ENBİYÂ SÛRESİ

Nehhâs Nâsih'de ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Enbiyâ Sûresi, Mekke'de nazil oldu" demiştir.

Buhârî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbnu'z-Zübeyr: "Enbiyâ Sûresi, Mekke'de nazil oldu" demiştir.

Buhârî ve İbnu'd-Durays, İbn Mes'ûd'dan bildirir: "İsrâ, Kehf, Meryem, Tâhâ ve Enbiyâ sûreleri ilk dönemde, Mekke döneminde nazil olan ve benim de ilk ezberlediğim sûrelerdendir."

İbnu'l-Münzir, Ebû Nuaym Hilye'de ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Âmir b. Rabîa'ya Araplardan bir adam misafir oldu. Âmir onu en güzel bir şekilde ağırladı ve onu Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) görüştürdü. Adam Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) görüştükten sonra Âmir'in yanına geldi ve: "Bu gün Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) ıkta olarak öyle bir vadi aldım ki Arap bölgesinde ondan daha iyi bir vadi yok. O vadiden sana da bir parça vermek isterim. Ondan hem sen, hem de senden sonra gelecek neslin faydalanır" dedi. Ancak Âmir ona şöyle karşılık verdi: "Bana vereceğin toprak parçasına ihtiyacım yok! Zira bu gün: "İnsanların hesaba çekilmeleri yaklaştı. Hâlbuki onlar gaflet içinde yüz çevirmekteler" âyeti nazil oldu ki tüm dünyadan bizleri soğuttu!"

1

Bkz. Ayet:9

2

Bkz. Ayet:9

3

Bkz. Ayet:9

4

Bkz. Ayet:9

5

Bkz. Ayet:9

6

Bkz. Ayet:9

7

Bkz. Ayet:9

8

Bkz. Ayet:9

9

"İnsanların hesaba çekilmeleri yaklaştı. Hâlbuki onlar gaflet içinde yüz çevirmekteler. Ne zaman Rablerinden kendilerine yeni bir ihtar gelse onu eğlenerek dinlerler. Kalpleri hep oyalanmadadır. Zulmedenler aralarında gizlice: «Bu zat, sizin gibi bir insandan başka bîr şey midir? Siz, göz göre göre sihre mi uyarsınız?» diye konuşurlar. Peygamber: «Benîm Rabbim gökte ve yerde söyleneni bilir. O, işitendir, bilendir» dedi. Onlar: «Hayır, bunlar saçma sapan rüyalardır; bilakis onu kendisi uydurmuştur; belki de o, şairdir. Değilse bize hemen, öncekilere gönderilenin benzeri bir âyet getirsin» dediler. Onlardan önce helâk ettiğimiz hiçbir memleket halkı iman etmedi de şimdi bunlar mı iman edecekler? Biz, senden önce de, kendilerine vahiy verdiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız bilenlerden sorunuz. Biz, onları yemek yemez bir beden yapısında yaratmadık. Onlar ölümsüz de değillerdi. Sonra onlara verdiğimiz sözü yerine getirdik. Kendilerini ve dilediğimiz kimseleri kurtardık. Haddi aşanları ise helâk ettik."

İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirir: "İnsanların hesaba çekilmeleri yaklaştı. Hâlbuki onlar gaflet içinde yüz çevirmekteler" âyeti hakkında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Dünya da gaflet içinde bundan yüz çevirmekteler" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "İnsanların hesaba çekilmeleri yaklaştı..." âyetini açıklarken: "Kendilerine vaad edilen şey yaklaştı" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Ne zaman Rablerinden kendilerine yeni bir ihtar gelse..." âyetini açıklarken: "Ne zaman kendileri hakkında Kur'ân'da bir şey nazil olsa, anlamındadır" demiştir. "Kalpleri hep oyalanmadadır..." âyetini açıklarken: "Kalpleri hep gaflet içindedir" demiştir. "Zulmedenler aralarında gizlice... diye konuşurlar" âyetini açıklarken de: "Zalim olanlar kendi gizli toplantılarında konuşurlar" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Zulmedenler aralarında gizlice: «Bu zat, sizin gibi bir insandan başka bir şey midir? Siz, göz göre göre sihre mi uyarsınız?» diye konuşurlar" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Zulmedenler kendi aralarında yaptıkları gizli toplantılarda: "Muhammed bizim gibi bir insandan başka bir şey değildir. Ona tâbi olarak yaptığı sihrin peşinden mi gideceksiniz?" diye konuşurlar. (.....) ifadesini açıklarken: "De ki Rabbim gaybı bilir, anlamındadır" demiştir. (.....) âyetini da: "Bunlar batıl, anlamı olmayan rüyalardan ibarettir, anlamındadır" demiştir.

İbn Mende, Ebû Nuaym el-Ma'rife'de, Beyhakî Sünen'de ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Cündeb el-Becelî, Velîd b. Ukbe'nin yanında bulunan bir sihirbazı öldürdükten sonra oradakilere: "Göz göre göre sihire mi kapılacaksınız?" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Onlar: "Hayır, bunlar saçma sapan rüyalardır; bilakis onu kendisi uydurmuştur; belki de o, şairdir. Değilse bize hemen, öncekilere gönderilenin benzeri bir âyet getirsin" dediler. Onlardan önce helâk ettiğimiz hiçbir memleket halkı iman etmedi de şimdi bunlar mı iman edecekler?" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: "Bu zalimler vahye yönelik: "Bunlar kendi gördüğü rüyalardan başka bir şey değildir. Hatta kendisi şair birisidir, bunları kendisi uydurmuştur. Eğer dediği gibiyse o zaman Mûsa, İsa ve benzeri elçiler gibi kendisi de bu yönde bize bir mucize göstersin" dediler. Buna karşılık Yüce Alah da: "Daha önceki elçiler de kendi kavimlerine mucizeler gösterince yine inanmamışlardı. Buna karşılık da helak edilmişlerdi. Şimdi bunlara mucize gösterilse inanacaklar mı ki?" karşılığını vermiştir.

İbn Cerîr, Katâde'den bildirir: Mekke ahalisi, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şayet dediklerin doğru ise ve sana iman etmemizi istiyorsan o zaman Safâ tepesini altına çevir" dediler. Bunun üzerine Cebrâil geldi ve: "Kavminin senden istediği şeyi istersen yerine getireyim. Ancak yine de iman etmezlerse bekletilmeden helak edilirler. İstersen de yine onları helak etmem, beklerim" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "O zaman kavmime mühlet ver" buyurunca, Yüce Allah: "Onlardan önce helâk ettiğimiz hiçbir memleket halkı iman etmedi de şimdi bunlar mı iman edecekler?" âyetini indirdi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Bunlar mı iman edecekler?" âyetini açıklarken: "Bunlar mı senin dediklerine inanacaklar, anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Biz, onları yemek yemez bir beden yapısında yaratmadık..." âyetini açıklarken: "Biz daha önceki peygamberleri yemek yemeyecek şekilde bir bedenle yaratmadık. Senden önceki peygamlerleri de senin gibi yemeğe ihtiyacı olan bir bedenle yarattık" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Onlar ölümsüz de değillerdi" âyetini açıklarken: "Onlar da herkes gibi zamanı gelince ölmüşlerdir" demiştir. "Sonra onlara verdiğimiz sözü yerine getirdik. Kendilerini ve dilediğimiz kimseleri kurtardık. Haddi aşanları ise helâk ettik" âyetini açıklarken de: "Haddi aşanlardan kasıt müşriklerdir" demiştir.

10

"Andolsun, size, içinde zikriniz bulunan bir kitap indirdik. Hâlâ akıllanmaz mısınız?"

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Andolsun, size, içinde zikriniz bulunan bir kitap indirdik..." âyetini açıklarken: "Zikriniz ifadesinden kasıt, şerefiniz ve onurunuzdur" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "İçinde zikriniz bulunan bir kitap..." âyetini açıklarken: "Zikriniz ifadesinden kasıt sizden bahseden, sizi konu edendir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "İçinde zikriniz bulunan bir kitap..."âyetini açıklarken: "İçinde dininizin emirleri bulunan bir kitap indirdik. Yüce Allah bu kitapta sizlere dininizi öğretmiştir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "İçinde zikriniz bulunan bir kitap..." âyetini açıklarken: Sizi ilgilendiren durumlar, âhiretiniz ve dünyanız ile ilgili konular vardır" demiştir.

11

Bkz. Ayet:15

12

Bkz. Ayet:15

13

Bkz. Ayet:15

14

Bkz. Ayet:15

15

"Halkı zalim olan nice kasabaları kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka milletler varettik. Onlar azabımızı hissedince, hemen oradan kaçmaya koyuluyorlardı. «Koşup kaçmayın! Size nimet verilen yere, yurtlarınıza dönün, belki sorulacaksınız» dedik. «Eyvah bizlere! Bizler gerçekten zalim kimseler idik» dediler. Biz onları biçilmiş ekin, sönmüş ateş gibi yapıncaya kadar bu feryatları devam etti."

İbn Merdûye, Kelbî vasıtasıyla Ebû Sâlih'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: Yüce Allah, Himyerilerden Şuayb adında bir peygamber gönderdi. Ancak kölenin biri ona saldırıp sopasıyla vurdu. Daha sonra Buhtunnasr üzerlerine yürüyüp hepsini öldürdü. Onlardan geriye tek bir kişi bile bırakmadı. Yüce Allah onlar hakkında: "Halkı zalim olan nice kasabaları kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka milletler varettik. Onlar azabımızı hissedince, hemen oradan kaçmaya koyuluyorlardı. «Koşup kaçmayın! Size nimet verilen yere, yurtlarınıza dönün, belki sorulacaksınız» dedik. «Eyvah bizlere! Bizler gerçekten zalim kimseler idik» dediler. Biz onları biçilmiş ekin, sönmüş ateş gibi yapıncaya kadar bu feryatları devam etti"' âyetlerini indirdi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Kelbî: "Halkı zalim olan nice kasabaları kırıp geçirdik..." âyetini açıklarken: "Bu kasabalardan kasıt, Ezd oğulları kasabalarıdır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini: "Kaç kasabayı helak ettik" şeklinde açıklamıştır. (.....) ifadesini: "Kaçmayın" şeklinde açıklamıştır, (.....) ifadesini de: "Belki anlarsınız" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim, Rabî'den bildirir: Kendilerine gelen ve onları uyaran elçileri yalanlayıp, elçiler de aralarından çıktıktan sonra gelen azabı hissettiklerinde tekrar imana dönmek için azaptan kaçmaya başlarlardı. Ancak kendilerine: "Koşup kaçmayın! Size nimet verilen yere, yurtlarınıza dönün, belki sorulacaksınız" denilince bu azaptan kaçıp kurtulamayacaklarını anlamışlardır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini: "Hemen oradan (azap yerinden) kaçmaya başlarlardı" şeklinde açıklamıştır.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Koşup kaçmayın! Size nimet verilen yere, yurtlarınıza dönün, belki sorulacaksınız" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kendileriyle alay edilircesine: "Sizlere nimetler verilen yurtlarınıza geri dönün, belki sizden bir şey istenir" denmiştir." "...Bu feryatları devam etti" âyetini açıklarken de şöyle demiştir: "Azabın geldiğini gördüklerinde ise: "Bizler gerçekten zalim kimseler idik" şeklinde feryat etmekten başka bir çareleri kalmadı. Ancak Yüce Allah onları yerler bir edip helak etti."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Size nimet verilen yere, yurtlarınıza dönün..." âyetini açıklarken: "Evlerinize ve mallarınıza geri dönün, anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Biz onları biçilmiş ekin, sönmüş ateş gibi yapıncaya kadar bu feryatları devam etti" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bunlar kaleleri olan bir kavimdi. Peygamberlerini öldürünce Yüce Allah da onların üzerine Buhtunassarr'ı gönderdi. O da hepsini öldürmeye başladı. Başta onlar kaçmaya başlayınca da geri dönene kadar melekler kılıçlarla onların yüzlerine vurup durdu."

İbn Ebî Hâtim, İbn Vehb'den bildirir: Cezîrelilerden bir adam bana şöyle anlattı: Yemen'de Hadûr ve Kılâbe adında iki kasaba vardı. Bu iki kasabanın halkı bol nimetler içinde o kadar şımardılar ki artık kapılarını dahi kapatmaz oldular. Bu şekilde refah içinde yaşarlarken Yüce Allah onlara bir peygamber gönderdi, ancak onlar bu peygamberi öldürdü. Bunun üzerine Yüce Allah, Buhtunasar'ın içine bunların üzerine savaşa çıkma düşüncesini düşürdü. Buhtunasar bir ordu hazırlayarak üzerlerine gönderdi, ancak yapılan savaşta ordusu yenilgi alarak geri döndü. Buhtunassar ilk ordudan daha büyük ve daha donanımlı bir ordu daha hazırlayarak üzerlerine gönderdi. Ancak ilkinde olduğu gibi ordusu yine hezimete uğradı. Bu durumu gören Buhtunassar bizzat kendi komutasında bir orduyla üzerilerine gitti. Bu kez onları yendi. Bu iki kasaba halkı kasabalarından kaçarak çıktılar. Arkalarından: "Koşup kaçmayın! Size nimet verilen yere, yurtlarınıza dönün!" şeklinde bir ses duyunca geri döndüler. Döndükten sonra bu kez: "Peygamberlerin intikamı için!" şeklinde bir ses işittiler. Bu sesin ardından da kılıçlarla öldürüldüler. "Halkı zalim olan nice kasabaları kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka milletler varettik. Onlar azabımızı hissedince, hemen oradan kaçmaya koyuluyorlardı. «Koşup kaçmayın! Size nimet verilen yere, yurtlarınıza dönün, belki sorulacaksınız» dedik. «Eyvah bizlere! Bizler gerçekten zalim kimseler idik» dediler. Biz onları biçilmiş ekin, sönmüş ateş gibi yapıncaya kadar bu feryatları devam etti'" âyetlerinde anlatılan da budur.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Sonunda onları biçilmiş ekin, sönmüş ateş gibi yaptık" şeklinde açıklamıştır.

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesinin anlamı nedir?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Ölüler, anlamındadır" dedi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Lebîd b. Rabîa'nın:

"Giysilerini avretlerinin üzerine çektiler

Oysa onlar evlerinin içinde ölü gibidirler" dediğini işitmez misin?"

16

"Biz gökleri, yeri ve İkisinin arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık"

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık" âyetini açıklarken: "Biz bunları boş yere ve amaçsız yaratmadık" demiştir.

17

"Eğer bîr eğlence edinmek İsteseydik, onu kendi katımızdan edinirdik. Ama böyle bîr şey yapmayız."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "Eğer bir eğlence edinmek isteseydik...'" âyetini açıklarken: "Bu eğlenceden kasıt çocuktur" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, onu kendi katımızdan edinirdik..." âyetini açıklarken: "Şayet bir çocuk edinecek olsaydım bunu meleklerden edinirdim" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Eğer bir eğlence edinmek isteseydik..." âyetini açıklarken: "Bu eğlenceden kasıt kadındır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: "Lehv, Yemen dilinde kadın anlamındadır."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, onu kendi katımızdan edinirdik. Ama böyle bir şey yapmayız" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Âyette geçen 'Lehv' ifadesi Yemen dilinde kadın anlamındadır. Ancak Yüce Allah böyle bir şeyi edinmeyeceğini ve böylesi bir şeyin olamayacağını bildirmiştir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbrâhîm en-Nehaî: "Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, onu kendi katımızdan edinirdik..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Eğlenceden kasıt kadındır. Yüce Allah burada: "Şayet öyle bir şey yapacak olsaydık -ki yapmayız- onu hurilerden edinirdik" demek istemiştir."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken: "Lehv ifadesi oyun, eğlence anlamındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, onu kendi katımızdan edinirdik. Ama böyle bir şey yapmayız" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Şayet bir eğlence edinecek olsaydık onu katımızdan edinir ve Cennet, Cehhennem, ölüm, tekrar diriltme, hesap gibi şeyler yaratmazdık, anlamındadır. Kur'ân'da geçen bütün "'of ifadeleri olumsuzlaştırma anlamında kullanılırlar."

18

Bkz. Ayet:20

19

Bkz. Ayet:20

20

"Gerçeği batılın başına çarparız ve onun beynini parçalar; böylece batıl ortadan kalkar. Yakıştırdıklarınızdan ötürü yazıklar olsun size! Göklerde ve yerde kimler varsa O na aittir. O nun huzurunda bulunanlar, O na ibadet hususunda kibirlenmezler ve yorulmazlar. Gece gündüz durmadan tesbih ederler."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Gerçeği batılın başına çarparız ve onun beynini parçalar; böylece batıl ortadan kalkar..." âyetini açıklarken: "Kur'ân'ı şüphelerin tepesine bindiririz de onu yok eder" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman' da bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Yakıştırdıklarınızdan ötürü yazıklar olsun size" âyetini açıklarken: "Vallahi bu hitap, kıyamet gününe kadar her türlü yalan yakıştırmada bulunanlar içindir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...O'nun huzurunda bulunanlar...'" âyetini açıklarken: "Bunlar meleklerdir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini:

"(İbadetten) geri durmazlar" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: " âyetini: "(İbadetten) yorulmazlar" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini:

"(İbadetten) yorulmazlar" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini:

"İbadetten geri durmazlar" şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh Azame'de ve Beyhakî Şuabu'l- îman' da Abdullah b. Hâris b. Nevfel'den bildirir: Ka'b'a: "Yüce Allah: "...Gece gündüz durmadan tesbih ederler" buyuruyor. Peki, bu melekleri, mesaj iletme gibi diğer işler de hiç meşgul etmez mi?" diye sorduğumda şu karşılığı verdi: "Yüce Allah onlar için tesbihi sizin nefes alıp vermeniz gibi kılmıştır. Sen de yiyip içerken, gidip gelirken veya konuşurken nefes almaz mısın? Onlar için de tesbih bu şekildedir."

Ebu'ş-Şeyh'in Azame'de bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Gece gündüz durmadan tesbih ederler" âyetini açıklarken: "Nefes alıp vermeleri kendileri için tesbih kılınmıştır" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Yahya b. Ebî Kesîr: "Yüce Allah melekleri içsiz yaratmıştır, içleri yoktur" demiştir.

21

Bkz. Ayet:22

22

"Yoksa yerden, ölüleri diriltebilecek birtakım ilâhlar mı edindiler? Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, kesinlikle ikisinin de düzeni bozulurdu. Arş'ın Rabbi olan Allah, onların vasıflandırdıklarından münezzehtir."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: "Yoksa yerden, ölüleri diriltecek ilahlar mı edindiler" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini: "Yoksa ölüleri yerden, kabirlerinden diriltecek ilahlar mı edindiler" şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Yoksa yerden, ölüleri diriltebilecek birtakım ilâhlar mı edindiler?" âyetini açıklarken: "Bunlar taştan ve tahtadan edindikler putlardır" demiştir. "Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, kesinlikle ikisinin de düzeni bozulurdu. Arş'ın Rabbi olan Allah, onların vasıflandırdıklarından münezzehtir" âyetini açıklarken de şöyle demiştir: "Şayet Allah ile birlikte başka ilahlar da bulunsaydı yer ile göklerin düzen ve dengesi mutlaka bozulurdu, anlamındadır. Âyetin sonunda Yüce Allah kendisi için böylesi iftiralarda bulunanların bu iftiralarından münezzeh olduğunu ifade etmiştir."

23

"O, yaptığından dolayı sorgulanamaz, fakat onlar sorgulanırlar."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "O, yaptığından dolayı sorgulanamaz, fakat onlar sorgulanırlar" âyetini açıklarken: "Yüce Allah, kullarına yaptığından dolayı hesaba çekilemez, ancak kullar yaptıklarından dolayı hesaba çekilip sorgulanırlar" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: "O, yaptığından dolayı sorgulanamaz, fakat onlar sorgulanırlar" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yaratıcı, yarattıkları üzerindeki tasarruf ve takdirlerinden dolayı hesaba çekilemez. Ancak yaratılanlar yaptıklarından dolayı hesaba çekilip sorgulanırlar."

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildirir: Yeryüzünden Kaderîyye'den olanlardan daha çok öfke duyduğum kimseler yoktur. Zira Allah'ın kudretini bilmemektedirler. Oysa Yüce Allah: "O, yaptığından dolayı sorgulanamaz, fakat onlar sorgulanırlar" buyurmuştur.

İbn Merdûye'nin Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah'ın daha önceki kitaplarda indirdiği bazı vahiylerden biri de şöyleydi: «Allah benimi Benden başka da ilah yoktur. Hayrı da şerri de takdir eden benim. Hayrı yapmasını takdir ettiğim ve bunu ona kolaylaştırdığım kişiye ne mutlu! Şerri yapmasını takdir ettiğim ve bunu ona kolaylaştırdığım kişinin de vay haline! Allah benim! Benden başka da ilah yoktur. Yaptıklarımdan hesap sorulmaz, ancak kullarım bu yönde hesap verirler. Buna rağmen: «Nasıl? Nasıl?» diye soranların vay haline!»"

İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'de Meymûn b. Mihrân'dan bildirir: Yüce Allah, Mûsa'yı peygamber olarak gönderdiği zaman onunla konuşmuş ve kendisine Tevrat'ı indirmiştir. Mûsa: "Allahım! Sen ki Yüce bir Rabsın! Şayet sana itaat edilmesini dileseydin herkes sana itaat ederdi. Şayet sana isyan edilmemesini dileseydin hiç kimse sana isyan etmezdi. Oysa sen, sana itaat edilmesinden hoşlanıyorsun ve bu konuda sana isyan ediliyor. Rabbim bu nasıl oluyor?" diye sorunca, Yüce Allah ona: "Ben yaptıklarımdan dolayı sorgulanamam, ancak onlar sorguya çekilirler" diye vahyetti.

İbn Ebî Hâtim ve Beyhaki, Nevf el-Kelbî'den bildirir: Üzeyr, Rabbiyle konuştuğu zamanlarda: "Rabbim! Sen ki insanları yaratıyor sonra dilediğini saptırıyor, dilediğini de hidayete erdiriyorsun" derdi. Kendisine Allah tarafından: "Ey Üzeyr! Bunu sorgulamaktan vazgeç!" denildi. Ancak Üzeyr yine aynı şeyleri sordu. Bunun üzerine kendisine: "Ya bu sorgulamadan vazgeçersin ya da seni peygamberlikten silerim. Zira ben yaptıklarımdan dolayı sorgulanamam, ancak onlar sorguya çekilirler" diye vahyedildi.

Beyhaki, Dâvud b. Ebî Hind'den bildirir: Üzeyr, Rabbine kader konusunu sorunca, Yüce Allah: "Bana sadece benim bilebileceğim bir şeyi mi soruyorsun? Ceza olarak peygamberler arasında senin adını anmayacağım!" karşılığını verdi.

Taberânî, Meymûn b. Mihrân vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah, Mûsa'yı gönderip de ona Tevrat'ı indirdiği zaman, Mûsa şöyle dedi: "Allahım! Sen ki Yüce bir Rabsın! Şayet sana itaat edilmesini dileseydin herkes sana itaat ederdi. Şayet sana isyan edilmemesini dileseydin hiç kimse sana isyan etmezdi. Oysa sen, sana itaat edilmesinden hoşlanıyorsun ve bu konuda sana isyan ediliyor. Rabbim bu nasıl oluyor?" Bunun üzerine Yüce Allah ona şöyle vahyetti: "Benim yaptıklarım sorgulanamaz, ama onlar yaptıklarından dolayı sorguya çekilecekler!" Mûsa da bu cevapla yetindi.

Yüce Allah, İsrail oğullarından Tevrat'ı çekip aldıktan sonra Üzeyr'le beraber tekrar geri gönderdi. Ancak İsrâîloğullarından bazıları nihayetinde: "Üzeyr Allah'ın oğludur!" demeye başladılar. Bunun üzerine Üzeyr: "Allahım! Sen ki Yüce bir Rabsın! Şayet sana itaat edilmesini dileseydin herkes sana itaat ederdi. Şayet sana isyan edilmemesini dileseydin hiç kimse sana isyan etmezdi. Oysa sen, sana itaat edilmesinden hoşlanıyorsun ve bu konuda sana isyan ediliyor. Rabbim bu nasıl oluyor?" diye sordu. Yüce Allah da ona: "Benim yaptıklarım sorgulanamaz, ama onlar yaptıklarından dolayı sorguya çekilecekler!" diye vahyetti. Ancak bu cevap Üzeyr'i tatmin etmedi ve aynı soruyu tekrar sordu. Yüce Allah yine: "Benim yaptıklarım sorgulanamaz ama onlar yaptıklarından dolayı sorguya çekilecekler!" karşılığını verdi. Üzeyr yine tatmin olmadı ve aynı şeyi bir daha sordu. Bunun üzerine Yüce Allah ona: "Bir kesenin içine Güneş'ten bir parça koyabilir misin?" diye sordu. Üzeyr: "Hayır!" dedi. Yüce Allah: "Rüzgardan bir miktar getirebilir misin?" diye sordu, Üzeyr: "Hayır!" dedi. Yüce Allah: "Işıktan bir miskal getirebilir misin?" diye sordu. Üzeyr: "Hayır!" dedi. Yüce Allah: "Işıktan bir kırat getirebilir misin?" diye sorunca, Üzeyr yine: "Hayır!" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Aynı şekilde sorduğun sorunun cevabına da (anlamaya) gücün yetmez. Benim yaptıklarım sorgulanamaz, ama onlar yaptıklarından dolayı sorguya çekilecekler! Bundan dolayı seni, adını peygamberlerin adlarının arasından silerek cezalandıracağım ve onlarla birlikte anılmayacaksın!" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah onun adını peygamberlerin adlarının içinden sildi. O da peygamber olduğu halde peygamberlerin adlarının içinde anılmaz oldu.

Sonra Yüce Allah, İsa'yı gönderdi. Ona Kitab'ı, hikmeti, Tevrat ve İncil'i öğretti. Körleri ve alaca hastalarını iyileştirmeyi, ölüleri diriltmeyi öğretti. İsa bunlardan yola çıkarak Yüce Allah'ın katındaki değerini görünce: "Allahım! Sen ki Yüce bir Rabsın! Şayet sana itaat edilmesini dileseydin herkes sana itaat ederdi. Şayet sana isyan edilmemesini dileseydin hiç kimse sana isyan etmezdi. Oysa sen, sana itaat edilmesinden hoşlanıyorsun ve bu konuda sana isyan ediliyor. Rabbim bu nasıl oluyor?" diye sordu. Yüce Allah ona şöyle vahyetti: "Benim yaptıklarım sorgulanamaz, ama onlar yaptıklarından dolayı sorguya çekilecekler! Sen benim kulum ve elçimsin. Meryem'e bıraktığım Kelime'msin. Sen benden bir ruhsun. Seni topraktan yarattım ve: "Ol!" dedim, sen de oldun. Şayet bu sorulardan geri durmazsan senden önce gelen arkadaşına (Üzeyr'e) yaptığımı sana da yaparım! Benim yaptıklarım sorgulanamaz, ama onlar yaptıklarından dolayı sorguya çekilecekler!" Bunun üzerine İsa, kendisine tâbi olanları topladı ve onlara: "Kader, Yüce Allah'ın bir sırrıdır, onun için ne olduğunu öğrenmeye girişmeyin!" dedi.

24

Bkz. Ayet:25

25

"Yoksa O ndan başka birtakım tanrılar mı edindiler? De ki: «Haydi delillerinizi getirin! İşte benimle beraber olanların Kitab ı ve benden öncekilerin Kitab ı.» Hayır, onların çoğu hakkı bilmezler; bu yüzden de yüz çevirirler. Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberlere, «Şüphesiz, benden başka hiçbir ilâh yoktur. Öyleyse bana ibadet edin» diye vahyetmişizdir."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Yoksa O'ndan başka birtakım tanrılar mı edindiler? De ki: «Haydi delillerinizi getirin! İşte benimle beraber olanların Kitab'ı ve benden öncekilerin Kitab'ı.» Hayır, onların çoğu hakkı bilmezler; bu yüzden de yüz çevirirler" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Allah'tan başka ilahlar mı edindiler. O halde iddia ettiğiniz şey konusunda elinizde ne kanıt var getirin. İşte içinde hem helal ve haramların bulunduğu, önceki ümmetlerin durumlarını, Allah'ın onlara yaptıklarını ve akibetlerini anlatan Kur'ân burada. Ancak insanların çoğu hakkı bilmez ve hak olan Kur'ân'dan yüz çevirirler." "Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberlere, «Şüphesiz, benden başka hiçbir ilâh yoktur. Öyleyse bana ibadet edin» diye vahyetmişizdir" âyetini açıklarken de şöyle demiştir: "Bütün peygamberler temelde Allah'ı tevhîd etme ve ihlas ile ona yönelme üzerine gönderilmişlerdir. Bütün insanların da bunu ifade edip kabul etmeleri gerekir. Şeriatler ise değişiktir. Helal ile haramlara yönelik Tevrat'ta bir şeriat, İncil'de bir şeriat, Kur'ân'da da başka bir şeriat vardır. Bütün bunların da tevhîd ve ihlas temeli üzerinde yapılması gerekir."

26

Bkz. Ayet:29

27

Bkz. Ayet:29

28

Bkz. Ayet:29

29

"«Rahmân çocuk edindi» dediler. O, kundan münezzehtir. Hayır, melekler şerefli kılınmış kullardır. Onlar Allah'tan önce söz söylemezler ve hep O'nun emriyle iş görürler. Allah, onların önlerindekini de, arkalarındakini de bilir. Onlar, O'nun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler ve hepsi O'nun korkusuyla titrerler. İçlerinden her kim, «Allah'tan başka ben de şüphesiz bir ilâhım» derse, böylesini cehennemle cezalandırırız. İşte biz zalimleri böyle cezalandırırız."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildirir: Yahudiler: "Yüce Allah cinlerle bir evlilik yaptı ve bu evlilikten melekler varoldu" deyince, Yüce Allah onları yalanlama babında: "...Melekler şerefli kılınmış kullardır. Onlar Allah'tan önce söz söylemezler ve hep O'nun emriyle iş görürler. Allah, onların önlerindekini de, arkalarındakini de bilir. Onlar, O'nun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler" buyurdu. Yani melekler iddia etikleri gibi gelmiş değildirler. Onlar Yüce Allah'ın kendilerine ikramda bulunduğu kullarıdır. Allah'tan önce söz söylemezler, diyerek de Yüce Allah onları övmüştür. Ayrıca Yüce Allah burada kıyamet gününde meleklerin, Allah'ın kendilerinden razı olduğunu bildirdiği tevhîd ehlinden başka kimselere şefaatçi olamayacaklarını bildirmiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...O'nun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler" âyetini açıklarken: "Meleklerin şefaatine nail olabilecekler Allah'ın kendilerinden razı olduğu kimselerdir" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...O'nun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler" âyetini açıklarken: "Razı olduğu kimselerden kasıt 'Lâ ilâhe illallah' diyenlerdir" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin el-Ba's'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...O'nun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler" âyetini açıklarken: "Razı olunan kişiler, 'Lâ ilâhe illallah' deyip de Allah'ın bunu kendilerinden kabul ettiği kişilerdir" demiştir.

