HAC SÛRESİ

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Hac Sûresi, Medine'de nazil oldu" demiştir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. ez-Zübeyr: "Hac Sûresi, Medine'de nazil oldu" demiştir.

İbnu'l-Münzir, Katâde'den bildirir: "Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Allah, şeytanın verdiği bu vesveseyi, kalplerinde hastalık bulunanlar ile kalpleri katı olanlara bir imtihan vesilesi kılmak için böyle yapar. Hiç şüphesiz ki o zalimler, derin bir ayrılık içindedirler. Bir de kendilerine ilim verilmiş olanlar onun, Rabbinden gelen hak olduğunu bilsinler, böylece ona iman etsinler ve sonuçta da kalpleri ona saygı duysun diye Allah böyle yapar. Hiç şüphe yok ki Allah, iman edenleri doğru yola iletir. İnkâr edenler, kendilerine kıyamet ansızın gelinceye yahut da onlara kısır bir günün azabı gelip çatıncaya kadar o Kur'ân'dan bir şüphe içinde kalırlar" âyetleri dışında Hac Sûresi'nin tamamı Medine'de nazil oldu. Sadece bu dört âyet Mekke'de nazil olmuştur.

Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Sünen'de Ukbe b. Âmir'den bildirir: " Resûlallah! İçinde bulunan iki secde âyetinden dolayı mı Hac Sûresi diğer sûrelerden daha değerli kılınmıştır?" diye sorduğumda: "Evet! Bunun için bu iki secdeyi yapmayacak olan kişi bu iki âyeti de okumasın" buyurdu.

Ebû Dâvud Merâsîl'de ve Beyhakî'nin Hâlid b. Ma'dân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hac Sûresi, içinde bulunan iki secde âyetinden dolayı diğer sûrelerden değerli kılınmıştır" buyurmuştur.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İsmâîlî, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ömer, Hac Sûresi'nde bulunan secde âyetlerini okuduğu zaman secde eder ve: "Bu sûre, içinde bulunan iki secde âyetinden dolayı diğer sûrelerden değerli kılınmıştır" derdi.

Ebû Dâvud, İbn Mâce, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhaki, Amr b. el-Âs'tan bildirir: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana Kur'ân'da on beş secde âyeti okuttu. Bunlardan üçü Mufassal sûrelerdeydi. İkisi de Hac Sûresi'ndeydi."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ali ile Ebu'd-Derdâ, Hac Sûresi'ni okurken iki yerde secde etmişlerdir.

İbn Ebî Şeybe'nin Ebu'l-Âliye vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Hac Sûresi'nde iki secde (âyeti) vardır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin Ebu'l-Uryân el-Mucâşiî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Hac Sûresi'nde bir secde (âyeti) vardır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbrâhim'den bildirir: "Hac Sûresi'nde sadece bir secde (ayeti) vardır. O da ilk âyetteki (18. âyet) secdedir" demiştir.

1

Bkz. Ayet:2

2

"Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Çünkü kıyamet sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Kıyameti gören her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş gibi görürsün oysa sarhoş değildirler, fakat bu sadece Allah'ın azabının çetin olmasındandır."

Saîd b. Mansûr, Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Hasan ve başkalarından bildirdiğine göre İmrân b. Husayn şöyle demiştir: "Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Çünkü kıyamet sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Kıyameti gören her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş gibi görürsün oysa sarhoş değildirler, fakat bu sadece Allah'ın azabının çetin olmasındandır" âyetleri nazil olduğunda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir yolculuktaydı. Ashâbına: "Bu günün nasıl bir gün olduğunu biliyor musunuz?" diye sorunca, ashâb: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "O günü Yüce Allah, Adem'e: «Cehennemin payını Cehenneme gönder» buyurur. Âdem: «Rabbim! Cehennemin payı ne kadardır?» diye sorunca, Yüce Allah: «Her bin kişiden dokuz yüz doksan dokuzu Cehenneme, biri de Cennetedir» karşılığını verir." Bunu duyan Müslümanlar ağlamaya başlayınca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Orta yolu tutup Allah'a yönelin. Her bir peygamber bir cahiliye döneminden sonra gönderilir. Onun için Cehennemin bu payı cahiliye insanlarından alınır. Sayı eksik kalırsa münafıklardan tamamlanır. Önceki ümmetlere nazaran sizin oranınız da bineğin ayak tırnağındaki çıkıntı veya devenin bir yanındaki ben kadardır" buyurdu. Sonra şöyle devam etti: "Cennetliklerin dörtte biri kadar olmanızı ümit ediyorum." Müslümanlar bunu duyunca tekbîr getirdiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cennetliklerin üçte biri kadar olmanızı ümit ediyorum" buyurunca bir daha tekbir getirdiler.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cennetliklerin yarısı kadar olmanızı ümit ediyorum" buyurunca bir daha tekbir getirdiler. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) "üçte ikisi" deyip demediğini ise bilmiyorum.

Tirmizî, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İmrân b. Husayn'dan bildirir: Bir yolculukta Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraberdik. Yolculuk sırasında bazıları öne geçmiş bazıları arkadan geliyordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yüksek bir sesle: "Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Çünkü kıyamet sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Kıyameti gören her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş gibi görürsün oysa sarhoş değildirler, fakat bu sadece Allah'ın azabının çetin olmasındandır" âyetlerini okudu. Ashâbı bu sesi duyunca Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bir şey söyleceğini anladılar ve geride olanlar daha da hızlandılar. Herkes bir araya gelince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "O gün nasıl bir gün olacak biliyor musunuz?" diye sordu. Ashâb: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "O gün öyle bir gündür ki Yüce Allah, Adem'e: «(Soyundan) Cehennemin payını gönder!» diye seslenecek. Âdem: «Rabbim! Cehennemin payı ne kadar?» diye sorduğunda, Yüce Allah: «Her bin kişiden dokuz yüz doksan dokuzu Cehennemlik birisi de Cennetliktir» buyuracak." Bunun üzerine orada bulunanlar umutsuzluğa kapıldılar ve yüzlerinde neşeden bir iz kalmadı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), ashâbının bu durumunu görünce: "Siz amel edip rahat olun! Muhammed'in canı elinde olana yemin olsun ki sizler mahlukattan iki toplulukla beraber olacaksınız ve bu iki topluluk her kiminle beraber olurlarsa onu çoğaltırlar. Bunlar da Yecûc ve Mecûc ile Âdem'in ve İblis'in soyundan olup ölenlerdir" buyurdu. Ashâb bunu duyduklarında sıkıntıları biraz hafifledi. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Amel edin ve birbirinizi müjdeleyin! Muhammed'in canı elinde olana yemin olsun ki diğer insanlara göre oranınız, devenin yan tarafındaki ben veya bineğin ayak tırnağındaki çıkıntının deveye oranı kadardır. "

İbn Cerîr, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebûk savaşı dönüşü ashâbıyla birlikte Medine sırtlarına ulaştığında bazıları öne geçmiş bazıları arkadan geliyordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yüksek bir sesle: "Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Çünkü kıyamet sarsıntısı çok büyük bir şeydir" âyetini okudu..." Ravi sonrasında bir önceki rivayetin aynısını şu ziyadeyle zikreder: "Her iki peygamber arasında mutlaka bir cahiliye dönemi olmuştur. Bu dönemin insanları Cehennemliktir. Sizler de öyle büyük iki topluluk arasında olacaksınız ki bunlar bulundukları yerin sayısını çoğaltırlar. Bu iki topluluk Yecûc ile Mecûc'tür ve bunlar da Cehennemliktir. Ama bunlar da Cehennemin sayısını tamamlamazlarsa sayı münafıklardan tamamlanır. "

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Hâkim ve İbn Merdûye, Enes'ten bildirir: "Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Çünkü kıyamet sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Kıyameti gören her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş gibi görürsün oysa sarhoş değildirler, fakat bu sadece Allah'ın azabının çetin olmasındandır" âyetleri nazil olduğunda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir yolculuktaydı. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyetleri yüksek bir sesle okuyunca ashâbı aceleyle etrafında toplandı. Onlara: "O gün nasıl bir gün olacak biliyor musunuz? O gün Yüce Allah, Âdem'e: «Ey Âdem! (Soyundan) Cehennemin payını, her bin kişiden dokuz yüz doksan dokuz kişiyi gönder!» diye seslenecek" buyurunca bu durum Müslümanların ağırını gitti. Sonrasında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Amel edin, Allah'a yönelin ve rahat olun! Canım elinde olana yemin olsun ki diğer insanlara göre oranınız, devenin yan tarafındaki ben veya bineğin ayak tırnağındaki çıkıntı kadardır. Sizler mahlukattan iki toplulukla beraber olacaksınız ve bu iki topluluk her kiminle beraber olurlarsa onu çoğaltırlar.

Bunlar da Yecûc ve Mecûc ile cinlerin ve Âdem'in soyundan kafir olarak ölenlerdir. "

Bezzâr, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbının yanında: "Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Çünkü kıyamet sarsıntısı çok büyük bir şeydir" âyetini okudu ve: "Bu günün nasıl bir gün olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Ashâb: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "O gün öyle bir gündür ki Yüce Allah, Âdem'e: «(Soyundan) Cehennemin payını gönder!» diye seslenecek. Âdem: «Rabbim! Kaçta kaç gidecek?» diye sorduğunda, Yüce Allah: «Her bin kişiden dokuz yüz doksan dokuzu Cehennemlik, birisi de Cennetliktir» buyuracak." Bu durum ashâbın gücüne gidince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cennetliklerin üçte biri kadar olmanızı ümit ediyorum" buyurdu. Sonra şöyle devam etti: "Siz amel edip rahat olun! Sizler orada mahlukattan iki toplulukla beraber olacaksınız ve bu iki topluluk her kiminle beraber olurlarsa onu çoğaltırlar. Bunlar da Yecûc ve Mecûc'tür. Diğer insanlara göre oranınız devenin yan tarafındaki ben veya bineğin ayak tırnağındaki çıkıntı kadardır. Benim ümmetim bin bölüm içinden sadece bir bölümdür. "

İbn Merdûye'nin Kelbî vasıtasıyla Ebû Sâlih'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mustalik oğulları gazvesine giderken yolda Yüce Allah: "Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Çünkü kıyamet sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Kıyameti gören her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş gibi görürsün oysa sarhoş değildirler, fakat bu sadece Allah'ın azabının çetin olmasındandır" âyetlerini indirdi. Bu âyetler nazil olunca Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) devesinin üzerinde bunları yüksek sesle ashâbına okudu. Sonra onlara: "Bu günün nasıl bir gün olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Ashâb: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "O gün öyle bir gündür ki Yüce Allah, Âdem'e: «(Soyundan) Cehennemin payını gönder!» diye seslenecek. Âdem: «Rabbim! Kaçta kaç gidecek?» diye sorduğunda, Yüce Allah: «Her bin kişiden dokuz yüz doksan dokuzu Cehennemlik birisi de Cennetliktir» buyuracak." Bunu duyan Müslümanlar hüngür hüngür ağladılar ve büyük bir endişeye kapıldılar. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Muhammed'in canı elinde olana yemin olsun ki sizler sayı olarak siyah bir koyundaki bir beyaz bir kıl gibisiniz. Cennetliklerin yarısı kadar olmanızı ümit ediyorum. Hatta Cennetliklerin üçte ikisi kadar olmanızı ümit ediyorum.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Mûsa: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir yolculuğunda iken..." demiş ve bir önceki rivayetin aynısını zikretmiştir.

Ahmed, Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yüce Allah kıyamet gününde: «Ey Âdem!» diye seslenince, Âdem: «Rabbim! Huzurunda ve emrindeyim!» karşılığını verir. Yüce Allah: «Rabbin zürriyetinden Cehennemin payını göndermeni istiyor» buyuruma, Âdem: «Rabbim! Cehennemin payı ne kadar?» diye sorar. Yüce Allah: «Her bin kişiden dokuz yüz doksan dokuz kişi» karşılığını verir. İşte o zaman çocuk bile ihtiyarlar, «...Her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür, insanları sarhoş gibi görürsün oysa sarhoş değildirler, fakat bu sadece Allah'ın azabının çetin olmasındandır.»Bu durum Müslümanlara ağır gelince: " Resûlallah! Her bin kişiden dokuz yüz doksan dokuz kişi Cehenemde, geriye bir kişi kalıyor. Diğerlerinin yanında bir kişi ne ki?" dediklerinde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yecûc ve Mecûc'den her bin kişiye karşılık sizden bir kişi olur. Diğer ümmetlere nazaran sizin sayınız beyaz sığırdaki siyah bir kıl veya siyah sığırdaki beyaz bir kıldan başka bir şey midir?"

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Alkame: "...Kıyamet sarsıntısı çok büyük bir şeydir" âyetini açıklarken: "Kıyamet öncesi olan bir sarsıntıdır" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Şa'bî: "Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Çünkü kıyamet sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Kıyameti gören her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş gibi görürsün oysa sarhoş değildirler, fakat bu sadece Allah'ın azabının çetin olmasındandır" âyetlerini okudu ve: "Bunlar dünyada iken olur ve kıyametin de alametlerindendir" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ubeyd b. Umeyr bu âyetleri açıklarken: "Bunlar, henüz dünyada iken kıyamet kopmadan önce gerçekleşen şeylerdir" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Kıyamet sarsıntısı kıyametinin alametlerinden biridir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "...Kıyamet sarsıntısı çok büyük bir şeydir" âyetini açıklarken: "Bu sarsıntı kıyametin başlangıcıdır" demiştir. "...Her emzikli kadın emzirdiğini unutur..." âyetini açıklarken de: "Başına gelen musibetten dolayı kendi bebeğini bile bırakır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân: "...Her emzikli kadın emzirdiğini unutur..." âyetini açıklarken: "Emzikli kadın kendi bebeğiyle dahi ilgilenemez olur" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür, insanları sarhoş gibi görürsün oysa sarhoş değildirler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "O günün şiddetiyle anne, henüz sütten kesmediği bebeğini unutur. Gebe kadınlar karnındaki bebekleri henüz günü gelmeden düşürürler. İnsanlar sarhoş edecek bir şey içmedikleri halde korkudan sarhoş olurlar."

Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Ebu'l-Hasan Ahmed b. Yezîd el- Havlânî'nin el-Hurûfde bildirdiğine göre İmrân b. Husayn, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: (.....) lafzıyla Okuduğunu işitmiştir.

İbn Merdûye, Ebu'l-Hasan Ahmed b. Yezîd el-Havlânî el-Hurûfde ve Hafız Abdulğanî b. Saîd, Îdâhu'l-İşkâl'de Ebû Saîd'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: (.....) lafzıyla okudu. A'meş der ki: "Bu, bizim de kıraatimizdir."

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Huzeyfe bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuş ve şöyle demiştir: "İfade nasb ile yani (.....) şeklinde olsaydı o zaman gerçekten sarhoş oldukları anlamına gelirdi. Ancak ötre ile yani lafzıyla: "Sarhoş olduklarını sanırsın" anlamını vermektedir."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî': "...İnsanları sarhoş gibi görürsün oysa sarhoş değildirler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bunlar kıyamet anında olan şeylerdir. Kıyamet öncesi o büyük dehşette büyükler sarhoş olur, küçükler ihtiyarlar, gebe kadınları çocuklarını düşürür."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...İnsanları sarhoş gibi görürsün oysa sarhoş değildirler..." âyetini açıklarken: "Onları, sarhoş edici bir şey içmişler gibi sarhoş olarak görürsün, anlamındadır" demiştir.

3

Bkz. Ayet:4

4

"İnsanlardan kimi vardır ki, hiçbir bilgisi olmadığı hâlde, Allah hakkında tartışmaya girer ve her azgın şeytanın ardına düşer. Onun hakkında şöyle yazılmıştır: O kendisini dost edinen kimseyi saptırır ve alevli azaba götürür."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik: "İnsanlardan kimi vardır ki, hiçbir bilgisi olmadığı hâlde, Allah hakkında tartışmaya girer ve her azgın şeytanın ardına düşer" âyetini açıklarken: "Nadr b. el-Hâris hakkında nazil oldu" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bu yorumun aynısını zikreder.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Her azgın şeytanın ardına düşer" âyetini açıklarken: "Allah'a isyan konusunda azgınlaşmış şeytanın peşine düşer" demiştir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Onun hakkında şöyle yazılmıştır..." âyetini açıklarken: "Şeytanın hakkında yazılmıştır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: Onun hakkında şöyle yazılmıştır: Onu dost edinen kimseyi saptırır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Şeytanın hakkında: «Ona tâbi olanları saptırır» yazılmıştır."

5

"Ey insanlar! Öldükten sonra tekrar dirilmekten şüphede iseniz bilin ki, ne olduğunuzu size açıklamak için, biz sizi topraktan sonra nutfeden, sonra pıhtılaşmış kandan, sonra da yapısı belli belirsiz bir çiğnem etten yaratmışızdır. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız; sonra sizi çocuk olarak çıkartırız, böylece yetişip erginlik çağma varırsınız. Kiminiz öldürülür, kiminiz de ömrünün en fena zamanına ulaştırılır ki, bilirken birşey bilmez olur. Yeryüzünü görürsün ki kupkurudur; fakat biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır, her güzel bitkiden çift çift yetiştirir."

Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Abdullah b. Mes'ûd'dan bildirir: Doğru olan ve doğruluğu tasdik edilen Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize şöyle anlattı: "Birinizin anne karnında bir araya getirilmesi tam kırk gün sürer. Bu kırk günde nutfe halinde olur. Sonra bir kırk günlük daha zaman içinde kan pıhtısı halini alır. Sonra yine kırk günlük süre içinde de et parçası haline gelir. Sonra Yüce Allah ona bir melek gönderir. Bu melek ona ruhunu üfürürken (kaderi yönünde) dört şeyi yazması emredilir. O anda rızkı, eceli, ameli ve mutlu mu, mutsuz mu olacağı yazılır. Kendisinden başka ilah olmayana andolsun ki biriniz Cennetliklerin amellerini yaparak nihayet Cennetle arasında bir arşınlık bir mesafe kalır. İşte o zaman yazgısı (kaderi) öne geçip (ölmeden önce) Cehennemliklerin amelini yapar ve bu şekilde Cehenneme girer. Yine biriniz Cehennemliklerin amellerini yaparak nihayet Cehennemle arasında bir arşınlık bir mesafe kalır. İşte o zaman yazgısı (kaderi) öne geçip (ölmeden önce) Cennetliklerin amelini yapar ve bu şekilde Cennete girer. "

Ahmed ve İbn Merdûye'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Nutfe rahimde kırk gün boyunca aynı halde kalır. Üzerinden kırk gün geçtikten sonra kan pıhtısı haline gelir. Bir kırk gün sonrasında da et parçası halini alır. Kırk gün sonrasında kemikleri oluşmaya başlar. Yüce Allah onun yaratılışını belirlemeyi takdir ettiği zaman bir melek gönderir. Melek: «Rabbim! Erkek mi, dişi mi olacak? Mutlu mu mutsuz mu (cennetlik mi cehennemlik mi) olacak? Uzun mu kısa mı olacak? Eksik mi tamam mı olacak? Ömrü ne kadar olacak? Sağlam mı sakat mı olacak?» diye sorar ve en baştan bunların hepsi yazılır. "

Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usûl'de, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Nutfe rahimde yerleştiği zaman bir melek onu eline alır ve: "Rabbim! Yaratılması tamamlanacak mı, tamamlanmayacak mı?" diye sorar. Yüce Allah: "Tamamlanmayacak" dediği zaman bu nufteye can verilmez ve kan şeklinde rahimden dışarı atılır. Eğer: "Tamamlanacak" derse, melek: "Rabbim! Erkek mi dişi mi olacak? Mutlu mu mutsuz mu (cennetlik mi cehennemlik mi) olacak? Ömrü ne kadar olacak? Nerede yaşayacak? Rızkı nasıl olacak? Nerede ölecek?" diye sorar. Nutfe'ye: "Rabbin kim?" diye sorulunca, nutfe: "Rabbim Allah'tır" der. Ona: "Sana rızkı veren kim?" diye sorulunca, nutfe: "Allah'tır" karşılığını verir. Bunun üzerine meleğe: "Ümmü'l-Kitâb'a git! Bu nutfe hakkında her şeyi orada göreceksin" denilir.

Nutfe insan olarak dünyaya geldikten sonra kendisine takdir edilen ömrü yaşar. Kendisine takdir edilen rızkı yer, kendisine takdir edilen yerde yaşar. Eceli geldiği zaman da ölür ve takdir edilen yerde gömülür.

İbn Cerîr, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Nutfe kadının rahmine düştüğü zaman Yüce Allah ona bir melek gönderir. Melek: "Rabbim! Yaratılması tamamlanacak mı, tamamlanmayacak mı?" diye sorar. Yüce Allah: "Tamamlanmayacak" dediği zaman bu nufte kan şeklinde rahimden dışarı atılır. Eğer: "Tamamlanacak" derse, melek: "Rabbim! Bu nutfenin cinsi ne olacak? Dişi mi erkek mi? Rızkı nasıl olacak? Ömrü ne kadar olacak? Mutlu mu mutsuz mu (cennetlik mi cehennemlik mi) olacak?" diye sorar. Bunun üzerine Yüce Allah ona: "Ümmü'l-Kitâb'a git ve bu nutfenin bu yöndeki özelliklerini öğren" der. Melek de gider ve bunları oradan öğrenip alır. Kişi bu yöndeki son aşamasını da yaşayana kadar melek hep yanında kalır.

Ahmed, Buhârî, Müslim ve Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sifât'de Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah, kişinin doğacağı rahme bir meleği görevlendirir. Melek sırasıyla: «Rabbim! Nutfe haline geldi. Rabbim! Kan pıhtısı haline geldi. Rabbim! Et parçası haline geldi» şeklinde oluşumunu bildirir. Yüce Allah artık onun yaratılmasını takdir ettiği zaman da, melek: «Rabbim! Mutlu mu mutsuz mu, erkek mi dişi mi olacak? Rızkı ve ömrü ne kadar olacak?» diye sorar. Bütün bunlar kişi henüz annesinin karnındayken yazılır."

Ahmed, Müslim ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'de Huzeyfe b. Esîd el- Ğifârî'den bildirir: Şu kulaklarımla Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Nutfe ana rahminde (nutfe olarak) kırk gün boyunca kalır" buyurduğunu işittim.

Başka bir lafızda şöyledir: "Nutfe rahimde kırk iki gün kaldıktan sonra Yüce Allah bir melek göndererek bu nutfeye bir şekil verir. Kulaklarını, gözlerini, tenini, etini ve kemiklerini yaratır. Daha sonra melek: «Rabbim! Bu, erkek mi dişi mi olacak?» diye sorar. Yüce Allah ne olacağı konusunda takdirini yapınca melek bunu kayda geçer ve: «Rabbim! Ömrü ne kadar olacak?» diye sorar. Yüce Allah ne olacağı konusunda takdirini yapınca melek bunu kayda geçer ve: «Rabbim! Rızkı ne kadar olacak?» diye sorar. Yüce Allah rızkının ne olacağı konusunda takdirini yapınca melek bunu da kayda geçer. Daha sonra melek bu yazdıklarıyla çıkar ki Yüce Allah'ın kendisine söylediklerine ne ekleme yapar, ne de onlardan bir şey çıkarır. "

Başka bir lafızda şöyledir: "Nutfe rahimde kırk veya kırk beş gün kaldıktan sonra melek gelir ve: «Rabbim! Bu, mutlu mu mutsuz mu (cennetlik mi cehennemlik mi) olacak?» diye sorar. Yüce Allah'ın takdirine göre ne olacağı yazıldıktan sonra bir daha: «Rabbim! Erkek mi dişi mi olacak?» diye sorar. Bu konuda da Yüce Allah'ın takdir ettiğini yazar. Amelini, ömrünü ve rızkını da yazdıktan sonra yazılan sahife dürülüp kaldırılır. Artık ona ne bir şey eklenir, ne de ondan bir şey çıkarılır. "

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Muhallake canlı olarak kalandır. Ğayri muhallake ise düşük olandır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İkrime'den bildirir: "Alake kan pıhtısı, mudğa et parçası, muhallake yaratılışı tamamlanmış, ğayri muhallaka ise düşük olan demektir."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: âyetini açıklarken: "Muhallake yaratılışı tamamlanmış, ğayri muhallaka ise yaratılışı eksik olandır" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: (.....) âyetini açıklarken: "Düşük, anlamındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Şa'bî'den bildirir: "Nutfe rahimde dördüncü aşamaya geçtiği zaman muhallaka (=yaratılışı tamamlanmış) olur. Ancak bu aşamadan önce rahim onu kan olarak dışarıya atarsa gayri muhallaka olur."

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "Yaratılışı tamamlanmış veya tamamlanmamış olsa da düşük olmasıdır" demiştir. "...Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız..." âyetini açıklarken de: "Yaratılışı tamamlanıp yaşaması takdir edilmiş, anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "...Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız..." âyetini açıklarken: "Doğumu gerçekleşinceye kadar rahimde tutulmasıdır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız..." âyetini açıklarken: "Kişinin, düşük olmadan tam olarak doğmasıdır" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Ne olduğunuzu size açıklamak için..." âyetini açıklarken: "Annenizin karnında hangi aşamalardan geçtiğinizi açıklıyoruz" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Yeryüzünü görürsün ki kupkurudur..." âyetini açıklarken: "Yeryüzünün bitksiz olduğunu görürsün" demiştir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Yeryüzünü görürsün ki kupkurudur; fakat biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır, her güzel bitkiden çift çift yetiştirir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yeryüzünün kuru, tozlu ve işe yaramaz olduğunu görürsün. Ancak yağmurun inmesiyle yeşerip gelişir ve çifter çifter güzel bitkilerden vermeye başlar."

İbn Ebî Hâtim, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Güzel bitkilerden çifter çifter" şeklinde açıklamıştır.

6

Bkz. Ayet:7

7

"Bunlar, yalnız Allah'ın gerçek olduğunu, ölüleri dirilttiğini, gücünün herşeye yettiğini, şüphe götürmeyen kıyamet saatinin geleceğini, Allah'ın kabirlerde olanı dirilteceğini gösterir."

Abdullah b. Ahmed Zühd'e zevâid olarak Muâz b. Cebel'den bildirir: "Yüce Allah'ın hak olduğunu, kıyamet saatinin şüphesiz bir şekilde geleceğini ve Allah'ın kabirlerde olanı dirilteceğini bilip buna inanan kişi Cennete girer."

Hatîb ve İbn Asâkir, Hazret-i Âişe vasıtasıyla Ebû Bekr es-Sıddîk'tan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah namazından sonra şöyle dediğini işitim:

"Yeni güne merhaba! Amellerimizi yazan ve onlara şahit olanlara (meleklere) da merhaba! Yazın! Bismillahirrahmanirrahim. Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in onu resûlü olduğuna şehadet ederim. Dinin, Allah'ın anlattığı şekilde, Kur'ân'ın indirdiği şekilde olduğuna şehadet ederim.

Kıyamet saatinin şüphesiz bir şekilde geleceğine ve Allah'ın kabirlerde olanı dirilteceğine şehadet ederim. "

Hâkim'in Târih'de Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Her gün dört defa: «Yüce Allah'ın apaçık hak olduğuna, ölüleri dirilttiğine, her şeye kadîr olduğuna, kıyamet saatinin şüphesiz bir şekilde geleceğine ve Allah'ın kabirlerde olanı dirilteceğine şehadet ederim» diyen kişiden kötülük defedilir."

8

"Bilmeden, doğruya götüren bir rehberi olmadan, aydınlatıcı bir kitabı da bulunmadan Allah hakkında tartışan insan vardır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Bilmeden, doğruya götüren bir rehberi olmadan, aydınlatıcı bir kitabı da bulunmadan Allah hakkında tartışan insan vardır" âyetini açıklarken: "Böylesi bir kişi, tek olan bir şeyi daha fazla gösterir" demiştir.

9

"Kasılarak Allah yolundan saptırmak için bunu yapar. Onun için dünyada bir rezillik vardır; kıyamet gününde ise ona yakıcı azabı tattıracağız."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: "Boynunu yana eğerek" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini açıklarken:

"Kibir içinde, kasılarak ve bir şeyden yüz çevirme anlamında tek taraftan bakmadır" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) âyetini açıklarken: "Denileni dinlemek istemeyip başını yana eğerek bir şeyden yüz çevirme, uzak durmadır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: "Boynunu yana eğerek" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Kasılarak..." âyetini açıklarken: "Haktan yüz çevirerek, anlamındadır" demiştir. "...Onun için dünyada bir rezillik vardır..." âyetini açıklarken de: "Bu rezillik, Bedir savaşında öldürülmedir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: "Boynunu yana eğerek" şeklinde açıklamıştır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Kasılarak Allah yolundan saptırmak için bunu yapar..." âyetini açıklarken: "Nadr b. el-Hâris hakkında nazil oldu" demiştir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kasılarak Allah yolundan saptırmak için bunu yapar..." âyetini açıklarken: "Abduddâr oğullarından bir adam hakkında nazil oldu" demiştir. Ravi der ki: İbn Abbâs'a: "Bu kişi Şeybe mi?" diye sorduğumda: "Hayır" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kasılarak..."âyetini açıklarken: "Kur'ân'dan yüz çevirerek, anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kasılarak..." âyetini açıklarken: "Büyüklenerek, kibir içinde, anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: "Bana ulaşana göre bunlardan biri (Cehennemde) günde yetmiş bin defa yakılır."

10

(Kıyâmet gününde ona şöyle denecektir): Bu perişanlık ve azap, iki elinin kazandığı günahlar sebebiyledir. Muhakkak ki Allah, kullara zulümkar değildir (günahları olmadan onları cezalandırmaz).

