MÜ'MİNÛN SÛRESİİbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Mü'minûn Sûresi, Mekke'de nazil oldu" demiştir. Şâfiî, Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî Târih'de, Müslim, Ebû Dâvud, İbn Mâce, İbn Huzeyme, Tahâvî, İbn Hibbân ve Beyhakî Sünen'de Abdullah b. es-Sâib'den bildirir: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de sabah namazını kıldırırken Mü'minûn Sûresi'ni okumaya başladı. Mûsa ile Hârun'un veya İsa'nın zikredildiği âyetlere ulaştığı zaman kendisini bir öksürük tuttu. Sonrasında okumaya devam etmeyip rükûya gitti." 1"Müminler kurtuluşa ermişlerdir." Abdurrezzâk, Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, Nesâî, İbnu'l-Münzir, Ukaylî, Hâkim, Beyhakî Delâil'de ve Diyâ el-Muhtâre'de Ömer b. el-Hattâb'tan bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiy nazil olduğu zaman yüzünün çevresinde arı uğultusunu andıran bir ses işitilirdi. Yine bir gün bu şekilde kendisine vahiy nazil olurken bir süre bekledik. Vahiy nazil olma hali üzerinden gidince kıbleye dönüp ellerini kaldırdı ve: "Allahım! Bize nimetlerini arttır eksiltme. Şerefli kıl, zelil kılma. Bize ihsanlarda bulun ve bizi mahrum bırakma. Bizleri gözet, başkalarını bize tercih etme. Bizden razı ol ve bizi de razı kıl" diye dua etti. Sonra: "Bana on âyet indirildi ki bu âyetlerin gereğini yerine getiren Cennete girer" buyurdu ve: "Müminler kurtuluşa ermişlerdir" âyetinden başlamak üzere Mü'minûn Sûresi'nin ilk on âyetini okudu. Beyhakî el-Edebu'l-Müfred'de, Nesâî, İbnu'l-Münzir, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de Yezîd b. Bâbanûs'tan bildirir: Hazret-i Âişe'ye: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ahlâkı nasıldı?" diye sorduğumuzda: "Onun ahlâkı Kur'ân ahlâkıydı" dedi ve şöyle devam etti: "Mü'minûn Sûresi'ni okumuyor musun? Oku bakalım!" Bunun üzerine Mü'minûn Sûresi'ni okumaya başladım. İlk on âyetini bitirdiğimde Hazret-i Âişe: "İşte Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) de böylesi bir ahlâkı vardı" dedi. İbn Adiy, Hâkim ve Beyhakî'nin el-Esmâ Ve's-Sifât'ta Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah, Adn Cennetini yarattı ve ağaçlarını kendi eliyle dikti. Ona: «Konuş!» buyurunca, Cennet: «Müminler kurtuluşa ermişlerdir» dedi." Taberânî Sunne'de ve İbn Merdûye, İbn Abbâs vasıtasıyla aynısını bildirir. Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Müminler kurtuluşa ermişlerdir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Ka'b der ki: "Yüce Allah kendi elleriyle sadece üç şeyi yaratmıştır. Âdem'i kendi elleriyle yaratmıştır. Tevratı da kendi elleriyle yaratmıştır. Yine Adn Cennettindeki ağaçları bizzat kendi elleriyle dikmiş sonra Cennete: "Konuş!" buyurmuştur. Cennet taşıdığı değeri iyi bildiğinden dolayı da: "Müminler kurtuluşa ermişlerdir" demiştir." İbn Cerîr, Mücâhid'den bildirir: Yüce Allah, Cenneti yaratıp içindekileri diktikten sonra ona baktı ve: "Müminler kurtuluşa ermişlerdir" buyurdu. İbn Cerîr, Ebu'l-Âliye'den bildirir: Yüce Allah, Cenneti yarattığı zaman: "Müminler kurtuluşa ermişlerdir" buyurdu ve bu konuda âyetler indirdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Müminler kurtuluşa ermişlerdir" âyetini açıklarken: "Yüce Allah'a onu tevhid ederek iman eden ve onu tasdik edenler saadete ermişlerdir" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Talha b. Musarrif bu âyeti: (.....) lafzıyla, (.....) kelimesini merfû (=Eflehu) olarak okumuştur. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) lafzıyla, mansûb (=Efleha) olarak okumuştur. Tastî'nin Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyetinin anlamını sorunca, İbn Abbâs: "Kurtulup saadete erdiler, anlamındadır" dedi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca da İbn Abbâs şöyle dedi: "Evet, bilirler. Lebîd'in: "Aklını başına topla eğer başında değilse Zira akıllı olan kişi her zaman saadete erer" dediğini işitmez misin?" 2"Onlar namazda huşu İçindedirler." Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve Beyhakî Sünen'de Muhammed b. Sîrîn'den bildirir: Bana ulaştığına göre önceleri Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kılarken başını kaldırıp semaya bakarmış. Bunun üzerine: "Onlar namazda huşu içindedirler" âyeti nazil olmuştur. Abdurrezzâk Musannef te İbn Sîrîn'den bildirir: "Önceleri Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kılarken başını kaldırıp semaya bakardı. Yüce Allah bu âyetle ona huşuyu emredince sonrasında sadece secde yerine bakmaya başladı." Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud Merâsil'de, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî Sünen'de İbn Sîrîn'den bildirir: "Önceleri Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) namaza durduğu zaman sağına soluna da bakardı. "Onlar namazda huşu içindedirler" âyeti nazil olunca namazlarında başını önüne eğer oldu." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. Sîrîn'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı namaz kılarken başlarını semaya doğru kaldırırlar, sağa sola bakınırlardı. Yüce Allah: "Müminler kurtuluşa ermişlerdir. Onlar namazda huşu içindedirler" âyetlerini indirince namazlarda başlarını önlerine aldılar, sağa sola bakmaz oldular. Abdurrezzâk ve İbn Ebî Şeybe, İbn Sîrîn'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazda iken bazen bir şeye bakar, başını semaya doğru kaldırdığı da olurdu. Ancak bir âyet nazil olunca namazda iken başını önünde tutar oldu. Bu nazil olan âyet de: "Onlar namazda huşu içindedirler" âyeti değilse hangi âyettir bilmiyorum. Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Sünen'de Muhammed b. Şîrîn vasıtasıyla Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazda iken bazen başını semaya doğru kaldırıp bakardı. "Onlar namazda huşu içindedirler" âyeti nazil olunca namazlarında başını önüne eğer oldu. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer: "Onlar namazda huşu içindedirler" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Öncekiler namaza durdukları zaman tamamen kendilerini namazlarına verir, secde yerinden başka bir yere bakmazlardı. Çünkü bilirlerdi ki Yüce Allah namazda onlara yönelir. Bundan dolayı sağa sola dönüp bakmazlardı." İbnu'l-Mübârek Zühd'de, Abdurrezzâk, Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî Sünen'de bildirdiğine göre Hazret-i Ali'ye: "Onlar namazda huşu içindedirler" âyeti sorulunca şöyle demiştir: "Huşu kalpte olur. Bunun yanında Müslüman kişiye karşı yumuşak huylu olman ve namazlarında etrafa bakmamandır." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Onlar namazda huşu içindedirler" âyetini açıklarken: "Korku ve sükûnet içinde namaz kılmaktır" demiştir. Hakîm et-Tirmizî ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Ebû Bekr es-Sıddîk'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Nifak olan huşudan Allah'a sığının" buyurdu. Ashâb: "Yâ Resûlallah! Nifak olan huşu nasıl oluyor?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Beden huşu içinde olurken kalbin nifak içinde olmasıdır" karşılığını verdi. İbnu'l-Mübârek, İbn Ebî Şeybe ve Ahmed'in Zühd'de bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ: "Nifak olan huşudan Allah'a sığının" dedi. Ona: "Nifak olan huşu nasıl oluyor?" diye sorulunca, Ebu'd-Derdâ: "Kalp huşu içinde değilken bedenin huşu içinde olmasıdır" karşılığını verdi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Huşu kalpte olur. O da Allah korkusu ve namazda iken etrafa bakınmamaktır" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî): "Onlar namazda huşu içindedirler" âyetini açıklarken: "Huşu kalpte olur. Aynı zamanda sükûnettir" demiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Onlar namazda huşu içindedirler" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Öncekilerin huşusu kalplerindeydi. Bundan dolayı bakışlarını başka şeylerden alıkoyarak ve tevazu içinde namazlarını kılarlardı." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zührî: "Onlar namazda huşu içindedirler" âyetini açıklarken: "Kişinin namazdaki sükûnetidir" demiştir. İbnu'l-Mübârek, Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l- Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Namazda huşu, namazı sükûnet içinde kılmaktır" demiştir. İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe ve Ahmed Zühd'de Mücâhid'den bildirir: "Abdullah b. ez-Zübeyr namazda sopa gibi dümdüz dururdu. Ebû Bekr de namazda öyle dururdu. Namazda huşu da budur." Hakîm et-Tirmizî, Kâsım b. Muhammed vasıtasıyla Esmâ binti Ebî Bekr'den o da Hazret-i Âişe'nin annesi Ümmü Rumân'den bildirir: Ebû Bekr namazımı kılarken sağa sola eğildiğimi görünce beni öyle bir azarladı ki az daha namazı bozuyordum. Sonrasında bana dedi ki: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: "Biriniz namaza durduğu zaman sağını solunu sabit tutsun ve Yahudiler gibi sağa sola sallanmasın. Namazda kişinin sağını solunu sabit tutması namazı tamamlayan unsurlardandır." Hakîm et-Tirmizî, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kılarken sakalıyla oynayan bir adam görünce: "Bu adamın kalbi huşu içinde olsaydı uzuvları da huşu içinde olurdu" buyurdu. İbn Sa'd, Ebû Kılâbe'den bildirir: Müslim b. Yesâr'a namazda huşu konusunu sorduğumda: "Gözlerini secde yerine dikmendir" dedi. İbn Ebî Şeybe, Beyhaki, Ebû Dâvud ve Nesâî, Hazret-i Âişe'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) namazda etrafa bakmayı sorduğumda: "Bu tür şeyler şeytanın, kulun namazından çaldığı anlardır" buyurdu. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre hastalığı sırasında şöyle demiştir: "Beni oturtun! Beni oturtun! Zira Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bana bıraktığı bir emaneti vardı onu yerine getireyim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kişi namazında etrafına bakınmasın. Şayet illa da bakınacaksa bunu farz olmayan namazlarda yapsın" buyurdu." Abdurrezzâk ve İbn Ebî Şeybe, Atâ'dan bildirir: Ebû Hureyre'nin şöyle dediğini işittim: "Namaz kıldığın zaman bil ki Rabbin önündedir ve sen onunla konuşmaktasın. Onun için namazda etrafına bakma." Atader ki: Bana bildirilene göre Rabbimiz: "Ey Âdem oğlu! Nereye bakınıp duruyorsun! Ben, bakınıp durduğun şeylerden daha hayırlıyım" buyurur. İbn Ebî Şeybe, Ebu'd-Derdâ'dan bildirir: "Namazlarınızda sakın etrafınıza bakınıp durmayın. Zira etrafına bakınanların namazı olmaz. Nafile namazda dayanamayıp bakınsanız bile farz namazlarda bunu yapmayın!" İbn Ebî Şeybe, İbn Mes'ûd'dan bildirir: "Kul namazında içinden başka şeyler düşünmedikçe ve etrafına bakınmadıkça Yüce Allah onun önünde olur." İbn Ebî Şeybe, Abdullah b. Sa'd'dan bildirir: "Kişi namaza durduğu zaman Yüce Allah da ona doğru yönelir. Kişi namazda etrafına bakındığı zaman ise Yüce Allah ondan yüz çevirir." İbn Ebî Şeybe, Ka'b'dan bildirir: "Kişi namaza durduğu zaman etrafına bakınmadıkça Yüce Allah da ona doğru yönelir." İbn Ebî Şeybe, Hakem'den bildirir: "Kılınan namazın hakkıyla kılındığının bir göstergesi de kişinin sağında ve solunda duranların kim olduğunu bilmemesidir." Hâkim, Cübeyr b. Nüfeyr vasıtasıyla Avf b. Mâlik'ten bildirir: Bir gün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) semaya doğru baktı ve: "İlmin çekilip alınmasının vaktidir bu" buyurdu. Ensâr'dan İbn Lebîd adında biri: "Yâ Resûlallah! İlim kitaplarda yazılı ve kalplerde yerleşmiş olmasına rağmen nasıl çekilip alınabilir ki?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ben seni Medine ahalisinin en anlayışlı adamı sanırdım!" buyurdu ve Yahudi ile Hıristiyanların, Allah'ın kitabı ellerinde olmasına rağmen nasıl saptıklarını anlattı." Cübeyr der ki: Şeddâd b. Evs ile karşılaştığımda ona bunu aktardım. Şeddad: "Avf doğru söylemiş. İlk çekilip alınacak şeyin de ne olduğunu sana söyleyeyim mi?" dedi. "Tabi, söyle" karşılığını verdiğimde de: "İlk çekilip alınacak şey huşudur. Öyle ki huşu içinde tek bir kişi bile göremezsin" dedi. Hâkim, Cübeyr b. Nüfeyr vasıtasıyla Ebu'd-Derdâ'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte olduğumuz bir sırada gözlerini semaya dikti ve: "İlmin insanlar arasından çekilip alınacağı ve ondan hiçbir şey elde edemeyecekleri an işte bu andır" buyurdu. Ziyâd b. Lebîd: "Yâ Resûlallah! Kur'ân'ı okumuşken ilim bizden nasıl çekilip alınabilir ki? Vallahi onu hem biz okuyacak, hem de kadınlarımız ile çocuklarımıza okutacağız!" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Ziyâdl Annen sensiz kala emil Ben de seni Medine ahalisinin fakihlerinden biri sanırdım! İşte Tevrat ile İncil de Yahudilerin ve Hıristiyanların ellerinde. Bu kitaplar onların ne işine yarıyor ki?" buyurdu. Cübey der ki: Ubâde b. es-Sâmit ile karşılaştığımda ona: "Kardeşin Ebu'd- Derdâ'nın ne dediğini işittin mi?" dedim ve Ebu'd-Derdâ'nın sözkonusu bu rivayetini ona da aktardım. Ubâde şu karşılığı verdi: "Doğru söylemiş! İstersen de insanlar içinden ilk çekilip alınacak olan ilmi sana söyleyeyim ki o da huşudur. Bir mescide girip de içinde huşu sahibi tek bir kişi bile görememen pek yakındır." İbn Ebî Şeybe, Ahmed Zühd'de ve Hâkim, Huzeyfe'den bildirir: Dininizde ilk kaybedeceğiniz şey huşu, en son kaybedip heba edeceğiniz şey de namazdır. İslam'ın emir ve hükümleri tek tek koparılıp terk edilecektir. Kadınlar hayız olduğu halde namaz kılacaklardır. Sizden öncekilerin geçtiği yollardan siz de geçecek adım adım onları takip edeceksiniz. Onların geçtiği yoldan sapamayacak, aynı yolu takip edeceksiniz. Sonunda birçok fırka içinden sadece iki fırka kalacak ve biri diğerine: "Neden beş vakit namaz? Bizden öncekiler yollarını şaşırmışlar, zira Yüce Allah: "Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde namaz kıl..." buyurur. Siz de üç vakitten başka kılmayın" diyecek. Diğer fırka da: "Bizler meleklerin imanı gibi Allah'a iman ediyoruz. İçimizde ne bir kafir, ne de bir münafık bulunuyor. Bundan dolayı Yüce Allah'ın bizleri Deccâl ile haşretmesi gerekiyor" diyecek. Ahmed, Ebu'l-Yeser'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kiminiz namazlarını tam olarak kılar. Kiminiz yarısını kılar. Kiminiz üçte birini kılar. Kiminiz dörtte birini kılar..." buyurdu ve ona bir'e ulaşana kadar saydı. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Dârimî, Müslim, Ebû Dâvud ve İbn Mâce'nin Câbir b. Semure'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bazıları namazda iken ya gözlerini semaya dikmekten vazgeçecek ya da o gözler semadan kör bir şekilde geri dönecektir. " İbn Ebî Şeybe, Tayâlisî, Buhârî, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce, Dârimî, İbn Huzeyme ve İbn Hibbân, Enes b. Mâlik'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bazılarına ne oluyor da namazda iken bakışlarını semaya çeviriyorlar!" buyurdu. Bu konuda o kadar ısrarcı oldu ki sonunda: "Ya bundan vazgeçerler ya da gözleri gider ve kör olurlar!" buyurdu. İbn Ebî Şeybe ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Bazıları namazda iken ya gözlerini semaya dikmekten vazgeçecek ya da o gözler semadan kör bir şekilde geri dönecektir" demiştir. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Huzeyfe: "Kişi namazda iken gözlerini semaya diktikten sonra kör bir şekilde indirmekten korkmaz mı?" demiştir. 3Bkz. Ayet:9 4Bkz. Ayet:9 5Bkz. Ayet:9 6Bkz. Ayet:9 7Bkz. Ayet:9 8Bkz. Ayet:9 9"Onlar boş şeylerden yüz çevirirler. Onlar zekatlarını verirler. Onlar ırzlarını korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin altında bulunanlar bunun dışındadır. Onlarla ilişkilerinden dolayı kınanmazlar. Bu sınırları aşmak isteyenler, işte bunlar aşırı gidenlerdir. Onlar emanetlerini ve sözlerini yerine getirirler. Ve onlar ki namazlarına riayet ederler." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Onlar boş şeylerden yüz çevirirler" âyetini açıklarken: "Boş şeylerden kasıt batıl olan şeylerdir" demiştir. Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Onlar boş şeylerden yüz çevirirler" âyetini açıklarken: "Boş şeylerden kasıt günah olan her şeydir" demiştir. İbnu'l-Mübârek'in bildirdiğine göre Katâde: "Onlar boş şeylerden yüz çevirirler" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Vallahi bununla kendilerini batıl olan şeylerden koruyacak olan Allah'ın emri de gelmiştir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Onlar zekatlarını verirler. Onlar, eşleri ve ellerinin altında bulunanlar dışında, mahrem yerlerini herkesten korurlar. Doğrusu bunlar yerilemezler. Bu sınırları aşmak isteyenler, işte bunlar aşırı gidenlerdir. Onlar emanetlerini ve sözlerini yerine getirirler" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Onlar mallarının zekatını verirler. Mahrem yerlerini çirkin şeylerden korur ve zinaya bulaşmazlar. Ancak eşleri ve cariyeleriyle birlikte olmaktan dolayı yerilmez ve kınanmazlar. Eşi ve cariyesi varken hâlâ başkasında gözü olan ve kendisine helal olmayan bir şeyi isteyen kişiler dinlerinde aşırıya kaçmış, haddi aşmış kişilerdir. Kendi aralarında veya başka dinlerden olan insanlar arasında emanetlerine riayet eder, verdikleri sözlerde dururlar." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Ancak eşleri ve ellerinin altında bulunanlar bunun dışındadır..." âyetini açıklarken: "Nikahlı eşleri ile cariyeleriyle girdikleri ilişkilerden dolayı kınanmazlar" demiştir. İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. Ka'b'dan bildirir: İki cinsel organ dışında her türlü cinsel organ sana haramdır. Bunlar da: "Ancak eşleri ve ellerinin altında bulunanlar..." âyetiyle zikredilmiştir. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Bu sınırları aşmak isteyenler, işte bunlar aşırı gidenlerdir" âyetini açıklarken: "Kendisine helal olanın ötesine gitmek isteyen harama olan bir şeye bulaşır" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Abdirrahman: "Bu sınırları aşmak isteyenler, işte bunlar aşırı gidenlerdir" âyetini açıklarken: "Sınırı aşmaktan kasıt zinadır" demiştir. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim, İbn Ebî Müleyke'den bildirir: Hazret-i Âişe'ye kadınlarla muta yapmayı sorduğumda şu karşılığı verdi: "Aramızda bu konuda hükmü verecek olan Allah'ın Kitabı vardır. Yüce Allah: "Onlar, eşleri ve ellerinin altında bulunanlar dışında, mahrem yerlerini herkesten korurlar..." buyurur. Yüce Allah'ın kendisine eş kıldığından veya cariye olarak verdiğinden öteye geçmek isteyenler haddi aşmış olurlar." Abdurrezzâk ve Ebû Dâvud Nâsih'de bildirdiğine göre Kâsım b. Muhammed'e muta konusu sorulunca: "Bunun Kur'ân'da haram kılındığını görüyorum" dedi ve: "Onlar, eşleri ve ellerinin altında bulunanlar dışında, mahrem yerlerini herkesten korurlar..." âyetlerini okudu. Abdurrezzâk, Katâde'den bildirir: Kadının biri kölesini, ilişkiye girmek için kendine tahsis etti. Durumu Ömer'e anlatılınca, Ömer kadına: "Neden öyle bir şey yaptın?" dedi. Kadın: "Erkeğe, elinin altında bulunan cariyelerin helal olması gibi bu kölenin de bana helal olacağını düşündüm" karşılığını verdi. Ömer bu konuyu Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbına danışınca: "Allah'ın Kitabını yanlış bir şekilde yorumlamış" dediler. Bunun üzerine Ömer, kadına: "Bu köleden sonra artık seni hür olan bütün erkeklere haram kılıyorum" dedi. Ömer kadını bu şekilde cezalandırırken, ondan haddi uzaklaştırmış oldu. Köleye de kadına yaklaşmamasını emretti. Abdurrezzâk, Ebû Bekr b. Abdillah'tan bildirir: Babamın şöyle dediğini işittim: Ömer b. Abdilazîz'in bir davada hüküm vermesine şahit oldum. Yanına, Rum bir köle satın alan Araplardan bir kadın getirildi. Kadın: "Bu köleyi satın aldım, ancak amcam oğulları ona yaklaşmama izin vermiyorlar. Oysa erkeğe cariyesi ne ise ve nasıl onunla ilişkiye girebiliyorsa ben de bu köleyle aynı şeyi yapabilmeliyim. Onun için amcam oğullarına benden uzak durmalarını söyle" dedi. Ömer, kadına: "Daha önce evlendin mi?" diye sorunca, kadın: "Evet" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ömer: "Vallahi senin cahil biri olduğunu bilmesem taşlarla recmederdim!" dedi. Abdurrezzâk ve İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Ömer'e, kadının kendi cariyesini kocasına helal kılması durumu sorulunca şöyle demiştir: "Bir fere (eşin) dışında başka bir fere sana helal olmaz. Onun için eşinin verdiği bu cariyeyi ister satar, ister başkasına hibe eder, istersen de azat edersin." Abdurrezzâk, Saîd ile Vehb'den bildirir: Adamın biri Ömer'e geldi ve: "Annemin bir cariyesi vardı. Bu cariyeyi onunla ilişkiye girmem için bana helal kıldı" dedi. Ömer de: "Bu cariyeyi satın almadan veya annen sana hibe etmeden onunla bu tür bir ilişki sana helal olmaz" dedi. Abdurrezzâk, İbn Abbâs'tan bildirir: "Kişinin karısı veya kızı veya kızkardeşi, kendilerine ait olan bir cariyeyi kendisine helal kılmaları halinde onunla ilişkiye girecekse onların cariyesi olarak ilişkiye girmelidir." Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Tâvus şöyle demiştir: "Böylesi bir cariye kişiye yemekten daha fazla helal olur. Ancak ilişki sonrası çocuk gelmesi halinde çocuk cariyenin kendisine helal kılındığı adamın, cariye ise ilk efendinindir." Abdurrezzâk, Atâ'dan bildirir: "Önceleri böyle bir şey yapılırdı. Kişi cariyesini oğluna veya erkek kardeşine veya babasına helal kılardı. Aynı şekilde kadın da cariyesini kocasına helal kılardı. Ancak ben böyle bir şeyin yapılmasını istemem. Ancak güvenilir kişilerin bana bildirdiğine göre cariyesini misafirine helal kılanlar da vardı." İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Şîrîn: "Cinsel organ ödünç olarak verilemez" demiştir. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Cinsel organ ödünç olarak verilemez" demiştir. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde "Onlar ki namazlarına riayet ederler" âyetini: (.....) lafzıyla okumuş ve: "Kıldıkları namazın abdestine, vakitlerine, rüku ve secdelerine dikkat ederler" şeklinde açıklamıştır. Saîd b. Mansûr ve İbn Ebî Hâtim, Mesrûk'tan bildirir: "Kur'ân'da geçen bütün (.....) ifadelerinden kasıt namaz vakitleridir." Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd'da: "Yüce Allah: "Onlar, namazlarına devam eden kimselerdir" ile "Onlar ki namazlarına riayet ederler" âyetlerinde olduğu gibi namazı çokça zikretmiştir" denilince: "Bundan kasıt namaz vakitleridir" karşılığını verdi. "Biz bunların namazın terk edilmemesine yönelik olduğunu sanıyorduk" dediklerinde de İbn Mes'ûd: "Namazı terk etmek küfürdür" karşılığını verdi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: "Onlar ki namazlarına riayet ederler" âyetini: (.....) lafzıyla okumuş ve şöyle demiştir: "Bu namazdan kasıt, farz namazlardır. Meâric Sûresi'ndezikredilen namaz ise nafile namazdır." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "Onlar ki namazlarına riayet ederler" âyetini: (.....) lafzıyla okumuş ve: "Bu namazdan kasıt, farz namazlardır" demiştir. 10Bkz. Ayet:11 11"İşte varis olacaklar onlardır. Onlar Firdevs cennetlerine varis olurlar. Onlar orada ebedî kalacaklardır." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Hâkim'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre: "İşte varis olacaklar onlardır" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Allah'a itaat etmeleri halinde hem kendileri için, hem de kardeşleri için hazırlanan meskenlere mirasçı olurlar." Saîd b. Mansûr, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin el-Ba's'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Sizden her birinizin biri Cennette, biri de Cehennemde olmak üzere iki evi olur. Şayet ölür de Cehenneme giderse Cennette kendisi için hazırlanan evine Cennetteki kardeşleri mirsaçı olur. "İşte varis olacaklar onlardır" âyetinde ifade edilen de budur." Abd b. Humeyd ve Tirmizî, Enes'ten bildirir: Nadr'ın kızı Rübeyyi'in oğlu Hâris b. Surâka, Bedir savaşında nereden geldiği belli olmayan bir okla ölmüştü. Savaş sonrası Rübeyyi', Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldi ve: "Hârise'in sonunun ne olduğunu bana söyle. Eğer Cenneti hak ettiyse karşılığını Allah'tan bekleyip sabrederim. Ancak Cennete girmediyse onun için elimden geldiği kadarıyla dua edeyim" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şu karşılığı verdi: "Ey Hârise'nin annesi! Cennet içinde cennetler vardır. Senin oğlun da en iyi olan Firdevs-i A'lâ cennetindedir. Firdevs cenneti de Cennetin en havadar, en orta ve en güzel yeridir. " 12Bkz. Ayet:14 13Bkz. Ayet:14 14"And olsun ki insanı süzme çamurdan yarattık. Sonra onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra bu az suyu «alaka» hâline getirdik. Alakayı da «mudğa» yaptık. Bu «mudğa»'yı da kemiklere dönüştürdük ve bu kemiklere de et giydirdik. Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık. Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şânı ne yücedir!" Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "And olsun ki insanı süzme çamurdan yarattık..." âyetini açıklarken: "Âdem'in yaratılışı çamurdan olmuştur" demiştir. "Sonra onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik" âyetini açıklarken de: "Nutfe olarak sağlam yere yerleştirilenler Âdem'in zürriyetidir" demiştir. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "And olsun ki insanı süzme çamurdan yarattık..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Süzme çamurdan kasıt, eline alıp sıktığın zaman suyu parmaklarının arasından akan ıslak çamurdur." Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "And olsun ki insanı süzme çamurdan yarattık..." âyetini açıklarken: "İnsan böylesi bir çamurdan süzülerek yaratılmıştır" demiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Sülâle, çocuğun kendisinden olduğu saf ve arı sudur" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Sülâle'den kasıt Âdem'in menisidir" demiştir. İbn Ebî Hâtim, Hâlid b. Ma'dân'dan bildirir: "İnsan çamurdan yaratılmıştır. Bundan dolayı kışın kalpler yumuşar." Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "And olsun ki insanı süzme çamurdan yarattık..." âyetini açıklarken: "Âdem süzme çamurdan, zürriyeti ise basit bir sudan yaratıldı" demiştir. İbn Ebî Hâtim, İbn Mes'ûd'dan bildirir: "Nutfe rahme düştüğü zaman kıldan tırnağa kadar her tarafa yayılır. Bu şekilde kırk gün kaldıktan sonra da rahme tekrar geri döner ve kan pıhtısı halini alır." Deylemî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kendisinden çocuk yaratılacak olan nutfe rahme düşmek üzere erkekten çıktığı zaman uzuvlar ve sinirler kasılıp sarsılır. " Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: İbn Abbâs'a azil konusunu sorduğumuzda: "Önce gidin bunu diğer insanlara sorun. Sonra gelip dediklerini bana söyleyin" dedi. Bu konuyu insanlara sorduğumuzda: "Azil diri diri gömmenin küçük bir şeklidir" dediler. İbn Abbâs'a gelip insanların bu dediklerini söylediğimizde, İbn Abbâs: "And olsun ki insanı süzme çamurdan yarattık. Sonra onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra bu az suyu 'alaka' hâline getirdik. Alakayı da 'mudğa' yaptık. Bu 'mudğa'yı da kemiklere dönüştürdük ve bu kemiklere de et giydirdik. Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık. Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şânı ne yücedir" âyetlerini okudu ve şöyle dedi: "Bu aşamalardan henüz geçmeden nasıl diri diri gömülmüş sayılabilir?" Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib'e azil konusu sorulunca: "Diri diri gömmenin gizli şeklidir" dedi. Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre İbn Mes'ûd azil konusunda: "Diri diri gömmenin gizli şeklidir" demiştir. Taberânî, Ubeyd b. Rifâa'dan bildirir: İçlerinde Ömer, Ali ve Rifâa b. Râfi'nin de bulunduğu bir topluluk azil konusunu konuştular. Bazıları: "Azil yapmada bir sakınca yoktur" derken, bazıları: "Azil diri diri gömmenin küçük şeklidir" dediler. Ali b. Ebî Tâlib de şöyle dedi: "Yedi aşamadan geçmeden diri diri gömme sayılmaz. Zira Yüce Allah: "And olsun ki insanı süzme çamurdan yarattık. Sonra onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra bu az suyu 'alaka' hâline getirdik. Alakayı da 'mudğa' yaptık. Bu 'mudğa'yı da kemiklere dönüştürdük ve bu kemiklere de et giydirdik. Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık. Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şânı ne yücedir" buyurur." Ali'nin bu sözü üzerine oradan azil yapmanın bir sakıncası yoktur görüşü üzerinde dağıldılar. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs "...Bu 'mudğa'yı da kemiklere dönüştürdük..." âyetini: (.....) lafzıyla okurdu. İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde "...Bu 'mudğa'yı da kemiklere dönüştürdük ve bu kemiklere de et giydirdik..." âyetini: (.....) lafzıyla okurdu. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim "...Bu 'mudğa'yı da kemiklere dönüştürdük ve bu kemiklere de et giydirdik..." âyetini: (.....) lafzıyla okumuştur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık..." âyetini açıklarken: "Bambaşka yaratıktan kasıt, saçının ve dişlerinin çıkmasıdır" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "...Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık..." âyetini açıklarken: "Bambaşka yaratıktan kasıt saçının çıkmasıdır" demiştir. Hasan ise: "Erkek veya dişi olmasıdır" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık..." âyetini açıklarken: "Bambaşka yaratıktan kasıt, içine ruhun üfürülmesidir" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: "...Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık..." âyetini açıklarken: "Bambaşka yaratıktan kasıt, içine ruhun üfürülmesidir" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Mücâhid ile İkrime'den aynısını bildirir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık..." âyetini açıklarken: "Bu aşamalardan geçtikten sonra genç hale gelmesidir" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Dahhâk: "...Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık..." âyetini açıklarken: "Bambaşka yaratıktan kasıt, saçının ve dişlerinin çıkmasıdır" demiştir. Kendisine: "Çocuk doğarken başında saçı olmuyor mu ki?" denilince de: "Koltuk altı ile kasıklarındaki kıllar da mı doğarken çıkmış oluyor?" karşılığını verdi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Sâlih Ebu'l-Halîl'den bildirir: "And olsun ki insanı süzme çamurdan yarattık. Sonra onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra bu az suyu 'alaka' hâline getirdik. Alakayı da 'mudğa' yaptık. Bu 'mudğa'yı da kemiklere dönüştürdük ve bu kemiklere de et giydirdik. Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık..." âyetleri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) nazil olduğu zaman Ömer: "Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şânı ne yücedir" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Ömer! Canım elinde olana yemin olsun ki bu âyetler senin söylediğin bu söz ile bitirilmişti" buyurdu. İbn Ebî Hâtim, Vehb b. Münebbih'ten bildirir: Üzeyr şöyle dedi: "Rabbim! Emrederek suyu havada dondurdun. Havayı da yediye bölüp yedi gök olarak isimlendirdin. Sonra suyun toprağı yırtıp çıkmasını emrettin. Sonra toprağın sudan ayrılmasını istedin ki su ile toprak birbirinden ayrıldılar. Tüm topraklara yerler, tüm sulara da denizler adını verdin. Sonra topraktan kör olanı çıkarıp görür yaptın. Sağır olanı çıkarıp duyar yaptın, ölü olanı çıkarıp diri yaptın. Tüm bunları da tek bir sözle kıldın. Bunlardan kiminin hayatı suya bağlıyken kimi de suda dayanamaz. Yapıları, bedenleri ve renkleri farklı mahlûkatlar yarattın ve bunları tür tür, cins cins ve çift çift kıldın. Yarattığın her şeye de eşini ilham ettin. Sonra topraktan ve sudan yeryüzünün canlılarını, hayvanlarını ve böceklerini yarattın. Bunlardan kimisi karnı üzerinde sürünürken kimisi iki ayak üzerinde, kimisi dört ayak üzerinde yürür. Kimi iri, kimisi de küçüktür. Daha sonra kitapların ve hikmetinle bunlara öğütler verip yol gösterdin. Sonra bunlara mutlak olan ölümü takdir ettin. Ölümden sonra da ilk defasında olduğu gibi onları diriltip eski haline çevireceksin." Yine şöyle demiştir: "Allahım! Tek sözünle tüm mahlûkatı yarattın. Hepsi de senin takdir ve dilemene boyun eğdi. Sonra tek bir sözle aynı toprakta yetişen ve aynı sudan sulanan her türlü bitkiyi bitirdin. Tüm bitkiler de senin takdir ve dilemene boyun eğdi. Bu bitkilerden her birinin meyvesi, rengi, tadı ve kokusu farklı farklı oldu. Kimi tatlı, kimi ekşi, kimi acıdır. Kiminin kokusu hoş ve güzel iken kiminin kokusu ise pis ve tiksindiricidir." Yine şöyle demiştir: "Rabbim! Biz senin yarattıkların ve elinin işiyiz. Bedenlerimizi annelerimizin rahimlerinde yarattın ve bize dilediğin, takdir ettiğin şekli verdin. Bize omurgalar ve kemikler kıldın. Kulaklar ve gözler ihsan ettin. Anne karnındaki o karanlıktan sonra bizlere bir nur, o darlıktan sonra bize bir genişlik ve o sıkıntıdan sonra bir ruh verdin. Sonra her birimize, hayatımızı devam ettirebilmemiz için rızıklar takdir ettin. Tüm bunlar sana ne zor geldi, ne de seni yordu. Arş'ın su üzerinde, karanlıklar da havada idi. Melekler Arş'ını taşıyor, hamdinle seni tesbih ediyordu. Tüm mahlûkat sana itaat etmekte, korku ile sana boyun eğmekteydi. Senin nurundan başka nur, senin sesinden başka ses de yoktu. Sonrasında nurun da karanlığın da kapılarını açtın. Artık emrinle bu ikisi yer değiştirip gece ile gündüzü oluşturur oldular." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh Azeme'de Vehb b. Münebbih'ten bildirir: Yüce Allah, Âdem'i dilediği şekilde ve dilediği şeyden yarattı. "Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şânı ne yücedir." Âdem toprak ile sudan yaratıldı. Âdem'in saçı, eti, kanı, kemikleri ve bedeni bunlardan oldu. Yüce Allah'ın Âdem oğlunu ilk yaratması işte bu şekilde olmuştur. Sonra Yüce Allah onun içine nefsi yerleştirdi. Bu nefisle oturup kalkar, işitip görür, diğer canlıların bildiğini bilir ve diğer canlıların korktuğu şeyden korkar. Daha sonra onun içine ruh yerleştirildi. Bu ruhla hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayırır. Bu ruhla kendini geliştirir, giyinir, öğrenir ve tüm işlerini idare eder. Kuruluğu topraktan, ıslaklığı ise sudandır. Yüce Allah'ın dilediği ve takdir ettiği şekilde Âdem oğlunu ilk yaratması işte bu şekilde oldu. Daha sonra ise Yüce Allah Âdem oğluna, bedenini ayakta tutan dört ana sıvıyı yerleştirdi. Bunlar da siyah safra, sarı safra, kan ve balgamdır. Bedenin kuruluğu ve ısısı nefistendir ve bunların merkezi, yeri kandır. Bedenin soğukluğu da ruhtan dolayıdır ve bunun da merkezi, yeri balgamdır. Bu dört ana madde kişinin bedeninde eşit ve dengeli oldukları zaman her birinin bedendeki oranı dörtte bir olur. Bu şekilde dengeli olmaları halinde de kişinin bedeni sağlıklı ve dinç olur. Ancak biri diğerlerinden daha fazla olunca fazla olan diğerlerine üstün gelir ve kendi tarafından hastalığı bedene sokar. Aynı şekilde bunlardan biri diğerlerinden az olunca diğerleri buna üstün gelip yok etmeye çalışırlar. Bu şekilde de kişinin bedeni, gücü zayıflar, az olan madde tarafından hastalık başlar. Derdi de devayı da hakkıyla bilen doktor hastalığın kaynağını, nereden geldiğini, bu dört maddeden az veya çok olan madde tarafından kaynaklandığını da bilir." İbn Ebî Hâtim, Hazret-i Ali'den bildirir: "Nutfe rahimde dört ay boyunca kalıp geliştikten sonra bir melek gönderilir ve bu melek nutfenin her üç aşamasında da ona ruhu üfler. İşte: "...Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şânı ne yücedir" buyruğunda kastedilen budur, yani nutfeye ruhun üfürülmesidir." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yaratıldıktan sonra annesinin karnından çıkar. İlk aşamadan sonra diğer bir yaratılışı da ses çıkarmaya başlamasıdır. Bu yaratılıştan biri de annesinin memesine yönlendirilmesidir. Diğerleri de ayaklarını uzatabilmesi, sonra oturabilmesi, sonra emeklemesi, sonra ayaklarının üzerinde durabilmesi, sonra yürüyebilmesi, sonra sütten kesilmesi, sonra nasıl yiyip nasıl içeceğini öğrenmesidir. Daha sonra ergenliğe erip yeryüzünde istediği yerde dolaşabilmesidir." Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: : "...Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bazıları bundan kastın saçının bitmesi olduğunu söylerken, bazılarına göre bundan kasıt içine ruhun üfürülmesidir." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şânı ne yücedir" âyetini açıklarken: "Herkes bir şeyler yapar, Yüce Allah da bir şey yapar. Ancak Yüce Allah yapanların en hayırlısıdır" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şânı ne yücedir" âyetini açıklarken: "Zira İsa b. Meryem de yaratırdı" demiştir. Tayâlisî, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve İbn Asâkir'in Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Ömer şöyle demiştir: Rabbimle dört konuda tevafuk ettim. Birincisi, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Makâm'ın arkasında namaz kılsak?" dedim. Bunun üzerine: "...Siz de İbrâhîm'in makamından bir namaz yeri edinin..."âyeti nazil oldu. İkincisi, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yâ Resûlallah! Eşlerin için bir perde edinsen,, zira yanına iyi olan da kötü olan da giriyor" dedim. Bunun üzerine: "...Peygamber'in eşlerinden bir şey isteyeceğinizde onu perde arkasından isteyin..." âyeti nazil oldu. Üçüncüsü, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) eşlerine (aşırı kıskançlıklarından dolayı): "Şayet bundan vazgeçmezseniz Yüce Allah sizin yerinize ona daha hayırlı eşler verecektir!" dedim. Bunun üzerine: "Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona, sizden daha iyi, kendini Allah'a veren, inanan, sebatla itaat eden, tövbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bakire eşler verebilir" âyeti nazil oldu. Dördüncüsü, "And olsun ki insanı süzme çamurdan yarattık. Sonra onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra bu az suyu 'alaka' hâline getirdik. Alakayı da 'mudğa' yaptık. Bu 'mudğa'yı da kemiklere dönüştürdük ve bu kemiklere de et giydirdik. Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık..." âyetleri nazil olduğu zaman: "Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şânı ne yücedir" dedim. Bunun üzerine: "...Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şânı ne yücedir" âyeti nazil oldu. İbn Râhûye, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî M. el-Evsat'ta ve İbn Merdûye, Zeyd b. Sâbit'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: "And olsun ki insanı süzme çamurdan yarattık. Sonra onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra bu az suyu 'alaka' hâline getirdik. Alakayı da 'mudğa' yaptık. Bu 'mudğa'yı da kemiklere dönüştürdük ve bu kemiklere de et giydirdik. Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık..." âyetlerini yazdırdı. Muâz b. Cebel bunları duyup: "Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şânı ne yücedir" deyince Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) güldü. Muâz: "Yâ Resûlallah! Neden güldün?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Çünkü bu âyetler: "...Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şânı ne yücedir'" buyruğuyla bitiyordu." Taberânî, Ebû Nuaym Fadâilu's-Sahâbe'de ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: "And olsun ki insanı süzme çamurdan yarattık. Sonra onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra bu az suyu 'alaka' hâline getirdik. Alakayı da 'mudğa' yaptık. Bu 'mudğa'yı da kemiklere dönüştürdük ve bu kemiklere de et giydirdik. Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık..." âyetleri nazil olduğu zaman Hazret-iÖmer: "Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şânı ne yücedir" dedi. Bunun üzerine: "...Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şânı ne yücedir"' âyeti nazil oldu. 15Sonra siz bunun arkasından muhakkak öleceksiniz. 16Sonra siz, kıyâmet günü muhakkak diriltileceksiniz. 17"Andolsun biz, sîzin üstünüzde yedi yol yarattık. Biz yaratmaktan habersiz değiliz" İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh Azeme'de bildirdiğine göre Mücâhid: "Andolsun biz, sizin üstünüzde yedi yol yarattık..." âyetini açıklarken: "Bundan kasıt, yedi kat göktür" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Biz yaratmaktan habersiz değiliz" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Şayet Yüce Allah bir şeyden gafil ve habersiz olsaydı rüzgarın sildiği ayak izlerinden gafil olurdu." 18Bkz. Ayet:19 19"Gökten suyu ölçülü indirdik de, onu yerde durdurduk. Şüphesiz onu gidermeye de kadiriz. Onunla sizin için hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana getirdik. Bu bağ ve bahçelerde sizin için pek çok meyveler vardır ve siz onlardan yiyorsunuz." İbn Merdûye ve Hatîb -zayıf bir senedle- İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah, Cennetten yeryüzüne beş nehir indirmiştir. Biri Seyhun'dur ve Hind bölgesinde bir nehirdir. Diğeri Ceyhun'dur ve Belh bölgesinde bir nehirdir. Diğer ikisi Irak bölgesinde olan Fırat ile Dicle nehirleridir. Beşincisi de Mısır'da olan Nil nehridir. Yüce Allah bu beş nehri Cennetin en alt tabakasında bulunan tek bir kaynaktan Cebrail'in kanatları üzerinde yeryüzüne indirmiştir. Bunları dağlara emanet etmiş, yeryüzünde akıtmıştır. Bunlarda insanlara türlü işleri ve geçimlerinde faydalar kılmıştır. "Gökten suyu ölçülü indirdik de, onu yerde durdurduk..." buyruğunda anlatılan budur. Yecûc ile Mecûc'ün çıkış zamanı gelince Yüce Allah, Cebrail'i gönderecektir. Cebrail de yeryüzünden Kur'ân'ı, bütün ilmi, Hacer-i Esved'i, Makâm-ı îbrâhim'i, içindekilerle birlikte Mûsa'nın sandığını (tabutu) ve bu beş nehri gökyüzüne çıkaracaktır. "...Şüphesiz onu gidermeye de kadiriz" buyruğunda anlatılan da budur. Bütün bunlar alınıp göğe kaldırılınca yeryüzü ahalisi hem dünya, hem de âhiretin tüm hayırlarından mahrum kalacaktır. " İbn Ebî Hâtim, Ebû Attâf'tan bildirir: "Yüce Allah, Dicle, Fırat, Seyhûn ve Ceyhûn olmak üzere dört nehri (Cennetten) indirdi. "Gökten suyu ölçülü indirdik de, onu yerde durdurduk..." âyetinde bahsedilen su bu nehirlerdir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini açıklarken: "Burada cennetlerden kasıt bahçelerdir" demiştir. 20"Yine o su ile Tûr-i Sina'da biten bir ağaç yarattık kî hem yağ, hem de yiyenlere katık verir." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Tûr-i Sîna'da biten..." âyetini açıklarken: "Tûr, Nebat dilinde dağ anlamındadır. Sîna da yine Nebat dilinde güzel anlamındadır" demiştir. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Tûr-i Sîna, Hz Mûsa'nın kendisine seslenildiği dağın da kendisidir" demiştir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Yine o su ile Tûr-i Sîna'da biten bir ağaç yarattık ki hem yağ, hem de yiyenlere katık verir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Ağaçtan kasıt zeytin ağacıdır. Tûr-i Sîna da güzel dağ anlamındadır. Yüce Allah bu dağda bitirdiği zeytin ağacında insanlara hem yağ, hem de katık ihsan etmiştir." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "Mübarek olan Tûr dağında insanlara yağ veren bir ağaç bitirdi" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî' b. Enes: "Yine o su ile Tûr-i Sîna'da biten bir ağaç yarattık..." âyetini açıklarken: "Bu ağaçtan kasıt, zeytin ağacıdır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Yine o su ile Tûr-i Sîna'da biten bir ağaç yarattık..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu ağaç, zeytin ağacıdır. Zeytin ağacından çıkarılan yağla da hem yağ ihtiyacı karşılanır, hem de yiyecek olarak kullanılır." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atiyye el-Avfî: "Sîna bir mıntıkanın adıdır" demiştir. Abd b. Humeyd, Mücâhid'den bildirir: "Tûr dağ, Sîna ise taş anlamındadır." Başka bir rivayette: "Sîna ağaç anlamındadır" şeklindedir. Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Kelbî: "Tûr-i Sîna..."âyetini: "Ağacı bol bîr dağ" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Dühtı ifadesinden kasıt yağdır. Hem sürülür, hem de yenilir" demiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) âyetini açıklarken: "Onun yağından yer ve sürünürsünüz" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: ilâ (.....) lafzıyla okumuştur. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Süleymân b. Abdilmelik bu âyeti: (.....) lafzıyla okurdu. 21Bkz. Ayet:22 22"Hayvanlarda sîzin için elbette bîr ibret vardır. Onların içlerindeki sütten size içiririz. Onlarda sizin için daha birçok faydalar da vardır ve onlardan yersiniz de. Hem onların ve hem de gemilerin üzerinde taşınırsınız." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Hayvanlarda sizin için elbette bir ibret vardır... Onlarda sizin için daha birçok faydalar da vardır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Deve, sığır, koyun keçi gibi hayvanlarda sizler için ibretler olduğu gibi bunlarda sizler için binmek için kullanma, süt ve et gibi çeşitli faydalar da vardır." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: (.....) âyetini açıklarken: "Fulk ifadesinden kasıt gemilerdir" demiştir. 23Yemin olsun ki, biz Nuh’u kavmine Peygamber gönderdik de (onlara) şöyle dedi: “ Ey kavmim! Allah’a ibâdet edin. O’ndan başka bir İlâhınız yoktur. Artık azabından korkmaz mısınız?” 24Bunun üzerine kavminden küfre varanların ileri gelenleri (başları) dedi ki: “ Bu sizin gibi ancak bir insandır, size karşı üstünleşmek istiyor. Eğer Allah dileseydi, elbette (bize peygamber olarak insan değil) melekler gönderirdi. Biz bunu, (bir insanın peygamber olabileceğini) evvelki atalarımızdan duymadık. 25O, ancak kendisinde cinnet bulunan bir adamdır. Bu itibarla bir zamana kadar onu bekleyin (belki akıllanır).” 26(Nûh şöyle) dedi: “ Ey Rabbim, onların beni yalanlamalarına karşılık sen bana yardım et.” 27"Bunun özerine ona şöyle vahyettik: Nezâretimiz altında ve bildirdiğimiz şekilde gemiyi yap. Bizim emrimiz gelip de sular coşup yükselmeye başlayınca her cinsten birer çift ile daha önce kendisi aleyhinde hüküm verilmiş olanların dışındaki aileni gemiye al. Zulmetmiş olanlar konusunda bana hiç yalvarma! Zira onlar kesinlikle boğulacaklardır." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Geminin içine her cinsten birer çift koy, anlamındadır "demiştir. 28(Ey Nûh), sen beraberindekilerle geminin üzerine çıktığın zaman de ki: “ Hamd, O Allah’a olsun ki, bizi zalim bir kavimden kurtarmıştır.” 29"De ki: Beni mübarek bir yere indir. Sen indirenlerin en iyisisin." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "De ki: Beni mübarek bir yere indir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Burada hitap Hazret-i Nuh'adır. Bunu da tufan sonrası geminin ineceği yer konusunda söylemesi istenmiştir." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuştur. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "De ki: Beni mübarek bir yere indir. Sen indirenlerin en iyisisin" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah bu şekilde gemiye binerken veya inerken neler diyeceğinizi sizlere öğretmektedir. Gemiye bineceğiniz zaman şöyle dersiniz: "...Bunu bizim hizmetimize vereni tesbih ve takdis ederiz, yoksa biz bunlara güç yetiremezdik. Şüphesiz Rabbimize döneceğiz." Yine bineceğiniz zaman: "...Onun yüzüp gitmesi de, durması da Allah'ın ismiyledır. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" dersiniz. Gemiden ineceğiniz zaman da: "Beni mübarek bir yere indir. Sen indirenlerin en iyisisin" dersiniz. 30"Şüphesiz bu olayda ibretler vardır. Biz gerçekten imtihan ederiz." Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Şüphesiz bu olayda ibretler vardır. Biz gerçekten imtihan ederiz" âyetini açıklarken: "Sizlerden önce de insanları sınayıp denedik" demiştir. 31"Sonra onlann ardından başka bir nesil yarattık." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik: ifadesini: "Ümmet, topluluk" şeklinde açıklamıştır. 32Onlara da içlerinden bir peygamber (Hûd’u) gönderdik ki, şöyle desin: “ Allah’a ibâdet edin; sizin ondan başka hiç bir İlâh’ınız yoktur. Artık Allah’ın azabından korkmaz mısınız?” 33Dünya hayatında kendilerine nimet (mal ve evlâd bolluğu) verdiğimiz hâlde, küfredip Âhiretteki hesabla karşılaşmayı yalanlıyan ve o peygamberin kavminden ileri gelen bir topluluk şöyle dedi: “ Bu, ancak sizin gibi bir insandır. Sizin yediğinizden yiyor, içtiğinizden içiyor (bu bir peygamber olamaz). 34Eğer kendiniz gibi bir insana itâat edecek olursanız, o hâlde aldanmış cahiller olursunuz. 35Siz öldüğünüzde, bir toprak ve bir yığın kemik olduğunuz zaman, muhakkak dirileceğinizi mi size va’adediyor? 36"Hâlbuki bu size vaad olunan şey, ne kadar da uzak!" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: âyetini: "Uzak, pek uzak" şeklinde açıklamıştır. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Hâlbuki bu size vaad olunan şey, ne kadar da uzak!" âyetini açıklarken: "Ölümden sonda tekrar dirilmeleri kendileri için çok da uzak göründü" demiştir. 37Hayat, ancak bizim bu dünya hayatımızdır. Bazımız ölür, bazımız yaşarız. Fakat biz öldükten sonra diriltilmeyiz. 38O (size peygamber olduğunu söyliyen), ancak Allah’a karşı yalan uyduran bir adamdır. Biz ona inanacak değiliz.” 39(İmansızların bu sözlerinden sonra, o peygamber) şöyle dedi: “ Rabbim, beni yalanlamalarına karşı, öcümü al.” 40Allah buyurdu ki: “ Az bir zamanda (azabı görünce) pişman olacaklar.” 41"Derken onları o korkunç ses, kaçınılmaz olarak kıskıvrak yakalayıverdi de kendilerini çör çöp yığını hâline getirdik. Zalimler topluluğu, Allah'ın rahmetinden uzak olsun!" İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Ağaçlardan düşen ve işe yaramayan yaprak, çer çöp anlamındadır" demiştir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "Ğusâ, eskimiş, işe yaramayan şey anlamındadır" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Onları sel suyuyla taşınıp gelen kül yığınına çeviririz ki, Semûd kavmi de bu hale gelmiştir." 42Sonra onların (helâkleri) arkasından başka kavimler yarattık. (Sâlih, Lût ve Şuayb’ın kavimlerini). 43Hiç bir ümmet, ecelini, (mukadder helâk zamanını) geçip öne alamaz ve geriletemez. 44"Sonra biz peyderpey peygamberlerimizi gönderdik. Herhangi bir ümmete peygamberlerinin geldiği her defasında, onlar bu peygamberi yalanladılar,- biz de onları birbiri ardından yok ettik ve onları ibret hikâyelerine dönüştürdük. Artık iman etmeyen kavmin canı cehenneme!" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Peygamberlerimizi arka arkaya gönderdik" şeklinde açıklamıştır. Başka bir lafızda: "Peygamberlerimizi birbiri peşi sıra gönderdik" şeklindedir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid ve Katâde'den bu yorumun aynısını bildirir. 45(45-46) Sonra Mûsa ile kardeşi Hârûn’u, mûcizelerimizle ve açık bir hüccetle, Fir'avun’a ve onun ileri gelenlerine gönderdik de bunlar, (îman etmeyi) kibirlerine yediremediler. Onlar büyüklenen bir kavimdiler. 46"Firavun ve ileri gelenlerine de (gönderdik). Onlar ise kibıre kapıldılar ve ululuk taslayan bir kavim oldular." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "...Onlar ise kibire kapıldılar ve ululuk taslayan bir kavim oldular" âyetini açıklarken: "Kendilerine gönderilen elçilere karşı büyüklendiler ve Rablerine karşı geldiler" dedi ve: "İşte âhiret yurdu. Biz, onu yeryüzünde büyüklük taslamayan ve bozgunculuk çıkarmayanlara has kılarız..." âyetini okudu. 47(Bu itibarla Fir'avun ve kavmi) şöyle dediler: “ Biz, bizim gibi iki insana. (Mûsa ve Hârûn’a) hiç îman eder miyiz! Hele bir de kavimleri bize itâat edip duruyorken? 48Böylece onları (Mûsâ ve Hârûn’u) yalanladılar da helâk edilenlerden oldular, (denizde boğuldular). 49Yemin olsun, Mûsa’ya Tevrât’ı verdik ki, kavmi hidâyete ersinler . 50"Meryem oğlu İsa'yı ve annesini büyük bir mucize kıldık ve her ikisini de oturmaya elverişli, akarsulu yüksek bir yere yerleştirdik." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Meryem oğlu İsa'yı ve annesini büyük bir mucize kıldık..." âyetini açıklarken: "Zira annesi İsa'yı babasız bir şekilde doğurdu" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî' b. Enes: "Meryem oğlu İsa'yı ve annesini büyük bir mucize kıldık..." âyetini açıklarken: "İbret kıldık anlamındadır" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Her ikisini de oturmaya elverişli, akarsulu yüksek bir yere yerleştirdik" âyetini açıklarken: "İkisinden kasıt, İsa ile annesidir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Her ikisini de oturmaya elverişli, akarsulu yüksek bir yere yerleştirdik" âyetini açıklarken: "İsa ile annesinin Ğota ile çevresine yerleştirilmesidir" demiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Rebve, düz arazidir. Maîn ise akarsudur. Bu da Yüce Allah'ın: "...Rabbin senin alt tarafında bir dere akıttı" âyetinde bahsettiği sudur. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Rebve, yer seviyesinden daha yüksek ve bitkiler için elverişli yerdir. Zâtu karâr ifadesi bereketli yer, maîn ifadesi ise akarsu anlamındadır." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "Düz ve suyu bol olan bir yer, anlamındadır" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Rebve, yer seviyesinden yüksek olan yerdir. Karâr, düz olan yerdir. Maîn ise akarsudur." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Rebve, yer seviyesinden yüksek olan yerdir ve bu yer de Beytu'l-Makdis'tir. Maîn ise akarsudur." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Rebve'nin Beytu'l-Makdis olduğu bize söylenirdi. Zâtu Karâr, bol meyveli olan yerdir. Maîrı ise akarsudur." Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih: "...Her ikisini de oturmaya elverişli, akarsulu yüksek bir yere yerleştirdik" âyetini açıklarken: "Bu yer Mısır'dır" demiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "...Her ikisini de oturmaya elverişli, akarsulu yüksek bir yere yerleştirdik" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu yer Mısır'dır. Akarsulu yüksek yerler Mısır'da olur. Bu yüksek yerlerde de kasabalar kurulur. Bu yüksek yerler olmasaydı nehir suyunun yükseldiği zamanlarda kasabalar su altında kalırdı." İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem: "...Her ikisini de oturmaya elverişli, akarsulu yüksek bir yere yerleştirdik" âyetini açıklarken: "Bu yer İskenderiye'dir" demiştir. İbn Asâkir, Cüveybir vasıtasıyla Dahhâk'tan, o da İbn Abbâs'tan bildirir: İsa b. Meryem bebekken o konuşmayı yaptıktan sonra akranları gibi konuşma yaşına gelmeden bir daha konuşmadı. Daha sonra da Yüce Allah ona hikmetli ve açıklayıcı konuşmayı ihsan etti. Yedi yaşına geldiği zaman annesi diğer çocuklar gibi ilim öğrenmesi için onu bir adamın yanına verdi. Ancak öğretmeni ne zaman ona bir şeyler öğetmeye kalksa İsa ondan önce davranır ve o şeyi öğretmenine öğretirdi. Öğretmeni ona Ebu Ced'i (Ebced) öğretti. İsa ona: "Ebû Ced nedir?" diye sorunca, öğretmen: "Bilmiyorum" dedi. İsa: "Bilmediğin bir şeyi bana nasıl öğretiyorsun?" diye sorunca, öğretmen: "O zaman sen bana öğret" karşılığını verdi. İsa: "Oturduğun yerden kalk" deyince öğretmen yerinden kalktı. İsa onun yerine oturdu ve öğretmene: "Sor" dedi. Öğretmen: "Ebû Ced nedir?" diye sorunca, İsa şöyle dedi: "Elif, Allah'ın nimetleridir (Âlâu). Be, Allah'ın güzelliğidir (Behâu). Cîm ise Allah'ın ihtişamıdır (Behcetün)." Öğretmen bunları duyunca çok şaşırdı. Ebû Ced (Ebced)'i ilk açıklayan da İsa olmuştur. İsa çocukluğunda Yüce Allah'ın ilhamıyla acayip şeyler gösterirdi. Onun bu hali de Yahudilerin arasında yayıldı. İsa gelişip yetişince İsrail oğulları onu öldürmenin çabası içine girdiler. Annesi bundan korkunca Yüce Allah kendisine oğlunu alıp Mısır'a götürmesini vahyetti. "Meryem oğlu İsa'yı ve annesini büyük bir mucize kıldık..." buyruğunda ifade edilen de budur." Ravi der ki: İbn Abbâs'a: "Bunlar iki mucize (ayet) iken bu âyette neden 'bir muzice' olarak zikredilmiş?" diye sorulunca, İbn Abbâs şöyle dedi: "İsa babasız bir şekilde annesinden doğdu. Annesi onu dünyaya getirmede kimseyle ortak olmadı. Bu yüzden de ikisi bir mucize (=âyet) olarak zikredildi. "...Her ikisini de oturmaya elverişli, akarsulu yüksek bir yere yerleştirdik" buyruğunda bahsedilen yer de Mısır bölgesidir." Vekî', Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Temmâm er-Râzî Fadâilu'r-Rubuvve'de ve İbn Asâkir'in -sahih bir senedle- bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Her ikisini de oturmaya elverişli, akarsulu yüksek bir yere yerleştirdik" âyetini açıklarken: "Bize bildirdiğine göre bu yer Dimaşk'tır" demiştir. İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Abdullah b. Selâm: "...Her ikisini de oturmaya elverişli, akarsulu yüksek bir yere yerleştirdik" âyetini açıklarken: "Bu yer Dimaşk'tır" demiştir. İbn Asâkir'in bildirdiğine göre sahabelerden Yezîd b. Şecere: "Âyette bahsedilen bu mübarek yer Dimaşk'tır" demiştir. İbn Asâkir -zayıf bir senedle- Ebû Umâme'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "...Her ikisini de oturmaya elverişli, akarsulu yüksek bir yere yerleştirdik" âyetini okudu ve: "Bu yerin neresi olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Ashâb: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dediklerinde, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Burası Şam bölgesinde Ğota denilen mıntıkada bulunan Dimaşk adında bir şehirdir. Dimaşk, Şam bölgesinin en hayırlı şehridir" buyurdu. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb: "...Her ikisini de oturmaya elverişli, akarsulu yüksek bir yere yerleştirdik" âyetini açıklarken: "Bu yer Dimaşk'tır" demiştir. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî M. el-Evsat'ta, İbn Merdûye ve İbn Asâkir, Murra el-Behzî'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Rebve, Remle denilen yerdir" buyurduğunu işittim. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim el-Künâ'da ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre: "...Her ikisini de oturmaya elverişli, akarsulu yüksek bir yere yerleştirdik" âyetini açıklarken: "Bu yer Filistin'de Remle denilen bir yerdir" demiştir. İbn Merdûye bu rivayeti Ebû Hureyre'den merfû olarak zikreder. Taberânî, İbnu's-Seken, İbn Mende Ma'rifetu's-Sahâbe'de, Ebû Nuaym Ma'rifetu's-Sahâbe'de ve İbn Asâkir, Akra' b. Şufeyy el-İkkî'den bildirir: Hastalandığımda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni ziyarete geldi. Ona: "Sanırım bu hastalığımdan dolayı öleceğim" dediğimde, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hayır! İyileşecek ve Şam bölgesine hicret edeceksin. Filistin'de bulunan bereketli bir yerde de ölüp gömüleceksin" buyurdu. Ravi der ki: "Akra', Hazret-iÖmer'in hilafeti döneminde vefat etti ve Remle'de defnedildi." İbn Asâkir'in Katâde vasıtasıyla bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): : "...Her ikisini de oturmaya elverişli, akarsulu yüksek bir yere yerleştirdik" âyetini açıklarken: "Burası bol ağaçlı ve sulu bir yer olan Dimaşk'tır" demiştir. Başka bir lafızda: "Burası meyvesi de, suyu da bol olan Dimaşk'tır" şeklindedir. 51Bkz. Ayet:52 52"Ey peygamberler! Temiz şeylerden yiyiniz ve iyi ameller işleyiniz. Doğrusu ben, sizin yaptığınız şeyleri tamamen bilirim. Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de Rabbinizim. Öyle ise bana karşı gelmekten sakının." Ahmed, Müslim, Tirmizî, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey insanlar! Allah temizdir ve kullarından ancak temiz olan şeyleri kabul eder. Allah, peygamberlerine emrettiği şeyleri müminlere de emretti" buyurdu ve: "Ey peygamberler! Temiz şeylerden yiyiniz ve iyi ameller işleyiniz. Doğrusu ben, sizin yaptığınız şeyleri tamamen bilirim" âyeti ile "Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin..." âyetini okudu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) devamında bir adamdan bahsederek şöyle buyurdu: "Bu adam uzun bir yolculuğa çıkar, saçı başı dağınık ve toz içindedir. Yediği haramdır, içtiği haramdır, giydiği haramdır. Haram içinde yetişip büyümüştür. Durumu bu iken ellerini kaldırıp: «Yâ Rab! Yâ Rab!» diye dua etmeye başlar. Böylesi bir kişinin duasına nasıl icabet edilsin ?" Ahmed Zühd'de, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye, Şeddâd b. Evs'in kızkardeşi Ümmü Abdillah'tan bildirir: Oruçlu olan Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) iftar vaktinde biriyle bir kase süt gönderdim. Ancak Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderdiğim kişi aracılığıyla bana: "Bu sütü nereden aldın?" diye sordu. "Benim koyunumdan sağdım" karşılığını verdim. Adamı bir daha bana gönderip: "Bu koyunu nereden aldın?" diye sordu. "Kendi paramla satın aldım" karşılığını verdim. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) o sütü içti. İkinci gün Allah Resûlü'nün (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gittim ve: "Yâ Resûlallah! Sana biriyle süt göndermiştim, neden sütü onunla birlikte geri çevirdin?" dedim. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Peygamberlere sadece temiz ve helal olan şeylerden yemeleri ve sadece salih olan amelleri yapmaları emredilmiştir" karşılığını verdi. Abdân es-Sahâbe'de Hafs b. Ebî Cebele'den bildirir: "Ey peygamberler! Temiz şeylerden yiyiniz ve iyi ameller işleyiniz..." âyeti konusunda Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu İsa b. Meryem'dir, zira sadece annesinin eğirdiği yünlerin parasından yerdi" buyurmuştur. Mürsel bir hadistir, zira Hafs tâbiîndendir. Saîd b. Mansûr, Hafs el-Fezârî'den aynısını mevkûf olarak bildirir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebû Nuaym Hilye'de bildirdiğine göre Ebû Meysere Amr b. Şurahbîl: "Ey peygamberler! Temiz şeylerden yiyiniz ve iyi ameller işleyiniz..." âyetini açıklarken: "İsa b. Meryem de sadece annesinin eğirdiği yünlerin parasından yerdi" demiştir. Beyhakî Şuabu'l-îman'da Câfer b. Süleyman vasıtasıyla Sâbit ile Abdulvehhâb b. Ebî Hafs'tan bildirir: Hazret-i Dâvud'a oruç tuttuğu bir günün akşamında iftarını açmak üzereyken bir kap süt getirildi. Getirenlere: "Bu sütü nereden getirdiniz?" diye sorunca, sütü getirenler: "Onu koyunumuzdan sağdık" dediler. Hazret-i Dâvud: "Koyununuzun parasını nereden buldunuz?" diye sorunca: "Ey Allah'ın peygamberi! Bunları neden soruyorsun?" dediler. Hazret-i Dâvud: "Çünkü biz peygamberlere sadece helal olan şeylerden yememiz ve salih amellerde bulunmamız emredildi" karşılığını verdi.' Hakîm et-Tirmizî'nin Hanzala'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cebrail ne zaman yanıma gelmişse bana şu iki sözle dua etmemi söylemiştir: "Allahım! Bana helal bir rızık ver ve salih amellerde bulunmamı ihsan et. " İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Ey peygamberler! Temiz şeylerden yiyiniz ve iyi ameller işleyiniz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Yüce Allah bunu peygambelere söylemiştir. Diğer insanlara ise: "Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir..." buyurmuş, dinlerinin bir olduğunu ifade etmiştir. 53Bkz. Ayet:54 54"İşlerini kendi aralarında parça parça ettiler. Her grııp kendinde bulunan ile sevinmektedir. Onları bir süreye kadar sapıklıklarıyla başbaşa bırak." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "İşlerini kendi aralarında parça parça ettiler..."âyetini açıklarken: "Dinlerini kitaplara ayırdılar, anlamındadır" demiştir. Hasan(-ı Basrî) ise: "Yüce Allah'ın kitabını aralarında parça parça ettiler ve onu değiştirip tahrif ettiler" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "İşlerini kendi aralarında parça parça ettiler. Her grup kendinde bulunan ile sevinmektedir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bunlar Ehl-i kitâb'dan olanlardır. Allah'ın indirmiş olduğu kitapları parça parça ettiler. Her bir grup da elinde kalanla övünmeye başladı." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "İşlerini kendi aralarında parça parça ettiler. Her grup kendinde bulunan ile sevinmektedir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Dinleri konusunda ihtilafa düşüp ayrıldılar. Her bir grup da kendi görüşüyle övünüp onu beğenmektedir." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: "Onları sapkınlıkları içinde bırak" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: "Ölüm gelinceye kadar onları sapkınlıkları içinde bırak" şeklinde açıklamıştır. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mükâtil: "Onları bir süreye kadar sapıklıklarıyla başbaşa bırak" âyetini açıklarken: "Belirtilen süreden kasıt, Bedir savaşıdır" demiştir. 55Bkz. Ayet:56 56"Kendilerine mal ve oğullar vermekle, iyiliklerde onlar için acele ettiğimizi mi zannederler? Hayır, farkında değiller." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Kendilerine mal ve oğullar vermekle, iyiliklerde onlar için acele ettiğimizi mi zannederler? Hayır, farkında değiller" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bunlar Kureyşlilerdir. Onlara mallar, oğullar vermekle kendilerine iyilik yaptığımızı, kendileri için hayırlar düşündüğümüzü mü zannediyorlar? Hayır! Bu şeylerle onları oyalıyoruz, ancak onlar bunun farkında değiller." Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Kendilerine mal ve oğullar vermekle, iyiliklerde onlar için acele ettiğimizi mi zannederler? Hayır, farkında değiller" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Vallahi onlara verilen mal ve çocuklar kendileri için bir tuzaktır. Onun için insanları mal ve çocuklarına göre değil, iman ve salih amellerine göre değer verin." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Abdurrahman b. Ebî Bekre "İyiliklerde onlar için acele davranmaktayız..." âyetini: "(İyiliklerde onlar için acele davranır)" lafzıyla okumuştur. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî Sünen'de Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Kisra b. Hürmüz'ün malları getirilip Ömer b. el-Hattâb'ın önüne konuldu. Ömer bu malların içinden iki bilezik aldı ve orada bulunan Sürâka b. Mâlik'in önüne attı. Sürâka bu bilezikleri alıp koluna takınca dirseklerine kadar indiler. Sürâka bu durumu görünce şöyle dedi: "Allah'a hamdolsun! Kisrâ b. Hürmüz'ün bilezikleri Müdlic oğullarından bir bedevi olan Sürâka b. Mâlik b. Cu'şum'un ellerinde! Allahım! Resulünün, senin yolunda ve insanlar için infak etmek üzere mal sahibi olmak istediğini biliyorum. Ancak sen daha hayırlı gördüğün için böylesi bir malı kendisine vermedin. Yine Ebû Bekr'in, senin yolunda ve insanlar için infak etmek üzere mal sahibi olmak istediğini biliyorum. Ancak ona da bu malı bahşetmedin. Allahım! Ömer'in bu şekilde mal dağıtmasının senin ona kurduğun bir tuzak olmasından sana sığınırım!" Sonra da: "Kendilerine mal ve oğullar vermekle, iyiliklerde onlar için acele ettiğimizi mi zannederler? Hayır, farkında değiller" âyetlerini okudu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Yezîd b. Meysere: "Yüce Allah'ın Mûsa'ya indirdikleri arasında şunlar vardı: Mümin kulum benden uzak kalarak dünya nimetlerini önüne sermemi ister mi? Mümin kulum bana yakın kalarak dünya nimetlerini ondan uzak tutmamdan çekinir mi?" dedi ve: "Kendilerine mal ve oğullar vermekle, iyiliklerde onlar için acele ettiğimizi mi zannederler? Hayır, farkında değiller" âyetlerini okudu. 57Bkz. Ayet:61 58Bkz. Ayet:61 59Bkz. Ayet:61 60Bkz. Ayet:61 61"Rablerinin azametinden korkup titreyenler, Rablerinin âyetlerine inananlar, Rablerine ortak koşmayanlar, Rablerine dönecekleri için verdiklerini kalpleri örpererek verenler, işte bunlar hayır işlerine koşuşurlar ve o uğurda öne geçerler." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Mümin iyilik ile Allah korkusunu, münafık ise kötülük ile kendine güveni kendinde bir araya getirmiştir. Yüce Allah mümini tanımlarken: "Rablerinin azametinden korkup titreyenler, Rablerinin âyetlerine inananlar, Rablerine ortak koşmayanlar, Rabblerine dönecekleri için verdiklerini kalpleri ürpererek verenler" buyurur. Münafık ise: "Bu servet ancak, bende mevcut bir ilimden ötürü bana verilmiştir..." der. Firyâbî, Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Ebi'd-Dünya Na'tu'l-Hâifîn'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Hazret-i Âişe'den bildirir: "Yâ Resûlallah! "Rablerinin azametinden korkup titreyenler" âyeti hırsızlık yapan, zina eden, içki içen; ama buna rağmen Allah'tan korkan kişiler hakkında mıdır?" diye sorduğumda, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hayır! Burada bahsi geçen kişiler; oruç tutan, namaz kılan, zekat veren; ama bunların kendilerinden kabul edilmeyeceği korkusunu taşıyan kişilerdir" karşılığını verdi. İbn Ebi'd-Dünya, İbn Cerîr, İbnu'l-Enbârî Mesâhif de ve İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirir: Hazret-i Âişe: "Yâ Resûlallah! "Rablerinin azametinden korkup titreyenler" âyeti hata işleyip günaha bulaşanlar hakkında mıdır?" diye sordu. Başka bir lafızda: "Allah'tan korkarak günah işleyen kişiler hakkında mıdır?" şeklindedir. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hayır! Bunlar oruç tutan, zekat veren; ama buna rağmen kalpleri korkup titreyenler hakkındadır" karşılığını verdi. Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "(Kalpleri ürpererek) vereceklerini verenler" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Kalpleri ürpererek verenler" âyetini açıklarken: "Vermekten kasıt sadaka ve infaktır" demiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Kalpleri ürpererek amelde bulunanlar" şeklinde açıklamıştır. Firyâbî ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Ömer: "...Kalpleri ürpererek verenler" âyetini açıklarken: "Vermekten kasıt zekattır" demiştir. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: "...Kalpleri ürpererek verenler" âyetini açıklarken: "Bunlar, Allah'tan korkanlar ve ona itaat edenlerdir" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Kalpleri ürpererek verenler" âyetini açıklarken: "Kıyamet gününde huzura çıkma ve kötü bir hesaptan dolayı kalpleri ürpererek vereceklerini verirler" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Kalpleri ürpererek verenler" âyetini açıklarken: "Mümin kişi kalbi ürpererek vereceğini verir" demiştir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) ile Katâde: "...Kalpleri ürpererek verenler" âyetini okur ve: "Kalpleri ürpererek hayırlı amellerde bulunur, vereceklerini verirler" derlerdi. İbnu'l-Mübârek Zühd'de, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Kalpleri ürpererek verenler" âyetini açıklarken: "Öncekiler iyilik yaparlar, ancak yine de azaptan kurtulamama endişesi duyup bundan kalpleri ürperirdi" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Ebî Müleyke'den bildirir: Hazret-i Âişe: "Şayet okuduğum âyet anladığım gibiyse bu benim için genç develere sahip olmamdan daha iyidir" deyince, İbn Abbâs ona: "Hangi âyet?" diye sordu. Hazret-i Âişe: "Rabblerine dönecekleri için verdiklerini kalpleri ürpererek verenler" âyetidir" karşılığını verdi. Saîd b. Mansûr ve İbn Merdûye, Hazret-i Âişe'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti 'gelirler' anlamına gelecek şekilde (.....)lafzıyla okudu. Saîd b. Mansûr, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî Târih'de, İbnu'l-Münzir, İbn Eşte, İbnu'l-Enbârî Mesâhif de, Dârakutnî el-Efrâd'da, Hâkim ve İbn Merdûye, Ubeyd b. Umeyr'den bildirir: Âişe'ye: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mü'minûn Sûresi'nin 60. âyetini nasıl okurdu? (.....) lafzıyla mı yoksa (.....) lafzıyla mı?" dedim. Aişe: "Hangisi daha çok hoşuna giderdi?" diye sorunca: "Canım elinde olana yemin olsun ki bu iki okuyuştan biri benim için dünya ve içindekilerden daha iyidir" dedim. "Hangisi?" diye sorunca: "(Gelirler anlamında olan) (.....) lafzı" karşılığını verdim. Bunun üzerine Âişe: "Şehadet ederim ki Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de âyeti bu şekilde okurdu ve bu âyet bu şekilde nazil oldu. Ancak harfler daha sonra değiştirildi" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İşte bunlar hayır işlerine koşuşurlar ve o uğurda öne geçerler" âyetini açıklarken: "Allah'tan gelecek olan saadete önceden nail olurlar" demiştir. 62Biz, herkese ancak güç ve takatı miktarınca teklif yaparız; (gücünün üstünde olan şeylerle sorumlu tutmayız). Katımızda (her kulun amelinin yazılı bulunduğu) bir kitap vardır; o, doğruyu söyler. Onlar zulme uğratılmazlar. 63"Ama onların kalpleri gaflet içindedir. Bundan başka da onların yapageldikleri işler de vardır." Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ama onların kalpleri bundan habersizdir. Bundan başka da onların yapageldikleri işler de vardır" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Gaflet içinde olmaktan kasıt, küfür ile şirktir. Ancak onları küfür ile şirkten daha kötü amelleri vardır ve bu amelleri yapmaktan geri durmazlar." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Ama onların kalpleri bundan habersizdir. Bundan başka da onların yapageldikleri işler de vardır" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bunların kalpleri bir körlük içindedir ve Kur'ân'dan gafildir. Ancak haktan olmayan başka hataları da vardır ve bu hataları yapmaktan geri durmazlar." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Ama onların kalpleri bundan habersizdir. Bundan başka da onların yapageldikleri işler de vardır" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kafirler, müminlerin amellerinden habersizdir. Bunun yanında müminlerin amellerinden daha kötü amelleri vardır. Yüce Allah burada Rablerinden korkan, kalpleri ondan ürperen gibi özelliklere sahip olan müminleri zikrettikten sonra kafirler için: "Ama onların kalpleri bundan habersizdir. Bundan başka da onların yapageldikleri işler de vardır" buyurdu. Kafirlerin hem kalpleri gaflet içindedir, hem de amel bakımından müminlerin zikredilen amellerinden daha az amelleri vardır." 64Bkz. Ayet:67 65Bkz. Ayet:67 66Bkz. Ayet:67 67"Sonunda onların refahla şımaranlarını azapla yakaladığımız zaman feryat ederler. Boşuna feryat edip durmayın bugün. Zira bizden yardım görmeyeceksiniz. Çünkü âyetlerim size okunurdu da siz ona arkanızı dönüyordunuz. Orada büyüklük taslayıp gece ağzınıza geleni söylüyordunuz." Nesâî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Sonunda onların refahla şımaranlarını azapla yakaladığımız zaman feryat ederler"' âyetini açıklarken: "Bunlar Bedir savaşına katılan müşriklerdir" demiştir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Sonunda onların refahla şımaranlarını azapla yakaladığımız zaman feryat ederler" âyetini açıklarken: "Bize anlatılana göre bu âyet, Bedir savaşında Yüce Allah'ın müşriklerden öldürdüğü kişiler hakkında nazil olmuştur" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Sonunda onların refahla şımaranlarını azapla yakaladığımız zaman feryat ederler" âyetini açıklarken: "Bedir savaşında müşrikler kılıçlarla öldürüldüğü zaman Mekke'de kalanlar feryat etmeye başladılar" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Sonunda onların refahla şımaranlarını azapla yakaladığımız zaman feryat ederler" âyetini açıklarken: "Bu azap, Bedir savaşında kılıçla öldürülmeleridir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî' b. Enes: (.....) ifadesini: "Müstekbirleri" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Yardım isterler" şeklinde açıklamıştır. (.....) âyetini: "Arkanızı dönüyordunuz" şeklinde açıklamıştır. "...Gece ağzınıza geleni söylüyordunuz" âyetini de (.....) lafzıyla okumuş ve: "Gece vakti Kâbe'nin etrafında toplanıp olur olmaz şeyler söylüyordunuz" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini: "Geri duruyordunuz" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Orada büyüklük taslayıp gece ağzınıza geleni söylüyordunuz" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kendilerine verilen emandan dolayı Mekkelilerden bu şekilde birileri aleyhinde konuşmalar yapanlar herhangi bir korku taşımazdı. Ancak diğer Arap kabileleri birbirleri hakkında yapılan bu tür konuşmalardan dolayı bir birlerine saldırıp savaşırlardı. Mekke'de bulunan ve bu tür konuşmaları yapanlar kendilerini güvende hissetiklerinden dolayı da gece vakti Kâbe ve haremde şirk ve iftira yönünde sözler söylerlerdi." Hasan ise bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuş ve: "Allah'ın Kitabı ile peygamberi hakkında geceleri toplanıp olur olmaz sözler söylerdiniz" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuş ve: "Harem'de gece toplanıp Kur'an, vahiy ve Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında olur olmaz şeyler söylerdiniz" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Orada büyüklük taslayıp..." âyetini açıklarken: "Bu yerden kasıt harem bölgesidir. Harem bölgesi insanları oldukları için kimselerin onlara üstün gelemeyeceğini söylerlerdi" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik: "Orada büyüklük taslayıp gece ağzınıza geleni söylüyordunuz" âyetini açıklarken: "Harem'de büyüklük taslayarak geceleri toplanıp söylememeniz gereken sözler söylüyordunuz, anlamındadır" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Orada büyüklük taslayıp gece ağzınıza geleni söylüyordunuz" âyetini açıklarken: "Mekke bölgesinde büyüklük taslar, gece meclislerinizde de Kur'ân hakkında çirkin sözler söylerdiniz, anlamındadır" demiştir. Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyetini anlamı nedir?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Gece vakti oturup boş şeyler konuşmak, anlamındadır" karşılığını verdi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Şairin: "Bir dağ yolunda gece vakti sohbete daldılar Ateşleri ne zaman sönecek olsa yeniden harladılar" dediğini İşitmez misin?" Saîd b. Mansûr ve İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Kureyşliler gece vakti Kâbe'nin çevresinde sohbet için toplanırlar. Kâbe'yi tavaf etmez, ancak harem ahalisi olmalarından dolayı övünürlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Orada büyüklük taslayıp gece ağzınıza geleni söylüyordunuz" âyetini indirdi. Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Orada büyüklük taslayıp gece ağzınıza geleni söylüyordunuz" âyetini açıklarken: "Kureyşliler Kâbe'nin çevresinde halkalar oluşturup sohbet ederlerdi" demiştir. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: (.....) lafzıyla okurdu. Zira müşrikler gece sohbetlerinde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında olur olmaz sözler söylerlerdi." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, "...Gece ağzınıza geleni söylüyordunuz" âyetini: (.....) lafzıyla okumuştur. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime, "...Gece ağzınıza geleni söylüyordunuz" âyetini: (.....) lafzıyla okumuş ve: "Gece vakti oturdukları zaman olur olmaz söyler söylerlerdi" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) âyetini açıklarken: "Haktan yüz çevirip uzaklaşırdınız" demiştir. Nesâî, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: "Orada büyüklük taslayıp gece ağzınıza geleni söylüyordunuz" âyeti nazil olduğu zaman gece oturmaları Müslümanlar tarafından kerih görüldü. Müşrikler önceleri "Biz Harem'in ahalisiyiz" diyerek Kâbe'de büyüklük taslar, ancak orayı imar etmekten uzak dururlardı." 68Bkz. Ayet:75 69Bkz. Ayet:75 70Bkz. Ayet:75 71Bkz. Ayet:75 72Bkz. Ayet:75 73Bkz. Ayet:75 74Bkz. Ayet:75 75"Onlar bu sözü hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, önceki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi? Ya da onlar henüz kendi peygamberlerini tanımadılar da o yüzden mî onu inkâr ediyorlar? Yoksa onda bir cinnet olduğunu mu söylüyorlar? Hayır; o, kendilerine hakkı getirmiştir. Onların çoğu ise haktan hoşlanmamaktadırlar. Eğer hak onların heveslerine uysaydı, gökler, yer ve onlarda bulunanlar bozulup giderdi. Onlara, kendilerine öğüt veren bir şey getirdik; onlar ise öğütlerinden yüz çevirirler. Yoksa sen onlardan bîr karşılık mı istiyorsun? Rabbinin karşılığı daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Şüphesiz sen onları doğru bir yola çağırıyorsun. Âhîrete inanmayanlar ise ısrarla yoldan çıkmaktadırlar. Biz onlara acısak ve başlarındaki sıkıntıyı gidersek bile, azgınlıkları içinde bocalayıp kalırlar." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Onlar bu sözü hiç düşünmediler mi?" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Şayet Kur'ân'ı hakkıyla düşünüp akıl etselerdi onda kendilerini Allah'a karşı gelmekten alıkoyacak öğütler de bulurlardı." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: "Ya da onlar henüz kendi peygamberlerini tanımadılar da o yüzden mi onu inkâr ediyorlar?" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Onu tanıdılar, ancak haset ve kinlerinden dolayı inkar ettiler" demiştir. "Eğer hak onların heveslerine uysaydı..." âyetini açıklarken de: "Burada Hak'tan kasıt Yüce Allah'tır" demiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Onlara, kendilerine öğüt veren bir şey getirdik..." âyetini açıklarken: "Bundan kasıt, kendilerine peygamber gönderilmesidir" demiştir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Onlara, kendilerine öğüt veren bir şey getirdik..." âyetini açıklarken: "Bundan kasıt Kur'ân'dır" demiştir. "Yoksa sen onlardan bir karşılık mı istiyorsun?" âyetini açıklarken de: "Kendilerine getirdiğin bu risalete karşılık onlardan bir ücret mi istiyorsun ki sana inanmıyorlar?" demiştir. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) ifadesini 'ücret' olarak açıklamıştır." Abd b. Humeyd, Mücâhid'den bildirir: "Yoksa sen onlardan bir karşılık mı istiyorsun?" âyeti ile önceki âyetlerde söylenenler Kureyş kafirleri hakkındadır." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, "Yoksa sen onlardan bir karşılık mı istiyorsun? Rabbinin karşılığı daha hayırlıdır" âyetinde ilk 'karşılık' ifadesini (.....) lafzıyla elif'siz bir şekide, ikinci 'karşılık' ifadesini ise elif ile (.....) şeklinde okumuştur. İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Yoksa sen onlardan bir karşılık mı istiyorsun? Rabbinin karşılığı daha hayırlıdır" âyetini (.....) lafzıyla okumuştur. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Şüphesiz sen onları doğru bir yola çağırıyorsun" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Eğriliği olmayan bir yola çağırıyorsun, anlamındadır. Bize anlatılana göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) karşılaştığı bir adama: "Müslüman ol" deyince Müslüman olmak adama zor geldi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) adama: "Zor ve engebeli bir yolda olsan da karşına soyunu nesebini bildiğin biri çıksa, bu kişi seni gittiğin yoldan daha düzgün ve kolay olan bir yola davet etse onun peşinden gider miydin?" diye sorunca, adam: "Evet, giderdim" karşılığını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Muhammed'in canı elinde olana yemin olsun ki, şayet aynı şekilde devam edersen bilmelisin ki o dediğim yoldan daha çetin ve engebeli bir yolda olacaksın. Dediğimi dinlersen de seni o yoldan daha kolay ve rahat olan bir yola davet ediyorum" buyurdu. Yine bize anlatılana göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) karşılaştığı bir adama: "Müslüman ol" deyince Müslüman olmak adama zor geldi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) adama: "Biri seninle konuştuğu zaman doğruyu konuşan, verdiğin emanete de riayet eden, biri de seninle konuştuğu zaman yalan konuşan, verdiğin emanete de ihanet eden iki oğlun olsa hangisini tercih ederdin?" diye sorunca, adam: "Benimle konuştuğu zaman doğruyu söyleyen, verdiğim emanete de riayet eden oğlumu tercih ederim" dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Siz de Rabbinizin huzurunda işte bunlar gibisiniz" buyurdu. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Ahirete inanmayanlar ise ısrarla yoldan çıkmaktadırlar" âyetini açıklarken: "Hak yoldan sapmaktadırlar" demiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Yoldan çıkmaktadırlar" âyetini açıklarken: "Hak yoldan sapmaktadırlar" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Biz onlara acısak ve başlarındaki sıkıntıyı gidersek..." âyetini açıklarken: "Başlarındaki sıkıntıdan kasıt, açlık ve kıtlıktır" demiştir. 76Bkz. Ayet:77 77"And olsun kî biz onları azabla yakalamıştık, yine de Rablerine boyun eğmemiş ve yakarmamışlardı. Sonunda onlara şiddetli bir azap kapısı açtığımız zaman ümitsiz kalıverdiler." Nesâî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de İbn Abbâs'tan bildirir: Ebû Süfyân, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve: "Ey Muhammed! Allah ve aramızdaki akrabalık bağları aşkına! Açlıktan yün ile kanı karıştırarak yemeğe başladık!" deyince, Yüce Allah: "And olsun ki biz onları azabla yakalamıştık, yine de Rablerine boyun eğmemiş ve yakarmamışlardı" âyetini indirdi. İbn Cerîr, Ebû Nuaym el-Ma'rife'de ve Beyhakî Delâil'de İbn Abbâs'tan bildirir: Esir olan İbn Usâl el-Hanefî, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip Müslüman olunca Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) onu serbest bıraktı. Bunun üzerine İbn Usâl, Yemâme'ye gitti ve Mekke ahalisine erzak ulaşmasına engel oldu. Aç kalan Kureyşliler yün ile kanı karıştırarak yemeye başladılar. Ebû Süfyân, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Sen âlemlere rahmet olarak gönderildiğini söylemiyor musun?" diye sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet, söylüyorum" karşılığını verince, Ebû Süfyân: "Ama babaları kılıçla çocukları da açlıkla öldürdün!" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: "And olsun ki biz onları azabla yakalamıştık, yine de Rablerine boyun eğmemiş ve yakarmamışlardı" âyetini indirdi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "And olsun ki biz onları azabla yakalamıştık..." âyetini açıklarken: "Azaptan kasıt açlık ve kıtlıktır" demiştir. Askarî'nin Mevâiz'de bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: "...Rablerine boyun eğmemiş ve yakarmamışlardı" âyetini açıklarken: "Yüce Allah'a boyun eğmemiş ve tevazu içinde dua etmemişlerdir. Oysa boyun eğerek dua etselerdi Yüce Allah onların duasına icabet ederdi" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "İdareci tarafından insanlara bir musibet geldiği zaman bu bir cezadır ve Allah'ın bu cezasına öfkeyle karşılık vermeyin. Bunun yerine istiğfarda bulunun, boyun eğerek Allah'a dua edin" dedi ve: "And olsun ki biz onları azabla yakalamıştık, yine de Rablerine boyun eğmemiş ve yakarmamışlardı" âyetini okudu. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Sonunda onlara şiddetli bir azap kapısı açtığımız zaman ümitsiz kalıverdiler" âyetini açıklarken: "Bahsedilen bu azap gelip geçmiştir ve Bedir savaşında olmuştur" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Sonunda onlara şiddetli bir azap kapısı açtığımız zaman ümitsiz kalıverdiler" âyetini açıklarken: "Bu kapı Bedir savaşında açılmıştı" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Sonunda onlara şiddetli bir azap kapısı açtığımız zaman ümitsiz kalıverdiler" âyetini açıklarken: "Bu şiddetli azap Kureyşlilerin maruz kaldığı açlıktır. Daha önceki âyetlerde kendilerinden sözedilenler de Kureyşlilerdir" demiştir. 78Hâlbuki size, o kulakları, o gözleri, o kalpleri yaratıb veren O’dur. Siz pek az şükrediyorsunuz. 79Sizi yer yüzünde yaratan O’dur. Kıyâmet gününde hep O’na dönüp toplanacaksınız. 80Öldükten sonra dirilten O, dünyada öldüren O. Gece ile gündüzün birbiri ardınca değişmesi (karanlık ve aydınlık farkları) hep O’na aittir. (Bunlarda başkasının tasarrufu olamaz). Artık akıllanmıyacak mısınız? 