MERYEM SURESİNehhâs ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Meryem Sûresi, Mekke'de nazil oldu" demiştir. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbnu'z-Zübeyr: "Meryem Sûresi, Mekke'de nazil oldu" demiştir. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: "Meryem Sûresi, Mekke'de nazil oldu" demiştir. Taberânî ve Ebû Nuaym, Ebû Bekr b. Abdillah b. Ebî Meryem el- Ğassânî'den, o babasından, o da dedesinden bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Dün gece bir kızım oldu" dediğimde: "Bana da dün gece Meryem Sûresi nazil oldu. Kızının adını Meryem koy" buyurdu. Ahmed, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî Delâil'de Ümmü Seleme'den bildirir: Necâşî, Câfer b. Ebî Tâlib'e: "Hazret-i Peygamber'in vahiy olarak getirdiği şeyden yanında bir şey var mı?" diye sorunca, Câfer: "Evet, var!" dedi ve ona Meryem Sûresi'nin başlarından bazı âyetleri okudu. Necâşî bunları duyunca sakallan ıslanacak kadar ağladı. Yanında duran piskoposlar da Câfer'in okuduğunu duyunca ağlamaya başladılar ki yaşlarından ellerindeki Mushaflar ıslandı. Sonrasında Necâşî: "Senin okuduğunla Mûsa'nın getirdiği aynı kandilden çıkmadır" dedi. İbn Ebî Şeybe, Muvarrik el-İclî'den bildirir: "İbn Ömer'in arkasında öğle namazını kıldığımda Meryem Sûresi'ni okudu." İbn Ebî Şeybe, Mücâhid'den bildirir: "İbn Ömer'in öğle namazında Meryem Sûresi'ni okuduğunu işittim." İbn Sa'd, Hâşim b. Âsim el-Eslemî'den, o da babasından bildirir: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den Medine'ye hicret ederken Ğamîm'eulaştığında yanına Bureyde b. el-Hasîb geldi ve Müslüman oldu." Hâşim der kî: "Münzir b. Cehdam'ın bana bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) o görüşmede Bureyde'ye Meryem Sûresi'nin başından bazı âyetleri öğretmişti." İbn Sa'd, Ebû Hureyre'den bildirir: "Medine'ye gittiğimde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber'de idi. Sabah namazında Ğifâr kabilesinden bir adamın namazı kıldırdığını gördüm. İlk rekatta Meryem Sûresi'ni, ikinci rekatta ise Mutaffifîn Sûresi'ni okuduğunu işittim." 1"Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd." Firyâbî, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye, Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifâf da ve Diyâ el-Muhtâre'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Kebîr, Hâdi, Emîn, Azîz, Sâdık" şeklinde açıklamıştır. Başka bir lafızda 'Kebîr' yerine 'Kef' demiştir. Abdurrezzâk, Âdem b. Ebî İyâs, Osmân b. Saîd ed-Dârimî Tevhîd'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin el- Esmâ ve's-Sifât'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kef harfi (Yüce Allah'ın isimlerinden) Kerîm'in, Hâ harfi Hâdi'nin, Yâ harfi Hakîm'in, Ayrı harfi Alîm'in, Sâd harfi de Sâdık'ın harfidir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd ve sahabelerden bazıları: (.....) âyetini açıklarken şöyle demişlerdir: "Bunlar mukatta'a harflerdendir. Kef harfi (Yüce Allah'ın isimlerinden) Melik'in, Hâ harfi Allah'ın, Yâ ile Ayn harfleri Azîz'in, Sâd harfi de Musavvir'in harfidir." İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Kelbî'ye: (.....) âyeti sorulunca şöyle demiştir: Ebû Sâlih'in Ümmü Hâni'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu: "Kâfi, Hâdi, Alim, Sâdık" şeklinde açıklamıştır. Osmân b. Saîd ed-Dârimî, İbn Mâce ve İbn Cerîr, Ali'nin kızı Fâtıma'dan bildirir: Hazret-iAli: "Ey Kef Hâ Yâ Ayn Sâd! Beni bağışla!" diye dua ederdi. Ebu'ş-Şeyh Azame'de ve İbn Merdûye, Kelbî vasıtasıyla bildirdiğine göre Ebû Sâlih: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: Kef harfi (Yüce Allah'ın isimlerinden) Kâfi'nin, Hâ harfi Hâdi'nin, Ayn harfi Âlim'in, Sâd harfi de Sâdık'ın harfidir. Onlara yeterli, onları hidayete erdiren, onları bilen ve sözünde sadık olan anlamındadır." Başka bir lafızda: "(Sözünde sadık yerine) sözünde duran" demiştir. Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir, Süddî'den bildirir: İbn Abbâs: ve (.....) gibi ifadeler hakkında: "Bunlar, Yüce Allah'ın İsm-i Â'zam'ıdır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Yüce Allah'ın yeminlerinden biridir. Aynı zamanda Allah'ın isimlerindendir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: Yüce Allah burada: "Ben Kebîr'im, Hâdi'yim, Aliy'yim, Emîn'in, Sâdık'ım" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir. "Bunlar mukatta'a harflerdendir. Kef harfi (Yüce Allah'ın isimlerinden) Kâfi isminin, Hâ harfi Hâdi isminin, Ayn harfi Âlim isminin, Sâd harfi de Sâdık isminin ilk harfidir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî' b. Enes: (.....) âyetini açıklarken: "Ey herkesin kendisine sığındığı, ancak birine sığınmaya ihtiyacı olmayan, anlamındadır" demiştir. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: âyetini açıklarken: "Kur'ân'ın isimlerinden biridir" demiştir. 2"Bu, Rabbinin kulu Zekeriya'ya olan rahmetini anmadır." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Yahya b. Ya'mer bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuş ve açıklarken şöyle demiştir: "Zekeriya mihraba Hazret-i Meryem'in yanına yazın girdiği zaman kış meyvesini, kışın girdiği zaman da yaz meyvesini görürdü. Bundandır: "Kulu Zekeriya, Rabbinin rahmetini andı" demiştir. Ahmed, Ebû Ya'lâ, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Zekeriya marangozdu" buyurmuştur. İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, İbn Abbâs'tan bildirir: "Hazret-i Yahya'nın babası Zekeriya b. Dân, vahyi Beytu'l-Makdis'te yazan peygamberlerin oğullarından biriydi." 3"O, Rabbîne içinden yalvarmıştı." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "O Rabbine içinden yalvarmıştı" âyetini açıklarken: "Gösteriş yapmadan, riyakarlığa bulaşmadan içinden gizlice yalvarmıştı" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "O Rabbine içinden yalvarmıştı" âyetini açıklarken: "Gizlice yalvarmıştı. Zira Yüce Allah kısık sesi, temiz kalbi sever" demiştir. Hâkim, İbn Mes'ûd'dan bildirir: İsrail oğullarının son peygamberlerinden biri de Hazret-i Yâkub'un soyundan olan Yahya b. Edin b. Müslim'dir. Hazret-i Yahya: "Rabbim! Gerçekten kemiklerim zayıfladı, saçlarım ağardı. Rabbim! Sana yalvarmakla şimdiye kadar bedbaht olup bir şeyden mahrum kalmadım. Doğrusu, benden sonra yerime geçecek yakınlarımın iyi hareket etmeyeceklerinden korkuyorum. Karım da kısırdır. Katından bana bir oğul bağışla ki, bana ve Yakub oğullarına mirasçı olsun..." diye dua etmişti. Burada mirasçı olunacak konu da peygamberliktir. Bu duasına da: "Mabedde namaz kılarken melekler ona seslendiler..." şeklinde cevap verildi. Ona seslenen melek de Cebrâil idi ve: "Yüce Allah, Yahya adında bir oğulun müjdesini veriyor" diyerek bir oğlunun olacağı müjdesini vermişti. Yahya bu cevabı işitince hemen Şeytan yanına geldi ve: "Ey Yahya! Bu duyduğun ses Allah'tan değil, Şeytandan gelen bir ses ve seninle alay ediyor" dedi. Şeytanın bu sözü üzerine Hazret-i Yahya bir an şüpheye düştü ve: "...Ben artık iyice kocamış, karım da kısırken nasıl oğlum olabilir?" dedi. Yüce Allah da buna: "...Daha önce, sen hiçbir şey değilken seni de yaratmıştım" karşılığını verdi. 4"Şöyle demişti: "Rabbim! Gerçekten kemiklerim zayıfladı, saçlarım ağardı. Rabbim! Sana yalvarmakla şimdiye kadar bedbaht olup bir şeyden mahrum kalmadım." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) âyetini: "Kemiklerim zayıfladı" şeklinde açıklamıştır. Abdurrezzâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "Kemiklerin incelip zayıf düşmesidir" demiştir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Sana yalvarmakla şimdiye kadar bedbaht olup bir şeyden mahrum kalmadım" âyetini açıklarken: "Daha önce ettiğim tüm dualara icabet etmiştin ve beni de buna alıştırmıştın" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Uyeyne: "...Sana yalvarmakla şimdiye kadar bedbaht olup bir şeyden mahrum kalmadım" âyetini açıklarken: "Dualarıma icabet etmesen de ben sana dua etmekle mutluyum" demiştir. 5Bkz. Ayet:6 6"Doğrusu ben, arkamdan iş başına geçecek olan yakınlarımdan endişe ediyorum. Karım da kısırdır. Tarafından bana bir veli ver. Ki bana ve Yakub oğullarına mirasçı olsun. Rabbim! Onun, rızanı kazanmasını da sağla." Ebû Ubeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Saîd b. el-Âs'tan bildirir: Osmân b. Affân bu âyeti bana yazdırırken bizzat kendi ağzıyla: "(Yakınlarım azaldı)" şeklinde yazdırdı. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Doğrusu ben, arkamdan iş başına geçecek olan yakınlarımdan endişe ediyorum..." âyetini açıklarken: "Buradaki yakınlardan kasıt ana-baba ile çocuklardır" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Doğrusu ben, arkamdan iş başına geçecek olan yakınlarımdan endişe ediyorum..." âyetini açıklarken: "Buradaki yakınlardan kasıt, kişinin baba tarafından akrabaları olan asabesidir" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Doğrusu ben, arkamdan iş başına geçecek olan yakınlarımdan endişe ediyorum..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Burada yakınlardan kasıt Yakub oğullarının asabesidir. Daha sonra bir oğlu olan Zekeriya da Yakub'un soyundan geliyordu." Başka bir lafızda: "Eyyûb'un soyundan geliyordu" şeklinde geçer. Firyâbî, İbn Abbâs'tan bildirir: Zekeriya'nın çocukları olmuyordu. Bunun için Rabbine: "Rabbim! "Tarafından bana bir veli ver. Ki bana ve Yakub oğullarına mirasçı olsun..." diye dua etti. Bu da: "Benim malıma, Yakub oğullarının da nübüvvetine mirasçı olsun" anlamındadır. İbn Ebî Şeybe'nin ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid ile İkrime: "Bana ve Yakub oğullarına mirasçı olsun..." âyetini açıklarken: "Benim malıma, Yakub oğullarının da nübüvvetine mirasçı olsun" demişlerdir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: "Doğrusu ben, arkamdan iş başına geçecek olan yakınlarımdan endişe ediyorum..." âyetini açıklarken: "Yakınlardan kasıt çocuklarıdır" demiştir. "Bana ve Yakub oğullarına mirasçı olsun..." âyetini açıklarken de: "Benim malıma, Yakub oğullarının da nübüvvetine mirasçı olsun" demiştir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Bana ve Yakub oğullarına mirasçı olsun..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "İlmine ve nübüvvetine mirasçı olmasıdır. Bu konuda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah, kardeşim Zekeriya'ya rahmet etsin! Kendisine kimin mirasçı olacağından sorumlu değildi. Allah, Lût'a da merhamet etsin. O da sağlam bir yere sığınmış, sırtını vermişti." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Bana ve Yakub oğullarına mirasçı olsun..." âyetini açıklarken: "Hem benim, hem de Yakub oğullarının nübüvvetine mirasçı olsun" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Salih: "Bana ve Yakub oğullarına mirasçı olsun..." âyetini açıklarken: "Nübüvvete mirasçı olmasıdır. Yani babası gibi onun da peygamber olmasıdır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Bana ve Yakub oğullarına mirasçı olsun..." âyetini açıklarken: "Benim ve Yakub oğullarının sünneti ile ilmine mirasçı olsun, anlamındadır" demiştir. Saîd b. Mansûr ile Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Yahya b. Ya'mer, Meryem Sûresi'nin 5. âyetini: "(=Arkamdan gelecek olan yakınlarım azaldı)" lafzıyla okumuştur. Bu sûrenin 6. âyetini ise: "(=O bana mirasçı olsun, Yakub oğulları içinde de ben ona mirasçı olayım)" lafzıyla okumuştur. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: " (Bana ve Yakub oğullarına mirasçı olsun)" şeklinde okurdu. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: "(Bana ve Yakub oğullarına mirasçı olsun)" şeklinde okurdu. İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. Ka'b'dan bildirir: Hazret-i Dâvud: "Rabbim! Bana bir oğul ver" diye dua edince Yüce Allah ona bir oğul ihsan etti. Ancak bu oğlu kendisine isyan edince Hazret-i Dâvud üzerine bir ordu gönderdi ve: "Onu sağ olarak yakalarsanız bana yüzünde neşeyi görebileceğim birini gönderin. Şayet onu öldürürseniz bana yüzünden kötülüğü görebileceğim birini gönderin" dedi. Yapılan savaşta oğlu öldürülünce ona siyah bir adam gönderdiler. Hazret-i Dâvud adamı görünce oğlunun öldürüldüğünü anladı ve: "Rabbim! Bana bir oğul ihsan etmeni diledim. Bana bir oğul ihsan ettin ama o da bana isyan etti" dedi. Yüce Allah: "Çünkü bunu isterken istisnâda bulunmadın" karşılığını verdi. Muhammed b. Ka'b der ki: Hazret-i Dâvud, Hazret-i Zekeriya gibi: "...Rabbim! Onun, rızanı kazanmasını da sağla" şeklinde dua etmemişti. 7Bkz. Ayet:9 8Bkz. Ayet:9 9"Allah: «Ey Zekeriya! Sana, Yahya isminde bir oğlanı müjdeliyoruz. Bu adı daha önce kimseye vermemiştik» buyurdu. Zekeriya: «Rabbim! Karım kısır, ben de son derece kocamışken nasıl oğlum olabilir?» dedi. Allah: «Rabbin böyle buyurdu. Çünkü bu bana kolaydır, nitekim sen yokken daha önce seni yaratmıştım» dedi." İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: Hazret-i Zekeriya kendisine bir oğul ihsan etmesi için Yüce Allah'a dua edince Cebrail indi ve Hazret-i Yahya'nın müjdesini verdi. Hazret-i Zekeriya bunu duyunca kocamışlığını ve karısının kısırlığını dile getirerek: "...Rabbim! Karım kısır, ben de son derece kocamışken nasıl oğlum olabilir?" dedi. Bunun üzerine Cebrâil kuru bir dal aldı; onu Hazret-i Zekeriya'nın avucuna koydu ve: "Onu avuçlarının içinde döndür" dedi. Hazret-i Zekeriya bunu yapınca kuru dalın ucunda iki yaprak çıktı ve bu yapraklardan su damlamaya başladı. Sonra Cebrâil ona: "Bu kuru daldan yaprakları çıkaran zat, elbette ki senin sulbünden ve kısır olan karından bir oğul çıkarmaya da kadirdir" dedi. Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Munzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Bu adı daha önce kimseye vermemiştik" âyetini açıklarken: "Daha önce hiç kimseye Yahya ismini vermemiştik" demiştir. Abdurrezzâk, Ahmed Zühd'de ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...Bu adı daha önce kimseye vermemiştik" âyetini açıklarken: "Daha önce hiç kimseye Yahya ismini vermemiştik" demiştir. Ahmed Zühd'de İkrime'den aynısını zikreder. İbnu'l-Munzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Daha önce hiçbir kısır kadın onun gibi bir çocuk doğurmuş değildir" şeklinde açıklamıştır. Ahmed Zühd'de, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Munzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: "Daha önce onun gibisini yaratmış değiliz" şeklinde açıklamıştır. Ahmed Zühd'de, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Munzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) âyetini: "Daha önce onun benzerini yaratmış değiliz" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd, Atâ'dan aynısını zikreder. Buhârî'nin Târih'bildirdiğine göre Yahya b. Hallâd ez-Zurakî'nin bir oğlu olunca Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) çocuğun ağzına ezilmiş hurma koyduktan sonra: "Ona, Yahya b. Zekeriya'dan sonra hiç kimsenin kullanmadığı bir ismi koyacağım" buyurdu ve çocuğun adını Yahya koydu. Saîd b. Mansûr, Ahmed, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, İbn Cerîr, Hâkim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Meryem Sûresi'nin 8. âyetini (.....) lafzıyla mı yoksa (.....) lafzıyla mı okuduğunu bilmiyorum. İbnu'l-Enbârî el-Vakfu ve'l-İbtidâ'da ve Hâkim, Meymûn b. Mihrân'dan bildirir: Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) buyruğundaki (.....) ifadesinin anlamı nedir?" diye sorunca İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Yaşlanıp kocamış kişi anlamındadır. Şair de bu konuda: "Henüz çocuk olan kişiler mazur görülür de Uzun bir zaman yaşamış olanlar mazur görülmez" demiştir. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Munzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: "Son derece kocamış ve kemiklerim zayıf düşmüşken..." şeklinde açıklamıştır. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Munzir ve İbn Ebî Hâtim'în bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yaşının aşırı bir şekilde ilerlemiş olduğunu ifade etmiştir. Bana bildirilene göre de o zamanlar Hazret-i Zekeriya yetmiş küsur yaşındaydı." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ: (.....) âyetini: "Çok yaşlı düştüm" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini: "Çok yaşlı düşüp kocadım" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: (.....) ifadesi çocuk yapmaktan ümidini kesen, artık çocuğunun olmayacağını düşünen yaşlı kişi anlamındadır. Abdurrezzâk ve İbn Ebî Hâtim, Sevrî'den bildirir: "Bana bildirilene göre Hazret-i Zekeriya bu müjdeyi aldığında yetmiş yaşlarındaydı." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbnü'l-Mübârek: "...Rabbim! Karım kısır, ben de son derece kocamışken nasıl oğlum olabilir?" âyetini açıklarken: "O zamanlar Hazret-i Zekeriya altmış yaşındaydı" demiştir. Ramahurmuzî'nin Emsal'de bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih: "...Rabbim! Karım kısır, ben de son derece kocamışken nasıl oğlum olabilir?" âyetini açıklarken: "Hazret-i Zekeriya bunu dediğinde altmış veya altmış beş yaşındaydı" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuştur. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Yahya b. Vessâb, Meryem Sûresi'nin 8. âyetini lafzıyla, 70. âyetini ise (.....) lafzıyla okumuştur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abdullah b. Akîl bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuştur. 10Bkz. Ayet:11 11"«Rabbim! Öyleyse bana bir alamet ver» dedi. Allah: «Senin alametin, sağlam ve sıhhatli olduğun halde üç gün üç gece insanlarla konuşamamandır» buyurdu. Bunun üzerine mihraptan çıkıp milletine: «Sabah akşam Allah'ı tesbih edin» diye işarette bulundu." Abd b. Humeyd, İbnu'l-Munzir ve Hâkim'in bildirdiğine göre Nevf: "Rabbim! Öyleyse bana bir alamet ver..." âyetini açıklarken: "Benim duama icabet ettiğine dair bana bir alamet ver, anlamındadır" demiştir. "...Senin alametin, sağlam ve sıhhatli olduğun halde üç gün üç gece insanlarla konuşamamandır" âyetini açıklarken de şöyle demiştir: "Bunun üzerine Hazret-i Zekeriya'nın herhangi bir hastalık ve rahatsızlığı olmadığı halde diline mühür vuruldu ve bu şekilde insanlarla üç gün boyunca konuşamadı." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Senin alametin, sağlam ve sıhhatli olduğun halde üç gün üç gece insanlarla konuşamamandır" âyetini açıklarken: "Bunun üzerine bu yönde herhangi bir hastalığı olmadan dili tutuldu" demiştir. İbnu'l-Munzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Üç gün üç gece insanlarla konuşamamandır" âyetini açıklarken: "Dili tutulmadan üç gün üç gece insanlarla konuşmamasıdır" dermiştir. Abd b. Humeyd, İkrime ile Dahhâk'tan aynısını zikreder. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Üç gün üç gece insanlarla konuşamamandır" âyetini açıklarken: "Konuşmasına engel olacak herhangi bir hastalığı olmadan, sağlam ve sıhhatli iken konuşmamasıdır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Hazret-i Zekeriya'nın dili tutuldu ve kimseyle konuşamadı. Ancak Allah'ı tesbih edip Tevrat'ı okuyabiliyordu. İnsanlarla konuşmak istediği zaman ise bunu yapamıyordu." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Bunun üzerine mihraptan çıkıp..." âyetini açıklarken: "Burada mihraptan kasıt namazgâhıdır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Sabah akşam Allah'ı tesbih edin, diye işarette bulundu" âyetini açıklarken: "İşaretten (vahiyden) kasıt onlara bu yönde bir yazı yazmasıdır" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Sabah akşam Allah'ı tesbih edin, diye işarette bulundu" âyetini açıklarken: "Bunu yere yazarak onlara anlattı" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Sabah akşam Allah'ı tesbih edin, diye işarette bulundu" âyetini açıklarken: "İşaretten (vahiyden) kasıt, onlara bu yönde bir yazı yazmasıdır" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Nevf: "...Sabah akşam Allah'ı tesbih edin, diye işarette bulundu" âyetini açıklarken: "İşaretten (vahiyden) kasıt, onlara bu yönde bir yazı yazmasıdır" demiştir. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hakem: "...Sabah akşam Allah'ı tesbih edin, diye işarette bulundu" âyetini açıklarken: "İşaretten (vahiyden) kasıt onlara bu yönde bir yazı yazmasıdır" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Munzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: "Zekeriya onlara işaret etti" şeklinde açıklamıştır. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b: (.....) âyetini: "Zekeriya tesbih etmelerini onlara işaretle anlattı" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) âyetini: "Bunu onlara imayla anlattı" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Sabah akşam Allah'ı tesbih edin, diye işarette bulundu" âyetini açıklarken: "Sabah akşam onlara namazı emretti" demiştir. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...Sabah akşam Allah'ı tesbih edin, diye işarette bulundu" âyetini açıklarken: "Sabah akşam onlara namazı emretti" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: "...Sabah akşam Allah'ı tesbih edin, diye işarette bulundu" âyetini açıklarken: "Sabah tesbihi sabah namazı, akşam tesbihi ise ikindi namazıdır" demiştir. 12"«Yahya! Kitaba kuvvetle sarıl» dedik ve henüz çocukken ona hikmet verdik." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Yahya! Kitaba kuvvetle sarıl..." âyetini açıklarken: "Vargücünle ve ciddiyetle sarıl, anlamındadır" demiştir. "...Henüz çocukken ona hikmet verdik" âyetini açıklarken: "Hikmetten kasıt, anlayış ve kavrama gücüdür" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Yahya! Kitaba kuvvetle sarıl..." âyetini açıklarken: "İçindeki bütün farz ve emirleri yerine getir, anlamındadır" demiştir. İbnu'l-Munzir, Mâlik b. Dinar'dan bildirir: İkrime'ye: "...Henüz çocukken ona hikmet verdik" âyetini sorduğumuzda: "Verilen hikmet akıl ve anlama gücüdür" dedi. Ebû Nuaym, İbn Merdûye ve Deylemî, İbn Abbâs'tan bildirir: "...Henüz çocukken ona hikmet verdik" âyeti konusunda Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yahya'ya kavrama gücü ve ibadet henüz yedi yaşındayken verildi" buyurmuştur. Abdullah b. Ahmed Zühd'e zevâid olarak ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Henüz çocukken ona hikmet verdik" âyetini açıklarken: "Henüz üç yaşında iken verilmiştir" demiştir. Ahmed Zühd'de, İbnu'l-Munzir, İbn Ebî Hâtim, Harâitî ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ma'mer b. Râşid: "...Henüz çocukken ona hikmet verdik" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bana bildirilene göre çocuklar Yahya b. Zekeriya'ya: "Hadi gidip oynayalım" deyince, Hazret-i Yahya: "Ben oyun için yaratılmadım" karşılığını vermiştir. İşte: "...Henüz çocukken ona hikmet verdik" buyruğunda ifade edilen budur. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd, Ma'mer vasıtasıyla Katâde'den bildirir: Çocuklar Yahya b. Zekeriya'ya: "Yanımıza çık da oynayalım" deyince, Hazret-i Yahya: "Ben oyun için yaratılmadım" karşılığını verdi. Bu konuda Yüce Allah: "...Henüz çocukken ona hikmet verdik" âyetini indirdi. İbn Asâkir aynı hadisi Muâz b. Cebel'den merfû olarak rivayet etmiştir. Hâkim Târih'de Nehşel b. Sa'd vasıtasıyla Dahhâk'tan o da İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Çocuklar Yahya b. Zekeriya'ya: «Hadi gidip oynayalım» deyince, Hazret-i Yahya: «Oyun için yaratılmadık. Hadi gidip namaz kılalım» karşılığını verdi. İşte: «...Henüz çocukken ona hikmet verdik» buyruğunda ifade edilen budur." İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Henüz ihtilam görmeden önce Kur'ân'ı okuyan kişi, Yüce Allah'ın kendisine çocukken hikmet verdiği kimselerden olur" buyurmuştur. İbn Ebî Hâtim aynısını İbn Abbâs'tan mevkûf olarak rivayet eder. 13Bkz. Ayet:15 14Bkz. Ayet:15 15"Tarafımızdan ona kalp yumuşaklığı ve temizlik de verdik. O, çok sakınan bir kimse idî. Ana-babasına çok iyi davranırdı o, isyankâr bîr zorba değildi. Doğduğu gün, öleceği gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağı gün ona selam Olsun!" Abdurrezzâk, Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Munzir, İbn Ebî Hâtim, Zeccâcî Âmâlî'de, Hâkim ve Beyhakî el-Esmâ ve's- Sifât'da İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesi konusunda: "Ne anlama geldiğini kesin olarak bilmiyorum ama sanırım Yüce Allah'ın kuluna karşı olan şefkat ve rahmeti anlamına gelmektedir" demiştir. İbn Cerîr, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: "İbn Abbâs'a: (.....) ifadesinin anlamını sorduğumda herhangi bir şey söylemedi." İbnu'l-Munzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ali b. Ebî Talha vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Tarafımızdan bir rahmet verdik" şeklinde açıklamıştır. Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyeti ne anlama gelmektedir?" diye sorunca İbn Abbâs: "Tarafımızdan bir şefkat, anlamındadır" karşılığını verdi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca da İbn Abbâs şöyle dedi: "Evet, bilirler. Tarafe b. el-Abd'in: Ebû Münzir! Şefkatinden az bize de bırak Zira bazılarımızın durumu diğerlerinden daha iyi olabilir" sözünü İşitmedin mi?" Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "Rabbinin ona olan şefkatidir" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini: "Tarafımızdan bir rahmet verdik" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Rabî': (.....) âyetini açıklarken: "Ona, bizden başka hiç kimsenin veremeyeceği bir rahmet verdik" demiştir. Hakîm et-Tirmizî'nin bildirdiğine göre Ma'bed el-Cühenî: (.....) âyetini açıklarken: "Âyette zikredilen 'henân' sevilmek anlamındadır" demiştir. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "Katımızdan bir rahmet ve sadaka verdik" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini bereket olarak açıklamıştır. (.....) âyetini açıklarken de: "Temizlendiği için hiçbir günaha bulaşmadı" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân b. Uyeyne'ye: (.....) âyetinin anlamı sorulunca: "Hiçbir günaha bulaşmamış ve böylesi bir şeye kalkışmamıştır, anlamındadır" dedi. Abdurrezzâk, Ahmed Zühd'de, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Munzir'in bildirdiğine göre Katâde: "...O, isyankâr bir zorba değildi" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yahya b. Zekeriya dışında, kıyamet gününde Allah'ın huzuruna günahsız bir şekilde çıkan olmaz" buyurdu. Katâde der ki: Hasan'ın bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yahya b. Zekeriya asla bir günah işlememiş ve hiçbir kadınla ilişkiyi düşünmemiştir" buyurmuştur. İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bu, Rabbinin kulu Zekeriya'ya olan rahmetini anmadır. O Rabbine içinden yalvarmıştı. Şöyle demişti: "Rabbim! Gerçekten kemiklerim zayıfladı, saçlarım ağardı. Rabbim! Sana yalvarmakla şimdiye kadar bedbaht olup bir şeyden mahrum kalmadım. Doğrusu ben, arkamdan iş başına geçecek olan yakınlarımdan endişe ediyorum. Karım da kısırdır. Tarafından bana bir veli ver. Ki bana ve Yakub oğullarına mirasçı olsun. Rabbim! Onun, rızanı kazanmasını da sağla. Allah: «Ey Zekeriya! Sana, Yahya isminde bir oğlanı müjdeliyoruz. Bu adı daha önce kimseye vermemiştik» buyurdu. Zekeriya: «Rabbim! Karım kısır, ben de son derece kocamışken nasıl oğlum olabilir?» dedi. Allah: «Rabbin böyle buyurdu. Çünkü bu bana kolaydır, nitekim sen yokken daha önce seni yaratmıştım» dedi. Rabbim! Öyleyse bana bir alamet ver" dedi. Allah: «Senin alametin, sağlam ve sıhhatli olduğun halde üç gün üç gece insanlarla konuşamamandır» buyurdu. Bunun üzerine mihraptan çıkıp milletine: «Sabah akşam Allah'ı tesbih edin» diye işarette bulundu. «Yahya! Kitaba kuvvetle sarıl» dedik ve henüz çocukken ona hikmet verdik. Tarafımızdan ona kalp yumuşaklığı ve temizlik de verdik. O, çok sakınan bir kimse idi. Ana-babasına çok iyi davranırdı o, isyankâr bir zorba değildi. Doğduğu gün, öleceği gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağı gün ona selam olsun!"' âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: Bu, Yüce Allah'ın dua eden Zekeriya'yı rahmeti ile anmasıdır. Zira Zekeriya gece vakti kimsenin duymayacağı, sadece kendisinin duyacağı kısık bir sesle Rabbine dua ederken şöyle dedi: "Rabbim! Kemiklerim zayıflayıp saçlarıma aklar düştü. Şimdiye kadar ettiğim hiçbir duayı karşılıksız bırakmadın ki bundan sonra karşılıksız bırakasın. Daha önce ettiğim dualardan yana nasıl bedbaht olmadımsa bundan sonra edeceğim dualar konusunda da bedbaht olmayacağım. Zira beni, dualarıma karşılık vermeye alıştırdın. Benden sonra bana varis olacak bir çocuğumun olmamasından ve yakınlarımın bana mirasçı olmasından korkuyorum. Onun için katından bana bir oğul ihsan et. Hem mabedime, âsama, kurban pelerinime ve vahyi yazdığım kalemime hem de Yakup oğullarının nübüvvetine mirasçı olsun. İhsan edeceğin bu oğul da rızan için çalışan ve salih amellerde bulunan biri oîsun." Yüce Allah da onun bu duasına icabet etti. O zamanlarda da Zekeriya ile karısı yaşlı kişilerdi. Zekeriya namazgâhında kurbanı kestiği yerde namaza durmuşken beyazlar içinde Cebrail yanına geldi ve: "Ey Zekeriya! Yüce Allah sana Yahya adında bir oğulu müjdeliyor" dedi. Yahya da Allah'ın isimlerinden biridir ve "Yâ Hayy" isminden türemiştir. Yüce Allah, Arş'ının üzerinde ona bu ismi vermiştir. Cebrail devamen: "Daha önce de hiç kimseye böylesi bir isim verilmedi" dedi. Bu âyetin benzeri: "Sen O'nun için hiçbir nazir bilir misin?"