11

Bkz. Ayet:14

12

Bkz. Ayet:14

13

Bkz. Ayet:14

14

"İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah'a kıyıdan kenardan kulluk eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa, gönlü onunla hoş olur. Şayet başına bir kötülük gelirse, gerisingeri (küfre) dönüverir. O dünyayı da kaybetmiştir, âhîretî de. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir. Allah'ı bırakıp, kendisine fayda da zarar da veremeyen şeylere yalvarır. İşte derin sapıklık budur. Kendisine zararı faydasından daha yakın olana yalvarır. Yalvardığı şey ne kötü yardımcı ve ne kötü yoldaştır! Muhakkak ki Allah, iman edip salih ameller işleyenleri içinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar."

Buhârî, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah'a kıyıdan kenardan kulluk eder..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kişi Medine'ye geldiğinde, eğer karısı erkek çocuk doğurur, atı da yavrularsa: «Bu din güzel bir dindir» derdi. Ancak karısı (erkek) doğurmaz, atı da yavrulamazsa: «Bu din kötü bir din» derdi."

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye sahîh bir senedle İbn Abbâs'tan bildirir: Bazı bedeviler Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip Müslüman olurlar, sonrada yurtlarına geri dönerlerdi. Şayet o yılı yağmurlu, bereketli ve hayvanlar yönünden bol yavrulu geçerse: "Bizim bu dinimiz pek güzelmiş" derlerdi. Ancak o yılı yağmursuz, kurak, bereketsiz ve hayvanlar yönünden doğumu az bir yıl olursa: "Bizim dinimizde bir hayır yokmuş" derlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah: "İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah'a kıyıdan kenardan kulluk eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa, gönlü onunla hoş olur. Şâyet başına bir kötülük gelirse, gerisingeri (küfre) dönüverir. O dünyayı da kaybetmiştir, âhireti de. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir" âyetini indirdi.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah'a kıyıdan kenardan kulluk eder..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bazıları Müslüman olup veba bölgesi olan Medine'ye yerleşirdi. Şayet Medine'de bedeni sağlıklı kalır, atı yavrular ve karısı da erkek çocuk doğurursa dininden yana içi rahat eder ve:

"Müslüman olduğumdan beri hayırdan başka bir şey görmedim" derdi. Ancak sağlığı bozulur, karısı kız çocuğu doğurur, dağıtılan sadakada da bir gecikme olursa şeytan gelip vesvese vererek ona: "Vallahi Müslüman olduğundan beri kötülükten başka bir şey görmüş değilsin" derdi. İşte âyette bahsedilen fitne de budur.

İbn Merdûye, Atiyye vasıtasıyla Ebû Saîd'den bildirir: Yahudilerden bir adam Müslüman olduktan sonra gözlerini, malını ve çocuğunu kaybetti. Müslüman oluşunu uğursuz sayarak Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve: "Müslümanlığımı iptal et" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "İslam, dediğin gibi iptal edilmez" karşılığını verdi. Adam: "Bu yeni dinden hiç de hayır görmedim, zira gözlerim ve malım gitti, çocuğum da öldü" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Yahudil Ateş nasıl demirin, altının ve gümüşün kirini giderirse İslam da kişinin kirini giderir" buyurdu. Sonrasında: "İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah'a kıyıdan kenardan kulluk eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa, gönlü onunla hoş olur. Şâyet başına bir kötülük gelirse, gerisingeri (küfre) dönüverir. O dünyayı da kaybetmiştir, âhireti de. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir" âyeti nazil oldu.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah'a kıyıdan kenardan kulluk eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa, gönlü onunla hoş olur. Şâyet başına bir kötülük gelirse, gerisingeri (küfre) dönüverir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bazıları şüphe içinde Allah'a kulluk ederler. Bolluk ve afiyet buldukları zaman bu kulluktan yana içleri rahat olur. Ancak başlarına bir musibet geldiği zaman geri eski dinine dönerek kafir olur."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah'a kıyıdan kenardan kulluk eder..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Kişi Müslüman olup Medine'ye hicret ederdi. Şayet Medine'de sağlıklı olur, dağıtılan sadakalardan payı devamlı olarak gelir karısı erkek çocuğu doğurur, atı da yavrularsa: "Vallahi bulduğum en güzel din Muhammed'in dinidir! Zira Müslüman olduğumdan beri bedenimde sağlık, çocuklarımda artış gördüm" derdi. Ancak hastalanır, sadakadan payı gelmez, atı düşük yapar, muhtaç duruma düşer, karısı da kız çocuğu doğurursa: "Vallahi Muhammed'in dini en kötü dinmiş! Zira Müslüman olduğumdan beri hastalık peşimi bırakmadı, ailem, çocuklarım ve mallarımda hep bir eksilme oldu" derdi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah'a kıyıdan kenardan kulluk eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa, gönlü onunla hoş olur. Şâyet başına bir kötülük gelirse, gerisingeri (küfre) dönüverir. O dünyayı da kaybetmiştir, âhireti de..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: İnsanlardan bazıları hayatında istediği gibi bolluk ve refah bulduğu zaman müslümanlığından yana içi rahat olur ve: "Benim dinim hak bir dindir ve nasıl bir dine inandığımı biliyorum" der. Ancak başına bir musibet geldiği zaman hak olarak bildiği dinini ve bu dine yönelik bildiğini de inkar eder. Sonuçta da kendisi için üzülen, kendisi için sevinen, tek derdi ve meşgalesi olan, peşinde koşup durduğu dünyasını kaybederken âhirete de karşılığını alacağı hiçbir iyiliği olmadan çıkar. İşte âyette de ifade edildiği gibi gerçek ziyan ve kayıp budur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Allah'ı bırakıp, kendisine fayda da zarar da veremeyen şeylere yalvarır. İşte derin sapıklık budur. Kendisine zararı faydasından daha yakın olana yalvarır. Yalvardığı şey ne kötü yardımcı ve ne kötü yoldaştır" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: "Karşı gelmesi halinde dünyada iken kendisine bir zarar veremeyecek, itaat etmesi halinde de kendisine bir faydası dokunmayacak şeylere sığınıp yalvarır. Oysa âhirette vereceği zarar dünyada iken vereceği faydadan daha yakındır. Yalvardığı bu putlar kendisi için pek kötü bir yoldaş, arkadaştır."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Yalvardığı şey ne kötü yardımcı ve ne kötü yoldaştır" âyetini açıklarken: "Yardımcı ve yoldaştan kasıt yalvardığı putlardır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini: "Ne kötü bir dosttur" şeklinde açıklamıştır.

15

"Allah'ın ona dünyada ve âhlrette yardım etmeyeceğini sanan kimse, yııkarı bağladığı bîr îpe kendini asıp, boğsun; bîr düşünsün bakalım, bu hilesi kendisini öfkelendiren şeye engel olabilir mi?"

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Allah'ın ona dünyada ve âhirette yardım etmeyeceğini sanan kimse, yukarı bağladığı bir ipe kendini asıp, boğsun..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Her kim Yüce Allah'ın dünyada da âhirette de Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) yardım etmeyeceğini düşünüyorsa evinin tavanına bir ip bağlasın ve kendisini asarak öldürsün."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Allah'ın ona dünyada ve âhirette yardım etmeyeceğini sanan kimse, yukarı bağladığı bir ipe kendini asıp, boğsun; bir düşünsün bakalım, bu hilesi kendisini öfkelendiren şeye engel olabilir mi?" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Her kim Yüce Allah'ın dünyada da, âhirette de kendisini rızıklandırmayacağını düşünüyorsa evinin tavanına bir ip bağlasın ve kendisini asarak öldürsün. Bakalım bunu yapması kendisine yarayacak mı veya bunu yapmakla kendisine rızık gelecek mi!"

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Allah'ın ona dünyada ve âhirette yardım etmeyeceğini sanan kimse, yukarı bağladığı bir ipe kendini asıp, boğsun; bir düşünsün bakalım, bu hilesi kendisini öfkelendiren şeye engel olabilir mi?" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Her kim Yüce Allah'ın dünyada da, âhirette de kendisini rızıklandırmayacağını düşünüyorsa evinin tavanına bir ip bağlasın ve kendisini asarak öldürsün. Kişinin böyle yapması da rızık gelmemesi ve yoksul düşme korkusu dolayısıyladır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken şöyle demiştir. "Yüce Allah'ın, peygamberine yardım etmeyeceğini düşünen ve kendisine nazil olan vahyin kesilmesini isteyen kişi bunu kökten halletsin. Vahyin kaynağı semadadır. Şayet elinden geliyorsa semaya, yukarıya çıksın ve vahyin nazil olmasına engel olsun."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah'ın, Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) yardım etmeyeceğini düşünen kişi evinin tavanına bir ip bağlayıp kendini asarak öldürsün. Bakalım bunu yapmakla kendinden başkasına zarar verebilecek mi!"

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Allah'ın ona dünyada ve âhirette yardım etmeyeceğini sanan kimse, yukarı bağladığı bir ipe kendini asıp, boğsun..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah'ın, dinine yardım etmeyeceğini düşünen kişi evinin tavanına bir ip bağlayarak kendini assın. Bakalım bunu yapmakla eline ne geçecek?"

16

İşte biz Kur’ân’ı apaçık âyetler halinde indirdik. Şüphe yok ki, Allah, dilediğine hidâyet eder.

17

"Doğrusu, inananlar ve Yahudiler, Sahiller, Hıristiyanlar, Mecusiler, ortak koşanlar arasında, kıyamet günü Allah kesin hüküm verecektir. Doğrusu Allah herşeye şahiddir."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Doğrusu, inananlar ve Yahudiler, Sabiiler, Hıristiyanlar, Mecusiler, ortak koşanlar arasında, kıyamet günü Allah kesin hüküm verecektir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Sabiîler meleklere ibadet eden, kıbleye doğru namaz kılıp Zebur okuyan bir topluluktur. Mecusiler Güneş'e, Ay'a ve ateşe tapan bir topluluktur. Müşrikler ise putlara taparlar. Yüce Allah bunlar arasında kıyamet gününde hükmünü verecektir. Dinler altı tanedir. Beşi şeytanın biri, ise Allah'ındır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "Doğrusu, inananlar ve Yahudiler, Sabiiler, Hıristiyanlar, Mecusiler, ortak koşanlar arasında, kıyamet günü Allah kesin hüküm verecektir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah kıyamet gününde bunlar arasında hükmünü verecek, beşini bir sayarken bu ümmeti de onlardan ayrı kılacaktır."

İbn Ebî Hâtim, İkrime'den bildirir. Yahudiler: "Üzeyr, Allah'ın oğludur" dediler. Hıristiyanlar: "Mesih İsa, Allah'ın oğludur" dediler. Sâbiîler: "Bizler Allah dışında meleklere taparız" dediler. Mecûsiler: "Biz Allah dışında Güneş'e ve Ay'a taparız" dediler. Müşrikler de: "Biz Allah dışında putlara taparız" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah onların bu sözlerini yalanlamak adına Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem): "De ki: O, Allah birdir. Allah sameddir. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur" âyetlerini indirdi. Yine: "Hamd, çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, zillet ve âcizliğin gerektirdiği bir yardımcıya ihtiyacı bulunmayan Allah'a mahsustur" de ve O'nu tekbir ile yücelt" âyeti ile "Doğrusu, inananlar ve Yahudiler, Sabiiler, Hıristiyanlar, Mecusiler, ortak koşanlar arasında, kıyamet günü Allah kesin hüküm verecektir..." âyetini indirdi.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Âyette 'Hâdû' olarak zikredilenler Yahudilerdir. Sabiîlerin kitabı yoktur. Mecusiler putperesttir. Müşrikler ise Arap Hıristiyanlarıdır."

18

"Göklerde ve yerde olanların, Güneş, Ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanların ve insanların birçoğunun Allah'a secde ettiklerini görmüyor musun? İnsanların birçoğu da azabı hak etmiştir. Allah'ın alçalttığı kimseyi yükseltebilecek yoktur. Doğrusu Allah ne dilerse yapar."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Göklerde ve yerde olanların, Güneş, Ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanların ve insanların birçoğunun Allah'a secde ettiklerini görmüyor musun? İnsanların birçoğu da azabı hak etmiştir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bütün bunlar gölgeleriyle Allah'a secde ederler. İnsanların birçoğundan kasıt müminlerdir. Azabı hakeden insanların çoğundan kasıt kafirlerdir. Bunlar da kendileri istemese de gölgeleri Allah'a secde eder."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Âyette belirtilen her şeyin secde etmesi gölgeleriyledir. Dağlar da gölgeleriyle Allah'a secde ederler."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Giysiler de secde eder" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Ebu'l-Âliye'den bildirir: "Semada bulunan Güneş, Ay ve yıldızlar batıp kaybolacakları zaman secdeye kapanırlar ve kendilerine izin verilmeden secdeden kalkmazlar. Bir daha doğup ortaya çıkana kadar da sağ tarafta beklerler."

İbn Ebî Hâtim, Dahhâk'tan bildirir: "Gölge ortaya çıktığı zaman yeryüzünde ne kadar kuş ve hayvan varsa Allah'a secdeye kapanır."

İbn Ebî Hâtim, Amr b. Dînar'dan bildirir: Bir adamın Kâbe'yi tavaf ederken ağladığını da işittim. Baktığımda Tavus olduğunu gördüm. Bana: "Ağlamama şaşırdın mı?" diye sorunca: "Evet!" karşılığını verdim. Bunun üzerine: "Bu yapının (Kâbe'nin) Rabbine andolsun ki şu Ay da hiçbir günahı olmadığı halde Allah korkusundan ağlar" dedi.

Ahmed Zühd'de İbn Ebî Müleyke'den bildirir: Adamın biri, Hicr'de secdeye kapanmış ağlayan Abdullah b. Amr'a rastladı. Abdullah ona: "Şu Ay bile Allah korkusuyla ağlarken benim Allah korkusundan dolayı ağlamama mı şaşırıyorsun!" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Tâvus bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Secde konusunda Yüce Allah zikrettiklerinde hiçbir istisnâda bulunmazken insana gelince: "...Ve insanların birçoğunun Allah'a secde ettiklerini görmüyor musun?" buyurup istisnâda bulunmuştur. En fazla şükretmesi gerekenlerin en fazla küfre bulaşanlar olduklarını görüyoruz."

İbn Ebî Hâtim, Lâlekâî Sünne'de ve el-Hila'î Fevâid'de bildirdiğine göre Hazret-i Ali'ye: "Şurada adamın biri irade konusunda tartışıyor" denilince, Hazret-i Ali adamın yanına gitti ve: "Ey Allah'ın kulu! Allah seni dilediği gibi mi yarattı, yoksa senin dilediğin gibi mi?" diye sordu. Adam: "Tabi ki dilediği gibi yarattı" dedi. Hazret-i Ali: "Peki, dilediği zaman mı seni hasta kılar, yoksa sen dilediğin zaman mı hastalanırsın?" diye sorunca, adam: "Tabi ki dilediği zaman beni hasta kılar" dedi. Hazret-i Ali: "Dilediği zaman mı sana şifa verir, yoksa sen dilediğin zaman mı iyileşirsin?" diye sorunca, adam: "Tabi ki dilediği zaman şifa verir, iyileşirim" dedi. Hazret-i Ali: "Peki, dilediği yere mi seni koyar yoksa senin istediğin yere mi?" diye sorunca, adam: "Tabi ki dilediği yere beni koyar" kaşılığını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Ali: "Vallahi şayet bunlardan farklı bir cevap verseydin şu gözlerini taşıyan başını kılıçla vururdum" dedi.

19

Bkz. Ayet:22

20

Bkz. Ayet:22

21

Bkz. Ayet:22

22

"İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf! Bunlardan inkâr edenler için ateşten giysiler biçilmiştir. Başlarının üstünden de kaynar su dökülür. Onunla, karınlarının içindekiler ve derileri eritilir. Onlar için bir de demirden topuzlar vardır. Orada, uğradıkları gamdan ne zaman çıkmak isteseler her defasında oraya geri çevrilirler ve: «Yakıcı azabı tadın» denir."

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre Ebû Zer yeminler ederek: "İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf! Bunlardan inkâr edenler için ateşten giysiler biçilmiştir" âyeti ile "Muhakkak ki Allah, iman edip salih ameller işleyenleri içinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar" âyetinin Bedir savaşında karşılıklı teke tek dövüşen altı kişi hakkında nazil olduğunu söylerdi ki bunlar da (Müslümanlardan) Hamza b. Abdilmuttalib, Ubeyde b. el-Hâris, Alî b. Ebî Tâlib, (müşriklerden) Utbe b. Rabîa, Şeybe b. Rabîa ve Velîd b. Utbe'dir.

Abd b. Humeyd, Hâkim ve İbn Merdûye, Ali b. Ebî Tâlib'den bildirir: "işte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf! Bunlardan inkâr edenler için ateşten giysiler biçilmiştir" âyeti, Bedir savaşında karşılıklı teke tek dövüşen Hamza, Ali, Ubeyde ile Utbe b. Rabîa, Şeybe b. Rabîa ve Velîd b. Utbe hakkında nazil oldu. Kıyamet gününde (müşriklerle) davalaşmak için Allah'ın huzurunda ilk diz çöken kişi ben olacağım!"

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Nesâî, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin Kays b. Ubâd vasıtasıyla bildirdiğine göre Hazret-iAli: "Kıyamet gününde (müşriklerle) davalaşmak için Rahmân (olan Allah)'ın huzurunda ilk diz çöken kişi ben olacağım!" dedi. Kays der ki: "İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf! Bunlardan inkâr edenler için ateşten giysiler biçilmiştir" âyeti, Bedir savaşında karşılıklı teke tek dövüşen Hamza, Ali, Ubeyde ile Utbe b. Rabîa, Şeybe b. Rabîa ve Velîd b. Utbe hakkında nazil oldu."

İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Müslümanlardan Ali, Hamza ve Ubeyde ile müşriklerden Utbe, Şeybe ve Velîd karşılıklı teke tek dövüşmek için çıktıklarında müşrikler: "Kim olduğunuzu söyleyin de bilelim!" dediler. Ali: "Ben Ali'yim! Bu da Hamza, şu da Ubeyde!" karşılığını verdi. Müşrikler: "Bize denk ve değerli kişiler!" dediler. Ali: "Sizleri Allah'a ve Resûlünün yoluna davet ediyorum" diyerek onları İslam'a davet etti, ancak Utbe: "Hadi dövüşelim!" karşılığını verdi. Sonrasında Ali, Şeybe ile dövüştü ve çok geçmeden onu öldürdü. Hamza da dövüştüğü Utbe'yi öldürdü. Ubeyde ise Velîd ile karşılaştı. Ubeyde onun karşında az zayıf düşünce Ali yardıma gelip Velîd'i öldürdü. Bunun üzerine Yüce Allah: "İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf! Bunlardan inkâr edenler için ateşten giysiler biçilmiştir" âyetini indirdi.

İbn Ebî Hâtim, Ebu'l-Âliye'den bildirir: Bedir savaşında iki taraf karşı karşıya geldiği zaman Ube b. Rabîa yanındaki müşriklere: "Bu adamla savaşmayın! Şayet dediği gibi peygamberse peygamberliğiyle en fazla sevinmesi gereken sizlersiniz. Yok, eğer bu konuda yalan söylüyorsa onun kanını dökmeme en fazla size yakışır" dedi. Ebû Cehl b. Hişâm, Utbe'ye: "Korkuyla dolmuşsun!" diye çıkışınca, Utbe: "Bu gün kavmini fesada sürükleyen ödleğin kim olduğunu göreceksin!" karşılığını verdi. Sonrasında Utbe b. Rabîa, Şeybe b. Rabîa ve Velîd b. Rabîa teke tek dövüşmek için meydana çıktılar ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabına doğru: "Bize denk olan kişileri gönder de onlarla dövüşelim!" diye seslendiler. Bu çağrı üzerine Ensâr'dan, Hazrec kabilesinden bazı gençler hemen fırladı. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sizler oturun! Ey Hâşim oğulları! Sizler kalkın!" buyurdu. Bunun üzerine Hamza b. Abdilmuttalib, Ali b. Ebî Tâlib ve Ubeyde b. el-Hâris kalkıp müşriklerin karşısına çıktılar. Utbe: "Konuşun da sizleri tanıyalım!" diye seslenince, Hamza: "Ben Allah'ın aslanı, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) aslanı Hamza b. Abdilmuttalib'im!" karşılığını verdi. Buna karşılık Utbe: "Bize denk ve değerli biri!" dedi. Ali b. Ebî Tâlib: "Ben Ali'yim!" deyince, Utbe: "Bize denk ve değerli biri!" dedi. Ubeyde de: "Ben Ubeyde b. el-Hâris'im!" deyince, Utbe yine: "Bize denk ve değerli biri!" dedi.

Sonrasında Hamza, Şeybe b. Rabîa'yla karşılaştı. Ali b. Ebî Tâlib, Utbe b. Rabîa'yla karşılaştı. Ubeyde b. el-Hâris'de Velid'in karşısına geçti. Hamza hemen Şeybe'yi öldürdü. Ali bir iki kılıç sallamadan sonra Utbe'yi öldürdü. Ubeyde, Velîd'le çarpışırken ayağından yaralandı. Hamza ile Ali yardımına gelip Velîd'i öldürdüler. Müşriklerden bu üç kişi ölünce Ebû Cehil ile arkadaşları: "Bizim Uzza'mız var, ama sizin Uzza'nız yok!" diye bağırdılar. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) münadisi de: "Bizim dostumuz Allah'tır! Oysa sizin dostunuz yoktur!" karşılığını verdi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) münadisi yine: "Bizim ölülerimiz Cennete, sizin ölüleriniz ise Cehenneme gidecek!" diye seslendi. Bunun üzerine Yüce Allah: "İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf! Bunlardan inkâr edenler için ateşten giysiler biçilmiştir" âyetini indirdi.

Abd b. Humeyd, Lâhik b. Humeyd'den bildirir: "İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf! Bunlardan inkâr edenler için ateşten giysiler biçilmiştir" âyeti, Bedir savaşı sırasında Utbe b. Rabîa, Şeybe b. Rabîa ve Velîd b. Utbe hakkında nazil oldu. "Muhakkak ki Allah, iman edip salih ameller işleyenleri içinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar" âyeti ile "Onlar hem sözün hoş olanına ulaştırılmışlar, hem de övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna iletilmişlerdir" âyeti de, Ali b. Ebî Tâlib, Hamza ve Ubeyde b. el-Hâris hakkında nazil oldu.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf!" âyetini açıklarken: "İki hasımdan kasıt öldükten sonra tekrar dirilme konusunda tartışan mümin ile kafirdir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, Atâ b. Ebî Rebâh ve Hasan bu âyeti açıklarken: "Müminler ile kafirler Rableri konusunda birbirleriyle tartışmışlardır" demişlerdir.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf!" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bunlar Ehl-i Kitâb'dır. Zira müminlere: "Biz Allah'a sizden daha yakınız. Kitabımız sizin kitaptan daha eski, peygamberimiz de sizin peygamberden daha önce gelmiştir" deyince, müminler: "Biz Allah'a sizden daha yakınız! Zira biz hem Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) hem sizin peygamberinize iman ederiz. Bunun yanında Yüce Allah'ın indirdiği tüm kitaplara da inanırız. Siz ise kitabımızı ve peygamberimizi bilmenize rağmen hasedinizden dolayı ondan uzak durup inkar ettiniz" karşılığını verdiler. İşte Rableri konusunda tartışmaları budur.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildirir: Müslümanlarla Ehli Kitâb'dan olanlar tartışmaya girdiler. Ehl-i Kitâb'dan olanlar: "Bizim peygamberimiz sizin peygamberinizden önce gelmiştir. Bunun yanında bizim kitabımız sizin kitaptan daha eskidir. Bu yüzden biz Allah'a sizden daha yakınız" deyince, Müslümanlar: "Bizim kitabımız diğer tüm kitapları hükümsüz kılmıştır. Dolayısıyla biz Allah'a sizden daha yakınız" karşılığını verdiler. Yüce Allah da Müslümanları hasımlarına karşı galip gitirmiş ve bu konuda: "İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf! Bunlardan inkâr edenler için ateşten giysiler biçilmiştir" âyetini indirmiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime: "İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf!" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Burada iki taraftan kasıt Cennet ile Cehennemdir. Cehennem: "Yüce Allah beni azabı için yarattı" derken, Cennet de: "Yüce Allah beni rahmeti için yarattı" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Bunlardan inkâr edenler için ateşten giysiler biçilmiştir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kafirler için ateşten giysiler kesilip hazırlanmıştır. Müminlere gelince ise Yüce Allah onları, altından ırmaklar akan Cennete koymuştur."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Bunlardan inkâr edenler için ateşten giysiler biçilmiştir. Başlarının üstünden de kaynar su dökülür. Onunla, karınlarının içindekiler ve derileri eritilir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Onlara bakırdan giysiler biçilir ki ateşte kızdırıldığında bakırdan daha fazla yüksek ısı veren bir şey yoktur. Ceza olarak bakır bunların başlarında eritilir.

Bağırsakları karınlarından dışarıya akar. Derileri eriyip dökülür de tüm organları ortalığa saçılır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbrâhim et-Teymî: "...Bunlardan inkâr edenler için ateşten giysiler biçilmiştir" âyetini okudu ve: "Ateşten giysiler biçen Allah'ı tesbih ederim" dedi.

Ebû Nuaym Hilye'de Vehb b. Münebbih'ten bildirir: "Cehennemliklere giysiler giydirilir, oysa çıplak kalmaları kendileri için daha iyidir. Yine onlara ebedi hayat verilir, oysa ölmeleri onlar için daha iyidir."

Abd b. Humeyd, Tirmizî, Abdullah b. Ahmed Zühd'e zevâid olarak, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, Ebû Nuaym Hilye'de ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre, "...Bunlardan inkâr edenler için ateşten giysiler biçilmiştir. Başlarının üstünden de kaynar su dökülür. Onunla, karınlarının içindekiler ve derileri eritilir" âyetini okudu ve şöyle dedi: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: "Cehennemde kaynar sular (hamim) başlarına döküldüğü zaman bu su önce kafataslarını delip eritir, oradan içine girer, içinde ne varsa parçaladıktan sonra ayaklarına kadar iner. İşte bahsedilen eritme (sahr) budur. Bu şekildeki bir erimeden sonra bedeni tekrar eski haline döner. "

İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. es-Serî'den bildirir: "Sıcaklığından dolayı melek kabı ancak maşalarla taşıyarak gelir. Bu kabı dökmek için yüzüne yaklaştırdığı zaman kafir bundan tiksinir. Melek elindeki demirden topuzla başına vurup beynini boşaltır. Sonrasında kabı başının içine döker. Bu şekilde başından karnına kadar ulaşır. "Onunla, karınlarının içindekiler ve derileri eritilir" âyetinde ifade edilen de budur."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebû Nuaym Hilye'de Saîd b. Cübeyr'den bildirir: "Cehennem ehli acıktıkları zaman zakkum ağacına koşarlar ve ondan yerler, derileri ve yüzleri dökülür. Eğer onları tanıyan biri yanlarından geçecek olsa dökülen derilerini ve yüzlerini tanır. Sonra susuzluğa maruz kalır ve su isterler. Onlara irine benzeyen, sıcaklığının son derecesine gelmiş kaynar bir su verilir. Suyu ağızlarına yaklaştırdıklarında sıcaklığından derileri dökülmüş olan yüzleri pişer ve karınlarında ne varsa erir. Yürürlerken bütün bağırsakları ve derileri dökülür. Sonra demir sopalarla dövülürler ve bütün uzuvları dökülür. O kadar işkence çekerler ki feryat figan içinde helak olmayı isterler."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Onunla, karınlarının içindekiler ve derileri eritilir" âyetini açıklarken: "Yürürken bağırsakları ve derileri yerlere dökülür" demiştir. "Onlar için bir de demirden topuzlar vardır" âyetini açıklarken de: "Bu topuzlarla onlara vurulduğu zaman her bir organları bir yere düşer. O kadar işkence çekerler ki feryat figan içinde helak olmayı isterler" demiştir.

İbnu'l-Enbârî ve Tastî'nin Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesinin anlamı nedir?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Hamîm denilen içeceği içtikleri zaman karınlarında bulunanların erimesidir" dedi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Şairin:

"içi kaynayıp eriyince dumanı çıktı

Bu halde kovanın içinde dönüp dolaştı" dediğini işitmez misin? Yine şöyle demiştir:

"Onu yakıp eritecek güneşi gözleyip durdu

Batmaya yüz tutunca da yola koyuldu."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Onunla, karınlarının içindekiler ve derileri eritilir" âyetini açıklarken: "Öyle bir su içirilirler ki bu su karınlarına girince derileriyle birlikte içerde ne varsa hepsini eritir" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini: "Eritir" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Şeybe, Dahhâk'tan aynısını bildirir.

Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini: "Eritir" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ el-Horasânî: (.....) âyetini açıklarken: "Yağın erimesi gibi eritir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini: "Onlar için çekiçler vardır" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Onlar için bir de demirden topuzlar vardır" âyetini açıklarken: "Bu topuzlarla onlara öyle bir vurulur ki organlarından her biri bir tarafa dağılır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: İbn Ömer: "Cehennemi çokça anın! Zira çok yakıcı bir ateşi, çok derin bir dibi ve demirden topuzları vardır" derdi.

Ahmed, Ebû Ya'lâ, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin el- Ba's'de Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cehennemde bulunan topuzlardan biri yeryüzüne konulacak olsa, insanlar ve cinler bir araya gelseler dahi onu yerinden oynatamazlardı. Şayet bu topuzla bir dağa vurulacak olsa onu paramparça eder sonra eski haline dönerdi. "

İbnu'l-Mübârek, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Hennâd, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre Selmân: "Cehennem ateşi kapkaradır. Ne alevi, ne de koru ışık verir" dedi ve: "Orada, uğradıkları gamdan ne zaman çıkmak isteseler her defasında oraya geri çevrilirler: «Yakıcı azabı tadın" denir» âyetini okudu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Câfer el-Kârî: "Orada, uğradıkları gamdan ne zaman çıkmak isteseler her defasında oraya geri çevrilirler: «Yakıcı azabı tadın" denir» âyetini okuyup ağladı ve: "Bu âyet konusunda Zeyd b. Eslem'in bana bildirdiğine göre Cehennemdekiler nefes bile alamazlarmış" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Fudayl b. İyâd: "Orada, uğradıkları gamdan ne zaman çıkmak isteseler her defasında oraya geri çevrilirler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Ayakları prangalı, elleri de bağlı olduğu için oradan çıkmak isterler. Ancak ateşin alevi onları yukarıya fırlatırken demir topuzlar onları geri aşağıya indirir."

