TÂHÂ SÛRESİ

Nehhâs ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Tâhâ Sûresi, Mekke'de nazil oldu" demiştir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbnu'z-Zübeyr: "Tâhâ Sûresi, Mekke'de nazil oldu" demiştir.

Dârimî, İbn Huzeyme Tevhîd'de, Ukaylî ed-Du'afâ'da, Taberânî M. el- Evsat'ta, İbn Adiy, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Şuab'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah gökler ve yeri yaratmadan iki bin yıl önce Tâhâ ile Yâsîn sûrelerini okudu. Melekler okunan bu Kur'ân'ı işitince: «Kendilerine bunların nazil olacağı ümmete ne mutlu! İçinde bunları taşıyacak olan kalplere ne mutlu! Ne mutlu bunlarla konuşacak dillere!» dediler.

Deylemî de Enes vasıtasıyla Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) aynısını zikreder.

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bana, ilk dönemlerde nazil olan vahiylerinden, içinde hayvanların zikredildiği sûre (En'âm Sûresi), Mûsa'nın levhalarından Tâhâ Sûresi ile Tavâsin'ler (Şu'arâ, Neml, Kasas sûreleri), Arş'ın altından da Kur'ân'ın ilk âyetleri (Fatiha Sûresi) ile Bakara Sûresi'nin son âyetleri verildi. Bunların yanında hediye olarak da Mufassal (Hucurât Sûresi'den Nâs Sûresi'ne kadar olan kısa) sûreler verildi."

İbn Merdûye'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cennette iken Tâhâ ile Yâsîn sûreleri dışında Kur'ân'ın kalan kısmı kaldırılır. Cennettekiler sadece bu iki sûreyi okurlar."

1

Bkz. Ayet:3

2

Bkz. Ayet:3

3

"Tâ hâ. Kur'ân'ı sana sıkıntıya düşesin diye indirmedik. Ancak korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik."

İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye, Beyhakî Şuabu'l-îman'da ve İbn Asâkir, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), vahyin ilk nazil olduğu dönemlerde ayaklarının ön tarafına basarak namaz kılardı. Bunun üzerine Yüce Allah: "Tâ hâ. Kur'ân'ı sana sıkıntıya düşesin diye indirmedik" âyetlerini indirdi.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Müşrikler, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için: "Adam Rabbinden dolayı çok sıkıntı çekecek!" deyince Yüce Allah: "Tâ hâ. Kur'ân'ı sana sıkıntıya düşesin diye indirmedik" âyetlerini indirdi.

İbn Asâkir, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gece namazına kalktığı zaman uyuyup düşmemek için kendini bir iple bağlardı. Bunun üzerine Yüce Allah: "Tâ hâ. Kur'ân'ı sana sıkıntıya düşesin diye indirmedik" âyetlerini indirdi.

Abd b. Humeyd, Mücâhid'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gece namazına kalktığı zaman uyuyup düşmemek için kendini bir iple bağlardı. Aynı şekilde yorulan ayağını diğerinin üzerine koyardı. Sonunda: "Tâ hâ. Kur'ân'ı sana sıkıntıya düşesin diye indirmedik" âyetleri nazil oldu.

Bezzâr hasen bir senedle Hazret-i Ali'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) namazı kılarken yorulan ayaklarını dinlendirmek için sırasıyla ayaklarından birini kaldırıp diğerinin üzerinde duruyordu. Sonunda: "Tâ hâ. «ur'ân'ı sana sıkıntıya düşesin diye indirmedik" âyetleri nazil oldu.

İbn Merdûye, Hazret-i Ali'den bildirir: "Ey örtünüp bürünen! Gecenin birazı müstesna kalk" âyetleri nazil olduğu zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gece boyu namaz kıldı. Bundan dolayı ayakları şişince dinlendirmek için sırayla ayaklarından birini kaldırıp diğerinin üzerinde durmaya başladı. Bunun üzerine Cebrâil indi ve "Ey Muhammed! İki ayağınla yere bas anlamında: (.....) dedi. Ardından: "Kur'ân'ı sana sıkıntıya düşesin diye indirmedik" dedi. Bunun yanında: "...Kur'ân'dan kolayınıza geleni okuyun..." âyetini de indirdi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Rabî' b. Enes'ten bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) namazı kılarken yorulan ayaklarını dinlendirmek için sırasıyla ayaklarından birini kaldırıp diğerinin üzerinde duruyordu. Bunun üzerine Yüce Allah: "Ey Muhammed! İki ayağınla yere bas anlamında: (.....) buyurdu. Ardından: "Kur'ân'ı sana sıkıntıya düşesin diye indirmedik" âyetini indirdi.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Tâ hâ" ifadesini açıklarken şöyle demiştir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bazen namaz kılarken Kur'ân'ın tümünü okurdu. Bunu da tek ayak üzerinde yaptığı da olurdu. Bunun üzerine Yüce Allah: "İki ayağınla yere bas anlamında: (.....) buyurdu. Ardından: "Kur'ân'ı sana sıkıntıya düşesin diye indirmedik" âyetini indirdi.

İbn Ebî Hâtim, Dahhâk'tan bildirir: Kur'ân, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) nazil olduğu zaman ashâbıyla birlikte gereklerini yerine getirmeye başladılar. Kureyş kafirleri: "Bu Kur'ân, Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) sıkıntı çekmesi için nazil oldu" deyince Yüce Allah: "Tâ hâ. Kur'ân'ı sana sıkıntıya düşesin diye indirmedik" âyetlerini indirdi.

İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Ey adam, anlamındadır" demiştir.

Hâris b. Ebî Usâme ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Nebat dilinde «Bas ey adam» anlamındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Birine 'Yap!' demen gibidir" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Nebat dilinde «Ey adam» anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) ifadesini açıklarken: "Nebat dilinde «Ey adam» anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) ifadesini açıklarken: "Nebat dilinde «Ey adam» anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Nebat dilinde 'Ey adam' anlamındadır" demiştir.

Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Habeş dilinde 'Ey Muhammed!' demen gibidir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: (.....) ifadesini açıklarken: "Başka dilden Arapça'ya girmiş (muarreb) bir ifadedir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Sûrelerin açılışını yapan ifadelerden (mukata'a harflerden) biridir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b: (.....) ifadesini açıklarken: "Tâ harfi, Yüce Allah'ın isimlerinden biri olan Zu't-Tavli (Lütuf sahibi) isminden bir harftir."

İbn Merdûye, Ebu't-Tufayl'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Rabbimin katında on tane adım vardır" buyurdu. Bunlardan sekiz tanesi aklımda kaldı. Onlar da Muhammed, Ahmed, Ebu'l-Kâsım, el-Fâtih, el-Hâtim, el-Mâhî, el-Âkib ve el-Hâşir isimleridir." Ravi Seyf'in dediğine göre de Ebû Câfer: "Kalan diğer iki isim de Tâhâ ve Yâsîn isimleridir" demiştir.

Hâkim ve İbn Merdûye, Zir'den bildirir: Adamın biri İbn Mes'ûd'un yanında bu âyeti (.....) şeklinde, "b" harfini fetha ile okuyunca, Abdullah bunun (.....) şeklinde, "b" harfinin esre ile okunması gerektiğini söyledi. Adam: "Ama burada, «Ayağını yere koy» demek istemektedir" deyince, Abdullah: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu bu şekilde okudu. Cebrail de bunu bu şekilde indirdi" karşılığını verdi.

İbn Asâkir, Hazret-i Âişe'den bildirir: Kur'ân'dan öğrendiğim ilk süre Tâhâ Sûresi'dir. "Tâ hâ. Kur'ân'ı sana sıkıntıya düşesin diye indirmedik" dediğim zaman da Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sıkıntı çekmeyesin ey Âişel" buyururdu.

Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Tâ hâ. Kur'ân'ı sana sıkıntıya düşesin diye indirmedik" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Ey Adam! Biz Kur'ân'ı sana güçlük ve sıkıntı çekesin diye indirmedik, anlamındadır. Zira gece boyu ayaklarının üzerinde durur namaz kılardı. "Tâhâ, Akk kabilesi lehçesiyle olan bir kelimedir. Zira Akk'lı olan birine: " recül (Ey adam)" diye seslensen, anlamadığı için dönüp de bakmaz. Ancak: "Tâhâ!" diye seslensen dönüp bakar.

Abd b. Humeyd, Humeyd b. Kurra'dan bildirir: Mâzin b. Mâlik oğullarından Kur'ân hafızı ve şair olan bir adam: "Kur'ân'da bilmediğim bir şey yoktur" deyince, Dahhâk adama: "O zaman "Tâhâ" ifadesinin ne anlama geldiğini söyle!" dedi. Adam: "Tâ Sîn Mîm, Hâ Mîm gibi Yüce Allah'ın güzel isimlerinden biridir" karşılığını verince, Dahhâk: "Değil! Tâhâ, Nebat dilinde «Ey adam» anlamındadır" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Tâhâ" ifadesini açıklarken: "Yüce Allah'ın yeminlerinden biridir. Ayrıca Yüce Allah'ın isimlerinden biridir" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Kur'ân'ı sana sıkıntıya düşesin diye indirmedik" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Namaz konusundaki sıkıntıyı dile getirmiştir. Bu âyet: "...Kur'ân'dan kolayınıza geleni okuyun..." âyeti gibidir. Zira öyle çok namaz kılarlardı ki artık düşmemek için gögüslerini iple bir yere bağlarlardı.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Kur'ân'ı sana sıkıntıya düşesin diye indirmedik" âyetini açıklarken: "Değil! Vallahi Allah, Kur'ân'ı sıkıntı değil rahmet, nur ve Cennete doğru yol gösterici kıldı" demiştir. "Ancak korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik" âyetini açıklarken de şöyle dedi: "Yüce Allah kullarına rahmet olarak kitabını indirip elçilerini gönderdi ki kulları öğüt alsınlar ve Allah'ın Kitâb'ından duydukları şeylerden faydalansınlar. Kur'ân da Yüce Allah'ın helal ile haramlarını bildirmek üzere indirdiği bir kitaptır."

4

Arzı ve yüce gökleri yaratandan, yavaş yavaş bir indirişle (onu) indirdik.

5

O Rahmân, (Kudretiyle) Arş’ı istiva etti (hakimiyeti ve idaresi altına aldı).

6

"Göklerde, yerde ve ikisi arasında bulunan şeyler İle toprağın altında olanlar hep O nundur"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b: "...Toprağın altında olanlar..." âyetini açıklarken: "Yedi kat yerin altındakilerdir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesi ıslak ve nemli olan her şeydir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Toprağın altında olanlar..."âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bundan kasıt, yerin yedinci tabakasının altındaki kayadır. Bu kaya Siccîn de denilen yeşil bir kayadır ki kafirlerin amellerinin yazıldığı yerdir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) yerden kazılan ıslak ve nemli topraktır" demiştir.

Ebû Ya'lâ, Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu yerin altında ne var?" diye sorulunca: "Su var" karşılığını verdi. "Suyun altında ne var?" diye sorulunca: "Karanlık var" karşılığını verdi. "Karanlığın altında ne var?" diye sorulunca: "Hava var" karşılığını verdi. "Havanın altında ne var?" diye sorulunca: "Toprak var" karşılığını verdi. "Toprağın altında ne var?" diye sorulunca da: "Yaratıcının ilminin yanında yaratılmışların bilgisi burada bitmiştir" karşılığını verdi.

İbn Merdûye, Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Tebûk savaşında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraberdim. Bir ara yanına uzun boylu bir adam geldi. Yaklaşıp bineğinin dizginlerinden tuttu ve: "Muhammed sen misin?" diye sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet, benim" karşılığını verdi. Adam: "Cevabını yeryüzünde sadece bir iki kişinin bilebileceği bazı şeyler soracağım" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "İstediğini sor" buyurdu. Adam: "Ey Muhammed! Yerin altında ne var?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mahlûkat var" karşılığını verdi. Adam: "Onların altında ne var?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yer var" karşılığını verdi. Adam: "Onun altında ne var?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mahlûkat var" karşılığını verdi. Adam: "Onların altında ne var?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yer var" karşılığını verdi. Bu şekilde sırasıyla sorarak yerin yedinci tabakasına kadar ulaştı. Adam: "Yedinci tabakanın altında ne var?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kaya var" karşılığını verdi. Adam: "Kayanın altında ne var?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Balık var" karşılığını verdi. Adam: "Balığın altında ne var?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Su var" karşılığını verdi. Adam: "Suyun altında ne var?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Karanlık var" karşılığını verdi. Adam: "Karanlığın altında ne var?" diye Sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hava var" karşılığını verdi. Adam: "Havanın altında ne var?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sera (toprak) var" karşılığını verdi. Adam: "Serâ'nın altında ne var?" diye sorunca Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) gözleri yaşarıp ağlamaya başladı ve: "Yaratıcının ilminin yanında yaratılmışların bilgisi burada bitmiştir. Ey soru soran kişi! Bu konuda kendisine soru sorulan soran kişiden daha bilgili değil" buyurdu.

Bunun üzerine adam: "Doğru söyledin! Ey Muhammed! Şehadet ederim ki sen Allah'ın Resûlüsün. Şayet serâ'nın altında herhangi bir şeyin olduğunu söyleseydin senin için: «Yalancı bir sihirbaz!» derdim. Şehadet ederim ki sen Allah'ın Resûlüsün" dedi.

Adam dönüp gittikten sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey insanlar! Onun kim olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Ashâb: "Allah ve Resûlü daha iyi bilirler" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu adam Cebrail'di" buyurdu.

7

"Sen sözü istersen açığa vur. Şüphesiz O, gizliyi de gizlinin gizlisini de bilir."

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sifât'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...O, gizliyi de gizlinin gizlisini de bilir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Gizliden kasıt, insanoğlunun içinde gizlediği şeylerdir. Gizlinin gizlisi ise insanın ilerde yapacağı, ancak henüz yapmadan önce bunun bilgisine sahip olmadığı şeylerdir. Yüce Allah bunların hepsini de bilir. Geçmişe yönelik her şeyi bildiği gibi geleceğe yönelik de her şeyi bilir. Geçmişin de geleceğin de bilgisi bu bakımdan kendisi için birdir. Onun yanında tüm mahlûkat tek bir kişi gibidir ki, "Sizin yaratılmanız ve öldükten sonra tekrar diriltilmeniz, ancak bir tek insanı yaratmak ve diriltmek gibidir..." âyetiyle bu durum dile getirilmiştir.

Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...O, gizliyi de gizlinin gizlisini de bilir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Gizliden kasıt senin bildiğin şeylerdir. Gizlinin gizlisinden kasıt ise Yüce Allah'ın kalbine koyduğu, ancak senin bilmediğin şeylerdir."

Abdullah b. Ahmed Zühd'e zevâid olarak, Ebu'ş-Şeyh Azame'de ve Beyhakî aynı rivayeti: "İçinde gizlediğini bildiği gibi yarın yapacağını da bilir" lafzıyla zikretmişlerdir.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...O, gizliyi de gizlinin gizlisini de bilir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah kendi kendine düşündüğün şeyleri bildiği gibi daha sonra yapacağın ancak henüz düşünmediğin şeyleri de bilir."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...O, gizliyi de gizlinin gizlisini de bilir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bunlardan kasıt vesvese, sırlar ve kişinin diğer insanlardan sakladığı eylemleridir."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Gizliden kasıt, kişinin başkasıyla paylaştığı sırdır. Gizlinin gizlisinden kasıt ise kişinin kimseye söylemediği ve içinde sakladığı şeylerdir" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti açıklarken: "Gizliden kasıt kişinin diğer insanlardan sakladığı ve içinde tuttuğu şeylerdir. Gizlinin gizlisinden kasıt ise, kişinin henüz yapmadığı, ancak ilerde yapacağı olan şeylerdir" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: "...O, gizliyi de gizlinin gizlisini de bilir" âyetini açıklarken: "Gizliden kasıt, kişinin sadece ailesi ve eşiyle paylaştığı şeylerdir. Gizlinin gizlisinden kasıt ise, kişinin kimseye söylemediği ve içinde sakladığı şeylerdir" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in Azame'de bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem: "...O, gizliyi de gizlinin gizlisini de bilir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah kulların gizli saklısını bilir. Ancak kendi sırrını sakladığı için hiçbir kul onu bilemez."

8

Allah odur ki, kendisinden başka hiç bir ilâh yoktur. En güzel isimler (Esmâ’ül-Hüsna) O’nundur.

9

Bkz. Ayet:11

10

Bkz. Ayet:11

11

"Mûsâ'nın haberi sana ulaştı mı? O, bir ateş görmüştü de, ailesine: «Durun, ben bir ateş gördüm, ya ondan size bir kor getirir, ya da ateşin yanında bir yol gösteren bulurum» demişti. Musa ateşin yanına gelince: «Ey Musa!» diye seslenildi."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: "Gözüme bir ateş ilişti" şeklinde açıklamıştır, (.....) âyetini da: "Bana yolu gösterecek birini bulurum" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Belki orada yolu bana gösterecek birini bulurum, anlamındadır. Zira kıştı ve yollarını kaybetmişlerdi."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Bana yolu gösterecek birini bulurum" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: "Bana yolu gösterecek birini bulurum" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) âyetini: "Bana suyun yerini gösterecek birini bulurum" şeklinde açıklamıştır.

Ahmed Zühd'de, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Vehb b. Münebbih'ten bildirir: Hazret-i Mûsa uzaktan ateşi görünce ona doğru yöneldi. Ona yakın bir yerde durunca çok büyük bir ateş olduğunu gördü. Bu ateş Ullayk (böğürtlen) denilen ve yemyeşil olan bir ağaçtan çıkıyordu. Gördüğü kadarıyla da bu ateş gittikte alevlenip çoğalıyordu. Ateşler içinde bu şekilde yanmasına rağmen de ağaç giderek yeşillenip güzelleşiyordu. Durup izlemeye başladı ki ağacın bu durumunu neye yoracağını da bilmiyordu. Daha sonra ağacın bir şekilde yandığını veya ona değen bir ateş sonucunda bu şekilde tutuştuğunu, tamamen yanıp kül olmasına engel olan şeyin de aşırı yeşilliği, suyunun çokluğu, yapraklarının yoğunluğu ve gövdesinin kalınlığı olduğunu düşündü. Ağacın durumunu bu şekilde kendine izah etti. Ağacın yanında durdu ve almak için bir ateş parçasının düşmesini bekledi. Ancak uzun bir süre durup da ağacın üzerinden yere hiç ateş düşmeyince eline aldığı bir tutam otu ağaca yaklaştırıp ateşten bir parça almak istedi. Hazret-i Mûsa bir tutam otu ağaca yaklaştırınca ağaç da onu yakacak gibi üzerine doğru eğildi. Hazret-i Mûsa korku içinde geri çekildi. Sonra bir daha yaklaşıp az bir ateş alabilmek için ağacın çevresinde dolaşmaya başladı. Ancak o, ağaçtan ateş almak istedikçe ağaç da onu yakacak gibi üzerine doğru eğiliyordu.

Hazret-i Mûsa bu şekilde uğraşırken bir anda ateş söndü. O anda onun bu durumuna şaşırdı ve ağacın bu halini düşünmeye başladı. "Başta yanına yaklaşılamayacak kadar büyük bir ateşti. Ancak bir ağacın içinde yanmasına rağmen bu ağacı yakmıyordu ve böyle büyük bir ateşken bir anda sönüverdi. Bunda bir iş var" diye düşünmeye başladı. Ateşin bu durumunu, ateşin buna memur olduğuna veya sahte olduğuna, onu memur kılanın kim olduğunun, ona verilen emrin ne olduğunun veya onu sahte bir şekilde yapanın kim olduğunun bilinmediğine yordu. Şaşkın bir şekilde kalayım mı, geri mi döneyim diye düşünürken gözü ağacın dallarına ilişti. Dalları olabildiğince taze ve yeşildi. Bu yeşillik göğe doğru uzanıyordu ve gecenin karanlığını yırtıyordu. Bu yeşillik bazen sarı, bazen beyaz bir şekilde uzayıp durdu.

Sonunda yerden göğe kadar nurdan bir sütun gibi oldu. Bu sütunun başucunda da güneş gibi parlayan, bakanın gözlerini alan bir ışık vardı. Hazret-i Mûsa ne zaman ona bakacak olsa gözleri kamaşıyordu.

Hazret-i Mûsa bu durumu görünce endişesi ve korkusu arttı. Elleriyle gözlerini kapattı ve yere kapandı. Yerde iken yakınlarda bir yerden bir ses işitti. Ancak bu ses daha önce hiç kimsenin duymadığı türden bir sesti. Hazret-i Mûsa bu şekilde sıkıntı ve endişe içindeyken ağacın yanından biri: "Ey Mûsa!" diye seslendi. Hazret-i Mûsa hemen: "Buyur!" karşılığını verdi. Sesin kimden geldiğini bilmiyordu, ancak bir insanla karşılaşmış olmanın rahatlığını hissetmek için bu sese hemen cevap verdi. Bunun için birkaç defa: "Buyur!" dedi ve: "Senini duyuyor, seni hissediyorum, ancak nerede olduğunu bilmiyorum. Neredesin?" diye sordu. Sesin sahibi: "Ben senin üstündeyim, seninle beraberim! Önündeyim, arkandayım ve sana kendinden daha yakınım!" karşılığını verdi.

Hazret-i Mûsa bunları duyunca ses sahibinin ancak Rabbi olabileceğini anladı ve ona olan imanı daha da arttı. "Rabbim! Sen dediğin gibisin. Ama senin sesini mi işitiyorum, yoksa elçinin sesini mi?" deyince, Allah: "Seninle konuşan benim! Yanıma yaklaş!" karşılığını verdi. Hazret-i Mûsa ellerini asasında birleştirdi ve ona dayanarak ayağa kalktı. Ancak ayağa kalkar kalkmaz korkudan tir tir titremeye başladı. Ayaklan tutmaz oldu, dili tutuldu, kalbi yerinden çıkacak gibi oldu. Sanki her bir kemiği diğerinden ayrılmıştı. Hâlâ hayat belirtisi gösteren bir ölü gibi olmuştu. Bu korku içinde sürüne sürüne sesin geldiği ağacın yanına kadar yaklaşabildi. Ağacın yanına gelince, Allah: "Ey Mûsa! Şu sağ elindeki ne?" diye sordu. Hazret-i Mûsa: "Bu benim âsam" dedi. Allah, cevabını ondan daha iyi bilmesine rağmen: "Bu âsayla ne yapıyorsun?" diye sordu. Hazret-i Mûsa: "Bunu dayanmak için, koyunlarıma yaprak silkelemek için bir de senin de bildiğin diğer ihtiyaçlarımı görmek için kullanıyorum" dedi.

Hazret-i Mûsa âsasını birçok şey için kullanırdı. Âsanın ucuna yakın yeri çatal gibiydi. En ucu da kanca gibi eğriydi. Yüksek bir dal olduğu zaman bu kanca gibi olan ucuyla onu çekip eğerdi. Dalı kırmak istediği zaman çatal olan kısmıyla sıkıştırır ve çevirip kırardı. Âsayı yaslanmak ve koyunlarını sürmek için de kullanırdı. İstediği zaman da âsayı omzuna atar, ucuna yayını, sapanını, heybesini ve varsa azığını asardı. Koyunlarını gölgenin olmadığı bir yere otlatmaya çıkardığı zaman bu âsayı yere diker, çatalın her bir ucundan yere kadar bir tel çeker ve giysisini üzerine atıp gölgelik yapardı. İpi kısa olan bir kuyuya geldiği zaman da âsasını ipe ekleyerek suyunu çekerdi. Bunun yanında âsayı, koyunlarını vahşi hayvanlara karşı korumak için de kullanırdı.

Rabbi ona: "Ey Mûsa! Âsayı at!" deyince, Hazret-i Mûsa bunu, "Bu âsayı at ve artık kullanma" gibi anladı ve bu niyetle de onu attı. Bir ara âsaya bakınca benzeri görülmemiş büyük bir yılana dönüştüğünü gördü. Yılan bir şeyi arıyor gibi dolanıyordu. Deve kadar olan bir kayayın yanına gidip onu yutuyor, ağacın gövdesine dişlerini geçirince kökünden onu söküyordu. Yılanın gözlerinden ateş çıkıyordu. Âsanın kanca gibi olan ucu yılanın yelesi olmuştu ve her bir kılı mızrak gibiydi. Âsanın çatal olan kısmı da her biri su kanalını andıran ve ıslık çalan dişlere dönüşmüştü. Hazret-i Mûsa yılanı bu şekilde görünce arkasına bakmadan kaçmaya başladı. Yılanın kendisine yetişemeyeceğine kanaat getirinceye kadar uzaklaştı. Sonra Rabbi aklına gelince mahçup bir şekilde durdu. Sonrasında kendisine: "Ey Mûsa! Buraya geri dön!" diye seslenildi. Hazret-i Mûsa korku içinde geriye döndü. Rabbi ona: "Âsayı sağ elinle al! Korkma onu eski haline getireceğiz" dedi.

Hazret-i Mûsa'nın üzerinde önü açık kolları bol, yünden bir giysi vardı. Bu giysi de dal ve dikenlerden dolayı yırtılıp delinmişti. Hazret-i Mûsa âsayı giysisinin bir ucuyla tutmak isteyince, bir melek: "Ey Mûsa! Şayet Yüce Allah bu sakındığın şeyi yapması için yılana izin verecek olsa bu giysinin sana bir faydası olacak mı?" dedi. Hazret-i Mûsa: "Olmayacak ama zayıfım ve zayıf olarak yaratıldım" karşılığını verdi. Sonrasında giysiyi bıraktı ve elini yılanın ağzına doğru uzattı. Yılanın dişlerinin sesini duyuyordu. Elini kapatıp tutunca yılan yere attığı âsa olmuştu. Tuttuğu yer de yaslanırken elini koyduğu o çatal olan kısma dönüştü.