âyetidir. Yani O'nun oğlu yoktur ki Zekeriya'nın da önceden oğlu yoktu. Daha önce Yahya ismini kullanan hiç kimse de olmamıştı. Yüce Allah, Sârre'ye Hazret-i İshak'ı ihsan ettiğinde Sârre'nin adı Yasâre idi. Yasâre de kısır olup çocuk doğurmayan kadınlara verilen bir isimdi. Sârre ise kısır olmayan doğurgan olan kadınlara verilen bir isimdir. Hazret-i İshak'ın doğumundan sonra Yüce Allah onun adını Sârre olarak değiştir. Daha önceki adı olan Yasâre'nin başında ki 'Yâ' harfini, 'Hayy' isminin başına getirdi ve bu şekilde Zekeriya'nın oğluna Yahya ismini koydu. Böylesi bir müjdeyi işiten Zekeriya kısır olan karısının çocuk doğuramayacağından endişe ettiği için: "Rabbim! Karım kısır iken nasıl oğlum olabilir?" dedi. Cebrâil: "Rabbin böyle diledi!" karşılığını verdi. Yüce Allah da ona: "Bu benim için pek kolay bir şeydir. Yahya'yı henüz sana ihsan etmemişken ve sen yokken nasıl seni yarattıysam aynı şekilde kocamış biri ile kısır birine çocuk ihsan ederim" buyurdu. Hemen İblis yanına gelip: "Ey Zekeriya! Sen ki gizlice dua ettin. Oysa duana ince bir sesle icabet edildi ve yüksek bir sesle de sana oğul müjdesi verildi. Bu ses Cebrail'in sesi veya Allah'ın katından gelen bir ses değil Şeytanın sesidir" diyerek ona vesvese verdi. Zekeriya: "Rabbim! Bana bir alamet ver ki bu müjdenin senin katından olduğunu bileyim" deyince, Yüce Allah: "Senin alametin, dilsiz ve hasta olmadığın halde insanlarla üç gün boyunca konuşamamandır" buyurdu. Sonrasında Zekeriya'nın karısı hayız gördü. Temizlenince Zekeriya onunla birlikte oldu ve bu birliktelikten hamile kaldı. Sabah olduğunda da artık konuşamaz hale geldi. Tesbih edip namaz kılacağı zaman Yüce Allah onun dilini çözüyor, insanlarla konuşmak istediği zaman ise dili tutuluyor ve konuşamıyordu. Bu da, kendisine oğul müjdesi verildiği zaman sesin Allah dışında birinden geldiğinden endişe edip: "Nasıl oğlum olabilir?" demesinin bir cezasıydı. Daha sonra namaz kıldığı namazgâhından dışarıya kavminin yanına çıktı ve "Sabah ile ikindi vakitlerinde namaz kılın" şeklinde yazdığı bir yazıyı işaretle onlara gösterdi. Yüce Allah'ın müjdelediği gibi takvalı ve salih bir peygamber olarak Yahya dünyaya geldi. Yahya'ya da kitaba sımsıkı sarılıp içindekileri yerine getirmesi, onunla amel etmesi, bu yönde çalışıp şükretmesi emredildi. Yahya'ya henüz küçükken de hikmet verilmişti. Zira akranı olan ve sahilde çamur ile suyla oynayan çocuklarla karşılaşınca: "Ey Yahya! Gel de birlikte oynayalım" demişler, Yahya ise: "Sübhânallah! Biz oyun için mi yaratıldık!" karşılığını vermişti. Aynı şekilde Yahya sevgi, şefkat sahibi kılındı ve Zekeriya'ya sadaka olarak verildi. Yahya temiz kalpli ve Allah'a itaatkâr birisiydi. Anne babasına karşı çıkmaz, onlara iyilikle muamele ederdi. Yüce Allah'ın haram kıldığı cana da asla kıymazdı. Rabbine karşı asi birisi değildi. Yüce Allah doğduğu, öleceği ve diriltileceği günde ona esenlik ihsan etmiştir. İbn Ebî Hâtim, Abdurrahman b. Kâsım vasıtasıyla Mâlik'ten bildirir: Bana bildirilene göre İsa b. Meryem ile Yahya b. Zekeriya teyze çocuklarıydı ve anneleri onlara aynı zamanda hamile kalmışlardı. Yine bana bildirilene göre Hazret-i Yahya'nın annesi Hazret-i Meryem'e: "Rüyamda karnımdakinin senin karnında bulunana secde ettiğini görüyorum" demiştir. Sanırım bu da Yüce Allah'ın Hazret-i İsa'yı diğerinden daha üstün kılmasından olayıdır. Zira Hazret-i İsa'yı ölüleri diriltir, körlerin gözlerini açar ve alaca hastalarını iyileştirirdi. Hazret-i Yahya da yerin bitirdiklerinden başka bir yiyeceği olmazdı. Allah korkusundan dolayı öyle ağlardı ki şayet yanağına katran konulsaydı onu eritirdi. Hazret-i Yahya'nın ağlamaktan yüzünde yarıklar açılmıştı. İbnu'l-Munzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Huzeyme, Dârakutnî el-Efrâd'da, Ebû Nasr es-Siczî el-lbâne'de, Taberânî ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescidi'nde bir halkada oturmuş peygamberleri konuşuyorduk. Hazret-i Nûh'un çokça ve uzunca yaptığı ibadetlerini, Hazret-i İbrâhîm'i, Hazret-i İsa'yı ve Resülullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) zikredip müzakere ettik. Bu sırada Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza çıktı ve: "Aranızda neyi müzakere ediyorsunuz?" diye sordu. Konuştuğumuz konuyu ona söylediğimizde şöyle buyurdu: "Hiç kimse Yahya b. Zekeriya'dan daha hayırlı olamaz. Yüce Allah'ın Kur'ân'da onu: «Yahya! Kitaba kuvvetle sarıl" dedik ve henüz çocukken ona hikmet verdik. Tarafımızdan ona kalp yumuşaklığı ve temizlik de verdik. O, çok sakınan bir kimse idi»" şeklinde vasıflandırdığını görmez misiniz? Yahya asla bir kötülük yapmamış ve yapmayı da düşünmemiştir," İbn Asâkir, İbn Şihâb'dan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün peygamberlerin fazilet ve üstünlüklerini müzakere eden ashâbının yanına çıktı. Biri: "Yüce Allah, Mûsa ile bizzat konuştu" dedi. Biri: "İsa, Yüce Allah'ın ruhu ve kelimesi'dir" dedi. Bir başkası da: "İbrâhîm Halîlullah'tır" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şehit oğlu şehit olan, kıldan giysiler giyen, günaha karışma korkusuyla sadece yerin bitir dikler iyle beslenen Yahya b. Zekeriya'yı neden zikretmiyorsunuz?" buyurdu. Ahmed, Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usûl'de, Hâkim ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yahya b. Zekeriya dışında Âdem oğulları içinde günah işlemeyen veya onu işlemeyi düşünmeyen hiç kimse yoktur. Yahya b. Zekeriya ise ne bir günah işlemiş, ne de işlemeyi düşünmüştür." İbn İshâk, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in Amr b. el-Âs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyamet gününde insanlardan her biri huzura bir günaha bulaşmış olarak çıkar. Yahya b. Zekeriya hariç! O günahsız bir şekilde huzura çıkar" buyurmuştur. Ahmed Zühd'de ve İbn Asâkir'in Yahya b. Ca'de'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Hiç kimsenin: «Ben Yahya b. Zekeriya'dan daha hayırlıyım!» deme hakkı yoktur. Zira ne bir günaha bulaşmış, ne de bir kadını aklına getirmiştir. İbn Asâkir'in Damra b. Habîb'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Bir kadından dünyaya gelmiş olan hiç kimsenin: "«Ben Yahya b. Zekeriya'dan daha hayırlıyım!» deme hakkı yoktur. Zira Yahya b. Zekeriya ne bir hataya bulaşmış, ne de bulaşmayı düşünmüştür. İbn Asâkir'in Ali b. Ebî Talha'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bir kadının rahmine düşmüş olan hiç kimsenin: «Ben Yahya b. Zekeriya'dan daha hayırlıyım!» deme hakkı yoktur. Zira Yahya b. Zekeriya ne bir hataya bulaşmış, ne de bulaşmayı düşünmüştür." Abdurrezzâk, Ahmed Zühd'de, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Hazret-i İsa ile Hazret-i Yahya karşılaşında Hazret-i Yahya Hazret-i İsa'ya: "Sen benden üstünsün, bana bağışlama dile" dedi. Hazret-i İsa da: "Aksine sen benden üstünsün. Yüce Allah'tan sana selamet diliyorum. Allah bana da selamet versin" karşılığını verdi. Vallahi Hazret-i İsa daha üstün olanın diğerine bağışlanma dilemesi gerektiğini bilmiştir. Ahmed, Ebû Ya'lâ, İbn Hibbân, Taberânî, Hâkim ve Diyâ'nın Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hasan ile Hüseyin, teyze oğulları olan İsa b. Meryem ile Yahya b. Zekeriya dışındaki Cennet gençlerinin efendileridir" buyurmuştur. Hâkim, Semure vasıtasıyla Ka'b'dan bildirir: "Hazret-i Yahya kadınlara yaklaşmaz ve canı kadın çekmezdi. Güzel yüzlü, yumuşak tenli, seyrek saçlı, kısa parmaklı, uzun burunlu, bitişik kaşlı, ince sesli, çok ibadet eden ve Allah'a itaatta azimli bir gençti." Beyhakî Şuab'da ve İbn Asâkir, Ubey b. Ka'b'dan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Dünyanın Allah katında değersizliğini gösteren şeylerden biri de Yahya b. Zekeriya'yı bir kadının öldürmüş olmasıdır" buyurduğunu işittim. Hâkim, Abdullah b. ez-Zübeyr'den bildirir: "İmtihan ve belayı inkar edenler varsa da ben inkar etmem. Zira bana söylendiğine göre Yahya b. Zekeriya bir fahişe yüzünden öldürülmüştür." İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, Yâkub el-Kûfî kanalıyla, Amr b. Meymûn'dan, o da babasından, o da İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) İsra gecesi götürüldüğünde semada Hz Zekeriya'yı gördü. Ona: "Ey Yahya'nın babası! Nasıl öldürüldüğünü ve İsrail oğullarının seni neden öldürmek istediklerini anlat" deyince, Hazret-i Zekeriya şöyle dedi: "Ey Muhammed! Oğlum Yahya zamanının en hayırlı, en güzel ve en güler yüzlü kişisiydi. Yüce Allah'ın da belirttiği gibi "...Bir efendi, nefsine hakim..."' birisiydi. Kadınlara da ihtiyaç duymazdı. İsrail oğullarının kralının zinakâr olan karısı bir defasında onunla birlikte olmak istedi ve onu yanına çağırttı. Ancak Yüce Allah, Yahya'yı bu işten korudu ve kadınla birlikte olmaktan uzak durdu. Kralın karısı bu şekilde reddedilince de onu öldürmeye karar verdi. O zamanlar İsrail oğullarının her yıl toplanıp kutladıkları bir bayramları vardı. Bu bayramda adet üzere kral sözler verir, ancak verdiği bu sözleri bozmaz ve yalan söylemezdi. Kral bayramda insanların arasına çıkınca karısı kalkıp ona refakat etti ki daha önce ona hiç refakat etmemişti. Kral da bu karısından hoşlanır ve onu severdi. Karısı ona bu şekilde refakat edince kral ona: "İste! Bu gün benden istediğin şeyi sana vereceğim" dedi. Karısı ona: "Yahya b. Zekeriya'nın kanını istiyorum" karşılığını verdi. Kral: "Benden bundan başka bir şey iste" deyince, karısı: "Sadece bunu istiyorum" karşılığını verdi. Kral da: "Bu isteğin yerine getirilecek" dedi. Sonrasında kral korumalarını Yahya'ya gönderdi. Yahya namazgâhında namaz kılıyordu. Ben de yanında durmuş namaz kılıyordum. Gelen korumalar bir leğenin içinde Yahya'yı kesip öldürdüler, kanı ile başını da kralın karısına götürdüler." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Zekeriya'ya: "Buna karşı sabrın nasıldı?" diye sorunca, Hazret-i Zekeriya şöyle dedi: "Onu keserlerken ben namazımı bozmayıp kılmaya devam ettim. Yahya'nın kesilen başı götürülüp kralın karısının önüne konuldu. O günün akşamında da Yüce Allah kralı, ailesini ve çevresinde bulunanları yerin dibine geçirdi. Sabah olunca İsrail oğulları: "Zekeriya'nın ilahı Zekeriya'ya öfkelendi. Gelin biz de kralın adına Zekeriya'ya öfke duyalım ve onu öldürelim" demeye başladılar. Sonrasında beni öldürmek üzere aramaya çıktılar. Ancak elçi gelip durumu bana bildirince onlardan kaçtım. İblis de yerimi göstermek üzere İsrail oğullarının önünde gidiyordu. Onlardan kurtulamayacağımı anladığımda bir ağaç önüme çıktı ve: "Bana doğru gel" diye seslendi. Gövdesi yarılınca da ağacın içine girdim. Ağacın gövdesi kapanmadan İblis giysimin ucundan tutabildi. Ağacın gövdesini kapatınca giysim gövdenin dışında kaldı. İsrail oğulları yetişince İblis onlara: "Bu ağacın içine girdiğini görmüyor musunuz? Giysisinin ucu da işte elimdedir. Sihir yaparak ağacın içine girdi" dedi. İsrail oğulları: "Ağacı yakalım" dediklerinde, İblis: "Ağacı testere ile keselim" karşılığını verdi. Bu şekilde de testereyle beni kestiler." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Zekeriya! Testerenin sana değdiğini veya bir acı hissettin mi?" diye sorunca, Hazret-i Zekeriya: "Hayır, hissetmedim! Testereyi ve acıyı hisseden o ağaç oldu, zira Yüce Allah ruhumu ağaca verdi" dedi. İbn Asâkir, Vehb b. Münebbih'ten bildirir: Hazret-i Zekeriya kaçıp da ağacın içine girdiğinde İsrail oğulları testereyi ağaca dayadılar ve ağacı ikiye biçtiler. Testere Hazret-i Zekeriya'nın sırtına değince inledi. Bunun üzerine Yüce Allah ona: "Ey Zekeriya! Ya inlemekten vazgeçersin ya da yeryüzünü içindekilerle birlikte ters yüz ederiz!" diye vahyetti. Hazret-i Zekeriya da iki parçaya kesilene kadar susup sesini çıkarmadı. Ahmed Zühd'de ve İbn Asâkir, Yezîd b. Meysere'den bildirir: Yayha b. Zekeriya'nın yiyeceği çekirge ile yaban balıydı. Bundan dolayı da: "Ey Yahya! Senden daha bol nimetler içinde olanı var mı ki? Zira çekirge ile bal yiyorsun" derdi. İbn Ebî Şeybe, Ahmed Zühd'de ve İbn Asâkir, Ebû İdrîs el-Havlânî'den bildirir: "Yahya b. Zekeriya, yaşam ve geçimlerinde diğer insanlara karışmak çekincesiyle yabani hayvanlar gibi kırlardan beslenirdi." Mâlik, İbnu'l-Mübârek, Ahmed Zühd'de ve Ebû Nuaym, Mücâhid'den bildirir: "Yahya b. Zekeriya'nın yiyeceği yabani otlardı. Allah korkusuyla öyle bir ağlardı ki gözlerine zift konulsa onu yakabilirdi. Yüzünde de gözyaşlarından dolayı yarıklar oluşmuştu." İbn Asâkir, Yunus b. Meysere'den bildirir: Yahya b. Zekeriya bir dinar görünce: "Allah bu yüzünü çirkin kılsın ey dinar! Ey kulların kulu! Ey özgürleri kul eden!" dedi. Beyhakî Şuabu'l-îman'da ve İbn Asâkir, Mücâhid'den bildirir: Yahya b. Zekeriya, Rabbine: "Ey Rabbim! Beni insanların dillerinden koru. Benim hakkımda hayırdan başka bir şey demesinler!" diye bir istekte bulununca Yüce Allah ona: "Ey Yahya! Böyle bir şeyi kendim için bile yapmamışken senin için nasıl yapayım" diye vahyetti. Ahmed, Beyhakî Şuabu'l-îman'da ve İbn Asâkir, Sâbit el-Bünânî'den bildirir: Bize bildirilene göre İblis, Yahya b. Zekeriya'ya görününce, Yahya onun üzerinde her bir şeyin asılı olduğunu gördü. Ona: "Bunlar da ne?" diye sorunca, İblis: "Bunlar insanoğlunu kandırıp saptırmak için kullandığım arzulardır" dedi. Hazret-i Yahya: "Bunlar içinde benim için de bir şeyler var mı?" diye sorunca, İblis: "Hayır!" karşılığını verdi. Hazret-i Yahya: "Peki içlerinde beni de düşürdüğün bir şeyler var mı?" diye sorunca, İblis: "Doyduğun zaman namaz ile zikre karşı seni tembel ve yavaş kıldığımız olmuştur" karşılığını verdi. Hazret-i Yahya: "Bundan başkası var mı?" diye sorunca, İblis: "Hayır!" karşılığını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Yahya: "Bundan sonra asla tok olmayacağım!" dedi. İbn Asâkir, Ali b. Zeyd b. Cud'ân vasıtasıyla Ali b. Hüseyn'den, o da Hüseyn b. Ali'den bildirir: Kralın biri geride karısı ile kızını bırakarak öldü. Krallığına kardeşi varis oldu. Yeni kral kardeşinin karısıyla evlenmek istedi ve bunu Yahya b. Zekeriya'ya danıştı. Zira o zamanlar krallar peygamberlerin emirleri doğrultusunda hareket ederlerdi. Hazret-i Yahya da ona: "Onunla evlenme, zira kadın zinakâr biri" karşılığını verdi. Kadın Hazret-i Yahya'nın bu sözünden haberdar olunca: "Yahya ya öldürülecek ya da bu krallıktan çıkarılacak!" dedi. Sonrasında kadın kızını iyice süsledi ve şöyle dedi: "Amcan ülkenin ileri gelenlerinin başında bulunduğu sırada yanına git. Seni böyle görünce yanına çağırıp kucağında oturtacak ve: "Ne isteğin varsa benden iste. Zira benden istediğin şeyi yerine getireceğim" diyecek. Böyle dediği zaman sen: "Yahya'nın başından başka senden bir şey istemiyorum" de." O zamanlar krallar ülkenin ileri gelenlerinin yanında bir şeylerin sözünü verdiği zaman o sözü yerine getirmeleri gerekiyordu. Aksi halde krallık ellerinden alınırdı. Kral kızın bu isteği üzerine Hazret-i Yahya'yı öldürmekten dolayı maruz kalacağı ölüm ile krallığın elinden alınması sonucu maruz kalacağı ölümü düşünmeye başladı. Sonunda krallığı tercih edip Hazret-i Yahya'yı öldürttü. Onu öldürünce de bölge ahalisiyle birlikte yerin dibine geçirildi. Ravi İbn Cud'ân der ki: Bu rivayeti İbnu'l-Müseyyeb'e aktardığımda bana: "Ali, Hazret-i Zekeriya'nın nasıl öldürüldüğünü de anlatmadı mı?" diye sordu. "Hayır, anlatmadı" karşılığını verdiğimde de şöyle dedi: "Hazret-i Zekeriya, oğlu Hazret-i Yahya öldürülünce kaçmaya başladı. İsrail oğulları da peşine düştüler. Büyük gövdesi bulunan bir ağacın yanına geldiğinde ağaç onu kendisine çağırdı. Hazret-i Zekeriya gelince de ağaç onu içine alıp sakladı. Ancak giysisinin püskülü dışarıda kaldı ve rüzgarda sallanmaya başladı. İsrail oğulları ağacın yanına vardıklarında ağaçtan itibaren izlerin kesildiğini gördüler. Ağaçtaki püskülü görünce de testere getirdiler ve ağaçla birlikte Hazret-i Zekeriya'yı ikiye biçtiler." İbn Asâkir, İbn Ömer'den bildirir: Hazret-i Yahya'yı öldürten kadın babasından kalan krallığın başına geçen bir kadındı. Kadın yatağındayken Hazret-i Yahya'nın kesik başı getirilince yere: "Kadını içine al!" denildi. Bunun üzerine yer yatağıyla birlikte kadını içine aldı. İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, Abdullah b. ez-Zübeyr'den bildirir: Kralın biri kardeşinin kızıyla evlenmek istedi ve bu konuda Yahya b. Zekeriya'ya danıştı. Hazret-i Yahya: "Kadın sana helal olmaz" karşılığını verdi. Bunun üzerine kız onu öldürmeyi istedi ve birilerini göndererek namazgâhında namaz kılan Hazret-i Yahya'yı öldürttü. Başı da kesilip krala getirildi. Ancak kralın önünde duran kesik baş da: "İstediğin şey sana helal değildir" demeye başladı. İbn Asâkir, İbn Şevzeb'den bildirir: Yahya b. Zekeriya gelip de başını kesmek isteyen adama: "Benim bir peygamber olduğumu bilmiyor musun?" diye sorunca, adam: "Biliyorum, ama emir kuluyum" karşılığını verdi. Hâkim ve İbn Asâkir, İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah, Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yahya b. Zekeriya'nın öldürülmesine karşılık yetmiş bin kişiyi öldürdüm. Kızının oğlunun öldürülmesine karşılık ise yüz kırk bin kişiyi öldüreceğim" diye vahyetti. İbn Asâkir, Şimr b. Atiyye'den bildirir: "Beytü'l-Makdis'teki kayanın üzerinde yetmiş bin peygamber öldürüldü. Bunlardan biri de Yahya b. Zekeriya idi." İbn Asâkir, Kurra'dan bildirir: "Gökyüzü Yahya b. Zekeriya ile Hüseyn b. Ali dışında hiç kimsenin ölümüne ağlamış değildir. Göğün kırmızılığı da onun ağlaması demektir." Ahmed Zühd'de Hâlid b. Sâbit er-Rabeî'den bildirir: İsrail oğullarının günahkârları Yahya b. Zekeriya'yı öldürünce, Yüce Allah onlardan bir peygambere, İsrail oğullarına iletmesi için şöyle vahyetti: "Daha ne zamana kadar bu şekilde cüret edip bana isyan edecek ve elçilerimi öldüreceksiniz? Sizler bu şekilde cüretkâr davranıp bana isyan ederken daha ne zamana kadar bir tavuğun yavrularını himaye etmesi gibi sizleri himaye edip koruyacağım? Dikkat edin de Yahya b. Zekeriya'nın kanı ile insanlar arasında dökülen her bir damla kandan sizleri sorumlu tutmayayım! Dikkat edin de sizlerden yüz çevirmeyeyim, zira sizlerden yüz çevirirsem kıyamet gününe kadar bir daha dönüp de sizlere bakmam!" Ahmed, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Hazret-i Yahya öldürüldüğü zaman arkadaşlarından biri diğerine: "Bana Yahya'nın gömleğini gönder de onu koklayayım" dedi. Arkadaşı ona gömleği gönderince, gömleğin enine ve boyuna işlenen iplerinin liften olduğunu gördü. Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usûl'de Yunus b. Ubeyd'den bildirir: Bize bildirilene göre ahalisine zulmedip haklarına tecavüz eden bir kral vardı. Bir gün kentin ahalisi onunla savaşmak üzere bir araya geldiler. "Allah'ın peygamberi Zekeriya aramızda, gidip bu konuda ona danışalım" deyip Hazret-i Zekeriya'nın evine gittiler. Eve vardıklarında güzelliğiyle evi aydınlatan bir kadınla karşılaştılar. Ona: "Sen kimsin?" diye sorduklarında, kadın: "Ben Zekeriya'nın hanımıyım" karşılığını verdi. Bunun üzerine kendi aralarında: "Biz Allah'ın peygamberi Zekeriya'yı dünyadan yüz çevirmiş biri olarak bilirdik. Oysa kendine çok güzel bir kadın almış" demeye başladılar. Sonra kadına: "Zekeriya nerede?" diye sorunca, kadın: "Filan kişilerin bahçesinde çalışıyor" dedi. Söz konusu bahçeye gittiklerinde Hazret-i Zekeriya'nın ücretle bahçe sahiplerinin yanında çalıştığını gördüler. Öğle yemeği vakti geldiğinde Hazret-i Zekeriya iki ekmeği yanına aldı ve yanına gelenlerden kimseleri davet etmeden onları yedi. Yemekten sonra kalkıp işine devam etti. İşini bitirdikten sonra terliklerini, küreğini ve giysisini omzuna alıp yanlarına geldi ve: "Ne istiyorsunuz?" diye sordu. "Bir iş için sana geldik, ancak gördüğümüz şeyler yüzünden neredeyse vazgeçiyorduk" karşılığını verdiler. Hazret-i Zekeriya: "Söyleyin" deyince: "Evine geldiğimizde çok güzel bir kadınla karşılaştık. Oysa biz Allah'ın peygamberinin dünya peşinde olabileceğini düşünmüyorduk" karşılığını verdiler. Hazret-i Zekeriya da: "Ben çok güzel bir kadınla gözlerimi haramdan sakınmak ve iffetimi koruyup zinaya bulaşmamak için evlendim" diyerek bu sözlerini boşa çıkardı. Sonra: "Bunun yanında iki ekmeği tek başına yiyip bizleri davet etmediğini de gördük" dediler. Hazret-i Zekeriya da: "Bunlar beni ücret karşılığında bir iş için tuttular. Bu iş karşısında zayıf düşmek istemedim. Ayrıca şayet benimle birlikte yeseydiniz bu iki ekmek ne size, ne de bana yeterdi" diyerek bu sözlerini boşa çıkardı. Sonra: "Ayrıca terliklerini, küreğini ve giysini de omuzuna aldığını gördük" dediklerinde, Hazret-i Zekeriya: "Bu yeni bir arazidir. Bu arazinin toprağının da başka bir araziye taşınmasını istemedim" diyerek bu sözlerini de boşa çıkardı. Onlar: "Bizim kralımız haklarımıza tecavüz edip bizlere zulmediyor. Biz de onunla savaşma kararı aldık" dediklerinde, Hazret-i Zekeriya: "Ey insanlar! Bunu yapmayın! Zira bir dağı kökünden sökmek henüz zamanı gelmeyen bir kralı yerinden etmekten daha kolaydır" karşılığını verdi. 16"Kîtap'ta Meryem'i de an. Hani o, ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Hani o, ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti" âyetini açıklarken: "Tek başına doğu tarafında tenha bir vadiye çekilmişti" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Hani o, ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti" âyetini açıklarken: "Kimselerin göremeyeceği şekilde güneş tarafından gölgelendiği bir yere çekilmişti" demiştir. Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Meryem'in ailesinden ayrılarak doğu tarafına bir yere çekilmesi dolayısıyla Hıristiyanlar doğu tarafını kıble edinmişlerdir. Hazret-i İsa'nın doğum yerini kendilerini kıble edinmişlerdir. Yahudiler de dağ onların üzerine düşecek gibi olduğu zaman korku içinde yana doğru çekilerek ve dağa bakarak namaz kılmaya başlamışlardı. Bu korku içinde Yüce Allah'ın razı olacağı şekilde secde etmişlerdir ki sonradan dağa doğru namaz kılmayı adet edinmişlerdir." İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Önceleri Ehl-i Kitâb Kâbe'ye doğru namaz kılar ve orayı haccederlerdi. Bundan vazgeçmelerinin sebebi Yüce Allah'ın: "...Hani o, ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti" âyetinde zikrettiği gibi Hazret-i Meryem'in doğu tarafına bir yere çekilmesidir. Bundan sonra güneşin doğduğu yer olan doğu tarafına namaz kılmaya başlamışlardır. İbn Asâkir, Davud b. Ebî Hind vasıtasıyla Saîd b. Cübeyr'den, o da İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Meryem buluğ çağına erdikten sonra bir defasında ailesinden ayrı bir evdeyken yanına izin istemeden bir adam (Cebrail) girdi. Hazret-i Meryem ona saldırır endişesiyle korktu ve: "Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen, senden Rahman'a sığınırım" dedi. Adam: "Ben ancak Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir çocuk bağışlamak için gönderildim" karşılığını verdi. Hazret-i Meryem: "Bana hiçbir insan dokunmadığı ve iffetsiz bir kadın olmadığım hâlde, benim nasıl çocuğum olabilir?" diye sorunca, adam: "Evet, öyle. Rabbin diyor ki: O benim için çok kolaydır. Onu insanlara bir mucize, katımızdan bir rahmet kılmak için böyle takdir ettik. Bu, zaten (ezelde) hükme bağlanmış bir iştir" karşılığını verdi. Sonrasında Cebrail aynı şeyleri dedikçe Hazret-i Meryem de: "Bana hiçbir insan dokunmadığı ve iffetsiz bir kadın olmadığım hâlde, benim nasıl çocuğum olabilir?" diye soruyordu. Daha sonra Cebrâil onun üzerine eğildi. Gömleğinin yakasının içine üfledikten sonra üzerinden çekildi. Çekildikten sonra da Hazret-i Meryem hamile kaldı. Hazret-i Meryem'in hamileliği devam ederken: "Şayet batıya doğru çıkarsam insanlar oraya dönerek namaz kıldıkları için beni görebilirler. Kimselerin beni görmemesi için doğu tarafına çıkayım" dedi ve doğuya doğru çıkıp gitti. Bu şekilde yol alırken doğum sancıları başladı. Saklanıp görünmemek için bir yer aradı, ancak hurma ağacının gövdesinden başka bir şey bulamadı. "Bu hurma ağacının arkasına saklanarak insanların beni görmelerinden kurtulurum" dedi. Ağacın altından da bir nehir akıyordu. Hurma ağacının arkasına geçti ve doğumu yaptı. Hazret-i İsa doğunca Yüce Allah dışında doğuda ve batıda ne varsa ona hürmeten secdeye kapandı. Bunun gören İblis endişeye kapıldı ve ne olduğunu anlamak için yüksek bir yere çıkıp etrafa baktı. Ancak olağan dışı bir şey göremedi. Doğuya gitti, olağan dışı bir şey göremedi. Yerin altına girip baktı, yine olağan dışı bir şey göremedi. Artık bir şey göremeyene kadar yerin altında derinlere indi. Daha sonra batıya gitti. Yine olağan dışı bir şey göremedi. Bu şekilde dolaşıp dururken o hurma ağacının yanından geçti. Orada bir kadın ve yeni doğmuş oğlunu gördü. Melekler de ağaçla birlikte anne ve oğlunu kuşatmış çevrelerini sarmışlardı. İblis bunu görünce: "İşte ne olduysa burada oldu!" dedi ve yanlarına doğru yöneldi. Onlara: "Burada ne oldu?" diye sorunca, melekler: "Bir erkek (baba) olmadan bir peygamber doğdu" karşılığını verdiler. Bunun üzerine İblis: "Vallahi bununla insanlardan birçoğunu saptıracağım!" dedi. Onunla Yahudileri saptırınca Yahudiler onu inkar ettiler. Hıristiyanları saptırınca: "İsa, Allah'ın oğludur" demeye başladılar. Daha sonra bir melek ağacın altından Hazret-i Meryem'e: "...Rabbin, senin altından bir ırmak akıttı'" diye seslendi. İblis de: "Şimdiye kadar haberim olmadan hiçbir kadın hamile kalmadı. Her bir kadın da eliminde için doğumunu yaptı. Ancak bu çocuğa annesi ne zaman hamile kaldı ve ne zaman onu doğurdu hiç haberim olmadı" dedi. Hâkim, Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'da ve İbn Asâkir, Süddî vasıtasıyla Ebû Mâlik'ten, o da İbn Abbâs'tan; yine Murra vasıtasıyla İbn Mes'ûd'dan bildirir: Hazret-i Meryem hayız olunca mihrabından ayrılıp bir kenara gitti. Hayızlık dönemi bitip de temizlendiği zaman "...O, kendisine tastamam bir insan şeklinde göründü" âyetinde zikredildiği gibi karşısına bir adam çıktı. Ondan korkup: "Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen, senden Rahman'a sığınırım" dedi. Sonrasında dışarıya çıktı. Üzerinde cilbabı vardı. Adam onun kolundan tuttu ve önden yırtık olan gömleğinin içine üfledi. Üfürüğü göğsüne doğru girince de Hazret-i