlara bir rüzgar gönderdi ve bu rüzgar kendilerini dışarıya çıkardı. Muâviye'nin öyle yaptığı İbn Abbâs'a bildirilince, Ashâb-ı Kehf'i şöyle anlatmaya başladı:

Bunlar zalim bir kralın memleketindeydiler. Halk tapmaya başlamıştı. Hatta putlara bile tapıyordu. Bu gençler ise şehirde idi. Halkın putlara taptığını görünce o şehri terk edip gittiler. Allah onları birbirleriyle anlaşmaksızın bir araya getirdi. Birbirlerine: "Nereye gitmek istiyorsun? Nereye gidiyorsun?" demeye başladılar. Bir kısmı gideceği yeri diğerlerinden gizlemeye başladı. Çünkü her biri diğer birinin şehri ne diye terk ettiğini bilmiyordu. Hal böyle iken birbirlerine durumlarını anlatacaklarına dair anlaşıp sözleştiler. Herkes bir tek şey için şehri terk etmişse bir sorun olmayacak, aksi takdirde anlattıkları şeyler gizli kalacaktı.

Hepsi bir tek kelime üzere toplandılar ve: "Kalkıp da, «Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. O'ndan başkasına asla ilâh demeyiz. Yoksa andolsun ki saçma bir söz söylemiş oluruz. Şunlar, şu kavmimiz, O'ndan başka tanrılar edindiler. Onlar hakkında açık bir delil getirselerdi ya! Artık kim Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalimdir?» dediklerinde onların kalplerine kuvvet vermiştik. Madem ki onlardan ve Allah'tan başkasına tapmakta olduklarından yüz çevirip ayrıldınız, o hâlde mağaraya çekilin ki, Rabbiniz size rahmetini yaysın ve içinde bulunduğunuz durumda yararlanacağınız şeyler hazırlasın" dediler. Bunlar artık kaybolmuştu. Aileleri onları aramaya başladı. Nereye gittiklerini bilmiyorlardı. Bu durumu krala haber verdiler. Kral: "Bu günden sonra bunların başında bir durum olacaktır. Bunlar cinayet işlememiş ve bir şey yapmamış oldukları halde ortadan kayboldular" dedi. Kurşundan bir levha isteyerek üzerine bu kişilerin isimlerini yazdı ve levhayı hazinesine bıraktı. Zira Yüce Allah: "...Ashâb-ı Kehf i ve yazılı levha sahipleri..." buyurmaktadır. Rakîm, isimleri levhaya yazılan ve gidip mağaraya giren kişilerdir. Allah onların uykusunu getirdi ve uyudular. Eğer güneş onlara değecek olsaydı onları yakardı. Eğer uyurlarken bir taraftan bir tarafa dönmemiş olsalardı toprak vücutlarını yer bitirirdi. Allah'ın: "(Orada olsaydın) güneş doğduğunda onun; mağaralarının sağ tarafına kaydığını, batarken de onlara dokunmadan sol tarafa gittiğini görürdün. Kendileri ise mağaranın geniş bir yerinde idiler. Bu, Allah'ın mucizelerindendir. Allah, kime hidayet ederse işte o, doğru yolu bulandır. Kimi de şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın" âyeti da bunu göstermektedir.

Sonra bu kral gidip yerine Allah'a ibadet eden ve putları kıran başka bir kral geldi. İnsanlara karşı adil davrandı. Sonra Allah bu kişileri istedikleri bir hâl üzere uyandırdı. Aralarından biri: "Ne kadar uyudunuz?" deyince bir kısmı: "Bir gün" derken, bir kısmı: "İki gün" dedi. Bir kısmı da: "Daha fazla" dedi. Büyükleri ise: "İhtilaf etmeyin. Çünkü ihtilafa düşen hiç bir kavim yoktur ki mutlaka helak olmuştur. "Şimdi siz birinizi şu gümüş para ile kente gönderin de baksın; (şehir halkından) hangisinin yiyeceği daha lezzetli ise ondan size bir rızık getirsin" dedi. Burada temiz yiyecek kastedilmektedir. Çünkü önceleri domuz keserlerdi. Genç şehre gelince bir işaret gördü ve onu tanımadı. Bir bina gördü, onu da tanımadı. Sonra bir fırıncıya gitti ve ona deve yavrusu ayağı büyüklüğünde bir dirhem verdi. Fırıncı bu dirhemi tanımamış ve: "Bu dirhemi nereden getirdin? Sen bir hazine bulmuşsun. Ya bana hazinenin yerini söylersin ya da seni krala götürürüm" dedi. Bunun üzerine genç: "Babam kralın mıntıka âmiri iken beni onunla mı korkutuyorsun?" dedi. Fırıncı: "Baban kimdir?" diye sorunca: "Babam filandır" cevabını verdi. Fakat fırıncı söylenen kişiyi tanımamış ve: "Kral kimdir?" diye sormuştu. Genç: "Kral filan kişidir" karşılığını verince fırıncı onu da tanımamıştı. Bunun üzerine insanlar etrafına toplandı. Genci memleketin bilirkişisine götürdüler. Bilirkişi adama sorular soruyor genç te cevaplıyordu. Bilirkişi: "Bana levhayı getirin" dedi. Levhayı getirdiklerinde gencin arkadaşlarını okuyup arkadaşları filan ve filandır demeye başladı. Onların isimleri levhada yazılıydı. Oradakiler: "Allah sizi kardeşlerinize gönderdi" dediler ve yola çıkıp mağaraya yetiştiler.

Mağaraya yaklaştıkları zaman genç: "Siz yerinizde kalın, ben arkadaşlarımın yanına gireyim. İçeriye birden hücum ederseniz sizden korkarlar. Onlar, Allah'ın sizi kendisine yönelttiğini ve tövbenizi kabul ettiğini bilmemektedir" dedi. Oradakiler: "O zaman bize geri döneceksin" dediler. Genç: "Evet, inşallah geri döneceğim" karşılığını verdi. Genç içeri girdiğinde oradakilerin nereye gittiğini bilemeyip girdiği yeri de bulamadı. Adamı ısrarla aradılar, ama girdiği yeri bir türlü bulamadılar. Bunun üzerine: "Bu kardeşlerinize ikramda bulunun" diyerek bu durum hakkında aralarında görüştüler ve: "Onlar için bir mescid yapalım" dediler. Orada da bir mescid yaptılar. Bu mescid de namaz kılıp onlar için istiğfar etmeye başladılar.

Abdurrezzâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime der ki: Ashâb-ı Kehf kral çocukları idî. Allah onlara İslam'ı nasib etmişti. Onlar kavimlerinden ayrılarak İslam'a sığındılar ve mağaraya gittiler. Allah onların kulaklarını tıkadı ve kavimleri helak olup yerlerine Müslüman bîr kavim gelene kadar uyuya kaldılar. Artık kralları da Müslüman bir kişiydi. Bu kavim ruh ve ceset hakkında ihtilafa düşmüştü. Aralarından bir kişi: "Ruh ve ceset beraber dirilir" derken, başka biri: "Sadece ruh diriltilecektir. Cesedi ise yer (toprak) yiyecektir, o hiçbir şey olacaktır" dedi. Bu ihtilaf krala ağır gelmişti. Kral meshlerini giyerek kumluk bir yere gitti. Sonra Allah'a dua ederek: "Ey Rabbim! Bu kişilerin ihtilafını görüyorsun. Onlara gerçeği gösterecek bir delil gönder" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah Ashâb-ı Kehf'i uykularından uyandırdı. Bunlar yemek satın alıp getirmesi için birini çarşıya gönderdiler. Bu kişi gördüğü yüzleri tanımıyor, ancak yollan biliyordu. İmanın şehirde yayılmış olduğunu gördü ve gizlenerek yoluna devam etti. Yemek satın alabileceği bir kişinin yanına geldi. Satıcı gümüş paraya bakınca, para kendisine yabancı geldi." -Ravi der ki: Sanırım burada: . "Deve yarusu ayağı büyüklüğünde gümüş para verdi" dedi.- "Genç: "Kralınız filan kişi değil midir?" deyince, satıcı: "Hayır, kralımız filan kişidir" karşılığını verdi. Satıcı genci krala çıkarana kadar bu konularda konuştular. Kral insanları toplayarak onlara: "Siz ruh ve ceset hakkında ihtilafa düştünüz. Allah size bir delil gönderdi. Bu kişi filan kişinin kavmindendir" dedi. Kral burada kendisinden önceki kralı kastetti. Genç: "Benimle beraber arkadaşlarımın yanına gelin" deyince kral ve insanlar bineklerine binerek mağaranın yanına geldiler. Genç: "Beni bırakın da içeri gireyim" dedi. Onlar gence, genç te onlara bakınca kulakları tıkandı (ve onu göremediler). Bunun üzerine kral ve beraberindekiler içeri girdiler. İçeride tanımadıkları cansız cesetler bulunmaktaydı. Kral: "Bu, Allah'ın size göndermiş olduğu delildir" dedi. İbn Abbâs, Habîb b. Mesleme ile beraber bir gazveye çıkmış ve bu mağaraya uğramışlardı. Mağarada kemikler bulunmaktaydı. Bir kişi: "Bunlar Ashâb-ı Kehf'in kemikleridir" deyince, İbn Abbâs: "Onların kemikleri üç yüz yıl fazlasından daha önce yok olmuştur" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: Ashâb-ı Kehf, bu şehir büyüklerinin ve eşrafının çocuklarıydı. Bunlar aralarında bir anlaşma olmaksızın şehrin arkasında bir yerde toplandılar. İçlerinden en fazla şüphelenen biri: "Ben içimde öyle bir şey hissediyorum ki, zannederim hiç biriniz bunu içinde hissetmemektedir" dedi. Onlar: "Ne hissediyorsun?" diye sorunca: "Ben içimde Rabbimin, yerlerin ve göklerin Rabbi olduğunu hissediyorum" karşılığını verdi. Bunun üzerine onlar da kalkarak hep bir ağızdan: "Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. O'ndan başkasına asla ilâh demeyiz. Yoksa andolsun ki saçma bir söz söylemiş oluruz" dediler. Onların konuştukları arasında Allah'ın Kur'ân'da zikretmiş olduğu şeyler de bulunmaktaydı. Bunlar mağaraya girmeye karar verdiler. O zaman şehirlerinde Dekyûs denilen zalim biri vardı. Uzun bir süre mağarada uyuya kaldılar. Sonra Allah onları uyandırdı. Onlar da aralarından bir kişiyi kendilerine yemek satın alması için çarşıya gönderdi. Bu kişi mağaradan çıktığı zaman, mağaranın kapısı yanında içinde hurma kurutulan bir ağıl gördü ve (kendi kendine): "Bu geçen akşam burada yoktu" dedi. Sonra Müslümanların sözlerinden bazı sözler işitti. Müslümanlar Allah'ı zikrediyordu. O şehrin insanları Müslüman olmuş ve sâlih biri kralları olmuştu. Bir ara yolu şaşırdığını zannetti. Sonra çıkmış olduğu şehre ve karşısında bulunan iki şehre daha bakmaya başladı. Bu şehirlerin isimleri Ufsûs, Eydebûs ve Şâmûs'tu. O yine (kendi kendine): "Ben yolu şaşırmadım. Bunlar Ufsûs, Eydebûs ve Şâmûs şehirleridir" dedi.

Sonra çıkmış olduğu şehre yöneldi ve çarşısına geldi. Gümüş parasını bir adama verince, o bu gümüş paranın diğer insanların parası gibi olmadığını anladı. Bunun üzerine korkarak kralın yanına gitti. Kral ona sorunca: "Belki de bu kişi Dekyûs zamanında şehir dışına çıkmış olan gençlerden biridir. Ben, bize onları ve yerlerini göstermesi için Allah'a dua ederdim" dedi. Kral şehrin yaşlılarını topladı. Bu yaşlıların birinde bu kişilerin isimleri ve nesepleri bulunmaktaydı. Bu yaşlı kişi diğerlerine sorular soruyor, onlar da cevap veriyordu. Sonra gence sordu ve: "Genç doğru söylemektedir" dedi. Kral ve şehir halkı bu genç kişiyle beraber arkadaşlarının yanına gittiler. Mağaraya yaklaştıklarında gencin arkadaşları içeriden insanların seslerini işittiler ve: "Arkadaşınız yakalanmış" demeye başladılar. Onlar birbirlerinin boynuna sarılıp birbirlerine nasihatler etmeye başladılar. Genç kendilerine yaklaşınca onu gönderdiler. Arkadaşlarının yanına vardığı zaman onlar gerçekten öldüler. Kral onları görünce bu durum ağırına gitmişti. Onlara canlı olarak yetişememişti. Kral: "Onları defnedeceğim, bana altından bir sandık getirin" dedi. Ona ölenlerden bir kişi rüyasında gelip: "Bizi altından sandık içine mi koymak istedin. Öyle yapma, bizi mağaramızda bırak. Biz topraktan yaratıldık ve tekrar ona döneceğiz" dedi. Bunun üzerine kral onları mağaralarında bıraktı ve mağaralarında bir mescid inşa etti.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih der ki: Hazret-i İsa'nın (aleyhisselam) havarilerinden bin Ashâb-ı Kehf'in şehrine gelip içeri girmek istedi. Ona: "Kapısında bir put bulunmaktadır. Ona secde etmeden içeriye girilmez" denildi. Havari içeri girmek istemedi ve şehre yakın bir hamama gitti. Havari hamamda ücretle çalışıyordu. Hamam sahibi hamamında bereket ve rızkın bol olduğunu görmüştü. Hamam sahibi bu havariyi sevmeye, şehirden birkaç genç te yanına gelmeye başlamıştı. Havari onlara gökyüzü, yeryüzü ve âhiretten haber veriyordu. Hatta ona inandılar ve kendisini tasdik ettiler. Onlar da kendisi gibi güzel bir hâl üzereydiler. Havari hamam sahibine şart koşuyor ve: "Gece benimdir. Namaz vakti olduğu zaman benimle namazım arasına girme", diyordu.

Bir gün kralın oğlu bir kadınla hamama geldi ve içeri girmek istedi. Havari: "Sen kralın oğlusun, şu filan filanla beraber içeri giremezsin" diyerek onu ayıpladı. Kralın oğlu utanarak geriye döndü. Ancak bir daha gelerek havariye sövüp onu azarladı ve kadınla beraber hamama girdi. Kadınla beraber hamamda geceledi ve orada öldüler.

Krala gidilip: "Hamam sahibi oğlunu öldürdü" denildi. Kral onu aratmış fakat bulamamıştı. Havarinin arkadaşları da kaçmıştı. Onlar gençler diye adlandırıldılar ve aranmaya başladılar. Onlar şehrin dışına çıkarak çiftçi bir arkadaşlarının yanına uğradılar. O da onlar gibi aynı durumdaydı. Ona arandıklarını söylediler. Onu da yanlarına alarak bir köpekle birlikte yollarına devam ettiler. Bir mağaranın yanında gece olunca mağaraya girdiler. "İnşallah bu geceyi sabahlayana kadar burada geçireceğiz. Sabahlayınca da görüşlerinize bakarız" dediler. Sonra kulakları tıkandı (ve uyuya kaldılar). Kral adamlarıyla onları aramaya çıkmıştı. Onları buldular ve mağaraya girmek istediler. Onlardan biri mağaraya girmek istediğinde korkuyor ve hiç kimse içeri girmeye güç yetiremiyordu. Aralarından bir kişi krala: "Sen: «Eğer onları bulursam öldüreceğim» demedin mi?" dedi. Kral: "Evet, dedim" karşılığını verince: "O zaman mağaranın kapısına duvar ör ve mağarayı üzerlerine kapat, açlıktan ve susuzluktan ölürler" dedi. Kral da öyle yaptı.

Bir müddet geçtikten sonra bir çoban bu mağaranın yanında yağmura yakalanmış ve (kendi kendine): "Şu mağaranın kapısını açsam ve koyunlarımı yağmur altından içeri alsam" dedi. Yağmur durmaksızın devam edince mağaranın kapısını açtı ve koyunlarını içeri soktu. O gün sabahladıkları zaman Allah bu cesetlere ruhlarını geri verdi. Gençler aralarından birini yemek satın alması için gümüş parayla çarşıya gönderdiler. Şehirde hangi kapıya gittiyse parasını kabul eden birini bulamadı. Sonunda bir kişiye gelip: "Bana şu parayla yiyecek bir şeyler sat" dedi. Adam: "Bu dirhemi nereden buldun?" deyince: "Dün ben ve arkadaşlarım bir yere gitmiştik. Sabahladığımızda beni yemek almam için gönderdiler" cevabını verdi. Adam: "Bfu dirhem filan kralın zamanındandır. Sen bu dirhemi nereden buldun?" dedi ve onu krala götürdü.

Kral sâlih bir kişiydi. Gence: "Bu dirhemi nerede buldun?" diye sorunca: "Dün ben ve arkadaşlarım bir yere gitmiştik. . Filan filan mağaranın yanındayken gece bastırdı ve o mağarada geceledik. Sonra (sabah olunca) beni kendilerine yemek almam için gönderdiler" dedi. Kral: "Arkadaşların nerededir?" deyince: "Arkadaşlarım mağaradadır" karşılığını verdi. Hep beraber mağaraya gittiler. Mağara kapısının yanına geldiklerinde, genç: "Bırakın arkadaşlarımın yanına sizden önce gireyim" dedi. Onlara yaklaştığında kendisinin de, onların da kulakları tıkandı (uyutuldular). Kral ve adamları arkasından girmek istediler, ama içeri giren her kişi korkarak geri çıktı. İçeri girmeye güç yetiremiyorlardı. Sonra mağaranın yanında namaz kıldıkları bir mescid inşa ettiler.

İbn Merdûye'nin Emâli'de İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ashâb-ı Kehf, Mehdi'nin yardımcılarıdır" buyurmuştur.

Zeccâcî'nin Emâlî'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Yoksa sen Ashâb-ı Kehf'i ve yazılı levha sahiplerini bizim şaşılacak âyetlerimizden mi sandın?" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Gençler dinleri hususunda korkarak ailelerinden kaçmış ve onları kaybetmişlerdi. Krala onların durumunu haber verince, kral kurşundan bir levha isteyerek üzerine bu kişilerin isimlerini yazdırdı ve levhayı hazinesine bıraktı. Sonra: "İleride bunların bir durumu olacaktır" dedi. İşte o levha da Rakîm'dir."

11

Bkz. Ayet:12

12

"Bunun üzerine biz de nice yıllar onların kulaklarını (dış dünyaya) kapattık. Sonra da iki gruptan hangisinin kaldıkları müddeti daha iyi hesap edeceğini görelim diye onları uyandırdık"

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Onların kulaklarını (dış dünyaya) kapattık" âyetini açıklarken: "Onları uyuttuk, mânâsındadır" dedi. "Sonra da iki gruptan hangisinin kaldıkları müddeti daha iyi hesap edeceğini görelim diye onları uyandırdık" âyeti hakkında ise: "Burada gençlerin ailesinden hidayete erenler ve sapıklığa düşenler kastedilmektedir. Onlar dağa çıktıkları günü, ayı ve yılı yazmışlardı" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...İki gruptan hangisinin kaldıkları müddeti daha iyi hesap edeceğini görelim diye onları uyandırdık" âyetini açıklarken: "Burada mağaraya çıkan gençler ve mağarada kaldıkları yılların sayısı kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...İki gruptan hangisinin kaldıkları müddeti daha iyi hesap edeceğini görelim diye onları uyandırdık" âyetini açıklarken: "Ne kâfirlerden, ne de müminlerden bu konuda hiç birinin bir bilgisi yoktu" dedi.

13

Bkz. Ayet:14

14

"Biz sana onların haberlerini gerçek olarak anlatıyoruz; Şüphesiz onlar Rablerine inanmış birkaç genç yiğitti. Biz de onların hidâyetlerini artırmıştık. Onların kalplerini metîn kıldık. O yiğitler (o yerin hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak: «Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O ndan başkasına ilah demeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz» dediler"

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Allah gönderdiği her Peygamberi mutlaka genç olarak göndermiştir. Âlime verilen ilim de mutlaka genç iken verilmiştir" dedi ve: "(İçlerinden bazıları), «İbrâhîm denilen bir gencin onları diline doladığını duyduk» dediler", "Hani Mûsâ, beraberindeki gence şöyle demişti..." ve "...onlar Rablerine inanmış birkaç genç yiğitti..." âyetlerini okudu.

İbn Ebî Hâtim'in Rabî'den bildirdiğine göre Enes: "Biz de onların hidâyetlerini artırmıştık" âyetini açıklarken: "Burada ihlas kastedilmektedr" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Onların kalplerini metîn kıldık..." âyetini açıklarken: "Burada iman kastedilmektedir" dedi. "...Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz" âyeti hakkında ise: "Burada da yalan kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz" âyetini açıklarken: "Burada saçma sapan ifadesiyle zulüm kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken: (.....) ifadesi yanlış şeyler konuşmak, mânâsındadır" dedi.

15

Şu bizim kavmimiz, Allah’dan başka ilâh’lar edindiler. Bunlara ibâdet etmek lâzım geldiğine dair açık bir delil getirselerdi ya! Artık bir yalan uydurup Allah’a iftira edenden daha zalim kim olabilir?” dedikleri zaman, kalplerine sebat verdik.

16

"Onlara: «Sîz onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından ayrıldınız, bunun için mağaraya girin ki, Rabbiniz size rahmetini yaysın ve size işinizde kolaylık göstersin» denildi"

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ' el- Horasânî: "...Siz onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından ayrıldınız..." âyetini açıklarken: "Bu gençler, Allah'a ve daha başka şeylere tapan bir kavme mensup idi. Bunlar kavminin taptığı diğer ilahları terk ettiler. Fakat Allah'ın ibadetinden ayrılmadılar" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "Bu, İbn Mes'ûd'un kıraatında: (.....) şeklindedir. Bu da âyetin tefsiridir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Bunun; için mağaraya girin..." âyetini açıklarken: "Onların mağarası iki dağ arasındaydı" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Rabbiniz size rahmetini yaysın ve size işinizde kolaylık göstersin, denildi" âyetini açıklarken: "Burada yemek kastedilmektedir" dedi.

17

Bkz. Ayet:19

18

Bkz. Ayet:19

19

"(Orada olsaydın) güneş doğduğunda onun; mağaralarının sağ tarafına meylettiğini, batarken de onlara dokunmadan sol tarafa gittiğini görürdün. Kendileri ise mağaranın geniş bîr yerinde idiler. Bu, Allah'ın mucizelerindendîr. Allah, kime hidayet ederse işte o, doğru yolu bulandır. Kimi de şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın. Kendileri uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırdın. Onları sağa sola çevirirdik. Köpekleri de mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış yatmakta idi. Eğer onların durumlarına muttali olsa idin dönüp onlardan kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile dolardı. Böylece biz, birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri: «Ne kadar kaldınız?» dedi. (Bir kısmı) «Bir gün, ya da bir günden az», dediler. (Diğerleri de) şöyle dediler: «Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi şu gümüş para ile kente gönderin de baksın; (şehir halkından) hangisinin yiyeceği daha temiz ve lezzetli ise ondan size bir rızık getirsin. Ayrıca, çok nazik davransın (da dikkat çekmesin) ve sizi hiçbir kimseye sakın sezdirmesin.»"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: ifadesini açıklarken: "Meyletmek mânâsındadır" dedi. (.....) ifadesi hakkında ise: "Bırakır mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Onları terk eder (dokunmadan geçer) mânâsındadır" dedi. (.....) âyeti hakkında ise: "Mağaranın içindeydiler mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) âyetini açıklarken: "Yan tarafta tenha bir yerde idiler mânâsındadır" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik: (.....) âyetini açıklarken: "Yan tarafta idiler mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Kendileri uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırdın..." âyetini açıklarken: "Ey Muhammed! Bu onların birinci uyku durumudur, mânâsındadır" dedi. "Onları sağa sola çevirirdik..." âyeti hakkında ise: "Bu da ikinci uykularıdır. Onlar yılda bir defa çevrilirlerdi" dedi.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Onları sağa sola çevirirdik..." âyetini açıklarken: "Onlar altı ay bir taraflarına, altı ay diğer taraflarına çeviriyorduk, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû İyâd: "Onları sağa sola çevirirdik..." âyetini açıklarken: "Yılda iki defa çevrirdik, mânâsındadır" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Çevirirdik.." ifadesini açıklarken: "Bu dokuz yıl içinde olmuştur. Diğer yıllarda olmamıştır" dedi.

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Onları sağa sola çevirirdik..." âyetini açıklarken; "Yer onların etlerini yemesin diye çevrilirlerdi" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Köpekleri..." ifadesini açıklarken: "Köpeklerinin adı Kutmûr'dur" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Ashâb-ı Kehf'in köpeklerinin adı Kıtmîr'dir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki: İlim ehlinden bir kişiye: "Onların köpeği aslan mıdır?" dediğimde: "Allah'ın hayatına yemin ederim ki, aslan değildi. Fakat o kendileriyle beraber evlerinden çıkan Kutmûr adında kırmızı bir köpektir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Kesîr en-Nevvâ': "Ashâb-ı Kehf'in köpeği sarı bir köpekti" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in, Süfyân vasıtasıyla bildirdiğine göre Kûfe'de kendisine Ubeyd denilen bir kişi vardı. Ona hiç yalan isnâd edilmiş değildi. Bu kişi: "Ben Ashâb-ı Kehf'in köpeğinin sanki yün elbise gibi kırmızı olduğunu gördüm" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in, Cerîr vasıtasıyla bildirdiğine göre Ubeyd es-Sevvâk: "Ben, Ashâb-ı Kehf'in köpeğini gördüm. O, küçük ve kısa idi. O ellerini mağara kapısının ön tarafına uzatmıştı. O şöyle şöyle kulaklarını oynatıyordu" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abdullah b. Humeyd el-Mekkî: "...Köpekleri de mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış yatmakta idi..." âyetini açıklarken: "O, rızkını ön ayaklarını yalamakta buldu" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada (mağara kapısının) önü kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada (mağaranın) kapısı kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ': (.....) ifadesini açıklarken: "Burada mağara kapısının önü kastedilmektedir" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: ifadesini açıklarken: "Burada yüksek yer kastedilmektedir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Köpekleri de mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış yatmakta idi..." âyetini açıklarken: "Mağara kapısında onlar için nöbet tutuyordu" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şehr b. Havşeb der ki: Benim eskiden cesur bir dostum vardı. O mağaraya uğradı ve: "İçeri girip onlara bakacağım" dedi. Ona: "Yapma, sen: «Eğer onların durumlarına muttali olsa idin dönüp onlardan kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile dolardı» âyetini okumuyor musun?" denildi. O bunu kabul etmedi ve içeri girdi. Ancak gözleri beyazlaşıp saçları değişmişti. Ondan sonra insanlara: "Onlar yedi kişiydiler" derdi.

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Hangisinin yiyeceği daha temiz ve lezzetli ise..." âyetini açıklarken: "Burada caiz olan boğazlama kastedilmektedir. Çünkü tâğutlara (putlara) kurbanlar keserlerdi" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Hangisinin yiyeceği daha temiz ve lezzetli ise..." âyetini açıklarken: "Burada temiz yiyecek kastedilmektedir. Çünkü o zamanlar domuz keserlerdi" dedi.

20

Çünkü şehir halkı, sizi, ellerine geçirirlerse, muhakkak sizi taşla öldürürler, yahut zorla dinlerine döndürürler. Bu takdirde ebediyyen kurtulamazsınız...

21

"Böylece biz, insanları onların hâlinden haberdar ettik ki, Allah'ın vaadinin hâk olduğunu ve kıyametin gerçekleşmesinde de hiçbir şüphe olmadığını bilsinler. Hani onlar aralarında onların durumunu tartışıyorlardı. «Onların üstüne bir bina yapın, Rableri onların hâlini daha iyi bilir» dediler. Duruma hâkim olanlar ise, «Üzerlerine mutlaka bir mescid yapacağız» dediler."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Böylece biz, insanları onların hâlinden haberdar ettik..." âyetini açıklarken: "Bildirdik mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî der ki: Kral kavminden yaşlı kişileri çağırdı ve onlara Ashâb-ı Kehf'in durumunu sordu. Onlar da: "Dîkûs denilen bir kral vardı. Onun zamanında bazı gençler ortadan kaybolmuştu. Kral onların isimlerini şehrin kapısında bulunan bir kaya parçasına yazdırdı" dediler. Kral kavminden o kaya parçasını getirmelerini istedi. Kaya parçası getirilince üzerinde isimlerinin olduğunu gördü ve çok sevinerek: "O ölenler tekrar dirildi" dedi. Sonra Allah ölüleri diriltir diye haber yaydı. Zira: "Böylece biz, insanları onların hâlinden haberdar ettik ki, Allah'ın vaadinin hak olduğunu ve kıyametin gerçekleşmesinde de hiçbir şüphe olmadığını bilsinler" âyeti da bunu göstermektedir. Kral: "Bu sâlih kavmin yanında mescid yaptıracağım ve ölene kadar onda Allah'a ibadet edeceğim" dedi.

Yine: "...Duruma hâkim olanlar ise, «Üzerlerine mutlaka bir mescid yapacağız» dediler..." âyeti da bunu göstermektedir.

Abdurrezzâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Duruma hâkim olanlar ise, «Üzerlerine mutlaka bir mescid yapacağız» dediler..." âyetini açıklarken: "Onlar valiler" veya: "Sultanlardır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Kral onlar için bir mabet yaptırdı ve en yüksek yerine: "Büyüklerin, valilerin oğulları" yazdırdı" dedi.

22

"Karanlığa taş atar gibi, «Mağara ehli üçtür, dördüncüleri köpekleridir» derler, yahut, «Beştir, altıncıları köpekleridir» derler, yahut «Yedidir, sekizincileri köpekleridir» derler. De ki: «Onların sayısını en iyi bilen Rabbim'dir. Onları pek az kimseden başkası bilmez.» Bunun için, onlar hakkında, bu kısaca anlatılanın dışında, kimseyle tartışma ve onlar hakkında kimseden bir şey sorma."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Karanlığa taş atar gibi, "Mağara ehli üçtür..." derler..." âyetini açıklarken: "Burada Yahudiler kastedilmektedir" dedi. "...Yahut, "Beştir... derler..." âyeti hakkında ise: "Burada da Hıristiyanlar kastedilmektedir" dedi.

Abdurrezzâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Karanlığa taş atar gibi..." âyetini açıklarken: "Zan ederek atmak (konuşmak) mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "...Onları pek az kimseden başkası bilmez..." âyetini açıklarken: "Ben de o az olanlardanım. Onlar yedi kişiydi" dedi.

Abdurrezzâk, Firyâbî, İbn Sa'd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Onları pek az kimseden başkası bilmez..." âyetini açıklarken: "Ben de o az olanlardanım. Onlar yedi kişiydi" dedi.

Taberânî'nin M. el-Evsat'ta sahih bir isnâdla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Onları pek az kimseden başkası bilmez..." âyetini açıklarken: Bende o az olanlardanım. Bunlar, Maksimilyen, Temlîhe -bu, gümüş parayla çarşıya gönderilen kişidir-, Martûlus, Beynûnus, Durdûnis, Kefâşetîtus, Muntenuvâsûs -bu da çobandır- ve köpekleri Kıtmîr'dir. Kıtmîr, Kürt köpeklerinden küçük, Kıbtî köpeklerden ise daha iriydi. Ancak Kıbtî köpeklerden daha iri olduğunu zannetmiyorum."

Ebû Abdirrahman der ki: "Babam: "Bana ulaştığına göre bu isimler bir şey üzerine yazılıp da ateşe atılırsa ateş söner" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih: "Kur'ân'da (Pek az) ifadelerinin tümü on sayısından aşağıdır" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Kimseyle tartışma..." âyetini açıklarken: "Sana bildirdiklerim dışında onlar hakkında kimseyle tartışma, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Onlar hakkında, bu kısaca anlatılanın dışında, kimseyle tartışma..." âyetini açıklarken: "Onlar hakkında açıkladıklarımız sana yeter, bu konuda kimseyle tartışma mânâsındadır" dedi. "...Onlar hakkında kimseden bir şey sorma" âyeti hakkında ise: "Açıkladıklarımız sana yeter, Ashâb-ı Kehf hakkında Yahudilere bir şey sorma mânâsındadır" dedi.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Onlar hakkında, bu kısaca anlatılanın dışında, kimseyle tartışma..." âyetini açıklarken: "Bildirdiklerimiz sana yeter, onlar hakkında kimseyle tartışma, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Onlar hakkında, bu kısaca anlatılanın dışında, kimseyle tartışma..." âyetini açıklarken: "Burada Yahudiler kastedilmektedir" dedi.

23

Bkz. Ayet:24

24

"Hiç bir şey hakkında: «Ben bunu yarın mutlaka yapacağım» deme. Ancak, «Allah dilerse yapacağım» de. Unuttuğun zaman Rabbini an ve «Umarım Rabbim beni, bundan daha doğru olana ulaştırır» de."

İbnu'l-Münzir'in, Mücâhid'den bildirdiğine göre Kureyş'liler toplanıp: "Ey Muhammed! Bizim ve atalarının dinini bıraktın. Bu getirmiş olduğun din nasıl bir şeydir?" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu din Rahmân'ın katından getirdiğim dindir" buyurdu. Kureyş'liler: "Biz Rahmân'ı ancak Rahmân el-Yemâme diye biliriz" dediler. Kureyş'liler burada Museylemetu'l-Kezzâb'ı kasdetmişti. Sonra Kureyş'liler, Yahudilere bir yazı yazıp: "Aramızda peygamber olduğunu söyleyen bir kişi çıktı. Bu kişi bizim ve atalarının dinini bıraktı. O bu dini Rahman'ın katından getirdiğini iddia etmektedir. Biz de ona: "Biz Rahman'ı ancak Rahman el-Yemâme olarak biliriz" dedik. Bu kişi emin, hainlik etmeyen ve ahdi bozmayan biridir Doğru olan ve yalan söylemeyen biridir. Bu kişi kavminin ileri gelenlerindendir ve çokluk sahibi biridir. Bize, ona soracağımız bir şeyler yazın" dediler.

Yahudiler toplanıp: "Bu (Peygamberin) vasıfları ve çıkacağı zamandır" diyerek Kureyş'lilere şöyle yazdılar: "Ona Ashâb-ı Kehf'in durumunu, Zül- Karneyn'i ve ruhu sorun. Eğer getirdikleri Rahmân'ın katından ise, zira Rahmân Yüce Allah'tır (ona bildirir). Eğer Yemâme Rahmân'ından ise kesilip kalır. Bu haber Kureyş'lilere verilince içlerinde bir zafer hissettiler.

Bunun üzerine: "Ey Muhammed! Sen bizim ve atalarının dinini bıraktın. Bize Ashâb-ı Kehf'in durumunu, Zül-Karneyn'i ve ruhu anlat" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bana yarın gelin (anlatacağım)" buyurdu. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) istisna etmemişti (inşallah dememişti). Bunun üzerine Cibrîl bir süre kendisinden kesildi ve gelmedi. Sonra Cibrîl gelince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bana bilmediğim şeyleri sordular ve cevap veremedim. Bu da ağırıma gitti" dedi. Cibrîl: "İçinde köpek veya canlı resmi olan eve girmediğimizi bilmiyor musun?" dedi. O zaman da evde bir köpek yavrusu vardı. İşte o vakit: "Hiç bir şey hakkında: «Ben bunu yarın mutlaka yapacağım» deme. Ancak, «Allah dilerse yapacağım» de. Unuttuğun zaman Rabbini an ve «Umarım Rabbim beni, bundan daha doğru olana ulaştırır» de" âyetleri nâzil oldu. Bu da, bana sormuş olduğunuz şey hakkında yarından önce beni doğru olana ulaştırması mânâsındadır. Yine Ashâb-ı Kehf hakkında zikredilenler ve: "Sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir" âyeti nâzil oldu.

İbn Merdûye'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir yemin etti ve vahiysiz kırk gece geçirdi. Sonra, Yüce Allah: "Hiç bir şey hakkında: «Ben bunu yarın mutlaka yapacağım» deme. Ancak, «Allah dilerse yapacağım» de. Unuttuğun zaman Rabbini an ve «Umarım Rabbim beni, bundan daha doğru olana ulaştırır» de" âyetlerini indirdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kırk gece sonra istisna etti.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve İbn Merdûye'nin, bildirdiğine göre İbn Abbâs bir yıl sonra olsa bile istisna edilmesi gerektiğini bildirip: "...Unuttuğun zaman Rabbini an..." âyetini okudu. Bu da istisna etmediğin aklına gelirse, mânâsındadır.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyet hakkında: "Eğer unutur ve inşallah demeden bir şey hakkında: «Evet, yapacağım» dersen, unuttuğunu hatırladığın zaman: «İnşallah» de" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: "...Unuttuğun zaman Rabbini an..." âyetini açıklarken: "Kişi unuttuğunu hatırladığı zaman istisna etsin" dedi.

İbnu'l-Münzir'in, Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre istisna etmeyi unutarak yemin eden bir kişi için: "Bir aya kadar istisna etme fırsatı vardır" dedi ve: "...Unuttuğun zaman Rabbini an..." âyetini okudu.

İbn Ebî Hâtim'in, Amr b. Dînar vasıtasıyla bildirdiğine göre Atâ: "Yemin eden kişi bir deve sağımı kadar bir zaman içinde istisna edebilir" dedi. Tâvus: "Aynı mecliste bulunduğu müddetçe istisna edebilir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî): "Kişi o konuda konuştuğu müddetçe istisna edebilir" dedi.

İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Merdûye ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İstisna etmeyi unutursan ve aklına gelirse et. Zaten istisna olayı Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) has bir şeydir. Bizden biri için geçerli değildir. Bizden biri ancak yemin sırasında istisna eder" dedi.

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İbn Ömer: "Yemin ederken hemen istisna eden kişi yeminini yerine getirmezse yeminini bozmuş olmaz (yemin kefareti gerekmez). Ancak yemin ederken hemen istisna etmeyen kişi yeminini bozmuş olur" dedi.

Beyhakî'nin, el-Esmâ ve's-Sıfât'ta, İbn Ömer'den, bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yemin ederken inşallah diyen kişi dilerse yeminini yerine getirir, dilerse getirmez ve yemini bozulmaz (yemin kefareti gerekmez)" buyurmuştur.

Ahmed, Buhârî, Müslim, Nesâî ve Beyhakî'nin, el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Süleyman b. Dâvud', Allah'ın selamı üzerlerine olsun: «Bu gece doksan kadını dolaşacağım. Her biri de bana Allah yolunda savaşacak bir çocuk doğuracaktır» dedi. Melek: "«İnşallah» de" dedi, ama o demedi. O gece doksan kadım dolaştı. Sonra kadınlardan sadece bir tanesi yarım insan olarak bir çocuk doğurdu. Canım elinde olana yemin olsun ki, eğer inşallah deseydi, yemini bozulmayacak ve ihtiyacına kavuşmuş olacaktı. "

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuabu'l- îmân'da bildirdiğine göre İkrime: "...Unuttuğun zaman Rabbini an..."âyetini açıklarken: "Öfkelendiğin zaman Rabbini an" dedi.

Beyhakî'nin, el-Esmâ ve's-Sıfât'ta bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Unuttuğun zaman Rabbini an..." âyetini açıklarken: "(Yemin ederken) İnşallah demezsen Rabbini an (istisna et) mânâsındadır" dedi.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mu'temir b. Süleyman der ki: "Babamın, Kûfe'den, Kur'ân okuyan biriyle konuştuğunu işittim. O kişi, bu âyet hakkında: "Kişi (yemin ederken) inşallah demeyi unutursa, tövbesi: «Umarım Rabbim beni, bundan daha doğru olana ulaştırır» demesidir" dedi.

25

Bkz. Ayet:26

26

"Onlar, mağaralarında üç yüz yıl yatıp kaldılar ve bu yıllara dokuz yıl daha kattılar. De kî: Onların ne kadar kaldıklarını en iyi Allah bilir. Göklerin ve yerin gaybı O na aittir. O, ne mükemmel görendir! O ne mükemmel işitendir! İnsanların O'ndan başka dostu yoktur. O, hiç kimseyi hükümranlığına ortak etmez."

Hatîb'in Târih'te Hakîm b. İkâl'dan bildirir: Osman b. Affân'ın bu âyeti: (.....) şeklinde tenvin ile okuduğunu işittim."

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: Kişi âyeti gördüğü şekliyle tefsir ederek, gerçekten gökyüzü ve yeryüzü arasındaki mesafeden daha fazla uzaklaşır" diyerek: "Onlar, mağaralarında üç yüz yıl yatıp kaldılar ve bu yıllara dokuz yıl daha kattılar" âyetini okudu. Sonra: "Ne kadar uyudular?" deyince: "Üç yüz dokuz sene" karşılığını verdiler. İbn Abbâs şöyle devam etti: "Eğer bu kadar uyumuş olsalardı, Allah: "De ki: Onların ne kadar kaldıklarını en iyi Allah bilir..." buyurmazdı. Ancak Allah insanların diyeceği şeyi bildirmiş ve: "Karanlığa taş atar gibi, «Mağara ehli üçtür, dördüncüleri köpekleridir» derler, yahut, «Beştir, altıncıları köpekleridir» derler, yahut «Yedidir, sekizincileri köpekleridir» derler..." buyurmuştur. Yine, Allah insanların bunu bilmediğini bildirerek: "Onlar, mağaralarında üç yüz yıl yatıp kaldılar ve bu yıllara dokuz yıl daha kattılar" derler" buyurdu.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Bu âyet İbn Abbâs'ın kıraatında: "." şeklindedir. Burada insanların dediği kastedilmektedir. Peki, Allah'ın: "De ki: Onların ne kadar kaldıklarını en iyi Allah bilir..."buyurduğunu görmüyor musun?"

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Onlar, mağaralarında üç yüz yıl yatıp kaldılar ve bu yıllara dokuz yıl daha kattılar" âyetini açıklarken: "Bu, Ehl-i Kitab'ın sözüdür. Allah onlara cevap olarak: "De ki: Onların ne kadar kaldıklarını en iyi Allah bilir..." buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'İ-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk der ki: (.....) âyeti nâzil olduğu zaman, ashâb: " Resûlallah! Burada üç yüz gün mü, ay mı, yıl mı kastedilmektedir?" diye sordu. Bunun üzerine Yüce Allah: (.....) âyetini indirdi.

İbn Merdûye'nin başka bir kanalla bildirdiğine göre Dahhâk, İbn Abbâs'tan aynısını mevsûl olarak bildirir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Onlar, mağaralarında üç yüz yıl yatıp kaldılar ve bu yıllara dokuz yıl daha kattılar" âyetini açıklarken: "Burada uyudukları yıllar kastedilmektedir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "O, ne mükemmel görendir! O ne mükemmel işitendir..." âyetini açıklarken: "Burada vasfedilen Yüce Allah'tır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "O, ne mükemmel görendir! O ne mükemmel işitendir..." âyetini açıklarken: "Hiç kimse Allah'tan daha fazla göremez ve işitemez" dedi.