Hâkim ve Beyhakî el-Ba's'de Câbir'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "...O'nun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler" âyetini okudu ve: "Benim şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenler içindir" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim'in Câbir'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İsrâ (Miraç) gecesinde semaya çıkarıldığım zaman meleklerin gidebileceği en üst makamda Cebrâil'i gördüm. Allah korkusuyla eskimiş bir bez parçası gibi yerde duruyordu."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: "İçlerinden her kim, «Allah'tan başka ben de şüphesiz bir ilâhım» derse..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Meleklerden hiç kimse böyle bir şeyi demiş değildir. Bunu söyleyen de sadece İblis'tir ki o da kendine kulluğa çağırmış ve küfrün yolunu açmıştır."

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "İçlerinden her kim, «Allah'tan başka ben de şüphesiz bir ilâhım» derse..." âyetini açıklarken: "Bu hitap İblis'e yönelik bir hitaptır" demiştir.

30

"İnkâr edenler görmediler mi ki göklerle yer bitişikken biz onları yarıp ayırdık. Diri olan her şeyi sudan meydana getirdik. Hâlâ inanmayacaklar mı?"

Firyâbî, Abd b. Humeyd, Hâkim ve Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sifât'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Göklerle yer bitişikken, biz onları yarıp ayırdık..." âyetini açıklarken: "Gök yağmur ile yer ise bitki ile yarılmıştır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Göklerle yer bitişikken, biz onları yarıp ayırdık..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Önceleri yer ile gökten bir şey çıkmazdı. Ancak sonradan gök yağmurla, yer ise bitkiyle yarılmıştır."

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebü Nuaym Hilye'de Abdullah b. Ömer'den bildirir: Adamın biri İbn Ömer'e geldi ve "Göklerle yer bitişikken, biz onları yarıp ayırdık..." âyetinin anlamını sordu. İbn Ömer (İbn Abbâs'ı işaret ederek): "Şuradaki ihtiyarın yanına gidip ona sor. Sonra yanıma gel ve sana verdiği cevabı bana da söyle" dedi. Adam İbn Abbâs'ın yanına gidip bu âyeti sordu. İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, ifade edildiği gibi önceleri gökler bitişik idi ve yağmur yağmazdı. Yer de bitişikti ve içinde bitki bitmezdi. Ancak Yüce Allah yeryüzünde yaşayacak olanları yarattığı zaman göğü yarıp bu yağmuru indirdi, yeri de yarıp bu bitkileri çıkardı." Adam bu cevabı alınca İbn Ömer'e gitti ve İbn Abbâs'ın verdiği bu cevabı kendisine iletti. Bunun üzerine İbn Ömer: "İşte şimdi İbn Abbâs'a Kur'ân konusunda ilim verildiğini tam olarak anladım. İbn Abbâs doğru söylemiş, zira gerçekten de öyle oldu" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Göklerle yer bitişikken..."âyetini açıklarken: "Göklerle yer birbirine yapışıktı" demiştir.

Abdurrezzâk, Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İkrime'den bildirir: İbn Abbâs'a: "Gece mi, yoksa gündüz mü daha önce oldu?" diye sorulunca şu karşılığı verdi: "Gece önce oldu. Yüce Allah: "Göklerle yer bitişikken, biz onları yarıp ayırdık..." buyurur. Bunlar bitişikken ikisi arasında karanlıktan başka bir şey mi vardı?"

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in Azame'de bildirdiğine göre Mücâhid: "Göklerle yer bitişikken, biz onları yarıp ayırdık..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yeri yarıp ondan altı kat yer daha çıkardı. Bu şekilde üst üste yedi kat yer oldu. Aynı şekilde göğü yarıp ondan altı kat gök daha çıkardı. Bu şekilde üst üste yedi kat gök oldu. Yarıp ayırmadan kasıt budur. Yoksa göklerle yer bitişik iken birbirine yapışık değildi."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Azame'de bildirdiğine göre Ebû Sâlih: "Göklerle yer bitişikken, biz onları yarıp ayırdık..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Gök bir tane idi, Yüce Allah onu yarıp ayırarak yedi kat gök yaptı. Yer de bir tane idi. Yüce Allah onu da yarıp ayırarak yedi kat yer yaptı."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) ile Katâde: "Göklerle yer bitişikken, biz onları yarıp ayırdık..." âyetini açıklarken: "Göklerle yer bitişik idi. Yüce Allah onları hava ile birbirinden ayırdı" demişlerdir.

Ebu'ş-Şeyh, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: "Önceleri gökler ile yer birbirine bitişikti. Yüce Allah göğü yerden ayırıp yükselttiği zaman hem gök, hem de yerde zikrettiği gibi yağmur ile bitkileri çıkardı."

Ahmed, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî el- Esmâ ve's-Sifât'de Ebû Hureyre'den bildirir: " Resûlallah! Seni görünce huzur buluyor ve rahatlıyorum. Bana 'her şey'den haber ver" dediğimde:

"Her şey sudan yaratıldı" buyurdu.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin el-Esmâ ve's- Sifât'de bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: "...Diri olan her şeyi sudan meydana getirdik..." âyetini açıklarken: "Bu sudan kasıt erkeğin menisidir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Diri olan her şeyi sudan meydana getirdik..." âyetini açıklarken: "Her şey sudan yaratıldı. Su her şeye hayat veren şeydir" demiştir.

31

"Onları sarsmasın dîye yere de sabit dağlar yerleştirdik ve yol bulabilsinler diye ondan geçitler, yollar meydana getirdik."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Yol bulabilsinler diye ondan geçitler, yollar meydana getirdik" âyetini açıklarken: "Dağların arasında yollar ve geçitler yaptık" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: "İşaretler ve yollar" şeklinde açıklamıştır.

32

"Gökyüzünü de korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise oradaki delillerden yüz çevirmektedirler."

İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Ebu'ş-Şeyh Azame'de İbn Abbâs'tan bildirir: Adamın biri: " Resûlallah! Bu gök denen şey nedir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Gök, size ulaşması engellenmiş bir dalgadır" karşılığını verdi.

Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Gökyüzünü de korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise oradaki delillerden yüz çevirmektedirler" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Gökyüzü yükseltilip bir tavan yapılmıştır. Ancak yine de Güneş, Ay, yıldızlar gibi gökte Allah'ın varlığını gösteren âyet ve delillerinden yüz çevirmektedirler."

33

"O, geceyi, gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı yaratandır. Her biri bir yörüngede yüzmektedirler."

İbn Ebî Hâtim, İkrime'den bildirir: Yahudiler, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cuma günü nedir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yüce Allah bu günün iki anından gece ile gündüzü yaratmıştır" karşılığını verdi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Her biri bir yörüngede yüzmektedir" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Azame'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Her biri bir yörüngede yüzmektedirler" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Felek, kirmen ağırşağı (yün iği başı) gibidir. Güneş ve Ay da ağırşağın, kirmenin içinde dönmesi gibi semada dönüp dururlar."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Her biri bir yörüngede yüzmektedirler" âyetini açıklarken: "Bu yörüngeden kasıt semadaki yörüngedir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Hassân b. Atiyye'den bildirir: "Güneş, Ay ve yıldızlar, sema ile yer arasında olan bir yörüngede dönmektedirler."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) âyetini açıklarken: "Burada felek, yıldızların, Güneş'in ve Ay'ın sema ile yer arasında döndükleri yörüngedir" demiştir.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir, Kelbî'den bildirir: "Bir düzen içinde dönen her şey felek'tir."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Her biri bir yörüngede yüzmektedirler" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Her biri ifadesinden kasıt; yıldızlar, Güneş ve Ay'dır. Bunların yörüngede dönüşleri kirmen ağırşağı veya el değirmenindeki mil gibidir. Ağırşak, kirmen olmadan dönmez, kirmen de ağırşak olmadan iş görmez. Yine el değirmeni orta mil olmadan dönmez. Orta mil de değirmenin taşı olmadan iş görmez. Aynı şekilde yıldızlar, Güneş ve Ay da bu felek (yörünge) olmadan dönemezler. Yörünge de bunlar olmadan varlık bulamaz. Sonuç olarak el değirmeni de felek de aynı döngüye sahiptirler. Sadece orta milin el değirmenindeki görevi, ağırşağın kirmendeki görevi gibidir."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Her biri bir yörüngede yüzmektedirler" âyetini açıklarken: "Felek, el değirmeninde ortada bulunan ve taşların çevresinde döndüğü mil gibidir" demiştir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "...Her biri bir yörüngede yüzmektedirler" âyetini açıklarken: "Gördüğün gibi semadaki yörüngede dönmektedirler" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "...Her biri bir yörüngede yüzmektedirler" âyetini açıklarken: "Yüzmekten kasıt yol almadır" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Her biri bir yörüngede yüzmektedirler"' âyetini açıklarken: "Ağırşağın kirmen içinde dönmesi gibi dönmektedir" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Dahhâk: "...Her biri bir yörüngede yüzmektedirler" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yüzmekten kasıt yol alma, akıp gitmedir. Bu âyet de Abdullah'ın kıraatinde "(=Her biri bir yörüngede çalışmaktadır)" lafzıyladır."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Her biri bir yörüngede yüzmektedirler" âyetini açıklarken: "Yüzmekten kasıt yol almadır" demiştir.

34

"Senden önce de hiçbir insanı ölümsüz Kılmadık, sen ölürsün de onlar baki kalır mı?"

İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildirir: Cebrail, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) öleceği haberini verince: "Rabbim! Ümmetimin hali ne olacak?" diye sordu. Bunun üzerine: "Senden önce de hiçbir insanı ölümsüz kılmadık, sen ölürsün de onlar baki kalır mı?" âyeti nazil oldu.

İbn Ebî Şeybe, İbn Ömer'den bildirir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ettiği zaman Ebû Bekr, Medine'nin başka bir yerinde bulunuyordu. Hemen gelip Resûlullah'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanma girdi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) kefenlenmişti. Ebû Bekr, Allah Resûlü'nün (sallallahü aleyhi ve sellem) alnından öptü ve ağlayarak: "Annem babam sana feda olsun! Diriyken de temizdin, ölüyken de temizsin" dedi. Oradan çıktığı zaman insanlara: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ölmedi! Münafıkları öldürmeden ve Allah münafıkları hüsrana uğratmadan da ölmeyecektir!" diye bağıran Ömer b. el-Hattâb'la karşılaştı. Zira münafıklar ölüm haberini almış ve baş kaldırmışlardı. Ebû Bekr onun bu şekilde konuştuğunu işitince: "Kendine gel be adam! Bil ki Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat etti! Yüce Allah'ın: "Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler" buyurduğunu bilmez misin? Yine: "Senden önce de hiçbir insanı ölümsüz kılmadık, sen ölürsün de onlar baki kalır mı?" buyurduğunu işitmez misin!" diye çıkıştı. Daha sonra bir konuşma yapmak üzere minbere çıktı. Yüce Allah'a hamdu senada bulunduktan sonra: "Ey insanlar! Şayet kendisine kulluk ettiğiniz ilahınız Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ise bilin ki Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ölmüştür. Ancak kendisine kulluk ettiğiniz ilahınız semadaki ilah ise bilin ki o ölmez" dedi ve: "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükafatını verecektir" âyetini okudu. Bu âyeti okuduktan sonra da minberden indi. Bu konuşmayı dinleyen Müslümanlar mutlu olup sevinirken münafıkların sıkıntısı daha da arttı. Vallahi bu konuşmadan sonra Müslümanların sanki yüzlerinde bir perde vardı da kalkmış gibi oldu.

İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de Hazret-i Âişe'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ettiği zaman Ebû Bekr yanına girip alnından öptü ve: "Ah peygamberim! Ah dostum! Ah kardeşim!" demeye başladı. Sonrasında: "Senden önce de hiçbir insanı ölümsüz kılmadık, sen ölürsün de onlar baki kalır mı?" âyeti ile "Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler" âyetini okudu.

35

"Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de, şer ile de deniyoruz. Sonunda bize döndürüleceksiniz"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Lâlekâî'nin Sünne'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Biz sizleri yokluk ve bolluk ile, sağlık ve hastalık ile, zenginlik ve fakirlik ile, helal ve haram ile, itaat ve isyan ile, hidayet ve dalâlet ile deneriz."

36

"İnkâr edenler seni gördükleri zaman ancak alaya alırlar. «Bu mu ilâhlarınızı diline dolayan?» derler. Hâlbuki kendileri Rahmân'ın kitabını inkâr ediyorlar."

İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), aralarında muhabbet eden Ebû Süfyân ile Ebû Cehil'le karşılaştı. Ebû Cehil onu görünce gülerek Ebû Süfyân'a: "Abdimenâf oğullarının peygamberi gelmiş" dedi. Ebû Süfyân ise Ebû Cehil'e kızarak: "Abdimenâf oğullarının bir peygamberinin olmasının neyine karşı çıkıyorsunuz?" karşılığını verdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onların bu dediklerini işitince Ebû Cehil'in yanına döndü. Ona ağır laflar ederek uyardı ve: "Sanırım amcanın başına gelenler senin de başına gelmeden bu tür şeylerden vazgeçmeyeceksin!" buyurdu. Sonra Ebû Süfyân'a dönerek: "Sen de bu sözü sadece akrabalık bağından dolayı söyledin!" buyurdu. Sonrasında da: "İnkâr edenler seni gördükleri zaman ancak alaya alırlar. «Bu mu ilâhlarınızı diline dolayan?» derler. Hâlbuki kendileri Rahmân'ın kitabını inkâr ediyorlar" âyeti nazil oldu.

37

"İnsan çok aceleci yaratılmıştır. Size yakında âyetlerimi göstereceğim. Şimdi acele etmeyin."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, İkrime'den bildirir: Âdem'in içine ruhu üfürülüp de başına ulaştığı zaman hapşırdı ve: "Elhamdülillah!" dedi. Melekler: "Yerhamükallah!" şeklinde karşılık verdiler. Ancak ruhu henüz ayaklarına yetişmeden ayağa kalkmak isteyince yere düştü. Yüce Allah da: "İnsan çok aceleci yaratılmıştır..." buyurdu.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Âdem'in ilk önce başına sonra da dizlerine ruh üfürüldü. Dizlerine üfürüldükten sonra hemen ayağa kalkmaya çalışınca Yüce Allah: "İnsan çok aceleci yaratılmıştır..." buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh Azame'de bildirdiğine göre Mücâhid: "İnsan çok aceleci yaratılmıştır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Buradaki insandan kasıt Âdem'dir. Yüce Allah her şeyi yarattıktan sonra akşama doğru da onu yarattı. İçine üfürdüğü ruh gözleri, dili ve başına ulaşınca henüz aşağıya inmeden: "Rabbim! Acele et de güneş batmadan önce yaratılışımı tamamla!" demeye başladı.

İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildirir: Yüce Allah, Âdem'in başına ruhu üfürünce görmeye başladı, ancak henüz aklı başına oturmadı. Ruh kalbine ulaştığı zaman Cenneti gördü. Cenneti görünce kalkması halinde içine girebileceğini düşündü. Ancak ruh henüz aşağı taraflarına ulaşmamışken hareket etmeye çalıştı. İşte: "İnsan çok aceleci yaratılmıştır..." buyruğunda anlatılan budur.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: "İnsan aceleci yaratılmıştır" şeklinde açıklamıştır.

38

Bir de (Mekke Kâfirleri): “ Doğru söyleyenler iseniz, bu va’d ne zaman?” diyorlar.

39

"İnkar edenler, ateşi yüzlerinden ve sırtlarından savamayacakları ve yardım da göremiyecekleri zamanı keşke bilseler."

Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî ve İbn Mâce'nin Adiy b. Hâtim'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet gününde Yüce Allah herkesle konuşacak bu konuşmada arada ne bir perde, ne de bir tercüman olacaktır. Yüce Allah: «Dünyada sana mal vermedim mi?» diye sorunca, insan: «Evet, verdin» diyecek. Yüce Allah: «Sana elçi göndermedim mi?» diye sorunca, insan: «Evet, gönderdin» diyecek. Ancak sağına bakınca Cehennem ateşinden başka bir şey görmez. Soluna bakınca Cehennem ateşinden başka bir şey görmez. Önüne de bakınca Cehennem ateşinden başka bir şey görmez. Onun için kişi yarım hurmayla da olsa dahi (sadaka olarak verip) kendini ateşten korusun. Buna imkanı yoksa da karşısındakine güzel bir söz söylesin?

40

Şüphesiz bu azap (kıyâmet), ansızın gelecek de onları şaşırtacaktır. Artık ne geri çevrilmesine güçleri yetecek, ne de kendilerine mühlet verilecektir.

41

Yemin olsun ki, senden evvel bir çok peygamberlerle alay edildi de, içlerinden alay edenleri, o alay ettikleri şey (azap) kuşatıverdi.

42

Bkz. Ayet:46

43

Bkz. Ayet:46

44

Bkz. Ayet:46

45

Bkz. Ayet:46

46

"De ki: «Allah'a karşı sizi gece gündüz kim koruyacak?» Buna rağmen onlar Rablerini anmaktan yüz çevirirler. Yoksa kendilerini bize karşı savunacak tanrıları mı var? Kendilerine bile yardım edemezler. Katımızdan da dostluk görmezler. Biz bunlara ve babalarına geçimlikler verdik de ömürleri uzadı; şimdi memleketlerini her yandan eksilttiğimizi görmüyorlar mı? Üstün gelen onlar mıdır? De ki: "Ben, sadece, vahiy ile sizi uyarıyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar. Rabbinin azabından onlara bir esinti dokunsa: «Vah bize! Doğrusu biz haksızdık» derler."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "De ki: Onları kim koruyacak" şeklinde açıklamıştır. (.....) âyetini da: "Katımızdan yardım da görmezler" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: "De ki: Onları kim koruyacak" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: " âyetini da: "Katımızdan himaye de görmezler" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: " âyetini da: "Katımızdan koruma da görmezler" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Yoksa kendilerini bize karşı savunacak tanrıları mı var? Kendilerine bile yardım edemezler. Katımızdan da dostluk görmezler'" âyetini açıklarken: "Kendilerine bile yardım edemeyenler edindikleri tanrılardır. Buna karşılık Yüce Allah katında bunlar hayır namıma hiçbir yardım görmeyeceklerdir" demiştir. "... Şimdi memleketlerini her yandan eksilttiğimizi görmüyorlar mı? Üstün gelen onlar mıdır?" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Hasan bu âyeti açıklarken: "Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisiyle savaşanları yenmesi, bölge bölge onların alanlarını daraltması ve toplum toplum onları azaltmasıdır" der. Bunlar da galip gelemezler, galip gelen ve gelecek kişi Allah Resulüdür." "De ki: "Ben, sadece, vahiy ile sizi uyarıyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar" âyetini açıklarken de şöyle demiştir: "Burada vahiyden kasıt Kur'ân'dır. Ancak kafir, Allah'ın Kitab'ına karşı sağırdır onu işitemez, ondan faydalanamaz ve diğer müminler gibi onu anlayamaz." "Rabbinin azabından onlara bir esinti dokunsa..." âyetini açıklarken de: "Burada azaptan bir esinti'den kasıt cezadır" demiştir.

47

"Kıyamet günü adalet terazileri kurarız. Artık hiç kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar olsa bile yapılanı ortaya koyarız. Hesap gören olarak biz yeteriz."

Ahmed, Tirmizî, İbn Cerîr Tehzîb'de, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Hazret-i Âişe'den bildirir: Adamın biri Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve: " Resûlallah! Bana hiyanet eden, yalan söyleyen ve asi olan iki tane kölem var. Buna karşılık ben de onları dövüyor ve sövüp sayıyorum. Bu yaptığımdan dolayı hesapta benim durumum nedir?" diye sordu. Allah Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem) şu karşılığı verdi: "Sana olan hiyanetleri, isyanları ve yalanları ile buna karşılık onlara verdiğin ceza hesaplanacak, şayet verdiğin ceza onların suçlarına oranla daha az ise senin onlardan alacağın olur. Verdiğin ceza onların suçlarına denk ise hesabınız baş başa gelecek ne lehinde, ne de aleyhinde bir durum olacaktır. Ancak verdiğin ceza suçlarına oranla daha fazla ise kısas yapılarak bu fazlalık senden alınacaktır." Bu cevabı duyan adam feryat figan ağlamaya başlayınca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ın Kitâb'ında: «Kıyamet günü adalet terazileri kurarız. Artık hiç kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar olsa bile yapılanı ortaya koyarız. Hesap gören olarak biz yeteriz»âyetini okumaz mısın?" buyurdu. Bunun üzerine adam: " Resûlallah! Onlardan ayrılmadan başka bir çözüm görmüyorum. Sen de şahit ol ki artık özgürdürler" dedi.

Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usûl'de ve İbn Ebî Hâtim, Rifâ'a b. Râfi' ez- Zurakî'den bildirir: Adamın biri: " Resûlallah! Kölelerimizi bazen dövmemiz konusunda ne dersin?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem): "Suçları ve onlara verdiğiniz ceza teraziye vurulur. Şayet cezanız onların işlediği suçtan daha ağır gelirse haklarını sizlerden alırlar" buyurdu. Adam: "Onlara sövmemiz konusunda ne dersin?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Suçları ve onlara verdiğiniz eziyet teraziye vurulur. Şayet eziyetiniz onların işlediği suçtan daha ağır gelirse haklarını sizlerden alırlar" buyurdu. Adam: " Resûlallah! Peki, çocuklarmızı bazen dövmemiz konusunda ne dersin?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem): "Çocukların konusunda kınanacak değilsin! Zira sen tok bir şekilde rahatken onların aç kalmasına, sen güzel giysiler içinde iken onların çıplak olmasına gönlün razı olacak değildir" buyurdu.

Hakîm et-Tirmizî, Zeyd b. Eslem'den bildirir: Adamın biri: " Resûlallah! Kölelerin dövülmesi konusunda ne dersin?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şayet hakediyorlarsa ve yerinde ise dövülebilir, aksi taktirde kıyamet gününde kısasla hakkını sizlerden alır" buyurdu. Adam: " Resûlallah! Onlara sövülmesi konusunda ne dersin?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bunda da aynı şey geçerlidir" karşılığını verdi. Adam: " Resûlallah! Ama kendi çocuklarımızı da cezalandırıyor veya onlara sövüyoruz" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kölelerinizin durumu çocuklarınız gibi değildir. Zira bu konuda çocuklarınızdan dolayı kınayacak değilsiniz" buyurdu.

Hakîm et-Tirmizî, Ziyâd b. Ebî Ziyâd'dan bildirir: Adamın biri: " Resûlallah! Benim malım da, hizmetçilerim de var. Bazen kızıyorum ve bu hizmetçilere saldırıp sövüyor ve dövüyorum" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu hizmetçinin suçu ile ona verdiğin ceza tartılır. Şayet eşit çıkarlarsa ne lehine, ne de aleyhine bir durum olur. Ancak verdiğin ceza onun suçundan daha ağır gelirse kıyamet gününde bu fazlalık senin iyiliklerinden alınarak karşılanır" buyurdu. Adam: "Vay bana! Eyvah bana! Benim iyiliklerimden mi allanacak! Resûlallah! Sen de şahit ol ki bütün kölelerim artık hürdür. Zira kıyamet gününde beni iyiliklerimden edecek hiçbir şeyi elimde tutmam!" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yüce Allah'ın: «Kıyamet günü adalet terazileri kurarız. Artık hiç kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar olsa bile yapılanı ortaya koyarız. Hesap gören olarak biz yeteriz» dediğini işitmez misin?" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed Zühd'de ve Beyhakî el-Ba's'de İbn Mes'ûd'dan bildirir: "Kıyamet gününde tüm insanlar hesap için mizana getirildiğinde orada çok çetin bir şekilde birbirleriyle mücadele edip çekişirler."

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildirir: "Kıyamet günü adalet terazileri kurarız..." âyeti, "O gün tartı tam hakkıyla yapılacaktır..." âyeti gibidir.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti: (.....) lafzıyla, (.....) kelimesindeki "î" harfini çekerek okumuş ve: "Hardal tanesi kadar olsa bile karşılığını veririz" şeklinde anlamlandırmıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Âsim b. Ebi'n-Necûd bu âyeti: (.....) lafzıyla, (.....) kelimesindeki  (.....) harfini çekmeden okumuş ve: "Hardal tanesi kadar olsa bile getirip ortaya koyarız" şeklinde anlamlandırmıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) ifadesini: "Tane ağırlığında" şeklinde açıklamıştır, (.....) ifadesini de: "Hesap gören olarak biz yeteriz" şeklinde açıklamıştır.

48

"Andolsun biz, Musa ve Harun'a, takvâ sahipleri için bir ışık ve öğüt olarak Furkân'ı verdik."

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuş ve: "Furkân ile Diyâ arasındaki 'Vav' harfini alıp: "İnsanlar onlara: «Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun» dediler. Bu, onların imanını artırdı da: «Allah bize yeter. O ne güzel Vekil'dir' dediler» âyetinin başına koyun" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Furkân ile Diyâ arasındaki 'Vav' harfini alıp: "Arş'ı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunanlar (melekler), Rablerini hamd ile tesbih ederler..." âyetinin başına koyun" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: "Andolsun biz, Musa ve Harun'a, takvâ sahipleri için bir ışık ve öğüt olarak Furkân'ı verdik" âyetini açıklarken: "Furkân'dan kasıt Tevrat'tır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Andolsun biz, Musa ve Harun'a, takvâ sahipleri için bir ışık ve öğüt olarak Furkân'ı verdik" âyetini açıklarken: "Furkân'dan kasıt Tevrat'tır. Helal ile haramı, hak ile batılı birbirinden ayırdığı içinde bu şekilde zikredilmiştir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Andolsun biz, Musa ve Harun'a, takvâ sahipleri için bir ışık ve öğüt olarak Furkân'ı verdik" âyetini açıklarken: "Burada Furkân'dan kasıt, Mûsa ile Harun'a verilen hak (Tevrat)'tır. Yüce Allah, Mûsa ve Hârun ile Firavun'un arasını bu hak ile ayırmıştır" demiş ve: "Eğer Allah'a ve hakkı batıldan ayıran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız..."âyetini okumuştur. Bu âyette zikredilen ve hakkı batıldan ayıran bu gün konusunda da: "Bedir savaşıdır" demiştir.

49

Bkz. Ayet:50

50

"Onlar görmedikleri halde Rablerinden korkarlar; kıyamet saatinden de titrerler. İşte bu da bizim indirdiğimiz mübarek bir öğüttür. Şimdi siz bunu mu inkâr ediyorsunuz?"

Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usûl'de Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Yüce Allah buyurur ki: "İzzetime andolsurı ki kuluma iki korkuyu yaşatmam. Aynı şekilde iki güveni de yaşatmam. Bunun için dünyada iken benden korkan kişiyi âhirette güven içinde kılarım. "

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "İşte bu da bizim indirdiğimiz mübarek bir öğüttür..." âyetini açıklarken: "Mübarek öğütten kasıt Kur'ân'dır" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Meymûn b. Mihrân: "İki şeyde bereket vardır. Bunlardan biri Kur'ân, diğeri de yağmurdur" demiş ve: "Gökten bereketli bir su indirdik..." âyeti ile, "İşte bu da bizim indirdiğimiz mübarek bir öğüttür..." âyetini okumuştur.

51

Bkz. Ayet:53

52

Bkz. Ayet:53

53

"Andolsun biz İbrahim'e daha önce rüşdönli vermiştik. Biz onu iyi tanırdık. Hani o, babasına ve kavmine, «Kendilerine bağlandığınız bu heykeller nedir?» demişti. «Babalarımızı onlara tapar bulduk» demişlerdi."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Andolsun biz İbrâhîm'e daha önce rüşdünü vermiştik..." âyetini açıklarken: "Henüz küçükken ona doğru yolu gösterdik" demiştir. "Kendilerine bağlandığınız bu heykeller nedir?"âyetini açıklarken de: "Heykelden kasıt putlardır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Andolsun biz İbrâhîm'e daha önce rüşdünü vermiştik...'" âyetini açıklarken: "Ona hidayeti vermiştik" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Kendilerine bağlandığınız bu heykeller nedir?" âyetini açıklarken: "Kendilerine taptığınız, anlamındadır" demiştir. "Babalarımızı onlara tapar bulduk" âyetini açıklarken de: "Biz babalarımızı bir dinin üzerinde bulduk ve bu din üzerinde onlara tâbi olacağız" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünya Zemmu'l-Melâhi'de, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuab'da bildirdiğine göre Hazret-i Ali satranç oynayan bir toplulukla karşılaşınca onlara: "Kendilerine yöneldiğiniz bu heykeller de ne oluyor? Sizden birinin ateşten bir kor parçasını sönene kadar elinde tutması bunlara dokunmasından daha iyidir" dedi.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali: "Zar ile satranç oynayanlara selam verilmez" demiştir.

54

(Hazret-i İbrâhîm, onlara) dedi ki: “ Yemin olsun, siz ve atalarınız açık bir sapıklık içindesiniz.”

55

Onlar: “ Sen bize (doğru mu söylüyorsun) hakikatı mı getirdin, yoksa sen şakacılardan mısın (bizimle mi eğleniyorsun)?” dediler.

56

(İbrâhîm şöyle) dedi: “ Doğrusu sizin Rabbiniz, hem göklerin, hem de yerin Rabbidir ki, bütün bunları O yaratmıştır ve ben de size bu dediğime şahidlik edenlerdenim.