23

"Doğrusu Allah, inanıp yararlı iş işleyenleri, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar. Orada altın bilezikler ve inciler takınırlar. Oradaki elbiseleri de ipektendir"

Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, Ebû Avâne ve Tahâvî'nin Hazret-iÖmer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Dünyada iken ipeği giyen kişi onu âhirette giyemez" buyurmuştur.

Nesâî ve Hâkim, Ebû Hureyre'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Dünyada iken ipeği giyen kişi onu âhirette giyemez. Dünyada iken içki içen kişi onu âhirette içemez. Dünyada iken altın veya gümüş kaplarla içeceğini içen kişi âhirette bu kaplarla bir şey içemez." Sonra şöyle buyurdu: "İpek Cennetliklerin giyeceğidir. İçki Cennetliklerin içeceğidir. Altın ve gümüş de Cennetliklerin içecek kaplarıdır. "

İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî Sünen'de İbnu'z-Zübeyr'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Dünyada iken ipeği giyen kişi onu âhirette giyemez" buyurdu. İbnu'z-Zübeyr der ki: Âhirette de ipek giyemeyen kişi Cennete giremez. Zira Yüce Allah: "...Oradaki elbiseleri de ipektendir" buyurur.

Nesâî, Tahâvî, İbn Hibbân ve Hâkim'in Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Dünyada iken ipeği giyen kişi onu âhirette giyemez. Cennete girse dahi Cennettekiler ipek giyer, ancak kendisi yine giyemez."

24

"Onlar, sözün en güzeline yöneltilmişler, övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna iletilmişlerdir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Onlar, sözün en güzeline yöneltilmişlerdir..." âyetini açıklarken: "Sözün en güzelini söyleme onlara ilham edilmiştir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: "Onlar, sözün en güzeline yöneltilmişlerdir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Müslümanların, Müslüman olmayanlarla husumetlerinde: «Bizim dostumuz Allah'tır. Oysa sizin dostunuz yoktur» demeleridir."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İsmail b. Ebî Hâlid: "Onlar, sözün en güzeline yöneltilmişler, övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna iletilmişlerdir" âyetini açıklarken: "Sözün en güzelinden kasıt Kur'ân, övgüye layık olan Allah'ın yolundan kasıt da İslam'dır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Onlar, sözün en güzeline yöneltilmişler, övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna iletilmişlerdir" âyetini açıklarken: "Sözün en güzelinden kasıt; ihlas, övgüye layık olan Allah'ın yolundan kasıt da İslam'dır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Onlar, sözün en güzeline yöneltilmişlerdir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu sözden kasıt:

"Allah'tan başka ilah yoktur. Allah büyükler büyüğüdür. Hamd ancak "Güzel sözler ancak O'na yükselir'" buyuran Allah'adır" sözüdür.

25

"Doğrusu İnkar edenleri, Allah'ın yolundan, yerli ve yolcu bütün insanlar için eşit kılman Mescid-i Haram dan alıkoyanları ve orada zulüm ile ilhada yeltenenleri can yakıcı bir azaba uğratırız."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Harem bölgesinin tümü, Mescid-i Haram sayılır" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Yerli ve yolcu bütün insanlar için eşit kılınan..." âyetini açıklarken: "Orada Allah'ın tüm kulları eşittir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Saîd b. Cübeyr'den bu yorumun aynısını zikreder.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Yerli ve yolcu bütün insanlar için eşit kılınan..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Eşit kılınmaları tek bir şeriata sahip olmalarıdır. Yerli ifadesinden kasıt, hac mevsiminde Mekke'de bulunan Mekke ahalisidir. Yolcu olanlardan kasıt da Mekke'nin yerlisi olmayan başka bölgelerden buraya hac için gelenlerdir. Dışarıdan Mekke'ye gelenlerin Mekkelilerle eşit oldukları, hac mevsiminde ibadetlerini rahatça yapabilmeleri için Mekke yerlilerinin onlara gerekli imkanı sağlamaları gerektiği ifade edilmiştir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken: "Mekke yerlisi ve yabancısı Harem bölgesinde oturma ve konaklama konusunda eşit konumdadırlar" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid ile Atâ: "...Yerli ve yolcu bütün insanlar için eşit kılınan..."' âyetini açıklarken: "Harem bölgesinin kudsiyetini koruma ve gerekli ibadetleri ifa etme noktasında Mekke'nin yerlisi ve yabancısı birdir, eşittir" demiştir.

Abd b. Humeyd ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre Katâde: "...Yerli ve yolcu bütün insanlar için eşit kılınan..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Mekke ahalisi ile Mekke dışından gelenler Harem bölgesinde yerleşme, ibadetleri ifa etme ve bölgenin haramlığı konusunda eşittirler."

Abd b. Humeyd, Ebû Hasîn'den bildirir: Saîd b. Cübeyr'e: "Mekke'de itikafa gireyim mi?" diye sorduğumda şu karşılığı verdi: "Hayır, girmene gerek yok, zira orada ikamet ettiğin sürece itikattasın demektir. Yüce Allah: "...Yerli (âkif) ve yolcu bütün insanlar için eşit kılınan..." buyurur.

İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "İnsanlar Mekke'de eşittirler. Mekke'de bulunan evlerde kimse kimseden daha fazla hak sahibi değildir."

İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd, Abdullah b. Amr'dan bildirir: "Mekke'de bulunan evlerden kira ücreti alıp yiyen kişi, midesine ateş indiriyor demektir."

İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atâ, Mekke'deki evlerin satılması veya kiraya verilmesini kerîh görürdü.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî), Mekke'deki evlerin kiraya verilmesini kerîh görürdü.

Abd b. Humeyd, İbn Ömer'den bildirir: "Hazret-iÖmer, Mekke'deki evlerin kapılarının kapalı tutulmasını yasaklamıştı. Dışarıdan gelen insanlar Mekke'de kalacakları süre içinde bu evlerde kalırlardı. Hatta bazıları bu evlerin bahçelerinde çadır kurarlardı."

İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre adamın biri Merve tepesinin yanında Ömer b. el-Hattâb'a: "Ey müminlerin emiri! Benim çocuklarıma ıkta olarak bir yer ver" deyince, Ömer ondan yüz çevirdi ve şöyle dedi: "Bölge Yüce Allah'ın haram bölgesidir ki: "...Yerli ve yolcu bütün insanlar için eşit kılınan..."buyurmuştur."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid: "Mekke evlerinin kiraya verilmesi helal değildir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cüreyc'den bildirir: "Ömer b. Abdilazîz'in Mekke'deki ev ve meskenlerin kiraya verilmesini yasaklayan yazısını bizzat kendim okudum."

İbn Ebî Şeybe, Kâsım'dan bildirir: "Mekke'deki evlerin kirasından bir şey yiyen kişi, ateş yiyor demektir."

İbn Ebî Şeybe, Atâ'dan bildirir: "Hazret-iÖmer, hac için dışarıdan gelen insanların konaklayabilmesi için Mekke ahalisinin evlerinin bahçe ve arsalarına kapı koymalarını yasakladı."

İbn Ebî Şeybe, Câfer'den, o da babasından bildirir: "Mekke'de evlerin (dış) kapısı yoktu. Mısır ile Irak'tan gelenler bu evlere girebilirlerdi."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Sâbit: "...Yerli ve yolcu bütün insanlar için eşit kılınan..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Hacdan dönenler ile Mekke yerlileri Mekke'deki evler konusunda eşittirler. Dışardan gelenler istedikleri evlerde oturabilirler. Yerliler de evlerinden çıkarılmazlar."

İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye -sahih bir senedle- İbn Abbâs'tan bildirir: "...Yerli ve yolcu bütün insanlar için eşit kılınan..." âyeti konusunda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mekke'nin yerlisi de, yabancısı da Harem'de birdir" buyurmuştur.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Yerli ve yolcu bütün insanlar için eşit kılınan..." âyetini açıklarken: "Mekke'nin yerlisi de yabancısı da Mescid-i Haram'da konaklamada birdirler" demiştir.

İbn Merdûye'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mekke herkese açık bir yerdir. Evleri ne satılır, ne de kiraya verilir" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Mâce, Alkame b. Nadle'den bildirir: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr'in ve Ömer'in dönemlerinde Mekke'de evler sâibe (ihtiyaç sahiplerine bırakılmış) olarak isimlendirilirdi ki her üçü de vefat ettiklerinde Mekke evleri bu isimle anılırdı. İhtiyacı olan bu evlerde oturur, ihtiyacı olmayan da oturması için başkasına verirdi."

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Ömer: "Ey Mekke ahalisi! Evlerinize kapı yapmayın! Dışardan gelenler istediği evde konaklasın" derdi.

Dârakutnî'nin İbn Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mekke'deki evlerden kira ücreti yiyen kişi ateş yemiş demektir" buyurmuştur.

Firyâbî, Saîd b. Mansûr, İbn Râhûye, Ahmed, Abd b. Humeyd, Bezzâr, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve İbn Merdûye, İbn Mes'ûd'dan bildirir: "...Orada zulüm ile ilhada yeltenenleri can yakıcı bir azaba uğratırız" âyeti konusunda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mescid-i Haram'da biri ilhada kalkışsa, Aden-i Ebyen'de olsa dahi Yüce Allah ona çetin azabını tattırır!" buyurmuştur.

Saîd b. Mansûr ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "...Orada zulüm ile ilhada yeltenenleri can yakıcı bir azaba uğratırız" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kabe'nin (Mescid-i Haram'ın) dışında bir yerde bir günaha niyet edip de onu yapmayan kişiye, bu günahı işlemedikçe aleyhine yazılmaz. Ancak Kâbe'de bir günaha niyet eden kişiye, Yüce Allah çetin azabını tattırmadan canını almaz."

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Bu âyet Abdullah b. Uneys hakkında nazil oldu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu, biri Muhacirlerden, biri de Ensâr'dan olmak üzere iki kişiyle bir yere göndermişti. Birbirlerine karşı soylarıyla övünürken Abdullah kızdı ve Ensâr'dan olan adamı öldürdü. Sonrasında İslam'dan çıkıp Mekke'ye kaçtı. Bunun üzerine: "...Orada zulüm ile ilhada yeltenenleri can yakıcı bir azaba uğratırız" âyeti nazil oldu. Yani kim İslam'dan saparak Harem bölgesine sığınırsa can yakıcı azabı tadacaktır.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre Katâde: "...Orada zulüm ile ilhada yeltenenleri can yakıcı bir azaba uğratırız" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Şirk koşmak üzere Harem bölgesine gelen kişiyi Yüce Allah yakıcı azabı tattırır."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Orada zulüm ile ilhada yeltenenleri can yakıcı bir azaba uğratırız" âyetini açıklarken: "Zulüm ile ilhattan kasıt şirktir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Orada zulüm ile ilhada yeltenenleri can yakıcı bir azaba uğratırız" âyetini açıklarken: "Zulüm ile ilhattan kasıt, Harem'de Allah'tan başkasına tapmaktır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Orada zulüm ile ilhada yeltenenleri can yakıcı bir azaba uğratırız" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Harem bölgesinde, çirkince laflar etme, hakkın olmadığı halde birine zulmetme veya haksız yere birini öldürme gibi Allah'ın haram kıldığı bir yasağı çiğneyen kişi çetin azabı haketmiş demektir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Habîb b. Ebî Sâbit: "...Orada zulüm ile ilhada yeltenenleri can yakıcı bir azaba uğratırız" âyetini açıklarken: "Zulüm ile ilhada yeltenenlerden kasıt, Mekke'de yiyecek stoku yapanlardır" demiştir.

Abd b. Humeyd, Buhârî Târih'de, Ebû Dâvud, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Ya'lâ b. Umeyye'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Harem bölgesinde yiyecek stoku yapmak orada ilhad yapmak demektir" buyurmuştur.

Saîd b. Mansûr, Buhârî Târih'de ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hazret-i Ömer b. el-Hattâb: "Mekke'de yiyecek stoku yapmak orada zulüm ile ilhad yapmak demektir" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ömer: "Mekke'de yiyecek satışı yapmak ilhad yapmak demektir" demiştir.

Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mekke'de yiyecek stoku yapmak orada ilhad yapmak demektir" buyurmuştur.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbn Menî', Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Mücâhid'den bildirir: Abdullah b. Ömer'in, biri Harem'de biri de Harem dışında iki çadırı vardı. Namaz kılmak istediği zaman Harem içindeki çadırında kılardı. Ailesine sitem de bulunmak istediği zaman ise Harem dışındaki çadırda bunu yapardı. Neden öyle yaptığı sorulunca da şu karşılığı verdi: "Harem'de: 'Hayır vallahi! Evet vallahi!' demenin de ilhaddan sayıldığı bize söylenirdi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti açıklarken: "Harem bölgesinde kişinin hizmetçisine sövmesi ve daha basiti bile zulümdür" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Ömer'den bildirir: Harem içinde yalan yere: "Hayır vallahi! Evet vallahi!" demen ilhaddır.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Hac emirinin Mekke'de ticaret yapması ilhaddır" demiştir.

Hâkim, İbn Abbâs'tan bildirir: Tubba' (Yemen kralı) Kâbe'yi yıkmak üzere yola çıktı. Kurâu'l-Ğamîm'e ulaştığı zaman Yüce Allah üzerlerine bir rüzgar gönderdi. O kadar sert bir rüzgardı ki kişi ayakta zor durabiliyor, ayakta olan kişi de oturmaya çalışınca yere seriliyordu. Rüzgarın bu durumu uzun sürünce Tubba' iki piskoposunu çağırdı ve: "Bu üzerimize çöken bela da ne?" diye sordu. Piskoposlar: "Diyeceklerimizden dolayı bize eman verir misin?" deyince, Tubba': "Eman verdim" karşılığını verdi. Piskoposlar: "Yüce Allah'ın koruduğu bir evi yıkmak istiyorsun" dediklerinde, Tubba': "Bu bela başımızdan nasıl gider?" diye sordu. Piskoposlar: "Sadece iki parçalık giysi (ihram) giyer ve 'Lebbeyk Allahumme lebbeyk!' dersin. Sonra Kâbe'ye gidip onu tavaf edersin. Kâbe'de bulunanlardan hiç kimseye de karışmazsın" dediler. Tubba': "Bu dediklerinizi aynen yaparsam bu rüzgar üzerimden gider mi?" diye sorunca, piskoposlar: "Evet, gider" dediler. Bunun üzerine Tubba' iki parçalık bir giysi giyip telbiye getirdi. Tubba' bunları yaptıktan sonra da rüzgar koyu gece karanlığı gibi çekilip gitti.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî' b. Enes: "...Orada zulüm ile ilhada yeltenenleri can yakıcı bir azaba uğratırız" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Muhacir ile Ensâr'a yetişen bir adam onlardan naklen bana şöyle dedi: "Fil ashâbının yapmaya çalıştıkları şeyi (Kâbe'yi yıkmayı) isteyen kişilere cezaları dünyada iken verilir. Harem'in kutsallığını çiğneyecek olanlar da yine Harem'in ahalisi olacaktır." Yine onlardan naklen bana şöyle anlattı: "Mekke'de iki yazı bulundu. Birinde şöyle yazıyordu: "Bismillah! Bereket yörenin üzerine olsun! Ben evimi Mekke'de kıldım. Mekke ahalisinin yiyeceği et, yağ ve hurmadır. Mekke'ye giren kişi güvende demektir. Mekke'nin kutsiyetini de Mekke ahalisi çiğneyecektir." Rabî' der ki: Sonra adam bana şöyle dedi: "Şayet senin de bildiğin o olayı (Fil vakası) Mekke ahalisi yapmış olsaydı onların da cezası dünyada iken verilirdi. Mescid-i Haram'ın kutsallığının çiğnenip söz konusu cinayetlerin işlenmesinden önce Abdullah b. Amr b. el-Âs: "Önceki kitaplarda Abdullah'ın Harem'de öldürüleceğinin yazdığını gördüm" demişti. Bunu derken Abdullah b. Ömer b. el-Hattâb ile Abdullah b. Zübeyr de yanındaydı. Bu sözün ardından Abdullah b. Amr b. el- Âs ile Abdullah b. Ömer b. el-Hattâb: "Vallahi hac ve umre için olmadıkça Mescid-i Haram'a asla yaklaşmam!" dediler. Abdullah b. Zübeyr ise susup bir şey demedi. Daha sonraları da Abdullah b. Zübeyr Mescid-i Haram'da öldürüldü ve mekanın kutsiyeti çiğnendi.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Mes'ûd'dan bildirir: "Kişi günah olan bir şeye niyetlenip de onu yapmadığı zaman aleyhine yazılmaz. Ancak Aden-i Ebyen'de biri Kâbe'de ilhaha niyetlense ve bunu yapamadan ölse bundan dolayı Yüce Allah ona çetin azabı tattırır. Kâbe'de ilhad da orada Yüce Allah'ın yasakladığı herhangi bir şeyi yapmaktır."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: "...Orada zulüm ile ilhada yeltenenleri can yakıcı bir azaba uğratırız" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kişi başka bir bölgede yaşayıp da Mekke'de bir günah işlemeye niyetlense bunu yapmasa da aleyhine yazılır."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Orada zulüm ile ilhada yeltenenleri can yakıcı bir azaba uğratırız" âyetini açıklarken: "Orada kötü bir iş yapanı çetin bir azaba uğratırız, anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir, Mücâhid'den bildirir: "Mekke'de iyiliklerin katıyla karşılık bulması gibi kötülüklerin de günah ve cesası katıyla olur."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atâ b. Ebî Rebâh: "...Orada zulüm ile ilhada yeltenenleri can yakıcı bir azaba uğratırız" âyetini açıklarken: "Zulüm ve ilhaddan kasıt, öldürme ile şirktir" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Ebî Müleyke'ye, "...Orada zulüm ile ilhada yeltenenleri can yakıcı bir azaba uğratırız" âyeti sorulunca şöyle demiştir: "Bizim bu zulüm ile ilhadın normal günahlar olduğu konusunda şüphemiz yoktu. Ancak Basra'dan sakallı adamlar Kûfe'den sakallı adamların yanına geldiklerinde bundan kastın şirk olduğunu söylediler."

Abd b. Humeyd, İkrime'den bildirir: "Kul bir günaha niyetlendiği zaman bunu işlemedikçe Yüce Allah onu bundan sorumlu tutmaz. Ancak Kâbe'ye yönelik bir kötülüğe yeltenen kişiye Yüce Allah cezasını bu dünyada iken verir."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebu'l-Haccâc bu âyeti açıklarken: "Kişi Mekke'de bir günah işlemeyi düşünse bile Yüce Allah bunu onun hanesine işlenmiş gibi yazar" demiştir.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd, Mücâhid'den bildirir: Abdullah b. Amr'ı Arafat'ta gördüm. Evi Harem dışında, namazgâhı ise Harem'in içindeydi. Ona: "Neden öyle yapıyorsun?" diye sorduğumda: "Çünkü Harem'de amel etmek daha üstün, günah işlemek de daha ağırdır" karşılığını verdi.

26

"Bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, orada kıyama duranlar, rüku edenler ve secdeye varanlar için evimi temiz tut, diye İbrâhîm'e Kâbe'nin yerini hazırlamıştık"

İbn Adiy, Ebu'ş-Şeyh ve Deylemî -zayıf bir senedle- Hazret-iÂişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kâbe'nin yeri gizli tutulduğu için Hûd ile Salih peygamberler orayı haccedemediler. Daha sonra ise Yüce Allah onu İbrahim için hazırladı" buyurmuştur.

İbn Cerîr ve Hâkim, Hârise b. Mudarrib vasıtasıyla Hazret-i Ali'den bildirir: Hazret-iİbrâhim'e Kâbe'yi inşa emri verildiği zaman oğlu İsmâil ve hanımı Hacer ile yola düştüler. Mekke'ye geldiklerinde İbrâhim başının üzerinde buluta benzer bir şey gördü. Onun da içinde bir kafa: "Ey İbrâhim! Benim gölgemde (veya gölgem kadarıyla) evi inşa et; ama ne daha küçük, ne de daha büyük olsun" dedi. İbrâhim Kâbe'yi inşa ettikten sonra orada İsmail ile Hacer'i bırakıp Mekke'den ayrıldı. İşte: "İbrâhîm'e Kâbe'nin yerini hazırlamıştık" buyruğunda bahsedilen de budur.

Abdurrezzâk Musannef’te Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Atâ b. Ebî Rebâh'tan bildirir: Yüce Allah, Âdem'i yeryüzüne indirdiği zaman başı semada, ayakları ise yerdeydi. Bundan dolayı semada bulunanların konuşma ve dualarını işitir, onlarla yalnızlığını giderirdi. Ancak melekler ondan korkunca dua ve namazlarında bu konuyu Yüce Allah'a şikayet ettiler. Yüce Allah da boyunu kısaltıp yeryüzüne yakın tuttu. Âdem boyu kısalıp da semadakilerin artık konuşma ve dualarını işitemeyince kendini yalnız hissetti. Bu yalnızlığını da dua ve namazlarında Allah'a şikayet etti. Yüce Allah da onu Mekke'ye yönlendirdi. Âdem'in bastığı yer bir kasaba kadar, iki adım arası da bir çöl kadardı. Mekke'ye ulaştığında Yüce Allah Cennetteki yakutlardan bir tanesini şu an Kâbe'nin bulunduğu yere indirdi. Nuh tufanına kadar da insanlar bu yakutun etrafında tavaf etti. Tufan sırasında bu yakut tekrar semaya çıkarıldı. Yüce Allah, İbrâhim'i gönderince de Kâbe inşa edildi. İşte: "İbrâhîm'e Kabe'nin yerini hazırlamıştık" buyruğunda bahsedilen de budur.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ma'mer vasıtasıyla Katâde'den bildirir: "Yüce Allah, Âdem'i yeryüzüne indirdiği zaman Kâbe'yi de aynı zamanda indirdi. Âdem yeryüzünde Hindistan bölgesine indirildi ve başı semada, ayaklan da yerde olacak şekildeydi. Ancak melekler ondan korkunca Yüce Allah onun boyunu altmış arşına indirdi. Boyu altmış arşına inen Âdem buna çok üzüldü, zira daha önceki boyuyla meleklerin sesini ve tesbihlerini işitiyordu. Bu yalnızlığından yana Allah'a şikayette bulununca Yüce Allah: "Ey Âdem! Arş'ımın etrafında tavaf edildiği gibi tavaf edilecek, Arş'ımın yanında namaz kılındığı gibi yanında namaz kılanacak bir ev indirdim, ona git" buyurdu. Âdem de bu eve doğru yola çıktı. Adımları da uzatılınca her bir adımda bir çölü katetti. Aştığı o çöller hâlâ şimdiye kadar durmaktadır. Âdem bu eve gelip tavaf etti. Ondan sonra gelen peygamberler de onu tavaf ettiler."

Ma'mer der ki: "Abân'ın bana söylediğine göre Kâbe, tek bir yakut veya tek bir inci parçası olarak yeryüzüne indirildi. Yine bana bildirilene göre Nuh'un gemisi Kâbe'yi yedi defa tavaf etti. Yüce Allah, Nûh'un kavmini suda helak edince Kâbe de gitti, ancak temelleri kaldı. Daha sonra Yüce Allah, İbrâhim için onu hazırladı ve bu şekilde inşa edildi. İşte: "İbrâhîm'e Kabe'nin yerini hazırlamıştık" buyruğunda bahsedilen de budur."

Ma'mer bildiriyor: İbn Cüreyc şöyle dedi: "Bazılarının dediğine göre Yüce Allah içinde kafa olan bir bulut gönderdi. Bu kafa da: "Ey İbrâhim! Rabbin inşa edeceğin evin büyüklüğünü bu bulut kadar yapmanı emretti" dedi. Bunun üzerine İbrâhîm buluta bakıp Kâbe'nin mesafesini ölçmeye başladı. Kafa: "Ölçüyü aldın mı?" diye sorunca, İbrâhim: "Aldım" dedi. Kafa yükselip gittikten sonra İbrâhim aldığı ölçüye göre Kâbe'nin temellerini attı."

İbn Cüreyc der ki: Mücâhid şöyle dedi: "Hazret-iİbrâhim, Şam bölgesinden Mekke'ye geldiği zaman yanında bir melek, arıkuşu ve sekîne de gelmişti. Mekke'ye ulaştıklarında sekîne: "Ey İbrâhim! Kâbe'yi üzerime inşa et" dedi. Bundandır bedevi olsun krallardan biri olsun Kâbe'yi tavaf ettiği zaman onun güven ve vakar (sekîne) içinde olduğunu görürsün."

İbn Cüreyc der ki: İbnu'l-Müseyyeb, Ali b. Ebî Tâlib'ten şu sözünü bildirir: Yüce Allah, Rükn'ü (Haceru'l-Esved'i), Ebû Kubeys dağına emaneten bırakmıştı. İbrâhim, Kâbe'yi inşa etmeye başladığında Ebû Kubeys dağı: "Ey İbrâhim! Rükn bende, gelip al!" dedi. İbrâhim dağa gidip orayı kazdı ve Rükn'ü alıp yerine yerleştirdi. İbrâhim, Kâbe'nin inşasını bitirdiği zaman: "Rabbim! Dediğin gibi yapıyı bitirdim. Şimdi burada yapacağımız ibadetleri bize öğret, açıkla ve göster" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah, Cebrâil'i gönderdi. Cebrâil haccın nasıl yapılacağını gösterip öğretmek için İbrâhim'le birlikte haccetti. İbrâhim, hac sırasında Arafat'ı görünce bildim, tanıdım anlamında: "Areftü" dedi. Zira daha öncesinden oraya gelmişti. Bundan dolayı bu mıntıka 'Arafat' ismini almıştır. Bu hac esnasında Kurban günü olunca karşısına şeytan çıktı. Cebrâil: "Onu taşla!" deyince, İbrâhim, şeytana yedi tane taş attı. Kurbanın ikinci ve üçüncü günü de aynı şeyi yaptı. İblis de iki dağın arasını kapatmıştı. Hac esnasında şeytan taşlama da buradan gelmektedir. Cebrâil: "Sebîr dağına çık!" deyince, İbrâhim dağın üzerine çıktı ve: "Ey Allah'ın kullan! Allah'ın davetine icabet edin!" diye seslendi. Yedi denize kadar kalbinde zerre kadar iman bulunan herkes bu davete icabet etti. Hac esnasında 'Lebbeyk Allahumme Lebbeyk' şeklinde telbiye getirilmesi bundan dolayıdır. Yeryüzünde de her zaman en yaz yedi Müslüman bulunur. Zira bunlar da olmasa yeryüzü içindekilerle birlikte yok olup gider."

İbn Ebî Hâtim, Ka'bu'l-Ahbâr'dan bildirir: "Yeryüzü yaratılmadan kırk yıl önce Kâbe su üzerinde bir köpük idi. Yeryüzü de oradan yayılıp açılmıştır."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî Delâil'de Süddî'den bildirir: Yüce Allah, İbrâhîm'e oğlu İsmâil ile birlikte Kâbe'yi inşa etmelerini emredince İbrâhim oğluyla birlikte Mekke'ye geldi. Mekke'ye geldiklerinde eline kazmayı aldı, ancak Kâbe'nin nerede olduğunu bilmiyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah adına Hacûc denilen, iki kanadı ve yılana benzeyen başı olan bir rüzgar gönderdi. Bu rüzgar Kâbe'nin bulunduğu yeri süpürüp tozunu toprağını temizleyince Kâbe'nin ilk temelleri ortaya çıktı. İbrâhim de elindeki kazmayla kazmaya başladı ve Kâbe'nin temelleri atıldı. İşte: "İbrahim'e Kabe'nin yerini hazırlamıştık" buyruğunda bahsedilen de budur.

Kâbe'nin duvarlarını da örüp Haceru'l-Esved'in yerine geldiklerinde İbrâhim, İsmail'e: "Bana güzel bir taş bul da şuraya koyalım" dedi. İsmâil:

"Yorgun ve bitkinim!" karşılığını verince, İbrâhim: "Dediğimi yap!" dedi. İsmail kalkıp taş aramaya koyuldu. Bulduğu bir taşı getirdi, ancak İbrâhim bunu beğenmedi ve: "Bundan daha güzel bir taş getir" dedi. İsmail başka bir taş aramaya gitti. Bu arada Cebrâil, İbrâhim'e Hind bölgesinden bir taş getirdi. Bu taş Suğâme bitkisini andıracak şekilde bembeyaz bir yakut parçasıydı. Âdem Cennetten çıkarılıp yeryüzüne indirilince bu taş parçası da kendisiyle birlikte indirildi. İnsanların günahlarından dolayı da bembeyazken siyaha dönüştü. İsmail bulduğu bir taşla gelince babasının yanında Haceru'l- Esved'i gördü. Ona: "Babacığım! Bu taşı sana kim getirdi?" diye sorunca, İbrâhim: "Senden daha dinç olan biri getirdi" dedi. Sonrasında Yüce Allah'ın, İbrâhim'i sınamış olduğu kelimelerle dua ederek Kâbe'nin inşasını bitirdiler. Bitirdiklerinde Yüce Allah, İbrâhim'e: "İnsanları hacca çağır..." emrini verdi.

İbn Ebî Hâtim, Havşeb b. Akîl'den bildirir: Muhammed b. Abbâd b. Cafer'e: "Kâbe ne zaman inşa edildi?" diye sorduğumda: "Aylar onun için yaratıldı" dedi. Ona: "İbrâhim inşa ettiğinde Kâbe'nin yüksekliği ne kadardı?" diye sorduğumda: "On sekiz arşındı" dedi. Ona: "Bu gün yüksekliği ne kadardır?" diye sorduğumda: "Yirmi altı arşın" dedi. Ona: "İbrâhim'in kullandığı taşlardan geriye bir şey kaldı mı?" diye sorduğumda: "Kâbe'nin dolgusunda kullanıldı. Sadece Hicr'in yanında iki tane taş kaldı" dedi.