Meryem hamile kaldı. Bir gece kız kardeşi olan Hazret-i Zekeriya'nın karısı yanına geldi. Hazret-i Meryem ona kapıyı açtı ve içeriye girdiler. Hazret-i Zekeriya'nın karısı ona: "Ey Meryem! Hamile olduğum bana bildirildi" deyince, Hazret-i Meryem: "Bana da hamile olduğum bildirildi" karşılığını verdi. Hazret-i Zekeriya'nın karısı ona: "Karnımdaki çocuğun senin karnındaki çocuğa secde ettiğini gördüm" dedi. İşte: "...Allah sana, kendisi tarafından gelen bir Kelime'yi tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler" âyetinde kastedilen de budur. Hazret-i Zekeriya'nın karısı Hazret-i Yahya'yı doğurdu. Hazret-i Meryem'in de doğumu yaklaşınca mihraptan ayrılıp bir kenara çekildi. Bu durum "Doğum sancısı onu bir hurma ağacına yöneltti. «Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitmiş olsaydım!» dedi. Bunun üzerine (Cebrail) ağacın altından ona şöyle seslendi: "Üzülme, Rabbin senin alt tarafında bir dere akıttı" âyetleriyle dile getirilir. Doğum yapınca da Şeytan, İsrail oğullarına gitti ve Hazret-i Meryem'in doğum yaptığını haber verdi. İsrail oğulları bu konuda onunla konuşmak isteyince de Hazret-i Meryem, Hazret-i İsa'ya işaret etti. Hazret-i İsa da: "Ben şüphesiz Allah'ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı, nerede olursam olayım beni mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe namaz kılmamı, zekat vermemi ve anneme iyi davranmamı emretti. Beni bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum günde, öleceğim günde, dirileceğim günde bana selam olsun" dedi. Hazret-i İsa doğduğu zaman yeryüzünde ne kadar put varsa hepsi yüzüstü yere düştü. İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir'in Cüveybir vasıtasıyla Dahhâk'tan bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kitap'ta Meryem'i de an. Hani o, ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti... Hakkında şüpheye düştükleri hak söze göre Meryem oğlu İsa işte budur" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: Yüce Allah, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Meryem kıssasını Yahudi, Hıristiyan ve müşrik Araplara anlatmasını istemiştir. Yüce Allah, Hazret-i Meryem'in değerini yükseltmek ve İsa'nın müjdesini vermek istediği zaman Hazret-i Meryem, Beytu'l-Makdis'ten çıkıp doğu tarafına gitti. Hazret-i Meryem hayızından yıkanıp temizlendikten sonra doğu tarafında bir yere çekildi ve insanlarla arasına bir dağı perde olarak edindi. Ardına gittiği bu dağ da Beytu'l-Makdis ile oturduğu yer arasında kalıyordu. Daha sonra âyette "Ruhumuz" olarak dile getirilen Cebrâil sapa sağlam, beyaz tenli, kıvırcık saçlı, bıyıkları henüz yeni terlemiş bir insan suretinde kendisine geldi. Hazret-i Meryem onu karşısında dikilmiş görünce: "Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen, senden Rahman'a sığınırım"' dedi. Zira onu daha önceden gördüğü ve aynı yerde yaşadığı Yusuf adında bir gence benzetmişti. Yusuf, israil oğullarından biriydi ve Beytu'l-Makdis'in hizmetkârlarındandı. Hazret-i Meryem, Şeytan'ın onu kandırmış olabileceğinden endişe edince kendisine: "Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen, senden Rahman'a sığınırım" demiştir. Buna karşılık Cebrâil mütebessim bir şekilde Allah'a itaat eden bir elçi olduğunu ve insan olmadığını dile getirerek: "Ben, yalnızca, sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamam için Rabbinin bir elçisiyim" cevabını verdi. Hazret-i Meryem: "Bana bir insan eli değmediği, iffetsiz de olmadığım halde benim nasıl çocuğum olabilir?" deyip evli olmadığı ve kocası bulunmadığı halde böyle bir şeyin nasıl olabileceğini sorunca, Cebrâil: "Evet, öyle. Rabbin diyor ki: O benim için çok kolaydır. Onu insanlara bir mucize, katımızdan bir rahmet kılmak için böyle takdir ettik. Bu, zaten (ezelde) hükme bağlanmış bir iştir" karşılığını verdi. Yüce Allah burada Hazret-i İsa'yı özelde inanan insanlar için bir ibret ve Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) tasdik edenler için bir rahmet kılmak istediğini bildirmiştir. Bunun da bir insana veya kocaya ihtiyaç duyulmadan ezelden takdir edildiğini ifade etmiştir. Daha sonra Cebrâil ona yaklaştı ve yakasından içeriye doğru üfledi. Üfürüğü Hazret-i Meryem'in içine girdi ve kadının rahimde ve döl yatağında hamile kalması gibi hamile kaldı. Normal kadınlar gibi de doğumunu yaptı. Doğumdan sonra susayınca Yüce Allah, Ürdün nehrinden ona bir kanal akıttı. "...Rabbin, senin altından bir su arkı akıttı'" âyetinden kasıt da budur. Su arkı akınca aynı anda hurma ağacı taze, olgun hurmalarla doluverdi. Ardından Cebrâil ağacın altından ona: "Hurma ağacını kendine doğru silkele ki sana taze hurma dökülsün" diye seslendi. Oysa ağaçta dal namına bir şey yoktu ve uzun bir zamandır kuruyup kalmıştı. Ancak Yüce Allah onu Hazret-i Meryem için ihya etti. "Hurma ağacını kendine doğru silkele ki sana taze hurma dökülsün" âyetinden kasıt da budur. Daha sonra Cebrâil ona: "Ye iç, gözün aydın olsun..." demiştir. Bununla da hurma ağacından yemesi, su arkından içmesi ve doğan çocuktan dolayı sevinmesi istenmiştir. Hazret-i Meryem: "Bu çocuğun nerden ve kimden olduğu bana sorulursa ne yapayım?" diye sorunca, Cebrâil: "...İnsanlardan birini görecek olursan «Ben Rahman için oruç adadım, bugün hiçbir insanla konuşmayacağım» de" karşılığını vermiştir. İnsanlardan onun bu durumunu soran biri olduğu zaman, bu konuda bizzat çocuğun kendisi açıklama yapıncaya kadar konuşmaması söylendi. İsrail oğulları Hazret-i Meryem'i mihrabında göremeyince ona ne olduğunu Yusuf'a sordular. Yusuf: "Onun hakkında bir bilgim yok. Mihrabın anahtarı da Zekeriya'da bulunuyor" dedi. Hazret-i Zekeriya'yı arayıp buldular ve anahtarı ondan aldılar. Mihrabı açıp baktıklarında Hazret-i Meryem'i göremeyince bu konuda Hazret-i Zekeriya'yı suçladılar. Onu yakalayıp azarladılar. Adamın biri: "Meryem'i filan yerde gördüm" deyince Hazret-i Meryem'in peşine düştüler. Hazret-i Meryem'in altında bulunduğu hurma ağacının üstünde bir saksağan sesi duyunca sese doğru yöneldiler. Hazret-i Meryem halkının kendisine doğru geldiğini görünce çocuğu kucağına alıp onlara doğru gitti. "Kucağında çocuğu ile halkının yanına geldi..." buyruğunda anlatılan da budur. Burada, bu konuda herhangi bir endişe taşımaması ve suçlanmaktan korkmaması istenmiştir. Onu bu şekilde gördüklerinde babası, erkek kardeşleri ve Zekeriya'nın ailesi giysilerini yırtıp başlarına toprak saçmaya başladılar ve: "...Ey Meryem! Çok çirkin bir şey yaptın. Ey Hârûn'un kız kardeşi! Senin baban kötü bir kimse değildi. Annen de iffetsiz değildi'" dediler. Hazret-i Meryem, Harun'un ailesinden birisiydi. Ona: "Salih bir erkek kardeşin, bir baban ve bir annen var iken nasıl böyle bir şeyi yaparsın?" demek istemişlerdir. Bunun üzerine Hazret-i Meryem, çocuğa işaret ederek onunla konuşmalarını istemiştir. Zira bu konuda: "...Ben Rahman için oruç adadım, bugün hiçbir insanla konuşmayacağım" demesi istenmişti. Hazret-i Meryem çocuğa işaret etti ve: "Bu konuda kendisi sizinle konuşacak, durumumu size açıklayacak ve sizler için bir ibret olacaktır" dedi. Onlar: "...Beşikteki bir bebekle nasıl konuşuruz?" diye sordular. Henüz kundak içinde sarılı olan bir bebekle nasıl konuşacaklarını sorup Hazret-i Meryem'in bu tavrına şaşırınca Yüce Allah, Hazret-i İsa'ya konuşmayı ihsan etti. O da annesinin durumunu anlattı ve bu şekilde onlara bir ibret oldu. Dile gelince onlara: "Ben şüphesiz Allah'ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı, nerede olursam olayım beni mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe namaz kılmamı, zekat vermemi ve anneme iyi davranmamı emretti. Beni bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum günde, öleceğim günde, dirileceğim günde bana selam olsun" dedi. Hazret-i İsa böyle deyince henüz üç yaşında olan Hazret-i Yahya da dile geldi ve: "Senin Allah'ın kulu ve Resûlü olduğuna şehadet ediyorum" dedi. Bu şekilde de ona ilk iman edenlerden oldu. Bununla da Yüce Allah'ın: "...Allah sana, kendisi tarafından gelen bir Kelime'yi tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler" âyetini doğruladı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de: "Yüce Allah'ın İsa'ya bahşettiği bereket, gittiği her yerde öğreten ve terbiye eden birisi olmasıydı" buyurmuştur. Hazret-i İsa: "...Anneme iyi davranmamı emretti..." deyince, Hazret-i Zekeriya: "Allahu Ekber!" dedi ve ona sarılıp bağrına bastı. Bu şekilde de babasız bir şekilde yaratıldığını anladılar. Yüce Allah bu konuda: "Hakkında şüpheye düştükleri hak söze göre Meryem oğlu isa işte budur'" buyurmuştur. Bunu da Yahudilere söylemiştir. Daha sonra Hazret-i İsa normal insanlarda olduğu gibi büyüyene kadar konuşmamıştır. İbn Ebî Şeybe, İbn Ebî Hâtim ve Ebû Nuaym, Mücâhid'den bildirir: Hazret-i Meryem: "Yalnız kaldığımda karnımda bulunan İsa benimle konuşurdu. İnsanların içinde olduğum zamanlarda ise karnımda tesbih eder ve tekbirler getirirdi. Ben de sesini duyardım" demiştir. Abdurrezzâk, Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, Hazret-i Meryem konusunda: "Hamile kalması ile doğum yapması aynı zamanda oldu" demiştir. İbn Asâkir, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: "Bana bildirilene göre Meryem yedi veya dokuz saatlik bir zaman kadar hamile olarak kalmış ve aynı gün içinde doğum yapmıştır." İbn Asâkir, İkrime vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: "Meryem hamileliğinin sekizinci ayında doğum yaptı. İsa'dan dolayı Meryem'e dil uzatılmasın diye de sekiz aylık iken doğan her çocuk yaşamaz, ölür." Hâkim'in bildirdiğine göre Zeyd el-Amiy: "Hazret-i İsa, Âşura gününde doğdu" demiştir. Abdullah b. Ahmed Zühd'dün zevaidi olarak Nevf'ten bildirir: Hazret-i Meryem iffetli, bakire (betül) birisiydi. Kızkardeşinin kocası olan Hazret-i Zekeriya bakımını üstlenmişti ve onun gözetiminde yaşıyordu. Hazret-i Zekeriya onun yanına girip selam verdiğinde kışın yaz meyveleri, yazın da kış meyveleri önüne getirilirdi. Bir defasında yine bu şekilde Hazret-i Meryem'in yanına girdiğinde söz konusu şekilde önüne meyveler getirildi. Ona: "Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?" diye sorunca, Hazret-i Meryem: "Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediğine sayısız rızık verir" karşılığını verdi. Sonrası âyetlerde: "Orada Zekeriya Rabbine dua etti: «Rabbim! Bana katından temiz bir nesil bahşet. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin» dedi. Zekeriya mabedde namaz kılarken melekler ona, «Allah sana, kendisinden gelen bir kelimeyi (İsa'yı) doğrulayıcı, efendi, nefsine hâkim ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler» diye seslendiler. Zekeriya, «Ey Rabbim! Bana ihtiyarlık gelip çatmış iken ve karım da kısır iken benim nasıl çocuğum olabilir?» dedi. Allah, «öyledir, ama Allah dilediğini yapar» dedi. Zekeriya, «Rabbim! (çocuğum olacağına dair) bana bir alâmet ver» dedi. Allah da şöyle dedi: "Senin için alâmet, insanlarla üç gün konuşamaman, ancak işaretleşebilmendir. Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et" şeklinde anlatılır. Âyetlerde diline mühür vurulacağı ve üç tam gün boyunca insanlarla konuşamayacağı bildirilmiştir ki bu durum aynı şekilde: "...Allah: «Senin alametin, sağlam ve sıhhatli olduğun halde üç gün üç gece insanlarla konuşamamandır» buyurdu. Zekeriya bunun üzerine mabedden çıkıp milletine: «Sabah akşam Allah'ı tesbih edin» diye işarette bulundu" âyetleriyle zikredilir. Burada namaz konusunda işaret etmesinden kasıt bunu yazıyla onlara bildirmesidir. Hazret-i Meryem evinde otururken perdeleri aşıp gelen bir adamın karşısında dikili olduğunu gördü. Hazret-i Meryem onu görünce: "Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen, senden Rahman'a sığınırım" dedi. Cebrâil, Hazret-i Meryem'in Rahmân adını zikretmesi üzerine ürktü ve: "Ben, yalnızca, sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamam için Rabbinin bir elçisiyim" karşılığını verdi. Sonrası: "Meryem: «Bana bir insan eli değmediği, iffetsiz de olmadığım halde benim nasıl çocuğum olabilir?» dedi. Cebrâil: «Evet, öyle. Rabbin diyor ki: O benim için çok kolaydır. Onu insanlara bir mucize, katımızdan bir rahmet kılmak için böyle takdir ettik. Bu, zaten (ezelde) hükme bağlanmış bir iştir» dedi"' şeklinde dile getirilir. Daha sonra Cebrâil, yakasından içeri üfürünce Hazret-i Meryem hamile kaldı. Yükü artınca normal hamile kadınlar gibi sancılanmaya başladı. Bir peygamberin evinde olduğu için, içinde bulunduğu durumdan utandı ve kavminden kaçıp doğu tarafına gitti. Kavmi de peşinden çıktı ve karşılaştıklarına: "Şöyle şöyle olan bir kız gördünüz mü?" diye sormaya başladılar. Ancak kimseler ondan bir haber veremedi. "Doğum sancısı onu bir hurma ağacına yöneltti..." Bu hurma ağacına yaslandıktan sonra da: "...Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitmiş olsaydım!" dedi. Sancılanıp kanı akmaya başlayınca, vadinin uzak bir köşesinden Cebrâil ona: "...Üzülme! Rabbin, senin altından bir su arkı akıttı. Hurma ağacını kendine doğru silkele ki sana taze hurma dökülsün" diye seslendi. Cebrâil kendisine böyle deyince hurmadan yedi, sudan içti. Bedeni güçlendi, içi rahat etti. Doğumu yaptıktan sonra da çocuğun göbek bağını kesti. Onu bir kumaş parçasıyla sarıp kucağına aldı. Kavmi onu ararken sığırlarını otlatan bir çobanla karşılaştılar. "Ey çoban! Şöyle şöyle bir kız gördün mü?" diye sorduklarında: "Hayır! Ancak sığırlarımda daha önce hiç karşılaşmadığım bir durum gördüm" dedi. Onlar: "Onlarda ne gördün?" diye sorduklarında: "Gece boyu şu vadiye doğru secde ettiklerini gördüm" dedi. Ardından çobanın söylediği yere gittiler. Hazret-i Meryem onları görünce oturdu ve Hazret-i İsa'yı emzirmeye başladı. Gelip başında durdular ve: "...Ey Meryem! Çok çirkin bir şey yaptın..." dediler. Hazret-i Meryem, çocuğa işaret ederek onunla konuşmalarını istedi. Buna karşılık: "...Beşikteki bir bebekle nasıl konuşuruz?" dediler. Beşikten kastettikleri annesinin kucağıydı. Hazret-i İsa bu dediklerini duyunca annesinin göğsünü bıraktı. Sağ tarafına yaslanıp şöyle dedi: "Ben şüphesiz Allah'ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı, nerede olursam olayım beni mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe namaz kılmamı, zekat vermemi ve anneme iyi davranmamı emretti. Beni bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum günde, öleceğim günde, dirileceğim günde bana selam olsun"' Sonrasında insanlar onun hakkında ihtilafa düştüler. 17"Meryem, onlarla Kendi arasına bir perde edinmişti. Derken, biz ona ruhumuzu gönderdik de o, kendisine tastamam bir insan şeklinde göründü." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, Ömer b. el-Hattâb'a: "Hıristiyanlar neden dolayı kurban yerlerinde perde edinmeyi daha iyi gördüler?" diye sorunca, Ömer şu karşılığı verdi: "Hıristiyanların kurban ve ibadet yerlerinde perde edinmeyi hoş görmeleri: "Meryem, onlarla kendi arasına bir perde edinmişti..." âyetinde belirtilen sebepten dolayıdır. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: "...Biz ona ruhumuzu gönderdik..." âyetini açıklarken: "Yüce Allah ona bir melek gönderdi. Bu melek de onun yakasından içeriye üfürdü. Üfürüğü de rahmine ulaştı" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Biz ona ruhumuzu gönderdik..." âyetini açıklarken: "Ruhtan kasıt Cebrâil'dir" demiştir. Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Biz ona ruhumuzu gönderdik..." âyetini açıklarken: "Cebrâil onun gömleğinin içine üfürünce bu üfürük Yüce Allah'ın dilediği yere kadar ulaştı" demiştir. İbn Ebî Hâtim, Atâ b. Yesâr'dan bildirir: "Cebrâil, Hazret-i Meryem'in yanına bir adam suretinde geldi. Perdeyi açınca Hazret-i Meryem korkup ondan Allah'a sığındı. Sonrasında Cebrâil onun giysisinin bir kenarından içeriye doğru üfledi. Bu üfürük ulaşması gereken yere ulaştı. Hazret-i Meryem'in hamile kalması şehirde dile düşünce şehir ahalisi Hazret-i Zekeriya'dan uzaklaştılar. Daha önceleri de insanlar yanına gelir, ona danışır fetva isterlerdi. Öyle bir duruma geldi ki bazen birine selam verdiği zaman selamı alınmaz, onunla konuşulmazdı." İbn Ebî Hâtim, Hâkim, Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'da ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b: "...O, kendisine tastamam bir insan şeklinde göründü'" âyetini açıklarken: "Hazret-i İsa'nın ruhu ona bir insan suretinde göründü" demiştir. "Meryem ona hamile kaldı..." âyetini açıklarken de: "Hazret-i Meryem içine yerleştirilen ve ağzına giren zata (ruha) hamile kaldı" demiştir. 18Bkz. Ayet:23 19Bkz. Ayet:23 20Bkz. Ayet:23 21Bkz. Ayet:23 22Bkz. Ayet:23 23"Eğer Allah'tan sakınan bîr kimse isen, senden Rahman'a sığınırım, dedi. Ruh, «Ben ancak Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir çocuk bağışlamak için gönderildim» dedi. Meryem, «Bana hiçbir insan dokunmadığı ve iffetsiz bir kadın olmadığım hâlde, benim nasıl çocuğum olabilir?» dedi. Ruh, «Evet, öyle. Rabbin diyor ki: O benîm için çok kolaydır. Onu insanlara bir mucize, katımızdan bir rahmet kılmak için böyle takdir ettik. Bu, zaten (ezelde) hükme bağlanmış bir iştir» dedi. Meryem ona hamile kaldı. Bunun üzerine onunla (karnındaki çocukla) uzak bir yere çekildi. Doğum sancısı onu bir hurma ağacına yöneltti. «Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitmiş olsaydım!» ded İ." Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Vâil: "Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen, senden Rahman'a sığınırım, dedi" âyetini açıklarken: "Hazret-i Meryem, takva sahibi birinin çirkin bir şeyi yapmaktan uzak duracağını bildiği için böyle dedi" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen, senden Rahman'a sığınırım, dedi" âyetini açıklarken: "Hazret-i Meryem gelen kişinin kendisini arzulamış olduğundan çekindiği için böyle dedi" demiştir. "Ruh, «Ben ancak Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir çocuk bağışlamak için gönderildim» dedi" âyetini açıklarken de: "Söylediklerine göre bu ruh Hazret-i Meryem'in gömleğinin yakasının ve kolunun içine üflemiştir" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atâ bu âyeti: (.....) lafzıyla (hemze ile) okumuştur. Abdullah ise bunu: (.....) lafzıyla, (.....) harfiyle okumuştur. Abdullah b. Ahmed Zühd'e zevâid olarak ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini: "Salih bir çocuk" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...iffetsiz bir kadın olmadığım hâlde..." âyetini açıklarken: "İffetli olmaktan kasıt, zinaya bulaşmamış olmaktır" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Uzak bir mekan" olarak açıklamıştır. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: "Uzak bir mekan" olarak açıklamıştır. (.....) ifadesini de: "Sancısı onu (ağaca yönelmeye) mecbur kıldı" şeklinde açıklamıştır. Tastînin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesinin ne anlama geldiğini söyle" deyince, İbn Abbâs: "Sancının onu (ağaca yönelmeye) mecbur kılmasıdır" karşılığını verdi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Hassân b. Sâbit'in: "Şayet ciddi bir şekilde hamle yaparsak Sizleri dağın eteklerine mecbur kılarız" dediğini İşitmedin mi?" İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini: "Sancısı onu (ağaca yönelmeye) mecbur kıldı" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: ifadesini: "Sancısı onu (ağaca doğru) yöneltti" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Doğum sancısı onu bir hurma ağacına yöneltti..." âyetini açıklarken: "Ağacın gövdesi kurumuştu" demiştir. Abd b. Humeyd'in Hilâl b. Habbâb vasıtasıyla bildirdiğine göre Ebû Ubeydillah: "Doğum sancısı onu bir hurma ağacına yöneltti..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kurumuş bir hurma ağacı gövdesiydi. Beytu Lahm adında bir evin inşasından kullanılmak üzere getirilmişti. Hazret-i Meryem onu hareket ettirince de hurma ağacına dönüştü." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Kudâme: "Bana bildirilene göre Hazret-i Meryem'in, doğum yapan kadının başka bir kadına tutunması gibi doğum anında tutunduğu bir hurma ağacı vardı" demiştir. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Unutulup gitmiş olsaydım" âyetini açıklarken: "Keşke hiç yaratılmasaydım ve hiçbir şey olsaydım, anlamındadır" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "...Unutulup gitmiş olsaydım" âyetini açıklarken: "Atılmış bir kan damlası olsaydım, anlamındadır" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Unutulup gitmiş olsaydım" âyetini açıklarken: "Atılmış bir kan damlası olsaydım, anlamındadır" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Nevf el-Bikâlîve Dahhâk: "...Unutulup gitmiş olsaydım" âyetini açıklarken: "Atılmış bir kan damlası olsaydım, anlamındadır" demişlerdir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Unutulup gitmiş olsaydım" âyetini açıklarken: "Tanınmasaydım ve kimse benim kim olduğumu bilmeseydi, anlamındadır" demişlerdir. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî': "...Unutulup gitmiş olsaydım" âyetini açıklarken: "Keşke doğmadan düşük olarak ölüp gitseydim, anlamındadır" demiştir. 24"Bunun üzerine altından ona şöyle seslendi: «Üzülme! Rabbin, senin altından bir ırmak akıttı.»" Ebû Ubeyd, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Alkame bu âyeti: " (=Altındaki ona seslendi)" lafzıyla okumuştur. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bunun üzerine altından ona şöyle seslendi..." âyetini açıklarken: "Seslenen kişi Cebrâil'dir. Zira Hazret-i Meryem oğluyla birlikte kavminin yanına gelene kadar Hazret-i İsa konuşmuş değildi" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "Ona seslenen kişi Cebrail'di" demiştir. Abd b. Humeyd, Dahhâk ve Amr b. Meymûn'den aynısını zikreder. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Berâ: "Bunun üzerine altından ona şöyle seslendi..." âyetini açıklarken: "Seslenen kişi bir melekti" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Bunun üzerine altından ona şöyle seslendi..." âyetini açıklarken: "Seslenen kişi Cebrâil'di. Vadinin alt tarafından ona seslenmişti" demiştir. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Bunun üzerine altından ona şöyle seslendi..." âyetini açıklarken: "Seslenen kişi Hazret-i İsa'ydı" demiştir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Bunun üzerine altından ona şöyle seslendi..." âyetini açıklarken: "Seslenen kişi Hazret-i İsa'ydı" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b: "Seslenen kişi Hazret-i Meryem'in karnında taşıdığı, ağzından içine giren kişiydi" demiştir. Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Zir b. Hubeyş bu âyeti: "(Altındaki ona seslendi)" lafzıyla okumuştur. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Bunun üzerine altından ona şöyle seslendi..." âyetini açıklarken: "Hurma ağacının altından bir melek ona seslendi" demiştir. İbn Ebî Hâtim, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Bu âyeti: (.....) lafzıyla okuyanlara göre seslenen kişi Cebrail'dir. (.....) lafzıyla okuyanlara göre ise seslenen kişi Hazret-i İsa'dır. Abd b. Humeyd, Ebû Bekr b. Ayyâş'tan bildirir: Âsim b. Ebi'n-Necûd bu âyeti mansûb olarak: "(=Altındaki ona seslendi)" lafzıyla okumuş ve şöyle demiştir: "Bu ifadeyi mansûb olarak okuyanlara göre seslenen kişi, Hazret-i İsa'dır. Esre ile okuyanlara göre ise seslenen kişi, Cebrâil'dir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini açıklarken: "Altında bir Peygamber kıldı ki o da İsa'dır, anlamındadır" demiştir. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Cerîr b. Hâzim'den bildirir: Muhammed b. Abbâd b. Cafer bana: "Arkadaşlarınız: (.....) âyetini nasıl açıklıyorlar?" diye sorunca: "Katâde, seriy kelimesinin su arkı olduğunu söyledi" karşılığını verdim. Bunun üzerine Muhammed bana: "O zaman benim adıma Katâde'ye bildir. Kur'ân bizim lehçemizle nazil oldu. Seriy de kişiler için kullanılır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) âyetini açıklarken: "Âyetteki seriy'den kasıt Yüce Allah'tır. Zira şanı ondan daha yüce biri mi vardır?" demiştir. Kendisine: "Seriy kelimesinin deniz (ırmak) anlamına geldiğini söyleyenler var" denilince de şu karşılığı vermiştir: "Öyle değildir! Şayet bu anlamda olsaydı bu ırmak altında değil yanında olurdu." Taberânî, İbn Merdûye ve İbnu'n-Neccâr'ın İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Seriy, Yüce Allah'ın: (.....) buyruğunda zikrettiği gibidir. Yüce Allah'ın, Hazret-i Meryem'e su içmesi için akıttığı bir ırmaktır." Taberânî M. es-Sağîr'de ve İbn Merdûye, Berâ b. Âzib'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): (.....) âyetini açıklarken: "Seriy ifadesi ırmak anlamındadır" buyurmuştur. Abdurrezzâk, Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Berâ b. Âzib: (.....) âyetini açıklarken: "Seriy ifadesi su arkı anlamındadır. Küçük ırmak anlamına da gelir" demiştir. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Rabbin, senin altından bir ırmak akıttı" âyetini açıklarken: "Bu ırmak Hazret-i İsa'nın ırmağıdır" demiştir. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Osmân b. Muhsin'den bildirir: Adamın biri İbn Abbâs'a: (.....) ifadesini sorunca şu karşılığı verdi: "Su arkı anlamındadır. Şâirin: "Kovayla su çekecek kişi onu düzgün tutmadığı zaman Su arkına salman kova şırıldayıp dökülerek geri çıkar" dediğini İşitmedin mi?" İbnu'l-Enbârî el-Vakf da ve Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesi ne anlama gelmektedir?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Küçük ırmak, su kanalı anlamındadır" karşılığını verdi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şöyle dedi: "Evet, bilirler. Şairin: "Hoşgörü sahibi daima kazanır ve istediğine nail olur Derelerle beslenen küçük bir ırmak gibi" dediğini işitmedin mi?" Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) ifadesini: "Su kanalı" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd, Amr b. Meymûn ile İbrâhîm en-Nehaî'den aynısını zikreder. Abd b. Humeyd, Katâde'den bildirir: Bir defasında Hasan(-ı Basri), yanında Humeyd b. Abdirrahman el-Himyerî de varken: (.....) âyetini okudu ve: "İsa pek seriy (şanı yüce) ve kerim biriydi" dedi. Humeyd: "Ey Ebû Saîd! Ama seriy su kanalı anlamına geliyor" karşılığını verince, Hasan: "Bundan dolayı seninle oturmayı seviyoruz. Ancak yanına gelen yöneticiler buna fırsat bırakmıyor" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "Seriy su anlamına gelir" demiştir. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesi Süryanice'de ırmak anlamındadır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) ifadesi, Nebat dilinde ırmak anlamındadır" demiştir. İbn Asâkir, Süfyân b. Hüseyn'den bildirir: Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini okudu ve: "Vallahi İsa pek seriy (şanı yüce) biriydi" dedi. Hâlid b. Safvân kendisine: "Ey Ebû Saîd! Araplar su kanalına seriy derler" deyince, Hasan: "Doğru söyledin" karşılığını verdi. 25"Hurma ağacını kendine doğru silkele ki sana taze hurma dökülsün." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) âyetini: "Hurma ağacını kendine doğru salla" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbnu'l-Enbârî, Mesâhif de bildirdiğine göre Mücâhid: "Hurma ağacını kendine doğru silkele..."âyetini açıklarken: "Bu hurma ağacı acve ağacıydı" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Berâ bu âyeti: (.....) lafzıyla, (.....) harfiyle okumuştur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti: (.....) lafzıyla, (.....) harfiyle okumuştur. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mesrûk bu âyeti: (.....) lafzıyla, (.....) harfiyle okumuştur. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) lafzıyla, (.....) harfiyle ve şeddeli (musakkel) olarak okumuştur. Abdullah b. Ahmed Zühd'e zevâid olarak bildirdiğine göre Talha el-Yâmî bu âyeti: (.....) lafzıyla, şeddeli (musakkel) olarak okumuştur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Nehîk bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuştur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Taze bir şekilde..." şeklinde açıklamıştır. Hatîb Tâli't-Talhîs'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Üzerindeki tozla birlikte dökülsün" demiştir. İbnu'l-Enbârî ve Hatîb, Ebû Cenâb'dan aynısını zikreder. İbn Ebî Hâtim, Ebû Ravk'tan bildirir: "Hazret-i Meryem üst tarafı olmayan bir ağaç gövdesinin yanına ulaştı. Yüce Allah o ağaç gövdesinin üstünü yarattı. Üstünde de taze hurma, koruk hurma ve muz varetti. Hazret-i Meryem bu ağacı sallayınca üzerindeki tüm meyvelerden dökülmeye başladı." Abdullah b. Ahmed Zühd'e zevâid olarak Ebû Kudâme'den bildirir: "Hazret-i Meryem için, doğum sırasında bir kadının başka bir kadına tutunması gibi doğum yapacağı esnada tutunması için bir ağaç yaratıldı." Ebû Ya'lâ, İbn Ebî Hâtim, İbnu's-Sünnî at-Tibbu'n-Nebevî'de, Ebû Nuaym at-Tibbu'n-Nebevî'de, Ukaylî, İbn Adiy, İbn Merdûye ve İbn Asâkir, Hazret-i Ali'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Halanız mesabesindeki hurma ağacına gereken değeri verin, zira bu ağaç Âdem'in yaratıldığı çamurdan yaratılmıştır. Ağaçlar içinde onun gibi aşılanan başka da bir ağaç yoktur" buyurdu. Yine şöyle buyurmuştur: "Doğum yapacak kadınlarınıza hurma yedirin. Taze hurma yoksa da kuru hurma yedirin. Allah katında İmrân'ın kızı Meryem'in altında konakladığı ağaçtan daha değerli bir ağaç yoktur. " İbn Asâkir, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hurma neyden yaratıldı?" diye sorduğumuzda: "Hurma, nar ve üzüm ağaçları, Âdem'in yaratıldığı çamurun artığından yaratıldı" buyurdu. İbn Asâkir'in Seleme b. Kays'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Lohusa dönemlerinde kadınlarınıza hurma yedirin. Zira lohusa döneminde hurma yiyen kadının çocuğu yumuşak huylu biri olur. Meryem'in İsa'yı doğurduğunda yemeği yine hurma idi. Yüce Allah da Hazret-i Meryem için hurmadan daha iyi bir yiyeceğin olduğunu görseydi ona bunu yedirirdi. " Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Şakîk: "Şayet Yüce Allah lohusa kadınlar için hurmadan daha yararlı bir meyvenin olduğunu görseydi Hazret-i Meryem'e onu yemesini söylerdi" demiştir. Abd b. Humeyd, Amr b. Meymûn'dan bildirir: Lohusa kadınlar için taze veya kuru hurmadan daha iyisi yoktur. Yüce Allah da: "Hurma ağacını kendine doğru silkele ki sana taze hurma dökülsün" buyurmuştur. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Rabî': "Benim yanımda lohusa kadınlar için hurmadan, hasta olanlar için de baldan daha iyi bir deva yoktur" demiştir. İbn Asâkir, Şa'bî'den bildirir: Kayser (Bizans Kralı), Ömer b. el-Hattâb'a şöyle bir mektup yazdı: "Senin yanında gelen elçilerimin bana söylediğine göre sizin yörede kendisinden daha iyisi olmayan bir ağaç bulunuyormuş. Başta eşekkulakları gibi çıkar sonra beyaz inciler gibi görünürmüş. Meyvesi önce yeşil zümrüt, daha sonrasında ise kırmızı yakut gibi olurmuş. Yumuşak olarak çıkar sonradan olgunlaşıp sertleşirmiş. Bu şekilde helvadan daha tatlı bir hale gelirmiş. Kuruduktan sonra da kişiler için besin kaynağı, yolcular için de azık olurmuş. Şayet elçilerim bu konuda doğru söylüyorlarsa bu ağaç Cennet ağaçlarından biridir demektir." Bunun üzerine Ömer ona: "Elçilerin doğruyu söylemiş! Yöremizde böylesi bir ağaç var. Bu ağaç Yüce Allah'ın Hazret-i İsa'yı doğuran Hazret-i Meryem'e yerden bitirdiği bir ağaçtı" şeklinde bir cevap yazdı. 26"Ye iç, gözün aydın olsun. İnsanlardan birini görecek olursan «Ben Rahman için oruç adadım, bugün hiçbir insanla konuşmayacağım» de." İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Ben Rahman için oruç adadım..." âyetini açıklarken: "Oruçtan kasıt konuşmamaktır" demiştir. Abd b. Humeyd, Şa'bî'den aynısını zikreder. Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Enbârî Mesâhifde ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes b. Mâlik bu âyeti: "(=Rahman için konuşmamak üzere oruç adadım)" lafzıyla okurdu. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuştur. Bu orucun susup kimseyle konuşmamak olduğunu da belirttikten sonra: "Hazret-i Meryem'in hamile kalması ile doğumu yapması aynı zamanda oldu" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "...Ben Rahman için oruç adadım..." âyetini açıklarken: "Önceleri İsrail oğullarından biri ibadet etmek istediği zaman yemekte olduğu gibi konuşma konusunda da oruç tutardı. Bu sürede de Allah'ı zikretme dışında hiç konuşmazdı" demiştir. İbn Ebî Hâtim, Hârise b. Mudarrib'den bildirir: Abdullah b. Mes'ûd'un yanındayken iki adam geldi. Biri selam verirken diğeri vermedi. Her ikisi de oturduktan sonra oradakiler gelenlerden birine: "Arkadaşının neyi var selam vermedi?" diye sordular. Adam: "Allah'a oruç adadı. Bu gün hiç kimseyle konuşmayacak" karşılığını verdi. Bunun üzerine Abdullah bunu yapana şöyle dedi: "Ne kötü bir şey adamışsın! Bunu yapan kişi bir kadındı. Bunu da çocuğu konusunda kendisine sorulduğu zaman bir mazereti olsun diye yapmıştı. Zira onlar kadının kocası olmadan bir çocuk sahibi olmayacağını, olmuşsa da bunun ancak zinayla olacağını düşünüyorlardı. Sana gelince konuş! İyiliği emredip kötülükten alıkoy. Bu senin için daha hayırlıdır." İbnu'l-Enbârî, Şa'bî'den bildirir: Bu âyet Ubey b. Ka'b'ın kıraatinde: "(=Rahman için konuşmamak üzere oruç adadım)" şeklindedir. 27"Kucağında çocuğu ile halkının yanma geldi. Onlar şöyle dediler: «Ey Meryem! Çok çirkin bir şey yaptın!»" Saîd b. Mansûr ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kucağında çocuğu ile halkının yanına geldi..." âyetini açıklarken: "Doğumdan kırk gün sonra, lohusa dönemini bitirdikten sonra yanlarına gitti" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: "Büyük bir şey yaptın" şeklinde açıklamıştır. Abdullah b. Ahmed Zühd'e zevâid olarak bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: "Büyük bir şey yaptın" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Abdilazîz'den bildirir: "İsrail oğulları zamanında Beytu'l-Makdis'teki Ayn Selvân mıntıkasında bir pınar vardı. Bir kadın suç işlediği zaman bu pınara getirilir onun suyundan içirirlerdi. Kadın şayet suçsuz ise bu su ona zarar vermez, suçlu ise de ölürdü. Hazret-i Meryem bu şekilde hamile kalınca onu da bir katıra bindirip pınara getirdiler. Yolda katır tökezledi. Tökezleyince Hazret-i Meryem kısır kalması için Yüce Allah'a dua etti. Bu duası da kabul görüp o günden sonra kısır kaldı. Pınara geldiklerinde onun suyundan içti ve hayırdan başka bir şey görmedi. Orada hiçbir mümin kadının bu sudan dolayı rezil olmamasını diledi. Bu duadan sonra da bu pınarın suyu kurudu." 28"Ey Hârûn'un kız kardeşi! Senin baban kötü bir kimse değildi. Annen de iffetsiz değildi." İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de Muğîre b. Şu'be'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni Necrân ahalisine gönderdiğinde Necrânlılar bana: "Sizde Hazret-i Meryem hakkında "Ey Hârûn'un kız kardeşi..." diye bir âyet var. Oysa Hazret-i Mûsa, Hazret-i İsa'dan şu şu kadar zaman önce yaşamıştır?" dediler. Geri dönüp bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) zikrettim. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kendilerinden önce gelen peygamberler ve salih kimselere nisbet edildiklerini söyleseydin ya!" buyurdu. Hatîb ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Ey Hârûn'un kız kardeşi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "İsrail oğullarında Harun adında salih bir adam vardı. Öldüğünde cenazesine kendisinden başka isimleri Harun olan kırk bin kişi katıldı." Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Ey Hârûn'un kız kardeşi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: İsrail oğullarından Harun adında salih bir adam vardı. Onlar da salih biri olması bakımından Hazret-i Meryem'i bu adama benzetmişler ve: "Ey iyilikte Harun'un benzeri!" demek istemişlerdir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Ey Hârûn'un kız kardeşi..."âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Hazret-i Meryem kötü olarak değil iyi olarak bilinip tanınan bir ailedendi. İnsanlardan bazıları iyilikle bilinir ve bunu sonradan gelen nesillerine de aktarırlar. Aynı şekilde bazıları kötülük ve fesatlıkla bilinir ve bu özelliklerini nesillerine de aktarırlar. Hazret-i Meryem'in kendisine nisbet edildiği Harun da Hazret-i Musa'nın kardeşi Harun değil başka bir Harun'dur. Bu Harun da aşireti içinde salih olarak bilinen ve sevilen birisiydi. Bize bildirilene göre vefat ettiğinde cenazesine İsrail oğullarından isimleri Harun olan kırk bin kişi katılmıştır." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân: "Ey Hârûn'un kız kardeşi..."âyetini açıklarken: "Duyduğumuza göre bu Harun (Hazret-i Musa'nın kardeşi) Hazret-i Harun'la aynı ismi taşıyan bir kişidir" demiştir. İbn Ebî Hâtim, İbn Sîrîn'den bildirir: "Bana bildirilene göre Ka'b: "Ey Hârûn'un kız kardeşi..." buyruğunda söz konusu olan Harun Hazret-i Mûsa'nın kardeşi Harun değildir" demiştir. Hazret-i Âişe ona: "Yalan söylüyorsun!" karşılığını verince de şöyle demiştir: "Ey müminlerin annesi! Eğer bu Harun'un o Harun olduğunu Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) söylediyse o benden daha iyi bilir ve benden daha hayırlıdır. Ancak o söylemediyse ben Hazret-i Meryem ile Hazret-i Hârun arasında altıyüz yıllık bir sürenin olduğunu öngörüyorum." Bunun üzerine Hazret-i Âişe sustu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Talha: "Ey Hârûn'un kız kardeşi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Aynı soydan geldiği için Hârun b. İmrân'a nisbet edilmiştir. Bu da birine: "Ey Ensârın kardeşi!" denilmesi gibidir. İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Hazret-i Meryem, Hazret-i Harun'un soyundandı. Bunun için kendisine: "Ey Hârûn'un kız kardeşi..." denilmiş onun soyuna nisbet edilmiştir. Bu da birinin diğerine: "Ey Leys oğullarının kardeşi" veya: "Ey filan oğullarının kardeşi" demesi gibidir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Ey Hârûn'un kız kardeşi..." âyetini açıklarken: "Harun kötü ve zina eden bir kavimdendi. Bundan dolayı Hazret-i Meryem'i ona nisbet etmişlerdir" demiştir. İbn Ebî Hâtim, Ebû Bekr b. Ayyâş'tan bildirir: Ubey'yin kıraatinde bu âyet: (=Ey kucağında çocuğu olan, dediler) şeklindedir. 29"Meryem çocuğu gösterdi. «Biz beşikteki çocukla nasıl konuşabiliriz?» dediler." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Meryem çocuğu gösterdi..." âyetini açıklarken: "Onunla konuşun maksismiyle ona işaret etti, anlamındadır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Meryem çocuğu gösterdi..."âyetini açıklarken: "Çocukla konuşmalarını söyledi, anlamındadır" demiştir. Âyetteki (.....) ifadesini de 'kucaktaki' olarak açıklamıştır. Abd b. Humeyd, Amr b. Meymûn'den bildirir: "Hazret-i Meryem doğum yaptıktan sonra çocuğuyla birlikte kavminin yanına geldi. Kavmi onu taşlamak üzere taş toplamaya başlayınca Hazret-i Meryem kucağındaki çocuğa işaret etti. Hazret-i İsa konuşunca da onu taşlamaktan vazgeçtiler." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "Âyette geçen 'mehd' ifadesi 'mirbâd' anlamındadır" demiştir. İbrahim de: "Mirbâd, sallanabilen beşik anlamındadır" demiştir. İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir, Hilâl b. Yisâf'tan bildirir: "Beşikte iken sadece üç kişi konuşmuştur. Biri Hazret-i İsa'dır. İkincisi (İsrail oğullarından) Cüreyc'in kısasında zikredilen çocuktur. Üçüncüsü de Habeşli kadının kısasında zikredilen çocuktur." Abd b. Humeyd, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: "Beşikte iken dört kişi konuşmuştur. Bunlardan biri Hazret-i İsa, diğeri Yusuf kıssasındaki çocuk, diğeri Cüreyc kıssasındaki çocuk, bir diğeri de Firavn'un kızının saçlarını tarayan kadının çocuğudur." 30Bkz. Ayet:33 31Bkz. Ayet:33 32Bkz. Ayet:33 33"Çocuk; «Ben şüphesiz Allah'ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı, nerede olursam olayım beni mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe namaz kılmamı, zekat vermemi ve anneme iyi davranmamı emretti. Beni bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum günde, öleceğim günde, dirileceğim günde bana selam olsun» dedi." Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "Çocuk: «Ben şüphesiz Allah'ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı» dedi" âyetini açıklarken: "Yüce Allah böyle olmamı takdir etti, anlamındadır" demiştir. İbn Ebî Hâtim, Enes'ten bildirir: Hazret-i İsa henüz annesinin karnında iken İncil'i iyice öğrenip kavramıştır. "Ben şüphesiz Allah'ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı" buyruğunda ifade edilen de budur. ismâîlî Mu'cem'de, Ebû Nuaym Hilye'de, İbn Lâl Mekârimu'l-Ahlâk'da, İbn Merdûye ve İbnu'n-Neccâr Târih'de Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: İsa'nın: "Nerede olursam olayım beni mübarek kıldı..." sözü: "Her nereye yönelirsem yöneleyim beni insanlara faydalı biri kıldı" anlamındadır? İbn Adiy ve İbn Asâkir, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Nerede olursam olayım beni mübarek kıldı..." âyetini açıklarken: "Beni bir öğretmen ve terbiyeci kıldı, anlamındadır" buyurdu. Abdullah b. Ahmed Zühd'e zevâid olarak, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Nerede olursam olayım beni mübarek kıldı..." âyetini açıklarken: "Hayrı öğreten biri kıldı" demiştir. İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildirir: "İnsanlara hayrı öğreten kişiye, denizdeki balığa kadar tüm hayvanlar bağışlanma diler." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Beni mübarek kıldı..."âyetini açıklarken: "Hidayete eren ve erdiren biri kıldı" demiştir. Beyhakî Şuab'da ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Beni mübarek kıldı..." âyetini açıklarken: "İnsanlara faydalı biri kıldı" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Nevf: "Anneme iyi davranmamı emretti..." âyetini açıklarken: "Çünkü babam yok, anlamındadır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Beni bedbaht bir zorba kılmadı" âyetini açıklarken: "Beni asi biri kılmadı, anlamındadır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân: "Bedbaht zorba, öfkelendiği zaman öldüren kişidir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Avvâm b. Havşeb: "Anne babasına asi olan birinin zorba biri olduğunu da göreceksin" dedi ve: "Anneme iyi davranmamı emretti. Beni bedbaht bir zorba kılmadı" âyetini okudu. İbn Ebî Hâtim, Şa'bî'den bildirir: Biri doğduğunda, biri öldüğünde, biri de tekrar dirildiğinde de olmak üzere insanoğlunun üç önemli durumu vardır. Bunlar da "Doğduğum günde, öleceğim günde, dirileceğim günde bana selam olsun" âyetinde Hazret-i İsa'nın zikrettiği şeylerdir. İbn Ebî Şeybe, İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir, Mücâhid vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: "Hazret-i İsa diğer akranları gibi konuşmaya başlayana kadar zikredilen âyetlerden başka bir şey söyleyip konuşmuş değildir." İbn Asâkir, Ebû Saîd el-Hudrî ile Ebû Hureyre'den bildirir: Yüce Allah bundan başka Hazret-i İsa'nın dilini bir daha açmış ve henüz çocukken üç defa konuşmuştur. Büyüyüp diğer akranları gibi konuşmaya başlayana kadar da bir daha konuşmamıştır. Yüce Allah dilini açıp konuşmasına izin verdiği zaman Hazret-i İsa, benzerini hiçbir kulağın duymadığı bir şekilde Allah'a hamdedip şöyle demiştir: "Allahım! Sen tüm yüceliğine rağmen bizlere pek yakınsın. Tüm yakınlığına rağmen de pek yücesin. Yarattığın tüm şeylerden ulusun. Mahlûkatını her şeyiyle gören sensin. Sana yönelmeyen tüm gözlerin bakışı şaşırır. Gözler sen olmadan görmez olur. Yüksekler seninle nurla dolar. Uzak ve ulaşılmaz görülen yerler seninle parıldar. Koyu karanlıkları nuruyla aydınlığa kavuşturan, nuruyla zifiri karanlıkları aydınlatan sensin. Azametinle Arş'ının direkleri nurla ışıl ışıl parıldar. Hiç kimse seni hakkıyla vasfedemez. Ey her şeyi yaratan Allahım! İzzetinle pek yücesin. Hikmetinle her işi çekip çevirensin. Azametinle her şeyi yoktan ve benzersiz bir şekilde varedensin." Daha sonra Yüce Allah onun dilini tuttu ve buluğa erene kadar bir daha konuşamadı. 34Bkz. Ayet:37 35Bkz. Ayet:37 36Bkz. Ayet:37 37"Hakkında şüpheye düştükleri hak söze göre Meryem oğlu İsa işte budur. Allah'ın çocuk edinmesi düşünülemez. O, bundan yücedir, uzaktır. Bir işe hükmettiği zaman ona sadece «ol» der ve o da oluverir. Şüphesiz, Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na kulluk edin. Bu, dosdoğru bir yoldur. Sonra gruplar kendi aralarında ayrılığa düştüler. Büyük güne şahit olunduğu zamanda vay o kâfirlerin haline!" İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Hakkında şüpheye düştükleri hak söze göre..." âyetini açıklarken: "Burada hak'tan kasıt Yüce Allah'tır" demiştir. Abdurrezzâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Hakkında şüpheye düştükleri hak söze göre Meryem oğlu İsa işte budur" âyetini açıklarken şöyle demiştir: İsrail oğulları bir araya geldiler ve her bir kavimden en âlimi seçmek suretiyle aralarından dört kişi çıkardılar. Bu dört kişi de Hazret-i İsa'nın vefatından sonra onun hakkında tartışmaya başladılar. İçlerinden biri: "O Allah'tı. Yeryüzüne inip dirilecekleri diriltti, ölecekleri de öldürdü. Daha sonra da tekrar semaya çıktı" dedi. Bunlar Yakubîlerdir. Adamın bu sözü üzerine diğer üç kişi: "Yalan söyledin!" karşılığını verdiler. Sonra diğer üç kişiden ikisi diğerine: "Bu konuda sen fikrini söyle" dediklerinde adam: "O, Allah'ın oğludur" dedi. Bu görüşte olanlar da Nasturîlerdir. Adamın bu sözü üzerine adamın fikrini soran iki kişi: "Yalan söyledin" karşılığını verdiler. Bu iki kişiden biri diğerine: "Sen bu konudaki fikrini söyle" deyince, adam: "O, üç ilahtan biridir. Bu ilahlardan biri Allah, diğeri İsa, bir diğeri de annesidir" dedi. Bu görüşte olanlar da İsrailîlerdir. Adamın bu söz üzerine fikrini söylemeyen dördüncü kişi: "Yalan söyledin! O, Allah'ın kulu, Resûlü, ruhudur ve O'nun sözüdür" karşılığını verdi. Bu görüşte olanlar da Müslümanlardır. Bu dört adamdan her birinin de bu konudaki düşüncesine göre taraftarları oldu. Bunlar birbirleriyle savaştılar. Sonuçta Müslümanlar galip geldi. "...İnsanlardan adaleti emredenleri öldürenlere elem verici bir azabı müjdele" âyetinde bahsedilen de budur. Yüce Allah bunlar hakkında yine: "Sonra gruplar kendi aralarında ayrılığa düştüler..." buyurmuştur. Hazret-i İsa hakkında ihtilafa düşüp fırkalara ayrıldılar. Konuyu tartışırken Müslüman olan kişi onlara: "Doğruyu söyleyin! İsa'nın yemek yediğini, ama Yüce Allah'ın yemek yemeyeceğini biliyorsunuz değil mi?" diye sorunca, onlar: "Allah için söylemek gerekirse evet, biliyoruz" dediler. Müslüman olan kişi: "İsa'nın uyuduğunu, ama Yüce Allah'ın uyumadığını da biliyorsunuz değil mi?" diye sorunca, onlar: "Allah için söylemek gerekirse evet, biliyoruz" dediler. Müslümanlar bu konuda onlarla bu şekilde tartışınca birbirleriyle bir savaşa girdiler. Bize anlatılana göre o zamanlar Müslümanlar yenilip Yakubîler galip gelmişti. Yüce Allah da bu konuda Kur'ân'da: "...Büyük güne şahit olunduğu zamanda vay o kâfirlerin haline!" buyurmuştur. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Sonra gruplar kendi aralarında ayrılığa düştüler..." âyetini açıklarken: "Bunlar Ehl-i kitâb'dan olanlardır" demiştir. 38"Bize geldikleri gün neler görüp neler işitecekleri Ama zalimler bugün apaçık bir sapıklık içindedirler." İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bize geldikleri gün neler görüp neler işitecekler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "O günde kafirler herkesten çok işitir, herkesten çok görürler. Bugün ise ne işitir, ne de görürler." Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Bize geldikleri gün neler görüp neler işitecekler..." âyetini açıklarken: "Bu gün kıyamet günüdür. Böylesi bir günde de herkesten çok işitir, herkesten çok görürler" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Bize geldikleri gün neler görüp neler işitecekler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Vallahi bu gün kıyamet günüdür. Artık işitmenin fayda vermediği bu günde işitir, görmenin kâr etmediği bu günde de görürler." 39"Hâlâ gaflet içinde bulunanları ve hâlâ inanmayanları işin bitmiş olacağı o hasret gönü ile uyar." Saîd b. Mansûr, Hennâd, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, Ebû Ya'lâ, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân ve İbn Merdûye, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Cennetlikler Cennete, Cehennemlikler de Cehenneme girdikten sonra ölüm boz renkli bir koç suretinde getirilip Cennet ile Cehennem arasında durdurulur. Cennettekilere: «Ey Cennet ahalisi! Bunu tanıyor musunuz?» diye sorulur. Cennettekiler başlarını kaldırıp bakarlar ve: «Evet, bu ölümdür» karşılığını verirler. Hepsi de onu görür. Sonra Cehennemdekilere: «Ey Cehennem ahalisi! Bunu tanıyor musunuz?» diye sorulur. Cehennemdekiler başlarını kaldırıp bakarlar ve: «Evet, bu ölümdür» karşılığını verirler. Onların da hepsi onu görür. Sonrasında verilen emirle bu koç kesilir ve: «Ey Cennet ahalisi! Artık ölüm yok ebedilik var! Ey Cehennem ahalisi! Artık ölüm yok ebedilik var!» diye seslenilir." Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hâlâ gaflet içinde bulunanları ve hâlâ inanmayanları işin bitmiş olacağı o hasret günü ile uyar" âyetini okudu ve eliyle işaret ederek: "Dünya ahalisi gaflet içinde" buyurdu. Nesâî, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirir: "Hâlâ gaflet içinde bulunanları ve hâlâ inanmayanları işin bitmiş olacağı o hasret günü ile uyar" âyeti konusunda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde Cennettekilere seslenilince başlarını kaldırıp bakarlar. Cehennemdekilere de seslenilince başlarını kaldırıp bakarlar. Boz bir koç suretinde getirilen ölüme işaret edilerek: «Bunu tanıyor musunuz?» diye sorulunca: «Evet, bu ölümdür» karşılığını verirler. Sonrasında bu koç tutulup kesilir ve: «Ey Cennet ahalisi! Artık ölüm yok ebedilik var! Ey Cehennem ahalisi! Artık ölüm yok ebedilik var!» denilir." Daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hâlâ gaflet içinde bulunanları ve hâlâ inanmayanları işin bitmiş olacağı o hasret günü ile uyar'" âyetini okudu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Hâlâ gaflet içinde bulunanları ve hâlâ inanmayanları işin bitmiş olacağı o hasret günü ile uyar" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kıyamet gününde ölüm boz bir koç suretinde getirilip kesilir. Bu şekilde Cehennemlikler çok temenni ettikleri ölümden umutlarını keserler. Ateşte ebedi kalacakları için de bir pişmanlığın içine girerler." İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Hâlâ gaflet içinde bulunanları ve hâlâ inanmayanları işin bitmiş olacağı o hasret günü ile uyar" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Cennetlikler Cennete, Cehennemlikler de Cehenneme girdikten sonra ölüm boz renkli bir koç suretinde getirilip Cennet ile Cehennem arasında durdurulur. Sonra birisi Cennettekilere: "Ey Cennet ahalisi! İşte dünyada iken insanları öldüren ölüm budur!" diye seslenir. Bu seslenme üzerine Cennetin en üst derecesinde bulunandan en aşağı derecesinde bulunana kadar herkes koç suretindeki ölüme bakar. Aynı kişi bu sefer Cehennemdekilere: "Ey Cehennem ahalisi! İşte dünyada iken insanları öldüren ölüm budur!" diye seslenir. Bu seslenme üzerine Cehennemin en yüzeyinde bulunandan en dibinde bulunana kadar herkes koç suretindeki ölüme bakar. Daha sonra bu koç Cennet ile Cehennem arasında kesilir. Kesildikten sonra: "Ey Cennet ahalisi! Artık sizin için ebediyen hayat vardır! Ey Cehennem ahalisi! Siz de ebediyen diri kalacaksınız!" diye seslenilir. Bu söz üzerine Cennettekiler öyle bir sevinir ki şayet sevinçten dolayı ölünebilseydi ölürlerdi. Cehennem ahalisi de öyle bir iç çekerler ki şayet iç çekmeden ölünebilseydi kendileri bu iç çekişten ölürlerdi. İşte: "Hâlâ gaflet içinde bulunanları ve hâlâ inanmayanları işin bitmiş olacağı o hasret günü ile uyar" âyetinde anlatılan budur. Âyette işin bitmesinden kasıt, koç suretindeki ölümün kesilmesidir. İbn Cerîr'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Hasret günü..."ifadesini açıklarken: "Kıyamet gününün isimlerinden biridir" dedi ve: "Kişinin: «Allah'a karşı aşırı gitmemden ötürü bana yazıklar olsun. Gerçekten ben alaya alanlardandım» diyeceği günden sakının" âyetini okudu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ömer b. Abdilazîz, Kûfe'deki valisine şöyle bir mektup yazdı: "Bilmelisin ki Yüce Allah mahlûkatını yaratırken onlara ölümü de takdir etti. Sonunda dönecekleri yeri de yine kendi katı kıldı. Bundan dolayı dönüp gelecekleri yer ölüm olacaktır. İlmiyle koruduğu ve yaratmasında melekleri de şahit tuttuğu dosdoğru kitabında da en sonunda yeryüzüne ve onun üzerinde bulunan her şeye kendisinin varis olacağını, her şeyin en sonunda kendisine döneceğini bildirmiştir." 40Gerçekten biz, arza ve bütün üzerindekilere varis olacağız, (Bizden başka kimse kalmıyacak). Onlar da hesap için hep bize döndürülecekler. 41"Kitap'ta İbrahim'e dair anlattıklarımızı da an. O, dosdoğru bir peygamberdi." Ebû Nuaym ve Deylemî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Babanın çocuğu üzerindeki haklarından biri de onu çağırırken ismiyle değil, İbrahim'in (aleyhisselam) babasına seslenmesi gibi: «Babacığım» diye çağırmasıdır." 42Bir vakit (İbrâhîm) babasına şöyle demişti: “ Ey babam! İşitmez, görmez ve sana hiç bir faydası olmaz şeylere niçin tapıyorsun? 43Ey babam! Gerçekten bana, sana gelmiyen ilim gelmiştir (Allah’ı bilmişimdir). O hâlde, bana uy da, seni doğru bir yola ileteyim. 44Ey babam! Şeytana tapma, çünkü Şeytan Rahmân’a (Allah’a) asi oldu. 45Ey babam! Doğrusu ben korkarım ki, sana Rahmân’dan bir azap dokunur da Şeytan’a (Cehennem’de) arkadaş olursun.” 46Bkz. Ayet:50 47Bkz. Ayet:50 48Bkz. Ayet:50 49Bkz. Ayet:50 50"Babası, «Ey İbrahim! Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, mutlaka seni taşa tutarım. Uzun bir süre benden uzaklaş!» dedi. İbrâhîm, şöyle dedi: «Selam sana! Senin için Rabbimden af dileyeceğim. O, bana karşı pek lütufkârdır. Sizi ve Allah'tan başka taptıklarınızı terk ediyor ve Rabbime ibadet ediyorum. Rabbime ibadet etmekle de mutsuz olmayacağımı umuyorum.» İbrâhîm, onları da onların taptıklarını da terk edince, ona İshak ile Yakub'u bağışladık ve her birini peygamber yaptık. Onlara rahmetimizden bağışta bulunduk. Onların her dilde üstün şekilde anılmalarını sağladık." İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Sana kötü sözler söyleyeceğim! Bir süre de benden uzak dur" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Henüz sağlamken benden uzaklaş" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Seni cezalandırmadan henüz sağlamken benden uzaklaş" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr. (.....) âyetini: "Bir süre benden uzak dur" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd, İkrime'den aynısını zikreder. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: "Henüz sağlamken benden uzaklaş" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî)'den aynısını zikreder. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: "Bir süre benden uzak dur" şeklinde açıklamıştır. İbnu'l-Enbârî el-Vakf da bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) buyruğundaki 'meliy' ifadesi ne anlama geliyor?