27

Bkz. Ayet:28

28

"Rabbinin Kitabı ndan sana vahyedileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O ndan başka bir sığınak da bulamazsın. Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek O'na yalvaranlarla beraber sen de sabret. Dünya hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden ayırma. Bizi anmasını kendisine unutturduğumuz ve işinde aşın giderek hevesine uyan kimseye uyma"

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada sığınak kastedilmektedir" dedi.

İbnu'l-Enbârî'nin el-Vakf ta, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nafi' b. el- Ezrak kendisine: (.....) buyruğundaki "multehide" ne demektir?" deyince, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Burada yeraltındaki sığınak kastedilmektedir. Husayyib ed-Damrî bu konuda:

"Vay benim kederim ki keder bana fayda vermez

Zira Allah'ın takdirinden sığınacak yer yoktur" demiştir."

İbn Merdûye, Hilye'de Ebû Nuaym ve Şuabu'l-İmân'cia Beyhakî'nin bildirdiğine göre Selmân der ki: Kalpleri İslam'la ısındırılmak istenen Uyeyne b. Bedrve Akra' b. Hâbis, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek: " Resûlallah! Sen Mescid'in baş tarafına oturşan ve şu seviyesiz kişilerle oturmaktan vazgeçsen, biz seninle oturur, muhabbet eder senden bir şeyler öğreniriz" dediler." Bununla da Selmân, Ebû Zer ve fakir Müslümanları kastetmekteydi. Zira onlar sade yün giysiler giyiyorlardı. Ancak Yüce Allah: "Rabbinin Kitabı'ndan sana vahyedileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın. Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek O'na yalvaranlarla beraber sen de sabret. Dünya hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden ayırma. Bizi anmasını kendisine unutturduğumuz ve işinde aşırı giderek hevesine uyan kimseye uyma. De ki: «Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.» Biz zalimlere öyle bir ateş hazırladık..." âyetlerini indirerek onları cehennemle tehdit etti.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Selmân der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkıp fakirleri aradı ve onları Mescid'in bir köşesinde Allah'ı zikrederlerken buldu. Bunun üzerine: "Ölmeden önce ümmetimden bazı kişilerle beraber nefsimi sabretmeye alıştırmamı emreden Allah'a hamd olsun" diye dua ederek: "Dirilişim ve ölümüm sizlerledir" buyurdu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Selmân der ki: Bu âyet benim hakkımda ve ben deriden eski bir tulumla Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında iken yanımıza giren bir kişi hakkında nâzil olmuştur. Bu kişi elini göğsüme koyarak: "Çekil!" dedi ve beni kilimin üzerine düşürdü. Sonra: "Ey Muhammed! Bizi, senin birçok durumundan alıkoyan bu ve bunun gibileridir. Biz girdiğimizde onları bir kenara çeksen ve biz çıktığımızda dilediğin gibi davransan" dedi. Bu kişi çıkıp gidince, Yüce Allah: "Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek O'na yalvaranlarla beraber sen de sabret. Dünya hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden ayırma. Bizi anmasını kendisine unutturduğumuz ve işinde aşırı giderek hevesine uyan kimseye uyma" âyetini indirdi.

İbn Cerîr, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdurrahman b. Sahi b. Huneyf der ki: "Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek O'na yalvaranlarla beraber sen de sabret..." âyeti, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) evlerinden birindeyken inmişti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) çıkıp bu fakir kişileri aramaya başladı. Onlardan bir grubu, Allah'ı zikrederlerken buldu. Kimisinin başında bir şey yok, kimisinin derisi kuru, kimisinin de tek parça kıyafeti vardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları görünce yanlarında oturup: "Ümmetimden bazı kişilerle beraber nefsimi sabretmeye alıştırmamı emreden Allah'a hamd olsun" diye dua etti.

Bezzâr'ın bildirdiğine göre Ebû Hureyre ve Ebû Saîd şöyle derler: Bir kişi Hicr Sûresini veya Kehf Sûresini okuyordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gelince bu kişi sustu ve okumaz oldu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Nefsimi kendisiyle beraber sabretmeye alıştırmam emredilen meclis budur" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir'in, Ömer b. Zer vasıtasıyla babasından bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından bir grubun yanına gitti. Aralarında Abdullah b. Revâha da bulunmaktaydı. Onlara Allah'ı hatırlatıyordu. Ancak Abdullah, Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) görünce sustu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Arkadaşlarına hatırlatmada bulun" buyurunca: " Resûlallah! Sen bunda daha fazla hak sahibisin" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bilmiş olunuz ki, siz Allah'ın bana kendileriyle nefsimi sabretmeye alıştırmamı emrettiği kişilersiniz" buyurup: "Rabbinin Kitabı'ndan sana vahyedileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın" âyetini okudu.

Taberânî M. es-Sağîr'de ve İbn Merdûye'nin, Ömer b. Zer vasıtasıyla bildirdiğine göre Mücâhid, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Abdullah b. Revâha'ya rastlamıştı. O, ashâba Allah'ı hatırlatıyordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bilmiş olunuz.ki, siz, Allah'ın bana kendileriyle birlikte nefsimi sabretmeye alıştırmamı emrettiği kişilersiniz" buyurdu. Sonra: "Rabbinin Kitabı'ndan sana vahyedileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın" âyetini okudu ve şöyle devam etti:

"Sizden bir grup böylesi mecliste oturduğu zaman onların sayısınca melekler kendileriyle beraber oturur. Onlar; Allah'ı tesbih ettiklerinde melekler de tesbih eder. Onlar Allah'a hamd ettiklerinde melekler de hamd eder. Onlar tekbir getirdiklerinde melekler de tekbir getirir. Sonra melekler her şeyi bilen Rabbin katına çıkarlar ve: «Ey Rabbimiz! Kulların seni tesbih ettiler, biz de ettik. Onlar seni ta'zîm ettiler biz de ettik. Onlar sana hamd ettiler biz de ettik» derler. Bunun üzerine Rabbimiz: «Ey melekler! Ben de onları bağışladığıma dair sizleri şahit tutuyorum» buyurur. Melekler: «Onların arasında filan kişi günahkârdır» dediklerinde, Allah: «Onlarla oturan kişiye eziyet edilmez» buyurur. "

Ahmed'in bildirdiğine göre Ebû Umâme der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kıssa anlatan birinin yanına gitti ve onu tutarak: "Anlat, böylesi bir mecliste sabahtan gün batımına kadar oturmam, benim için dört köle azad etmemden daha sevimlidir" buyurdu.

Ebû Ya'la, İbn Merdûye, Delâil'de Beyhakî ve el-İbâne'de Ebû Nasr es- Siczî'nin bildirdiğine göre Ebû Saîd der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) biz zayıf Müslümanların yanına gelmişti. Bir kişi de bize Kur'ân okuyup dua ediyordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ümmetimden bazı kişilerle beraber nefsimi sabretmeye alıştırmamı emreden Allah'a hamd olsun" diye dua etti. Sonra: "Fakir Müslümanları müjdele, kıyamet gününde onlar için tam bir nur vardır. Çünkü onlar Cennete zenginlerden yarım gün önce yani beş yüz yıl önce gireceklerdir. Kendilerine Cennet nimetleri sunulurken zenginler hesapta olacaktır" buyurdu.

Ahmed'in Zühd'de bildirdiğine göre Sâbit der ki: Selmân, Allah'ı zikreden bir topluluk ile beraberdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yanlarına uğrayınca sustular. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ne diyordunuz?" diye sorunca: "Allah'ı zikrediyorduk" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Rahmetin üzerinize indiğini gördüm. Ben de sizinle ona ortak olmak istedim" buyurdu. Sonra: "Ümmetimden bazı kişilerle beraber nefsimi sabretmeye alıştırmamı emreden Allah'a hamd olsun" diye dua etti.

Ahmed'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hiçbir topluluk yoktur ki, Allah'ın rızasından başka bir şey gözetmeksizin Allah'ı zikretmek için toplanırsa, mutlaka gökyüzünden bir münadi: «Bağışlanmış olarak kalkın. Sizin kötülükleriniz iyiliklere çevrildi» diye nida eder" buyurmuştur.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Nâfi' der ki: "Abdullah b. Ömer: «Rablerinin rızasını dileyerek O'na yalvaranlarla beraber sen de sabret» âyetini açıklarken: "Burada farz namazlarını cemaat olarak kılanlar kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan aynısını bildirir.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin, Amr b. Şuayb vasıtasıyla babasından bildirdiğine göre dedesi: "Sabah akşam Rablerine, O'nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte ol. Dünya hayatının zînetini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma. Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, boş arzularına uymuş ve işi hep aşırılık olmuş kimselere boyun eğme" âyetini açıklarken: "Bu âyet sabah ve ikindi namazları hakkında nâzil olmuştur" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ubeydullah b. Abdillah b. Adiy b. el- Hiyâr bu âyeti açıklarken: "Burada Kur'ân okuyanlar kastedilmektedir" dedi.

İbn Merdûye'nin Cuveybir vasıtasıyla Dahhâk'tan bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, boş arzularına uymuş ve işi hep aşırılık olmuş kimselere boyun eğme" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu âyet Umeyye b. Halef hakkında nâzil ölmüştür. Çünkü bu kişi Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah'ın sevmediği bir şeye davet ederek fakirleri kendisinden uzaklaştırıp Mekke'nin ileri gelenlerine yaklaşmasını istemiştir. Bunun üzerine Yüce Allah: "Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, boş arzularına uymuş ve işi hep aşırılık olmuş kimselere boyun eğme" âyetini indirdi. Burada kalbi mühürlenen yani tevhîd etmeyen, şirk koşan ve Allah'ın emirlerinde haddi aşan kişiler kastedilmektedir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Bureyde der ki: Uyeyne b. Hısn ve Selmân sıcak bir günde Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiler. Selmân'ın üzerinde yünden bir elbise vardı. Selmân'ın yün elbisesinden ter kokusu gelmeye başlamıştı. Uyeyne: "Ey Muhammed! Biz yanına geldiğimiz zaman bunu ve bunun gibisini yanından çıkar. Bize eziyet etmesinler. Biz yanından çıktıktan sonra da onlarla istediğini yap" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, boş arzularına uymuş ve işi hep aşırılık olmuş kimselere boyun eğme" âyetini indirdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî' der ki: Bize nakledildiğine göre Umeyye b. Halef dalgın ve ne dediğini bilmez iken Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ondan yüz çevirdi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, boş arzularına uymuş ve işi hep aşırılık olmuş kimselere boyun eğme" âyetini indirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbinin yanma döndü ve Umeyye'yi yalnız bıraktı. Selmân'ın arkadaşlarına Allah'ı hatırlattığını görüp: "Dünyadan ayrılmadan önce bana ümmetimden bazı kişileri gösterip, onlarla beraber nefsimi sabretmeye alıştırmamı emreden Allah'a hamd olsun" diye dua etti.

İbn Ebî Hâtim'in, Muğîre vasıtasıyla bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî): "Sabah akşam Rablerine, O'nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte ol..." âyetini açıklarken: "Burada zikir ehli kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in, Mansûr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî): "Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek O'na yalvaranlarla beraber sen de sabret. Dünya hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden ayırma. Bizi anmasını kendisine unutturduğumuz ve işinde aşırı giderek hevesine uyan kimseye uyma" âyetini açıklarken: "Onları zikirden uzaklaştırma, mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu Câfer bu âyeti açıklarken: "Ashâbına karşı nefsini sabra alıştırmak ve onlara Kur'ân'ı öğretmekle emrolundu" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Dua edenlerle birlikte ol..." âyetini açıklarken: "Burada Rablerine ibadet edenler kastedilmektedir" dedi. "...Gözlerini onlardan ayırma..." âyeti hakkında ise: "Onları bırakıp başka yöne dönme, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu Hâşim bu âyeti açıklarken: "Helal ve haramda birbirlerine üstünlük taslarlardı" dedi.

Hakîm et-Tirmizî'nin bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek O'na yalvaranlarla beraber sen de sabret..." âyetini açıklarken: "Burada helal ve haram konusunda karşılıklı bilgi alışverişi kastedilmektedir" dedi.

Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî) ve Mücâhid: "Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek O'na yalvaranlarla beraber sen de sabret..." âyetini açıklarken: "Burada beş vakit namaz kastedilmektedir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki: "Bizi anmasını kendisine unutturduğumuz ve işinde aşırı giderek hevesine uyan kimseye uyma" âyeti Uyeyne b. Hısn hakkında nâzil olmuştur. Bu kişi Müslüman olmadan önce Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Selmân el-Fârisi'nin kokusu beni rahatsız etti. Bize, seninle oturduğumuz zaman bunlarla bir araya gelmeyeceğimiz bir meclis ayarla. Onlara da seninle oturacakları başka bir meclis ayarla ki, onlarla bir araya gelmeyelim" dedi. Bunun üzerine bu âyet nâzil oldu.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Aşırı giderek hevesine uyan kimse..." âyetini açıklarken: "Burada ihmalkâr kişi kastedilmektedir" dedi.

29

"De kî: «Hak, Rabbinîzdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.» Biz zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki, onun alevden duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) feryat edip yardım dilediklerinde, maden eriyiği gibi, yüzleri yakıp kavuran bîr su ile kendilerine yardım edilir. O ne kötü bir içecektir! Cehennem ne korkunç bir yaslanacak yerdir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "De ki: Hak, Rabbinîzdendir..." âyetini açıklarken: "Burada haktan kasıt, Kur'ân'dır" dedi.

el-İstikâme'de Huşeyş, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Allah'ın iman etmesini dilediği kişi iman eder. Küfre saptırmak istediği kişi de küfre gider. "Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz" âyeti da bunu anlatmaktadır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin" âyetini açıklarken: "Bu bir tehdit ve uyarıdır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rebâh b. Zeyd der ki: Ömer b. Habîb'e: "...Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin..." âyetinin açıklamasını sorduğumda şöyle dedi: "Dâvud b. Râfi'nin bana bildirdiğine göre Mücâhid: "Beni aciz bırakacak değilsiniz. Bu, Allah'tan bir vaaddir" derdi."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Burada ateşten duvar kastedilmektedir" dedi.

Ahmed, Tirmizî, Sıfatu'n-Nâr'da İbn Ebî Dünya , İbn Cerîr, Ebû Ya'la, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve İbn Merdûye'nin, Ebû Saîd el- Hudrî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cehennemin dört duvarı vardır. Her duvarın kalınlığı kırk yıllık bir mesafedir" buyurmuştur.

Ahmed, Târih'te Buhârî, İbn Ebî Dünya, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Ba's'ta Beyhakî'nin, Ya'la b. Umeyye'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Denizin kendisi Cehenmnemdendir" buyurdu ve: "...Onun alevden duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır..." âyetini okudu.

Abdurrezzâk'ın Musannef’te bildirdiğine göre Katâde der ki: "Ahnef b. Kays dört duvar arasında (üstü açık yerde) yatmaz ve: "Dört duvar arası sadece Cehennem ahalisi için zikredilir" derdi.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, Ebû Ya'la, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Hâkim, İbn Merdûye ve Ba's'ta Beyhakî'nin, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Maden eriyiği gibi, yüzleri yakıp kavuran bir su ile..." âyetini açıklarken: "Bu, yağ tortusu gibi bir sudur Bu tortu kendilerine yaklaştınldığı zaman yüzlerinin derisi soyulur" buyurdu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Maden eriyiği gibi, yüzleri yakıp kavuran bir su ile..." âyetini açıklarken: "Bu, yağ tortusu gibi siyah bir sudur" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Hennâd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atiyye der ki: "İbn Abbâs'a "Muhl" ifadesi sorulunca: "Muhl, yağ tortusu gibi katı bir sudur" karşılığını verdi.

Hennâd, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Maden eriyiği..." âyetini açıklarken: "Bu, yağ tortusu gibi bir sudur" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Muhl" yağ tortusudur" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik: (.....) ifadesini açıklarken: "Yağ tortusudur" dedi.

Hennâd, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd'a "Muhl" ifadesi sorulunca altın ve gümüş isteyerek onları eritti. Sonra: "İşte bu, Cehennem ahalisinin içeceğine en fazla benzeyen şeydir. Rengi gökyüzü rengindendir. Ancak Cehennem ahalisinin içeceği bundan çok daha sıcaktır" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada yağ tortusundan daha siyah olan irin ve kan kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) ifadesini açıklarken: "O siyahtır. Onun siyah olmasıyla beraber onu içecekler de siyahtır" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Husayf der ki: "Muhl ifadesi eritilmiş bakır demekti r ve o, ateşten daha sıcaktır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hâkim: (.....) ifadesini açıklarken: "Muhl, eritilmiş gümüş gibidir" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) ifadesini açıklarken: "Muhl, en ağır sıcaklıktır" dedi.

İbn Cerîr, İbn Ömer'den bildirir "Muhl'un ne olduğunu biliyor musunuz? Muhl yağdır; yağın dibi tortusudur."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Ne korkunç bir yaslanacak yerdir..." âyetini açıklarken: "Orası ne korkunç toplanılacak bir yerdir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Ne korkunç bir yaslanacak yerdir..." âyetini açıklarken: "Orası ne korkunç konaklama yeridir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Ne korkunç bir yaslanacak yerdir..." âyetini açıklarken: "Onlar (Cehennemlikler) Hamîm'den içecekleri zaman yaslanırlar" dedi.

30

"Gerçek şu ki, iman edip iyi işler yapanlara gelince, elbette biz iyi iş yapanların ecrini zayi etmeyiz"

İbnu'l-Mübârek ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre el-Makburî der ki: Bana nakledildiğine göre İsa b. Meryem: "Ey Âdemoğlu! Bir iyilik ettiğin zaman onu unut. Çünkü o, artık onu kaybetmeyecek kişinin yanındadır" derdi. Ravi der ki: "Sonra Makburî: «İyi işler yapanlara gelince, elbette biz iyi iş yapanların ecrini zayi etmeyiz» âyetini okudu ve: "Bir kötülük ettiğin zaman onu iki gözünün önüne koy, aklından çıkarma" dedi.

31

"İşte onlar için içlerinden ırmaklar akan Adn Cennetleri vardır. Orada tahtlar üzerine kurularak altın bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekten yeşil giysiler giyeceklerdir. O ne güzel karşılıktır! Cennet de ne güzel bîr yaslanacak yerdir!"

İbn Merdûye'nin, Sa'd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer Cennet ahalisinden bir kişi çıksa ve kolundaki bilezikler görünse, güneş ışığının yıldızların ışığını kaybettirdiği gibi bileziklerin parıltısı da Güneş'in ışığını kaybeder" buyurmuştur.

Taberânî M. el-Evsat'ta ve Beyhakî'nin Ba's'ta Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cennet ahalisinden en aşağı derecede olan kişinin üstündeki süsler, bütün dünya zineti kadardır. Allah'ın âhirette Cennet ahalisinden bir kişiye verdiği süsler, bütün dünyanın zinetinden daha üstündür" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebî Hâtim ve el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ka'bu'l-Ahbâr der ki: "Allah'ın bir meleği -diğer bir lafızda: Cennette meleği- vardır. Onun adını söylemek isteseydim söylerdim. Bu melek yaratıldığı zamandan kıyamet gününe kadar Cennet ehlinin zinet eşyalarını işler. Eğer o zinetlerden bir tane getirilecek olsa Güneş ışığını yok ederdi. Cennet ehlinin inciden taçları vardır. Eğer o taçlardan bir tane gökyüzünden dünyaya indirilecek olursa Güneş ışığının Ay ışığını kaybettirdiği gibi tacın parıltısı Güneş'in ışığını kaybeder."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: "Cennet ehli altın, inci ve gümüşten bileziklerle süslenirler. Bunlar kendileri için her şeyden daha hafiftir. Çünkü onlar nurdandır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Altın bilezikler..." ifadesini açıklarken: "Burada boynuzdan bilezikler kastedilmektedir" dedi.

Buhârî ve Müslim'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mümin kişinin takınacağı süsler, abdest suyunun ulaştığı yere kadar ulaşır" buyurmuştur.

Nesâî ve Hâkim'in bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ailesine zinet eşyaları takmayı ve ipek giyinmeyi yasaklayıp: "Eğer Cennet zinetini ve Cennet ipeğini seviyorsanız onları dünyada giyinip kuşanmayın" buyururdu.

Tayâlisî, Târih'te Buhârî, Nesâî, Bezzâr, İbn Merdûye ve Ba's'ta Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: Bir kişi: " Resûlallah! Bize Cennet ahalisinin giyeceklerinden haber ver, onlar yaratılacak mı yoksa dokunacak mı?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hayır, Cennet meyveleri yarılacak ve giysiler bunların içlerinden çıkacaktır" buyurdu.

İbn Merdûye, Câbir'in hadisinden bunun aynısını bildirir.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebu'l-Hayr Mersed b. Abdillah: "Cennette meyvesi ipek olan bir ağaç vardır. Cennet ehlinin elbiseleri ondan olacaktır" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: "îstebrak kalın ipektir. Farsça'da ise adı istibrdir" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime: "îstebrak kalın ipektir" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "îstebrak ipeğin kalınıdır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abdurrahman b. Sâbit der ki: "Allah, Cennet ehlinden bir kuluna elbiseler gönderecek ve o bu elbiseleri beğenerek: «Cennetleri gördüm, ama bu elbiseler gibisini görmedim» diyecektir. Bunun üzerine elbiseleri getiren elçi: "Rabbiniz, bu elbiselerden bu kul için dilediği kadar yapılmasını emrediyor" diyecektir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr): "Eğer Cennet ehlinin elbiselerinden bir elbise bugün dünyada çıkacak olsaydı ona bakan kişi kendinden geçer, ona bakmaya gücü yetmezdi" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süleym b. Âmir der ki: "Cennet ehlinden bir kişi Cennet elbiselerinden bir elbise giyecektir. Onu iki parmağı arasında tutacak ve inceliğinden dolayı onu hissetmeyecektir. Onu giydiğinde ayaklarına kadar kızıla bürünecektir. Bir anda yetmiş kat elbise giyecektir. En aşağısı kırmızı gelincik çiçeği gibi olacaktır. Yetmiş kat elbiseyle ancak örtünebilecektir. Kişinin dünyada iken boynuna sığmayacağından dolayı yetmiş kat elbise giymesi olanaksızdır.

Hâkim'in Râfi'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim bir ölüyü kefenlerse; Allah ona Cennette ince ve kalın ipekten elbiseler giydirecektir" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim'in, Heysem b. Mâlik et-Tâî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kişi tahtına oturup yaslandığı zaman bıkmadan ve diğer tarafına dönmeden (oturuş şeklini değiştirmeden) yaklaşık kırk yıl oturacaktır. Canının istediği ve hoş gördüğü her şey ona verilecektir" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Sâbit der ki: Bize bildirildiğine göre kişi Cennette tahtına oturup yaslandığı zaman yetmiş yıl (bir tarafa dönmeden) yaslanmış olarak kalacaktır. Yanında hanımlarından bazıları, hizmetçileri ve Allah'ın kendisine ikram ettiği nimetler bulunacaktır. O dönüp baktığı zaman daha önce hiç görmemiş olduğu kadınlar görecektir. Onlar: "Bizim senden nasiplenme zamanımız geldi" diyecektir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Karyola cibinliğin içindedir. Onun üzerinde gökyüzüne uzanmış bir fersah yüksekliğinde işlenmiş döşekler vardır" dedi.

Beyhakî'nin Ba's'ta bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Karyola cibinliğin içinde olmadıkça orada yaslanacak yastık da olmaz. Cibinliğin içinde olmayan karyolanın yaslanacak yastığı da olmaz. Ancak ikisi birleştiği zaman orada yastık bulunur" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Hennâd, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Orada tahtlar üzerine kurularak..." âyetini açıklarken: "Karyolaların üzerinde cibinlikler vardır" dedi.

Abd b. Humeyd ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: "Yastıklar inci ve yâkuttan işlenmiştir" dedi.

Abd b. Humeyd ve el-İbtidâ'da İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Yemen ahalisinden birini görene kadar erîke'lerin ne olduğunu bilmezdik. Onun bize bildirdiğine göre, onlara göre erîke; içinde karyola bulunan cibinliktir" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Recâ' der ki: "Hasan'a erîke ifadesi sorulunca: "Bu cibinliktir. Yemen ahalisi: «Filan kişinin cibinliği» derler" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime'ye erîkeler, sorulunca: "Karyolalar üzerinde olan cibinliklerdir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Erîkeler, içlerinde karyolalar bulunan cibinliklerdir" demiştir.

32

Bkz. Ayet:36

33

Bkz. Ayet:36

34

Bkz. Ayet:36

35

Bkz. Ayet:36

36

"Onlara şu îki adamı örnek ver; Birisine iki üzüm bağı verip çevresini hurmalıklarla çevirmiş ve aralarında ekinler bitirmiştik. Her iki bağ da meyvelerini vermiş ve ürünlerinden hiçbir şeyi eksik bırakmamıştı. Bu iki bağın arasından bir de ırmak fışkırtmıştık. Onun başka ürünleri de vardı. Arkadaşıyla konuşurken ona: «Benîm malım senınkînden daha çok. Adamlardan yana da senden daha üstünüm» dedi. Böylece nefsine zulmederek bağına girdi ve, «Bunun yok olacağını hiç sanmıyorum» dedi. Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Rabbime döndürülsem bile andolsun bundan daha iyi bir sonuç bulurum."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Birisine iki üzüm bağı verip..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Burada Cennetten kasıt bostandır. Onun (âyette bahsedilen kişinin), içinde sadece bir duvarı olan bir bostanı vardı. Duvarla bostanın arasında bir akarsu bulunmaktaydı. Akarsu bostanı ikiye ayırdığı için iki Cennet şeklinde zikredilmiştir. Bostanda bulunan duvardan dolayı Cennet diye adlandırmıştır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Yahya b. Ebî Amr eş-Şeybânî: "İki Cennetin nehri, Ebû Furtus nehridir" dedi. İbn Ebî Hâtim: "Bu Remle denilen yerde meşhur bîr nehirdir" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Her iki bağ da meyvelerini vermiş ve ürünlerinden hiçbir şeyi eksik bırakmamıştı.." âyetini açıklarken: "Burada eksik bırakmaz ifadesiyle Cennet ağaçlarının hepsinin meyve vermesi kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Bu iki bağın arasından birde nehir fışkırtmıştık" âyetini açıklarken: "İki bağın ortasından bir de nehir fışkırtmıştık, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in, Ali (b. Ebi Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Onun başka ürünleri de vardı..." âyetini açıklarken: "Burada ürünle mal kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: "İbn Abbâs bu âyeti: (.....) şeklinde okuyup: "Burada çeşitli mallar kastedilmektedir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada altın ve gümüş kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mubeşşir b. Ubeyd bu âyeti: (.....) şeklinde (se) harfini ötre ile okuyup şöyle dedi: "Sumur ifadesi mal, çocuklar ve köleler mânâsındadır. "Semer ifadesi ise meyveler anlamındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Zeyd el-Medenî bu âyeti: (.....) şeklinde okur ve: "Sumur, ağacın gövdesidir. Semer ise bu ağacın meyvesidir" derdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Böylece nefsine zulmederek bağına girdi..." âyetini açıklarken: "Rabbinin nimetlerini inkar ederek Cennete girdi, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini açıklarken: "Bunun helak olacağını hiç sanmıyorum, mânâsındadır" dedi. "Kıyametin kopacağını da sanmıyorum..." âyeti hakkında ise: "Bu mal böyle iken "Rabbime döndürülsem bile andolsun bundan daha iyi bir sonuç bulurum" mânâsındadır" dedi.

37

(Mü'min olan) arkadaşı ona hitap ederek şöyle dedi: “ seni (aslen) topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün bir adam kılığına getiren Allah’ı inkâr mi ettin?

38

"Fakat O Allah benîm Rabbimdir. Ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Esmâ binti Umeys der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana sıkıntı anında söyleyeceğim bazı sözler öğretti. Bunlar:

"Rabbim, Allah Allah'tır. Ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam" sözüdür.

39

"Benî mal ve evlât bakımından daha az (yetersiz) görsen bile, sen bahçene girdiğin zaman: «Mâşaallah! Allah'tan başka kuvvet yoktur» deseydin olmaz mıydı?"

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Hâtim ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin bildirdiğine göre Urve malından hoşuna gidecek bir şey gördüğü zaman veya bahçelerinden birine girdiği zaman: "Mâşaallah! Allah'tan başka kuvvet yoktur" derdi. Allah'ın: "Beni mal ve evlât bakımından daha az (yetersiz) görsen bile, sen bahçene girdiğin zaman: «Mâşaallah! Allah'tan başka kuvvet yoktur» deseydin olmaz mıydı?" âyeti da bu şekilde tevil edilmektedir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ziyâd b. Sa'd der ki: İbn Şihâb (ez-Zührî) mallarının yanına girdiği zaman: "Mâşaallah! Allah'tan başka kuvvet yoktur" derdi. Allah'ın: "Beni mal ve evlât bakımından daha az (yetersiz) görsen bile, sen bahçene girdiğin zaman: «Mâşaallah! Allah'tan başka kuvvet yoktur» deseydin olmaz mıydı?" âyeti da bu şekilde tevil edilmektedir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mutarrif der ki: (İmam) Mâlik evine girdiği zaman: "Mâşaallah" derdi. Mâlik'e: "Bunu niye diyorsun?" dediğimde: "Allah'ın: "...Sen bahçene girdiğin zaman: "Mâşaallah..." deseydin..." âyetini işitmedin mi?" karşılığını verdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hafs b. Meysere der ki: Vehb b. Münebbih'in kapısına: "Mâşaallah! Allah'tan başka kuvvet yoktur" yazılmış olduğunu gördüm. Bu da Allah'ın: "...Sen bahçene girdiğin zaman: «Mâşaallah...» deseydin" buyruğudur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Amr b. Murre der ki: "Duaların en güzellerinden biri, kişinin: "Mâşaallah" demesidir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbrâhîm b. Edhem: "Kişinin bir şey istemesi anında: "Mâşaallah" demesinden daha fazla kabul edilecek bir şey yoktur" dedi.

Abdullah b. Ahmed'in Zühd'de bildirdiğine göre Yahya b. Süleym et-Tâifî, adını da verdiği birinden naklen şöyle der: "Mûsa (aleyhisselam) Rabbinden bir şey istedi ve bu isteği kendisine gecikti. Mâşaallah dediği zaman da bu isteğini önünde buldu. Sonra: "Ey Rabbim! Ben bunu filan filan zamandan beri istemekteyim. Ancak bana bunu şimdi verdin" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah ona: "Ey Mûsa! İhtiyacını isteyeceğin zaman: «Mâşaallah» ifadesinden daha fazla kabul edilen bir şeyin olmadığını bilmiyor musun?" diye vahyetti.

Ebû Ya'la, İbn Merdûye ve Şuab'da Beyhakî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah, kuluna aile, mal ve çocuklarda bir nimet verdiği zaman: «Mâşaallah! Allah'tan başka kuvvet yoktur» derse, eceli gelinceye kadar Allah bütün afetleri kendisinden uzaklaştırır" buyurdu ve: "...Sen bahçene girdiğin zaman: "Mâşaallah! Allah'tan başka kuvvet yoktur..." âyetini okudu.

İbn Ebî Hâtim'in başka bir kanalla bildirdiğine göre Enes: "Kişi malından bir şey görüp de onu beğendiği zaman: "Mâşaallah! Allah'tan başka kuvvet yoktur" derse, o mala asla bir zarar gelmez" dedi ve: "Beni mal ve evlât bakımından daha az (yetersiz) görsen bile, sen bahçene girdiğin zaman: «Mâşaallah! Allah'tan başka kuvvet yoktur» deseydin olmaz mıydı?" âyetini okudu.

Beyhakî Şuab'da, Enes'ten hadisi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) dayandırarak aynısını bildirir.

İbn Merdûye'nin Ukbe b. Âmir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah kişiye bir nimet verir de kişi bu nimetin sürekli kalmasını isterse: «Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (=Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur)» demeyi çoğaltsın" buyurdu. Sonra: "Beni mal ve evlât bakımından daha az (yetersiz) görsen bile, sen bahçene girdiğin zaman: «Mâşaallah! Allah'tan başka kuvvet yoktur» deseydin olmaz mıydı?" âyetini okudu.

Ahmed'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bana: "Sana Arş'ın altında olan Cennet hazinelerinden bir hazineyi haber vereyim mi?" buyurduğunda: "Olur, ver" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): " «Lâ kuvvete illâ billâh (-Kuvvet ancak Allah'a mahsustur)» demendir" buyurdu." Amr b. Meymûn, Ebû Hureyre'ye: "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (=Güç ve kuvvet ancak Allah'amı mahsustur) şeklinde değil midir?" deyince: "Hayır, Kehf Sûresi'nde: «Sen bahçene girdiğin zaman: "Mâşaallah! Allah'tan başka kuvvet yoktur...» şeklindedir" karşılığını verdi.

İbn Mende M. es-Sahâbe'de Hammâd b. Seleme vasıtasıyla Simâk b. Harb'dan bildirdiğine göre Cerîr der ki: Ben İran'a gitmiştim. Orada: "Mâşaallah! Allah'tan başka kuvvet yoktur" dedim. Böyle dediğimi işiten bir kişi: "Gökyüzünde işittiğim zamandan beri bir daha işitmediğim bu kelimeler de nedir?" dedi. Ona: "Gökyüzünde işittiğin şey nedir?" dediğimde, şöyle anlattı:

Ben Kisra ile beraberdim. Beni bir işi için bir yere göndermişti. Gönderdiği yere gidip geri geldiğimde şeytan benim kılığıma girmiş ve hanımımla beraber olmuştu. Şeytan bana görünüp: "Hanımın bir gün senin, bir günde benimdir. Ya kabul edersin ya da helak olursun" dedi. Ben de kabul ettim. Bunun üzerine o da benimle oturup sohbet etmeye başladı. Bir gün bana: "Ben gizlice (meleklerin ne dediğini) dinleyen biriyim. Bu gün de dinleme sırası bendedir" dedi. Ona: "Ben de seninle gelebilir miyim?" dediğimde: "Olur, gelebilirsin" dedi ve hazırlandı. Sonra bana: "Yelemden tut" dedi. Ben de yelesinden tutunca gökyüzüne ulaşıncaya kadar çıktı. Orada biri: "Mâşaallah! Allah'tan başka kuvvet yoktur" diyordu. Bunun üzerine şeytanlar yüzüstü aşağı düştü. Ben de onlarla beraber düştüm. Sonra ailemin yanına gittim. Bir müddet sonra şeytan tekrar gelince: "Mâşaallah! Allah'tan başka kuvvet yoktur" demeye başladım. Şeytan da bu kelimelerle sinek gibi olana kadar eridi. Sonra: "Onu ezberledin ha!" dedi ve bir daha gelmedi.

Ahmed'in Zühd'de bildirdiğine göre Yahya b. Süleym bir hocasından şöyle nakleder: "Meleklerin gizlice laf dinleyen şeytanları azarlayacağı kelime: «Mâşaallah» kelimesidir."

Ebû Nuaym'ın Hilye'de bildirdiğine göre Safvân b. Süleym: "Hiçbir melek: «Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (=Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur)» demeden gökyüzüne çıkamaz" dedi.

İbn Merdûye'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "«Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (=Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur)» ifadesi en hafifi üzüntüyü gidermek olmak üzere doksan dokuz derde çaredir" buyurmuştur.

İbn Merdûye, Hatîb ve Deylemî'nin değişik kanalla İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Cibrîl'in bana bildirdiğine göre: «Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (=Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur)» ifadesinin tefsiri: «Alah'a karşı masiyeti terketmek, ancak Allah'ın gücü ile olur. Allah'a karşı itaat te ancak Allah'ın yardımı ile olur» şeklindedir. "

İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Nesâî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Muâz b. Cebel'e: "Sana Cennet kapılarından bir kapıyı göstereyim mi?" buyurunca, Muâz b. Cebel: "Olur, nedir o?" diye sordu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (=Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur)" karşılığını verdi.

İbn Sa'd, Ahmed, Tirmizî ve Nesâî'nin bildirdiğine göre Kays b. Sa'd b. Ubâde'yi, babası hizmet etmesi için Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) vermişti. O şöyle dedi: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) çıkıp geldikten sonra ben namazımı kılıp uzandım. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) beni ayağıyla dürterek: "Sana Cennet kapılarından bir kapıyı göstereyim mi?" buyurdu. Ben: "Olur, göster" dediğimde: "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (=Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur)" buyurdu.

Ahmed'in, Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hz, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Zer'e: "Ey Ebû Zeri Sana Cennet hazinelerinden bir kelime öğreteyim mi?" buyurdu. Ebû Zer: "Olur, öğret" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "«Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (=Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur)» de" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed'in Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sana Cennet hazinelerinden bir hazine göstereyim mi? «Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (=Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur)» demendir" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Eyyûb el-Ensârî der ki: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), bana çokça: "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (=Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur)" dememi emretti. Çünkü bu, Cennet hazinelerinden bir hazinedir.

İbn Ebî Şeybe'nin, Zeyd b. Sâbit'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Size Cennet hazinelerinden bir hazine göstereyim mi? Çokça: «Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (=Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur)» deyin" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "«Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (-Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur)» ibaresi, Cennet hazinelerinden bir hazinedir" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (=Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur)" ifadesi hakkında: "Allah'a itaatle amel etmemiz ancak Allah'ın gücü ile olur. Allah'ın gücü olmadan da masiyetleri terk etmeye gücümüz yetmez" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Züheyr b. Muhammed'e: "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (=Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur)" ifadesinin açıklaması sorulunca: "Sevdiğiniz bir şeyi ancak Allah'ın gücüyle alırsınız. Sevmediğiniz şeylerden de ancak Allah'ın yardımıyla korunuzsunuz, mânâsındadır" dedi.

40

Bkz. Ayet:43

41

Bkz. Ayet:43

42

Bkz. Ayet:43

43

"Belki Rabbim, bana, senin bağından daha hayırlısını verir, senin bağına ise gökten yıldırımlar gönderir de, bağın yalçın bir toprak haline gelir. Yahut suyu çekilerek yok olur da bir daha onu aramaya aslâ güç yetiremezsin! Derken ürünleri kuşatıldı. Böylece, bağı uğruna yaptığı masraflardan ötürü ellerini oğuşturup kaldı. Bağın çardakları yere çökmüştü. «Ah, diyordu, keşke ben Rabbime hiçbir ortak koşmamış olsaydım!» Onun, Allah'tan başka kendisine yardım edebilecek kimseleri yoktu. Kendi kendini kurtaracak güçte de değildi."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Husben ifadesi ile azap kastedilmektedir" dedi.

Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak ona: "Bana: (.....) âyetini açıkla" deyince İbn Abbâs: "Burada ateş kastedilmektedir" dedi. Nâfi': "Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet bilirler. Hassân b. Sâbit'in:

"Geriye kalan bir topluluğa

Ateşten kıvılcımlar yağmıştır" dediğini işitmedin mi?"

İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: "...Gökten yıldırımlar gönderir..." âyetini açıklarken: "Gökten ateş gönderir, mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Bağın kuru bir toprak haline gelir..." âyetini açıklarken: "Kendisinde bitki bitmeyen verimsiz toprak gibi olur, mânâsındadır" dedi.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Gökten yıldırımlar gönderir de, bağın kuru bir toprak galine gelir. Yâhut suyu çekilerek yok olur..." âyetini açıklarken: "Gökten sana azap iner, bağın biçilir ve üzerinde bir şey kalmaz veya suyunun yere batıp gittiğini görürsün" dedi. "Derken ürünleri kuşatıldı. Böylece, bağı uğruna yaptığı masraflardan ötürü ellerini oğuşturup kaldı..." âyeti hakkında ise: "Yaptığı masraflardan dolayı üzüntülü bir şekilde ellerini birbirine çırpar, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) ifadesini açıklarken: "Satden ifadesi ile düz ve kaygan yani pürüzsüz bir yer kastedilmektedir. Zeleka ifadesi ise üzerinde bitki olmayan bir yerdir" dedi. "Derken ürünleri kuşatıldı. Böylece, bağı uğruna yaptığı masraflardan ötürü ellerini oğuşturup kaldı. Bağın çardakları yere çökmüştü..." âyeti hakkında ise: "Bağın en alçak yerinin en üste çevrilmesi ve iki Cennetindeki meyvelerin helak olması üzerine yaptığı masraflardan dolayı pişmanlıkla ellerini oğuşturup kaldı, mânâsındadır" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Derken ürünleri kuşatıldı..." âyetini açıklarken: "Ürünleri Allah'ın emriyle helak oldu, mânâsındadır" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Kendisine yardım edebilecek kimseleri yoktu" âyetini açıklarken: "Ona yardım edebilecek hiç bir aşireti yoktu" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Kendisine yardım edebilecek kimseleri yoktu" âyetini açıklarken: "Ona yardım edebilecek hiç bir aşireti yoktu" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Kendisine yardım edebilecek kimseleri yoktu. Kendi kendini kurtaracak güçte de değildi" âyetini açıklarken: "Ona, Allah'tan başka yardım edebilecek bir yardımcı asker yoktur. O bundan kurtulacak değildir" dedi.

44

"İşte burada kudret ve hakimiyet, varlığı gerçek olan Allah'ındır. Mükâfatlandırma bakımından hayırlı olan da, sonuçlandırma yönünden hayırlı olan da O'dur"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mübeşşir b. Ubeyd: (.....) ifadesini açıklarken: "Velayet dindir. Vilayet ise vekillik alma mânâsındadır" dedi.

45

"Onlara, dünya hayatı misalinin tıpkı şöyle olduğunu anlat: Gökten indirdiğimiz su ile yeryüzünde yetişen bitkiler birbirine karışır, ama sonunda rüzgarın savuracağı çerçöpe dönen Allah her şeyin üstünde bir kudrete sahip olandır"

Hâkim'in, Suheyb'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) girmek istediği kasabayı gördüğü zaman mutlaka şöyle dua ederdi: "Ey yedi kat göğün ve onun gölgelendirdiklerinin Rabbi! Ey yedi kat yerin ve onun barındırdıklarının Rabbi! Ey şeytanlar ve onun saptırdıklarının Rabbil Ey rüzgârlar ve onun sürükleyip götürdüklerinin Rabbi olan Allahım! Senden bu kasabanın ve halkının hayrını diliyoruz. Bu kasabanın, kasaba halkının ve içinde bulunanların şerrinden sana sığınırız. "

46

"Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Ama baki kalacak salih ameller, sevab olarak da, emel olarak da, Rabbinin katında daha hayırlıdır."