Rabbi ona: "Yaklaş!" dedi. Hazret-i Mûsa bu şekilde yaklaşa yaklaşa sonunda sırtını o ağacın gövdesine dayayıp durdu. Ellerini âsasında birleştirdi, başını da önüne eğdi. Rabbi ona şöyle dedi: "Bu gün sen öyle bir makamda durdun ki senden sonra hiçbir insan böylesi bir makama gelemez. Sesimi duyacak kadar seni yaklaştırıp yakın tuttum. Bana olabilecek en yakın bir yerde durdun. Sana vereceğim bu mesajı yerine ulaştır. Gözüm kulağım üzerinde, yardımım ve desteğim yanında olacak. Sana hükümranlığımdan bir giysi giydiriyorum, onunla emrimi uygularken gücüne güç katasın. Güç bakımından ordularımdan büyük bir ordu gibisin. Seni kullarımdan zayıf birine gönderiyorum. Bu kişi verdiğim nimetlerle şımardı ve kibirlendi. Cezamdan yana kendini güven içinde hissetti. Dünya onu aldattı ki bundan dolayı hakkım olanı da Rabliğimi de inkar etti. Benden başkasına kul oldu, ona taptı. Beni de tanımadığını söyledi. İzzetime yemin olsun ki kullarım ile arama koymuş olduğum söz ile süre olmasaydı onu öyle bir yere çalardım ki gökler, yer, dağlar ve denizler benim bu öfkemle birlikte ona öfke duyardı. Göğe emretsem üzerine taş yağdırır, yere emretsem onu içine alıp yutar, denizlere emretsem onu boğar, dağlara da emretsem onu ezer darmadağın ederdi. Ancak benim için artık bir değeri kalmadı ve gözümden düştü. Hoşgörüm onu da kapsadı. Ona da ihtiyacım yok, zira asıl varlıklı olan benim, benden başka da varlıklı olan kimse yoktur. Ona bu mesajımı ulaştır. Onu, bana kul olmaya, ihlas içinde tek ilah olarak beni kabul etmeye davet et. Ona günlerimi hatırlat. Öfkem ve cezamdan yana onu ikaz et. Öfkemin karşısında hiçbir şeyin duramayacağını ona bildir.

Bunları söylerken de ona karşı yumuşak bir dil kullan ki belki kendine gelir benden sakınır. Affetme ve bağışlamaya öfke ve cezalandırmadan daha yakın durduğumu ona ilet. Dünyalık olarak ona verdiğim şeyler de seni ürkütmesin. Kontrolü tümden elimdedir ve iznim olmadan ne göz kırpabilir ne konuşabilir ne de nefes alabilir. Ona şöyle de: "Rabbinin bu çağrısına icabet et! Zira mağfireti geniştir. Sana dört yüz yıl mühlet veriyor. Bu süre içinde hep ona karşı bir savaş ve mücadele içinde olacaksın. Bu süre içinde hep kendini onun yerine koyup rab olduğunu söyleyeceksin. Kullarını onun yolundan çevireceksin. Oysa o senin için gökten yağmuru indirecek, yerden bitkileri bitirecektir. Bu süre içinde sakatlanmayacak, ihtiyarlamayacak, fakir düşmeyecek ve yenilgiye uğramayacaksın. Bunu yapmayı dilese veya bunları tümden elinde almayı istese buna muktedirdir. Ancak hilim sahibidir ve çok büyük bir hoşgörüye sahiptir."

Kardeşinle birlikte ona karşı mücadele edin, zira ona karşı mücadeleden sorumlusunuz. Şayet istesem ona karşı koyamayacağı ordular gönderirdim. Ancak kendini beğenen ve askerlerine güvenen o zayıf kul bilsin ki az bir topluluk -ki benim yanımda az yoktur- iznimle çok kalabalık bir topluluğu yener. İçinde bulunduğu güzellikler ile nimetlere gıpta etmeyin. Bu tür şeylerde de gözünüz olmasın. Zira bu tür şeyler dünya hayatının güzelliği, servet sahiplerinin süsüdür. Yoksa sizleri de bu tür şeylerle süslemek istesem Firavun size baktığı zaman ne kadar aciz olduğunu ve size verilen şeylere sahip olmaya asla güç yetiremeyeceğini anlardı. Bu tür şeyleri sizden uzak tutuyorum ki ben dostlarıma öyle yapar öyle davranırım. Daha önceki dostlarıma da bunu seçmişimdir. Çobanın koyunlarını tehlikeden uzak tutması gibi ben de dostlarımı dünya nimetlerinden ve rahatlıktan uzak tutarım. Çobanın develerini pis yerlerden uzak tutması gibi ben de dostlarımı dünya nimetleri içinde refah içinde yaşamaktan uzak tutarım. Bunu yapmam onların yanımdaki değersizliğinden değildir. Aksine dünya tarafından her hangi bir yara almadan, nefsi arzulara bulaşmadan keremimden nasiplerini tam ve yeteri düzeyde almaları içindir.

Bilmelisin ki kullarım bana karşı zühdden daha iyi bir süsle süslenemezler. Zira zühd takva sahibi olanların süsüdür. Bunların üzerinde sükûnet ve haşyetten bir giysi olur. Secde izlerinden dolayı yüzlerinden tanınırlar. İşte benim gerçek dostlarım bunlardır. Bunlarla karşılaştığın zaman onları himaye et, kalbini onlara aç, dilinle gönüllerini al. Bil ki dostlarımdan birini küçük düşüren veya onu korkutan kişi bana karşı savaş açmış, bana meydan okumuş ve canını ellerime vermiş olur. Ben de dostlarıma yardımı geciktirmem. Bana karşı savaş açan kişi karşımda durabileceğini mi zannediyor? Bana düşman kesilip meydan okuyan kişi beni aciz bırakabileceğini mi zannediyor? Bana karşı çıkan kişi benden kaçabileceğini mi zannediyor? Dünyada da, âhirette de dostlarımın intikamını alıp bunu başka kimselere bırakmazken bunu nasıl yapabilirler?"

Sonrasında Hazret-i Mûsa, Firavun'un bulunduğu şehre gitti. Firavun şehrin etrafını kendi ektirdiği ormanlarla çevirmişti. İçinde terbiyecileriyle birlikte aslanlar vardı. Bu aslanları birilerinin üzerine bıraktıkları zaman onları yer bitirirlerdi. Ormanlardan şehre açılan dört tane kapı vardı. Hazret-i Mûsa, Firavun'un da görebileceği en büyük ve geniş yoldan şehre girdi. Aslanlar onu gördüklerinde tilki gibi bağırmaya başladılar. Terbiyecileri onların bu haline şaşırdılar ve Firavun'un duymasından da korktular. Hazret-i Mûsa, Firavun'un ardından bulunduğu kapıya varınca asasıyla kapıya vurdu. Üzerinde de yünden bir giysi ve şalvar vardı. Kapıcı onu görünce onun bu cesaretini beğendi, ancak yine de içeri almadı. Ona: "Kimin kapısını çaldığını biliyor musun? Efendin olan kişinin kapısını çalıyorsun" deyince, Hazret-i Mûsa: "Sen de ben de Firavun da Rabbimin kullarıyız. Ona yardım için geldim" karşılığını verdi. Birinci kapıda duran kapıcı bunu diğer kapıcılara bildirdi ki bu şekilde yetmiş tane kapı vardı. Her kapıcının elinin altında da kalabalık bir ordu bulunuyordu.

Haber Firavun'a kadar ulaşınca: "Onu yanıma sokun" dedi. Görevliler Hazret-i Musa'yı içeri sokunca Firavun ona: "Seni tanıyor muyum?" diye sordu. Hazret-i Mûsa: "Evet!" karşılığını verdi. Firavun: "Çocukken beslediğimiz kişi sen değil misin?" diye sorunca Hazret-i Mûsa aynı şekilde cevap verip onu onayladı. Bunun üzerine Firavun, askerlerine: "Bunu yakalayın!" dedi. Ancak Hazret-i Mûsa asasını yere bırakınca büyük bir yılana dönüştü. Orada bulunanlara saldırınca hepsi kaçışmaya başladı. Bu saldırıda onlardan yirmibeş bin kişi öldü. Çoğu da kaçışırken ezilerek öldü. Firavun da kaçıp odasına girdi. Oradan: "Ey Mûsa! Bana zaman tanı bu zaman içinde düşüneyim sonra tekrar görüşelim" deyince, Hazret-i Mûsa: "Bana bu yönde bir emir verilmedi. Bana verilen emir seninle mücadele etmemdir. Onun için şayet sen dışarı çıkmazsan ben içeri yanına gireceğim!" karşılığını verdi. Ancak Yüce Allah, Hazret-i Mûsa'ya: "Ona istediği süreyi ver. Süreyi de kendisinin belirlemesini söyle" diye vahyetti. Hazret-i Mûsa bunu bildirince Firavun: "Bana kırk gün süre ver, bu süre sonunda tekrar görüşelim" dedi. Hazret-i Mûsa da bunu kabul etti.

Önceleri Firavun helâya kırk günde bir çıkardı. Bu olaydan sonra artık günde kırk defa helâya çıkmaya başladı. Bu olanlardan sonra Hazret-i Mûsa şehirden çıktı. Aslanların yanında geçerken kuyruklarını bacak aralarına aldılar ve ona eşlik ettiler. Şehir dışına çıkana kadar ne aslanlar ne de İsrail oğullarından biri kendisine dokunabildi.

12

"Muhakkak kî ben, senin Rabbinim! Hemen pabuçlarını çıkar! Çünkü sen kutsal vâdi Tuvâ'dasın!"

Abdurrezzâk, Firyâbî, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ali: "...Hemen pabuçlarını çıkar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Papuçları ölmüş bir eşek derisinden olduğu için ona: "Papuçlarını çıkar!" denilmiştir."

Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: "Namazda papuçları neden çıkaralım ki? Musa'ya papuçlarını çıkarmasının emredilmesi ölmüş eşek derisinden oldukları içindi."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ka'b: "...Hemen pabuçlarını çıkar..."âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Hazret-i Mûsa'nın papuçları ölmüş eşek derisinden yapılmıştı. Yüce Allah mukaddes vadinin bereketi tümüyle ona değsin diye papuçlarını çıkarmasını istemiştir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zührî: "...Hemen pabuçlarını çıkar..."âyetini açıklarken: "Hazret-i Mûsa'nın papuçları ehli eşek derisinden yapılmıştı" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: "Hazret-i Mûsa'nın çıkartması emredilen o papuçları domuz derisinden yapılmışlardı."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "...Hemen pabuçlarını çıkar..." âyetini açıklarken: "Ayakların bu temiz, bereketli toprağa değsin diye çıkar" demiştir.

Taberânî, Alkame'den bildirir: İbn Mes'ûd, Ebû Mûsa el-Eş'arî'nin yanına evine gitti. Namaz vakti gelince Ebû Mûsa ona: "Ey Ebû Abdirrahman! Bizden daha büyük ve daha bilgilisin. Öne geç de namazı kıldır" dedi. İbn Mes'ûd ise: "Hayır! Öne sen geç, zira biz senin evine geldik" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ebû Mûsa öne geçti, papuçlarını çıkarıp namazı kıldırdı. Namaz sonrası İbn Mes'ûd ona: "Papuçlarını neden çıkardın? Kendini mukaddes vadide mi sandın? Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) mestleri ve papuçlarıyla namaz kıldığını gördüm" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Çünkü sen kutsal vâdi Tuvâ'dasın'" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Vadinin kutsallığından kasıt mübarek olmasıdır. Tuvâ da vadinin ismidir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "...Çünkü sen kutsal vâdi Tuvâ'dasın" âyetini açıklarken: "Vadinin kutsallığından kasıt temiz olmasıdır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Çünkü sen kutsal vâdi Tuvâ'dasın" âyetini açıklarken: "Tuvâ, Filistin'de bir vadidir ve iki defa kutsal kılınmıştır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kutsal vadiden kasıt mukaddes topraklardır. Vadiden gece vakti geçtiği için, gece geçildiği anlamına gelen (.....) ifadesi kullanılmıştır. Zira kişi: (.....) dediği zaman, bu: "Filan vadiyi gece vakti geçtim" anlamındadır. Vadiden geçen de Hazret-i Mûsa'dır. Vadiyi geçip üst tarafına çıkmıştır."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Çünkü sen kutsal vâdi Tuvâ'dasın" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Vadinin kutsallığından kasıt mübarek olmasıdır. Tuvâ da vadinin ismidir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mübeşşir b. Ubeyd bu âyeti: lafzıyla, tenvinsiz okumuş ve: "Eyle'de bir vadidir. Söylenene göre bu vadi iki defa bereketli kılınmıştır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken:

"Vadiyi katetmek, anlamındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ebî Necîh: (.....) ifadesini açıklarken: "Kâbe'ye yalınayak girilmesi gibi bereketinden dolayı vadiyi yalınayak katetmek anlamındadır" demiştir. Saîd b. Cübeyr'in de bu ifade hakkındaki görüşü budur. Mücâhid ise: (.....) ifadesini açıklarken: "Vadinin adıdır" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...Çünkü sen kutsal vâdi Tuvâ'dasın" âyetini açıklarken: "İki defa mukaddes kılınmış bir vadidir ve ismi de Tuvâ'dır" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) lafzıyla, (.....) harfini ötre ile, (.....) harfini de tenvinli okumuştur.

13

(Ey Mûsa) ben, seni Peygamberliğe seçtim. Şimdi (sana) vahy olunacak şeyleri dinle:

14

"Şüphe yok kî ben Allah'ım. Benden başka hiçbir ilah yoktur. O halde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kil."

Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cennetin kapısında: «Şüphe yok ki ben Allah'ım. Benden başka ilah yoktur! Bunu itiraf edip söyleyeni de cezalandırmam» yazılıdır."

ibn Sa'd, Ebû Ya'lâ, Hâkim ve Beyhakî Delâil'de Enes'ten bildirir: Hazret-iÖmer kılıcını kuşanmış bir şekilde evden çıkınca yolda Zühre oğullarından bir adamla karşılaştı. Adam ona: "Ey Ömer! Nereye gidiyorsun?" diye sorunca, Ömer: "Muhammed'i öldürmeye gidiyorum" dedi. Adam: "Bunu yaparsan Zühre oğulları ile Hâşim oğullarından nasıl kurtulacaksın?" diye sorunca, Ömer: "Sanırım sen de dininden çıkıp yeni dine girdin!" şeklinde çıkıştı. Adam ise: "Sana ilginç bir şeyi söyleyeyim! Kızkardeşin ve enişten de dinlerini bırakıp yeni dine girdiler" dedi. Bunun üzerine Ömer kızgın bir şekilde kızkardeşinin evine gitti. Kızkardeşi ile eniştesinin yanında Habbâb da vardı. Habbâb, Ömer'in sesini işitince evde bir yerde saklandı. Ömer içeri girdi ve: "Dışarıdan işittiğim ve mırıldandığınız şey de ne?" diye sordu. Zira Ömer girmeden içerde Tâhâ Sûresi'ni okuyorlardı. Kızkardeşi ile eniştesi: "Bir konuda konuşuruyorduk, o kadar" karşılığını verdiler. Ömer: "Yoksa siz de mi yeni dine girdiniz!" deyince, eniştesi: "Ey Ömer! Ya hak olan din senin dininden başka bir din ise?" diye sordu. Bu söz üzerine Ömer eniştesinin üzerine atladı ve onu ayaklarının altında çiğnedi. Karısı araya girip kocasını ondan kurtarmak isteyince Ömer ona bir tokat attı. Bu tokattan dolayı da kızkardeşinin yüzü kanadı.

Ömer: "Yanınızda bulunan kitabı (yazılı âyetleri) bana verin de okuyayım!" deyince, kızkardeşi: "Sen pissin ve ona temiz olanlardan başkası dokunamaz. Bunun için kalk ve abdest al!" karşılığını verdi. Ömer kalkıp abdest aldı. Abdest aldıktan sonra getirdikleri kitabı alıp Tâhâ Sûresi'ni okumaya başladı. "Şüphe yok ki ben Allah'ım. Benden başka hiçbir ilah yoktur. O halde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl" âyetine ulaşınca: "Bana Muhammed'in yerini söyleyin" dedi. Habbâb, Ömer'in bu sözünü duyunca saklandığı yerden çıktı ve şöyle dedi: "Sevin ey Ömer! Perşembe gecesi Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allahım! İslam'ı Ömer b. el-Hattâb veya Amr b. Hişâm ile aziz kıl" diye dua etmişti. Umarım bu dua senin için yapılmıştır." Sonrasında Ömer evden çıkıp Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gitti ve orada Müslüman oldu.

Ebû Nuaym Hilye'de Ali b. Ebî Tâlib'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Cebrâil'den naklen bize buyurdu ki: "Yüce Allah şöyle buyurur: «Şüphe yok ki ben Allah'ım. Benden başka hiçbir ilah yoktur. O halde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.» İhlas içinde 'Lâ ilahe ilallah' sözüyle huzuruma çıkan kişi himayeme girmiş demektir. Himayeme giren kişi de azabımdan emîn olur."'

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Beni anmak için namaz kıl" âyetini açıklarken: "Kul namaz kıldığı zaman Rabbini zikretmiş olur" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî): (.....) âyetini açıklarken: "Aklına geldiğim zaman namaz kıl, anlamındadır" demiştir.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Biriniz namazı kılmadan uyuduğu veya unutarak kılamadığı zaman aklına geldiğinde bu namazı kılsın. Zira Yüce Allah: "...Beni anmak için namaz kıl" buyurur. "

Tirmizî, İbn Mâce, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân ve İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber savaşı dönüşünde gece boyu yol aldı. Yorulunca da dinlenmek ve uyumak için devesini çöktürüp mola verdi. Bilâl'e de: "Ey Bilâl! Bu gece nöbeti sen tut" buyurdu. Bilâl de yatsı namazını kıldıktan sonra devesine yaslandı ve sabah namazını beklemeye koyuldu. Ancak gözleri uykuya yenilince uyuyakaldı. Güneş üzerlerine vuruncaya kadar da içlerinden uyanan olmadı. İlk uyanan kişi Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) oldu. "Ey Bilâl!" diye seslenince, Bilâl: "Anam babam sana feda olsun yâ Resûlallah! Uykusuzluk sende olduğu gibi beni de yenmiş ve uyumuşum" karşılığını verdi. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu namazı kaza edin!" buyurdu. Bir sonraki konaklama yerinde de devesini çöktürüp abdest aldı. Sonra kamet getirtip vaktinde kılar gibi acele etmeden sabah namazını kıldı. Namazın ardından da: "Namaz kılmayı unutan kişi aklına gelince onu kılsın. Zira Yüce Allah: "...Beni anmak için namaz kıl'" buyurur" dedi." İbn Şihâb bu âyeti: (.....) lafzıyla okurdu.

Taberânî ve İbn Merdûye, Ubâde b. es-Sâmit'ten bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) güneş doğana veya batana kadar namazı unutan kişinin buna karşılık kefaretinin ne olması gerektiği sorulunca şöyle buyurdu: "Allah'a yönelir. Bunun için güzelce abdestini alır, ardından da güzelce namazını kılar. Unuttuğu için de Allah'tan bağışlanma diler. Bundan başka da kefareti yoktur. Zira Yüce Allah: «...Beni anmak için namaz kıl» buyurur."

Saîd b. Mansur ve İbnu'l-Münzir, Semure b. Yahya'dan bildirir: Yatsı namazını kılmayı unuttum ve sabah oldu. Erkenden İbn Abbâs'a gidip durumu anlattığımda: "Kalk ve şimdi kıl" dedi ve: "...Beni anmak için namaz kıl" âyetini okudu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bir vakit namazını kılmayı unuttuğunda aklına geldiği zaman onu kaza et" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Şa'bî ve İbrâhîm: "...Beni anmak için namaz kıl" âyetini açıklarken: "Bir vaktin namazını şayet unutmuşsan hatırladığın zaman onu kıl" demişlerdir.

İbn Ebî Şeybe, İbrâhîm(-i Nehaî)'den bildirir: Kişi uyuyakalıp veya unutup bir namazı kaçırdığı zaman güneş doğarken veya batarken olsa dahi hatırlayınca onu kılsın. Yüce Allah: "...Beni anmak için namaz kıl" buyurur.

Onun için unuttuğun bir vakit namazını hatırlayınca istediğin saatte kılabilirsin.

İbn Ebî Şeybe, Abdullah b. Mes'ûd'dan bildirir: Hudeybiye dönüşü Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte kumluk bir yerde konakladık. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "(Namaza kaldırmak için) Kim nöbet tutar?" diye sorunca, Bilâl: "Ben tutarım" dedi. Bunun üzerine herkes uykuya geçti. Uyandıklarında ise güneş doğmuştu. Uyandıktan sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Namazı normal vaktinde kılar gibi şimdi kılın. Uyuyakalıp veya unutup namazı kaçıran kişi de bu şekilde yapsın" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Cuhayfe'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), güneş doğana kadar uyuyup da namazı kaçırdıkları o yolculuğu sırasında şöyle buyurmuştu: "Sizler ölmüştünüz de Yüce Allah ruhlarınızı tekrar size döndürdü. Uyuyakalıp veya unutup namazı kaçıran kişi, onu uyandığı veya hatırladığı zaman kılsın."

15

"Kıyamet günü mutlaka gelecektir. Herkes peşine koştuğu şeyin karşılığını bulsun diye neredeyse onu gizleyeceğim"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Neredeyse onu gizleyeceğim" âyetini açıklarken: "Benim dışımda kimseye onun bilgisini vermeyecektim" demiştir.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Neredeyse onu gizleyeceğim" âyetini açıklarken: "Neredeyse kendimden bile gizleyecektim" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Enbârî'nin Mesâhifde bildirdiğine göre Mücâhid: "...Neredeyse onu gizleyeceğim" âyetini açıklarken: "Neredeyse kendimden bile gizleyecektim" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: "(=Neredeyse kendimden bile gizleyecektim)" lafzıyla okumuş ve: "Zira Allah'tan hiçbir şey ebediyen gizli kalmaz" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Yüce Allah göklerde ve yerde bulunan herkesten kıyamet saatini gizli tutmuştur. İbn Mes'ûd bu âyeti: "(=Neredeyse kendimden bile gizleyecektim)" lafzıyla okumuş ve: "Kıyametin saatini tüm mahlûkattan gizledim. Hatta kendimden gizleyebilsem onu da yapardım" şeklinde açıklamıştır.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildirir: Bu âyet bazı kıraatlerde: "(=Nereseyde kendimden bile gizleyecektim)" şeklindedir. Ömrüme andolsun ki Yüce Allah kıyamet saatinin bilgisini kendine en yakın olan meleklerden ve Resûl ile peygamlerlerden gizlemiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: "...Neredeyse onu gizleyeceğim" âyetini açıklarken: "Neredeyse kendimden bile gizleyecektim" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve İbnu'l-Enbârî, Verkâ'dan bildirir: Saîd b. Cübeyr bu âyeti bana: (.....) lafzıyla  (.....) harfini nasb, (.....) harfini de esre ile okudu ve şöyle dedi: "Neredeyse herkese bildirip gösterecektim, anlamındadır. Şairin:

iki ay ve üstüne tam bir ay boyunca

Erîk'de ğamîr bitkisini gösterip durdular" dediğini duymaz mısın?"

İbnu'l-Enbârî, Ferrâ'dan bildirir: Ubey b. Ka'b'ın kıraatinde bu âyet: "(Neredeyse kendimden bile gizleyecektim, size nasıl bildireyim)" şeklindedir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Herkes peşine koştuğu şeyin karşılığını bulsun diye..." âyetini açıklarken: "Herkes yaptığı amelin karşılığını alsın diye" demiştir.

16

"Buna inanmayan ve hevesine uyan Kimse seni ondan alıkoymasın, yoksa helak olursun"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şa'bî ile İbn Şübrüme: (.....) âyetini açıklarken: "Buna 'hevâ' denmesinin sebebi kişiyi Cehennem ateşine doğru (havalandırıp) savurduğu içindir" demişlerdir.

17

Bkz. Ayet:23

18

Bkz. Ayet:23

19

Bkz. Ayet:23

20

Bkz. Ayet:23

21

Bkz. Ayet:23

22

Bkz. Ayet:23

23

"«Şu sağ elindeki nedir, ey Mûsa?» Mûsa dedi ki: «O benim değneğimdir. Ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim. Onunla başka işlerimi de görürüm.» Allah, «Onu yere at ey Mûsa!» dedi. Bırakınca, değnek hızla akan bir yılan oluverdi. Allah şöyle dedi: «Tut onu. Korkma! Biz, onu yine eski durumuna döndüreceğiz. Bir de elini koltuğunun altına sok ki, bir başka mucize olmak üzere o, kusursuz ve lekesiz beyazlıkta çıksın. Böylece sana en büyük mucizelerimizden bazılarını gösterelim.»"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, Hazret-i Mûsa'nın asası konusunda şöyle demiştir: "Bu asayı ona meleklerden bir melek verdi. Hazret-i Mûsa, Medyen'e giderken bu asa gece vakti önünü aydınlatırdı. Onunla yere vurduğu zaman da yerden bitki biterdi. Bu asayla da koyunlarına ağaç yaprağı silkelerdi,"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "O benim değneğimdir. Ona dayanırım..."' âyetini açıklarken: "«oyunlarıyla birlikte yürüdüğü zaman ona dayanırdı" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "...Onunla koyunlarıma yaprak silkelerim...'" âyetini açıklarken: "Sopamla ağaçlara vurur, koyunlarımın yemesi için yaprak silkelerim" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Amr b. Meymûn: (.....) âyetini açıklarken: "Heşş ifadesi, ağaçların yapraklarını düşürmek için kişinin sopasıyla ağaca vurmasıdır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Meymûn b. Mihrân'dan bildirir: "Heşş ifadesi, ağaçların yapraklarını düşürmek için kişinin sopasını iki dal arasına sokması ve sallamasıdır. Habt ise yaprakların düşmesi için ağacın dallarına sopayla vurmadır."