57

Bkz. Ayet:67

58

Bkz. Ayet:67

59

Bkz. Ayet:67

60

Bkz. Ayet:67

61

Bkz. Ayet:67

62

Bkz. Ayet:67

63

Bkz. Ayet:67

64

Bkz. Ayet:67

65

Bkz. Ayet:67

66

Bkz. Ayet:67

67

"Allah'a yemin ederim ki, siz ayrılıp gittikten sonra, putlarınıza bir tuzak kuracağım! Derken İbrâhîm, onları parça parça etti; ancak dönüp başvururlar diye (putların) en büyüğünü kırmadı. «Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak o, zalimlerden biridir» dediler. (Bazıları), «İbrâhîm denilen bir gencin onları diline doladığını duyduk» dediler. «O halde onu hemen insanların gözü önüne getirin, belki şahitlik ederler» dediler. «Bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın ey İbrâhîm» dediler. «Belki onu şu büyükleri yapmıştır, konuşabiliyorlarsa onlara sorun» dedi. Bunun üzerine birbirlerine dönüp, «Hiç şüphesiz asıl zalimler sizsiniz» dediler. Sonra eski inanç ve inatlarına döndüler ve, «Andolsun, bunların konuşmayacağını sen de bilirsin» dediler. İbrâhîm: «Öyle ise siz Allah'ı bırakıp da, size hiçbir fayda, hiçbir zarar veremeyecek şeylere mi tapacaksınız? Size de, Allah'ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun! Akletmiyor musunuz?» dedi."

İbn Ebî Hâtim, İbn Mes'ûd'dan bildirir: İbrâhîm'in kavmi bayram için çıkarken İbrâhîm'le karşılaştılar ve ona: "Ey İbrâhîm! Sen bizimle çıkmayacak mısın?" dediler. İbrâhîm: "Hastayım" karşılığını verdi. Ancak bir gün öncesinde: "Allah'a yemirı ederim ki, siz ayrılıp gittikten sonra, putlarınıza bir tuzak kuracağım!" demişti. Kavminden de bazıları bunu derken kendisini işitmişlerdi. Herkes bayram için çıkınca İbrâhîm eve gidip yemek aldı ve kavminin putlarının yanına geldi. Yemeği onlara yaklaştırıp: "Yesenize!" dedikten sonra en büyükleri hariç hepsini kırıp parçaladı. Kullandığı keseri de kırmayıp bıraktığı bu en büyük putun eline bağladı. Bayram dönüşü puthaneye uğradıklarında tüm putlarının kırılıp parçalandığını, keserin de sağlam duran en büyük putun elinde olduğunu gördüler. "Bunu tanrılarımıza kim yaptı?" diye sorduklarında, İbrâhîm'in yeminler ederek putlara tuzak kuracağını söylerken onu işitenler: "İbrâhîm denilen bir gencin onları diline doladığını duyduk" dediler. Sonrasında da İbrâhîm söz konusu tartışmayı onlarla yapmıştır.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Allah'a yemin ederim ki, siz ayrılıp gittikten sonra, putlarınıza bir tuzak kuracağım!" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu sözü İbrâhîm, kavmi kendisini bayrama çıkmaya çağırdıkları zaman söylemiştir. Çağırdıklarında da: "Hastayım" diyerek mazeret göstermişti. Ancak bayrama çıkmada biraz geç kalan birisi onların putlarına yönelik İbrâhîm'in bu sözünü işitti. "İbrâhîm denilen bir gencin onları diline doladığını duyduk" diyen kişi de buydu. İbrâhîm putları kırdıktan sonra elindeki baltayı sağlam bıraktığı en büyük putun göğsüne dayayıp bıraktı.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, İkrime'den bildirir: İbrâhîm'in babası ufak putlar yapar, yaptığı putları bir ipe bağlar, İbrâhîm'i de omuzuna alıp bu putları ona verirdi. Bu şekilde de dolaşıp onları satardı. Bu şekilde gezerken adamın biri gelip bir put almak istedi. İbrâhîm ona: "Bunu satın alıp da ne yapacaksın?" diye sorunca, adam: "Ona secde edip tapacağım" karşılığını verdi. İbrâhîm de ona: "Sen ihtiyar ve büyük bir adamsın. Bu ufacık şeye mi secde edeceksin. Oysa küçük olanın büyük olana secde etmesi gerek!" dedi. İşte o zaman: "İbrâhîm denilen bir gencin onları diline doladığını duyduk" dediler.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildirir: Hazret-iİbrâhîm kimsenin duymayacağı bir şekilde: "Allah'a yemin ederim ki, siz ayrılıp gittikten sonra, putlarınıza bir tuzak kuracağım!" dedi. Sonrasında: "Onları parça parça etti; ancak dönüp başvururlar diye en büyüğünü kırmadı." Bu büyük put da onların en çok değer verdiği, en güzel putlarıydı. Belki kendilerine gelir de hakikati görürler diye de bu en büyük putu sağlam bıraktı. Putların bu şekilde paramparça olduğunu görüp de bunu İbrâhîm'in yaptığını öğrenince: "O halde onu hemen insanların gözü önüne getirin, belki şahitlik ederler" dediler. Çünkü herhangi bir kanıt olmadan onu yakalamak istemediler. Sonrasında ona: "Bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın ey İbrâhîm" diye sordular. İbrahim: "Belki onu şu büyükleri yapmıştır, konuşabiliyorlarsa onlara sorun" karşılığını verdi. Bunun üzerine birbirlerine dönüp: "Hiç şüphesiz asıl zalimler sizsiniz" dediler. İbrâhîm'in de en başta kastettiği tuzak da buydu. Sonra bu şaşkınlıkla: "Bunların konuşmayacağını sen de bilirsin" demeye başladılar.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Paramparça" olarak açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abbâs: (.....) ifadesini: "Parça parça" olarak açıklamıştır.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Belki onu şu büyükleri yapmıştır..." âyetini açıklarken: "Putların içinde en büyükleri" demiştir."

Ebû Dâvud, Tirmizî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: İbrâhîm üç konu dışında asla yalan söylemiş değildir. Bu üç yalanı da Allah için söylemiştir. Biri: "Ben hastayım" demesi, diğeri eşi Sâre'nin kızkardeşi olduğunu söylemesi, üçüncüsü de: "Belki onu şu büyükleri yapmıştır..."demesidir.

Ebû Ya'lâ'nın Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde insanlar İbrâhîm'e gelip: «Rabbinin katında bize şefaatçi ol» derler. İbrâhîm ise: «Ben üç tane yalan söyledim» karşılığını verir. Ancak İbrâhîm bu yalanların üçünde de Allah'ın dinine muhalif bir şey yapmış değildi. Bunlardan biri: «Ben hastayım» demesi, diğeri: «Belki onu şu büyükleri yapmıştır...» demesi, üçüncüsü de eşi Sâre'nin kızkardeşi olduğunu söylemesidir."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: (.....) âyetini: "Birbirlerine baktılar" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) âyetini: "Sonra eski görüşlerine döndüler" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik: (.....) ifadesini açıklarken: "Kötü bir sözden rahatsızlığı ifade eder" demiştir.

68

Bkz. Ayet:70

69

Bkz. Ayet:70

70

"Onlar: «Bîr şey yapacaksanız, şunu yakın da tanrılarınıza yardım edin» dediler. Biz: «Ey ateş! İbrâhîm'e karşı serin ve zararsız ol» dedik. Ona düzen kurmak istediler, fakat biz onları hüsrana uğrattık."

İbn Cerîr, Mücâhid'den bildirir: Bu âyeti Abdulah b. Ömer'e okuduğumda bana: "Ey Mücâhid! İbrâhîm'in ateşte yakılması fikrini onlara kim verdi biliyor musun?" diye sordu. "Hayır, bilmiyorum" karşılığını verdiğimde: "Pers bedevilerinden kürt bir adam verdi" dedi.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-iİbrâhîm için odunlar toplanıp da ateşe atıldığı zaman yağmurdan sorumlu melek: "Yağmuru bırakmam için ne zaman emir gelecek!" demeye başladı. Ancak Yüce Allah'ın bu konuda emri daha hızlı oldu ve: "Ey ateş! İbrâhîm'e karşı serin ve zararsız ol" buyurdu. Bu emirle yeryüzünde sönmeyen tek bir ateş dahi kalmadı.

Ahmed, İbn Mâce, İbn Hibbân, Ebû Ya'lâ, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî, Hazret-i Âişe'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "İbrâhîm ateşe atıldığı zaman keler dışında yeryüzünde ne kadar hayvan varsa bu ateşi söndürmeye çalıştı. Ama keler daha çok yanması için ateşe üflüyordu" Bundan dolayı Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kelerin öldürülmesini söylemiştir.

İbn Merdûye, Ümmü Şerik'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kelerin öldürülmesini emretti ve: "Keler İbrâhîm'in daha çok yanması için ateşe üflüyordu" buyurdu.

Abdurrezzâk Musannefde Ma'mer vasıtasıyla Katâde'den o da bazı sahabelerden bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kurbağa İbrahim'in yanmaması için ateşi söndürmeye çalışırken keler daha çok yanması için ateşe üflüyordu" buyurdu ve kurbağanın öldürülmemesi, kelerin ise öldürülmesi emrini verdi.

İbnu'l-Münzir de aynısını zikreder ve yine Ebû Saîd eş-Şâmî vasıtasıyla Abân'dan o da Enes'ten naklen Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir: "Kurbağalara kötü laflar etmeyin. Zira onu sesi tesbîh, takdîs ve tekbir'dir. İbrâhîm ateşe atıldığı zaman tüm hayvanlar ateşi söndürmek için Rablerinden izin istediler. Yüce Allah da kurbağaya izin verdi. Kurbağalar üst üste ataşe atlayınca Yüce Allah ateşin sıcaklığını onlar için suya çevirdi."

Ebû Ya'lâ, İbn Merdûye, Ebû Nuaym ve Hatîb'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: İbrâhîm ateşe atıldığı zaman: «Allahım! Sen ki semada teksin! Ben de yeryüzünde yalnızım ve sana kulluk ediyorum» dedi."

İbn Ebî Şeybe Musannef de ve İbnu'l-Münzir, İbn Ömer'den bildirir: "İbrâhîm ateşe atıldığı zaman sözlediği ilk söz "Hasbunallah ve ni'me'l vekîl (=Allah bize yeter. O en güzel vekildir)" sözü idi."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ka'bu'l-ahbâr: "Ateş İbrâhîm'in bağlı olduğu iplerden başka bir şey yakmadı" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Minhâl b. Amr'dan bildirir: Bana bildirilene göre Hazret-iİbrâhîm ateşin içinde elli veya kırk gün kaldı. Daha sonra da: "Ateşte geçirdiğin gün ile gecelerden daha güzel günler geçirmiş değilim. Hayatımın tümünün ateşin içinde geçirdiğim o günler gibi olmasını isterdim" demiştir.

İbn Cerîr, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Allah'ın dostu İbrâhîm ateşe atıldığı zaman yağmurdan sorumlu melek, kendisine izin verilir de yağmuru gönderir umuduyla: "Rabbim! Dostun İbrâhîm!" demeye başladı. Ancak Yüce Allah'ın bu konuda emri daha hızlı oldu ve: "Ey ateş! İbrâhîm'e karşı serin ve zararsız ol" buyurdu. Bu emirle yeryüzünde sönmeyen tek bir ateş dahi kalmadı.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Şuayb el-Cebâî'den bildirir: İbrâhîm için: "...Şunu yakın..." diyen kişi Hezan adında biriydi. Yüce Allah da onu yerin dibine geçirdi. Kıyamet gününe kadar da yerin dibine battıkça batacaktır."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Ey ateş! İbrâhîm'e karşı serin ve zararsız ol" âyetini açıklarken: "Ateşe bu şekilde seslenen kişi Cebrail'di" demiştir.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: "Ateşe serin olmasının yanında zararsız olması da emredilmeseydi İbrâhîm onun soğukluğunda ölebilirdi. Verilen bu emirle yeryüzünde ne kadar ateş varsa kendisine söylenmiş zannederek söndü."

Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Ahmed Zühd'de, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ali: "Ey ateş! İbrâhîm'e karşı serin ve zararsız ol" âyetini açıklarken: "Ateşe serin olması emrinden sonra zararsız olması da emredilmeseydi bu serinlik onu öldürebilirdi" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Şimr b. Atiyye'den bildirir: Allah'ın dostu İbrâhîm ateşe atıldığı zaman yağmurdan sorumlu melek, kendisine izin verilir de yağmuru gönderir umuduyla: "Rabbim! Dostun İbrâhîm!" demeye başladı. Yüce Allah: "Ey ateş! İbrâhîm'e karşı serin ve zararsız ol" buyurunca da yeryüzünde serin olmayan tek bir ateş dahi kalmadı.

Ahmed Zühd'de ve Abd b. Humeyd, Ebû Hilâl vasıtasıyla Bekr b. Abdillah el-Müzenî'den bildirir: İbrâhîm'i ateşe atmak istediklerinde ne kadar mahluk varsa gelip: "Rabbim! Dostun ateşe atılıyor! İzin ver de ateşi söndürelim" dediler. Yüce Allah da: "O benim dostumdur ve yeryüzünde ondan başka dostum yoktur. Ben de onun ilahıyım, benden başka ilahı yoktur. Şayet sizden yardım isterse ona yardım edin, istemediği taktirde ona karışmayın" karşılığını verdi. Yağmurdan sorumlu melek de geldi ve: "Rabbim! Dostun ateşe atılıyor! İzin ver de yağmurla bu ateşi söndüreyim" dedi. Yüce Allah yine: "O benim dostumdur ve yeryüzünde ondan başka dostum yoktur. Ben de onun ilahıyım, benden başka ilahı yoktur. Şayet senden yardım isterse ona yardım et, istemediği taktirde ona karışma" karşılığını verdi. İbrâhîm ateşe atılınca bir dua etti. (Ravi Ebû Hilal bu duayı unutmuştur.) Bunun üzerine Yüce Allah: "Ey ateş! İbrâhîm'e karşı serin ve zararsız ol" buyurdu. Bu emirle doğuda ve batıda ne kadar ateş varsa serinledi ve o günü bir hayvan paçası bile pişemedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'de bildirir: Ka'b: "O günü yeryüzünde hiç kimse ataşten faydalanamadı. İbrâhîm'in içine atıldığı ateş de onun bağlarından başka bir şeyi yakamadı" dedi. Ayrıca o günü keler dışında gelen bütün hayvanlar ateşi söndürmeye çalıştı.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Bazılarının dediğine göre Cebrâil de ateşin içinde İbrâhîm'le beraberdi ve onun alnından terini siliyordu."

İbn Ebî Hâtim, Atiyye'den bildirir: "Hazret-iİbrâhîm ateşe atıldığı zaman içinde oturdu. Onu görenler krallarına haber saldılar. Kral gelip hayretler içinde onu izlerken ateşten sıçrayan bir kıvılcım gelip ayak başparmağına düştü. Bu kıvılcımla da kral, yün parçasının tutuşması gibi tutuşup yandı."

İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildirir: "Hazret-iİbrâhîm ateşin içinden terlemiş bir şekilde çıktı. Ateş onun bağlarından başka bir şeyi yakmamıştı. Ateşi denemek için içlerinden bir ihtiyarı tutup attıklarında adam yandı."

Abd b. Humeyd, Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) görmüş biri olan Süleyman b. Surad'dan bildirir: ibrahim'i ateşe atmak istediklerinde odun toplamaya başladılar. İhtiyar bir kadın da sırtında odun taşıyordu. Ona: "Nereye götürüyorsun?" diye sorduklarında: "Şu ilahlarımızı diline dolayan adama götürüyorum" karşılığını verdi. Onu ateşe atmak üzere götürdüklerinde ibrâhîm: "Ben Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecektir" dedi. Ateşe atıldığında da: "Hasbiyallah ve ni'me'l-vekîl (=Allah bana yeter. O en güzel vekildir)" dedi. Yüce Allah da: "Ey ateş! İbrâhîm'e karşı serin ve zararsız ol" buyurdu. Ateş onu yakmayınca amcası olan Ebû Lût: "Bana yakınlığından dolayı ateş onu yakmadı "dedi. Yüce Allah o ateşin içinden bir alevi ona doğru yollayınca amcasını yaktı.

Firyâbî, İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr, Ali b. Ebî Tâlib'den bildirir: Yüce Allah: "Ey ateş! İbrâhîm'e karşı serin ol... buyurunca ateş o kadar soğudu ki neredeyse İbrâhîm'e zarar verecekti. Sonrasında: "...Ve zararsız ol!" buyurunca ona herhangi bir zarar vermedi.

Firyâbî ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: "Şayet yüce Allah: "...Ve zararsız ol" da buyurmasaydı Hazret-iİbrâhîm soğuktan ölebilirdi."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Zur'a vasıtasıyla Ebû Hureyre'den bildirir: İbrâhîm'in babası, ateşin içinde bulunan oğlunun üzerinden kapağı kaldırıp da İbrâhîm'in sadece terlediğini görünce söylediği en güzel söz: "Ey İbrâhîm! En güzel Rab senin Rabbindir!" sözüydü.

İbn Cerîr, Şuayb el-Cebâî'den bildirir: "Hazret-iİbrâhîm ateşe atıldığında on altı yaşındaydı. İshak kurban edildiğinde ise yedi yaşındaydı."

İbn Cerîr, Mu'temir b. Süleymân et-Teymî'den o da bir arkadaşından bildirir: Cebrail, ateşe atılmak üzere bağlanan İbrâhîm'in yanına geldi ve: "Ey İbrâhîm! Bir ihtiyacın var mı?" dedi. İbrâhîm: "Sana ihtiyacım yok" karşılığını verdi.

İbn Cerîr, Erkam'dan bildirir: İbrâhîm, ateşe atmak üzere kendisini bağlarlarken: "Ey âlemlerin Rabbi! Senden başka ilah yoktur. Seni her türlü eksiklikten tenzih ederim. Hamd senindir, hükümranlık senin! Senin ortağın yoktur" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: "Ey ateş! İbrâhîm'e karşı serin ve zararsız ol" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Zararsız olması ateşin serinliğinin ona zarar vermemesidir. Zira "...Ve zararsız ol" denmesiydi ateşin serinliği sıcaklığından daha çok zarar verirdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Ona düzen kurmak istediler, fakat biz onları hüsrana uğrattık"' âyetini açıklarken şöyle demiştir: "İbrâhîm ateşte yanmayınca içlerinden ihtiyar bir adamı ateşe attılar ve onun da kurtulmasını umdular. Ancak ihtiyar adam ateşe atılınca yandı."

71

Bkz. Ayet:73

72

Bkz. Ayet:73

73

"Onu Lût ile beraber kurtarıp, içinde âlemler için bereketler kıldığımız yere ulaştırdık. Ona, İshak'ı ve fazladan bir bağış olmak üzere Yakub'u lütfettik; herbirini sâlih insanlar yaptık. Onları bizim emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlar işlemeyi, namazı dosdoğru kılmayı, zekâtı vermeyi vahyettik. Onlar sadece bize ibadet eden kimselerdi."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Mâlik: "...İçinde âlemler için bereketler kıldığımız yere ulaştırdık" âyetini açıklarken: "Bu yer Şam'dır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b: "...İçinde âlemler için bereketler kıldığımız yere ulaştırdık" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu yer Şam'dır. Ayrıca dünya üzerinde ne kadar tatlı su kaynağı varsa hepsi de Beytu'l-Makdis'teki kayanın altından gelmektedir. Semadan bu kayaya inen su oradan tüm yeryüzüne dağılır."

İbn Asâkir, Abdullah b. Selâm'dan bildirir: "Şam bölgesinde bin yediyüz tane peygamber mezarı bulunmaktadır. Dimaşk (Şam) da ahir zamandaki fitnelerden sığınma yeri olacaktır."

Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Lût, İbrâhîm'in erkek kardeşinin oğluydu" demiştir.

İbn Sa'd'ın Kelbî vasıtasıyla Ebû Sâlih'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: "Hazret-iİbrâhîm, ateşten kurtulduktan sonra Kûsâ'dan kaçıp çıktığında Süryanice konuşuyordu. Harran'da Fırat nehrini geçtikten sonra Yüce Allah onun dilini değiştirip İbranice yaptı. Nehri aşmak anlamına gelen 'Abere' fiiline nisbeten bu dil İbranice şeklinde isimlendirilmiştir. Nemrut da peşinden askerlerini gönderdi ve: "Süryanice konuşan kimi bulursanız onu yakalayıp yanıma getirin!" emrini verdi. Askerler İbrâhîm'le karşılaştılar, ancak İbranice konuştuğu için onu tanıyamadılar ve bıraktılar."

İbn Asâkir, Hassân b. Atiyye'den bildirir: "Nabat kralı Lut'a saldırdı ve ailesiyle birlikte onu esir aldı. İbrâhîm bundan haberdar olunca, Bedir savaşına katılan Müslümanların sayısı da olan üçyüz onüç kişilik bir birlikle onu aramaya çıktı. Ya'für çölünde Nabat kralıyla karşı karşıya geldi. İbrâhîm ordusunu sağ sol ve orta olmak üzere üç gruba ayırdı. Savaşta bu şekilde bir düzenleme yapan ilk kişi de İbrâhîm'dir. Yapılan savaşta İbrâhîm, Nabat kralını yendi ve Lut ile ailesini elinden kurtardı."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: "Onu Lût ile beraber kurtarıp, içinde âlemler için bereketler kıldığımız yere ulaştırdık" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Lut ile birlikte kurtarılan kişi İbrâhîm'dir. Bereketli kılınan yer de Beytu'l-Makdis'tir. Çünkü yeryüzünde bulunan bütün tatlı suların kaynağı buradaki kayanın altıdır. Gökyüzünden bu kayanın altına inen su buradan yeryüzünün diğer yerlerine dağılır."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Katâde: "Onu Lût ile beraber kurtardık..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Irak bölgesindeyken onu kurtarıp Şam bölgesine çıkardık. Denilirdi ki: "Şam, hicret için merkezi bir yerdir. Yeryüzünde eksiltilen bir şey Şam'a ilave edilir. Şam'dan eksiltilen şey de Filistin'e eklenir." Yine şöyle denilir: "Şam, kıyamet gününde insanların kabirlerinden çıkıp toplanacakları yerdir. Aynı şekilde İsa b. Meryem gökten oraya inecektir. Yüce Allah dalaletin başı Mesih Deccal'i de orada helak edecektir."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...İçinde âlemler için bereketler kıldığımız yere ulaştırdık" âyetini açıklarken: "Bu yer Şam'dır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ka'b: "...İçinde âlemler için bereketler kıldığımız yere ulaştırdık" âyetini açıklarken: "Bu yer Harran'dır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ona, İshak'ı ve fazladan bir bağış olmak üzere Yakub'u lütfettik..." âyetini açıklarken: "Oğul olarak İshak'ı, torun olarak da Yakub'u lütfettik" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Ona, İshak'ı ve fazladan bir bağış olmak üzere Yakub'u lütfettik..." âyetini açıklarken: "İshak'ı oğul olarak verdik, buna ilaveten hediye olarak da Yakub'u bahşettik" demiştir.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Kelbî: "Ona, İshak'ı ve fazladan bir bağış olmak üzere Yakub'u lütfettik..." âyetini açıklarken: "İbrâhim çocuk için dua edince kendisine icabet edildi ve oğul olarak İshak verildi. Onun üzerine hediye olarak da Yakub verildi" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Âyette zikredilen bağış ve hediye Yakub'tur" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Onları bizim emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Allah'ın emirleri konusunda kendilerine tâbi olunan önderler kıldık" demiştir.

74

Bkz. Ayet:75

75

"Lut'a da hüküm ve ilim verdik. Onu, çirkin işler işleyen kasabadan kurtardık. Doğrusu onlar yoldan çıkmış kötü bir milletti. Onu rahmetimizin içine aldık; doğrusu o sâlihlerden idi."

İbn Asâkir, Ebû Umâme el-Bâhilî'den bildirir: "Lut kavminin, kendileriyle bilinip tanındığı on özellikleri vardı. Bunlar: Güvercinlerle oynama, avda kurutulmuş çamurdan taşlar kullanma, ıslık çalma, parmaklar arasından ufşk taş fırlatma, saçlarını düzleme, sakız çiğneme, giysi eteklerini yerlerde sürüme, gömleklerini pantolon içine koyma, erkek erkeğe cinsel ilişkiye girme ve aşırı bir şekilde içki içmeleridir. Ancak bu ümmet bunların daha fazlasını yapacaktır."

İbn Ebi'd-Dünya Zemmu'l-Melâhî'de ve İbn Asâkir, Ali b. Ebî Tâlib'den bildirir: "Bu ümmette Lut kavminin özelliklerinden altı tane özellik vardır. Bunlar: Sapan kullanma, sapan için kurutulmuş çamurdan taş edinme, ıslık çalma, parmaklar arasından ufak taş fırlatma, gömlek kemerini salma ve sakız çiğnemektir."

İshâk b. Bişr, Hatîb ve İbn Asâkir'in Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Lut kavmi on şeyi yaptığı için helak olmuştu. Ümmetim ise bunlara başka bir şey daha ekleyerek yapacaktır. Bunlar: Erkek erkeğe cinsel ilişkiye girmeleri, sapan kullanmaları, parmaklarla ufak taş fırlatmaları, güvercinlerle oynamaları, tef çalmaları, içki içmeleri, saçlarını kısa tutmaları, bıyıklarını uzatmaları, ıslık çalmaları, el çırpıp alkış tutmaları ve ipek giymeleridir. Ümmetim de bunlara lezbiyenliği (kadın kadına ilişkiyi) ekleyerek yapacaktır. "

Ebû Nuaym Ma'rife'de, Şâşîve İbn Asâkir'in İbnu'z-Zübeyr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Lut kavminin adetlerinden üç tanesi dışında geriye bir şey kalmamıştır. Bu üç şey de kılıç kınlarını yerde sürüme, tırnakları boyama ve avret yerlerini açmadır. "

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Onu rahmetimizin içine aldık..."âyetini açıklarken: "Rahmetten kasıt İslam'dır" demiştir.

76

Nûh’u da hatırla ki, daha önce o dua etmişti de, biz duasını kabul etmiştik. Böylece kendisini ve ona bağlıları, o büyük âfetten (Tufan’dan) kurtardık.

77

Bir de âyetlerimizi tekzip eden o kavimden Nûh’u kurtarıp öcünü aldık. Gerçekten onlar, kötü bir kavim idiler. Biz de hepsini birden boğduk.

78

Bkz. Ayet:80

79

Bkz. Ayet:80

80

"Dâvud ile Süleyman'ı da hatırla. Hani bir ekin tarlası hakkında hüküm veriyorlardı. Çünkü halkın koyunları o ekine girmişti. Biz de hükümlerine şahit olmuştuk. Biz hüküm vermeyi Süleyman'a kavratmıştık. Zaten her birine hükümranlık ve ilim vermiştik. Dâvud ile birlikte, Allah'ı tespih etmeleri için dağları ve kuşları onun emrine verdik. Bunları yapan bizdik. Ona, savaş sıkıntılarınızdan sizi koruması için zırh yapmayı öğrettik. Artık şükredecek misiniz?"

Hâkim, Vehb'den bildirir: "Dâvud b. îşâ b. Uveyd b. Bâ'ir, Yahûza b. Yakub'un soyundandır. Hazret-i Davud kısa boylu, mavi gözlü, seyrek saçlı ve temiz kalpli birisiydi."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Murra: "...Bir ekin tarlası hakkında hüküm veriyorlardı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu ekinler henüz yeni filiz vermişti. Koyunlar da gece vakti bunun içinde yayılmışlardı. Ekin sahibi ile sürü sahibi Hazret-i Davud'un huzurunda davalaşınca Hazret-i Davud sürünün ekin sahibine verilmesine hükmetti. Hazret-i Süleyman ile karşılaştıklarında durumu ona anlattılar. Hazret-i Süleyman: "Sürü tamamen ekin sahibine verilmez. Bunun yerine ekin sahibi sürüyü, sürü sahibi de ekinleri alır. Ekinler eski haline geldiği zaman onu sahibine teslim ederler. Bu süre içinde de ekin sahipleri sürüden faydalanırlar" deyince, "Biz hüküm vermeyi Süleyman'a kavratmıştık..." âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Sünen'de bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Dâvud ile Süleyman'ı da hatırla. Hani bir ekin tarlası hakkında hüküm veriyorlardı. Çünkü halkın koyunları o ekine girmişti..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu ekin henüz yeni salkım vermiş bir bağdı. Bir koyun sürüsü de bu bağa girip zarar vermişti. Görülen davada Hazret-i Davud sürünün bağ sahibine verilmesine hükmetti. Hazret-i Süleyman: "Ey Allah'ın peygamberi! Bu konudaki hüküm bu değildir" deyince, Hazret-i Davud: "Bunun hükmü nedir?" diye sordu. Bunun üzerine Hazret-i Süleyman şöyle dedi: "Bağ, koyun sahiplerine teslim edilir. Bunlar da eksi haline getirene kadar bağla ilgilenir onun bakımını yaparlar. Koyunlar da bağ sahibine verilir. Bağ eski haline dönene kadar bu koyunlardan faydalanırlar. Bağ eski haline dönünce koyunları sahiplerine teslim ederler, kendileri de bağı teslim alırlar." işte: "Biz hüküm vermeyi Süleyman'a kavratmıştık..." âyetinde ifade edilen budur.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mesrûk'tan bildirir: Koyunların girip de telef ettiği bu ekinler bir üzüm bağı idi. Koyunlar bu bağa girince ne bir yaprak ne de bir üzüm salkımı bıraktılar, hepsini yediler. Bağ sahipleri konuyu Hazret-i Davud'a intikal ettirince tazminat olarak koyun sürüsünü onlara verdi. Hazret-i Süleyman ise bu konuda şöyle dedi: "Bu durumda bağ sahibine koyunların yanında hem tarlanın kendisi, hem de üzüm ağaçları kaldı. Oysa bu durumda koyunlar bağ sahibine, bağ da koyun sahiplerine teslim edilir. Koyunun aslı sahipleri bağın bakımını yapıp eski haline getirmek için çalışırken bu süre zarfında bağ sahipleri teslim aldıkları koyunların sütü, yünü ve diğer şeylerinden faydalanırlar. Bağ yayılmadan önceki haline geri döndüğü zaman onu asıl sahiplerine teslim ederler, bağ sahipleri de koyunları asıl sahiplerine verirler.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Dâvud ile Süleyman'ı da hatırla. Hani bir ekin tarlası hakkında hüküm veriyorlardı. Çünkü halkın koyunları o ekine girmişti. Biz de hükümlerine şahit olmuştuk" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Biri ekin sahibi biri de koyun sahibi olmak üzere iki adam davalaşmak üzere Hazret-i Davud'un huzuruna çıktı. Ekin sahibi: "Bu adam koyunlarını benim ekinlere saldı. Koyunları da ekinlerimden geriye bir şey bırakmadılar" dedi. Hazret-i Davud da: "Bu durumda koyunları al, hepsi senindir" diyerek bu şekilde davayı hükme bağladı. Koyun sahibi, Hazret-i Süleyman ile karşılaşınca Hazret-i Davud'un verdiği bu hükmü ona aktardı. Hazret-i Süleyman, Hazret-i Davud'un yanına girdi ve: "Ey Allah'ın peygamberi! Bu davada hüküm senin verdiğin şekilde değildir" dedi. Hazret-i Davud: "Ya nasıldır?" diye sorunca, Hazret-i Süleyman: "Ekin sahibi bu ekinlerin yıllık ne kadar ürün verdiğini bilir. Bir yıllık ürüne karşılık koyunların yavruları, kılı ve yününden faydalanır. Zira koyunlar da her yıl yavru veriyorlar" karşılığını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Davud: "İsabetli bir görüş! O zaman hüküm de senin verdiğin şekilde olsun" dedi. Hazret-i Süleyman'a bu şekilde hüküm vermeyi de Yüce Allah öğretmişti.