İbn Ebî Hâtim ve Hatîb'in bildirdiğine göre Süfyân es-Sevrî der ki: "Mâl diye adlandırılmasının sebebi insanlara meyletmesinden, dünya dîye adlandırılması îse onlara yaklaşmasından (çekici olmasından) dolayıdır, denilirdi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İyâd b. Ukbe'nin Yahya adında bir oğlu ölmüştü. İyâd b. Ukbe onu mezara indirdiği zaman bir kişi: "Vallahi bu, ordunun ileri gelenlerinden idi, onun sevabını Allah'tan iste" dedi. İyâd b. Ukbe: "Sevabını Allah'tan istememe engel nedir? O dün (benim) dünya zinetinden iken bu gün baki kalacak salih amellerden oldu" karşılığını verdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: "Mal ve oğullar dünya kazancıdır. Salih ameller ise âhiret kazancıdır. Allah bunları bazı kavimler için birleştirmiştir" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Ama baki kalacak salih ameller..." âyetini açıklarken: "(Baki kalacak işler) Sübhanallah, el-Hamdulillah, Lâ ilahe illallah ve Allahü ekber (=Allah bütün eksikliklerden münezzehtir. Hamd ona mahsustur, ondan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür) demektir" dedi.

Saîd b. Mansûr, Ahmed, Ebû Ya'la, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Hâkim ve İbn Merdûye'nin, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Baki olan salih amelleri çokça işleyin" buyurdu. Ashâb: " Resûlallah! Bu salih ameller nedir?" diye sorunca: "Tekbir; tehlil, tesbih, tahmîd etmek ve «Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (=Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur)» demektir" buyurdu.

Saîd b. Mansûr, Ahmed ve İbn Merdûye'nin, Nu'mân b. Beşîr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bilmiş olunuz ki, Sübhanallah, el-Hamdulillah, Lâ ilahe illallah ve Allahu ekber (=Allah bütün eksikliklerden münezzehtir. Hamd ona mahsustur, ondan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür) demek, baki olan salih amellerdir" buyurdu.

Nesâî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, M. es-Sağîr'de Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kalkanlarınızı alın" buyurunca, ashab: " Resûlallah! Görünen bir düşman mı var?" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hayır, cehenneme karşı kalkanlarınızı alın. Sübhanallah, el-Hamdulillah, Lâ ilahe illallah ve Allahu ekber (=Allah bütün eksikliklerden münezzehtir. Hamd ona mahsustur, ondan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür) deyin. Çünkü bunlar kıyamet gününde önümüzde; arkamızda ve yanlarınızda bulunacaktır. Bunlar baki olan salih amellerdir" karşılığını verdi.

Taberânî, İbn Şâhin et-Terğîb fi'z-Zikr'de ve İbn Merdûye'nin Ebu'd- Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Sübhanallah, el-Hamdulillah, Lâ ilahe illallah, Allahu ekber ve Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (=Allah bütün eksikliklerden münezzehtir. Hamd ona mahsustur; ondan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür, güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur) ifadeleri, baki olan salih amellerdir. Bunlar günahları ağaçların yapraklarını dökmesi gibi döker. Yine bunlar Cennet hazinelerindendir."

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes b. Mâlik der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kuru bir ağacın yanından geçerken onun dalından bir dal tuttu (ve salladı). Daldaki yapraklar dağılıp savrulunca şöyle buyurdu: "Canım elinde olana yemin olsun ki, Sübhanallah, el-Hamdulillah, Lâ ilahe illallah ve Allahu ekber (=Hamd ona mahsustur, ondan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür) diyen kişinin günahları üzerinden, bu yaprakların dalından dağılıp gitmesi gibi dökülür ve dağılıp gider. Allah, Kitab'ında bunların baki olan salih ameller olduğunu buyurmaktadır."

Ahmed'in, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sübhanallah, el-Hamdulillah, Lâ ilahe illallah ve Allahu ekber (=Allah bütün eksikliklerden münezzehtir. Hamd ona mahsustur, ondan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür) ifadeleri ağacın yapraklarını dökmesi gibi kişinin günahlarını çırpıp döker" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Müslim, Nesâî ve el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Beyhakî'nin Semure b. Cundub'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah katında: «el-Hamdulillah, Sübhanallah, Lâ ilahe illallah ve Allahu ekber (=Hamd ona mahsustur, Allah bütün eksikliklerden münezzehtir. Ondan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür)» sözlerinden daha sevilen sözler yoktur. Bunlar dörttür. Daha da üzerlerine bir şeyler ekleyerek benim söylediğimi nakletmeyin. Hangisinden başlarsanız başlayın bir zararı yoktur."

İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Gecenin zorluğundan ve düşmanla mücadeleden aciz kalsanız bile: «Sübhanallah, el-Hamdulillah, Lâ ilahe illallah ve Allahu ekber (=Allah bütün eksikliklerden münezzehtir. Hamd ona mahsustur, ondan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür)» demekten aciz kalmayın. Zira bunlar baki olan salih amellerdir."

İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cehenneme karşı kalkanlarınızı alın ve: «Sübhanallah, el- Hamdulillah, Lâ ilahe illallah, Allahu Ekber ve Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh . (=Allah bütün eksikliklerden münezzehtir. Hamd ona mahsustur, ondan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür, güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur)» deyin. Çünkü bunlar (kıyamet gününde) önümüzde ve arkamızda bulunacaktır. Bunlar kurtarıcı ve baki olan salih amellerdir."

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) günün birinde ashabına iki veya üç defa: "Kalkanlarınızı alın" buyurmuştur. Ashâb: "Hazır olan düşmana karşı mı?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Hayır, cehenneme karşı: «Sübhanallah, el-Hamdulillah, Lâ ilahe illallah, Allahu ekber ve Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (=Allah bütün eksikliklerden münezzehtir. Hamd ona mahsustur, ondan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür, güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur)» deyin. Çünkü bunlar kıyamet gününde önünüzde ve arkanızda kurtarıcı olarak gelecektir. Onlar baki olan salih amellerdir."

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kişinin baki olan salih amelleri: "Lâ ilahe illallah, Allahu Ekber ve Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (=Allah'tan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür, güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur) demesidir" buyurmuştur.

İbn Merdûye'nin Dahhâk vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Eğer geceye yenik düşer ve (gece namazına) kalkamazsanız, aciz kalıp gündüz oruç tutamazsanız, cimrileşip malınızdan vermezseniz ve korkak olup. düşmanla savaşmazsanız çokça: «Sübhanallah, Elhamdülillah, Lâ ilahe illallah, Allahu Ekber (-Allah bütün eksikliklerden münezzehtir. Hamd ona mahsustur, ondan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür)» deyin. Çünkü bunlar baki olan salih amellerdir."

Taberânî'nin bildirdiğine göre Sa'd b. Cünâde der ki: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gittim ve Müslüman oldum. O bana Zilzâl,, Kâfirûn, İhlâs sûreleri ile "Sübhanallah, el-Hamdulillah, Lâ ilahe illallah, Allahu ekber (=Allah bütün eksikliklerden münezzehtir. Hamd ona mahsustur, ondan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür)" sözlerini öğretti. Sonra da: "Bunlar baki olan salih amellerdir" buyurdu.

Ahmed, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Osman b. Affân'a: "Baki olan salih ameller nedir?" diye sorulunca: "Lâ ilahe illallah, Allahu Ekber, Sübhanallah ve Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (Allah'tan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür, Allah bütün eksikliklerden münezzehtir. Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur)" karşılığını verdi.

Buhârî Târih'te ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Ömer'e baki olan salih ameller sorulunca: "Lâ ilahe illallah, Allahu Ekber, Sübhanallah ve Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (Allah'tan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür, Allah bütün eksikliklerden münezzehtir. Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur)" karşılığını verdi.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Baki kalacak salih ameller..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Cennette sahibine baki kalacak ameller şunlardır: Allah'ı zikretmek, Lâ ilahe illallah, Allahu Ekber, Sübhanallah, Elhamdülillah, Tebârekellahu, Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh, (=Allah'tan başka ilah yoktur.

Allah en büyüktür. Allah bütün eksikliklerden münezzehtir. Hamd ona mahsustur. Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur. Allah yücedir) demek, Allah'a istiğfar etmek, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) salâtü selam getirmek, namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, sadaka vermek, köle azad etmek, cihad etmek, akrabalık bağını kesmemek ve bütün güzel amellerdir."

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed'in Zühd'de bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb der ki: Sa'd b. Ebî Vakkâs'ın yanında idik. O bir süre sustuktan sonra: "Bu suskunluk anında, Nil ve Fırat nehirlerinin suladığı şeylerden daha hayırlı şeyler söyledim" dedi. Ona: "Ne dedin?" diye sorulunca: "Sübhanallah, Elhamdülillah, Lâ ilahe illallah ve Allahu Ekber (=Allah bütün eksikliklerden münezzehtir. Hamd ona mahsustur, ondan başka ilah yoktur. Allah en. büyüktür)" dedim" karşılığını verdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Baki kalacak salih ameller..." âyetini açıklarken: "Burada tatlı sözler kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Şeybe'nin, Nu'mân b. Beşîr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ın Celâlim zikrederek edilen tesbîh, tahmîd, tekbîr ve tehlîller Arş'ın etrafında dönerler. Bu kelimelerin Arş'ta, arı kovanı uğultusu gibi uğultuları vardır. Onlar Arş'ta sahipleriyle beraber zikredilirler. Sizden biriniz Rahmân'ın katında biri tarafından sürekli zikredilmeyi sevmez mi?" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Ebî Evfa der ki: Bir kişi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek Kur'ân'dan bir şey öğrenmeye gücünün yetmediğini söyleyip sevap olarak Kur'ân okuma sevabına eşit bir şeylerin olup olmadığını sordu. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sübhanallah, Elhamdülillah, Lâ ilahe illallah, Allahu Ekber ve Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (=Allah bütün eksikliklerden münezzehtir. Hamd ona mahsustur, ondan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür, güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur) de" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'in Mûsa b. Talha'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bazı sözler vardır ki, kul onları söylediği zaman melekler o kelimeleri kanatları üstüne alır ve göklere yükselir. Bu kelimeleri Rahmân'ın huzuruna getirene kadar yanlarından geçtikleri her melek topluluğu mutlaka o kelimelere ve onları söyleyenlere dua ederler. Bu kelimeler: «Sübhanallah, Elhamdülillah, Lâ ilahe illallah, Allahu Ekber ve Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh ve Sübhanallahi berâetün ani's-sûi (=Allah bütün eksikliklerden münezzehtir. Hamd ona mahsustur,- ondan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür, güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur. Sübhânallah, kötülükten kurtuluş beratıdır)» sözleridir."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hasan el-Basrî der ki: Bir kişi rüyasında bir münadinin gökyüzünde: "Ey insanlar! Yardım silahlarınızı alınız" diye nida ettiğini işitti. Bunun üzerine insanlar silahlanmaya başladı. Hatta bazıları sopa ile geliyordu. Münadi bir daha gökyüzünden: "Bu yardım silahlarınız değildir" diye nida etti. Yeryüzünden bir kişi: "Yardım silahı nedir?" diye sorunca, münadi: "Sübhanallah, Elhamdülillah, Lâ ilahe illallah ve Allahu Ekber (=Allah bütün eksikliklerden münezzehtir. Hamd ona mahsustur, ondan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür)" sözleridir" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "«Sübhanallah, Elhamdülillah, Lâ ilahe illallah ve Allahu Ekber (=Allah bütün eksikliklerden münezzehtir. Hamd ona mahsustur, ondan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür)» demem, benim için üzerine güneş doğan her şeyden daha sevgilidir" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Mes'ûd: "Sübhanallah, Elhamdülillah, Lâ ilahe illallah ve Allahu Ekber (=Allah bütün eksikliklerden münezzehtir. Hamd ona mahsustur, ondan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür)" demem, benim için bunların sayısınca altın para tasadduk etmemden daha sevimlidir" dedi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Amr: "Sübhanallah, Elhamdülillah, Lâ ilahe illallah ve Allahu Ekber (=Allah bütün eksikliklerden münezzehtir. Hamd ona mahsustur, ondan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür)" demem, benim için bunların sayısınca donanımlı atları Allah yolunda savaşanlara vermemden daha sevgilidir" dedi.

Abdullah b. Ahmed'in Zühd'ün zevaidi olarak bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: "Kim içinden gelerek: "Elhamdulillahi Rabbil-Âlemin (=Hamd âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur)" derse, Allah ona otuz sevap yazar ve otuz günahını siler. Kim: "Allahu Ekber (=Allah en büyüktür)" derse, Allah ona yirmi sevap yazar ve yirmi günahını siler. Kim: Sübhanallah (=Allah bütün eksikliklerden münezzehtir) derse, Allah ona yirmi sevap yazar ve yirmi günahını siler. Kim: "Lâ ilahe illallah (Allah'tan başka ilah yoktur) derse, Allah ona yirmi sevap yazar ve yirmi günahını siler.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs'tan bildirir: "...Baki kalacak salih ameller.." âyeti ile: "...İyilikler kötülükleri giderir..." buyruğunda bahsedilen salih amel ile iyilikten kasıt, beş vakit namazdır."

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Baki kalacak salih ameller..." âyetini açıklarken: "Allah'a itaat üzeri yapılan her şey, baki kalacak salih amellerdendir" dedi.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Katâde'ye baki kalacak salih ameller sorulunca: "Allah rızası gözetilerek yapılan her şey, baki kalacak salih amellerdendir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Sevab olarak da... Rabbinin katında daha hayırlıdır" âyetini açıklarken: "Mükafatın, müşriklerin cezasından daha hayırlıdır, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Emel olarak da, Rabbinin katında daha hayırlıdır" âyetini açıklarken: "Her amel işleyen için bir emel vardır. Mümin kişi, emeli olanların içinde en hayırlı olandır" dedi.

47

"Dağlan yürüteceğimiz ve senin yeryüzünü çırılçıplak göreceğin günü bir hatırla. Biz onları mahşerde toplarız da içlerinden hiçbirini bırakmayız."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Yeryüzünü çırılçıplak göreceğin günü bir hatırla..." âyetini açıklarken: "Orada ne saklanılacak bir tümsek, ne de bir çukur bulursun" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Yeryüzünü çırılçıplak göreceğin günü bir hatırla..." âyetini açıklarken: "Yeryüzünde ne bir yapı, ne de bir ağaç göremeyeceğin günü hatırla, mânâsındadır" dedi.

48

"Hepsi saf saf Rabbinin huzuruna çıkarılırlar. Onlara, «Andolsun, sizi ilk önce yarattığımız gibi bize geldiniz. Oysa siz, sizin için hesaba çekileceğiniz bir zaman belirlemediğimizi sanmıştınız» denir"

İbn Mende'nin Tevhid'de Muâz b. Cebel'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah kıyamet gününde: «Ey kullarım! Ben Allah'ım. Benden başka ilah yoktur. Ben merhametlilerin en merhametlisi ve hâkimlerin en hâkimiyim. Hesap edenlerin en süratlisiyim. Hüccetlerinizi (mazeretlerinizi) hazırlayın ve cevapları kolaylaştırın. Zira siz mutlaka sorulup hesaba çekileceksiniz. Ey meleklerim! Hesap için kullarımı ayaklarının parmakları ucuna saf saf dizin» buyurur."

49

"Kitap ortaya konur. Suçluları, kitabın içindekilerden korkuya kapılmış görürsün. «Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!» derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez"

Bezzâr'ın Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Âdemoğulları için kıyamet gününde üç kitap çıkarılır. Bunlardan birinde salih ameller, birinde günahlar ve birinde de Allah'ın nimetleri bulunur" buyurmuştur.

Taberânî'nin bildirdiğine göre Sa'd b. Cünâde der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Huneyn gazvesinden dönünce çorak bir arazide konakladık. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Toplanın! Kim bir çöp bulursa getirsin. Kim bir kemik veya başka bir şey bulursa getirsin" buyurdu. Kısa bir zaman geçmiş ve bir yığın yapmıştık. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bunu görüyor musunuz? İşte bunların bir yığın haline geldiği gibi günahlar kişinin üzerinde toplanır. Kişi Allah'tan korksun ve küçük olsun büyük olsun günah işlemesin. Çünkü bunların hepsi kişinin aleyhinde sayılmıştır" buyurdu.

İbn Merdûye'nin, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "(Ey Âişe) Küçümsenen günahlardan sakın. Zira onları da Allah'tan isteyenler vardır" buyurdu.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş..." âyetini açıklarken: "Burada küçük ile tebessüm, büyükle de gülmek kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebi'd-Dünyâ Zemmü'l-Ğîbe'de ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken: "Burada küçük ile müminleri hafife alarak tebessüm etmek, büyükle de yine müminleri hafife alarak kahkaha atmak kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!" derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez" âyetini açıklarken: "İşittiğiniz gibi herkes (büyük küçük günahların) sayılmasından şikâyetçi. Kimse bir zulümden bahsetmemektedir. Küçümsenen günahlardan sakının. Onlar sahibini helak edene kadar birikerek üzerinde toplanırlar" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân es-Sevrî bu âyeti açıklarken şöyle dedi: "Tebessümden bile hesaba çekilerek: «Filan filan gün niçin tebessüm etmiştin?» denilecektir."

50

"Hani biz meleklere, «Âdem'e secde edin» demiştik de İblis'ten başka hepsi secde etmişti. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis'i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bîr bedeldir!"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Meleklerden kendilerine cin denilen bir kabile vardı. İblis te bu kabileden idi. İblis yeryüzü ve gökyüzü arasında idareci idi. Ancak isyan edince Allah ona gazaptandı ve onu lanetlenmiş şeytan diye adlandırdı."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...İblis'ten başka hepsi secde etmişti. İblis ise cinlerdendi..." âyetini açıklarken: "O, Cennetlerin hâzini (bekçisi) idi. Bu sebeple cennân diye adlandırıldı" dedi.

İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre Dahhâk der ki: "İbn Abbâs ve İbn Mes'ûd İblis konusunda ihtilafa düşüp biri diğerine: "O, kendilerine cin denilen meleklerin torunlanndandır" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Önceleri İblis, meleklerin eşrafından ve onlar arasında ileri gelen kabilelerdendi. O, Cennetlerin hâzini idi. Yeryüzü ve gökyüzünün idaresi onun elinde idi. İki denizin birleştiği yer -Rum ve İran denizi, biri doğuda diğeri de batıdadır- onundu. Allah'ın kaderiyle beraber nefsinin kendisine güzel göstermiş olduğu şeyle gökyüzünde kendisinden daha şerefli kimsenin olmadığını düşündü ve kibirlendi. Bunu Allah'tan başka kimse bilmiyordu. Allah, Âdem'e secde etmesini emrettiği zaman, Allah onun kibrini açığa çıkararak onu kıyamet gününe kadar lanetledi. "... İblis ise cinlerdendi..." âyetini açıklarken: "Onun Cennân diye adlandırılması önceden onlara bekçi olmasından dolayıdır" dedi.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...İblis'ten başka hepsi secde etmişti. İblis ise cinlerdendi..." âyetini açıklarken: "O, meleklerden kendisine Cin denilen bir kabiledendi" dedi. İbn Abbâs ise: "Eğer o, meleklerden olmasaydı secde etmesi emredilmezdi. Ayrıca o, dünya semasının hâziniydi" dedi.

İbn Cerîr, Azdâd'da İbnu'l-Enbârî ve el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine. göre Hasan(-ı Basrî): "İblis göz açıp kapama zamanı kadar bile meleklerden olmadı. İnsan aslının Âdem (aleyhisselam) olması gibi, cinin aslı da İblis'tir" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) şöyle demiştir: Allah, İblis'in meleklerden olduğunu iddia eden kavimleri kahretsin. Halbuki Allah: "İblis ise cinlerdendi..." buyurmaktadır.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "İblis ise cinlerdendi..." âyetini açıklarken: "İblis, Cennetlerin bekçisiydi" dedi.

İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Enbârî Azdâd'da ve Ebu'ş-Şeyh'in başka bir kanalla bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "İblis ise cinlerdendi..." âyetini açıklarken: "Onlar meleklerden bir kabiledir. Onlar kıyamete kadar sürekli olarak Cennet ehlinin takılarını işlemektedir" dedi.

Beyhakî'nin Şuab'da bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "İblis ise cinlerdendi..." âyetini açıklarken: "İblis, Cennette görevli olan cinlerdendi" dedi.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre İbn Şihâb: "İblis ise cinlerdendi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Âdem'in (aleyhisselam) insanların babası olduğu gibi İblis de cinlerin babasıdır. Âdem (aleyhisselam) instir ve insanların babasıdır. İblis te cindir ve çilerin babasıdır. Allah: "Şimdi siz, beni bırakıp da İblis'i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz..." buyurunca bu durum, insanlara beyan olmuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb: "İblis dünya seması meleklerinin lideriydi" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Sa'd b. Mes'ûd şöyle demiştir: "Melekler cinlerle savaşıyordu. Melekler cinleri esir aldılar. İblis daha küçük idi. Meleklerle beraber idi. Bu sebeple meleklerle beraber ibadet ederdi."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şehr b. Havşeb der ki: "İblis meleklerin kovmuş olduğu cinlerdendir. Sonra meleklerden bir kısım onu esir alarak gökyüzüne çıktı."

el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: "İblis ise cinlerdendi..." âyetini açıklarken: "İblis, Allah'ın itaatinden çıktı" dedi.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: "İblis lanetlendiği zaman melek sûretinden çıkarılarak sureti değiştirildi. İblîs buna üzülerek feryat etti. Kıyamet gününe kadar dünyadaki her feryat ondan dolayıdır.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Nevf: "İblis dünya semasının lideri idi" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Rabbinin emri dışına çıktı..." âyetini açıklarken: "Âdem'e (aleyhisselam) secde etmede Rabbinin emri dışına çıktı" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Şa'bi'ye İblis'in eşi olup olmadığı sorulunca: "Onun evlenip evlenmediğini işitmedim" karşılığını verdi.

İbn Ebi'd-Dünyâ Mekâyidu'ş-Şeytan'da ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "İblis'i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "İblis'in beş çocuğu vardır. Bunlar Sebra, A'var, Zelenbûr, Misvat ve Dâsim'dir. Misvat feryad etmekle (velvele çıkarmakla) görevlidir. A'var ve Dâsim'in ne ettiklerini bilmiyorum. Sebra musibetlerin sahibidir. Zelenbûr insanların arasına ayrılık düşürür ve kişiyi ailesinin ayıplarına baktırır."

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Ebu'ş-Şeyh bildirdiğine göre Mücâhid: "İblis'i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "İblis beş yumurta yumurtladı. Bunlar: Zelenbûr, Dâsim, Sebra, Misvat ve A'var'dır. A'var zinadan sorumlu kişidir. Sebra musibetlerin sahibidir. Misvat yalan haberler getirip insanların ağzına basandır. Araştırıldığında bu yalanların hiç aslı olmadığını görürler. Dâsim evlerin sahibidir. Kişi evine girdiği zaman Besmele çekmeden girerse onunla birlikte içeri girer. Yine bu kişi Besmele çekmeden yemek yerse onunla beraber yer ve yerine konulmayan ev eşyalarını ona gösterir. Zelenbûr çarşıların sahibidir. O, yeryüzü ve gökyüzü arasındaki bütün çarşılarda sancağını diker."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: "İblis'i ve neslini..." âyetini açıklarken: "Burada İblis'in çocukları kastedilmektedir. Onlar Âdemoğulları gibi doğurarak çoğalırlar. Onlar sayıca da Âdemoğullarından daha fazladır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân: "İblis beş yumurta yumurtladı. Zürriyeti de bu beş yumurtadandır. Bana nakledildiğine göre onlardan bir mümine karşı Rabîa ve Mudar kabilelerinden daha fazla kişi toplanır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir" âyetini açıklarken: "İblis'e itaat etmek suretiyle Rablerinin ibadetini değiştirenler için ne kötü bir bedeldir, mânâsındadır" dedi.

51

"Ben onları ne gökler ile yerin yaratılmasında, ne de kendilerinin yaratılmasında şahit tutmadım. Yoldan şaşırtanları da yardıma tutmuş da değilim"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Ben onları ne gökler ile yerin yaratılmasında, ne de kendilerinin yaratılmasında şahit tutmadım. Yoldan şaşırtanları da yardımcı tutmuş da değilim" âyetini açıklarken: "Benden başka dost edindiğiniz şeytanları şahit bulundurmadım. Şeytanları da hiçbir şeyde yardımcı olarak tutmadım, mânâsındadır" dedi.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "Hiçbir şeyde onları yardımcı olarak tutmadım, mânâsındadır" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Yoldan şaşırtanları da yardımcı tutmuş da değilim" âyetini açıklarken: "Yoldan çıkaran kişileri dost edinmedim, mânâsındadır" dedi.

52

"O gün Allah: «Bana ortak olduklarını iddia ettiklerinize seslenin» der. Onları çağırırlar, fakat hiçbirisi onların çağrılarına gelmez. Aralarına bir cehennem deresi koyarız."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, Ali (b. Ebi Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Aralarına bir cehennem deresi koyarız" âyetini açıklarken: "Aralarına onları helak edecek bir dere koyarız, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Helak edici mânâsındadır" dedi.

Ebû Ubeyd, Hennâd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada Cehennemde bulunan bir dere kastedilmektedir" dedi.

Zühd'e zevâid olarak Abdullah b. Ahmed, İbn Cerîr,, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Ba's'ta bildirdiğine göre Enes: "...Aralarına bir cehennem deresi koyarız" âyetini açıklarken: "Cehennemde irin ve kandan oluşan bir dere kastedilmektedir" dedi.

Zühd'e zevâid olarak Abdullah b. Ahmed, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Amr: "...Aralarına bir cehennem deresi koyarız" âyetini açıklarken: "Burada ateşin içinde olan derin bir dere kastedilmektedir. Kıyamet gününde Allah onunla, hidayet ehli ile delalet ehlinin arasını ayıracaktır" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Amr el-Bikâlî: "Allah'ın "Mûbik" diye zikrettiği yer ateşin içinde olan derin bir deredir. Allah, kıyamet gününde onunla, Müslümanların ve diğer din sahiplerinin arasını ayıracaktır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) ifadesini açıklarken: "Bu, ateşin içinde ateş olarak akan bir deredir. Derenin her iki tarafında büyük katır gibi yılanlar vardır. Yılanlar onları almak için dereye hücum ettiklerinde onlar yılanlardan kurtulmak için ateşe dalacaktır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr): "Allah'ın, ateşin içinde ehline azap vereceği Ğalîz, Mevbik, Asâm ve Ğay diye dört dere vardır" dedi.

53

"Suçlular ateşi görürler ve ona düşeceklerini anlarlar, fakat ondan kaçacak yer bulamazlar"

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "Ateşe düşeceklerini bildiler, mânâsındadır" dedi.

Ahmed, Ebû Ya'la, İbn Cerîr, İbn Hibbân, Hâkim ve İbn Merdûye'nin, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kâfir kişi dünyada (güzel) amel işlemediği için elli bin yıl kadar dikili kalır. Cehennemi kırk yıllık bir mesafeden gördüğü zaman da içine düşeceğini anlar" buyurmuştur.

54

"Andolsun, biz bu Kur'ân'da insanlar için her türlü misali değişik şekillerde açıkladık. Fakat insan tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür."

Buhârî, Müslim, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gece beni ve Fâtıma'yı dürterek: "Namaz kılmayacak mısınız?" buyurdu. Ben: " Resûlallah! Nefsimiz Allah'ın elindedir. Eğer bizi uyandırmak isterse uyandırır" karşılığını verdim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) çıkıp gitti. Bana bir cevap vermedi. Ancak çıkarken baldırına vurarak: "İnsan tartışmaya her şeyden daha çok düşkündürdediğini işittim.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn zeyd: "...İnsan tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Burada tartışmadan kasıt husumettir. Kavmin peygamberlerine karşı husumet etmesi ve getirdiklerini red etmesidir. Kur'ân'da cidal diye zikredilen her konu, bu mânâdadır. Din konusunda tartıştıkları zaman peygamberlerin getirdiklerini red ederlerdi."

55

Bkz. Ayet:59

56

Bkz. Ayet:59

57

Bkz. Ayet:59

58

Bkz. Ayet:59

59

"İnsanlara hidayet geldikten sonra onların inanmalarına ve Rab'lerinden mağfiret dilemelerine, ancak, öncekilerin başına gelenlerin kendi başlarına da gelmesi, ya da kendilerine azabın göz göre göre gelmesi (yönündeki beklentileri) engel olmuştur. Biz, peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. İnkâr edenler ise, hakkı batılla çürütmek için mücadele ederler. Âyetlerimizi ve kendilerine yapılan uyarıları alaya alırlar. Kim, kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da onlardan yüz çeviren ve elleriyle yaptığını unutandan daha zalimdir? Şüphesiz biz, onu anlamamaları için, kalplerine perdeler gerdik, kulaklarına da ağırlıklar koyduk. Sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayet bulamazlar. Bununla beraber, Rabbin mağfiret ve merhamet sahibidir. Eğer onları, yaptıklarından dolayı hemen hesaba çekmek isteseydi, azaba uğratmakta acele ederdi. Ama onların bir vâdesi vardır. Ondan kaçıp sığınacak yer bulamazlar. İşte zulmettiklerinde yok ettiğimiz memleketler. Helâk edilmeleri için de belli bir zaman tayin etmiştik."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Öncekilerin başına gelenlerin kendi başlarına da gelmesi..." âyetini açıklarken: "Burada kendilerinden öncekilerin başlarına gelen ceza kastedilmektedir" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti: (.....)  şeklinde okudu ve: "Burada azabın karşıdan görünmesi kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "Burada ani olarak gelecek bir azap kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti: (.....) şeklinde okudu ve: "Burada azabın göz göre göre gelmesi kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre A'meş: (.....) ifadesini açıklarken: "Kubulen ifadesi açıkça mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Kendilerine azabın göz göre göre gelmesi..." âyetini açıklarken: "Onlar azabın karşılarından gelişini seyredecektir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Elleriyle yaptığını unutandan daha zalimdir..." âyetini açıklarken: "Geçmişte işlemiş olduğu bir çok günahı unutması kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Burada işledikleri ameller kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Ama onların bir vadesi vardır..." âyetini açıklarken: "Burada kıyamet günü .kastedilmektedir" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, Ali (b. Ebî Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Burada sığınacak bir yer kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Ondan kaçıp sığınacak yer bulamazlar" âyetini açıklarken: "Burada korunacak bir yer kastedilmektedir" dedi. (.....) âyeti hakkında ise: "Helâk edilmeleri için de belli bir zaman tayin edilmiştir, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abbâs b. Ğazvân: "...İşte zulmettiklerinde yok ettiğimiz memleketler. Helâk edilmeleri için de belli bir zaman tayin etmiştik" âyetini açıklarken: "Allah, asi oldukları zaman onları cezalandırma üzere hüküm kıldı. Sonra onların cezalarını belli bir zamana tayin etti. Zamanı gelince de onu gönderdi" dedi.

60

Bkz. Ayet:82

61

Bkz. Ayet:82

62

Bkz. Ayet:82

63

Bkz. Ayet:82

64

Bkz. Ayet:82

65

Bkz. Ayet:82

66

Bkz. Ayet:82

67

Bkz. Ayet:82

68

Bkz. Ayet:82

69

Bkz. Ayet:82

70

Bkz. Ayet:82

71

Bkz. Ayet:82

72

Bkz. Ayet:82

73

Bkz. Ayet:82

74

Bkz. Ayet:82

75

Bkz. Ayet:82

76

Bkz. Ayet:82

77

Bkz. Ayet:82

78

Bkz. Ayet:82

79

Bkz. Ayet:82

80

Bkz. Ayet:82

81

Bkz. Ayet:82

82

"Hani Mûsâ, beraberindeki gence şöyle demişti: «İki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayacağım, ya da uzun zaman gideceğim.» Onlar iki denizin birleştiği yere varınca, balıklarını unuttular. Balık denizin içinde süzülüp gitti. Oradan uzaklaştıklarında Mûsâ beraberindeki gence, «Yemeğimizi getir! Zira bu yolculuğumuzda epeyce yorulduk» dedi. Genç: «Yanında dinlendiğimiz o kaya vardı ya, balığı işte orada unuttum. Onu bana unutturan da şeytandan başkası değil. Balık şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitti» dedi. Mûsâ: «Bizim aradığımız yer de orasıydı zaten» dedi. Bunun üzerine tekrar izlerini takip ederek gerisingeri döndüler. Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik. Mûsâ ona, «Sana öğretilen bilgilerden bana, doğruya iletici bir bilgi öğretmen için sana tâbi olayım mı?» dedi. Adam: «Ey Mûsa! Ama benim yanında sabredemezsin» dedi. «İç yüzünü kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredebilirsin?» Mûsâ, «İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir emrine karşı gelmeyeceğim» dedi. O da: «Bana tâbi olacaksan, sana anlatmadıkça bana hiçbir şeyi sormayacaksın» dedi. Derken yola koyuldular. Nihayet, bir gemiye bindiklerinde (adam) gemiyi deldi. Mûsâ, «Sen onu içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu şaşılacak bir şey yaptın!» dedi. Adam, «Ben sana, yanımda sabredemezsin demedim mi?» dedi. Mûsâ, «Unuttuğum bir şeyden dolayı beni sorumlu tutma ve işimi de zorlaştırma!» dedi. Yine yola koyuldular. Nihayet bir erkek çocukla karşılaştıklarında, adam (hemen) onu öldürdü, Mûsâ, «Suçsuz bir cana, kısas olmaksınız kıydın. Pek kötü bir iş yaptın!» dedi. Adam, «Benim yanımda sabredemezsin demedim mi?» dedi. Mûsâ, «Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana yoldaş olma ve bu konuda haklı olarak bir mazeretin olur» dedi. Tekrar yola koyuldular. Bir köye geldiklerinde köylülerden yemek istediler. Ancak köylüler onları ağırlamaktan kaçındılar. Köyde eğilmiş, yıkılmak üzere olan bir duvar gördüler. (Hızır) eliyle duvarı düzeltti. Mûsâ, «İsteseydin bu iş için bir ücret alırdın» dedi. Adam, «İşte bu, seninle benim ayrılmamızı gerektiriyor; dayanamadığın işlerin yorumunu sana anlatacağım» dedi. O gemi, denizde çalışan birtakım yoksul kimselere ait idi. Onu yaralamak istedim, çünkü onların ilerisinde, her gemiyi zorla ele geçiren bir kral vardı. Çocuğa gelince, anası babası mü'min insanlardı. Onları azgınlığa ve küfre sürüklemesinden korktuk. Böylece, Rablerinin onlara, bu çocuğun yerine daha hayırlı ve daha merhametli bir çocuk vermesini diledik. Duvar ise şehirdeki iki yetim çocuğa ait idi. Altında onlara ait bir define vardı. Babaları da iyi bir insandı. Rabbin, onların olgunluk çağına ulaşmalarını ve Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarmalarını istedi. Bunları ben kendi görüşüme göre yapmadım. İşte senin, sabredemediğin şeylerin içyüzü budur."

İbn Asâkir'in, İbn Sim'ân vasıtasıyla bildirdiğine göre Mücâhid der ki: İbn Abbâs: "Hani Mûsa, beraberindeki gence şöyle demişti: (.....) âyetini açıklarken şöyle anlattı:

Mûsa (aleyhisselam) iki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayacağım, ya da yetmiş güz (yıl) gideceğim" dedi. "İkisi, iki denizin birleştiği yere ulaşınca, balıklarını unutmuşlardı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "İkisi de iki denizin birleştiği yere ulaşınca balıklarını unutmuşlar ve hataya düşmüşlerdi. Onların sepet içinde taşıdıkları tuzlanmış bir balıkları vardı. Bu balık sepetin içinden suya atlamış ve denizin dibini boylamıştı. Şeytan, gencin balığı Mûsa'ya (aleyhisselam) hatırlatmasını unutturmuştu. Musa'nın (aleyhisselam) yanında olan genç Yûşa b. Nûn'du." "Balık şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti" âyetini açıklarken: "Mûsa (aleyhisselam) balığın izine ve denize dalması karşısında şaşırmıştı" dedi. "İşte aradığımız bu idi" âyeti hakkında ise şöyle dedi: "Mûsa (aleyhisselam): "Bana balığı kaybettiğim yerde Hızır'ı bulacağım haberi verilmişti." "Bunun üzerine tekrar izlerini takip ederek gerisingeri döndüler" âyetini açıklarken: "Mûsa ve Yûşa b. Nûn balığın bulunduğu sahile döndüler" dedi. "Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Burada Hızır kastedilmektedir. Yüce Allah: "Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır" buyurmaktadır. Mûsa (aleyhisselam), Hızır ile yoldaş oldu. Onların kıssası da Allah'ın Kitâb'ında bildirmiş olduğu gibidir."

Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, el-Esmâ ve's-Sıfât'ta bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: İbn Abbâs'a: "Nevf el-Bikâlî, Hızır'ın (yol) arkadaşı olan Mûsa'nın, İsrailoğullarının Mûsa'sı olmadığını iddia ediyor" dediğimde, İbn Abbâs şöyle dedi: "Allah'ın düşmanı yalan söylüyor! Zira Ubeyy b. Ka'b, bana Resûlullah'tan (sittu atyi vesekn) şöyle işittiğini bildirdi: "Mûsa, İsrail oğullarına hitap etmek için kalktığında kendisine: «En bilgili insan kimdir?» diye sordular. Mûsa: «Benim» deyince Yüce Allah, en iyi bilmeyi kendisine nisbet etmediği için ona sitem etti ve kendisine: «İki denizin birleştiği yerde senden daha âlim olan bir kulum var» diye vahyetti. Mûsa: «Rabbim! Ona nasıl ulaşabilirim?» diye sorduğunda, Yüce Allah: «Bir balık alır ve onu bir sepetin içinde taşırsın. Balığı kaybettiğin yerde de onu bulacaksın» buyurdu. Bunun üzerine Mûsa bir zenbilin içine balık koyarak yola çıktı. Yanında hizmetçisi Yûşa b. Nûn'u da aldı. Bir kayanın yanına geldiklerinde kafayı vurup yattılar. Sepetin içinde huysuzlaşan balık kendini sepetin dışına attı ve denize düştü. «Balık denizin içinde süzülüp giderken» Yüce Allah suyun akıntısını balık için durdurdu. Denizin suyu adeta bir kemer gibi (yanlara) açıldı ve balık gitti.

Uyandıklarında Yûşa, Mûsa'ya balığın gittiğini söylemeyi unuttu. Gündüzün kalan kısmı ile gece boyunca yol aldılar. İkinci gün sabah olunca, Mûsa, hizmetçisine: "Yemeğimizi getir! Zira bu yolculuğumuzda epeyce yorulduk" dedi. Oysa Mûsa, Yüce Allah'ın gitmesini emrettiği o yere gelene kadar hiç yorulmamıştı. Hizmetçisi ona: «Yanında dinlendiğimiz o kaya vardı ya, balığı işte orada unuttum. Onu bana unutturan da şeytandan başkası değil. Balık şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitti» karşılığını verdi. Balık için (kurtuluş) olan kanal, Mûsa ve hizmetçisi için şaşılacak bir şey olmuştu. Bunun üzerine Mûsa: «Bizim aradığımız yer de orasıydı zaten!"dedi. Tekrar izlerini takip ederek gerisingeri döndüler.»"

Süfyan der ki: "İnsanların iddia ettiğine göre o kayanın yanında hayat suyu vardı. Ona ölü biri değse bile canlanıyordu. Balığın da bir kısmı yenilmişti. Balığa bu sudan bir damla damlatılınca balık tekrar canlandı.

Geldikleri yolu, izlerini takip ede ede geri döndüler. O kayanın yanına vardıklarında giysilere bürünmüş bir adamla karşılaştılar. Mûsa ona selam verince; Hızır: «Senin yurdunda nasıl selamette olunabilir ki?» karşılığını verdi. Mûsa: «Ben Mûsa'yım» deyince, Hızır: «İsrail oğullarının Mûsa'sı mı?» diye sordu. Mûsa: «Evet! Sana öğretilen doğru yolu bana da öğretmen için yanına geldim» dedi. Hızır: «Ey Mûsa! Ama benim yanında sabredemezsin.»Çünkü ben Yüce Allah'ın bana öğrettiği ancak senin bilmediğin şeyleri biliyorum. Sen de, Yüce Allah'ın sana öğrettiği ancak benim bilmediğim şeyleri biliyorsun" deyince, Mûsa: «İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir emrine karşı gelmeyeceğim» karşılığını verdi. Bunun üzerine Hızır: «Bana tâbi olacaksan, sana anlatmadıkça bana hiçbir şeyi sormayacaksın» dedi ve denizin sahilinde yürümeye başladılar.

Oradan bir gemi geçince, gemidekilerle konuşup kendilerini de almalarını istediler. Gemidekiler Hızır'ı tanıyınca ücretsiz olarak gemiye aldılar. Hızır gemiye biner binmez bir keser alıp geminin tahtalarından birini söktü. Mûsa: «Adamlar bizleri ücretsiz olarak gemilerine aldılar oysa sen gemide bir delik açarak gemidekileri suda boğmak istiyorsun! "Doğrusu şaşılacak bir şey yaptın!"» diye çıkıştı. Hızır: «Ben sana, yanımda sabredemezsin demedim mi?» deyince, Mûsa: «Unuttuğum bir şeyden dolayı beni sorumlu tutma ve işimi de zorlaştırma» karşılığını verdi. Musa'nın ilk sabırsızlığı unutmaktan dolayı oldu.

Sonra bir kuş gelip geminin kenarına kondu ve gagasıyla- denizden bir yudum su aldı. Hızır: «Benim ilmim ile senin ilmin, Yüce Allah'ın ilminin yanında şu kuşun denizden eksilttiği su kadardır» dedi.

Sonra gemiden ayrıldılar. Yine sahilde yürürlerken, bir grup çocukla beraber oynayan bir çocuk Hızır'ın dikkatini çekti. Hızır o çocuğun başını eliyle tutup kopararak çocuğu öldürdü. Mûsa: «Suçsuz bir cana, kısas olmaksınız kıydın. Pek kötü bir iş yaptın!» diye çıkışınca, Hızır: «Benim yanımda sabredemezsin demedim mi?» dedi. Bu, birincisinden daha ağır olmuştu. Mûsa: «Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana yoldaş olma ve bu konuda haklı olarak bir mazeretin olur!» dedi.