İbn Ebî Hâtim, Mâlik b. Enes'ten bildirir: "Heşş ifadesi, ağaçların yapraklarını ve meyvesini düşürmek için kişinin eğri başlı sopasını dala takıp sallamasıdır. Böylesi bir durumda sopayla ağaç dallarına vurulmaz."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "Koyunlarıma yaprak yedirmek için sopamla ağaç dallarına vururum" demiştir, (.....) âyetini açıklarken de: "Başka işlerde kullanır ondan faydalanırım" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Başka ihtiyaçlarım için onu kullanırım" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "Başka ihtiyaçlarım için kullanır, ondan faydalanırım" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini açıklarken: "Su tulumunu ve azığımı taşıma gibi başka ihtiyaçlarım için de kullanırım" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "Bu asa gece vakti onun önünü aydınlatırdı. Aynı zamanda bu asa Hazret-i Âdem'in de asasıydı" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bırakınca, değnek hızla akan bir yılan oluverdi" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Daha önce hiç yılana dönüşmemişti. Yılana dönüşünce karşılaştığı bir ağacı yedi, gördüğü bir kayayı yuttu. Hazret-i Mûsa kaya parçasının onun midesine düşme sesini işitince dönüp kaçmaya başladı. Arkasından: "Ey Mûsa! Âsanı al!" diye seslenildi, ancak Hazret-i Mûsa onu almadı. İkinci defa: "Onu al ve korkma!" diye seslenilince yine almadı. Üçüncüsünde: "Sana güvence verildi" denilince de aldı.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Onu ilk hali olan asaya geri çevireceğiz" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "Onu ilk hali olan asaya geri çevireceğiz" demiştir. (.....) âyetini açıklarken: "Elini koltuğunun altına koy, alaca hastalığı gibi bir hastalık olmamasına rağmen elin bembeyaz bir şekilde çıksın" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "... Kusursuz ve lekesiz beyazlıkta çıksın" âyetini açıklarken: "Alaca hastalığı gibi bir hastalık olmamasına rağmen elin bembeyaz bir şekilde çıksın" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Hazret-i Mûsa elini geri çıkardığında lamba gibi parlıyordu. İşte o zaman Rabbiyle görüştüğünü anladı. Bundan dolayıdır ki Yüce Allah: "Böylece sana en büyük âyetlerimizden bazılarını gösterelim" buyurmuştur.

24

Fir'avun’a git, çünkü o hakikaten azdı.

25

Bkz. Ayet:35

26

Bkz. Ayet:35

27

Bkz. Ayet:35

28

Bkz. Ayet:35

29

Bkz. Ayet:35

30

Bkz. Ayet:35

31

Bkz. Ayet:35

32

Bkz. Ayet:35

33

Bkz. Ayet:35

34

Bkz. Ayet:35

35

"Musa: «Rabbim! Göğsümü genişlet işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz sen bizi görmektesin» dedi."

İbnu'l-Münzir, Hatîb ve İbn Asâkir, Esmâ binti Umeys'ten bildirir: Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) Sebîr dağının karşısında durmuş şöyle derken işittim: "Ey Sebîr! Artık güneş üzerine doğsun! Ey Sebîr! Artık aydınlan! Allahım! Ben de kardeşim Mûsa'nın senden istediklerini istiyorum. Göğsümü genişletmeni, işimi kolaylaştırmanı, dilimin düğümünü çözmeni, sözümün iyi anlaşılmasını diliyorum. Ailemden de kardeşim Ali'yi bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz sen bizi görmektesin. "

es-Silefî et-Tuyûriyyât'ta zayıf bir senedle Ebû Cafer b. Muhammed b. Ali'den bildirir: "Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap, beni onunla destekle" âyetleri nazil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir dağın üzerindeydi. Sonrasında: "Allahım! Beni kardeşim Ali ile destekle!" diye dua edince Yüce Allah bu duasına icabet etti.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Dilimin düğümünü çöz" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Hazret-i Mûsa henüz çocukken Firavun'un sakalından tutup çekmiş, Firavun da: "Bu benim düşmanımdır" demişti. Firavun'un karısı da Hazret-i Mûsa'yı cezadan kurtarmak için: "Henüz aklı yetmiyor" demiştir. Aklı yetmediğini göstermek için de Hazret-i Mûsa'ya bir hurma ile bir kor parçası gösterilince kor parçasını alıp ağzına atmıştır. Bundan dolayı da dilinde bir kekemelik hasıl olmuştu.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap" âyetlerini açıklarken: "Hârun, Musa'dan yaşça daha büyüktü" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atiyye: "Beni onunla destekle" âyetini açıklarken: "Onunla sırtımı kuvvetlendir, daha güçlü kıl" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Beni onunla destekle" âyetini açıklarken: "Onunla işimi sağlamlaştır, gücümü arttır. Zira o gücüme güç katar" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Onu görevimde ortak kıl" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bundan dolayıdır ki Hazret-i Mûsa'ya peygamberlik verildiği anda Hazret-i Harun'a da peygamberlik verilmiştir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe, bir adamın: "Dünyada kardeşine en faydalı olan kardeşin kim olduğunu biliyorum. Bu kişi kardeşine de peygamberliği isteyen Hazret-i Mûsa'dır" dediğini işitince: "Vallahi doğru söyledi" dedi.

Hâkim, Vehb b. Münebbih'den bildirir: "Hazret-i Harun'un düzgün bir dili vardı, ağır ağır ve duru bir şekilde konuşurdu. Bilgiyle ve hoşgörüyle sözlerini söylerdi. Boy olarak Hazret-i Mûsa'dan daha uzun, yaş olarak da ondan daha büyüktü. Hazret-i Mûsa'dan daha kilolu ve teni daha beyaz, omuzları da daha genişti. Hazret-i Mûsa kıvırcık saçlı ve esmerdi. Sanki Şenûe kabilesinin adamları gibi uzun boylu birisiydi. Yüce Allah'ın gönderdiği peygamberlerin hepsinde olduğu gibi Hazret-i Mûsa'nın da sağ kolunda peygamberlik beni vardı. Sadece Hazret-i Peygamber Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) beni iki küreği arasındaydı."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Asım b. Ebi'n-Necûd: (.....) âyetlerindeki fiillerin  (.....) harflerini nasb ile okumuştur.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre A'meş: (.....) âyetlerindeki fiillerin (.....) harflerini cezm ile okumuştur.

36

Allah buyurdu: “ Dilediğin sana verildi, ya Mûsa!

37

And olsun, biz, sana diğer bir defa daha ihsan etmiştik.”

38

Hani bir vakit (Fir'avun, doğan çocukları öldürüyordu da sen doğduğun zaman annen endişelenmişti. İşte bu sırada) ilham edilen şu ilhamı annene verdik:

39

"Musa'yı bir sandığa koy da suya bırak; su onu kıyıya atar, Bana da, ona da düşman olan biri onu alır. Ey Musa! Gözümün önünde yetişesin diye seni sevimli kıldım."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Suya bırak..." âyetini açıklarken: "Sudan kasıt Nil nehridir" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Seni sevimli kıldım" âyetini açıklarken: "Bundan dolayıdır ki Hazret-i Musa'yı kim görse ona karşı bir sevgi duyardı" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Seleme b. Küheyl: "...Seni sevimli kıldım" âyetini açıklarken: "Seni kullarıma sevdirdim" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "...Seni sevimli kıldım" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Âsiye, Hazret-i Mûsa'yı görünce onda bir güzellik ve tatlılık buldu. İşte o zaman: "...Benim ve senin için göz aydınlığıdır..." demiştir.

Hakîm et-Tirmizî'nin bildirdiğine göre Ebû Recâ: "...Seni sevimli kıldım" âyetini açıklarken: "Sevimli ve cana yakın kıldım" demiştir.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Katâde: "...Seni sevimli kıldım" âyetini açıklarken: "Hazret-i Mûsa'da kılınan bir sevimliliktir. Zira kim ona baksa mutlaka onu severdi" demiştir.

İbnu'l-Münzir, Mücâhid'den bildirir: Bir defasında Abdullah b. Ömer ile birlikteydim. Onu gören insanlar selam veriyorlar, sevgiyle yaklaşıyorlar, güzelce övüyorlar ve ona hayır duada bulunuyorlardı. İbn Ömer de bunlara tebessümle karşılık veriyordu. Yalnız kaldığımızda bana döndü ve: "İnsanlar beni öyle bir seviyorlar ki şayet onlara altın ile gümüş versem daha fazla sevemezlerdi" dedi. Sonra: "...Seni sevimli kıldım" âyetini okudu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Nehîk: (.....) âyetini açıklarken: "Benim gözetimimde büyüyesin, anlamındadır" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû İmrân el-Cevnî: (.....) âyetini açıklarken: "Allah'ın gözetiminde yetişesin, anlamındadır" demiştir.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "Benim gözetimimde beslenip yetişesin, anlamındadır" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Annen seni önce sandığa sonra da suya bıraktığı zaman, kızkardeşin de: "...Ona bakacak birini size göstereyim mi?" dediği zaman hep gözetimimdeydin."

40

Bkz. Ayet:46

41

Bkz. Ayet:46

42

Bkz. Ayet:46

43

Bkz. Ayet:46

44

Bkz. Ayet:46

45

Bkz. Ayet:46

46

"Kızkardeşin Firavun un sarayına giderek: «Ona bakacak birini size göstereyim mi?» diyordu. Böylece, annen üzülmesin, sevinsin diye, seni ona iade etmiştik. Sen bir cana kıymıştın, seni üzüntüden kurtarmış ve seni birçok musibetlerle denemiştik. Bunun için yıllarca Medyen halkı arasında kaldın. Sonra takdire göre geldin ey Mûsa! Seni, kendim için elçi seçtim. Sen ve kardeşin, âyetlerimle gidin; beni anmakta gevşek davranmayın. Firavun'a gidin. Çünkü o, iyiden iyiye azdı. Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır, yahut korkar. Mûsa ve kardeşi: «Rabbimiz! Onun bize kötülük etmesinden veya azgınlığının artmasından korkarız» dediler. Allah, şöyle dedi: «Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim. İşitirim ve görürüm.»"

İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Hatîb, İbn Ömer'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: "Mûsa, Firavun ailisenden öldürdüğü adamı hata ile öldürmüştü. Yüce Allah da bu konuda: "...Sen bir cana kıymıştın, seni üzüntüden kurtarmıştık..." buyurmuştur."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Seni üzüntüden kurtarmış ve seni birçok musibetlerle denemiştik..."" âyetini açıklarken: "Birini öldürmüş olmanın sıkıntısından kurtarmış ve musibetlerle sınayıp halis bir kul yapmıştık" demiştir.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Seni musibetlerle denemiştik" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Seni nimetlerle denemiştik" şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Seni sınayıp denedik" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Seni birçok musibetlerle denemiştik..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu musibetler önce sandığa konulup sonra suya salınması, ardından Firavun ailesinin onu alması, sonrasında ise yakalanma korkusuyla şehirden çıkmasıdır."

İbn Ebî Ömer el-Adenî Müsned'de, Abd b. Humeyd, Nesâî, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Abdullah b. Abbâs'a: "...Seni birçok musibetlerle denemiştik..."buyruğundaki musibetler ile imtihanı sorduğumda: "Ey İbn Cübeyr! Gündüzü bekle. Çünkü bu mesele uzun bir meseledir" dedi. Sabah olunca bu meseleyi bana açıklayacağına dair verdiği sözü yerine getirmesi için Abdullah b. Abbas'ın yanına gittim. Abdullah b. Abbâs şöyle dedi: "Bir gün Firavun ve adamları, Allah'ın, İbrâhîm'e (aleyhisselam), onun soyundan peygamberler ve idareciler göndermeyi vaadetmesi meselesini görüştüler. İçlerinden bazıları şöyle dedi: "İsrailoğulları hâlâ bunu bekliyorlar, bundan şüphe etmiyorlar. Onlar önceleri vaadedilen kimsenin, Yakub'un oğlu Yusuf olduğunu sanıyorlardı. Yusuf ölünce: "İbrâhîm'e vaad edilen bu değildi" dediler." Firavun: "O halde ne diyorsunuz?" diye sordu. Müzakereler sonucunda Firavun ve adamları bazı adamlarına bıçaklar vererek İsrailoğullarının bulundukları yerlerde gezip dolaşmaları ve yeni doğmuş tüm çocukları öldürmeleri kararına vardılar. Bu kararı da uyguladılar. Fakat neticede İsrailoğullarının yaşlılarının ecelleriyle öldüklerini, küçük çocukların da kesildiklerini görünce kendi kendilerine şöyle dediler: "Nerdeyse İsrailoğullarının sonu gelecek. Böyle giderse onların yaptıkları işçiliği ve hizmetleri bizzat sizler yapmak zorunda kalacaksınız. Bu sebeple doğan erkek çocukları bir yıl öldürün ertesi yıl öldürmeyin. Böylece sayıları azalmış olur. Kız çocuklarına ise dokunmayın. Böylece ölen büyük erkeklerin yerini yetişecek erkek çocuklar tutmuş olur. Sağ bırakmış olduğunuz çocuklar, kendilerinden korkulacak bir çoğunluk oluşturamazlar. Bu şekilde İsrailoğullarının tamamen sonu gelmemiş olur, siz de ihtiyaçlarınızı karşılamış olursunuz." İsrailoğullarını öldürme kararlarını da bu görüşe göre verdiler.

Mûsa'nın annesi, Mûsa'nın kardeşi Harun'u, erkek çocukların kesilmediği yılda doğurdu. Bu sebeple onu güven içinde ve açıkça besleyip büyüttü. Çocukların kesildiği ertesi yıl ise, Hazret-i Mûsa'ya hamile kaldı ve kalbine üzüntüler dolmaya başladı. Ey İbn Cübeyr, Hazret-i Mûsa annesinin karnında iken, annesinin daha sonra çocuğunun başına gelecekleri düşünmesi, imtihanlardan biridir. Bunun üzerine Yüce Allah ona: "...Korkma, üzülme şüphesiz ki biz onu sana iade edeceğiz ve onu peygamberlerden kılacağız..." diye vahyetti. Doğum yaptığı zaman onu sandığa koyup suya atmasını emretti. Hazret-i Mûsa'nın annesi doğum yapınca kendisine söyleneni yaptı. Mûsa'yı taşıyan sandık suyun üzerinde annesinin gözünden kaybolunca Şeytan ona vesvese vermeye başladı. Kadın kendi kendine: "Ben çocuğuma ne yaptım? Gözümün önünde kesilseydi de ben onu elimle kefenleyip kabre koysaydım. Böyle yapmam çocuğumun balıklara yem olmasından daha iyi olurdu" demeye başladı. Su Mûsa'yı alıp götürdü. Firavun'un hanımının cariyelerinin su aldıkları bende bıraktı. Cariyeler sandığı görünce onu aldılar ve kapağını açmak istediler. Sonra onu açmaktan çekindiler ve birbirlerine: "Bunun içinde para var. Eğer biz bunu açarsak Firavun'un hanımı içinde bulduğumuz şeyler konusunda bize inanmaz" dediler. Böylece sandığı olduğu gibi alıp içini açmadan Firavun'un hanımına götürdüler. Firavun'un hanımı sandığı açınca çocuğu gördü. Allah, Firavun'un hanımının kalbine Hazret-i Mûsa'yı öyle bir sevme duygusu verdi ki ondan önce hiçbir kimseye karşı öyle bir duygu hissetmemişti.

Diğer taraftan Musa'nın annesinin gönlünde evladından başka hiçbir şey yoktu. Sadece evladını düşünüyordu. Cellatlar bir çocuk bulunduğunu duyunca bıçaklarını alarak Firavun'un hanımının yanına gittiler ve çocuğu kesmek istediler. Ey İbn-Cübeyr! İşte bu da imtihanlardan biridir. Firavun'un hanımı cellatlara: "Onu bırakın. Çünkü bu bir tek çocuk İsrailoğullarının sayısını artırmaz. Ben, Firavun'a gidip onu bana bağışlamasını isteyeceğim. Eğer bana bağışlarsa bir iyilikte bulunmuş olursunuz. Şayet kesilmesini emrederse size diyeceğim kalmaz" dedi. Firavun'a gidip: "Bana da sana da neşe kaynağı olacak sevimli bir çocuk..." deyince Firavun: "Senin olsun! Benim buna ihtiyacım yok" karşılığını verdi. Bu konuda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Adına yemin edilen Allah'a yemin olsun ki, şayet Firavun da karısı gibi, çocuğun kendisi için bir sevinç kaynağı olduğunu kabul etseydi, Allah'ın kadını hidayete erdirmesi gibi onu da hidayete erdirirdi. Fakat Allah, Firavun'u bundan mahrum etti."

Firavun'un hanımı Mûsa'ya bir sütanne seçmek için çevresindeki sütü olan bütün kadınları çağırdı. Hangi kadın Mûsa'yı emzirmek istediyse Mûsa onu emmedi. Firavun'un hanımı çocuğun kimseden emmeyerek açlıktan ölmesinden korktu. Bu olay onu çok üzmüştü. Kadın, Mûsa'nın, insanların çokça bulunduğu pazar yerine götürülmesini ve orada kendisi için bir sütanne aranmasını emretti. Mûsa yine de kimsenin memesini emmedi. Diğer taraftan Mûsa'nın annesi yanıp yakılıyordu. Mûsa'nın kız kardeşine: "Sen bir araştır, sor belki ondan bir haber alırsın. Oğlum diri mi yoksa onu su hayvanları ve balıklar mı yedi?" dedi. Mûsa'nın annesi, Allah'ın kendisine vermiş olduğu vaadi unutmuştu. Mûsa'nın kız kardeşi onu Firavun'un ve adamlarının göremeyeceği bir yerden izlerken onu cariyelerin bulduğunu gördü. Firavun'un adamları sütanne bulmaktan aciz kalınca, kızkardeşi sevinç içinde onlara: "Sizin için ona bakıp yetiştirecek ve şefkatli davranacak bir aile göstereyim mi?" dedi' Firavun'un adamları kızı yakalayıp: "Bulacağın ailenin ona iyi davranacağını ne biliyorsun? Yoksa onlar bu çocuğu tanıyorlar mı?" diye sordular ve Mûsa hakkında şüpheye düştüler. Ey İbn Cübeyr, işte bu da imtihanlardan biridir. Kız ise Firavun'un adamlarına "Bulacağım ailenin ona iyi davranması ve şefkat göstermesi, kralın sarayında sütanne olmak istemeleri ve kraldan faydalanmayı ummaları sebebiyledir" cevabını verdi. Bunun üzerine Firavun'un adamları kızı bıraktılar.

Kız annesine geldi ve ona olup bitenleri anlattı. Mûsa'nın annesi geldi. Mûsa'yı kucağına alır almaz memesine sarıldı ve emerek iyice doydu. Müjdeciler Firavun'un hanımına koşarak: "Oğluna sütanne bulduk" diye müjdeyi verdiler. Firavun'un hanımı, Mûsa'nın annesine adam göndererek yanına çağırttı. Mûsa'nın, annesini nasıl emdiğini görünce: "Benim yanımda kal ve oğlumu emzir. Ben bunun kadar hiçbir şeyi sevmemiştim" dedi. Mûsa'nın annesi ise: "Ben evimi ve çocuklarımı bırakarak onları heba edemem. Şayet bu çocuğu bana emanet ederseniz onu da alıp evime götürürüm. Benimle beraber kalır. Elimden gelen hiçbir iyiliği ondan esirgemem. Buna razı olmazsanız ben, evimi ve çocuklarımı bırakamam" karşılığını verdi. İşte bu sırada Mûsa'nın annesi, Allah'ın kendisine verdiği sözü hatırladı. Firavun'un hanımına karşı diretti. Allah'ın, sözünü mutlaka yerine getireceğine inanıyordu. Mûsa'nın annesi o günden itibaren çocuğunu alıp evine götürdü. Böylece Allah, Mûsa'yı güzel bir şekilde yetiştirdi ve hakkındaki hükmü gereği onu muhafaza etti. Şehrin bir tarafında toplu halde yaşamakta olan İsrailoğulları, Hazret-i Mûsa'yı vasıta kılarak Firavun'un kavminin, kendilerine yapmış oldukları zulüm ve haksızlıklardan kurtulmaya çalışıyorlardı. Mûsa büyümeye başlayınca Firavun'un hanımı Mûsa'nın annesine: "Çocuğumu görmem için bana getir" dedi. Mûsa'nın annesi, çocukla birlikte Firavun'un hanımını ziyaret edeceği bir gün tayin etti.

Firavun'un hanımı, muhafızlarına, sarayda bulunan sütannelerine ve özel dostlarına: "Sizden hiçbir kimse oğlumu, hediye ve bahşişle karşılamaktan geri durmasın. Ben de sizin ne yaptığınıza bakması için muhafızımı göndereceğim" dedi. Mûsa, annesinin evinden çıkıp Firavun'un hanımının evine gelinceye kadar görüşme yerine hediyeler, bahşişler ve kıymetli eşyalar yığıldı. Mûsa kadının yanına girince kadın eşyaları ona verdi, ona ikramda bulundu ve çok sevindi. Kadının kendisine güzel davranışı Mûsa'nın hoşuna gitti. Kadın: "Onu Firavun'a götürün o da hediyeler verip ikramda bulunsun" dedi.

Mûsa'yı Firavun'un yanına götürünce Firavun onu kucağına aldı. Mûsa, Firavun'un sakalından tutup öyle bir çekti ki sakalının uçları yere değdi. Orada bulunan Allah düşmanlarından biri: "Görmüyor musun? Allah'ın, peygamberi İbrâhîm'e vaad ettiği işte budur. Bu sana galip gelecek ve seni yok edecek" dedi. Bunun üzerine Firavun, Mûsa'yı kesmeleri için cellatları çağırdı. Ey İbn Cübeyr, Mûsa'nın uğradığı bütün imtihanlardan sonra bir imtihan da işte bu idi. Bu olay üzerine Firavun'un hanımı koşarak Firavun'un yanına vardı ve ona "Bana hediye ettiğin bu çocuk hakkında sana ne oluyor?" dedi. Firavun: "Görmüyor musun bu adam bu çocuğun bana galip geleceğini ve beni öldüreceğini söylüyor" karşılığını verince kadın: "Bunun doğru olduğunu anlamak için bir şey yapalım. Mesela, iki parça köz iki tane de inci getir onları çocuğa yaklaştır. Eğer incileri tutup közden kaçınırsa aklının erdiğini anlarsın. Şayet közleri tutar da incilere bakmazsa bil ki aklı olan biri incileri bırakıp ta közü tercih etmez" dedi. Bunun üzerine Firavun, kadının söylediği şeyleri getirip Mûsa'ya yaklaştırdı. Mûsa eliyle közleri tuttu. Firavun, elini yakmasın diye onları çekip elinden aldı. Firavun'un hanımı: "Görmüyor musun ne yapıyor?" dedi ve böylece Allah, Mûsa'yı öldürmeyi düşünen Firavunun şerrini Mûsa'dan uzaklaştırdı. Zira Allah, Mûsa hakkındaki takdirini yerine getirecekti.

Hazret-i Mûsa ergenlik çağına erişip büyük insanların arasına katılınca artık Firavun'un adamlarından herhangi biri İsrailoğullarından kimseye zulmedemiyor ve onları angarya işlerde çalıştıramıyordı. İşte bu dönemde Hazret-i Mûsa şehrin bir tarafında gezerken İsrailoğullarından bir adamla Firavun'un taraftarlarından bir adamın birbirlerini öldürmeye çalıştıklarını gördü. İsrailoğullarından olan kişi Firavun'un taraftarlarından olan kişiye karşı Mûsa'dan yardım istedi. Mûsa çok kızdı. Zira Firavun'un taraftarlarından olan kişi, Mûsa'nın, İsrailoğullarını himaye ettiğini bilmesine rağmen o kişiye saldırmıştı. Bundan dolayı Mûsa aşırı derecede öfkelenmişti. Mûsa'nın annesinden başka diğer insanlar, Mûsa'nın, İsrailoğullarını niçin himaye ettiğini bilmiyorlardı. Sadece süt emmeden dolayı olduğunu sanıyorlardı. Ancak Allah, Mûsa'ya, başkalarına bildirmediği bir şeyi ilham etmiş olabilirdi.

Mûsa, Firavun'un taraftarlarından olan adama bir yumruk vurdu ve adamı öldürdü. Mûsa ile ölen adamı Allah'tan ve İsrailoğullarından olan adamdan başka kimse görmemişti. Mûsa adamı öldürdükten sonra kendi kendine: "Bu yaptığım Şeytanın işidir. O, gerçekten insanı saptıran apaçık bir düşmandır" dedi. Sonra Yüce Allah'a: "Rabbim, doğrusu ben kendime zulmettim. Bağışla beni..." şeklinde yalvardı. Ardından etraftan gelecek haberleri bekledi.