Hâkim, İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah, peygamberi İbrâhim'e: "...Tavaf edenler, orada kıyama duranlar, rüku edenler ve secdeye varanlar için evimi temiz tut..." buyurdu. Onun içindir ki (hacda) tavaf namazdan önce gelir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de: "Kâbe'yi tavaf etmek namaz kılmak gibidir. Sadece Yüce Allah bunu yaparken konuşmayı helal kılmıştır. Onun için tavaf esnasında konuşacak olan kişi hayırdan başka bir şey konuşmasın" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ: "...Tavaf edenler, orada kıyama duranlar..." âyetini açıklarken: "Kâbe'yi tavaf edenler ile Kâbe'nin yanında namaz kılanlar, anlamındadır" demiştir.

Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "...Orada kıyama duranlar..." âyetini açıklarken: "Orada namaz kılanlar, anlamındadır" demiştir.

27

"İnsanları hacca çağır; yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollardan sana gelsinler."

İbn Ebî Şeybe Musannef de, İbn Meni', İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî Sünen'de İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-iİbrâhim, Kâbe'nin inşasını bitirdikten sonra: "Rabbim! Bitirdim" dedi. Yüce Allah: "O zaman insanlara hac için ilan yap" buyurdu. İbrâhim: "Rabbim! Sesimi insanlara nasıl ulaştıracağım?" diye sorunca, Yüce Allah: "Sen ilanı yap, sesini ben ulaştırırım" buyurdu. İbrâhim: "Rabbim! Ne diyeyim?" diye sorunca, Yüce Allah: "Ey insanlar! Beytu'l-Atîk'i haccetmeniz sizlere farz kılındı, diye seslen" buyurdu. İbrâhîm'in bu çağırışını da gök ile yer arasında bulunan herkes işitti. Yeryüzünün en uzak diyarlarından insanların telbiye ederek nasıl geldiklerini görmez misin?"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve Beyhaki, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-iİbrâhim, Kâbe'yi inşa edip bitirdiği zaman Yüce Allah kendisine vahyederek haccın ilanını yapmasını emretti. Bunun üzerine İbrâhim: "Rabbiniz kendine bir ev edindi ve sizin de onu haccetmenizi emretti" diye seslendi. Bu çağrıyı işiten dağ, taş, ağaç, toprak ne varsa: "Lebbeyk Allahummme Lebbeyk!" diyerek buna çağrıya icabet ettiler.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah, Hazret-iİbrâhim'e haccın ilanını yapmasını emredince İbrâhim, Ebû Kubeys dağına çıktı ve: "Ey insanlar! Yüce Allah sizlere haccı farz kıldı. Ona icabet edin!" diye seslendi. Bu çağrıya erkeklerin sulbü ile kadınların rahimlerinde bulunanların tümü telbiye ile icabet etti. Bu davete ilk icabet edenler de Yemen ahalisi oldu. Bundan dolayı bu çağrının yapıldığı günden kıyametin kopmasına kadar hacca gidenlerin tümü o gün yapılan çağrıya icabet edenlerdendir.

Deylemî'nin Hazret-iAli'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İbrâhim hac için çağrı yapınca tüm mahlukat bu çağrıya telbiye getirerek icabet etti. Bu çağrı esnasında bir defa telbiye getiren bir defa haccetti. İki defa telbiye getiren iki defa haccetti. Daha fazla telbiye getiren de getirdiği kadarıyla haccetti. "

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İnsanları hacca çağır..."âyetini açıklarken şöyle demiştir: Hazret-i İbrâhim bir taşın üzerine çıkıp: "Ey insanlar! Hac üzerinize farz kılındı!" diye seslendi. Bu çağrıyı da erkeklerin sulbü ile kadınların rahminde olanlara bile ulaştırdı. Yüce Allah'ın ezeli ilminde iman edip haccedecek olanların tümü bu çağrıya: "Lebbeyk Allahumme Lebbeyk!" diyerek icabet etti.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "İnsanları hacca çağır..."âyetini açıklarken: "Bu çağrı erkek kadın her bir kişinin kalbine ulaştı" demiştir.

İbn Cerîr, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Hazret-i İbrâhim, Kâbe'yi inşa edip bitirdiği zaman Yüce Allah kendisine vahyederek haccın ilanını yapmasını emretti. Bunun üzerine İbrâhim: "Ey insanlar! Rabbiniz kendine bir ev edindi ve sizin de onu haccetmenizi emretti" diye seslendi. Bu çağrıyı işiten insan, cin, ağaç, tepe, toprak, dağ, su ne varsa: "Lebbeyk Allahummme Lebbeyk!" diyerek buna çağrıya icabet ettiler.

Ebu'ş-Şeyh, el-Ezân'da Abdullah b. Zübeyr'den bildirir: "Ezan (namaz çağrısı), Hazret-i İbrâhim'in, "İnsanları hacca çağır..." buyruğunda da ifade ediliği gibi hac için yaptığı çağrıdan alınmıştır. Hac için yapılan bu çağrıyı Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz için de kullanmıştır."

İbn Ebî Hâtim, Ubeyd b. Umeyr'den bildirir: Hazret-i İbrâhim insanları Allah'a (hacca) davet etme emrini aldığı zaman doğu tarafına dönüp bu çağrıyı yaptı. Sonra batı tarafına dönüp bu çağrıyı yaptı. Sonra Şam tarafına dönüp bu çağrıyı yaptı. Daha sonra Yemen tarafına dönüp aynı çağrıyı yaptı. Bu çağrılarına da: "Lebbeyk! Lebbeyk!" şeklinde icabet edildi.

İbn Ebî Hâtim, Ali b. Ebî Talha'dan bildirir: Yüce Allah, Hazret-iİbrâhim'e insanları hacca çağırmasını emretti. Bunun üzerine İbrâhim bir taşın üzerine çıkıp: "Ey insanlar! Yüce Allah sizlere haccı emrediyor" diye seslendi. Bu çağrı üzerine o günü doğmuş olan, henüz erkeklerin sulbünde ve kadınların rahminde bulunan, denizlerde olan ne varsa: "Lebbeyk Allahummme Lebbeyk!" diyerek bu çağrıya icabet ettiler.

Abd b. Humeyd, Mücâhid'den bildirir: Yüce Allah, Hazret-iİbrâhim'e: "İnsanları hacca çağır..." buyurunca, İbrâhim: "Nasıl bir çağrı yapayım?" diye sordu. Yüce Allah: "Ey insanlar! Rabbinizin çağrısına icabet edin, diye seslen" buyurdu. İbrâhim bu çağrıyı üç defa yapınca insanlar buna: "Lebbeyk Allahumme Lebbeyk! Rabbena! Lebbeyk Lebbeyk! Allahumme Rabbena Lebbeyk!" şeklinde icabet ettiler. O günü İbrâhim'in çağrısına icabet eden herkes haccetti.

Abd b. Humeyd, Mücâhid'den bildirir: İbrâhim ile İsmail, Kâbe'nin yapımını bitirdikten sonra İbrâhim'e hac için çağrı yapması emredildi. Bunun üzerine İbrâhim, Safâ tepesine çıktı ve: "Ey insanlar! Rabbinizin çağrısına icabet edin!" diye seslendi ki doğu ile batı arasında bulunan herkes bu çağrısını işitti. Henüz babalarının sulbünde bulunanlar dahi: "Lebbeyk!" diyerek bu çağrıya icabet ettiler. Bu gün haccedenler o gün henüz babalarının sulbünde iken İbrâhim'in bu çağrısına icabet edenlerdir.

İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: Hazret-iİbrâhim: "Ey insanlar! Rabbinizin çağrısına icabet edin!" diye seslenince yeryüzünde kuru yaş ne kadar şey varsa bu çağrıya icabet etti.

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Mücâhid'den bildirir: Hazret-iİbrâhîm'e insanlara hac için çağrı yapması emredilince Makâm'da durdu ve doğu ile batıda bulunanların hepsinin duyacağı bir sesle: "Ey insanlar! Rabbinizin çağrısına icabet edin!" diye seslendi.

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Mücâhid'den bildirir: Yüce Allah'ın hac için çağrı yapma emri karşısında İbrâhim: "Nasıl bir çağrıda bulunayım?" diye sorunca, Yüce Allah: "Ey insanlar! Rabbinizin çağrısına icabet edin, şeklinde seslen" buyurdu. İbrâhim bu şekilde seslenince Yüce Allah'ın yarattığı dağ, ağaç itaat eden ne varsa: "Lebbeyk Allahumme Lebbeyk!" şeklinde cevap verdiler. Daha sonraları telbiye de bu şekilde yapılır oldu.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: Hazret-iİbrâhim hac için çağrı yapmak üzere Makâm'da durunca en yüce dağdan daha yüksekte olacak şekilde Makâm yükseldi. Orada İbrâhim hac için çağrısını yaptı ve yedi denizin altındakilere bile sesini duyurdu. Onu işitenler de: "Lebbeyk! İtaat ettik! Lebbeyk! İcabet ettik!" demeye başladılar. O günden sonra kıyamet gününe kadar haccedecek olanlar işte o günde telbiye ile bu davete icabet edenlerdir.

Abd b. Humeyd, Mücâhid'den bildirir: Hazret-iİbrâhim'e: "Hac için insanları çağır" denilince: "Rabbim! Ne diyeceğim?" diye sordu. Kendisine: "Lebbeyk Allahumme Lebbeyk, de" denildi. Bu şekilde ilk telbiye eden İbrâhim olmuştur.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, İkrime'den bildirir: Hazret-iİbrâhim'e hac için çağrı yapması emredilince Makâm'da durup: "Rabbiniz kendine bir ev edindi ve onu haccetmenizi emretti!" diye seslendi ki yeryüzünde bulunanların tümü bu çağrısını işitti. Yüce Allah da İbrâhîm'in üzerine çıkıp bu çağrıyı yaptığı kayada onun ayak izini bıraktı.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Atâ'dan bildirir: Hazret-iİbrâhim, Safâ tepesine çıktı ve: "Ey insanlar! Rabbinizin çağrısını icabet edin!" diye seslendi. Bu çağrısında sesini o günü erkeklerin sulbünde canlı olan herkese işittirdi.

Abd b. Humeyd, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: "İbrâhim hac için yaptığı çağrıya bütün insanlar, cinler, ağaçlar ve taşlar icabet etti."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-iİbrâhim'e hac için insanlara çağrı yapması emri verildiğinde dağlar onun önünde alçaldı, yerler ise yükseldi. Bunun üzerine İbrâhim durup: "Ey insanlar! Rabbinizin davetine icabet edin!" diye seslendi.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-iİbrâhim, Ebû Kubeys dağına çıktı ve: "Allahu Ekber! Allahu Ekber! Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve İbrâhim, Allah'ın Resûlüdür! Ey insanlar! Yüce Allah hac için insanlara çağrı yapmamı emretti. Ey insanlar! Rabbinizin bu davetine icabet edin!" diye seslendi. Bu çağrı üzerine, Yüce Allah'ın kıyamet gününe kadar hac için kendisinden söz aldığı herkes icabet etti.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İnsanları hacca çağır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Burada insanlardan kasıt kıble ehlidir. Yüce Allah'ın: "Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi, elbette Mekke'de, âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan Kâbe'dir. Orada apaçık deliller vardır, İbrâhîm'in makamı vardır; kim oraya girerse, güvenlik içinde olur..." buyurduğunu işitmez misin? Burada 'oraya girenler'den kasıt kendilerine hac için çağrı yapılan ve haccın üzerlerine farz kılındığı insanlardır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Yaya olarak ve develer üzerinde binerek uzak yerlerden sana gelsinler" şeklinde açıklamıştır.

Hatîb Târih'de Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirir: İbn Abbâs'ın şöyle dediğini işittim: "Yaya olarak hacca gitmediğime üzüldüğüm kadar başka bir şeye üzülmüş değilim. Zira Yüce Allah: "...Yürüyerek... sana gelsinler" buyurur." Muhammed der ki: "İbn Abbâs bu âyeti: (.....) lafzıyla okurdu.

İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhaki, İbn Abbâs'tan bildirir: "Bu ihtiyar yaşıma gelene kadar yaya olarak hacca gitmediğime üzüldüğüm kadar başka bir şeye üzülmüş değilim. Oysa Yüce Allah: "...Yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollardan sana gelsinler" buyurmuş ve yürümeyi binmekten önce zikretmiştir.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr, Mücâhid'den bildirir: "Hazret-i İbrâhim ile Hazret-i İsmail yürüyerek haccetmişlerdir."

İbn Huzeyme, Hâkim ve Beyhaki, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hac için Mekke'ye yürüyerek giden ve yine yürüyerek dönen kişiye Yüce Allah her bir adımında Harem iyiliklerinden yediyüz iyilik sevabı yazar" buyurduğunu işittim. Ona: "Harem iyilikleri de ne oluyor?" diye sorulunca: "Harem'in her bir iyiliği yüz bin iyilik değerindedir" buyurdu.

İbn Sa'd, İbn Merdûye ve Diyâ el-Muhtâre'de İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hacca binek ile giden kişiye bineğinin her bir adımında yetmiş iyilik sevabı, yürüyerek giden kişiye ise her bir adımında Harem iyiliklerinden yediyüz iyilik sevabı yazılır" buyurduğunu işittim. Ona: "Harem iyilikleri de ne oluyor?" diye sorulunca: "Harem'in her bir iyiliği yüz bin iyilik değerindedir" buyurdu.

Beyhakî'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Melekler hacca binekli gidenlerin ellerini sıkarak, yürüyerek gidenleri ise kendilerine sarılarak karşılar" buyurmuştur.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Yaya olarak ve develer üzerinde binerek uzak yerlerden sana gelsinler" şeklinde açıklamıştır.

Abdurrezzâk ve İbn Cerîr, Mücâhid'den bildirir: Önceleri hacca giderken yanlarında azık olarak bir şey almazlardı. Bunun üzerine Yüce Allah: "...Kendinize azık edinin..." âyetini indirdi. Yine önceleri hacca giderlerken binek kullanmazlardı. Bu konuda da Yüce Allah: "...Yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollardan sana gelsinler" âyetini indirdi. Bu şekilde azık edinmelerini emrederken hacca gidişte yaya veya binekli olma konusunda onları muhayyer bıraktı.

Tastî'nin Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesinin anlamını sorunca, İbn Abbâs: "Uzak yol, anlamındadır" dedi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Şairin:

"Ailelerinden geçip uzak yolları açtılar

Kanatlı ordularla birlikte" dediğini işitmez misin?"

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Bundan kasıt yaya ile binekli olarak gelmedir" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "Uzun yol alıp yorgun düşmüş binek, anlamındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: "Uzak yollardan" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd, Dahhâk'tan bu yorumun aynısını zikreder.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: (.....) âyetini:

"Uzak yerlerden" şeklinde açıklamıştır.

Abdurrezzâk ve İbn Cerîr, Katâde'den bunun aynısını zikreder.

Abdurrezzâk Musannef te Ubeyd b. Umeyr'den bildirir: Ömer b. el-Hattâb binekler üzerinde Kâbe'ye doğru yol alan bir kafile ile karşılaşınca: "Siz kimsiniz?" diye sordu. İçlerinden yaşça en genç olanı: "Allah'ın Müslüman kullarıyız" karşılığını verdi. Ömer: "Nereden geliyorsunuz?" diye sorunca, genç: "Uzak bir yoldan geliyoruz" karşılığını verdi. Ömer: "Nereye gidiyorsunuz?" diye sorunca, genç: "Beytu'l-Atîk'e (Kabe'ye) gidiyoruz" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ömer, kendi kendine: "Allah'a andolsun ki bu genç emir olmayı hakkediyor" dedi ve onlara: "Emiriniz kim?" diye sordu. Genç içlerinden yaşlı bir adamı gösterince, Ömer o genci kastederek: "Hayır! Emirleri sensin!" dedi.

28

"Gelsinler ki kendilerine ait birtakım menfaatlere şahit olsunlar ve Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar özerine belli günlerde Allah'ın adını ansınlar. Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kendilerine ait birtakım menfaatlere şahit olsunlar..." âyetini açıklarken: "Menfaatlerden kasıt o zamanlar ticaret yaptıkları çarşı ve pazarlardır. Yüce Allah'ın burada zikrettiği menfaatler dünya menfaatleridir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kendilerine ait birtakım menfaatlere şahit olsunlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Menfaatlerden kasıt, dünya ve âhiretteki menfaatlerdir. Ahiretteki menfaatler Allah'ın rızasıdır. Dünyadaki menfaatler ise hac esnasında kestikleri kurbanlıklardan elde ettikleri etler ile çarşılarda yaptıkları ticarettir."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Kendilerine ait birtakım menfaatlere şahit olsunlar..." âyetini açıklarken: "Menfaatlerden kasıt, âhiretteki sevap ile dünyadaki ticarettir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mükâtil: "...Allah'ın adını ansınlar..." âyetini açıklarken: "Kurban olarak kesecekleri hayvanların üzerine Allah'ın adını ansınlar, anlamındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Allah'ın adını ansınlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Denilirdi ki hac esnasında kurbanı keseceğin zaman: "Bismillah! Allahu Ekber! Allahım, bu senden geldi ve filan kişinin adına yine sana gidecektir" de; sonra da hem sen ye hem de Yüce Allah'ın emrettiği şekilde komşuna ve en yakınından başlamak üzere akrabalarına dağıt.

Ebû Bekr el-Mervezî el-îdeyn'Ğe ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Âyette bahsedilen belli günler, Zilhicce'nin ilk on günüdür (=eyyâmu'l-aşr)" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Âyette bahsedilen belli günler, Kurban günü ile bu günden sonraki üç gündür" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Belli günlerde..." âyetini açıklarken: "Bu günler Teşrîk günleridir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk: "...Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde Allah'ın adını ansınlar..." âyetini açıklarken: "Teşrîk günlerinde kurbanlık hayvanlar üzerine Allah'ın adını ansınlar" demiştir.'

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Ömer'den bildirir: "Belli ve sayılı günlerin tamamı dört gündür. Belli günler Kurban bayramı günü ile sonraki iki gündür. Sayılı günler de Kurban bayramı gününden sonraki üç gündür."

İbnu'l-Münzir, Hazret-i Ali'den bildirir: "Belli günler, Kurban bayramı günü ile sonraki üç gündür."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Belli günlerde..." âyetini açıklarken: "Belli günler tevriye gününün bir gün öncesi, tevriye günü ve tevriye gününden bir sonraki gün olan Arafe günüdür" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atâ ile Mücâhid: "Belli günler, Zilhicce ayının ilk on günüdür (=eyyâmu'l-aşr)" demişlerdir.

Abd b. Humeyd de Saîd b. Cübeyr ile Hasan(-ı Basrî)'den bunun aynısını zikreder.

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbrâhim'den bildirir: "Önceleri müşrikler hacda kestikleri kurbanların etinden yemezlerdi. Sonradan: "...Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin" âyeti nazil oldu. Bu âyetle Müslümanlara, kestikleri kurbanların etinden yeme konusunda ruhsat verildi. Dileyen yiyebilir, dileyen de yemez.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre Mücâhid: "...Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Âyet Müslümana, kestiği kurbanın etine yönelik bir ruhsat vermiştir. Dilerse yer, dilerse de yemez. Hükmü "...İhramdan çıktığınızda avlanın...'" âyetindeki hüküm gibidir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atâ: "Kişi dilerse kestiği kurbanın etinden yer dilerse yemez" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atâ: "...Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin" âyetini açıklarken: "Kurban kestiğiniz zaman kendiniz yiyin ve başkalarına da yedirin. Yanında fazla et tutmayın" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih el-Hanefî: "...Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin" âyetini açıklarken: "Kurban etleri hakkındadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Artık onlardan siz de yiyin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: İbn Mes'ûd, kurbanlığını kendisiyle birlikte Mekke'ye göndereceği kişiye: "Üçte birini sen ye, üçte birini sadaka olarak dağıt, kalan üçte birini de Utbe'nin ailesine hediye olarak ver" derdi.

İbn Ebî Hâtim, Câbir b. Abdillah'tan bildirir: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) altmış altı, Hazret-iAli de otuz dört tane deveyi kurban olarak kesti. Daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kurban edilen her bir deveden bir parçanın alınmasını söyledi. Alınan bu parçalar bir tencerede toplanıp pişirildi. Piştikten sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ali bu etten yiyip suyundan içtiler." Ravi Süfyân der ki: "Bunu yapmalarının sebebi Yüce Allah'ın: "...Artık onlardan siz de yiyin..." buyurmasıdır."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Müzmin hastalığı olana yedirin, anlamındadır" demiştir.

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyetinin anlamı nedir?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Bâis, fakirlikten dolayı yiyecek bir şeyi olmayan yoksul kişidir" dedi. Nâfi': "Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Tarafe'nin:

"Yanlarına sefalet içindeki yoksul da, misafir de gelir

Hemen yan taraflarında bulunan komşu da " dediğini işitmez misin?"

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime ile Mücâhid: "Bâis, el açıp insanlardan dilenen kişidir" demişlerdir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İkrime'den bildirir: "Bâis, sıkıntıda olan ve muhtaç durumda bulunan kişidir. Fakîr ise maddi durumu zayıf olan kişidir."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "İkisi de aynı anlamdadır" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "Hem fakir, hem de müzmin hastalığı olan kişidir" demiştir.

29

"Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve Beyt i Atik'i (Kâbe'yi) tavaf etsinler."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Ömer: "Tefes (.....), hacda yapılması gereken bütün vazifelerdir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Haccın bütün vaziflerini yerine getirmek anlamındadır" demiştir.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: "Tefes (.....), başı traş etme, sakalları kısaltma, koltuk altları ile kasıkları traş ederek temizleme, Arafat'ta vakfe yapma, Safâ ile Merve arasında sa'yetme, cemreleri atma, tırnaklar ile bıyıkları kesip temizleme ve kurban kesmedir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Tefes, ihramdan çıktıktan sonra başı tıraş etme, giysi giyme, tırnakları kesme gibi şeylerdir. Adakları yerine getirmeden kasıt ise kurbanlık olarak adanan hayvanların kesilmesidir."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Tefes ifadesinden kasıt, hac esnasında haram olan her şeydir. Yerine getirilmesi istenen adak ise haçtır."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Tefes, başı traş etme, koltuk altları ile kasıkları traş ederek temizleme, bıyık ile tırnakları kesme, şeytanları taşlama ve sakalları kısaltmadır. Yerine getirilmesi istenen adak; hac, kurban ve kişinin hacda iken adadığı diğer şeylerdir."

İbn Ebî Şeybe, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirir: "Tefes, kasıkları ve koltuk atlarını kesip temizleme, bıyıkları kısaltma ve tırnakları kesmedir."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim: "...Adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i Atik'i (Kâbe'yi) tavaf etsinler" âyetini: (.....) lafzıyla okumuştur.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Tavaf etsinler" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt, Kurban bayramı günü yapılması vacip olan tavaftır" demiştir.

Saîd b. Mansûr ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Dahhâk: "...Tavaf etsinler" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt, ziyaret tavafıdır" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Tavaf etsinler" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt, Kâbe'yi ziyaret etmektir" demiştir. İbn Cerîr'in lafzı ise: "Bundan kasıt, Kurban bayramı günü yapılan ziyaret tavafıdır" şeklindedir.

Buhârî Târih'de, Tirmizî, İbn Cerîr, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de Abdullah b. ez-Zübeyr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah'ın Kâbe'yi 'Beytu'l-Atîk (=korunmuş ev)' diye adlandırmasının sebebi orayı zorbalara karşı korumuş olmasından dolayıdır. Bundan dolayıdır ki hiçbir zorba oraya hakim olamamıştır."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Beytu'l- Atîk (=korunmuş ev) zorbalardan korunmuştur" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: "Kâbe'nin 'Beytu'l-Atîk (korunmuş ev)' diye adlandırmasının sebebi, onun zorbalardan korunmuş olmasından dolayıdır. Bundan dolayıdır ki hiçbir zorba orada hak iddia edemez." Başka bir lafızda: "Yeryüzünde Kâbe'nin kendisinin olduğunu söyleyen hiçbir zorba yoktur" şeklindedir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: "Kâbe'ye 'Beytu'l- Atîk (=korunmuş ev)' denmesinin sebebi, oraya kötülüğe kasteden herkesin helak olmasından dolayıdır."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: "Kâbe'ye 'Beytu'l-Atîk (=korunmuş ev)' denmesinin sebebi Nûh tufanı sırasında su altında kalmaktan korunmasıdır."

İbn Ebî Hâtim, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: "Kâbe'ye 'Beytu'l-Atîk (=eski ev)' denmesinin sebebi, yeryüzünde yapılan ilk ev olmasından dolayıdır."

İbn Merdûye'nin Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kabe'yi tavaf etmek sığınak kılınmıştır. Zira Yüce Allah, Âdem'i yarattığında İblis'in ona secde etmesini emretmiş, ancak iblis bu emre karşı gelince Rahmân olan Allah ona öfkelenmişti. Melekler de Yüce Allah'ın öfkesi dinene kadar Kâbe'ye sığınmışlardı."

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: "...Beyt-i Atîk'i (Kâbe'yi) tavaf etsinler" âyeti nazil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tavafını Hicr'in arkasından yaptı."

Süfyân b. Uyeyne, Taberânî, Hâkim ve Beyhaki, İbn Abbâs'tan bildirir: Hicr de Kâbe'den bir parçadır. Zira Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tavafını Hicr'in arkasından yapmıştır. Yüce Allah da: "...Beyt-i Atik'i (Kâbe'yi) tavaf etsinler" buyurmuştur.

İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: "Veda tavafı vaciptir. Zira Yüce Allah: "...Beyt-i Atik'i (Kâbe'yi) tavaf etsinler" buyurmuştur."

İbn Ebî Hâtim, Ebû Hamza'dan bildirir: İbn Abbâs bana şöyle dedi: "Hac Sûresi'ni okumuyor musun? Yüce Allah orada: "...Beyt-i Atik'i (Kâbe'yi) tavaf etsinler" buyurur. Bundan dolayıdır ki hacda farzların sonuncusu Kâbe'yi tavaf etmektir."

Hâkim, İbn Abbâs'tan bildirir: "Öncekleri Mina'dan ayrılıp haccı bitirirlerdi. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) en sonunda Kâbe'yi tavaf etmelerini söylemiş, hayızlı kadınlara da bu konuda ruhsat tanımıştır."

Beyhakî Şuabu'l-îman'da Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: "Tekbîr ve tehlîl dışında başka bir şey konuşmadan yedi şavt ile Kâbe'yi tavaf eden kişi bir köleyi azat etmiş gibi sevap alır."

İbn Ebî Şeybe, Abdullah b. Ömer'den bildirir: "Kâbe'yi yedi şavt ile tavaf ettikten sonra iki rekat da namaz kılan kişi anasından yeni doğmuş gibi günahsız olur."

İbn Ebî Şeybe, Abdullah b. Amr'dan bildirir: "Kabe'yi tavaf eden kişi bir köle azat etmiş gibi sevap alır."

İbn Ebî Şeybe, Hâkim ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kabe'yi yedi şavt ile güzelce tavaf eden kişiye Yüce Allah her adımında bir iyilik sevabı yazar, bir kötülüğünü de siler. Derecesi bir derece yükseltilirken bir köle azat etmiş gibi sevap alır. "

İbn Adiy ile Beyhaki, Ebû İkâl'den bildirir: Enes'le birlikte yağmur altında tavaf yaptım. Enes bize şöyle dedi: "Amelinize devam edin ve bilin ki günahlarınız bağışlanmıştır! Ben de böylesi bir havada Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) İle birlikte tavaf ettim. O zaman Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem) de bize: "Amelinize devam edin ve bilin ki günahlarınız bağışlanmıştır" buyurmuştu."

İbn Ebî Şeybe ve Beyhaki, Muhammed b. el-Münkedir'den, o da babasından naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Boş şeyler konuşmadan Kâbe'nin etrafında yedi defa dönen kişi, bir köleyi azat etmiş gibi olur."

İbn Ebî Şeybe, İbn Abbâs'tan bildirir: "Kâbe'yi elli şavt ile tavaf eden kişi, anasından yeni doğmuş gibi günahsız olur."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, Dârimî, İbn Huzeyme, Tahâvî, Ebû Ya'lâ, İbn Hibbân, Dârakutnî, Taberânî, Beyhakî ve Hâkim'in Cübeyr b. Mut'im'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ey Abdimenâf oğulları! Gece veya gündüz hangi vakitte olursa olsun Kâbe'yi tavaf edip namaz kılacak olanlara engel olmayın!"

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ, ikindiden sonra Kâbe'yi tavaf etti ve iki rekat namaz kıldı. Neden öyle yaptığı kendisine sorulunca da: "Zira bu bölge, diğer yerler gibi değildir" dedi.

Hâkim, İbn Ömer'den bildirir: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Kâbe'yi tavaf ettiği zaman herşavtta Haceru'l-Esved ile Rükn'ü selamlardı."

Hâkim, İbn Abbâs'tan bildirir: Ömer b. el-Hattâb'ın, Haceru'l-Esved'i öpüp alnını üzerine koyduğunu gördüm. Sonra da: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) de böyle yaptığını gördüm" dedi.

Hâkim, İbn Abbâs'tan bildirir: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Rüknü'l- Yemâni'yi öpüp yanağını üzerine koydu."

Hâkim, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: İbn Abbâs şöyle derdi: Şu hadisi iyice aklınızda tutun! Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) iki Rükn arasında ellerini kaldırır ve:

"Rabbim! Beni, verdiğin rızıklara karşı kanaatkâr kıl! Bu rızıkları bana bereketli kıl ve ondan gidenin yerine daha hayırlısını ver" diye dua ederdi.