«Tekrar yola koyuldular. Bir köye geldiklerinde köylülerden yemek istediler. Ancak köylüler onları ağırlamaktan kaçındılar. Köyde eğilmiş, yıkılmak üzere olan bir duvar gördüler. Hızır eliyle duvarı düzeltti...»Bunun üzerine Mûsa: "Bu köylüler bizlere yemek vermediler ve bizi ağırlamadılar. «Sen bu duvarı düzeltmene karşılık onlardan bir ücret alabilirsin» deyince, Hızır: «İşte bu, seninle benim ayrılmamızı gerektiriyor; dayanamadığın işlerin yorumunu sana anlatacağım» karşılığını verdi.»"

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) "İsterdik ki Mûsa sabretmiş olsaydı da Yüce Allah onların (devamında olacak) haberlerini bize anlatsaydı" buyurdu.

Saîd b. Cübeyr der ki: "İbn Abbâs, Kehf Sûresinin 79. âyetini:"(=Çünkü önlerinde her sağlam gemiye zorla el koyan bîr hükümdar vardı)" lafzıyla okurdu. Kehf Sûresinin 80. âyetini de: "(=Çocuğa gelince, kendisi kafir, anası babası mümin insanlardı)" lafzıyla okurdu.

Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin başka bir kanalla bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: İbn Abbâs'ın yanında, evindeydim. Bize: "Bana sorun!" dedi. Ben: "Ey Ebu'l- Abbâs! Yüce Allah beni sana feda kılsın! Kûfe'de Nevf adında bir kıssacı var, (Hızır'ın yanındaki Mûsa'nın) İsrâil oğullarının Mûsa'sı olmadığını söylüyor" dedim. İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Allah'ın düşmanı yalan söylemiş! Ubey b. Kâb, Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) naklen bana şöyle bildirdi:

"Allah'ın elçisi Mûsa bir gün insanlara Yüce Allah'ı hatırlattı. İnsanların gözleri dolup kalpleri de yumuşayınca dönüp gitti. Ardından bir adam ona yetişti ve: «Ey Allah'ıh elçisi! Yeryüzünde senden daha âlim olan biri var mı?» diye sordu. Mûsa: «Yok!» deyince; Yüce Allah, âlimliği kendisine nispet etmediği için Mûsa'ya sitem etti ve: «Bilakis var!» buyurdu. Mûsa: «Rabbim! Nerede?» diye sorunca, Yüce Allah: «İki denizin birleştiği yerde» buyurdu. Bunun üzerine Mûsa: «Rabbim! Bana onun yerini bilebileceğim bir işaret ver» dedi. Yüce Allah: «Yanına ölü bir balık al. Balık canlandığı yerde onu bulacaksın!» buyurdu. Mûsa bir balık alıp bir sepetin içine koydu. Hizmetçisine de: «Bu balığın senden ayrıldığı yeri bana bildirmekle seni sorumlu tutuyorum. Sana fazla da bir yükümlülük verilmiş değil» dedi.

Islak toprağın (sahilin) bulunduğu yerde bir kayanın gölgesindeyken balık hareketlendi. Mûsa uyuyordu. Hizmetçisi: «Onu uyandırmayayım!» dedi. Ancak Mûsa uyanınca ona haber vermeyi unuttu. Balık hareketlenerek denize girdi. Yüce Allah suyun akıntısını balık için durdurdu. Öyle ki balığın izi taşa çıktı. Mûsa: «Bu yolculuğumuzda çok yorgun düştük» dedi. Allah, Mûsa'nın yorgunluğunu gidermişti. Geri döndüklerinde Hızır'la karşılaştılar. Hızır'ı elbisesine bürünmüş bir şekilde buldular. Giysinin bir ucu ayaklarının altında diğer ucu ise başındaydı. Mûsa ona selam verince Hızır yüzünü açtı ve: «Burada selam var mı ki? Sen kimsin?» diye sordu. Mûsa: «Ben Musa'yım» deyince, Hızır: «İsrâil oğlullarının Mûsa'sı mı?» diye sordu. Mûsa: «Evet!» deyince, Hızır: «Ne istiyorsun?» diye sordu. Mûsa: «Sana öğretilen ve hayra götüren bilgiyi bana da öğretmen için geldim» dedi. Hızır ise: «Ey Mûsa! Tevrat'ın ellerinin arasında olması ve sana vahiy inmesi, sana yetmiyor mu? Bende senin bilmemen gereken bir ilim var. Sende de benim bilmemem gereken bir ilim var» karşılığını verdi. O esnada bir kuş gagasıyla denizden bir yudum su alınca, Hızır: «Vallahi senin ilminle benim ilmim, Yüce Allah'ın ilmi karşısında su kuşun gagasıyla denizden aldığı su kadardır» dedi.

Gemiye bindikleri zaman, insanlar bu kıyıdan öbür kıyıya taşıyan küçük kayıklar gördüler. Kayıktakiler onu tanıdılar ve: «Yüce Allah'ın salih kulu! Biz onu ücretsiz taşırız» dediler. Ancak Hızır kayığa binince, bir kazık çakarak kayığı deldi. Mûsa: «Sen onu içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu şaşılacak bir şey yaptın!» dedi." Bunun üzerine Hızır: «Ben sana, yanımda sabredemezsin demedim mi?» dedi. Musa'nın ilk sabredemeyişi unutarak oldu. İkincisi şart koşarak üçüncüsü ise kasıtlı olarak gerçekleşti. Sonra Mûsa: «Unuttuğum bir şeyden dolayı beni sorumlu tutma ve işimi de zorlaştırma» dedi. Sonra bir çocukla karşılaştılar. Hızır oynayan çocuklar gördü. İçlerinden kafir ve güzel olan bir çocuğu aldı, yatırıp bıçakla kesti. Mûsa: «Bir cana karşılık olmadan, "Masum ve günahsız bir cana mı kıydın!"» dedi."

Ravi der ki: "İbn Abbâs, âyetteki masum anlamına gelen "zekiyyeten" lafzını, "zâkiyeten müslımeten" şeklinde okudu. "Zeki çocuk" demen gibi."

Saîd devam eder: Sonra yola devam ettiler. Hızır "Köyde eğilmiş, yıkılmak üzere olan bir duvar gördüler. Hızır eliyle duvarı düzeltti" Müsa ona: "Sen bu duvarı düzeltmene karşılık onlardan bir ücret alabilirsin" dedi. Burada ücret olarak yiyecek kastedilmektedir. Arkalarında da (İbn Abbâs bu lafzı "önlerinde" diye okumuştur) bir kral vardı. (Bu hükümdarın adının Huded b. Beded, çocuğun ise Ceysûr olduğu söylenir.) "Bu kral her gemiyi zorla ele geçiriyordu." Hızır: "İşte bu gemi o kralın yanından geçtiği zaman içindeki delikten dolayı ele geçirmemesini istedim. Kralı geçtikten sonra da gemiyi onarır ondan faydalanırlar" dedi. Gemidekilerden bazıları deliği şişeyle kapatalım derken bazıları da ziftle onaralım, dediler. Hızır: "Çocuğa gelince, onun anne babası mümin kişilerdi" dedi. Ancak kendisi kafirdi. "Çocuğun onları azdırmasından ve inkara sürüklemesinden çekindik." Zira çocuğa olan sevgileri anne babasının onun dinine tâbi olmalarına sebep olabilirdi. Rablerinin Hızır'ın öldürdüğü o çocuktan daha temiz (Temiz bir cana kıydın, denildiği için) ve: "Onlara daha çok merhamet eden birini vermesini diledik."

Saîd'in dışınraki raviler, o çocuk yerine anne babasına bir kız çocuğunun verildiğini söylerler.

Abd b. Humeyd, Müslim ve İbn Merdûye başka bir kanalla Saîd b. Cübeyr'den bildirir: İbn Abbâs'ın evinde idik. Kavim, İbn Abbâs'a: "Şam'lı Nevf, ilim talebiyle yola çıkan kişinin İsrâil oğullarının Mûsa'sı olmadığını söylüyor" dedi. İbn Abbâs yastığına yaslanmıştı. Yerinden doğrularak şöyle dedi: "Nevf yalan söylemiş! Ubey b. Kâb, Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) naklen bana şöyle bildirdi:

"Allah'ın rahmeti bizim ve Musa'nın üzerine olsun. Mûsa acele edip arkadaşından utanmamış olsaydı ve utancından dolayı: «Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana yoldaş olma...» demeseydi ondan çok acayip şeyler daha görecekti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir peygamber zikrettiği zaman önce kendinden başlar ve: "Allah'ın rahmeti bizim ve Salih'in üzerine olsun. Allah'ın rahmeti bizim ve kardeşim Âd'ın üzerine olsun" derdi.

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra şöyle devam etti: "Mûsa bir gün kavmine hutbe verirken onlara: «Yeryüzünde benden daha bilgili kimse yoktur» dedi. Yüce Allah ona: «Yeryüzünde senden daha bilgili kişi vardır. Tuzlanmış bir balık al. Balığı kaybettiğin yerde bu kişiyi bulacaksın» diye vahyetti. Mûsa tuzlu bir balık alarak hizmetçisiyle beraber yola çıktı. Emredilen yere gelmişlerdi. Kayanın dibine geldiklerinde Mûsa ihtiyaç gidermek için hizmetçiden ayrıldı. Hizmetçisi balığı kayanın üzerine koyunca sıçradı ve: «Balık denizin içinde süzülüp gitti.» Bunun üzerine hizmetçi: «Allah'ın Peygamberi geri döndüğü zaman ona durumu anlatırım» dedi. Ancak şeytan ona bunu unutturmuştu.

Yollarına devam ettiler. Her sefere çıkan kişi gibi hizmetçi yorulmuştu. Oysa Mûsa Yüce Allah'ın gitmesini emrettiği o yere gelene kadar hiç yorulmamıştı. Mûsa, hizmetçisine: "Yemeğimizi getir! Zira bu yolculuğumuzda epeyce yorulduk" dedi. Hizmetçi: «Ey Allah'ın Peygamberi! "Yanında dinlendiğimiz o kaya vardı ya, balığı işte orada unuttum"» Bunu sana söylemeyi unuttum. «Onu bana unutturan da şeytandan başkası değil. Balık şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitti» dedi. Mûsa: «Bizim aradığımız yer de orasıydı zaten!» dedi. Bunun üzerine: «Tekrar izlerini takip ederek gerisingeri döndüler.» İzleri takip ederek kayanın yanına geldiler.

Mûsa kayanın etrafında dönünce giysisine bürünmüş birini gördü ve ona selam verdi. Bu kişi başını kaldırıp: «Sen kimsin?» dedi. Mûsa: «Ben Mûsa'yım» deyince: Adam: «Hangi Mûsa?» diye sordu. Mûsa: «İsrâil oğullarının Musa'sı» karşılığını verince, Adam: «Ne istiyorsun?» diye sordu. Mûsa: «Sende ilimler olduğu haberini aldım, seninle dost olmak istiyorum» cevabını verdi. Adam: «Ama benim yanında sabredemezsin» dedi. Mûsa: «İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir emrine karşı gelmeyeceğim» karşılığını verdi. Bunun üzerine adam: «Bilmediğin bir konuda nasıl sabredeceksin?» deyince, Mûsa: «Ben bununla emrolundum.

İnşallah beni sabırlı bulacaksın» dedi. Bu kişi: «Bana tâbi olacaksan, sana anlatmadıkça bana hiçbir şeyi sormayacaksın» dedi ve «Yola koyuldular. Nihayet bir gemiye bindiler» Adamlar gemiden inerken bu kişi geride kalarak gemiyi deldi. Mûsa: «Sen onu içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu şaşılacak bir şey yaptın!» dedi." Bunun üzerine adam: «Ben sana, yanımda sabredemezsin demedim mi?» dedi Mûsa: «Unuttuğum bir şeyden dolayı beni sorumlu tutma ve işimi de zorlaştırma» dedi.

Sonra sahilde oynayan bir grup çocukla karşılaştılar. Adam çocukların içinde en güzel ve en temiz olan bir çocuğu alıp öldürdü. Mûsa bu durum karşısında hoşlanmayıp: «Suçsuz bir cana, kısas olmaksınız kıydın. Pek kötü bir iş yaptın!» diye çıkışınca, adam: «Benim yanımda sabredemezsin demedim mi?» dedi. Mûsa, arkadaşının karşısında mahcup olmuş ve utanarak: «Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana yoldaş olma ve bu konuda haklı olarak bir mazeretin olur!» dedi. «Tekrar yola koyuldular. Bir köye geldiler...» Mûsa çok acıkmış ve köylüler kendilerini ağırlamamıştı. «Köyde eğilmiş, yıkılmak üzere olan bir duvar gördüler. Hızır eliyle duvarı düzeltti...» Bunun üzerine Mûsa açlıktan dolayı: «Sen bu duvarı düzeltmene karşılık onlardan bir ücret alabilirsin» deyince, adam: «İşte bu, seninle benim ayrılmamızı gerektiriyor; dayanamadığın işlerin yorumunu sana anlatacağım» dedi. Mûsa adamın elbisesinden tutarak bana anlat" deyince o şöyle anlatı: «O gemi, denizde çalışan birtakım yoksul kimselere ait idi. Onu yaralamak istedim, çünkü onların ilerisinde, her gemiyi zorla ele geçiren bir kral vardı.» Kral geminin yaralanmış olduğunu görünce onu almaz ve (daha sonra) sahipleri onu tamir ederek ondan yine faydalanırlar. Çocuk ise, Allah onu yarattığı zaman kafir olarak yarattı. Ailesi de onu sevmekteydi. Eğer kendisine karşı gelecek olsalar onları küfre boğardı. Rabbin onu daha hayırlı ve daha merhametli bir çocukla değiştirmek istedi. Babası annesiyle beraber oldu ve ondan daha hayırlı ve daha merhametli bir çocuğa hamile kaldı. «Duvar ise şehirdeki iki yetim çocuğa ait idi. Altında onlara ait bir define vardı. Babaları da iyi bir insandı. Rabbin, onların olgunluk çağına ulaşmalarını ve Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarmalarını istedi. Bunları ben kendi görüşüme göre yapmadım. İşte senin, sabredemediğin şeylerin içyüzü budur» dedi."

Abd b. Humeyd, Müslim ve İbn Merdûye başka ; bir kanalla Saîd b. Cübeyr'den bildirir: İbn Abbâs'ın yanında oturdum. Yanında da Ehl-i Kitab'dan bir grup vardı. Onlardan bazıları: "Nevf, Ka'b'dan naklederek ilmi taleb eden kişinin Mûsa b. Miyâş olduğunu söylüyor" dedi. Bunun üzerine İbn Abbâs şöyle dedi: "Nevf yalan söylemiş! Ubey b. Kâb, Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) naklen bana şöyle aktardı:

"İsrâil oğullarından Mûsa, Rabbinden isteyerek: «Ey Rabbim! Eğer kulların arasında benden daha bilgili biri varsa bana onun yerini bildir» dedi. Rabbi: «Evet, kullarım arasında senden daha bilgili vardır» buyurdu ve onun yerini bildirip onunla görüşmesine izin verdi. Mûsa yanında hizmetçisiyle beraber tuzlanmış bir balık alarak yola çıktı. Ona: «Bu balık nerede canlanırsa aradığın dostun oradadır. İstediğini de bulacaksın» denildi. Bunun üzerine Mûsa ve hizmetçisi balığı alarak yola çıktılar. Yoruluncaya kadar yürüdüler ve bir kayanın yanına geldiler. Kayanın yanında hayat veren su vardı. Ondan içen kişi yaşlanmayıp uzun yaşar ve ona yaklaştırılan ölü dirilirdi. Orada konakladıklarında ve balık suya değdiğinde "Balık denizin içinde süzülüp gitti." Yollarına devam ettiler. Bayağı yol gittikten sonra Mûsa, hizmetçisine: «Yemeğimizi getir! Zira bu yolculuğumuzda epeyce yorulduk» deyince, hizmetçisi: «Yanında dinlendiğimiz o kaya vardı ya, balığı işte orada unuttum. Onu bana unutturan da şeytandan başkası değil. Balık şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitti» karşılığını verdi."

Mûsa (aleyhisselam) kayanın yanına gelene kadar gidip durdu. Kayanın yanında giysisine bürünmüş birini gördü ve ona selam verdi. Adam selama cevap verip: «Niye geldin ki? Senin kavminde bir sürü işin vardı» dedi. Bunun üzerine Mûsa (aleyhisselam): "Sana öğretilen doğru yolu bana da öğretmen için yanına geldim" dedi. Adam: "Ey Mûsa! Ama benim yanımda sabredemezsin." " -O gaybı bilen bir kişiydi. Çünkü ona gayb ilmi öğretilmişti- "Mûsa (aleyhisselam): «Hayır, sabrederim» deyince, adam: «İç yüzünü kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredebilirsin?» Sen sadece açıkta olan şeyi bilebilirsin. Bana gayptan öğretilen şeyleri bilemezsin" karşılığını verdi. Mûsa (aleyhisselam): "İnşallah beni sabırlı bulacaksın. Bana muhalif şeyler yapsan bile senin hiçbir emrine karşı gelmeyeceğim" dedi. Adam: «Bana tâbi olacaksan, sana anlatmadık çabana hiçbir şeyi sormayacaksın» dedi. Sonra deniz sahilinde yürümeye başladılar.

Onlar kendilerini kimin gemisine bindireceğine bakıyordu. Bu sırada yeni, güzel ve sağlam bir gemi geçti. Geçen gemilerin hiç biri onun gibi güzel ve sağlam değildi. Adam gemi sahiplerinden kendilerini bindirmelerini istedi. Onlar da kabul edip bindirdiler. Gemiye binip rahatladıktan sonra gemi yol almaya başladı. Adam çekiç keski alarak geminin bir ucuna gitti ve keskiyle gemiyi deldi. Sonra bir parça alarak deliği yamamak için oturdu. Mûsa (aleyhisselam): -vahim bir durum görmüştü- «Sen onu içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu şaşılacak bir şey yaptın!» Onlar bizi gemilerine bindirdi, biz de bu gemide barındık. Denizde onun gibi bir gemi yoktur. Onu niye deldin ki? Doğrusu şaşılacak bir şey yaptın!" dedi. Adam: «Ben sana, yanımda sabredemezsin demedim mi?» dedi. Mûsa: «Unuttuğum bir şeyden dolayı beni sorumlu tutma ve işimi de zorlaştırma!» dedi.

Sonra gemiden indiler ve bir köye geldiler. Orada oynayan bir grup çocukla karşılaştılar. Fakat çocukların arasında diğerlerinden daha zarif ve daha temiz bir çocuk vardı. Adam onu elinden tuttu ve bir taş alarak çocuğun kafasına vurdu. Çocuğun beynini dağıtarak onu öldürdü. Mûsa (aleyh isse lam) korkunç bir şey görmüş ve sabrı kalmamıştı. Çünkü adam suçu olmayan küçük bir çocuğu öldürmüştü. Bunun üzerine: «Suçsuz bir cana, kısas olmaksınız kıydın. Pek kötü bir iş yaptın!» dedi. Adam: «Benim yanımda sabredemezsin demedim mi?» dedi. Mûsa: «Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana yoldaş olma ve bu konuda haklı olarak bir mazeretin olur» dedi.

"Tekrar yola koyuldular. Bir köye geldiklerinde köylülerden yemek istediler. Ancak köylüler onları ağırlamaktan kaçındılar. Köyde eğilmiş, yıkılmak üzere olan bir duvar gördüler..." Adam duvarı yıkıp yeniden yapmaya başladı. Mûsa (aleyhisselam) adamın yaptıklarından sıkılmaya başlamış ve sabrı tükenmişti. Mûsa (aleyhisselam): "İsteseydin bu iş için bir ücret alırdın" dedi. Biz onlardan yemek istedik vermediler. Onlara misafir olmak istedik kabul etmediler. Sen de onlara ücretsiz olarak duvarı mı yapıyorsun!" İsteseydin bu iş için onlardan bir ücret alırdın" dedi. Bunun üzerine adam şöyle dedi: "İşte bu, seninle benim ayrılmamızı gerektiriyor; dayanamadığın işlerin yorumunu sana anlatacağım. O gemi, denizde çalışan birtakım yoksul kimselere ait idi. Onu yaralamak istedim, çünkü onların ilerisinde, her gemiyi zorla ele geçiren bir kral vardı." (Bu âyet Ubey b. Ka'b'ın kıraatında: (.....) lafzıyladır).

"Ben de onu kralın almaması için deldim. Gemi yapmış olduğum yamadan dolayı alınmadı. "Çocuğa gelince, anası babası mü'min insanlardı. Onları azgınlığa ve küfre sürüklemesinden korktuk. Böylece, Rablerinin onlara, bu çocuğun yerine daha hayırlı ve daha merhametli bir çocuk vermesini diledik. Duvar ise şehirdeki iki yetim çocuğa ait idi. Altında onlara ait bir define vardı. Babaları da iyi bir insandı. Rabbin, onların olgunluk çağına ulaşmalarını ve Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarmalarını istedi. Bunları ben kendi görüşüme göre yapmadım. İşte senin, sabredemediğin şeylerin içyüzü budur"

İbn Asâkir başka bir kanalla Saîd b. Cübeyr'den, o da İbn Abbâs'tan bildirir: Mûsa (aleyhisselam) İsrâil oğullarına hutbe veriyordu. Hutbede kendinden bahsedip kendisine verilen bilginin hiç kimseye verilmediğinden sözedince Allah, Mûsa'nın (aleyhisselam) içinden geçirdiğini bildi ve: "Ey Mûsa! Kullarım arasında sana vermemiş olduğum ilimleri verdiğim biri vardır" buyurdu. Mûsa (aleyhisselam): "Ondan öğrenmem için bana onun yerini bildir" dedi. Yüce Allah: "Azığının bir parçası sana onun yerini bildirecektir" buyurdu. Bunun üzerine Mûsa (aleyhisselam) hizmetçisine: "İki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayacağım, ya da uzun zaman gideceğim" dedi.

Mûsa (aleyhisselam) azığına tuzlanmış bir balık koymuştu. Sabah ve akşam yemeklerini ondan yiyordu. Sahil kenarında kayanın yanına ulaştığı zaman balığa sudan biraz değdi ve balık canlanarak sepetin içinde kıpırdamaya başladı. Sepet devrilince balık denize sıçradı ve süzülüp gitti. Yine yemek vakti gelince hizmetçisine: "Yemeğimizi getir! Zira bu yolculuğumuzda epeyce yorulduk" deyince, hizmetçisi durumu hatırlayıp: "Yanında dinlendiğimiz o kaya vardı ya, balığı işte orada unuttum. Onu bana unutturan da şeytandan başkası değil. Balık şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitti" karşılığını verdi. Mûsa da (aleyhisselam)!: "Azığının bir parçası sana onun yerini bildirecektir" şeklinde verilen ahdi hatırladı ve: "Bizim aradığımız yer de orasıydı zaten" dedi. "Bunun üzerine tekrar izlerini takip ederek gerisingeri döndüler." Sonunda balığın sıçrayıp ta denize daldığı kayanın yanına geldiler. Mûsa (aisyhisselarr) sahil boyunca suda balığın izini takip ederek sahil köylerinden bîr köye geldi. "Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik." Mûsa (aleyhissefam) ilim öğrenmek istediğini bildirerek: "Sana öğretilen bilgilerden bana, doğruya iletici bir bilgi öğretmen için sana tâbi olayım mı?" deyince, adam: "Ey Mûsa! Ama benim yanımda sabredemezsin. İç yüzünü kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredebilirsin?"karşılığını verdi. Mûsâ: "İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir emrine karşı gelmeyeceğim" dedi. O da: "Bana tâbi olacaksan, sana anlatmadıkça bana hiçbir şeyi sormayacaksın" dedi.

"Derken yola koyuldular. Nihayet, bir gemiye bindiklerinde (adam) gemiyi deldi. Mûsâ: "Sen onu içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu şaşılacak bir şey yaptın!" dedi. Adam, "Ben sana, yanımda sabredemezsin demedim mi?" dedi. Mûsâ, "Unuttuğum bir şeyden dolayr beni sorumlu tutma ve işimi de zorlaştırma!" dedi. Yine yola koyuldular. Nihayet bir erkek çocukla karşılaştıklar..." Deniz kenarında oynayan çocuklar vardı. Adam içlerinden en seçkin olanına doğru gidip onu aldı ve öldürdü. Bunun üzerine Mûsa (aleyhisselam): "Suçsuz bir cana, kısas olmaksınız kıydın. Pek kötü bir iş yaptın!" deyince adam: "Benim yanımda sabredemezsin demedim mi?"karşılığını verdi.

İbn Abbâs devam eder: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah'ın Peygamberi utandı ve: «Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana yoldaş olma ve bu konuda haklı olarak bir mazeretin olur" dedi. Tekrar yola koyuldular. Bir köye geldiklerinde köylülerden yemek istediler. Ancak köylüler onları ağırlamaktan kaçındılar. Köyde eğilmiş, yıkılmak üzere olan bir duvar gördüler. Hızır eliyle duvarı düzeltti. Mûsâ, "İsteseydin bu iş için bir ücret alırdın" deyince, adam şu karşılığı verdi: "İşte bu, seninle benim ayrılmamızı gerektiriyor; dayanamadığın işlerin yorumunu sana anlatacağım. O gemi, denizde çalışan birtakım yoksul kimselere ait idi. Onu yaralamak istedim, çünkü onların ilerisinde, her gemiyi zorla ele geçiren bir kral vardı.»"

(.....) âyeti Ubey b. Ka'b'ın kıraatında: (.....) şeklindedir. "Ben de onun kral almasın diye yaraladım. Kral onu bıraktığı zaman sahipleri onu tamir eder ve kullanır. "Çocuğa gelince, anası babası mü'min insanlardı. Onları azgınlığa ve küfre sürüklemesinden korktuk. Böylece, Rablerinin onlara, bu çocuğun yerine daha hayırlı ve daha merhametli bir çocuk vermesini diledik. Duvar ise şehirdeki iki yetim çocuğa ait idi. Altında onlara ait bir define vardı. Babaları da iyi bir insandı. Rabbin, onların olgunluk çağına ulaşmalarını ve Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarmalarını istedi. Bunları ben kendi görüşüme göre yapmadım. İşte senin, sabredemediğin şeylerin içyüzü budur."

Rûyânî ve İbn Asâkir başka bir kanalla Saîd b. Cübeyr'den o da İbn Abbâs'tan bildirir: Mûsa (aleyhisselam) İsrâil oğullarına hatırlatmada bulununca içinden kendi kendine: "İnsanlar arasında benden daha bilgili kimse yoktur" dedi. Allah ona: "İçinden geçirdiğini biliyorum. Oysa kullarım arasında senden daha bilgili olan biri vardır. Bu kişi deniz sahilindedir. Ona git ve ondan öğren. Seni onun yanına götürecek olan hazırlamış olduğun azığındır. Onu nerede kaybedersem bu kişiyi de orada bulacaksın" diye vahyetti. Sonra Mûsa (aleyhisselam) ve hizmetçisi azık olarak sepete tuzlanmış bir balık alarak yola çıktılar. İkisi de yaya olarak yola koyulmuş, yorgunluk ve zorluk hissetmemişti. Ancak Hızır'ın kendisinden su içtiği (hayat) pınarın(ın) yanına geldiklerinde Mûsa (aleyhisselam) yoluna devam etti, hizmetçi ise su içmek için oturdu. Bu sırada balık sepetin içinden sıçrayarak çamurun içine düştü. Pınardan akan su da onu denize kadar götürdü. Allah'ın: "Balık denizin içinde süzülüp gitti" âyeti da bunu göstermektedir. Hizmetçi Mûsa'nın (aleyhisselam) arkasından gitti ve ona yetişti. Yanına vardığında Mûsa (aleyhisselam) yorulmuştu. Hizmetçisine: "Yemeğimizi getir! Zira bu yolculuğumuzda epeyce yorulduk" deyince, hizmetçisi: "Balığı kaybettik. "Yanında dinlendiğimiz o kaya vardı ya, balığı işte orada unuttum. Onu bana unutturan da şeytandan başkası değil. Balık şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitti" karşılığını verdi." Yani Mûsa'nın (aleyhisselam) hizmetçisi balığın gidişine şaşırmıştı. Bunun üzerine Mûsa (aleyhisselam): "Bizim aradığımız yer de orasıydı zaten!" dedi. "Tekrar izlerini takip ederek gerisingeri döndüler" ve kayanın yanına geldiler.

Mûsa (aleyhisselam) kayanın etrafında dönünce kimseyi görememişti. Kayanın üzerine çıkınca giysilerine sarınarak uyuyan birini gördü. Mûsa (aleyhisselam) ona selam verince, o başını kaldırıp: "Burada selam(et) var mıdır? Sen kimsin?" diye sordu. Mûsa (aleyhisselam): "Ben İsrâil oğullarının Mûsa'sıyım" karşılığını verdi. Adam: "Kavmini bırakıp ta bana gelmene sebep sedir?" diye sorunca, Mûsa (aleyhisselam): "Bana bu emredildi" dedi. Hızır: "Ama benim yanında sabredemezsin" deyince de: "İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir emrine karşı gelmeyeceğim" karşılığını verdi. Hızır: "Bana tâbi olacaksan, sana anlatmadıkça bana hiçbir şeyi sormayacaksın" dedi. İkisi de yaya olarak yola çıkmış ve sahile gelmişlerdi. Denizi geçmek isteyen bir toplulukla beraber gemiye bindiler. Denizin bir kenarına gelince Hızır yanındaki demir parçasını alarak gemiyi deldi. Bunun üzerine Mûsa (aleyhisselam): "Sen onu içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu şaşılacak bir şey yaptın!" deyince, Hızır: "Ben sana, yanımda sabredemezsin demedim mi?"karşılığını verdi. Mûsa da (aleyhisselam): "Unuttuğum bir şeyden dolayı beni sorumlu tutma ve işimi de zorlaştırma" dedi.

Yollarına devam ettiler ve oynayan çocuklarla karşılaştılar. Hızır bu çocukların içinden en güzelini ve en temiz olanını alarak öldürdü. Bunun üzerine Mûsa (aleyhisselam): "Suçsuz bir cana, kısas olmaksınız kıydın. Pek kötü bir iş yaptın!" dedi. Hızır: "Ben sana, yanımda sabredemezsin demedim mi?" deyince, Mûsa (aleyhisselam): "Unuttuğum bir şeyden dolayı beni sorumlu tutma ve işimi de zorlaştırma" dedi.

Yine yollarına devam ettiler; halkı alçak ve yaşantıları zor olan bir köye geldiler. İkisi de köylülerden yemek istemiş, ama köylüler vermemişti. Hızır yıkılmak üzere olan bir duvar gördü ve onu eliyle sıvazlayıp düzeltti. Mûsa (aleyhisselam): "Sen bu duvarı düzeltmene karşılık onlardan bir ücret alabilirsin."Bizim zor durumda olduğumuzu ve (yiyeceğe olan) ihtiyacımızı biliyorsun. Eğer onlardan bir ücret istemiş olsaydın verirlerdi. Biz de akşam yemeğini yerdik" deyince, Hızır: "İşte bu (durum), seninle benim ayrılmamızı gerektiriyor..." karşılığını verdi. Bunun üzerine Mûsa (aleyhisselam), Hızır'ın giysisinden tutarak: "Aramızda olan dostluk hakkına soruyorum. Bana bu olayların içindeki sırları niye anlatmadın ki?" dedi. Hızır: "O gemi, denizde çalışan birtakım yoksul kimselere ait idi. Onu yaralamak istedim, çünkü onların ilerisinde, her gemiyi zorla ele geçiren bir kral vardı." Kral tarafından alınmasın diye öyle yaptım. Sahipleri onu (daha sonra) tamir eder ve onu kullanırlar. Çocuk ise Allah, onu kâfir olarak yoğurdu. Anne babası ise mümin kişilerdir. Eğer yaşasaydı onları küfre ve sapıklığa düşürürdü. "Böylece, Rablerinin onlara, bu çocuğun yerine daha hayırlı ve daha merhametli bir çocuk vermesini diledik. Duvar ise şehirdeki iki yetim çocuğa ait idi. Altında onlara ait bir define vardı. Babaları da iyi bir insandı. Rabbin, onların olgunluk çağına ulaşmalarını ve Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarmalarını istedi. Bunları ben kendi görüşüme göre yapmadım. İşte senin, sabredemediğin şeylerin içyüzü budur" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Avfî vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Mûsa (aleyhisselam) ve kavmi Mısır'a üstünlük sağlayınca kavmini oraya yerleştirdi. Yerleşme işleri tamamlanınca da Yüce Allah ona: "Onlara Allah'ın günlerini hatırlat diye vahiy indirdi. Bunun üzerine Mûsa (aleyhisselam) kavmine hutbe vererek Allah'ın kendilerine vermiş olduğu hayırları ve nimetleri hatırlattı.

Yine onlara Allah'ın kendilerini Firavun ailesinden kurtarışını, düşmanlarının helak edilişini ve kendilerini o topraklarda halife kılışını hatırlattı. Sonra şöyle devam etti: "Allah, Mûsa Peygamberinizle doğrudan konuştu ve beni kendine (elçi) olarak seçti. Kendi katından üzerime bir sevgi indirdi. Size de istediğiniz her şeyden verdi. Peygamberiniz yeryüzünde en faziletli kişidir. Siz de Tevrat'ı okumaktasınız." Ravi: "Allah'ın onlara verdiği bütün nimetleri mutlaka kendilerine hatırlattı" dedi. İsrâil oğullarından bir kişi kalkıp: "Ey Allah'ın Peygamberi! Yeryüzünde senden daha bilgili kimse var mıdır?" diye sorunca: "Hayır, yoktur" karşılığını verdi. Bunun üzerine Allah, Cibril'i, Mûsa'ya (aleyhisselam) gönderdi ve Cibrîl: "Yüce Allah: "İlmimi nere indireceğimi nereden biliyorsun? Deniz kıyısında senden daha bilgili biri vardır" buyurmaktadır" dedi. —Ravi: "Bu kişi Hızır'dır" dedi.— Mûsa (aleyhisselam), Rabbinden bu kişiyi kendisine göstermesini istedi. Allah, Mûsa'ya (aleyhisselam): "Denize git, deniz kenarında bir balık bulacaksın. O balığı al ve hizmetçine ver. Sonra deniz kıyısında yoluna devam et. Balığı unutup kaybettiğin yerde bu salih kulu bulacaksın" diye vahyetti.

Mûsa'nın (aleyhisselam) yolculuğu uzayıp yorgun düşünce hizmetçisine balığı sordu. Hizmetçi: "Yanında dinlendiğimiz o kaya vardı ya, balığı işte orada unuttum. Onu bana unutturan da şeytandan başkası değil. Balık şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitti" karşılığını verdi. Bu Mûsa'nın (aleyhisselam) hoşuna gitti ve o kayanın yanına gelene kadar geri döndü. Orada balığı buldu. Balık denizde gitmeye başlayınca Mûsa da (aleyhisselam) onu takip etti. Mûsa (aleyhisselam) asasını uzatarak suyu önünden çekiyor ve balığı takip ediyordu. O denizde neye dokunduysa o şey mutlaka kurudu. Allah'ın peygamberi bu durum karşısında şaşırıp kalmıştı. Adalardan bir adaya gelene kadar balığın peşinden gitti. Orada Hızır'ı buldu ve ona selam verdi. Hızır: "Sen kimsin?" deyince: "Ben Mûsa'yım" karşılığını verdi. Hızır: "İsrâil oğullarının Mûsa'sı mı?" diyerek onu karşıladı ve: "Seni buraya getiren nedir?" diye sordu. Mûsa (aleyhisselam): "Sana öğretilen doğru yolu bana da öğretmen için yanına geldim" dedi. Hızır: "Ama benim yanında sabredemezsin" deyince de: "İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir emrine karşı gelmeyeceğim" karşılığını verdi. Bunun üzerine Mûsa'yı da (aleyhisselam) yanına alıp yola çıktılar. Hızır: "Bana tâbi olacaksan, sana anlatmadıkça bana hiçbir şeyi sormayacaksın" dedi. Allah'ın: "Sana anlatmadıkça bana hiçbir şeyi sormayacaksın" âyeti da bunu göstermektedir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hatîb ve İbn Asâkir, Hârûn b. Antere vasıtasıyla babasından, o da İbn Abbâs'tan bildirir: Mûsa (aleyhisselarn), Rabbine: "Ey Rabbim! Kulların arasında en fazla sevdiğin kimlerdir?" diye sorunca, Allah: "Beni zikredip de unutmayan kişilerdir" buyurdu. Mûsa (aleyhisselam): "Hangi kulların en fazla adil olandır?" diye sorunca da: "Hak üzere hüküm kılıp da nefsi hevâsına uymayan kişilerdir" buyurdu. Mûsa (aleyhisselam): "Hangi kulların en fazla bilgi sahibi olandır?" deyince: "İnsanların bilgisini alıp kendi bilgisi üstüne katandır. Belki insanlardan alacağı bir kelime onu hidayete erdirir, belki de bir yanlıştan geri çevirir" buyurdu. Mûsa (aleyhisselam) içinden kendisinden daha bilgili kimsenin olmadığını düşünmüştü. Ancak kendisine: "İnsanların bilgisini bilgisi üstüne katandır" denilince: "Ey Rabbim! Yeryüzünde benden daha bilgili kimse var mıdır?" diye sordu. Yüce Allah: "Evet, vardır" buyurunca, Mûsa (aleyhisselam): "Bu kişi nerededir?" diye sordu. Ona: "Yanında (hayat veren) suyun bulunduğu kayanın yanındadır" denildi.

Bunun üzerine Mûsa (aleyhisselam), Allah'ın sözetmiş olduğu gibi biri olmak için yola çıktı ve kayanın yanındaki bu kişinin yanına vardı. Birbirlerine selam verdiler ve Mûsa (aleyhisselam) ona: "Beni dost olarak kabul etmeni istiyorum" dedi. O: "Tamam, "Bana tâbi olacaksan, sana anlatmadıkça bana hiçbir şeyi sormayacaksın" dedi. Sonra beraber yola çıktılar ve iki denizin birleştiği yere geldiler. Denizin hiç bir yerinde orası kadar çok su yoktu. Allah bir kırlangıç gönderdi ve bu kırlangıç gagasıyla su içmeye başladı. Bu kişi Mûsa'ya (aleyhisselam): "Bu kırlangıcın sudan ne kadar aldığını görüyorsun?" diye sorunca, Mûsa (aleyhisselam): "Çok az bir şey aldı" karşılığını verdi. Bunun üzerine o: "Ey Mûsa! İkimizin ilmi Allah'ın ilmi karşısında denize oranla bu kırlangıcın sudan aldığı kadardır" dedi" -ve olayın tamamını zikrederek, gemiyi delmesini, çocuğu öldürmesini ve duvarı örmesini anlattı- "Mûsa'nin (aleyhisselam) duvar örme işinde dediği kendine dünyalık bir şey istemek içindi. Ancak gemi ve çocuk olayında dedikleri Allah içindi."

Dârakutnî el-Efrâd'da ve İbn Asâkir'in, Mukâtil b. Süleyman vasıtasıyla Dahhâk'tan bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Hızır, Âdem'in (aleyhisselam) öz oğludur. Onun ömrü Deccâl'ı tekzip etsin diye uzatılmıştır" dedi.

Ahmed, Buhârî, Tirmizî ve İbn Ebî Hâtim'in, Ebû Hureyre 'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onun Hızır diye adlandırılmasının sebebi, kuru otlar üzerine oturmuş olması ve kalktıktan sonra o otların yeşerip sallanmaya başlamasındandır" buyurmuştur.

İbn Asâkir'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onun Hızır diye adlandırılmasının sebebi, kuru otlar üzerinde namaz kıldıktan sonra o otların yeşerip sallanmaya başlamasındandır" buyurmuştur.

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Onun Hızır diye adlandırılmasının sebebi, namaz kıldığı zaman etrafındaki kuru otların yeşermesindendir" dedi.

İbn Asâkir, İbn İshâk'tan bildirir: Arkadaşlarımızın bize naklettiğine göre Âdem (aleyhisselam) vefat edeceği zaman çocuklarını topladı ve: "Ey oğullarım! Allah mutlaka yeryüzü ehline bir azap indirecektir. Cesedim sizinle beraber mağarada kalsın. Siz indiğiniz zaman beni çıkarın ve Şam topraklarında defnedin" dedi. Âdem'in (aleyhisselam) cesedi çocuklarıyla beraber mağaradaydı. Allah, Nuh'u (aleyhisselam) (peygamber olarak) gönderdiği zaman, Nuh (aleyhisselam) o cesedi yanına aldı. Allah tûfânı gönderdi ve yeryüzü bir süre sular altında kaldı. Nuh (aleyhisselam), Bâbil'e indiği zaman üç çocuğu olan Sâm, Yâfes ve Hâm'a cesedi alıp onu emredilen mağaraya defnetmelerini söyledi. Onlar: "Yeryüzü vahşetle doludur. Yolu soracak kimse yoktur ve biz yolu bulamayız. İnsanlar çoğalıp emniyette olana kadar bize zaman ver" dediler. Bunun üzerine Nuh (aleyhisselam) onlara: "Âdem (aleyhisselam) kendisini defnedecek kişinin ömrünün kıyamete kadar uzatılması için Allah'a dua etmiştir" dedi. Hızır gelip defnedene kadar Âdem'in (sieyhisselarn) cesedi hep orada kaldı. Bunun üzerine Yüce Allah vaad edileni yerine getirecek ve Hızır'ı dilediğince yaşatacaktır.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb: "Hızır'ın annesi Rum, babası ise Perstir" dedi.

Hâkim'in, Ubey'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Mûsa (aleyhisselam), Hızır ile karşılaştığı zaman bir kuş geldi ve gagasını suya batırdı. Bunun üzerine Hızır, Mûsa'ya (aleyhisselam): «Bu kuşun ne dediğini biliyor musun?» diye sordu. Mûsa (aleyhisselam): «Ne diyor» deyince, Hızır: «Senin ilminle Mûsa'nın ilmi, Allah'ın ilminin yanında denize oranla gagamın ondan almış olduğu su miktarı kadardır» diyor" karşılığını verdi.

Buhârî Târih'te, Tirmizî, Bezzâr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve İbn Merdûye'nin, Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "...Altında onlara ait bir define vardı..."âyetini açıklarken: "Burada altın ve gümüş kastedilmektedir" buyurdu.

Taberânî'nin bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ: "Altında onlara ait bir define vardı..." âyetini açıklarken: "Onlara defineler helal, ganimetler ise haram kılınmıştır. Bizlere ise ganimetler helal, defineler haram kılınmıştır" dedi.

Bezzâr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Ebû Zer'den hadisi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) dayandırarak şöyle dedi: "Yüce Allah'ın Kitâb'ında zikredilen define, üzerinde: «Kadere inanıp da yorulan kişinin niçin yorulduğuna şaştım. Cehennemi anıp ta gülen kişinin niçin güldüğüne şaştım. Ölümü hatırlayıp da gafil olan kişinin niçin gafil olduğuna şaştım. La ilahe illallah Muhammedun Resûlullah» yazısı bulunan altından bir levhadır."