Durum Firavun'a intikal ettirildi ve: "İsrailoğullarından bir adam Firavun taraftarlarından birini öldürdü. Onlardan hakkımızı al. Bu hususta onlara müsamaha gösterme" denildi. Firavun: "Bana katili ve olayın şahitlerini bulun. Zira şahitsiz, ispatsız hüküm vermek doğru olmaz" deyince katili araştırmaya başladılar. Onlar araştırmalarına devam ediyorlardı ve henüz bir delil bulamamışlardı. Bu sırada Mûsa daha dün kendisinden yardım isteyen İsrailoğullarından olan kişi bugün başka bir Firavun taraftan ile dövüşüyor ve yine kendisinden yardımına koşmasını istiyordu. Mûsa bir gün önce yaptığından pişman olmuştu. Bu sebeple görmüş olduğu yeni olay hoşuna gitmedi ve kızdı. Elini uzatıp Firavun'un taraftarı olan kişiyi yakalamak istedi ve İsrailoğullarından olan adama: "...Anlaşılan sen, apaçık bir azgınsın..."dedi. İsrailoğullarından olan kişi Mûsa'ya baktığında bir gün önce Firavun taraftarını öldürdüğü andaki gibi kızgın olduğunu gördü. İsrailoğullarından olan kişi Mûsa'nın kendisine "...Anlaşılan sen, apaçık bir azgınsın..."demesinden sonra bu sefer de kendisini yakalamasından korktu. Bundan dolayı kendisiyle kavga eden adamı Mûsa'nın önüne sürerek kendisi onun arkasına geçti ve: "Ey Mûsa, dün birini öldürdüğün gibi şimdi de beni mi öldürmek istiyorsun?" dedi. Bu şekilde kavga edenler ayrıldılar. Firavun'un tarafından olan adam gidip İsrailoğullarından olan adamdan duyduklarını anlattı. Bunun üzerine Firavun cellatlarını gönderdi. Cellatlar Mûsa'yı bulmak maksismiyle şehrin en büyük caddesini yürümeye başladılar. Cellatlar, Mûsa'nın ellerinden kaçacağına ihtimal vermiyorlardı. Mûsa'nın taraftarlarından bir adam şehrin en uzak yerinden kestirme yoldan koşarak cellatlardan önce Mûsa'ya yetişip durumu ona bildirdi. Ey İbn Cübeyr! Mûsa'nın uğradığı imtihanlardan biri de buydu. Bunun üzerine Mûsa, korku içinde Medyen tarafına doğru yola çıktı. Bu olaydan önce hiçbir sıkıntı çekmemişti. Yol hakkında hiçbir bilgisi yoktu. Ancak Rabbine inancı tamdı.

Medyen'e doğru yöneldiğinde: "Rabbimin bana doğru yolu göstereceğini umarım" dedi. "Medyen suyuna geldiğinde, davarlarını sulayan bir insan topluluğu buldu. Onlardan başka, hayvanlarını sudan alıkoyan iki kadın gördü..."" Onlara: "Derdiniz nedir, bir tarafa çekilmiş hayvanlarınızı sulamıyorsunuz?" diye sorunca, onlar da: "Çobanlar sulayıp çekilmeden biz sulamayız. Zira biz, onlarla itişecek güce sahip değiliz. Ayrıca babamız da oldukça yaşlı bir adamdır. Biz, onlardan artan sularla hayvanlarımızı suluyoruz" cevabını verdiler. Bunun üzerine Mûsa onların hayvanlarını sulayıverdi. Mûsa, su kovalarını dolu dolu çekti ve bütün çobanlardan önce o kadınların koyunlarını suladı. Kadınlar sürüleriyle birlikte dönüp babalarına gittiler. Mûsa ise oradan ayrılıp bir ağacın gölgesine çekildi ve: "Rabbim, ben, gönderdiğin her hayra ve rızka çok muhtacım" diye dua etti. Kadınların babası, kızlarının, koyunları suya doymuş olarak ve acele bir şekilde geri getirmelerinden kuşkulandı. Onlara: "Sizde bugün bir hal var" dedi. Onlar da babalarına, Mûsa'nın kendilerine yaptığı yardımı anlattılar. Babaları, kızlarından birine Mûsa'yı çağırmasını söyledi.

Kız gidip Mûsa'yı çağırdı. Mûsa, kızların babası olan Şuayb ile konuşunca Şuayb ona: "Korkma artık zalim kavimden kurtuldun." Firavun ve kavminin bizim üzerimizde herhangi bir nüfuzu yoktur. Biz onun ülkesinde yaşamıyoruz" dedi. Kızlardan biri: "Babacığım onu ücretle çalıştır. Çünkü o, ücretle tuttuklarının en hayırlısı, güçlü ve güvenilir bir adamdır" deyince, Şuayb kızının bu sözlerine karşı kıskançlık içinde: "Onun güçlü ve güvenilir biri olduğunu nereden biliyorsun?" diye sordu. Kız şu karşılığı verdi: "Güçlü olduğunu, koyunlarımızı sularken kovayla su çekmesi sırasında gördüm. Ben bugüne kadar su çekmekte bundan daha güçlü olanı görmedim.

Güvenilirliliğine gelince, ben yanına gidip karşısına dikildiğimde bana baktı, kadın olduğumu anlayınca başını eğdi. Senin sözlerini ona söyleyip tamamlayıncaya kadar başını kaldırmadı. Sonra bana: "Sen arkamdan yürü yolu bana tarif et" dedi. İşte ancak güvenilir bir insan böyle yapar." Kız, bu sözleriyle babasını rahatlattı. Babası kıza inandı ve söylediklerinin doğru olduğuna kanaat getirerek Musa'ya şöyle dedi: "Bana sekiz yıl çalışman şartıyla seni bu iki kızımdan biriyle evlendirmek istiyorum. Eğer bunu on yıla tamamlamak istersen o da senden bir lütuftur. Fakat seni zora koşmak ta istemem, inşallah beni sabredenlerden bulacaksın." Bu anlaşmaya göre sekiz yıl hizmet etmek Mûsa'nın üzerine borç oldu. İki yılı da, Allah'ın kendisine takdir ettiği süre olarak tamamladı. Böylece Şuayb'ın yanında on yıl geçirmiş oldu."

Saîd b. Cübeyr der ki: "Hıristiyan âlimlerinden biri yanıma gelip: "Hazret-i Mûsa'nın iki süreden hangisini tamamladığını biliyor musun?" diye sorunca, ben: "Hayır" cevabını verdim. O zaman ben hangi süre olduğunu bilmiyordum. İbn Abbâs'ı bulup kendisine anlattığımda: "Sekiz yılın, Allah'ın peygamberinin hizmet yapması gereken süre olduğunu ve Hazret-i Mûsa'nın bundan bir şey eksiltemeyeceğini, Allah'ın da Mûsa'ya takdir ettiği müddet olan on yılı tamamladığını bilmiyor musun?" cevabını verdi. Ben o Hıristiyanı bulup kendisine bunları söyleyince: "Sorduğun ve bunun cevabını sana bildiren kişi bu konuyu senden daha iyi biliyor" dedi. Ben: "Evet. Benden daha iyi biliyor" karşılığını verdim."

İbn Abbâs şöyle devam etti: "Bundan sonra Mûsa, ailesiyle birlikte yola çıktığı zaman, asasının yılana dönüşmesi, Kur'ân'da zikredildiği gibi elinin koynundan bembeyaz çıkması mucizeleri meydana geldi. Mûsa, İsrailoğullarından birini öldürdüğü için onlardan olan korkusunu, dilinin kekeme olmasını şikayet etti. Mûsa'nın dilinde rahat konuşmasına engel olan kekemelik vardı. Bu sebeple, Yüce Allah'tan kendisini kardeşi Hârun'la desteklemesini, ona kalkan olmasını ve dilinin kekeme olması sebebiyle yerine konuşmasını istedi. Yüce Allah, Mûsa'nın dilindeki kekemeliği giderdi ve Harun'a vahiy verdi. Mûsa'ya, Harun'la görüşmesini emretti. Mûsa asasıyla yola çıkıp Harun'u buldu. İkisi birlikte Firavun'a gittiler, ancak girmelerine izin verilmediği için kapısında bir müddet beklediler. Sonra onlara görüşme izni verildi. Firavun'a varıp: "Şüphesiz ki biz, Rabbinin peygamberleriyiz" dediklerinde, Firavun: "Rabbiniz de kim?" diye sordu.

Mûsa ve Harun, Kur'ân'ın sana anlattığı şekilde Firavun'la konuştular. Firavun onlara: "Ne istiyorsunuz?" diye sorup, Mûsa'ya adamlarından birini öldürdüğünü hatırlatınca, Mûsa özür diledi ve Firavun'a: "Allah'a iman etmeni ve İsrailoğullarının bizimle birlikte gitmeleri için serbest bırakmanı istiyoruz" dedi. Firavun bunu kabul etmedi ve Mûsa'ya: "Eğer doğru söyleyenlerden isen bunu gösteren bir delil getir" dedi. Mûsa, asasını yere bırakınca asa, Firavun'un üstüne hızla yürüyen ağzı açık bir yılana dönüştü. Firavun asanın bu şekilde kendisine yöneldiğini görünce korktu. Tahtından kalkıp Mûsa'dan onu durdurmasını istedi. Mûsa da onu durdurdu. Sonra koynundan elini çıkarınca Firavun, onun gözleri kamaştıracak kadar beyaz olduğunu gördü. Sonra eli tekrar eski haline geldi. Bunun üzerine Firavun, ileri gelenleriyle istişarede bulundu. İleri gelenleri ona: "Bunların ikisi de sihirbazdan başka bir şey değildir. Sizi sihirleriyle ülkenizden çıkarmak, dosdoğru dininizi ortadan kaldırmak istiyorlar" dediler. Mûsa'ya istediklerini vermeyi kabul etmeyip, Firavun'a: "Sen bunlara karşı sihirbazları topla. Senin ülkende çokça sihirbaz var" dediler.

Firavun bütün şehirlere adamlar gönderip ileri gelen bütün sihirbazları topladı. Sihirbazlar onun huzuruna gelince Mûsa'yı kastederek: "Bu nasıl bir sihir yapıyor?" diye sordular. Firavun'un adamları: "O, yılanla sihir yapıyor" diye cevap verdiler. Sihirbazlar: "Vallahi yeryüzünde yılanlarla, iplerle ve asa ile bizim kadar sihir yapan hiçbir kimse yoktur. Eğer biz galip gelirsek mükâfatımız ne olacaktır?" diye sorunca, Firavun: "Sizler benim yakınlarım ve özel adamlarım olacaksınız. İstediğiniz her şeyi yapacağım" cevabını verdi. Bunun üzerine Mûsa ile Firavun ve taraftarları bayram gününde, kuşluk vaktinde bir araya gelmeyi kararlaştırdılar.

Saîd der ki: "İbn Abbâs'ın bana anlattığına göre bayram günü, yüce Allah'ın Mûsa'yı Firavun'a ve sihirbazlara karşı galip yaptığı gündür. O da Aşura günüdür."

İbn Abbâs şöyle devam etti: "O gün insanlar bir meydanda toplandıkları zaman: "Durun bakalım bu iki sihirbaz (Mûsa ve Harun) galip gelirse, belki onlara tâbi oluruz" diye alay ediyorlardı. Sihirbazlar sihir konusunda kendilerinden o kadar emindi ki: "Ey Mûsa, ya sen ilk olarak maharetini ortaya koy veya biz koyalım" dediler. Mûsa: "Siz koyun" karşılığını verince onlar sihir iplerini ve değneklerini atıp: "Firavun hakkı için mutlaka galip gelecek olan biziz" dediler. Mûsa, sihirbazların sihrini görünce içine bir korku düştü. Allah da ona: "Sen de âsanı at" dedi. Mûsa asasını atınca o asa ağzı açık büyük bir ejderhaya dönüştü. Sonra ipleri ve değnekleri toplayıp yuttu. Sihirbazlar bunu görünce: "Eğer bu, sihir olsaydı hiçbir zaman bizim sinirimize ulaşamazdı. Fakat bu, Allah tarafından bir iştir. Biz, Allaha ve Mûsa'nın Allah katından getirdiklerine iman ettik. Bundan önceki durumumuzdan dolayı Allah'a tövbe ederiz" dediler, işte burada Allah, Firavun'un ve taraftarlarının belini kırdı. Hak galip geldi. "Onların yaptıkları ise boşa çıktı. Orada mağlup oldular. Zelil olarak geri döndüler."

Firavunun karısı ise perişan bir halde ortaya çıkmış Allah'a dua ediyor, Mûsa'nın Firavun ve adamlarına galip gelmesini niyaz ediyordu. Firavun'un taraftarlarından onu görenler, onun, Firavun ve taraftarları için perişan olduğunu sanıyorlardı. Hâlbuki onun üzüntü ve endişesi Mûsa içindi. Mûsa her mucize getirdiğinde Firavun ona İsrailoğullarının kendisiyle birlikte serbest bırakacağına dair yalan vaadlerde bulunuyor sonradan vaadini bozup: "Rabbin bundan başka bir şey yapabilir mi?" diyordu. Öyle ki Allah, Firavun'un kavmine, tufan, çekirge, haşerat, kurbağa ve kan gibi felaketler gönderdi. Bunların her biri geldiğinde Firavun, Mûsa'ya başvuruyor, bunların kaldırılmasını istiyor ve karşılığında İsrailoğullarını serbest bırakacağını vaad ediyordu. Bu belalar başından kalkınca da sözünden dönüyor, vaadini bozuyordu. Allah, nihayet Mûsa'ya, kavmiyle birlikte Firavun'un diyarından çıkmasını emretti. Mûsa geceleyin kavmiyle birlikte yola çıktı. Sabah olunca Firavun onların gitmiş olduklarını gördü. Şehirlere adamlar göndererek büyük bir ordu toplattı ve Musa'yı takibe çıktı. Allah denize: "Kulum Mûsa asasıyla sana vurduğunda on iki parçaya bölün ki Mûsa ve beraberindekiler içinden geçsinler. Sonra Mûsa'nın arkasından gelen Firavun ve taraftarlarının üzerine kapan" diye emretti. Fakat Mûsa asasıyla denize vurmayı unuttu. Denizin önüne geldiğinde deniz ikiye ayrılmışti. Zira o, Mûsa gelip kendisine asa ile vurduğunda yarılamayacağından ve böylece Allah'a isyan etmiş olacağından korkuyordu.

iki topluluk birbirini görüp yakınlaşınca Mûsa'nın arkadaşları: "Şüphesiz ki bize yetişecekler. Ey Mûsa, Rabbinin sana emrettiğini yap. Zira ne senin Rabbin yalan söyler, ne de sen" dediler. Mûsa da: "Rabbim bana vaadetti ki denize vardığımda o deniz on iki parçaya ayrılacak ben de ondan geçeceğim" karşılığını verdi Bundan sonra asasını hatırladı. Firavun ordusunun öncüleri, Mûsa ile giden İsrailoğullardan en arkada bulunanlara yetiştiği sırada o asayı denize vurdu. Allah'ın emrettiği şekilde deniz parçalara ayrıldı. Mûsa ve taraftarlarının hepsi denizi geçip karşıya çıktılar. Firavun taraftarları ise denizin içine daldıkları bir sırada Allah'ın emrettiği şekilde deniz onların üzerine kapanıverdi. Mûsa'nın kavmi denizi geçtikten sonra: "Biz Firavun'un boğulmadığından korkuyoruz. Biz onun helak olduğuna inanmıyoruz" deyince, Mûsa Rabbine dua etti. O da Firavun'un cesedini onların gözünün önüne çıkardı. Böylece Firavun'un öldüğüne kesin olarak inandılar.

Sonra Mûsa ve kavmi kendilerine ait putlara secde eden bir kavme rastladılar. Mûsa'ya: "Ey Mûsa, bunların nasıl ilahları varsa bize de öyle ilah yap" deyince, Mûsa onlara: "Şüphesiz ki siz, cehalete düşen bir kavimsiniz. Çünkü şu gördüğünüz putlara ibadet edenlerin içinde bulundukları din, yıkılmaya mahkûmdur ve yaptıkları ameller bâtıldır. İbretlerden de yeteri kadarını görüp yeteri kadarını duydunuz" karşılığını verdi. Sonrasında Mûsa, kavmini, konaklayacakları bir yerde durdurdu ve onlara: "Siz Harun'a itaat edin. Zira ben onu, kendi yerime size halife tayin edip Rabbime gidiyorum" dedi.

Mûsa, Allah ile otuz gün konuşmalarda bulunup sonra kavmine döneceğini söyledi ve onlardan ayrılarak Rabbi ile konuşmaya gitti. Mûsa Rabbine gidip onunla otuz gün konuşacağı zaman bu otuz günün gündüzünü ve gecesini oruçlu geçirdi. Ağzı oruçtan dolayı kokarken Rabbiyle konuşmayı kerih gördüğü için yerden bir bitki alıp çiğnedi. Rabbinin huzuruna gittiğinde Yüce Allah: "Neden orucunu bozdun?" diye sordu. Mûsa: "Ey Rabbim! Seninle konuşurken ağız kokumun güzel olmasını istedim" dedi. Yüce Allah: "Ey Mûsa! Oruçlunun ağız kokusunun misk kokusundan daha güzel olduğunu bilmiyor musun? Geri dön ve on gün oruç tut, sonra bana gel" buyurdu. Mûsa geri dönüp kendisine emredileni yaptı. Mûsa'nın kavmi söylediği zaman zarfında dönmediğini gördüklerinde Harun onlara hutbe verip şöyle dedi: "Mısır'dan çıktığınızda yanınızda Firavun'un kavminin elbiseleri ve emanetleri vardı. Size ait olan benzer şeyler de onlarda kalmıştı. Ben, onlarda kalan mallarınızın sevabını Allah'tan beklemeniz görüşündeyim. Yanınızda olan onlara ait emanetler ise size helal değildir. Bu emanetleri onlara geri iade edecek durumda da değiliz, ama bunları yanımızda da bırakmayız." Harun bunları söyledikten sonra bir çukur kazıp emanet malları veya süs eşyaları olanların bunları getirip çukura atmalarını söyledi. Sonra bunları ateşe verip yaktı ve: "Bunlar artık ne bizim, ne de onlarındır" dedi.

Samiri, İsrailoğullarının komşusu olan ineğe tapan bir toplumdandı ve İsrailoğullarından değildi. Mûsa ve İsrailoğulları yola çıkınca kendisi de onlarla çıkmıştı. Yüce Allah'ın takdiriyle, bir ayak izi görünce ondan bir avuç aldı. Harun'la karşılaşınca, Harun ona: "Ey Samiri! Elindekini atmayacak mısın?" dedi. Samiri aldığı bir avuç toprağı elinde tutmuş ve bu müddet zarfında elindekini kimse görmemişti. Samiri: "Bu, sizi denizden geçiren elçiden (Cebrail'in atının ayak izinden) bir parçadır. İstediğim şeyin olması için Allah'a dua etmedikçe bunu bırakmam" dedi. Elindekini bırakınca Harun da ona dua etti. Samiri: "Çukurdakilerin buzağı olmasını istiyorum" deyince çukurdaki süs eşyaları, bakır veya altınlar bir araya gelip içi boş cansız bir buzağıya dönüştü.

Hayır vallahi! Bu buzağının sesi yoktu. Rüzgar buzağının arkasından girip ağzından çıkıyordu. Rüzgâr bu heykelin ağzından girip arkasından çıktıkça, böğürür gibi bir ses meydana getiriyordu. Orada İsrailoğulları fırkalara ayrıldılar. Bir fırka: "Ey Samiri! Gerçi bunun ne olduğunu sen daha iyi biliyorsun ama bu nedir?" diye sorunca, Samiri: "Bu sizin Rabbinizdir! Mûsa da görüşmek üzere yanlış yere gitti" dedi. Başka bir fırka ise: "Mûsa bize dönene kadar biz bunu yalanlamayız. Eğer gerçekten bu rabbimizse onu kaybetmemiş ve gördüğümüz zaman da acizliğe düşmemiş oluruz. Eğer bu buzağı rabbimiz değilse o zaman Mûsa'nın sözüne uyarız" dediler. Başka bir fırka: "Bu şeytanın işindendir ve bu buzağı rabbimiz değildir. Buna ne inanır ne de tasdik ederiz" dedi. Buzağının sevgisi kalblerine işleyenler dini açıkça yalanlamaya kalktılar. Harun onlara: "Ey kavmim! Siz bu buzağı heykeli ile imtihan edildiniz. Rabbiniz, ancak Rahman olan Allah'tır ve böyle bir şey değildir" dedi.

Sonra: "Mûsa'ya ne oldu? Otuz gün sonra geleceği sözünü verdi, ancak sözünü tutmadı. Aradan kırk gün geçti ama hâlâ gelmedi" demeye başladılar. İçlerinden beyinsiz olanlar ise: "Belki de o, Rabbini kaybetti! Onu arıyor ki onun peşinden gitsin" dediler. Yüce Allah, Mûsa ile konuşup söyleyeceklerini söylediği zaman, kendisinden sonra kavminin ne yaptığını da haber verdi. Mûsa, kavmine kızgın ve üzgün olarak döndü. Onlara, Kur'ân'da da bu yönde zikredilen şeyleri söyledi. Elindeki levhaları yere attı ve kardeşi Harun'un başından tutarak sürümeye başladı. Sonra onu mazur görüp onun için bağışlanma diledi. Daha sonra Samiri'ye gidip: "Neden böyle yaptın?" diye sordu. Samiri: "Onların görmediklerini ben gördüm ve elçinin izinden bir avuç toprak alıp onu erimiş mücevheratın içine attım. Nefsim böyle yaptırdı" karşılığını verdi. Mûsa: "Defol! Doğrusu artık hayatta, "Bana dokunmayın!" demenden başka yapacağın yoktur. Senin için asla kaçamayacağın bir ceza daha vardır. Durup üzerinde titrediğin tanrına bak, onu yakacağız, sonra denize dökeceğiz" dedi. Dediği gibi de eğer o ilah olsaydı sonu bu şekilde olmazdı.

Bunun üzerine İsrailoğulları maruz kaldıkları fitnenin farkına vardılar ve görüşleri Harun'un görüşüyle aynı olan kişilere gıpta etiler. Mûsa'ya: "Ey Mûsa! Rabbine yalvar da bizim için tövbe edecek bir kapı açsın. Tövbe edelim de yaptıklarımızı bağışlasın" deyince, Mûsa, buzağıya tapmayan, İsrailoğullarının önde gelenlerinden yetmiş kişiyi seçip tövbe etmeye gittiler. Vardıkları yerde bir sarsıntıya yakalandılar. Bunun üzerine Mûsa kavminin yaptıklarından dolayı utandı ve: "...Rabbim! Dileseydin daha önce beni ve onları yok ederdin, aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi yok eder misin?" dedi. Aralarında buzağıya tapan ve sevgisi kalplerine işleyenler de vardı. Yüce Allah onları görüyordu. Bu sebeple yeryüzü sarsılmıştı. Yüce Allah, Mûsa'ya: "...Rahmetim herşeyi kaplamıştır; bunu Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, zekat verenlere, âyetlerimize inanıp, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları, okuyup yazması olmayan peygambere uyanlara yazacağız..." karşılığını verdi. Mûsa: "Ey Rabbim! Kavmimi bağışlamanı istediğimde, onu kavmimden başkası için yazdığını buyurdun.

Keşke beni sonraya bırakıp da o rahmete uğrayan adamın ümmeti arasında yaratsaydın" deyince, Yüce Allah: "Bunların tövbeleri, içlerinden her birinin önüne geleni, baba-oğul demeden kılıçla öldürmesi ve kimin öldürüldüğüne bakmamasıyla olacaktır" buyurdu. Mûsa ve Harun'un bilmediği buzağıya tapan bu kişiler geldiler ve günahlarını itiraf edip kendilerine emredileni yaptılar. Yüce Allah da hem öldüreni, hem öleni bağışladı.

Daha sonra Mûsa, kavmiyle birlikte Kudüs topraklarına doğru yürüyüp gitti. Sakinleşince yere atmış olduğu levhaları aldı ve onları kavmine tebliğ etti. Bu emirler ise onlara ağır geldi ve bunları kabul etmemekte direttiler. Bunun üzerine Allah dağı onların üzerine bir bulut gibi kaldırdı ve onlara yaklaştırdı. İsrailoğulları, dağın üzerlerine düşeceği korkusuyla ilahi emirlerin yazılı olduğu levhaları sağlarına alıp sıra şeklinde, dağın üzerlerine düşmesinden korktuklarından ona bakarak mukaddes topraklara gittiler. O topraklarda zorba, acayip şekilli bir kavmin yaşadığını gördüler. Mûsa'ya: "Ey Mûsa! Orada zorba bir topluluk var. Bizim onlara gücümüz yetmez. Bunlar bu topraklarda olduğu müddetçe biz oraya girmeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa gireriz" dediler. O zorbaların içinden gelen iki kişi: "Mûsa'ya iman ettik" dedikten sonra Mûsa'nın yanına gittiler ve: "Biz kavmimizi daha iyi biliriz. Eğer bunların cüsselerinden ve sayılarının çok olmasından korkuyorsanız, bunların hiç cesareti yoktur ve kendilerini savunacak durumda değiller. Onlara kapıdan giriniz. Eğer girecek olursanız siz galip geleceksiniz" dediler.

Ravi der ki: "Bazıları ise bu iki kişinin Mûsa'nın kavminden yani İsrailoğularından olduğunu söyler. Sâid ise bu iki kişinin sonradan Mûsa'ya iman eden iki zorba olduğunu söyler ve onların durumunu: "Korkanların içinden Allah'ın kendilerine nimet verdiği iki adam..." şeklinde ifade eder. Ancak burada kimin korktuğunu açıklarken, "İsrailoğullarının kendilerinden korktuğu iki kişi" der."

İbn Abbâs şöyle devam eder: İsrailoğulları: "Ey Mûsa! Onlar orada oldukça biz asla oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin savaşın, doğrusu biz burada oturacağız" deyince, Mûsa'yı kızdırdılar ve Mûsa onlara beddua edip fasık olduklarını söyledi. Halbuki daha önce isyan etmelerine ve kötülük yapmalarına rağmen o güne kadar onlara beddua etmemişti. Allah, Mûsa'nın duasını kabul etti. Mûsa'nın kendilerine vermiş olduğu fasıklar adını onlara verip mukades toprakları kırk yıl kendilerine haram kıldı. Bu sebeple onlar çöllerde şaşkın vaziyette kırk yıl dolaştılar. Sabahtan akşama kadar yol yürüyor akşamleyin bulundukları yerde konaklıyorlardı. Allah, İsrailoğullarına bu kırk yıl içinde de çeşitli nimetler ihsan etti. Onları çölde bulutla gölgelendirdi. Gökten üzerlerine kudret helvası ve bıldırcın eti indirdi. Kendilerine eskimeyen ve kirlenmeyen elbiseler ihsan etti. Önlerinde dörtgen şeklinde bir taş yaratıp Mûsa'ya asasıyla ona vurmasını emretti. Mûsa vurunca da her bir kenarında üçer tane olmak üzere taştan on iki pınar fışkırdı. Her bir kola da bu pınarların içinden hangisinden içeceklerini bildirdi. Onlar nereye varıp konaklarlarsa o taşı orada ilk haliyle olduğu gibi buluyorlardı.

