NÛR SÛRESİİbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Nûr Sûresi, Medine'de nazil oldu" demiştir. İbn Merdûye, İbnu'z-Zübeyr'den bunun aynısını bildirir. Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onları (kadınları) herkese açık odalarda oturtmayın ve onlara okuma yazma öğretmeyin. Onlara yün eğirme ile Nûr Sûresi'ni öğretin" buyurmuştur. Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Mücâhid'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Erkeklerinize Mâide Sûresi'ni, kadınlarınıza da Nûr Sûresi'ni öğretin" buyurmuştur. Ebû Ubeyd Fadâil'de Hârise b. Mudarrib'ten bildirir: "Ömer b. el-Hattâb bizlere Nîsa, Ahzâb ve Nûr sûrelerini öğrenmemiz konusunda bir mektup yazdı." Hâkim, Ebû Vâil'den bildirir: İbn Abbâs'ın hac emirliğinde bir arkadaşımla birlikte hacca gittim. İbn Abbâs, Nûr Sûresi'ni okuyup açıklamaya başladı. Bunun üzerine arkadaşım bana: "Sübhânallah! Bu adamın ağzından neler çıkıyor öyle! Şayet Türkler bunları duysaydı Müslüman olurlardı" dedi. 1"Bu, bizim indirdiğimiz ve farz kıldığımız bir sûredir. Düşünüp öğüt almanız için onda apaçık âyetler indirdik." İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Bu, bizim indirdiğimiz ve (içindeki hükümleri) açıkladığımız bir sûredir" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ehî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesine: "Açıkladık" şeklinde anlam vermiş ve: "Helal olanı emrettik, haram olanı ise yasakladık" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Ve farz kıldığımız bir sûredir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah bu sûrede hükümlerini farz kılmış, helal ve haram olan şeyleri belirlemiş, cezaları bildirmiş, kendisine itaati emrederek karşı gelmekten nehyetmiştir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) "...Ve farz kıldığımız bir sûredir..." âyetini: (.....) şeklinde şeddesiz olarak okumuştur. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Düşünüp öğüt almanız için onda apaçık âyetler indirdik" âyetini açıklarken: "Apaçık âyetlerden kasıt helal, haram ve hadlerdir" demiştir. 2"Zina eden kadın ve zina eden erkekten her bîrine yüzer değnek vurun. Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dini konusunda onlara acıyacağınız tutmasın. Müminlerden bir topluluk da onların cezalandırılmasına şahit olsun." Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ: "...Allah'ın dini konusunda onlara acıyacağınız tutmasın..." âyetini açıklarken: "Cezanın şiddeti konusunda değil, cezanın iptal edilmeyip uygulanması konusunda kişiye acımamadır" demiştir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Allah'ın dini konusunda onlara acıyacağınız tutmasın..."âyetini açıklarken: "Cezayı uygularken onlara karşı içinizde bir acıma olmasın" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Dahhâk: "...Allah'ın dini konusunda onlara acıyacağınız tutmasın..." âyetini açıklarken: "Onlara acıyıp da cezayı iptal etmeyin, anlamındadır" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İmrân b. Hudeyr'den bildirir: Ebû Miclez'e: "Yüce Allah: "...Allah'ın dini konusunda onlara acıyacağınız tutmasın..." buyuruyor. Bu, birine değnek atarken veya elini keserken ona acımamamız gerektiği anlamına mı geliyor?" diye sorduğumda şu karşılığı verdi: "Hayır öyle değil. Yetkili birine bir dava intikal ettiği zaman bu yetkilinin kendilerine had uygulanır diye acıyıp davayı reddetmesidir." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Allah'ın dini konusunda onlara acıyacağınız tutmasın..." âyetini açıklarken: "Değneği sert bir şekilde acımadan atma anlamındadır" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbrâhim ve Âmir: "...Allah'ın dini konusunda onlara acıyacağınız tutmasın..." âyetini açıklarken: "Zina cezasını uygularken değneği sert bir şekilde atmak ve her bir organa cezadan hakkını vermektir" demişlerdir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Şu'be'den bildirir: Hammâd'a: "Zina eden kişiye cezası sert bir şekilde mi uygulanır?" dediğimde şu karşılığı verdi: "Evet sert bir şekilde uygulanır ve değnek atılırken giysileri çıkarılır. Zira Yüce Alah: "...Allah'ın dini konusunda onlara acıyacağınız tutmasın..." buyurur." Ben: "Bu acıma konusu henüz hüküm aşamasında olur" dediğimde: "Hem hüküm aşamasında, hem de ceza anında olur" karşılığını verdi. Abdurrezzâk'ın Musannef’te Amr b. Şuayb'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şayet dört kişi, iki bekarın zina ettiğine dair şahitlik ederlerse bu iki kişiye Yüce Allah'ın da belirttiği gibi yüz değnek atılır, başka bir memlekete bir yıllığına sürgün edilirler ve birbirlerinden ayrı tutulurlar." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ubeydullah b. Abdillah b. Ömer'den bildirir: İbn Ömer, zina eden bir cariyesinin sırtına ve ayaklarına değnek attı. Ona: "Yüce Allah: "...Allah'ın dini konusunda onlara acıyacağınız tutmasın..." buyurur!" dediğimde şu karşılığı verdi: "Evladım! Ona acıdığımı mı sanıyorsun? Yüce Allah bu yaptığına karşılık onu öldürmemi veya değnekleri başına atmamı emretmiyor. Vurduğun yerlerini de acıttım!" İbn Ebî Şeybe Musannef’te, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Berze el-Eslemî'ye ailesinden birine ait olan ve zina eden bir cariye getirildi. Yanında da on kişiye yakın adam vardı. Ebû Berze emrederek cariye bir kenarda oturtuldu ve üzerine bir giysi atıldı. Sonra kamçıyı bir adama verip: "Ona elli kamçı at, ama göbek kısmı ile avret yerlerine vurma" dedi. Adam da kalkıp cariyenin değişik yerlerine kamçı ile vurmaya başladı. Ebû Berze de orada bulunanlara: "...Müminlerden bir topluluk da onların cezalandırılmasına şahit olsun" âyetini okudu. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Müminlerden bir topluluk da onların cezalandırılmasına şahit olsun" âyetini açıklarken: "Tâife'den kasıt en az bir kişi ve yukarısıdır" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Müminlerden bir topluluk da onların cezalandırılmasına şahit olsun" âyetini açıklarken: "Tâife'den kasıt en az on kişidir" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken: "Tâife birden bin kişiye kadardır" demiştir. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah ibret, uyarı ve gözdağı olsun diye böylesi bir cezaya bir topluluğun şahit olmasını emretmiştir." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti açıklarken: "Bu cezaya asgari iki kişi olmak üzere bir topluluk şahit olsun" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Zührî bu âyeti açıklarken: "Taife en az üç kişi ve yukarısıdır" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken: "Taife dört kişidir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Nasr b. Alkame: "...Müminlerden bir topluluk da onların cezalandırılmasına şahit olsun" âyetini açıklarken: "Bu topluluğun şahit bulunması cezalandırılan iki kişinin rezil olması için değil, tövbelerinin kabulü ve rahmet dilemeleri içindir" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Şeybânî'den bildirir: İbn Ebî Evfâ'ya: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hiç kimseyi recmetti mi?" diye sorduğumda: "Evet, recmetti" dedi. "Nûr Sûresi'nin inmesinden sonra mı önce mi?" diye sorduğumda ise: "Bilmiyorum" dedi. 3"Zina eden erkek, ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenir. Zina eden bir kadınla da, ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir erkek evlenir. Bu, müminlere haram kılınmıştır." Abdurrezzâk, Firyâbî, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud Nâsih'de, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Beyhakî Sünen'de ve Diyâ el- Makdisî el-Muhtâre'de Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Buradaki nikahtan kasıt, evlilik değil cinsel ilişkidir. Kişi helali olmayan biriyle ilişkiye girdiği zaman bunu ancak zani veya müşrik biri olarak yapar" demiştir. "...Bu, müminlere haram kılınmıştır" âyetini açıklarken: "Haram kılınan şey, zinadır" demiştir. İbn Ebî Hâtim, Mükâtil'den bildirir: Müslümanlar Mekke'den Medine'ye hicret ettikleri zaman çok azı hariç yokluk içindeydiler. O zamanlar Medine'de fiyatlar yüksek, geçim de zordu. Medine sokaklarında Ehl-i kitâb'dan olsun Ensâr'ın cariyelerinden olsun açıkça zina eden kadınlar da vardı. Bunlar arasında Abdullah b. Ubey'yin cariyesi Umeyye ve Umeyye'nin kızı Müseyke de vardı ki Müseyke, Ensâr'dan bir adamın cariyesiydi. Zinayla geçinen böylesi kadınlar da zina ettikerine dair kapılarına işaret koymuşlardı. Zina eden bu kadınlar da Medine'nin cömert ve hayır sahibi kimselerindendi. Hicret eden Müslümanlardan bazıları içinde bulundukları sıkıntıdan dolayı bu kadınların kazançlarından faydalanmak istediler. Birbirlerine: "Zina eden bu kadınlarla evlensek de onların kazançlarından biz de faydalansak" derken, bazıları: "Bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) soralım" dediler. Sonrasında Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiler ve: "Yâ Resûlallah! İçinde bulunduğumuz yoksulluktan dolayı büyük bir sıkıntı içindeyiz. Yiyecek bile bulamıyoruz. Çarşıda da Ehl-i kitâb'dan veya onların ve Ensâr'ın cariyelerinden zina eden ve geçimini bu şekilde kazanan kadınlar var. Durumumuz düzelene kadar onlarla evlenip kazançlarından faydalanabilir miyiz? Kazançlarına ihtiyacımız kalmadığı zaman da onlardan ayrılırız" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: "Zina eden erkek, ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenir..." âyetini indirdi. Bu âyetle de Müslümanların açık bir şekilde zina eden kadınlarla evlenmeleri haram kılındı. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Zina eden erkek, ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Cahiliye döneminde zinayla geçinen fahişe kadınlar vardı. Bunlardan biri de Ümmü Mehzûl adında bir kadındı ve çok güzeldi. Müslümanlardan fakir olanlardan bazıları da kazançlarından faydalanmak için böylesi kadınlarla evlenirlerdi. Bu âyetle Yüce Allah Müslümanların böylesi kadınlarla evlenmesini haram kıldı." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Süleymân b. Yesâr: "Zina eden erkek ancak, zina eden veya Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenir..." âyetini açıklarken: "Cahiliye döneminde fahişelik eden bazı kadınlar vardı. Yüce Allah bu âyetle Müslümanların böylesi kadınlarla evlenmesini haram kıldı" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Atâ'dan bildirir: "Cahiliye döneminde filan oğullarının fahişeleri, filan oğullarının fahişeleri gibi açıkça zina eden kadınlar vardı. Yüce Allah bu konuda: "Zina eden erkek ancak, zina eden veya Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenir..." âyetini indirdi. Yüce Allah İslam dini ile bu kadınlarla evlenmeye yönelik hükmünü vermiş oldu. " Atâ'ya: "Bunu İbn Abbâs'a dayanarak mı söylüyorsun?" diye sorulunca: "Evet!" dedi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Zina eden erkek ancak, zina eden veya Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bazı erkekler cahiliye döneminden beri açıkça fahişelik yapan kadınlarla zina etmek istiyorlardı. Kendilerine: "Yapmak istediğiniz şey haramdır" denilince bu sefer onlarla evlenmeyi istediler. Bunun üzerine Yüce Allah bu âyeti indirdi ve onlarla evlenmeyi haram kıldı. Abd b. Humeyd, Mücâhid'den bildirir: İslam'ın ilk dönemlerinde bazıları zina ederlerdi. Zina haram kılınınca bunlar: "Daha önce zina ettiğimiz kadınlarla evlenelim mi?" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: "Zina eden erkek, ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenir..." âyetini indirdi. İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Zina eden erkek, ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenir..." âyetini açıklarken: "Buradaki nikahtan kasıt, bilinen manasıyla evlilik değil zinadır" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: Zina eden erkek, ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenir..." âyetini açıklarken: "Kişi zina ettiği zaman ancak kendisi gibi zinakâr veya müşrik olan birisiyle zina ediyor demektir" demiştir. İbn Ebî Şeybe, İkrime'den bunun aynısını bildirir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Kıble ahalisinden zina eden bir adam, ancak kendisi gibi kıble ahalisinden olan zinakâr bir kadınla veya kıble ahalisinden olmayan müşrik bir kadınla zina eder. Kıble ahalisinden zina eden bir kadın da ancak kendisi gibi kıble ahalisinden olan zinakâr bir adamla veya kıble ahalisinden olmayan müşrik bir adamla zina eder. Zina da müminlere haram kılınmıştır." Saîd b. Mansûr, Mücâhid'den bildirir: Yüce Allah zinayı haram kıldığında fahişelik yapan bazı kadınlar çok güzeldi. Bazıları: "O zaman biz de gider onlarla evleniriz" deyince Yüce Allah: "Zina eden erkek, ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenir..." âyetini indirdi. Ahmed, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud Nâsih'de, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Sünen'de Abdullah b. Amr'dan bildirir: Ümmü Mehzûl adında bir kadın vardı. Bu kadın birileriyle dost hayatı yaşar, ancak dost edindiği adamın masraflarını karşılama şartını da koşardı. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından bir adam bu kadınla evlenmek isteyince Yüce Allah: "Zina eden erkek, ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenir..." âyetini indirdi. Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhaki, Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden bildirir: Mekke'den Medine'ye esir taşıyan Mersed adında biri vardı. Mekke'de, Anâk adında, Mersed'in dostu olan fahişe bir kadın da bulunuyordu. Mersed, Mekke esirlerinden birine, kendisini Mekke'ye taşıyacağına dair söz vermişti." Mersed şöyle anlatır: "Mehtaplı bir gecede Mekke duvarlarından bir duvarın dibine geldim. Anâk da gelip duvar dibindeki karaltımı görünce yanıma geldi. "Mersed! Sen misin?" diye seslenince: "Evet! Benim" karşılığını verdim. Bunun üzerine bana: "Hoş geldin! Buyur bu gece bizde kal" dedi. "Ey Anâk! Yüce Allah zinayı haram kıldı" karşılığını verdim. Bunun üzerine: "Ey oba halkı! Bu adam sizin esirlerinizi kaçırıyor!" diye bağırmaya başladı. Bu bağırması üzerine peşimden sekiz kişi çıktı. Handeme yolunu tutup bir yarığa veya mağaraya vardım ve içine girdim. Gelip başucumda durdular. Hatta başımın üzerine işediler, ancak Yüce Allah bana karşı gözlerini kör etti. Sonra da geri döndüler. Ben de Medine'ye götürmeye söz verdiğim kişinin yanına geldim onu taşıyıp yola koyuldum. Medine'ye ulaştığımda Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldim ve: "Yâ Resûlallah! Anâk'la evlenebilir miyim?" diye sordum. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana hiçbir cevap vermedi. Ancak: "Zina eden erkek, ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenir..." âyeti nazil olunca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)bana: "Ey Mersed! Zina eden bir erkek, ancak zinakâr veya müşrik olan bir kadınla evlenebilir. Zina eden bir kadın da ancak zinakâr veya müşrik olan bir erkekle evlenebilir. Yüce Allah da zinayı müminlere haram kıldı. Sen o kadınla evlenme!" buyurdu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Abdullah b. Amr: "Zina eden erkek, ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Fahişelik yaptıkları bilinen bazı kadınlar vardı. Bazı yoksul Müslümanlar da böylesi kadınlarla evlenir, kadınlar onların geçimini karşılardı. Yüce Allah da bu âyetle Müslümanlara böylesi bir evliliği yasakladı." Ebû Dâvud Nâsih'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhaki, İbn Abbâs'tan bildirir: "Cahiliye döneminde aleni bir şekilde fahişelik yapan kadınlar hakkında nazil oldu. Bunlar müşrik fahişelerdi. Yüce Allah müminlerin bunlarla evlenmesini haram kıldı." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'ın azatlısı Şu'be'den bildirir: İbn Abbâs'ın yanındayken bir adam geldi ve şöyle dedi: "Bir kadının peşine düştüm ve onunla Yüce Allah'ın bana haram kıldığı bir şey (zina) yaptım. Ancak Allah'ın da ihsanıyla tövbe ettim ve onunla evlenmek istedim. Fakat insanlar bana: "Zina eden erkek, ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenir..." diyorlar." Bunun üzerine İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Bu âyet senin anlattığın konu hakkında değildir. Açıkça fahişelik yapan ve insanlar içinde tanınmaları için kapılarına işaretler koyan kadınlar vardı. Yüce Allah onlar hakkında bu âyeti indirdi. Sen dediğin kadınla evlenebilirsin ve bir günahı varsa benim boynumadır." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Beyhaki, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: "Cahiliye döneminde fahişelik yapan bazı kadınlar vardı. İslam dini geldikten sonra Müslümanlardan bazıları böylesi kadınlarla evlenir, kadınlar onların geçimini karşılardı. Bunun üzerine Yüce Allah: "Zina eden erkek, ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenir..."âyetini indirdi. Ebû Dâvud, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Adiy, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Zina etmiş ve ceza olarak değnek yemiş biri ancak kendisi gibi zina etmiş ve cezalandırılmış biriyle evlenebilir" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Zina eden erkek, ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yaptığı zina gizli kalmış olan kişi değil, zinadan dolayı ceza yemiş kişi, ancak yine kendisi gibi cezalandırılmış biriyle evlenebilir." İbn Ebî Şeybe, Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre adamın biri bir kadınla evlendi. Daha sonra zina etti ve had uygulanarak kendisine değnek atıldı. Bu adamı Ali b. Ebî Tâlib'e getirdiklerinde adamı karısından ayırdı ve ona: "Ancak senin gibi zinadan dolayı değnek yemiş birisiyle evlenebilirsin" dedi. Ahmed ve Nesâî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah kıyamet gününde, anne babasına asi olan kişiye, erkeğe benzemeye çalışan kadına ve deyyûs olana dönüp bakmaz." İbn Mâce ve İbn Adiy, Enes'ten bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yüce Allah'ın huzuruna pak ve tertemiz bir şekilde çıkmak isteyen kişi hür (ve temiz) kadınlarla evlensin" buyurmuştur. Ebû Ubeyd Nâsih'de, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud Nâsih'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb: "Zina eden erkek, ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu âyetin daha sonra gelen: "Sizden bekâr olanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden durumu uygun olanları evlendirin. Eğer bunlar yoksul iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir. Allah, lütfü geniş olandır, hakkıyla bilendir" âyetiyle neshedildiği söylenir." 4Bkz. Ayet:5 5"Namuslu kadınlara zina isnat edip sonra da dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun. Artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. İşte bunlar fâsık kimselerdir. Ancak tövbe edip bundan sonra ıslah olanlar müstesnadır. Çünkü Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Namuslu kadınlara zina isnat edip sonra da dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun. Artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. İşte bunlar fâsık kimselerdir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yetkili kişiye birine zina iftirasında bulunan biri getirildiği zaman ona seksen değnek atar. Bu cezadan sonra da hayatta olduğu sürece onun şahitliklerini kabul etmez. Böylesi kişiler de söyledikleri bu yalanlardan dolayı Allah'a karşı gelmiş fasık kimselerdir." Ebû Dâvud Nâsih'de ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah önce: "Namuslu kadınlara zina isnat edip sonra da dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun. Artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. İşte bunlar fâsık kimselerdir" buyurdu. Daha sonra da: "Ancak tövbe edip bundan sonra ıslah olanlar müstesnadır. Çünkü Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" buyurarak bir istisnada bulundu. Bu istisna da fasıklıklarından dolayı tövbelerinin kabulüne yöneliktir. Yoksa şahitlikleri yine geçerli değildir. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Namuslu kadınlara zina isnat edip sonra da dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun. Artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. İşte bunlar fâsık kimselerdir. Ancak tövbe edip bundan sonra ıslah olanlar müstesnadır. Çünkü Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetini açıklarken: "Yüce Allah burada hem ceza, hem de atılan iftiradan dolayı tövbeyi indirmiştir. Bunların tövbeleri kabul edilebilir, ancak şahitlikleri artık geçerli sayılmaz" demiştir. Saîd b. Mansûr ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hazret-i Ömer b. el-Hattâb, böylesi bir durumda olan Ebû Bekre'ye: "Şayet tövbe edersen şahitliğini de geçerli sayarım" demiştir. İbn Merdûye, İbn Ömer'den bildirir: "Ancak tövbe edip bundan sonra ıslah olanlar müstesnadır. Çünkü Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir âyeti konusunda Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) : "Tövbeleri, söylediklerini bu yalanı yani kendi kendilerini yalanlamaları ile olur. Bunu yapmaları halinde artık şahitlikleri geçerli sayılır" buyurmuştur. Ebû Dâvud Nâsih'de İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah, Nûr Sûresi'nde önce: "Namuslu kadınlara zina isnat edip sonra da dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun. Artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. İşte bunlar fâsık kimselerdir" buyurdu. Daha sonra da: "Eşlerine zina isnat edip de kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şahitliği; kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair, Allah adına dört defa yemin ederek şahitlik etmesidir" buyurarak bir istisnâda bulundu. Her iki taraf da belirtildiği gibi yemin ettikten sonra birbirlerinden ayrılırlar. Yemin etmemeleri halinde artık durumlarına göre değnek veya recm ile cezalandırılırlar. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî Sünen'de İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah önce: "Namuslu kadınlara zina isnat edip sonra da dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun. Artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. İşte bunlar fâsık kimselerdir" buyurdu. Daha sonra da: "Ancak tövbe edip bundan sonra ıslah olanlar müstesnadır. Çünkü Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" buyurarak bir istisnâda bulundu. Bundan dolayı tövbe edip ıslah olanların Allah'ın kitabına göre şahitlikleri geçerli olur. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, İbnu'l-Müseyyeb'den bildirir: Üç kişi Muğîre b. Şu'be'nin zina ettiğine dair şahitlik ettiler. Dördüncü kişi olarak Ziyâd bu şahitliğe yanaşmayınca Ömer şahitlikte bulunan üç kişiyi cezalandırdı. Sonra onlara: "Tövbe edin ki bundan sonra şahitliğinizi kabul edeyim" deyince iki kişi tövbe etti, ancak şahitlerden biri olan Ebû Bekre tövbe etmedi. Tövbeyi kabul etmeyince de şahitliği geçerli sayılmadı. Ebû Bekre, Ziyâd'la anneden bir kardeşti. Ziyâd bu şekilde şahitlikten uzak durunca Ebû Bekre onunla konuşmayacağına dair yemin etti. Ölünceye kadar da onunla konuşmadı. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atâ bu âyetleri açıklarken: "Zina iftirasında bulunan kişi, tövbe edip yalan söylediğini itiraf ederse şahitliği geçerli sayılır" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Şa'bî, Zührî, Tâvus ve Mesrûk: "Zina iftirasında bulunan kişi, tövbe ederse şahitliği geçerli sayılır. Tövbe etmesi de yalan söylediğini itiraf etmesidir" demişlerdir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb ve Hasan(-ı Basrî): "Zina iftirasında bulunan kişi tövbe ederse bu tövbesinin kabul görüp görmemesi Allah ile kendisi arasındadır. Ancak şahitliği artık geçerli sayılmaz" demişlerdir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mekhûl: "Zina iftirasında bulunan kişinin tövbe etmesi halinde şahitliği geçerli sayılmaz" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Muhammed b. Şîrîn: "Zina iftirasında bulunan kişi tövbe ederse bu tövbesinin kabul görüp görmemesi Allah ile kendisi arasındadır. Ancak şahitliği artık asla geçerli sayılmaz" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "Zina iftirasında bulunan kişinin tövbe etmesi halinde şahitliği geçerli sayılmaz" demiştir. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Zina iftirasında bulunan kişi tövbe ederse azaba maruz kalıp kalmaması Allah ile kendisi arasındadır. Ancak şahitliği artık asla geçerli sayılmaz" demiştir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "...Artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Hasan bu konuda: "Zina iftirasında bulunan kişinin artık şahitliği geçerli sayılmaz. Tövbe etmesi ise Allah'la kendisi arasında olan bir şeydir" derdi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Şurayh'tan bildirir: "Zina iftirasında bulunan kişi hariç, kendisine had uygulanan her bir kişinin şahitliği geçerli sayılır. Zina iftirasında bulunan kişinin tövbesi ise Allah'la kendisi arasında olan bir şeydir." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî): "Zina iftirasında bulunan kişinin artık şahitliği geçerli sayılmaz. Tövbe etmesi ise Allah'la kendisi arasında olan bir şeydir" demiştir. Abd b. Humeyd, İsa b. Âsım'dan bildirir: "Ebû Bekre, kendisine biri gelip de şahitlik etmesini istediğinde: "Benden başka bir şahit bul! Zira Müslümanlar beni fasık çıkardılar" derdi. Abd b. Humeyd, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildirir: Ömer b. el-Hattâb'ın Muğîre b. Şu'be'ye zina iftirasında bulunanları cezalandırmasına şahit oldum. Bunlar arasında Ebû Bekre, Nâfi' ve Şibl de vardı. Daha sonra Ömer, Ebû Bekre'yi çağırdı ve: "Eğer yalan söylediğini itiraf edersen bundan sonra şahitliğini geçerli sayarım" dedi. Ancak Ebû Bekre söylediğini yalanlamadı. Sonrasında Ömer b. el-Hattâb vefat edene kadar onun şahitliğini kabul etmedi. "Ancak tövbe edip bundan sonra ıslah olanlar müstesnadır..." âyetinde ifade edilen de budur. Bunları tövbesi de yalan söylediklerini itiraf etmeleridir. Abdurrezzâk'ın Amr b. Şuayb'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah ve Resûlü, üç veya iki veya bir kişinin, birinin zina ettiğine dair şahitliğinin geçerli sayılmamasına hükmetti. Böylesi bir şahitlikte bulunanlara da ceza olarak değnek atılır. Tövbe edip Müslümanların nazarında ıslah oldukları belli oluncaya kadar başka konularda da şahitlikleri geçerli sayılmaz. " Abd b. Humeyd, Câfer b. Burkân'dan bildirir: Meymûn b. Mihrân'a: "Yüce Allah: "Namuslu kadınlara zina isnat edip sonra da dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun. Artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. İşte bunlar fâsık kimselerdir. Ancak tövbe edip bundan sonra ıslah olanlar müstesnadır. Çünkü Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" buyurmuş ve böylesi kişilere tövbe hakkını tanımıştır. Ancak başka bir âyette: "Namuslu, kötülüklerden habersiz mümin kadınlara zina isnadında bulunanlar, dünya ve âhirette lanetlenmişlerdir. Onlar için çok büyük bir azap vardır" buyuruyor" dediğimde şu karşılığı verdi: "İlk bahsettiğin âyetlerde kendisine iftirada bulunulan kişi zina etmiş de olabilir. Ancak sonra söylediğin âyette iftiraya maruz kalmış kişi asla böylesi bir şeye yanaşmamış kişidir." İbn Merdûye, Enes'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Mekke müşrikleri arasında yapılan anlaşmadan sonra Mekkeli bazı kadınlar Medine'ye Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına Müslüman olmak için hicret ediyorlardı. Ancak Mekkeli müşrikler: "Bu kadınlar erkek bulmak için Medine'ye gidiyorlar!" deyince Yüce Allah: "Namuslu kadınlara zina isnat edip sonra da dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun. Artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. İşte bunlar fâsık kimselerdir" âyetini indirdi. Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Zinanın kendisi zina iftirasında bulunmaktan daha ağırdır. Zina iftirasında bulunmak da içki içmekten daha ağırdır" demiştir. Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Atâ: "Zina için atılan değnek zina iftirasında bulunma ve içki içmekten dolayı atılan değnekten daha ağır olur. Zina iftirasında bulunmada atılan değnek ile içki içmekten dolayı atılan değnek birdir" demiştir. 6Bkz. Ayet:9 7Bkz. Ayet:9 8Bkz. Ayet:9 9"Karılarına zina isnat edip de kendilerinden başka şahidleri olmayanların şahitliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna Allah'ı dört defa şahit tutmasıyla olur. Beşincisinde, eğer yalancılardan ise Allah'ın lanetinin kendisine olmasını diler. Kocasının yalancılardan olduğuna dair Allah'ı dört defa şahit getirmesi, beşinci defada da eğer kocası doğru söyleyenlerden ise Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi, kadından cezayı kaldırır." İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Âsim b. Adiy'den bildirir: "Namuslu kadınlara zina isnat edip sonra da dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun. Artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. İşte bunlar fâsık kimselerdir" âyeti nazil olduğu zaman: "Yâ Resûlallah! Kişi şahit olmaları için dört kişi bulup getirene kadar karısıyla zina eden adam çıkıp gider" dedim. Ancak birkaç gün geçmedi ki bir amcam oğlunu karısı ve yanında bir oğluyla birlikte gördüm. Kadın: "Bu çocuk senden!" derken, amcam oğlu: "Hayır, benden değil!" karşılığını veriyordu. Bunun üzerine lanetleşme (liân) âyeti nazil oldu. Bu konuda ilk konuşan bendim ve böylesi bir şeye maruz kalan ilk kişi de yine ben oldum. Tayâlisî, Abdurrezzâk, Ahmed, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: "Namuslu kadınlara zina isnat edip sonra da dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun. Artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. İşte bunlar fâsık kimselerdir" âyeti nazil olduğu zaman Ensâr'ın önderlerinden biri olan Sa'd b. Ubâde: "Yâ Resûlallah! Âyet bu şekilde mi nazil oldu?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Ensâr! Önderiniz olan şu adamın ne dediğini duyuyor musunuz?" buyurunca, Ensârlı Müslümanlar: "Bu adam kıskanç biridir! Evlendiği bütün kadınları bakire olanlardan seçmiştir. Kıskançlığından dolayı da boşadığı bir kadına içimizden hiç kimse cesaret edip talip olamıyor!" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Sa'd şöyle dedi: "Yâ Resûlallah! Bu âyetin hak olduğunu ve Allah'tan geldiğini tabi ki biliyorum! Ancak denilen karşısında şaşırdım. Zira bana ait bir kadını başka bir erkekle ilişki halinde görsem dört şahit bulana kadar ona ne dokunabilir, ne de bir şey yapabiliyorum. Vallahi ben bu dört şahidi bulana kadar adam işini bitirmiş olur." Bu olay üzerinden çok bir zaman geçmedi ki (Tebûk savaşına katılmayıp sonradan) tövbeleri kabul edilen üç kişiden biri olan Hilâl b. Umeyye gece vakti tarlasından döndüğü zaman karısının yanında bir adam gördü. Onu kendi gözleriyle gördü kendi kulaklarıyla işitti. Ancak onlara dokunmadı ve sabaha kadar bekledi. Sabah Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem)yanına geldi ve: "Yâ Resûlallah! Gece vakti karımın yanma geldiğimde yanında bir adam buldum. Olanları gözümle gördüm, kulaklarımla işittim" dedi. Hilâl'in bu söylediklerini Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hiç de hoş karşılamadı ve bundan dolayı canı sıkıldı. Ensâr toplanıp: "Sa'd b. Ubâde'nin dediği bir durumun içine düştük. Şimdi Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hilâl b. Umeyye'ye ceza verecek ve müslümanlar arasında onun şahitliğini iptal edecektir" dediler. Hilâl da: "Vallahi, Yüce Allah'ın bana bu konuda bir çıkış yolu göstereceğini umuyorum" dedi. Daha sonra Hilâl, Allah Resûlü'ne: "Yâ Resûlallah! Sana geldiğim konu yüzünden sıkıntıya düştüğünü görüyorum, ama Allah da biliyor ki doğru söylüyorum!" dedi. Vallahi Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona ceza uygulanmasını emretmek üzereyken Yüce Allah Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiy indirdi. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiy indiği zaman yanındakiler onun teninin bembeyaz kesilmesinden anlarlardı. Vahiy inişi bitene kadar da onunla konuşmadılar. İşte o sırada: "Karılarına zina isnat edip de kendilerinden başka şahidleri olmayanların şahidliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna Allah'ı dört defa şahit tutmasıyla olur. Beşincisinde, eğer yalancılardan ise Allah'ın lanetinin kendisine olmasını diler" âyetleri nazil oldu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendine gelince: "Müjde ey Hilâl! Yüce Allah sana bir kurtuluş ve çıkış yolu kıldı" buyurdu. Hilâl da: "Bunu Rabbimden bekliyordum" diye karşılık verdi. Daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kadını çağırın" buyurduğu zaman kadını çağırdılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ikisine de inen âyetleri okudu, nasihat etti ve âhiret azabının dünya azabından daha ağır olduğunu söyledi. Hilâl: "Yâ Resûlallah! Vallahi ben onun hakkında doğru olanı söyledim" deyince, kadın: "Yalan söylüyor" karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Aralarında Hân yapın" buyurdu. Hilâl'a "(Doğruyu söylediğine dair) şehadet et" dediklerinde, Hilâl doğru söylediğine dair dört defa şehadet etti. Beşinci şehadeti edeceği zaman onu: "Yüce Allah'tan kork! Zira dünyadaki azap âhiretteki azaptan daha hafiftir! Bu beşinci şehadet sana azabı getirebilecek olan şehadettir!" diye uyardılar. Fakat Hilâl: "Vallahi Yüce Allah bundan dolayı beni azaplandırmayacağı gibi bana ceza da uygulatmayacak" dedi ve: "Eğer yalancılardan isem Allah'ın laneti üzerime olsun" şeklindeki beşinci şehadetini de etti. Sonra kadına: "Kocanın yalancılardan olduğuna dair Yüce Allah adına dört defa şehadet et" denildi. Kadın da bu yönde dört defa şehadet etti. Beşincisine geldiği zaman onu: "Yüce Allah'tan kork! Zira dünyadaki azap âhiretteki azaptan daha hafiftir! Bu beşinci şehadet sana azabı getirebilecek olan şehadettir!" diye uyardılar. Kadın biraz durakladıktan sonra: "Vallahi ben kavmimi rezil etmem!" dedi ve: "Eğer kocam doğru söylüyorsa Yüce Allah'ın öfkesi benim üzerime olsun" şeklindeki beşinci şehadeti de etti. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları ayırdı. Bu beş şehadet yüzünden kadının doğuracağı çocuğun baba adı ile anılmamasını, kadına zinacı ve çocuğunun da veledi zina diye çağrılmamasını emretti. Ortada bir talak veya ölüm olmadan ayrıldıkları için de erkeğin kadına ev ve nafaka vermesi gerekmediğine, kadının da iddet beklememesine hükmetti. Buhârî, Tirmizî ve İbn Mâce, İbn Abbâs'tan bildirir: Hilâl b. Umeyye Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında karısını Şerîk b. Sehmâ ile zinada bulunmakla suçladı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: "Ya bu konuda delil sunarsın, ya da sırtına ceza uygulanır" buyurunca Hilâl: "Yâ Resûlallah! Birimiz karısının üzerine bir erkek görse bu konuda delil mi arar?" dedi. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)yine: "Ya bu konuda delil sunarsın, ya da sırtına ceza uygulanır" buyurdu. Bunun üzerine Hilâl: "Seni hakla gönderene yemin olsun ki doğru söylüyorum! Ve Yüce Allah benim sırtımı cezadan kurtaracak bir şey indirecektir" dedi. Sonrasında Cebrâil indi ve: "Karılarına zina isnat edip de kendilerinden başka şahidleri olmayanların şahitliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna Allah'ı dört defa şahit tutmasıyla olur. Beşincisinde, eğer yalancılardan ise Allah'ın lanetinin kendisine olmasını diler. Kocasının yalancılardan olduğuna dair Allah'ı dört defa şahit getirmesi, beşinci defada da eğer kocası doğru söyleyenlerden ise Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi, kadından cezayı kaldırır" âyetlerini getirdi. Âyetlerin inişi bitince Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onları çağırdı. Geldiklerinde Hilâl b. Umeyye kalkıp iddiasının doğruluğuna şehadet etti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de onlara: "Yüce Allah ikinizden birinin yalan söylediğini biliyor. Onun için ikinizden tövbe edecek olan var mı?" buyuruyordu. Sonra karısı kalkıp şehadette bulundu. Beşinci şehadete gelince oradakiler kadını: "Şayet yalan söylüyorsan bil ki bu söz azabı gerektirir" diye uyardılar. Bunun üzerine kadın biraz yavaşlayıp durakladı. Biz, kadın şehadetinden vazgeçecek sandık. Ama kadın: "Bu günden sonra kavmimi rezil edecek değilim" dedi ve beşinci şehadetini de etti. Sonunda Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)bize: "Bu kadını gözleyin. Eğer gözleri sürmeli, iri kalçalı, kalın bacaklı bir çocuk dünyaya getirirse bu çocuk Şerîk b. Sehmâ'ya aittir" buyurdu. Daha sonra kadın Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem)dediği gibi bir çocuk doğurdu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer Yüce Allah'ın (Hân hakkındaki) hükmü infaz edilmemiş olsaydı bu kadına farklı bir şekilde davranırdım" buyurdu. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve karısının bir adamla zina ettiğini söyledi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) adamın bu söylediğinden pek hoşlanmadı, ancak adam Allah Resûlü'ne bu konuda o kadar gelip gitti ki sonunda: "Karılarına zina isnat edip de kendilerinden başka şahidleri olmayanların şahidliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna Allah'ı dört defa şahit tutmasıyla olur. Beşincisinde, eğer yalancılardan ise Allah'ın lanetinin kendisine olmasını diler'" âyetleri nazil oldu. Daha sonra haber gönderip adamla karısını çağırdı ve: "Yüce Allah hakkınızda vahiy indirdi" buyurdu. Sonra adama âyetleri okuyunca adam doğruyu söylediğine dair dört defa Allah adına şahedet etti. Beşincisinde Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) emrederek adamın ağzı kapatıldı. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Her şey senin için Allah'ın lanetinden daha kolaydır" diyerek ona öğütte bulundu. Sonra adamı bırakmalarını söyleyince adam: "Eğer yalan söylüyorsam Allah'ın laneti üzerime olsun" diyerek beşinci şehadetini etti. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) daha sonra kadını yanına çağırdı ve bu âyetleri kendisine okudu. Kadın da kocasının yalan söylediğine dair dört defa Allah adına şehadette bulundu. Beşincisinde Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) emrederek kadının ağzı kapatıldı. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yazık sana! Her şey senin için Allah'ın öfkesinden daha kolaydır" diyerek ona öğütte bulundu. Sonra kadını bırakmalarını söyleyince kadın: "Eğer kocam doğruyu söylüyorsa Allah'ın laneti üzerime olsun" diyerek beşinci şehadetini etti. Buhârî, Müslim ve İbn Merdûye, Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla İbn Ömer'den bildirir: Adamın biri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve: "Karım zina etti" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yerde bir şeyler eşeler gibi başını önüne eğdi sonra başını kaldırıp: "Yüce Allah senin ve karın hakkında vahiy indirdi, onu da getir gel" buyurdu. Adamın karısı da gelince Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) adama: "Kalk ve söylediğin konuda dört defa Allah adına şahitlik et" buyurdu. Adam da kalkıp Allah adına dört defa doğruyu söylediğine dair şehadette bulundu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) adama: "Yazık sana! Bir sonraki şehadetin azabı gerektirir!" buyurdu ancak adam: "Yalan söylüyorsam Allah'ın laneti üzerime olsun" diye beşinci şehadetini de yaptı. Adamdan sonra bu kez karısı kalktı ve Allah adına dört defa kocasının yalan söylediğine dair şehadet etti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kadına: "Yazık sana! Bir sonraki şehadetin azabı gerektirir!" buyurdu, ancak kadın: "Kocam doğru söylüyorsa Allah'ın gazabı üzerime olsun" diye beşinci şehadetini yaptı. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) adama: "Gidebilirsin! Artık kadın üzerinde herhangi bir hakkın kalmadı" buyurdu. Adam: "Ona verdiğim malım?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ondan alacak malın yok! Şayet iddianda doğruyu söylemişsen ona verdiğin mal fercinin karşılığıdır. Yok, eğer yalan söylüyorsan zaten bu mal sana daha uzak olur" buyurdu. Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî ("sahih"), Nesâî, İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Lanetleşen karı kocanın birbirinden ayırılıp ayrılamayacağı konusu bana sorulunca nasıl bir cevap vereceğimi bilemedim. Yerimden kalkıp İbn Ömer'in evine gittim. "Ey Ebû Abdirrahman! Lanetleşen karı koca birbirinden ayırılırlar mı?" diye sorduğumda şöyle dedi: "Sübhanallah! Evet, ayırılırlar. Bu konuyu ilk soran kişi de filanın oğlu falan kişiydi. Adam: "Yâ Resûlallah! Biri karısını çirkin bir durumda görse ne yapmalı? Zira konuşursa büyük ve ağır bir şey söylemiş olur. Buna susarsa da böylesi çirkin bir şey karşısında sessiz kalmış olur" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de susup adama herhangi bir cevap vermedi. Adam daha sonra geldi ve: "Daha önce sana sormuş olduğum şey başıma geldi" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah, Nûr Sûresi'ndeki: "Karılarına zina isnat edip de kendilerinden başka şahidleri olmayanların şahitliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna Allah'ı dört defa şahit tutmasıyla olur. Beşincisinde, eğer yalancılardan ise Allah'ın lanetinin kendisine olmasını diler. Kocasının yalancılardan olduğuna dair Allah'ı dört defa şahit getirmesi, beşinci defada da eğer kocası doğru söyleyenlerden ise Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi, kadından cezayı kaldırır" âyetleri indirdi. Bu âyetlerin nazil olmasıyla Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) önce adamdan başlayıp ona nasihatlerde bulundu, dünyadaki cezanın âhiretteki cezadan daha kolay olduğunu hatırlattı. Ancak adam: "Seni hakla gönderene yemin olsun ki yalan söylemiyorum" dedi. Sonra aynı şekilde kadına nasihatlerde bulundu, dünyadaki cezanın âhiretteki cezadan daha kolay olduğunu hatırlattı. Kadın da: "Seni hakla gönderene yemin olsun ki yalan söylüyor" dedi. Sonrasında adam dört defa doğruyu söylediğine dair Allah adına şehadette bulundu. Beşincisinde de: "Yalan söylüyorsam Allah'ın laneti üzerime olsun" dedi. Daha sonra kadın dört defa kocasının yalan söylediğine dair Allah adına şehadette bulundu. Beşincisinde de: "Şayet doğruyu söylüyorsa Allah'ın gazabı üzerime olsun" dedi. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Müslim, Ebû Dâvud, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Hibbân ve İbn Merdûye, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Cuma gecesi Mescid'de oturuyorduk. Ensâr'dan bir adam: "Birimiz karısının bir adamla zina ettiğini görüp de adamı öldürse onu öldürürsünüz. Öldürmeyip bunu dile getirse şahit yetersizliğinden iftirada bulundu diye değnek atarsınız. Sussa da öfke içinde susar. Vallahi sabaha sağ çıkarsam bunu Allah Resûlü'ne soracağım" dedi. Sabah olunca da Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yâ Resûlallah! Birimiz karısının bir adamla zina ettiğini görüp de adamı öldürse onu öldürürsünüz. Öldürmeyip bunu dile getirse şahit yetersizliğinden iftirada bulundu diye değnek atarsınız. Sussa da öfke içinde susar. Yüce Allah bu konuda hükmünü versin" dedi. Bunun üzerine lanetleşme (liân) âyetleri nazil oldu. Böylesi bir şeye maruz kalan ilk kişi de Ensâr'dan olan bu adam oldu. Abdurrezzâk, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Taberânî, Sehl b. Sa'd'dan bildirir: Uveymir, Âsim b. Adiy'ye geldi ve: "Adamın biri karısının yanında başka bir adam görse ve onu öldürse buna karşı adam öldürülür mü? Veya bu durumda bu adam ne yapmalı? Bunu benim için Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorsana dedi. Âsim bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorduğunda Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu hoş görmedi ve bu tür soruları kınadı. Daha sonra Uveymir, Âsım'la karşılaşınca ona: "Ne oldu?" diye sordu. Âsim: "Bana hayır getirmedin, zira Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine sorduğum soruyu hoş karşılamadı" diye cevap verdi. Uveymir de: "Vallahi Allah Resûlü'ne gidecek ve bunu ona kendim soracağım" dedi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gittiğinde de söz konusu âyetler nazil olmuştu. Âyetlerin nazil olmasıyla Allah Resûlü, Uveymir ile karısını yanına çağırdı ve aralarında liân yaptı. Lanetleşmeyi bitirdiklerinde Uveymir: "Yâ Resûlallah! Eğer ben onu yanımda tutacaksam o zaman onun hakkında yalan söylemiş olacağım" dedi ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) söylemeden kendisi karısından ayrıldı. Bu şekilde de boşanma lanetleşenlerin âdeti oldu. Daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kadını gözleyin. Şayet siyah tenli, kara gözlü ve iri kalçalı bir çocuk doğurursa Uveymir doğru söylemiş olur. Ancak rengi kertenkele kızıllığında olursa Uveymir yalan söylemiş demektir" buyurdu. Daha sonraları kadın Uveymir'i doğru çıkaracak özelliklerde bir çocuk doğurdu. Ebû Ya'lâ ve İbn Merdûye, Enes'ten bildirir: Hilâl b. Umeyye, karısını Şerîk b. Sehmâ ile zinada bulunmakla suçladı. Karısı olayı Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) intikal ettirince Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), Hilâl'a: "Ya bu konuda dört şahit getirirsin ya da sırtına ceza uygulanır" buyurdu. Hilâl da: "Yüce Allah benim doğru söylediğimi biliyor ve sırtımı cezadan kurtaracak bir şey indirecektir" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Karılarına zina isnat edip de kendilerinden başka şahidleri olmayanların şahitliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna Allah'ı dört defa şahit tutmasıyla olur. Beşincisinde, eğer yalancılardan ise Allah'ın lanetinin kendisine olmasını diler. Kocasının yalancılardan olduğuna dair Allah'ı dört defa şahit getirmesi, beşinci defada da eğer kocası doğru söyleyenlerden ise Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi, kadından cezayı kaldırır" âyetlerini indirdi. Âyetlerin nazil olmasından sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hilâl'i çağırdı ve: "Karının zina ettiği konusunda doğru söylediğine dair Allah adına şahadette bulun!" buyurdu. Hilâl bu yönde Allah adına dört defa şehadette bulundu. Beşincisinde ise Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine: "Karım hakkında söylediğim şey konusunda yalancı isem Allah'ın laneti üzerime olsun, de" buyurunca Hilâl beşinci defa bu şekilde şehadette bulundu. Daha sonra Hilâl'in karısını çağırdı ve ona da: "Kalk ve kocanın zina ettiği konusunda yalan söylediğine dair Allah adına şahadette bulun!" buyurdu. Kadın bu yönde Allah adına dört defa şehadette bulundu. Beşincisinde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine: "Zina ettiğim konusunda kocam doğru söylüyorsa Allah'ın laneti üzerime olsun, de" buyurunca kadın beşinci defa bu şekilde şehadette bulundu. Ancak kadın dördüncü veya beşinci şehadetinde az bir duraksayınca oradakiler onun vazgeçeceğini zannettiler. Ancak kadın: "Bugünden sonra ailemi rezil edecek değilim!" dedi ve şahadetine devam etti. Bu şekilde lanetleştikten sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları birbirinden ayırdı ve: "Kadını gözleyin. Şayet kıvırcık saçlı ve ince bacaklı bir çocuk doğurursa bu çocuk Şerîk b. Sehmâ'nın demektir. Ancak beyaz tenli, düz saçlı ve bozuk gözlü bir çocuk gelirse Hilâl b. Umeyye'nin demektir" buyurdu. Kadın doğurduğunda gelen çocuk Hilâl'in iddiasını doğrulayacak şekilde kıvırcık saçlı ve ince bacaklıydı. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer Yüce Allah'ın (Hân hakkındaki) hükmü infaz edilmemiş olsaydı bu kadına farklı bir şekilde davranırdım (cezalandırırdım)" buyurdu. Nesâî ve İbn Merdûye, Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden bildirir: Ensâr'dan Zurayk oğullarından bir adam karısının zina ettiğini iddia etti ve Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip bunu söyledi. Adam dört defa gelip bu durumu söyleyince Yüce Allah lanetleşme (liân) hakkındaki âyetleri indirdi. Bu âyetler nazil olunca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu konuyu soran adam nerede? Zira Yüce Allah bu konuda büyük bir şey indirdi" buyurdu. Bu âyetler karşısında adam lanetleşmekten başka bir şeyi kabul etmedi. Kadın da cezalandırılmayı istemediği için karşılıklı lanetleştiler. Lanetleşme sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şayet kadın sarı benizli, ince kemikli, çarpık bacaklı bir çocuk doğurursa bu çocuk kocasından demektir. Ancak siyah deve gibi esmer bir çocuk doğurursa bu, kocasından değil başkasından demektir" buyurdu. Kadın siyah deve gibi esmer tenli bir çocuk doğurunca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) çocuğu getirtti ve onu annesinin asabesine teslim etti. Sonra da: "Şayet bu konuda daha önce âyetler nazil olmasaydı kadına şöyle şöyle yapardım!" buyurdu. Bezzâr, Huzeyfe b. el-Yemân'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr'e: "Ümmü Rumân'ı yabancı bir adamla bulursan ne yaparsın?" diye sorduğunda Ebû Bekr: "Vallahi ona kötü şeyler yaparım!" dedi. Sonra Ömer'e: "Ey Ömer! Sen böylesi bir durumda ne yapardın?" diye sorduğunda, Ömer: "Vallahi onu öldürürdüm!" dedi. Bunun üzerine: "Karılarına zina isnat edip de kendilerinden başka şahidleri olmayanların şahidliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna Allah'ı dört defa şahit tutmasıyla olur. Beşincisinde, eğer yalancılardan ise Allah'ın lanetinin kendisine olmasını diler" âyetleri nazil oldu. Derim ki: "İsnâdının ravileri güvenilirdir. Ancak bazen Bezzâr ezberden hadis aktarır ve hata yapardı." İbn Merdûye, Ebû Nuaym Hilye'de ve Deylemî bir önceki hadisi aynı tarikle zikrederler. Ancak Ömer'in: "Onu öldürürdüm!" demesinden sonra rivayeti şu şekilde devam ettirirler: Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Süheyl b. Beydâ! Ya sen?" diye sorduğunda Süheyl: "Sözkonusu adama Allah lanet etsin, zira o rezil biridir. Sözkonusu kadına da Allah lanet etsin! Zira o da rezil biridir. Yüce Allah bunu başkasına aktaran üç kişiden (karı, koca ve yabancı adamdan) ilk kişiye de lanet etsin!" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey İbn Beydâ! «Karılarına zina isnat edip de kendilerinden başka şahidleri olmayanların şahidliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna Allah'ı dört defa şahit tutmasıyla olur. Beşincisinde, eğer yalancılardan ise Allah'ın lanetinin kendisine olmasını diler» âyetlerini tevil ettin!" buyurdu. Bu rivayet de Bezzâr'ın bir önceki rivayetinden daha sahihtir. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd, Zeyd b. Yusey'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr'e: "Bir adamı hamınınla birlikte yakalasan ne yapardın?" diye sorunca, Ebû Bekr: "Öldürürdüm!" karşılığını verdi. Aynı şeyi Ömer'e sorunca o da aynı cevabı verdi. Orada bulunanların hepsi de Ebû Bekr ile Ömer'in dediği şeyi söylediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) aynı şeyi Süheyl b. Beydâ'ya sorunca, Süheyl şu karşılığı verdi: "Karıma: "Allah sana lanet etsin! Rezil biriymişsin!" derdim. Yanındaki adama da: "Allah sana lanet etsin! Sen de rezil biriymişsin!" derdim. Sonra: "Üçümüzden bu olayı başkasına aktaracak olan ilk kişiye de Allah lanet etsin!" derdim." Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey İbnu'l-Beydâ! Bu konuda Kur'an'ı tevil ettin! Zira onu öldürürsen buna karşılık öldürülürdün. Adama zina iddasında bulunsan ceza olarak değnek yerdin. Karına zina iftirasında bulunman halinde de onunla lanetleşirdin" buyurdu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Karılarına zina isnat edip de kendilerinden başka şahidleri olmayanların şahidliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna Allah'ı dört defa şahit tutmasıyla olur. Beşincisinde, eğer yalancılardan ise Allah'ın lanetinin kendisine olmasını diler" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: Kişi karısının zina ettiğini söyler de kendisinden başka bir şahidi olmazsa konuyu yetkili birine intikal ettirir. Dava aşamasında kadının kocası namaz sonrası mescidin içinde ayağa kalkar ve Allah adına dört defa: "Bunun (karımın) zina ettiğine kendisinden başka ilah olmayan Allah'ı şahit tutarım!" der. Beşincisinde de: "Şayet yalan söylüyorsam Allah'ın laneti üzerime olsun!" der. Bu durumda kadının, davaya bakan kişinin vereceği cezadan kurtulması için onun da kocasının durduğu yerde durup dört defa Allah adına: "Zina etmediğime ve kocamın yalan söylediğine kendisinden başka ilah olmayan Allah'ı şahit tutarım" der. Beşincisinde ise: "Şayet kocam bu konuda doğruyu söylüyorsa Allah'ın gazabı üzerime olsun!" der. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Beşincisinde, eğer yalancılardan ise Allah'ın lanetinin kendisine olmasını diler. Kocasının yalancılardan olduğuna dair Allah'ı dört defa şahit getirmesi, beşinci defada da eğer kocası doğru söyleyenlerden ise Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi, kadından cezayı kaldırır" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: "Kocanın beşinci şehadetinden sonra eğer kadın zina ettiğini itiraf ederse recmedilir. Ancak kocası gibi o da beş defa şehadette bulunması halinde dünyada kendisine verilecek olan cezadan kurtulmuş olur. Lanetleşmeden sonra da karı koca ayrılır. Kadın da boşanan kadının iddetini bekler." Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb: "Lanetleşen karı koca bir daha asla bir araya gelemezler" demiştir. Abdurrezzâk, Hazret-i Ali ile İbn Mes'ûd'dan bu ifadenin aynısını bildirir. Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Şa'bî: "Lanetleşme recmden daha ağırdır" demiştir. Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb: "Lanetleşmede yalan söyleyen taraf bu laneti hak eder" demiştir. Harâitî Mekârimu'l-Ahlâk'ta Ebû Hureyre'den bildirir: Bu âyetler nazil olduğu zaman Sa'd b. Ubâde: "Karımı bir adamla birlikte görsem dört şahidin gelmesini mi bekleyeceğim?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet!" buyurunca, Sa'd: "Seni hakla gönderene yemin olsun ki böyle bir şeyi görsem adamı hemen kılıçla vururdum" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Ensâr! Önderinizin dediğine bakın! Sa'd pek kıskanç biriymiş. Oysa ben ondan daha kıskancım, Yüce Allah ise benden de kıskançtır" buyurdu. İbn Mâce, İbn Hibbân, Hâkim ve İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirir: Lanetleşme âyetleri nazil olduğu zaman Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: "Bir kavme kendilerinden (meşru) olmayan bir adamı dahil eden kadının Yüce Allah (ın dini) ile hiçbir alakası yoktur ve Yüce Allah onu kesinlikle Cennetine koymayacaktır. Bile bile çocuğunu kabul etmeyen bir erkeği de Yüce Allah kendisinden uzaklaştıracak, kıyamet gününde de önceki ve sonraki ümmetlerin önünde rezil edecektir. " 10Eğer Allah’ın üzerine ihsanı ve rahmeti olmasaydı ve Allah tevbeleri kabul eden hikmet sahibi olmasaydı, sizi rüsvay ve perişan ederdi. 11Bkz. Ayet:26 12Bkz. Ayet:26 13Bkz. Ayet:26 14Bkz. Ayet:26 15Bkz. Ayet:26 16Bkz. Ayet:26 17Bkz. Ayet:26 18Bkz. Ayet:26 19Bkz. Ayet:26 20Bkz. Ayet:26 21Bkz. Ayet:26 22Bkz. Ayet:26 23Bkz. Ayet:26 24Bkz. Ayet:26 25Bkz. Ayet:26 26"O ağır iftirayı uyduranlar, sizin içinizden bir güruhtur. Bu iftirayı kendiniz için kötü bir şey sanmayın. Aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her biri için, işledikleri günahın cezası vardır. İçlerinden o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır... Onu işittiğiniz zaman, erkek kadın müminlerin, kendiliklerinden hüsnü zanda bulunup da: «Bu apaçık bir iftiradır» demeleri gerekmez miydi? Dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? İşte bunlar, şahit getirmedikçe Allah katında yalancı olanlardır. Allah'ın dünya ve âhirette size lütuf ve merhameti olmasaydı, o kötü sözü yaymanızdan ötürü büyük bir azaba uğrardınız. Onu dilinize dolamıştınız. Bilmediğiniz şeyleri ağzınıza alıyordunuz. Onu önemsiz bir şey sanıyordunuz, oysa Allah katında önemi büyüktü. O'nu işittiğinizde: «Bu konuda konuşmamız yakışık almaz; haşa, bu büyük bir iftiradır» demeniz gerekmez miydi? Eğer mümin kişilerdenseniz, Allah buna benzer bir şeye bir daha dönmemenizi tavsiye eder. Allah size âyetleri açıkça bildirir. Allah bilendir, Hakim'dir. Müminler arasından hayâsızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte onlara, dünya ve âhirette can yakıcı azap vardır. Allah bilir, siz ise bilmezsiniz. Allah'ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı, Allah şefkatli ve merhametli olmasaydı hemen cezanızı verirdi. Ey Mü’minler! Şeytana ayak uydurmayın. Kim şeytanın ardına takılırsa, bilsin ki, o, hayâsızlığı ve fenalığı emreder. Allah'ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı, hiçbiriniz ebediyen temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır. Allah işitir ve bilir. İçinizde lütuf ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere, vermemek için yemin etmesinler, affetsinler, geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah bağışlayandır, merhametli olandır. İffetli, habersiz, mümin kadınlara zina isnat edenler dünya ve âhirette lanetlenmişlerdir. Kendi dilleri, elleri ve ayakları, yapmış olduklarına şahitlik ettikleri gün onlar büyük azaba uğrayacaklardır. O gün, Allah onlara kesinleşmiş cezalarını verecektir. Allah'ın apaçık hak olduğunu bileceklerdir. Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara yakışırlar. İyi kadınlar iyi erkeklere, iyi erkekler de iyi kadınlara yakışırlar. Bunlar, onların söylediklerinden uzaktırlar. İşte bunlara mağfiret ve cömertçe verilmiş rızık vardır." Abdurrezzâk, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Hazret-i Âişe'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir sefere çıkacağı zaman hanımları arasında kura çeker, kurada çıkanı da yanında götürürdü. Bir gazveye çıkacağı sırada yine aynı şekilde aramızda kura çekti. Kurada ben çıkınca onunla beraber yolculuğu çıktım. Bu olay örtünme ile ilgili âyetler nazil olduktan sonra gerçekleşti. Yolculuk sırasında hevdecin içinde kalır, konaklama yerlerinde de hevdecimle birlikte indirilirdim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) çıktığı gazveyi bitirince geriye dönüş için yola koyulduk. Dönüşte Medine'ye yakın bir yerde konakladıktan sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gece vakti yolculuk için çağrı yaptırdı. Yola çıkmak üzere çağrı yapılınca kalktım ve bir ihtiyacımdam dolayı orduyu aşana kadar yürüdüm. İşimi bitirip de geri konakladığımız yere döndüğümde boynumu yokladım. Yemen boncuğundan yapılmış gerdanlığımın kopup düştüğünü gördüm. Onu aramak için kafileden geri kaldım. Beni taşıyanlar ise hevdecimi alıp bindiğim devemin üzerine koymuşlardı. Onlar benim hevdecin içinde olduğumu zannediyorlardı. Zira o zamanlar kadınlar hafifti, az yemek yedikleri için de şişman değillerdi. Hevdecimi taşıyanlar onun hafifliğini garipsememişler, kaldırıp deveye yüklemişlerdi. O zamanlar yaşı küçük bir kızdım. Deveyi sürüp yola çıktılar. Ordu yol aldıktan sonra ben de gerdanlığımı bulmuştum. Konakladıkları yere geldiğimde orada kimsenin olmadığını gördüm. Konakladığım yere gelip beklemeye koyuldum. Nasılsa benim yokluğumun farkına varıp geri almaya gelecekler, diye düşündüm. Konakladığım yerde oturmuşken gözlerim uykuya yenik düştü ve uykuya daldım. Safvân b. Muattal es-Sülemî ez-Zekvânî ordunun gerisinde kalan şeyleri toplayıp sahiplerine geri iade etmekle görevliydi. Konaklama yerime geldiğinde uyuyan bir insan karaltısı gördü, beni görünce de tanıdı. Zira örtünme emri gelmemişken beni görmüştü. Safvân'ın beni tanıyıp, "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" demesi üzerine uyandım. Hemen örtümle yüzümü kapadım. Vallahi onunla tek kelime bile konuşmadık. Ondan "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" cümlesinden başka tek bir söz dahi duymadım. Safvân devesinin ön ayağına basıp çöktürdü, ben de deveye bindim. Sonra bindiğim devenin dizginlerinden tuttu ve yola koyulduk. Öğle vaktinin sıcağında konaklamışlarken orduya yetiştik. Ancak alçak kişiler hakkımda diyeceklerini demişlerdi. Yalanla iftira atanların başını Abdullah