Şîrâzî'nin Elkâb'da, Atâ' b. Ebî Rabâh vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Allah'ın Kitâb'ında: "Altında onlara ait bir define vardı..."diye zikretmiş olduğu define, üzerinde: «Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. Kaderin hak olduğunu bilip de üzülen kişiye şaşarım. Ölümün hak olduğunu bilip de gülen kişiye şaşarım. Dünyanın aldatıcılığını ve ehliyle beraber dönüşünü gören kişinin nasıl ondan mutmain olduğuna şaşarım. La ilahe illallah Muhammedun Resûlullah» yazısı işlenmiş taştan bir levhadır."

Harâitî Kam'u'l-Hars'ta, Beyhakî Zühd'de ve İbn Asâkir'in, Ebû Hâzım vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Altında onlara ait bir define vardı..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu, üzerinde şöyle bir yazı bulunan levhadır: «Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. Ölümü bilip de sevinen kişiye şaşarım. Cehennemi bilip de gülen kişiye şaşarım. Dünyanın aldatıcılığını ve ehliyle beraber dönüşünü gören kişinin nasıl ondan mutmain olduğuna şaşarım. Kadere iman edip te rızık istemekten yorulan kişiye şaşarım. Hesap gününe iman edip te hata işleyen kişiye şaşarım. La ilahe illallah Muhammedun Resûlullah."

İbn Merdûye'nin, Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Altında onlara ait bir define vardı..." âyetini açıklarken şöyle buyurdu: "Bu define üzerinde: «Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şahitlik ettim. Kadere inanıp da üzülen kişiye şaştım. Ölüme inanıp da sevinen kişiye şaştım. Gece ile gündüzün dönüşünü düşünüp de onun ani olarak değişik hallerde olduğunu bildiği halde kişinin nasıl ondan mutmain olduğuna şaştım» yazısı olan altından bir levhadır. "

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Altında onlara ait bir define vardı..." âyetini açıklarken: "Burada ilim kastedilmektedir" dedi.

Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Altında onlara ait bir define vardı..." âyetini açıklarken: "Bu define ne altın ne de gümüştü. İçinde ilim bulunan sahifelerdi" dedi.

Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: "Altında onlara ait bir define vardı..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu define üzerinde: "La ilahe illallah Muhammedun Resûlullah. Ölümün hak olduğunu zikredip de sevinen kişiye şaşanm. Cehennemin hak olduğunu zikredip de gülen kişiye şaşarım. Kaderin hak olduğunu zikredip de üzülen kişiye şaşarım. Dünyayı gören ve dünyanın içindekileri nasıl halden hale çevirdiğini görüp de ona karşı mutmain olan kişiye şaşanm" yazısı olan altından bir levhadır."

Huttelî'nin ed-Dîbâc'de bildirdiğine göre Mücâhid der ki: Define altından bir levha idi. Bir tarafında: "La ilahe illallah! O, tektir ve Samed'dir. O doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur" yazılıydı. Diğer tarafında ise: "Ölümün hak olduğuna inanan kişinin nasıl sevindiğine şaşarım. Cehenneme inanan kişinin nasıl güldüğüne şaşarım. Dünyayı gören ve dünyanın içindekileri nasıl halden hale çevirdiğini görüp de ona karşı mutmain olan kişiye şaşarım. Hesabın olduğuna inanıp da amel etmeyen kişiye şaşarım" yazılıydı.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Babaları da iyi bir insandı..." âyetini açıklarken: "O, emanetleri sahiplerine verirdi" dedi.

İbnu'l-Mübârek, Saîd b. Mansûr, Zühd'de Ahmed, Müsned'de Humeydî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Babaları da iyi bir insandı..." âyetini açıklarken: "O çocuklar babalarının salih biri olmasından dolayı korunmuşlardır. Ancak onların iyiliğinden söz edilmemiştir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Yüce Allah kişinin salih olmasıyla çocuğunu ve çocuğunun çocuğunu ıslah eder. Onun evciğini ve etrafındaki evcikleri ıslah eder. Onlar, Allah tarafından sürekli olarak bir örtü (koruma) ve afiyettedirler."

İbn Merdûye'nin, Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yüce Allah kişinin salih olmasıyla çocuğunu ve çocuğunun çocuğunu ıslah eder. Onun ev halkını ve etrafındaki evlerin halkını ıslah- eder. Bu salih kişi aralarında olduğu müddetçe Allah'ın koruması altında kalırlar" buyurmuştur.

İbnu'l-Mübârek, İbn Ebî Şeybe ve Müsned'de Humeydî, Muhammed b. el- Münkedir kanalıyla Câbir'in sözü olarak aynısını bildirir.

Ahmed'in Zühd'de bildirdiğine göre Ka'b: "Allah mümin kulunun (ölümünden sonra) zürriyetini onun yerine seksen yıl koruması altına alır" dedi.

Beyhakî'nin, el-Esmâ ve's-Sıfât'ta bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Mûsa (aleyhisselam), Hızır ile konuşurken Hızır, kendisine: "Sen İsrâil oğullarının peygamberi değil misin? Sen sana yetecek kadar bilgiyi edinmedin mi?" diye sordu. Mûsa (aleyhisselam) ise: "Ben seni takip etmekle emrolundum" cevabını verdi. Bunun üzerine Hızır: "Sen benim yanımda sabredemezsin" dedi. Hızır, Mûsa (aleyhisselam) ile konuşurken bir kuş geldi ve deniz kenarına kondu. Sonra gagasını suya batırarak uçup gitti. Hızır, Mûsa'ya (aleyhisselam): "Ey Mûsa! Kuşun denizden ne kadar su aldığını gördün mü?" diye sordu. Mûsa (aleyhisselam): "Evet, gördüm" deyince, Hızır: "İkimizin aldığı ilim Allah'ın ilmi karşısında bu denize oranla kuşun gagasıyla aldığı su miktarı kadardır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) âyetini açıklarken "İki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayacağım, mânâsındadır" dedi.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "İki denizin birleştiği yer..." âyetini açıklarken: "Burada Rum ve Pers denizleri kastedilmektedir. Bunlar doğu ve batı denizidir" dedi.

İbn Ebî Hâtim, Rabî' b. Enes'ten aynısını bildirir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b: "İki denizin birleştiği yer..." âyetini açıklarken: "Bu birleşme yeri Afrika'dır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b: "İki denizin birleştiği yer..." âyetini açıklarken: "Bu birleşme yeri Tanca'dır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "İki denizin birleştiği yer..."âyetini açıklarken: "Burada Tiflis ve Rass nehrinin denize döküldüğü yer kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Ya da uzun zaman gideceğim " âyetini açıklarken: "Burada bir asır kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Ya da uzun zaman gideceğim" âyetini açıklarken: "Burada yetmiş yıllık bir zaman kastedilmektedir" dedi. (.....) âyeti hakkında ise: "Onlar iki denizin birleştiği yere varınca, balıklarını denizde kaybettiler" dedi. "Balık şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitti" âyetini açıklarken: "Mûsa (aleyhisselam) balığın denizdeki izine ve gittiği zamanki dönüşlerine şaşırmıştı" dedi. "Tekrar izlerini takip ederek gerisingeri döndüler" âyeti hakkında ise: "Mûsa (aleyhisselam) ve hizmetçisi denizin ikiye ayrıldığı yerde balığın izini takip ederek (kayanın yanına) geri döndüler" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Balıklarını unuttular..." âyetini açıklarken: "Bu balık tuzlanmış ve kamı yarılmış idi" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Balık denizin içinde süzülüp gitti" âyetini açıklarken: "Balığın izi, denizde sanki taş üzerindeymiş gibi kurumuştu" dedi.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin, Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar oldu olalı bu balık olayında olduğu gibi su böyle yarılıp durmamıştı. Balığın gittiği yer, pencere gibi açılmış ve bir delik olarak kalmıştı. Mûsa (aleyhisselam) dönüp bu deliği gördü ve: "Bizim aradığımız yer de burasıydı zaten"  dedi «Bunun üzerine tekrar izlerini takip ederek gerisingeri döndüler» Yani balığın girdiği yere ulaşana kadar balığın izini takip ettiler."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Balık denizin içinde süzülüp gitti" âyetini açıklarken: "Mûsa (aleyhisselam) geldiğinde balığın suya sıçrama zamanında (düşen) yüzgeçlerini çamurun üzerinde gördü" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi: "Balık ölümünden sonra Allah tarafından karada tekrar diriltildi. Sonra denize ulaşıncaya kadar bir yol tutup gitti. Sereb ifadesi de yol mânâsındadır. Balık karada suya yetişene kadar hep iz bırakmıştı. O, Mûsa'nın (aleyhisselam) azığı olup da uzun bir müddet kendisinden yenilmişken Allah onu tekrar diriltti."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Mûsa (aleyhisselam) balığı yarıp onu tuzladı. Sonra ondan sabah ve akşam yemeğini yedi. (İkinci gün) Sabah yemeği zamanında hizmetçisine: "...Yemeğimizi getir! Zira bu yolculuğumuzda epeyce yorulduk" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Bu âyet Ubey'yin kıraatında: (.....) şeklindedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Balık hayat suyu denilen bir pınarın yanına getirildi. O pınarın suyu kendisine değdiği zaman Allah onu tekrar canlandırdı" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Tekrar izlerini takip ederek gerisingeri döndüler" âyetini açıklarken: "Onların ilk çıktıkları yere geri dönmeleri kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Derken kullarımızdan bir kul buldular..." âyetini açıklarken: "Mûsa (aleyhisselam), âlim olan ve kendisine: "Hızır" denilen kişiyi buldu" dedi.

İbn Asâkir'in, Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman güzel bir koku koklamıştım: «Ey Cibrîl! Bu güzel koku da nedir?» diye sordum. Cibrîl: «Bu Firavun kızının saçlarını tarayan kadının oğlunun ve kocasının mezarının kokusudur. Bu meselenin başlangıcı şöyledir» diyerek anlatmaya başladı:

Hızır; İsrâil oğullarının eşrafındandı. O manastırda bir rahibin yanına gider ve rahip ona İslam'ı öğretirdi. Ancak rahip kendisine bu ilmi kimseye Öğretmemesi şartını koşmuştu. Sonra babası onu bir kadınla evlendirdi ve Hızır ona İslam'ı öğretti. Ancak bu ilmi kimseye öğretmemesi şartını koştu. O, kadınlara yaklaşmazdı. Babası onu bir daha evlendirdi. Hızır ona da İslam'ı öğretti. Ona da bu ilmi kimseye öğretmemesi şartını koştu ve onu boşadı. Boşanan kadın onun durumunu ifşa etti. Diğer kadın ise kimseye söylemedi. Bunun üzerine Hızır bir adaya varana kadar kaçtı. Onu iki kişi gördü. Biri onu gördüğünü söylerken, diğeri kimseye söylemeyip gizli tuttu. Hızır'ı gördüğünü söyleyen kişiye: "Seninle beraber onu kim gördü?" diye sordular. O zaman da dinlerine göre yalan söyleyen kişi öldürülürdü. Diğer adama, Hızır'ı görüp görmediğini sorduklarında görmediğini söyledi. Onu ifşa eden kişi de öldürüldü. Sonra Hızır'ı görmediğini söyleyen kişi sır sahibi kadınla evlendi. Bu kadın Firavun'un kızını tararken tarağı elinden düştü. Bunun üzerine: "Firavun kahrolsun" dedi. Kız durumu babasına haber verince Firavun, kadını, oğlunu ve kocasını getirtti. Onlara dinlerinden geri dönmelerini söyledi. Onlar da kabul etmeyince, Firavun: "O zaman sizi öldüreceğim" dedi. Onlar: "Eğer bizi öldürürsen bizi bir mezarda gömmeni isteriz" dediler. Firavun onları öldürdü ve bir mezarda gömdü." Ben Cennette girmeme rağmen o kokudan daha güzelini koklamadım. "

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "Onun Hızır diye adlandırılmasının sebebi bir yerde oturduğu zaman etrafındaki kuru otların yeşermesindendir. Onun elbiseleri de yeşildi" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Onun Hızır diye adlandırılmasının sebebi, o bir yerde durduğu zaman otların ayaklarının altından ayaklarını kapatacak kadar yeşerip çıkmasıdır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik..." âyetini açıklarken: "Ona hidayet ve peygamberlik verdik, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Bir gemiye bindiklerinde..."âyetini açıklarken: "Bu gemi Tiflis nehrinde bir fersahlık mesafede yolcu taşıyan bir gemiydi" dedi.

İbn Merdûye'nin, Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: (.....) şeklinde (ye) ile okumuştur.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Doğrusu şaşılacak bir şey yaptın!" âyetini açıklarken: "Kötü bir şey yaptın, mânâsındadır" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Şaşılacak bir şey yaptın!" âyetini açıklarken: "Kötü bir şey yaptın, mânâsındadır" dedi.

Abdullah b. Ahmed Zühd'de ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Şaşılacak bir şey yaptın!" âyetini açıklarken: "Acâip bir şey yaptın, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Sahr: "Şaşılacak bir şey yaptın!"âyetini açıklarken: "Büyük bir şey yaptın, mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b: "Unuttuğum bir şeyden dolayı beni sorumlu tutma..." âyetini açıklarken: "Mûsa (aleyhisselam) unutmamıştır. Ancak konumunu değiştirmek (hatasını örtmek) için Öyle demiştir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Unuttuğum bir şeyden dolayı beni sorumlu tutma..." âyetini açıklarken: "Bu, kişinin içinde bulunduğu durumu değiştirmek (hatayı örtmek) için söylenen bir sözdür" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, Hammâd b. Zeyd vasıtasıyla Şuayb b. el- Hebhâb'tan bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye der ki: "Hızır gözlerin görmediği bir kuldu. Ancak Allah'ın görmesini dilediği kişiler onu görürdü. Kavimden onu sadece Mûsa (aleyhisselam) görüyordu. Eğer kavim onu görüyor olsaydı gemiyi delmesine ve çocuğu öldürmesine engel olurlardı. Hammâd: "Ani ölüm de böyle bir şeydir (Hızır'ın öldürmesi gibidir)" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Abdilazîz: "Nihayet bir erkek çocukla karşılaştıklarında..." âyetini açıklarken: "Bu kişi yirmi yaşında bîri idi" dedi.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b: "Hızır çocuğu öldürdüğü zaman Mûsa (aleyhisselam) kötü bir şekilde korkmuştu" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada tövbe etmiş biri kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in, Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) şeklinde okurdu. Saîd: (.....) ifadesi Müslüman mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) âyetini açıklarken: "Burada hata işleyecek yaşa ermemiş kişi kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atiyye bu âyeti: (.....) şeklinde okur ve: "Burada tövbe eden kişi kastedilmektedir" derdi.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) ifadesini açıklarken: "Tövbe etmiş kişi mânâsındadır" dedi. Yani buluğ çağına ermemiş kişi kastedilmektedir.

Zühd'e zevâid olarak Abdullah b. Ahmed ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini açıklarken: "Kötü bir şey yaptın, mânâsındadır. Nukr ifadesi şaşılacak şeyden daha kötüdür" dedi.

Ahmed'in bildirdiğine göre Atâ der ki: "Necde el-Harûrî, İbn Abbâs'a çocukların öldürülme konusunu soran bir mektup yazdı. İbn Abbâs cevaben: "Eğer Hızır gibi mümini kâfirden ayırt edebiliyorsan onları öldür" dedi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Yezîd b. Hürmüz der ki: Necde, İbn Abbâs'a çocukların öldürülme konusunu soran bir mektup yazdı ve mektubunda: "Mûsa'nın (aleyhisselam) dostu çocuk öldürdü" dedi. Ben de İbn Abbâs'ın cevabını kendi elimle: "Çocukları öldürme konusunu soruyor ve mektubunda: «Mûsa'nın (aleyhisselam) dostu çocuk öldürdü» diyorsun. Eğer çocuklar hakkında o bilgili kişinin öldürdüğü çocuk hakkında bildiğini biliyorsan öldürebilirsin. Ancak öyle bir bilgin yoktur. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) çocuk öldürmeyi yasaklamıştır, onları bırak" şekilinde yazdım.

İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Ebî Muleyke der ki: İbn Abbâs'a çocuklar soruldu ve: "Onlar Cennette midir?" denildi. İbn Abbâs: "Mûsa'nın (aleyhisselam) ve Hızır'ın hakkında husumet ettiği çocuk sana yeter" karşılığını verdi.

Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Müsned'e zevâid olarak Abdullah b. Ahmed ve İbn Merdûye'nin, Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hızır'ın Öldürdüğü çocuk yaratıldığı gün kâfir olarak yaratıldı. Eğer o yaşasaydı anne babasını sapıklığa ve küfre sürüklerdi" buyurdu.

Saîd b. Mansûr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Hızır'ın öldürdüğü çocuk kâfir olarak doğmuştu. Eğer o yaşasaydı anne babasını sapıklığa ve küfre sürüklerdi" dedi.

İbn Hibbân, Hâkim ve İbn Merdûye'nin, Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: (.....) şeklînde iki hemze ile okumuştur.

Ebû Dâvud, Tirmizî, Abdullah b. Ahmed, Bezzâr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî ve İbn Merdûye'nin, Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: (.....) şeklinde şeddeli olarak okumuştur.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bir köye geldiklerinde..." âyetini açıklarken: "Bu köyün adı Bâcervân idi ve halkı rezil bir halktı" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Şîrîn: "Bu köy, semadan (ilahi rahmetten) en uzak olan bir köydür" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in, Katâde vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bir köye geldiklerinde..." âyetini açıklarken: "Burası Ebraka'dır. Başka biri de bana buranın Antakya olduğunu söyledi" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Eyyûb b. Mûsa der ki: "Bana bildirildiğine göre istemek, ihtiyaç sahibi bir kişi için sevaptır. Mûsa'nın (aleyhisselam) ve dostunun o köy halkından yemek istediğini işitmedin mi?" dedi.

İbn Merdûye'nin, Ubey'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: (.....) şeklinde şeddeli olarak okumuştur.

Nesâî, ibn Merdûye ve Deylemî'nin hadisi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) dayandırarak bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b: "Köylüler onları ağırlamaktan kaçındılar..." âyetini açıklarken: "Bu köy ahalisi alçak idi" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini açıklarken: "Yıkılmak üzere olan bir duvar kastedilmektedir" dedi.

İbnu'l-Enbârî Mesahif'te ve İbn Merdûye'nin, Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: (.....) şeklinde okumuştur.

Ebû Ubeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) ifadesini açıklarken: "(Hızır) duvarı eliyle örüp düzeltti" dedi.

Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hârun: Bu âyet Abdullah'ın kıraatında: (.....) şeklindedir" dedi.

Firyâbî, İbn Hibbân, Hâkim ve İbn Merdûye'nin, Ubey'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: (.....) şeklinde şeddesiz olarak okumuştur.

İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî vasıtasıyla bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu olayı onlara anlatıp bitirdiği zaman Ömer b. el-Hattâb: "Allah'ın rahmeti Musa'nın üzerine olsun. Eğer sabretmiş olsaydı (Allah bize kitabında) bu olayı tam olarak anlatırdı" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, Hâkim ve İbn Merdûye'nin, İbn Abbâs kanalıyla Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın rahmeti bizim ve Musa'nın üzerine olsun" - Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) duaya kendi nefsinden başladı- "Eğer sabretmiş olsaydı (Allah, Kitab'ında) bize onun kıssasını (başka acayip olayları da) anlatırdı. Fakat Mûsa: «Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana yoldaş olma...» dedi."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Onu yaralamak istedim..." âyetini açıklarken: "Onu delmek istedim, mânâsındadır" dedi.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: (.....) şeklinde okumuştur.

İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b bu âyeti: (.....) şeklinde okumuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Bu âyet önceleri:(.....) şeklinde okunurdu. Kral da sadece güzel gemileri alırdı" dedi.

Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebu'z-Zâhiriyye: "Hazret-i Osman bu âyeti: (.....) şeklinde yazmıştır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şuayb el-Cubâî: "Hızır'ın öldürmüş olduğu çocuğun adı Ceysûr'du" dedi.

Ebû Ubeyd, Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbnu'l- Enbârî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (=Çocuğa gelince, kendisi kafir, anası babası mümin insanlardı)" şeklinde okurdu.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Bu âyet Ubey b. Ka'b'ın kıraatında: (=Çocuğa gelince, kendisi kafir, anası babası mümin insanlardı şeklindedir)" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) ifadesini açıklarken: "Şefkat gösterdik" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:"Bu âyet Abdullah'ın mushafında: (.....) şeklindedir" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Onları azgınlığa ve küfre sürüklemesinden korktuk" âyetin açıklarken: "Ona olan sevgilerinden dolayı onun dinine tâbi olmalarından korktuk" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Matar bu âyet hakkında: "Eğer çocuk yaşamış olsaydı anne babası onun sevgisiyle tümden helak olurdu" dedi.

İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuab'da Katâde'den bildirdiğine göre Mutarrif b. eş-Şıhhîr der ki: "Bu çocuk doğduğu zaman anne babasının sevindiğini ve öldürüldüğü gün üzüldüklerini biliyoruz. Eğer çocuk yaşamış olsaydı onları helak edecekti. Ancak adam Allah'ın kendisine takdir etmiş olduğu şeye razı olmuştu. Allah'ın mümin kişiye takdir ettiği, kişinin kendi nefsine takdir ettiği şeyden daha hayırlıdır. Allah'ın sana sevmediğin şeyi takdir etmesi sevdiğin şeyi takdir etmesinden daha hayırlıdır."

Ebû Ubeyd'in ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Daha hayırlı... bir çocuk..." âyetini açıklarken: "Burada müslümanlığı daha iyi yaşayan bir çocuk kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atiyye: "...Daha hayırlı... bir çocuk..." âyetini açıklarken: "Burada daha dindar bir çocuk kastedilmektedir" dedi. "...Daha... merhametli bir çocuk..." âyetini hakkında ise: "Onlar çocuklarına karşı, çocuklarının kendilerine olan merhametinden daha fazla merhametlidir" dedi. Başka bir lafızda: "Anne babanın iyiliğine karşılık onlara peygamber doğuran bir kız verildi" şeklindedir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Daha hayırlı... bir çocuk..." âyetini açıklarken: "Burada daha dindar bir çocuk kastedilmektedir" dedi. "...Daha... merhametli bir çocuk..." âyeti hakkında ise: "Bu daha sevecen mânâsındadır. Çünkü onlara peygamber doğuran bir kız verildi" dedi.

İbnu'l-Münzir'in, Bestâm b. Cemîl vasıtasıyla bildirdiğine göre Yusuf b. Ömer bu âyet hakkında: "Allah o çocuk yerine kendilerine iki peygamber doğuran bir kız çocuğu ihsan etti" dedi.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Altında onlara ait bir define vardı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Defineler bizden öncekiler içindi. Ancak bize haram kılınmıştır. Fakat ganimet bizden öncekilere haram kılınırken bize helal kılınmıştır. Kişi taaccüp ederek: "Definenin bizden öncekilere helal kılınıp bize haram kılınmasının sebebi nedir?" demesin. Zira Allah dilediğini helal, dilediğini de haram kılar. Bu da sünnet ve farzlardır ki, bazı ümmetlere helal, bazı ümmetlere haram kılınırlar."

İbn Ebî Şeybe, Zühd'de Ahmed ve İbn Ebî Hâtim, Hayseme'den bildirir: İsa b. Meryem (aleyhisselam): "Mümin kişinin zürriyetine ne mutlu! Ne mutlu! Ondan sonra(ki nesli) nasıl da korunuyorlar" dedi. Sonra Hayseme: "...Babaları da iyi bir insandı..." âyetini okudu.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Vehb: "Allah, salih bir kul sebebiyle insanlardan bir topluluğu korur" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in Bakiyye vasıtasıyla bildirdiğine göre Süleyman b. Süleym Ebu Seleme der ki: "Tevrat'ta: «Allah bir nesil sebebiyle diğer bir nesli hatta yedi nesli korur. Bir nesil sebebiyle de diğer bir nesli hatta yedi nesli helak eder» yazılıdır."

Ahmed Zühd'de Vehb (b. Münebbih)'den bildirir: "Yüce Allah'ın, İsrâil oğullarına buyurdukları arasında şunlar da vardı: "Eğer bana itaat ederseniz sizden razı olurum. Sizden razı olursam sizi bereketli kılarım. Bereketimin de sonu yoktur. Bana karşı asi olursanız, öfkelenirim. Öfkelenirsem, sizi lanetlerim. Lanetim de çocuklardan yedi göbeğe kadar ulaşır."

Ahmed'in bildirdiğine göre Vehb (b. Münebbih) şöyle demiştir: "Yüce Allah: «Öfkemden sakının. Zira öfkem üç ataya kadar ulaşır. Rızamı da sevin. Zira rızam bütün ümmete yetişir» buyurmaktadır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Bunları ben kendi görüşüme göre yapmadım..." âyetini açıklarken: "O, Allah'ın emrine itaat eden görevli bir kuldu" dedi.

İbn Ebî Hâtim, Rabî' b. Enes'ten bildirir: Mûsa (aleyhisselam), hizmetçisi Yuşa' b. Nûn'a: "İki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayacağım..."demişti. Mûsa (aleyhisselam) bir balık avlayıp onu azık edindi. Yanına tatlı su alarak yola çıktı. İstediği kayanın dibine yetişti. Bir rüzgar çıktı ve o yerin gitmek istediği yer olup olmadığı hakkında şüpheye düştü. Balığı orada unutarak yola devam ettiler. Canı yemek isteyince hizmetçisine: "Yemeğimizi getir! Zira bu yolculuğumuzda epeyce yorulduk" deyince, hizmetçisi: "Yanında dinlendiğimiz o kaya vardı ya, balığı işte orada unuttum. Onu bana unutturan da şeytandan başkası değil. Balık şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitti" karşılığını verdi. İbn Abbâs'tan işittiğimize göre kendisi, bu konuyu Ehl-i Kitab'dan bazı âlimlerle konuşmuştu. Mûsa (aleyhisselam), Rabbine dua ederek (kendisinden daha bilgili kişiyle görüşmek) istemişti. Su kabında da tatlı su vardı. O sudan denize döktü ve balığın izinden gitmeye başladı. İz denizin içinde beyaz taş gibi olmuştu. Mûsa (aleyhisselam) bu izi takip ederek tekrar o kayanın yanına kadar vardı. Kayanın üstüne çıktı ve elini kaşlarının üzerine koyarak: "O adamı görebilir miyim?" diyerek bakmaya başladı. Artık kötü şeyler düşünmeye başlamıştı.

Sonra onu gördü ve: "Ey Hızır! Allah'ın selamı üzerine olsun" dedi. Hızır: "Allah'ın selamı senin de üzerine olsun ey Mûsa!" karşılığını verdi. Mûsa (aleyhisselam): "Benim Mûsa olduğumu sana kim söyledi?" diye sorunca: "Sana Hızır olduğumu söyleyen kişi söyledi" dedi. Mûsa (aleyhisselam): "Ben seninle dost olmak istiyorum. "Sana öğretilen bilgilerden bana, doğruya iletici bir bilgi öğretmen için sana tâbi olayım mı?" deyince, Hızır kendisine yaklaşarak ona nasihatte bulundu ve: "Ey Mûsa! Ama benim yanımda sabredemezsin. İç yüzünü kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredebilirsin?" Kişi asla görmediği bir şey gördüğü ve ona şahit olduğu zaman sabredemeyip bu nedir diye sorar" dedi. Mûsa (aleyhisselam) bunu kabul etmeyip ısrarla dostluğunu isteyince, Hızır: "Bana tâbi olacaksan, sana anlatmadıkça bana hiçbir şeyi sormayacaksın." Üç konuda acele edip bana karıştığın zaman seni bırakırım" dedi. Onlar durmuş etrafa bakınırken kasabaya giden bir gemi gördüler. Hızır: "Ey gemidekiler! Gelin bizi de geminize alın" diye çağırdı. Gemidekiler arkadaşlarına: "Biz korkunç bir yerde adamlar görmekteyiz. Orada hırsızlar olabilir, onları gemiye almayalım" dediler. Gemi sahibi: "Ben onların yüzünde nur görmekteyim. Onları gemiye alacağım" dedi. Hızır gemi sahibine: "Bu yolcuları ne kadar bir ücretle bindirdin? Her bîrimiz onların iki katı kadar ücret veririz" dedi.

Bunun üzerine onları gemiye alıp yollarına devam ettiler ve sonunda kara göründü. O kasaba sahibi de buradan geçen güzel ve kusursuz bir gemi olursa ona benim için el koyun" demişti. Hızır'a da gemiyi almamaları için kusurlu bir hale getirmesi emredilmişti. Hızır gemiyi deldi ve gemi içine su almaya başladı. Bunun üzerine Mûsa (aleyhisselam) öfkelenerek: "Sen onu içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu şaşılacak bir şey yaptın!"dedi. Giysilerinden tutarak Hızır'ı denize atmak istedi ve: "Onların helak olmasını mı istiyorsun? Biliyorsun ki ilk helak olacak kişi sensin" dedi. Mûsa'nın (aleyhisselam) öfkesi arttıkça deniz kabarıyor, öfkesi azaldıkça da sakinleşiyordu. Yuşa' b. Nûn, Mûsa'ya (aleyhisselam): "Verdiğin sözü hatırlamıyor musun?" dedi. Hızır geldi ve: "Ben sana, yanımda sabredemezsin demedim mi?" dedi. Bunun üzerine Mûsa'nın (aleyhisselam) aklına (öğrenmek istediği) ilim geldi ve: "Unuttuğum bir şeyden dolayı beni sorumlu tutma ve işimi de zorlaştırma!" karşılığını verdi. Kasabaya vardıkları zaman Hızır: "Ancak batma korkusuyla size yetişebildiler" dedi. Sonra gemi sahibine dönerek: "Ben senin için hayırlı olanı istedim" dedi. Onlar da bu olayın sonunda Hızır'ın görüşünü takdir ettiler. Allah da gemiyi öncesi gibi yaptı.

Sonra yollarına devam ettiler. Bir gençle karşılaştılar. Hızır'a onu öldüreceksin diye emredildi ve onu öldürdü. Mûsa (aleyhisselam): "Suçsuz bir cana, kısas olmaksınız kıydın!" dedi. Hızır: "Benim yanımda sabredemezsin demedim mi?" dedi. Mûsâ: "Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana yoldaş olma ve bu konuda haklı olarak bir mazeretin olur" dedi. "Tekrar yola koyuldular. Bir köye geldiklerinde köylülerden yemek istediler. Ancak köylüler onları ağırlamaktan kaçındılar. Köyde eğilmiş, yıkılmak üzere olan bir duvar gördüler. Hızır eliyle duvarı düzeltti. Mûsâ: "İsteseydin bu iş için bir ücret alırdın" dedi. Bunun üzerine Hızır: "Ben senin için vermiş olduğum sözleri yerine getirdim. "İşte bu, seninle benim ayrılmamızı gerektiriyor..." Çocuğa gelince onun babası mümin bir kişiydi. O birine öfkelendiği zaman mutlaka öfkelendiği kişiye ve babasına beddua ederdi. Allah çocuğu öldürterek anne babasını bedduadan korudu. Daha sonra onu anne babasına karşı daha iyi daha şefkatli bir çocukla değiştirdi. "Duvar ise şehirdeki iki yetim çocuğa ait idi. Altında onlara ait bîr define vardı..." dedi. İşittiğimize göre o define ilim idi. O çocuklar da o ilmi aldılar.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan b. Urnâra, babasından şöyle bildirir: İbn Abbâs'a: "Mûsa'nın (aleyhisselam), beraberinde olan hizmetçisini daha sonra zikrettiğini görmüyoruz" denilince, İbn Abbâs bu hizmetçinin kıssasını anlattı ve şöyle dedi: "Bu hizmetçi bir sudan içince ölümsüz oldu. Âlim (Hızır) onu alıp gemiye bindirdi ve bu gemi denize açıldı. Cemi kıyamet gününe kadar dalgaların içinde yol alıp duracaktır. Çünkü o sudan içmemesi gerekiyordu."

İbn Kesîr: "Ravi Hasan metruk biridir. Babası ise tanınmayan biridir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Yusuf b. Esbât der ki: Bana nakledildiğine göre Hızır, Musa'dan (aleyhisselam) ayrılmak istediği zaman ona: "Ey Mûsa! İlmi onunla amel etmek için öğren. Onunla konuşmak için öğrenme" dedi. Yine bize bildirildiğine göre Mûsa (aleyhisselam), Hızır'a: "Bana dua et" deyince, Hızır: "Allah sana itaati müyesser eylesin" diye,dua etti.

Ahmed'in Zühd'de bildirdiğine göre Vehb (b. Münebbih) der ki: "Hızır, Mûsa (aleyhisselam) ile karşılaştığı zaman: "Ey Mûsa! Husumeti içinden at. Bir ihtiyacın olmadan bir yere gitme. Gülünecek bir şey olmadan gülme, evinde kal ve günahların için ağla" dedi.

İbn Ebi'd-Dünyâ, Şuabu'l-İmân'da Beyhakî ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ebû Abdillah el-Malatî der ki: "Mûsa (aleyhisselam), Hızır'dan ayrılacağı zaman: "Bana tavsiyede bulun" dedi. Bunun üzerine Hızır: "Faydalı biri ol ve zararlı biri olma. Güler yüzlü ol ve asık suratlı olma. Husumeti içinden at ve bir ihtiyacın olmadan bir yere gitme. Kimseyi günahından dolayı ayıplama ve günahların için ağla ey İmrân'ın oğlu!" dedi.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Vehb (b. Münebbih) der ki: "Hızır, Mûsa'ya (aleyhisselam): "Ey Mûsa! İnsanlar dünyada, ona önem verdikleri kadar azap görürler" dedi.

Ukaylî'nin bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr): "Hızır en yüksek ve en alçak denizler arasında bir minber üzerindedir. Denizdeki bütün canlılara onu işitip itaat etmeleri emredildi. Sabah akşam ruhlar ona arz edilir" dedi.

İbn Şâhîn'in bildirdiğine göre Husayf: "Peygamberlerden dördü diridir. Bunlardan İsa ve Idrîs (aleyhimesselam) gökyüzündedir. Hızır ve İlyâs (aleyhimesselam) - yeryüzündedir. Hızır denizde, arkadaşı ise karadadır" dedi.

Hatîb ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib der ki: Ben Kâbe'de tavaf ederken bir kişi Kabe'nin örtüsüne tutunmuş ve: "Ey işittiği hiçbir şey kendisini diğer şeyi işitmekten alıkoymayan! Ey isteklerin çokluğu kendisini yanlışlığa sevk etmeyen! Ey ısrarla isteyenlerin istekleri karşısında aciz kalmayan, Allahım! Bana affının serinliğini ve rahmetinin tadını tattır" diye dua ediyordu. Ona: "Ey Allah'ın kulu, bu sözleri tekrar et" dediğimde: "Sen bunları işittin mi?" dedi. "Evet, işittim" dedim. Bunun üzerine o: "Hızır'ın canı elinde olana yemin olsun ki, bu sözleri farz namazdan sonra söyleyen bir kişinin günahları Âlic çölü kumu taneleri sayısınca, yağmur taneleri sayısınca ve ağaçların yaprakları sayısınca olsa bile mutlaka hepsi bağışlanır" dedi. Bu kişi de Hızır idi.

Ebu'ş-Şeyh el-Azame'de ve Ebû Nuaym'ın Hilye'de bildirdiğine göre Ka'bu'l-Ahbâr der ki: Hızır b. Âmîl bir grupla beraber binerek Hind denizine (Çin denizine) geldi ve dostlarına: "Ey dostlarım! Beni denize indirin" dedi. Dostları da onu denize indirdi. O günlerce denizde kaldı ve sonra geri çıktı. Dostları ona: "Ey Hızır! Ne gördün? Zira Allah sana ikramda bulundu ve seni suyun bu derin yerinde korudu" dediler. Hızır şu karşılığı verdi: "Beni meleklerden bir melek karşıladı ve bana: "Ey günahkâr insanoğlu! Nereden gelip nereye gidiyorsun?" dedi. Ben: "Bu denizin derinliğini görmek istedim" dedim. Bunun üzerine melek: "Dâvud (aleyhisselam) zamanında biri bu denizin dibine doğru inmişti. Şu ana kadar ancak üçte birini inebildi. Tam üç yüz yıl önce inmişti" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Bakiyye der ki: Ebû Sâid bana anlattı ve: "İşittiğime göre Hızır'ın, Mûsa'dan (aleyhisselam) ayrılacağı zaman ona tavsiye ettiği son şey: «Günahkâr birini günahından dolayı ayıplamaktan sakın. Yoksa sen de aynı duruma düşersin» cümlesiydi" dedi.

Taberânî ve İbn Asâkir'in, Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbına: "Size Hızır'dan bahsedeyim mi?" diye sordu. Ashâb: "Olur yâ Resûlullah!" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Bir gün Hızır; İsrâil oğulları çarşısında yürürken mükâteb biri kendisini gördü ve: «Bana tasaddukta (maddi yardımda) bulun, Allah seni mübarak kılsın» dedi. Hızır: «Allah'a iman ettim. Allah'ın dediği olur. Sana verecek bir şeyim yoktur» karşılığını verdi. Fakir: «Ben senden Allah rızası için istedim. Bana niye tasaddukta bulunmadın ki? Ben senin simana baktım ve yüzünde bereket gördüm» dedi. Bunun üzerine Hızır: «Allah'a iman ettim. Beni alıp satman dışında sana verecek bir şeyim yoktur» dedi. Fakir: «Bû doğru ölür mu?» deyince: «Evet olur, ben hakkı söylüyorum. Sen benden çok büyük bir şey adına istedin. Ben de seni Rabbimin vechi hürmetine boş çevirmek istemiyorum. Beni sat» dedi. Sonra çarşıya gittiler ve Hızır'ı dört yüz dirheme sattı.

Hızır uzun bir süre kendisini satın alan kişinin yanında kalmış ancak sahibi kendisini hiçbir işte çalıştırmamıştı. Hızır sahibine: «Beni bir şeyler kazanmak için satın aldın. Bana bir iş göstersen» deyince, adam: «Sana ağır bir iş yaptırmak istemiyorum. Sen yaşlı ve zayıf birisin» dedi. Hızır: «Bana ağır gelmez» deyince: «O zaman kalk ve şu taşları taşı» dedi. O taşları da altı kişi ancak bir günde taşıyabilirdi. Adam bir ihtiyacından dolayı bir yere gitti. Geri geldiğinde bir saat içinde taşların taşınmış olduğunu görünce: «İyi yaptın, güzel yaptın ve güç yetiremezsin sandığım şeye güç yetirdin» dedi. Sonra adamın bir sefere çıkması gerekti. Bunun üzerine Hızır'a: «Seni emin biri olarak görüyorum ve ailem için seni güzel bir vekil olarak bırakıyorum» dedi. Hızır. «Bana bir iş göster» dedi. Adam yine: «Sana ağır bir iş vermek istemiyorum» karşılığını verdi. Hızır: «Bana ağır gelmez» deyince: «O zaman ben geri dönünceye kadar ev yapmam için kerpiç yap» dedi. Adam sefere çıktı ve geri döndüğünde inşa edilen evini gördü.

Hal böyle iken Hızır'a: «Sana Allah için soruyorum. Senin yolun ve durumun nedir?» diye sordu. Hızır: «Bana Allah için sordun. Allah'ın rızası beni köle durumuna düşürdü. Ben önceden işitmiş olduğun Hızır'ım. Fakir biri benden bir sadaka istedi. Ancak benim ona verecek hiçbir şeyim yoktu. Fakat benden Allah rızası için istemişti. Ben de ona kendimi verdim ve beni sattı. Sana şunu bildireyim. Kimden, Allah rızası için bir şey istenir de yanında olduğu halde vermezse kıyamet gününde bu kişi etsiz kemiksiz ses çıkaran kuru bir deri olarak huzurda duracaktır» dedi. Adam: «Allah'a iman ettim. Bilmeden sana ağır işler yaptırdım ey Allah'ın Peygamberi» dedi. Hızır: «Sorun değil, sen güzel ve hoş davrandın» karşılığını verdi. Adam: «Annem babam sana feda olsun ey Allah'ın Peygamberi! Malımı ve ailemi Allah'ın sana bildirmiş olduğu şekilde kullanmak ve kendini azat etmek arasında seni muhayyer bırakıyorum» dedi. Hızır: «Beni azat etmeni ve Rabbime ibadet etmeyi isterim» dedi. Bunun üzerine adam Hızır'ı azat edince, Hızır: «Beni köleliğe düşüren sonra da ondan kurtaran Allah'a hamd olsun» diye dua etti.

Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da Haccâc b. Farâfisa'dan bildirir: İki kişi Addullah b. Ömer'in yanında alışveriş yapıyordu. Bunlardan biri çok yemin ediyordu. Hal böyle iken oradan biri geçti ve yanlarında durarak çok yemin eden kişiye: "Ey Allah'ın kulu! Allah'tan kork ve çok yemin etme. Çok yemin etmen rızkını arttırmaz. Yemin etmemen de rızkını azaltmaz" dedi. Yemin eden kişi: "Seni ilgilendiren işine bak" deyince, adam üç defa: "Bu beni ilgilendiren bir şeydir" diyerek ona cevap verdi. Gideceği zaman da: "Doğru söylemek sana zarar verecek olsa da onu sana fayda verecek yalana tercih etmen imanın alâmetindendir. Yaptığın şeyden fazlasını da söyleme" dedi ve gitti. Abdullah b. Ömer: "Bu kişiye yetiş te söylediği bu sözleri yaz" dedi. (Yemin eden bu kişiye yetişince): "Ey Allah'ın kulu! Bana söylediğin bu sözleri yazdır. Allah'ın rahmeti üzerine oldun" deyince, adam: "Allah'ın takdir etmiş olduğu yerine gelecektir" diyerek bu sözleri ona ezberletene kadar tekrar etti. Sonra yoluna devam etti. Ayağının birini mescide koyduğu zaman anlayamadım, yeryüzü onu yalayarak yok mu etti yoksa gökyüzüne mi çıktı?" Ravi der ki: Öyle görünüyor ki onlar ya Hızır'ı, yada İlyas'ı (alayhimesselam) görmüşlerdi.

Hâris b. Ebî Usâme'nin Müsned'de zayıf bir isnâdla Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Hızır denizde, Elyesa' ise karadadır. İkisi de her gece Zülkarneyn'in, insanlar ile Yecûc ve Mecûc arasında yapmış olduğu şedde buluşur. Her yıl hac ve umre ederek bir yıl sonrasına yetecek kadar zemzemden içerler. "

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ebû Revvâd: "İlyas ve Hızır (aleyhimesselam), Ramazan ayı orucunu Beytü'l-Makdis'te tutarlar. Her yıl hac ederek diğer yıla yetecek kadar zemzem suyundan içerler" dedi.