Tirmizî ve Hâkim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kâbe'yi tavaf etmek, namaz kılmak gibidir. Sadece bunu yaparken konuşmanıza izin verilmiştir. Onun için tavaf esnasında konuşacak olan kişi hayırdan başka bir şey konuşmasın. "

Hâkim, İbn Abbâs'tan bildirir: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) tavaf esnasında su içti."

İbn Ebi'd-Dünya ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Abdula'lâ et-Teymî'den bildirir: Hazret-i Hatice: " Resûlallah! Kâbe'yi tavaf ederken ne diyeyim?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Şöyle de: Allahım! Hatayla ve kasıtlı bir şekilde işlediğim günahlarımı, işlerimde aşın gitmelerimi bağışla! Zira beni bağışlamazsan helak edersin. "

Ahmed ve Hâkim, İbn Cüreyc'den bildirir: Atâ'ya: "İbn Abbâs'ın Kâbe'yi tavafın emredildiğini, ancak içine girmenin emredilmediğini söylerken işittin mi?" diye sorduğumda şu karşılığı verdi: "İbn Abbâs içine girmekten bizi alıkoymazdı. Ancak Usâme b. Zeyd'den naklen şöyle dediğini işittim: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Kâbe'nin içine girdi. Dışarı çıktıktan sonra da Kâbe'ye doğru dönüp iki rekat namaz kıldı. Daha sonra: «Kıble budur!» buyurdu."

Hâkim, Hazret-i Âişe'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) mutlu ve neşeli bir şekilde yanımdan çıktı, ancak üzgün bir şekilde geri döndü. Ona: " Resûlallah! Yanımdan çıktığında şöyle şöyleydin, ne oldu?" diye sorduğumda şöyle buyurdu: "Kâbe'nin için girdim, ancak keşke girmeseydim. Zira benden sonra gelen ümmetime (aynısını yaparlar diye) bu konuda sıkıntı vermiş olmaktan endişe ediyorum."

Hâkim'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe şöyle derdi: "Müslüman kişinin durumuna hayret ediyorum. Zira Kâbe'nin içine girdiği zaman başını kaldırıp tavana bakar, Allah'a saygı ve tazim için bu âdetini bırakmaz. Oysa Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kâbe'ye gidiği zaman geri çıkana kadar gözlerini secde yerinden ayırmazdı."

30

'İşte böyle. Kim Allah'ın hürmet edilmesini istediği şeylere saygı gösterirse, bu Rabbinin katında kendi iyiliğinedir. Sîze okunanlar dışında kalan hayvanlar, size helal kılındı. O halde pis putlardan sakının; yalan sözden kaçının. Allah için, ona şirk koşmayan hanîfler olun. Kim Allah'a ortak koşarsa, sanki gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgâr onu uzak bir yere sürüklüyor gibidir."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Kim Allah'ın hürmet edilmesini istediği şeylere saygı gösterirse..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Hürmet edilmesi istenen şeylerden kasıt; Mekke, hac, umre ve Allah'ın haram kıldığı her türlü masiyettir."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atâ ile İkrime: "Kim Allah'ın hürmet edilmesini istediği şeylere saygı gösterirse..." âyetini açıklarken: "Hürmet edilmesi istenen şeylerden kasıt, Allah'a masiyet olan her türlü şeydir" demişlerdir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Kim Allah'ın hürmet edilmesini istediği şeylere saygı gösterirse..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Hürmet edilmesi istenen şeylerden kasıt; Meş'ari'l-Haram, Beytu'l-Harâm, Mescid-i Harâm ve Haram beldedir."

İbn Ebî Şeybe, İbn Mâce ve İbn Ebî Hâtim'nin Ayyâş b. Ebî Rabîa el- Mahzûmî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bu ümmet, kendisine hürmet edilmesi istenen şeye (Mekke'ye) gereken saygıyı gösterip yücelttikleri müddetçe hayırdadır demektir. Ancak bu saygı ve hürmeti heba ettikleri zaman helak olurlar."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Pis putlardan sakının; yalan sözden kaçının" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Putlara tapmak suretiyle şeytana itaat etmekten sakının! Allah adına iftiralar atıp onu yalanlamaktan da kaçının!"

Ahmed, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye, Eymen b. Hureym'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) verdiği bir hutbede üç defa: "Ey insanlar! Yalan yere şahitlik Allah'a şirk koşmakla eş tutulmuştur" buyurdu ve: "...Pis putlardan sakının; yalan sözden kaçının" âyetini okudu.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Hureym b. Fâtik el-Esedî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah namazını kıldırıp bitirdikten sonra ayaktayken üç defa: "Yalan yere şahitlik Allah'a şirk koşmakla eş tutulmuştur" buyurdu ve: "...Pis putlardan sakının; yalan sözden kaçının. Allah için, ona şirk koşmayan hanifler olun..." âyetlerini okudu.

Ahmed, Buhârî, Müslim ve Tirmizî, Ebû Bekre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "En büyük günahın ne olduğunu size söyleyeyim mi?" diye sorunca, biz: "Tabi ki söyle yâ Resûlallah!" dedik. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'a şirk koşmak ve anne babaya asi olmaktır" buyurdu. Sonra oturduğu yerden doğrulup: "Bilin ki yalan söylemek de aynı şekildedir. Bilin ki yalancı şahitlik de aynı şekildedir!" buyurdu. Son sözünü o kadar çok tekrarladı ki içimizden: "Keşke artık sussa" demeye başladık.

Abdurrezzâk, Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, Taberânî, Harâitî Mekârimu'l-Ahlâk'da ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Yalan yere şahitlik, Allah'a şirk koşmakla eştir" dedi ve: "...Pis putlardan sakının; yalan sözden kaçının" âyetini okudu.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "Kavlu'z-Zûr ifadesinden kasıt yalandır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mükâtil: (.....) âyetini açıklarken: "Kavlu'z-Zûr ifadesinden kasıt sözlerle şirk koşmaktır. Zira önceleri müşrikler Kâbe'yi tavaf ederken: "Lebbeyk! Senin ortağın yoktur! Sadece bir ortağın vardır ve o da senindir. Hem ona, hem de onun sahip olduklarına sahipsin!" şeklinde telbiye getirirlerdi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Allah için, ona şirk koşmayan hanifler olun..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Allah için, ona şirk koşmayan hacılar olun. Zira cahiliye döneminde insanlar birer müşrik olarak haccederlerdi. Yüce Allah, İslam dinini gönderince Müslümanlara: «Şimdi Allah'a şirk koşmadan haccedin» buyurdu."

İbn Ebî Hâtim, Ebû Bekr es-Sıddîk'ten bildirir: Daha önceleri insanlar müşrik olarak haccederler ve "hanif hacılar" şeklinde isimlendirilirlerdi. Bu konuda da: "Allah için, ona şirk koşmayan hanifler olun..." âyeti nazil oldu.

İbn Ebî Hâtim, Ebû Bekr es-Sıddîk'in azatlısı Abdullah b. Kâsım'dan bildirir: Mudar ile diğer kabilelerden bazıları müşrik olarak haccederlerdi. Müşrik olup da haccetmeyenler ise: "Kendiniz için hanîf deyin" derlerdi. Bu konuda da Yüce Allah: "Allah için, ona şirk koşmayan hanifler olun..." âyetini indirdi ve şirk koşmadan haccetmelerini istedi.

İbnu'l-Münzir, Süddî'den bildirir: "Kur'ân'da genel anlamda geçen hanîf ifadelerinden kasıt Müslümanlardır. Müslümanlardan hanîf olanlar hakkındaki ifadelerden kasıt da hacılardır."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Allah için, ona şirk koşmayan hanifler olun..." âyetini açıklarken: "Şirk koşmayan hacılar olun, anlamındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd, Dahhâk'tan bu yorumun aynısını bildirir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Allah için, ona şirk koşmayan hanifler olun..." âyetini açıklarken: "Hanîf ifadesinden kasıt, Allah'ın yoluna tâbi olmaktır" demiştir.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Kim Allah'a ortak koşarsa, sanki gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgâr onu uzak bir yere sürüklüyor gibidir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu, Yüce Allah'ın kendisine ortak koşanların doğru yoldan ne kadar uzak olduğunu ve nasıl helak olacaklarını anlatmak için verdiği bir örnektir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini: "Uzak bir yer" şeklinde açıklamıştır.

31

Allah için hâlis müslümanlar, O’na ortak koşmıyanlar olun. Her kim Allah’a ortak koşarsa, sanki o, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgâr onu uzak bir yere düşürüyor.

32

Bkz. Ayet:33

33

"Durum öyledir. Her kim Allah'ın nişanelerine saygı gösterirse şüphesiz bu, kalplerin takvâsındandır. Bu nişanelerde sizin için belli bir süreye kadar faydalar vardır. Sonra varacakları yer Beyt i Atik'tlr."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Her kim Allah'ın nişanelerine saygı gösterirse..." âyetini açıklarken: "Nişânelerden kasıt kurbanlıklardır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Her kim Allah'ın nişanelerine saygı gösterirse..."âyetini açıklarken: "Nişaneye (kurbanlığa) saygıdan kasıt onu semiz, güzel ve iri olanından seçmektir" demiştir. "Bu nişanelerde sizin için belli bir süreye kadar faydalar vardır..." âyetini açıklarken: "Bu süre onu kurbanlık olarak belirleyinceye kadardır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Her kim Allah'ın nişanelerine saygı gösterirse..." âyetini açıklarken: "Bundan kasıt kurbanlığı iri, semiz ve güzelinden seçmektir" demiştir. "Bu nişanelerde sizin için belli bir süreye kadar faydalar vardır. Sonra varacakları yer Beyt-i Atik'tir" âyetini açıklarken de şöyle demiştir: "Kurbanlık olarak belirleninceye kadar ona binebilir, sütünden, kılından, tüyünden ve yününden faydalanabilirsiniz. Ancak kurbanlık olarak belirlendiği zaman artık bu tür faydalanmalar biter ve kesilmek üzere Kâbe'ye doğru gönderilir."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'f-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk ile Atâ şöyle demişlerdir: "Âyette zikredilen faydalardan kasıt; ihtiyaç duyulduğunda kurbanın üzerine binme, kılından ve sütünden faydalanmadır. Zikredilen belirli süreden kasıt da kurbanlık seçilerek işaretlenmesidir. İşaretlendikten sonra, "...Sonra varacakları yer Beyt-i Atik'tir" buyruğunda da zikredildiği gibi Kurban gününde Minâ'da kesilmek üzere gönderilir."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: "...Sonra varacakları yer Beyt-i Atik'tir" âyetini açıklarken: "Kurbanlık Harem bölgesine girdiği zaman varacağı yere varmış olur" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ebî Mûsa: "Durum öyledir. Her kim Allah'ın nişanelerine saygı gösterirse şüphesiz bu, kalplerin takvâsındandır. Bu nişanelerde sizin için belli bir süreye kadar faydalar vardır. Sonra varacakları yer Beyt-i Atik'tir" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: "Arafat'ta vakfe, Müzdelife'de vakfe, kurbanlıklar, şeytanları taşlama, hacda saçları tıraş etme gibi şeylerin tümü Allah'ın nişanelerindendir. Kişinin bunlara gereken saygı ve özeni göstermesi kalbinin takvalı olduğunu gösterir. Birini bitirip diğerine geçene kadar da her bir nişanede sizler için bazı faydalar vardır. Bu nişanaler ile vazifeler de en son Kâbe'yi tavaf etmekle nihayet bulur."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Atâ'ya Allah'ın nişanelerinin ne olduğu sorulunca şöyle demiştir: "Yüce Allah'ın hürmet edilmesini istediği şeyler, Allah'ın öfkesine sebep olacak şeylerden uzak durma ve ona itaat ederek yolundan gitme gibi şeyler hep Allah'ın nişanelerinden olan şeylerdir.'"

34

"Her ümmet için bir mensek kıldık ki Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar. İşte sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. Şu hâlde yalnız O'na teslim olun. Alçak gönüllüleri müjdele!"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Her ümmet için bir mensek kıldık..." âyetini açıklarken: "Mensek'den kasıt bayramdır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Her ümmet için bir mensek kıldık..."âyetini açıklarken: "Mensefc'den kasıt kan akıtmak (kurban)dır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "Her ümmet için bir mensek kıldık..." âyetini açıklarken: "Mensek'den kasıt kurban kesmektir" demiştir.

Ebû Dâvud, Nesâî ve Hâkim, Abdullah b. Amr'dan bildirir: Adamın biri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) adama: "Kurban bayramını kutlamakla emredildim" buyurdu. Adam: "Kurbanlık olarak sadece kendisinden faydalanmak üzere bana verilen bir hayvandan başka bir şey bulamasam onu keseyim mi?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hayır! Sen tırnaklarını kes, bıyıklarını kısalt ve avret yerlerini kesip temizle. Yüce Allah katında senin kurbanın sadece bu kadardır" buyurdu.'

Hâkim, Ebû Hureyre'den bildirir: Cebrâil inince Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: "Bayramımızı nasıl buldun?" diye sordu. Cebrâil şu karşılığı verdi: "Gök ahalisi sizin bu bayramınızla övündü. Bil ki ey Muhammed! Kurbanlık olarak genç bir keçi yaşlı bir keçiden daha iyidir. Kurbanlık olarak genç bir sığır yaşlı bir sığırdan daha iyidir. Kurbanlık olarak genç bir deve yaşlı bir deveden daha iyidir. Şayet genç bir hayvandan daha hayırlısı olsaydı Yüce Allah kurbanlık olarak İbrâhîm'e onu verirdi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem: "Her ümmet için bir mensek kıldık..." âyetini açıklarken: "Mensek'den kasıt Mekke'dir. Yüce Allah, Mekke'den başka bir mensek (kurban yeri) kılmış değildir" demiştir.

Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim, Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kurban gününde bayram namazını kıldırdı. Namaz ile hutbeyi bitirdikten sonra bir koç getirtti ve kendi eliyle onu kesip kurban etti. Keserken: "Bismillahi Vallahu Ekber! Allahım! Bu kurban benim ve ümmetimdem kurban kesmeyenler içindir" buyurdu.

Ahmed, Ebû Dâvud, İbn Mâce, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Câbir'den bildirir: Bir bayram gününde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) iki koç kurban etti. Kurban etmek üzere onları kıbleye çevirdiğinde de: "Yönümü, gönülden, gökleri ve yeri yaratana çevirdim ki ben müşriklerden değilim. Namazım, ibadetlerim, yaşamım ve ölümüm âlemlerin rabbi olan ve ortağı bulunmayan Allah içindir. Ben bununla emredildim ve ben buna teslim olanlardanım! Allahım! Bu kurban sendendir ve Muhammed ile ümmeti adına yine sana gitmektedir" buyurdu. Sonra Besmele ve tekbirlerle onları kesti.

İbn Ebî Hâtim, İbn Ebi'd-Dünya el-Adâhî'de ve Beyhakî'nin Şuabu'l- îman'da bildirdiğine göre Hazret-i Ali kurban keserken: "Yönümü, gönülden, gökleri ve yeri yaratana çevirdim ki ben müşriklerden değilim. Namazım, ibadetlerim, yaşamım ve ölümüm âlemlerin rabbi olan ve ortağı bulunmayan Allah içindir. Ben bununla emredildim ve ben buna teslim olanlardanım" dedi.

Ahmed, Buhârî, Müslim, Nesâîve İbn Mâce, Enes'ten bildirir: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) boynuzlu semiz iki tane koçu Besmele ve tekbirler eşliğinde kurban olarak kesti."

İbn Ebi'd-Dünya'nın bildirdiğine göre İbn Ömer kurban keseceği zaman: "Bismillahi Vallahu Ekber! Allahım! Sen verdin ve yine senin için kesiliyor. Allahım! Bunu benden kabul buyur" derdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mükâtil: "...Yalnız O'na teslim olun..."âyetini açıklarken: "Samimi bir şekilde ve ihlas içinde sadece ona yönelin, anlamındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "Mutmain olanları müjdele, anlamındadır" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünya Zemmu'l- Ğadab'da, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre Amr b. Evs: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Muhbet ifadesi, insanlara zulmetmeyen, zulme uğradıkları zaman da başkalarından yardım istemeyen kimseler anlamına gelir."

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini: "Alçak gönüllü (mütevazı) olanları müjdele" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini: "Allah'tan kalbi titreyenleri müjdele!" şeklinde açıklamıştır.

İbn Sa'd ve İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Mes'ûd, Rabîb. Haysem'i gördüğü zaman: "...Alçak gönüllüleri müjdele!" diyerek onu karşılar ve: "Ne zaman seni görsem aklıma alçak gönüllüler gelir" derdi.

35

"Onlar öyle kimseler ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer; başlarına gelene sabrederler, namaz kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak ederler"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil: "Onlar öyle kimseler ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer; başlarına gelene sabrederler, namaz kılarlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Onlar Allah'ın azabına yönelik uyarılıp korkutuldukları zaman kalpleri titrer. Başlarına gelen musibetlere sabrederler ve Yüce Allah'ın da lütfuyla namazlarını devamlı olarak kılarlar."

36

"İşte kurbanlık (deve ve sığır)ları Allah'ın sîze olan nişanelerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Bağlı halde keserken üzerlerine Allah'ın adını anın. Yan üstü düşüp ölünce onlardan yiyin, kanaat edene ve isteyene de yedirin. Şükredersiniz diye onları böylece sizin âyetiniza verdik."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) lafzıyla şeddesiz olarak okumuştur.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Abdullah b. Ömer: "Biz 'büdn (bedene)' ifadesinin ancak (kurbanlık) deve ile sığır olduğunu biliriz" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ömer: "Büdn, iri gövdeli hayvan anlamına gelir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Büdn ancak develerden olur" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Abdulkerîm'den bildirir: Atâ ile Hakem, büdn ifadesinin ne anlama geldiği konusunda ihtilaf ettiler. Atâ bunun deve ile sığır anlamına geldiğini söylerken, Hakem: "Sadece deve anlamına gelir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb: "Büdn, (kurbanlık) deve ve sığır anlamına gelir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Büdn, (kurbanlık) sığır anlamına gelir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd, Süleymân b. Yakub er-Riyâhî'den, o da babasından bildirir: Adamın biri onun adına bir bedene (deve) kesmem için bana vasiyette bulundu. Daha sonra İbn Abbâs'a geldim ve: "Adamın biri onun adına bir bedene (deve) kesmem için bana vasiyette bulundu. Onun yerine bir sığır kessem bu vasiyeti yerine getirmiş olur muyum?" diye sordum. İbn Abbâs: "Evet, olur" dedi. Sonra bana: "Vasiyette bulunan kişi kimlerden?" diye sorunca: "Riyâh oğularından" karşılığını verdim. Bunun üzerine İbn Abbâs şöyle dedi: "Riyâh oğulları ne zamandan beri deve yerine sığır edinmeye başladılar ki? O zaman önceki cevabımda yanılmışım! Zira sadece Esed ile Abdulkays oğulları bedene'yi sığır anlamında kullanırlar."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Hayvana büdn (bedene) denilmesi semizliği dolayısıyladır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbrâhim: "...Onlarda sizin için hayır vardır..." âyetini açıklarken: "Onlardan kasıt, kurban edilecek büyük baş hayvanlardır. İhtiyaç duyulduğunda bunlara binilir ve sütünden faydalanılabilinir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Onlarda sizin için hayır vardır..." âyetini açıklarken: "Bu hayvanlarda sizler için (âhirette) ecir ve (dünyada) faydalar vardır" demiştir.

Ahmed, Abd b. Humeyd, İbn Mâce, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî Şuabu'l- îman'da Zeyd b. Erkam'dan bildirir: Resûlallah! Bu kurbanlar nedir?" diye soduğumuzda: "Atanız İbrâhim'in sünnetidir" karşılığını verdi. " Resûlallah! Kestiğimiz kurbanlara karşılık bize ne vardır?" diye sorduğumuzda: "Kurban ettiğiniz hayvanın her bir kılına karşılık size bir iyilik sevabı vardır" karşılığını verdi. "Kurbanımız yünlü ise ne vardır?" diye sorduğumuzda da: "Her bir yünü için size bir iyilik sevabı vardır" buyurdu.

İbn Adiy, Dârakutnî, Taberânî ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'üa İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Gümüş para bayram gününde kurban edilmek üzere bir hayvan almadan daha güzel bir yerde harcanamaz" buyurmuştur.

Tirmizî, İbn Mâce ve Hâkim'in Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Âdemoğlu Kurban bayramı gününde Allah katında kurban kesmekten daha iyi bir amelde bulunamaz. Kestiği kurban kıyamet gününde boynuzları, tırnakları ve kıllarıyla getirilecektir. Kişinin kestiği kurbanın kanı henüz yere ulaşmadan Allah katına ulaşıp kabul görür. Bundan dolayı kurban keserek gönüllerinizi hoş tutun."

İbn Mâce, Hâkim ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kurban kesmeye imkan bulup da kurban kesmeyen kişi namazgahımıza yaklaşmasın" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim, Mâlik b. Enes'ten bildirir: Saîd b. el-Müseyyeb haccettiği zaman onunla birlikte İbn Harmele de haccetti. Saîd bir koç satın alıp kurban olarak keserken, İbn Harmele altı dinara bir deve satın alıp onu kurban etti. Saîd ona: "Bu konuda bizi örnek alsaydın ya!" deyince, İbn Harmele şu karşılığı verdi: "Yüce Allah'ın: «İşte kurbanlık (deve ve sığır)ları Allah'ın size olan nişanelerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır»buyurduğunu işittim. Ben de hayrı Yüce Allah'ın belirttiği yerden almak istedim." Saîd, İbn Harmele'nin bu cevabını çok beğendi ve başkalarına da bu dediğini anlattı.

Ebû Nuaym Hilye'de İbn Uyeyne'den bildirir: Safvân b. Süleym haccettiğinde yanında yedi dinar vardı. Bu yedi dinarla da kurbanlık aldı. Kendisine: "Yedi dinardan başka paran yok ve sen bununla kurbanlık mı alıyorsun!" denildiğinde: "Yüce Allah'ın: «...Onlarda sizin için hayır vardır...» buyurduğunu işittim" karşılığını verdi.

Kâsım b. Asbağ ve İbn Abdilber Temhîd'de bildirdiğine göre Hazret-i Âişe şöyle demiştir: "Ey insanlar! Kurban kesin ve kabulü konusunda gönlünüzü hoş tutun! Zira Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: "Kişi hayvanı kıbleye çevirip kurban ettiği zaman bu hayvanın kanı, boynuzu ve yünü kıyamet gününde terazisinde iyilik olarak yerini alır. Kurban ettiği hayvanın kanı toprağa aktığı zaman bu kan, karşılığı kıyamet gününde sahibine verilmek üzere Yüce Allah'ın gözetiminde saklanır." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine: "Az amel edin karşılığını fazlasıyla alın!" buyurmuştur.

Ahmed, Ebu'l-Eşedd es-Sülemî'den, o babasından, o da dedesinden bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "En iyi kurbanlık, en pahalı ve semiz olan kurbanlıktır" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Tâvus'tan bildirir: "Akrabalık bağını gözetmek amacıyla ihtiyacı olan bir yakına yapılan harcamadan sonra Kurban gününde kesilmek üzere bir hayvan almak için yapılan harcamadan daha büyük sevabı olan bir harcama yoktur."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid: "...Onlarda sizin için hayır vardır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kişi kurban olarak keseceği hayvanın sütüne ihtiyacı olursa sütünden içer. Üzerine binme ihtiyacı olduğu zaman biner. Yününe ihtiyacı olursa da yününü kullanır."

İbn Ebî Şeybe, İkrime'den bildirir: Adamın biri İbn Abbâs'a: "Kişi kurban edeceği hayvana binebilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Ona fazla ağırlık vermeden binebilir" dedi. Adam: "Sütünü sağıp içebilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Aşırı olmamak kaydıyla sütünden faydalanabilir" dedi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hazret-iAli: "Kişi kurbanlığına aşırıya kaçmadan binebilir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Hibbân'ın Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Başka bir binek bulana kadar kurbanlık hayvanınıza aşırıya kaçmadan binin" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Atâ'dan bildirir: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ihtiyaç duymamız halinde kurbanlık develerimize binmemize ruhsat verdi."

Mâlik, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî, Ebû Hureyre'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) adamın birinin kurbanlık devesini sürdüğünü görünce ona: "Üzerine bin" buyurdu. Adam: "Ama deve kurbanlık" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yazık sana! Üzerine bin!" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe, Enes'ten bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) adamın birinin kurbanlık devesini sürdüğünü görünce ona: "Üzerine bin" buyurdu. Adam: "Ama deve kurbanlık" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

"Kurbanlık olsa da bin!" karşılığını verdi.

Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünya el-Adâhî'de, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî Sünen'de Ebû Zabyân'dan bildirir: İbn Abbâs'a: "...Bağlı halde keserken üzerlerine Allah'ın adını anın..." âyetini sorduğumda şöyle dedi: "Kurbanlık deveyi (veya sığırı) keseceğin zaman bağlı bir şekilde üç ayağı üzerinde ayakta durdur ve: «Bismillahi Vallahu Ekber! Allahım! Sen verdin yine sana gidiyor» de."

Firyâbî, Ebû Ubeyd, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l- Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Bağlı bir şekilde ayakta iken" şeklinde açıklamıştır.

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ömer devesini kurban ederken ön ayaklarından birini bağlayıp ayakta durdurdu ve: "Yüce Allah'ın da buyurduğu gibi savvâf bir şekilde kesiyorum" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî ve Müslim'in bildirdiğine göre İbn Ömer adamın birinin kurban edeceği devesini yere yatırdığını görünce: "Onu bağla ve ayakta kes! Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) sünneti bu şekildedir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Sâbit'ten bildirir: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı kurbanlık devenin sol ön ayağını bağladıktan sonra diğer ayakları üzerinde durdurarak ayakta keserlerdi."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Ömer kurbanlık devesinin sağ ön ayağını bağlar ve öyle keserdi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre kurbanlık devenin nasıl kesileceği konusunda Hasan(-ı Basrî): "Sol ön ayağı bağlanır ve sağ ön ayağı tarafından kesilir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid kurbanlık devesini keseceği zaman onun sol ön ayağını bağlardı.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Atâ: "Kurbanlığını keseceğin zaman ön ayaklarından hangisini istersen bağlayabilirsin" demiştir.

İbnu'l-Enbârî Mesâhif de ve Diyâ Muhtâre'de bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuştur.

İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini: "Bağlı ve üç ayak üzerinde dururken" şeklinde açıklamıştır.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Enbârî, Katâde'den bildirir: Abdullah b. Mes'ûd bu âyeti, 'Bağlı bir şekilde ayakta dururken' anlamına gelecek şekilde: (.....) lafzıyla okurdu.

Ebû Ubeyd, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Meymûn b. Mihrân'dan bildirir: İbn Mes'ûd bu âyeti 'Ayakta dururken" anlamına gelecek şekilde: lafzıyla okumuştur.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti: lafzıyla okur ve şöyle derdi: "İbn Ömer'i, kurbanlık devesini keserken gördüm. Deve üç ayak üzerinde ayakta duruyordu."

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî Sünen'de Mücâhid'den bildirir: "Bu âyeti (.....) lafzıyla okuyanlara göre anlamı «Bağlı olarak» şeklindedir. (.....) lafzıyla okuyanlara göre ise anlamı: «Hayvanın önünde durmaktır» şeklindedir."

Abd b. Humeyd'in lafzı ise şöyledir: Bu âyeti (.....) lafzıyla okuyanlara göre anlamı: "Hayvanın ön ayakları bağlı bir şekilde ayakta durması" şeklindedir. (.....) lafzıyla okuyanlara göre ise anlamı "Ayakta bağlı bir şekilde durması" şeklindedir.

İbn Ebî Şeybe'nin lafzı ise şöyledir: (.....) lafzı hayvanın dört ayak üzerinde durması anlamına gelir. (.....) lafzı ise hayvanın üç ayak üzerinde durması anlamındadır."

Abdurrezzâk, Ebû Ubeyd, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbnu'l-Enbârî Mesâhifde ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti: lafzıyla okur ve şöyle derdi: "Sadece Allah'a adayarak, ona has kılarak anlamındadır. Zira önceleri müşrikler putları adına kurban keserlerdi."

Ebû Ubeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuş ve şöyle demiştir: "Şirkten uzak bir şekilde sadece Allah'a has kılarak, anlamındadır. Çünkü cahiliye döneminde müşrikler kurbanlarını keserken şirk koşarlar, putları adına da kurban keserlerdi."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Hayvan kesilip yan tarafına düştüğü zaman" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Kesildiği zaman" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini: "Kesilip yere düştüğü zaman" şeklinde açıklamıştır.

Ebû Dâvud, Nesâî, Hâkim ve Ebû Nuaym Delâil'de Abdullah b. Kurt'tan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına beş veya altı tane kurbanlık deve getirildi. Develer kesime ilk önce kendilerinden başlanması için de ona yaklaşıyorlardı. Kesilip yanlan yere düşünce de Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Dileyen bunlardan et kesip alabilir" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ömer kurbanlık devesini kestikten sonra kendi yemeden önce başkalarına yedirir ve şöyle derdi: "Yüce Allah: "...Onlardan yiyin ve yedirin...'" buyurur ki her ikisi de birdir."

İbn Ebî Şeybe, İbrâhîm(-i Nehaî)'den bildirir: "Önceleri (Sahabe ve Tâbiûn) Allah için adadıkları bir şeyden yemezlerdi. Daha sonra ise hacda kesilen kurbanlar, diğer kurbanlar ve benzeri şeylerden yemelerine ruhsat verildi."

İbn Ebî Şeybe, Hazret-i Ali'den bildirir: "Kişi adak olarak kestiği hayvanın etinden, hacda avlanmanın kefareti olarak kestiği hayvanın etinden ve yoksullara vakfettiği bir maldan yiyemez."

İbn Ebî Şeybe, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: "Kişi adak olarak kestiği hayvanın etinden, kefaret olarak ödediği bir maldan ve yoksullara vakfettiği bir şeyden yiyemez."