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Uzun bir süre anlamındadır. Bu konuda el- Muhelhel: "Dağların zirveleri ağladı vefatına Dul kadınlar da uzun bir süre ağladı ona" demiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "O, bana karşı pek lütufkârdır" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...O bana karşı pek lütufkârdır" âyetini açıklarken: "Dua ve isteklerime karşılık vermeye alıştırmıştır, anlamındadır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Ona İshak ile Yakub'u bağışladık..." âyetini açıklarken: "Oğlu olarak Yakub'u, torun (oğlunun oğlu) olarak da İshak'ı bağışladık" demiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Güzel bir şekilde anılmalarını sağladık" demiştir. 51Bkz. Ayet:53 52Bkz. Ayet:53 53"Kîtap'ta Musa'ya dair anlattıklarımızı da an. O, bir resul, bîr nebî idi. Ona, Tûr dağının sağ tarafından seslendik ve kendisi ile gizlice konuşmak için kendimize yaklaştırdık. Rahmetimizden, kardeşi Harun'u bir peygamber olarak ona bahşettik." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) şeklinde "lam" harfini nasbederek okurdu. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...O, bir resul, bir nebî idi" âyetini açıklarken: "Nebî, Allah tarafından kendisiyle konuşulan, vahiy alan ancak kendisine müstakil bir kitap inmeyen kişidir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in lafzı ise şöyledir: "Peygamberler, kendilerine risalet verilmeyen, vahiy almalarına rağmen kimselere resul olarak gönderilemeyen kişilerdir. Resuller, kendilerine hem vahiy inen ve risaletle (kitapla) bir topluluğa gönderilen peygamberlerdir." Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "Ona sağdaki dağın bir tarafından seslendik ve doğruluğundan dolayı kendisi ile konuşmak için bize yaklaştırdık" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: "...Kendisi ile gizlice konuşmak için kendimize yaklaştırdık" âyetini açıklarken: "Kalemin gıcırtısını duyacak kadar kendisine yaklaştırdı" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Hennâd, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Meysere: "...Kendisi ile gizlice konuşmak için kendimize yaklaştırdık" âyetini açıklarken: "Öyle bir yaklaştırıldı ki levhalara Tevrat'ı yazan kalemin gıcırtısını bile duydu" demiştir. Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Kendisi ile gizlice konuşmak için kendimize yaklaştırdık" âyetini açıklarken: "Öyle bir yaklaştırıldı ki kendisi için Tevrat'ı yazan kalemin gıcırtısını bile duydu" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Kendisi ile gizlice konuşmak için kendimize yaklaştırdık" âyetini açıklarken: "Gökyüzüne çıkarıldı ve kendisiyle orada konuşuldu" demiştir. İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh Azame'de ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'da bildirdiğine göre Mücâhid: "...Kendisi ile gizlice konuşmak için kendimize yaklaştırdık" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Yedinci kat gök ile Arş'ın göğü arasında yetmiş bin tane perde vardır. Bu perdeler, biri nur biri karanlık, biri nur biri karanlık şeklinde sıralanmışlardır. Hazret-i Mûsa, Yüce Allah'la arasında tek bir perde kalıncaya kadar yaklaştırıldı. Yüce Allah'ın yeri ile (Tevrat'ı) yazan kalemin gıcırtısını işitince: "...Rabbim! Bana görün, sana bakayım..." dedi. Firyâbî, İbn Ebî Şeybe Musannef’te, Hennâd Zühd'de, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Kendisi ile gizlice konuşmak için kendimize yaklaştırdık" âyetini açıklarken: "Öyle bir yaklaştırıldı ki levhalara (Tevrat'ı) yazan kalemin gıcırtısını bile duydu" demiştir. Deylemî aynısını İbn Abbâs'tan merfû olarak zikreder. İbn Ebî Hâtim, Amr b. Ma'dikerib'den bildirir: Kendisiyle konuşmak için Yüce Allah, Hazret-i Musa'yı Turu Sina dağına yaklaştırınca ona şöyle buyurdu: "Ey Musa! Şayet sana şükreden bir kalp, zikreden bir dil ve hayırlı işlerde sana yardımcı olacak bir hanım yaratmışsam bil ki hayırdan hiçbir şeyi tutmamışımdır. Birini bunlardan mahrum etmişsem de bil ki ona hayırdan hiçbir şey bahşetmemişimdir." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Rahmetimizden, kardeşi Harun'u bir peygamber olarak ona bahşettik" âyetini açıklarken: "Harun, Musa'dan daha büyüktü, ancak Yüce Allah Harun'un kendisini değil peygamberliğini Hazret-i Musa'ya bahşetti" demiştir. 54Bkz. Ayet:55 55"Kitap'ta İsmail'e dair anlattıklarımızı da an. Çünkü o sözüne sadıktı, resul ve nebî idi. Ailesine namaz ve zekâtı emrederdi. Rabbinin katında da hoşnutluğa ulaşmıştı." Hâkim, Semure vasıtasıyla Ka'b'dan bildirir: "Yüce Allah'ın sözüne sadık biri olarak isimlendirdiği Hazret-i İsmail sert mizaçlı biriydi ve Allah düşmanlarıyla mücadele ederdi. Yüce Allah da ona yardım eder ve düşmanlarına karşı muzaffer kılardı. Hazret-i İsmail kafirlere karşı çok çetin bir şekilde savaşır ve Allah yolunda kimselerin kınamasından çekinmezdi. Başı küçük, boynu kalın, el ve ayakları uzundu. Öyle ki ayakta iken bile elleriyle dizlerine vurabilirdi. Küçük gözlü, uzun burunlu, geniş omuzlu, yüz hatları keskin ve güçlü kuvvetli birisiydi. Kafirlere karşı oldukça sertti. Ailesi ve halkına namaz ile zekatı emrederdi. O zamanlar da zekatları, mallarını Allah'a kurban olarak sunmaları şeklindeydi. Verdiği her sözde durup ifa ettiği için de Yüce Allah onu sözüne sadık anlamında "Sâdiku'l-Va'di" olarak isimlendirmiştir." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...O sözüne sadıktı..."âyetini açıklarken: "Rabbine bir söz verdiği zaman bu sözü mutlaka yerine getirirdi" demiştir. İbn Ebî Hâtim, Süfyân es-Sevrî'den bildirir: Bana anlatılana göre Hazret-i İsmail ile bir arkadaşı bir defasında bir köye geldiler. Arkadaşı ona: "Ya ben burada oturayım, sen köye girip azık olarak gerekli yiyeceğimizi satın alırsın, ya da sen burada otur ben gidip bu işi yapayım" deyince, Hazret-i İsmail: "Sen köye git ben burada oturup seni beklerim" karşılığını verdi. Arkadaşı köye girdikten sonra Hazret-i İsmail'i unuttu. Adam diğer yıl o köyün oradan geçerken Hazret-i İsmail'le karşılaştı. Ona: "Sen o zamandan bu saate burada mı bekledin?" diye sorunca, Hazret-i İsmail: "Sen gelene kadar buradan ayrılmayacağımı söylemiştim!" karşılığını verdi. Yüce Allah da onun hakkında: "Kitap'ta İsmail'e dair anlattıklarımızı da an. Çünkü o, sözüne sadıktı..." buyurdu. İbn Cerîr, Sehl b. Akîl'den bildirir: Hazret-i İsmail bir yerde buluşmak üzere bir adamla sözleşti. Kendisi o mekana gelirken diğer adam unutup gelmedi. Hazret-i İsmail ikinci günün sabahında adam gelene kadar orada bekledi. Adam: "Dünden beri buradan hiç ayrılmadın mı?" diye sorunca, Hazret-i İsmail: "Hayır!" karşılığını verdi. Adam: "Ben gelmeyi unuttum" deyince, Hazret-i İsmail: "Sen buraya gelene kadar buradan ayrılacak değildim!" karşılığını verdi. İşte bundan dolayı sözüne sadık biri olarak anılmıştır. Müslim'in Vâsile'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah, İbrâhîm'in oğulları içinden İsmail'i, İsmail oğulları içinden de Kinâne'yi seçti." Ebû Nuaym Delâil'de Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde on iki peygamber arasında mahlukatın efendisi ben olacağım. İbrâhîm, İsmail, İshak, Yakub bu peygamberlerden bazılarıdır." Hâkim ve Beyhakî Şuab'da İbn Abbâs'tan bildirir: "Arapça'yı ilk konuşan, kendi ağzı ve lehçesiyle yazıya döken, (.....) şeklinde bitişik olarak yazan kişi Hazret-i İsmail'dir. Daha sonraları ise oğulları başka dil ve lehçeleri kullanmışlardır." İbn Sa'd, Ukbe b. Beşîr'den bildirir: Muhammed b. Ali'ye: "Arapça'yı ilk olarak konuşan kişi kimdir?" diye sorduğumda: "İbrâhim'in oğlu İsmail'dir ve ilk konuştuğunda henüz on üç yaşındaydı" dedi. "Daha önce insanlar hangi dili konuşuyordu?" diye sorduğumda da: "İbranice konuşuyordu" dedi. İbn Sa'd, Vâkidî'den, o da bir çok âlimden bildirdiğine göre Hazret-i İsmâil'e doğar doğmaz Arapça ilham edildi. Hazret-i İbrâhîm'in diğer çocukları babalarının dilini (İbranice'yi) konuşuyorlardı. İbn Sa'd'ın Ali b. Rebâh el-Lahmî'de bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bütün Araplar İsmail'in soyundandır" buyurmuştur. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre İshâk b. Abdillah b. Ebî Ferve: "Hazret-i İsmail'in mezarı, Rükn ile Beyt arasındaki oluğun altındadır" demiştir. 56Bkz. Ayet:57 57"Kitap'ta İdris'i de an. Şüphesiz o, doğru sözlü bir kimse, bir nebî idi. Onu yüce bir makama yükselttik." Hâkim, Semure'den bildirir: Hazret-i İdris beyaz tenli, uzun boylu, göbekli, geniş omuzlu, beden kılı az ve saçları yoğun biriydi. Bir gözü diğerinden daha büyüktü. Göğsünde beyaz bir leke vardı, ancak vücudu lekeli değildi. Yüce Allah yeryüzü insanlarının zulümlerini ve emirlerine karşı isyanlarını görünce Hazret-i İdris'i altıncı kat semaya yükseltti. "Onu yüce bir makama yükselttik" âyetinde bahsedilen de budur. İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. Amr b. el-Âs'tan bildirir: "Hazret-i İdris, Hazret-i Nuh'tan daha öncedir. Yüce Allah onu kavmine göndermiş ve: "Lâ ilâhe illallah" dedikten sonra istedikleri şeyi yapabileceklerini söylemiştir. Ancak onlar buna da yanaşmayınca Yüce Allah onları helak etti." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Onu yüce bir makama yükselttik" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Hazret-i İdris terziydi. İğnesini her saplayışında da mutlaka "Sübhânallah!" derdi. Akşamı bulduğunda yeryüzünde ondan daha iyi amelde bulunan başka biri daha olmazdı. Bir defasında meleklerden biri Yüce Allah'a: "Rabbim! Bana izin ver de İdris'in yanına ineyim" diyerek bu yönde izin istedi. Yüce Allah izin verince melek Hazret-i İdris'in yanına indi. Ona selam verip: "Sana hizmet etmek için geldim" dedi. Hazret-i İdris: "Sen bir melek, ben ise bir insanken bana nasıl hizmet edeceksin?" karşılığını verdi ve: "Ölüm meleğiyle bir yakınlığın var mı?" diye sordu. Melek: "O da melek kardeşlerimden biridir" dedi. Hazret-i İdris: "Ölüm anında bana faydası dokunabilir mi?" diye sorunca, melek: "Ecelini öne alma veya erteleme konusunda elinden bir şey gelmez. Ama senin için onunla konuşayım da ölüm anında sana şefkatli davransın" karşılığını verdi ve: "Sırtıma bin" dedi. Sırtına binince melek onu (dördüncü kat) semaya yükseltti. Hazret-i İdris'i sırtında taşıyan melek ölüm meleği ile karşılaştı. "Senden bir isteğim var" deyince, ölüm meleği: "İsteğini biliyorum. İdris hakkında benimle konuşacaksın. Ancak onun ismi hayat sahifesinden silindi. Bir göz kırpması kadarlık da bir ömrü kaldı" karşılığını verdi. Hazret-i İdris bu şekilde meleğin sırtında, kanatları arasında vefat etti. İbn Ebî Şeybe Musannef’te ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Ka'b'a, Hazret-i İdrîs'in yüce bir makama yükseltilmesi hadisesini sorduğumda şöyle dedi: "Hazret-i İdrîs çok takvalı bir kuldu. İlahi huzura kendisinden çıkan ameller, kendi zamanında hiç kimseden çıkmazdı. Amellerini huzura çıkaran melek bu durumu çok beğendi ve kendisinin yanına inmek için Rabbinden: "Rabbim! İzin ver de şu kulunu ziyaret edeyim" diyerek izin istedi. İzin verilince de indi. Ona: "Ey İdrîs! Müjde! Senden, huzura öyle salih ameller çıkarılıyor ki yeryüzü ahalisi içinde ameli bu şekilde çıkarılan hiç kimse yoktur" dedi. Hazret-i İdrîs ona: "Nereden biliyorsun?" diye sorunca, melek: "Ben bir meleğim!" karşılığını verdi. Hazret-i İdrîs: "Melek olabilirsin, ama bunu nerden biliyorsun?" diye sorunca, melek: "Çünkü senin amellerinin çıktığı kapıda ben duruyorum" dedi. Hazret-i İdrîs, meleğe: "Ölüm meleği için bana aracı olsan da daha fazla şükür ve ibadette bulunmam için ecelimi geciktirse" deyince, melek: "Yüce Allah, eceli gelen bir nefsi geciktirmez" karşılığını verdi. Hazret-i İdrîs: "Biliyorum ama benim için bu daha güzeldir" deyince melek onu kanatları üzerine alıp semaya çıkardı. Ölüm meleğine varıp: "Ey ölüm meleği! Bu takvalı bir kuldur ve peygamberdir. Kendisinden buraya çıkan ameller, yeryüzü ahalisi içinde başka hiç kimseden çıkmamaktadır ve bu durumunu da çok beğendim. Rabbimden izin isteyip kendisini ziyaret ettim. Bu durumunu kendisine müjdelediğimde, daha fazla şükür ve ibadette bulunmak için ecelinin geciktirilmesi yönünde senin yanında aracı olmamı istedi" dedi. Ölüm meleği: "Bu kim?" diye sorunca, melek: "İdrîs" dedi. Bunun üzerine ölüm meleği kendisinde bulunan kitabı inceledi. Hazret-i İdris'in ismiyle karşılaşınca: "Vallahi İdrîs'in ecelinden bir şey kalmamış" dedi ve oradan ismini sildi. Hazret-i İdrîs oracıkta öldü. İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Onu yüce bir makama yükselttik" âyetini açıklarken: "Altıncı kat semaya yükseltildi ve orada öldü" demiştir. Tirmizî, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Katâde: "Onu yüce bir makama yükselttik" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Enes'in bize bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "İsra gecesi göğe çıkartıldığımda dördüncü kat semada İdris'i gördüm" buyurdu. İbn Merdûye, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: "Onu yüce bir makama yükselttik" âyetindeki makam konusunda Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Dördüncü kat semadır" buyurdu. Abd b. Humeyd, Mücâhid ile Rabî'den aynısını zikreder. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken: "Hazret-i İdris ölmedi, o da Hazret-i İsa gibi göğe yükseltildi" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in hasen bir senedle bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Hazret-i İdris, İlyâs denilen kişidir" demiştir. İbnu'l-Münzir'in Ğufra'nın azatlısı Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: İdris takvalı tertemiz bir peygamberdi. Zamanını ikiye ayırmıştı. Haftanın üç gününde insanlara hayrı iyiliği öğretir, kalan dört günde de yeryüzünde seyahat eder, Allah'a ibadet etmenin gayreti içine girerdi. Sadece kendisinden semaya çıkan hayırlı şeyler tüm insanlardan çıkan ameller kadar olurdu. Ölüm meleği de Allah için kendisini sevdi ve seyahata çıkmak üzereyken yanına gelip: «Ey Allah'ın Peygamberi! Sana yoldaş olmam için bana müsaade etmeni istiyorum» dedi. İdris, onu tanımadığı için: «Bana yoldaş olmaya gücün yetmez» karşılığını verince, ölüm meleği: «Yapabilirim! Yüce Allah'ın bu yönde beni güçlü kılacağını umuyorum» dedi. Aynı günde de İdris'le birlikte yola çıktı. Gün bitmek üzereyken bir koyun çobanıyla karşılaştılar. Ölüm meleği, İdris'e: « Ey Allah'ın Peygamberi! Akşamı nerede edeceğimizi bilmiyoruz. Akşam yemeği için bu sürüden bir oğlak alsan olmaz mı?» deyince, İdris: «Bir daha bana böylesi bir teklifte bulunma! Bize ait olmayan bir şeyi almamı mı istiyorsun? Akşamı nerede edersek Yüce Allah orada bize rızkımızı verecektir!» karşılığını verdi. Akşam olduğunda Yüce Allah daha önce kendisine hep gönderdiği rızkı yine gönderdi. Ölüm meleğine: «Yaklaş da ye!» deyince, melek: «Hayır! Sana peygamberliği bahşedene yemin olsun ki iştahım yok» karşılığını verdi. İdris yemeği yedikten sonra her ikisi de namaza kalktılar. İdris bir zaman sonra namazdan dolayı yoruldu, bitkin düştü ve uykusu geldi. Ölüm meleği ise ne yoruldu, ne bitkin düştü ve ne de uykusu geldi. İdris onun bu durumuna şaşırıp kendi kendine: «İnsanlar içinde ibadete benden daha fazla gücü yeten biri yok diye düşünürdüm. Ama bu adam bu konuda benden daha güçlüymüş» dedi. Meleğin bu şekilde ibadetini görünce de kendi ibadetini değersiz görmeye başladı. Sabah olduğunda tekrar yola düştüler. Akşam yaklaştığında bir üzüm hahçesiyle karşılaştılar. Ölüm meleği, İdris'e: «Akşamı nerede edeceğimizi bilmiyoruz. Bu üzümlerden birkaç salkım alsak olmaz mı?» deyince, İdris: «Böylesi bir teklifi bana bir daha yapma demedim mi? Akşamı nerede bulursak Yüce Allah ikimize de rızkımızı gönderecektir» karşılığını verdi. Akşam olduğunda Yüce Allah daha önce kendisine hep gönderdiği rızkı yine gönderdi. İdris yemeye başladı ve ölüm meleğine: «Gel sen de ye!» dedi. Melek: «Hayır! Sana peygamberliği bahşedene yemin olsun ki iştahım yok» karşılığını verdi. İdris onun bu haline şaşırdı. Yemek sonrası namaza kalktılar. Bir zaman sonra İdris yine yorulup uzandı. Ölüm meleği ise ne yoruldu, ne bitkin düştü ne de uykusu geldi. İdris bunu görünce ona: «Canım elinde olana yemin olsun ki sen Ur insan değilsin!» dedi. Melek: «Evet! İnsan değilim» karşılığını verince, İdris: «O zaman sen kimsin?» diye sordu. Melek: «Ben ölüm meleğiyim» dedi. İdris: «Bana yönelik bir emir mi aldın?» diye sorunca, melek: «Şayet öyle bir emir almış olsaydım seni bu zamana kadar bekletmezdim. Ben Allah için seni sevdim ve bundan dolayı sana yoldaş oldum» karşılığını verdi. İdris: «Ey ölüm meleği! Gecesi gündüzüyle üç gündür benimle berabersin. Bu süre içinde de mahlükattan hiç kimsenin ruhunu almadın» deyince, melek: «Hayır, aldım! Sana peygamberliği bahşedene yemin olsun ki beni gördüğün ilk andan itibaren yeryüzünün doğusu ve batısında ruhunu almam emredilen her bir nefsin ruhunu alıyordum. Tüm dünya benim yanımda kişinin önünde duran ve elini uzatıp istediğini alan yemek sofrası gibidir» karşılığını verdi. İdris: «Ey ölüm meleği! Beni kendisi için sevdiğin şey aşkına senden bir şey isteyeceğim ve bu isteğimi yerine getir» deyince, melek: «Ey Allah'ın Peygamberi! Dile benden ne dilersen» karşılığını verdi. İdris: «Bana ölümü tattırmanı, ölümün tadına varmak için ruhumla cesedimi birbirinden ayırmanı, daha sonra da ruhumu bana geri vermeni istiyorum» deyince, melek: «Rabbimden bu konuda izin almadan bunu yapamam» karşılığını verdi. İdris: «O zaman Rabbinden izin al» dedi. Ölüm meleği Rabbinin katına çıktı ve bu konuda izin istedi. Rabbi ona izin verince, ölüm meleği İdris'in ruhu ile cesedini birbirinden ayırdı. İdris ölü bir şekilde yere yığılınca Yüce Allah ruhunu ona geri verdi. Ölüm meleği de İdris'in yüzünü silmeye ve: «Ey Allah'ın Peygamberi! Yoldaşlığımdan dolayı başına böylesi bir şeyin gelmesini istemezdim» demeye başladı. İdris kendine gelince melek ona: «Ey Allah'ın Peygamberi! Nasıl buldun?» diye sordu. İdris: «Ey ölüm meleği! Bu konuda bana bir şeyler anlatılmış bir şeyler duymuştum, ancak anlatılandan ve işittiğimden daha büyük bir şeymiş» karşılığını verdi. Sonrasında: «Ey ölüm meleği! Senden bir isteğim daha var» dedi. Ölüm meleği: «Nedir?» diye sorunca, İdris: «Bana Cehennemi göster, az da olsa nasıl bir şey olduğunu görmek istiyorum» dedi. Ölüm meleği: «Cehennem ateşini görüp de ne yapacaksın? Onu ne görmeni, ne de ahalisinden biri olmanı isterim» karşılığını verdi. İdris: «Hayır, görmek isterim ki ondan daha fazla korkup daha fazla uzak durayım» deyince, ölüm meleği Cehennem kapılarından birine gitti ve bekçilerine seslendi. Bekçiler: «Kim o?» diye sorunca, melek: «Ben ölüm meleğiyim» dedi. Bekçiler onun geldiğini görünce korkudan titremeye başladılar ve: «Bize yönelik bir emir mi aldın?» diye sordular. Melek: «Şayet bu yönde bir emir alsaydım sizleri bir an bekletmezdim. Allah'ın Peygamberi İdris kendisine Cehennemden bir parça göstermenizi istiyor» dedi. Bunun üzerine Cehennem bekçileri Cehennemden iğne deliği kadar bir delik açtılar. Bu delikten gelen sıcaklık, alev ve esintiyle İdris kendinden geçip yere yığıldı. Ölüm meleği bekçilere: «Kapatın!» deyince deliği geri kapattılar. Ölüm meleği, İdris'in yüzünü silmeye ve: «Ey Allah'ın Peygamberi! Yoldaşlığımdan dolayı başına böylesi bir şeyin gelmesini istemezdim» demeye başladı. İdris kendine gelince melek ona: «Ey Allah'ın Peygamberi! Nasıl buldun?» diye sordu. İdris: «Ey ölüm meleği! Bu konuda bana bir şeyler anlatılmış bir şeyler duymuştum, ancak anlatılandan ve işittiğimden daha büyük bir şeymiş» karşılığını verdi. Sonrasında İdris: «Ey ölüm meleği! Geriye senden sadece bir isteğim kaldı» dedi. Melek: «Nedir?» diye sorunca, İdris: «Az da olsa bana Cennetten bir parça göstermeni istiyorum» karşılığını verdi. Ölüm meleği: «İnşaallah Cennettekilerin en iyilerinden biri olacaksın ve inşallah orası senin meskenin ve dönüş yerin olacak» deyince, İdris: «Ey ölüm meleği! Onu görmek istiyorum! Belki onu daha fazla arzu etmeme, istememe ve onun için daha çok çalışmama vesile olur» diye ısrar etti. Bunun üzerine melek Cennet kapılarından birine gitti ve bekçilerine seslendi. Bekçiler: «Kim o?» diye sorunca, melek: «Ben ölüm meleğiyim» dedi. Bekçiler onun geldiğini görünce korkudan titremeye başladılar ve: «Bize yönelik bir emir mi aldın?» diye sordular. Melek: «Şayet bu yönde bir emir alsaydım sizleri bir an bekletmezdim. Allah'ın Peygamberi İdris kendisine Cennetten bir parça göstermenizi istiyor. Kapıyı açın» dedi. Bekçiler kapıyı açınca Cennetin serinliği, güzelliği ve kokusu İdris'in aklım başından aldı. «Ey ölüm meleği! Cennete girip meyvelerinden yemeyi, içeceklerinden içmeyi istiyorum. Belki onu daha fazla arzu etmeme, istememe ve onun için daha çok çalışmama vesile olur» dedi. Ölüm meleği ona: «Gir!» deyince, İdris içeriye girip meyvelerinden yedi, içeceklerinden içti. Sonrasında ölüm meleği ona: «Ey Allah'ın Peygamberi! Geri çık! İstediğini elde ettin. Nasılsa Yüce Allah kıyamet gününde diğer peygamberlerle birlikte seni içeriye alacak» dedi. Ancak İdris Cennetteki bir ağacın gövdesine sarıldı ve: «Buradan çıkmam! İstersen de bu konuda seninle tartışırım!» dedi. Yüce Allah da ölüm meleğine: «Tartışmayı kabul et» diye vahyedince melek, İdris'e: «Ey Allah'ın Peygamberi! Benimle nasıl tartışacaksın?» diye sordu. İdris şöyle dedi: «Yüce Allah: "Her canlı ölümü tadacaktır..."'» buyurmuştur. Ben de Yüce Allah'ın mahlükatına takdir ettiği ölümü bir defa tattım. Yine: «Sizden Cehenneme uğramayacak yoktur. Bu, Rabbinin yapmayı üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükümdür»buyurmuştur. Ben de Cehenneme uğradım. Yüce Allah, mahlükatına Cehenneme bir defa uğramayı yazmışken ben iki defa mı uğrayacağım? Yine Cennet ahalisine: «...Oradan çıkarılmayacaklardır» buyurmuştur. Yüce Allah'ın beni soktuğu bir yerden mi çıkarılacağım?" Bunun üzerine Yüce Allah, ölüm meleğine: «Kulum İdris tartışmada seni yendi! İzzetim ve celalime yemin olsun ki onu yaratmadan önce öldüğü bu ölümden başka bir ölümü tatmayacağını takdir edip yazmıştım. Cehenneme bu uğramasından başka bir daha uğrayacak değildir. Aynı şekilde Cennete girmiş olduğu anda gireceğini ve oradan çıkarılmayacağını yazmıştım. Ey ölüm meleği! Onu bırak! Çok güçlü kanıtlar getirerek tartışmada seni yendi!» buyurdu. İdris bu şekilde Cennette kalmaya karar verince, Yüce Allah da herkesten önce onun Cennete girmesini takdir edince diğer melekler hayretler içinde kaldılar ve: «Rabbimiz! Bizleri İdris'ten şu kadar bin yıl önce yarattın. Bir an bile de sana karşı gelmedik. İdris'i ise az bir zaman önce yarattın. Nasıl olur da onu bizden önce Cennete soktun» dediler. Yüce Allah onlara cevaben şöyle vahyetti: «Ey meleklerim! Ben sizleri bana ibadet etmeniz, tesbih edip zikretmeniz için yarattım. Sizler için lezzeti de bunlarda kıldım. Bunlardan başka yiyecek ve içeceklerde sizler için herhangi bir lezzet kılmış değilim. Bu yönde sizlere gereken güç ve imkanı da verdim. Süsü, şehveti, lezzeti, isyanı ve günahları ise yeryüzündekiler için yarattım. İdris benim için tüm bunlardan uzak durdu. İsteklerimi kendi isteklerine, rıza ve sevgimi kendi rıza ve sevgisine tercih etti. İçinizden İdris'in girdiği yere girmek isteyen varsa da yeryüzüne insin ve onun gibi bana ibadet etsin, onun amelleri gibi amelde bulunsun. Şayet İdris gibi amel ederse onun da İdris'in girdiği yere sokarım. Ancak istediğim şeylerden başka bir şey yapar, yolumdan başka bir yola girerse o zaman onu zalimlerin girdiği yere sokarım.» Bunun üzerine melekler: «Rabbimiz! Senden ne mükâfat, ne de ceza istiyoruz. Bize bahşettiğin konuma ve yere razıyız» dediler. Ancak meleklerden Harut, Marut ve başka biri daha öne çıkıp bu teklife razı oldular. Yüce Allah bu üçüne de şöyle vahyetti: «Madem öyle bir karar aldınız, o zaman sizi uyarayım ki belki sakınır, faydalanırsınız. Bilin ki benim yanımda en büyük günahlar dört tanedir. Şayet bu dört tane günah dışında bir şey yaparsanız onları bağışlarım. Ancak bunları yapmanız halinde sizleri bağışlamam.» Bu üç melek: «Bunlar nedir?» diye sorduklarında, Yüce Allah: «Puta tapmak, haksız yere cana kıymak, içki içmek ve size haram olan biriyle ilişkiye girmektir» buyurdu. Bu şartlar üzerine üç melek yeryüzüne indi. Yeryüzünde de İdris'in yaptığı gibi haftanın dört günü seyahat ediyor, kalan üç günde de insanlara hayrı öğretiyorlar, onları Allah'a ibadet ve itaat etmeye davet ediyorlardı. Ancak Yüce Allah onları kadınların en güzellerinden biri olan Zühre ile sınadı. Onu gördüklerinde fitneye kapıldılar. Yüce Allah da zaten bunu önceden takdir edip bildirmiş ve pişman olacaklarını ifade etmişti. Yüce Allah'ın bu yöndeki uyarılarını unuttular ve Zühre ile birlikte olmak istediler. Zühre: «Sizinle birlikte olurum. Ancak benim bir kocam var, onu öldürmeden bu istediğiniz şeyi yapamam. Onu öldürmeniz halinde sizin olurum» karşılığını verdi. Buna karşılık biri diğerine: «Haksız yere cana kıymamamız ve bize haram olan biriyle ilişkiye girmemiz emredildi. Fakat şimdilik her ikisini yapalım sonra hepsi için tövbe ederiz» dedi. Üçüncü kişi fitneye düşeceklerini anlayınca Yüce Allah onu korumak için semayı araladı. O da semadan içeriye girince fitneye düşmekten kurtuldu. Harut'la Marut ise Yüce Allah'ın kendilerine takdir ettiği gibi yeryüzünde kaldılar. Harut'la Marut, Zühre'nin kocasına saldırıp öldürdüler. Zühre ile birlikte olmak isteyince, bu defa: «Benim taptığım bir putum var. Ona karşı gelmek istemem. İsterseniz siz de ona bir defa secde edin» dedi. İçine düştükleri fitne ile bunu da yapmak istediler. Biri diğerine: «Puta tapmamamız emredildi» deyince, diğeri: «Haksız yere cana kıymamamız ve zina etmememiz de emredilmişti. Ancak bunu da yapalım sonra hepsine bir tövbe ederiz» karşılığını verdi. Sonrasında o puta secde ettiler. Bir daha onunla birlikte olmak için hazırlanınca Zühre: «Sizden bir isteğim daha var» dedi. «Nedir?» diye sorduklarında: «Bende bir içecek var. O olmadan hiçbir şeyden zevk almıyorum» dedi. «Bu içecek nedir?» diye sorduklarında: «İçki» dedi. İçine düştükleri fitne ile bunu da yapmak istediler. Biri diğerine: «İçki içmememiz emredildi» deyince, diğeri: «Haksız yere cana kıymamamız ve zina etmememiz de emredilmişti. Ancak bunu da yapalım sonra hepsine bir tövbe ederiz» karşılığını verdi. Sonrasında içkiyi içtiler. Zühre ile beraber olmaya hazırlanınca «Sizden bir isteğim daha olacak» dedi. «Nedir?» diye sorduklarında: «Semaya çıkmak için kullandığınız sözleri bana da öğretin» dedi. Bu sözleri ona öğrettiler. Zühre bu sözleri söyleyince semaya doğru yükseldi. Ulaşınca da yıldıza dönüştü. Harut'la Marut bu şekilde sınandıktan sonra semaya çıkmak istediler. Ancak semanın kapıları yüzlerine kapandı. Kendilerine de: «Semaya günah işleyenler giremez!» denildi. Semaya bu şekilde girişleri engellenince, sınanıp fitneye düştüklerini de görünce pişmanlık içinde Yüce Allah'a yalvarıp yakarmaya başladılar. Yüce Allah onlara şöyle vahyetti: «Size sunulan teklifi kabul etmenizden dolayı öfkemi ve cezamı hakettiniz! Oysa meleklerimin arasında bana itaat ve ibadet ediyordunuz. Ancak isyan ettiniz, emirlerimi de yerine getirmediğiniz için bunlar başınıza geldi. Artık ya dünya azabını, ya da âhiret azabını seçin!» Dünya azabının ne kadar uzun sürse de bir gün biteceğini, âhiret azabının ise sonunun olmadığını bildikleri için dünya azabını seçtiler. Şimdi onlar Babil'de birbirlerine bağlı bir şekilde ayaklarından aşağıya asılmışlardır ve kıyamete kadar öyle kalacaklardır." İbn Ebî Hâtim, Dâvud b. Ebî Hind'den o da bazı arkadaşlarından bildirir: Ölüm meleği Hazret-i İdris'in dostu di. Bir gün Hazret-i İdris ona: "Ey ölüm meleği!" diye seslenince, melek: "Buyur!" karşılığını verdi. Hazret-i İdris: "Beni öldür de ölümün nasıl bir şey olduğunu göreyim" deyince, melek: "Sübhânallah ey İdris! Gökyüzü ve yeryüzü ahalisi ölümden kaçarken sen nasıl olduğunu göstermemi mi istiyorsun?" karşılığını verdi. Hazret-i İdris: "Nasıl bir şey olduğunu görmek istiyorum" deyip bu konuda ısrar edince, melek: "Ey İdris! Ben de senin gibi emir kuluyum ve bu konuda elimden bir şey gelmez" dedi. Daha sonra ölüm meleği semaya çıktı ve: "Rabbim! Kulun, ölümün nasıl bir şey olduğunu kendisine göstermemi istiyor" dedi. Yüce Allah ona: "Onu öldür!" buyurdu. Ölüm meleği, Hazret-i İdris'e bir daha: "Ey İdris! Tüm mahlukat ölümden kaçıyor" deyince, Hazret-i İdris: "Bana ölümü göster" karşılığını verdi. Hazret-i İdris bu şekilde öldürülünce ölüm meleği ruhunu ona geri veremeden öylece kaldı. Sonra: "Rabbim! İdris'in içinde bulunduğu durumu görüyorsun" deyince, Yüce Allah ona ruhunu geri döndürdü. Hazret-i İdris bir süre bu şekilde yaşadıktan sonra yine bir gün: "Ey ölüm meleği! Beni Cennete sok da içine bakayım!" dedi. Melek: "Ey İdris! Ben de senin gibi emir kuluyum. Bu konuda elimden bir şey gelmez" karşılığını verdi. Hazret-i İdris bu konuda ısrar edince, melek, Yüce Allah'a şöyle dedi: "Rabbim! Kulun İdris Cenneti görmek istiyor ve kendisini içeriye sokmam için ısrarlarda bulundu. Ancak kendisine emir kulu olduğumu ve bu konuda bir şey yapamayacağımı söyledim." Yüce Allah: "Onu Cennete sok" buyurdu. Melek kendi kendine: "Yüce Allah, İdris hakkında benim bilmediğimi biliyor" dedi ve onu alıp Cennete soktu. Cennette bir süre kaldıktan sonra ölüm meleği ona: "Haydi artık çıkalım" dedi. Hazret-i İdris şu karşılığı verdi: "Hayır, çıkmam. Yüce Allah insanların ilk ölümden başka bir ölümü görmeyeceklerini bildirdi. Yine: "...Oradan çıkarılmayacaklardır" buyurmuştur. Bundan dolayı buradan çıkmayacağım!" Ölüm meleği: "Rabbim! Kulun İdris'in ne dediğini duyuyor musun!" deyince, Yüce Allah: "Kulum doğru söyledi ve o senden daha iyi biliyor. Onun için onu içerde bırakıp çık" karşılığını verdi. Yüce Allah da bu konuda: "Onu yüce bir makama yükselttik" buyurdu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Kitap'ta İdris'i de an. Şüphesiz o, doğru sözlü bir kimse, bir nebî idi. Onu yüce bir makama yükselttik."