Ukaylî, el-Efrâd'da Dârakutnî ve İbn Asâkir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Hızır ve İlyas her yıl hac mevsiminde buluşur. Her biri diğer arkadaşının başını traş eder ve şu kelimeler üzeri ayrılırlar: «Allah'ın ismiylemaşallah. Hayrı Allah'tan başka kimse getiremez, maşallah. Kötülüğü Allah'tan başka kimse gideremez, maşallah. Ne kadar nimet varsa Allah'tandır, maşallah. "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (=Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur)"»" İbn Abbâs: "Kişi bu sözleri sabah akşam üçer defa söylerse Allah onu, suda boğulmaktan, yanmaktan, hırsızlıktan, şeytandan, (zalim) idareciden, yılan ve akrep sokmasından koruması altına alır" dedi.

83

"(Ey Muhammed!) Bîr de sana Zülkarneyn hakkında soru soruyorlar. De kî: «Sîze ondan bîr anı okuyacağım.»"

İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Yahudiler Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Muhammed! Sen İbrâhîm'i, Mûsa'yı, îasa'yı (aleyhimusselam) ve bizden işitmiş olduğun diğer peygamberleri zikretmektesin. Bize Tevrat'ta sadece bir yerde zikredilen peygamberden bahset" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "O da kimdir?" diye sorunca: "Zülkarneyn" cevabını verdiler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onun hakkında bana bir şey bildirilmedi" buyurdu. Yahudiler içlerinden onu yendik diyerek ve sevinerek gittiler. Onlar daha kapıya varmadan Cibrîl: "(Ey Muhammed!) Bir de sana Zülkarneyn hakkında soru soruyorlar. De ki: "Size ondan bir anı okuyacağım... Artık onu ne aşabildiler, nededelebildiler" âyetleri ile indi.

İbn Ebî Hâtim, Gufre'nin azatlısı Ömer'den bildirir: Ehl-i Kitâb'dan bir grup Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girerek: "Ey Ebu'l-Kâsımı! Yeryüzünde seyahat eden adam hakkında ne dersin?" diye sordular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu konuda bir bilgim yoktur" buyurdu. Onlar bu durum üzere iken tavanda bir ses işittiler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vahyin geldiğini hissetti ve bu sebeple sevindi. Sonra: "(Ey Muhammed!) Bir de sana Zülkarneyn hakkında soru soruyorlar. De ki: "Size ondan bir anı okuyacağım" âyetini okudu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) konuyu zikredince, onlar: "Sana onun haberi verildi ey Ebu'l-Kâsım! Bu sana yeter" dediler.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eski Yemen kralı lanetli midir, değil midir bilmiyorum. Zülkarneyn peygamber midir, değil midir bilmiyorum. Hadler (şeri cezalar) uygulanan kişiler için kefaret midir, değil midir bilmiyorum" buyurmuştur.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Sâlim b. Ebî'l-Ca'd der ki: Hazret-i Ali'ye, Zülkarneyn hakkında: "O, peygamber midir?" diye sorulunca: "Peygamberinizin (sallallahü aleyhi ve sellem): «O, Allah'a karşı samimi olan ve Allah tarafından temizlenen kişidir» buyurduğunu işittim" karşılığını verdi.

İbn Abdilhakem Futûh Mısır'da, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l- Enbârî Mesâhifte, İbn Ebî Âsim Sünne'de ve İbn Merdûye'nin Ebû't-Tufeyl vasıtasıyla bildirdiğine göre İbnu'l-Kevvâ', Ali b. Ebî Tâlib'e, Zülkarneyn'i sorarak: "O peygamber miydi, yoksa melek miydi?" dedi. Ali şu karşılığı verdi: "O ne bir peygamber ne de bir melekti. Ancak o salih bir kuldu. O, Allah'ı, Allah ta onu sevmişti. O, Allah'a karşı samimi olmuş ve Allah tarafından temizlenmişti. Allah onu kavmine gönderdi ve kavmi onun başının bir tarafına (boynuzuna) vurarak öldürdü. Sonra Allah, cihad etsin diye onu bir daha diriltti ve kavmine gönderdi. Bu sefer başının diğer tarafına (boynuzuna) vurdular ve onu bir daha öldürdüler. Allah, cihad için onu tekrar diriltti. Bu sebeple de Zülkarneyn (iki boynuz sahibi) diye adlandırıldı. Aranızda da onun gibisi vardır."

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Zülkarneyn, Abdullah b. ed- Dahhâk b. Ma'ad'dir" dedi.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Amr: "Zülkarneyn bir peygamberdi" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in, Ahvas b. Hakîm'den, onun da babasından bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem), Zülkarneyn hakkında sorulunca: "O, sebeplerine dayanarak yeryüzünü dümdüz eden bir kıraldır" buyurdu.

İbn Abdi'l-Hakem Futûh Mısır'da, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in el-Azame'de Halid b. Ma'dân el-Kelâî'den bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), Zülkarneyn hakkında sorulunca: "O, sebeplerine dayanarak yeryüzünü altından dümdüz eden bir kıraldır" buyurdu.

İbn Abdi'l-Hakem, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, el-Azdâd'da İbnu'l-Enbârî ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb, Mina'da bir kişinin: "Ey Zülkarneyn!" diye çağırdığını işitti. Ona: "Siz peygamberlerin isimleriyle isimler taktınız. Ne oluyor da kıralların/meleklerin isimlerini takıyorsunuz" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in, Cübeyr b. Nufeyr'den bildirdiğine göre Zülkarneyn, Allah'ın yeryüzüne indirmiş olduğu ve her şey hakkında kendisine bilgi vermiş olduğu bir melektir.

Şîrâzî'nin el-Elkâb'da Cübeyr b. Nufeyr'den bildirdiğine göre Yahudilerden hahamlar Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer peygambersen bize Zülkarneyn'den bahset" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "O, sebeplerine dayanarak yeryüzünü dümdüz eden bir melektir/kraldır" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Zülkarneyn doğu ve batı arasındaki tek uyarıcı kişi idi. O iki şedde de ulaşmıştır. Onun peygamber olduğunu hiç (bir kimseden) işitmedim" dedi.

Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre Ebu'l-Verkâ' der ki: Ali b. Ebî Tâlib'e: "Zülkarneyn'nin boynuzları nedendir?" diye sorduğumda: "Belki de onun boynuzlarının altın veya gümüşten olduğunu sanıyorsun. O, Allah'ın insanlara göndermiş olduğu bir peygamberdir. Bir kişi kalkıp başının sağ tarafına (sağ boynuzuna) vurdu ve onu öldürdü. Sonra Allah onu bir daha dirilterek insanlara gönderdi. Bu defa da bir kişi kalkıp başının sol tarafına (sol boynuzuna) vurarak onu öldürdü. Bu sebeple ona iki boynuzlu adı verildi" dedi.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbrâhîm b. Ali b. Abdillah b. Cafer: "Zülkarneyn'in iki boynuzlu diye adlandırılmasının sebebi Allah yolunda başına (sağ ve sol boynuzlarına) iki defa vurulup yarılmasındandır. O zenci biri idi" dedi.

Ebu'ş-Şeyh, Vehb b. Münebbih'ten bildirir: "Zülkarneyn ilk sarık saran kişidir. Onun başında sığır tırnağı gibi kıpırdayan iki boynuz vardı. Onları kapatmak için sarık sarmıştır. O, kâtibiyle beraber hamama girmişti. Hamamda boynuzlarının üzerinden sarığı kaldırıp kâtibine: "Bunu senden başka gören yoktur. Eğer bu konuda kimseden bir şey işitirsem seni öldürürüm" dedi. Kâtip hamamdan çıkıp gitmişti. Sanki üzerinde ölüm vardı. Sahraya gidip ağzını yere koyarak: "Bilmiş ol ki, kralın iki boynuzu vardır. Bilmiş ol ki, kralın iki boynuzu vardır" dedi. Allah o sözlerle yerden iki kamış bitirdi. Bir gün bir çoban oradan geçti ve bu kamışları çok beğendi. Onları keserek düdük yaptı. Ancak her öttürmesinde kamışlardan: "Bilmiş ol ki, kralın iki boynuzu vardır" sözleri çıkıyordu. Bunun üzerine bu haber şehirde yayıldı. Zülkarneyn, kâtibini çağırtıp: "Ya bana doğruyu söylersin, ya da seni öldürürüm" dedi. Kâtip te kendisine durumu anlattı. Zülkarneyn: "Bu, Allah'ın açığa çıkmasını istediği bir şeydir" dedi ve sarığı başından kaldırdı.

İbn Abdi'l-Hakem Futûh Mısır'da, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî Delâil'de, Ukbe b. Âmir el-Cuhenî'den bildirir: Ben, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) hizmet ederdim. Bir gün yanına gittiğimde kapısı önünde Ehl-i Kitab'dan bir grup vardı. Yanlarında bir Mushaf ta bulunmaktaydı. Onlar: "Peygamberin yanına girmemiz için kim bize izin ister?" dediler. Ben Hazret-i Peygamber'in yanına girdim ve durumu haber verdim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ne oluyor ki, bana bilmediğim şeyler hakkında soruyorlar. Ben ancak Rabbimin bana öğretmiş olduğu şeyleri bilen bir kulum. Bana abdest suyumu getir" buyurdu. Ona abdest suyunu getirince abdest aldı ve iki rekat namaz kıldı. Sonra da bana: "Dışarıdaki grubu ve ashabımı içeri al" buyurdu. Ancak ben yüzünde sevinç ve müjde görüyordum. Ben onlara girmelerini söyleyince içeri girdiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara: "İsterseniz siz konuşmadan önce ne sormaya geldiğinizi ben söyleyeyim. İsterseniz ben söylemeden önce siz söyleyin" buyurdu. Onlar: "Hayır, sen söyle deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti: "Siz bana Zülkarneyn hakkında sormaya geldiniz. İlk olarak o Romalıı bir. genç idi. Sonra ona hükümdarlık verildi ve Mısır sahiline varana kadar hep yol aldı. Orada: «İskenderiye» denilen bir şehir inşa etti. Bu işi bitirdiği zaman Yüce Allah ona bir melek gönderdi ve melek onu alarak gökyüzüne yükseldi. Sonra ona: «Altında bulunan şeylere bak» dedi. Zülkarneyn aşağı baktığında: «Kendi şehrimi ve beraberinde başka şehirler görüyorum» dedi. Melek onu daha da yükselterek: «Altında bulunan şeylere bak» deyince; Zülkarneyn: «Kendi şehrimle diğer şehirler birbirine karıştı, artık onu diğerlerinden ayırt edemez oldum» dedi. Melek onu daha da yükseğe çıkarıp: «Altında bulunan şeylere bak» dedi. Zülkarneyn: «Sadece kendi şehrimi görüyorum. Başka şehir görmüyorum» dedi. Bunun üzerine melek ona: «İşte o yeryüzünün tamamıdır. Etrafını çevirdiğini gördüğün o şey ise denizdir. Yüce Allah sana yeri göstermek istedi ve sana orada bir saltanat verdi. Sen yeryüzünde yürü, cahile öğret, ilim adamına da sebat ver» dedi.

Zülkarneyn güneş batıncaya kadar yürüdü. Sonra da güneş doğuncaya kadar yürüdü. Sonra iki şeddin yanına ulaştı. Bu sedler yumuşak iki dağdan oluşmaktaydı. Onların üzerinde ne varsa kayıp düşerdi. Bir sed yaparak Yecûc ve Mecûc'un bulunduğu yeri geçti. Orada yüzleri köpek yüzü gibi olan bir kavim gördü. Bunlar Yecûc ve Mecûc ile savaşıyordu. Onları geçtikten sonra köpek yüzlülerle savaşan kısa boylu bir ümmet gördü. Sonra kısa boylu ümmetle savaşan kuğu kuşu gibi olan bir ümmet gördü. Sonra koca taşları yutan yılanlar şeklinde olan bir ümmet gördü. Sonra da yeryüzünde akıp giden denize geldi" Ehl-i Kitab: "Şehadet ederiz ki onun durumu senin anlattığın gibidir. Biz de onu kitabımızda bu şekilde bulmaktayız" dediler.

İbn Asâkir, Ka'bu'l-Ahbâr'ın dostu Süleyman el-Eşec'den bildirir: Zülkarneyn sürekli seyahat eden salih bir kişi idi. Âdem'in (aleyhisselam) indirildiği dağda durduğu zaman onun izlerine bakarak korktu. Büyük sancağın sahibi Hızır ona: "Ne oluyor sana ey kral!" deyince, Zülkarneyn: "Bu, Âdemoğullarının izidir. Ellerinin, ayaklarının ve yarasının yerini görmekteyim. Yine etrafındaki kendilerinden kırmızı su sızan kuru ağaçları görmekteyim. Bunların bir durumu vardır" dedi. Kendisine ilim ve güzel anlayış verilen Hızır: "Ey kral! Büyük hurma ağacındaki asılı kağıdı görüyor musun?" dedi. Zülkarneyn: "Evet görüyorum" karşılığını verince, Hızır: "Bu kağıt sana buranın haberini verecektir" dedi. Hızır her yazıyı okuyabilirdi. O: "Ey kral! Onun üzerinde bir yazı görmekteyim" dedi ve yazıyı okumaya başladı: "Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle. Bu, insanların babası Âdem'dendir. Ey zürriyetim ve kızlarım! Size, sözleri yumuşak, ama içi fücur ile dolu, hepimizin düşmanı olan İblis'ten sakınmanızı tavsiye ederim. O beni Firdevs'ten dünya toprağı üzerine indirdi ve bu yerime atıldım. Bir hata yüzünden iki yüz yıldan beri kimse bana bakmamaktadır. Bu da benim izimdir. Bu ağaçlar da gözyaşlarımla biten ağaçlardır. Bu toprakta da tövbem kabul olundu. Pişman olmadan önce tövbe edin. Size ölüm gelmeden önce önünüzde göreceğiniz ameller işleyin." Zülkarneyn indi ve Âdem'in oturmuş olduğu yerin izini sildi. O iz yeri seksen üç mil idi. Sonra Zülkarneyn ağaçları saydı. Tam dokuz yüz ağaç vardı. Hepsi de Âdem'in (aleyhisselam) gözyaşlarıyla bitmişti. Bu ağaçlar Kâbil, Hâbil'i öldürdüğü zaman kurumuş ve kan ağlamaya başlamıştı. Zülkarneyn, Hızır'a: "Geri dönelim, artık dünyadan bir şey istemem" dedi.

İbn Abdilhakem'in Futûh Mısır'da bildirdiğine göre Süddî: "İskender'in burnu üç arşındı" dedi.

İbn Abdilhakem'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Zülkarneyn, kral ve salih bir kişi idi" dedi.

İbn Abdilhakem, İbn Ebî Hâtim ve el-Elkâb'de Şîrâzî'nin bildirdiğine göre Ubeyd b. Ti'lâ: "Zülkarneyn (iki boynuzlu) dîye adlandırılmasının sebebi sarığının altında belli olan iki küçük çıkıntının olmasıdır" dedi.

Ahmed Zühd'de, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu?ş-Şeyh'in el- Azame'de bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih'e, Zülkarneyn hakkında sorulunca: "Ona vahiy gelmemiştir. O bir kraldı" dedi. "Niçin Zülkarneyn (iki boynuzlu) diye adlandırıldı?" diye sorulunca da: "Bu konuda Ehl-i kitab ihtilafa düşmüştür. Onların bir kısmı: «O, Rumlara ve Perslere hâkim oldu" derken, bir kısmı da: "Onun başında boynuza benzer iki çıkıntı vardı» diyor" karşılığını verdi.

İbn Ebî Hâtim'in Bekr b. Mudar'dan bildirdiğine göre Hişâm b. Abdilmelik'e Zülkarneyn hakkında: "O, peygamber miydi?" diye sorulunca şu karşılığı verdi: "Hayır değildir, ancak ona dört haslet verilmiştir. O gücü yettiği halde affeder, söz verdiği zaman sözünde durur, konuştuğu zaman doğru söyler ve bir sonraki gün için bir şey kaldırmazdı."

İbn Abdilhakem'in bildirdiğine göre Yûnus b. Ubeyd: "Onun Zülkarneyn (iki boynuzlu) diye adlandırılmasının sebebi, başında onlarla vurduğu iki saç örgüsünün olmasındadır" dedi.

İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: "Onun Zülkarneyn (iki boynuzlu) diye adlandırılmasının sebebi Güneş'in doğduğu ve battığı yere ulaşmış olması sebebiyledir" dedi.

İbn Abdilhakem'in Futûh Mısır'da bildirdiğine göre İbn Şihâb: "Onun Zülkarneyn (iki boynuzlu) diye adlandırılmasının sebebi, Güneş'in doğu boynuzu ile batı boynuzuna ulaşmış olması sebebiyledir" dedi.

İbn Abdilhakem'in bildirdiğine göre Katâde: "İskender, Zülkarneyn'in kendisidir" dedi.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in, İbn İshâk vasıtasıyla Ehl-i Kitab'ın Müslüman olan Acemlerinden haberler nakledenlerden bildirdiğine göre ondan miras olarak aldıkları ilme göre Zülkarneyn, Mısırlı salih bir kişi idi. O, Yunanlı Merzebe b. Merzebe'dir. Yunan b. Yâfis b. Nuh'un soyundandır.

Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin, Ubeyd b. Umeyr'den bildirir: "Zülkarneyn yaya olarak hacca gitmiş ve bunu işiten Hazret-i İbrâhîm onu karşılamıştır."

Şîrâzî'nin el-Elkâb'de bildirdiğine göre Katâde: "Onun Zülkarneyn (iki boynuzlu) diye adlandırılmasının sebebi iki tane saç örgüsünün bulunmasıydı" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre Zülkarneyn, Rumların idarecisi idi ve onların işlerinin yönetiminden sorumluydu. Bulutların kendisi için boyun eğmesiyle serkeşlik etmesi arasında tercihte bulunması istenince, boyun eğmelerini tercih etti. O, bulutlara binerdi.

İbn İshâk, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, el-Elkâb'de Şîrâzî ve Ebu'ş-Şeyh, daha önceki tarihsel olaylar hakkında bilgisi olan Vehb b. Münebbih el- Yemânî'den bildirir: "Zülkarneyn, Romalr bir kişiydi. O, Romalılardan yaşlı bir kadının tek oğluydu ve ismi İskenderîs idi. Onun Zülkarneyn (iki boynuzlu) diye adlandırılmasının sebebi başının iki tarafının bakır olmasıydı. Zülkarneyn buluğ çağına geldiği zaman salih bir kişiydi. Yüce Allah ona: "Ey Zülkarneyn! Seni yeryüzü ümmetlerine göndereceğim. Onların arasında iki ümmet vardır ki, aralarında yeryüzünün bütün boyu vardır. Başka iki ümmet vardır ki aralarında yeryüzünün bütün eni vardır. Yeryüzünün ortasında başka ümmetler de vardır. Cin, insan, Yecûc ve Mecûc onlardandır. Yeryüzünün boyu aralarında olan ümmetlerden biri Güneş'in battığı yere yakın yerdedir. Ona: "Nâsik" denilir. Diğer ümmet ise Güneş'in doğduğu yere yakın yerdedir. Ona da: "Mensik" denilir. Yeryüzünün eni aralarında olan ümmetlerden biri yeryüzünün sağ tarafındadır. Ona: "Hâvîl" denilir. Diğer ümmet ise yeryüzünün sol tarafındadır. Ona da: "Tâvîl" denilir" buyurdu.

Bunun üzerine Zülkarneyn şöyle dedi: "Allahım! Sen beni, senden başka kimsenin yapamayacağı çok büyük bir iş için seçtin. Bana kendilerine göndereceğin ümmetlerden haber ver. Onlarla nasıl bir güçle baş edip, hangi toplulukla onlardan daha çok olacağım? Onlara hangi hile ile karşılık verip hangi sabırla katlanacağım ve onlarla hangi dille konuşacağım? Onların dilini nasıl anlayacağım ve hangi işitmeyle onların dediklerini işiteceğim? Hangi gözlerle onları görecek ve hangi delillerle onlara karşı mücadele edeceğim? Hangi kalple onları yıkacak ve hangi hikmetle onları yöneteceğim. Hangi ölçüyie onlara karşı adil davranacak ve hangi sabırla onlara karşı sabırlı olacağım? Hangi bilgiyle onların arasındaki sorunları halledecek ve hangi ilimle durumlarını güzelleştireceğim. Hangi elle onlara vuracağım ve hangi ayakla onlara basacağım? Hangi güçle onları sayacak ve hangi askerlerle onlara karşı savaşacağım? Hangi dostlukla onlarla dost olacağım? Ey İlâhım! Onlara karşı güçlü olup galip gelmek ve onlara karşı dayanmak için saydığım güçlerin hiç birisi bende yoktur. Sen kişiye gücü nispetinde yük yükleyen, gücünden fazla yüklemeyen, hiçbir nefsi sıkıntıya sokmayan ve ona meşakkat çektirmeyen Rahîm olan Rabsin. Bilakis sen onu ıslah eden ve ona merhamet edensin."

Yüce Allah ona şöyle buyurdu: "Sana yüklemiş olduğum her şey için bir güç vereceğim. Göğsünü açacağım da her şeyi sığacaktır. Ufkunu genişleteceğim her şeyi anlayacaksın. Dilini açacağım ve her dilden konuşacaksın. Görüşünü uzatacağım ve her şeyi göreceksin. Her durumu ben düzelteceğim ve sen her şeyi güzel yapacaksın. Ben sayacağım ve senden bir şey geçmeyecektir. Ben seni koruyacağım hiçbir şey senden kaybolmayacaktır. Arkanı kuvvetli kılacağım ve hiçbir şey seni yıkamayacaktır. Seni güçlü kılacağım ve seni hiç kimse yenemeyecektir. Kalbini kuvvetli kılacağım ve hiçbir şeyden korkmayacaksın. Aklını kuvvetlendireceğim ve seni hiç bir şey helak edemeyecektir. Elini açacağım ve elin her yere yetişecektir. Darbeni kuvvetli kılacağım ve her şeyi yıkacaksın. Seni heybetli kılacağım ve hiçbir şeyden korkmayacaksın. Nuru ve karanlığı hizmetine verecek ve onları askerlerin kılacağım. Nur önünde ışık ve karanlık arkanda koruyucu olacaktır."

Kendisine bu sözler söylenince Güneş'in battığı yere yakın yerde olan ümmetin yanına doğru yola çıktı. Yanlarına vardığı zaman sayılarını ancak Allah'ın bileceği, Allah'tan başka kimsenin güç yetiremeyeceği bir topluluk ve güçle karşılaştı. Bunların dilleri ayrı olduğu gibi şüpheli şeylerde de görüşleri ayrıydı. Kalpleri arasında ise hiç bir ülfet yoktu. Onları öyle görünce karşılarına karanlıkla çıktı ve etraflarını üç askerle kuşatarak onları bir yere topladı. Sonra yanlarına nurla gelerek onları Allah'a ve ona ibadete davet etti. Kimisi iman ederken kimisi de etmedi. Bunun üzerine iman etmeyenlerin üzerine karanlıklarla yürüdü. Karanlıklar onların ağızlarına, burunlarına, kulaklarına, içlerine, evlerine ve avlularına girdi. Karanlıklar onları üstlerinden altlarından ve her taraflarından kuşattı. Onlar şaşkınlık içinde birbirlerine girdiler. Helak olmaktan korkunca hep bir ağızdan bağırmaya başladılar. Bunun üzerine üzerlerindeki karanlıklar kaldırıldı ve zor kullanarak onları mağlup etti. Onlarda davetini kabul ettiler.

Batı ahalisinden de büyük gruplar halinde askerler topladı ve hepsini bir ordu haline getirdi. Sonra onlara da komutanlık ederek yola çıktı. Karanlıklar arkalarından geliyor ve etraflarını sarıyordu. Nur ise önlerinde ona yol gösteriyordu. O yeryüzünün sağ tarafında yol alıyordu ve yeryüzünün sağ tarafındaki: "Hâvîl" denilen ümmetin yanına gitmek istiyordu. Allah ona elini, kalbini, görüşünü, aklını, gözlerini ve komutanlığını musahhar kıldı. O bir şey yaptığı zaman yanlışlık yapmıyor ve yaptığı şeyi güzel yapıyordu. O bu ümmetlere komutanlık ediyor onlar da kendisine uyuyordu. Bir denize veya bir ırmağa geldikleri zaman ayakkabı kadar küçük parçalarla bir saat içinde gemiler yapıyor ve kendisiyle beraber olan bütün ümmetleri ve orduları onlara bindiriyordu. Denizleri veya ırmakları geçtikten sonra gemileri tekrar küçük parçalar halinde söküyor ve her kişiye taşıması için bir parça veriyordu. Kişi bu şekilde zorlanmadan yükünü taşıyordu. Böylece Hâvîl denilen yere kadar geldi. Onlara da Nâsik denilen ümmete ettiği gibi yaptı. Onların da işini bitirdikten sonra yeryüzünün sağ tarafında Güneş'in doğduğu yere yakın olan ve kendilerine Mensik denilen ümmetin yanına gelene kadar yoluna devam etti. Bunlara da aynı şeyleri yaptı. İlk iki ümmette yapmış olduğu gibi onlardan da ordular topladı.

Sonra yeryüzünün sol tarafında yoluna devam etti. O, Tâvîl'e gitmek istiyordu. Bu ümmet Hâvil'in karşısında olan ümmetti. Bu iki ümmet arasında yeryüzünün bütün eni vardı. Buraya da ulaştığı zaman aynı şeyleri yaptı ve daha önceki ümmetlerdeki gibi ordular topladı. Burada da işini bitirince yeryüzünün ortasında olan cinlerden, insanlardan, Yecûc ve Mecûc'tan oluşan ümmetlere doğru yöneldi. Türk topraklarının doğu tarafında bir yere ulaştığında salih insanlardan bir ümmet: "Ey Zülkarneyn! Bu iki dağın arasında çok sayıda, insanlara ve hayvanlara benzeyen Allah'ın yaratıkları vardır. Onlar otları ve aslanlar gibi evcil hayvanlar ile vahşî hayvanları yemektedir. Yine onlar yılan, akrep ve Allah'ın yeryüzünde canlı olarak yaratmış olduğu ne varsa yemektedir. Bir yıl içinde Allah'ın hiçbir yaratığı onlar kadar türeyip çoğalmaz. Eğer bu şekilde çoğalmaya devam edecek olurlarsa şüphe yok ki, bir müddet sonra burayı dolduracaklar ve buranın halkını başka yerlere süreceklerdir. Onlara üstün gelerek bozgunculuk yapacaklardır. Biz onlara komşu olduğumuz zamandan beri üzerimize gelecekler diye bekliyoruz. Onların ilki bu iki dağın arasından çıkacaktır. "Bu yüzden onlarla bizim aramızda bir set yapman şartıyla sana bir vergi ödesek olur mu?" dediler. Zülkarneyn: "Rabb'imin bana bağışladığı güç, sizin bana vereceğiniz maldan daha hayırlıdır. Siz bana beden gücünüzle yardımcı olunuz da onlar ile aranıza aşılmaz bir set çekeyim." Bana kayalar demir parçaları ve bakır hazırlayın. Onların köylerini ve bilgilerini öğrenip iki dağın arasını ölçeyim" dedi.

Sonra onları yönetmek için yola çıktı ve köylerinin ortasına ulaştı. Kadınları ve erkekleri hepsi bir boydaydı. Onlardan bir kişinin boyu bizden orta boylu birinin yarı boyu kadardı. Bizim ellerimizdeki tırnak yerinde onların pençeleri vardı. Onların azı dişleri ve aslan dişleri gibi parçalayıcı dişleri bulunmaktaydı. Avurtları deve avurdu gibi güçlüydü. Yemek yedikleri zaman deve, yaşlı katır ve genç at gibi ses çıkarıyorlardı. Onlar çok sert kişilerdi. Onların üzerinde daha önce hiç görülmemiş bir şekilde saç vardı. O saçlarla örtünüyor, soğuktan ve sıcaktan korunuyorlardı. Onlardan her birinin kocaman iki kulağı vardı. Biri deve kılı gibi kıllarla, diğeri ise yumuşak tüyle doluydu. Kişi kendi kulağının içine sığıyor, birini döşek olarak kullanıyor diğeriyle de örtünüyordu. Onların erkeği de, kadını da ecelinin ne zaman geleceğini ve ömrünün ne zaman biteceğini biliyordu. Erkek kişi sulbünden bin çocuk çıkmadan ölmüyordu. Kadın da rahminden bin çocuk çıkmadıkça ölmüyordu. Öyle olduğu zamanda öleceklerine inanıp ölüme hazırlanırlardı. Onlar bahar zamanı Tinnin denilen dev yılanlarla rızıklanırlardı. O gelmekte geciktiği zaman yağmur duasına çıkıldığı gibi duaya çıkarlardı. Her yıl denizden onlara bir tane atılır ve bir yıl boyunca onu yerlerdi. Bu da türeyip çoğalmaları için onlara yetiyordu. Yağmur yağdığı zaman yiyor içiyor ve beslendikleri belli oluyordu. Kadınlar cinsel ilişkiye istekli olunca erkekler de şehvetini gideriyordu. Yağmur gelmediği zaman erkekler zayıf düşüp kadınlardan kaçınıyor, kadınlar da o yıl hamile kalmıyordu. Onlar birbirlerini güvercinler gibi çağırıyor ve kurtlar gibi uluyorlardı. Onlar hayvanlar gibi nerede olursa eşleşiyordu.

Zülkarneyn bunları gördükten sonra iki dağın arasına gitti ve aralarını ölçtü. O, Türk topraklarında Güneş'e yakın bir yerdeydi. Aralarının yüz fersah olduğunu tespit etti. Şeddi inşa etmeye başlayınca suya ulaşana kadar temel kazdı. Genişliğini de elli fersah yaptı. Temelin içini kaya ve çamur olarak eritilmiş bakırla doldurdu. Temel dağın yeraltındaki dibi gibi oldu. Sonra onu demir parçaları ve eritilmiş bakırla yükseltti. Duvarın dışına bakırdan sarı çizgiler çizmişti. Bakırın sarısı ve kırmızılığından, demirin de siyahlığından duvar çizgili hırka gibi olmuştu. İşlerini bitirince cinden ve insanlardan oluşan ümmetlerin yanına gitmek için yola çıktı. Yolda giderken, hakkı tavsiye den, adil olan, doğru ölçen, eşit bölen, adaletle hükmeden, birbirleriyle güzel geçinen, birbirlerine karşı merhametli olan, halleri ve sözleri bir olan, ahlâkları birbirine benzeyen, yolları doğru olan, kalpleri birbirlerine bağlı olan, konuları aynı olan, mezarları evleri önünde olan, evlerinin kapısı olmayan, başlarında bir idareci bulunmayan, hâkimleri olmayan, zenginleri, kralları ve ileri gelenleri olmayan, alçalmayan, üstünlük taslamayan, birbirleriyle bozuşmayan, birbirlerine sövmeyen, savaşmayan, kıtlık yaşayıp zorluk çekmeyen, her ümmet gibi afet yaşamayan, uzun ömürlü olan, aralarında fakir bulunmayan, aralarında katı kalpli ve sert kişilerin bulunmadığı bir ümmetle karşılaştı.

Zülkarneyn bu ümmeti görünce şaşırarak onlara: "Ey kavim! Ben deniziyle, karasıyla, doğusuyla, batısıyla, ışığıyla karanlığıyla yeryüzünün tümünü dolaştım. Ancak sizin gibisini görmedim. Bana bu durumunuzu anlatın" dedi. Onlar: "İstediğin şeyi sor biz de sana söyleyelim" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Zülkarneyn: "Mezarlarınız niçin evlerinizin önündedir?" deyince: "Ölümü unutmamak ve zikrini kalbimizden çıkarmamak için bilerek öyle yaptık" dediler. "Niçin evlerinizin kapısı yoktur?" diye sorunca: "Aramızda (hırsızlıkla) itham edilen biri yoktur. Aramızda ancak emin olan kişiler vardır" dediler. "Niçin bir idareciniz yoktur?" diye sorunca: "Birbirimize zulmetmeyiz" karşılığını verdiler. "Niçin aranızda hâkimler yoktur?" dediğinde: "Biz davalaşmayız" cevabını verdiler. "Niçin aranızda zengin kişiler yoktur?" deyince: "Biz mal biriktirmeyiz" dediler. "Niçin aranızda krallar yoktur?" dediğinde: "Biz büyüklenmeyiz" dediler. "Niçin aranızda eşraftan kimse yoktur?" dediğinde ise: "Biz bu konuda birbirimizle yarışmayız" karşılığını verdiler. "Peki, niçin birbirinize üstünlük taslamaz ve yarışmazsınız?" diye sorunca: "Biz birbirimize bağlı ve birbirimize karşı merhametliyiz" dediler. "Siz niçin birbirinizle tartışmaz ve ihtilafa düşmezsiniz?" diye sorunca: "Bizim kalplerimizin birbirine karşı ülfetli olmasından ve aramızın iyi olmasındandır" dediler. "Siz niçin birbirinize sövmez ve savaşmazsınız?" deyince: "Biz azimle geleneklerimiz yendik ve nefsimizi sabra alıştırdık " dediler. "Niçin sizin sözünüz bir ve yolunuz doğrudur?" diye sorunca: "Biz birbirimize yalan söylemez, birbirimizi kandırmaz ve birbirimize karşı gıybet etmeyiz" dediler. "Bana söyleyin, kalpleriniz nasıl birbirine benzedi ve konularınız ortak oldu?" deyince: "Göğsümüz iyi olunca Allah kalbimizden haset ve kini çıkardı" dediler. "Niçin aranızda miskin ve fakir biri yoktur?" deyince: "Biz (mallarımızı) eşit olarak böleriz" dediler. "Niçin aranızda katı kalpli ve sert kişiler yoktur?" deyince: "Alçak gönüllülük ve tevazudan domayı" dediler.

"Siz niçin insanlar arasında en uzun ömürlüler kılındınız?" diye sorunca: "Biz hakkı sahibine veririz ve adaletle hükmederiz" dediler. "Siz niçin kıtlık yaşamazsınız?" deyince: "Biz çok istiğfar etmekten geri kalmayız" dediler. "Siz niçin mal biriktirmezsiniz?" deyince: "Biz var olduğumuz zamandan beri nefislerimizi imtihana alıştırdık. Biz onu sevip istedik. Bu sebeple o bizden kaldırıldı" dediler. "İnsanların başına geldiği gibi niçin sizin başınıza bir felaket gelmez?" diye sorunca: "Biz Allah'tan başka kimseye tevekkül etmeyiz ve yıldızlara bakarak bir iş yapmayız" dediler. "Bana söyleyin, siz atalarınızı bu şekilde mi buldunuz?" deyince: "Evet öyle bulduk, onlar miskinlere karşı merhametli davranırlar ve fakirlere yardımda bulunurlardı. Kendilerine zulmedeni affederler ve kendilerine kötülük edenlere iyilik ederlerdi. Kendilerine karşı cahilce davranan kişilere karşı sabırlı olup, kendilerine söven kişiler için istiğfar ederlerdi. Akrabalık bağlarını kesmezler ve emanetleri sahiplerine geri verirlerdi. Namaz vakitlerine dikkat ederler ve verdikleri sözü yerine getirirlerdi. Vaadlerinde doğru çıkarlardı. Kendilerine yetecek miktardan fazlasına rağbet etmezlerdi. Akrabalarına sırt çevirmezlerdi. Allah bu şeylerle durumlarını düzeltti ve yaşadıkları müddetçe onları bu şeylerle korudu. Onların zürriyetini Allah'ın bu şekilde kılması da haktır" dediler. Zülkarneyn: "Eğer mukîm olsaydım burada kalırdım. Ancak bana ikamet etme emri verilmedi" dedi.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Câfer Muhammed b. Ali b. el-Huseyn b. Ali b. Ebî Tâlib der ki: Zülkarneyn'in, meleklerden "Zerâfil" isimli bir dostu vardı. Ona sürekli olarak İslam üzeri ahitler verirdi. Zülkarneyn ona: "Ey Zerâfil! Daha fazla şükür ve ibadet etmemiz için ömrü uzatacak bir şey var mıdır?" diye sordu. Zerâfil: "Bu konuda bir bilgim yoktur. Fakat bunu senin için semada soracağım" dedi ve semaya yükseldi. Semada bir süre kaldıktan sonra geri inerek: "Bana sormuş olduğun şeyi sordum. Bana, Allah'ın karanlık bir yerde, sütten daha beyaz ve baldan daha tatlı bir pınarı olduğu söylendi. Ondan içen kişi Allah'tan ölümü istemedikçe ölmez" dedi. Bunun üzerine Zülkarneyn yeryüzü âlimlerini topladı ve: "Allah'ın karanlık bir yerde bir pınarının olduğunu biliyor musunuz?" dedi. Âlimler: "Bilmiyoruz" karşılığını verdi. Aralarından bir genç kalkarak: "Ey kral! Ona neden ihtiyaç duyuyorsun?" dedi. Zülkarneyn: "Onda bir ihtiyacım vardır" cevabını verdi. Genç: "Ben onun nerede olduğunu biliyorum" deyince, Zülkarneyn: "Onun yerini nereden öğrendin?" diye sordu. Genç: "Ben, Âdem'in vasiyetini okudum. Onda: «Allah'ın, Güneş'in çıktığı yerin ötesinde karanlıklar içinde, suyu sütten daha beyaz ve baldan daha tatlı olan bir pınarı vardır. Ondan içen kişi Allah'tan ölümü istemedikçe ölmez» yazılıdır" dedi.

Bunun üzerine Zülkarneyn bulunduğu yerden yola çıkarak on iki yıl boyunca yol aldı ve Güneş'in çıktığı yere ulaştı. Sonra ordusunu kurup âlimleri toplayarak: "Ben bu karanlığı sizinle beraber geçmek istiyorum" dedi. Onlar: "Daha önce Âdemoğullarından hiç kimsenin asla geçmediği bu karanlığı bizimle beraber geçmenden Allah'a sığınırız" dedi. Zülkarneyn: "Mutlaka onu geçeceğim" deyince, onlar: "Bizimle beraber bu karanlığı geçmenden Allah'a sığınırız. Yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak bir şeyin karşımıza çıkmamasından emin değiliz" dediler. Zülkarneyn yine de: "Mutlaka onu geçeceğim" dedi. Onlar da: "O zaman sen bilirsin" dediler. Zülkarneyn onlara: "Hayvanlar içinde en iyi gören hangisidir?" diye sorunca: "Attır" dediler. "Atların içinde hangisi en iyi görür?" deyince: "Dişi atlar" dediler. "Dişi atlar içinde en iyi hangisi görür?" dediğinde ise: "Henüz çiftleşmemiş olandır" karşılığını verdiler.

Bunun üzerine Zülkarneyn daha çiftleşmemiş olan altı bin dişi at seçti. Sonra askerlerinden altı bin kişi seçti ve her birine bir at verdi. Hızır'ı iki bin süvariye komutan kılarak onu ordunun önüne gönderdi ve: "Önümde git" dedi. Hızır: "Ey kral! Bu sapık ümmetten emin değilim. Onlar beni bırakıp dağılabilir" deyince, Zülkarneyn ona kırmızı bir boncuk verip: "Eğer etrafından dağılıp giderlerse bu boncuğu yere at. O sana her tarafı aydınlatır ve sapık ümmet tekrar toplanana kadar onları çağırır" dedi. Askerlerin başına da bir komutan seçerek on iki yıl askerin başında kalmasını, bu süre sonunda gelmezse onlara ülkelerine dağılmalarını emretmesini söyledi. Sonra Hızır, Zülkarneyn'in emri üzere önde gitmeye başladı. Zülkarneyn, Hızır'ın yanına geldiği zaman Hızır bulunduğu yerden yoluna devam ediyordu. Zülkarneyn de Hızır'ın yerinde konaklıyordu. Hızır bu karanlıklar içinde giderken insanlar etrafından dağıldı. Bunun üzerine elindeki boncuğu attı. Bir de baktı ki boncuk bu pınarın dibinde. Pınar bir vadideydi. Pınarın etrafı aydınlanınca Hızır atından inip elbiselerini çıkardı ve pınara girip ondan su içti. Sonra yıkanıp geri çıktı ve elbiselerini giydi. Hızır boncuğu alıp atına bindi. Zülkarneyn, Hızır'ın gelmiş olduğu yolun dışına çıkmıştı. Zülkarneyn bu yanlış yolda altı gün devam etti. Bu karanlık, gece karanlığı gibi değildi. Sanki sis ile oluşan bir karanlıktı. Sonra nur ışığı olan bir yere geldiler. Orada ne Güneş, ne Ay, ne de yıldız vardı. Orada askerleri toplayarak konakladı. Sonra Zülkarneyn tek başına atına binerek yola koyuldu. Boyu ve eni bir fersah olan bir köşkün yanına vardı. Köşke girdi ve köşkün kenarında bir direk gördü. O direğin üzerinde kınanmış ve gagasında zincir bulunan kırlangıca benzeyen veya ona yakın bir kuş vardı. Kuş: "Sen kimsin?" deyince: "Ben Zülkarneyn'im" dedi. Kuş: "Ey Zülkarneyn! Arkanda olanlar sana yetmedimi ki, bu karanlıklara geldin? Ey Zülkarneyn! Bana haber ver" dedi. Zülkarneyn: "Sor" dedi. Kuş: "Kireç ve tuğla ile yapılan binalar çoğaldı mı ?" diye sorunca: "Evet, çoğaldı" dedi. Kuş şişti ve iki duvar arasındaki mesafenin üçte birini kapattı.