İbn Merdûye, Muâz'dan bildirir: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kurban etlerinden komşuya, isteyene ve iffetinden dolayı istemeyene yedirmemizi emretti."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Ömer, Minâ'da iken: "...Onlardan yiyin, kanaat edene ve isteyene de yedirin..." âyetini okudu ve yanındaki hizmetçisine: "Kanaat edenden kasıt, ona verdiğin şeyle kanaat edendir" dedi.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: (.....) ifadesi, iffetinden dolayı el açıp istemeyen kişi anlamındadır. (.....) ifadesi ise, el açıp isteyen kişi anlamındadır.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: (.....) ifadesi, kendisine verilenle kanaat eden kişi anlamındadır. (.....) ifadesi ise, dolaşıp dilenen kişi anlamındadır.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: (.....) ifadesi, evinde oturup kimselere el açmayan kişi anlamındadır."

Tastî'nin Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesinin anlamı nedir?" diye sorunca, İbn Abbâs: (.....) ifadesi, kendisine verilenle kanaat eden kişi anlamındadır. (.....) ifadesi ise, kapıları dolaşıp dilenen kişi anlamındadır" dedi. Nâfi': "Araplar bu ifadeleri bilir mi?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Şairin:

"Varlıklı olanlarda dilenenlerin hakkı vardır

Hoşgörü ve cömertlik ise kanaatkâr olanlardadır" dediğini İşitmedin mi?"

İbn Ebî Şeybe, Mücâhid'den bunun aynısını bildirir.

İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildirir: (.....) ifadesi, dilenip isteyen kişi anlamındadır. (.....) ifadesi ise, dilenmeyen ama kendisine vermen için karşına çıkan kişi anlamındadır.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) ifadesi dilenip isteyen kişi anlamındadır" dedi ve şu şiiri okudu:

"Kişi malıyla hem kendini ıslah eder

Hem de dilenenler gibi el açmayanların ihtiyaçlarını karşılar. "

İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: (.....) ifadesi, kendisine verdiğinle kanaat eden kişi anlamındadır. (.....) ifadesi ise kendisine vermen için karşına çıkan kişi anlamındadır."

İbn Ebî Şeybe'nin lafzı ise şöyledir: (.....) ifadesi ise senden direkt istemeyen, ancak kendisine vermen için karşına çıkan kişi anlamındadır."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve Beyhakî Sünen'de Mücâhid'den bildirir: (.....) ifadesi senden istemeyen, ancak elinde bulunandan yana bir beklenti içinde olan kişi anlamındadır. (.....) ifadesi ise kendisine vermen için karşına çıkan ve senden isteyen kişi anlamındadır."

Abd b. Humeyd, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: (.....) ifadesi dolaşmadan el açıp isteyen kişi anlamındadır. (.....) ifadesi ise dolaşıp el açan kişi anlamındadır."

İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: (.....) ifadesi Mekke ahalisi, (.....) ifadesi ise diğer insanlar anlamındadır."

İbn Ebî Şeybe, Mücâhid'den bu yorumun aynısını zikreder.

İbn Ebî Şeybe, Mücâhid'den bildirir: (.....) ifadesi senden isteyen, (.....) ifadesi ise istemeyen, ancak verilmesi için kurban etinin yanında dolaşan kişi anlamındadır."

Beyhakî Sünen'de Mücâhid'den bildirir: (.....) el açıp dilenen kişidir, (.....) komşun gibi kestiğin kurbandan bir şeyler vermeni bekleyen kişidir. (.....) ise istemeyen, ancak verilmesi için karşına çıkan kişidir."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Kâsım b. Ebî Bezze'ye kesilen kurban etinden ne kadar yenileceği, isteyen ve istemeyene ne kadar verileceği sorulunca: "Kestiğin kurban etini üç parçaya bölersin" karşılığını verdi. Kendisine: (.....) ifadesinden kasıt kimdir?" diye sorulunca: "Çevrende bulunan kişidir" dedi. "Peki ya o da kurban kesmişse?" diye sorulunca da şöyle demiştir: "Kesmiş olsa da yine verirsin. (.....) ise sana gelip isteyen kişidir."

37

"Onların ne etleri ve ne de kanları Allah'a ulaşacaktır. Allah'a ulaşacak olan ancak sîzîn takvanızdır. Sîze doğru yolu gösterdiğinden, Allah'ı yüceltmeniz için onları böylece sizin âyetiniza vermiştir. İyilik yapanlara müjde et."

İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Önceleri müşrikler kurban kestikleri zaman akan kanlan Kâbe'ye doğru serperlerdi. Müslümanlar da aynı şeyi yapmak isteyince Yüce Allah: "Onların ne etleri ve ne de kanları Allah'a ulaşacaktır. Allah'a ulaşacak olan ancak sizin takvanızdır. Size doğru yolu gösterdiğinden, Allah'ı yüceltmeniz için onları böylece sizin âyetiniza vermiştir. İyilik yapanlara müjde et" âyetini indirdi.

İbn Ebî Hâtim, İbn Cüreyc'den bildirir: Cahiliye insanları kurban ettikleri hayvanların kan ile etlerini Kâbe'ye doğru serperlerdi. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı: "Biz bunu yapmaya onlardan daha layığız" dediklerinde Yüce Allah: "Onların ne etleri ve ne de kanları Allah'a ulaşacaktır. Allah'a ulaşacak olan ancak sizin takvanızdır. Size doğru yolu gösterdiğinden, Allah'ı yüceltmeniz için onları böylece sizin âyetiniza vermiştir. İyilik yapanlara müjde et" âyetini indirdi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildirir: Nusb (ensâb, dikili taşlar) put değildir. Zira putların bir sureti olur ve nakışlıdır. Ensâb ise dikili taştan öte değildir ve bu taşlardan Kâbe'de üç yüz altmış tane vardı. Cahiliye insanları kurban kestikleri zaman kanlarını Kâbe'ye doğru seperlerdi. Yine bu hayvanların etlerini parçalar ve bu taşların üzerine koyarlardı. Daha sonraları Müslümanlar: " Resûlallah! Cahiliye insanları kurbanlarının kanları ile Kâbe'yi yüceltirlerdi. Biz bunu yapmaya onlardan daha layığız" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onların bu isteklerini kötü görmeyecek gibi oldu ama Yüce Allah: "Onların ne etleri ve ne de kanlan Allah'a ulaşacaktır..."âyetini indirdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mükâtil b. Hayyân: "Onların ne etleri ve ne de kanları Allah'a ulaşacaktır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kurban ettiğiniz hayvanların ne etleri, ne de kanları Yüce Allah katına çıkacak değildir. Ancak kurban kesme, kişinin Allah'a karşı olan takvasını ve itaatini gösterir. Yüce Allah katına çıkacak olan da kişinin salih amelleri ile takvasıdır."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî): "...Allah'a ulaşacak olan ancak sizin takvanızdır..." âyetini açıklarken: "Allah rızasını umarak yaptığınız şeylerdir" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: "...Allah'a ulaşacak olan ancak sizin takvanızdır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Yüce Allah burada: "Şayet bu kurbanlıklarınız helal ve temiz ise, siz de samimi iseniz amelleriniz katıma ulaşır ve onları sizden kabul ederim" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "...Size doğru yolu gösterdiğinden, Allah'ı yüceltmeniz için onları böylece sizin âyetiniza vermiştir..." âyetini açıklarken: "Doğru yolu göstermesi hac günlerinde bu hayvanlarınızı kurban etmenizi sizlere bahşetmesidir" demiştir.

Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Şuabu'l-îman'ela Hasan b. Ali'den bildirir: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bayram gününde en güzel giysilerimizi giymemizi, en güzel kokularımızı sürünmemizi ve kurbanlık olarak en semiz hayvanlarımızı kesmemizi emretti. Bir sığırda yedi, bir devede de yedi kişi ortak olup kurban kesecebileceğimizi, tekbîrlerimizi sükûnet ve vakar içinde getirmemizi söyledi. "

38

"Allah şüphesiz inananları savunur. Doğrusu Allah hainleri ve nankörleri hiç sevmez."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) lafzıyla, (med)" harfiyle ve (.....) harfini ötreli bir şekilde okumuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Allah şüphesiz inananları savunur..." âyetini açıklarken: "Yüce Allah dinine sahip çıkan, gereklerini yerine getirmeye çalışan birini heba edip savunmasız bırakacak değildir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân: "...Doğrusu Allah hainleri ve nankörleri hiç sevmez" âyetini açıklarken: "Bunlara yaklaşmaz" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: "Kur'ân'da geçen bütün (.....) ifadelerinde kastedilen kafirlerdir."

39

"Kendilerine savaş açılan müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle izin verildi. Şüphe yok ki Allah'ın onlara yardım etmeye gücü yeter."

Abdurrezzâk, Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, Bezzâr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den çıkartıldığı zaman, Ebû Bekr: "Peygamberlerini çıkardılar! İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn. Mutlaka helak olacaklardır!" dedi. Bunun üzerine: "Kendilerine savaş açılan müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle izin verildi. Şüphe yok ki Allah'ın onlara yardım etmeye gücü yeter" âyeti nazil oldu. Ebû Bekr bu âyetin nazil olmasından sonra: "Arada bir savaş olacağını biliyordum!" demiştir.

Ravi der ki: İbn Abbâs bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuş ve: "Bu âyet savaş hakkında inen ilk âyettir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî Velâil'de Mücâhid'den bildirir: Bazı müminler Mekke'den Medine'ye hicret ederken Kureyş kafirleri peşlerinden çıktılar. Yüce Allah da: "Kendilerine savaş açılan müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle izin verildi..."âyetini indirerek onlarla savaşmalarına izin verdi. Müminler de bu kafirlerle savaştılar.

İbn Ebî Hâtim, Urve b. ez-Zübeyr'den bildirir: Mekke'de Müslümanlar, İslam dininden döndürülmek için kabile ve aşiretleri tarafından baskı gördüler. Müslümanlara karşı bir araya gelip yardımlaştılar ve onları yurtlarından çıkardılar. Bunun üzerine savaş hakkındaki ilk âyet olan: "Kendilerine savaş açılan müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle izin verildi. Şüphe yok ki Allah'ın onlara yardım etmeye gücü yeter" âyeti nazil oldu. Bu âyetle Yüce Allah, Allah Resûlü'ne hicret izni verirken kafirlerle savaşma izni de verdi.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir, Zührî'den bildirir: Savaş hakkında ilk nazil olan âyet: "Kendilerine savaş açılan müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle izin verildi. Şüphe yok ki Allah'ın onlara yardım etmeye gücü yeter" âyetidir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Kendilerine savaş açılan müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle izin verildi..." âyetini açıklarken: "Müslümanların on yıl boyunca savaştan uzak durmaları istendikten sonra sonunda bu âyetle savaşmalarına izin verildi" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Kendilerine savaş açılan müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle izin verildi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile arkadaşlarına, Mekkeliler tarafından yurtlarından çıkarılıp zulme uğramaları sebebiyle savaşma izni verildi."

İbn Ebî Şeybe, Muhammed b. Sîrîn'den bildirir: Hazret-i Osman, evi muhasara altında tutulduğu zamanlarda evin üst tarafından aşağıda bulunanlara: "Bana Allah'ın Kitab'ını okuyan birini getirin" dedi. Bunun üzerine Sa'sa'a b. Sûhân'ı getirdiler. Sa'sa'a, oradakilerle bir şeyler konuştuktan sonra: "Kendilerine savaş açılan müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle izin verildi..."âyetini okudu. Bunun üzerine Hazret-i Osmân ona: "Yalan söylüyorsun! Bu âyet senin ve arkadaşların hakkında değil, benim ve arkadaşlarım hakkında nazil oldu!" dedi.

40

Bkz. Ayet:41

41

"Onlar haksız yere ve «Rabbimiz Allah'tır» dediler diye yurtlarından çıkarılmışlardır. Allah insanların bir kısmını diğeriyle savmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve İçinde Allah'ın adı çok anılan camiler yıkılıp giderdi. And olsun ki Allah'a yardım edenlere O da yardım eder. Doğrusu Allah kuvvetlidir, Azîz'dir. Onları biz yeryüzüne yerleştirirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah'a varır."

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Onlar haksız yere ve «Rabbimiz Allah'tır» dediler diye yurtlarından çıkarılmışlardır..." âyetini açıklarken: "Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâbı haksız yere Mekke'den çıkarılmışlar, Medine'ye hicret etmek zorunda kalmışlardır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Osmân b. Affân'dan bildirir: "Onlar haksız yere ve «Rabbimiz Allah'tır» dediler diye yurtlarından çıkarılmışlardır. Allah insanların bir kısmını diğeriyle savmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın adı çok anılan camiler yıkılıp giderdi. And olsun ki Allah'a yardım edenlere O da yardım eder. Doğrusu Allah kuvvetlidir, güçlüdür. Onları biz yeryüzüne yerleştirirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah'a varır" âyetleri bizim hakkımızda nazil oldu. Zira haksız yere yurtlarımızdan çıkarıldık. Daha sonra yeryüzünde bizlere iktidar ve imkan verilince namazı kıldık, zekatı verdik, iyiliği emredip kötülükten sakındırdık. Bu âyetler benim ve arkadaşlarım hakkında nazil oldu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Sâbit b. Avsece el- Hadramî'den bildirir: Hazret-iAli ile Abdullah'ın öğrencilerinden, içlerinde Lâhik b. el-Akmar, Ayzâr b. Cervel ve Atiyye el-Kurazî'nin de bulunduğu yirmi yedi kişinin bana bildirdiğine göre Hazret-iAli şöyle demiştir: "...Allah insanların bir kısmını diğeriyle savmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın adı çok anılan camiler yıkılıp giderdi. And olsun ki Allah'a yardım edenlere O da yardım eder. Doğrusu Allah kuvvetlidir, Azîz'dir." âyeti, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı hakkında nazil oldu. Şayet Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbıyla kötülüğü onlara tâbi olanlardan savmasaydı manastırlar, kiliseler, havralar ve camiler yıkılıp giderdi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim: "...Allah insanların bir kısmını diğeriyle savmasaydı..." âyetini  (.....) lafzıyla, ifadesinde 'Elif (med)' harfi olmadan okumuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "...Allah insanların bir kısmını diğeriyle savmasaydı..." âyetini açıklarken: "Şayet savaş ve cihad olmasaydı, anlamındadır" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Allah insanların bir kısmını diğeriyle savmasaydı..."âyetini açıklarken: "Şayet Müslümanlarla müşriklerin kötülüğü savılmasaydı, anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Allah insanların bir kısmını diğeriyle savmasaydı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "İnsanların bir kısmının diğeriyle savılması şehadet, hak ve bu yönde olan şeylerledir. Şayet bunlar olmasaydı manastırlar ve diğer zikredilen şeyler yıkılıp giderdi."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Savâmi' rahiplerin mabedi olan manastırlardır. Biya' Yahudilerin mabetleridir. Salavât, Hıristiyanların kiliseleridir. Mesâcid de Müslümanların mescidleridir."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildirir: "Biya' Hırsitiyanların mabetleri olan kiliselerdir. Salavât ise Yahudilerin mabetleridir."

İbn Ebî Hâtim, Dahhâk'tan bildirir: "Salavât, Yahudilerin kiliseleridir. Zira onlar kiliselere Sulût derler."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Âsim el-Cahderî bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuş ve şöyle demiştir: "Sulût manastarın daha küçük olanıdır. Yoksa namaz (salavât) nasıl yıkılır ki?"

Abd b. Humeyd, Ebu'l-Âliye'den bildirir: "Biya' Hıristiyanların kiliseleridir. Salavât ise Sulût'un çoğuludur. Sulût Hıristiyanlarda kilisenin küçüğü olan mabetlerdir."

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l- Âliye: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Savâmi' rahiplerin mabedi olan manastırlardır. Biya' Hırsitiyanların kiliseleridir. Salavât, Sâbiîlerin tapınaklarıdır, zira onlar tapınaklarını Salavât olarak isimlendirirler."

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir:

"Savâmi', Sâbiîlerin tapınaklarıdır. Biya', Hıristiyanların kiliseleridir. Salavât, Yahudilerin mabetleridir. Mesâcid ise Müslümanların mabetleridir."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Savâmi', rahiplerin mabetleridir. Biya', Hıristiyanların kiliseleridir. Salavât ise Ehli Kitâb ile Müslümanların yol üzerinde bulunan mabetleridir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) ifadesini açıklarken şöyle demiştir: "Namazlar manasındadır. Düşmanlar Müslümanların topraklarına girdiği zaman bu namazlar kesilir. Mecsitlerde yapılan ibadetler de kesilir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: "...İçinde Allah'ın adı çok anılan..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "İçinde Allah'ın adının zikredildiği manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılıp giderdi. Bütün bunların içinde Yüce Allah'ın adı çokça anılır. Bu anma da sadece mescidlere has kılınmamıştır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: "Onları biz yeryüzüne yerleştirirsek..." âyetini açıklarken: "Onlardan kasıt Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbldir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b: "Onları biz yeryüzüne yerleştirirsek..." âyetini açıklarken: "Onlardan kasıt idarecilerdir" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem: "Onları biz yeryüzüne yerleştirirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah'a varır" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Onları Medine'de yerleştirdiğimiz zaman farz olan namazları kılar, farz kılınan zekatı verirler. Lâ ilâhe illallah sözünü emreder, Allah'a şirk koşmaktan sakındırırlar. Bu yaptıklarının karşılığı ve mükafatı da Allah katındadır."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l- Âliye: "...İyiliği emreder ve kötülükten nehyederler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir. "İyiliği emretmeleri insanları bir tek olan ve ortağı bulunmayan Allah'a kulluk etmeye davet etmeleridir. Kötülükten nehyetmeleri de şeytan ile putlara ibadetten sakındırmalarıdır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Onları biz yeryüzüne yerleştirirsek..." âyetini açıklarken: "Bu, Yüce Allah'ın bu ümmete olan bir koşuludur" demiştir.

42

(Ey Resûlüm), eğer seni (müşrikler) tekzib ediyorlarsa, bil ki, onlardan önce Nûh’un, Âd’ın ve Semûd’un kavimleri de (kendi peygamberlerini) tekzib ettiler;

43

İbrâhîm’in kavmi de, Lût’un kavmi de tekzib ettiler.

44

(Şuayb’ın kavmi olan) Ashâb-ı Medyen de (Şuayb’ı) tekzib etti. Mûsa da (Fir'avun tarafından) tekzib olundu. Ben de o kâfirlere bir mühlet verdim. Sonra da kendilerini azabla yakalayıverdim. Bak ki, beni inkâr nasıl olmuştur?

45

"Nice kasabaların tıalkmı haksızlık yaparken yok ettik. Artık çatıları çökmüş, kuyuları metruk, görkemli saraylar vardır."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "...Artık çatıları çökmüş, kuyuları metruk, görkemli saraylar vardır" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Artık duvarları yıkılıp bomboş harabeye dönmüş, kuyuları sahipleri tarafından kullanılmayıp terk edilmiştir. Sağlam bir şekilde inşa ettikleri sarayları da terk edip helak olmuşlardır."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Sahipleri tarafından terk edilmiş, sahipsiz kalmış kuyular" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Alçıyla kaplanmış köşkler" şeklinde açıklamıştır.

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesinin anlamı nedir?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Alçı ve tuğlalarla kaplanmış köşkler anlamındadır" dedi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Adiy b. Zeyd'in:

"Mermerle kaplanmış kireçle sıvanmıştır

Üstünde kuşlar için de yuvalar vardır" dediğini İşitmedin mi?"

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini:

"Alçıyla kaplanmış köşkler" şeklinde açıklamıştır.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atâ: (.....) ifadesini: "Alçıyla kaplanmış köşkler" şeklinde açıklamıştır.

46

"Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? Çünkü gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler kör olur"

İbn Ebi'd-Dünya Tefekkür'de Mâlik b. Dînar'dan bildirir: Yüce Allah, Hazret-i Mûsa'ya: "Demirden bir çift nalın ile bir asa edin ve yeryüzünde dolaşmaya çık. Nalınlar yırtılıp asa kırılıncaya kadar yeryüzünde bulunan kalıntılar ile ibretlerin peşine düş" şeklinde vahyetti.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler kör olur" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Başta bulunan gözlerde insan için çeşitli faydalar vardır ve bu gözlerle insan görme ihtiyacını karşılar. Ancak kişi için asıl faydalı olan görme, kalblerin görmesidir. Bize söylenene göre bu âyet Abdullah b. Zâide yani İbn Ümmü Mektûm hakkında nazil olmuştur."

Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usûl'de, Ebû Nasr es-Siczî el-îbâne'de, Beyhakî Şuabu'l-îman'da ve Deylemi Müsnedu'l-Firdevs'te Abdullah b. Cürâd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Asıl kör, gözleri görmeyen değil basireti kör olandır" buyurmuştur.

47

"Onlar senden azabın çabuk gelmesini istiyorlar. Allah vaadinden asla dönmez. Muhakkak ki, Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Onlar senden azabın çabuk gelmesini istiyorlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu ümmetin cahillerinden bazıları: "Allahım! Eğer bu Kitap senin katından gelmiş bir gerçekse üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir" demişlerdi."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir" âyetini açıklarken: "Bu günden kasıt, Yüce Allah'ın gökler ile yeri yarattığı altı günden her bir gündür" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: "...Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir" âyetini açıklarken: "Bu günden kasıt, kıyamet günündeki bir gündür" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, İbrâhim'den bildirir: "Allah katındaki bu gün, uzunluğuna rağmen müminin yanında sabah namazı ile ikindi namazı arası kadardır."

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: "Dünyanın ömrü, âhiretteki haftalardan sadece bir hafta kadarlıktır. Âhirette bir hafta da yedi bin yıldır. Dünyanın ömründen de altı bin yıl geçmiştir."

İbn Ebi'd-Dünya Kısar el-Emel'de bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Dünyanın ömrü, âhiretteki haftalardan sadece bir hafta kadarlıktır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. Şîrîn vasıtasıyla Ehl-i kitâb'dan sonradan Müslüman olan bir adamdan bildirir: "Yüce Allah gökler ile yeri altı günde yarattı. Rabbinin katında bir gün de sizin saydığınız günlerden bin yıla eşittir. Dünyanın ömrünü de kendi katındaki günlerden altı gün olarak belirledi ve kıyameti de yedinci günde takdir etti. Dünyanın ömründen altı gün geçmiştir. Sizler şimdi yedinci gündesiniz. Dünyanın zaman olarak şu an ki durumu artık ayına giren hamile kadının durumu gibidir. Ayına girdikten sonra artık ne zaman doğumu yapsa zamanında yapmış olur."

İbn Ebi'd-Dünya, Safvân b. Süleym'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Müslümanların fakirleri zenginlerinden yarım gün önce Cennete girer" buyurdu. "Bu yarım gün ne kadarlık bir zamandır?" diye sorulunca da Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem): "Beşyüz yıllık bir zamandır" buyurdu ve: "...Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir" âyetini okudu.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Sümeyr b. Nehâr'dan bildirir: Ebû Hureyre: "Müslümanların fakirleri zenginlerinden yarım gün önce Cennete girer" dedi. Ona: "Bu yarım gün ne kadarlık bir zamandır?" dediğimde, Ebû Hureyre: "...Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir" âyetini okumadın mı?" karşılığını verdi.

Ahmed Zühd'de Sümeyr b. Nehâr vasıtasıyla Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ümmetimin fakirleri zenginlerinden yarım, gün önce Cennete girer" buyurdu ve: "...Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir" âyetini okudu.

Beyhakî Şuabu'l-îman'da İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim birinin cenaze namazını kıldıktan sonra defin işlemi bitmeden ayrılırsa kendisine bir kırat sevap verilir. Defin işlemleri bittikten sonra ayrılması halinde ise iki kırat sevap verilir. Bir kırat da kıyamet gününde Allah'ın tartısında Uhud dağı kadardır" buyurduğunu işittim. Bir günü bizim bin yılımız kadar olan Yüce Allah'ın elbette ki kıratı da Uhud dağı kadar olacaktır.

İbn Adiy ve Deylemî, Enes'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Dünyanın tüm ömrü, âhiret günlerinden sadece yedi günlüktür" buyurdu. Öyledir, zira Yüce Allah: : "...Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir" buyurur.

48

Zulmedip dururlarken kendilerine mühlet verdiğim nice memleket halkı vardı ki, ben onları azabımla yakalayıvermiştim. Sonunda muhakkak dönüş banadır.

49

Bkz. Ayet:51

50

Bkz. Ayet:51

51

"«Ey insanlar! Ben sizin için ancak apaçık bir uyarıcıyım» de. İman edip sâlih ameller işleyen kimseler için mağfiret ve bol rızık vardır. Âyetlerimizi tartışarak bozmağa uğraşanlar, işte onlar cehennemliklerdir."

İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirir: Yüce Allah'ın:

(Bol rızık)" dediğini işittiğinde bil ki bu rızıktan kasıt Cennettir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs Kur'ân'daki bütün (.....) ifadelerini bu şekilde 'Elif (med)' ile okumuş ve: "Muhalefet etmek, düşmanca yaklaşmak" şeklinde anlam vermiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Muhalefet etmek, düşmanca davranmak" şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbnu'z-Zübeyr: "Âyetlerimizi tartışarak bozmağa uğraşanlar..." âyetini: (.....) lafzıyla okumuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Urve b. ez-Zübeyr: "Âyetlerimizi tartışarak bozmağa uğraşanlar..." âyetini: (.....) lafzıyla okuyanlara şaşırır ve şöyle derdi: (.....) ifadesi, Arapların kullandığı bir ifade değildir. Doğrusu: (.....) şeklinde olmalıdır.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, Hac Sûresi'nin 51. âyetini: (.....) lafzıyla okumuş ve şöyle demiştir: "Muaccizîn ifadesi yavaşlatmak anlamına gelir ki Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) peşinden gidenleri yavaşlatmak isterlerdi."

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Âyetlerimizi tartışarak bozmağa uğraşanlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Allah'ın âyetlerini yalanlayarak Yüce Allah'ı aciz bırakacaklarını zannediyorlar, ancak bunu yapamazlar."

52

Bkz. Ayet:55

53

Bkz. Ayet:55

54

Bkz. Ayet:55

55

"Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Allah, şeytanın verdiği bu vesveseyi, kalplerinde hastalık bulunanlar ile kalpleri katı olanlara bir imtihan vesilesi kılmak için böyle yapar. Hiç şüphesiz ki o zalimler, derin bir ayrılık içindedirler. Bir de kendilerine ilim verilmiş olanlar onun, Rabbinden gelen hak olduğunu bilsinler, böylece ona iman etsinler ve sonuçta da kalpleri ona saygı duysun diye Allah böyle yapar. Hiç şüphe yok ki Allah, iman edenleri doğru yola iletir. İnkâr edenler, kendilerine kıyamet ansızın gelinceye yahut da onlara kısır bir günün azabı gelip çatıncaya kadar onun hakkında bir şüphe içinde kalırlar."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Enbârî Mesâhifde Amr b. Dinar'dan bildirir: İbn Abbâs, Hac Sûresi'nin 52. âyetini: "(Senden önce hiçbir resûl, nebî veya muhaddes' göndermedik ki...)" şeklinde okurdu.

İbn Ebî Hâtim, Sa'd b. İbrâhim b. Abdirrahman b. Avf'tan bildirir: Yüce Allah'ın indirdikleri arasında: "(=Senden önce hiçbir resûl, nebî veya muhaddes göndermedik ki...)" âyeti de vardı. Ancak "Muhaddes" ifadesi neshedildi, resûl ile nebî ifadeleri kaldı. Bilinen Muhaddes'ler de Yâsin kıssasında şehrin bir ucunda koşarak gelen kişi, Lokmân, Firavun ailesinden olan mümin adam ve Hazret-i Mûsa'nın yol arkadaşı olan kişidir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: "Nebî, Yüce Allah'ın kendisiyle konuştuğu, kendisine vahiy indirdiği ancak bir kitapla göndermediği kişidir."

Abd b. Humeyd, Süddî vasıtasıyla Ebû Sâlih'ten bildirir: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) konuşmak üzere kalkınca müşrikler: "Şayet bizim ilahlarımızı hayırla anarsa biz de onun ilahını hayırla anarız" dediler. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) de temennisinin içine: "Gördünüz mü Lât'ı ve Uzza'yı? Üçüncüleri olan Menat'ı? Bunlar yüce kuğu kuşlarıdır ve şefaatleri umulur" vesvesesi düşürüldü. Bunun üzerine Yüce Allah: "Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın..." âyetini indirdi." İbn Abbâs der ki: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) temennisi kavmiyle uzlaşıp barışmaktı."

Bezzâr, Taberânî, İbn Merdûye ve Diya el-Muhtâre'de -ravileri güvenilir olan bir senedle- Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Gördünüz mü Lât'ı ve Uzza'yı? Üçüncüleri olan Menat'ı? Bunlar yüce kuğu kuşlarıdır ve şefaatleri umulur" deyince, bunu duyan müşrikler çok sevindiler ve: "İlahlarımızı andı!" demeye başladılar. Bunun üzerine Cebrâil, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve: "Sana getirdiğim âyeti bana oku!" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Gördünüz mü Lât'ı ve Uzza'yı? Üçüncüleri olan Menat'ı? Bunlar yüce kuğu kuşlarıdır ve şefaatleri umulur" deyince, Cebrâil: "Ben sana bunu getirmedim! Bu dediğin şeytandandır" karşılığını verdi. Yüce Allah da: "Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetini indirdi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim -sahih bir senedle- Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de Necm Sûresi'ni okudu. "Gördünüz mü o Lât'ı ve Uzzâ'yı ve diğer üçüncüsü Menât'ı?" âyetlerine ulaştığı zaman şeytan onun diline: "Bunlar yüce kuğu kuşlarıdır ve şefaatleri umulur" sözünü de düşürdü. Müşrikler de bunu duyunca: "Şimdiye kadar ilahlarımızı hiç hayırla anmamıştı!" dediler ve bunun sevinciyle secdeye kapandılar. Ancak Cebrâil, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve: "Sana getirdiğim âyetleri bana oku!" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) âyetleri okurken: "Bunlar yüce kuğu kuşlarıdır ve şefaatleri umulur" deyince, Cebrâil: "Ben sana bunu getirmedim! Bu dediğin şeytandandır" karşılığını verdi. Yüce Allah da: "Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetini indirdi.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Avfî vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kılarken, müşrik Arapların ilahlarını anlatan âyetler nazil oldu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyetleri okurken müşrikler onu işitti ve: "İlahlarımızı hayırla andığını duyuyoruz" demeye başladılar. Dinlemek ve daha iyi duymak için yanına yaklaştılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Gördünüz mü o Lât'ı ve Uzzâ'yı ve diğer üçüncüsü Menât'ı?" âyetlerini okuduktan sonra şeytan onun diline: "Bunlar yüce kuğu kuşlarıdır ve şefaatleri umulur" sözünü düşürdü. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu cümleyi tekrar edip durunca Cebrâil indi. Bu sözü neshederek ona:

"Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" dedi.