Abdurrezzâk ve İbn Cerîr, Mücâhid'den bildirir: "Hazret-i Davud bu davada ekin sahibine telef olan ekinlerine karşılık koyunları verdi. Hazret-i Süleyman ise ekin sahibine ekinleri eski halini alana kadar sadece koyunların yünü ve sütünden faydalanma hakkını verdi. Bu süre zarfında da onu koyunların bakımından sorumlu tuttu. Ekinleri de bakımını yapmak ve eski haline döndürmek üzere koyun sahibine verdi. Buna göre koyun sahibi, ekinler yayıldığı günkü halini aldığında onu sahibine teslim edecek ve koyunlarını geri alacaktı."

İbn Cerîr, Katâde'den bildirir: 'Nefş' gece yayılması, 'Mehel' ise gündüz yayılmasıdır. Bize anlatılana göre adamın koyunları diğerinin ekinlerine gece vakti girmişlerdi. Dava Hazret-i Davud'a intikal edince koyunların ekin sahiplerine verilmesine hükmetti. Ancak Hazret-i Süleyman: "Hüküm böyle değildir" diyerek verilen hükme itiraz etti ve şu şekilde hüküm verilmesi gerektiğini söyledi: "Ekin sahibi, diğer yıl ekinleri yenildiği günkü haline gelene kadar bu koyunların yavruları, sütü ve yününü alır. Diğer yıl ekinler eski haline geldiği zaman koyunları sahibine teslim eder ve ekinlerini alır." Bu konuda da Yüce Allah: "Biz hüküm vermeyi Süleyman'a kavratmıştık..." buyurmuştur.

Abdurrezzâk ve İbn Cerîr, Katâde ile Zührî'den bildirir: Bir koyun sürüsü birinin ekinlerine girip içinde yayıldı. Hazret-i Davud dava kendisine intikal edince ekin sahibinin koyunları almasına hükmetti. Ancak Yüce Allah bu konudaki hükmü Hazret-i Süleyman'a kavrattı. Hazret-i Davud'un verdiği hükmü duyunca da: "Hayır, hükmü bu değildir. Telef edilen ekinlerinize karşılık bu koyunları bir yıllığına alırsınız. Diğer yıl ekinleriniz eski haline gelene kadar bunların sütü, yavruları ve yünleri sizin olur" dedi.

İbn Ebî Şeybe Musannef de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: İsrailoğullarında kendini ibadete veren ve erkeklerden uzak duran bir kadın vardı. Bu kadının da çok güzel iki cariyesi bulunuyordu. Kadın bu şekilde kendini ibadete verip erkeklerden uzak durunca cariyelerden biri diğerine: "Bizim bu sıkıntımız pek uzun sürdü. Bu kadın erkek istemiyor ve biz yanında durdukça da erkek yüzü görmeyeceğiz. Şayet zinayla rezil edersek recmedilir biz de istediğimiz erkeğe gideriz" dedi. Sonrasında yumurta akı getirdiler ve kadın secdede iken giysisini açıp arka tarafına bu yumurta akını serptiler. Sonra da: "Kadın zina yaptı!" diye bağırmaya başladılar. O zamanlarda da zina eden kişi recmedilirdi. Kadının davası Hazret-i Davud'a intikal etti. Hazret-i Davud kadının üzerindeki ıslaklığı görünce recmetmek istedi. Ancak Hazret-i Süleyman: "Bana ateş getirin! Şayet bu ıslaklık erkeğin suyu (meni) ise dağılır. Yumurta akı ise de toplanıp donar" dedi. Hazret-i Süleyman getirilen ateşi üzerine tutunca ıslaklık toplanıp dondu. Bu şekilde de kadını recmedilmekten kurtarmış oldu. Bu olay üzerine Hazret-i Davud, Hazret-i Süleyman'a yakınlık duydu ve onu sevdi.

Daha sonra da ekin sahibi ile koyun sahibi arasındaki söz konusu dava oldu. O davada Hazret-i Davud koyun sürüsünün ekin sahibine verilmesine hükmetti. Yanından çıktıklarında sürü çobanları yanlarında sadece sürünün köpekleriyle birlike çıktılar. Hazret-i Süleyman onlara: "Aranızda nasıl bir hüküm verdi?" diye sorunca verilen hükmü ona söylediler. Hazret-i Süleyman: "Şayet bu davaya ben bakmış olsaydım farklı bir hüküm verirdim" dedi. Hazret-i Davud'a: "Süleyman böyle böyle diyor" denilince, onu çağırdı ve: "Sen aralarında nasıl hüküm verirsin?" diye sordu. Hazret-i Süleyman şu karşılığı verdi: "Ben olsam bir yıllığına bu koyunları ekin sahibine verirdim. Bu bir yıl boyunca yavruları, yağları, sütleri ve diğer getirileri onların olur. Koyun sahipleri de ekin sahiplerinin tarlasını eker, bakımını yaparlar. Ekinler yenildiği günkü hale geldikleri zaman ekin sahipleri ekinlerini, koyun sahipleri de koyunlarını geri alır."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Yayılmıştı" şeklinde açıklamıştır.

Tastî'nin Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesi ne anlama geliyor?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Yayılma, anlamındadır" karşılığını verdi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Lebîd'in:

Hayvanlar bolca yayılmadan sonra kıtlığa

Uzunca bir gevişten sonra diş artığına kaldılar" dediğini İşitmez misin?"

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ma'mer'den bildirdiğine göre Zührî: 'Nefş' sadece gece olan yayılmadır. 'Mehel' ise gündüz yayılmasıdır" demiştir.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye, Harâm b. Muhayyisa'dan bildirir: "Berâ b. Âzib'in devesi bir bahçeye girip ekinlere zarar verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gündüz vakti bahçenin korunmasının bahçe sahibine ait olduğuna, sürünün ise gece verdiği zarardan sürü sahiplerinin sorumlu olduğuna hükmetti."

İbn Merdûye, Hazret-i Âişe'den bildirir: Berâ b. Âzib'in devesi gündüz vakti birilerinin bahçesine girip ekinlere zarar verdi. Davalaşmak üzere Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiklerinde: "Gündüz vakti bahçenin korunması bahçe sahibine aittir. Gece vakti de sürü sahiplerinin sürülerine sahip çıkmaları gerekir" buyurdu. Sonra: "Dâvud ile Süleyman'ı da hatırla. Hani bir ekin tarlası hakkında hüküm veriyorlardı. Çünkü halkın koyunları o ekine girmişti. Biz de hükümlerine şahit olmuştuk"' âyetini okudu ve: "Koyunlar gece vakti ekine girmişti" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime Enbiyâ Sûresi'nin 79. âyetini: (.....) lafzıyla okumuştur.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Bu davada sonuçta Hazret-i Süleyman'ın verdiği hüküm geçerli sayıldı. Hazret-i Davud da bu hükme karşı çıkmadı" demiştir.

Abdurrezzâk, Ikrime'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) : "Cehennem ahalisinden azabı en hafif olan kişi bir ateş koruna basar ve sıcaklığından beyni bile kaynar" buyurdu. Ebû Bekr es-Sıddîk: " Resûlallah! Bu adamın suçu neydi ki?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Bir sürüsü vardı ve başkalarının ekinlerinde yayar onlara zarar verirdi. Oysa Yüce Allah kişinin ekiniyle birlikte bir ok atımı çevresini de başkasına haram kılmıştır. Onun için kişi dünyadayken malını haram kılmamaya, bunun sonucunda âhirette kendini helak etmemeye dikkat etmelidir."

Ahmed, Buhârî, Müslim ve Nesâî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: İki kadın ve her birinin yanında bir oğlu vardı. Kurt gelip çocuklardan birini kapıp götürdü. Geriye kalan çocuk konusunda anlaşamayınca Hazret-i Davud'un huzurunda davalaştılar. Hazret-i Davud çocuğu büyük olan kadına verdi. Oradan çıkınca Hazret-i Süleyman onları çağırdı ve: «Bana bir bıçak getirin de çocuğu aralarında paylaştırayım» dedi. Küçük kadın: «Allah sana merhamet etsin. Çocuğu kesme, çocuk onundur» deyince Hazret-i Süleyman çocuğu küçük olan kadına verdi. "

İbn Asâkir, İbn Abbâs'tan bildirir: İsrailoğullarında çok güzel bir kadın vardı. İleri gelenlerden dört adam bu kadınla birlikte olmak istedi, ancak hiçbiriyle birlikte olmayı kabul etmedi. Bunun üzerine adamlar kendi aralarında anlaştılar ve Hazret-i Davud'un huzurunda bu kadının kendi köpeğiyle ilişkiye girdiğine, köpeği de buna alıştırdığına şehadet ettiler. Hazret-i Davud da kadının recmedilmesi emrini verdi. O günün akşamında Hazret-i Süleyman kendisi gibi birkaç çocukla birlikte bir araya geldi. Kendisi hakim olurken, dört çocuk o dört adamın yerine, bir çocuk da o kadının yerine geçti. Çocuklardan dördü kadının yerine geçen diğer çocuğun kendi köpeğiyle ilişkiye girdiğine dair tanıklık ettiler. Hazret-i Süleyman: "Bu dört kişiyi birbirinden ayırın" dedi. Sonra ilk çocuğa: "Köpeğin rengi neydi?" diye sordu. Çocuk: "Siyahtı" karşılığını verdi. O çocuğu ayırıp diğer çocuklardan birini çağırdı ve ona da köpeğin rengini sordu. Çocuk: "Kırmızıydı" karşılığını verdi. Diğerine sorunca: " rengiydi" dedi. En son çocuğa sorunca, o da: "Beyazdı" karşılığını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Süleyman bu dört çocuğun öldürülmesini emretti. Bu yaptığı Hazret-i Davud'a zikredilince hemen o dört kişiyi yanına çağırdı ve tek t köpeğin rengini sordu. Her biri farklı bir renk söyleyince de öldürülmeleri emretti.

Ahmed Zühd'de İbn Ebî Necîh'den bildirir: Hazret-i Süleyman şöyle dedi: "Bize insanlara verilen de verilmeyen de verildi. Bunun yanında insanlara öğretilen de öğretilmeyen de bize öğretildi. Tüm bunların sonunda üç şeyden daha hayırlısını görmedik. Bunlar: Öfke anında da rıza anında da hak olan sözü söylemek, darlıkta da bollukta da iktisatlı olmak, gizliden de açıktan da Allah'tan korkmaktır."

Ahmed, Yahya b. Ebî Kesîr'den bildirir: Hazret-i Süleyman, oğluna şöyle bir nasihatta bulundu: "Evladım! Zalim olan bir hükümdarı kızdırmaktan sakın! Zira böylesi bir hükümdarın kızması ölüm meleğinin kızması gibidir."

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed, Hayseme'den bildirir: Hazret-i Süleyman şöyle demiştir: "Geçimi, darlığı ve bolluğuyla her türlü denedik de asgari imkanların da geçim için insana yeterli olabileceğini gördük."

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed, Yahya b. Ebî Kesir'den bildirir: Hazret-i Süleyman, oğluna şöyle nasihatta bulundu: "Evladım! Eşine karşı fazla kıskanç olma ki senden dolayı masum olduğu halde kötü bir iftiraya maruz kalır. Evladım! Utanmanın bir kısmı zayıflık iken bir kısmı da Allah için vakardır. Evladım! Düşmanını öfkelendirmek istersen çocuğunun üzerinden sopayı eksik etme, terbiyesini iyi ver. Evladım! Kazık nasıl iki taş arasına girerse, yılan nasıl iki taş arasında girerse bil ki hata da bir satışta iki tarafın arasına bu şekilde girer."

Ahmed, Mâlik b. Dînâr'dan bildirir: Bize ulaşana göre Hazret-i Süleyman, oğluna: "Aslanın peşinden git, ama kadının peşinden gitme!" demiştir.

Ahmed, Yahya b. Ebî Kesîr'den bildirir: Hazret-i Süleyman, oğluna: "Evladım! Hayatın en kötü yanlarından biri de bir evden diğer bir eve taşınmaktır" demiştir. Yine şöyle demiştir: "Evladım! Allah'tan korkmanı tavsiye ediyorum. Zira Allah korkusu her şeyin üstesinde gelir."

Ahmed, Bekr b. Abdillah'tan bildirir: Hazret-i Davud, oğiu Hazret-i Süleyman'a: "En soğuk olan şey, en güzel olan şey, en yakın olan şey, en uzak olan şey, en az olan şey, en çok olan şey, kişiye en iyi arkadaş ve en büyük yalnızlık nedir?" diye sorunca, Hazret-i Süleyman şöyle dedi: "En güzel olan şey Yüce Allah'ın kullar arasındaki rahmeti, ruhudur. En soğuk (serinlik, rahatlık veren) şey Allah'ın kullarını affetmesi ile kulların birbirlerini affetmeleridir. Kişiye en iyi arkadaş bedenindeki ruhudur. En büyük yalnızlık ruhun bedenden ayrılmasıdır. En az olan şey yakîn, en çok olan şey şüphedir. En yakın olan şey âhiretin dünyaya olan yakınlığıdır. En uzak olan şey ise dünya hayatının âhiret hayatına uzaklığıdır."

Ahmed, Yahya b. Ebî Kesîr'den bildirir: Hazret-i Süleyman, oğluna: "Doğru yolu gösteren birine danışmadan bir konuda kesin karar alma. Danıştıktan sonra da yapacağın şeyden dolayı üzülme" demiştir. Yine oğluna şöyle demiştir: "Evladım! En çirkin hata, miskinlikle birlikte yapılan hatadır. Hidayetten sonra da dalâlete düşmekten daha çirkin bir şey yoktur. Bundan da çirkini abid olan birinin Rabbine ibadet etmeyi bırakmasıdır."

Ahmed, Katâde'den bildirir: Hazret-i Süleyman şöyle demiştir: "Tüccar kişinin nasıl kurtulacağına hayret ediyorum. Zira gündüzlerini yeminlerle, gecelerini de (ibadet etmeden) uykuyla geçiriyor."

Ahmed, Yahya b. Ebî Kesîr'den bildirir: Hazret-i Süleyman, oğluna: "Evladım! Dedikodudan uzak dur! Zira dedikodu keskin bir kılıç gibidir" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Cerîr Tehzîbu'l-Âsâr'Ğa, İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir, Hammâd b. Seleme vasıtasıyla Humeyd et-Tavîl'den bildirir: İyâs b. Muâviye kadı olarak tayin edildikten sonra bir ara yanına Hasan geldi. İyâs'ı üzgün ve dertli gördü. Bir ara İyâs ağlayınca, Hasan ona: "Neden ağlıyorsun?" diye sordu. İyâs şu karşılığı verdi: "Ey Ebû Saîd! Bana ulaşana göre üç çeşit kadı vardır. Biri içtihat edip içtihadında hatalı olan kişidir ki Cehenneme gider. Diğeri de hüküm verirken arzularına meyleder ki bu da Cehennemdedir. Üçüncüsü ise içtihat edip içtihadında isabet eden kişidir. Bu da Cennete girer." Buna karşılık Hasan şöyle dedi: "Yüce Allah'ın zikrettiği Davud kıssası bu dediğini geçersiz kılıyor. Yüce Allah: "Dâvud ile Süleyman'ı da hatırla.

Hani bir ekin tarlası hakkında hüküm veriyorlardı. Çünkü halkın koyunları o ekine girmişti. Biz de hükümlerine şahit olmuştuk. Biz hüküm vermeyi Süleyman'a kavratmıştık. Zaten her birine hükümranlık ve ilim vermiştik..." buyurur. Burada verilen hüküm konusunda Süleyman'ı överken Davud'u kınamış değildir. Yüce Allah kadılardan üç şey istemiştir. Az bir değer karşılığında hüküm satmamaları, arzularının peşinde gitmemeleri ve hükümlerinde insanlardan korkmamalarıdır. Yüce Allah bu konuda: "Ey Davud! Seni şüphesiz yeryüzünde hükümran kıldık, o halde insanlar arasında adaletle hükmet, hevese uyma yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu, Allah'ın yolundan sapanlara, onlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin azap vardır" buyurur. Yine: "...İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Ayetlerimi hiçbir değerle değiştirmeyin" buyurur."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Azame'de bildirdiğine göre Katâde: "...Dâvud ile birlikte, Allah'ı tespih etmeleri için dağları ve kuşları onun emrine verdik" âyetini açıklarken: "Tesbihten kasıt, namaz kıldığı zaman dağlar ile kuşların da Davud'la beraber namaz kılmalarıdır. "Ona, savaş sıkıntılarınızdan sizi koruması için zırh yapmayı öğrettik..." âyetini açıklarken de şöyle demiştir: "Önceleri savaşlarda kullanılan zırhlar düz levhalar şeklindeydi. Onu halkalar şeklinde diken ve giyilecek şekle sokan ilk kişi Davud idi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) ifadesini: "Demirden zırh" olarak açıklamıştır. "Ona, savaş sıkıntılarınızdan sizi koruması için zırh yapmayı öğrettik" âyetini açıklarken: "Silahların sizi yaralamasından koruması için" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, Enbiyâ Sûresi'nin 80. âyetini: "(Sizi korumamız için)" lafzıyla, (.....) harfiyle okumuştur.

Firyâbî, Süleymân b. Hayyân'dan bildirir: "Hazret-i Davud fırsat bulduğu zaman tesbih etmeleri için dağlara emir verirdi. Onlar da Hazret-i Davud bir daha isteyene kadar tesbih ederlerdi."

İbn Ebî Şeybe Musannef te İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Âdem'in ömrü bin yıl, Davud'un ömrü ise altmış yıldı. Âdem: «Rabbim! Benim ömründen onun ömrüne kırk yıl kat» deyince, Yüce Allah Âdem'in ömrünü yine bin yıla, Davud'un ömrünü de yüz yıla tamamladı. "

İbn Ebî Şeybe Musannef te, İbn Ebi'd-Dünya Zikru'l-Mevt'te ve Hâkim, İbn Abbâs'tan bildirir: "Hazret-i Davud bir Cumartesi günü aniden vefat etti. Kuşlar da üzerinde toplanıp ona gölge yaptılar."

81

Bkz. Ayet:82

82

"Süleyman'ın emrine de kasırga rüzgârı verdik; onun emriyle içinde bereketler yarattığımız yere doğru eserdi. Biz herşeyi biliriz. Dalgıçlık yapan ve bundan başka işler de gören şeytanlardan da onun âyeti altına verdik. Onların hepsini gözetiyorduk."

İbn Ebî Şeybe ve Hâkim, İbn Abbâs'tan bildirir: "Hazret-i Süleyman için altıyüz bin tane taht hazırlanırdı. Sonra insanların ileri gelenleri gelip önündeki tahtlara, cinlerin ileri gelenleri de gelip onların önündeki tahtlara otururlardı. Sonra kuşları çağırır onlara gölge yaparlardı. Sonra rüzgarı çağırır, rüzgar da gelip onları taşırdı. Bir günde bir aylık mesafeye kadar onları götürürdü."

Hâkim, Muhammed b. Ka'b'dan bildirir: Bize ulaşana göre Hazret-i Süleyman'ın yüz fersah büyüklüğünde bir ordusu vardı. Bunlardan yirmi beş fersahı insanlardan, yirmi beş fersahı cinlerden, yirmi beş fersahı vahşi hayvanlardan ve yirmi beş fersahı da kuşlardan oluşuyordu. Tahtalar üzerinde camdan oluşan bin tane evi vardı. Bu evlerde üçyüz tane eşi bin tane de hizmetçisi vardı. Hazret-i Süleyman kasırga gibi esen rüzgara emrederek bu evi taşıyıp götürdü. Yüce Allah da ona: "Hükümranlığına bir de birisi bir şey konuştuğu zaman rüzgarın onu sana ulaştırması gücünü de ekledik" diye vahyetti.

İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr'den bildirir: Hazret-i Süleyman rüzgara emir verince rüzgar dağ gibi bir yerde toplanır. Sonra emir vererek halısı bu dağın en tepesine serilir. Daha sonra kanatlı bir at getirtir ve sırtına binerek dağın en tepesine, halının yanına çıkar. Daha sonra verdiği emirle rüzgar onu semanın altındaki en yüksek yere çıkarır. Hazret-i Süleyman, Allah'ın hükümranlığının yanında kendi hükümranlığının küçüklüğünü bildiğinden dolayı Yüce Allah'a saygı babından başını önünde tutar, sağa sola bakmaz. Sonrasında rüzgar onu dilediği yere kadar götürüp koyardı."

İbn Ebî Hâtim, İbn Zeyd'den bildirir: "Hazret-i Süleyman'ın tahtadan bir bineği vardı. Bu bineğin bin tane ayağı ve her ayağında da bin evi vardı. Bu bineğe onunla birlikte insanlar ve cinler binerlerdi. Ayakların her birinin altında bineği kaldırmak için bin tane şeytan bulunurdu. Şeytanlar bineği kaldırınca yumuşak bir rüzgar gelip onu içindekilerle birlikte uçurup götürürdü. Düşmanlar ne olup bittiğini anlamadan Hazret-i Süleyman ile ordusu bir gölge gibi üzerlerine düşerlerdi."

İbn Asâkir bildirdiğine göre Süddî: "Süleyman'ın emrine de kasırga rüzgârı verdik; onun emriyle içinde bereketler yarattığımız yere doğru eserdi..." âyetini açıklarken: "Kasırga rüzgarından kasıt sert esen rüzgardır. İçinde bereketler yaratılan yerde Şam bölgesidir" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Süleyman'ın emrine de kasırga rüzgârı verdik; onun emriyle içinde bereketler yarattığımız yere doğru eserdi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah, Hazret-i Süleyman'ı Hazret-i Davud'a varis kıldı. Yücc Allah, Hazret-i Süleyman'a onun peygamberliği ve hükümdarlığına varis kılarken bunun yanında rüzgar ve şeytanları da emrine verdi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ömer bu âyeti: (.....) lafzıyla: "Sülayman'ın emrine rüzgarı verdik" anlamına gelecek şekilde okumuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Dalgıçlık yapan ve bundan başka işler de gören şeytanlardan da onun âyeti altına verdik..." âyetini açıklarken: "Suya dalan şeytanlar verdik, anlamındadır" demiştir.

Taberânî ve Deylemî, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında yılan sokmasına karşı yapılan rukyeden söz edildi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Oku bakalım, nasılmış" buyurunca: "Bismillah! Şeccetün karaniyyetün milhetun bahrâ katafâ" şeklinde okudum. Bunun üzerine: "Bunlar Süleman b. Davud'un zehirli hayvanlardan aldığı sözlerdendir ve yapılmasında bir sakınca görmüyorum" buyurdu.

Hâkim, Şa'bî'den bildirir: "İshâk oğulları, Hazret-i Süleyman'a kadar olan dönemde tarihi kullanırken Hazret-i Mûsa'nın peygamber olarak gönderildiği tarihi başlangıç noktası kabul etmişlerdir."

83

Bkz. Ayet:84

84

"Eyyûb'u da (an). Hani Rabbine: «Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin» diye niyaz etmişti. Biz de onun duasını kabul etmiş ve başına gelenleri kaldırmıştık. Katımızdan bir rahmet ve kulluk edenlere bir hatıra olmak üzere ona tekrar ailesini ve kaybettikleriyle bir mislini daha vermiştik."

Hâkim, Semure vasıtasıyla Ka'b'dan bildirir: "Allah'ın sabır sahibi peygamberi Eyyûb b. Emûs uzun boylu, kıvırcık saçlı, iri gözlü ve güzel yüzlü birisiydi. Alnında da: «Denenip sabreden (kul)» yazısı yazılıydı. Boynu kısa, omuzları geniş, kol ve bacakları kalındı. Dul kadınlara yardımda bulunup giyecek verir, Allah yolunda çabalayıp nasihatler ederdi."

Hâkim, Vehb'den bildirir: "Hazret-i Eyyûb'un adı Eyyûb b. Emûs b. Zerâh b. Îs b. İshâk b. İbrâhim'dir."

İbn Sa'd, Kelbî'den bildirir: "İlk gönderilen peygamber İdris (aleyhisselam), sonra Nûh (aleyhisselam), sonra İbrâhim (aleyhisselam), sonra İsmail (aleyhisselam) Ve İshâk (aleyhisselam), sonra Yakub (aleyhisselam), sonra Yûsuf (aleyhisselam), sonra Lût (aleyhisselam), sonra Hûd (aleyhisselam), sonra Sâlih (aleyhisselam), sonra Şuayb (aleyhisselam), sonra Mûsa (aleyhisselam) Ve Hârun (aleyhisselam), sonra İlyâs (aleyhisselam), sonra Elyesa (aleyhisselam), sonra Yûnus (aleyhisselam), ondan sonra da Hazret-i Eyyûb'tür."

İbn Asâkir, Vehb'den bildirir: "Hazret-i Eyyûb, zamanının en dindar ve en zengin kişisiydi. Aç olanı doyurmadan kendisi asla doymaz, çıplak olanı giydirmeden de kendisi asla yeni giysiler edinmezdi. İblis de kendisini saptırmak için çok uğraşmış ve bundan dolayı bitkin düşmüştü. Hazret-i Eyyûb masum bir kuldu."

Ahmed Zühd'de, Hatîb el-Muttefik ve'l-Mufterik'de ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Vehb'e: "Hazret-i Eyyûb'un kavminin şeriatı neydi?" diye sorulunca: "Şeriatleri tevhid ve insanların arasını ıslah idi. Bir ihtiyaçları olduğu zaman da secdeye kapanır ve ihtiyaçlarını Allah'tan isterlerdi" dedi. "Hazret-i Eyyûb'un malı ne kadardı?" diye sorulunca da şöyle dedi: "Hazret-i Eyyûb'un yanında üç bin çift sığır, her sığırın yanında bir köle, her kölenin yanında bir cariye, her bir cariyenin yanında da bir merkep vardı. Bunların yanında da ondört bin küçükbaş hayvanı vardı. Buna rağmen kapısına nöbetçi dikerek uyuduğu tek bir gecesi dahi olmamıştır. Yanında bir yoksul da bulunmadan asla tek başına yemek yemezdi."

Beyhakî'nin Şuab'da bildirdiğine göre Süfyân es-Sevrî: "İblis, hastalığı sırasında Hazret-i Eyyûb'den inleme dışında bir şey elde edemedi" demiştir.

İbn Asâkir, Deylemî ve İbnu'n-Neccâr'ın Ukbe b. Âmir'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Alah, Eyyûb'e: «Hangi suçundan dolayı seni bu belaya maruz bıraktım biliyor musun?» diye sorunca, Eyyûb: «Hayır, bilmiyorum ey Rabbim!» karşılığını verdi. Yüce Allah: «Çünkü Firavun'un yanına girdiğin zaman onu iki güzel sözle övdün» buyurdu."

İbn Asâkir'in Cüveybir vasıtasıyla Dahhâk'tan bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: "Yoksulun biri uğradığı bir zulümden dolayı kendisinden yardım istemiş, ancak Hazret-i Eyyûb yardım etmemiş, kendisine zulmeden kişiye de iyiliği emredip bu zulümden kendisini alıkoymamıştı. Bundan dolayı Yüce Allah, Hazret-i Eyyûb'u bu şekilde belaya maruz bıraktı."

İbn Asâkir, Leys b. Sa'd'dan bildirir: Hazret-i Eyyûb, bazı insanlarla birlikte kavminin kralının yanına girdi. Bu kral zorba birisiydi. Yanındakiler sert bir dille kralın yaptığı zulmü kınarken Hazret-i Eyyûb ekinlerine zarar gelir korkusuyla krala karşı yumuşak şeyler söyledi. Bunun üzerine Yüce Allah ona: "Ekinlerine zarar gelmesinden korktuğun için mi bu kulumdan çekindin!" buyurdu ve ona söz konusu belayı gönderdi. Hazret-i Eyyûb'un belaya maruz kalmasının tek sebebi buydu.

İbn Asâkir, Ebû İdrîs el-Havlânî'den bildirir: Şam'da kuraklık baş gösterince Firavun, Hazret-i Eyyûb'e bir mektup yazarak: "Yanımıza gel, burada bolluk göreceksin" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Eyyûb atları, sürüsü ve oğullarıyla birlikte Firavun'un yanına geldi. Firavun da ona arazi tahsis etti. Hazret-i Şuayb, Firavun'un yanına girip: "Ey Firavun! Yüce Allah'ın, gökler, yer, dağlar ve denizlerin de öfkesini getirecek şekilde sana öfkelenmesinden korkmuyor musun!" dedi. Hazret-i Eyyûb ise içerde hiçbir şey konuşmayıp sustu. Dışarı çıktıklarında Yüce Allah: "Ey Eyyûb! Topraklarında bulunduğun için mi Firavun'un karşısında sustun! O zaman belaya hazır ol!" buyurdu. Hazret-i Eyyûb: "Rabbim! Dinim ne olacak?" diye sorunca, Yüce Allah: "Dinini sağlam bırakacağım" buyurdu. Bunun üzerine Hazret-i Eyyûb: "O zaman belaya aldırmam" dedi.