İbn Abbâs bu hadisi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) dayandırmıştır ki bu rivayeti benim yanımda doğrudur. Zira Muâviye b. Ebî Süfyân bu hadisi İbn Abbâs'tan işittiğinde, Mûsa'nın adamı öldürdüğünü ifşa eden kişinin Firavun'un tarafından olan kişi olduğunu kabul etmedi ve: "Bunu ifşa eden kişi İsrailli olan kişidir" dedi. Bunun üzerine İbn Abbas, Muaviye'nin elini tuttu ve onu Sa'd b. Mâlik ez-Zührî'ye götürdü. Sa'd'a: "Ey Ebû İshâki Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem), Mûsa'nın, Firavun ailesinden olan kişiyi öldürülmesini anlattığı günü hatırlıyorsun değil mi? Mûsa'nın sırrını İsrailoğullarından olan kişi mi, yoksa Firavun'un tarafından olan kişi mi ifşa etti?" diye sordu. Sa'd: "Firavun'un tarafından olan kişi ifşa etti. Bunu da olayın olduğu sırada orada bulunan İsrailoğullarından bir kişiden duyarak söyledi" karşılığını verdi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Bunun için yıllarca Medyen halkı arasında kaldın. Sonra takdire göre geldin ey Musa!" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Medyen halkı arasında yirmi yıl kaldı. Söz konusu takdir de risâlet ile peygamberliktir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Sonra takdire göre geldin..."âyetini açıklarken: "Takdir edilen zamanda geldin" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Sonra takdire göre geldin..." âyetini açıklarken: "Takdir ettiğimiz ve belirlediğimiz bir zamanda geldin" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Beni anmakta gevşek davranmayın" âyetini açıklarken: "Beni anmayı ihmal etmeyin ve bu konuda gevşek davranmayın" demiştir.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd, Katâde'den aynısını zikreder.

Abd b. Humeyd, Mücâhid'den aynısını zikreder.

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: "Bana (.....) âyetinin ne anlama geldiğini söyle" deyince, İbn Abbâs: "Emirlerimi ifa etmede gevşek davranmayın, anlamındadır" demiştir. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Şairin:

"Atana andolsun ki bu konuda gevşek davranmıyorum

On u kurtarmak için de her türlü yolu deniyorum" dediğini işitmedin mi?"

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Gevşek davranmayın" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hazret-iAli: "Ona yumuşak söz söyleyin..."âyetini açıklarken: "Ona künyesiyle hitap edin" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ona yumuşak söz söyleyin..." âyetini açıklarken: "Ona künyesiyle hitap edin" demiştir.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân es-Sevrî: "Ona yumuşak söz söyleyin..." âyetini açıklarken: "Ona Ebû Murra künyesiyle hitap edin" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "Ona yumuşak söz söyleyin..."âyetini açıklarken: "Yumuşak sözden kasıt «Lâ ilâhe illallah» sözüdür" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Ona yumuşak söz söyleyin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Öldürülen adamdan dolayı mazeretlerinizi gösterin ve: "Senin bir Rabbin var. Sonunda ona döneceksin. İlerde senin için ya Cennet, ya da Cehennem olacak" deyin.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Fadl b. İsa er-Rakkâşî, "Ona yumuşak söz söyleyin..." âyetini okudu ve: "Ey düşmanlarına bile sevgiyle yaklaşan! Seni dost bilip sana seslenenlere tavrın nice olur?" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Öğüt alır mı?" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Onun bize kötülük etmesinden veya azgınlığının artmasından korkarız"' âyetini açıklarken: "Acele davranıp bize saldırmasından korkarız" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Onun bize kötülük etmesinden veya azgınlığının artmasından korkarız" âyetini açıklarken: "Bizi cezalandırmasından korkarız" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim. İşitirim ve görürüm" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Söyleceklerini işitir, size vereceği cevapları da görürüm. Bundan dolayı size vahyeder, siz de ona cevabını verirsiniz, anlamındadır."

İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebî Hâtim ceyyid bir senedle İbn Mes'ûd'dan bildirir: Yüce Allah, Mûsa'yı Firavun'a gönderdiğinde, Mûsa: "Rabbim! Ona ne diyeyim?" diye sordu. Yüce Allah da: "Ona (.....) de" buyurdu.

A'meş der ki: Bu cümle: "Her şeyden önce diri olan ve her şeyden sonra diri kalan" anlamına gelmektedir.

Ahmed Zühd'de İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah, Mûsa ile Harun'u Firavun'a gönderdiği zaman onlara şöyle buyurdu: "İçinde bulunduğu güzellikler ile nimetleri sizi aldatmasın. Onun kontrolü elimdedir. İznim olmadan ne tek kelime edebilir, ne de göz kırpabilir. Dünyalık olarak ona verdiğim şeyler ile serveti sizleri aldatmasın. Yoksa sizleri de bu tür şeylerle süslemek istesem Firavun size baktığı zaman ne kadar aciz olduğunu ve size verilen şeylere sahip olmaya asla güç yetiremeyeceğini anlardı. Bunu sizlere vermemem yanımda değersiz olduğunuz anlamına gelmez. Bunu yapmam, dünya tarafından herhangi bir eksiltmeye maruz kalmadan keremimden nasibinizi tam ve yeteri düzeyde almanız içindir. Çobanın koyunlarını tehlikeden uzak tutması gibi ben de dostlarımı dünya nimetlerinden ve rahatlıktan uzak tutarım. Çobanın develerini pis yerlerden uzak tutması gibi ben de dostlarımı dünya nimetleri içinde refah bir şekilde yaşamaktan uzak tutarım. Bu şekilde onların gönüllerini aydınlatır, kaplerini temiz kılarım. İçlerinin güzelliği yüzlerine vurur da yüzlerinden tanınırlar ve bu durumdan dolayı övünürler. Bil ki benim dostum olan birini korkutan kişi, düşmanca bana meydan okumuş demektir. Kıyamet gününde de dostlarımın intikamlarını ben alacağım!"

47

Ona gidin ve şöyle deyin: "Şüphesiz biz Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarını bizimle gönder. Onlara işkence etme. Sana Rabbinin katından bir mucize getirdik. Selâm, doğru yola uyanlara olsun."

Abdurrezzâk Musannefde, Buhârî, Müslim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs vasıtasıyla Ebû Süfyân b. Harb'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hirakl'e: "Allah'ın Resûlü Muhammed'den, Rum kralı Hirakl'e! Selâm hidayete tâbi olana olsun!" şeklinde bir mektup yazdı.

Abdurrezzâk Musannefde ve Beyhakî Şuab'da Katâde'den bildirir: Ehl-i Kitâb'dan olanlara selam verme, evlerine girdiğin zaman: "Selâm hidayete tâbi olana olsun" demendir.

48

"Şüphesiz bize, azabın yalanlayan ve yüz çevirenlere olacağı vahyolundu."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Şüphesiz bize, azabın yalanlayan ve yüz çevirenlere olacağı vahyolundu" âyetini açıklarken: "Allah'ın Kitab'ını yalanlayan ve Allah'a itaatten yüz çevirenlerdir" demiştir.

49

Fir'avun şöyle dedi: “ O hâlde sizin Rabbiniz kimdir? Ey Mûsa!

50

"Mûsâ, «Rabbimiz, her şeye hilkatini veren, sonra onlara yol gösterendir» dedi."

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Her şeye hilkatini veren, sonra onlara yol gösterendir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah her şeyin ruhunu yaratmış ve evlenme, yeme, içme, mesken gibi şeylerin nasıl olacağını kendisine göstermiştir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Her şeye hilkatini veren, sonra onlara yol gösterendir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Burada hilkatten kasıt, erkeğe kadın, erkek eşeğe dişi eşek, erkek koyuna dişi koyun gibi her şeyin karşı cinsten bir benzerini yaratmasıdır. Yol göstermesi de bu çiftler arasındaki cinsel ilişkidir."

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Her şeye hilkatini veren, sonra onlara yol gösterendir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Her şeye kendisi için faydalı olanı yaratmış ve onları buna doğru yönlendirmiştir."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Her şeye hilkatini veren, sonra onlara yol gösterendir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Her bir canı güzelce yaratmış ve bu hayvana faydası olacak şeyleri öğretip ona yöneltmiştir. Ancak bu yaratmada ne insanları hayvanlar gibi, ne de hayvanları insanlar gibi yaratmıştır. "...O, her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Her şeye hilkatini veren, sonra onlara yol gösterendir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Her bir canlıya yaratılışı üzere kendisine faydası olacak şeyleri de yaratmıştır. Ancak insanı hayvan gibi, deveyi köpek gibi, köpeği de koyun gibi yaratmış değildir. Bunun yanında üreme konusunda da her bir canlıya eşini vermiş, bunun için gerekli şartları yaratmıştır. Davranışlarında, huyunda, rızkında ve üremesinde de her bir türü diğer bir türden farklı kılmıştır. Her bir türü de rızkına ve eşine yönlendirmiştir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Her şeye hilkatini veren, sonra onlara yol gösterendir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Her şeye sûretini güzelce vermiş ve onu rızkına doğru yönlendirmiştir."

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "...Her şeye hilkatini veren, sonra onlara yol gösterendir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Devenin, sahibi gelene kadar nasıl da durup beklediğini görmez misin? İşte bu, Yüce Allah'ın yol göstermesiyledir."

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Onlara yol gösterendir" âyetini açıklarken: "Erkeğin dişiye nasıl yaklaşacağını gösterendir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, İbn Sâbit'ten bildirir: "Hayvanlar hayvan olarak yaratılmış olsalar da dört şeyi bilirler: Yüce Allah'ın Rableri olduğunu bilirler. Erkeğin dişiye yaklaşacağını (üremeyi) bilirler. Karnını doyurmak için ne yapmaları gerektiğini bilirler. Ölümden de korkarlar."

51

Bkz. Ayet:52

52

"Firavun: «Öyleyse önceki nesillerin durumu ne oluyor?» dedi. Musa: «Onların bilgisi Rabbimin katında yazılıdır. Rabbim şaşırmaz ve unutmaz.» dedi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Öyleyse önceki nesillerin durumu ne oluyor..." âyetini açıklarken: "Bizden önceki kuşakların hali ne olacak, anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Rabbim şaşırmaz..." âyetini açıklarken: "Rabbim hata yapmaz, anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Rabbim şaşırmaz ve unutmaz" âyetini açıklarken: "Her ikisi de aynı anlamdadır ve tek bir şeydir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Rabbim şaşırmaz ve unutmaz" âyetini açıklarken: "Rabbim katında yazdığı kitapta şaşırmaz ve içinden hiçbir şeyi unutmaz" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ebu'l-Melîh'ten bildirir: İnsanlar ilmi yazıya dökmemizden dolayı biz kınıyorlar. Oysa Yüce Allah: "Onların bilgisi Rabbimin katında yazılıdır..." buyurur.

İbn Sa'd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Hilâl'den bildirir: Katâde'nin yanında bulunuyorduk. Bazıları ilmi yazıya dökme konusunu dile getirdiler ve bunu Katâde'ye sordular. Katâde şu karşılığı verdi: "Bunda herhangi bir sakınca yok. Her şeyi bilen Allah: "Firavun: «Öyleyse önceki nesillerin durumu ne oluyor?» dedi. Musa: «Onların bilgisi Rabbimin katında yazılıdır. Rabbim şaşırmaz ve unutmaz» dedi" buyurmuyor mu?"

53

Bkz. Ayet:54

54

"O, yeri sîze beşik yapan ve onda size yollar açan, gökten de su indirendir. Onunla biz çeşitli bitkilerden çiftler çıkardık. Yiyin, hayvanlarınızı yayın. Şüphesiz bunda akıl sahipleri için deliller vardır."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Onunla biz çeşitli bitkilerden çiftler çıkardık" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yerde biten her tür bitkiyi çift olarak yaratmıştır. Hurma türünü çift olarak, üzüm türünü çift olarak çıkarmıştır. Bu şekilde yerden biten her bir bitki türü çift kılınmıştır."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Değişik türlerde bitkiler" olarak açıklamıştır. (.....) ifadesini ise: "Takva sahipleri için" şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Akıl ve anlayış sahipleri için" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) ifadesini: "Akıl sahipleri için" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini: "Allah'tan korkanlar için" şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Süfyân: (.....) ifadesini: "Bir yasak konulduğu zaman bu yasağa uyanlar için" şeklinde açıklamıştır.

55

"Sizi yerden yarattık, oraya döndüreceğiz, sizi tekrar oradan çıkaracağız."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Atâ el-Horasânî'den bildirir: Kişi rahme düşeceği zaman melek gidip üzerinde öleceği topraktan az bir şey alır ve gelip henüz nutfe halinde iken üzerine serper. Bu şekilde kişi topraktan ve nutfeden yaratılmış olur. "Sizi yerden yarattık, oraya döndüreceğiz..."âyetinde anlatılan da budur.

Ahmed ve Hâkim, Ebû Umâme'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kızı Ümmü Gülsüm vefat edip de kabrine konulduğu zaman Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dedi: "Sizi yerden yarattık, oraya döndüreceğiz, sizi tekrar oradan çıkaracağız." Allah'ın ismiyle! Allah'ın yolunda ve Resûlünün dini üzerinde biri olarak seni gönderiyoruz. "

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini: "Tekrar" şeklinde açıklamıştır.

56

Yemin olsun ki, biz, Fir'avun’a mûcizelerimizin hepsini gösterdik. Böyle iken o, yine mûcizelerimizi yalanladı ve hakkı kabulden çekindi.

57

(Fir'avun Mûsa’ya şöyle) dedi: “Ey Mûsa!. Sen, sihrinle bizi yerimizden (Mısır’dan) çıkarmak için mi geldin bize?

58

"Biz de mutlaka sana karşı onun gibi bir sihir yapacağız. Bunun için seninle bizim aramızda; uygun bir yerde, senin de, bizim de caymayacağımız bir buluşma vakti belirle."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Her iki taraf için aynı uzaklıkta bir yer" demiştir.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini açıklarken: "Her ikimiz için de aynı mesafede olan bir yer" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) ifadesini açıklarken: "Her ikimiz için de uygun bir yer" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) ifadesini açıklarken şöyle demiştir: "Bütün insanların bizleri rahatça görebileceği tümsekliği olmayan düz bir yer anlamındadır."

59

"Musa: Buluşma zamanınız, bayram günü, kuşluk vaktinde insanların toplanma zamanı olsun, dedi."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Buluşma zamanınız, bayram günü..." âyetini açıklarken: "Bu gün Âşûre günüdür" demiştir.

İbnu'l-Münzir, Abdullah b. Amr'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Bayram (zîne) gününde oruç tutan kişi o yılın tutamadığı oruçları tutmuş sayılır. Bu günde sadaka veren kişi de o yılın veremediği tüm sadakalarını vermiş sayılır." Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bayram gününden kastı da Aşûre günüdür.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Buluşma zamanınız, bayram günü..." âyetini açıklarken: "O zamanlarda bayram diye kutladıkları bir gündü" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Buluşma zamanınız, bayram günü..." âyetini açıklarken: "O zamanlarda bayram diye kutladıkları günlerden bir gündür" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Buluşma zamanınız, bayram günü..." âyetini açıklarken: "Bu günden kasıt pazarın kurulduğu gündür" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Buluşma zamanınız, bayram günü..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bayram günü inşaların işi gücü bırakıp bu olayı seyretmek ve görmek üzere toplandıkları gündür."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Kuşluk vaktinde insanların toplanma zamanı..." âyetini açıklarken: "Sözleşilen o zamanda insanların toplanmasıdır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Nehîk bu âyeti: "(=İnsanları kuşluk vakti toplarsın)" lafzıyla okumuş ve açıklarken: "Sözleşilen günde Firavun'un kavminin söz konusu yerde toplamasıdır" demiştir.

60

Bunun üzerine Fir'avun döndü gitti ve bütün hile vasıtalarını topladıktan sonra geldi.

61

Bkz. Ayet:64

62

Bkz. Ayet:64

63

Bkz. Ayet:64

64

"Musa onlara: «Sîze yazıklar olsun! Allah'a karşı yalan uydurmayın, yoksa sîzi azabla yok eder, Allah'a iftira eden hüsrana uğrar» dedi. Sihirbazlar, işlerini kendi aralarında tartıştılar ve konuşmalarını gizli tuttular. Şöyle dediler: «Bu iki sihirbaz, sihirleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak, sizin en üstün dininizi ortadan kaldırmak istiyorlar; onun için tuzaklarınızı biraraya getirin, sonra sırayla gelin. Bugün üstün gelen başarıya erecektir» dediler."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Sizi helak eder" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) ifadesini açıklarken şöyle demiştir: "Sizi öyle bir helak eder ki kökünüzü kazır ve sizden geriye hiçbir şey kalmaz."

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini: "Kökünüzü kazır" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: ifadesini: "Sizi kesip helak eder" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Sihirbazlar, işlerini kendi aralarında tartıştılar ve konuşmalarını gizli tuttular" âyetini açıklarken: "Hazret-i Mûsa ile Hazret-i Harun'dan gizlediler" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el- Kurazî: "Sihirbazlar, işlerini kendi aralarında tartıştılar ve konuşmalarını gizli tuttular" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Sihirbazlar kendi aralarında: "Şayet bu bir sihir ise, okuması olan kişinin önündeki metni okuması gibi biz de bunu bilirdik. Ancak bu yaptıkları sihir değildir" dediler ve Firavun'a karşı peygamberlerin takındığı tavrı takındılar.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Konuşmalarını gizli tuttular" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Sihirbazlar kendi aralarında: "Şayet bu yaptıkları gerçekten bir sihir ise onu yeneriz. Ancak bu yaptıkları semadan olan bir şey ise o zaman bunda başka bir iş var demektir" dediler.

İbnu'l-Enbârî Mesâhifde A'meş'den bildirir: Abdullah'ın kıraatinde Tâhâ Sûresi'nin 63. âyeti: (.....) lafzıyladır.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hazret-iAli: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "İnsanları kendi dinlerine doğru çeker yönlendirirler, anlamındadır. Müsle, Süryani'ce bir ifadedir."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) âyetini açıklarken: "İçinizden en iyi adamları yanlarına alacaklar, anlamındadır" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "İsrailoğullarından örnek şahsiyetleri yanlarına alacaklar, anlamındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "İçinizden en akıllı en seçkin ve yaşlı kişileri yanlarına alacaklar, anlamındadır" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Vekî' el-Ğurar'de bildirdiğine göre Ebû Sâlih: (.....) âyetini açıklarken: "İçinizden en seçkin olanları yanlarına alacaklar, anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: " âyetini açıklarken: "Üzerinde bulunduğunuz dini yok edecekler, anlamındadır "demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: "Bu gün galip gelen başarıya erecektir" şeklinde açıklamıştır.

65

Sihirbazlar: “ Ey Mûsa! (Asanı) ya sen at, yahut ilk atan biz olalım.” dediler.

66

Mûsa dedi ki: “ Hayır, siz atın.” Bir de ne görsün! Onların ipleri ve sopaları, yaptıkları sihirden ötürü, kendisine, gerçekten koşuyormuş hayalini verdi.

67

Onun için Mûsa, içinde bir nevi korku duydu.

68

Biz (Azîmü’ş-şan) dedik ki: “ Korkma, çünkü sen, muhakkak üstünsün (galip geleceksin).

69

"Sağ elindekini at ki onların yaptıklarını yutsun. Şüphesiz yaptıkları bir sihirbaz hilesidir. Sihirbaz ise nereye varsa kurtuluşa eremez."

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...Onların yaptıklarını yutsun..." âyetini açıklarken: "Hazret-i Mûsa elindeki asayı atınca bir yılana dönüştü ve sihirbazların yere attıkları ipleri ile yaptıkları diğer numaraları yuttu" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Cündeb b. Abdillah el-Becelî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sihirbazlık yapan birini yakaladığınızda öldürün" buyurdu ve: "...Sihirbaz ise nereye varsa kurtuluşa eremez" âyetini okudu. Bundan kasıt da hiçbir yerde sihirbazın kendini güvende hissetmemesidir.

70

Sonunda bütün sihirbazlar secdeye kapandılar; “ Hârun ile Mûsa’nın Rabbine îman ettik.” dediler.

71

(Fir'avun, sihirbazlara şöyle) dedi: “ Ben size izin vermeden önce, ona (Mûsa’ya) îman mı ettiniz? O, muhakkak size sihir öğreten büyüğünüzdür. Öyleyse çaresi yok, sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve muhakkak sizi hurma dallarına asacağım. Böylece hangimizin azabı daha şiddetli ve devamlı olduğunu gerçekten bileceksiniz.”

72

Bkz. Ayet:73

73

"İman eden sihirbazlar dediler M: Seni, gelen apaçık mucizelere ve bizi yaratana üstün tutmayacağız. Ne hüküm vereceksen ver. Sen, ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin. Doğrusu biz, yanılmalarımızı ve bize zorla yaptırdığın sihri bağışlaması için Rabbimize iman ettik. Allah hem daha hayırlı, hem daha hâkidir."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İkrime'den bildirir: Firavun'un sihirbazları dokuz yüz kişiydi. Bunlar Firavun'a: "Şayet bu ikisi gerçekten sihirbaz ise biz onları yeneriz, zira bizden daha iyi sihirbaz yok. Ancak yapacakları şey âlemlerin Rabbi tarafından ise bizim gücümüz âlemlerin Rabbine yetmez" dediler. Ancak olanlar olup da sihirbazlar secdeye kapanınca, Yüce Allah secdede iken bunlara gidecekleri yeri de gösterdi. Bunun üzerine: "Seni, gelen apaçık mucizelere ve bizi yaratana üstün tutmayacağız. Ne hüküm vereceksen ver. Sen, ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin. Doğrusu biz, yanılmalarımızı ve bize zorla yaptırdığın sihri bağışlaması için Rabbimize iman ettik. Allah hem daha hayırlı hem daha bâkidir" dediler.

İbn Ebî Hâtim, Kâsım b. Ebî Bezze'den bildirir: Sihirbazlar secdeye kapanıp Cennetlikler ile Cehennemlikleri, her ikisine de yaptıkları amellere nasıl bir karşılık verildiğini gördüklerinde, Firavun'a: "Seni, gelen apaçık mucizelere ve bizi yaratana üstün tutmayacağız..."' dediler.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Bize zorla yaptırdığın sihri bağışlaması için..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Firavun, İsrail oğullarından kırk çocuk aldı ve Feremâ kentinde bunlara sihir öğretilmesini söyledi. Görevlilere de: "Bunları sihri öyle bir öğretin ki dünya üzerinde bu konuda kimse onları yenemesin" dedi. İşte sonradan Hazret-i Musa'ya iman eden ve: "Doğrusu biz, yanılmalarımızı ve bize zorla yaptırdığın sihri bağışlaması için Rabbimize iman ettik..." diyenler bunlardı.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el- Kurazî: "...Allah hem daha hayırlı, hem daha bakidir" âyetini açıklarken: "Kendisine itaat edilmesi halinde senden daha hayırlı, kendisine isyan edilmesi durumunda ise vereceği ceza senin vereceğin cezadan daha fazla ve kalıcıdır" demiştir.

74

"Rabbine günahkâr olarak gelen bilsin ki, cehennem onun içindir. Orada ne ölür, ne yaşar."

Müslim, Ahmed, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hutbe sırasında: "Rabbine günahkâr olarak gelen bilsin ki, cehennem onun içindir. Orada ne ölür, ne yaşar" âyetine geldiği zaman şöyle buyurdu: "Cehennemi hakeden ve ahalisi olanlar orada ne ölür, ne de yaşarlar. Ancak Cehennem ahalisi olmayanlara gelince ateş onları bir defalığına öldürür. Daha sonra şefaatçiler kalkıp onlara şefaat ederler. Bunlar gruplar halinde adına «Hayat» veya «Canlanma» ırmağı denilen bir ırmağa götürülürler. Sel sularıyla toplanan yığınların içinde bitip çıkan salatalık gibi yeniden biterler."'

75

Her kim de O'na salih ameller işlemiş bir mümin olarak varırsa, işte onlar için en yüksek dereceler vardır."

Taberânî'nin Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Üç şey bir kişide bulunuyorsa bu kişi yüksek derecelere ulaşamaz. Bu üç şeyden birincisi kişinin kahinlik yapmasıdır. İkincisi fal bakmasıdır. Üçüncüsü ise yolculuğundan vazgeçecek kadar bir şeyi uğursuz saymasıdır."

İsbehânî et-Terğîb'de Ebu'd-Derdâ'dan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: "Hayırlı bir konuda yöneticinin yanında kardeşine aracı olan veya yöneticiden yana kendisine gelecek bir kötülüğü defeden kişinin Yüce Allah derecesini yükseltir,"

İbnu'l-Mübârek Zühd'de ve Ebû Nuaym Hilye'de Avn b. Abdillah'tan bildirir: Yüce Allah kullarından bazılarını Cennete koyar ve onlara ihsanlarda bulunur. Bunların da üzerlerinde yüksek derecelerde bulunan kişiler olur. Alttakiler üstte olanlara bakınca onları tanırlar ve: "Rabbimiz! Dünyada iken bu kardeşlerimizle beraberdik. Burada neden onları bizden üstün kıldın?" diye sorarlar. Yüce Allah: "Heyhat ki heyhat! Siz tok gezerken bunlar aç kalırdı. Sizler içeceğe kanmışken bunlar susuz kalırlardı. Sizler uyurken bunlar gece namazına dururlardı. Sizler evlerinizde otururken bunlar cihada çıkardı" karşılığını verir.