İbn Merdûye değişik kanallarla İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de iken Necm Sûresi'ni okudu. "Gördünüz mü o Lât'ı ve Uzzâ'yı ve diğer üçüncüsü Menât'ı?" âyetlerini okuduktan sonra şeytan onu diline: "Bunlar yüce kuğu kuşlarıdır ve şefaatleri umulur" sözünü düşürdü. Bunun üzerine Yüce Allah: "Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetini indirdi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Yûnus vasıtasıyla İbn Şihâb'dan bildirir: Ebû Bekr b. Abdirrahman b. el-Hâris'in bize anlatığına göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de iken kendilerine Necm Sûresi'ni okudu. "Gördünüz mü o Lât'ı ve Uzzâ'yı ve diğer üçüncüsü Menât'ı?" âyetlerini okuduktan sonra da: "Bunlar yüce kuğu kuşlarıdır ve şefaatleri umulur" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dalgınlıkla bunu söyleyince müşrikler buna çok sevindiler. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bilin ki bu son söylediğim şeytandan dolayı oldu!" buyurdu. Yüce Allah da: "Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Allah, şeytanın verdiği bu vesveseyi, kalplerinde hastalık bulunanlar ile kalpleri katı olanlara bir imtihan vesilesi kılmak için böyle yapar. Hiç şüphesiz ki o zalimler, derin bir ayrılık içindedirler. Bir de kendilerine ilim verilmiş olanlar onun, Rabbinden gelen hak olduğunu bilsinler, böylece ona iman etsinler ve sonuçta da kalpleri ona saygı duysun diye Allah böyle yapar. Hiç şüphe yok ki Allah, iman edenleri doğru yola iletir. İnkâr edenler, kendilerine kıyamet ansızın gelinceye yahut da onlara kısır bir günün azabı gelip çatıncaya kadar onun hakkında bir şüphe içinde kalırlar" âyetlerini indirdi.

İbn Ebî Hâtim, Mûsa b. Ukbe vasıtasıyla İbn Şihâb'dan bildirir: Necm Sûresi indirildiğinde müşrikler, Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) kastederek: "Bu adam ilahlarımızı hayırla ansa hem kendisini, hem de arkadaşlarını tasdik eder doğrulardık. Ancak bizim ilahlarımızı eleştirip onlara dil uzattığı gibi kendi dininden olmayan Yahudi ile Hırsitiyanlara aynı eleştiriyi yapmıyor ve onlara bu şekilde kötü davranmıyor" diyorlardı. Kavminin hem kendisine, hem de arkadaşlarına karşı olan eziyetleri, yalanlamaları ve içinde bulundukları sapıklık Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) gücüne gidiyordu. Bundan dolayı da onların doğru yolu bulmasını temenni ediyordu. Yüce Allah, Necm Sûresi'ni indirdikten sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Gördünüz mü o Lât'ı ve Uzzâ'yı ve diğer üçüncüsü Menât'ı?" âyetlerini okudu. Bu şekilde putları zikrederken de şeytan onu diline bazı sözleri düşürdü ve bu âyetlerin ardından: "Bunlar yüce kuğu kuşlarıdır ve şefaatleri umulur" dedi. Bunlar da şeytanın bir uydurması, bir fitnesiydi. Âyetlerin ardından söylenen bu sözler Mekke'deki her bir müşriğin kalbine ulaştı. Bu sözleri dillerine doladılar ve: "Muhammed eski dinine, kavminin dinine döndü!" diyerek birbirlerine müjde vermeye başladılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sûrenin sonuna ulaştığında secdeye kapandı. Onun secde ettiğini gören müslüman, müşrik herkes secdeye kapandı.

Putlar hakkındaki bu söz şeytanın da çabasıyla dilden dile yayıldı. Sonunda Habeşistan'da bulunan Müslümanların da kulağına gitti. Ancak Yüce Allah: "Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Allah, şeytanın verdiği bu vesveseyi, kalplerinde hastalık bulunanlar ile kalpleri katı olanlara bir "Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" dedi.

İbn Merdûye değişik kanallarla İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de iken Necm Sûresi'ni okudu. "Gördünüz mü o Lât'ı ve Uzzâ'yı ve diğer üçüncüsü Menât'ı?" âyetlerini okuduktan sonra şeytan onu diline: "Bunlar yüce kuğu kuşlarıdır ve şefaatleri umulur" sözünü düşürdü. Bunun üzerine Yüce Allah: "Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetini indirdi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Yûnus vasıtasıyla İbn Şihâb'dan bildirir: Ebû Bekr b. Abdirrahman b. el-Hâris'in bize anlatığına göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de iken kendilerine Necm Sûresi'ni okudu. "Gördünüz mü o Lât'ı ve Uzzâ'yı ve diğer üçüncüsü Menât'ı?" âyetlerini okuduktan sonra da: "Bunlar yüce kuğu kuşlarıdır ve şefaatleri umulur" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dalgınlıkla bunu söyleyince müşrikler buna çok sevindiler. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bilin ki bu son söylediğim şeytandan dolayı oldu!" buyurdu. Yüce Allah da: "Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Allah, şeytanın verdiği bu vesveseyi, kalplerinde hastalık bulunanlar ile kalpleri katı olanlara bir imtihan vesilesi kılmak için böyle yapar. Hiç şüphesiz ki o zalimler, derin bir ayrılık içindedirler. Bir de kendilerine ilim verilmiş olanlar onun, Rabbinden gelen hak olduğunu bilsinler, böylece ona iman etsinler ve sonuçta da kalpleri ona saygı duysun diye Allah böyle yapar. Hiç şüphe yok ki Allah, iman edenleri doğru yola iletir. İnkâr edenler, kendilerine kıyamet ansızın gelinceye yahut da onlara kısır bir günün azabı gelip çatıncaya kadar onun hakkında bir şüphe içinde kalırlar" âyetlerini indirdi.

İbn Ebî Hâtim, Mûsa b. Ukbe vasıtasıyla İbn Şihâb'dan bildirir: Necm Sûresi indirildiğinde müşrikler, Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) kastederek: "Bu adam ilahlarımızı hayırla ansa hem kendisini, hem de arkadaşlarını tasdik eder doğrulardık. Ancak bizim ilahlarımızı eleştirip onlara dil uzattığı gibi kendi dininden olmayan Yahudi ile Hırsitiyanlara aynı eleştiriyi yapmıyor ve onlara bu şekilde kötü davranmıyor" diyorlardı. Kavminin hem kendisine, hem de arkadaşlarına karşı olan eziyetleri, yalanlamaları ve içinde bulundukları sapıklık Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) gücüne gidiyordu. Bundan dolayı da onların doğru yolu bulmasını temenni ediyordu. Yüce Allah, Necm Sûresi'ni indirdikten sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Gördünüz mü o Lât'ı ve Uzzâ'yı ve diğer üçüncüsü Menât'ı?" âyetlerini okudu. Bu şekilde putları zikrederken de şeytan onu diline bazı sözleri düşürdü ve bu âyetlerin ardından: "Bunlar yüce kuğu kuşlarıdır ve şefaatleri umulur" dedi. Bunlar da şeytanın bir uydurması, bir fitnesiydi. Âyetlerin ardından söylenen bu sözler Mekke'deki her bir müşriğin kalbine ulaştı. Bu sözleri dillerine doladılar ve: "Muhammed eski dinine, kavminin dinine döndü!" diyerek birbirlerine müjde vermeye başladılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sûrenin sonuna ulaştığında secdeye kapandı. Onun secde ettiğini gören müslüman, müşrik herkes secdeye kapandı.

Putlar hakkındaki bu söz şeytanın da çabasıyla dilden dile yayıldı. Sonunda Habeşistan'da bulunan Müslümanların da kulağına gitti. Ancak Yüce Allah: "Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Allah, şeytanın verdiği bu vesveseyi, kalplerinde hastalık bulunanlar ile kalpleri katı olanlara bir imtihan vesilesi kılmak için böyle yapar. Hiç şüphesiz ki o zalimler, derin bir ayrılık içindedirler. Bir de kendilerine ilim verilmiş olanlar onun, Rabbinden gelen hak olduğunu bilsinler, böylece ona iman etsinler ve sonuçta da kalpleri ona saygı duysun diye Allah böyle yapar. Hiç şüphe yok ki Allah, iman edenleri doğru yola iletir. İnkâr edenler, kendilerine kıyamet ansızın gelinceye yahut da onlara kısır bir günün azabı gelip çatıncaya kadar onun hakkında bir şüphe içinde kalırlar" âyetlerini indirdi. Yüce Allah, bu yöndeki takdirini açıklayıp, Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) şeytanın söz konusu uydurmasından beri kılınca müşrikler tekrar sapkınlıklarına dödüler ve Müslümanlara karşı düşmanlıklarını daha da arttırdılar.

Beyhakî Delâil'de aynısını Mûsa b. Ukbe'den rivayet etmiş, ancak İbn Şihâb'ı zikretmemiştir.

Taberânî, Urve'den aynısını bildirir.

Saîd b. Mansûr ve İbn Cerîr, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî ile Muhammed b. Kays'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kureyş'in kalabalık meclislerden birinde oturdu. Orada bulunanlar etrafından dağılmasın diye de o günü Allah tarafından kendisine hiçbir şey nazil olmamasını temenni etti. Bunun üzerine Yüce Allah, Necm Sûresi'ni indirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de bu sûreyi okumaya başladı. "Gördünüz mü o Lât'ı ve Uzzâ'yı ve diğer üçüncüsü Menât'ı?" âyetlerini okuduktan sonra şeytan onun diline iki cümle düşürdü ve: "Bunlar yüce kuğu kuşlarıdır ve şefaatleri umulur" dedi. Bu iki cümleyi de söyledikten sonra sûreye devam edip sonuna kadar okudu. En sonunda da secde edince orada bulunanların hepsi secde etti ve söylediklerini kabul ettiler. Akşam olduğu zaman Cebrâil geldi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona Necm Sûresi'ni okumaya başladı. Şeytanın diline düşürdüğü o iki cümleyi de söyledi. Cebrâil: "Ben bu iki cümleyi sana getirmiş değilim!" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yüce Allah'a iftirada bulunup söylemediği bir şeyi mi dedim!" karşılığını verdi. Yüce Allah da: "Onlar, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için az kalsın seni ondan şaşırtacaklardı. (Eğer böyle yapabilselerdi) işte o zaman seni dost edinirlerdi. Eğer biz sana sebat vermiş olmasaydık, az kalsın onlara biraz meyledecektin. İşte o zaman sana, hayatın da, ölümün de katmerli acılarını tattırırdık. Sonra bize karşı kendine hiçbir yardımcı bulamazdın" âyetlerini indirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) söylediği bu iki cümleden dolayı bir süre üzgün ve dertli kaldı. Sonunda: "Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyeti nazil olunca üzüntüsü gidip rahatladı.

İbn Cerîr, Dahhâk'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de iken müşrik Arapların putları hakkında âyetler nazil oldu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Gördünüz mü o Lât'ı ve Uzzâ'yı?" âyetini çokça tekrar edip durunca Mekke ahalisi putlarını bu şekilde anmasını işittiler ve buna çok sevindiler. Yanına yaklaşıp dinlemek istediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sûreyi okurken de bu âyetlerden sonra şeytan onu diline: "Bunlar yüce kuğu kuşlarıdır ve şefaatleri umulur" cümlesini düşürdü. O zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sûreyi bu şekilde okumuştu. Ancak Yüce Allah: "Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetini indirdi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim -sahih bir senedle- Ebu'l- Âliye'den bildirir: Müşrikler, Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem): "Konuşurken ilahlarımızı da zikretsen seninle birlikte otururduk. Ancak yanında toplumun en değersiz ve zayıf kimseleri bulunuyor. Senin yanında oturduğumuzu görürlerse insanların diline düşer ve herkes yanına gelmeye başlar" dediler.

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kılmaya kalktığında Necm Sûresi'ni okudu. "Gördünüz mü o Lât'ı ve Uzzâ'yı ve diğer üçüncüsü Menât'ı?"âyetlerini okuduktan sonra: "Bunlar yüce kuğu kuşlarıdır. Şefaatleri umulur. Onlar gibileri de unutulmaz" sözünü de âyetlerin içinde okudu. Sûreyi bitirince de secdeye kapandı. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) secde edince Müslümanlar ile müşrikler de secdeye kapandılar. Olay, Habeşistan'a önceden hicret etmiş olan Müslümanlara, "Mekke müşrikleri Müslüman oldu" şeklinde ulaştı. Ancak bu durum Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) gücüne gidince Yüce Allah: "Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Allah, şeytanın verdiği bu vesveseyi, kalplerinde hastalık bulunanlar ile kalpleri katı olanlara bir imtihan vesilesi kılmak için böyle yapar. Hiç şüphesiz ki o zalimler, derin bir ayrılık içindedirler. Bir de kendilerine ilim verilmiş olanlar onun, Rabbinden gelen hak olduğunu bilsinler, böylece ona iman etsinler ve sonuçta da kalpleri ona saygı duysun diye Allah böyle yapar. Hiç şüphe yok ki Allah, iman edenleri doğru yola iletir. İnkâr edenler, kendilerine kıyamet ansızın gelinceye yahut da onlara kısır bir günün azabı gelip çatıncaya kadar onun hakkında bir şüphe içinde kalırlar" âyetlerini indirdi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ebu'l-Âliye'den bildirir: Necm Sûresi Mekke'de nazil oldu. Müşrikler: "Ey Muhammed! Seninle fakir ve yoksul insanlar oturuyor. Değişik bölgelerden insanlar da yanına geliyor. Şayet ilahlarımızı hayırla anarsan biz de seninle otururuz" deyince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Necm Sûresi'ni okudu. "Gördünüz mü o Lât'ı ve Uzzâ'yı ve diğer üçüncüsü Menât'ı?" âyetlerini okuduktan sonra şeytan onun diline: "Bunlar yüce kuğu kuşlarıdır ve şefaatleri umulur" sözünü düşürdü. Sûreyi bitirdikten sonra da secdeye gitti. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) secdeye gidince Ebû Uhayhe Saîd b. el-Âs dışında orada bulunan tüm Müslümanlar ile müşrikler secdeye gittiler. Ebû Uhayhe ise yerden aldığı bir avuç toprağı alnına götürerek secdesini yaptı ve Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) kastederek: "İbn Ebî Kebşe'nin ilahlarımızı hayırla anmasının zamanı gelmişti" dedi. Olay, Habeşistan'a önceden hicret etmiş olan Müslümanlara, "Kureyşliler Müslüman oldu" şeklinde ulaşınca geri dönmek istediler. Şeytanın da böylesi bir sözü Allah Resûlü'nün diline düşürmesi hem Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hem de ashâbının gücüne gidince Yüce Allah: "Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetini indirdi.

İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Makâm'ın yanında namaz kılarken uyku bastırdı. Bu arada da şeytan diline bir söz düşürdü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözü söyleyince müşrikler duydu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Necm Sûresin'deki: "Gördünüz mü o Lât'ı ve Uzzâ'yı ve diğer üçüncüsü Menât'ı?" âyetlerini okuduktan sonra uyku bastıranca şeytan onun diline: "Bunların şefaatleri umulur. Bunlar yüce kuğu kuşlarıdır" sözünü düşürdü. Müşrikler bu sözünü duyunca hemen ezberlediler. Şeytan da Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) öyle bir şey dediğini haber verince dilden dile dolaşmaya başladı. Bunun üzerine Yüce Allah: "Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetini indirdi. Yüce Allah bu âyetle şeytanın oyununu bozdu, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) de bu konuda hüccetini vermiş oldu.

Abd b. Humeyd, Mücâhid'den bildirir: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Necm Sûresi'ni okuyunca şeytan onu diline malum sözleri düşürdü. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte de tüm Müslümanlar secdeye gitti. Ancak daha sonra Yüce Allah, şeytanın bu sözünü neshedip kendi âyetlerini sabit bıraktı."

Abd b. Humeyd, İkrime'den bildirir: Bir gün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Gördünüz mü o Lât'ı ve Uzzâ'yı ve diğer üçüncüsü Menât'ı? Demek erkek size, dişi O'na öyle mi? Öyle ise bu çok insafsızca bir paylaştırmadır" âyetlerini okudu. Bunları okuduktan sonra şeytan onun diline: "O zaman bunlar yüce kuğu kuşlarıdır ve şefaatleri de umulur" cümlesini de düşürdü. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bu söylediği şeyden korkup endişe edince Yüce Allah: "Allah, dilediğine ve hoşnut olduğuna izin vermedikçe, göklerde bulunan nice meleklerin şefaati bir şeye yaramaz" âyetini indirdi. Sonra da bu yöndeki sıkıntısını gidermek için: "Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetini indirdi.

İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Kâbe'ye namaz için gitti. Necm Sûresi'nden: "Gördünüz mü o Lât'ı ve Uzzâ'yı ve diğer üçüncüsü Menât'ı?" âyetlerini okuduktan sonra şeytan onun diline: "Bunlar yüce kuğu kuşlarıdır ve şefaatleri umulur" sözünü düşürdü. Sûreyi tamamen okuyup bitirince de secdeye kapandı. Onunla birlikte ashâbı da orada bulunan ve ilahlarının anıldığını işiten müşrikler de secdeye kapandılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) başını secdeden kaldırınca müşrikler onu omuzlarına alıp Mekke sokaklarında: "Abdumenâf oğullarının peygamberi!" nidalarıyla dolaştırmaya başladılar. Daha sonra Cebrâil yanına geldi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ona Necm Sûresi'ni okurken o cümleye ulaştığında Cebrâil: "Bu sözleri sana söylemiş olmaktan Allah'a sığınırım!" dedi. Bu durum Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) çok ağırına gitti, ancak Yüce Allah gönlünü rahatlatmak için: "Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetini indirdi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın..." âyetini açıklarken: "Bir şey konuştuğu zaman şeytan bazı şeyleri onun sözleri arasına katar, anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: "...Bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Peygamber bir şey okuduğu zaman şeytan onun okuduğu şeylerin, içine bir şeyler katar. Ancak Yüce Allah'ın emriyle Cebrâil, Peygamberin diline şeytanın bu kattığını siler."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın..." âyetini açıklarken: "Bir şey konuştuğu zaman şeytan bazı şeyleri onun sözleri arasına katar, anlamındadır" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Allah, şeytanın verdiği bu vesveseyi, kalplerinde hastalık bulunanlar ile kalpleri katı olanlara bir imtihan vesilesi kılmak için böyle yapar..." âyetini açıklarken: "Kaplerinde hastalık bulunanlardan kasıt münafıklardır. Kalpleri katı olanlardan kasıt da müşriklerdir" demiştir. "Bir de kendilerine ilim verilmiş olanlar onun, Rabbinden gelen hak olduğunu bilsinler..." âyetini açıklarken: "Rabbimizden gelen bu hak'tan kasıt Kur'ân'dır" demiştir. "İnkâr edenler, kendilerine kıyamet ansızın gelinceye yahut da onlara kısır bir günün azabı gelip çatıncaya kadar onun hakkında bir şüphe içinde kalırlar" âyetini açıklarken de: "Kısır günden kasıt, gecesi olmayan bir gündür. Hakkında şüphe taşıdıkları şey de Kur'ân'dır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "...Onun hakkında bir şüphe içinde kalırlar" âyetini açıklarken: "İblis'in araya kattığı bu sözler onların kalplerinden çıkmaz ve sapıklıklarını da daha da arttırır" demiştir.

İbn Merdûye ve Diyâ el-Muhtâre'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Onlara kısır bir günün azabı gelip çatıncaya kadar..." âyetini açıklarken: "Bu günden kasıt Bedir savaşıdır" demiştir.

İbn Merdûye, Ubey b. Ka'b'dan bildirir: Dört âyet Bedir savaşıyla ilgilidir. Birincisi: "...Onlara kısır bir günün azabı gelip çatıncaya kadar..." âyetidir ki bu gün Bedir savaşının yapıldığı gündür. İkincisi: "...Öyle ise azap kaçınılmaz olacaktır" âyetidir ki bu azap da Bedir savaşında kendilerine tattırılmıştır. Üçüncüsü: "Fakat biz büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün, kesinlikle intikamımızı alırız" âyetidir. Bu intikam da Bedir savaşında alınmıştır. Dördüncüsü de: "Andolsun, dönsünler diye biz onlara (âhiretteki) en büyük azaptan önce (dünyadaki) yakın azabı elbette tattıracağız" âyetidir. Yakın azap da Bedir savaşında kendilerine tattırılmıştır.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Onlara kısır bir günün azabı gelip çatıncaya kadar..." âyetini açıklarken: "Bu günden kasıt Bedir savaşıdır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, İkrime'den bu yorumun aynısını bildirir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Onlara kısır bir günün azabı gelip çatıncaya kadar..." âyetini açıklarken: "Bu günden kasıt, kıyamet günüdür ki o günün gecesi yoktur" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Saîd b. Cübeyr'den bunun aynısını bildirir.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, Dahhâk'tan bunun aynısını bildirir.

56

O kıyâmet günü, hüküm ve saltanat yalnız Allah’ındır; O, mü'minlerle kâfirler arasında hükmünü verir. Artık îman edip sâlih amel işleyenler, Na’îm cennetlerindedirler.

57

Küfre varıp da âyetlerimizi inkâr edenler, işte bunlara horluk içinde bırakılacakları bir azap vardır.

58

Bkz. Ayet:59

59

"Allah yolunda hicret edip de sonra öldürülmüş veya ölmüş olanlara gelince, Allah onlara muhakkak güzel bir rızık verecektir. Şüphe yok ki Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Elbette onları hoşnut olacakları bir yere sokacaktır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, Halîm'dir."

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Selmân el-Fârisî'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yüce Allah nöbette iken ölen kişinin sevabını kıyamet gününe kadar devam ettirir. Kabrinde rızkını verir ve sorgu meleklerinden yana kendisini emin kılar" buyurduğunu işittim. İsterseniz de bu konuda: "Allah yolunda hicret edip de sonra öldürülmüş veya ölmüş olanlara gelince, Allah onlara muhakkak güzel bir rızık verecektir. Şüphe yok ki Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Elbette onları hoşnut olacakları bir yere sokacaktır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, Halîm'dir" âyetlerini okuyun.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ensâr'dan ve sahabelerden biri olan Fadâle b. Ubeyd'den bildirir: Rodos'tayken biri öldürülmüş, biri de normal bir şekilde vefat etmiş iki cenaze getirdiler. İnsanlar öldürülmüş olan kişinin cenazesine daha çok ilgi gösterince: "İnsanlar neden şunu bırakıp da bunun cenazesinde toplandılar?" diye sordum. "Çünkü bu adam Allah yolunda öldürüldü" karşılığını verdiler. Bunun üzerine şöyle dedim: "Vallahi ben olsam hangisinin mezarından çıkarılacağıma aldırış etmezdim. Zira Yüce Allah Kitâb'ında: "Allah yolunda hicret edip de sonra öldürülmüş veya ölmüş olanlara gelince, Allah onlara muhakkak güzel bir rızık verecektir. Şüphe yok ki Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır" buyurur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Elbette onları hoşnut olacakları bir yere sokacaktır..." âyetini açıklarken: "Bu yer Cennettir" demiştir.

60

Bkz. Ayet:62

61

Bkz. Ayet:62

62

"Bu böyle. Bîr de Rîm kendisine verilen eziyetin dengiyle karşılık verir de sonra yine kendisine zulmedilirse, elbette Allah ona yardım eder. Hiç şüphesiz ki Allah çok affedendir, çok bağışlayandır... Keza Hak yalnız Allah'tır. O'nu bırakıp taptıkları sadece batıldır. Doğrusu Allah yücedir, büyüktür."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mükâtil: "Bu böyle. Bir de kim kendisine verilen eziyetin dengiyle karşılık verir de sonra yine kendisine zulmedilirse, elbette Allah ona yardım eder. Hiç şüphesiz ki Allah çok affedendir, çok bağışlayandır" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Muharrem ayının bitimine iki gün kala bir müfreze gönderdi. Bu müfreze müşriklerle karşılaştı. Müşrikler birbirlerine: "Muhammed'in arkadaşlarıyla hemen savaşın, zira haram aylarda onlar savaşmayı helal görmüyorlar" dediler. Müslümanlar ise Allah adına bu günlerde kendileriyle savaşmamalarını istediler. Haram aylarda da ancak kendilerine bir saldırı olması halinde karşılık verip savaşacaklarını bildirdiler. Müşrikler saldırıya geçince de Müslümanlar haram aylarda onlarla savaştılar. Bu savaşta da Yüce Allah Müslümanları muzaffer kıldı.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Bu böyle. Bir de kim kendisine verilen eziyetin dengiyle karşılık verir de sonra yine kendisine zulmedilirse, elbette Allah ona yardım eder. Hiç şüphesiz ki Allah çok affedendir, çok bağışlayandır" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Müşrikler birbirleriyle yardımlaşarak Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâbını Mekke'den çıkardılar. Yüce Allah da Müslümanlara yardım edeceği sözünü verdi. Âyet aynı şekilde kısas hakkındadır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...O'nu bırakıp taptıkları sadece batıldır..." âyetini açıklarken: "Taptıkları şeyden kasıt şeytandır" demiştir.

63

Görmedin mi, Allah gökten bir yağmur indirmekle yeryüzü yemyeşil oluveriyor? Gerçekten Allah, çok lütûfkârdır, her şeyden haberdardır.

64

Göklerde ve yerde ne varsa hep Allah’ındır. Şüphesiz Allah, Ganî (hiç bir şeye muhtaç olmıyan) hamd’e lâyık bulunandır.

65

"Görmüyor musun ki, Allah bütün yerdekileri ve emri uyarınca denizde akıp gitmekte olan gemileri sizin hizmetinize vermiştir. İzni olmaksızın yerin üzerine düşmesin diye göğü O tutuyor. Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir."

Taberânî, İbn Abbâs'tan bildirir: Kendisinden ve sana bir zararı dokunmasından çekindiğin bir yöneticinin yanına gittiğin zaman üç defa şöyle de: "Allah büyükler büyüğüdür. Allah bütün yaratıklarından daha büyüktür. Allah, benim korktuğum ve çekindiğim her şeyden daha büyüktür. Şu kulun, askerlerinin, cinlerden ve insanlardan kendisine tâbi olanların şerrinden, kendisinden başka ilah olmayan, iradesi olmadan yeryüzüne düşmemeleri için yedi göğü tutan Yüce Allah'a sığınırım. Allahım! Bunların şerrine karşı benim koruyucum ol. Senin şanın yücedir ve himayende olan kişi azizdir. İsmin kutludur ve senden başka ilah yoktur."

66

"O, size hayat veren, sonra sizi öldürecek, daha sonra da diriltecek olandır. Şüphesiz, insan çok nankörd ır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Şüphesiz, insan çok nankördür" âyetini açıklarken: "Başına gelen musibetleri sayıp aklında tutar da verilen nimetleri unutur" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: Kur'ân'da geçen bütün: (.....) ifadelerinde kafirler kastedilir."

67

Bkz. Ayet:68

68

"Biz her ümmet için uygulayacağı bir mensek kıldık. O hâlde bu konuda seninle asla çekişmesinler. Sen Rabbine davet et. Çünkü sen hiç şüphesiz hakka götüren dosdoğru bir yol üzerindesin. Eğer seninle mücadele ederlerse: «Allah, yapmakta olduğunuzu daha iyi bilmektedir» de."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Melîh: "Ümmet, kırk ve üzeri sayıda olan topluluktur" demiştir.

Ahmed, Hâkim ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre Ali b. Hasan: "Biz her ümmet için uygulayacağı bir mensek kıldık..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Mensek'ten kasıt, kurbanlıklarını kesmeleridir. Ebû Râfi'nin bana anlattığına göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kurban keseceği zaman güzelinden ve semizinden boynuzlu iki koç satın alırdı. Bayram hutbesini verip namazını da kıldıktan sonra koçlardan birini alır ve: "Allahım! Bu, senin bir olduğuna, benim de risaleti tebliğ ettiğime şehadet eden tüm ümmetim içindir" buyururdu. Onu kestikten sonra ikinci koçu getirir ve: "Allahım! Bu da, Muhammed ve ailesi içindir" buyururdu. Kestikten sonra da onların etlerinden hem yoksullara yedirir, hem de ailesiyle birlikte kendisi yerdi. Yıllar boyu da Yüce Allah'ın inayetiyle Haşim oğulları borca ve sıkıntıya düşmemiş, kurban da kesmemişlerdir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Biz her ümmet için uygulayacağı bir mensek kıldık. O hâlde bu konuda seninle asla çekişmesinler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Mensek'ten kasıt kurbanlıklarını kesmeleridir ki ümmet bunu uygulamıştır. Ayrıca kurban konusunda da Müslümanların Peygamberimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) çekişmemesi emredilmiştir."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "Biz her ümmet için uygulayacağı bir mensek kıldık..." âyetini açıklarken: "Her ümmetin ifa edeceği bir kurban ibadeti kıldık, anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Biz her ümmet için uygulayacağı bir mensek kıldık..." âyetini açıklarken: "Bundan kasıt kurban kesmeleridir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Biz her ümmet için uygulayacağı bir mensek kıldık..." âyetini açıklarken: "Bundan kasıt kurban ile haçtır" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...O hâlde bu konuda seninle asla çekişmesinler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Buradan çekişenlerden kasıt müşriklerdir. Zira: "Yüce Allah'ın kendi eliyle kestiği kurbandan yemeyin. Ancak sizin elinizle kestiğiniz kurbanlardan yemeniz helaldir" diyorlardı.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mükâtil: "...Sen Rabbine davet et. Çünkü sen hiç şüphesiz hakka götüren dosdoğru bir yol üzerindesin. Eğer seninle mücadele ederlerse..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Sen onları Rabbinin dinine davet et, zira dosdoğru bir din üzerindesin, anlamındadır. Burada mücadeleden kasıt da kurbanlıklar hakkında çekişmeleridir."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Eğer seninle mücadele ederlerse: «Allah, yapmakta olduğunuzu daha iyi bilmektedir» de" âyetini açıklarken: "Bizim yaptığımız bize, sizin yaptığınız da sizedir, de anlamındadır" demiştir.