âyetini açıklarken şöyle demiştir: Hazret-i İdris, Yüce Allah'ın yeryüzüne gönderdiği ilk nebî idi. Kendisinden semaya yükselen amel diğer tüm insanlardan yükselen amelin yarısı kadar çıkardı. Meleklerden biri de onu çok sevmişti. Yüce Allah'tan, yanına inmesi izin isteyince, Allah ona bu yönde izin verdi. Melek, Allah katındaki değerini Hazret-i İdris'e anlatınca: "Ey melek! O zaman ömründen geriye ne kadar kaldığını bana söyle! Belki Allah'a daha çok amelde bulunurum" dedi. Melek: "Ey İdris! Bunu ancak Allah bilir" karşılığını verdi. Hazret-i İdris: "Yüce Allah'ın hükümranlığını görmek ve ona daha fazla amelde bulunmak için beni semaya çıkarabilir misin?" diye sorunca, melek: "Hayır! Yapamam ancak aracı olurum" dedi. Melek buna aracı olup Yüce Allah'tan izin isteyince onu kanatları altında semaya çıkartması emredildi. Bunun üzerine melek onu kanatlarının altında taşıyıp semaya çıkardı. Altıncı kat semaya vardıklarında Yüce Allah'ın katından inmekte olan ölüm meleğiyle karşılaştılar. Melek: "Ey ölüm meleği! Nereye gidiyorsun?" diye sorunca, ölüm meleği: "İdris'in ruhunu almaya gidiyorum" dedi. Melek: "Ruhunu nerede alman emredildi?" diye sorunca, ölüm meleği: "Altıncı kat semada almam emredildi" dedi. Onu taşıyan melek Hazret-i İdris'e bakınca ayaklarının titrediğini ve vefat ettiğini gördü. Bunun üzerine onu altıncı kat semada bıraktı. 58"İşte bunlar Allah'ın kendilerine nimetler sunduğu peygamberler; Âdem'in soyundan, Nuh ile beraber taşıdıklarımızdan; İbrâhîm ve İsrail'in neslinden ve doğru yola erdirdiğimizden, seçip beğendiklerimizdendirler. Rahman ın âyetleri onlara okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "İşte bunlar Allah'ın kendilerine nimetler sunduğu peygamberler; Âdem'in soyundan, Nuh ile beraber taşıdıklarımızdan; İbrâhîm ve İsmail'in neslinden ve doğru yola erdirdiğimizden, seçip beğendiklerimizdendirler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Zikredilen peygamberlerin isimlendirilmesi bu şekilde olmuştur. Âdem'in soyundan olanlar İdris ile Nuh'tur. Nuh ile birlikte taşınanlardan kasıt İbrâhîm'dir. İbrâhîm'in neslinden olanlar İsmail, İshak ve Yakub'tur. İsrail'in neslinden olanlar da Musa, Harun, Zekeriya, Yahya ve İsa'dır." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini: "İhlaslı kıldığımız" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd, Kays b. Sa'd'dan bildirir: İbn Abbâs cemaatle sohbet edip eski kıssaları anlatan Ubeyd b. Umeyr'in yanına gelip başında durdu. Umeyr: "Kitap'ta İbrâhîm'e dair anlattıklarımızı da an. O, dosdoğru bir peygamberdi" âyetinden başlayarak, "Kitap'ta İsmail'e dair anlattıklarımızı da an. Çünkü o sözüne sadıktı... Kitap'ta İdris'i de an... İşte bunlar Allah'ın kendilerine nimetler sunduğu peygamberler; Âdem'in soyundan, Nuh ile beraber taşıdıklarımızdan; İbrâhîm ve İsmail'in neslinden ve doğru yola erdirdiğimizden, seçip beğendiklerimizdendirler..." âyetlerini okuyunca, İbn Abbâs ona: "Yüce Allah'ın bu kullarını hatırlat ve Allah'ın övdüğü kişileri sen de güzel bir şekilde öv" dedi. İbn Ebid'd-Dünya el-Bükâ'da, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî Şuabu'l- îman'da bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb, Meryem Sûresi'ni okuduktan sonra secde etti. Daha sonra: "Secdeyi yaptık da ağlama nerede kaldı?" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) eşi Safiyye, secde âyetini okuduktan sonra secde eden kişilerle karşılaşınca onlara: "Secdenizi ve duanızı ettiniz, peki ağlamanız nerede?" diye seslendi. 59"Onların ardından namazı heba eden, şehvetlerine uyan bir nesil geldi. İşte bunlar azgınlıklarının karşılığını göreceklerdir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Onların ardından namazı heba eden, şehvetlerine uyan bir nesil geldi..." âyetini açıklarken: "Bunlar Yahudi ile Hıristiyanlardır" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Onların ardından namazı heba eden, şehvetlerine uyan bir nesil geldi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bunlar bu ümmetten çıkan bir nesildir. Hayvanlar gibi yollarda birbirlerinin üzerine aşarlar. Ne yerdeki insanlardan utanır ne semadaki Allah'tan korkarlar." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Onların ardından namazı heba eden, şehvetlerine uyan bir nesil geldi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kıyamet kopmaya yakın bu ümmetin salih insanları gider. Geriye kalanlar sokaklarda birbirlerinin üzerine aşıp zina ederler." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî: "...Namazı heba eden..." âyetini açıklarken: "Namazı bırakırlar, anlamındadır" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Onların ardından namazı heba eden, şehvetlerine uyan bir nesil geldi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Namazı heba etmeleri onu bırakmaları değildir. Zira kişi bırakmadığı bir şeyi de heba etmiş olabilir. Burada heba etmeden kasıt namazlarını vaktinde kılmamalarıdır." Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İbrahim: "...Namazı heba eden..."âyetini açıklarken: "Namazları vaktinde kılmazlar" demiştir. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Kâsım b. Muhaymire: "...Namazı heba eden..." âyetini açıklarken: "Namazı vaktinde kılmayıp geciktirirler. Zira namazı bırakmaları halinde kafir olurlar" demiştir. İbn Ebî Hâtim ve Hatîb el-Muttefik ve'l-Müfterik'de bildirdiğine göre Ömer b. Abdilazîz: "...Namazı heba eden..." âyetini açıklarken: "Namazı heba etmeleri, onu bırakmaları değil onu vaktinde kılmamalarıdır." demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ka'b: "Vallahi Tevrat'ta münafıkların özelliklerini şöyle bulmaktayım: Bunlar içki içerler, şehvetlerinin peşine düşerler. Zar (kumar) oynarlar, yatsı namazı vakitlerinde uyumayı tercih ederler. Sabah namazlarını çokça kaçırırlar. Namazları sık sık terk edip Cuma namazlarına katılmazlar" dedi ve: "Onların ardından namazı heba eden, şehvetlerine uyan bir nesil geldi..." âyetini okudu. İbn Ebî Hâtim, Ebu'l-Eş'as'tan bildirir: "Kalpleri dünya şehvetlerine bağlı olanların akılları ile aramda perde vardır." Beyhakî Şuabu'l-îman'da Abdullah b. Âmir b. Rabîa'dan bildirir: Bir adamla birlikte aynı yerde yıkanıyorduk. Ömer b. el-Hattâb yıkanırken birbirimize baktığımızı görünce şöyle dedi: "Yüce Allah'ın, haklarında: "Onların ardından namazı heba eden, şehvetlerine uyan bir nesil geldi. İşte bunlar azgınlıklarının karşılığını göreceklerdir" buyurduğu kimselerden olmanızdan korkarım." Ahmed, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onların ardından namazı heba eden, şehvetlerine uyan bir nesil geldi..." âyetini okuduktan sonra şöyle buyurduğunu işittim: "Benden altmış yıl sonra namazı heba eden ve şehvetlerinin peşinde giden bir nesil gelecektir. Bunlar bu azgınlıklarının karşılığını göreceklerdir. Bunların da ardından Kur'ân'ı okuyan, ancak okudukları gırtlaklarından aşağı inmeyen bir nesil gelecektir. Kur'ân'ı da mümin, münafık ve günahkâr olmak üzere üç kişi okur. " Ahmed ve Hâkim, Ukbe b. Âmir'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ümmetimden kitap ehli ile süt ehli helak olacaklardır" buyurduğunu işittim. "Yâ Resûlallah! Kitap ehlinden kastettiğin kimlerdir?" diye sorduğumda: "Kur'ân'ı, müminlerle tartışmak için öğrenen kimselerdir" buyurdu. "Peki, süt ehli dediğin kimlerdir?" diye sorduğumda ise: "Şehvetlerinin peşinden gidip namazlarını heba edenlerdir" buyurdu. İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Hâkim'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe sadakasını sadakayı dağıtacak olanlara verir ve şöyle derdi: Bunu Berberî olan erkek veya kadına vermeyin. Zira Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) onlar hakkında şöyle buyurduğunu işittim: "Bunlar Yüce Allah'ın, haklarında: «Onların ardından namazı heba eden, şehvetlerine uyan bir nesil geldi. İşte bunlar azgınlıklarının karşılığını göreceklerdir» buyurduğu kimselerdir." İbn Merdûye, İbn Ömer'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ümmetimden öfkeyle birini öldüren, yönetici olduğu zaman rüşvet yiyen, namazlarını heba eden, şehvetlerinin peşinden giden ve muhaliflerine galip gelen kişiler olacaktır" buyurdu. "Yâ Resûlallah! Bunlar mümin mi?" diye sorulunca da: "İman ettiklerini söylerler" karşılığını verdi. 60Bkz. Ayet:63 61Bkz. Ayet:63 62Bkz. Ayet:63 63"Nihayet onların peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar; nefislerinin arzularına uydular. İşte bunlar azgınlıklarının karşılığını göreceklerdir. Ancak tövbe eden, iman eden ve iyi davranışta bulunan kimseler hariçtir. Bunlar, hiçbir haksızlığa uğratılmaksızın cennete, çok merhametli olan Allah'ın, kullarına gıyaben vaad ettiği Adn cennetlerine girecekler. Şüphesiz O nun vaadi yerini bulacaktır. Orada boş söz işitmezler, sadece "selam" işitirler. Orada rızıklarını sabah akşam hazır bulurlar. Kullarımızdan, takva sahibi kimselere vereceğimiz Cennet İşte budur." İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Orada hüsrana uğrayacaklardır" şeklinde açıklamıştır. Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Hennâd, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî el-Ba's'da değişik kanallardan bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Cay, Cehennemde irinle dolu olan bir nehir (veya vadi)dir. Çok derin olup pis bir tadı vardır. Şehvetlerinin peşinde koşanlar onun içine atılırlar.'" İbnu'l-Münzir ve Beyhakî el-Ba's'de bildirdiğine göre Berâ b. Âzib bu âyeti açıklarken: "Ğay, Cehennemde derin ve pis kokulu bir vadidir" demiştir. İbn Cerîr, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Ba's'da Ebû Umâme'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "On gebe deve (veya at) ağırlığındaki bir kaya Cehennemin kenarından aşağıya atılacak olsa yetmiş yıl boyunca iner de dibine ulaşmaz. Sonrasında Gay ile Esâm'a ulaşır" buyurdu. Ona: "Ğay ve Esâm nedir?" diye sorduğumda da şöyle buyurdu: "Bunlar Cehennemin dibinde bulunan iki nehirdir. Cehennemliklerin kan ve irinleri buraya akar. Bu ikisini Yüce Allah: «...Bunlar da Ğay'yı boylayacaklardır» âyeti ile «...Bunları yapan Esâm'la karşılaşır» âyetinde zikretmiştir." İbn Merdûye, Nehşel'den, o Dahhâk'tan, o da İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) : "Gay, Cehennemde bir vadidir" buyurmuştur. Buhârî'nin Târih'de bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: (.....) ifadesini açıklarken: "Cehennemde bir vadidir" demiştir. İbnu'l-Münzir, Şufey b. Mâti'den bildirir: "Cehennemde, Ğay isminde bir vadi vardır. Bu vadi kan ile irin şeklinde akar ve kendisi için yaratılmışların yeridir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...İşte bunlar Ğay'yı boylayacaklardır. Ancak tövbe eden, iman eden ve iyi davranışta bulunan kimseler hariçtir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Namazlarını heba edip şehvetlerine uyanlar bunun karşılığında kötü bir duruma düşeceklerdir. Ancak günahından dolayı tövbe eden, Rabbine iman eden ve kendi ile Allah arasında salih amellerde bulunanlar bunun dışındadır." İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Orada boş söz işitmezler..." âyetini açıklarken: "Batıl söz işitmezler" demiştir. Abd b. Humeyd, Hennâd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Orada boş söz işitmezler..." âyetini açıklarken: "Orada birbirlerine dil uzatmazlar" demiştir. "...Orada rızıklarını sabah akşam hazır bulurlar" âyetini açıklarken de: "Cennette sabah ve akşam diye bir şey yoktur. Dünyada iken alışmış oldukları ve canlarının çektiği zamanlarda rızıkları yanlarına getirilir" demiştir. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Orada rızıklarını sabah akşam hazır bulurlar" âyetini açıklarken: "Ahirette rızıkları, dünyada iken yanlarına geldiği zaman aralıkları ile gelir" demiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Velîd b. Müslim'den bildirir: Züheyr b. Muhammed'e: "...Orada rızıklarını sabah akşam hazır bulurlar" âyetinin açıklamasını sorduğumda şöyle dedi: "Cennette ne gece ne güneş ne de ay vardır. Cennettekiler daimi olan bir nurun içindedirler. Ancak yine de gece ile gündüz gibi zaman aralıkları vardır. Gece zamanını perdelerin inmesi ve kapıların kapanmasından anlarlar. Gündüz zamanını da perdelerin kaldırılıp kapıların açılmasıyla anlarlar." Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usûl'de Abân vasıtasıyla Hasan ve Ebû Kılâbe'den bildirir: Adamın biri: "Yâ Resûlallah! Cennette gece olacak mı?" deyince, Allah Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Böylesi bir soruyu sormana sebep olan nedir?" diye sordu. Adam: "Yüce Allah'ın Kur'ân'da: "...Orada rızıklarını sabah akşam hazır bulurlar" buyurduğunu işittim. Sabah ve akşam dendiğine göre gece vardır diye düşündüm" karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Orada gece yoktur. Daimi bir aydınlık ve nur vardır. Sabah akşamların, akşamların üzerine gelir. Hediye ve rızıkları Yüce Allah tarafından dünyada iken kıldıkları namaz vakitlerine göre yanlarına gelir. Melekler de onlara esenlik dilerler." İbnu'l-Münzir, Yahya b. Ebî Kesîr'den bildirir: Âyetin nazil olduğu zamanlarda Araplar günde sadece bir öğün yemek yerlerdi. İki öğün yemek yiyen kişi "varlıklı" diye isimlendirilirdi. Yüce Allah da kullarını katındaklere teşvik etmek için: "...Orada rızıklarını sabah akşam hazır bulurlar" buyurdu. İbn Ebî Hâtim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Cennetten her bir sabah -ki Cennette zaman hep sabahtır- Yüce Allah'ın dostları bir huriyle gerdeğe girerler. Hurilerden yaratılış olarak en aşağı derece olanlar bile za'firandan yaratılmıştır." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim: "...Vereceğimiz Cennet işte budur" âyetini: (.....) lafzıyla okurdu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Şevzeb: "Kullarımızdan, takva sahibi kimselere vereceğimiz Cennet işte budur" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Dünyadaki her bir kişinin Cennette bir evi ve hanımı olur. Kıyamet gününde ise Yüce Allah mümin kullarına kafirlerin evlerinden şu şu kadar verir. Âyetteki "Kullarımızdan" ifadesinden kasıt da budur." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dâvud b. Ebî Hind: "Kullarımızdan, takva sahibi kimselere vereceğimiz Cennet işte budur"' âyetini açıklarken: "Takva sahiplerinden kasıt, muvahhid olanlardır" demiştir. 64"Biz ancak Rabbinin emri ile ineriz. Önümüzde, arkamızda ve bunlar arasında olan her şey O'na aittir. Senin Rabbin unutkan değildir." Ahmed, Buhârî, Abd b. Humeyd, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, Hâkim ve Beyhakî Delâil'de İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Cebrâil'e: "Bizi neden daha fazla ziyaret etmiyorsun?" diye sorunca: "Biz ancak Rabbinin emri ile ineriz..." âyeti nazil oldu. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim rivayeti: "Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) sorusunun cevabı bu oldu" ziyadesiyle zikretmişlerdir. İbn Merdûye, Enes'ten bildirir: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yüce Allah'ın en çok sevdiği ile en çok öfke duyduğu bölgeler hangileridir?" diye sorulunca: "Cebrâil'e sormadan bilemem" karşılığını verdi. Cebrâil de yanına geldiği zaman aradan bayağı bir zaman geçmişti. Ona: "O kadar geç geldin ki Rabbimin bana kızdığım düşünmeye başladım" deyince, Cebrâil: "Biz ancak Rabbinin emri ile ineriz..." karşılığını verdi. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, İkrime'den bildirir: Cebrâil kırk gün boyunca Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) uğramadı. Geldiğinde ona: "O kadar uzun bir süre geçti ki seni özledim" deyince, Cebrâil: "Ben seni daha fazla özlemiştim, ama emir kuluyum" karşılığını verdi. Bunun üzerine Yüce Allah, Cebrâil'e vahyederek: "Ona "Biz ancak Rabbinin emri ile ineriz..." de" buyurdu. İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Cebrâil'in uzun bir süre inmemesi üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) çok üzüldü ve ağırına gitti. Durumu Hazret-i Hatice'ye aktarınca, Hazret-iHatice: "Belki Rabbin seni terk etmiştir veya sana darılmıştır" dedi. Bunun üzerine: "Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı da" âyeti nazil oldu. Allah Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Cebrâil! O kadar uzun bir süre yanıma gelmedin ki kötü zanda bulunmaya başladım" deyince, Cebrâil: "Biz ancak Rabbinin emri ile ineriz..." karşılığını verdi. İbn Cerîr, Mücâhid'den bildirir: Cebrâil on iki gün boyunca Hazret-i Peygamber 'e (sallallahü aleyhi ve sellem) uğramadı. En son geldiğinde ona: "Gelmen o kadar uzun sürdü ki müşrikler her türlü şeyi düşünmeye başladılar" deyince de bu âyet nazil oldu. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: Cebrâil, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelmekte gecikti. Daha sonra geldiğinde Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: "Bana gelmene engel olan nedir?" diye sordu. Cebrâil: "Tırnaklarınızı kesmez, parmaklarınızın arasındaki kiri temizlemez, bıyıklarınızı kısaltmaz ve misvak kullanmazken yanınıza nasıl gelelim?" karşılığını verdi ve: "Biz ancak Rabbinin emri ile ineriz..." âyetini okudu. İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Cebrâil uzun bir zaman Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelmeyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bundan dolayı sıkılıp üzüldü. Daha sonra Cebrâil yanına geldi ve: "Biz ancak Rabbinin emri ile ineriz. Önümüzde, arkamızda ve bunlar arasında olan her şey O'na aittir..." dedi. Burada önde olandan kasıt âhiret, arkada olandan kasıt da dünyadır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "...Önümüzde, arkamızda ve bunlar arasında olan her şey O'na aittir..." âyetini açıklarken: "Önde olandan kasıt dünya, arkada olandan kasıt ise âhirettir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Biz ancak Rabbinin emri ile ineriz. Önümüzde, arkamızda ve bunlar arasında olan her şey O'na aittir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Önde olandan kasıt âhiret, arkada olandan kasıt ise dünyadır. Bunlar arasında olan şeyden kasıt da dünya ile âhiret arasındaki şeylerdir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Bunlar arasında olan her şey..." âyetini açıklarken: "Bundan kasıt, Sûr'a iki üfürüş arasıdır" demiştir. Hennâd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: "...Bunlar arasında olan her şey..." âyetini açıklarken: "Bundan kasıt, Sûr'a iki üfürüş arasıdır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Senin Rabbin unutkan değildir" âyetini açıklarken: "Ey Muhammed! Rabbin seni unutacak değildir, anlamındadır" demiştir. Bezzâr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Merdûye, Beyhakî Sünen'de ve Hâkim'in Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yüce Allah'ın Kitâb'ında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında hüküm belirtmediği şeyler de sizler için bir bağıştır. Yüce Allah'ın bu bağışını kabul et, zira Yüce Allah herhangi bir şeyi unutacak değildir" buyurdu ve: "...Senin Rabbin unutkan değildir" âyetini okudu. İbn Merdûye, Câbir vasıtasıyla aynısını zikreder. Hâkim, Selmân'dan bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) yağ, peynir yeme ile kürk giymenin hükmü sorulunca: "Yüce Allah'ın Kitâb'ında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında hüküm belirtmediği şeyleri de size bırakmıştır" buyurdu. 65"O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. Öyleyse Ona ibadette sabırlı ol. Hiç O'na benzeyen bir şey bilir misin?" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Rabbine benzer veya eş olan bir şeyi bilir misin?" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Hiç O'na benzeyen bir şey bilir misin?" âyetini açıklarken: "Allah'tan başka Rahmân olarak isimlendirilen yoktur" demiştir. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Ey Muhammed! İlahının hiç çocuğu var mı, anlamındadır" demiştir. Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyetinin ne anlama geldiğini bana söyle" deyince, İbn Abbâs: "Semiy'den kasıt çocuktur" karşılığını verdi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Şairin: "Sen çocukları çoğaltmaya bak Zira mal dediğin gelip gider" dediğini işitmedin mi?" 66Bkz. Ayet:67 67"İnsan, «Öldüğümde gerçekten diri olarak (topraktan) çıkarılacak mıyım?» der. İnsan, daha önce hiçbir şey değil iken kendisini yarattığımızı düşünmez mi?" İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "insan, "öldüğümde gerçekten diri olarak (topraktan) çıkarılacak mıyım?" âyetini açıklarken: "Bunu diyen Âs b. Vâil'di" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim: "...Çıkarılacak mıyım?"âyetini: (.....) lafzıyla, 'Elif' harfini raf' ile okumuştur. "...Düşünmez mi?" âyetini da: lafzıyla, 'Yâ' harfini üstün, 'Kef' harfini de ötre ile okumuştur. 68Bkz. Ayet:70 69Bkz. Ayet:70 70"Rabbine and olsun kî Biz onları mutlaka uydukları şeytanlarla beraber haşredeceğiz. Sonra cehennemin yanında diz çöktürerek hazır bulunduracağız. Sonra her bir topluluktan, Rahman'a karşı en isyankâr olanları mutlaka çekip ayıracağız. Sonra, oraya girmeye en layık olanları muhakkak ki en iyi biz biliriz." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Oturtarak" şeklinde açıklamıştır, (.....) ifadesini ise: "İsyankâr" olarak açıklamıştır. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini ise: "İsyankâr" olarak açıklamıştır. Hâkim, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyetlerdeki ifadesi ile (.....) ifadesini nasıl okuduğunu bilmiyorum. Ama her ikisi de ötrelidir. Abdullah b. Ahmed Zühd'e zevâid olarak ve Beyhakî'nin el-Ba's'da Abdullah b. Bâbâh'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cehennemin yanında diz çökmüş bir şekilde toplanmış olduğunuzu görür gibiyim" buyurmuştur. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyetleri, (.....) 'Ayn' harfini ötre ile, (.....) 'Cim' harfini ötre ile, (.....) 'Sad' harfini ötre ile okumuştur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) ifadesini: "Ayakta durdurarak" şeklinde açıklamıştır. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: (.....) âyetini: "Sonra, başlarız..." şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Sonra her bir topluluktan, Rahman'a karşı en isyankâr olanları mutlaka çekip ayıracağız" âyetini açıklarken: "Her bir din topluluğunun kötülükte liderini ve ileri gelenlerini çekip çıkarırız" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "...Rahman'a karşı en isyankâr olanları..." âyetini açıklarken: "Dünyada iken Rahman'a karşı isyankâr olanları" demiştir. Hennâd, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Ahvas: "Sonra her bir topluluktan, Rahman'a karşı en isyankâr olanları mutlaka çekip ayıracağız" âyetini açıklarken: "Suçları en büyükten başlamak üzere sırasıyla suçları en küçüğe doğru isyankar olanlar çekilip çıkarılırlar" demiştir. İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin el-Ba's'da bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "İnsanlar önceki sonraki diye bakılmadan diriltilirler. Diriltme işi bittikten sonra tüm insanlar bir yerde toplanır ve suçu en büyük olandan başlamak üzere isyankâr olanlar çekilip çıkarılırlar" dedi ve: "Rabbine and olsun ki Biz onları mutlaka uydukları şeytanlarla beraber haşredeceğiz. Sonra cehennemin yanında diz çöktürerek hazır bulunduracağız. Sonra her bir topluluktan, Rahman'a karşı en isyankâr olanları mutlaka çekip ayıracağız"' âyetlerini okudu. Ebû Ubeyd, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: "Sonra her bir topluluktan, Rahman'a karşı en isyankâr olanları mutlaka çekip ayıracağız" âyetini açıklarken: "Her ümmetten Yüce Allah'a karşı küfründe şiddetli olanları çekip ayıracağız" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Sonra, oraya girmeye en layık olanları muhakkak ki en iyi biz biliriz" âyetini açıklarken: "Cehennemde ebedi olarak kalmaya kimlerin daha fazla layık olduğunu biliriz" demiştir. Hâris b. Ebî Usâme ve hasen bir senedle İbn Cerîr, ibn Abbâs'tan bildirir: Kıyamet günü dünya, deri parçası gibi açılıp ayrılır ve şu şu kadar daha genişletilir. Ardından insanından cinine kadar tüm mahlukat bir yerde toplanır. Böylesi bir günde dünya seması olan birinci kat sema yarılır ve içinde bulunan herkes yeryüzüne saçılıp dağılır. Sadece dünya semasında bulunanlar yeryüzünde bulunan tüm insan ve cinlerin iki katı çıkarlar. Dünya semasındakiler bu şekilde yeryüzüne saçılınca yeryüzündekiler onları görüp büyük bir korkuya kapılırlar ve onlara: "Rabbimiz içinizde mi?" diye sorarlar. Dünya semasından düşenler de onların bu sorularından korkarlar ve: "Rabbimizi tenzih ederiz! İçimizde değil, ama gelecek!" derler. Daha sonra ikinci kat sema yarılır ve içinde bulunan herkes yeryüzüne saçılıp dağılır. Sadece ikinci kat semada bulunanlar, dünya semasında bulunanlar ile insanı ve cini ile yeryüzünde bulunanların iki katı çıkarlar. İkinci kat semada bulunanlar bu şekilde yeryüzüne saçılınca yeryüzündekiler onları görüp büyük bir korkuya kapılırlar ve onlara: "Rabbimiz içinizde mi?" diye sorarlar. İkinci kat semadan düşenler de onların bu sorularından korkarlar ve: "Rabbimizi tenzih ederiz! İçimizde değil ama gelecek!" derler. Daha sonra diğer semalar da sırasıyla yarılıp içindekiler yeryüzüne dağılıp saçılırlar. Her bir kat sema da altındaki tüm semaların ve yeryüzü ahalisinin iki katı kadardırlar. Her bir kat semada bulunanlar bu şekilde yeryüzüne saçılınca yeryüzü ahalisi onlardan korkup aynı soruyu sorarlar. Onlar da diğer kat semalarda bulunanların verdiği cevabı verirler. Sonunda yedinci kat sema da yarılır ki yedinci kat sema diğer altı kat semada bulunanlar ile yeryüzünde bulunanların tümünün iki katı kadar çıkarlar. Yüce Allah da içlerinde bulunur. Tüm mahlûkat diz çökmüş bir şekilde dururken bir münadi: "Bu gün kimlerin kerem sahibi olduğunu göreceksiniz! Her halleri için Allah'a hamdetmiş olanlar kalksın!" diye seslenir. Her halleri için Allah'a hamdetmiş olanlar kalkıp Cennete doğru giderler. Sonra bir daha: "Bu gün kimlerin kerem sahibi olduğunu göreceksiniz! Korku ve ümit içinde geceleri Rablerine dua edenler ve uyku yüzü görmeyenler, kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak edenler nerede?" diye seslenir. Bunlar da kalkıp Cennete doğru giderler. Sonra bir daha: "Bu gün kimlerin kerem sahibi olduğunu göreceksiniz! Ticaretleri ve alışverişleri kendilerini Allah'ın zikrinden, namazdan ve zekattan alıkoymayan, kalplerin ve bakışların dönüştürüleceği günden korkanlar nerede?" diye seslenir. Bunlar da kalkıp Cennete doğru giderler. Bu üç grup ayrılıp Cennete girdikten sonra Cehennemden, gören gözleri ve konuşan dili olan bir ateş alevi çıkıp geriye kalan mahlukatın üzerinde durur. "Sizden üç tür insandan sorumlu tutuldum. Biri de inatçı zorbadır!" dedikten sonra inatçı zorbaları safların arasından bir kuşun susam tanesini gagasıyla alması gibi seçip alır ve götürüp Cehennemin içine koyar. Sonra bir daha çıkıp: "İçinizde Allah'a ve Resûlüne eziyet edenlerden sorumlu tutuldum!" dedikten sonra bunları safların arasından bir kuşun susam tanesini gagasıyla alması gibi seçip alır ve götürüp Cehennemin içine koyar. Üçüncü defa çıkıp: "İçinizde resim yapanlardan sorumlu tutuldum!" dedikten sonra bunları da safların arasından bir kuşun susam tanesini gagasıyla alması gibi seçip alır ve götürüp Cehennemin içine koyar. Üç grup Cennete üç grup da Cehenneme bu şekilde seçilip alındıktan sonra amel defterleri açılıp hesap için mizan kurulur. Daha sonra geriye kalanlar hesap için çağırılır. 