Sonra: "Ey Zülkarneyn! Bana haber ver" deyince, Zülkarneyn: "Sor" dedi. Kuş: "İnsanlar arasında çalgı âletleri çoğaldı mı?" dediğinde: "Evet, çoğaldı" cevabını verdi. Kuş bir daha şişti ve iki duvar arasındaki mesafenin üçte ikisini kapattı. Sonra: "Ey Zülkarneyn! Bana haber ver" dedi. Zülkarneyn: "Sor" deyince: "İnsanlar arasında yalancı şahitlik çoğaldı mı?" diye sordu. Zülkarneyn:" Evet, çoğaldı" dedi. Kuş iki duvar arasındaki mesafeyi kapatana kadar şişti. Zülkarneyn ondan korkmuştu. Sonra: "Ey Zülkarneyn! Korkma ve bana haber ver" dedi. Zülkarneyn: "Sor" deyince: "İnsanlar şehadet kelimesini terketti mi?"diye sordu. Zülkarneyn: "Hayır" dedi ve kuş üçtebir küçülerek: "Ey Zülkarneyn! Bana haber ver" dedi. Zülkarneyn yine: "Sor" deyince: "İnsanlar cenabetlikten yıkanmayı terk etti mi?" dedi. Zülkarneyn: "Hayır" deyince kuş üçte bir daha küçüldü ve: "Ey Zülkarneyn! Bana haber ver" dedi. Zülkarneyn: "Sor" deyince: "İnsanlar farzları terk etti mi?" diye sordu. Zülkarneyn: "Hayır" karşılığını verince, kuş eski haline geldi ve: Ey Zülkarneyn! Şu merdivene git ve ondan yukarı çık. Orada istediğini sorup ta öğrenebileceğin birini bulacaksın" dedi. Zülkarneyn yürüdü ve merdivenlerden geniş bir dama çıktı. Kendini sonu görünmeyen bir damda buldu. Damda ellerini ağzına koyarak gözlerini semaya diken bir ayağı önde, diğeri arkada olan bir genç durmaktaydı. Zülkarneyn ona selam verince selamı aldı ve: "Sen kimsin?" diye sordu. "Ben Zülkarneyn'im" dediğinde: "Ey Zülkarneyn! Arkanda ne varki bu karanlıkları aşıp bana geldin?" dedi. Zülkarneyn: "Sen kimsin?" deyince: "Ben Sûr'un sahibiyim. Sûr'u ağzıma koydum ve Rabbimin emrini bekliyorum" dedi. Sonra bir taş alıp Zülkarneyn'e vererek: "Git, bu taş sana istediğin şeyleri haber verecektir" dedi.

Zülkarneyn yola çıktı ve tekrar askerinin yanına döndü. Bilginleri toplayıp onlara, köşkü, direği, kuşu, kuşun söylediklerini ve kendisinin kuşa dediklerini, Sûr sahibini ve verdiği taşı anlatarak: "Bu taş bana olanların tevilini yapacakmış, bana bu taşın ne olduğunu söyleyin. Sûr sahibi bununla ne kasdetti?" dedi. bilginler bir terazi getirerek kefenin birine Sûr sahibinin taşını, diğerine de o taş kadar başka bir taşı koydular. Sûr sahibinin taşı daha ağır gelmişti. Sonra bir taş daha konuldu yine o daha ağır geldi. Sonra on taş konuldu yine o daha ağır geldi. Sonra yüz taş konuldu yine o daha ağır geldi. Sonra bin taş koydular ve yine o daha ağır geldi. Bunun üzerine Zülkarneyn: "Bu taş hakkında bilgi sahibi olanınız var mı?" dedi. Hızır bir kenarda oturmuş sesini çıkarmıyordu. Zülkarneyn: "Ey Hızır! Bu taş hakkında bir bilgin var mı?" diye sorunca: "Evet, var" dedi. Zülkarneyn: "Bu taş nedir?" deyince, Hızır: "Ey kral! Allah, âlimi âlim ile insanları da birbirleriyle imtihan etti. Allah seni benimie, beni de seninle imtihan etti" dedi. Zülkarneyn: "Gördüğüm kadarıyla peşine düştüğüm şeye sen ulaştın" dedi. Hızır: "Öyle oldu" dedi. Zülkarneyn: "Bana anlat" deyince, Hızır teraziyi aldı ve bir kefesine Sûr sahibinin taşını koydu. Diğer kefesine onun gibi bir taş ve bir avuç toprak koydu. Topraklı kefe Sûr sahibi taşı karşısında ağır basmıştı. Bunun üzerine bilginler: "Rabbimizi bütün eksikliklerden tenzih ederiz. Onu bin taşın karşısına koyduk ağır bastı. Hızır ise onun karşısında bir taş ve bir avuç toprak koyunca topraklı kefe ağır bastı" dedi. Zülkarneyn: "Bana bunu açıkla" deyince, Hızır: "Açıklayacağım, sen yeryüzünün doğusundan batısına kadar hâkim oldun. Bu sana yetmedi, bu karanlıklara geldin ve Sûr sahibine ulaştın. Senin gözünü ancak toprak doldurur" dedi. Zülkarneyn: "Doğru söyledin" karşılığını verdi.

Zülkarneyn yola çıkıp karanlıklardan geri dönmeye başladı. Ancak atlarının ayakları altında hışırtılar işitmeye başladılar. Bunun üzerine: "Ey kral! Atlarımızın ayaklan altından işittiğimiz bu hışırtı da nedir?" dediklerinde: "Ondan alan da pişman, almayan da" cevabını verdi. Ondan askerlerin bir kısmı aldı bir kısmı da almadı. Aydınlık yere geldiklerinde aldıkları şeyin zümrüt olduğunu gördüler. Ondan alanlar daha fazla almadıklarından dolayı pişman olmuş, almayanlar da pişman olmuştu. Zira Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah kardeşim Zülkarneyn'e merhamet etsin. O karanlıklara girdi ve zahid olarak geri çıktı. Eğer oradan zahid olarak çıkmamış olsaydı orada bir taş bırakmaz ve hepsini çıkarırdı" buyurmuştur. Yine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Dûmetu'l-Cendel denilen yerde ikamet etti ve ölene kadar orada Allah'a ibadet etti" buyurdu.

Ebu'ş-Şeyh'in lafzı ise şu şekildedir: Ebû Câfer'in bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah kardeşim Zülkarneyn'e merhamet etsin. Eğer başlangıçta o zümrütü görmüş olsaydı insanlar için onun hepsini çıkarırdı. Çünkü o zaman daha dünyayı isteyen biriydi. Ancak onu zahid olduktan sonra görmüştü. Ona bir ihtiyacı kalmamıştı" buyurmuştur.

İbn İshâk, Firyâbî, Men Âşe Ba'de'l-Mevt'te İbn Ebi'd-Dünyâ, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in değişik kanallarla bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib'e, Zülkarneyn hakkında sorulunca şöyle dedi: "O, Allah'ı seven bir kuldu. Allah da onu sevmişti. O, Allah'a karşı samimi olmuş, Allah ta onu temizlemişti. Allah onu, kendisine davet etsin diye bir kavme gönderdi. O da kavmi Allah'a ve İslam'a davet etti. Bunun üzerine sağ boynuzuna vurunca öldü. Allah onu bir süre beklettikten sonra tekrar dirilterek Allah'a ve İslam'a davet etmesi için başka bir ümmete gönderdi. Onlar da sol boynuzuna vurunca bir daha öldü. Yine Allah onu bir süre beklettikten sonra tekrar dirilti. Bulutlan hizmetine verdi ve bulutların zoru ve kolayı arasında muhayyer bıraktı. O da zor olanı tercih etti. Bulutun zor olanı da yağmursuz olandı. Allah, Zülkarneyn'e nur ve güç verdi. Onun gecesini ve gündüzünü aynı kıldı. Bu sebeple yeryüzünün doğusunu ve batısını dolaştı."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in, İkrime'den bildirdiğine göre Zülkarneyn "Kâf" denilen dağa ulaştığı zaman melek onu çağırarak: "Ey günahkar oğlu günahkar! Sen, daha önce hiç kimsenin gelmediği bir yere geldin. Senden sonra da buraya hiç kimse gelmeyecektir" dedi. Zülkarneyn: "Ben neredeyim?" deyince, melek: "Sen yerin altan yedinci katındasın" dedi. Zülkarneyn: "Beni buradan ne kurtarır?" diye sorunca, melek: "Seni buradan ancak yakin kurtarır" karşılığını verdi. Bunun üzerine Zülkarneyn: "Allahım! Bana yakin ihsan et" diye dua etti ve Allah kendisini oradan kurtardı. Melek: "Sen bir kavme gidecek ve onlara bir sed yapacaksın. Onu yapıp bitirdiğin zaman içinden «Ben onu kendi gücümle yaptım» deme. Aksi takdirde Allah ona en zayıf bir yaratığını musallat eder ve onu yıkar" dedi. Zülkarneyn: "Bu dağın adı nedir?" diyen sorunca, melek: "Kaf dağıdır. Bu dağ yeşil, gökyüzü beyazdı. Gökyüzü yeşilliğini bu dağdan aldı. O, bütün dağların anasıdır. Diğer dağlar bu dağın köklerindendir. Allah bir beldeye deprem yaşatacaksa bu dağdan bir kök salar" dedi. Sonra melek Zülkarneyn'e bir salkım üzüm vererek: "Bunun bir tanesi senin susuzluğunu giderir ve bir tanesi de doyurur. Her tane almanda yerine bir başka tane gelir" dedi. Sonra da onu bırakıp gitti. Zülkarneyn, Allah'ın sed yapılmasını istediği yere gelince ona: "Ey Zülkarneyn! Ye'cüc ve Me'cüc (adlı kavimler) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadırlar. Onlarla bizim aramıza bir engel yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?" dediler. Zülkarneyn: "Rabbimin bana verdiği (imkân ve kudret sizin vereceğiniz vergiden) daha hayırlıdır. Şimdi siz bana gücünüzle yardım edin de, sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım" dedi" dedi.

İkrime: "Oralar Mensik, Nâsik, Tâvîl ve Râhil'dir" dedi. Ebû Saîd: "Bunlar Yecûc ve Mecûc'un gerisinde olan yirmi beş kabiledir" dedi.!

Hâkim'in bildirdiğine göre Muâviye: "Dört kişi yeryüzüne hükmetmiştir. Bunlar: "Süleyman, Zülkarneyn, Hulvan ahalisinden bir kişi ve başka bir kişidir" dedi. Ona: "Bu son kişi Hızır mıdır?" diye sorulunca: "Hayır" karşılığını verdi.

İbn Ebî Hâtim'in, İbn Asâkir'den bildirdiğine göre Mücâhid der ki: "Zülkarneyn, Me'rib kraliçesi Belkîs dışında bütün yeryüzüne hükmetmiştir. Zülkarneyn yoksulların giydigi elbiselerinden giyer ve şehirlere öyle girerdi. Şehir ahalisini öldürmeden önce şehri gizli yerlerden kontrol ederdi. Bunu hisseden Belkîs, Zülkarneyn'i kontrol edip makamında otururken ve yoksullar gibi giyinmişken resmini çizmesi için bir elçi gönderdi. Sonra her gün miskinleri toplayıp onlara yemek vermeye başladı. Sonra elçisi Zülkarneyn'in resmi ile geldi. Belkîs bir resmi yanına, diğerini de bir sütunun üzerine koydu. O her gün yoksullara yemek veriyordu. Yoksullar yemeklerini bitirdiği zaman onları konrol etmek için teker teker çıkarırdı. Zülkarneyn yoksullar gibi giyinerek Belkîs'in şehrine geldi. Sonra yoksullarla beraber onun yemeğine oturdu. Belkîs onlara yemekler sunmuştu. Yoksullar yemeklerini bitirdikten sonra teker teker çıkmaya başladılar.

Belkîs, Zülkarneyn'in yoksul elbisesiyle olan resmine bakıyordu. Zülkarneyn gelince Belkîs resme bakıp: "Bunu oturtun ve diğer yoksulları çıkarın" dedi. Bunun üzerine Zülkarneyn: "Yoksul olmama rağmen beni niye oturttun ki?" dedi. Belkîs: "Hayır, sen Zülkarneyn'sin. İşte bu, yoksullar gibi olan resmindir. Vallahi bana eman yazmadan buradan ayrılmayacaksın. Ya da boynunu vururum" dedi. Bu durumu gören Zülkarneyn ona eman yazdı ve o şehirde Belkîs'ten başka hiç kimse kurtulmadı.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih: "Zülkarneyn yeryüzüne on iki yıl hükmetti" dedi.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre Ubeydullah b. Ebî Câfer der ki: Zülkarneyn bir yolculuğunda iken mezarları kapıları önünde olan bir kavme uğradı. Tümünün elbisesi tek renkti. Hepsi erkekti ve aralarında hiç kadın yoktu. Aralarından güzel görünüşlü birini tutarak: "Öyle bir şey gördüm ki yolculuğum sırasında hiçbir şeyde öylesini görmedim" dedi. Bu kişi: "Bu nedir?" dediğinde, Zülkarneyn ona kendilerinde gördüklerini vasfetti. Bunun üzerine adam şöyle dedi: "Bu mezarların kapımızın önünde olması kalbimize bir öğüt olması babındandır. Kişinin aklına dünya geldiği zaman dışarı çıkar ve mezarı görür. O zaman kendi kendine: "Gideceğimiz yer burasıdır. Bizden öncekiler de buraya gittiler" der. Giysilerimizin durumu ise kişinin kendi arkadaşından daha iyi giyinmeyi istemeyişindendir. Çünkü bir mecliste oturdukları zaman kendini onlardan daha değerli görür. Ancak: "Hepiniz erkeksiniz, aranızda kadın yoktur" deyişine gelince: "Biz erkek ve kadından yaratıldık. Fakat bu kalpler bir şeyle meşgul olacağı zaman mutlaka kadınlarla meşgul olur. Bu sebeple kadınlarımızı ve çocuklarımızı yakın bir köye bıraktık. Eğer kişi hanımından, bir erkeğin arzu edeceği şeyi isterse kadınının yanına gider. Onunla bir veya iki gece beraber olur. Sonra da tekrar buraya döner. Çünkü biz buraya ibadet etmek için çekildik." Zülkarneyn: "Size vereceğim öğüt kendi nefsinize vermiş olduğunuz öğütten daha üstün değildir. Benden dilediğini iste" dedi. Adam: "Sen kimsin?" diye sorunca: "Ben Zülkarneyn'im" dedi. Adam: "Sen bir şeye sahip değilken nasıl senden dilediğimi isteyeyim" dedi. Zülkarneyn: "Allah bana her şeyden verdi" dedi. Adam: "Sen bana takdir edilmeyen bir şeyi veremezsin ve bana takdir edilmiş şeyi geri çeviremezsin" dedi.

Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih der ki: Zülkarneyn, Güneş'in çıktığı yere vardığı zaman, Güneş'in meleği: "Ey Zülkarneyn! Bana insanları vasfet" dedi. Zülkarneyn: "Aklı olmayan kişiyle konuşman ölülere yemek bırakmak gibidir. Aklı olmayan kişiyle konuşman kayayı su emmesi için ıslatmak gibidir. Aklı olmayan kişiyle konuşman, yemek için tencerede demir kaynatmak gibidir. Dağ başlarından taş taşımak aklı olmayan kişilerle konuşmaktan daha kolaydır" dedi.

84

Bkz. Ayet:85

85

"Doğrusu biz onu yeryüzüne yerleştirmiş ve her şeyin yolunu ona öğretmiştik. O da bir yol tutup gitti"

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Her şeyin yolunu ona öğretmiştik" âyetini açıklarken: "Burada ilim kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "O da bir yol tutup gitti" âyetini açıklarken: "Burada menzil kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Her şeyin yolunu ona öğretmiştik" âyetini açıklarken: "Burada ilim kastedilmektedir. Bu ilmin içinde bütün dilleri öğrenmesi de vardır. O tanıdığı bütün kavimleri kendi dilleriyle konuşturdu" dedi.

İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Ebî Hilâl'den bildirir: Muâviye b. Ebî Süfyân, Ka'bu'l- Ahbâr'a: "Sen: «Zülkarneyn atını yıldızlara bağlardı» diyorsun" dediğinde, Ka'b şu karşılığı verdi: "Ben öyle diyorsam, Allah: «Her şeyin yolunu ona öğretmiştik» buyurmaktadır."

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Her şeyin yolunu ona öğretmiştik" âyetini açıklarken: "Burada yeryüzü menzilleri ve işaretler kastedilmektedir" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "O da bir yol tutup gitti" âyetini açıklarken: "Burada doğudan batıya kadar olan menziller ve yollar kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) âyetini açıklarken: "Burada yol kastedilmektedir. Çünkü Firavun'un, Hâman'a: "Ey Haman, bana yüksek bir kule yap ki o sebeplere (yollara) erişeyim. Göklerin yollarına da..." demişti. Bir şeyin tek adı olur. Ancak anlamlar farklıdır" dedi. Sonra: "...Aralarındaki bütün bağlar kopacaktır" ayetini okudu ve: "Esbâb ifadesiyle ameller kastedilmektedir" dedi.

86

Bkz. Ayet:88

87

Bkz. Ayet:88

88

"Sonunda Güneş'in battığı yere ulaşınca onu, kara balçıklı bir suda batıyor gördü. Orada bîr mîllete rastladı. «Ey Zülkarneyn! Onlara azap da edebilirsin, iyî muamelede de bulunabilirsin» dedik. Zülkarneyn, «Her kim zulmederse, biz onu cezalandıracağız. Sonra o Rabbîne döndürülür. O da kendisini görülmedik bir azaba uğratır» dedi. «Her kim de iman eder ve salih amel işlerse, ona mükâfat olarak daha güzeli var. Ona emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.»"

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim Osman b. Ebî Hâdır'dan bildirir: İbn Abbâs'a, Muâviye b. Ebî Süfyân'ın, Kehf Sûresi'ndeki âyeti: (.....) şeklinde okuduğu zikredildi. İbn Abbâs der ki: "Muâviye'ye: «Biz bunu ancak: (.....) şeklinde okuruz» dedim. Bunun üzerine Muâviye, Abdullah b. Amr'a: "Bunu nasıl okuyorsun?" diye sordu. Abdullah da: "Senin okuduğun şekilde okuyorum" karşılığını verdi. Ben, Muâviye'ye: "Kur'ân evimde nâzil oldu" deyince, Muâviye, Ka'b'a haber gönderip: "Sen Tevrat'ta Güneş'in nerede battığını görüyorsun?" diye sordu. Ka'b: "Sen bunu Araplara sor, onlar bu konuda daha bilgilidir. Ama ben Tevrat'ta Güneş'in su ve çamurun içine battığını görüyorum" dedi ve eliyle batıyı işaret etti."

İbn Ebî Hâdir der ki: Eğer yanınızda olsaydım: (.....) ifadesi hakkında seni destekleyen ve daha basiretli olacağınız şeyler söylerdim" dediğimde, İbn Abbâs: "Söyleyeceğin nedir?" diye sordu. Şöyle dedim: "Söyleyeceğim, Zülkarneyn'in ilmi severek peşinden gitmesini hakkında Tubba'nın:

"Zülkarneyn Müslüman olarak doğdu,

O, kendisine bütün kralların tâbi olduğu bir hükümdardı,

O doğu ve batıyı dolaştı cömert bilgeden yollar öğrenmek için

Hulub, Sa't ve Harmed'de Güneş'in battığı yeri gördü" dediğidir.

İbn Abbâs: "Şiirde geçen hulub ifadesi ne demektir?" diye sorunca: "Onların ifadesiyle çamurdur" dedim. İbn Abbâs: "Sa't ne demektir?" deyince: "Siyah çamurdur" karşılığını verdim. İbn Abbâs: "Harmed ne demektir?" dediğinde ise: "Siyah demektir" karşılığını verdim. Bunun üzerine İbn Abbâs bir çocuk çağırarak: "Bu kişinin dediğini yaz" dedi.

Tirmizî, Ebû Dâvud et-Tayâlisî, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in, Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: (.....) şeklinde okumuştur.

Taberânî, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: (.....) şeklinde okurdu" dedi.

Abdulğanî b. Saîd Îdahu'l-İşkâlde, Misda' Ebû Yahya'dan bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: "Ubey b. Ka'b bu âyeti bana Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine okuttuğu gibi: (.....) lafzıyla şeddesiz olarak okuttu."

İbn Cerîr'in A'rec vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) şeklinde okudu ve: "Hamia ibaresi, siyah çamur mânâsındadır" dedi.

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) şeklinde okurdu.

Ka'b: "Ben İbn Abbâs'tan başka bir kişinin bunu Allah'ın Kitâb'ında olduğu gibi okuduğunu işitmedim. Biz bunu Tevrat'ta: (.....) şeklinde bulmaktayız" dedi.

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in, Atâ vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: Muâviye'nin yanında Amr b. el-Âs ile: (.....) ve ifadeleri için tartışmıştım. Ben bu âyeti: (.....) şeklinde okudum. Amr ise: (.....) lafzıyla okudu. Bunun üzerine bunu Ka'b'a sorduğumuzda: "Bu Allah'ın Kitâb'ında: «O, siyah çamur içine batar» şeklinde yer alır" dedi.

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, İbn Hâdir vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Muâviye'nin yanında idik. O bu âyeti: (.....) şeklinde okudu. Bunun üzerine ona: "Biz bunu ancak (.....) şeklinde okuruz" deyince, Muâviye, Ka'b'a birini gönderip:

"Tevrat'ta Güneş'in nerede battığını görüyorsunuz?" diye sordu. Ka'b: "Arapça hakkında bir bilgim yoktur. Ama ben Tevrat'ta Güneş'in su ve çamurun içine battığını görüyorum" dedi.

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Talha b. Ubeydillah bu âyeti: (.....) şeklinde okurdu.

İbn Ebî Hâtim'in, Ali (b. Ebi Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs (.....) ifadesi hakkında: "Burada sıcak (su kaynağı) kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, İbn Menî', Ebû Ya'la, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Amr der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) güneş batacağı zaman ona baktı ve: "Allah'ın sıcak ateşi. Eğer Güneş'te Allah'ın emirlerine itaat olmasaydı yeryüzündeki her şeyi yakardı" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Zer der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir merkebe binmiş ben de terkisine binmiştim. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Güneş'in battığını görünce: "Nereye battığını biliyor musun?" diye sordu. Ben: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dediğimde: "Kara balçıklı bir suda batar" buyurdu ve 'kara balçık' ifadesini: ".." şeklinde hemzesiz olarak söyledi.

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: "Güneş bir su kaynağının içine batmaktadır ve kaynak onu doğuya atmaktadır" dedi.

Ebû Ya'la, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Orada bir millete rastladı.." âyetini açıklarken: "Burada on iki bin kapılı bir şehir kastedilmektedir. Eğer bu şehir halkının sesleri olmasaydı güneş battığı zaman insanlar onun düşme sesini işitirdi" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Sâlih: "Eğer Romalıların sesleri olmasaydı güneş battığı zaman insanlar onun düşme sesini işitirdi" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb: "Eğer Romalılardan bir ümmetin sesleri olmasaydı güneş batacağı zaman düşme sesi işitilirdi" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Her kim zulmederse..." âyetini açıklarken: "Her kim şirk koşarsa mânâsındadır" dedi.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Biz onu cezalandıracağız..." âyetini açıklarken: "Burada öldürmek kastedilmektedir " dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Onları bakırdan bir kazana koyup, altında ateş yakarak parçalanana kadar kaynatılırlar" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mesrûk: (.....) âyetini açıklarken: "Güzellik ona mükâfattır" dedi.

İbn Ebî Şeybe,- İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Ona emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz" âyetini açıklarken: "Burada iyilik kastedilmektedir" dedi.

89

Bkz. Ayet:91

90

Bkz. Ayet:91

91

"Sonra yine bîr yol tuttu. Güneş'in doğduğu yere ulaşınca, onu kendileriyle Güneş arasına örtü koymadığımız bir halk özerine doğar buldu. İşte böyle. Şüphesiz biz onun yanındakileri ilmimizle kuşatmışızdır."

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu kendileriyle güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu" âyetini açıklarken şöyle dedi: Bana Hasan'dan anlatıldığına göre Semure b. Cundub, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onu kendileriyle güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu" âyetini açıklarken şöyle buyurduğunu söyledi: "Orada yapılmış hiç bir yapı yoktu. Güneş çıkınca, yeraltındaki sığınaklara çekilirler ve batıncaya kadar beklerlerdi. "

Tayâlisî, Emâli'de Bezzâr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu kendileriyle güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu" âyetini açıklarken: "Onların toprakları bina yapımına müsait değildi. Onlar güneş çıktığı zaman suya girerler, battığı zaman da hayvanlar gibi otlanmaya çıkarlardı. Bu, Semure'nin hadisidir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken: "Bize nakledildiğine göre bulundukları topraklarda onların sığınacak hiç bir şeyi yoktu. Güneş çıktığı zaman yeraltındaki sığınaklara girerler, battığı zaman da ziraat ve maişetleri için geri çıkarlardı" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Seleme b. Kuheyl bu âyeti açıklarken: "Onların hiçbir yeri yoktu, güneş çıktığı zaman üzerlerine çıkardı. Onlardan her birinin, birini yatak ve birini de örtü olarak kulandığı iki kulağı vardı" dedi.

Abdurrezzâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu kendileriyle güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu" âyetini açıklarken: "Bunların zenci olduğu söylenmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti açıklarken: "Güneş, meskenleri mağaralar olan kısa boylu kızıl kişiler üzerine çıkmaktaydı. Onların yiyeceklerinin çoğunluğu denizin atmış olduğu balıklardır" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "Burada ilim kastedilmektedir" dedi.

92

Sonra da (güneyden kuzeye doğru üçüncü) bir yol tuttu.

93

"îki dağ arasına ulaşınca, bunların önünde, neredeyse hiçbir sözü anlamayan bîr halk buldu"

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İki dağ arasına ulaşınca.. ."ayetini açıklarken: "Bu iki dağ Ermenistan ve Azerbeycan arasındadır" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Neredeyse hiçbir sözü anlamayan bir halk buldu" ayetini açıklarken: "Burada Türkler kastedilmektedir" dedi.

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Temîm b. Hazlem bu âyeti: (.....) lafzıyla okurdu.

94

Onlar: «Ey Zülkarneyn! Ye'cüc ve Me'cüc bu topraklarda fesat çıkarıyorlar. Onun için, bizimle onlar arasında bir set yapman şartıyla sana bîr vergi versek olur mu?» dediler"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abdullah b. Mes'ûd der ki: Bir gün Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) deriden çadırının altındayken yanına gittik. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dışarı çıkıp Allah'a hamd ettikten sonra: "Cennet ehlinin dörtte biri olmanız sizi sevindirir mi?" diye sordu. Biz: "Evet, yâ Resûlallah!" deyince: "Cennet ehlinin üçte biri olmanız sizi sevindirir mi?" diye sordu. Biz: "Evet, ey Allah'ın peygamberi!" deyince şöyle buyurdu: "Canım elinde olana yemin olsun ki, ben Cennet ehlinin yarısı olmanızı arzu ederim. Siz diğer ümmetlere göre siyah bir öküzün yanında beyaz bir kıl gibisiniz. Veya beyaz bir öküzün yanındaki siyah bir kıl gibisiniz. Sizden sonra Yecüc ve Mecüc olacaktır. Bunlardan her biri zürriyetinden bin kişi ve daha fazlasını bırakacaktır. Onların arkasında da üç ümmet olacaktır. Bunlar Mensik, Tâvîl ve Târis'tir. Onların da sayısını ancak Allah bilir."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in Amr el- Bikâlî vasıtasıyla bildirdiğine göre Abdullah b. Amr der ki: "Allah, melekleri, cinleri ve insanları on bölüme ayırdı. Bunlardan dokuz bölümü melek, bir bölümü ise cinler ve insanlardır. Melekleri de on bölüme ayırmıştır. Dokuz bölümü gece ve gündüz usanmadan Allah'ı zikreden Keribiyyûn'dur. Bir bölümü de risaletini yerine getiren, hazinelerine bakan ve diğer istediği emirleri yerine gitirenlerdir. Allah, insanları ve cinleri on bölüme ayırmıştır. Dokuz bölümü cin, bir bölümü insandır. İnsanlardan bir çocuk doğduğu zaman cinlerden dokuz çocuk doğar. Allah insanları da on bölüme ayırmıştır. Onlardan dokuzu Yecûc ve Mecûc (kavimleri), biri ise diğer insanlardır. "O düzgün yollara sahip göğe yemin ederim ki" gökyüzü yedi kattır. Harem de Arş'ın hizasındadır."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Ebu'l-Âliye'den bildirir: "Yecûc ve Mecûc insanların iki katıdır. Cinler de aynı şekilde insanlardan daha fazladır. Yecûc ve Mecûc iki adamdır. İsimleri de zikredildiği gibi Yecûc ve Mecûc'dur."

Abdurrezzâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Allah insanları on bölüme ayırdı. Bunlardan dokuz bölümü Yecûc ve Mecûc, bir bölümü ise diğer insanlardır" dedi.

İbn Ebî Hâtim ve el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Abdullah b. Amr b. el-Âs der ki: "Dünya beş surette kılındı. Biri başıyla, göğsüyle kanatlarıyla ve kuyruğuyla kuş şeklindedir. Medine, Mekke ve Yemen baş kısmıdır. Mısır ve Şam göğüs kısmıdır. Irak sağ kanattır. Irak'ın arkasında kendilerine: "Vâk" denilen bir ümmet vardır. Vâk denilen yerin arkasında kendisine: "Vakvâk" denilen bir ümmet vardır. Onun arkasında da Allah'tan başka kimsenin bilmeyeceği kadar ümmetler vardır. Sind sol kanattır. Sind'in ötesinde Hind vardır. Hind'in ötesinde kendisine: "Nâsik" denilen bir ümmet vardır. Nâsik'in ötesinde "Mensik" adlı bir ümmet vardır. Onun arkasında da Allah'tan başka kimsenin bilmeyeceği kadar ümmetler vardır. Hemmâm'dan (İskenderiye ve Afrika arasında bir şehir) Güneş'in battığı yere kadar olan kısım kuyruk kısmıdır. Kuşun en kötü tarafı da kuyruğudur."

Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de Abde b. Ebî Lubâbe'den bildirdiğine göre dünya yedi kıtaya bölünmüştür. Altı kıtasında Yecûc ve Mecûc, bir kıtasında ise diğer insanlar bulunmaktadır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Vehb b. Câbir el-Hayvânî der ki: Abdullah b. Amr'a: "Yecûc ve Mecûc, Âdemoğullarından mıdır?" diye sorduğumda: "Evet, onlardan sonra üç ümmet olacaktır ki, sayılarını Allah'tan başka kimse bilmeyecektir. Bunlar Tâvîl, Târîs ve Mensik'tir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Abdullah b. Amr der ki: "Yecûc ve Mecûc'un (ümmetleri) içlerinde diledikleri gibi dillerinin ucuyla su içtikleri nehirleri ve diledikleri kadar ilişki kurdukları kadınları vardır. Onların kendilerinden dilediklerince yedikleri ağaçlar vadır. Onlardan bir kişi arkasında bin çocuk ve daha fazla bir zürriyet bırakmadan ölmez."

İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hassân b. Atiyye: "Yecûc ve Mecûc iki ümmettir. Her ümmette de dört yüz bin ümmet vardır. Hiç biri diğer birine benzemez. Onlardan bir kişi çocuklarından yüz kişi görmedikçe de ölmez" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr): "Yecûc ve Mecûc üç kısım olarak yaratıldı. Bir kısmı dağ selvisi gibidir. Bir kısmının boyu ve eni dört arşındır. Bir kısmı da bir kulağını döşek, diğerini de yorgan olarak kullanandır. Onlar, kadınlarının rahimlerindeki eşi (çocuğun büyüdüğü keseyi) yerler" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hâlid el-Eşec der ki: "Âdemoğulları ve İblis'in oğulları üç kısımdır. Üçte ikisi İblis'in oğulları, üçte biri de Âdemoğullarıdır. Âdemoğulları da üç kısımdır. Üçte ikisi Yecûc ve Mecûc'un kavmi, kalan kısmı da diğer insanlardır. İnsanlar da üç kısımdır. Bir kısım Endülüs, bir kısım Habeşi ve bir kısım da Araplar ve Acemlerdir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Yecûc ve Mecûc yirmi iki kabiledir. Zülkarneyn şeddi yaparak yirmi bir kabilenin önünü kesti. Onlardan bir kabile savaştaydı (ve şeddin bu tarafında kaldılar). Bunlar Türk'lerdir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib'e Türk'ler hakkında sorulunca: "Bunlar göçebe kişilerdir, belli bir yerleri yoktur. Onlar Yecûc ve Mecûc'tandır. Ancak savaşmaya gittikleri bir zamanda Zülkarneyn şeddi yapmış ve kavimleri ile aralarını kapatmıştı. Bunun üzerine onlar da yeryüzünde göçebe olarak kaldılar" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hassân b. Atiyye: "Yecûc ve Mecûc yirmi beş ümmettir. Hiçbir ümmet de diğer bir ümmete benzemez" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Musennâ el-Umlûkî: "Allah, Yecûc ve Mecûc'u Cehennem için yaratmıştır. Onların arasında asla doğru biri yoktur ve olmayacaktır" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Abdullah b. Selâm der ki: "Yecûc ve Mecûc'un kavminden olan kişi, sulbünden bin çocuk ve daha fazlası doğmadıkça ölmez" dedi.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Yecûc ve Mecûc kavminin boyu bir veya iki karıştır. En uzunlarının boyu ise üç karıştır. Onlar, Âdem'in (aleyhisselam) çocuklarındandır" dedi.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, Taberânî, İbn Merdûye, Ba' s'ta Beyhakî ve İbn Asâkir'in, İbn Amr'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yecûc.ve Mecûc, Âdem'in çocuklarındandır. Eğer onlar gönderilecek olsalardı insanların maişetini bozarlardı. Onlardan bir kişi, zürriyetinden bin çocuk ve daha fazlasını bırakmadıkça ölmez. Onların arkalarında üç ümmet vardır. Bunlar Tâvîl, Târîs ve Mensik'tir" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Amr: "Cinler ve insanlar on kısımdır. Dokuz kısmı Yecûc ve Mecûc'un kavmi, bir kısmı da diğer insanlardır" dedi.

Nesâî ve İbn Merdûye'nin, Amr b. Evs vasıtasıyla babasından bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yecûc ve Mecûc'un kavimlerinde dilediklerince ilişki kuracakları kadınlar vardır. Onların kendilerinden dilediklerince yiyecekleri ağaçlar vardır. Onlardan bir kişi, zürriyetinden bin çocuk ve daha fazlasını bırakmadıkça ölmez" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, İbn Adiy, İbn Asâkir ve İbnu'n-Neccâr'ın bildirdiğine göre Huzeyfe der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), Yecûc ve Mecûc hakkında sorduğumda: "Yecûc ayrı bir ümmet, Mecûc ayrı bir ümmettir. Her ümmette de kırk bin ümmet vardır. Kişi sulbünden silah taşıyacak yaşa gelmiş bin kişi görmedikçe ölmez" buyurdu. Ben: " Resûlallah! Onları bize vasfet" deyince: "Onlar üç kısımdır ve bir kısımları dağ selvisi gibi (uzun)dur" buyurdu. " Resûlallah! Dağ selvisi nedir?" dediğimde: "Bu Şam topraklarında yetişen yüz yirmi arşın boyunda semaya yükselen bir ağaçtır" buyurdu ve şöyle devam etti: "Bunlar kendilerine dağ ve demir dayanmayan kişilerdir. Bir kısmı bir kulağını döşek, bir kulağını da yorgan yapanlardır. Onlar önlerine çıkan fili, vahşi hayvanları deveyi ve domuzu mutlaka yerler. Hatta aralarında ölen kişiyi de yerler. Onların öncüleri Şam'da iken artçıları doğudaki nehirleri ve Taberiyye'deki gölü içecekler."

el-Fiten'de Nuaym b. Hammâd ve İbn Merdûye'nin zayıf bir isnâdla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman Allah, beni Yecûc ve Mecûc'a gönderdi. Onları Allah'ın dinine ve ibadetine davet ettim, ama bu davetimi kabul etmediler. Onlar Âdem'in ve îblis'in oğullarından asi olanlarla beraber Cehennemdedir" buyurdu.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin, Ebû Bekre es-Sakafî'den bildirdiğine göre bir kişi: " Resûlallah! Ben Yecûc ve Mecûc'un şeddini gördüm" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onu bana vasfet" buyurdu. Adam: "Siyah ve kırmızı çizgili Yemen elbisesi gibiydi" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sen onu görmüşsün" buyurdu.

Ahmed, Tirmizî ("hasen"), İbn Mâce, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Hâkim İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Ba's'ta Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yecûc ve Mecûc hergün şeddi delmeye çalışacak ve güneş ışıklarını görmeye yakın bir zamanda başlarında bulunan kişi: «Geri dönün yarın gelip delersiniz» diyecektir. İkinci gün geldiklerinde kazdıkları yeri öncekiden daha sağlam bir şekilde bulacaklar. Zamanları dolduğunda ve Allah onları insanlar üzerine göndermek istediğinde yine şeddi delmeye çalışacaklar. Güneş ışıklarını görmeye yakın bir zamanda başlarında bulunan kişi: «Geri dönün, inşallah yarın gelip açarsınız» diyecektir. İkinci gün geri geldiklerinde kazdıkları yeri bıraktıktan gibi bulacaklar. Şeddi delip insanların üzerine çıkacaklar. Bütün suları içecekler, insanlar da onlardan kalelerine kaçacaktır. Onlar oklarım gökyüzüne atacaktır. Oklar kanlı bir şekilde geri dönünce: «Yeryüzündekileri kahrettik, gökyüzündekileri de yendik» diyecekler. Bunun üzerine Allah onların boyunlarına kurtçuklar gönderecek ve onları helak edecektir. Muhammed'in canı elinde olana yemin olsun ki, hayvanlarda Yecûc ve Mecûc'un etinden yiyerek semirip besleneceklerdir. "

Buhârî ve Müslim'in bildirdiğine göre Zeyneb binti Cahş der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) uykusundan yüzü kızarmış bir şekilde, (başparmağı ve yanındaki parmakla) halka yapıp: "La ilahe illallah, yaklaşan şerden dolayı Arapların vay haline! Bu gün Yecûc ve Mecûc'un şeddinden şu kadarı açıldı" diyerek uyandı. Ben: " Resûlallah! Aramızda salih kişiler bulunduğu halde helak mı olacağız?" dediğimde: "Evet, pislik çoğaldığı zaman" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî ve Müslim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bugün Yecûc ve Mecûc'un şeddinden şu kadarı açıldı" buyurdu ve eliyle doksan işareti etti.

95

Bkz. Ayet:98

96

Bkz. Ayet:98

97

Bkz. Ayet:98

98

Onlar; «Ey Zülkarneyn! Ye'cüc ve Me'cüc bu topraklarda fesat çıkarıyorlar. Onun için, bizimle onlar arasında bir set yapman şartıyla sana bîr vergi versek olur mu?» dediler. Zülkarneyn, «Rabbimin bana verdiği daha hayırlıdır. Şimdi siz bana gücünüzle yardım edin de, sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım» dedi. Bana demir kütleleri getirin. İki dağ yakasının arası denkleşince: «Körükleyîn» dedi. Onu ateş haline getirdiğinde de: «Bana erimiş bakır getirin üzerine dökeyim» dedi. Artık onu ne aşabildiler, ne de delebildiler. Zülkarneyn, «Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi (kıyametin kopma vakti) gelince onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi gerçektir» dedi."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Habîb el-Eracânî: "Ey Zülkarneyn, Ye'cüc ve Me'cüc bu topraklarda fesat çıkarıyorlar..." âyetini açıklarken: "Fesatları insanları yemeleriydi" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Sana bir vergi versek..." âyetini açıklarken: "Burada yüksek bir ücret kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "Allah'ın yaratmış olduğu (engel) sudd, insanların yapmış olduğu da sed'dir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Rabbimin bana verdiği daha hayırlıdır..." âyetini açıklarken: "Rabbimin bana verdiği imkân ve kudret sizin vereceğiniz vergiden daha hayırlıdır, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'în bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım" âyetini açıklarken: "Burada çok sağlam bir sed kastedilmektedir" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: ifadesini açıklarken: "Burada demir parçaları kastedilmektedir" dedi.

Tastî'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak ona: Bana: (.....) ifadesini açıkla" deyince, İbn Abbâs: "Burada demir parçaları kastedilmektedir" dedi. Nâfi': "Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet bilirler. Ka'b b. Mâlik'in:

"Demir parçaları taşlarla birleşecek

Gürleyerek de harareti yükselecek" dediğini işitmedin mi?"

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada iki dağ arası kastedilmektedir" dedi.

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İbrâhîm en-Nehaî: (.....) şeklinde iki fetha ile okur ve: "Burada iki dağ (arası) kastedilmektedir" derdi.

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti: (.....) şeklinde ötre ile okurdu.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada iki dağın başı kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada bakır kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada bakır kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) âyetini açıklarken: "Bakır getirin de demirle birbirine kaynasın, mânâsındadır" dedi.

Abdurrezzâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Onu ne aşabildiler, ne de delebildiler" ayetini açıklarken: "Üstünden geçmeye güçleri yetmedi, mânâsındadır" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Onu ne aşabildiler, ne de delebildiler" âyetini açıklarken: "Artık onu, ne üstüne çıkıp aşabilirler, ne de altından delebilirler, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Onu ne aşabildiler, ne de delebildiler" âyetini açıklarken: "Artık onu, ne üstünden aşabilirler, ne de altından delebilirler mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "Rabbimin vaadi (kıyametin kopma vakti) gelince onu yerle bir eder" âyetini açıklarken: "Eskisi gibi onu yol yapar, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Rabbimin vaadi (kıyametin kopma vakti) gelince onu yerle bir eder" âyetini açıklarken: "Burada bu iki dağı mı yoksa iki dağın arasını mı kasdetmektedir, bilmiyorum" dedi.

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Rabî' b. Huseym bu âyeti: (.....) şeklinde med ile okurdu" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib der ki: "Yecûc ve Mecûc, şeddin arkasındadır. Onlardan bir kişi sulbünden bin kişi çıkarmadıkça ölmez. Onlar her gün şeddi yalıyarak delmeye çalışırlar. Onu yumurta kabuğu kadar incelttikleri zaman: "Artık yarın gelir onu deleriz" derler. İkinci gün şeddin önceki gibi olduğunu görürler. Onlardan Müslüman biri doğana kadar bu böyle devam eder. Onu delmeye gittikleri zaman bu Müslüman kişi kendilerine: "Allah'ın ismiyle!" deyin" der. Onlar da: "Allah'ın ismiyle" diyerek yalamaya başlarlar. Akşamladıkları zaman: "Yarın gelir onu deleriz" derler. Bu kişi onlara: "İnşallah, deyin" der. Onlar da "İnşallah" der. İkinci gün yalamaya devam etmek için geldiklerinde şeddi bıraktıkları gibi yumurta kabuğu kadar kalmış bir şekilde bulurlar. Onu delerler ve insanların üzerine çıkarlar. İlk olarak üzerlerinde taçlar olan yetmiş bin kişi çıkacaktır. Sonra topluluklar halinde çıkacaklar, sizin bu nehriniz gibi olan nehre (yani Fırat'a) gelecekler ve onda bir şey kalmayana kadar onu içeceklerdir. Sonra onlardan bir topluluk oraya gelip: "Bir zamanlar burada su vardı" diyecekler. Yüce Allah'ın: "Rabbimin vaadi (kıyametin kopma vakti) gelince onu yerle bir eder" âyeti da bunu göstermektedir. "Dukkâu" ifadesiyle toprak kastedilmektedir. "...Rabbimin vaadi gerçektir."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr) der ki: Yecûc ve Mecûc şeddi kazmalarıyla delmeye çalışırlar. Onu delmek üzereyken: "Yarın gelir onu deleriz" derler.