Ahmed Zühd'de İbn Ömer'den bildirir: Bazen kişi kölesiyle birlikte Cennete girer de içerde kölesi ondan daha üst bir derecede olur. Efendi olan: "Rabbim! Bu adam dünyada iken benim kölemdi!" deyince, kendisine: "Ama Yüce Allah'ı senden daha fazla zikrederdi" karşılığı verilir.

Ebû Dâvud ve İbn Merdûye'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cennette yüksek derecelerde olanları daha altta olanlar, şimdi sizin ufukta parlak yıldızları görmeniz gibi görürler. Ebû Bekr ile Ömer de bunlardandır ve hatta daha iyi durumda olacaklardır. "

76

Adn Cennetleri vardır ki, (ağaçları) altından nehirler akar; orada ebedî olarak kalacaklar. İşte böyle cennetlerde ebedî kalış, küfür ve isyanda temizlenenlerin mükâfatıdır.”

77

Bkz. Ayet:82

78

Bkz. Ayet:82

79

Bkz. Ayet:82

80

Bkz. Ayet:82

81

Bkz. Ayet:82

82

"And olsun kî Musa'ya: «Kullarımı geceleyin yürüt denizde onlara kuru bir yol aç, batmaktan ve düşmanların yetişmesinden korkma, endişe etme» diye vahyettik. Bunun üzerine Firavun, askerleri ile birlikte onların peşine düştü. Deniz onları gömüp boğuverdi. Firavun, kavmini saptırdı, onlara doğru yolu göstermedi. Ey İsrailoğulları! Sizleri düşmanınızdan kurtardık, Tûr'un sağ yanını size vaad ettik ve üzerinize kudret helvasıyla bıldırcın indirdik. Size verdiğimiz rızıkların temizlerinden yiyin, bunda aşırı gitmeyin ki gazabımı haketmeyesiniz. Gazabımı hakeden kimse muhakkak mahvolur. Doğrusu ben, tövbe edip inanan ve salih ameller işleyen, sonra da doğru yol üzere devam eden kimse için son derece affediciyim"

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b: "...Denizde onlara kuru bir yol aç..." âyetini açıklarken: "Suyu da, çamuru da olmayan kuru bir yol" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini: "Kuru" şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildirir: Hazret-i Mûsa'nın yanındakiler: "Firavun ve adamları bize yetişti, deniz de önümüzde" dediklerinde, Yüce Allah: "...Batmaktan ve düşmanların yetişmesinden korkma, endişe etme" buyurdu. Burada Firavun'un adamlarından korkmamaları, denizde boğulma veya çamura batmadan yana da endişe etmemeleri gerektiği bildirildi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Firavun'un adamlarından korkma, denizde boğulurum diye de endişe etme" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini açıklarken: "Yemm, ifadesinden kasıt denizdir" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: " âyetini: "Bu konuda zulmetmeyin" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "...Bunda aşırı gitmeyin..."âyetini açıklarken: "Bu konuda aşırı gitmek, onu helal olmayan yoldan elde etmektir" demiştir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: "Azabım üzerinize iner" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre A'meş: (.....) âyetini: "Gazabımı hakeden kişi" anlamına gelecek şekilde, 'lâm' harfini esre ile okumuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Miclez: "...Gazabımı hakeden kimse muhakkak mahvolur" âyetini açıklarken: "Yüce Allah'ın gazabı da yaratıklarından biridir. Yeri gelir onu çağırır ve onunla konuşur" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: iil" âyetini: "Bedbaht olur" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim, Şüfey b. Mâti'den bildirir: Cehennemde öyle bir saray vardır ki üst tarafından kafir biri aşağıya atıldığı zaman Cehennemin dibine ulaşması kırk yıl sürer. İşte: "...Kimi de gazabım çarparsa artık o uçuruma düşmüştür" buyruğunda ifade edilen budur.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Doğrusu ben, tövbe edip inanan ve salih ameller işleyen, sonra da doğru yol üzere devam eden kimse için son derece affediciyim" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Şirkten tövbe edip Allah'ı birleyen, sorumlu tutulduğu farzları yerine getiren, sonra şüpheye bulaşmayan kişiye karşı son derece affediciyimdir."

Saîd b. Mansûr ve Firyâbî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Doğrusu ben, tövbe edip inanan ve salih ameller işleyen, sonra da doğru yol üzere devam eden kimse için son derece affediciyim" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Burada affedileceklerden kasıt, işlediği günahtan dönüp tövbe eden, şirkten uzaklaşıp Allah'a iman eden, Rabbi ile arasında olan konularda iyi şeyler yapan, yaptığı amellerin de bir karşılığının olacağını bilenlerdir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) âyetini açıklarken: "Doğru yol üzere devam eden, sünnetten ve cemaatten ayrılmayan, anlamındadır" demiştir.

Deylemî, Ali b. Zem'a'dan bildirir: Dünya yaratılmazdan dört bin yıl önce Arş'ın etrafında: "Doğrusu ben, tövbe edip inanan ve salih ameller işleyen, sonra da doğru yol üzere devam eden kimse için son derece affediciyim" yazılıydı.

83

Bkz. Ayet:97

84

Bkz. Ayet:97

85

Bkz. Ayet:97

86

Bkz. Ayet:97

87

Bkz. Ayet:97

88

Bkz. Ayet:97

89

Bkz. Ayet:97

90

Bkz. Ayet:97

91

Bkz. Ayet:97

92

Bkz. Ayet:97

93

Bkz. Ayet:97

94

Bkz. Ayet:97

95

Bkz. Ayet:97

96

Bkz. Ayet:97

97

"Seni acele ile kavminden ayrılmaya sevkeden nedir, ey Musa! Musa: «Onlar ardımdadır, Rabbim! Hoşnut olman için Sana acele geldim" dedi. Allah: «Doğrusu biz, senden sonra milletini sınadık; Samiri onları saptırdı» dedi. Musa, milletine kızgın ve üzgün olarak döndü. «Ey milletim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Uzun bir zaman mı geçti, yoksa Rabbinizin gazabına mı uğramak istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?» dedi. Şöyle dediler: «Sana verdiğimiz sözden kendi isteğimizle caymış değiliz. Fakat biz Mısır halkının mücevheratından yüklü miktarlarda takınmıştık. İşte onları ateşe attık. Sâmirî de aynı şekilde attı.» Bunun üzerine Samiri onlara böğüren bir buzağı heykeli ortaya koydu. O ve adamları: «Bu sizin de Musa'nın da tanrısıdır, ama o unuttu» dediler. O şeyin, kendilerine hiçbir sözle mukabele edemeyeceğini, kendilerine ne bir zarar, ne de bir fayda vermek gücünde olmadığını görmezler mi? And olsun ki, Harun da onlara önceden: «Ey milletim! Siz bu buzağı ile sınanıyorsunuz. Sizin gerçek Rabbiniz Rahman'dır. Bana uyun, emrime itaat edin» demişti. «Musa bize dönene kadar buna sarılmaktan vazgeçmeyeceğiz» demişlerdi. Musa gelince: «Harun! Onların sapıttığını görünce seni benim yolumdan gitmekten alıkoyan nedir? Benim emrime karşı mı geldin?» dedi. Hârûn: «Ey anam oğlu! Saçımı sakalımı çekme. Şüphesiz ben, İsrailoğullarının arasını açtın, sözüme uymadın demenden korktum» dedi. Musa: «Ey Samiri! Ya senin yaptığın nedir?» dedi. Samiri: «Ben onların görmediği şeyi gördüm. Elçinin izinden bir avuç avuçladım da onu attım. Böyle yapmayı bana nefsim güzel gösterdi» dedi. Musa: «Defol! Doğrusu artık hayatta, Bana dokunmayın!' demenden başka yapacağın yoktur. Senin için asla kaçamayacağın bir ceza daha vardır. Durup üzerinde titrediğin tanrına bak, onu yakacağız, sonra denize dökeceğiz» dedi."

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da İmrân b. Meymûn vasıtasıyla Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından birinden bildirir: Mûsa, Rabbine gelmede acele edince, Yüce Allah: "Seni acele ile kavminden ayrılmaya sevkeden nedir, ey Musa!" diye sordu. Musa: "Onlar ardımdadır, Rabbim! Hoşnut olman için sana acele geldim" karşılığını verdi. Mûsa, Arş'ın gölgesinde bir adam gördü ve durumunu çok beğendi. "Rabbim! Bu kim?" diye sorunca, Yüce Allah şöyle buyurdu: "Sana kim olduğunu söyleyeceğim, ancak onda bulunan şu üç özelliği de bildireyim. Bu kişi hiç kimseye Allah'ın kendilerine ihsan ettiği şeylerden dolayı haset etmezdi. Anne babasına karşı değildi. Dedikodu da yapmazdı."

İbn Merdûye'nin Ka'b b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Yüce Allah, Musa'ya konuşacağını söyleyince, Musa vaad edilen zamanda söz konusu yere gitti ve Allah ile gizlice konuşmaya başladı. Bu şekilde konuşurken arkasından bir ses işitti. «Allahım! Arkamda bir ses işitiyorum» deyince, Yüce Allah: «Sanırım kavmin yoldan çıktı» karşılığını verdi. Mûsa: «Rabbim! Onları kim yoldan çıkardı?» diye sorunca, Yüce Allah: «Samiri onları yoldan çıkardı» buyurdu. Mûsa: «Ne ile yoldan çıkardı?» diye sorunca, Yüce Allah: «Onlara böğürebilen bir buzağı heykeli yaptı» buyurdu. Mûsa: «Allahım! Samiri onlara heykelden bir buzağı yaptı da ruhu içinde kim üfledi ki bu heykel böğürebiliyor?» diye sorunca, Yüce Allah: «Ben üfürdüm» karşılığını verdi. Mûsa: «İzzetine yemin olsun ki onları yoldan çıkaran senden başkası değil!» deyince, Yüce Allah: «Doğru söyledin ey bilgeler bilgesi! Hiçbir bilge de senin kadar hikmet sahibi olamaz!» buyurdu.

İbn Cerîr Tehzîb'de Râşid b. Sa'd'dan bildirir: Mûsa, Rabbinin yanına gittiği zaman kavmine kırk gün sonra yanlarına döneceğini söyledi. Görüşme esnasında Yüce Allah ona: "Kavmin sen ayrıldıktan sonra fitneye düşüp saptılar" buyurunca, Mûsa: "Rabbim! Sen onları Firavun'dan, denizde boğulmaktan kurtarmışken, onlara nimetler verip ihsanlarda bulunmuşken nasıl sapıtabilirler?" diye sordu. Yüce Allah: "Ey Mûsa! Senden sonra böğürtüsü de olan buzağı heykelini tanrı edindiler" karşılığını verdi. Mûsa: "Rabbim! Bu heykelin içine ruhu kim koydu?" diye sorunca, Yüce Allah: "Ben koydum" karşılığını verdi. Mûsa: "Rabbim! O zaman onları sen saptırdın" deyince, Yüce Allah: "Ey Mûsa! Ey peygamberlerin başı! Ey bilgelerin babası! Ben bunu kalplerinde gördüm ve sadece yolu onlara kolaylaştırdım" karşılığını verdi.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim, Hazret-i Ali'den bildirir: Mûsa aceleyle Rabbinin yanına gidince geride olan Samiri İsrailoğullarının süs eşyalarından toplayabildiği kadar altın topladı ve bunları dökerek bir buzağı heykeli yaptı. Elçinin izinden de bir avuç alarak bu heykelin içine koyunca böğüren bir buzağıya dönüştü. Sonrasında Samiri, İsrailoğullarına: "...Bu sizin de, Musa'nın da tanrısıdır...'" dedi. Harun da buna karşılık: "...Ey milletim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı?" dedi. Mûsa geri dönüp de durumu görünce öfkeyle kardeşi Harun'un saçlarından tuttu. Harun da ona âyetlerde zikredilen şeyleri söyledi. Musa, Samiri'ye: "Peki sen neden öyle bir şeyi yaptın?" diye sorunca, Samiri: "Elçinin izinden bir avuç alıp erittiğim altının içine attım. Bu şekilde yapmayı nefsin bana söyledi" karşılığını verdi. Bunun üzerine Musa törpü ile bu heykeli törpülemeye başladı. Bu işi bir ırmağın kenarında yaptığı için o buzağıya tapmış olanlardan ırmağın suyundan içen her bir kişinin yüzü altın gibi sarardı. Daha sonra Musa'ya: "Bundan dolayı nasıl tövbe edebiliriz?" diye sorduklarında, Musa: "Tövbeniz, birbirinizi öldürmenizdir" dedi. Bu söz üzerine bıçakları aldılar ve birbirlerini öldürmeye başladılar. Kişi kardeşi, babası, oğlu artık önüne kim çıktıysa kim olduğuna aldırmadan öldürüyordu. Bu şekilde yetmiş bin kişi öldü. Daha Sonra Yüce Allah, Musa'ya: "Onlara söyle artık öldürmeyi bıraksınlar! Zira öldürülenleri bağışladım, geriye kalanların da tövbelerini kabul ettim" diye vahyetti.

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildirir: Firavun ile adamları, Musa'nın ardından denizin içine doğru hücuma geçtiklerinde Firavun'un atı ürküp denize girmek istemedi. Firavun o zaman kara bir erkek ata binmişti. Atı ürküp suya girmeyince Cebrail dişi bir atın üzerinde denizde göründü. Firavun'un atı denizin içindeki dişi atı görünce peşinden suya daldı. Samiri de Cebrail'i görünce onu tandı. Zira Firavun erkek çocukları öldürme emri verdiğinde annesi öldürülür korkusuyla Samiri'yi bir mağaraya koyup mağaranın girişini de kapattı. Samiri mağarada bulunduğu süre zarfında Cebrail yanına gelip parmaklarıyla onu beslerdi. Cebrail'in parmaklarının birinden süt, birinden bal, birinden de yağ akardı. Büyüyünceye kadar da Cebrail onu bu şekilde besleyip durdu. Bundan dolayı Samiri denizin içinde görünen Cebrail'i tanıdı. Cebrail'in atının bastığı yerden de bir avuç toprak aldı. Zira Samirinin içine: "Bu toprağı bir şeyin üzerine attığın zaman o şey istediğin şeye dönüşür" düşüncesi atıldı.

Denizi geçinceye kadar da bu toprağı elinden bırakmadı. Musa ile İsrailoğulları denizi aşıp, Yüce Allah Firavun ile askerlerini denizde boğunca, Musa kardeşi Harun'a: "...Kavmimin içinde benim yerime geç, onları ıslah et, bozguncuların yoluna uyma" dedi. Daha sonra da Rabbiyle sözleştiği gibi görüşmeye gitti. İsrailoğullarında da Firvavun ve adamlarından aldıkları takılar vardı. Bunu taşımakla günaha girdiklerini düşündüler ve gökten ateşin inip yemesi için onları çıkarıp bir yerde yığdılar. Takıları bu şekilde bir yerde yığınca Samiri elindeki toprağı takıların üzerine savurdu ve: "Böğürmesi olan buzağı heykeli ol!" dedi. Takılar böğürmesi olan bir buzağı heykelini dönüştü. Rüzgar bu heykelin arkasından geçip ağzından çıkarken içinden bir ses geliyordu. Takılar bu şekilde heykele dönüşünce Samiri, İsrailoğullarına: "...Bu sizin de Musa'nın da tanrısıdır..." dedi. İsrailoğulları da bu buzağıya tapmaya başladılar. Bunu gören Harun: "Ey kavmim! Siz bu buzağı ile sınanıyorsunuz. Sizin gerçek Rabbiniz Rahman'dır. Bana uyun, emrime itaat edin" dedi. Ancak İsrail oğulları: "Musa bize dönene kadar buna sarılmaktan vazgeçmeyeceğiz" karşılığını verdiler.

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Samiri, ineklere tapan Bacerma ahalisinden biriydi. İçinde ineklere tapma sevgisi mevcuttu, ancak İsrailoğulları içinde kendini Müslüman biri olarak gösteriyordu. Musa, Rabbiyle görüşmeye gittikten sonra Harun, İsrail oğullarına: "Firavun ve ailesinden elde ettiğiniz süs eşyaları, takılar ve diğer şeyler sizler için bir yüktür. Bunlardan temizlenin, zira pislikten başka bir şey değiller" dedi. Sonra bir ateş yakarak: "Yanınızda bulunan bu tür şeyleri ateşe atın!" dedi. Bunun üzerine İsrailoğulları yanlarında bulunan bu süs eşyaları ve takıları getirip ateşe atmaya başladılar. Daha öncesinde Samiri, Cebrail'in atının ayak izinden bir avuç toprak almıştı. O da ateşin yanına gelince, Harun'a: "Ey Allah'ın Peygamberi! Ben de elimdekini atayım mı?" diye sordu. Harun, onun da diğerleri gibi elinde süs eşyaları ile takı bulunduğunu düşünerek: "Evet, at" karşılığını verdi. Bunun üzerine Samiri elindeki toprağı ateşe attı ve: "Böğüren bir buzağı heykeli ol!" dedi. Dediği gibi de oldu. Ancak bunun böyle olması da İsrailoğulları için bir imtihandı.

Takı ve süs eşyaları bu şekilde buzağıya dönüşünce, Samiri: "...Bu sizin de, Musa'nın da tanrısıdır..." dedi. İsrailoğulları da bu buzağıya tapınmaya başladılar ve onu öyle sevdiler ki daha önce hiçbir şeyi bu kadar sevmiş değillerdi. Yüce Allah, Samiri konusunda: "Unuttu" buyurarak geçmişini yani Müslümanlığını bıraktığını bildirmiştir. Sonrasında buzağı ve İsrailoğulları hakkında: "O şeyin, kendilerine hiçbir sözle mukabele edemeyeceğini, kendilerine ne bir zarar, ne de bir fayda vermek gücünde olmadığını görmezler mi?" buyurdu.

Samiri'nin adı Musa b. Zafer idi. Mısır bölgesine gelince İsrailoğullarına katılmıştı. Harun, Samiri'nin bu yaptığını ve İsrailoğullarının içine düştükleri durumu görünce: "Ey kavmim! Siz bu buzağı ile sınanıyorsunuz. Sizin gerçek Rabbiniz Rahman'dır. Bana uyun, emrime itaat edin" dedi. Ancak İsrailoğulları: "Musa bize dönene kadar buna sarılmaktan vazgeçmeyeceğiz" karşılığını verdiler. Sonrasında Harun, buzağıya tapmayan diğer Müslümanlarla bir arada kalırken, buzağıya tapanlar da bir yerde toplandılar. Harun, yanındaki Müslümanlarla birlikte diğerlerinden ayrılmak istemedi. Zira daha sonra Musa'nın: "Sözümü dinlemedin ve İsrailoğullarını böldün" demesinden çekiniyordu. Harun da Musa'dan çekinen ve sözlerini dinleyen birisiydi.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Harun, buzağı heykelini yontan Samiri'yle karşılaşınca: "Ne yapıyorsun?" diye sordu. Samiri: "Zararı olup da faydası dokunmayan bir şey yapıyorum" karşılığını verdi. Harun da: "Allahım! Niyetine göre onun istediğini ver" diye dua etti ve yanından ayrıldı. Samiri yontma işini bitirdikten sonra: "Allahım! Bu buzağının böğürmesini istiyorum" deyince, buzağı böğürmeye başladı. İsrailoğulları da bu buzağı böğürünce secdeye kapanıyor, bir daha böğürünce de başlarını kaldırıyorlardı.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: İsrailoğulları Kıbtilerden ödünç olarak süs eşyaları ve takılar almışlardı. Mısır'dan çıkarken de bunları yanlarında götürdüler. Daha sonra Musa gidince, Harun: "Musa göğe çıktı. Siz bu süs eşyaları ile takıları toplayın, Musa gelince onları ne yapacağına karar versin" dedi. Bunun üzerine eritilmek üzere bunlar toplandı. Samiri bu eriyiğin içine o bir avuç toprağı atınca böğürmesi olan heykelden bir buzağıya dönüştü. İsrailoğullarına da: "...Bu sizin de, Musa'nın da tanrısıdır..." dedi. Musa, Rabbiyle görüşmeye gitti, ancak yolunu şaşırıp yerini kaybetti. İşte rabbi budur!"

Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Hazret-i Ali'den bildirir: "Cebrail yere inip Musa'yı semaya çıkardığı zaman insanların içinden bir Samiri onu fark etti. Giderken de Cebrail'in atının ayak izinden bir avuç toprak aldı. Cebrail, Musa'yı atının arkasına alıp göğe yükseldi. Semanın kapısına geldiği zaman Musa tek başına çıktı. Yüce Allah levhaları yazarken Musa kalemlerin levhalar üzerinde çıkardığı sesi bile duyuyordu. Allah, ardında kalan kavminin saptığını kendisine bildirince Musa aşağıya indi. Buzağıyı alıp yaktı,"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Samiri, Kirman ahalisinden biriydi" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Musa, Rabbiyle konuşmak üzere gittiğinde Rabbi: "Seni acele ile kavminden ayrılmaya sevkeden nedir, ey Musa!" diye sordu. Musa: "Onlar ardımdadır, Rabbim! Hoşnut olman için sana acele geldim" karşılığını verdi. Sonrasında Rabbi ona: "Doğrusu Biz, senden sonra milletini sınadık; Samiri onları saptırdı" dedi. Musa bunun haberini alınca: "Rabbim! Samiri, buzağıyı tanrı edinmelerini söyledi. Peki, bu buzağının içine ruhu kim üfürdü?" diye sordu. Rabbi: "Ben üfürdüm" karşılığını verince, Musa: "Rabbim! O zaman onları saptıran sensin" dedi.

Daha sonra Musa, "Milletine kızgın ve üzgün olarak döndü. «Ey milletim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Uzun bir zaman mı geçti, yoksa Rabbinizin gazabına mı uğramak istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?» dedi." Onlar: "Sana verdiğimiz sözden kendi başımıza caymadık. O milletin ziynet eşyasından bize yükler dolusu taşıtıldı. Biz onları ateşe attık, aynı şekilde Samiri de attı" dediler. Bu ziynet eşyaları da Kıbtîlerden alınmıştı. "Samiri onlara böğüren bir buzağı heykeli ortaya koydu..." Onlar da ona yönelip tapmaya başladılar. Bu buzağı hem böğürüyor, hem de yürüyebiliyordu. Bunu yaptığında Harun: "Ey kavmim! Siz bu buzağı ile sınanıyorsunuz. Sizin gerçek Rabbiniz Rahman'dır. Bana uyun, emrime itaat edin" demişti. Musa: "Ey Samiri! Ya senin yaptığın nedir?" deyince, Samiri: "Ben onların görmediği şeyi gördüm. Elçinin izinden bir avuç avuçladım da onu attım. Böyle yapmayı bana nefsim güzel gösterdi" karşılığını verdi. Bunun üzerine Musa: "Defol! Doğrusu artık hayatta, «Bana dokunmayın!» demenden başka yapacağın yoktur. Senin için asla kaçamayacağın bir ceza daha vardır. Durup üzerinde titrediğin tanrına bak, onu yakacağız, sonra denize dökeceğiz" dedi.

Sonrasında Musa bu buzağıyı törpüyle parçaladı ve denize saçtı, o zamanlarda ne kadar ırmak varsa bu saçılandan nasibini aldı. Musa, buzağının tozunu bu şekilde saçtıktan sonra: "Bu sudan için!" dedi. İsrailoğulları da sudan içtiler. İçince içinde buzağıya karşı sevgisi olan herkesin bıyığına buzağının altınından bulaştı. "...Buzağı kalplerine içirilmişti..." buyruğuyla ifade edilen de budur. Musa geldikten sonra İsrail oğulları yaptıklarından dolayı pişman olup, gerçekten sapmış olduklarını görünce: "...Eğer Rabbimiz! Bize acımaz ve bizi bağışlamazsa, mutlaka ziyana uğrayanlardan oluruz" dediler. Ancak Yüce Allah onların tövbesini, ancak onların hoşlarına gitmeyen bir şeyi yapmaları halinde kabul edebileceğini söyledi. Zira bazıları buzağıya tapmaya başlayınca diğerleri onlarla savaşmayı istememişti. Musa onlara: "Ey kavmim! Buzağıyı tanrı olarak benimsemekle kendinize yazık ettiniz. Yaratanınıza tövbe edin ve nefislerinizi öldürün, bu Yaratanınız katında sizin için hayırlı olur..." dedi.

Bu çağrının ardından buzağıya tapanlar ile tapmayanlar kılıçları çekip birbirlerine girdiler. Her iki taraftan da öldürülenler şehit sayıldı. O kadar çok kişi öldü ki neredeyse toptan yok olacaklardı. Bu şekilde İsrailoğullarından yetmiş bin kişi öldü. Musa ile Harun: "Rabbimiz! İsrailoğulları yok olacak! Rabbimiz! Kalanlar da gitmesin" diye dua edince Yüce Allah artık silahlarını bırakmalarını emretti ve tövbelerini kabul etti. Bu şekilde ölenler şehit sayılırken kalanlar da yaptıklarının kefaretini ödemiş oldular. "...Böylece Allah tövbenizi kabul etti. Çünkü O tövbeleri kabul eden ve çok merhametli olandır" buyruğunda kastedilen de budur.