81Hayır, o Mekke kâfirleri, evvelkilerin dediği gibi dediler. 82Şöyle demişlerdi: “ Biz ölüb de bir toprak ve bir yığın kemik olduğumuz zaman mı, cidden biz mi diriltilmiş olacağız? 83Yemin ederiz ki, bize de atalarımıza da bu dirilme işi bundan önce vaad olundu. Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değil.” 84Bkz. Ayet:89 85Bkz. Ayet:89 86Bkz. Ayet:89 87Bkz. Ayet:89 88Bkz. Ayet:89 89"Biliyorsanız söyleyin, yer ve onda bulunanlar Kimindir?" de. «Allah'ındır» diyecekler. «Öyle ise siz hiç düşünüp öğüt almaz mısınız?» de. De kî: «Yedi kat göklerin Rabbi, büyük Arş'ın Rabbi kimdir?» «Allah'ındır» diyecekler. «Öyle ise O'na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?» de. De ki: «Eğer biliyorsanız söyleyin: Her şeyin hükümranlığı elinde olan, kendisi koruyan, kendisine karşı korunulamaz olan kimdir?» «Allah'ındır» diyecekler. «Öyle ise nasıl aldanıyorsunuz?» de." Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Hârun'dan bildirir: "Ubey b. Ka'b'ın mushafında (.....) ifadelerindeki Allah lafızlarının tümü Elif sizdir." Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir, Âsim el-Cahderî'den bildirir: "Osman b. Affân'ın insanlar için yazdırdığı mushafta (.....) ifadelerindeki Allah lafızlarının tümü Elif'sizdir." İbn Ebî Dâvud Mesâhifde Esîd b. Yezîd'den bildirir: "Osmân b. Affân'ın mushafında (.....) ifadelerindeki Allah lafızlarının tümü Elif'sizdir." Abd b. Humeyd, Yahya b. Atîk'ten bildirir: "Hasan'ın mushafında (.....) ifadelerindeki Allah lafızlarının tümünün Elif'siz olduğunu gördüm." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim (.....) ifadelerindeki Allah lafızlarının tümünü Elif'siz okumuştur. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: "De ki: Her şeyin hazineleri elinde olan..." şeklinde açıklamıştır. 90Şüphesiz biz, onlara, hakkı (tevhîdi) getirdik. Şüphesiz onlar, (Allah çocuk edindi, melekler kızlarıdır sözlerinde) yalancıdırlar. 91Allah, hiç evlâd edinmemiştir, beraberinde bir ilâh da yoktur. Eğer müşriklerin dediği gibi, Allah’la beraber bir takım ilâhlar olsaydı, o takdirde her ilâh kendi yarattığını götürür, tek başlarına kalarak aralarında ayrılıklar baş gösterir ve bir kısmı diğerlerine üstün gelirdi. (Bu çekişme ve savaşlar olmadığına göre Allah’ın eşi ve ortağı yoktur.) Allah, onların isnad ettiği şirk vasıflarından (ve bütün noksanlıklardan) münezzehtir. 92Allah, gaybın ve hazırın âlimidir; O, müşriklerin koştukları şirklerden çok yücedir. 93(Ey Resûlüm) de ki: “ Rabbim! Eğer onlara edilen azap va’dîni muhakkak bana göstereceksen, 94Beni o zâlimler topluluğu arasında bulundurma, Rabbim!” 95(Ey Resûlüm), onlara vaad ettiğimiz azabı sana göstermeğe elbette kadiriz. 96"Kötülüğü, en güzel olan şeyle uzaklaştır. Biz onların yakıştırmakta oldukları şeyleri daha iyi biliriz." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Kötülüğü, en güzel olan şeyle uzaklaştır..." âyetini açıklarken: "Onların eziyetlerini görmezden gel, aldırış etme, anlamındadır" demiştir. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ: "Kötülüğü, en güzel olan şeyle uzaklaştır..." âyetini açıklarken: "Kötülüğü selamla defet, anlamındadır" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Mazlum olduğun halde yutacağın acı bir lokmadan daha güzeli yoktur. Kişi kötülüğü iyilikle savabiliyorsa bunu yapsın ve bilsin ki Allah'a dayanmayan hiçbir kuvvet yoktur." İbn Ebî Hâtim ve Ebû Nuaym'ın Hilye'de bildirdiğine göre Enes: "Kötülüğü, en güzel olan şeyle uzaklaştır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Kişinin bir başkasına kendisinde olmayan bir şeyi söylemesi durumunda onun da: "Şayet yalan söylüyorsan Allah'tan seni bağışlamasını dilerim. Ancak doğru söylüyorsan Allah'tan beni bağışlamasını dilerim" karşılığını vermesidir. Buhârî Edeb'de Ebû Hureyre'den bildirir: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve: "Yâ Resûlallah! Benim akrabalarım var. Ben onları ziyaret ederim, onlar ise yanıma uğramazlar. Ben onlara iyilik yaparken onlar bana kötü davranırlar. Ben onlara karşı hoşgörülü olurken onlar beni görmezden gelirler" dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) adama: "Şayet dediğin gibiyse onlara yaptığın her bir iyilikle üzerlerine ateş atar gibi oluyorsun. Ancak sen bu şekilde devam ettikçe onlara karşı Yüce Allah tarafından yardım göreceksin" buyurdu. 97Bkz. Ayet:98 98"De ki: «Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım. Rabbim! Yanımda bulunmalarından da sana Slğimrim.»" İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve Beyhakî el-Esmâ ve's- Sifât'de Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) korkuyla uykumuzdan uyanmamamız için uyurken şu duayı etmemizi öğretirdi: "Bismillah! Yüce Allah'ın gazabından, cezalandırmasından, kullarının şerrinden, Şeytanların bana gelip ilişmelerinden Allah'ın eksiksiz ve mükemmel olan kelimelerine sığınırım." Ahmed, Velîd b. Velîd'den bildirir: "Yâ Resûlallah! Yalnız kaldığım zaman içimde bir korku hissediyorum" dediğimde Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yatağına girdiğin zaman: «Bismillah! Yüce Allah'ın gazabından, cezalandırmasından, kullarının şerrinden, Şeytanların bana gelip ilişmelerinden Allah'ın eksiksiz ve mükemmel olan kelimelerine sığınırım» de. Böyle dediğin zaman şeytanın sana bir zararı dokunmaz veya sana yaklaşamaz." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Rabbim! Yanımda bulunmalarından da sana sığınırım" âyetini açıklarken: "Herhangi bir işimde yanında bulunmalarından, anlamındadır" demiştir. 99Bkz. Ayet:100 100"Onlardan bîrine ölüm gelince: «Rabbim! Beni geri çevir, belki, yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim» der. Hayır; bu söylediği sadece kendi lafıdır. Tekrar diriltilecekleri güne kadar arkalarında geriye dönmekten onları alıkoyan bir engel (berzah) vardır." İbn Ebi'd-Dünya Zikru'l-Mevt'te ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Hureyre'den bildirir: Kafir mezarına konulup da Cehennemdeki yerini gördüğü zaman: "Rabbim! Beni dünyaya geri gönder! Tövbe edip salih amellerde bulunayım" der. Ancak kendisine: "Sana yeterince zaman ve ömür verilmişti" denilir. Sonrasında mezarı olabildiğince daraltılır. Hayvanlar tarafından parçalanacağı için korku içinde yatar. Yattığında da yılan, akrep gibi yerdeki hayvanlar ona doğru yönelirler. İbn Ebî Hâtim, Hazret-i Âişe'den bildirir: "Kabir ahalisinden günahkar olanların vay haline! Bu kişilerin mezarlarına kapkara yılanlar girer. Bir yılan başucunda, bir yılan da ayak ucunda durur ve vücudunun ortasında buluşuncaya kadar onu parçalayıp dururlar. Yüce Allah'ın: "Tekrar diriltilecekleri güne kadar arkalarında geriye dönmekten onları alıkoyan bir engel (berzah) vardır" âyetinde bahsettiği berzah'taki azap da budur." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "...Rabbim! Beni geri çevir... der..." âyetini açıklarken: "Kişi bunu henüz ölmeden önce can çekişirken söyler" demiştir. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildirir: Bize söylenene göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Âişe'ye şöyle buyurmuştur: "Ölüm melekleri müminin ruhunu aldıkları zaman ona: «Seni dünyaya geri gönderelim mi?» diye sorarlar. Mümin: «Dertlerin ve üzüntülerin diyarına mı? Aksine ben Allah'ın huzuruna gitmek isterim» karşılığını verir. Kafire ise: «Seni geri gönderelim mi?» diye sordukları zaman: «Rabbim! Beni geri çevir, belki, yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim» der. " Deylemî'nin Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kişinin ölüm vakti geldiği zaman kendisini haktan alıkoymuş olan her şey bir araya getirilip gözlerini önüne konulur. İşte o zaman: «Rabbim! Beni geri çevir, belki, yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim» der." Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "Belki, yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim..." âyetini açıklarken: "Belki Lâ ilâhe illallah derim, anlamındadır" demiştir. Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'te İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Belki, yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim..." âyetini açıklarken: "Belki Lâ ilâhe illallah derim, anlamındadır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân b. Hüseyn: "...Arkalarında geriye dönmekten onları alıkoyan bir engel (berzah) vardır" âyetini açıklarken: "Önlerinde bir perde vardır, anlamındadır" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Hennâd, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebû Nuaym Hilye'de bildirdiğine göre Mücâhid: "...Arkalarında geriye dönmekten onları alıkoyan bir engel (berzah) vardır" âyetini açıklarken: "Berzah, ölüm anından tekrar dirilinceye kadar kalacakları yerdir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Berzah, dünya ile âhiret arasındaki engeldir" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Arkalarında geriye dönmekten onları alıkoyan bir engel (berzah) vardır" âyetini açıklarken: "Ölü ile dünyaya geri dönmesi arasında bir engel vardır, anlamındadır" demiştir. İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirir: "Berzah, dünya ile âhiret arasında bir yerdir. Burada bulunan kişi, dünya ahalisinden değildir ki yiyip içsin. Ahiret ahalisinden de değildir ki amellerinin karşılığını alabilsin." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti açıklarken: "Berzah, dünya ile âhiret arasında bir yerdir" demiştir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Berzah, dünyadan geriye kalan bir yerdir" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...Arkalarında geriye dönmekten onları alıkoyan bir engel (berzah) vardır" âyetini açıklarken: "Kabir ahalisi, dünya ile âhiret arasında olan bir berzah'tadır ve tekrar dirilecekleri güne kadar orada kalırlar" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Rabî': "Berzah denilen şey kabir hayatıdır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Sahr: "Berzah denilen şey kabir hayatıdır. Burada bulunanlar ne dünya, ne de âhiret ahalisindendir. Tekrar dirilecekleri güne kadar orada kalırlar" demiştir. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Semmûye'nin Fevâid'de bildirdiğine göre Ebû Umâme bir cenazede bulundu. Ölü defnedildikten sonra da: "Burası, tekrar diriltileceği güne kadar kalacağı berzah'tır" dedi. Hennâd, Ebû Muhallim'den bildirir: Şa'bî'ye: "Filan kişi öldü" denilince: "Artık o ne dünyada, ne de âhirettedir. O berzah'tadır" karşılığını verdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Arkalarında geriye dönmekten onları alıkoyan bir engel (berzah) vardır" âyetini açıklarken: "Ölümden sonrası hakkında olan bir durumdur" demiştir. 101"Sûra üflendiği zaman artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır; birbirlerini de arayıp sormazlar." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Sûra üflendiği zaman artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır; birbirlerini de arayıp sormazlar" âyetini açıklarken: "Sûra üflendiği zaman artık Allah'tan başka diri kalan olmaz" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: "Sûra üflendiği zaman artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır; birbirlerini de arayıp sormazlar" âyetini açıklarken: "Bu, sûra ilk üfürülüşten sonra olan bir durumdur" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken: "Sûra üfürüldüğü zaman artık hiç kimse soy veya akrabalığına dayanarak bir şey isteyip talep edemez" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc bu âyeti açıklarken: "Sûra üfürüldüğü zaman artık hiç kimse soyuna dayanarak bir şey isteyemez. Birilerine akrabalığı da kendisine bir fayda sağlayamaz" demiştir. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs'a: "...Artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır; birbirlerini de arayıp sormazlar" âyeti ile "Birbirlerine dönüp soruşurlar" âyeti sorulunca şöyle dedi: "Her bir âyet farklı bir aşamadan bahsetmektedir. Akrabalık bağlarının kalmayacağı ve kimsenin kimseyi arayıp sormayacağı aşama, Sûra ilk üfürülüş sonrasındaki çarpılma anındadır. Bu aşamada arada bir akrabalık bağı kalmaz. Sûra ikinci defa üfürüldüğünde yaşadıkları ikinci çarpılmadan sonra ise kalkıp birbirlerini sormaya başlarlar." İbn Cerîr ve Hâkim başka bir kanalla bildirdiğine göre İbn Abbâs'a bu iki âyet sorulduğunda şöyle demiştir: "...Artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır; birbirlerini de arayıp sormazlar" âyeti, Sûra ilk üfürülüşten sonra yeryüzünde canlı hiçbir şeyin kalmadığı zamanda olan bir durumu anlatmaktadır. "Birbirlerine dönüp soruşurlar" âyeti de Sûra ikinci defa üfürüldüğü zaman olan bir durumu anlatmaktadır ki bu üfürülüşle herkes tekrar dirildikten sonra birbirlerini sormaya başlarlar." İbnu'l-Mübârek Zühd'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebû Nuaym Hilye'de ve İbn Asâkir, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Kıyamet gününde Yüce Allah gelmiş geçmiş tüm insanları bir araya toplar. Başka bir lafızda: "Gelmiş geçmiş tüm insanların önünde erkek veya kadının elinden tutulur" şeklindedir. Sonra da bir münadi: "Bilin ki bu filan oğlu filandır! Her kimin bunda bir hakkı varsa gelip alsın!" diye seslenir. Başka bir lafızda: "Bu kişi her kime bir haksızlık yapmışsa gelsin ve ondan hakkını alsın" şeklindedir. İşte o anda vallahi mümin kişi anne-babası veya çocuğu veya eşi üzerinde az da olsa bir hakkı olmasına sevinir. Bu durumu: "Sûra üflendiği zaman artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır; birbirlerini de arayıp sormazlar" âyeti de doğrulamaktadır. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Kıyamet gününde kişinin en nefret ettiği şey, hakkı olur da kendisinden alır diye tanıdık bir yüzle karşılaşmaktır" dedi ve: "O gün insan kendi kardeşinden kaçar" âyetini okudu. Ahmed, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî'nin Sünen'de Misver b. Mahreme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyamet gününde benim akrabalığım ve hısımlığım dışında tüm akrabalık ile hısımlıklar kesilip biter" buyurmuştur. Bezzâr, Taberânî, Ebû Nuaym, Hâkim, Beyhakî ve Diyâ el-Muhtâre'de Ömer b. el-Hattâb'tan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyamet gününde benim akrabalığım ve hısımlığım dışında tüm akrabalık ile hısımlıklar kesilip biter" buyurduğunu işittim. İbn Asâkir'in İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyamet gününde benim akrabalığım ve hısımlığım dışında tüm akrabalık ile hısımlıklar kesilip biter" buyurmuştur. 