İkinci gün geldiklerinde onu hiç eşilmemiş bulurlar. Bu böyle devam eder, ancak emir geldiği zaman onlardan bazılarının dillerine: "İnşallah yarın gelir onu deleriz" kelimesi atılır. Bir sonraki gün geldikleri zaman şeddi bıraktıkları gibi bulurlar ve onu delerek geçerler. İlk olarak gelenler göle gelecek ve ondaki bütün suyu içecektir. Ortada gelenler oradaki çamuru yalayacaktır. Daha sonra gelenler: "Bir zamanlar burada su vardı" diyecekler ve oklarını gökyüzüne atacaklar. Oklar kanlı olarak geri dönecektir. Bunun üzerine: "Yeryüzündekileri kahrettik ve gökyüzündekileri yendik" diyecekler. İsa b. Meryem: "Allahım! Onlara karşı gücümüz ve elimiz yoktur. Onlara karşı bizi bildiğin gibi yeterli kıl" diye dua edecektir. Allah da onlara "Nağef" denilen kurtçuklar gönderecektir. Onları boyunlarında bırakacak ve öldürecektir. Pis kokuları yeryüzünü dolduracaktır. Sonra Allah onlara bir kuş gönderecek ve cesetlerini denize taşıyacaktır. Daha sonra Allah kırk gün yağmur gönderecek ve yeryüzü bitkilerini verecektir. Hatta bir nar, bir evin halkını doyuracaktır.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr) der ki: "Yecûc ve Mecûc için sette açılacak gedik yirmi dört arşın genişliğindedir. Yüksekliği ise on iki arşındır. Atlarının ayakları gediğin dibine basarken mızraklarının ucu üst tarafına değecektir."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Abdullah b. Amr der ki: "Yecûc ve Mecûc çıktığı zaman İsa (aleyhisselam) üç yüz müslümanla beraber Şam'da bir köşkte olacaktır. Zor durumda kalacaklar ve onları helak etmesi için Allah'a dua edeceklerdir. Bunun üzerine Yüce Allah kurtçuklar gönderecek ve onları öldürecektir. Yeryüzü onların kokusuyla dolacaktır. Yeryüzünü onların kokusundan temizlemesi için Allah'a dua edecekler ve yağmur yağıp onları denize götürecektir. Sonra meyveler verimli olacak, hatta bir salkım üzüm bir evin halkını doyuracaktır.

İbn Cerîr ve Hâkim'in bildirdiğine göre Abdullah b. Amr der ki: Yecûc ve Mecûc kavminin ilkleri Dicle nehri gibi bir nehre uğrayacaktır. Kavmin gelecek nesli oradan geçerken: "Daha önce bu nehirde su vardı" diyecektir. Kişi sulbünden bin çocuk ve daha fazlası çıkmadan ölmüyordu. Onlardan sonra sayılarını Allah'tan başka kimsenin bilmediği üç ümmet vardır. Bunlar Târis, Tâvîl ve Nâsik veya Mensik'tir.

Ebû Ya'la, Hâkim ve İbn Asâkir'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Her gün şeddi delmek için kazacaklar ve onu delmek üzereyken, başlarındaki kişi: «Artık geri dönün yarın onu delersiniz» diyecektir. Ancak Allah onu ilk haline getirecek ve daha sert yapacaktır. Zamanları dolduğunda ve Allah onları göndermek istediğinde başlarında olan kişi: «Artık geri dönün, inşallah yarın onu delersiniz» diyecektir. İkinci gün döndüklerinde onu bıraktıkları gibi bulacaklar. Onu delecekler ve insanların üzerine akın edecekler. Bütün suları içecekler. İnsanlar onlardan kaçınca oklarını gökyüzüne atacaklar ve oklar kanlı bir şekilde geri dönecektir. Bunun üzerine: «Yeryüzü halkını kahrettik ve gökyüzü halkını yendik» diyecekler. Allah boyunlarına kurtçuklar gönderecek ve onları helak edecektir. Canım, elinde olana yemin olsun ki, hayvanlar da onların etinden yiyerek semirip beslenecektir.'"

Hâkim'in Huzeyfe'den bildirdiğine göre Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ben Deccal ile beraber olanları kendisinden daha iyi bilen kişiyim. Onunla beraber iki nehir vardır. Biri insanların gözünde alevlenen ateş, diğeri de beyaz sudur. Sizden ona yetişen kişi gözlerini kapatsın ve ateş olan sudan içsin. Çünkü o, (aslında) soğuk bir sudur. Diğer nehirden sakının, çünkü o fitnedir. Bilmiş olun ki onun iki gözünde de: «Kâfir» yazılıdır. Onu okumayı bilen de, bilmeyen de okuyabilecektir. Onun bir gözü silinmiştir, onda bir et parçası vardır. O son olarak Ürdün'de Efîk denilen yerde çıkacaktır. Allah'a ve kıyamet gününe iman eden her kişi Ürdün'de olacaktır. Müslümanların üçte birini o öldürecek, üçte biri kaçacak ve üçte biri yerinde kalacaktır. Gece karanlığı onları örtünce müminler birbirlerine: «Allah'ın rızasıyla kardeşlerinizin arkasından gitmek için ne bekliyorsunuz?» diyecektir. O zaman yanında yemek artığı olan kişi onu kardeşine versin. Tan ağardığı zaman acele olarak namazı kılın ve düşmanınıza doğru dönün. Namaz kılmaya kalkıldığı zaman İsa b. Meryem inecek ve namazı kıldıracaktır. Namaz bitince de: «Benimle Allah'ın düşmanı arasından çekilin» diyecektir. Deccâl eriyecek, Allah, Müslümanları onlara musallat edip öldüreceklerdir. O zaman ağaçlar ve taşlar: «Ey Allah'ın kulu! Ey Rahman'ın kulu! Ey Müslüman! Bu yahudidir, onu öldür» diyecektir. Allah onları yok edecek ve Müslümanları galip kılacaktır. Müslümanlar haçı kırıp domuzu öldürecek ve vergiyi kaldıracaktır.

Müslümanlar bu hal üzere iken Allah, Yecûc ve Mecûc'u gönderecektir. İlk olarak gelenler bütün sulan içecektir. Arkalarından gelenler ise su havzalarım tamamen kurutacak ve bir damla bırakmayarak: «Biz düşmanlarımıza üstün geldik. Önceleri burada su vardı» diyecekler. Allah'ın Peygamberi ve ashâbı onlann arkasından gelecek ve onlar Filistin şehirlerinden: «Lud» denilen bir şehre girecektir. Orada: «Biz yeryüzündekileri yendik, gelin gökyüzündeki kişilerle de savaşalım» diyecekler. İşte o zaman Allah'ın Peygamberi dua edecek ve Allah boğazlarında yara çıkararak onlardan hiç kimseyi sağ bırakmayacaktır. Kokuları Müslümanları rahatsız edince de İsa dua edecek ve Allah bir rüzgâr göndererek onların tümünü denize atacaktır."'

İbn Ebî Şeybe'nin, Ebû'z-Zâhiriyye'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Müslümanların fitne kaleleri Dimaşk, Deccal'a karşı kaleleri Beytü'l-Makdis'tir. Yecûc ve Mecûc'a karşı da Tur dağındaki evdir" buyurmuştur.

99

"O gün biz onları bırakırız, dalga dalga birbirlerine karışırlar. Sonra sûra ûfürülür de onları toptan bir araya getiririz"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "O gün biz onları bırakırız, dalga dalga birbirlerine karışırlar..." âyetini açıklarken: "Burada Yecûc ve Mecûc'un insanlar üzerine çıkacağı zaman kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "O gün biz onları bırakırız, dalga dalga birbirlerine karışırlar..." âyetini açıklarken: "O gün kıyametin ilk günüdür. Hemen ondan sonra da Sûr'a üflenecektir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Hârûn b. Antere vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "O gün biz onları bırakırız, dalga dalga birbirlerine karışırlar.." âyetini açıklarken: "Cinler ve insanlar dalga dalga birbirlerine karışacaktır" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, Hârûn b. Antere'den bildirdiğine göre Fezâre oğullarından bir yaşlı: "O gün biz onları bırakırız, dalga dalga birbirlerine karışırlar..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Cinler ve insanlar dalga dalga birbirlerine karıştığı zaman İblis: "Ben bu durumun aslını size öğreneceğim" diyerek doğuya gidecek ve meleklerin yeryüzünü kuşattığını görecektir. Sonra batıya gidecek ve orada da meleklerin yeryüzünü kuşattığını görecektir. Sonra sağa sola her tarafa gidecek ve her tarafı meleklerin kuşattığını görecektir. Bunun üzerine: "Artık sığınacak bir yer yoktur" diyecektir. O bu şekilde koşuşurken kendisine ip gibi bir yol görünür. O, zürriyeti ile bu yolda gitmeye başlar. Onlar blı yol üzerindeyken yolun Cehenneme hücum ettiğini görürler. O sırada Cehennem bekçilerinden biri çıkarak: "Ey İblîs! Rabbin katında senin bir yerin yok muydu? Sen daha önce Cennette değil miydin?" der. İblîs: "Bu gün kınama günü değildir. Eğer Allah, bana ibadeti farz kılsaydı, ona hiçbir yaratığının ibadet etmeyeceği bir şekilde ibadet ederdim" der. Cehennem bekçisi: "Allah sana bir şeyi zorunlu kıldı" deyince, İblîs: "Neymiş o?" der. Cehennem bekçisi: "Allah, sana Cehenneme girmeyi zoruniu kıldı" karşılığını verir ve üzerlerine saldırarak onu ve zürriyetini kanatlarıyla Cehenneme atar. Cehennem öyle bir ses çıkarır ki, ne bir mukarreb melek, ne bir gönderilmiş peygamber kalmaz, hepsi diz üstü çöker."

100

Cehennem’i de o kıyâmet günü, kâfirlere açık olarak göstermişizdir.

101

"Onların delillerimi görüp benî anmak husûsunda gözleri perdelenmîşti ve Kur'ân'ı dinlemeye tahammülleri yoktu."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Onların delillerimi görüp beni anmak husûsunda gözleri perdelenmişti ve Kur'ân'ı dinlemeye tahammülleri yoktu" âyetini açıklarken: "Onlar hakka karşı hem kör, hem sağırlardı. Onu ne görürler, ne de işitirlerdi" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Dinlemeye tahammülleri yoktu" âyetini açıklarken:

"İşittikleri halde onu idrâk etmezlerdi" dedi.

102

"İnkâr edenler, beni bırakıp da kullarımı dost edineceklerini mi sandılar? Biz cehennemi kâfirlere konak olarak hazırladık."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "İnkâr edenler, beni bırakıp da kullarımı dost edineceklerini mi sandılar.." âyetini açıklarken: "Kâfirler, Allah'ı bırakıp ta melekleri dost edinebileceklerini sandılar" dedi.

Ebû Ubeyd, Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib bu âyeti: (.....) şeklinde okumuştur. Ebû Ubeyd der ki: "Sin" harfini cezm ederek "be" harfini de ötre ile okumuştur."

Ebû Ubeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti: (.....) şeklinde okudu. Burada: "Bu, onlara yeterli gelecek sandılar" demek istemiştir.

103

"De ki: Amelleri en çok boşa gidenleri size bildirelim mi?"

Abdurrezzâk, İbn Hibbân, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Mus'ab b. Sa'd der ki: Babama: "De ki: Amelleri en çok boşa gidenleri size bildirelim mi?" âyeti ile Harûrîler (Hariciler) mi kastedilmektedir?" diye sorduğumda şöyle dedi: "Hayır, burada Yahudiler ve Hıristiyanlar kastedilmektedir. Yahudiler Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) yalanladılar. Hıristiyanlar ise Cenneti inkâr ederek: «Orada ne yiyecek, ne de içecek vardır» dediler. Harûrîler ise Allah'a vermiş oldukları sözü sağlamlaştırdıktan sonra bozan kişilerdir. Sa'd bunları «fasıklar» diye adlandırmıştı."

Abdurrezzâk, Firyabî, Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Mus'ab der ki: Babama (Sa'd b. Ebi Vakkâs'a): "De ki: Amelleri en çok boşa gidenleri size bildirelim mi?" âyeti ile Harûrîler (Hariciler) mi kastedilmektedir?" diye sorduğumda: "Hayır, burada manastır sahipleri kastedilmektedir. Harûrîler ise yoldan çıkan bir kavimdir. Allah ta onların kalbini doğru yoldan çıkardı" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Hamîsa Abdullah b. Kays der ki: Ali b. Ebî Tâlib'in: "De ki: Amelleri en çok boşa gidenleri size bildirelim mi?" âyetini açıklarken: "Burada manastırlarına çekilen rahipler kastedilmektedir" dediğini işittim.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebu't-Tufayl der ki: İbnu'l-Kevvâ'nın, Ali b. Ebî Tâlib'e: "De ki: Amelleri en çok boşa gidenleri size bildirelim mi?"âyetinde kimler kastedilmektedir?" diye sorduğunu işittim. Ali: "Burada Kureyş facirleri kastedilmektedir" dedi.

Abdurrezzâk, Firyabî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin değişik kanallarla bildirdiğine göre Hazret-i Ali'ye: "De ki: Amelleri en çok boşa gidenleri size bildirelim mi?" âyeti sorulunca: "Zannederim ki Hâriciler (Hariciler) onlardandır" dedi.

104

Onlar, o kimselerdir ki, dünya hayatında yaptıkları çalışmalar boşuna gitmiştir; Hâlbuki güzel bir iş yaptıklarını sanıyorlardı.

105

"Onlar, Rab'lerinin âyetlerini ve O'na kavuşacaklarını inkâr eden, böylece amelleri boşa çıkan, o yüzden de kıyamet gününde amelleri için bir terazi kurmayacağımız kimselerdir"

Buhârî, Müslim, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyamet gününde iri ve şişman bir adam getirilir; fakat Allah katında sivrisineğin bir kanadı kadar ağırlığı olmaz. İsterseniz: «Onlar... kıyamet gününde amelleri için bir terazi kurmayacağımız kimselerdir» ayetini okuyun" buyurmuştur.

İbn Adîy ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyamet gününde, iri, uzun boylu, çok yiyen ve çok içen biri getirilir. Fakat Allah katında sivrisineğin bir kanadı kadar ağırlığı olmaz. İsterseniz: «Onlar... kıyamet gününde amelleri için bir terazi kurmayacağımız kimselerdir» âyetini okuyun" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'd-Durays'ın bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr) der ki: Kur'ân, kıyamet gününde dünyada kendisiyle amel eden kişiye görmüş olduğu en güzel bir suretle ve en güzel bir koku ile görünür. O, sahibinin yanında durup ona her korku gelişinde onun korkusunu giderir, onu sakinleştirir ve ona emellerini gösterir. Bu kişi ona: "Allah seni hayırla mükâfatlandırsın. Sen ne kadar güzel bir dost, güzel yüzlü ve güzel kokulu birisin" der. Amelleri ona: "Beni bilmiyor musun? Dünyada iken sana yük olduğum kadar gel bana bin. Ben senin amelinim. Dünyada iken amelin güzel ve temiz idi, bu sebeple beni güzel yüzlü ve güzel kokulu görmektesin" der. Ameli onu alır ve Yüce Rabbin huzuruna çıkarır. Rab'be: "Ey Rabbim! Bu filan kişidir"- Hâlbuki Allah onu kendisinden daha iyi bilir- "Ben onu dünya hayatında çok meşgul ettim. Onu gündüz susuz bırakıp geceleri uyutmadım. Benim için ona şefaat hakkı ver" der. Bu kişinin başına mülk tacı konur ve ona mülk hırkası giydirilir. Ameli: "Ey Rabbim! Ben onun için bundan daha güzeline hevesli ve onun için daha üstün bir şey arzu ediyordum" der. Bunun üzerine ebediyetlik sağına, diğer nimetler de soluna verilir. Amelleri: "Ey Rabbim! Evinde olan her hayır kendisine aittir" der. Sonra bu kişi akrabalarına şefaatçi olur. Eğer kişi kâfir ise amelleri ona en çirkin bir suretle ve en kötü bir kokuyla görünür. Her korku gelişinde onu daha da korkutur. O: "Allah seni kötü kılsın. Sen ne kötü bir dostsun. Sen ne kadar çirkin ve ne kadar kötü kokulusun. Sen kimsin?" der. Ameli: "Beni tanımadın mı? Ben senin amelinim. Senin amellerin çirkin ve kötü idi. Bu sebeple beni çirkin ve kötü kokulu görmektesin. Gel, sen bana dünyada iken hep binmiştin, ben de sana bineceğim" der. Ona biner ve. Allah'ın huzuruna çıkarır. Onun, Allah katında hiçbir ağırlığı (değeri) yoktur.

İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ubeyd b. Umeyr: "Kıyamet gününde, iri ve uzun boylu biri getirilerek Mizan'a konacaktır. Fakat o, Allah katında sivrisineğin bir kanadından daha-ağır gelmeyecektir" dedi ve: "Onlar... kıyamet gününde amelleri için bir terazi kurmayacağımız kimselerdir" âyetini okudu.

Hennâd'ın bildirdiğine göre Ka'b b. Ücra: "Onlar... kıyamet gününde amelleri için bir terazi kurmayacağımız kimselerdir" âyetini açıklarken: "Kişi kıyamet gününde getirilip tartılır. Ancak bir buğday tanesi ağırlığınca gelmez. Sonra bir daha tartılır ve bir arpa tanesi ağırlığınca gelmez. Sonra bir daha tartılır ve bir sivrisinek kanadı ağırlığınca gelmez" dedi ve: "Onlar, Rab'lerinin âyetlerini ve O'na kavuşacaklarını inkâr eden, böylece amelleri boşa çıkan, o yüzden de kıyamet gününde amelleri için bir terazi kurmayacağımız kimselerdir" âyetini okudu. Onların hiçbir ağırlığı yoktur."

106

İşte durumları böyle, onların cezaları cehennemdir. Çünkü küfretmişler ve benim âyetlerimle, peygamberlerimi eğlenceye almışlardı (onlarla istihza ediyorlardı).

107

"İman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için makam olarak Firdevs cennetleri vardır"

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'tan Firdevs'i isteyin. Çünkü o, Cennetin göbeğidir. Firdevs ahalisi Arş'ın çıkardığı sesi işitecektir" buyurmuştur.

Buhârî, Müslim ve İbn Ebî Hâtim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer Allah'tan isterseniz Firdevs'i isteyin. Zira o, Cennetin ortası ve en yüksek yeridir. Onun üzerinde Rahman'ın Arş'ı vardır ve Cennet nehirleri ondan fışkırmaktadır" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Ahmed, Tirmizî, İbn Cerîr, Hâkim, Ba's'ta Beyhakî ve İbn Merdûye'nin Ubâde b. es-Sâmit'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cennette yüz derece vardır. Her iki derece arasındaki mesafe, yeryüzü ve gökyüzü arası kadardır. Firdevs en yüksek derecedir ve Arş onun üzerindedir. Cennetin dört nehri ondan fışkırmaktadır. Eğer Allah'tan isterseniz Firdevs'i isteyin" buyurmuştur.

Ahmed, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbn Merdûye ve Ba's'ta Beyhakî'nin Muâz b. Cebel'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Cennette yüz derece vardır. Her iki derece arasındaki mesafe, yeryüzü ve gökyüzü arası kadardır. Firdevs en yüksek derecedir ve Arş onun üzerindedir. O, Cennetin en orta yerindedir. Cennet nehirleri ondan fışkırmaktadır. Eğer Allah'tan isterseniz Firdevs'i isteyin" buyurmuştur.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Bezzâr ve Taberânî'nin, Semure b. Cundub'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Firdevs, Cennetin en yüksek yeri ve ortasıdır. Cennet nehirleri ondan fışkırmaktadır. Eğer Allah'tan isterseniz Firdevs'i isteyin" buyurmuştur.

Taberânî'nin Semure b. Cundub'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Firdevs, Cenneti'l-Ulyâ'nın en yüksek, en ortası ve en güzel yeridir" buyurmuştur.

Bezzâr'ın bildirdiğine göre İrbâd b. Sâriye: "Eğer Allah'tan isterseniz Firdevs'i isteyin, zira o, Cennetin en yüksek yeridir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin, Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Firdevs, Cennetteki en yüksek derecedir. Rahman ın Arş'ı onun içindedir. Cennetin dört nehri ondan fışkırmaktadır. Adn Cenneti ise Cennetin ortasıdır. Onda Rahman'ın bereketi vardır ve orada Arş'ın sesi işitilir. Allah'tan isterseniz Firdevs'i isteyin" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim'in, Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Hz, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Firdevs, Rahmân'ın bereketidir. Onda en güzel nehirler ve meyveler bulunmaktadır" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Firdevs, Romalılann dilinde bostan mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Firdevs, Nebat dilinde bağ demektir. Kelimenin aslı ise Firdâse'dir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Hennâd ve İbnu'l-Münzir'in, Abdullah b. el-Hâris'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs, Ka'b'a, Firdevs'i sorunca, Ka'b(u'l-ahbâr): "Firdevs, Süryanice'de üzüm bağlarıdır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Firdevs, Cennet demektir. Cennet de Rumca'da Firdevs'tir" dedi.

Neccâd'ın Cuz'u't-Terâcim'de Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): Cennette yüz derece vardır. Her iki derece arasındaki mesafe yeryüzü ve gökyüzü arası kadardır. Firdevs en yüksek derecedir. Eğer Allah'tan isterseniz Firdevs'i isteyin" buyurmuştur.

108

"Orada temelli kalırlar, başka bir yere gitmek istemezler"

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Başka bir yere gitmek istemezler" âyetini açıklarken: "Ayrılmak istemezler, mânâsındadır" dedi.

109

"Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadarını da katsak, Rabbimin sözleri tükenmeden denizler tükenirdi" de."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa..." âyetini açıklarken: "Burada Rabbimin ilmi kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa..." âyetini açıklarken: "Allah'ın sözleri ve hikmeti bitmeden önce yazmakla deniz suyu biterdi" dedi.

Ahmed'in Zühd'de bildirdiğine göre Ebu'l-Bahterî der ki: Bir kişi bir şeyler öğrenmek için Selmân'la dost olmuştu. Dicle nehrine vardıklarında nehir taşmıştı. Selmân, bu kişiye: "İn ve iç!" dedi. Adam içince, Selmân: "Daha da iç!" dedi. Adam yine içince, ona: "Suyu ne kadar eksilttiğini görüyorsun?" diye sordu. Adam: "Ben bundan ne eksiltebilirim ki?" karşılığını verdi. Bunun üzerine Selmân: "İlim de işte böyledir. Ondan alırsın, ama onu eksiltemezsin" dedi.

110

"De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım; ancak bana İlahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor. Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işteşin ve Rabbine kullukta hiç kimseyi ortak koşmasın"

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işleşin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın" âyetini açıklarken: "Bu, Allah'dan başka ilah edinip te ona tapan müşrikler hakkında nâzil olmuştur. Bu, müminler hakkında nâzil olmuş bir âyet değildir" dedi.

Abdurrezzâk, İhlâs'ta İbn Ebi'd-Dünyâ, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre Tâvus der ki: Bir kişi: "Ey Allah'ın Peygamberi! Ben bazı iyi şeyler yapıyor ve Allah'ın rızasını ümid ediyorum. Bu şırada da kadrimin bilinmesini seviyorum" deyince Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "...Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işleşin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın" âyeti nâzil olana kadar ona hiçbir cevap vermedi.

Hâkim ve Beyhaki, Tâvus vasıtasıyla İbn Abbâs'tan aynısını nakleder.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: "Müslümanlardan bir kişi savaşır ve bulunduğu konumunun görülmesini severdi. Bunun üzerine Yüce Allah: "...Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işleşin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın" âyetini indirdi.

İbn Mende, es-Sahâbe'de Ebû Nuaym ve İbn Asâkir, Süddî es-Sağîr vasıtasıyla Kelbî'den, o Ebû Sâlih'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Cundub b. Zuheyr namaz kıldığı , oruç tutup sadaka verdiği zaman ve bu (yaptıkları) bazı kişiler tarafından zikredildiği zaman rahatlardı. İnsanların bu konuda konuşmasından dolayı bunları daha da fazla yapardı. Bu amellerle Alah'ın rızasını gözetmezdi. Bunun üzerine Yüce Allah: "...Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işleşin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın" âyetini indirdi.

İbnu'l-Münzir'in, İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre Mücâhid der ki: Bir kişi: " Resûlallah! Köle azat ediyorum ve bunun görülmesini seviyorum. Sadaka veriyorum ve bunun görülmesini seviyorum" deyince: "...Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işleşin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın" âyeti nâzil oldu.

Hennâd'ın Zühd'de bildirdiğine göre Mücâhid der ki: Bir kişi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: " Resûlallah! Sadaka veriyorum ve ecrini Allah'tan bekliyorum. Ancak benim için hayırsever biri denilmesini de seviyorum" dedi. Bunun üzerine: "...Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işleşin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın" âyeti nâzil oldu.

Hennâd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işleşin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın" âyetini açıklarken: "Amelleri işlerken sadece Rabbin rızasını gözetmek ve gösteriş için yapmamaktır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in başka bir kanalla bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işleşin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Kim âhiret gününde tekrar diriltilmekten korkarsa amellerine Allah'ın yarattıklarından kimseyi ortak koşmasın. Zira Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Rabbiniz şöyle buyurmaktadır" dedi ve devam etti: "Ben, en hayırlı ortağım. Eğer kişi amellerine yarattıklarımdan birini ortak ederse bütün sevabını o kişiye bırakırım. Ben sadece bana has olan amelleri kabul ederim." Sonra: "...Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işleşin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın" âyetini okudu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Kesîr b. Ziyâd der ki: Hasan'a: "...Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işleşin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın" dediğimde, o: "Bu âyet, mümin hakkında nâzil olmuştur" dedi. Ona: "Niye, mümin Allah'a şirk mi koştu?" dediğimde: "Hayır, ancak amellerinde şirk koştu. O bir amel işleyip sevabını Allah'tan beklerken bu ameli başkalarının da görmesini istedi. İşte bu ameli kendisine geri çevrilir" karşılığını verdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abdulvâhid b. Ziyâd der ki: "Hasan'a: "Bana riyayı anlat, o şirk midir?" dediğimde: "Evet ey oğlum: «Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işleşin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın» âyetini okumuyor musun?" karşılığını verdi.

Taberânî'nin Şeddâd b. Evs'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yüce Allah, öncekileri ve sonrakileri (tüm insanları) bir yerde topladığı zaman hepsini görüyor olacak ve: «Ben en hayırlı ortağım. Dünyada benim için bana ortak koşularak yapılan bütün amelleri bu gün kabul etmiyorum. Bu gün ancak bana has olan amelleri kabul ederim» şeklinde bir nida,. işittirecektir" buyurdu ve: «Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işleşin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın» âyetini okudu.

İbn Sa'd, Ahmed, Tirmizî, İbn Mâce ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin sahâbeden olan Sa'd b. Ebî Fadâle el-Ensârî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: '"Allah, öncekileri ve sonrakileri, vuku bulmasında şüphe olmayan o günde topladığı zaman bir münadi: «Her kim Allah için işlediği bir amelinde başkasını ortak ettiyse sevabını Allah'tan başkasından (ortak ettiği kişiden) istesin. Zira Allah ortaklar içinde ortaklıktan en fazla müstağni olandır» diye nida eder."

Hâkim ve Beyhakî'nin, Ebû Hureyre bildirdiğine göre bir kişi: " Resûlallah! Kişi Allah yolunda cihad etmekte ve dünyalık bir şey elde etmek istemektedir" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onun bir sevabı yoktur" buyurdu. İnsanlar bunu gözlerinde büyütünce, bu kişi bir daha Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) dönüp ayni şeyi söyledi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir daha: "Onun bir sevabı yoktur" buyurdu.

İbn Ebi'd-Dünyâ el-İhlâs'ta, İbn Cerîr et-Tezhîb'de, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Şeddâd b. Evs: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında riyayı küçük şirkten sayardık" dedi.

Tayâlisî, Ahmed, İbn Ebi'd-Dünyâ, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Şeddâd b. Evs'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim gösteriş için namaz kılarsa şirk koşmuş olur. Kim gösteriş için oruç tutarsa şirk koşmuş olur. Kim gösteriş için tasaddukta bulunursa şirk koşmuş olur" buyurdu ve: "...Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işleşin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın" âyetini okudu.

Tayâlisî, Ahmed, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym'ın Şeddâd b. Evs'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah: «Bana şirk koşanlar için ben en hayırlı taksim ediciyim. Bana ortak koşan kişinin ameli, az olsun çok olsun bana ortak koştuğu kişinindir. Ben ondan müstağniyim» buyurmaktadır"

Bezzâr, İbn Mende, Beyhakî ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Abdurrahman b. Ganm, Muâz b. Cebel'e: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Kim gösteriş için namaz kılarsa şirk koşmuş olur. Kim gösteriş için oruç tutarsa şirk koşmuş olur. Kim gösteriş için tasaddukta bulunursa şirk koşmuş olur» buyurduğunu işitmedin mi?" dediğimde şu karşılığı verdi: "Evet, işittim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "...Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işleşin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın" âyetini okuyunca bu durum ashabın ağırına geldi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sizi rahatlatayım mı?" buyurduğunda: "Evet, yâ Resûlallah!" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Bu âyet Rûm Sûresi'ndeki "İnsanların malları içinde artsın diye faizle her ne verirseniz, Allah katında artmaz. Ama Allah'ın hoşnutluğunu isteyerek her ne zekât verirseniz; işte bunu yapanlar sevaplarını kat kat arttıranlardır" âyeti gibidir. Gösteriş için amel eden kişilere sevap verilmediği gibi bir günah da yazılmaz. "

Ahmed, Tezhîb'de İbn Cerîr, Hakîmu't-Tirmizî, Hâkim ve Beyhakî'nin Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sizin için (Deccal) Mesih'ten daha fazla korktuğum şeyi haber vereyim mi? Bu, gizli şirktir. Kişi kalkıp başkasının yerine namaz kılar" buyurdu.

Ahmed, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî'nin. bildirdiğine göre Şeddâd b. Evs der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ümmetimin şirke ve gizli şehvete düşmesinden korkarım" buyurunca: "Ümmetin senden sonra şirke düşer mi?" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet düşer, ancak onlar Güneş'e, Ay'a, taşa veya puta tapmazlar. Fakat amellerini gösteriş için yaparlar" buyurdu. " Resûlallah! Gizli şehvetler nedir?" dediğimde: "Kişi oruçlu bir şekilde sabahlar ve canı bir şey isteyince orucu bırakıp şehvetine uyar" buyurdu.

Ahmed, Müslim, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhaki, Ebû Hureyre'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Rabbinden naklen: "Ben ortakların en hayırlısıyım. Kim bir amel işler de ona benden başkasını ortak ederse ben ondan beriyim. O amel, ortak koştuğuna aittir" buyurdu.

Ahmed ve Beyhakî'nin Muhammed b. Lebid'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sizin için en fazla korktuğum şey küçük şirktir" buyurunca, ashab: " Resûlallah! Küçük şirk nedir?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Riyadır, zira yüce Allah kıyamet gününde insanlar amelleriyle mükâfatlandırdığı zaman: «Dünyada iken riya ettiğiniz kişilerin yanına gidin ve bakın. Onun yanında sizin için bir mükâfat bulacak mısınız?» buyurur" karşılığını verdi.

Bezzâr ve Beyhakî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde kişinin amelleri mühürlü sayfalarda Allah'ın huzuruna sunulur. Bunun üzerine Yüce Allah: «Şunu atın ve şunu kabul edin» buyurur. Melekler: «Ey Rabbim! Vallahi onda hayırdan başka bir şey görmedik» deyince: «Bu ameliyle benim rızamı gözetmemişti. Bu günde ancak benim rızamı gözeterek işlenen amelleri kabul edeceğim» buyurur."'

Bezzâr ve Beyhakî'nin Dahhâk'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah: «Ben, ortakların en hayırlısıyım. Benimle beraber ortak koşularak işlenen amel ortağımındır» buyurur. Ey insanlar! Amellerinizi Allah'a has kılın ve: «Bu, Allah'ın ve akrabanındır» demeyin. Zira o, akrabanın olur ve Allah için onda bir şey olmaz. Yine: «Bu Allah ve sizin içindir» demeyin. O da yüzü suyu hürmetine yapılan kişi için olur ve Allah için onda bir şey olmaz. "

Hâkim'in bildirdiğine göre Abdullah b. Amr: " Resûlallah! Bana cihad ve savaştan haber ver" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Abdullah! Eğer sabreder ve Allah rızasını gözeterek savaşırsan, Allah seni sabretmiş ve rızasını gözetmiş olarak haşreder. Eğer riya yapmak ve mal toplamak için savaşırsan Allah seni riyakâr ve mal toplayan olarak haşreder. Hangi hal üzeri savaşırsan Allah seni o şekilde haşreder" buyurdu.

Ahmed, Dârimî, Nesâî, Rûyânî, İbn Hibbân, Taberânî ve Hâkim'in, Yahya b. Velîd b. Ubâde'den, onun da dedesinden bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kişi savaşa çıkar da niyeti sadece esir almak olursa ona ancak niyeti vardır" buyurdu.

Hâkim'in bildirdiğine göre Ya'la b. Münebbih der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) beni gönderdiği birliklerle birlikte savaşa gönderirdi. Yine bir gün beni bir birlik içinde gönderdi. Bir kişi bineğine biniyordu. Ona: "Yürü gidelim" dediğimde: "Seninle gitmeyeceğim" karşılığını verdi. Ona: "Niçin?" diye sorduğumda: "Üç dinar almadan gitmem" karşılığını verdi. "Ben Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile vedalaştım, şimdi yanına dönmeyeceğim. Ben sana üç dinar veririm" dedim. Gazveden geri döndüğüm zaman bu durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattım. Bunun Üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Ona üç dinarı ver. Onun savaştan payı budur" buyurdu.

Ebû Dâvud, Nesâî ve Taberânî'nin ceyyid bir isnâdla bildirdiğine göre Ebû Umâme der ki: Bir kişi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Ücret karşılığı ve şöhret için savaşan birine sevap olarak ne vardır?" dediğinde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hiçbir şey yoktur" buyurdu. Kişi sorusunu üç defa tekrar edince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine: "Hiçbir şey yoktur." dedikten sonra: "Yüce Allah sadece kendisine has olan ve kendisiyle rızası, gözetilen amelleri kabul eder" buyurdu.

Taberânî'nin Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Hz; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Dünya ve içindekiler lanetlenmiştir. Ancak kendisiyle Allah rızası gözetilen şeyler bunun dışındadır" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, İbn Mâce ve Beyhakî'nin, el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Cundub'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim amellerini işittirirse Allah da onun niyetini halka işittirir. Kim de riya yaparsa Allah da onun durumunu açığa çıkarır" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed'in, Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim gösteriş için bir iş yaparsa Allah onun bu işi gösteriş için yaptığını açığa çıkarır. Kim de şöhret için bir iş yaparsa Allah onun bu işi şöhret için yaptığını ifşa eder ve açığa çıkarır" buyurmuştur.

İbn Sa'd ve Ahmed'in, Beşîr b. Akrebe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim riya ve nam için hutbeye kalkarsa Allah onu kıyamet gününde riyakârların ve nam için amel edenlerin arasında durdurur" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed'in Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim amellerini riya için ederse Allah da onun durumunu açığa çıkarır. Kim de amellerini işittirirse Allah da onun niyetini halka işittirir" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da Mahmûd b. Lebid'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Gizli şirkten sakının" buyurdu. Ashâb: "Gizli şirk nedir?" diye sorunca: "Kişinin insanlara gösteriş yapmak için güzel bir şekilde namaz kılması gizli şirktir" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "İnsanların önünde namaz kılan kişi yalnız kıldığı zaman da aynı şekilde kılsın. Aksi takdirde Rabbini küçümsemiş olur" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Huzeyfe'den aynısını bildirir.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Amr b. Abese: "Kıyamet gününde dünya getirildiği zaman Allah rızasını gözeterek yapılan ameller ayrılacak ve diğer ameller Cehenneme atılacaktır" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve Taberânî'nin bildirdiğine göre Ebû Mûsa el-Eş'arî der ki: Bir gün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize hutbesinde: "Ey insanlar! Allah'a şirk koşmaktan sakının. Zira o, karınca yürüyüşünden bile daha gizlidir" buyurdu. Ashâb: " Resûlallah! Karınca yürüyüşünden daha gizli olmasına rağmen ondan nasıl sakınırız?" deyince: "«Allahım! Bildiğimiz şeylerde şirk koşmaktan sana sığınır ve bilmediğimiz şeyler için istiğfar ederiz» deyin" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ubâde b. es-Sâmit şöyle demiştir: Kıyamet günü dünya getirilir ve: "Ondan Allah için olan amelleri ayırın" denilir. Allah için olan ameller ayrılınca da: "Diğerlerini Cehenneme atın" denilir.

İbn Mâce, Hâkim ve Şuabu'l-İmân da Beyhakî'nin Muâz b. Cebel'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Riyanın azı da şirktir. Kim Allah'ın dostlarına düşmanlık ederse Allah'a karşı savaş açmış olur. Allah, iyileri, takva sahiplerini ve amellerini gizli yapanları sever. Onlar ortalıkta görünmedikleri zaman aranmazlar. Hazır bulundukları zaman da davet edilmezler ve tanınmazlar. Onların kalbi karanlıkların ışığıdır. Onlar tozlu ve karanlık (fitne ve fesat olan) yerlerden çıkıp giderler."

Beyhakî'nin Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ameli gizli tutmak, ameli işlemekten daha zordur. Kişi bir amel işler ve bu amel kendisine gizli yapılmış salih bit amel olarak yazılır. Bu amelin sevabı yetmiş katına kadar çıkar. Kişi bu amelini açığa çıkarana kadar şeytan onu bırakmaz. Amelini açığa çıkardığı zaman da açık şekliyle yazılır ve gizli olarak kat kat yazılan bütün sevapları silinir. Şeytan bu kişiyi amelini ikinci defa açığa çıkarana kadar bırakmaz. Kişinin de bu amelinin zikredilip övülmesi hoşuna gider. O zamanda açık olarak yazılan sevabı da silinir ve riya olarak yazılır. Allah'tan korkan kişi dinini korur. Zira riya şirktir."

Ahmed ve Beyhakî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Benim yanımdaki en değerli dost, namazda payı olan ve Allah için ibadetlerini gizli olarak yapandır. O, insanlar arasında göze çarpmayan ve parmakla gösterilmeyen bir kişidir. Onun eceli çabuk gelir, malı azalır ve ağlayanı az olur" buyurmuştur.

İbn Sa'd, Ahmed ve Beyhakî'nin Hind ed-Dârî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim riya ve işittirmek için bir iş yaparsa Allah, kıyamet gününde bunu açığa çıkarır ve işittirir" buyurmuştur.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre İmrân el-Fakîr şöyle demiştir: Bana bildirildiğine göre Cehennemde öyle bir vadi vardır ki, Cehennem günde dört yüz defa ondan sığınır. Bu, gösteriş olarak Kur'ân okuyanlar için hazırlanmış bir vadidir."

Buhârî Târih'te, Tirmizî, İbn Mâce ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) evinden çıkıp: "Hüzün kuyusundan Allah'a sığının" buyurdu. Ashâb: " Resûlallah! Hüzün kuyusu nedir?" diye sorunca: "Bu, Cehennemde bir vadidir. Cehennem günde dört yüz defa ondan sığınır. Bu, gösteriş olarak amel edip Kur'ân okuyanlar için hazırlanmış bir vadidir. Allah'ın en fazla buğzetmiş olduğu Kur'ân okuyucuları da valileri ziyaret eden hafızlardır" buyurdu.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) evinden çıkıp: "Hüzün kuyusundan Allah'a sığının" buyurdu. Ashâb: "Orada kimler kalacaktır?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Amellerini gösteriş için yapanlar" karşılığını verdi.

Beyhakî'nin, Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah: «Her kim benden başkası için amel ederse ben ondan uzağım» buyurur."

İbn Merdûye'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Küçük şirkten sakının" buyurdu. Ashâb: "Küçük şirk nedir?" diye sorunca şu karşılığı verdi: "Küçük şirk riyadır. Allah kullarını ameleriyle mükâfatlandıracağı zaman: «Dünyada iken kendilerine gösteriş yaptığınız kişilerin yanına gidin ve bakın. Mükâfat olarak bir şey bulacak mısınız?» buyurur" .

Ebû Nuaym'ın Hilye'de bildirdiğine göre Muhammed b. el-Hanefiyye: "Allah rızası gözetilmeksizin yapılan şey boşa gider" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve Zühd'de Ahmed'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye der ki: Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı bana: "Ey Ebu'l-Âliye! Allah'tan başkası için amel etme. Zira Allah seni amel ettiğin kişiye gönderecektir" dediler.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Rabî' b. Huseym: "Kendisiyle Allah rızası gözetilmeyen bir amel boşa gider" dedi.

İbnu'd-Durays'ın Fadâilu'l-Kur'ân'da bildirdiğine göre İsmail b. Ebî Râfi' der ki: Bize bildirilene göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Size büyüklüğü yeryüzü ve gökyüzü arasını dolduran sûreyi haber vereyim mi? Onu yetmiş bin melek (Cibrîl ile beraber) taşımıştır. Bu, Kehf Sûresi'dir. Allah, bu sûreyi cuma günü okuyan kişinin bir cuma sonrası ve üç gün daha sonrasına kadar günahlarını bağışlar. Ona semaya ulaşacak kadar bir nur verir. Onu Deccal'ın fitnesinden korur. Yatacağı zaman, sonundan beş âyet okuyan kişi Allah'ın koruması altına alınır ve gecenin istediği saatinde uyandırılır. "

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Muâviye b. Ebî Süfyân: "Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işleşin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın" âyetini okudu ve: "Bu, Kur'ân'da inen son âyettir" dedi.

Taberânî ve İbn Merdûye'nin Ebû Hakîm'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer ümmetime sadece Kehf Sûresinin sonu inseydi onlara yeterdi" buyurdu.

İbn Râhûye, Bezzâr, Hâkim, el-Elkâb'da Şîrazî ve İbn Merdûye'nin Ömer b. el-Hattâb'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kişi bir gecede: «Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işleşin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın» âyetini okursa, bu kendisi için Aden'den Mekke'ye kadar içerisi meleklerle dolu bir nur olur. "

İbnu'd-Durays'ın bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ: "Kim Kehf Sûresinin sonunu ezberlerse bu âyetler kıyamet gününde kendisi için başından ayağına kadar nur olur" dedi.

0 ﴿