İbn Ebî Hâtim, Ebû Nuaym ve İbn Asâkir, Yezîd b. Meysere'den bildirir: Yüce Allah, Hazret-i Eyyûb'u malı, ailesi ve çocuklarıyla sınayınca geriye sahip olduğu hiçbir şeyi kalmadı. Buna rağmen âlemlerin rabbine hamdederek şöyle dedi: "Rabbim! Bana iyilikte bulunduğun için sana hamdederim. Daha önce bana mal ve çocuk vermiştin ki bu ikisi kalbimin her yerine girmişlerdi. Şimdi onları benden aldın ve kalbimi bunlardan arındırdın. Artık seninle aramıza girebilecek bir şey kalmadı. Şayet İblis bana yaptığın bu iyiliği bilseydi bana haset ederdi." Oysa İblis bunun Hazret-i Eyyûb için daha kötü olacağını düşünüyordu, fakat kendisi hoşlanmayacağı bir durumla karşılaştı.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed Zühd'de, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebû Nuaym Hilye'de Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr'den bildirir: Hazret-i Eyyûb'un iki tane erkek kardeşi vardı. Bir gün yanına geldiler, ancak kokusundan dolayı yanına yaklaşamadılar. Uzakta bir yerde durup biri diğerine: "Şayet Yüce Allah, Eyyûb'de bir hayır görseydi ona böylesi bir bela vermezdi" dedi. Hazret-i Eyyûb bu sözlerine öyle bir üzüldü ki daha önce hiç bu kadar üzülmüş değildi. Sonra: "Allahım! Sen de biliyorsun ki bir yerde aç birinin bulunduğunu biliyorken tek bir geceyi dahi tok geçirmiş değilim. Doğru dediğimi onayla!" deyince, semadan bu dediği onaylandı ve kardeşleri de bu onayı duydu. Sonra: "Allahım! Sen de biliyorsun ki bir yerde çıplak birinin bulunduğunu biliyorken yeni bir gömlek giymiş değilim. Doğru dediğimi onayla!" deyince, semadan bu dediği onaylandı ve kardeşleri de bu onayı duydu. Sonra secdeye kapandı ve: "Allahım! İzzetine andolsun ki bu belayı benden almadan başımı kaldırmayacağım!" deyince, üzerindeki bela kaldırıldı.

İbn Asâkir, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Hazret-i Eyyûb, ailesi ve malının gitmesi gibi bela üstüne belaya maruz kaldıktan sonra en son bedeninde belaya maruz kaldı. Bu bela da öyle bir dereceye ulaştı ki en son İsrailoğularının bir çöplüğüne atıldı. Ancak tüm bunlara rağmen bir gün bile bu belayı kaldırması için Allah'a dua etmedi. Bunun yerine maruz kaldığı belalara sabretti ve karşılığını Allah'tan bekledi. Bir gün oradan iki adam geçti. Biri diğerine: "Şayet Yüce Allah'ın bununla bir işi olsaydı bütün bunlar başına gelmezdi" dedi. Hazret-i Eyyûb bunu duyunca çok gücüne gitti ve: "Rabbim! "...Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin" diye dua etti. Yüce Allah da bu duasını kabul edişini: "Biz de onun duasını kabul etmiş ve başına gelenleri kaldırmıştık. Katımızdan bir rahmet ve kulluk edenlere bir hatıra olmak üzere ona tekrar ailesini ve kaybettikleriyle bir mislini daha vermiştik" şeklinde dile getirmiştir. Dünyadayken ailesinin tekrar ona verildiği ifade edilirken, âhirette de onlarla birlikte bir benzerlerini de vereceğini bildirmiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Ona tekrar ailesini ve kaybettikleriyle bir mislini daha vermiştik" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Hazret-i Eyyûb'e: "Ey Eyyûb! Şu an ailen Cennette, şayet istersen onları sana getiririz. İstersen de onları yine senin için Cennette bırakır bu dünyada onların yerine benzerlerini sana veririz" denilince: "Aksine Cennette kalsınlar" karşılığını verdi. Bunun üzerine ailesi Cennette bırakıldı ve dünyadayken onların yerine kendisine benzerleri verildi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Nevf el-Kelbî: "...Ona tekrar ailesini ve kaybettikleriyle bir mislini daha vermiştik" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Âhirette müfakatları verilirken dünyada da benzerleri Hazret-i Eyyûb'e verilmiştir." Ravi der ki: Nevf'in bu sözü Mutarrif'e zikredilince: "Şimdiye kadar bunun bu anlama geldiğini düşünmemiştim" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Taberânî, Dahhâk'tan bildirir: İbn Mes'ûd'a, Mervân'ın: "...Ona tekrar ailesini ve kaybettikleriyle bir mislini daha vermiştik" âyetini: "Ona başka bir aile verildi" şeklinde açıkladığı söylenince: "Öyle değil! Bizzat kendi ailesi ve bunun yanında onların bir benzeri verildi" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Ona tekrar ailesini ve kaybettikleriyle bir mislini daha vermiştik" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Ailesi ölmüş değildi. Yüce Allah onları Hazret-i Eyyûb'a göstermemişti.

Sonrasında Yüce Allah dünyada iken ailesini, âhirette de benzerlerini vereceğini bildirdi."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Ona tekrar ailesini ve kaybettikleriyle bir mislini daha vermiştik" âyetini açıklarken: "Onları diriltip bir benzerleriyle birlikte Hazret-i Eyyûb'e vermiştir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) ile Katâde: "...Ona tekrar ailesini ve kaybettikleriyle bir mislini daha vermiştik" âyetini açıklarken: "Ailesini diriltip bir benzerleriyle birlikte Hazret-i Eyyûb'e vermiştir" demişlerdir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Ona tekrar ailesini ve kaybettikleriyle bir mislini daha vermiştik" âyetini açıklarken: "Onların soyundan bir benzerlerini kendisine vermiştir" demiştir.

Ahmed Zühd'de Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: "Hazret-i Eyyûb'un maruz kaldığı belada sadece gözleri, dili ve kalbi sağlam kalmıştı. Kurtlar ve böcekler bedenin üzerinde gezip dolaşırlardı. Çöplükte de yedi küsur yıl kaldı."

Ahmed, Nevf el-Bikâlî'den bildirir: İsrailoğullarından bir grup Hazret-i Eyyûb'un yanından geçerken: "İşlediği büyük bir günahtan dolayı bu belaya maruz kaldı" dediler. Hazret-i Eyyûb bunu duyunca: "...Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin" diye dua etti. Zira daha önce belanın kaldırılması için dua etmiş değildi.

İbn Cerîr, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Hazret-i Eyyûb çöplükte yedi küsur yıl kaldı. Bu süre boyunca belanın kalkması için Yüce Allah'a dua etmedi.

Yeryüzünde de (Allah katında) Hazret-i Eyyûb'den daha değerli biri yoktu. Söylendiğine göre bazıları onun bu durumunu görünce: "Şayet Rabbinin onunla bir işi olsaydı onu bu duruma getirmezdi" dediler. İşte Hazret-i Eyyûb bu sözü duyduktan sonra belanın kalkması için Rabbine dua etti.

İbn Cerîr, Vehb b. Münebbih'ten bildirir: "Hazret-i Eyyûb'un bedeninde kurt çıkmış değildir. Sadece vücudunda kadın memesine benzer sivilce gibi şeyler çıkar ve bunlar patlayıp akardı."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Hazret-i Eyyûb belaya maruz kaldığında Yüce Allah belanın kaldırılması yönünde dua etmeyi ona unutturdu. Ancak Hazret-i Eyyûb bu durumdayken de Allah'ı çok zikrediyor ve maruz kaldığı belalar onun imanını daha da arttırıyordu. İmtihan süresi dolup da Yüce Allah bu belayı ondan kaldırmayı takdir ettiğinde dua etmesine izin verdi ve bunu ona kolaylaştırdı. Zira daha öncesinde Yüce Allah: "Kulum Eyyûb'un bana dua etmesi halinde duasına karşılık vermemem bana yakışmazdı" buyuruyordu. Hazret-i Eyyûb dua edince Yüce Allah duasına icabet etti ve kaybettiği her şeyi misliyle ona geri verdi. Ailesini de misliyle birlikte ona iade etti ve onu: "...Gerçekten biz Eyyûb'u sabırlı bulmuştuk. O, ne iyi kuldu! Daima Allah'a yönelirdi" diyerek övdü.

İbn Cerîr, Leys'ten bildirir: Mücâhid, Kâsım adında birini İkrime'ye gönderdi ve ona: "...Ona tekrar ailesini ve kaybettikleriyle bir mislini daha vermiştik" âyetinin anlamını sormasını istedi. İkrime şu karşılığı verdi: Hazret-i Eyyûb'e: "Ailen âhirette sana verilecek. Ancak istersen dünyada iken onları sana veririz, istersen de âhirette vermek üzere kalsınlar; onların yerine benzerlerini dünyadayken sana verelim" denilince, Hazret-i Eyyûb: "Âhirette bana verilsinler. Dünyada iken de bana benzerleri verilsin" karşılığını verdi. Kâsım gelip Bunu Mücâhid'e iletince, Mücâhid: "Doğru anlamış" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî: "...Katımızdan bir rahmet ve kulluk edenlere bir hatıra olmak üzere ona tekrar ailesini ve kaybettikleriyle bir mislini daha vermiştik" âyeti ile, "Biz ona tarafımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine bir öğüt olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir o kadarını bahşettik" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Başına bir musibet ve bela gelen kişi, Hazret-i Eyyûb'u hatırlamalı ve: "Benden daha hayırlı ve peygamberlerden bir peygamber olan kişi bile belaya maruz kaldı" demelidir.

İbn Cerîr, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: "Hazret-i Eyyûb, İsrailoğullarının bir çöplüğünde yedi yıl ve birkaç ay kaldı. Bu süre zarfında kurt ve böcekler bedeninde gezip dolaşırlardı."

İbn Cerîr, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Yüce Allah, Hazret-i Eyyûb'e bolca mal ve çocuk verdi. Onu varlıklı biri kıldı. Çok miktarda keçisi, koyunu, devesi ve sığırı vardı. Allah düşmanı İblis'e: "Eyyûb'u saptırabilir misin?" diye sorulunca, İblis: "Rabbim! Eyyûb'un çok miktarda malı ve çocuğu var. Bunlara karşılık sana şükretmeden duramaz. Ama beni onun malı ile çocuklarına musallat kılarsan nasıl bana itaat edip sana karşı geleceğini göreceksin" dedi. Bunun üzerine İblis onun malı ile çocuklarına musallat edildi. Sonrasında İblis, Hazret-i Eyyûb'ün sürüsüne gelip koyunlarını ateşle yakıyor, namaz kılan Hazret-i Eyyûb'un yanına koyun çobanı kılığında geliyor ve: "Ey Eyyûb! Rabbine namaz mı kılıyorsun! Oysa Allah koyunlardan geriye bir şey bırakmadı, hepsini ateşle yaktı! Ben de yakın bir yerdeydim sana haber vermeye geldim" diyordu. Ancak Eyyûb: "Allahım! Veren sen alan da sensin. Geriye hiçbir şey kalmasa da güzel bir belaya maruz bıraktığın için yine sana hamdederim" karşılığını verirdi. Bu şekilde İblis hedeflediği şeyden bir şey elde edemezdi.

Daha sonra sığır sürüne gelip ateşle onları yakardı. Ardından Hazret-i Eyyûb'e gelir ve aynı şeyi söylerdi. Hazret-i Eyyûb da ona aynı karşılığı verirdi. İblis aynı şeyi develere de yaptı. Bu şekilde sürü namına hiçbir şey bırakmadı. Bunlar fayda etmeyince bu sefer evi çocularının başına yıktı ve Hazret-i Eyyûb'e gelip: "Ey Eyyûb! Allah birilerini gönderip evi çocuklarının başına yıktırdı, hepsi öldü" dedi. Hazret-i Eyyûb yine aynı karşılığı verdi. Bütün bunlar olduktan sonra Hazret-i Eyyûb şöyle dedi: "Rabbim! İşte şimdi bana yapılabilecek en büyük iyiliği yaptın. Zira daha önceleri gündüzleri mallarım, geceleri de çocuklarıma olan sevgi ve şefkatim beni hep meşgul ediyordu. Ama artık bundan sonra gündüz ve geceleri kulak ile gözlerimi tümüyle seni zikretmeye, sana hamdetmeye, seni kutsayıp tevhid etmeye ayırabilirim." İblis bu şekilde hiçbir şey elde edemeden yanından ayrıldı.

Yüce Allah, İblis'e: "Eyyûb'u nasıl buldun?" diye sorunca, İblis: "Eyyûb mal ile çocuklarını ona geri vereceğini biliyor. Fakat beni onun bedenine musallat et. Şayet bedenine bir zarar gelirse işte o zaman bana itaat edip sana karşı gelecek" dedi. Bunun üzerine İblis, Hazret-i Eyyûb'un bedenine musallat kılındı. İblis onun bedenine öyle bir üfledi ki başından ayaklarına kadar tüm vücudu yara bere içinde kaldı. Sonrasında da bela üstüne belaya maruz kaldı. En sonunda götürülüp İsrailoğullarına ait olan bir çöplüğe atıldı. Ne malı ne çocuğu, ne de arkadaşı kaldı. Karısından başka da yanına kimseler yaklaşmadı. Karısı ise bu duruma sabredip onunla ilgileniyor, yemek getirip onunla birlikte Allah'a hamdediyordu. Hazret-i Eyyûb da içinde bulunduğu bu duruma rağmen Allah'ı zikretmekten, ona hamdu senada bulunmaktan bir an bile geri durmuyor, Allah'ın kendisine verdiği bu belaya sabrediyordu.

İblis, Hazret-i Eyyûb'un bu sabrı karşısında öyle bir feryat etti ki yeryüzünün doğusu ve batısında bulunan tüm orduları yanına geldiler ve: "İşte gelip toplandık. Seni bu kadar üzen, yoran şey ne?" diye sordular. İblis: "Şu kul beni yordu bitirdi. Zira Rabbimden beni onun malı ile çocuklarına musallat kılmasını istedim. Musallat kılınınca da mal ve çocuk namına ona bir şey bırakmadım. Ancak bu, onun sabrını ve hamdetmesini arttırmaktan başka bir işe yaramadı. Sonra bedenine musallat kılındım. Yara bere içinde İsrailoğullarının bir çöplüğüne atılmasını sağladım. Yanında karısından başka kimseler kalmadı. Ama yine de işe yaramadı. Rabbime karşı rezil oldum. Yardımınızı almak üzere sizi buraya topladım" dedi. Onlar: "Peki tuzakların nerede? Daha önceki insanları helak ettiğin o bilgin nerede?" diye sorduklarında, İblis: "Eyyûb'un karşında bütün bunlar tuz buz oldu" dedi ve: "Ne yapmamı tavsiye edersiniz" diye sordu. Onlar: "Ne yapacağını söyleyelim. Âdem'i Cennetten çıkarırken ona nereden yanaştın?" dediklerinde, İblis: "Karısı tarafından yanaştım" karşılığını verdi. "O zaman Eyyûb'e de karısı tarafından yaklaşacaksın, zira ona karşı gelemez ve ondan başka yanına yaklaşan da yok" dediklerinde, İblis: "Doğru söylediniz" karşılığını verdi.

Bunun üzerine İblis bir adamın suretinde Hazret-i Eyyûb'a götürmek üzere bir şeyler hazırlayan karısının yanına geldi. Ona: "Ey Allah'ın kulu! Kocan nerede?" diye sorunca, kadın: "İşte orada yaralarını kaşıyor. Kurtlar da her tarafını sardı" karşılığını verdi. İblis, kadının bu tarzda cevap verdiğini görünce durumdan şikayetçi olabileceğini düşündü ve kalbine vesvese verdi. Ona daha önce içinde bulundukları nimetleri, malları, sürüleri, Hazret-i Eyyûb'un önceki güzelliğini, gençliğini ve şimdi içinde bulunduğu durumu hatırlattı. Bu belanın da kendilerinden asla gitmeyeceğini söyledi. Bunların düşünen Hazret-i Eyyûb'un karısı bir çığlık attı. Kadın çığlık atınca İblis onun bu durumdan şikayetçi olduğunu anladı ve ona bir keçi getirerek: "Eyyûb bunu benim adıma kessin, o zaman iyileşecek" dedi. Kadın bağıra bağıra geldi ve: "Ey Eyyûb! Ey Eyyûb! Rabbin daha ne zamana kadar sana böyle eziyet edecek! Artık merhamet etse ya! Malların nerede? Gençliğin nerede? Çocukların nerede? Arkadaşların nerede? Şimdi solup küllere dönen o güzel tenin nerede? Şimdi kurtlar tarafından yenen, delik deşik edilen o güzel bedenin nerede? Bu keçiyi kes de bunlardan kurtul!" dedi.

Hazret-i Eyyûb: "Allah'ın düşmanı yanına gelip sana vesvese vermiş. Sen de ona karşı yumuşak bir yüz gösterip dediğine kanmışsın. Yazık sana! Ardından ağladığın o bolluk, mal, çocuk, sıhhat ve gençliği bize kim verdi?" deyince, karısı: "Allah verdi" karşılığını verdi. Hazret-i Eyyûb: "Bizleri bunlardan ne kadar faydalandırdı?" diye sorunca, karısı: "Seksen yıl" dedi. Hazret-i Eyyûb: "Yüce Allah'ın bize verdiği bu bela kaç zamandır üzerimizde?" diye sorunca, karısı: "Yedil yıl ve birkaç ay" karşılığını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Eyyûb şöyle dedi: "Yazık sana! Adil ve insaflı davranmadın! İçinde bulunduğumuz bu belanın yaşadığımız o bolluk zamanı gibi seksen yıl sürmesini bekleyip sabretseydin ya! Allah'tan başkası adına keçiyi kesmeyi söylediğin için vallahi şayet Yüce Allah bana şifa verirse sana yüz değnek atacağım! Bunları bana dedikten sonra da artık getireceğin yemekler ve içecekler bana haram olsun!

Yanımdan git! Bir daha seni görmeyeyim!" Hazret-i Eyyûb onu bu şekilde kovunca kadın oradan ayrıldı. Şeytan da: "Bu adam içinde bulunduğu belanın seksen yıl sürmesini mi istiyor!" diyerek bozguna uğradı.

Hazret-i Eyyûb karısını yanından kovunca artık ne yemek vereni, ne su içireni ne de bir dostu kaldı. Bu durumdayken yanından iki adam geçti -ki vallahi o zamanlarda Yüce Allah katında Hazret-i Eyyûb'den daha değerli biri yoktu- ve biri diğerine: "Şayet Yüce Allah'ın artık bununla bir işi olsaydı bu duruma gelmezdi" dedi. Hazret-i Eyyûb ömrü boyunca bundan daha ağır bir söz işitmiş değildi. İşte orada: "...Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin'" dedi. Bunun üzerine kendisine: "Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su" karşılığı verildi. Hazret-i Eyyûb ayağını yere vurunca bir su çıktı. Bu suyla yıkanınca üzerinde görünen ne kadar yara varsa yok olup iyileşti. Yüce Allah ondaki her türlü hastalık ile acıyı yok etti. Eskisinden daha güzel ve genç hale geldi. Ayağıyla bir daha yere vurunca bir su daha çıktı. Bu sudan içince içinde ne kadar hastalık varsa hepsi çıktı ve iyileşti.

Sapa sağlam bir duruma gelince kendisine güzel bir giysi giydirildi. Etrafına bakınca daha önce kaybettiği aile ve malın Yüce Allah tarafından katıyla kendisine verildiğini gördü. Hatta bize bildirilene göre yıkandığı o su altından çekirgelere dönüşüp göğsüne doğru sıçramaya başladı. Hazret-i Eyyûb onu toplamaya çalışınca Yüce Allah ona: "Ey Eyyûb! Buna ihtiyacın olmayacak kadar seni varlıklı kılmadın mı?" diye vahyetti. Hazret-i Eyyûb: "Öyle ama bu senin bereketindir ve böylesi bir bereketten hiç doyulur mu?" karşılığını verdi. Sonrasında gidip yüksek bir yerde oturdu.

Karısı kendi kendine: "Bu adam beni kovdu ama ona kim bakacak? Bırakayım da açlıktan mı ölsün? Vahşi hayvanlar mı yesin? Yanına geri döneceğim!" dedi ve döndü. Ancak o yere gittiğinde orada ne bir çöplük vardı, ne de başka bir şey. Her şey değişmişti. Çöplüğün olduğu yerde dolaşıp ağlamaya başladı. Hazret-i Eyyûb da onu görüyordu. Kadın da bu güzel giysili adamın yanına gidip de kocasını sormaya çekindi. Ancak Hazret-i Eyyûb onu yanına çağırdı ve: "Ey Allah'ın kulu! Ne istiyorsun?" diye sordu. Kadın, ağlayarak: "Belaya maruz kalıp da çöplüğe atılmış olan adamı arıyorum. Öldü mü ne oldu bilmiyorum" cevabını verdi. Hazret-i Eyyûb: "O adam neyin olurdu?" diye sorunca, kadın: "Kocam olurdu. Onu gördün mü?" dedi. Hazret-i Eyyûb: "Görsen onu tanır mısın?" diye sorunca, kadın: "Onu o haliyle görüp de tanımayacak biri olur mu ki?" karşılığını verdi. Kadın çekinerek ona iyice bakınca ve: "Sağlıklıyken sana çok benziyordu" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Eyyûb: "Şeytan adına kurban kesmesini istediğin Eyyûb benim! Oysa ben Allah'a itaat edip Şeytana karşı çıktım. Yüce Allah'a dua edince de bu gördüğün şeyleri bana verdi" dedi. Sonrasında Yüce Allah bu belaya kocasıyla birlikte gösterdiği sabır yüzünden kadına acıdı ve bir tutam dal ile ceza olarak ona bir defa vurmasını istedi. Cezasının bu şekilde hafifletilmesi de gösterdiği sabır içindi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir, Vehb'den bildirir: "Hazret-i Eyyûb'un başına gelen cüzzam hastalığı değil ondan daha ağır bir şeydi. Kadın memesine benzer çıbanlar çıkar sonra patlayıp akardı."

Ebû Nuaym ve İbn Asâkir, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Hazret-i Eyyûb, üzerinden düşen kurdu tekrar alıp yerine koyar ve: "Allah'ın rızkından ye" derdi.

Hâkim, Beyhakî Şuabu'l-îman'da ve İbn Asâkir, Katâde'den bildirir: "Hazret-i Eyyûb maruz kaldığı bela ile Beytu'l-Makdis'teki bir çöplüğün içinde yedi yıl boyunca kaldı."

İbn Ebî Hâtim, Hâkim, Beyhakî Şuabu'l-îman'da ve İbn Asâkir, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Eyyûb'un karısı: "Vallahi o kadar çok sıkıntı ve yokluk içindeyim ki saçlarımı bir ekmek karşılığında satıp sana yiyecek olarak getirmek isterdim. Sen ki duası kabul edilen birisin, Allah'a dua et de sana şifa versin" deyince, Hazret-i Eyyûb: "Yazık sana! Yetmiş yıl boyunca bolluk içinde yaşadık. Oysa bela içinde sadece yedi yıl geçirdik" karşılığını verdi.

İbn Ebi'd-Dünya, Abdullah b. Ahmed Zühd'e zevâid olarak ve İbn Asâkir, Talha b. Musarrif'ten bildirir: İblis şöyle demiştir: "Eyyûb'ten beni sevindirecek tek bir şey bile etmiş değilim. Sadece inlediğini işittiğim zaman ona acı verdiğimi bilirdim."

İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Çiçek hastalığına yakalanan ilk kişi Hazret-i Eyyûb'tur" demiştir.

İbn Ebi'd-Dünya, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ruyânî, İbn Hibbân, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Eyyûb, maruz kaldığı belayı on sekiz yıl boyunca çekti. Bu süre zarfında kardeşlerinden iki adam dışında yakın ve uzak tüm çevresi ondan uzaklaştı. Bu iki kişi de kendisine en yakın olan kişilerdi. Bunlar sabah akşam yanına gelip ziyaret ederlerdi. Bir gün bu iki kişiden biri diğerine: «Biliyor musun, Eyyûb hiç kimsenin işlemediği büyük bir günahı işledi» dedi. Diğeri: «Neden?» diye sorunca, adam: «Çünkü on sekiz yıldır Yüce Allah kendisine acıyıp bu belayı kaldırmış değil» dedi. Eyyûb'un yanına gittiklerinde adam sabredemedi ve arkadaşına söylediği şeyi Eyyûb'e de dedi. Eyyûb şu karşılığı verdi: «Senin söylediğin şekilde bir günah işlediğimi bilmiyorum. Ancak Allah da biliyor ki çekişen ve çekişirken Allah'ın adını da anan iki kişiyle karşılaştığımda hak olmayan bir şeyde Allah'ın adının anılmasından hoşlanmadığım için eve gittiğimde onlar adına yaptıklarının kefaretini verirdim.»

Eyyûb bu belaya maruz kalmışken helâya çıktığında ihtiyacını giderdikten sonra yerine gidinceye kadar karısı elinden tutar ona yardımcı olurdu. Yine bir gün bu şekilde helâya çıktı, ancak geri gelmede gecikti. Yüce Allah, Eyyûb'e bulunduğu yerde: «Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su» diye vahyetti. Karısı onun geciktiğini görünce ona doğru gitti. Ancak Eyyûb karşısına çıktığında Yüce Allah o belayı kendisinden kaldırmış ve eskisinden daha güzel olmuştu. Karısı onu görünce tanımayamadı ve: «Allah sana bereketler versin! Allah'ın belaya uğramış peygamberini gördün mü? Vallahi sağlıklı iken senden daha fazla ona benzeyen birini görmüş değilim» dedi. Eyyûb da: «O kişi benim!» karşılığını verdi.

Eyyûb'un biri buğday biri de arpa olmak üzere iki tane harmanı vardı. Yüce Allah iki tane bulut gönderdi. Bu bulutlar gelip her biri bir harmanın üzerinde durdu. Buğdayın üzerindeki bulut dolup taşıncaya kadar harmana altın yağdırdı. Diğer bulut da dolup taşıncaya kadar arpa harmanının üzerine gümüş yağdırdı?

İbn Merdûye ve İbn Asâkir'in Cübeybir vasıtasıyla Dahhâk'tan bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "...Ona tekrar ailesini ve kaybettikleriyle bir mislini daha vermiştik" âyetinin anlamını sorduğumda şöyle buyurdu: "Yüce Allah, Eyyûb'e karısını daha gençleşmiş bir şekilde geri verdi. Eyyûb ondan yirmi altı erkek çocuk yaptı. Ayrıca ona bir melek göndermiş, bu melek: «Ey Eyyûb! Yüce Allah belaya gösterdiğin sabırdan dolayı sana selam ediyor ve harmanına çıkmanı istiyor» dedi. Harmana çıktıklarında Yüce Allah kırmızı bir bulut gönderdi. Bu kırmızı buluttan da harmana altından çekirgeler inmeye başladı. Eyyûb, harman dışına çıkan çekirgeleri takip edip onları geri harman yerine atınca melek: «Ey Eyyûb! Harmandakilerden doymadın da harman dışındakilerin peşinden mi koşuyorsun?» diye sordu. Eyyûb: «Bu Rabbimin bereketindendir ve onun bereketine doyum olmaz» karşılığını verdi. "

Ahmed, Buhârî, Nesâî ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'de Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Eyyûb çıplak bir şekilde yıkanırken üzerine altından çekirgeler yağmaya başladı. Eyyûb bunları toplayıp giysilerinin içine doldurmaya çalışınca, Rabbi ona: «Ey Eyyûb! Seni bunlara ihtiyacın olmayacak bir şekilde varlıklı kılmadım mı?» diye seslendi. Eyyûb: «İzzetine yemin olsun ki evet kıldın, ancak senin bereketine her zaman ihtiyacımız vardır» karşılığını verdi. "

İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah, Eyyûb'u iyileştirdikten sonra üzerine altından çekirgeler yağdırdı. Eyyûb de onları toplayıp giysilerinin içine koymaya başladı. Yüce Allah kendisine: «Ey Eyyûb! Doymaz mısın?» deyince, Eyyûb: «Lütfün ve kereminden kim doyar ki?» karşılığını verdi."

İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir'in Cüveybir vasıtasıyla Dahhâk'tan bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: "Hazret-i Eyyûb maruz kaldığı beladan kurtulduktan sonra Rum topraklarında yetmiş yıl boyunca hanif biri olarak yaşadı ve hanif biri olarak da vefat etti. Daha sonrakiler ise daha öncekilerin yaptığı gibi hem değiştiler, hem de Hazret-i İbrâhîm'in dinini değiştirdiler."

Hâkim, Vehb'den bildirir: "Hazret-i Eyyûb doksan üç yıl yaşadı. Vefatı sırasında da oğlu Havmel'e vasiyette bulundu. Hazret-i Eyyûb'den sonra Yüce Allah peygamber olarak oğlu Bişr b. Eyyûb'u gönderdi ve Zülkifl olarak isimlendirdi. Zülkifl de yetmiş beş yaşında iken vefat edinceye kadar Şam bölgesinde yaşadı. Vefatı sırasında da oğlu Abdân'a vasiyette bulundu. Yüce Allah onlardan sonra Hazret-i Şuayb'ı peygamber olarak gönderdi."

İbn Asâkir, Ebû Abdillah el-Cedelî'den bildirir: Hazret-i Eyyûb şöyle dua ederdi: "Allahım! Gözü beni gören, kalbi beni gözeten, yaptığım iyilikleri gizleyip hatalarımı ifşa eden bir komşudan sana sığınırım."

Ahmed Zühd'de ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Mücâhid'den bildirir: "Kıyamet gününde zengin, hasta ve köle olmak üzere üç kişi huzura getirilir. Zengin olana: "Bana ibadet etmene engel olan şey nedir?" diye sorulunca, zengin kişi: "Rabbim! Bana bolca mal verdiğin için ben de saptım" karşılığını verir. Bunun üzerine Yüce Allah, Hazret-i Süleyman'ı tüm mülküyle birlikte getirtir ve zengin olan kişiye: "Sen mi daha çok meşguldün, yoksa bu mu?" diye sorar. Zengin olan kişi Hazret-i Süleyman'ı kastederek: "Tabi ki bu benden daha fazla meşgul olmuştur" der. Yüce Allah da: "Ama onun bu meşguliyeti bana ibadet etmesine engel olmadı" buyurur. Sonrasında hasta olan kişi getirilir. Yüce Allah ona: "Bana ibadet etmene engel olan şey nedir?" diye sorunca, hasta kişi: "Hasta olan bedenimle uğraşıp durdum" karşılığını verir. Bunun üzerine Yüce Allah, Hazret-i Eyyûb'u maruz kaldığı belasıyla birlikte getirtir ve hasta olan kişiye: "Senin durumun mu daha kötüydü yoksa bunun mu?" diye sorar. Hasta olan kişi Hazret-i Eyyûb'u kastederek: "Tabi ki onun durumu benden daha kötüydü" der. Yüce Allah da: "Ama onun bu durumu bana ibadet etmesine engel olmadı" buyurur. Daha sonra köle olan kişi getirilir. Yüce Allah ona: "Bana ibadet etmene engel olan şey nedir?" diye sorunca, köle olan kişi: "Bana malik olan efendiler kıldın" karşılığını verir. Bunun üzerine Yüce Allah, Hazret-i Yusuf'u köleliğiyle birlikte getirtir ve köleye: "Senin köleliğin mi daha ağırdı, yoksa bunun mu?" diye sorar. Köle, Hazret-i Yusuf'u kastederek: "Tabi ki onun köleliği benimkinden daha ağırdı" der. Yüce Allah da: "Ama onun bu durumu bana ibadet etmesine engel olmadı" buyurur.