69

(Ey mü'minlerle kâfirler), muhalefet edip durduğunuz şeyler hakkında kıyâmet günü Allah aranızda hükmünü verecektir.

70

"Gökte ve yerde olanı Allah'ın bildiğini bilmez misin? Bunlar hiç şüphesiz Kitap'tadır ve şüphesiz bunlar Allah'a kolaydır."

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah, Levh-i Mahfuz'u yüz yıllık bir yolculuk uzunluğunda yarattı. Mahlukatı yaratmadan önce de Arş'ı üzerindeyken kaleme: "Yazı" buyurdu. Kalem: "Neyi yazayım?" diye sorunca, Yüce Allah: "Kıyamet kopana kadar yaratıklarım hakkındaki ilmimi yaz" buyurdu. Bunun üzerine kalem de kıyamet kopana kadar Allah'ın ilminde olacakları yazdı. İşte Yüce Allah'ın Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Gökte ve yerde olanı Allah'ın bildiğini bilmez misin? Bunlar hiç şüphesiz Kitap'tadır ve şüphesiz bunlar Allah'a kolaydır" âyeti da bunu anlatmaktadır. Yedi kat gök ile yedi kat yerde tüm olanları Yüce Allah bilir. Bunların bilgisi henüz gökler ve yerler yaratılmadan Levh-i Mahfuz'da yazılmıştı. Bu da Allah için pek kolay pek basit bir şeydir.

İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ahir zamanda ümmetime kaderin kapısı açılacak ve onu hiçbir şey kapatamayacaktır. Böylesi bir durum karşısında da: «Gökte ve yerde olanı Allah'ın bildiğini bilmez misin? Bunlar hiç şüphesiz Kitap'tadır ve şüphesiz bunlar Allah'a kolaydır» demeniz yeterli olacaktır."

Lâlekâî Sünne'de başka bir kanalla Süleymân b. Hafs el-Kureşî'den merfû mürsel olarak aynısını bildirir.

72

"Onlara âyetlerimiz apaçık olarak okunduğu zaman, inkar edenlerin yüzlerinden inkarlarını anlarsın. Nerdeyse, kendilerine âyetlerimizi okuyanlara saldıracaklar. De ki: Size bundan daha fenasını haber vereyim mi? Allah'ın inkarcılara vaad ettiği cehennem! Ne kötü bir dönüştür!"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Neredeyse saldıracaklar" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: "Neredeyse saldıracaklar" şeklinde açıklamış ve: "Bunlardan kasıt Kureyş kafirleridir" demiştir.

73

Bkz. Ayet:74

74

"Ey insanlar! Bir misal verilmektedir, şimdi onu dinleyin: Sizlerin Allah'ı bırakıp taptıklarınız bir araya gelseler, bir sinek bile yaratamıyacaklardır. Sinek onlardan bir şey kapsa, onu kurtaramazlar; isteyen de, istenen de aciz! Allah'ın kadrini gereği gibi bilemediler. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir."

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ey insanlar! Bir misal verilmektedir, şimdi onu dinleyin..." âyetini açıklarken: "Putlar hakkında nazil oldu" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...İsteyen de, istenen de aciz!" âyetini açıklarken: "İsteyenden kasıt taptıkları ilahlar, istenenden kasıt ise sinektir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Sizlerin Allah'ı bırakıp taptıklarınız bir araya gelseler, bir sinek bile yaratamıyacaklardır. Sinek onlardan bir şey kapsa, onu kurtaramazlar; isteyen de, istenen de aciz" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Allah'ı bırakıp taptığınız bu putlar bir araya gelseler bir sineği daha yaratamazlar. Putlara adanan yemeklerin üzerine bir sinek konacak olsa bu putlar yemeklerinden yiyen bu sineği dahi kovmaktan acizdirler. Bir sineği yaratamayan ve yemeğine konsa onu bile kovamayacak olan bu putlardan bir şey isteyenler aciz olduğu gibi sineği yaratamayan ve yemeğini yiyen sineği kovamayan bu putlar da acizdir."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: "...Sizlerin Allah'ı bırakıp taptıklarınız bir araya gelseler, bir sinek bile yaratamıyacaklardır. Sinek onlardan bir şey kapsa, onu kurtaramazlar; isteyen de, istenen de aciz" âyetini açıklarken: "Burada Allah'ı bırakıp tapılan şeyler putlardır. Onu kurtaramazlar derken de sineklerin yemeklerinden aldığı şeyleri kurtaramazlar anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Allah'ın kadrini gereği gibi bilemediler..." âyetini açıklarken: "Allah'ı bırakıp bir sineği bile defetmekten aciz olan putlara tapmalarıyla Allah'ın kadrini gereği gibi bilememişlerdir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed Zühd'de ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Târik b. Şihâb'dan bildirir: Selmân: "Bir kişi bir sinekten dolayı Cennete girerken başka biri de yine bir sinekten dolayı Cehenneme girdi" dedi. Oradakiler: "Sinek dediğin nedir?" diye sorunca, Selmân birinin giysisinin üzerinde gördüğü bir sineği göstererek: "İşte budur" dedi. Ona: "Bu nasıl oluyor?" diye sorduklarında da şöyle dedi: "İki Müslüman, bir puta tapan ve yanına her gelişlerinde kurbanlık olarak ona bir şeyler sunan bir topluluğa rastladılar. Bu iki müslümana: "Siz de bizim putumuza bir şeyler sunun!" dediklerinde, müslümanlar: "Biz Allah'a şirk koşmayız" karşılığını verdiler. Puta tapan o topluluk: "Bir sinek dahi olsa ona bir şeyler sunun" dediklerinde, Müslümanlardan biri diğerine: "Ne dersin?" diye sordu. O: "Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmam" deyince, o topluluk tarafından öldürüldü ve Cennete girdi. Diğeri ise yüzüne konan bir sineği alıp kurban niyetine putun üzerine koydu. Böyle yapınca da onu bıraktılar. Ama bundan dolayı Cehenneme girdi."

75

"Allah meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken: "Yüce Allah'ın insanlardan seçtiği elçiler peygamberlerdir" demiştir.

Hâkim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yüce Allah kendisiyle konuşmak için Mûsa'yı, dostluk için de İbrahim'i seçti" buyurmuştur.

Hâkim'in Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mûsa b. İmrân, Yüce Allah'ın temiz kılıp seçtiği (Safiyyullah) kişidir" buyurmuştur.

Bağavî Mu'cem'de, Bâverdî, İbn Kâni', Taberânî ve İbn Asâkir, Zeyd b. Ebî Evfâ'dan bildirir: Medine mescidinde Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girdim. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem): "Filan kişi nerede? Falan kişi nerede?" diyerek herkesin nerede olduğunu sordu. Orada bulunmayanların peşinden birilerini göndererek yanına çağırttı. Bütün ashâbı yanında toplandıkları zaman: "Size bir şeyi anlatacağım. Bunu iyice öğrenip aklınızda tutun ve sizden sonra geleceklere de anlatın. Yüce Allah yarattıklarından bazılarını seçmiştir" buyurdu ve: "Allah meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir" âyetini okudu. Âyeti okuduktan sonra da şöyle devam etti: "Bu seçtiklerini de Cennetine sokar. Ben de sizlerin arasından sevdiklerim bazı kişileri seçecek ve Yüce Allah'ın melekleri birbirlerine kardeş kıldığı gibi bu seçtiklerimi birbirine kardeş kılacağım. Ey Ebû Bekr! Kalk!" Ebû Bekr ayağa kalkınca Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip önünde durdu ve: "Senin bana çok yardımların dokunmuştur ki Yüce Allah bunun mükâfatını sana verecektir. Şayet (Allah'tan başka) dost edinecek olsaydım kendime seni dost edinirdim. Senin bana yakınlığın gömleğimin bedenime olan yakınlığı gibidir" buyurdu. Eliyle gömleğini hareket ettirdikten sonra da: "Ey Ömer! Yaklaş!" buyurdu. Ömer ayağa kalkınca Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına yaklaştı ve: "Ey Ebû Hafs! Sen önceleri bize karşı çok öfkeli ve kinliydin. Ben de Yüce Allah'a dinini seninle veya Ebû Cehille güçlü kılması için dua ettim. Yüce Allah da bunun için seni seçti ki senin olmanı ben de daha çok istiyordum. Bu ümmet içinde benimle Cennette beraber olacak üç kişiden birisin" buyurdu. Daha sonra Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) az bir geriye çekilip Ebû Bekr ile Ömer'i kardeş kıldı.

Sonrasında Osmân b. Affan'ı çağırdı ve: "Ey Osman yaklaş! Yaklaş ey Osman!" dedi. Osmân da yaklaşa yaklaşa sonunda dizleri Allah Resûlü'nün (sallallahü aleyhi ve sellem) dizlerine değdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Önce Osmân'a sonra da semaya bakarak üç defa: "Sübhanallahil-Azîm!" dedi. Bir daha Osmân'a bakınca gömleğinin düğmelerinin açık olduğunu gördü. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bizzat kendi elleriyle düğmelerini ilikledikten sonra şöyle buyurdu: "Giysinin yakalarını kurban gibi kesilmek üzere topla. Sema ahalisi içinde senin özel bir yerin var. Boyun damarlarından kanları akarak Cennetteki havuzuma, yanıma geleceklerden biri de sensin. «Bunu sana kim yaptı?» diye sorduğum zaman da: «Filan ile falan kişiler» diyeceksin. Cebrail'in bana dediği budur ki semadan: «Bilin ki Osmân, yorgun düşmüş, çaresiz kalmış olanların emiridir» diye seslenmişti." Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem) daha sonra Abdurrahman b. Avfı çağırdı ve: "Yaklaş ey Allah'ın katında ve semada güvenilir olan kişi! Yüce Allah malını sana hak yolda kullandırır. Senin için bir duam vardı ve onu etmemiş geciktirmiştim" buyurdu. Abdurrahman: " Resûlallah! Hayırlı olanı sen bana seç" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Abdurrahman! Bana bir emanet yükledin. Yüce Allah malını bol kılsın" buyurdu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem) sonrasında elini hareket ettirmeye başladı ve az geri çekilip Abdurrahman ile Osmân'ı birbirileriyle kardeş kıldı.

Talha ile Zübeyr, Mescid'e girince onlara: "Yanıma gelin" buyurdu. Yaklaştıklarında: "İsa b. Meryem'in havarileri gibi siz de benim havarilerimsiniz" buyurdu ve ikisini birbiriyle kardeş yaptı. Sonra Sa'd b. Ebî Vakkâs ile Âmmâr b. Yâsir'i yanına çağırdı. "Ey Ammâr! Seni azgın bir topluluk öldürecektir" buyurduktan sonra ikisini birbiriyle kardeş kıldı. Sonra Ebu'd-Derdâ ile Selmân el-Fârisî'yi çağırdı. "Ey Selmân! Sen bizim Ehl-i beyt'imizdensirı. Yüce Allah sana öncekilerin ve sonrakilerin ilmini, önceki kitaplar ile en son kitabın ilmini verdi" buyurduktan sonra, Ebu'd-Derdâ'ya: "Sana bir konuda doğru olan şeyi göstereyim mi?" diye sordu. Ebu'd-Derdâ: "Tabi ki göster yâ Resûlallah!" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sen bunları eleştirirsen onlar da seni eleştirirler. Ancak sen onları bırakırsan onlar seni bırakmaz, sen onlardan kaçarsan onlar yine seni arar bulurlar. Dar günlerin için malını ödünç olarak bunlara ver" buyurdu ve ikisini kardeş kıldı.

Sonra ashâbının yüzlerine baktı ve: "Sevinin ve içiniz rahat olsun! Cennette havuzuma, yanıma ilk sizler geleceksiniz. Cennette en yüksek evlerde sizler bulunacaksınız" buyurdu. Sonra Abdullah b. Ömer'e baktı ve: "Dalalette iken doğru yola ileten Allah'a hamdolsun" buyurdu. Ali: " Resûlallah! Benden başka diğer ashâbına bu yaptığını görünce sevincim gitti, takatim kesildi. Şayet bana kızgınsan, rıza da, değer vermek de ancak sana aittir" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem): "Beni hakla gönderene yemin olsun ki seni en sona bırakmam sadece kendime ayırdığım içindir. Senin yanımdaki konumun Harun'un Müsa'nın yanındaki konumu gibidir ve sen benim varisimsin" buyurdu. Ali: " Resûlallah! Senin neyine varis olacağım?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem): "Peygamberlerin miras olarak bıraktığı şeylere" karşılığını verdi. Ali: "Senden önceki peygamberler miras olarak ne bıraktı ki?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ın kitabı ile peygamberlerinin sünnetini bıraktılar. Sen de Cennetteki köşkümde kızım Vatıma ile birlikte benimle olacaksın. Sen kardeşim ve yoldaşımsın" buyurdu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem) daha sonra: "...Onlar sedirler üzerinde, kardeşler olarak karşılıklı otururlar" âyetini okudu ve: "Allah için beraber olanlar bu şekilde karşılıklı birbirlerine bakarlar" buyurdu.

76

Allah onların ne yaptıklarını ve ne yapacaklarını bilir. Bütün işler (netice itibariyle Âhirette) Allah’a döndürülür.

77

"Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz" âyetini açıklarken: "Müslümanlara edebi öğreten ve öğütlerde bulunan bir âyettir" demiştir.

78

"Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O, sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi. Babanız İbrâhîm'in milletine uyun. Daha önce ve bunda, peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için size müslüman adını veren odur. Artık, namaz kılın, zekat verin, Allah'a sarılın. O sizin sahibinizdir. Ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır!"

İbn Merdûye, Abdurrahman b. Avf'tan bildirir: Hazret-iÖmer bana: "Daha önce Kur'ân'da okuduklarımız için: "(=Başta yaptığınız gibi daha sonra da Allah uğrunda hakkıyla cihad edin)" âyeti yok muydu?" diye sordu. "Evet, vardı" karşılığını verdim ve: "Peki, bu ne zaman olacak ey müminlerin emiri?" diye sordum. Ömer: "Umeyye oğulları emir, Muğîre oğulları ise vezir olduğu zaman" karşılığını verdi.

Beyhakî Delâil'de Misver b. Mahrame'den bildirir: "Ömer, Abdurrahman b. Avf'a şöyle dedi..." Sonrasında ravi bir öncekini zikreder.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Allah uğrunda hakkıyla cihad edin..." âyetini açıklarken: "İslam dinine girene kadar Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) düşmanlarıyla mücadele edin, anlamındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Allah uğrunda hakkıyla cihad edin..." âyetini açıklarken: "Kişi bazen tek bir kılıç darbesi vurmamış olsa da Allah uğrunda hakkıyla cihad etmiş olur" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mükâtil: "Allah uğrunda hakkıyla cihad edin..." âyetini açıklarken: "Buradaki cihaddan kasıt ameldir. Elinizden geldiği kadar amel edin, anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Allah uğrunda hakkıyla cihad edin..." âyetini açıklarken: "Allah'a itaat edip O'na isyan etmemek, anlamındadır" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O sizi seçti..." âyetini açıklarken: "Allah yolunda hiç kimsenin kınamasından çekinmeyin. Zira sizleri dini için seçen Yüce Allah'tır" demiştir.

Tirmizî, İbn Hibbân, İbn Merdûye ve Askarî'nin Emsâl'de Fadâle b. Ubeyd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mücâhid, Allah'a itaat yolunda kendi nefsiyle mücadele eden kişidir" buyurmuştur.

İbn Cerîr, Hâkim ve İbn Merdûye, Hazret-i Âişe'den bildirir: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "...Dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi..." âyetini sorduğumda, güçlükten kastın sıkıntı ve katılık olduğunu söyledi.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in değişik kanallardan bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi..." âyetini açıklarken: "Güçlükten kasıt sıkıntı ve katılıktır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Muhammed'den bildirir: Ebû Hureyre, İbn Abbâs'a: "Hırsızlık yapmamız veya zina etmemiz durumunda bizim için dinde bir sıkıntı doğmaz mı?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Evet, doğar" dedi. Ebû Hureyre: "Ama Yüce Allah: "...Dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi..."buyuruyor" deyince, İbn Abbâs: "Yüce Allah daha önce İsrail oğullarına yaptığı gibi sizlere ağır bir sorumluluk yüklememiştir" karşılığını verdi.

İbn Ebî Hâtim, İbn Şihâb'dan bildirir: İbn Abbâs: "...Dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi..." âyetini açıklarken: "Bundan kasıt, Yüce Allah'ın tövbe ve kefaretler gibi İslam dininde kıldığı kolaylıklardır" derdi.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Osman b. Yesâr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Dinde üzerinize hiçbir güçlükyüklemedi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Ramazan hilali, hac hilali, Kurban ve Ramazan bayramları günü ve benzeri durumlar konusunda şüphe içinde olunduğu zamanlar için tanınan kolaylıklardır."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: İbn Abbâs'a 'harec' ifadesinin ne anlama geldiği sorulunca: "Bana Hüzeyl kabilesinden bir adam getirin" dedi. Hüzeyl kabilesinden bir adam gelince de ona: "Sizde 'harec' kelimesi ne anlama geliyor?" diye sordu. Adam: "Üzerine çıkılacak bir yeri bulunmayan ağaç anlamına geliyor" karşılığını verince, İbn Abbâs: "İşte harec budur. Çıkışı (çözümü) olmayan şeydir" dedi.

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî Sünen'de Abdullah b. Ebî Yezîd'den bildirir: İbn Abbâs'a 'harec' ifadesinin ne anlama geldiği sorulunca: "Burada Hüzeyl kabilesinden biri var mı?" dedi. Adamın biri: "Ben Hüzeyl kabilesindenim" deyince, İbn Abbâs ona: "Sizde 'harec' kelimesi ne anlama geliyor?" diye sordu. Adam: "Sıkıntı, darlık" karşılığını verince, İbn Abbâs: "İşte harec budur" dedi.'

İbn Ebî Hâtim, İkrime'den bildirir: "Harec, sıkıntı ve darlıktır. Ancak Yüce Allah, İslam dinini sizlere sıkıntı ve güçlük dini değil kolaylık dini kılmıştır. Kişinin, kadınlardan iki, üç, dört tanesiyle evlenmesini veya sahip olduğu cariyeyle yetinmesini helal kılmış; leşi, kanı ve domuz etini haram kılmıştır."

Muhammed b. Yahya ez-Zühlî Zühriyyât'ta ve İbn Asâkir, İbn Şihâb'dan bildirir: Abdulmelik b. Mervân, Ali b. Abdillah b. Abbâs'a: (.....) buyruğunda zikredilen harec ifadesini sorunca, Ali b. Abdillah şöyle dedi: "Harec'ten kasıt sıkıntı ve güçlüktür. Ancak Yüce Allah kefaretleri bu tür güçlüklerden bir çıkış bir kurtuluş olarak kılmıştır. İbn Abbâs'ın böyle dediğini işittim."

Beyhakî Sünen'de Muhammed b. Zeyd b. Abdillah b. Ömer'den bildirir: Ömer b. el-Hattâb: (.....) âyetini okuduktan sonra: "Bana Müdlic oğullarından bir adam getirin" dedi. Müdlic oğullarından bir adam getirilince ona: "Harec ifadesi sizde ne anlama geliyor?" diye sordu. Adam: "Sıkıntı, güçlük anlamındadır" dedi.

Ahmed, Huzeyfe b. el-Yemân'den bildirir: Bir gün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) uzun bir süre görünmedi ve evinden dışarı çıkmadı ki artık o günü yanımıza çıkmayacağını düşündük. Çıktığında da öyle bir secdeye gitti ki ruhunu teslim ettiğini zannettik. Başını secdeden kaldırdığında şöyle buyurdu: "Rabbim ümmetime ne yapacağı konusunda bana danıştı. «Rabbim! Dilediğin şeyi yap. Onlar senin yarattıkların ve kullarındır» dedim. İkinci defa bu konuda bana danışınca yine aynı karşılığı verdim. Bunun üzerine: «Ey Muhammed! Ümmetin konusunda seni üzmeyeceğim» buyurdu. Ayrıca benimle birlikte ümmetimden yetmiş bin kişinin hesaba çekilmeden herkesten önce Cennete gireceği ve bu yetmiş bin kişiden her bin kişinin yanında yetmiş bin kişi daha olacağı müjdesini verdi. Sonra bana bir elçi göndererek: «Dua et, duana icabet edilsin. İste istediğin verilsin» dedi. Elçiye: «Rabbim istediğim şeyleri verecek mi?» diye sorduğumda: «İstediğini sana vereceği için beni sana gönderdi» dedi. Bununla övünmüyorum ama şanı yüce Rabbim bana istediklerimi verdi. Henüz hayatta iken geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışladı. Ümmetimin aç kalmayacağını ve yenilmeyeceğini bildirdi. Cennette havuzuma doğru akan bir ırmak olan Kevser'i de bana bahşetti. İzzeti ve zaferi verdi. Ümmetime, düşmana karşı bir aylık mesafeden korku salma özelliği verdi. Peygamberler içinde Cennete ilk önce benim gireceğimi bildirdi. Bana da ümmetime de ganimeti helal kıldı. Daha önceki ümmetlere yasak kıldığı birçok şeyi de bizlere helal kılıp dinde bizlere hiçbir güçlük yüklemedi. Bütün bu verdiklerine şükür olarak da gördüğünüz bu secdeden başka bir şey bulamadım. "

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mükâtil b. Hayyân: "...Dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir. Yüce Allah bu dini bize zorlaştırmamış, İslam'a girenler için kolaylıklar sağlamıştır. Farz kıldığı bütün şeylerde de zaruri durumlarda ruhsatlar kılmıştır. Dindeki bu ruhsatlar da Müslümanlara kıldığı bir kolaylık ve rahmettir. Örneğin Yüce Allah mukîm olanlar için namazı dört rekat olarak farz kılmışken yolculuk anında iki rekat, korku anında da bir rekat kılmıştır. Kıble konusunda da ruhsat kılmıştır ki kişi hangi yöne doğru yönelmiş olursa olsun imayla namazını kılabilir. Unutma ve hatayla yapılan işlerde kişiyi sorumlu tutmaması da bu kolaylıklardandır. Yine abdest ve gusülde de ruhsat kılmıştır. Kişi su bulamadığı zaman temiz toprakta teyemmüm ile abdestini veya guslünü almış olur. Orucu mukîm olanlar için farz kılmışken hasta ve yolcu için başka günlerde tutma, tutma gücü olmayanlar için her bir güne karşılık bir yoksulu doyurma da bu ruhsat ve kolaylıklardandır. Azık veya binek bulamama veya bir engelden dolayı ulaşamama durumunda da hac konusunda ruhsat kılmıştır. Binek ve nafaka bulamama durumunda cihad konusunda da ruhsat tanımıştır. Aşırı açlık gibi zaruri durumlarda kişiye açlıktan ölmeyecek kadarıyla ölü eti, kan ve domuz etinden yeme ruhsatı vermiştir. Kur'ân'da bu yöndeki şeyler Yüce Allah'ın bu ümmete tanıdığı ruhsat ve kolaylıklardandır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Babanız İbrâhîm'in milletine uyun..." âyetini açıklarken: "Babanız İbrâhîm'in dinine uyun, anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Size müslüman adını veren odur ..." âyetini açıklarken: "Size Müslüman adını veren Yüce Allah'tır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Daha önce ve bunda... size müslüman adını veren odur..." âyetini açıklarken: "Daha önceki tüm kitaplarda ve Tevrat'ta, şimdi de Kur'ân'da size Müslüman adını veren Yüce Allah'tır" demiştir."

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Daha önce ve bunda, peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için size müslüman adını veren odur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Daha önceki kitaplar ile şimdiki kitabınızda size Müslüman adını veren Yüce Allah'tır. Peygamberin şahit olması risaleti sizlere tebliğ ettiğine dair şahitlik etmesidir. Sizin insanlara şahitliğiniz ise peygamberlerinizin risaleti sizlere tebliğ ettiğine dair şahitlik etmenizdir."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Süfyân: "...Daha önce ve bunda, peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için size müslüman adını veren odur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Daha önce Tevrat ve İncil'de, şimdi de Kur'ân'da size Müslüman adını veren Yüce Allah'tır ki, peygamberler sizlerin gereği gibi amel ettiğinize şahit olsun, sizler de peygamberlerinizin risaleti sizlere tebliğ ettiğine dair şahitlik edesiniz."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah bu ümmet dışında hiçbir ümmeti İslam ve iman ile birlikte zikretmiş değildir. Bu ümmet hem İslam, hem de iman ile zikredilirken daha önceki ümmetlerden hem İslam, hem de iman ile zikredilen olmamıştır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "...Size müslüman adını veren odur ..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Size Müslüman adını veren İbrahim'dir. İbrâhim'in: "Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş iki müslüman kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş Müslüman bir ümmet oluştur. Bize ibadet yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın" dediğini işitmez misin?"

Tayâlisî, Ahmed, Buhârî Târih'de, Tirmizî, Nesâî, Ebû Ya'lâ, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Bağavî, Bâverdî, İbn Kâni', Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Hâris el-Eş'arî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cahiliye dönemi adetlerine (asabiyete) davet eden kişi Cehennemden bir parça olur" buyurdu. Adamın biri: " Resûlallah! Bu kişi oruç tutup namaz kılsa da mı?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Evet! Yüce Allah'ın sizleri Müslüman, mümin ve Allah'ın kulu şeklinde isimlendirdiği davaya davet edin."A binek bulamama veya bir engelden dolayı ulaşamama durumunda da hac konusunda ruhsat kılmıştır. Binek ve nafaka bulamama durumunda cihad konusunda da ruhsat tanımıştır. Aşırı açlık gibi zaruri durumlarda kişiye açlıktan ölmeyecek kadarıyla ölü eti, kan ve domuz etinden yeme ruhsatı vermiştir. Kur'ân'da bu yöndeki şeyler Yüce Allah'ın bu ümmete tanıdığı ruhsat ve kolaylıklardandır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Babanız İbrâhîm'in milletine uyun..." âyetini açıklarken: "Babanız İbrâhîm'in dinine uyun, anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Size müslüman adını veren odur ..." âyetini açıklarken: "Size Müslüman adını veren Yüce Allah'tır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Daha önce ve bunda... size müslüman adını veren odur..." âyetini açıklarken: "Daha önceki tüm kitaplarda ve Tevrat'ta, şimdi de Kur'ân'da size Müslüman adını veren Yüce Allah'tır" demiştir."

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Daha önce ve bunda, peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için size müslüman adını veren odur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Daha önceki kitaplar ile şimdiki kitabınızda size Müslüman adını veren Yüce Allah'tır. Peygamberin şahit olması risaleti sizlere tebliğ ettiğine dair şahitlik etmesidir. Sizin insanlara şahitliğiniz ise peygamberlerinizin risaleti sizlere tebliğ ettiğine dair şahitlik etmenizdir."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Süfyân: "...Daha önce ve bunda, peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için size müslüman adını veren odur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Daha önce Tevrat ve İncil'de, şimdi de Kur'ân'da size Müslüman adını veren Yüce Allah'tır ki, peygamberler sizlerin gereği gibi amel ettiğinize şahit olsun, sizler de peygamberlerinizin risaleti sizlere tebliğ ettiğine dair şahitlik edesiniz."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah bu ümmet dışında hiçbir ümmeti İslam ve iman ile birlikte zikretmiş değildir. Bu ümmet hem İslam, hem de iman ile zikredilirken daha önceki ümmetlerden hem İslam, hem de iman ile zikredilen olmamıştır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "...Size müslüman adını veren odur ..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Size Müslüman adını veren İbrâhim'dir. İbrâhîm'in: "Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş iki müslüman kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş Müslüman bir ümmet oluştur. Bize ibadet yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın" dediğini işitmez misin?"

Tayâlisî, Ahmed, Buhârî Târih'de, Tirmizî, Nesâî, Ebû Ya'lâ, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Bağavî, Bâverdî, İbn Kâni', Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Hâris el-Eş'arî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cahiliye dönemi adetlerine (asabiyete) davet eden kişi Cehennemden bir parça olur" buyurdu. Adamın biri: " Resûlallah! Bu kişi oruç tutup namaz kılsa da mı?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Evet! Yüce Allah'ın sizleri Müslüman, mümin ve Allah'ın kulu şeklinde isimlendirdiği davaya davet edin."

İbn Ebî Şeybe, Abdullah b. Yezîd el-Ensârî'den bildirir: "Birbirinizi haniflik, İslam, iman gibi Yüce Allah'ın sizlere koymuş olduğu isimlerle anın."

İbn Ebî Şeybe Musannef’te ve İshâk b. Râhûye Müsned'de Mekhûl'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah kendini iki isimle isimlendirmiş ve bu iki ismi ümmetime de koymuştur. Allah, Selâm'dır ve ümmetimi Müslümanlar olarak isimlendirmiştir. Yine Allah, Mümin'dir ve ümmetimi müminler olarak isimlendirmiştir. "

0 ﴿