71Bkz. Ayet:72 72"Sizden Cehenneme uğramayacak yoktur. Bu, Rabbin için kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra Allah'a karşı gelmekten sakınanları kurtarırız da zalimleri orada diz üstü çökmüş hâlde bırakırız." Ahmed, Abd b. Humeyd, Hakîm et-Tirmizî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Ba's'da Ebû Sümeyye'den bildirir: Bu âyette geçen "Vurûd" lafzının anlamı üzerinde ihtilafa düştük. Bazılarımız: "Cehenneme mümin olan girmez" derken, bazıları da: "Bütün herkes Cehenneme girer, ancak daha sonra Yüce Allah içlerinden takva sahibi olanları oradan kurtarır" diyordu. Câbir b. Abdillah ile karşılaştığımda bu durumu ona anlattım. Câbir parmağını kulağına götürdü ve şöyle dedi: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Ne kadar iyi ve kötü insan varsa hepsi Cehenneme girecektir. Ancak ateş, mümin için İbrahim'e olduğu gibi serinlik ve esenlik olacaktır. Öyle ki serinlikten dolayı Cehennemden sesler yükselir. Daha sonra Yüce Allah takva sahibi olanları kurtarır, zalimleri de orada diz üstü çökmüş hâlde bırakır» buyurduğunu duymadıysam şu kulaklarım sağır olsun!" Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, Hennâd, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî el-Ba's'da Mücâhid'den bildirir: Nâfi' b. el- Ezrak bu âyetteki "Vurûd" lafzının anlamı konusunda İbn Abbâs'la tartıştı. İbn Abbâs: "Vurûd girmek anlamındadır" deyince, Nâfi': "Hayır! Bu anlamda değildir" karşılığını verdi. Bunun üzerine İbn Abbâs: "Siz ve Allah'ın dışında taptığınız şeyler cehennem yakıtısınız. Siz oraya gireceksiniz" âyetini okudu ve: "Buradaki 'Vurûd' girmek midir değil midir?" dedi. Sonra: "Firavun» kıyamet gününde milletine öncülük eder, onları cehenneme götürür. Gittikleri yer ne kötü yerdir!" âyetini okudu ve şöyle dedi: "Buradaki 'Vurûd' girmek midir değil midir? Bize gelince ise ben de, sen de oraya gireceğiz. Sen oradan geri çıkacak mıyız, çıkamayacak mıyız ona bak." Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Sizden Cehenneme uğramayacak yoktur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: İyi veya kötü herkes oraya uğrayacaktır. "Yüce Allah'ın: "Firavun, kıyamet gününde milletine öncülük eder, onları cehenneme götürür. Gittikleri yer ne kötü yerdir!" buyurduğunu işitmez misin? Bu yönde yine: "Günahkârları da susuz olarak cehenneme süreriz" buyurmuştur. Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd'a: "Sizden Cehenneme uğramayacak yoktur..." âyeti sorulunca: "İçinizden oraya girmeyecek olan yoktur, anlamındadır" demiştir. Beyhakî'nin el-Ba's'da bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken: "Cehenneme girmeyen hiç kimse kalmaz" demiştir. Hennâd ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Sizden Cehenneme uğramayacak yoktur..." âyetini açıklarken: "Uğramaktan kasıt Sırat'tan geçmektir" demiştir. Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, Beyhakî el-Ba's'da, İbnu'l-Enbârî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Sizden Cehenneme uğramayacak yoktur...'" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu konuda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Bütün insanlar Cehenneme uğrar. Ancak daha sonra amellerine göre oradan çıkarılacaklardır. Oradan ilk çıkanlar şimşek hızında çıkarlar. Sonrakiler rüzgar, sonrakiler atın koşması, sonrakiler bineğine binmiş kişi, sonrakiler kişinin koşması, sonrakiler de kişinin yürüyüşü hızında çıkarlar. " Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd şöyle demiştir: "Bütün insanlar Sırat'tan geçeceklerdir. Âyette bahsedilen uğramadan kasıt, Cehennemdeki ateşin çevresinde dikilmeleridir. Daha sonra herkes ameline göre Sırat'tan geçecektir. Buna göre kimisi şimşek hızında, kimisi rüzgar hızında, kimisi kuş hızında, kimisi iyi cins olan at hızında, kimisi iyi cins deve hızında, kimisi kişinin koşması hızında geçer. En sonunda geçecek olan kişinin de ayak parmaklarının ucunda bir nur olur ve Sırat'tan o nurun ışığında geçer." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Sizden Cehenneme uğramayacak yoktur..."âyetini açıklarken şöyle demiştir: Cehennem üzerinde Sırat kılıçtan daha keskindir. İlk tabakada olanlar şimşek gibi, ikinci tabakada olanlar rüzgar gibi, üçüncü tabakada olanlar en iyi atlar hızında, dördüncü tabakada olanlar da en iyi develer ve hayvanlar hızında üzerinden geçerler. Daha sonra da artık herkes kendi tabakası ve konumuna göre üzerinden geçer. İnsanlar bu şekilde geçerlerken de melekler: "Rabbim! Selametle geçir! Selamete erdir!" derler. İbn Ebî Şeybe ve Hâkim'in Muğîre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde müminlerin Sırat üzerindeki sloganı: «Allahım! Selamete erdir! Sağ salim geçir!» şeklindedir." İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Sizden Cehenneme uğramayacak yoktur..." âyetinde kastedilen herkesin içinden geçip gideceğidir." Hennâd Zühd'de ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti açıklarken: "Cehennemin üzerindeki Sırat'tan geçeceklerdir" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Hennâd, Abd b. Humeyd, Hakîm et-Tirmizî ve İbnu'l-Enbârî Mesâhif de Hâlid b. Ma'dân'dan bildirir: Cennet ahalisi Cennete girdiği zaman: "Rabbimiz! Bizlere Cehenneme uğrayacağımızı söylememiş miydin?" diye sorarlar. Yüce Allah da: "Evet, söylemiştim. Ancak Cehennem sönükken siz üzerinden geçtiniz" karşılığını verir. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Enbârî ve Beyhakî'nin el-Ba's'da bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Sizden Cehenneme uğramayacak yoktur..." âyetini açıklarken: "Uğramaktan kasıt, içine girmeden üzerinden geçip gitmektir" demiştir. Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Sizden Cehenneme uğramayacak yoktur..." âyetini açıklarken: "Uğramaktan kasıt, üzerinden geçip gitmektir" demiştir. İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Ebû Nadra: "Sizden Cehenneme uğramayacak yoktur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: İnsanlar, donmuş yağ gibi olan Sırat'tan Cehenneme doğru sürülürler. Sırat bir tarafa eğilince Yüce Allah, Cehenneme: "Kendi dostlarını al, benim dostlarımı da bana bırak" buyurur. Sonrasında Cehennemlikler aşağı doğru batarken müminler kurtulur. "...Doğru yolu bulmaya koşuşurlar, ama nasıl görecekler ki?"buyruğunda ifade edilen de budur. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, Ebu'l-Avvâm'dan bildirir: Ka'b: "Sizden Cehenneme uğramayacak yoktur..." âyetindeki uğramanın (vurûd) ne anlama geldiğini biliyor musunuz?" diye sorunca, oradakiler: "Cehenneme uğramayı onun içine girme olarak düşünüyoruz" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Ka'b şöyle dedi: "Hayır, öyle değil. Cehenneme uğramak şöyle olur: Cehennem donmuş yağın yüzü gibi olur. İyisi ve kötüsüyle tüm mahlukat onun üzerinde durduğu zaman bir münadi Cehenneme: "Kendi dostlarını alıp benim dostlarımı bana bırak" diye seslenir. Bunun üzerine Cehennem kendi dostlarını batırır ki Cehennem kendi dostlarını bir babanın kendi çocuğunu tanımasından daha iyi bir şekilde tanıyıp bilir. Müminler ise sadece giysileri az bir nemlenmiş bir şekilde kurtulurlar. Cehennem zebanilerinden her birinin iki omuz arası da bir yıllık yolculuk mesafesi kadardır. Elinde demirden iki dişli bir direk olur. Onu bir sallayışta dokuz yüz bin kişiyi Cehennem ateşine döker." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Sizden Cehenneme uğramayacak yoktur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Müslümanların uğraması, onun üzerindeki köprüden geçip gitmesidir. Müşriklerin uğraması ise içine girmeleridir. Melekler de bu köprünün her iki tarafında dururlar ve: "Allahım! Selamete erdir! Sağ salim geçir!" diye dua ederler. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ubeyd b. Umeyr: "Cehennemin yanından geçmek ona uğramaktır" demiştir. İbnu'l-Enbârî Mesâhifde Merzûk b. Ebî Selâme'den bildirir: Nâfi' b. el- Ezrak, ibn Abbâs'a: "Âyette bahsi geçen Vurûd'un anlamı nedir?" diye sorunca, İbn Ab'âs: "İçine girmedir" karşılığını verdi. Nâfi': "Hayır, Vurûd'un anlamı içine girmek değil, kenarında durmaktır" deyince de İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Vay sana! Yüce Allah'ın: "Yine de onlar Firavun'un emrine uydular. Oysa Firavun'un emri hiç de doğru değildi. Firavun, kıyamet gününde milletine öncülük eder, onları cehenneme götürür. Gittikleri yer ne kötü yerdir!" âyetini işitmedin mi? Sence Firavun onları Cehennemin kenarında mı durdurmuştur? Oysa Yüce Allah, Firavun hakkında: "...Kıyametin kopacağı günde de, «Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun" denilecektir» buyurmuştur." Taberânî ve İbn Merdûye'nin Ebû Eyyûb'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde ilk olarak karı kocanın davaları görülür. Bu davada ne erkeğin, ne de kadının dilleri konuşur. Elleri ve ayakları birbirlerinin aleyhinde tanıklık ederler. Kadının elleri ve ayakları kocasından gizli olarak yaptığı şeyleri dile getirirken, erkeğin de elleri ve ayakları eşine karşı yaptığı haksızlıkları dile getirirler. Daha sonra kişinin köleleri, malları, hizmetçileri getirilir ve aynı şekilde davaları görülür. Daha sonra da çarşı esnafı hesaba çekilir. Bu hesaplaşmada kişiden ceza olarak ne para, ne de mal alınır. Bunun yerine kişinin iyiliklerinden alınıp hakkı olan diğerine verilir veya birinin kötülüklerinden alınıp kendisine haksızlık eden birine yüklenir. Sonrasında zorba olanlar demirden sopalarla getirilip âlemlerin Rabbi olan Allah'ın huzurunda durdurulurlar. Yüce Allah da: «Onları Cehennem ateşine doğru sürün!» buyurur. Artık Cehenneme girerler mi yoksa «Sizden Cehenneme uğramayacak yoktur...» âyetinde ifade edildiği gibi oraya sadece uğrarlar mı, bilmiyorum." İbn Sa'd, İbn Abbâs'tan bildirir: Ömer b. el-Hattâb sûikastte saldırıya uğrayıp yaralandığı zaman: "Vallahi yeryüzünde ne varsa benim olsaydı kıyamet günündeki o korkudan kurtulmak için hepsini feda ederdim" deyince, kendisine şu karşılığı verdim: "Vallahi bu korkuyu Yüce Allah'ın: «Sizden Cehenneme uğramayacak yoktur...» âyetinde belirttiği kadarıyla görmeni umuyorum." Hakîm et-Tirmizî, Taberânî, İbn Merdûye, Beyhakî Şuab'da ve Hatîb'in Ya'lâ b. Münye'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde Cehennem, mümine: «Geçip git ey mümini Zira nurun benim alevimi söndürdü» diyecektir." İbn Sa'd, Ahmed, Hennâd, Müslim, İbn Mâce, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Enbârî, Taberânî ve İbn Merdûye, Ümmü Mübeşşir'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bedir savaşı ile Hudeybiye'de bulunanlardan hiç kimse Cehenneme girmez" buyurunca, Hafsa: "Ama Yüce Allah: «Sizden Cehenneme uğramayacak yoktur...» buyurmuyor mu?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de: "Ama sonrasında: «Sonra Allah'a karşı gelmekten sakınanları kurtarırız da zalimleri orada diz üstü çökmüş hâlde bırakırız»buyurduğunu işitmez misin?" karşılığını verdi. Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "(Buluğa ermemiş) üç çocuğu ölen bir müslümanın Cehenneme uğramas,ı ancak Yüce Allah'ın ettiği yeminin gerçekleşmesi içindir" buyurmuştur. Sonrasında ravi Süfyân: "Sizden Cehenneme uğramayacak yoktur..." âyetini okudu. Taberânî'nin Abdurrahman b. Beşîr el-Ensârî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Buluğa ermemiş üç çocuğu ölen bir Müslüman Cehenneme sadece oradan geçerken uğrar" buyurmuştur. Oradan geçerken uğramaktan kasıt, Sırat üzerinden geçmektir. Ahmed, Buhârî Târih'de, Ebû Ya'lâ, Taberânî ve İbn Merdûye'nin Muâz b. Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah yolunda yöneticinin görevlendirmesi ile değil de gönüllü olarak Müslümanların ardını koruyan kimse, Yüce Allah'ın ettiği yeminin gerçekleşmesi dışında gözüyle Cehennem ateşini görmez. Çünkü Yüce Allah: «Sizden Cehenneme uğramayacak yoktur.. .» buyurur. " İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Enbârî ve Beyhakî'nin el-Ba's'da bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: "Onlardan yani kafirlerden Cehenneme uğramayacak yoktur" anlamına gelecek şekilde (.....) lafzıyla okumuş ve: "Mümin olan biri oraya uğramaz" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti: "Onlardan Cehenneme uğramayacak yoktur" anlamına gelecek şekilde (.....) lafzıyla okumuş ve: "Onlardan kasıt zalimlerdir. Bu âyeti bu şekilde okurduk" demiştir. İbnu'l-Mübârek, Ahmed Zühd'de ve İbn Asâkir, Bekr b. Abdillah el- Müzenî'den bildirir: "Sizden Cehenneme uğramayacak yoktur..." âyeti nazil olduğu zaman Abdullah b. Revâha evine gitti ve ağlamaya başladı. Karısı gelip onu böyle görünce o da ağlamaya başladı. Hizmetçisi gelip onu böyle görünce o da ağlamaya başladı. Sonra diğer ev ahalisi gelip onu ağlar görünce onlar da ağlamaya başladılar. Ağlamaktan gözyaşları tükenince Abdullah onlara: "Ey ev ahalisi! Neden ağlıyorsunuz?" diye sordu. Onlar: "Bilmiyoruz! Seni ağlarken görünce biz de ağlamaya başladık" karşılığını verince Abdullah şöyle dedi: "Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bir âyet indi ve bu âyette Rabbim Cehenneme gireceğimi bildirdi. Ancak oradan geri çıkıp çıkmayacağımı bildirmedi. İşte bundan dolayı ağlıyordum." Ebû Nuaym Hilye'de Urve b. ez-Zübeyr'den bildirir: İbn Revâha, Mûte'ye doğru gitmek üzere Şam'dan çıkarken, vedalaşmak için Müslümanlar yanına geldi. İbn Revâha ağlayarak şöyle dedi: "Vallahi ne dünyayı sevdiğimden, ne de sizleri özleyeceğimden ağlıyorum. Ama Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sizden Cehenneme uğramayacak yoktur. Bu, Rabbin için kesinleşmiş bir hükümdür" âyetini okuduğunu işittim. Benim de ateşe gireceğimi öğrendim, ama ateşe girdikten sonra nasıl çıkacağımı bilemiyorum, onun için ağlıyorum." İbnu'l-Mübârek, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Hennâd, İbnu's- Seriy Zühd'de, Abd b. Humeyd, Hâkim ve Beyhakî el-Ba's'da Kays b. Ebî Hâzım'dan bildirir: Abdullah b. Revâha ağlayınca karısı ona: "Neden ağlıyorsun?" diye sordu. Abdullah: "Cehenneme gireceğim bildirildi, ancak oradan geri çıkacağım bildirilmedi" karşılığını verdi. İbn Ebî Şeybe, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı birbirleriyle karşılaştıkları zaman biri diğerine: "Cehenneme gireceğin sana bildirildi mi?" diye sorardı. Karşıdaki: "Evet, bildirildi" karşılığını verince: "Peki, oradan çıkacağın bildirildi mi?" diye sorardı. Karşıdaki: "Hayır, bildirilmedi" karşılığını verince, bu kez: "O zaman gülmek neden?" derdi. İbnu'l-Mübârek ve Hennâd'ın bildirdiğine göre Ebû Meysere yatağına girince: "Keşke annem beni doğurmasaydı" dedi. Karısı: "Ama Yüce Allah sana ihsanlarda bulunup İslam'la müşerref kıldı" deyince, Ebû Meysere: "Öyle ama Yüce Allah Cehenneme gireceğimizi bildirdi, ancak oradan çıkacağımızı bildirmedi" karşılığını verdi. İbnu'l-Mübârek, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Adamın biri kardeşine: "Cehenneme gireceğin sana bildirildi mi?" diye sordu. Kardeşi: "Evet, bildirildi" dedi. "Peki, oradan çıkacağın bildirildi mi?" diye sorunca, kardeşi "Hayır, bildirilmedi" karşılığını verdi. Bunun üzerine adam: "O zaman gülmek neden?" dedi. Bu söz üzerine adamın kardeşinin ölene kadar bir daha güldüğü hiç görülmedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Yüksek ateş, her bir müminin Cehennem ateşinden olan payıdır" dedi ve: "Sizden Cehenneme uğramayacak yoktur..." âyetini okudu. İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: "Dünyada maruz kalınan yüksek ateş her bir müminin âhiretteki vurûd'dan (Cehenneme uğramadan) olan payıdır." Beyhakî'nin Şuabu'l-îman' da bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken: "Müslümanlardan sıtmaya yakalanan kişi, Cehenneme uğramış sayılır" demiştir. İbn Cerîr, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte hastalanıp ateşi çıkmış bir adamı ziyarete gittik. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) adama şöyle buyurdu: "Yüce Allah: «Bu ateş benim ateşimdir. Ahirette Cehennem ateşinden payı olsun diye onu mümin kuluma musallat ederim» buyurur. " Hatîb Tâli't-Talhîs'de bildirdiğine göre İkrime: "Sizden Cehenneme uğramayacak yoktur. Bu, Rabbin için kesinleşmiş bir hükümdür" âyetini açıklarken: "Uğramaktan kasıt içine girmektir. Kesinleşmiş hükümden kasıt da yerine getirilmesi gereken bir yemin olduğudur" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Kesinleşmiş bir hükümdür" âyetini açıklarken: "Yüce Allah'ın takdiridir" demiştir. İbnu'l-Enbârî el-Vakfu ve'l-İbtidâ'da ve Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: " Bana (.....) ifadesinin anlamını söyle" deyince, İbn Abbâs: "Hatmen ifadesinden kasıt gerekliliktir" karşılığını verdi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Umeyye b. Ebi's-Salt'ın: "Kulların günah işlerler ama sen Rab sın Öldürmek de cezayı gerekli kılma da elindedir" dediğini işitmedin mi? İbnu'l-Enbârî, Ebû Selâme'den bildirir: İbn Abbâs, "Sonra Allah'a karşı gelmekten sakınanları kurtarırız..." âyetini: (.....) lafzıyla, (.....) harfini ötreli olarak okumuştur. İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Sonra Allah'a karşı gelmekten sakınanları kurtarırız..," âyetini: (.....) lafzıyla, (.....) harfini fethalı okumuştur. İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre İbn Ebî Leylâ, "Sonra Allah'a karşı gelmekten sakınanları kurtarırız..." âyetini: (.....) lafzıyla okur ve: "Bir önceki âyette geçen Vurûd ifadesi, girmek anlamındadır" derdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, Meryem Sûresi'nin 72. âyetini: (.....) lafzıyla okur ve: "Zalimleri orada (Cehennemde) temelli olarak bırakırız" şeklinde açıklardı. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: "Zalimleri orada diz üstü çökmüş halde bırakırız" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: (.....) ifadesi kötü bir oturuştur. Kişi de ancak büyük bir sıkıntı anında bu şekilde oturabilir." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini: "Diz üzerine çökmek" şeklinde açıklamıştır. 73Bkz. Ayet:74 74"Âyetlerimiz kendilerine apaçık okunduğu zaman inkar edenler inananlara: «Bu iki takımın hangisinin makamı daha iyi ve yeri daha güzeldir?» derler. Onlardan önce nice nesilleri yok ettik ki, onlar varlıkça ve gösterişçe bunlardan daha üstündüler." İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Bu iki takımın hangisinin makamı daha iyi ve yeri daha güzeldir, derler" âyetini açıklarken: "Bunu Kureyşliler, kendileri ve Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı için söylüyorlardı" demiştir. Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Meskeni daha iyi, meclisi daha güzel" şeklinde açıklamıştır. (.....) âyetini da: "Malca ve görünüşçe daha üstün" şeklinde açıklamıştır. Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: "Bana Yüce Allah'ın: (.....) âyetinin ne anlama geldiğini söyle" deyince, İbn Abbâs: "en-Nâdî, yaslanarak oturulan meclislerdir" karşılığını verdi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Şairin: İki günümüz var ki biri konaklama ve meclislerde oturmadır Diğeri ise dügman üzerine gün boyu yol almadır " dediğini işitmedin mi?" Nâfi': "Bana: (.....) âyetinin ne anlama geldiğini söyle" deyince, İbn Abbâs: "Esâs mal, eşya anlamındadır. Reyy ise içecek anlamındadır" karşılığını verdi. Nâfi': "Araplar öylesi ifadeleri bilir mi ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Şairin: Sabah vurdukları yüke bakılınca Sanki güzel içeceklerden de eşyalardan da kaçmışlardı" dediğini işitmedin mi?" Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: "Meclis ve makamları daha iyi" şeklinde açıklamıştır. (.....) âyetini da: "Malca ve görünüşçe daha üstün" şeklinde açıklamıştır. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:(.....) âyetini: "Mesken ve mesclisleri daha iyi" şeklinde açıklamıştır. (.....) âyetini da: "Malca daha çok, görünüşçe daha güzel" şeklinde açıklamıştır. 75Bkz. Ayet:76 76"De ki: «Kim sapıklık içinde ise Rahman onlara, istenildiği kadar süre versin!» Nihayet kendilerine vaad olunan azabı, ya da kıyameti gördüklerinde kimin yeri daha kötüymüş, kimin taraftarları daha zayıfmış bilecekler. Allah doğru yolda olanların doğruluğunu artırır. Baki kalacak yararlı işler Rabbinin katında sevap olarak da daha iyidir, sonuç olarak da daha iyidir." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Kim sapıklık içinde ise Rahmân onlara, istenildiği kadar süre versin..." âyetini açıklarken: "Yüce Allah ona isyankarlığı ve azgınlığı içinde bıraksın, anlamındadır" demiştir. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Habîb b. Ebî Sâbit'ten bildirir: Ubey'yin kıraatinde bu âyet: (=De ki: "Kim sapıklık içinde ise Allah onun sapıklığını arttırır...) şeklindedir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî': "Allah doğru yolda olanların doğruluğunu artırır..." âyetini açıklarken: "Allah onların ihlasını arttırır, anlamındadır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b, Cübeyr: "...Baki kalacak yararlı işler Rabbinin katında sevap olarak da daha iyidir, sonuç olarak da daha iyidir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Karşılık olarak müşriklere verilecek karşılıktan daha iyidir. Sonuç olarak da müşrikler Cehenneme gideceği için yararlı işler yapanların akıbeti daha iyi olacaktır." 77Bkz. Ayet:79 78Bkz. Ayet:79 79"Âyetlerimizi inkar eden ve «Bana elbette mal ve çocuk verilecektir» diyeni gördün mü? Gaybı mı görüp bilmiş, yoksa Rahmân'dan bir söz mü almış? Hayır, söylediğini yazacağız ve onun azabını uzattıkça uzatacağız." Saîd b. Mansûr, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Bezzâr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de Habbâb b. el-Eret'den bildirir: Demircilik yapıyordum ve Âs b. Vâil'den bir alacağım vardı. Yanına gidip bunu istediğimde bana: "Vallahi Muhammed'i inkar etmedikçe alacağını sana vermem" karşılığını verdi. Ben: "Vallahi sen ölüp tekrar dirilsen de ben Muhammed'i inkar etmem!" dediğimde: "Ben ölüp tekrar dilrildiğim zaman malım ve çocuklarım olacak. O zaman alacağını sana veririm" karşılığını verdi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Âyetlerimizi inkar eden ve «bana elbette mal ve çocuk verilecektir» diyeni gördün mü? Gaybı mı görüp bilmiş, yoksa Rahmân'dan bir söz mü almış? Hayır, söylediğini yazacağız ve onun azabını uzattıkça uzatacağız. Onun söyledikleri şeye biz mirasçı olacağız ve o yalnız başına bize gelecektir" âyetlerini indirdi. Taberânî, Habbâb'dan bildirir: Âs b. Vâil'e bir iş yapmıştım. Ücretimi almak için yanına gittiğimde: "Sizler öldükten sonra geri mallarınıza ve çocuklarınıza kavuşacağınızı söylüyorsunuz. Ben de öldükten sonra mallarıma ve çocuklarımıza kavuşacağım. O zaman yanıma geldiğinde ücretini veririm" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Âyetlerimizi inkar eden ve «Bana elbette mal ve çocuk verilecektir» diyeni gördün mü? Gaybı mı görüp bilmiş, yoksa Rahmân'dan bir söz mü almış?" âyetini indirdi. İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından bazıları bir alacakları için Âs b. Vâil'e geldiler. Âs: "Cennette altın, gümüş, ipek ve her türlü meyvenin bulunduğunu söylemiyor musunuz?" deyince, ashâb: "Evet, söylüyoruz" karşılığını verdiler. Âs: "O zaman âhirette gelin de borcumu ödeyeyim. Vallahi o zaman bana da mal, çocuk ve sizin kitabınız gibi de bir kitap verilecek" deyince Yüce Allah: "Âyetlerimizi inkar eden ve «Bana elbette mal ve çocuk verilecektir» diyeni gördün mü? Gaybı mı görüp bilmiş, yoksa Rahmân'dan bir söz mü almış? Hayır, söylediğini yazacağız ve onun azabını uzattıkça uzatacağız. Onun söyledikleri şeye biz mirasçı olacağız ve o yalnız başına bize gelecektir" âyetlerini indirdi. Saîd b. Mansûr, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından bir adamın müşriklerinden bir adamdan alacağı vardı. Adamın yanına gelip de borcunu isteyince, müşrik: "Sen o adamla (Muhammed'le) birlikte değil misin?" diye sordu. Sahabi: "Evet" karşılığını verdi. Müşrik: "Ahirette Cennet, Cehennem, mal ve çocuk olacağını söylemiyor mu?" deyince, sahabi: "Evet, söylüyor" karşılığını verdi. Müşrik: "O zaman alacağını da orada sana veririm" deyince, Yüce Allah: "Âyetlerimizi inkar eden ve «Bana elbette mal ve çocuk verilecektir» diyeni gördün mü? Gaybı mı görüp bilmiş, yoksa Rahmân'dan bir söz mü almış? Hayır, söylediğini yazacağız ve onun azabını uzattıkça uzatacağız. Onun söyledikleri şeye biz mirasçı olacağız ve o yalnız başına bize gelecektir" âyetlerini indirdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Gaybı mı görüp bilmiş, yoksa Rahmân'dan bir söz mü almış?" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah ona gaybı mı göstermiş? Yoksa yaptığı salih bir amel karşılığında bu yönde bir söz mü almış, anlamındadır." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Yoksa Rahmân'dan bir söz mü almış?" âyetini açıklarken: "Lâ ilâhe illlah demiş de bunun mu karşılığını bekliyor" demiştir. 80"Onun söyledikleri şeye biz mirasçı olacağız ve o yalnız başına bize gelecektir." İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Onun söyledikleri şeye biz mirasçı olacağız..." âyetini açıklarken: "Söylediği şeylerden kasıt malları ve çocuklarıdır" demiştir. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Onun söyledikleri şeye biz mirasçı olacağız..." âyetini açıklarken: "Söylediği şeylerden kasıt malları ve çocuklarıdır. Söyleyen kişi de Âs b. Vâil'di" demiştir. Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Onun söyledikleri şeye biz mirasçı olacağız..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Söylediği şeylerden kasıt sahip olduğu şeylerdir ki bunlar da: "...Bana elbette mal ve çocuk verilecektir..." buyruğunda dile getirilmiştir. İbn Mes'ûd'un kıraatinde ise bu âyet: "(=Onun sahip olduğu şeylere biz mirasçı olacağız ve yalnız başına bize gelecektir)" lafzıyla okumuş ve: "Bize geldiğinde ne malı, ne de çocuğu olacaktır" demiştir. 