85

"İsmail'i, İdris'i ve Zülkifl'i de hatırla. Bunların hepsi sabredenlerdendi."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Zülkifl'i de hatırla..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Zülkifl peygamber olmayan salih bir adamdı. Kavminin peygamberine kendisinden sonra dini ikame edeceği, yolunu devam ettireceği ve insanlar arasında adil bir şekilde hüküm vereceğine dair kefil olduğu ve bunu ifa ettiği için kendisine (kefalet sahibi anlamına gelen) Zülkifl adı verilmiştir."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: Elyesa ihtiyarlayınca: "Henüz ben hayattayken yerime birini tayin etsem de insanları nasıl idare edeceğini görsem" diye düşündü ve insanları toplayıp: "Gündüzleri oruç tutmak, geceleri ibadet etmek ve öfkelenmemek üzere kim bana üç konuda güvence verir de onu yerime halife tayin edeyim?" diye sordu. İnsanlar arasında çok da değerli görülmeyen bir adam kalktı ve: "Ben veririm" dedi. Elyesa ona: "Sen gündüzleri oruç tutuyor, geceleri ibadet ediyor ve öfkelenmiyor musun?" diye sorunca, adam: "Evet" karşılığını verdi. Elyesa günün kalan kısmında aynı çağrıyı yaptı. İkinci gün de aynı çağrıyı yaptı ve her seferinde insanlar sessiz kalırken o adam kalkıyor ve: "Ben yaparım" diyordu. Bunun üzerine Elyesa o adamı yerine tayin etti. Bu seçim üzerine İblis, şeytanlara: "Hedefiniz filan kişidir" dedi. Ancak şeytanlar onu saptırmaktan aciz kalınca İblis: "Onu bana bırakın" dedi.

İblis adama yaşlı ve fakir biri suretinde geldi. Adam da kısacık süren kaylûle vaktinden başka ne gece ne de gündüz uyumazdı. Yine öğle uykusu için yatağına uzanınca İblis kapıyı çaldı. Adam: "Kim o?" diye sorunca, İblis: "Mazlum yaşlı biri!" karşılığını verdi. Adam kalkıp kapıyı açtı. İblis içeri girdikten sonra: "Kavmimle aramda bir husumet vardı. Ancak onlar bana zulmetti, şöyle yaptı, böyle yaptı" diyerek hikayesini anlatmaya başladı. Ancak lafı o kadar çok uzattı ki akşam yaklaştı ve kaylûle vakti de gitti. Adam: "Akşam vakti olunca yanıma gel sana onlardan hakkını alayım" dedi ve kalkıp gitti. Akşamdan sonra meclisinde otururken gözleri bu yaşlı adamı aradı, ama bulamadı. Kalkıp onu aradı, ama yine bulamadı. İkinci gün insanlar arasında hüküm verirken yine bu yaşlı adamın gelmesini bekledi. Ancak yaşlı adam gelmedi. Bir önceki gün gibi öğle vakti kaylûlesini yapmak üzere yatağına uzanınca yine kapı çalındı. Adam: "Kim o?" diye sorunca, İblis: "Mazlum yaşlı biri!" karşılığını verdi. Adam kalkıp kapıyı açtı ve: "Akşamdan sonra mecliste oturduğum zaman yanıma gel demedim mi?" diye sordu. İblis: "Onlar gördüğüm en sinsi kavimdir! Senin hüküm vermek üzere oturduğunu gördüklerinde bana hakkımı vereceklerini söylediler. Ancak sen kalktıktan sonra yine hakkımı inkar ettiler" karşılığını verdi. Adam yine akşamdan sonra hüküm vermek üzere mecliste oturduğumda yanıma gel" dedi. Bu arada o gün de kaylûle vakti gelmiş yine uyuyamamıştı.

Akşamdan sonra oturunca yine gözleri yaşlı adamı aradı. Uyku da bastırmıştı. Ailesinden bazılarına: "Çok uykum geldi. Az bir uyuyayım. Uyanıncaya kadar da kimseyi bu kapıya yaklaştırmayın" dedi. Bu esnada İblis kapıda göründü. Adamın kapıya diktiği kişi: "Geri dön!" diye onu uyardı. İblis: "Ben dün yanına gelmiş ve durumumu anlatmıştım" deyince, kapıdaki adam: "Hayır! Vallahi yanına kimseyi yaklaştırmamamızı istedi" karşılığını verdi. İblis uğraşlarına rağmen giremeyince evin bir kenarında ufak bir delik gördü. Tırmanıp o delikten atlayınca kendini evde buldu. İçerden kapıyı çalınca uyuyan adam uyandı ve kapıya diktiği kişiye: "Ey Filan! Ben içeri kimseyi almamanı söylemedim mi?" dedi. Kapıdaki: "Vallahi kapıdan içeri kimseyi almış değiliz. Sen onun nereden girdiğine bak!" karşılığını verince, adam kalkıp kapıya baktı. Kapı en son bıraktığı gibi kapalıydı, ama yaşlı adam içerde yanındaydı. İşte o zaman onun kim olduğunu anladı ve: "Sen Allah'ın düşmanı değil misin?" diye sordu. İblis: "Evet! Beni aciz bırakınca seni öfkelendirmek için bu yolu denedim!" dedi. İşte Yüce Allah, Elyesa'nın şartlarını yapmaya kefil olup bunları yerine getirdiği için bu adama (kefalet sahibi anlamına gelen) Zülkifl adını vermiştir.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: İsrailoğullarından bir hâkim vefat anı gelince: "Öfkelenmemek şartı ile kim benim yerimi alır?" diye sordu. Adamın biri: "Ben yaparım" dedi ve bundan dolayı Zülkifl olarak isimlendirildi. Zülkifl tüm gecesini ibadetle geçirir sabaha da oruçlu başlardı. Gün boyu da insanlar arasında hükmü verirdi. Gündüz vakti uyuyup dinlediği bir saati vardı. Bir gün bu vakitte uyurken şeytan geldi. Zülkifl'in arkadaşları ona: "Neyin var?" diye sorunca, şeytan: "Ben miskin bir adamım. Birinden alacağım vardı, ama bana hakkımı vermiyor" dedi. Adamlar: "Uyanana kadar bekle" dediler. Şeytan: "O yukarıda uyuyor mu?" dedi ve onu uyandırıp kızdırmak için kasten bağırıp çağırmaya başladı. Zülkifl sesine uyanınca: "Neyin var?" diye sordu. Şeytan: "Ben miskin bir adamım ve birinde bir hakkım vardı" karşılığını verince, Zülkifl: "Git ve sana hakkını vermesini söyle!" dedi. Şeytan: "Ama adam hakkımı inkar ediyor" deyince, Zülkifl: "Sen gidip hakkını iste!" karşılığını verdi.

Şeytan gitti, ancak ikinci gün yine geldi. Zülkifl ona: "Ne oldu?" diye sorunca, şeytan: "Adama gittim ve senin gönderdiğini söyledim. Ama kulak asmadı" karşılığını verdi. Zülkifl yine: "Git ve sana hakkını vermesini söyle!" dedi. Şeytan tekrar gitti, ama diğer gün yine Zülkifl'in uyku saatinde geldi. Zülkifl'in arkadaşları: "Git buradan! Allah belanı versin! Her gün onun uyku saatinden geliyor ve uyku uyutmuyorsun!" diye çıkışınca şeytan: "Yoksul biri olduğum için mi böyle davranıyorsunuz! Şayet zengin olsaydım böyle yapmazdınız!" diye çağırıp bağırmaya başladı. Zülkifl yine sesine uyanınca: "Neyin var?" diye sordu. Şeytan: "Adama gittim, ama o beni dövdü" karşılığını verince, Zülkifl: "Yürü, yanına beraber gidelim" dedi. Zülkifl, şeytanın elinden tuttu ve yola düştüler. Şeytan onun gitmekte kararlı olduğunu görünce elini onun elinden kurtarıp kaçtı.

Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünya Zemmu'l-Ğadab'da, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. el-Hâris'ten bildirir: Peygamberlerden biri yanındakilere: "İçinizden kim gündüzlerini oruçla, gecelerini ibadetle geçireceğine ve öfkelenmeyeceğine dair güvence verirse benimle birlikte ve benim konumumda olur" dedi. İçlerinden genç biri kalkıp: "Ben veririm" dedi. Peygamber bir daha aynı şeyi söyleyince yine o genç kalkıp: "Ben!" dedi. Peygamber aynı şeyi bir daha söyleyince yine o genç kalktı ve: "Ben!" dedi. Peygamber ölünce de o genç adam onun yerine geçti. Bunun üzerine şeytan geldi ve onu öfkelendirmek için bir dava varmış gibi bir yere çağırdı. Genç adam birini yanına vererek: "Onunla gidip ne olmuş bakın!" dedi. Bir süre sonra gönderdiği adam geri geldi ve bir şey görmediğini söyledi. Şeytan bir daha aynı şey için gelince genç adam yanına başkasını verip gönderdi. O da geri dönünce bir şey görmediğini söyledi. Şeytan bir daha gelince bu sefer genç adamın kendisi onunla gitmek istedi. Şeytanın elinden tutunca da şeytan elini kurtarıp kaçtı. Öfkelenmeyeceğine dair kefil olduğu için de ona (kefalet sahibi anlamına gelen) Zülkifl adı verilmiştir.

Ebû Saîd en-Nekkâş el-Kudât'ta İbn Abbâs'tan bildirir: Peygamberlerden biri kavmini topladı ve: "Öfkelenmemek şartı ile ümmetim arasında kim yerime hüküm vermeyi üzerine alır?" diye sordu. Bir genç kalkıp: " Resûlallah! Ben üzerime alırım" dedi. Peygamber bir daha aynı şeyi söyleyince genç adam bir daha: "Ben üzerime alırım" dedi. Peygamber üçüncü kez: "Öfkelenmemek şartı ile ümmetim arasında kim yerime hüküm vermeyi üzerine alır?" diye sorunca, o genç yine: "Ben alırım" dedi. Bunun üzerine peygamber de genç adamı yerine tayin etti. Bu genç adam sabahtan öğle vaktine kadar insanlar arasında hüküm verir, öğle vakti az bir dinlenip uyuduktan sonra da tekrar hüküm vermeye başlardı. Bir zaman sonra öğle vakti kendisi uykudayken şeytan yanına geldi Ona seslenerek uykusundan uyandırdı ve bir davası olduğunu söyledi. Genç adam bir yazı yazarak onu hasmına gönderdi. Şeytan iki veya üç defa bu şekilde geri döndü ve: "Hasmım, gönderdiğin yazıya kulak asmadı" dedi. En sonunda genç adam onun elinden tutup hasmının yanına gitmek üzere yola düştü. Bir süre gittikten sonra şeytan onun ciddi olduğunu gördü ve elini elinden kurtararak kaçtı. Onun için bu adama (kefalet sahibi anlamına gelen) Zülkifl adı verilmiştir.

İbn Ebî Hâtim, İbn Huceyre el-Ekber'den bildirir: Bana ulaştığına göre İsrailoğullarının krallarından biri yaşlanıp vefat anı yaklaşınca İsrailoğullarının önde gelenleri yanına gelip: "Başımıza bir kral tayin et de senden sonra onun himayesine girelim" dediler. Bir zaman sonra bu adamları topladı ve: "Üç konuda biri bana güvence versin onu yerime kral yapayım" dedi. İçlerinden sadece genç biri kalktı ve: "Ben veririm" dedi. Kral ona: "Otur" dedikten sonra aynı şeyi bir daha sordu. Ancak o genç dışında yine sesini çıkaran olmadı. "Sana krallığımı veririm, ama üç konuda bana güvence verir misin?" diye sorunca, genç adam: "Evet, veririm" karşılığını verdi. Kral: "Gece boyu ibadet edip hiç uyumayacaksın. Bütün gündüzlerini oruçlu geçireceksin. Hiçbir zaman da öfkelenmeden hüküm vereceksin" deyince, genç adam: "Tamam" karşılığını verdi. Bunun üzerine kral da: "O zaman ben de seni benden sonra kral yapıyorum" dedi.

Genç adam krallığın başına geçince gecelerini ibadetle, gündüzlerini oruçla geçirmeye başladı. Hüküm verirken de acele davranmıyor ve öfkelenmiyordu. Sabah vakti gidip hüküm vermek üzere makamına oturuyor, öğle vakti olunca da az bir dinlenip uyumak için evine dönüyordu. Kaylülesini bitirdikten sonra yine hüküm vermek üzere makamına gidiyordu. Bir gün şeytan bir adamın suretinde, kralın uyku vaktinde yanına geldi ve: "Bana zulmeden bir adamdan hakkımı al" dedi. Zülkifl (kral) de olaya bakması için bir adamını onunla birlikte gönderdi. Adamı şeytanla birlikte dolaşırken Zülkifl de onları beklemeye koyuldu. Beklerken de uyku vakti geçti. Şeytan da kalabalık bir yerde yanındaki adamdan kurtulup kaçtı. Adam Zülkifl'e gelip durumu anlatınca Zülkifl uyumadan tekrar hüküm vermek üzere insanların karşısına geçti. Şeytan da: "Öğle vakti uyumadı, belki bu gece uyur" diye düşünmeye başladı. Gece olunca Zülkifl her zamanki gibi namaz kılarak sabahı etti.

İkinci gün yine öğle vakti Zülkifl'in kaylüle saatinde şeytan geldi ve: "Bana zulmeden bir adamdan hakkımı al" dedi. Zülkifl olaya bakması için bir adamını onunla birlikte gönderdi. Kendi de onları beklemeye koyuldu. Ancak dönmeleri gecikince yine uyku saati geçti. Gönderdiği adam gelip durumu haber verince Zülkifl uyumadan tekrar hüküm vermek üzere yerine gitti. Şeytan: "Bu gece kesin uyur" diye düşündü. Ancak Zülkif her zamanki gibi gecesini namazla geçirdi. Diğer günü yine öğle vakti şeytan çıkageldi. Kendi kendine: "Ona yaptıklarımdan dolayı belki bana öfkelenir" diye düşündü. Geldiğinde: "Bana zulmeden bir adamdan hakkımı al" dedi. Zülkifl: "Seninle birlikte bir adam göndermedim mi?" diye sorunca, şeytan: "Gönderdin, ama onu kaybettim" karşılığını verdi. Bunun üzerine Zülkifl: "Yürü beraber gideceğiz" dedi ve ikisi birlikte yola düştüler. Giderken şeytan ona: "Benim kim olduğumu biliyor musun?" diye sordu. Zülkifl: "Hayır, bilmiyorum" karşılığını verince, şeytan: "Ben şeytanım! Sen önceki krala bir konuda güvence vermiş kefil olmuştun. Kefil olduğun şeyin birazını da olsa bırakmanı istedim, ancak Allah seni korudu" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildirir: "Zülkifl peygamber değildi. İsrailoğullarından günde yüz vakit namaz kılan salih bir adam vardı. Ölmeden önce, Zülkifl onun yolunu devam ettirmek üzere kefil olup güvence verdi. Bundan dolayı o da günde yüz vakit namaz kılardı. Zülkifl (kefalet sahibi) adını alması da bu yüzdendi."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Tirmizî, İbnu'l-Münzir, İbn Hibbân, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Talha'nın azatlısı Sa'd vasıtasıyla İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: el-Kif, İsrail oğullarından günah işlemekten çekinmeyen bir adamdı. Bir gün yanına gelen bir kadına kendisiyle ilişkiye girmek üzere altmış dinar verdi. Sonrasında o kadınla ilişkiye girmek üzere hazırlanınca kadın ürperdi ve ağlamaya başladı. el-Kifl: «Neden ağlıyorsun? Seni buna zorladım mı?» diye sorunca, kadın: «Hayır, ama bu işi (zinayı) daha önce hiç yapmadım ve sadece muhtaç olduğumdan dolayı bu işi yapmak zorundayım» karşılığını verdi. el-Kifl de: «Sen bunu daha önce hiç yapmadığın halde ihtiyaçtan dolayı mı yapacaksın! Gidebilirsin, sana verdiğim para da senin olsun. Allah'a yemin olsun ki artık asla ona karşı isyan etmeyeceğim!» dedi ve o gecesi öldü. Sabah olduğunda el-Kifl'in kapısının üzerinde: «Yüce Allah, el-Kifl'i bağışlamıştır» yazıyordu. "

İbn Merdûye de Nâfi' vasıtasıyla İbn Ömer'den bu hadisi "el-Kifl" yerine "Zülkifl" lafzıyla zikretmiştir.

86

Bunları da rahmetimizin içine aldık; çünkü salihlerdendiler.

87

Bkz. Ayet:88

88

"Zünnûn'u da hatırla. Hani öfkelenerek gitmişti de kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken karanlıklar içinde, «Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten zulmedenlerden oldum» diye dua etti. Biz de duasını kabul ettik ve kendisini üzüntüden kurtardık. İşte biz mü'minleri böyle kurtarırız."

İbn Cerîr ve Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sifât'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Zünnûn'u da hatırla. Hani öfkelenerek gitmişti de kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Zünnûn kavmine öfkelenip çekip gitmişti. Ancak kavmine öfkelenip de çekip gitmesinden dolayı kendisini cezalandırmayacağımızı, belaya maruz bırakmayacağımızı mı zannetti. Cezası da balığın onu yutması oldu."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Zünnûn'u da hatırla. Hani öfkelenerek gitmişti..."âyetini açıklarken: "Zünnûn kavmine öfkelenip çekip gitmişti" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Amr b. Kays'tan bildirir: Bazen peygamberler topluluğu olur ve başlarında da bir peygamber bulunurdu. Bu peygambere de: "Filanı filan oğullarına gönder" şeklinde vahiy inerdi. Yüce Allah'ın: "...Hani öfkelenerek gitmişti..." buyruğunda kastettiği de Zünnûn'un işte bu peygambere öfkelenip gitmesidir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı..." âyetini açıklarken: "Başına söz konusu ceza ve azabın gelmeyeceğini sanmıştı" demiştir.

Ahmed Zühd'de, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Hani öfkelenerek gitmişti de kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Öfkelenerek kaçıp gitti. Ancak daha önce salih amelleri olduğu için Yüce Allah onu kendi haline bırakmamıştır."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'de bildirdiğine göre Mücâhid: "...Kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı..." âyetini açıklarken: "Bu yaptığından dolayı kendisini cezalandırmayacağımızı sandı" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atiyye: "...Kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı..." âyetini açıklarken: "Kendisini cezalandırmadan bırakacağımızı sandı" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: "...Kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı..." âyetini açıklarken: "Kavmine öfkelenip bırakıp gitmesinden dolayı kendisini cezalandırmayacağımızı ve belaya maruz bırakmayacağımızı sandı" demiştir.

Abd b. Humeyd, Abdullah b. Hâris'ten bildirir: "Balık Hazret-i Yunus'u yuttuğu zaman onu denizin dibine götürdü. Hazret-i Yûnus orada yerin tesbih ettiğini işitince orada dua etmeye başladı."

Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sifât'de bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken karanlıklar içinde, «Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten zulmedenlerden oldum» diye dua etti" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Hazret-i Yunus öfke ile çekip gidince kendisinin cezalandırılmayacağını sandı. Buradaki karanlıklardan kasıt, gece karanlığı, denizdeki karanlık ve balığın içindeki karanlıktır. Hazret-i Yunus dua edince de melekler: "Yabancı bir bölgeden tanıdık bir ses" dediler.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "...Kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı..." âyetini açıklarken: "Kendisini cezalandırmayacağımızı sandı" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde ve Kelbî: "...Kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı..." âyetini açıklarken: "Bundan dolayı kendisini cezalandırmayacağımızı sandı" demiştir.

İbn Cerîr'in Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Karanlıklar içinde şöyle yakarmıştı..." âyetini açıklarken: "Bu karanlıklar; gece karanlığı, denizdeki karanlık ve balığın içindeki karanlıktır" demiştir.

İbn Cerîr de Muhammed b. Ka'b, Amr b. Meymûn ve Katâde'den aynısını bildirir.

Ahmed Zühd'de Saîd b. Cübeyr'den aynısını bildirir.

Ahmed Zühd'de, İbn Ebi'd-Dünya el-Ferec Ba'de'ş-Şidde'de, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "...Karanlıklar içinde şöyle yakarmıştı..." âyetini açıklarken: "Bu karanlıklar; gece karanlığı, balığın içindeki karanlık ve denizdeki karanlıktır" demiştir.

İbn Cerîr, Sâlim b. Ebi'l-Ca'd'dan bildirir: Yüce Allah balığa vahyederek Hazret-i Yunus'un etine ve kemiğine zarar vermemesini söyledi. Ancak Hazret-i Yûnus'un, içinde bulunduğu balığı başka bir balık yutunca, "...Karanlıklar içinde şöyle yakarmıştı..." buyruğunda ifade edildiği gibi dua etmeye başladı. Buradaki karanlıklardan kasıt, ilk balığın sonra ikinci balığın içindeki karanlık ile denizin dibindeki karanlıktır.

İbnu'l-Münzir, Dahhâk'tan bildirir: Kur'ân'da: "...Seni tesbîh ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!" âyeti dışında zikredilen tüm "Tesbîh" ifadeleri namaz anlamındadır.

Zübeyr b. Bekkâr el-Muvaffakiyât'ta Kelbî vasıtasıyla Ebû Sâlih'ten bildirir: Bir gün Muâviye, İbn Abbâs'a: "Dün gece Kur'ân âyetlerinden iki tanesi beni dalga gibi çarptı ve nasıl yorumlayacağımı bilemedim" dedi. İbn Abbâs: "Hangileri?" diye sorunca, Muâviye şöyle dedi: "Biri: "...Kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı..." âyetidir. Yani burada Hazret-i Yûnus, Yüce Allah kendisini istediği halde ondan kaçabileceğini mi düşünüyor? İkincisi ise: "...Peygamberler ümitsizliğe düşüp, yalanlandıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmiştir..." âyetidir. Bu nasıl olabilir? Yani Yüce Allah'ın vaad ettiği yardım konusunda kendilerine yalan söylendiğini mi zannettiler?" İbn Abbâs şöyle cevap verdi: "İlk âyette Hazret-i Yûnus, işlediği bu hatadan dolayı Yüce Allah'ın kendisini cezalandırmayacağını zannetmişti. Yoksa Yüce Allah'ın istemesi halinde buna muktedir olması konusunda herhangi bir şüphesi yoktu. Diğer âyete gelince de, peygamberler kavimlerinin kendilerine iman etmesi konusunda ümitsizliğe düşmüşlerdi. Zira maruz kaldıkları musibetler o kadar uzun sürdü ki görünüşte onları kabul edenlerin gerçekte onları yalanlayacaklarını düşünmüşlerdir. Yoksa Allah'ın yardımı konusunda kesinlikle ümitsizliğe düşmemiş, vaad etttikleri konusunda kendilerine yalan söylediğini düşünmemişlerdir." Muâviye bunları duyunca: "Ey İbn Abbâs! Sıkıntımı giderdin, Allah senin de sıkıntını gidersin" dedi.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Yûnus kavmine beddua edince Yüce Allah, azabın sabah vakti kendilerine geleceğini vahyetti. Hazret-i Yûnus onlara bunu bildirince, kavmi: "Yûnus hiç yalan söylemedi ve sabah vakti azap üzerimize inecek. Gelin her bir canlının yavrusunu çocuklarımızın arasına katalım ve yalvarmaya çıkalım. Belki Yüce Allah bize merhamet eder" dediler. Sonrasında kadınlarını çocuklarıyla, develerini yavrularıyla, sığırları buzağılarıyla, koyunları kuzularıyla birlikte çıkarıp önlerine koydular. Azap da karşıdan göründü. Azabı gördüklerinde Yüce Allah yalvarıp yakarmaya başladılar. Kadınlar ağlamaya, develer yavrularıyla birlikte böğürmeye, sığırlar buzağılarıyla birlikte bağırmaya, koyunlar kuzularıyla birlikte melemeye başladı. Bunun üzerine Yüce Allah onlara acıdı ve azabını onlardan uzaklaştırdı. Hazret-i Yûnus bunu kızarak: "Yalancı çıktım!" dedi. "...Öfkelenerek gitmişti..." buyruğunda ifade edilen de budur.

Hazret-i Yûnus kavminden ayrılıp denize doğru gitti. Sahilde demir atmış bir gemi gördü. Gemi sahiplerine: "Beni de götürün" deyince onu gemiye aldılar.

Hazret-i Yûnus taşıma ücreti vermek istedi, ancak onlar almayı kabul etmediler. Hazret-i Yûnus: "O zaman haracınızı ben veririm" deyince kabul ettiler. Gemi yola koyulunca denizde fırtına koptu ve dalgalar yükseldi. Hazret-i Yûnus: "Beni denize atarsanız kurtulursunuz" deyince, onlar: "Aksine seni yanımızda tutarsak, ancak kurtuluruz" karşılığını verdiler. Hazret-i Yûnus: "O zaman kimi atacağınız konusunda kura çekin" deyince, üç defa kura çektiler ve her birinde kurada kendisi çıktı. Yüce Allah, adına Hint okyanusunda 'Necm' denilen bir balığa vahyederek Yûnus'u almak üzere denizleri aşmasını, ancak Yûnus'un onun için bir yem olmadığını, karnının onun için bir zindan olacağını ve onun için ne etine, ne de kemiğine herhangi bir zarar vermemesini söyledi. Balık denizleri aşıp bu geminin yanına kadar geldi. Üçüncü kurada yine kendisi çıktığı zaman suya atladı. Suya atlayınca da balık onu yuttu ve denizleri aşarak Atlas okyanusuna kadar götürdü.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Balık Hazret-i Yûnus'u yutunca onu alıp yedinci kat yerin altına kadar indirdi. Hazret-i Yunus orada yerin tesbîh ettiğini görünce ona da tesbîh etme şevki geldi ve: "Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten zulmedenlerden oldum" diye dua etti. Sonrasında balık onu henüz yeni doğmuş bir bebek gibi saçsız ve tırnaksız bir şekilde sahile attı. Sahilde kendisi için bir ağaç bitirildi. Hazret-i Yûnus bu ağacın altında gölgeleniyor ve altında bulunan böceklerden yiyip besleniyordu. Bir ara altında uyurken ağacın kuruyan yaprakları düşmeye başladı. Bundan dolayı Rabbine şikayette bulununca, Allah ona: "Kuruyan bir ağaç için üzülüyorsun da azaba maruz kalacak altıyüzbinden fazla kişiye üzülmüyorsun!" karşılığını verdi.

İbn Ebi'd-Dünya, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Yûnus, balığın karnındayken Yüce Allah'a dua etmek istediğinde: «Allahım! Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten zulmedenlerden oldum» şeklinde dua etti. Bu dua yükselip de Arş'a değince melekler: «Rabbimiz! Tanımadık bir bölgeden gelen tanıdık ve cılız bir ses!» dediler. Yüce Allah: «Bu sesin sahibini tanımadınız mı?» diye sorunca, melekler: «Rabbimiz! Kimin sesi?» dediler. Yüce Allah: «Kulum Yûnus'un sesi» buyururıca, melekler: «Amelleri hâlâ katına yükselen ve dualarına icabet edilen Yûnus kulun mu?» dediler. Yüce Allah: «Evet!» karşılığını verince melekler: «Rabbimiz! Henüz belaya maruz kalmadan yaptıklarından dolayı şimdi ona acısan da içinde bulunduğu bu musibetten kurtarsan olmaz mı?» dediler. Yüce Allah da: «Olur» karşılığını verdi ve balığa emrederek onu sahile attı. Sahilde de Yüce Allah onun için bir balkabağı bitirdi. "

İbn Ebî Şeybe Musannef’te, Abd b. Humeyd, İbn Merdûye ve İbn Asâkir'in Hazret-iAli'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Hiçbir kula: «Ben Yûnus b. Metta'dan daha hayırlıyım» demesi uygun düşmez. Zira o karanlıklar içinde Allah'ı tesbih etmiştir."

Ahmed, Tirmizî, Nesâî, Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usûl'de, Bezzâr, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Zünnûn'un balığın karnındaki iken duası: «Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten zulmedenlerden oldum» şeklindeydi. Bir Müslüman da bununla Rabbine dua ettiği zaman mutlaka duasına icabet edilir."

İbn Cerîr, Sa'd'dan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yüce Allah'ın, kendisiyle dua edildiği zaman kabul gördüğü, kendisiyle bir şey istenildiğinde verdiği dua, Yûnus b. Metta'nın ettiği duadır" buyurduğunu işittim. " Resûlallah! Bu dua Yûnus'a has bir dua mı, yoksa bütün Müslümanlar için de geçerli mi?" diye sorduğumda, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Bu dua, Yûnus'a has bir duadır. Ancak bununla dua etmeleri halinde tüm müminler için de geçerlidir. Yüce Allah'ın: «...İşte biz müminleri böyle kurtarırız» buyurduğunu işitmez misin? Bu, Yüce Allah'ın dua edenler için koyduğu kabul şartıdır. "

İbn Merdûye ve Deylemî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "«Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten zulmedenlerden oldum» âyeti peygamberlerin sığınağı olan bir âyettir. Balığın karnındaki karanlıkta Yûnus bununla Yüce Allah'a seslenmişti,"

İbn Ebî Hâtim, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Yüce Allah'ın, kendisiyle dua edildiği zaman kabul gören, bir şey istenildiğinde de verilen İsm-i A'zam'ı: "Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten zulmedenlerden oldum" sözüdür.

Hâkim'in Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Size Yüce Allah'ın İsm-i A'zam'ını söyleyeyim mi? «Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten zulmedenlerden oldum» şeklindeki Yûnus'un duasıdır. Müslüman kişi, hastalığı sırasında kırk defa bu duayı ettiği zaman şayet ölürse kendisine şehit sevabı verilir. İyileşirse de bağışlanmış bir şekilde iyileşmiş olur."

Tirmizî, İbn Mâce ve Hâkim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ben Yûnus b. Metta'dan daha hayırlıyım diyen kişi yalan söylüyor demektir. "

Hâkim, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tepenin birine uğradı. "Bu hangi tepe?" diye sorunca, ashâb: "Filan tepe" dediler. Bunun üzerine: "Yûnus'u, yuları hurma lifinden olan devesinin üstünde yünden cübbe giymiş bir şekilde «Lebbeyk Allahumme lebbeyk!» derken görür gibiyim" buyurdu.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hiç kimsenin: «Ben Yûnus b. Metta'dan daha hayırlıyım» demesi uygun düşmez. Zira bir hata işlemiş, ancak Yüce Allah yine onu kendine seçmiştir" buyurdu. Allah Resûlü, Yûnus'u babası olan Metta'ya nisbet etmiştir.