102O zaman (kıyâmette) kimin hasenat tartıları ağır gelirse, işte onlar zafere kavuşacaklardır. 103Kimin de tartıları hafif gelirse, işte kendilerini hüsrana düşürenler bunlardır; cehennemde de ebedî olarak kalacaklar. 104"Ateş onların yüzlerini yalar, dişleri sırıtıp kalır" İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Ateş yüzlerini yalar" şeklinde açıklamıştır. İbn Merdûye ve Diyâ Sifatu'n-Nâr'da Ebu'd-Derdâ'dan bildirir: "Ateş onların yüzlerini yalar..." âyeti konusunda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ateş onları öyle bir yalar ki derileri ayaklarının ucuna düşer" buyurdu. İbn Ebî Hâtim, Taberânî M. el-Evsat'ta, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym Hilye'de Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cehennemlikler Cehenneme doğru sürüldüğü zaman ateşin içinden bir alev çıkıp onları yalar. Bu yalamayla kemik üzerinde et kalmaz, hepsi topuklarda toplanır. " Ebû Nuaym'ın Hilye'de bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Ateş onların yüzlerini yalar..." âyetini açıklarken: "Ateş onları öyle bir yalar ki kemik üzerinde et bırakmaz, hepsini ayak uçlarında toplar" demiştir. İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd, Ebu'l-Hüzeyl'den bu yorumun aynısını bildirir. Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Ebi'd-Dünyâ Sifatu'n-Nâr'da, Ebû Ya'lâ, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym Hilye'de Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: "Ateş onların yüzlerini yalar..." âyeti konusunda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ateş onu öyle bir kavurur ki üst dudağı başının yarısına ulaşır, alt dudağı da göbeğine kadar sarkar" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Muğîs b. Sümey'den bildirir: Kişi Cehennemin yanına getirildiği zaman: "Bekle de ateş seni bir yalasın!" denilir. Sonrasında bir kase siyah ve diğer yılanların zehrinden getirilir. Bu kâse o kişinin ağzına yaklaştırıldığında eti bir tarafa kemikleri bir tarafa ayrılır." Abdurrezzâk, Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Hennâd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Ateş onların yüzlerini yalar, dişleri sırıtıp kalır" âyetini açıklarken: "Ateşin yalamasıyla dudakları büzülüp çekilir, dişleri de açıkta kalır" demiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Somurtup kalırlar" şeklinde açıklamıştır. 105(Allah, o kâfirlere şöyle buyuracak): “Size (dünyada) âyetlerim (Kur’ân) okunurken, onları inkâr eden siz değilmi idiniz?” 106"Şöyle derler: Rabbimiz! Bizi bedbahtlığımız yenmişti; sapık bir millet olmuştuk." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Rabbimiz! Bizi bedbahtlığımız yenmişti..." âyetini açıklarken: "Çekmeleri kendilerine yazılan ve takdir edilen mutsuzlukları kendilerini yenmiştir" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuştur. Abd b. Humeyd, İshâk'tan bildirir: Abdullah'ın kıraatinde bu âyet: (.....) lafzıyladır. 107Ey Rabbimiz! Bizi bu ateşden çıkar; yine küfre dönersek, o takdirde muhakkak zâlimleriz. 108"Buyurur kî: Sînin orada! Benimle konuşmayın!" İbn Ebî Şeybe, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Ba's'da Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cehennemliklere, azaplarına denk düşecek oranda açlık verilir. Yardım istediklerinde ise yiyecek olarak Darî' denilen, ne besleyen, ne de açlığı gideren kuru diken verilir. Bir daha yemek istediklerinde onlara boğazlarından geçmeyen yiyecek verilir. Dünyadayken boğazlarında duran yiyecekleri su ile geçirdiklerini hatırlayıp bu kez su isterler. Bunun üzerine demir kancalarla onlara kaynar sular ikram edilir. Bu su yüzlerine yaklaştığı zaman yüzlerini kızartır. Karınlarına girdiğinde içerde ne varsa hepsini parçalar. Birbirlerine: «Cehennem bekçilerini çağıralım» demeye başlarlar. Cehennem bekçilerine: «Rabbinize yalvarın da hiç değilse bir gün, azabımızı hafifletsin» dediklerinde, Cehennem bekçileri: «Size peygamberleriniz açık açık deliller getirmediler mi?» diye sorarlar. Onlar da: «Getirdiler» cevabını verirler. Bekçiler de: «O halde kendiniz yalvarın" derler. «Halbuki kâfirlerin yalvarması boşunadır.»" Sonra birbirlerine: «O zaman Mâlik'i çağırın» derler. Mâlik geldiğinde ona: «Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin!» diye seslenirler. Mâlik: «Siz böyle kalacaksınız!» karşılığını verir. Sonra: «Rabbinize dua edin, zira Rabbinizden başka kimsenin size bir hayrı dokunmaz» derler ve: «Rabbimiz! Bizi bedbahtlığımız yenmişti; sapık bir millet olmuştuk. Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha (ettiklerimize) dönersek, artık belli ki biz zalim insanlarız» diye seslenirler. Yüce Allah ise onlara: «Sinin orada! Benimle konuşmayın» karşılığını verir. îşte o zaman artık kendilerine karşı yapılabilecek her türlü hayırdan ümitlerini keserler ve pişmanlıklar, hayıflanmalar içinde feryat etmeye başlarlar." İbn Ebî Şeybe, Hennâd, Abd b. Humeyd, Abdullah b. Ahmed Zühd'e zevâid olarak, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî el- Ba's'da Abdullah b. Amr b. el-Âs'tan bildirir: Cehennem ahalisi Mâlik'e: "Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin!" diye seslenirler. Mâlik kırk yıl boyunca onları bekletir ve bir cevap vermez. Kırk yıl sonrasında da onlara: "Siz böyle kalacaksınız!" der. Sonrasında: "Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha (ettiklerimize) dönersek, artık belli ki biz zalim insanlarız" diye seslenirler. Ancak Yüce Allah da dünyanın ömrünün iki katı kadar bir süre onlara cevap vermez. Daha sonra da: "Sinin orada! Benimle konuşmayın" buyurur. Bu sözden sonra da artık feryat ve figandan başka tek bir söz dahi etmezler. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî el- Ba's'da Muhammed b. Ka'b'dan bildirir: Kıyamet gününde Cehennem ahalisinin beş tane isteği olur. Yüce Allah bunlardan dört tanesine cevap verir. Beşincisini istedikten sonra da artık bir daha konuşamazlar. İlk olarak: "Ey Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa da dirilttin. Günahlarımızı kabulleniyoruz. Şimdi (bu ateşten) bir çıkış yolu var mı?" diye sorarlar. Yüce Allah: "Yalnız Allah çağrıldığı zaman inkar ederdiniz de, O'na eş koşulunca inanırdınız. Bugün hüküm, yüce Allah'ındır" karşılığını verir. Sonra: "Rabbimiz! (Gerçeği) gördük ve işittik. Artık şimdi bizi (dünyaya) döndür ki, salih amel işleyelim. Biz artık kesin olarak inanmaktayız" derler. Yüce Allah: "Bugüne kavuşmayı unutmanızın karşılığını görün; doğrusu Biz de sizi unuttuk, yaptıklarınıza karşılık ebedi azabı tadın" karşılığını verir. Sonra: "Rabbimiz! Bizi yakın bir süreye kadar ertele de çağrına gelelim, peygamberlere uyalım" derler. Yüce Allah: "Siz daha önce de sonunuzun gelmeyeceğine yemin etmemiş miydiniz?" karşılığını verir. Sonra: "Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte olduğumuzdan başka ameller, salih ameller işleyelim" diye seslenirler. Yüce Allah da: "Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Öyle ise tadın azabı. Çünkü zalimler için hiçbir yardımcı yoktur" karşılığını verir. Sonra: "Rabbimiz! Bizi bedbahtlığımız yenmişti; sapık bir millet olmuştuk. Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha (ettiklerimize) dönersek, artık belli ki biz zalim insanlarız" diye seslenirler. Yüce Allah da onlara: "Sinin orada! Benimle konuşmayın" karşılığını verir. Bundan sonra da bir daha konuşmazlar. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildirir: Bize bildirilene göre Cehennem ahalisi Cehennem bekçisine: "Rabbinize yalvarın da hiç değilse bir gün, azabımızı hafifletsin" dediklerinde bekçiler bir süre onlara cevap vermezler. Daha sonra da onlara: "Kendiniz yalvarın! Halbuki kâfirlerin yalvarması boşunadır" şeklinde karşılık veriler. Daha sonra Cehennem bekçine: "Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin!" diye seslenirler. Mâlik kırk yıllık kadar bir süre onları bekletir ve cevap vermez. Sonrasında da onlara: "Siz böyle kalacaksınız!" karşılığını verir. Daha sonra bedbahtlar, Rablerine: "Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha (ettiklerimize) dönersek, artık belli ki biz zalim insanlarız" diye seslenirler. Ancak Yüce Allah dünyanın ömrünün iki katı kadar bir süre onlara cevap vermez. Daha sonra da: "Sinin orada! Benimle konuşmayın" buyurur. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Daha öncesi bir süre konuşup tartıştılar. En son kendilerine: "Sinin orada! Benimle konuşmayın" denilince başka bir şey demeleri yasaklanmış oldu." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ziyâd b. Sa'd el-Horasânî: "Sinin orada! Benimle konuşmayın" âyetini açıklarken: "Bu sözün ardından Cehennem üzerlerine kapatılır. Sonrasında kendilerinden sadece tasın çınlaması gibi bir ses gelir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik: (.....) ifadesini: "Alçalın!" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr ve Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sifât'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Sinin orada! Benimle konuşmayın" âyetini açıklarken: "Konuşmalarının kesilmesi üzerine Yüce Allah'ın onlara söylediği bir sözdür" demiştir. İbn Ebi'd-Dünya'nın Sifatu'n-Nâr'da Huzeyfe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah, Cehennem ahalisine: «Sinin orada! Benimle konuşmayın» buyurduğu zaman yüzleri ağızsız ve burunsuz bir şekilde tek parça olur. Nefesleri de içlerinde dolanıp durur. " Hennâd, İbn Mes'ûd'dan bildirir: "Sinin orada! Benimle konuşmayın" sözünden sonra artık oradan onlar için bir çıkış olmaz." 109Çünkü mü'min kullarımdan bir topluluk vardı ki, onlar: “ Ey Rabbimiz, îman ettik, artık bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.” derlerken. 110"Sîz ise onlarla alay ediyordunuz. O kadar ki onlar size beni anmayı unutturdu. Onlara hep gülüyordunuz." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Siz ise onlarla alay ediyordunuz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: (.....) ifadesi farklı iki şekilde ve anlamda kullanılmaktadır. (.....) buyruğunda (.....) şeklinde ve: "Çalıştırma, iş gördürme" anlamında kullanılmışken, (.....) buyruğunda (.....) şeklinde ve: "Alay etme" anlamında kullanılmıştır. 111İşte ben, o mü'minlere, sabretmelerine karşılık, bugün bu mükâfatı (cenneti ) verdim. Muhakkak onlardır zafere erenler...” 112Bkz. Ayet:113 113"«Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?» dîye sorar. «Bîr gün veya daha az bîr süre kaldık, sayanlara sor» derler." İbn Ebî Hâtim'in Eyfa' b. Abd el-Kilâî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah Cennetlikleri Cennete, Cehennemlikleri de Cehenneme koyduktan sonra Cennet ahalisine: «Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?» diye sorar. Onlar da: «Bir gün veya daha az bir süre kaldık» karşılığını verirler. Bunun üzerine onlara: «Bu bir veya daha fazla sürede benimle pek iyi bir ticaret yaptınız. Buna karşılık size rahmetim, rızam ve Cennetim vardır. İçinde ebedi bir şekilde kalınız» buyurur. Sonra Cehennem ahalisine: «Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?» diye sorar. Onlar da: «Bir gün veya daha az bir süre kaldık» karşılığını verirler. Bunun üzerine onlara da: «Bu bir veya daha fazla sürede benimle pek kötü bir ticaret yaptınız. Buna karşılık size öfkem ve ateşim vardır. İçinde ebedi bir şekilde kalınız» buyurur. " Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Sayanlara sor" âyetini açıklarken: "Bunun hesabını yapanlara sor, anlamındadır" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Sayanlara sor" âyetini açıklarken: "Sayanlardan kasıt meleklerdir" demiştir. 114(Allah onlara şöyle) buyuracak “ Bilmiş olsanız, hakikaten pek az kaldınız (çünkü Âhiretteki bekleyişiniz sonsuzdur). 115"Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mî sandınız?" Hakîm et-Tirmizî, Ebû Ya'lâ, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbnu's-Sünnî Amelu'l-Yevm ve'l-Leyle'de, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym'ın Hilye'de bildirdiğine göre İbn Mes'ûd rahatsız olan bir adamın kulağına: "Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?" âyetinden başlamak üzere sûreyi sonuna kadar okuyunca adam iyileşti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ona: "Adamın kulağına ne okudun?" diye sorunca, İbn Mes'ûd ne okuduğunu söyledi. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Canım elinde olana yemin olsun ki kişi inanarak bu âyetleri bir dağa okusa dağ yerinden oynardı" buyurdu. İbnu's-Sünnî, İbn Mende ve Ebû Nuaym el-Ma'rife'de -hasen bir senedle- Muhammed b. İbrâhîm b. el-Hâris et-Teymî'den, o da babasından bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) müfreze olarak bizi bir yere gönderdi ve sabah akşam: "Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?" âyetini okumamızı söyledi. Dediği gibi sabah akşam bu âyeti okuduğumuzda hem ganimet elde ettik, hem de sağ salim bir şekilde geriye döndük. 117"Kim, hakkında hiçbir delili olmadığı hâlde Allah ile birlikte başka bir ilâha taparsa, onun hesabı ancak Rabbi katındadır. Şüphesiz kâfirler asla kurtuluşa eremezler." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: "Hakkında herhangi bir delili olmadan" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: "Hakkında elinde herhangi bir delili bulunmadan" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: "Hakkında herhangi bir kanıt olmadan" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim: "...Şüphesiz kâfirler asla kurtuluşa eremezler" âyetini (.....) lafzıyla okumuştur. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Şüphesiz kâfirler asla kurtuluşa eremezler" âyetini (.....) lafzıyla, (.....) ifadesiyle okumuştur. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Onun hesabı ancak Rabbi katındadır. Şüphesiz kâfirler asla kurtuluşa eremezler" âyetini açıklarken: "Kafirin Allah katındaki hesabı bu şekildedir ve muratlarına eremeyeceklerdir" demiştir. "De kî: Rabbim! Bağışla, merhamet et. Çünkü sen merhamet edenlerin en hayırlısısın!" İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Huzeyme, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân ve Beyhaki, Ebû Bekr es-Sıddîk'tan bildirir: "Yâ Resûlallah! Bana, namazlarımda edeceğim bir dua öğret" dediğimde, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Şöyle dua et: «Allahım! Ben kendime pek çok zulmettim. Günahları da senden başka hiç kimse bağışlayamaz. Senin katından bir bağışlanmayla beni bağışla ve bana merhamet et. Zira affedici ve merhamet edici olan ancak sensin.»" |
﴾ 0 ﴿