81Mekke müşrikleri, tuttular Allah’dan başka putları ilâhlar edindiler ki, kendilerini azaptan kurtarsınlar ve yardımcıları olsunlar. 82"Hayır! Onların ibadetlerini tanımayacaklar ve onlara hasım olacaklar." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Nehîk bu âyeti: (.....) lafzıyla, 'Kef' harfini ötre ile okumuş ve: "Taptıkları bütün putlar onların bu ibadetlerini tanımayacaklardır" şeklinde açıklamıştır. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Taptıkları putlar, onlara hasım olacaklardır" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Taptıkları putlar kıyamet gününde kendileri için yapılan tapınmayı inkar edecek ve kendilerine tapan kişilerle Cehennemde hasım olup onlarla çekişeceklerdir." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Taptıkları, onların pişman olmalarına sebep olacaklardır" demiştir. İbn Ebî Hâtim, İkrime'den aynısını zikreder. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "Cehennemde birbirlerine arkadaş olurlar. Birbirlerine lanet eder, birbirlerinden berî olduklarını dile getirirler" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini: "Birbirlerine düşman olurlar" şeklinde açıklamıştır. İbnu'l-Enbâri el-Vakfu ve'l-îbtidâ'da bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) buyruğundaki: (.....) ifadesinin anlamı ne?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Yük olmak anlamındadır. Bu kelimeye yönelik de Hamza b. Abdilmuttalib: 83Bkz. Ayet:84 84"Eğer onlara yük olursanız biz de size yükleniriz "Kafirlerin özerine onları kışkırtan şeytanlar gönderdiğimizi bilmiyor musun? Öyle ise onlar hakkında acele etme. Biz onlar için teker teker sayıyoruz." İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kafirlerin üzerine onları kışkırtan şeytanlar gönderdiğimizi bilmiyor musun?" âyetini açıklarken: "Onlara günah ve azgınlığa tahrik eden şeytanlar göndeririz" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kafirlerin üzerine onları kışkırtan şeytanlar gönderdiğimizi bilmiyor musun?" âyetini açıklarken: "Müşrikleri, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâbına karşı kışkırtan" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini: "Onları kışkırtıp tahrik eden" şeklinde açıklamıştır. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Onları kışkırtan..." âyetini açıklarken: "Allah'a isyan konusunda onları harekete geçirip teşviklerde bulunan" demiştir. İbn Ebî Hâtim, İbn Zeyd'den bildirir: "Kafirlerin üzerine onları kışkırtan şeytanlar gönderdiğimizi bilmiyor musun?" âyeti, Yüce Allah'ın: "Kim Rahmân'ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz" âyeti gibidir. İbnu'l-Enbârî el-Vakfu ve'l-İbtidâ'da bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesinin anlamı ne?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Onları kışkırtıp tahrik eden, anlamındadır. Bu kelimeye yönelik de şair: Ağır başlı, güvenilir ve söylentilere aldırmaz insanlar onu kışkırtsa da ağzını açıp konuşmaz" demiştir." İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Biz onlar için teker teker sayıyoruz" âyetini açıklarken: "Dünyada iken aldıkları nefesleri bile yılları ve ömürleri gibi teker teker saymaktayız" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Câfer Muhammed b. Ali: "...Biz onlar için teker teker sayıyoruz'" âyetini açıklarken: "Aldıkları nefese varana kadar her şeylerini teker teker saymaktayız" demiştir. 85"O gün takva sahiplerini, heyet olarak Rahman ın huzuruna toplayacağız." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî el-Ba's'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: "O gün takva sahiplerini, heyet olarak Rahmân'ın huzuruna toplayacağız" âyetini açıklarken: "Bineklere binmiş vaziyette huzurda toplarız" demiştir. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre: "O gün takva sahiplerini, heyet olarak Rahmân'ın huzuruna toplayacağız" âyetini açıklarken: "Develere binmiş vaziyette huzurda toplarız" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Saîd: "O gün takva sahiplerini, heyet olarak Rahmân'ın huzuruna toplayacağız" âyetini açıklarken: "Zümrüt, yakut ve her türlü renkten süslerle süslenmiş asil develer üzerinde huzurda toplarız" demiştir. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "O gün takva sahiplerini, heyet olarak Rahmân'ın huzuruna toplayacağız" âyetini açıklarken: "Cennete doğru gitmek üzere Rahman'ın huzurunda toplarız" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Rabî': "O gün takva sahiplerini, heyet olarak Rahmân'ın huzuruna toplayacağız" âyetini açıklarken: "Heyetler halinde konuk olarak Rablerinin huzuruna gelirler. Rableri de onlara ikramlarda bulunur, mükâfatlar verir. En iyi şekilde karşılanırlar ve başkalarına da şefaatçi kılınırlar" demiştir. Buhârî, Müslim, Nesâî ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "insanlar üç grup olarak haşredilirler. Birinci grup bazı şeylerin arzusu, bazı şeylerin de korkusu içinde haşredilirler. İkincisi, ikisi bir deve üzerinde, üçü bir deve üzerinde, dördü bir deve üzerinde, onu bir deve üzerinde olacak şekilde haşredilirler. Geriye kalanları ise ateşler içinde haşredilirler ki bu ateş, onların dinledikleri yerde yanlarında dinlenir, geceledikleri yerde onlarla geceler. " İbn Merdûye, Hazret-i Ali'den bildirir: "O gün takva sahiplerini, heyet olarak Rahmân'ın huzuruna toplayacağız" âyeti hakkında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Vallahi takva sahipleri ayaklarının üzerinde haşredilmez, sürülerek de götürülmezler. Hiçbir mahlukatın benzerini görmediği, eyerleri altından, dizginleri zebercetten Cennet develeri üzerine binerler ve bu şekilde gidip Cennetin kapısını çalarlar." İbn Ebî Şeybe, Abdullah b. Ahmed Zühd'e zevâid olarak, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, Hâkim ve Beyhakî el-Ba's'da bildirdiğine göre Hazret-iAli: "O gün takva sahiplerini, heyet olarak Rahmân'ın huzuruna toplayacağız" âyetini okudu ve şöyle dedi: "Vallahi takva sahipleri ayaklarının üzerinde haşredilmez, sürülerek de götürülmezler. Hiçbir mahlukatın benzerini görmediği, eyerleri altından, dizginleri zebercetten Cennet develeri üzerine binerler ve bu şekilde gidip Cennetin kapılarını çalarlar." İbn Ebi'd-Dünya Sifatu'l-Cenne'de, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye değişik kanallarla Hazret-i Ali'den bildirir: "O gün takva sahiplerini, heyet olarak Rahmân'ın huzuruna toplayacağız" âyeti hakkında Allah Resûlü'ne: "Yâ Resûlallah! Âyette vefd (heyet) olarak gelecekleri bildiriliyor. Vefd de binekli olmaz mı?" diye sorduğumda şu karşılığı verdi: "Canım elinde olana yemin olsun ki onlar kabirlerinden çıktıkları zaman eyerleri altından, kanatlı beyaz develerle karşılanırlar. Ayakkabılarının tasması parıldayan bir nur gibidir. Bu develer bir adımda gözün görebildiği en uzak noktaya kadar ulaşırlar ve bu şekilde Cennetin kapısına varırlar. Cennet kapısında altın levhalar üzerinde kırmızı yakuttan bir halka görürler. Cennet kapısının yanında da dibinden iki pınar fışkıran bir ağaç vardır. Bu pınarların birinden içtikleri zaman midelerinde ne kadar pislik varsa temizlenir. Diğer pınardan da yıkanırlar ki artık ne saçları bir daha tozlanır, ne de tenleri bir daha solar. Açılması için de kapının halkasını o altından levha üzerine vururlar. Tokmağın o altın levha üzerinde çıkardığı sesi bir duysaydın ey Ali! Kapı bu şekilde açlınınca Cennetteki her bir huriye müstakbel eşinin geldiği haberi ulaşır. Her bir huri de aceleyle kapıyı açması için hizmetçisini gönderir. Hizmetçi kapıyı açıp da mümin onu görünce secdeye kapanır. Hizmetçi de: «Başını kaldır! Ben senin emrine tahsis edilmiş hizmetçinim!» der. Sonrasında mümin, hizmetçiyi takip eder. Müminin eşi olacak huri de aceleyle inci ve yakuttan yapılmış olan çardağından çıkar. Eşine sarılır ve: «Sen benim sevdiğimsin! Ben de senin sevdiğinim! Ben ki senden razı olan ve asla gücenmeyecek biriyim. Ben ki sana karşı hep güleryüzlü olacak ve asla surat yapmayacak biriyim! Ben ki senin için hep hayatta kalacak ve ölmeyecek biriyim! Ben ki hep yanında kalacak ve senden asla ayrılmayacak biriyim!» der. Sonrasında mümin, yer ile tavanının arası yüz bin arşın olan, hiç biri bir diğerine benzemeyen kimisi kırmızı kimisi yeşil, kimisi sarı yakut ve inciden yapılmış bir eve girer. Bu evde yetmiş divan, her bir divanın üzerinde yetmiş yatak, her bir yatak üzerinde yetmiş eş ve her bir eşinin üzerinde de yetmiş kat giysi vardır. Eşinin, giysilerinin ardından bile bacaklarının iliği görülebilir. Mümin kişi şu anki günlerinizden bir günlük bir zamanda bütün bu eşleriyle birlikte olur. Altlarından da suyunun tadı ve rengi bozulmayan, asla bulanmayan ve hep berrak kalan ırmaklar akar. Aynı şekilde tadı asla bozulmayan ve hayvan memesinden de çıkmamış olan sütten ırmaklar akar. Yine ayaklarla ezilmeden elde edilen, içene apayrı bir lezzet veren içeceklerden ırmaklar akar. Yine arıların yapmadığı süzme baldan ırmaklar akar. Tatlı meyveleri canı çektiği zaman ister ayakta, ister oturarak, ister yaslanarak yer. Canı yemek çektiği zaman beyaz bir kuş gelip kanatlarını kaldırır. Mümin kişi de bu kuşun yanlarından dilediği tür yemeği yer. Sonrasında kuş uçup gider. Daha sonra melek içeri girip: «Size selam olsun! İşte dünyada iken yaptıklarınıza karşılık size miras olarak verilen Cennet budur!» der." İbn Ebî Hâtim, Mesleme b. Câfer el-Becelî vasıtasıyla Muâz el-Basrî'den, o da Hazret-i Ali'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Canım elinde olana yemin olsun ki onlar kabirlerinden çıktıkları zaman eyerleri altından, kanatlı beyaz develerle karşılanırlar. Ayakkabılarının tasması parıldayan bir nur gibidir. Bu develer bir adımda gözün görebildiği en uzak noktaya kadar ulaşırlar. Bu şekilde dibinden iki pınar fışkıran bir ağacın yanına varırlar. Bu pınarların birinden içtikleri zaman midelerinde ne kadar pislik varsa temizlenir. Diğer pınardan da yıkanırlar ki artık ne saçları bir daha tozlanır ne de tenleri bir daha solar. Nimetin parıltıları da yüzlerinden akar. Cennetin kapısına geldiklerinde altın levhalar üzerinde kırmızı yakuttan bir halka görürler. Açılması için kapının halkasını o altından levha üzerine vururlar. Tokmağın o altın levha üzerinde çıkardığı ses Cennetteki her bir huriye müstakbel eşinin geldiği haberini verir. Her bir huri de kapıyı açması için hizmetçisini gönderir. Hizmetçi kapıyı açıp da mümin onu görünce secdeye kapanır. Hizmetçi de: «Başını kaldır! Ben senin emrine tahsis edilmiş hizmetçinim!» der. Sonrasında mümin o hizmetçiyi takip eder. Müminin eşi olacak huri de aceleyle inci ve yakuttan yapılmış olan çardağından çıkar. Eşine sarılır ve: «Sen benim sevdiğimsin! Ben de senin sevdiğinim! Ben ki senin için hep hayatta kalacak ve ölmeyecek biriyim! Ben ki sana karşı hep güleryüzlü olacak ve asla surat yapmayacak biriyim! Ben ki senden razı olan ve asla gücenmeyecek biriyim. Ben ki hep yanında kalacak ve senden asla ayrılmayacak biriyim!» der. Sonrasında mümin, yer ile tavanının arası yüz bin arşın olan, hiç biri bir diğerine benzemeyen kimisi sarı kimisi kırmızı kimisi yeşil yakut ve inciden yapılmış bir eve girer. Bu evde yetmiş divan, her bir divanın üzerinde yetmiş yatak, her bir yatak üzerinde yetmiş eş ve her bir eşinin üzerinde de yetmiş kat giysi vardır. Eşinin, giysilerinin ardından bile bacaklarının iliği görülebilir. Mümin kişi şu anki günlerinizden bir günlük bir zamanda bütün bu eşleriyle birlikte olur. Altlarından da değişik ırmaklar akar. «...Orada bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları ve süzme bal ırmakları vardır...» Bu ırmakların suyu durudur, hiç bulanmaz. Sütü hayvanların memesinden çıkmış değildir. Şarapları ayaklarla ezilip çıkarılmış değildir. Balı da arılar tarafından imal edilmiş değildir. Tatlı meyveleri canı çektiği zaman ister ayakta, ister oturarak, ister yaslanarak yer." Daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Üzerlerine cennetin gölgeleri sarkmış, cennetin meyveleri yakınlaştırılarak hazırlanmıştır" âyetini okuduktan sonra şöyle devam etti: "Canı yemek çektiği zaman beyaz (veya yeşil) bir kuş gelip kanatlarını kaldırır. Mümin kişi de bu kuşun yanlarından dilediği tür yemeği yer. Sonrasında kuş uçup gider. Daha sonra melek içeri girip: «Size selam olsun! İşte dünyada iken yaptıklarınıza karşılık size verilen Cennet budur!» der? 86"Günahkârları da susuz olarak cehenneme süreriz." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin el-Ba's'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Günahkârları susuz bir şekilde Cehennem süreriz" şeklinde açıklamıştır. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: "Günahkârları susamış bir şekilde Cehennem ateşine süreriz" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "Günahkârları, susuzluktan boyunları parçalanmış bir şekilde Cehenneme süreriz" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre: (.....) âyetini: "Günahkârları susuz bir şekilde Cehennem süreriz" şeklinde açıklamıştır. Hennâd, Hasan(-ı Basrî)'den aynısını zikreder. 87"Rahmân'ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sifât'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Rahmân'ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Rahmân'ın katında söz almak, Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet etmen, güç ve kudretin ancak Allah'ın olduğunu ikrar etmen ve Allah'tan başka kimseden bir şey ummamandır." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Rahmân'ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır'" âyetini açıklarken: "O günü müminler birbirlerinin şefaatçisi olacaklardır" demiştir. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân: "Rahmân'ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır" âyetini açıklarken: "Buradaki söz'den kasıt iyi amellerde bulunmaktır" demiştir. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Rahmân'ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır" âyetini açıklarken: "Allah'a şirk koşmadan ölen kişi Cennete girer" demiştir. İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bir müminin kalbine sevinci sokan kişi beni sevindirmiş olur. Beni sevindiren kişi de Rahmân'ın katında söz almış olur. Rahmân'ın katında söz almış kişiye de Cehennem ateşi dokunmaz, zira Yüce Allah verdiği sözden dönmez. " İbn Ebî Şeybe, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Rahmân'ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır" âyetini okudu ve şöyle dedi: "Yüce Allah kıyamet gününde: «Her kimin benim katımda bir sözü varsa kalksın!» buyurur. Bunun üzerine dünyada iken sadece şöyle demiş olanlar kalkar: "Ey gökleri ve yerleri yaratan, görüneni de gaybı da bilen Allahım! Bu dünyada iken ahdim olsun! Şayet beni amelimle baş başa bırakırsan kötülüğe yaklaştırıp hayırdan uzaklaştırmış olursun. Ama ben ancak senin rahmetine güveniyorum. Bunu, karşılığını âhirette vermek üzere katında bir ahid olarak kıl ki sen verdiğin sözden caymazsın." Taberânî M. el-Evsat'ta Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde beş vakit namazını, abdestlerini güzelce almış, vaktinde kılmış, rükû ve secdelerini güzelce yapmış ve hiçbir şeyini eksik etmeden ifa etmiş bir şekilde gelen kişi, Allah katında azap görmeyeceğine dair bir söz almış olarak huzura çıkar. Bunlardan bir şeyi eksik yaparak huzura gelen kişinin ise Allah katında bir sözü olmaz. Böylesi bir kişiye Yüce Allah dilerse merhamet eder, dilerse de onu cezalandırır. " Hakîm et-Tirmizî'nin Ebû Bekr es-Sıddîk'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kişi her namazın ardından selam verdikten sonra bazı sözleri söylediği zaman bir melek bu sözleri bir kağıda yazıp mühürler ve kıyamet günü için kaldırır. Yüce Allah bu kişiyi diriltip mezarından çıkardığı zaman bu melek yanında yazdığı bu kağıtla gelir ve: «Söz sahipleri nerede?» diye seslenir. Sonrasında hepsine bu sözlerini tek tek verir. Bu sözler de şunlardır: «Ey gökleri ve yerleri yaratan, görüneni de gaybı da bilen, Rahman ve Rahîm olan Allahım! Beni kendimle baş başa bırakma ki beni kendimle baş başa bıraktığın zaman beni kötülüğe yaklaştırıp iyilikten uzaklaştırmış olursun. Ben sadece senin rahmetine güveniyorum. Rahmetini bana âhirette vermek üzere katında bir ahid olarak kıl ki sen verdiğin sözden caymazsın.»" Tâvus'tan bildirilene göre kendisi (Tâvus) bu sözlerin yazılmasını ve gömülürken kefeninin içine konulmasını söylemiş ve bu isteği yerine getirilmiştir. 88Bkz. Ayet:90 89Bkz. Ayet:90 90"Onlar, «Rahman, bîr çocuk edindi» dediler. Andolsun, siz çok çirkin bir şey ortaya attınız. Bundan dolayı, neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp düşecektir!" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Siz çok çirkin bir şey ortaya attınız" âyetini açıklarken: "Büyük ve ağır bir şey söylediniz" demiştir. "Bundan dolayı, neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp düşecektir!" âyetini açıklarken de şöyle demiştir: "İnsanlar ve cinler haricinde gökler, yerler, dağlar ve bütün mahlukat şirkten çekinip korkar. Yüce Allah'ın azametinden dolayı da şirkten neredeyse yok olup gidecek gibi olur. Nasıl müşrik birinin şirkinden dolayı iyilikleri kabul görmüyorsa aynı şekilde muvahhid olanların günahlarının Yüce Allah tarafından bağışlanmasını umarız." İbnu'l-Mübârek, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Ahmed Zühd'de, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh Azame'de, Taberânî ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Avn vasıtasıyla İbn Mes'ûd'dan bildirir: Bir dağ diğer bir dağa ismiyle: "Ey filan dağ! Bugün Allah'ı anan biri yanından geçti mi?" diye seslenir. Seslendiği dağ eğer: "Evet, geçti" derse buna sevinir." Sonrasında Avn: "Dağlar kötü olan bir şeyi duyacaklar da iyi olan bir şeyi mi duymayacaklar! Tabi ki iyi olan bir şeyi daha iyi duyacaklardır" dedi ve: "Onlar, "Rahmân, bir çocuk edindi" dediler. Andolsun, siz çok çirkin bir şey ortaya attınız. Bundan dolayı, neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp düşecektir!'" âyetlerini okudu. Ebu'ş-Şeyh Azame'de Muhammed b. el-Münkedir'den bildirir: Bana bildirilene göre sabah olduğu zaman bir dağ diğerine ismiyle: "Ey filan dağ! Bugün Allah'ı anan biri yanından geçti mi?" diye seslenir. Diğer: "Evet, geçti" karşılığını verince, soran dağ: "Allah seni mutlu kılmış. Ancak bugün Allah'ı zikreden biri benim yanımda geçmedi" der. Hâkim, Ebû Umâme'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "...Neredeyse gökler çatlayacak..." âyetini (.....) lafzıyla ile (.....) harfleriyle; "...Dağlar yıkılıp düşecektir" âyetini da (.....) lafzıyla, (.....) harfiyle okudu. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid, Meryem Sûresi'nin 90. âyetini, (.....) lafzıyla okumuş ve: "İnfitâr, yarılıp yırtılma anlamındadır" demiştir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk, Meryem Sûresi'nin 90. âyetini, (.....) lafzıyla okumuş ve: "Allah'ın azametinden dolayı dağlar yarılıp çatlayacak gibi olur" şeklinde açıklamıştır. İbnu'l-Münzir, Hârun'dan bildirir: İbn Mes'ûd'un kıraatinde Meryem Sûresi'nin 90. âyeti, (.....) lafzıyla, (.....) harfiyledir. 91O Rahmân’a çocuk iddia ettiler diye.. 92Hâlbuki Rahmân’a çocuk edinmek yaraşmaz. 93Göklerde ve yerde hiç bir kimse yoktur ki, Rahmân’a kul olarak gelici olmasın. 94Yemin olsun ki, Allah hepsini kuşatmış, sayılarını ve işlerini bilmiştir. 95Kıyâmet günü de, her biri O’na tek başına (malsız ve evlâtsız, yardımcısız) olarak gelecektir. 96"İnanıp salih ameller işleyenler için Rahman, (gönüllere) bir sevgi Koyacaktır." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdurrahman b. Avf Medine'ye hicret edince Şeybe b. Rabîa, Utbe b. Rabîa ve Umeyye b. Halef gibi Mekke'de kalan arkadaşlarından ayrı kalmasına üzüldü. Bunun üzerine Yüce Allah: "inanıp salih ameller işleyenler için Rahmân, (gönüllere) bir sevgi koyacaktır'" âyetini indirdi.' İbn Merdûye ve Deylemî, Berâ'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-iAli'ye: "Allahım! Bana katında bir söz kıl. Bana katında bir sevgi kıl. Müminlerin kalbinde de bana karşı bir sevgi kıl, de" buyurunca Yüce Allah: "İnanıp salih ameller işleyenler için Rahmân, (gönüllere) bir sevgi koyacaktır" âyetini indirdi. Bu âyet Ali hakkında nazil oldu. Taberânî ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: "İnanıp salih ameller işleyenler için Rahmân, (gönüllere) bir sevgi koyacaktır" âyeti Ali b. Ebî Talib hakkında nazil oldu. Âyette de Ali'ye karşı müminlerin gönüllerinde bir sevgi kılınacağı bildirildi. Hakîm et-Tirmizî ve İbn Merdûye, Hazret-i Ali'den bildirir: Allah Resülü'ne: "...Rahmân bir sevgi koyacaktır" âyetindeki sevginin ne olduğunu sorduğumda şu karşılığı verdi: "Bu sevgi kişiye karşı müminlerin, meleklerin ve Allah'a yakın olan kişilerin gönüllerinde olan sevgidir. Ey Ali! Yüce Allah insana bu yönde üç özellik vermiştir. Biri sevgi ve muhabbettir. Diğeri cana yakınlıktır. Bir diğeri de salih kişilerin gönüllerinde kendisine karşı saygıdır. " Abdurrezzâk, Firyâbî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İnanıp salih ameller işleyenler için Rahmân, bir sevgi koyacaktır" âyetini açıklarken: "Dünyadayken onlara karşı insanların içinde bir sevgi kılacaktır" demiştir. Hennâd'ın bildirdiğine göre Dahhâk: "İnanıp salih ameller işleyenler için Rahmân, bir sevgi koyacaktır" âyetini açıklarken: "Müminlerin gönüllerinde onlara karşı bir sevgi kılacaktır" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Hennâd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İnanıp salih ameller işleyenler için Rahmân, bir sevgi koyacaktır" âyetini açıklarken: "Rahmân onları sever, onlar da Rahmân'ı severler" demiştir. Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Tirmizî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sifât'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Yüce Allah bir kulu sevdiği zaman Cebrail'e: «Ben filan kişiyi sevdim, sen de onu sev» diye seslenir. Cebrail de bunu semada herkese ilan eder. Daha sonra bu sevgi yeryüzüne iner ve yeryüzündeki herkes onu sevmeye başlar. İşte: «İnanıp salih ameller işleyenler için Rahmân, bir sevgi koyacaktır» âyetinde kastedilen budur. Yüce Allah bir kula da öfke duyduğu zaman Cebrail'e: «Ben filan kişiye karşı öfkeliyim, sen de ona öfke duy» diye seslenir. Cebrail de bunu semada herkese ilan eder. Daha sonra bu öfke yeryüzüne iner ve yeryüzündeki herkes ona karşı nefret duyar? İbn Merdûye'nin Sevbân'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kul Yüce Allah'ın rızasını arar da devamlı bu rızanın peşinde koşarsa Yüce Allah, Cebrail'e: «Filan kulum benim rızamın peşinde koşuyor. Bil ki ben de ondan razıyım» buyurur. Cebrail: «Allah'ın rahmeti filanın (onun) üzerine olsun!» der. Aynı şeyi Arş'ı taşıyan melekler, sonra onlardan sonra gelenler söylemeye başlar ki bu şekilde sırayla yedi kat semada bulunan herkes bunu söylemiş olur. Sonrasında o kula karşı olan bu rahmet yeryüzünde bulunanların gönüllerine düşer. İşte: «İnanıp salih ameller işleyenler için Rahmân, bir sevgi koyacaktır» âyetinde kastedilen budur. Bir kul da Yüce Allah'ın Öfkesini celbedecek şeyler yapar durur da sonunda Yüce Allah, Cebrail'e: «Filan kulum benim öfkemin peşinde koşuyor. Bil ki ben de ona karşı öfkeliyim» buyurur. Cebrail: «Allah'ın öfkesi filanın (onun) üzerine olsun!» der. Aynı şeyi Arş'ı taşıyan melekler, sonra onlardan sonra gelenler söylemeye başlar ki bu şekilde sırayla yedi kat semada bulunan herkes bunu söylemiş olur. Sonrasında o kula karşı olan bu öfke yeryüzünde bulunanların içlerine düşer." Abd b. Humeyd, Ka'b'dan bildirir: Tevrat'tan öğrendiğime göre yeryüzünde bulunan birine karşı olan sevgi, mutlaka Yüce Allah tarafından başlatılmış, katından yeryüzündeki insanların gönüllerine indirilmiş olur. Daha sonra Kur'ân'ı okuduğumda bu konuda: "İnanıp salih ameller işleyenler için Rahmân, bir sevgi koyacaktır" âyetini buldum. Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usûl'de zayıf bir senedle İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) : "Yüce Allah (sevgi konusunda) insana üç özellik vermiştir. Biri muhabbettir. Diğeri cana yakınlıktır. Bir diğeri de salih kişilerin gönüllerinde kendisine karşı sevgidir" buyurdu ve: "İnanıp salih ameller işleyenler için Rahmân, bir sevgi koyacaktır" âyetini okudu. Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'da Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan bildirir: Ebu'd-Derdâ, Mesleme b. Muhalled'e şöyle bir mektup yazdı: "Allah'ın selamı üzerine olsun! Bilmelisin ki kul, Yüce Allah'a itaata yönelik amellerde bulunduğu zaman Allah da onu sever. Yüce Allah da bir kulu sevdiği zaman onu kullarına sevdirir. Kul, Yüce Allah'a isyana yönelik amellerde bulunduğu zaman Allah ona karşı öfke duyar. Yüce Allah da bir kula öfke duyduğu zaman kullarını da ondan nefret ettirir." Hakîm et-Tirmizî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Her kulun (Allah katında) bir namı vardır. Eğer kul, hayırlı biri ise bu namı yeryüzüne indirilip yayılır. Eğer kötü biri ise de yine bu namı yeryüzüne indirilip yayılır. " Ahmed ve Hakîm et-Tirmizî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Sevgi Allah'tandır. Nam da semada başlar. Yüce Allah bir kulu sevdiği zaman Cebrail'e: «Filan kişiyi seviyorum» buyurur. Bunun üzerine Cebrail: «Rabbiniz filan kişiyi seviyor, siz de onu sevin» diye seslenir. Sonrasında ona karşı olan bu sevgi yeryüzündeki insanların gönüllerine de iner. Yüce Allah bir kula öfke duyduğu zaman da Cebrail'e: «Filan kişiye karşı öfkeliyim» buyurur. Bunun üzerine Cebrail: «Rabbiniz filan kişiye karşı öfkeli, siz de ona öfke duyun» diye seslenir. Sonrasında ona karşı olan bu öfke yeryüzündeki insanların içlerine de iner. " 97"Bîz Kur'ân'ı Allah'a karşı gelmekten sakınanları müjdelemen ve İnatçı mîlletî uyarman için senin dilinde indirerek kolaylaştırdık." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Günahkar bir kavmi uyarman için" şeklinde açıklamıştır. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini: "Sağır bir kavim" olarak açıklamıştır. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) ifadesini: "Hasım" olarak açıklamıştır. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: "Bâtılda hasımlar" olarak açıklamıştır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...inatçı milleti uyarman için..." âyetini açıklarken: "Bunlardan kasıt Kureyşlilerdir" demiştir. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini: "Doğru yola gelmeyen" olarak açıklamıştır. 98"Onlardan önce nice nesilleri yok ettik, şimdi onlardan hiçbirini hissediyor veya bir ses işitiyor musun?" İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Şimdi onlardan hiçbirini hissediyor musun?" âyetini açıklarken: "Onlardan hiçbirini görüyor musun, anlamındadır" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) lafzıyla, "o" harfini ötre ile, harfini esre ile, (.....) harfini de ötre ile okumuştur. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: "Onlardan hiçbirini görüyor veya onlardan bir ses işitiyor musun?" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti açıklarken: "Ölüp gittiler de onlardan geriye ne bir ses, ne de bir görüntü kaldı" demiştir. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Ses" olarak açıklamıştır. Tastî'nin Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a (.....) ifadesinin anlamını sorunca, İbn Abbâs: "Ses" anlamına gelir" dedi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca da İbn Abbâs şöyle dedi: "Evet, bilirler. Şairin: "Sesini net bir şekilde hissettiler Usta avcının hafif bir tıkırtı çıkarmasıyla" dediğini işitmedin mi?" |
﴾ 0 ﴿