Abd b. Humeyd, Buhârî, Nesâî ve İbn Merdûye'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "İçinizden hiç kimse: «Ben Yûnus b. Metta'dan daha hayırlıyım» demesin" buyurmuştur.

Buhârî, Müslim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hiç kimsenin: «Ben Yûnus b. Metta'dan daha hayırlıyım» demesi uygun düşmez" buyurmuştur.

89

Bkz. Ayet:90

90

"Zekeriya'yı da hatırla. Hani o, Rabbine, «Rabbim! Beni tek başıma bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın» dîye dua etmişti. Biz de ona icabet ederek, Yahya'yı bahşetmiş, eşini de iyileştirmiştik. Doğrusu onlar iyi işlerde yarışıyorlar, umarak ve korkarak bize yalvarıyorlardı. Bize karşı gönülden saygı duyuyorlardı."

Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Eşini de iyileştirmiştik..."âyetini açıklarken: "Hazret-i Zekeriya'nın karısının dili uzundu, olur olmaz şeyler konuşurdu. Yüce Allah onun bu dilini düzeltti" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Harâitî Mesâviu'l- Ahlâk'ta ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Atâ b. Ebî Rebâh: "...Eşini de iyileştirmiştik..." âyetini açıklarken: "Hazret-i Zekeriya'nın karısının kötü bir huyu vardı. Ayrıca dili uzundu, olur olmaz şeyler konuşurdu. Yüce Allah onun bu huyunu da, dilini de düzeltti" demiştir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî: "...Eşini de iyileştirmiştik..." âyetini açıklarken: "Hazret-i Zekeriya'nın karısının kötü bir huyu vardı, bu huyu düzeltildi" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Eşini de iyileştirmiştik..." âyetini açıklarken: "Hazret-i Zekeriya'nın karısının çocuğu olmazdı. Doğum yapmaya elverişli hale getirildi" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Eşini de iyileştirmiştik..." âyetini açıklarken: "Hazret-i Zekeriya'nın karısı kısırdı. Doğum yapmaya elverişli hale getirildi" demiştir. "...Bize karşı gönülden saygı duyuyorlardı" âyetini açıklarken: "Bize gönülden boyun eğmişlerdi" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Umarak ve korkarak bize yalvarıyorlardı...'" âyetini açıklarken: "Allah'ın rahmetini umarak ve azabından korkarak bize yalvarıyorlardı" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "...Umarak ve korkarak bize yalvarıyorlardı..." âyetini açıklarken: "Rahmeti unnurak ve azaptan korkarak, anlamındadır ki bunların biri diğerinden ayrı olamaz" demiştir.

İbnu'l-Mübârek'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Umarak ve korkarak bize yalvarıyorlardı. Bize karşı gönülden saygı duyuyorlardı" âyetini açıklarken: "Kalplerinde daimi bir korku taşırlar" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Umarak ve korkarak bize yalvarıyorlardı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Rablerinden yana bir korku kalplerinden hiçbir zaman eksik olmaz. Rahmete yönelik içlerine bir umut düştüğü zaman bunun Yüce Allah tarafından verilen bir istidrâc olmasından korkarlar. İçlerine azaptan yana bir korku düştüğü zaman da geçmiş günahlarından dolayı Yüce Allah'ın onları sorumlu tutmasından endişe ederler."

İbn Merdûye, Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), "...Umarak ve korkarak bize yalvarıyorlardı..." âyetinin anlamı sorulunca, ellerini ilkinde yere doğru, ikincisinde de yukarı doğru açarak:

"Umarak şöyle, korkarak da böyle yapmalarıdır" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebû Nuaym Hilye'de, Hâkim ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Abdullah b. Ukeym'den bildirir: Ebû Bekr es-Sıddîk bize bir hutbe verdi. Hutbesinde Allah'a hamdu senâda bulunduktan sonra şöyle dedi: "Allah'a karşı takvalı olmanızı, layıkıyla kendisini övmenizi, umutla korkuyu aynı anda taşımanızı tavsiye ediyorum. Zira Yüce Allah, Zekeriyâ ile ailesini överken: «...Doğrusu onlar iyi işlerde yarışıyorlar, umarak ve korkarak bize yalvarıyorlardı. Bize karşı gönülden saygı duyuyorlardı»' buyurmuştur."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Bize karşı gönülden saygı duyuyorlardı" âyetini açıklarken: "Bize karşı itaat içinde boyun eğmişlerdi" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Dahhâk: "...Bize karşı gönülden saygı duyuyorlardı" âyetini açıklarken: "Allah'a karşı boyun eğmişlerdi" demiştir.

91

"İffetini korumuş olan kadını da (Meryem'i de) hatırla. Ona ruhumuzdan üflemiştik. Kendisini de, oğlunu da âlemlere (kudretimizi gösteren) birer delil yapmıştık."

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Kayser, Muâviye'ye: "Bana Allah katında en değerli erkek ile en değerli kadının kim olduğunu söyle" şeklinde bir mektup yazdı. Muâviye'de bana bir mektup yazarak konuyu sordu. Cevaben ona şöyle yazdım: "Allah'ın katında en değerli erkek Âdem'dir. Zira onu kendi elleriyle yaratmış ve tüm isimleri ona öğretmiştir. Allah katında en değerli kadın ise iffetini koruyan İmrân'ın kızı Meryem'dir."

Abdurrezzâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Ona ruhumuzdan üflemiştik...'" âyetini açıklarken: "Onun giysisinin yakasından içeriye üfledi" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mükâtil bu âyeti açıklarken: "Onun cinsel organına üflemişti" demiştir.

92

Bkz. Ayet:95

93

Bkz. Ayet:95

94

Bkz. Ayet:95

95

"Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tele ümmettir. Ben de Rabbinizim. Onun için sadece bana kulluk edin. Ama insanlar aralarındaki bu birliği paramparça ettiler. Hepsi de bize döneceklerdir. Şu hâlde, kim mümin olarak bir salih amel işlerse, çabası asla inkâr edilmez. Şüphesiz biz onu yazmaktayız. Helâk ettiğimiz bir memleket halkının bize dönmemeleri imkansızdır."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir..." âyetini açıklarken: "Sizin dininiz tek bir dindir, anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr, Mücâhid'den bu yorumun aynısını bildirir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Dinizin bir, Rabbiniz bir, ancak şeriatleriniz farklıdır."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Kelbî: "Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir...'" âyetini açıklarken: "Sizin diliniz tek bir dildir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Ama insanlar aralarındaki bu birliği paramparça ettiler..." âyetini açıklarken: "Tek olan dinlerinde ihtilafa düşüp bölündüler" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Helak ettiğimiz kasaba halkına da haramdır. Onlar geri dönmezler" âyetini: (.....) lafzıyla okumuştur.

Abd b. Humeyd, İbnu'z-Zübeyr'den bildirir: Bazı çocuklar, "Helak ettiğimiz kasaba halkına da haramdır. Onlar geri dönmezler" âyetini: (.....) lafzıyla okuyorlar oysa bu âyet: (.....) lafzıyla okunur.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Helak ettiğimiz kasaba halkına da haramdır. Onlar geri dönmezler" âyetini: (.....) lafzıyla, 'Haram' kelimesini med ile okumuştur.

Firyâbî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuab'da bildirdiğine göre İbn Abbâs, Enbiyâ Sûresi'nin 95. âyetini: (.....) lafzıyla okumuş ve: "Helaki kendilerine vacip kıldığımız bir memleket için artık tövbe yoktur" şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Helak ettiğimiz kasaba halkına da haramdır. Onlar geri dönmezler" âyetini açıklarken: "Yerle bir ettiğimiz bir memleket ahalisi artık dünya hayatına bir daha dönemezler" demiştir.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, Enbiyâ Sûresi'nin 95. âyetini: (.....) lafzıyla okumuş ve: "Helaki kendilerine vacip kıldığımız bir memleket için artık hayata geri dönüş yoktur" şeklinde açıkladıktan sonra şöyle demiştir: Bu âyet: "Kendilerinden önce nice nesilleri helâk ettiğimizi; onların artık kendilerine dönmeyeceklerini görmediler mi?" âyeti gibidir."

Abd b. Humeyd, İkrime ile Saîd b. Cübeyr'den yorumun aynısını zikreder.

İbn Cerîr'in Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs, Enbiyâ Sûresi'nin 95. âyetini: (.....) lafzıyla okumuştur. Ravi der ki: Saîd'e: "Hirmurı lafzıyla kastedilen şey nedir?" diye sorulunca: "Kesin karar, anlamındadır" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime, Enbiyâ Sûresi'nin 95. âyetini: (.....) lafzıyla okumuş ve: "Dinlerinde helaki kendilerine vacip kıldığımız bir memleket için artık içinde bulundukları durumdan bir dönüş yoktur" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim, İkrime'den bildirir: (.....) ifadesi Habeş dilinde: "Gerekli oldu" anlamındadır.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, Enbiyâ Sûresi'nin 95. âyetini: (.....) lafzıyla okumuş ve: "Helaki kendilerine gerekli kıldığımız bir memleket ahalisi için artık dünya hayatına dönüş yoktur" şeklinde açıklamıştır.

96

"Nihayet Yecûc ve Mecûc'ün önü açıldığı zaman her tepeden akın ederler."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) lafzıyla, 'Futihet' ifadesini şeddesiz, Yecûc ile Mecûc isimlerini de hemze ile okumuştur.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yecûc ve Mecûc'ün önü açıldığı zaman insanlar yeryüzünün dört bir tarafından akın ederler. Bu insanların geldikleri her bir yer 'hadeb' olarak ifade edilmiştir."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "İnsanlar her bir tepeden akın edip gelirler" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "İnsanlar her bir tepeden akın edip gelirler" demiştir.

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesinin anlamı nedir?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Yeryüzünün her bir tarafından kalkıp gelirler, anlamındadır" dedi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Tarafe'nin:

"Pek kara bir gün yaşamışlardı

Her bir taraftan şahinler onlara saldırmışlardı" dediğini işitmez misin?"

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Nihayet Yecûc ve Mecûc'ün önü açıldığı zaman..." âyetini açıklarken: "Bu, kıyametin başlangıcıdır" demiştir.

Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti: "(...Bir de bakarsın, kabirlerden çıkmış, Rablerine doğru akın akın gitmektedirler)" âyetinde olduğu gibi: (.....) lafzıyla, (.....) ve (.....) harfleriyle okumuştur.

Ahmed, İbn Mâce, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Hibbân, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yecûc ile Mecûc'ün önü açılınca Yüce Allah'ın da zikrettiği gibi: «...Her tepeden akın ederler» ve insanlara musallat olurlar. Müslümanlar, hayvan sürülerini de yanlarına alarak onlardan kaçıp kendi kasabaları ile kalelerine sığınırlar. Yecûc ve Mecûc karşılaştıkları tüm suları içerler. Hatta yanından geçtikleri bir nehrin suyunu içip kuruturlar. Onlardan sonra başkaları oradan geçtiği zaman: «Eskiden burada su bulunurdu» demeye başlarlar. Yeryüzünde bulunan tüm insanlar kendi kasabaları ile kalelerine çekilip ortalıkta kimseler kalmayınca, Yecûc ile Mecûc'ün sözcüleri: «Yeryüzünde bulunanların işini bitirdik. Geriye gökyüzü ahalisi kaldı» derler. Askerleri mızraklarını göğe doğru fırlatınca bir imtihan ve fitne vesilesi olarak bu mızraklar kana bulanmış bir şekilde geri iner. Onlar bu haldeyken Yüce Allah boyunlarında, çekirgelerin boynunda çıkan çekirge kurtçukları gibi kurtçuklar çıkaracak ve bunlar ses seda veremeyen ölülere dönecekler.

Müslümanlar: «Birisi bizim için kendini feda etse de gidip bu düşmanların ne yaptığına baksa» deyince, birisi kendini feda edecek, kendini ölülerden biri sayacak ve kaleden aşağıya inecek. İnince de onların üst üste yığılmış bir şekilde ölü olduklarını görecek. Onların bu durumunu görünce de: «Ey Müslümanlar! Müjdeler olsun! Yüce Allah düşmanızı yok etti» diye seslenecek. Bunun üzerine Müslümanlar kasaba ile kalelerinden çıkacaklar, hayvanlarını da salacaklar. Bu hayvanlar, onların etlerinden başka bir yiyeceğe ihtiyaç duymayacaklar. Daha önce yedikleri otlarla semizlemelerinden daha iyi bir şekilde onların etlerinden yiyince semizleyeceklerdir. "

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İsrâ (Miraç) gecesi götürüldüğüm zaman İbrâhîm, Mûsa ve İsa ile karşılaştım. Onlar aralarında kıyametin vaktini müzakere ettiler ve onu İbrâhîm'e sordular. İbrâhîm: «Bu konuda bir bilgim yoktur» deyince, Mûsa'ya sordular. O da: «Bu konuda bir bilgim yoktur» deyince, İsa'ya sordular. İsa da şöyle dedi: «Kıyametin zamanını Allah'tan başka kimse bilmez. Rabbimin bana ahdettiğine göre Deccâl çıkacağı zaman benim elimde iki keskin kılıç olacaktır. O beni gördüğü zaman kurşunun erimesi gibi eriyecek ve Allah onu helak edecektir.» Hatta o zaman taşlar ve ağaçlar: «Ey Müslüman! Altımda kafir biri var! Gel ve onu öldür» diyecekler. Yüce Allah onları helak ettikten sonra insanlar kasabalarına ve yurtlarına döneceklerdir. İşte o zaman Yecûc ve Mecûc çıkacak ve her yerden hızlıca inerek şehirleri istila edeceklerdir. Nereye giderlerse orayı yerle bir edecek, uğradıkları her suyu da içeceklerdir. İnsanlar bu konuda bana şikâyete gelecekler ve ben Allah'a dua edeceğim. Allah onları helak edip öldürecek, yeryüzü onların leş kokusuyla dolacaktır. Allah yağmuru indirecek ve cesetlerini denize dökecektir. Yine bana Rabbimin verdiği ahidlerden bir tanesi, bunlar olduktan sonra kıyametin artık hamilelikte gününü dolduran kadın gibi olmasıdır. Artık kadının ailesi, kadın doğumu gece mi yoksa gündüz mü yapacağını bilemezler."

İbn Mes'ûd der ki: Yüce Allah'ın Kitâb'ındaki: "Nihayet Yecûc ve Mecûc'ün önü açıldığı zaman her tepeden akın ederler. Gerçek vaad (kıyametin kopması) yaklaşır..." âyetinin da bunu onayladığını gördüm. Kıyamet gününde insanların toplanmak üzere geldikleri her yer, âyette zikredildiği gibi Hadeb'dir.

Ahmed, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Hâlid b. Abdillah b. Harmele'den, o da teyzesinden bildirir: Bir defasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizlere bir hutbe verdi. Parmağı akrep tarafından sokulduğu için de onu sarmıştı. Hutbesinde şöyle buyurdu: "Düşmanınızın olmadığını söylüyorsunuz! Oysa Yecûc ve Mecûc ortaya çıkana kadar savaşıp duracaksınız. Bunlar da geniş yüzlü, küçük gözlü, siyaha çalan kırmızı saçlı olurlar. Her bir tepeden akın edip gelirler. Yüzleri iki kat deriden yapılmış kalkanları andırır."

İbn Cerîr, Ubeydullah b. Ebî Yezîd'den bildirir: İbn Abbâs birbirlerinin üzerine atlayarak oynayan çocuklar görünce: "Yecûc ve Mecûc de işte bu şekilde ortaya çıkar" dedi.

Ahmed, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir ve Beyhakî el-Ba's'da Nevvâs b. Sem'ân'dan bildirir: Bir sabah Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Deccâl'den bahsetti. Ancak ondan bahsederken sesini bazen alçaltıp bazen de yükseltmesi üzerine Deccâl'in (Medine'deki) hurmalığın içinde olduğunu zannettik. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Sizin için korktuğum şey Deccâl'den başkasıdır. Şayet ben aranızdayken Deccâl çıkacak olsa ben sizin de yerinize delillerimle onu mağlup ederim. Ancak ben içinizde yokken çıkacak olursa artık herkes kendi delilleriyle onu yenmeye çalışacaktır. Benden sonra Yüce Allah yerime her müslümanın vekilidir. Deccâl genç, kısa kıvırcık saçlı ve bir gözü dışarıya çıkmış biridir. Şam ile Irak arasında bir yerden çıkacak ve sağa sola sataşmaya başlayacaktır. Ey Allah'ın kulları! Onun karşısında sebat gösterin!"

Ona: " Resûlallah! Yeryüzünde ne kadar kalacak?" diye sorduğumuzda: "Kırk gün kalacak. Ancak bu kırk günün bir günü bir yıl kadar, bir günü bir ay kadar, bir günü bir hafta kadarken diğer günler de sizin bu günleriniz uzunluğunda olacaktır" buyurdu. Ona: " Resûlallah! O bir yıl gibi olan günde, kılacağımız bir günlük namaz bizim için yeterli olacak mı?" diye sorduğumuzda: "Hayır! Ama zamanın uzunluğuna göre vakitleri siz ayarlarsınız" buyurdu.

Ona: " Resûlallah! Deccâl'in yeryüzündeki hızı nasıl olacaktır?" diye sorduğumuzda şöyle buyurdu: "Rüzgar tarafından sürüklenen bir bulut hızında olacak. Bir topluluğa gelip onları davet edecek, onlar da ona iman edip davetine icabet edecekler. Göğe emrettiği zaman yağmur yağacak, yere emrettiği zaman da ekinler yeşerecek. Hayvan sürüleri her zamankinden daha çok yavrulayacak, her zamankinden daha çok süt verecek ve her zamankinden daha çok doyacaklar. Sonra başka bir topluluğa gelecek ve onları da davet edecek. Ancak onlar, onun sözlerini kabul etmeyecekler. Deccâl de oradan ayrılınca malları da onun peşinden gidecek. Sabah olduğunda o topluluk, mal namına ellerinde bir şeyin kalmadığını göreceklerdir.

Harabelik bir yere uğradığı zaman ona: «Hazinelerini çıkar!» diyecek, harabe de içinde bulunan hazineleri çıkaracak. Çıkan hazineler Deccâl'in peşinden arıların birbirlerini takip etmeleri gibi gideceklerdir. Sonra bir adamı çağırıp kılıçla vurup ikiye ayıracak ve her bir parçası bir ok atımlığı bir mesafeye düşecektir. Sonra onu çağırdığında tekrar yanına gelecektir. Deccâl bu haldeyken Yüce Allah, Meryem oğlu Mesîh'i gönderecek. Mesîh de Şam'ın doğusundaki beyaz minarenin yanına, iki güzel giysi içinde, ellerini iki meleğin kanatlarına koymuş bir şekilde inecek. Deccâl'in peşine düşüp onu Lüd kapısında yakalayacak ve orada öldürecektir. Mesîh bu haldeyken Yüce Allah, İsa'ya: «Kendileriyle savaşmaya kimsenin gücünün yetmeyeceği bazı kullarımı (diğerlerinden) ayırmıştım. Onları al ve Tür dağına git!» diye vahyedecek. Sonra Yüce Allah, Yecûc ve Mecûc'ü gönderecek. Bunlar da âyette zikredildiği gibi «...Her tepeden akın ederler.»

İsa ve yanındakiler Yüce Allah'a dua edince, Yecûc ve Mecûc kavminin boyunlarından kurtçuklar bitecek ve hepsi birden tek bir kişinin ölümü gibi ölecek, yok olup gideceklerdir. Daha sonra İsa ve yanındakiler dağdan inip yeryüzüne dağılacaklar. Ancak yeryüzünde Yecûc ile Mecûc kavminin leşlerinin kokusunu duyacaklardır. İsa ve arkadaşları Yüce Allah'a dua ettiklerinde ise Yüce Allah deve boynu gibi büyük kuşlar gönderecek, bu kuşlar o leşleri alıp Yüce Allah'ın dilediği yere götürüp atacaklardır. Sonra Yüce Allah kırk gün boyunca yağan bir yağmur gönderecek ki şehirlerde ve yaylada ne kadar şey varsa hepsi bu yağmurdan nasibini alacak, yeryüzü tertemiz olacak şekilde yıkanacaktır.

Sonra yere: «Ürünlerini bitir!» denilecek. O günü birkaç kişi bir nardan yiyecek ve nar kabuğunun altında da gölgeleneceklerdir. Hayvanlara bir bereket gelecek. Öyle ki yeni doğmuş bir devenin eti kalabalık bir topluluğa yetecektir. Yeni doğmuş bir sığırın eti kalabalık bir topluluğa yetebilecektir. Yeni doğmuş bir koyun dahi bir aileye yetecektir. İnsanlar bu durumdayken Yüce Allah güzel kokulu bir rüzgar gönderecek, bu rüzgar koltuk altlarından tutup her mümin ve müslümanın canını alacaktır. Geriye sadece merkepler gibi tepinen insanların en kötüleri kalacaktır. Kıyamet de işte onların üzerine kopacaktır."

İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildirir: Bize bildirilene göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yecûc ve Mecûc'ün çıktığı zamanda bir at yavrusu doğacak olsa henüz binilecek çağa gelmeden kıyamet kopar."

İbn Cerîr, Huzeyfe b. el-Yemân'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kıyametin ilk alametleri Deccâl, İsa'nın inmesi, Aden-i Ebyen'in (Yemen'de bir ada) diplerinden bir ateşin çıkmasıdır ki bu ateş insanları mahşer yerine sürer. Onların konakladığı yerde de durup onları bekler. Diğer alametler de Duman'ın çıkması, Dabbe'nin görünmesi ve Yecûc ile Mecûc'ün salınmasıdır." Ona: " Resûlallah! Yecûc ile Mecûc nedir?" diye sorduğumda da şöyle buyurdu: "Yecûc ile Mecûc insan topluluklarıdır. Her bir topluluk dört yüz bin topluluktan oluşmaktadır. İçlerinden biri kendi soyundan bin kişiyi görmeden ölmez. Hepsi de Âdem oğullarındandır ve dünyanın harap olması için uğraşırlar. O kadar kalabalık olurlar ki başları Şam'da arka tarafları İrak'ta olur. Yeryüzünde bulunan ırmaklardan geçerler. Geçerken Fırat, Dicle ve Taberiyye gölünü içip bitirirler. Sonunda Beytu'l-Makdis'e gelirler ve: «Dünya ahalisini öldürüp yok ettik. Şimdi gökyüzündekileri öldürme zamanı!» derler. Oklarını gökyüzüne attıklarında bu oklar kana bulanmış bir şekilde geri iner. Oklar kanlı bir şekilde inince: «Gözyüzünde olanları da öldürdük» derler.

Bu sırada İsa ile Müslümanlar Tur-i Sinâ dağında olurlar. Zira Yüce Allah, İsa'ya: «Kullarımı Tur dağı ile Kudüs'ün arka taraflarında saklayıp muhafaza et» diye vahyeder. Sonrasında İsa ellerini gökyüzüne kaldırıp dua eder. Müslümanlar da ettiği dualara âmin derler. Bunun üzerine Yüce Allah onlara neğaf denilen bir böcek türü gönderir. Bu böcek onların burunlarından girince Şam'dan Irak'a kadar hepsi de ölürler. Leşlerinden tüm yeryüzü kokar. Yüce Allah gökyüzüne emir verince tulumdan boşanırcasına yağmur yağmaya başlar. Bu yağmur onların leşleri ile kokularını yıkar götürür. İşte o zaman Güneş batıdan doğar. "

İbn Cerîr, İbn Mes'ûd'dan bildirir: "Yecûc ve Mecûc çıktıkları zaman yeryüzünde dolaşıp her yeri talan ederler. Yüce Allah'ın da belirttiği gibi: "...Her tepeden akın ederler." Daha sonra Yüce Allah onlara neğaf'e benzer bir böcek gönderir. Bu böcek burun ve kulaklarından girerek hepsini öldürür. Leşlerinden tüm yeryüzü kokar. Yüce Allah bir yağmur göndererek yeryüzünü onların pisliklerinden yıkayıp arındırır."

İbn Cerîr, Atiyye vasıtasıyla Ebû Mes'ûd'dan bildirir: Yecûc ile Mecûc çıktıkları zaman kalelerde saklananlar dışında yeryüzünde bulunan tüm insanları öldürürler. Yanından geçtikleri göletleri içip kuruturlar. Hatta başkaları oradan geçerken: "Eskiden burada su vardı" derler. Yüce Allah onları kırıp yok etmek için üzerlerine neğaf denilen bir hayvanı gönderir. Bu hayvandan dolayı hepsi de çılgına döner. Kalelerde saklananlar: "Allah'ın düşmanları helak oldu!" derler. Adamın birini, henüz ölmemişlerse geri çekmek üzere iple bağlayıp aşağıya sarkıtırlar. Adam aşağı inince hepsinin de helak olduğunu görür. Sonrasında Yüce Allah bir yağmur göndererek hepsinin leşlerini denize döker ve yeryüzünü onlardan temizler. Onlardan sonra insanlar ağaçlar, hurmalar ekerler. Yer, Yecûc ile Mecûc'ün zamanında olduğu gibi yine meyve vermeye başlar.

İbn Cerîr, Ka'b'dan bildirir: Yecûc ile Mecûc'ün çıkış zamanı yaklaştığı zaman şeddi delmek için kazmaya başlarlar. Yakınlarda bulunanlar onların kazma seslerini duyarlar. Gece olduğu zaman da birbirlerine: "Yarın gelip tamamlar ve çıkarız" derler. Ancak gece vakti Yüce Allah şeddi eski haline çevirir. İkinci gün sabahtan gelip yine kazmaya başlarlar. Yakınlarda bulunanlar onların kazma seslerini duyarlar. Gece olduğu zaman da birbirlerine: "Yarın gelip tamamlar ve çıkarız" derler. Ancak diğer gün sabah geldiklerinde Yüce Allah'ın, şeddi eski haline çevirdiğini görürler. Yine kazmaya başlarlar. Yakınlarda bulunanlar onların kazma seslerini duyarlar. Gece olduğu zaman Yüce Allah içlerinden birinin diline: "Yarın gelip tamamlar ve inşallah çıkarız" sözünü düşürür. Diğer gün sabah geldiklerinde (inşallah dedikleri için) bu sefer şeddi bıraktıkları gibi bulurlar. Şeddi kazıp delerler ve çıkarlar. Yeryüzünde dolaşırken onlardan bir grup bir göletin yanından geçerken tüm suyunu içerler. İkinci grup o göletin yanından geçerken kalan çamurunu yalayıp bitirirler. Üçüncü grup o göletin yanından geçerken: "Bir ara burada su vardı" derler. Karşılarında kimseler duramadığı için insanlar onlardan kaçarlar. Oklarını gökyüzüne attıkları zaman bu oklar kana bulanmış bir şekilde geri döner. Sonra: "Yeryüzü ahalisini de gökyüzü ahalisini de yendik" derler.

İsa b. Meryem: "Allahım! Onlara karşı koyacak, onları yenecek gücümüz yok. Dilediğin şekilde bizi onlardan kurtar" diye dua eder. Yüce Allah da neğaf denilen bir kurt türünü onlara musallat eder. Bu kurtlar boyunlarını kıracak kadar inceltir. Sonrasında onların üzerine kuş gönderir. Bu kuşlar gagalarıyla onları alıp denize döker. Daha sonrasında Yüce Allah adına 'Hayat' denilen bir su kaynağı çıkartır ki onlardan geriye kalan bütün leş ile kokuları temizler. Böylesi bir ortamda bir nar 'Sikrı' denilen bir topluluğu doyurabilir." Ravi der ki: "Ka'b'a: "Sikti nedir?" diye sorulunca: "Aile, anlamındadır" dedi ve şöyle devam etti: "İnsanlar bu haldeyken bir ses: "İnce bacaklı adam (Zu's-Suveykateyn) Kâbe'yi yıkmak üzere yola çıktı" diye seslenir. Bunun üzerine Hazret-i İsa sayıları yedi yüz veya yedi yüz ile sekiz yüz arasında olan bir öncü birlik gönderir. Bu öncü birlik yolun bir yerinde iken Yüce Allah, Yemen taraflarından hoş kokulu bir rüzgar gönderir. Bu rüzgar mümin olan her bir kişinin canını alır. Geriye insanları en rezilleri kalır ki bunlar da hayvanlar gibi birbirleriyle çiftleşirler. İşte o andan itibaren kıyametin kopma zamanı artık kişinin doğum yapmak üzere olan atının etrafında dolaşması gibidir. Her an olabilir."

İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. Amr b. el-Âs'tan bildirir: Dünya yaratıldı yaratılalı her yüz yılın başında mutlaka önemli bir şey olur. Yecûc ile Mecûc'ün önü açılınca, Yüce Allah'ın da belittiği gibi "...Her tepeden akın ederler." Bu topluluktan ilk grup suyu bol olan ve çağıldayarak akan bir ırmağın yanına geldiklerinde suyun hepsini içer geriye tek damla dahi bırakmazlar. En son grup geldiği zaman ise: "Bir ara burada su vardı" derler. Bunlar yeryüzünü darmadağın ederler ve Müslümanları da Kudüs'te muhasara altına alırlar. En sonunda: "Yeryüzünden kesip öldürmediğimiz kimse kalmadı. Hadi şimdi gökyüzünde olanları öldürelim" derler ve gökyüzüne doğru ok atmaya başlarlar. Attıkları oklar kana bulanmış bir şekilde yere düşer. Okların üzerindeki kanı görünce: "Yeryüzünde ve gökyüzünde öldürmediğimiz kimse kalmadı" derler. Müminler, Hazret-i İsa'ya: "Ey Ruhullah! Onlar için Allah'a dua etsene" dediklerinde Hazret-i İsa onlara dua eder. Bunun üzerine Yüce Allah onların kulaklarına neğaf denilen böceği gönderir. Bu böcek hepsini bir gecede öldürür. Yeryüzü onların leşleriyle kokmaya başlar. Müminler: "Ey Ruhullah! Allah'a dua etsene! Bu leşlerin kokusundan dolayı ölmekten endişe ediyoruz" dediklerinde, Hazret-i İsa, Allah'a dua eder. Bu dua üzerine Yüce Allah gökyüzünden bir yağmur gönderir. Bu yağmur sele dönüşüp leşlerini denize döker.

İbn Cerîr, Huzeyfe'den bildirir: "Yecûc ve Mecûc'ün çıktığı zamanda kişi bir at yavrusunu sütten kesecek olsa henüz ona binemeden kıyamet kopar."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Ebû Ya'lâ ve İbnu'l-Münzir'in Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yecûc ile Mecûc'ün çıkışından sonra bu ev (Kabe) haccedilecek ve umre de yapılacak" buyurmuştur.