Daha sonra Yüce Allah, Musa'ya, buzağıya tapmalarından dolayı kendisinden özür dilemek üzere yetmiş kişiyle beraber yanına gelmesini istedi. Musa, İsrailoğullarından yetmiş kişi seçti ve özür dilemek üzere gittiler. Yüce Allah'ın huzuruna geldiklerinde bu yetmiş kişi Musa'ya: "Allah'ı açıkça görmedikçe sana iman etmeyiz! Madem onunla konuştun o zaman onu bize de göster" dediler. Ancak bir yıldırımla hepsi de öldü. Yetmiş kişi bu şekilde ölünce Musa ağlayarak: "Rabbim! İsrailoğullarının yanına döndüğüm zaman onlara ne diyeceğim, zira seçkin kişilerinden yetmiş kişiyi yok ettin! "...Rabbim! Dileseydin onları da beni de daha önce helâk ederdin. İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği yüzünden hepimizi helâk edecek misin?"' demeye başladı. Yüce Allah da Musa'ya: "O yetmiş kişi buzağıya tapmışlardı" diye vahyetti. İşte orada Musa: "...Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini saptırırsın, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim sahibimizsin, bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin!" dedi.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: "Bu sözün gerçekleşmesi size çok mu uzak göründü?" şeklinde açıklamıştır. (.....) âyetini: "Bana verdiğiniz sözden caydınız" şeklinde açıklamıştır. (.....) âyetini: "Sana verdiğimiz sözden kendi isteğimizle caymış değiliz" şeklinde açıklamıştır. (.....) âyetini: "Firavun ailesinden ödünç olarak aldığımız ziynet eşyalarından ağırlıklar yüklenmiştik. Onları attık, Samiri de bizim gibi attı" şeklinde açıklamıştır, (.....) âyetini açıklarken de şöyle demiştir: "Burada buzağının böğürtüsünden kasıt, içinden geçen havanın hafifçe çıkardığı sestir. Âyetteki  (.....) ifadesi de ineğin yavrusu olan buzağıdır."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: "Sana verdiğimiz sözden kendi isteğimizle caymış değiliz" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim, Süddî'den aynısını zikreder.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), Tâhâ Sûresi'nin 87. âyetini âyetini: (.....) lafzıyla okumuş ve: "Kendi isteğimizle (caymış değiliz)" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Yahya,, Tâhâ Sûresi'nin 87. âyetini âyetini okurken: (.....) ile (.....) ifadesi aynı anlamdadır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Bu sizin de, Musa'nın da tanrısıdır, ama o unuttu" âyetini açıklarken: "Musa, bu buzağının sizin ilahınız olduğunu söylemeyi unuttu" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Ama o unuttu" âyetini açıklarken: "İsrâiloğullarının dediğine göre burada unutan kişi Musa'dır. Asıl rabbi bu buzağı iken o başkasını aramaya çıkmıştır, anlamındadır" demiştir. "Sözlerine karşılık vermediğini, kendilerinden hiçbir zararı uzaklaştıramayacağını ve onlara hiçbir fayda sağlayamayacağını görmezler mi?" âyetini açıklarken: "Burada söz konusu olan kişi buzağıdır. Bahsedilen zarar da insanları saptırmasıdır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) âyetini: "Saptıklarını gördüğün zaman onları bırakıp bana uymana ne engel oldu?" şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Neden bana uymadın? Emrime karşı mı geldin?" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Musa, Harun'a İsrailoğullarını ıslah etmesini ve fesatçılara uymamasını emretmişti. Harun'un yaptığı ıslah da buzağıyı reddetmesiydi. Musa'nın Harun'a böyle çıkışması bundan dolayıydı."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "...İsrailoğulları arasına ayrılık koydun... demenden korktum..." âyetini açıklarken: "Bazılarının peşimden gelip bazılarının da geride kalmasından çekindim" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...İsrailoğulları arasına ayrılık koydun... demenden korktum..." âyetini açıklarken: "Zira daha önceden gelen salih insanlar ayrılığı kerih görmüşlerdi" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: (.....) âyetini: "Benim bu konuda ne diyeceğimi beklemedin" şeklinde açıklamıştır. İbn Abbâs ise: (.....) âyetini açıklarken: "Sözümü dinlemedin" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Ya senin derdin neydi ey Sâmirî, dedi" âyetini açıklarken: "Samiri onun asıl adı değildir. Sâmire adında bir kasabadan olduğu için bu isimle anılmıştır" demiştir. "Ben onların görmediği şeyi gördüm..." âyetini açıklarken de: "Burada gördüğü şey Cebrail'in atıydı" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim: "Ben onların görmediği şeyi gördüm..." âyetini (.....) lafzıyla, (.....) harfi ve (.....) harfini ötreli olarak okumuştur.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Elçinin izinden bir avuç avuçladım da onu attım..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Cebrail'in atının ayak izinden bir avuç aldım ve İsrailoğullarının ateşte eriyen ziynet eşyalarının içine attım. Atınca da buzağı heykeline döndü."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Elçinin izinden bir avuç avuçladım..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Samiri, Cebrail'in atının izinden bir avuç toprak aldı ve giysisinde sakladı."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Elçinin izinden bir avuç avuçladım..." âyetini, (.....) lafzıyla, (.....) harfiyle okumuş ve: "Kabs' ifadesi parmak uçlarıyla almadır" demiştir.

Abd b. Humeyd, Ebu'l-Eşheb'den bildirir: Hasan(-ı Basrî), "...Elçinin izinden bir avuç avuçladım..." âyetini, (.....) lafzıyla, harfiyle okur ve: "Kabs' ifadesi parmak uçlarıyla almadır" derdi. Ebû Recâ ise: (.....) lafzıyla okur ve buradaki almanın tüm avuçla olduğunu söylerdi.

İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: (.....) ifadesi avuçlamaktır. (.....) ifadesi parmak uçlarıyla almadır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Elçinin izinden bir avuç avuçladım...'" âyetini  (.....) lafzıyla okumuştur.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: "Hayatta ceza olarak 'Bana dokunmayın!' demenden başka yapacağın yoktur. Senin için asla kaçamayacağın bir ceza daha vardır" şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Şu ibadet edip durduğun ilâhına bak! Biz onu elbette ateşle yakacağız ve onu toz halinde denize savuracağız" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Biz onu elbette ateşle yakacağız..." âyetini: (.....) lafzıyla okur şöyle derdi: "Altın ile gümüş direkt ateşte yakılmazlar. Ancak törpü ile kırıntı haline getirildikten sonra toza dönüşürler."

İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildirir: Bazı kıraatlerde Tahâ Sûresi'nin 97. âyeti: "Biz onu kesip yakacağız" anlamına gelecek şekilde: (.....) lafzıyladır. Zira bu buzağı etten kemikten bir buzağıydı.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Nehîk el-Ezdî: "...Biz onu elbette ateşle yakacağız..." âyetini: (.....) lafzıyla okumuştur.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: (.....) ifadesi deniz anlamına gelir.

İbn Ebî Hâtim, Hazret-i Ali'den bildirir: (.....) ifadesi ırmak anlamına gelir.

98

Bkz. Ayet:104

99

Bkz. Ayet:104

100

Bkz. Ayet:104

101

Bkz. Ayet:104

102

Bkz. Ayet:104

103

Bkz. Ayet:104

104

"Sizin ilâhınız, yalnızca, kendisinden başka ilâh olmayan Allah'tır. O nun ilmi her şeyi kuşatmıştır. Geçmiş olayları sana böyle anlatırız. Katımızdan sana da bir zikir verdik. Kim ondan yüz çevirirse bilsin ki kıyamet günü bir yük taşıyacaktır. Devamlı bu günahın azabında kalacaklar. Kıyamet günü onlar için ne kötüdür bu yük! Sura üflendiği gün, işte o gün, suçluları gözleri korkudan göğermiş olarak toplarız. Aralarında birbirlerine «Sadece on (gün) kaldınız» diye gizli gizli konuşurlar. Aralarında konuştuklarını Biz daha iyi biliriz. En akıllıları: «Bir günden fazla kalmadınız» der."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: "İlmiyle her yeri doldurmuştur" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "...Katımızdan sana da bir zikir verdik" âyetini açıklarken: "Zikir'den kasıt Kur'ân'dır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Kıyamet günü bir yük taşıyacaktır" âyetini açıklarken: "Bu yük, günahlardan bir yüktür" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Kıyamet günü onlar için ne kötüdür bu yük" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "(Kıyamet günü onlar için ne kötüdür bu yük)" âyetini açıklarken şöyle demiştir: (.....) ifadesinin  (.....) şeklinde bitişik değil ayrı yazılması gerekir. Zira bitişik yazılması halinde anlamı kapalı kalır. Burada taşıdıkları bu kötü yükten dolayı da içinde ebedi olarak kalacakları Cehenneme gidecekleri bildirilmiştir. Zira bu kötü yük, sahibini Cehennem ateşine götürür. Bu anlamı da vermesi için bu ifadesinin belirtiğimiz gibi ayrı yazılması gerekir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre adamın biri İbn Abbâs'a geldi ve şöyle dedi: "Yüce Allah bir âyette: "Sura üflendiği gün, işte o gün, suçluları gözleri korkudan göğermiş olarak toplarız" buyuruyor. Ancak diğer bir âyette: "...Biz onları kıyamet günü yüzükoyun, körler, dilsizler ve sağırlar olarak haşrederiz..." buyurur. Bu konuda ne dersin?" İbn Abbâs: "Kıyamet gününün değişik halleri olur. Bunlar da bir halde gözleri göğermiş olurken başka bir halde kör olurlar" karşılığını verdi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Aralarında gizlice konuşurlar" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) âyetini: "En akıllıları der ki..." şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) âyetini: "Kendini en iyi bilenleri der ki..." şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...En akıllıları: «Sadece bir gün eğleştiniz» der" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "İçlerinde dünya hayatı o kadar küçük ve kısa bir yer tutar ki kafirlerden en olgun olanları: "Dünyada sadece bir gün kaldınız" der."

105

Bkz. Ayet:108

106

Bkz. Ayet:108

107

Bkz. Ayet:108

108

"Sana dağları sorarlar. De ki: "Rabbim onları ufalayıp savuracak, yerlerini düz, kuru bir toprak haline getirecek; orada ne çukur, ne tümsek göreceksin. O gün, hiçbir tarafa sapmadan bir davetçiye uyarlar. Sesler Rahman ın heybetinden kısılmıştır. Artık hafif bir sesten başkasını işitemezsin."

İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildirir: Kureyşliler: "Ey Muhammed! Kıyamet gününde Rabbin bu dağları ne yapacak?" diye sorunca, "Sana dağları sorarlar. De ki: "Rabbim onları ufalayıp savuracak, yerlerini düz, kuru bir toprak haline getirecek; orada ne çukur, ne tümsek göreceksin" âyetleri nazil oldu.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Bitkisiz, çıplak kalacak bir şekilde dümdüz eder" şeklinde açıklamıştır. (.....) âyetini de: "Orada artık ne bir çukur, ne de bir tümseklik görebilirsin" şeklinde açıklamıştır.

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyetin ne anlama gelmektedir?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Kâ' pürüzsüz yer demektir. Safsaf ise düz yer anlamındadır" karşılığını verdi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Şairin:

"Müfrezenin öyle çok silahlan var ki

Radva'nın tepesine saldıracak olsalar onu dümdüz ederler" dediğini işitmez misin?"

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime'ye: (.....) âyetinin anlamı sorulunca şöyle dedi: "Bu konuda İbn Abbâs: «Çukuru veya tümsekliği bulunmayan dümdüz arazidir» derdi."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: "Bitkisiz ve dümdüz eder" şeklinde açıklamıştır. (.....) âyetini de: "Orada artık ne bir çukur, ne de bir tümseklik görebilirsin" şeklinde açıklamıştır.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: "Dümdüz arazi" şeklinde açıklamıştır. (.....) âyetini de: "Orada artık ne bir çukur, ne de bir tümseklik görebilirsin" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini:

"Orada artık ne bir iniş, ne de bir yarık görebilirsin" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini: "Orada artık ne bir iniş ne de bir yokuş görebilirsin" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) ifadesi çukur anlamındadır" demiştir.

İbnu'l-Enbârî'nin el-Vakfu ve'l-İbtidâ'da bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyetindeki (.....) ifadesinin anlamı nedir?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Yere göre yüksek olan tümsekliktir. Ka'b b. Züheyr bu konuda:

"Ne tümseği, ne tepesi olan ıssız bir arazide

Gözlerim iri bir tavşanın başına ilişti" demiştir."

İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirir: Yüce Allah kıyamet gününde insanları karanlıkta haşreder. Zira o günde gök dürülür, yıldızlar sağa sola saçılır, güneş ile ay giderler. Bir münadi de seslenince tüm insanlar sesi takip edip peşinden giderler. İşte: "O gün, hiçbir tarafa sapmadan bir davetçiye uyarlar..." âyetinde ifade edilen de budur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: "O gün, hiçbir tarafa sapmadan bir davetçiye uyarlar..." âyetini açıklarken: "Davetçinin bu sesinden başka bir tarafa sapamazlar" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini: "Ondan sapamazlar" şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Sesler susmuştur" şeklinde açıklamıştır. (.....) âyetini da: "Fısıltıdan başka bir şey duyamazsın" şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Artık hafif bir sesten başkasını işitemezsin" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt ayak sesleridir" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Artık hafif bir sesten başkasını işitemezsin" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt ayak sesleridir" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime ile Saîd: "Artık hafif bir sesten başkasını işitemezsin" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt ayak sesleridir" demişlerdir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Artık hafif bir sesten başkasını işitemezsin" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt ayak sesleridir" demiştir.

Abd b. Humeyd, Husayn b. Abdirrahman'dan bildirir: Şa'bî ile otururken önümüzden kireç taşı yüklenmiş develer geçti. Yüklerini indirdikten sonra ayak seslerinden başka bir şey duyulmaz oldu. Bunun üzerine Şa'bî: "Hems denen işte bu sestir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Artık hafif bir sesten başkasını işitemezsin" âyetini açıklarken: "Konuşurken sesi kısmaktır. Dil ve dudakların oynamasına rağmen sesin işitilmemesidir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Artık hafif bir sesten başkasını işitemezsin" âyetini açıklarken: "Hafif sesten kasıt, sessizce konuşmak ve ayak sesleridir" demiştir.

109

O gün, RAHMÂN’ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasının şefaatı fayda vermez.

110

Allah, onların geleceklerini de, geçmişlerini de bilir. Kulların ilmi ise asla bunu kavrayamaz.

111

Bkz. Ayet:112

112

"Yüzler, diri ve her an yaratıklarını gözetip duran Allah'a boyun eğmiştir. Yükü zulüm olan kimse ise hüsrana uğramıştır. Mümin olarak yararlı işler işleyen kimse, haksızlıktan ve hakkının yeneceğinden korkmaz."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Yüzler boyun eğmiştir" şeklinde açıklamıştır.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd, Katâde'den aynısını zikreder.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: "Yüzler boyun eğmiştir" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Yüzler, diri ve her an yaratıklarını gözetip duran Allah'a boyun eğmiştir..." âyetini açıklarken: "Artık tüm insanlar orada esir gibidirler" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Aliye: (.....) âyetini:

"Yüzler boyun eğmiştir" şeklinde açıklamıştır.

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesi ne anlama geliyor?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Kıyamet gününde bütün yüzler Allah'a teslim olmuş ve boyun eğmiştir, anlamındadır" karşılığını verdi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Şairin:

Derdine boyun eğmiş her bir kişi ağlasın

Kusay ailesi de zengini ve fakiriyle ağlasın " dediğini işitmez misin?"

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Bundan kasıt rüku' ile secdeye gitmeleridir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Talk b. Habîb: "Yüzler, diri ve her an yaratıklarını gözetip duran Allah'a boyun eğmiştir..." âyetini açıklarken: "Secdede alnını, avuçlarını, dizlerini ve ayaklarının ucunu yere koymandır" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Yükü zulüm olan kimse ise hüsrana uğramıştır" âyetini açıklarken: "Bu zulümden kasıt şirktir" demiştir.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...Yükü zulüm olan kimse ise hüsrana uğramıştır" âyetini açıklarken: "Bu zulümden kasıt şirktir" demiştir. "...Haksızlıktan ve hakkının yeneceğinden korkmaz" âyetini açıklarken de: "Haksızlıktan kasıt kişinin kötülüklerinin arttırılmasıdır. Hakkının yenmesinden kasıt ise iyiliklerinin eksiltilmesidir" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Haksızlıktan ve hakkının yeneceğinden korkmaz" âyetini açıklarken: "Kötülüklerinin arttırılmasından veya iyiliklerinin eksiltilmesinden korkmaz" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Haksızlıktan ve hakkının yeneceğinden korkmaz" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kötülüklerinin, olduğundan daha fazla arttırılmasından veya iyiliklerinin eksiltilmesinden korkmaz."

Firyâbî, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Haksızlığa uğramaktan..." şeklinde açıklamıştır.

113

"İşte böylece biz onu Arapça bîr Kur'ân olarak İndirdik ve Allah'a karşı gelmekten sakınsınlar yahut onlara bîr uyarı versin diye onda tehditleri teker teker sıraladık."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken:

"Kendilerine gelip belki korkarlar diye, anlamındadır" demiştir.

114

"Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce Kur'ân'da acele etme. «Rabbim! İlmimi arttır» de."

İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Cebrâil kendisine Kur'ân âyetleriyle geldiği zaman onu ezberlemek için acele davranır ve bu yüzden sıkıntı içine girerdi. Zira inen Kur'ân'ı iyice ezberlemeden Cebrail'in geri gitmesinden ve bu şekilde inen âyetleri unutmaktan çekinirdi. Bunun üzerine Yüce Allah kendisine: "...Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce Kur'ân'da acele etme..." buyurdu. Bu yönde yine: "Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma" buyurmuştur.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce Kur'ân'da acele etme..." âyetini açıklarken: "Sana onu açıklayana kadar Kur'ân'da (hüküm vermekte) acele etme" demiştir.

Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Adamın biri karısına tokat attı. Kadın da Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip kocasından kısas istedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kadının kocasına kısas uygulaması hükmünü verdi. Bunun üzerine Yüce Allah: "...Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce Kur'ân'da acele etme. "Rabbim! İlmimi arttır" de" âyetini indirdi. Bu âyetin nazil olmasıyla Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kısası durdurup bekledi. Beklemesi sonucunda da: "Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar..." âyeti nazil oldu.

Saîd b. Mansûr ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti: "(Biz sana vahyedilmesini tamamlamadan...)" lafzıyla okumuştur.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce Kur'ân'da acele etme..." âyetini açıklarken: "Vahyedilişini sana tamamlayana kadar başkasına okuma, anlamındadır" demiştir.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce Kur'ân'da acele etme..." âyetini açıklarken: "Sana onu açıklayana kadar Kur'ân'da (hüküm vermekte) acele etme" demiştir.

Tirmizî ve İbn Mâce, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allahım! Öğrettiğin ilmi bana faydalı kıl. Bana faydalı olan şeyleri öğret. İlmimi arttır. Her halükârda Allah'a hamdolsun" diye dua ederdi.

Saîd b. Mansûr ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Allahım! İmanımı, anlayışımı, yakinimi ve ilmimi artır" diye dua ederdi.

115

"Andolsun, bundan önce biz Âdem'den söz almıştık O ise bunu unutuverdi. Onda azim de bulmadık!"

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî M. es-Sağîr'de, İbn Mende Tevhîd'de ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İnsana, verdiği sözü unuttuğu (=nisyân) için 'İnsan' ismi verilmiştir" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Asâkir, Ebû Umâme el- Bâhilî'den bildirir: Şayet Âdem'in yaratılmasından kıyamet gününe kadar gelen insanların hilmi bir kefeye, Âdem'in de hilmi bir kefeye konulacak olsa Âdem'in hilmi daha ağır basardı. Buna rağmen Yüce Allah onun için: "...Onda azim ve kararlılık bulmadık"' buyurmuştur.

Ebu'ş-Şeyh Azame'de Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Âdem'in aklı kendisinden sonra gelen tüm nesillerin aklının toplamına denkti. Bunu rağmen Yüce Allah onun için: "...O ise bunu unutuverdi. Onda azim ve kararlılık bulmadık" buyurmuştur.

Abdulğanî b. Saîd Tefsîr'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Andolsun, bundan önce biz Âdem'den söz almıştık. O ise bunu unutuverdi. Onda azim ve kararlılık bulmadık" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Ağaca yaklaşmayacağına dair ondan söz almıştık. Ancak o bu sözünü tutmadı. Ağaçtan uzak durmaya yönelik onda bir azim ve kararlılık da görmedik."

İbn Cerîr ve İbn Mende'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Onda azim bulmadık" âyetini açıklarken: "Verdiği sözü tutmaya yönelik bir azim bulamadık" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: " âyetini açıklarken: "Verdiği sözü unuttu. Biz de onda bir azim kılmadık" demiştir.

Zübeyr b. Bekkâr Muvaffakiyât'ta İbn Abbâs'tan bildirir: Ömer b. el- Hattâb'a: "Ey iman edenler! Size açıklandığı takdirde, sizi üzecek olan şeylere dair soru sormayın..." âyetini sorduğumda şöyle dedi: "Muhacirlerden bazıları soyları konusunda bazı şüpheleri vardı. Bir gün: "Vallahi soyumuz konusunda Yüce Allah'ın âyet indirmesini isterdik" dediklerinde işte bu okuduğun âyet nazil oldu." Sonrasında Ömer bana şöyle dedi: "Sizin de şu adamınız (Ali b. Ebî Tâlib) şayet başa geçecek olsa bu konuda zahidçe davranacağını biliyorum. Ancak şu kendini beğenmişliğinin zühdünü yok etmesinden çekmiyorum." Kendisine: "Ey müminlerin emiri! Bu arkadaşımızı sen de iyi bilirsin. Şu ana kadar dini yönden ne değişmiş, ne de bir şeyi değiştirmiştir. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sahabeliği boyunca da Allah Resûlünü öfkelendirmiş değildir" dediğimde: "Fâtıma'nın üzerine Ebû Cehil'in kızını almayı düşünmesinde de mi öfkelendirmiş değildir?" karşılığını verdi. "Yüce Allah, Âdem'in kendisine karşı gelmesi konusunda: "...Onda azim ve kararlılık bulmadık" buyurmuştur. Bizim arkadaşımız da Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kızdırma konusunda azmetmiş değildir. Ancak bilirsin ki bu tür şeyler insanın içinden geçer ve kişi bunları defedemez. Aynı şeyler Yüce Allah'ın dinini ve emirlerini çok iyi bilen fakih birinde de olabilir. Ancak uyarıldığı zaman bunları bırakıp Allah'a yönelir" dediğimde, Ömer: "Ey İbn Abbâs! Sizinle tartışmaya girebileceğini düşünen kişi derinlere daldıkça bu konuda ne kadar aciz olduğunu da görecektir!" karşılığını verdi.

Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usûl'de bildirdiğine göre İbn Abbâs, Ömer b. el-Hattâb'a: "Ey müminlerin emiri! Kişi neden hatırlar ve neden dolayı unutur?" diye sorunca, Ömer şu karşılığı verdi: "Kalbin üst tarafında sıkıntı ve üzüntüden bir perde vardır. Bu perde kalbin üzerine çöktüğü zaman kişi bildiği şeyi de unutur. Bu perde çekildiği zaman da unuttuğu şeyi tekrar hatırlar."

İbn Ebî Şeybe, İbn Abbâs'tan bildirir: "Sol elinizle yiyip içmeyin. Zira Âdem sol eliyle yiyince unuttu. Bu unutkanlığı da kendisinden sonra gelen nesillere geçti."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atiyye: "...Onda azim ve kararlılık bulmadık" âyetini açıklarken: "Kendisine verilen emri yerine getirmede kendisinde bir kararlılık göremedik" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Onda azim ve kararlılık bulmadık" âyetini açıklarken: "Ağaca yaklaşmama konusunda kendisinde bir sabır bulamadık" demiştir.

İbnu'l-Münzir, Muhammed b. Ka'b'dan bildirir: "Âdem'in hilmi ile diğer tüm insanların hilmi ölçülecek olsa birbirine denk gelirdi."

İbn Ebî Hâtim, Ubeyd b. Umeyr'den bildirir: "Âdem, ulu'l-azm olan peygamberlerden değildi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...O ise bunu unutuverdi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Unutmadan kasıt, kendisine verilen emri yerine getirmemesidir. Gerçek mânâda unutma olsaydı o zaman bir sorumluluğu olmaması gerekirdi. Zira Yüce Allah müminleri unutarak ve hatayla yaptıkları şeylerden sorumlu tutmamıştır. Burada Âdem ağaçtan yememe konusunda kendisine verilen emri terk etmiştir."

116

Bkz. Ayet:119

117

Bkz. Ayet:119

118

Bkz. Ayet:119

119

"Hani meleklere, «Âdem'e secde edin» demiştik de, İblis'ten başka melekler hemen secde etmişlerdi. İblis bundan kaçınmıştı. Bunun üzerine şöyle dedik: Ey Âdem! Şüphesiz hu, hem senin, hem de eşin için bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra mutsuz olursun. Şüphesiz senin için orada aç kalmak, çıplak kalmak yoktur. Orada ne susuzluk çekersin, ne de sıcaktan bunalırsın."

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra mutsuz olursun" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bundan kasıt dünya hayatındaki mutsuzluktur. Bundan dolayıdır ki dünyada mutsuz olmayan ve sıkıntı çekmeyen insan göremezsin."

İbn Ebî Hâtim, Süfyân b. Uyeyne'den bildirir: Burada Yüce Allah "İkiniz de mutsuz olursunuz" dememiştir. Zira Âdem'in eşi de onunla birlikte cennete girmişti. Burada mana hem Âdem ile Havva'ya, hem de onlardan gelecek nesillere yöneliktir. Bu da tıpkı: "Ey peygamber! Kadınları boşamak istediğinizde..." âyetindeki, veya: "Ey peygamber! Eşlerinin rızasını arayarak, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Allah, (gerektiğinde) yeminlerinizi bozmanızı size meşru kılmıştır..."âyetlerindeki üslup gibidir. Burada da direkt muhatap sadece Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) o İmasına rağmen mana olarak diğer tüm Müslümanlar bu hitabın kapsamına girmişlerdir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebû Nuaym Hilye'de ve İbn Asâkir, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Âdem Cennetten çıkarıldığı zaman dünyada ona alacalı bir Öküz verildi ve ona: "Bununla çalış" denildi. Sonrasında Âdem alnından terini silmeye ve: "Rabbimin: "...Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra mutsuz olursun" buyruğunda bana dediği işte buydu" demeye başladı. Sonra eşine: "Havvâ! Beni bu duruma düşüren sendin!" diye bağırdı. Bundan dolayıdır ki öküzle çalışan her bir insan ona:

"Ho!" der. Bu da diğer insanlara Âdem'den kalmadır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Orada ne susuzluk çeker, ne de sıcaktan bunalırsın" şeklinde açıklamıştır.