97

"Gerçek vaad yaklaşır, bîr de bakarsın inkâr edenlerin gözleri açılıp donakalmıştır. «Eyvah bizlere! Doğrusu biz bundan gafildik. Hatta biz zalim kimselermişiz» derler."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Gerçek vaad yaklaşır..."âyetini açıklarken: "Kıyamet günü yaklaşır, anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî': "Gerçek vaad yaklaşır..."âyetini açıklarken: "Kıyametleri kopar, anlamındadır" demiştir.

98

Bkz. Ayet:103

99

Bkz. Ayet:103

100

Bkz. Ayet:103

101

Bkz. Ayet:103

102

Bkz. Ayet:103

103

"Siz ve Allah'ın dışında taptığınız şeyler, cehennem yakıtısınız. Siz oraya gireceksiniz. Eğer bunlar tanrı olsaydı cehenneme girmezlerdi; hepsi orada temelli kalacaktır. Onların orada derin bir iç çekişleri vardır! Onlar orada hiçbir şey işitmezler. Tarafımızdan kendilerine güzellik takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar. Bunlar onun uğultusunu duymazlar,- gönüllerinin dilediği nimetler içinde ebedî kalırlar. En büyük korku bile onları üzmez. Melekler kendilerini: «Size söz verilen gün işte bugündür» diye karşılarlar."

Firyâbî, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud Nâsih'de, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve İbn Merdûye değişik kanallarla İbn Abbâs'tan bildirir: "Siz ve Allah'ın dışında taptığınız şeyler, cehennem yakıtısınız. Siz oraya gireceksiniz" âyeti nazil olduğu zaman, müşrikler: "Allah dışında melekler, İsa ve Üzeyr'e tapıyordu. Bunlar da mı Cehennemde olacak" demeye başladılar. Bunun üzerine: "Tarafımızdan kendilerine güzellik takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar"" âyeti nazil oldu. Kendilerine güzellik takdir edilenlerden kasıt da İsa, Üzeyr ve meleklerdir.

İbn Merdûye ve Diyâ el-Makdisî el-Muhtâre'de İbn Abbâs'tan bildirir: Abdullah b. ez-Zeb'arî, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve: "Allah'ın sana "Siz ve Allah'ın dışında taptığınız şeyler cehennem yakıtısınız. Siz oraya gireceksiniz" âyetini indirdiğini söylüyorsun. Oysa Güneş, Ay, melekler, Üzeyr ve İsa b. Meryem'e de tapıldı. İlahlarımızla birlikte bunlar da mı Cehennemde olacak?" dedi. Bunun üzerine: "Meryem oğlu misal verilince senin kavmin bağrışmaya başladı. «Bizim tanrılarımız mı hayırlı, yoksa İsa mı?» dediler. Bunu sadece seninle tartışmak için ortaya attılar. Şüphesiz onlar kavgacı bir toplumdur" âyetleri ile, 'Tarafımızdan kendilerine güzellik takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar" âyeti nazil oldu.

Ebû Dâvud Nâsih'de, İbnu'l-Münzir, Taberânî ve (başka bir kanaldan) İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: "Siz ve Allah'ın dışında taptığınız şeyler, cehennem yakıtısınız. Siz oraya gireceksiniz" âyeti nazil olduğunda Mekke ahalisinin gücüne gitti ve: "İlahlarımıza dil mi uzatıyor!" demeye başladılar İbnu'z-Zeb'arî: "Sizin için Muhammed'le ben tartışırım, Onu bana çağırın" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiğinde, İbnu'z-Zeb'arî: "Ey Muhammed! Bu âyetle kastedilen sadece bizim ilahlar mı, yoksa Allah dışında kendilerine tapılan her şey mi?" diye sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah dışında tapılan her şey" karşılığını verdi. İbnu'z-Zeb'arî: "o zaman Kâbe'nin rabbine andolsun ki yenik düştün! Ey Muhammed! İsa'nın salih bir kul olduğunu, Üzeyr'in salih bir kul olduğunu, meleklerin de salih kullar olduklarını sen söylemiyor muydun?" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet, söylüyordum" karşılığını verdi. İbnu'z-Zeb'arî: "Hıristiyanlar İsa'ya, Yahudiler Üzeyr'e, Muleyh oğulları da meleklere tapıyorlar (bu durumda İsa, Üzeyr ve melekler Cehennem de olmuyor mu)" deyince Mekkeliler sevinç içinde bağrışmaya başladılar. Bunun üzerine: "Tarafımızdan kendilerine güzellik takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar" âyeti nazil oldu. Kendilerine güzellik takdir edilenlerden kasıt da İsa, Üzeyr ve meleklerdir. Yine: "Meryem oğlu misal verilince senin kavmin bağrışmaya başladı" âyeti nazil oldu.

Bezzâr, İbn Abbâs'tan bildirir: "Siz ve Allah'ın dışında taptığınız şeyler, cehennem yakıtısınız. Siz oraya gireceksiniz" âyetini daha sonra nazil olan: "Tarafımızdan kendilerine güzellik takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar" âyeti neshetti.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Siz ve Allah'ın dışında taptığınız şeyler cehennem yakıtısınız. Siz oraya gireceksiniz" âyetini açıklarken: "Allah dışında tapılan ilahlar ile ona tapanlar Cehennem yakıtı olacaklardır" demiştir.

İbn Cerîr'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Cehennem yakıtı" olarak açıklamıştır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Cehennem ağaçları" olarak açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Zencî dilinde Cehennem odunu, anlamındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) ifadesini: "Cehennem odunu" olarak açıklamıştır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Mücâhid'den bunun aynısını zikreder.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini açıklarken: "Cehenneme atılacaklardır, anlamındadır" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) ifadesini açıklarken: "Hasb, atmak anlamındadır. Âyette de onların Cehenneme atılacakları ifade edilmiştir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini: "Cehennem odunu" olarak açıklamış ve şöyle demiştir: "Bazı kıraatlerde -Hazret-i Âişe gibi- bu âyet: "(=Cehennem odunu)" şeklindedir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, Enbiyâ Sûresi'nin 98. âyetini: "(Cehennem yakıtı)" lafzıyla, (.....) harfiyle okumuştur.

Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünya Sifatu'n-Nâr'da, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Beyhakî'nin el-Ba' s'da bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Cehennemde (diğerleri cezasını çekip) geriye sadece ebedi Cehennemlikler kaldığı zaman bunlar demirden tabutlara konulur ve bu tabutlar demirden çivilerle çakılır. Bu tabutlar demirden başka bir tabutun içine daha konulur. Buraya da konulduktan sonra Cehennemin dibine atılırlar. Orada herkes sadece kendisinin azap çektiğini sanır" dedi ve: "Onların orada derin bir iç çekişleri vardır! Onlar orada hiçbir şey işitmezler" âyetini okudu.

İbn Ebî Hâtim, Ebû Hureyre'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Tarafımızdan kendilerine güzellik takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar" âyetini açıklarken: "Kendilerine güzellik takdir edilenlerden kasıt İsa, Üzeyr ve meleklerdir" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Dahhâk vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Tarafımızdan kendilerine güzellik takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar" âyetini açıklarken: "İsa b. Meryem ile Üzeyr hakkında nazil oldu" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Tarafımızdan kendilerine güzellik takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar" âyetini açıklarken: "Kendilerine güzellik takdir edilenlerden kasıt İsa, Üzeyr ve meleklerdir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: "Tarafımızdan kendilerine güzellik takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar"' âyetini açıklarken: "Kendilerine güzellik takdir edilenlerden kasıt da İsa, İsa'nın annesi, Üzeyr ve meleklerdir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in Asbağ vasıtasıyla bildirdiğine göre Ali: "Tarafımızdan kendilerine güzellik takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Güneş, Ay ve İsa dışında Allah'tan başka tapılan her şey, Cehennemdedir."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Tarafımızdan kendilerine güzellik takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bunlar Allah'ın dostlarıdır. Sırat'tan da şimşekten daha hızlı bir şekilde geçerler. Cehennem ateşi onlara dokunmaz ve uğultusunu duymazlar. Kafirler ise Cehennemde çöküp kalırlar."

İbn Ebî Hâtim, İbn Adiy, İbn Merdûye ve Uşârî Fadâilu's-Sıddîk'ta Nu'mân b. Beşîr'den bildirir: Ali b. Ebî Tâlib: "Tarafımızdan kendilerine güzellik takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar" âyetini okudu ve şöyle dedi: "Ben onlardan biriyim. Ebû Bekr onlardan biridir. Ömer onlardan biridir. Osman onlardan biridir. Zübeyr onlardan biridir. Talha onlardan biridir. Sa'd b. Mâlik onlardan biridir. Abdurrahman da onlardan biridir."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Osman en-Nehdî: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir:

"Sırat'ta bulunan yılanlar geçenleri ısırırlar. Isırılanlar da acıyla inleyerek 'has has' diye ses çıkarırlar."

İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): (.....) âyetini açıklarken: "Bunlar sıratta 'has has' diye ses çıkaran yılanlardır" buyurmuştur.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Tarafımızdan kendilerine güzellik takdir edilmiş olanlara gelince..." âyetini açıklarken: "Bu güzellikten kasıt saadettir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Muhammed b. Hâtib'den bildirir: Hazret-i Ali'ye: "Tarafımızdan kendilerine güzellik takdir edilmiş olanlara gelince..." âyetinde kastedilen kişiler sorulunca: "Bunlar Osman ile arkadaşlarıdır" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bunlar onun uğultusunu duymazlar..." âyetini açıklarken: "Cennetlikler Cennete yerleştikleri zaman Cehennemden gelen uğultuyu işitmezler" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân: (.....) âyetini: "Cehennemin sesini işitmezler" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr, İkrime ile Hasan el-Basrî'den bildirir: Yüce Allah, Enbiyâ Sûresi'inde: "Siz ve Allah'ın dışında taptığınız şeyler cehennem yakıtısınız. Siz oraya gireceksiniz. Eğer bunlar tanrı olsaydı cehenneme girmezlerdi; hepsi orada temelli kalacaktır. Onların orada derin bir iç çekişleri vardır! Onlar orada hiçbir şey işitmezler" buyurur. Ancak Allah dışında melekler, Uzeyr ve İsa'ya da tapıldığı için: "Tarafımızdan kendilerine güzellik takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar" istisnasında bulunmuştur.

İbn Cerîr, Dahhâk'tan bildirir: İnsanlardan bazıları: "Tarafımızdan kendilerine güzellik takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar" âyetinin genel olduğunu sanmaktadırlar ancak öyle değildir. Bundan kasıt kendileri Allah'a itaatkâr bir kul iken insanların onları putlaştırdığı İsa, İsa'nın annesi, Üzeyr ve melekler gibi kişilerdir. Yüce Allah bu tür kişileri istisna ederek kendilerine tapılan diğer ilahlarla kendilerine tapanların Cehennem ateşinde olacaklarını bildirmiştir.

İbn Ebi'd-Dünya Sifatu'n-Nâr'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: "En büyük korku bile onları üzmez..." âyetini açıklarken: "Bu büyük korku Cehennemin, Cehennemliklerin üzerine kapanması anındaki korkudur" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "En büyük korku bile onları üzmez..." âyetini açıklarken: "Bu büyük korku Sûr'a ikinci defa üfürüldüğü zaman yaşanan korkudur" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "En büyük korku bile onları üzmez..." âyetini açıklarken: "Bu büyük korku Cehennemin, Cehennemliklerin üzerine kapanması anındaki korkudur" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "En büyük korku bile onları üzmez..." âyetini açıklarken: "Bu büyük korku Cehennemin, kafirlerin üzerine kapanması anındaki korkudur" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "En büyük korku bile onları üzmez..." âyetini açıklarken: "Cehenneme götürülmesi emredilen kulun giderken yaşadığı korkudur" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "En büyük korku bile onları üzmez..." âyetini açıklarken: "Bu büyük korku Cehennemin, Cehennemliklerin üzerine kapanması anındaki korkudur" demiştir. Yine: "Ölümün kesilip öldürüldüğü zaman yaşanan korkudur" demiştir.

Bezzâr ve İbn Merdûye'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde muhacirlerin, büyük korkudan yana emin bir şekilde üzerine oturdukları altından tahtları olur."

Taberânî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Gecenin karanlıklarında ibadete kalkanları kıyamet gününde nurdan minberlerle müjdele! Kıyamet gününde insanlar korkuya kapılırken onlar korkmazlar. "

Taberânî'nin M. el-Evsat'ta Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah için birbirlerini sevenler, Allah'ın gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı bir günde nurdan tahtlar üzerinde bu gölgenin altında olacaklardır. O günde insanlar korkuya kapılırken onlar korkmazlar. "

Ahmed ve Tirmizî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde üç kişi misk yığınlarının üzerinde bulunur ve o büyük korkuyu yaşamazlar. Bunlardan biri bir topluluğa kendilerinin rızasıyla imam olan kişidir. Diğeri, gecesi ve gündüzüyle her gün müezzinlik yapan kişidir. Bir diğeri de Allah'ın hakkı ile efendisinin haklarını yerine getiren köledir. "

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Melekler onları karşılar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Dünyadayken devamlı olarak onlarla beraber olan melekler kıyamet gününde kendilerini karşılar ve: "Biz dünyada da, âhirette de sizlerin dostunuzuz. Cennete girene kadar da yanınızdan ayrılmayız" derler.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "...Size söz verilen gün işte bugündür" âyetini açıklarken: "Bunu henüz Cennete girmeden önce melekler kendilerine söyler" demiştir.

104

"Göğü, kitap dürer gibi düreriz. Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar o hale getiririz. (Bu,) üzerimize aldığımız bir vaad oldu. Biz, (vaadettiğimizi) yaparız."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ali: (.....) âyetini açıklarken:

"Sicili bir melektir" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atiyye: "Âyette zikredilen 'Sicili' kelimesi bir meleğin adıdır" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ömer: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Sicili bir melektir. Kişinin yaptığı istiğfar, göğe yanına çıktığı zaman: "Bunu onun için bir nur olarak kayda geçin" der."

İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir, Ebû Câfer el-Bâkır'dan bildirir: Sicili bir melektir. Harut ile Marut da onun yardımcılarındandı. Sicill'in her gün üç defa Ümmü'l-Kitâb'a bakma hakkı vardı. Bir defasında hakkı olmadığı halde Ümmü'l-Kitâb'a baktı ve bu bakışta Âdem'in yaratılışı ile daha sonra olacak olaylardan bazılarını gördü. Bunu da Harut ile Marut'ia paylaştı. Bundan dolayıdır ki Yüce Allah: "Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim" buyurduğu zaman melekler: "Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın" demişlerdir. Zira bunun olacağını söz konusu o bakıştan öğrenmişlerdi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: "Sicili, kişilerin amel defterlerinden sorumlu olan melektir. Kişi öldüğü zaman bu defteri Sicili meleğine teslim edilir. O da bu defteri dürüp kıyamet gününde açılmak üzere kaldırır."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken: "Sicili ifadesi sahife anlamındadır" demiştir.

Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Mende el-Ma'rife'de, İbn Merdûye, Beyhakî Sünen'de ve İbn Asâkir, Ebu'l- Cevzâ vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Sicili, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiy katiplerinden biridir" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Adiy ve İbn Asâkir, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Sicill adında bir vahiy katibi vardı. (.....) buyruğunda da değinilen budur. Sicill'in vahyi yazdığı sahifeleri dürmesi gibi göğü düreriz, anlamındadır.

İbn Mende es-Sahâbe'de, Ebû Nuaym el-Ma'rife'de, İbn Merdûye, Hatîb Târih'de ve İbn Asâkir, Nâfi' vasıtasıyla İbn Ömer'den bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Sicili adında bir vahiy katibi vardı. Yüce Allah:

"(=Sicil'in kitabı dürmesi gibi göğü dürdüğümüz gün)" âyetinde ona gönderme yapılmıştır.

Nesâî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve İbn Asâkir, Ebu'l-Cevzâ vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: "Sicili adam anlamındadır." İbn Merdûye bunu: "Habeş dilinden bir kelimedir" ziyadesiyle rivayet eder.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Katibin sahifeyi dürmesi gibi" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr'in Avfî kanalıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar o hale getiririz..." âyetini açıklarken: "İlk başta nasıl idiyse her şeyi tekrar yine yok ederiz" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar o hale getiririz..." âyetini açıklarken: "İlk başta olduğu gibi yalınayak, çıplak ve sünnetsiz hale getiririz" demiştir.

İbn Cerîr, Hazret-i Âişe'den bildirir: Bir defasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanıma girdiğinde evde yaşlı bir kadın bulunuyordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Âişe! Bu ihtiyar kim?" diye sorunca: "Teyzelerimdem biri" dedim. Yaşlı kadın ona: "Allah'a dua et de beni Cennetine koysun" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cennete ihtiyar olanlar girmez" karşılığını verdi. Bu cevap üzerine yaşlı kadın çok üzüldü. Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yüce Allah yaşlıları olduklarından daha farklı bir şekilde tekrar yaratır. Onları yalınayak, çıplak ve sünnetsiz bir şekilde yaratır" buyurdu. Yaşlı kadın: "Haşa! Allah bunu yapmaz" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yapar! Zira: «...Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar o hale getiririz. (Bu,) üzerimize aldığımız bir vaad oldu. Biz, (vaadettiğimizi) yaparız»' buyurur. İlk olarak giysi giydirilecek kişi de Halîlurrahman olan İbrahim'dir. "

105

Bkz. Ayet:106

106

"Andolsun Zikir den sonra Zebur'da da: «Yeryüzüne salih kullarım vâris olacaktır» diye yazmıştık. İşte bunda, âbid bir kavim için bir mesaj vardır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: «Yeryüzüne salih kullarım vâris olacaktır» diye yazmıştık" âyetini açıklarken: "Zikr'den kasıt Kur'ân'dır. Yeryüzü denilen yer de Cennettir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: «Yeryüzüne salih kullarım vâris olacaktır» diye yazmıştık" âyetini açıklarken: "Tevrat'tan sonra Kur'ân'da yazdık, anlamındadır. Yeryüzü denilen yer de Cennettir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: «Yeryüzüne salih kullarım vâris olacaktır» diye yazmıştık" âyetini açıklarken: "Zikr'den kasıt Tevrat'tır. Zebûr'dan kasıt da Tevrat'tan sonra gelen kitaplardır" demiştir.

İbn Cerîr'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: «Yeryüzüne salih kullarım vâris olacaktır» diye yazmıştık" âyetini açıklarken: "Zebûr'dan kasıt nazil olan kitaplardır. Zikr'den kasıt ise Tevrat'tır" demiştir.

Saîd b. Mansûr ve İbn Merdûye'nin Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Zebur'dan kasıt Tevrat, İncil ve Kur'ân'dır. Zikr'den kasıt ise bu kitapların alındığı ve semada bulunan asıl nüshadır. Yeryüzünden kasıt ise Cennettir."

Abd b. Humeyd, Saîd b. Cübeyr'den aynısını zikreder.

Hennâd, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: «Yeryüzüne salih kullarım vâris olacaktır» diye yazmıştık" âyetini açıklarken: "Zebur'dan kasıt Tevrat, İncil ve Kur'ân'dır. Zikr'den kasıt ise bu kitapların alındığı ve semada bulunan asıl nüshadır" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken: "Zebur'dan kasıt nazil olan kitaplardır. Zikr'den kasıt ise Allah'ın katında bulunan Ümmü'l-Kitâb'tır. Bahsedilen yeryüzü de Cennettir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken: "Zebur'dan kasıt, peygamberlere nazil olan kitaplardır. Zikr'den kasıt ise içinde her şeyin daha önceden yazıldığı Ümmü'l-Kitâb'tır" demiştir.

Firyâbî, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Yeryüzüne iyi kullarım vâris olacaktır..." âyetini açıklarken: "Bu yer Cennettir" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre ibn Abbâs: "Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: «Yeryüzüne salih kullarım vâris olacaktır" diye yazmıştık» âyetini açıklarken: "Yüce Allah, Tevrat ile Zebur'da, gökleri ve yeri yaratmadan önceki ilminde Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetini yeryüzüne varis kılacağını ve onları Cennete koyacağını haber vermiştir. Salih kullardan da kasıt onlardır" demiştir. "İşte bunda, âbid bir kavim için bir mesaj vardır" âyetini açıklarken de: "Âbid olan topluluktan kasıt âlimlerdir" demiştir.

Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: «Yeryüzüne salih kullarım vâris olacaktır» diye yazmıştık" âyetini açıklarken: "Beş vakit namazı cemaatle kılanlar yeryüzünün varisi olacaklardır" demiştir. "İşte bunda, âbid bir kavim için bir mesaj vardır" âyetini açıklarken de: "Beş vakit namazı cemaatle kılanlar için bunda bir mesaj vardır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre Şa'bî: "Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: «Yeryüzüne salih kullarım vâris olacaktır» diye yazmıştık" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Davud'a inen Zebur'da sonrasında da Mûsa'ya inen Zikr'de yani Tevrat'ta bunu yazdık, anlamındadır. Varis olunacak yerden kasıt da Cennettir."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, İkrime'den bu yorumun aynısını zikreder.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken: "Yüce Allah bunu Tevrat'tan sonra Dâvud'a indirdiği Zebur'da yazdı" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: "...Yeryüzüne salih kullarım vâris olacaktır..." âyetini açıklarken: "Bu yerden kasıt Cennettir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "...Yeryüzüne salih kullarım vâris olacaktır..." âyetini açıklarken: "Bu yerden kasıt Cennettir" dedi. Sonra: "Onlar şöyle derler: "Hamd, bize olan vaadini gerçekleştiren ve bizi cennetten dilediğimiz yere konmak üzere bu yurda varis kılan Allah'a mahsustur. Salih amel işleyenlerin mükâfatı ne güzelmiş!" âyetini okuyup şöyle dedi: "Cennet'in başlangıcı yerdir. Daha sonra basamak basamak yukarıya doğru çıkılır. Cehennemin de başlangıcı yerdedir. Cennet ile Cehennem arasında bir perde, bir sur vardır ki bu surun ne olduğunu kim bilebilir? Yüce Allah bu konuda: "...Nihayet onların arasına, içinde rahmet, dışında azap bulunan kapılı bir sur çekilir" buyurur. Cehennemin basamakları yerin dibine doğru iner. Cennetin basamakları ise yukarıya, semalara doğru uzanır.

İbn Cerîr, Safvân'dan bildirir: Âmir b. Abdillah'a (Ebu'l-Yemân): "Müminlerin ruhlarının toplanacağı bir yer olur mu?" diye sorduğumda şu karşılığı verdi: "Yüce Allah'ın: "Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: «Yeryüzüne salih kullarım vâris olacaktır» diye yazmıştık" âyetinde bahsettiği bu yer, herkes dirilinceye kadar mümin kulların ruhlarının toplandığı yer olacaktır."

Buhârî Târih'de ve İbn Ebî Hâtim, Ebu'd-Derdâ'dan bildirir: "Yüce Allah: "...Yeryüzüne salih kullarım vâris olacaktır..." buyurur ki bu salih kullar bizleriz."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "İşte bunda, âbid bir kavim için bir mesaj vardır" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu Kur'ân'ın tümü için geçerlidir ve: "Bu sûrede, bu Kur'ân'da âbid kullar için mesajlar vardır" denilebilir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "İşte bunda, âbid bir kavim için bir mesaj vardır" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu Kur'ân'da âbid kullar için faydalar ve bilgiler vardır. Mesajdan kasıt budur."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ka'bu'l-Ahbâr: "işte bunda, âbid bir kavim için bir mesaj vardır" âyetini açıklarken: "Âbid kavimden kasıt, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Ümmetidir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ka'b: "işte bunda, âbid bir kavim için bir mesaj vardır" âyetini açıklarken: "Mesajdan kasıt, Ramazan orucu ile beş vakit namazdır" demiştir.

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre: "İşte bunda, âbid bir kavim için bir mesaj vardır" âyetini açıklarken: "Beş vakit namazda yeterli mesaj vardır" demiştir.

İbn Merdûye, Ebû Nuaym ve Deylemî, Enes'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), "İşte bunda, âbid bir kavim için bir mesaj vardır" âyetini açıklarken: "Beş vakit namazda ibadet için yeterince meşguliyet vardır" buyurmuştur.

İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), "İşte bunda, âbid bir kavim için bir mesaj vardır" âyetini okudu ve: "Bu mesajdan kasıt, Mescid-i Haram'da cemaatle kılınan beş vakit namazdır" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe Musannef de bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b: "İşte bunda, âbid bir kavim için bir mesaj vardır" âyetini açıklarken: "Bu mesajdan kasıt, beş vakit namazdır" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "İşte bunda, âbid bir kavim için bir mesaj vardır" âyetini açıklarken: "Bu kavimden kasıt, beş vakit namazı kılanlardır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "İşte bunda, âbid bir kavim için bir mesaj vardır" âyetini açıklarken: "Bu kavimden kasıt, beş vakit namazı devamlı olarak cemaatle kılanlardır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "İşte bunda, âbid bir kavim için bir mesaj vardır" âyetini açıklarken: "Âbid kavimden kasıt salih amel işleyenlerdir" demiştir.

107

"Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), iman edenlere hem dünya, hem de âhirette bir rahmet olacaktır. İman etmeyenler ise bu rahmetten dolayı diğer ümmetlerin uğradığı yerle bir olma, hayvanlara dönüşme ve suda boğulma gibi cezalara maruz kalmayacaklardır."

Müslim, Ebû Hureyre'den bildirir: Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem): " Resûlallah! Müşriklere beddua et!" denilince: "Ben lanet okuyucu olarak değil rahmet olarak gönderildim" karşılığını verdi.

Tayâlisî, Ahmed, Taberânî ve Ebû Nuaym Delâil'de Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yüce Allah beni âlemlere rahmet, takva sahipleri için de yol gösterici olarak gönderdi" buyurmuştur.

Ahmed, Ebû Dâvud ve Taberânî'nin Selmân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Her kime öfkeli anımda sövmüş veya lanet okumuşsam bilsin ki ben de bir insanım ve herkes gibi öfkelenirim. Yüce Allah beni âlemlere rahmet olarak gönderdi. Onun için kime böylesi bir şey yapmışsam bu, onun için kıyamette bir dua gibi olacaktır"

Beyhakî'nin Delâil'de Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ben bir rahmet ve hidayet rehberiyim" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd, İkrime'den bildirir: Allah Resûlü'ne: " Resûlallah! Sana yaptıklarına karşılık Kureyşlilere beddua et!" denilince şöyle karşılık verdi: "Ben lanet okuyucu olarak değil rahmet olarak gönderildim. Yüce Allah: «Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik» buyurur."

109

"Eğer yüz çevirirlerse de ki: (Bana emrolunanı) hepinize açıkladım. Artık size vâdolunan şey (mahşerde toplanma zamanınız) yakın mı uzak mı, bilmiyorum."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini: "Acele etmeden, iyice" şeklinde açıklamıştır.

111

"Bilmem; belki bu gecikme sizi denemek ve bir süreye kadar geçindirmek içindir."

İbn Ebî Hayseme ve İbn Asâkir, Rabî' b. Enes'ten bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Isrâ (Miraç) gecesi götürüldüğü zaman (geleceğe yönelik) Umeyye oğullarından birinin yönetici olarak minber üzerinde hutbe verdiğini gördü ve bu durum ağırına gitti. Bunun üzerine Yüce Allah: "Bilmem; belki bu gecikme sizi denemek ve bir süreye kadar geçindirmek içindir" âyetini indirdi.

İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Taberânî ve Beyhakî Delâil'de Şa'bî'den bildirir: Hazret-i Hasan hilafet işini Muâviye'ye teslim edince, Muâviye ona: "Kalk ve bu yönde bir konuşma yap" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Hasan minbere çıktı, Allah'a hamdu senâda bulunduktan sonra şöyle dedi: "Yönetim işini, Müslümanların ıslahı ve kan dökülmesini önlemek amacıyla Muâviye'ye bıraktım. "Bilmem; belki bu gecikme sizi denemek ve bir süreye kadar geçindirmek içindir" Daha sonra istiğfar edip minberden indi.

Beyhaki, Zührî'den bildirir: Hazret-i Hasan yaptığı konuşmada şöyle dedi: "Ey insanlar! Yüce Allah, bizden önce gelenle (Allah Resûlü ile) sizleri hidayete erdirdi, sonradan gelenimizle (benimle) de kanlarınızın akmasını önledi. Bu yönetim işinin bir müddeti vardır. Dünya da el değiştirir. Yüce Allah, peygamberine: "Bilmem; belki bu gecikme sizi denemek ve bir süreye kadar geçindirmek içindir" buyurur."

İbnu'l-Münzir, İkrime'den bildirir: Kur'ân'da geçen "(.....) (süre)" ifadelerinden bazılarının kesin bir sınırı yoktur. Yüce Allah: "Bilmem; belki bu gecikme sizi denemek ve bir süreye kadar geçindirmek içindir" buyurur ki buradaki süre tüm zamanı içine alır. Başka bir yerde: "İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi?"buyurur. Başka bir yerde: "Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir, öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir" buyurur. Buradaki süre hurmanın meyve vermesinden toplanmasına kadardır. Başka bir yerde de: "Sonra onlar, Yûsuf'un suçsuzluğunu ortaya koyan delilleri gördükten sonra yine de mutlaka onu bir süre zindana atmayı uygun buldular" buyurur.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bilmem; belki bu gecikme sizi denemek ve bir süreye kadar geçindirmek içindir" âyetini açıklarken: "Size vaad ettiğim azabın ertelenmesi belki de sınanmanız içindir" demiştir.

112

"Ey Rabbim! Hak ile hüküm ver. Bizim Rabbimiz, sizin nitelemelerinize karşı yardımı istenecek olan Rahmân'dır" dedi."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ey Rabbim! Hak ile hüküm ver..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah her zaman hak ile hüküm verir. Ancak burada peygamberin istediği, kavmine yönelik bu hükmün erkene alınıp dünyada iken verilmesidir."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Katâde'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir savaşa katıldığı zaman: "Ey Rabbim! Hak ile hüküm ver..." derdi.

İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildirir: Peygamberler: "...Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında hak ile hükmet! Sen hükmedenlerin en hayırlısısın" derlerdi. Yüce Allah, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) de: "Ey Rabbim! Hak ile hüküm ver..." demesini emretti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisinin hak yolda, düşmanlarının ise batıl yolda olduğunu biliyordu. Bunun için düşmanla karşılaştığı zaman: "Ey Rabbim! Hak ile hüküm ver..." derdi.

0 ﴿