Tastî'nin Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesinin anlamı nedir?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Güneşin sıcağından dolayı terlemezsin, anlamındadır" demiştir. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı vermiştir: "Evet, bilirler. Şairin:

"Kadın öyle bir adam gördü ki güneş altında terler

Akşam olunca da üşümeye başlardı" dediğini işitmez misin?"

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) ifadesini: "Güneş üzerine gelmez" şeklinde açıklamıştır.

120

"Nihayet şeytan ona vesvese verip: «Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?» dedi."

Ahmed, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cennette öyle bir ağaç vardır ki binekli bir kişi gölgesinde yüz yıl yol alır da onu katedemez. Bu ağaç 'Ebediyet Ağacı'dır."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usûl'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Vehb b. Münebbih'ten bildirir: Yüce Allah, Âdem ile eşini Cennete koyduktan sonra ağaçtan uzak durmaları emrini verdi. Bu ağacın dalları birbirine dolanmış ve olabildiğince yükselmişti. Bu ağacın da bir meyvesi vardı ki melekler ebedi olarak kalmak için bu meyvelerden yerlerdi. Yüce Allah, Âdem ile eşine bu meyveden yemelerini yasaklamıştı. İblis de onların ayaklarını kaydırmak isteyince Cennete girmek için bir yılanın içine girip saklandı. Yılan da önceleri dört ayaklıydı ve yaratılmış en güzel develeri andırıyordu. Yılan Cennete girdiği zaman İblis içinden çıktı. Yüce Allah'ın Âdem ile eşine yasaklamış olduğu ağacın meyvesinden bir tane alıp Havva'nın yanına geldi. Ona: "Şu meyveye baki Kokusu, tadı, rengi ne kadar da hoş!" deyince, Havva bu meyveyi alıp yedi.

Sonrasında Havva bu meyveyi alıp Âdem'in yanına gitti. Ona: "Şu meyveye bak! Kokusu, tadı, rengi ne kadar da hoş!" dedi. Âdem de bu meyveyi alıp yiyince her ikisinin avret yerleri göründü. Âdem bunun utancı ile ağacın içine girip saklandı. Rabbi kendisine: "Neredesin?" diye seslenince, Âdem: "Rabbim! İşte buradayım" dedi. Rabbi: "Neden çıkmıyorsun?" diye sorunca, Âdem: "Rabbim! Senden utanıyorum" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Yeryüzüne in!" buyurdu. Havva'ya da: "Ey Havva! Benim kulumu mu kandırdın! Bilki ne zaman hamile kalsan istemeyerek onu taşıyacaksın! Onu doğurmak istediğin zaman da birkaç kez ölümü tadacaksın!" buyurdu. Yılana da şöyle buyurdu: "Kulumu kandırmak için o melun İblis senin içinde mi Cennete girdi! Sen de devamlı olarak lanetli kalacaksın! Ayakların karnının içinde olacak. Topraktan başka bir yiyeceğin olmayacak! Sen insanların düşmanı olacaksın, insanlar da senin düşmanın olacaklar. Ne zaman insanlardan birini görsen topuğuna saldıracaksın, ne zaman da bir insan seni görse başını parçalayacak!"

Ravi der ki: Vehb'e: "Melekler de yer miydi ki?" diye sorulunca, Vehb:

"Yüce Allah dilediğini yapar" karşılığını verdi.

Hakîm et-Tirmizî, Alkame'den bildirir: "Gördüğünüz her yılanı öldürün. Ancak mil gibi olan yılanlara dokunmayın, zira onlar yılanların cinidirler. Kişi kafir de olsa, Müslüman da olsa yılanı öldürmeden dolayı sorumlu tutulmaz."

121

"Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvesinden yedi, ayıp yerleri görünüverdi. Cennet yapraklarıyla örtünmeye koyuldular. Âdem, Rabbine asi olup yolunu şaşırdı"

Beyhakî Şuabu'l-îman'da Ebû Abdillah el-Mağribî'den bildirir: Hazret-i İbrâhîm, Hazret-i Âdem'in durumu üzerinde düşündü ve: "Rabbim! Onu kendi ellerinle yarattın, ruhundan ona üfledin ve melekleri de ona secde ettirdin. Sonra bir suçtan dolayı insanların ağız dolusu: "Âdem, Rabbine asi olup yolunu şaşırdı" demelerine sebep oldun" dedi. Yüce Allah da, İbrâhîm'e: "Ey İbrâhîm! Sen de bilirsin ki sevgilinin sevgiliye karşı çıkması pek ağır olur" diye vahyetti.

122

Sonra Rabbi, onu seçti de tevbesini kabul buyurdu ve ona doğru yolu gösterdi.

123

"Buyurdu ki: Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Benden sîze bir hidayet eriştiğinde benim doğru yoluma uyan kimse asla sapmaz ve bedbaht da olmaz."

Taberânî, Hatîb el-Muttefik ve'l-Müfterik'de ve İbn Merdûye, Ebu't- Tufayl'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: "(Benim doğru yoluma uyan kimse)" lafzıyla okudu.

İbn Ebî Şeybe, Taberânî, Ebû Nuaym Hilye'de ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın kitabına uyan kişiyi Yüce Allah dünyada dalâletten hidayete erdirir. Ahirette de kötü bir hesaptan korur. Zira Yüce Allah: "...Benim doğru yoluma uyan kimse asla sapmaz ve bedbaht da olmaz" buyurur.

Firyâbî, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Muhammed b. Nasr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah Kur'ân'ın yolundan gidenleri dünyada sapmaktan, âhirette ise bedbaht olmaktan korur, Zira: "...Benim doğru yoluma uyan kimse asla sapmaz ve bedbaht da olmaz" buyurmuştur ki bu da dünyada iken sapmaz, âhirette de bedbaht olmaz anlamındadır.

124

Bkz. Ayet:126

125

Bkz. Ayet:126

126

"Her kim de benîm zikrimden yüz çevirirse, mutlaka ona dar bîr geçim vardır. Bir de onu kıyamet gününde kör olarak haşrederîz. O: «Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Oysa ben, hakikaten görür idim!» der. Allah: «Böyledir, âyetlerimiz sana gelmişti de sen onları unutmuştun, bugün de öylece unutulursun» der."

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, Müsedded Müsned'de, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Azâbu'l- Kabr'de Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: "...Ona dar bir geçim vardır..." (.....), âyeti konusunda Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bundan kasıt kabir azabıdır" buyurmuştur. Abdurrezzâk'ın lafzı: "Kaburgaları darmadağın olacak şekilde kabri daraltılır" şeklindedir. İbn Ebî Hâtim'in lafzı ise: "Bundan kasıt kabrin sıkıştırmasıdır" şeklindedir.

Beyhaki, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: "Burada dar geçimden  (.....)  kasıt, kişiye kabirde etini koparıp yiyen doksan dokuz ejderhanın musallat edilmesidir."

Bezzâr ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Hureyre'den bildirir: "...Ona dar bir geçim vardır..." âyeti konusunda Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Burada Yüce Allah'ın zikrettiği dar geçim  (.....), kişiye kabirde kıyamet gününe kadar etini koparıp yiyen doksan dokuz yılanın musallat edilmesidir.

İbn Ebî Şeybe, Bezzâr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî başka bir kanalla Ebû Hureyre'den bildirir: "...Ona dar bir geçim vardır..." (.....), âyeti konusunda Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bundan kasıt kabir azabıdır" buyurmuştur.

İbn Ebi'd-Dünya Zikru'l-Mevt'de, Hakîm et-Tirmizî, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, İbn Merdûye ve Beyhaki, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mümin kişi kabrinde yemyeşil bir bahçede gibidir. Kabri yetmiş arşın genişletilir ve ayın ondördü gibi aydınlık olur" buyurdu ve: "...Ona dar bir geçim vardır..." âyetinin ne hakkında nazil olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Ashâb: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dediklerinde Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kafirin kabirdeki azabı hakkında nazil oldu. Kafire kabrinde doksan dokuz ejdarda musallat edilir. Bu ejdarhalar nedir bilir misiniz? Bunlar her biri yedi başlı olan yılanlardır. Tekrar haşredilene kadar onu ısırır, sokar, üfürür ve parçalarlar. "

İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Beyhakî Azâbu'l-Kabr'de İbn Mes'ûd'dan bildirir: Size bir şey anlattığım zaman mutlaka onu Allah'ın Kitabıyla da doğrularım. Mümin kabrine konulduktan sonra sorgu için oturtulur ve: "Rabbin kim? Dinin ne? Peygamberin kim?" diye sorulur. Yüce Allah da onu sapasağlam tutacağı için: "Rabbim Allah'tır, dinim İslam'dır, peygamberim de Muhammed'dir" cevabını verir. Sonrasında kabri genişletilip içinde rahat ettirilir. Yüce Allah bu yönde: "Allah sağlam sözle iman edenleri hem dünya hayatında, hem de âhirette sapasağlam tutar..." buyurmuştur. Kafir kişi de kabrine konulduktan sonra sorgu için oturtulur ve: "Rabbin kim? Dinin ne? peygamberin kim?" diye sorulur. Kafir: "Bilmiyorum" karşılığını verir. Bunun üzerine kabri daraltılır ve içinde azaba maruz kalır. Bu yönde de Yüce Allah: "Her kim de benim zikrimden yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır..." buyurmuştur.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Sıkıntılı bir hayat" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Ona dar bir geçim vardır..." âyetini açıklarken: "Cehennem ateşinde sıkıntılı bir yaşam vardır" demiştir.

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyetinin anlamı nedir?" diye sorunca, İbn Abbâs: "ed-Dank, her yönden zor olan anlamındadır" karşılığını verdi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Şairin:

"Atlılar bize zorlu bir geçitte yetişti

Her iki taraf tehlikeli ve önü çetin bir yerdi" dediğini işitmez misin?"

Hennâd, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, Taberânî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "...Ona dar bir geçim vardır..." âyetini açıklarken: "Bundan kasıt kabir azabıdır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve Beyhaki, Ebû Saîd'den aynısını zikreder.

Abd b. Humeyd ve Beyhaki, Ebû Sâlih ile Rabî'den aynısını zikreder.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Âyette zikredilen dar geçim Cehennemdir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Ona dar bir geçim vardır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Yüce Allah burada: "Kullarımdan herhangi birine az veya çok bir mal verdiğimde bu malı bana karşı takvalı olmada kullanmadığı zaman bu maldan ona bir hayır gelmez. Dar geçim de budur" demek istemiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini:

"Sıkıntılı bir yaşam" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "...Ona dar bir geçim vardır..."âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah kuluna hayatında bolluk verir. Ardından geçimini haram yoldan kazanmaya yöneltir. Buna karşılık Cehennem ateşinde ona sıkıntılar hazırlar."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mâlik b. Dînar: "...Ona dar bir geçim vardır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah kendisini rızkını haram yoldan kazanmaya sevkeder. Bu şekilde ölene kadar haram yer durur. Bundan dolayı da Cehennemde onu azaba maruz bırakır."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: "...Ona dar bir geçim vardır..." âyetini açıklarken: "Bundan kasıt kötü amel ile pis, haram olan rızıktır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "...Ona dar bir geçim vardır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Cehennemde onun için yiyecek olarak diken, zakkum, içecek olarak da yanan insanlardan akan irin ve kan vardır. Bu yönde ne kabirde, ne de dünyada onun için böylesi bir yaşam olmaz. Zikredilen dar geçim ve yaşam âhirette olacaktır."

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: "...Ona dar bir geçim vardır..."âyetini açıklarken: "Bundan kasıt kabrinin daraltılmasıdır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: Yüce Allah: "Her kim de benim zikrimden yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır. Bir de onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz" buyurur. Burada kör olmaktan kasıt, delil getirmekten aciz olmaktır. O: "Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Oysa ben, hakikaten görür idim!" deyip dünyada iken gördüğünü ve neden kör olarak haşredildiğini sorunca, Yüce Allah: "Âyetlerimiz sana gelmişti de sen onları unutmuştun, bugün de öylece unutulursun" karşılığını verir ve onu Cehennemde unutur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: "...Onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz" âyetini açıklarken: "Delil getirmekten aciz bir şekilde haşrederiz" demiştir.

Hennâd, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "...Onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz" âyetini açıklarken: "Cehennem dışında gözleri hiçbir şeyi görmez olur. Cehennem ateşinden başka bir şeyi göremez" demiştir.

Hennâd'ın bildirdiğine göre Mücâhid: "Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin?" âyetini açıklarken: "Neden durumum için delil getiremiyorum" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Âyetlerimiz sana gelmişti de sen onları unutmuştun, bugün de öylece unutulursun" âyetini açıklarken: "Sen nasıl dünyada iken âyetlerimizi bırakıp onlarla amel etmediysen şimdi de sana hiçbir iyilik yapılmayacak ve öylece terk edileceksin" demiştir.

Hennâd'ın bildirdiğine göre İkrime: "...Bugün de öylece unutulursun" âyetini açıklarken: "Cehennem ateşinde unutulursun" demiştir.

127

Bkz. Ayet:129

128

Bkz. Ayet:129

129

"Haddi aşan ve Rabbi'nin âyetlerine inanmayanları işte böyle cezalandırırız. Şüphesiz âhiret azabı daha şiddetli ve daha kalıcıdır. Onları yerlerinde gezdikleri, kendilerinden önce yok etmiş olduğumuz bunca nesiller doğru yola sevketmedi mi? Doğrusu bunlarda akıl sahipleri için ibretler vardır. Eğer Rabbinin verilmiş bir sözü ve tayin ettiği bir süre olmasaydı, hemen azaba uğrarlardı."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân: "Haddi aşan ve Rabbi'nin âyetlerine inanmayanları işte böyle cezalandırırız..." âyetini açıklarken: "Haddi aşmaktan kasıt şirktir" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Doğru yola sevketmedi mi?" âyetini açıklarken: "Bunları onlara açıklamadık mı?" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Onları yerlerinde gezdikleri, kendilerinden önce yok etmiş olduğumuz bunca nesiller doğru yola sevketmedi mi?" âyetini açıklarken: "Âd, Semûd ve daha önce yaşamış diğer milletleri nasıl helak ettiğimizi onlara açıklamadık mı, anlamındadır" demiştir. "Eğer Rabbinin verilmiş bir sözü ve tayin ettiği bir süre olmasaydı, hemen azaba uğrarlardı" âyetini açıklarken de: "Burada konuşmada takdim ve tehir söz konusudur. Şayet daha önceden Yüce Allah'ın vermiş olduğu bir söz ve takdir etmiş olduğu bir vade olmasaydı anında cezalarını görürlerdi" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Eğer Rabbinin verilmiş bir sözü ve tayin ettiği bir süre olmasaydı, hemen azaba uğrarlardı" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Eğer öylesi bir söz ve vade olmasaydı onların cezasını hemen verirdi. Ancak bu söz ve vadeden dolayı onları Bedir savaşına kadar bekletmiştir. Cezalarını görme de budur. Burada takdim tehir söz konusudur."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken: "Tayin edilen süreden kasıt, Yüce Allah'ın daha önce vermiş olduğu sözdür" demiştir.

Ebû Nasr es-Siczî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: "Eğer Rabbinin verilmiş bir sözü ve tayin ettiği bir süre olmasaydı, hemen azaba uğrarlardı" âyetini açıklarken: "Tayin edilen süre dünya hayatıdır" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Hemen azaba uğrarlardı" âyetini açıklarken: "Bu azaptan kasıt ölümdür" demiştir.

130

"Onların dediklerine sabret; güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et. Gece saatlerinde ve gündüzün uçlarında tesbih et ki Rabbinin rızasına eresin."

Abdurrezzâk, Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et..." âyetini açıklarken: "Bundan kasıt farz namazlardır" demiştir.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et. Gece saatlerinde ve gündüzün uçlarında tesbih et..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Güneşin doğmasından önceki tesbih sabah namazıdır. Güneşin batmasından önceki tesbih, ikindi namazıdır. Gece saatlerindeki tesbih, akşam ile yatsı namazlarıdır. Gündüzün uçlarındaki tesbih de öğle namazıdır."

Taberânî, İbn Merdûye ve İbn Asâkir, Cerîr'den bildirir: "...Güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et..." âyeti konusunda Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Güneşin doğmasından önceki tesbih, sabah namazıdır. Güneşin batmasından önceki tesbih, ikindi namazıdır. "

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et..." âyetini açıklarken: "Bu durum beş vakit namazın farz kılınmasından önceydi" demiştir.

Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbn Huzeyme, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân ve İbn Merdûye, Cerîr'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Rabbinizi şu Ay'ı gördüğünüz gibi görecek ve görme konusunda herhangi bir zorluk çekmeyeceksiniz. Onun için güneş doğmadan önceki namaz ile güneş batmadan önceki namazı elinizden geldiği kadar kaçırmayın ve kılmaya çalışın" buyurdu ve: "...Güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et..." âyetini okudu.

İbn Ebî Şeybe, Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî, Umâra b. Ruveyba'dan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Güneş doğmadan önceki namaz ile güneş batmadan önceki namazı kılan kişi, Cehennem ateşine girmez" buyurduğunu işittim.

Hâkim, Fadâle b. Vehb el-Leysî'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: "İki serinlik namazını kılmaktan geri durma" buyurdu. "İki serinlik namazı da ne?" dediğimde: "Güneşin doğuşundan ve batışından önce kılınan (sabah ve ikindi) namazlardır" buyurdu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "...Gece saatlerinde ve gündüzün uçlarında tesbih et..." âyetini açıklarken: "Güneşin doğusundan sonra (öğle) ile güneşin batışından sonra (akşam) kılınan namazlardır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "...Rabbinin rızasına eresin" âyetini açıklarken: "Bunun sevabını alasın ve Yüce Allah sana daha fazlasını versin" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Abdirrahman bu âyeti: "(Razı edilesin)" lafzıyla (.....) harfini ötre ile okumuştur.

131

"Onlardan bazı kesimlere, kendilerini sınamak için dünya hayatının süsü olarak verdiğimiz şeylere gözünü dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha kalıcıdır."

İbn Ebî Şeybe, İbn Râhuyeh, Bezzâr, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, Harâitî Mekârimu'l-Ahlâk'da ve Ebû Nuaym el- Ma'rife'de Ebû Râfi'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir misafir ağırlamıştı. Ancak kendisine ikram edecek bir şeyi olmadığından, Recep ayının başında ödenmek üzere borca veya ödünç olarak un almak için beni bir Yahudi'ye gönderdi. Yahudi: "Rehin olmadan vermem!" dedi. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip durumu bildirdiğimde: "Vallahi ben gökte emin olduğum gibi yerde de emin biriyim. Şayet borca satmış olsa veya ödünç olarak verseydi kesinlikle ödemesini ona yapardım. Rehin olarak demirden zırhımı götürüp ver" buyurdu. Ancak henüz yanından çıkmamıştım ki Allah Resûlü'nü dünya nimetlerinden yana teselli eder gibi: "Onlardan bazı kesimlere, kendilerini sınamak için dünya hayatının süsü olarak verdiğimiz şeylere gözünü dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha kalıcıdır" âyeti nazil oldu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân: "Onlardan bazı kesimlere, kendilerini sınamak için dünya hayatının süsü olarak verdiğimiz şeylere gözünü dikme..." âyetini açıklarken: "Bu âyet Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bir teselli mahiyetindedir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Ebû Saîd'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sizin için en çok kurtuğum şey, Yüce Allah'ın dünya süsünün kapılarını sizlere açmasıdır" buyurdu. Ashâb: " Resûlallah! Dûna süsleri dediğin şey nedir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yeryüzünün nimetleri, bereketleridir" karşılığını verdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: "Dünya hayatının süsü, güzelliği" şeklinde açıklamıştır, (.....) âyetini: "Kendilerini sınamak için" şeklinde açıklamıştır. (.....) âyetini açıklarken de: "Rabbinin vereceği rızık, onlara verilen dünya süsü ve güzelliklerinden hem daha hayırlı, hem de daha kalıcıdır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha kalıcıdır" âyetini açıklarken: "Bu rızık, Cennette verilecek olan rızıktır" demiştir.

el-Murhibî Fadlu'l-îlm'de, Hatîb, Deylemî ve İbn Asâkir'in Ziyâd es- Sudâî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "İlim öğrenme peşinde olan kişinin rızkına Allah kefildir" buyurmuştur.

Ukaylî ve el-Murhîbî'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İlim peşinde yola düşen kişiye melekler gölge eder, yaşamı bereketli olur, rızkından hiçbir şey eksilmez ve bu rızkı kendisine bereketli kılınır. "

132

"Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de onda devamlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz, sana rızık veren biziz. Güzel sonuç takvâ iledir."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Ehline namaz kılmalarını emret..." âyetini açıklarken: "Kavmine namaz kılmalarını söyle, anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân es-Sevrî: "...Biz senden rızık istemiyoruz..." âyetini açıklarken: "Biz senin rızık peşinde koşmanı istemiyoruz, anlamındadır" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Urve, dünya peşinde olanların içine girip de onların sahip oldukları dünyalıkları görünce, eve döndüğünde: "Onlardan bazı kesimlere, kendilerini sınamak için dünya hayatının süsü olarak verdiğimiz şeylere gözünü dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de onda devamlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz, sana rızık veren biziz. Güzel sonuç takvâ iledir" âyetlerini okur ve: "Allah'ın rahmeti üzerinize olsun. Namaza! Namaz kılın!" derdi.

İbn Merdûye, İbn Asâkir ve İbnu'n-Neccâr, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir:

"Ehline namaz kılmalarını emret..." âyeti nazil olduktan sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sekiz ay boyunca sabah namazına kaldırmak üzere Hazret-iAli'nin kapısına kadar gider ve: "Allah'ın rahmeti üzerinize olsun! Namaza! «...Ey Ehl-i Beyt! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor»" diye seslenirdi.

İbn Merdûye, Ebu'l-Hamrâ'dan bildirir: "Ehline namaz kılmalarını emret..." âyeti nazil olduktan sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hz Ali'nin kapısına kadar gider ve: "Allah'ın rahmeti üzerinize olsun! Namaza! «...Ey Ehl-i Beyt! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor»" diye seslenirdi.

Ahmed Zühd'de, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Sâbit'ten bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ailesinin başına kötü bir durum geldiği zaman: "Ey ev halkım! Namaz kılın! Namaz kılın!" buyururdu. Peygamberler de başlarına bir iş geldiği zaman namaza sığınırlardı.

Abdurrezzâk Musannef’te ve Abd b. Humeyd, Ma'mer vasıtasıyla Kureyşli bir adamdan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ailesi rızık konusunda bir sıkıntı yaşadıkları zaman onlara namazı emreder ve: "Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de onda devamlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz, sana rızık veren biziz. Güzel sonuç takvâ iledir" âyetini okurdu.

Ebû Ubeyd, Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir, Taberânî M. el-Evsat'ta, Ebû Nuaym Hilye'de ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da sahih bir senedle Abdullah b. Selâm'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ailesi bir sıkıntıya veya darlığa düştüğü zaman onlara namazı emreder ve: "Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de onda devamlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz, sana rızık veren biziz. Güzel sonuç takva iledir'" âyetini okurdu.

Mâlik ve Beyhaki, Eslem'den bildirir: Ömer b. el-Hattâb gece namazına kalkar ve dilediği kadar kılardı. Gece sonuna geldiği zaman: "Namaza! Namaza!" diyerek ailesini de namaza kaldırır ve: "Ehline namaz kılmalarını emret..." âyetini okurdu.

İbn Ebî Şeybe, Hişâm b. Urve'den bildirir: Babam bizlere şöyle dedi: "Biriniz başkasının elinde dünya süsü ve güzelliğinden bir şey gördüğü zaman ailesine gelip onlara namazı emretsin ve kendisi de namaz kılarak durumuna sabretsin. Zira Yüce Allah, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onlardan bazı kesimlere, kendilerini sınamak için dünya hayatının süsü olarak verdiğimiz şeylere gözünü dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de onda devamlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz, sana rızık veren biziz. Güzel sonuç takvâ iledir" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Güzel sonuç takvâ iledir" âyetini açıklarken: "Bu da Cennettir" demiştir.

133

Bkz. Ayet:135

134

Bkz. Ayet:135

135

"İnanmayanlar, «Doğru söylediğine dair bize Rabbinden açık bir delil getirse yal» dediler. Önceki kitaplarda olanların apaçık delili onlara gelmedi mi? Eğer biz onları o Kur'an'dan önce bir azap ile helâk etseydik mutlaka, «Ey Rabbimiz! Keşke bize bir peygamber gönderseydin de alçalıp rezîl olmadan önce âyetlerine uysaydık» derlerdi. De ki: "Herkes gözlemektedir, sîz de gözleyin. Şüphesiz düz yolun sahiplerinin kimler olduğunu ve kimlerin doğru yolda bulunduğunu bileceksiniz."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Önceki kitaplarda olanların apaçık delili onlara gelmedi mi?" âyetini açıklarken: "Önceki kitaplardan kasıt Tevrat ile İncil'dir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atiyye: "Herhangi bir peygamberin olmadığı bir dönemde (fetret döneminde) helak olan kişi veya aklı gitmiş kişi veya henüz ergen olmamış kişi: "Rabbim! Bana ne bir kitap, ne de bir elçi geldi!" der" dedikten sonra: "Eğer biz onları o Kur'an'dan önce bir azap ile helâk etseydik mutlaka, «Ey Rabbimiz! Keşke bize bir peygamber gönderseydin de alçalıp rezil olmadan önce âyetlerine uysaydık» derlerdi" âyetini okudu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Şüphesiz düz yolun sahipleri..." âyetini açıklarken: "Doğru ve adil olan yolun sahipleri, anlamındadır" demiştir.

0 ﴿