b. Ubeyy b. Selûl çekiyordu. Medine'ye döndükten hemen sonra bir ay boyunca hasta kaldım. İftira sahiplerinin yalanları ise bu arada insanlar arasında dolaşıyordu ve benim bundan hiç haberim olmadı. Ancak hastalığım sırasında beni endişelendiren bir şey, daha önce hastalandığım zaman Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bana gösterdiği şefkati görememem idi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanıma giriyor, selam verip sadece: "Bu (hastanız) nasıl oldu?" diye soruyor ve dönüp gidiyordu. Beni şüpheye düşüren tek şey buydu ve dışarıda dolaşan kötülükten haberim yoktu. İyileşmeye başladığım zaman Ümmü Mistah ile helâya çıktım. Ev dışında olduğundan ve bizi açıkça gösterdiği için ancak geceden geceye helâya çıkıyorduk. Bu, helâlarımızı eve yakın bir yerde yapmamızdan önceydi. O zamanlar çöldeki eski Araplar gibiydik. İhtiyaç anında ev dışında uzak bir yere giderdik. Helâlarımızı eve yakın bir yere yapmak da bize rahatsızlık veriyordu. Ümmü Mistah'la beraber çıktım. İhtiyacımızı giderdikten sonra evime doğru gelirken Ümmü Mistah'ın ayağı çarşafına takılıp tökezledi. Tökezleyince de: "Kahrolası Mistah!" dedi. Kendisine: "Ne kötü bir söz söyledin! Bedir savaşına katılan birine mi sövüyorsun?" diye çıkıştığımda, bana: "Ey saf kadın! Onun söylediklerini işitmedin mi?" dedi. "Ne söylemiş?" diye sorduğumda, iftira atanların söylediklerini bana anlattı. Bunun üzerine hastalığım bir kat daha arttı. Eve döndüğümde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)yanıma girdi. Selam verdi ve: "Bu (hastanız) nasıl?" diye sordu. Kendisine: "Anne babamın yanına gitmeme izin verir misin?" diye sordum. Zira duyduklarımın doğruluğunu onlardan öğrenmek istiyordum. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) izin verince yanlarına geldim ve anneme: "Anneciğim! İnsanlar neler konuşuyor?" diye sordum. Annem: "Kızcağızım! Sen kendini üzme! Zira güzel bir kadın kendisini seven bir kocanın yanındaysa ve kumaları da varsa insanlar mutlaka onun hakkında konuşurlar" dedi. Ben: "Sübhânallah! İnsanlar gerçekten bunları konuşuyorlar mı?" dedim ve sabaha kadar ağladım. Gözüme uyku girmedi. Sabah olduğunda ben hâlâ ağlıyordum. Bu konudaki vahiy gecikince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), eşi ile ayrılıp ayrılmama konusunda danışmak üzere Ali b. Ebî Tâlib ile Usâme b. Zeyd'i çağırdı. Usâme, eşinin masum olduğunu ve onun hakkında düşündüklerini: "Yâ Resûlallah! Eşlerin hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz" diyerek ifade etti. Ali ise: "Yâ Resûlallah! Yüce Allah bu konuda sana bir sınırlama getirmiş değil. Ondan başka da evlenebileceğin bir sürü kadın var. Onun cariyesine de bunu sor. O sana bu konuda daha doğrusunu söyler" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Berîre'yi çağırdı ve: "Ey Berîre! Âişe'de şüphe uyandıracak bir şeyler gördün mü?" diye sordu. Berîre: "Seni hakla gönderene yemin olsun ki kendisini küçük düşürecek herhangi bir şeyini görmüş değilim. Ancak yaşı henüz küçük olduğu için bazen ailesinin hamurunu yaparken uyuklar, koyun da gelip o hamuru yerdi" karşılığını verdi. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) aynı gün minbere çıktı, Abdullah b. Ubeyy'den dolayı maruz kaldığı sıkıntıyı anlattı ve şöyle buyurdu: "Ey Müslümanlar topluluğu! Ailem hakkında bana sıkıntı veren adamı cezalandırmada bana kim yardım eder? Vallahi ailem hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Adı iftiraya karıştırılan bir adamdan söz ettiler. Onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum ve ben olmadan ailemin yanına asla girmez." Bunun üzerine Abduleşhel oğullarının kardeşi olan Sa'd b. Muâz kalktı ve: "Yâ Resûlallah! Senin adına ben onu cezalandırırım! Şayet o adam Evs kabilesinden biriyse onun boynunu vururum. Yok, eğer Hazredi kardeşlerimizden biriyse, bize emir buyur ve emrini yerine getirelim!" dedi. Bunu duyan Hazrec kabilesinin efendilerinden Sa'd b. Ubâde ayağa kalktı. Sa'd b. Ubâde daha önce salih bir kişiydi. Ancak kabilevi duyguları ağır basmış olacak ki Sa'd b. Muâz'a: "Allah'a yemin olsun ki yalan söylüyorsun! Zira sen onu öldüremezsin! Buna gücün de yetmez!" şeklinde çıkıştı. Bunun üzerine Sa'd b. Muâz'ın amcası oğlu olan Useyd b. Hudayr ayağa kalktı ve Sa'd b. Ubâde'ye: "Asıl yalan söyleyen sensin! Allah'a yemin olsun ki onu öldürürüz! Sen bir münafıksın ve münafıkları savunuyorsun!" karşılığını verdi. Bu şekilde Evs ve Hazrec kabileleri ayaklanıp birbirlerine öldüresiye girdiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)hâlâ minberin üzerindeydi. Durumu gören Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları sakinleştirip susturmaya çalıştı. Onlar susunca kendisi de sustu. O gece ben yine sabaha kadar ağladım ve gözüme uyku girmedi. Annem ve babam da yanımda sabahladılar. Bir gün iki gece boyunca ağladım. Ne gözümün yaşı kesildi, ne de az bir uyku uyuyabildim. Öyle ki ağlamaktan dolayı ciğerimin parçalanacağını zannettim. Annem babam yanımda oturuyorlarken ve ben de ağlıyorken Ensâr'dan bir kadın girmek için izin istedi. Ona izin verince de geldi ve benimle birlikte ağlamaya başladı. Bizler bu durumdayken yanımıza Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) girdi, selam verdi ve oturdu. İftira olayları ortaya çıktıktan sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımda hiç oturmamıştı. Bir ay geçmiş olmasına rağmen durumum hakkında da vahiy nazil olmamıştı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)otururken şehadet getirdi, sonra da: "Ey Aişe! Şöyle şöyle yaptığın bana ulaştı. Şayet masumsan Yüce Allah senin masumiyetini ortaya koyacaktır. Ama eğer öyle bir suç işlediysen Yüce Allah'tan mağfiret dile ve tövbe et. Zira kul suçunu itiraf edip tövbe ederse Yüce Allah onun tövbesini kabul eder" buyurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sözlerini bitirince gözyaşlarım bitti ve artık akıtacak tek damla dahi kalmamıştı. Babama: "Benim yerime, söyledikleri için Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sen cevap ver" dedim. Babam ise: "Vallahi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ne diyeceğimi bilemiyorum!" karşılığını verdi. Anneme: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dediklerine sen cevap ver" dediğimde, o da: "Vallahi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ne diyeceğimi bilemiyorum!" karşılığını verdi. Ben yaşı küçük bir kızdım ve Kur'ân'dan da fazla bir bilgim yoktu. Buna rağmen dedim ki: "Vallahi anlıyorum ki insanların dedikleri içinizde yer etmiş ve onlara inanmışsınız. Şayet size suçsuz olduğumu söylesem bana inanmayacaksınız. Oysa size bunu yaptığımı itiraf etsem -ki Yüce Allah biliyor ben bundan uzağım- o zaman bana inanırsınız. Durumumuzu ifade edecek bir söz bulamıyorum, ama sadece Hazret-iYusuf'un babasının dediğini diyebiliyorum. Ki o şöyle: "...Bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah'tan yardım istenir..." demişti." Sonra da yatağıma uzandım. Allah biliyor ki ben masumdum ve Yüce Allah'ın masum olduğumu göstereceğini de biliyordum. Ancak benim hakkımda okunur bir vahiy indirilmesini hiç düşünmemiştim. Kur'ân'da benimle ilgili bir şeyler indirilecek kadar değerli değilim. Sadece Yüce Allah'ın benim masumiyetim yönünde Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bir rüya göstermesini dilemiştim. Vallahi henüz Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)oradan ayrılmadan ve bizden hiç kimse henüz dışarı çıkmadan vahiy nazil oldu. O esnada vahyin ağırlığından dolayı Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) bir terleme aldı. Vahiy indiği zaman kış günü olsa dahi Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) alnında boncuk gibi ter olurdu. Bu hali geçtikten sonra Resûlulah (sallallahü aleyhi ve sellem) sevinçten gülüyordu. Söylediği ilk söz: "Müjde ey Âişe! Vallahi Yüce Allah senin masum olduğunu vahyetti!" oldu. Bunun üzerine annem bana: "Kalk ve Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) teşekkür et!" dedi. "Vallahi kalkmam! Masum olduğum hakkında vahiy indiren Allah'tan başkasına şükretmem!" karşılığını verdim. Yüce Allah bu konuda: "O ağır iftirayı uyduranlar, sizin içinizden bir güruhtur. Bu iftirayı kendiniz için kötü bir şey sanmayın. Aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her biri için, işledikleri günahın cezası vardır. İçlerinden o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır... Ey Mü’minler! Şeytana ayak uydurmayın. Kim şeytanın ardına takılırsa, bilsin ki, o, hayasızlığı ve fenalığı emreder. Allah'ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı, hiçbiriniz ebediyen temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır. Allah işitir ve bilir" şeklinde tam on âyet indirmişti. Yüce Allah bu âyetleri indirince, yoksulluğundan ve yakınlığından dolayı Mistah b. Usâse'ye yardım eden Ebû Bekr: "Âişe'ye bunları dedikten sonra vallahi Mistah'a asla bir yardımda bulunmayacağım!" dedi. Ancak Yüce Allah: "İçinizde lütuf ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere, vermemek için yemin etmesinler, affetsinler, geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah bağışlayandır, merhametli olandır" âyetini indirince, Ebû Bekr: "Bilakis Yüce Allah'ın beni bağışlamasını dilerim" dedi. Daha önce Mistah'a yaptığı yardımlara tekrar devam ederek: "Vallahi ona yaptığım yardımları asla kesmem!" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) benim durumumu Zeyneb binti Cahş'a da sormuş: "Ne gördün? Neler biliyorsun?" buyurmuştu. Zeyneb de: "Yâ Resûlallah! Kulağımı ve gözümü yalandan sakınırım. Vallahi onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum" dedi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında, diğer hanımları arasında benimle boy ölçüşebilecek bir Zeyneb vardı. Yüce Allah onu da takvası sebebiyle bu iftiraya katılmaktan korumuştu. Kızkardeşi Hamne ise onun gibi davranmadı ve iftiradan dolayı helak olanların arasında kendisi de katıldı. Buhârî, Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Hazret-i Âişe'den bildirir: Benim hakkımda söz konusu şeyler söylenince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)cemaate hitap etmek üzere kalktı. Şehadet getirip Yüce Allah'a hamdu senada bulunduktan sonra şöyle buyurdu: "Ailem hakkında iftira eden bazı kişilere ne yapmam gerektiği konusunda bana fikir verin. Allah'a yemin olsun ki ailemin bir kötülüğünü görmedim. Yine kötülüğünü görmediğim bir adama da iftira ediyorlar. Zira o kişi ben olmadığım zaman evime girmez. Ne zaman bir yolculuğa çıksam o da benimle birlikte gelir." Bunun üzerine Sa'd b. Muâz ayağa kalktı ve: "Yâ Resûlallah! Bana izin ver de bunu konuşanların boyunlarını vurayım!" dedi. Hazrec oğullarından bir adam kalkıp Sa'd'a: "Yalan söylüyorsun! Şayet bunu söyleyenler Evs'ten olsaydı boyunlarının vurulmasını istemezdin!" karşılığını verdi. Hassân b. Sâbit'in annesi de bu adamın kabilesindendi. Karşılıklı bu şekilde atışınca Mescid'de Evs ile Hazrec arasında neredeyse kötü şeyler olacaktı. Benim ise bir şeyden haberim yoktu. O günün akşamı olduğunda (helâ) ihtiyacım için Ümmü Mistah'la birlikte dışarıya çıktım. Ümmü Mistah tökezleyince: "Kahrolası Mistah!" dedi. Kendisine: "Anneciğim! Oğluna mı sövüyorsun!" diye çıkışınca sustu. İkinci kez tökezleyince yine: "Kahrolası Mistah!" dedi. Kendisine: "Anneciğim! Oğluna mı sövüyorsun!" diye çıkıştığımda sustu. Üçüncü kez tökezledi ve yine aynı şekilde: "Kahrolası Mistah!" dedi. Onu bundan menetmek istedim ama o: "Vallahi ancak senin için ona sövüyorum!" dedi. "Benim neyimden dolayı?" diye sorduğumda bana olanları anlattı. "Bu gerçekten oldu mu?" diye sorduğumda: "Vallahi oldu!" dedi. Bunun üzerine hemen evime döndüm. Kendisi için dışarıya çıktığım şeyden ne az ne de çok hiçbir şey kalmadı ve hasta düştüm. Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem): "Beni babamın evine gönder" dediğimde hizmetçi ile beni babamın evine yolladı. Eve yetiştiğimde annem Ümmü Rüman aşağıdaydı, babam Ebû Bekr ise evin üst katında Kur'ân okuyordu. Annem: "Kızım! Neden geldin?" diye sorunca olanları kendisine anlattım. Ancak olanlar beni etkilediği kadar onu etkilemişe benzemiyordu. Bana: "Kızım! Meseleyi bu kadar çok büyütme! Zira güzel bir kadın kendisini seven bir kocanın yanındaysa ve kumaları da varsa insanlar mutlaka onu kıskanır ve hakkında konuşurlar" dedi. Ona: "Babam olanları biliyor mu?" diye sorduğumda: "Evet, biliyor" dedi. "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) biliyor mu?" diye sorduğumda, yine: "Evet, biliyor" dedi. Bunun üzerine gözyaşlarımı tutamadım ve ağlamaya başladım. Üst katta Kur'ân okuyan Ebû Bekr ağlama sesimi duyunca indi ve anneme: "Neyi var?" diye sordu. Annem: "Hakkında söylenenleri öğrendi" dedi. Bunun üzerine Ebû Bekr'in gözlerinden yaşlar akmaya başladı ve: "Kızcağızım! Yemin ettim, hemen evine döneceksin!" dedi. Ben de evime döndüm. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) evime geldi ve hizmetçim Berîre'ye beni sordu. Berîre: "Vallahi onun hiçbir kusurunu görmedim. Sadece bazen uyuyakalır da koyun eve girip hamurun mayasını veya hamurunu yerdi" dedi. Ancak Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arkadaşları Berîre'yi azarlayarak: "Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) doğruyu söyle!" diye çıkıştılar. Hatta ona ağır sözler söylediler. Ama o: "Subhânallah! Vallahi onun hakkında bildiğim tek şey kuyumcunun kırmızı altın hakkında bildiğidir" karşılığını verdi. Hakkında bu tür laflar edilen kişi de (Safvân) bunları duyunca: "Sübhanallah! Vallahi şimdiye kadar bir kadının avret yerini açıp da bakmış değilim!" dedi. Daha sonra Safvân, Allah yolunda şehit oldu. Annem ile babam yanımda sabahladılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ikindi namazını kılıp yanıma girinceye kadar da yanımdan ayrılmadılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) içeri girince annem ile babam sağımda ve solumda durmuşlardı. Allah Resûlü, Allah'a hamdu senada bulunduktan sonra: "Ey Aişe! Eğer bir kötülük işlediyserı veya kendine zulmettiysen Allah'a tövbe et. Zira Allah, kullarının tövbesini kabul eder" buyurdu. O sırada Ensâr'dan bir kadın gelmiş ve kapının yanında oturmuştu. Allah Resûlü'ne: "Bu kadının dışarıda bir şey anlatmasından çekinmiyor musun?" dediğimde Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bir süre daha nasihatlerde bulundu. Babama dönüp: "Ona cevap versene!" dediğimde, babam: "Ona ne diyebilirim ki?" karşılığını verdi. Anneme dönüp: "Ona sen cevap ver!" dediğimde, o da: "Ona ne diyebilirim ki?" karşılığını verdi. Annemle babam bir cevap vermeyince şehadet getirdim, Allah'a hamdu senada bulundum ve şöyle dedim: "Vallahi ben böyle bir şeyi yapmadım desem -ki Allah benim yapmadığımı ve doğru söylediğimi biliyor- yanınızda bunun bir faydası olmayacak; çünkü siz de konuştunuz ve söylenenler içinize sindi. Şayet böyle bir şeyi yaptığımı söylesem -ki böyle bir şeyi yapmadığımı Allah biliyor- olayı kendi aleyhimde kabullendiğimi söyleyeceksiniz. Durumumuzu ifade edecek bir söz bulamıyorum; ama sadece Hazret-iYusuf'un babasının dediğini diyebiliyorum. Ki o: "...Bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah'tan yardım istenir..." demişti." Yâkub'un adını hatırlamak istedim; ama aklıma gelmedi bunun yerine Yusuf'un babası diyebildim. O anda Allah Resûlü'ne vahiy nazil olmaya başladı. Biz susup bekledik. Vahiy nazil olma durumu kendisinden kalkınca yüzünde bir neşe belirdi. Bir yandan alnını siliyor ve: "Müjde ey Âişe! Yüce Allah masum olduğuna dair vahiy indirdi" diyordu. Ancak ben çok öfkeliydim. Annem ve babam: "Kalk ve ona teşekkür et!" dediklerinde: "Hayır! Yanına kalkıp da ona teşekkür etmem! Size de teşekkür etmeyeceğim! Sadece masum olduğuma dair vahiy indiren Yüce Allah'a şükrediyorum! Zira onun dediklerini duydunuz, ama söylenenleri reddetmediniz ve geri çevirmediniz!" karşılığını verdim. Zeyneb binti Cahş, Allah onu dini konusunda korudu ve hakkımda hayırdan başka bir şey söylemedi. Onun kız kardeşi Hamne ise bu olayı dillendirenlerle birlikte helak oldu. Bu olayı dillendirenler Mistah, Hassan b. Sabit ve münafık Abdullah b. Ubey idi ki Abdullah bu olayı daima kurcalar ve laf toplardı. Benim hakkımda konuşan güruhun da başını Abdullah ve Hamne çekmişti. Babam Ebû Bekr daha önce yardım yaptığı Mistah'a artık hiçbir yardım yapmayacağına dair yemin edince Yüce Allah: "İçinizde lütuf ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere, vermemek için yemin etmesinler, affetsinler, geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah bağışlayandır, merhametli olandır" âyetini indirdi. Bunun üzerine Ebû Bekr: "Rabbimiz! Bilakis bağışlanmaktan hoşlanırız" dedi ve daha önceden yaptığı gibi ona yardıma devam etti. Saîd b. Mansûr, Ahmed, Buhârî, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye, Ümmü Rumân'dan bildirir: Âişe'yle beraber oturuyorken Ensâr'dan bir kadın yanımıza girdi ve: "Allah oğluma şöyle şöyle yapsın!" demeye başladı. Âişe ona: "Neden, ne oldu?" diye sorunca, kadın: "Oğlum da bu laflan edenlerin arasında" dedi. Âişe: "Hangi laflar?" diye sorunca, kadın: "Şöyle şöyle diyor" dedi. Âişe ona: "Bunları Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) duydu mu?" diye sorduğunda, kadın: "Evet!" dedi. Âişe: "Peki Ebû Bekr duydu mu?" diye sorduğunda, kadın: "Evet!" dedi. Bunun üzerine Âişe düşüp bayıldı. Kendine geldiğinde ateşler içindeydi ve titriyordu. Üzerine giysilerini atıp onu örttüm. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gelince: "Bunun neyi var?" diye sordu. "Yâ Resûlallah! Ateşi çıktı ve tir tir titremeye başladı" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sanırım konuşulan bir konudan dolayı bu duruma geldi" buyurduğunda, ben: "Evet!" dedim. Bunun üzerine Âişe kalkıp oturdu ve şöyle dedi: "Şayet böyle yapmadığıma dair size yemin etsem bana inanmazsınız. Sizin istediğiniz şeyi desem de beni mazur görmezsiniz. Durumumuz, Yâkub ile oğullarının durumuna benziyor ki Yâkub: "...Bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah'tan yardım istenir..."demişti." Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) oradan ayrıldı. Sonunda Yüce Allah, Âişe'nin masum olduğuna dair vahiy indirdi. Bu âyetlerin nazil olmasından sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Bekr ile birlikte geri döndü ve: "Ey Âişe! Yüce Allah masum olduğuna dair vahiy indirdi" buyurdu. Âişe: "Bunun için sana değil Allah'a şükranlarımı sunarım" deyince, Ebû Bekr ona: "Bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) mı söylüyorsun!" diye çıkıştı. Âişe: "Evet!" dedi. Bu olayı diliendirenlerden birine de Ebû Bekr daha önce yardımlarda bulunuyordu. Bu olayın ardından Ebû Bekr yardımı ondan keseceğine dair yemin edince Yüce Allah: "İçinizde lütuf ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere, vermemek için yemin etmesinler, affetsinler, geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah bağışlayandır, merhametli olandır" âyetini indirdi. Ebû Bekr de: "Tabi ki bağışlanmayı isteriz" dedi ve adama yardıma devam etti. Bezzâr ve İbn Merdûye -hasen bir senedle- Ebû Hureyre'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir sefere çıkacağı zaman hanımlarından birini de yanında götürürdü. Yine bir yolculuğunda yanında Âişe'yi götürdü. Âişe'nin bir hevdeci ve bu hevdeci deveye yükleyip indiren adamlar vardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashâbı gece vakti bir yerde konakladılar. Âişe de bir ihtiyacı için çıktı ve biraz uzaklaştı. Çıktığını da gören olmadı. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) uyandığında insanlar yüklerini yüklemiş yola koyulmak üzereydiler. Âişe'nin hevdecini taşıyanlar da onu içinde zannederek hevdeci deveye yüklediler ve yola düştüler. Âişe ihtiyacını giderip döndüğünde herkesin yola çıktığını gördü. Bunun üzerine olduğu yere çöküp oturdu. Herkesin gerisinde kalmakla görevli olan Ensâr'dan Safvân b. Muattal da uyandı ve devesiyle birlikte Âişe'nin yanına vardı. Küçüklüğünde onu görmüştü. Yanına yaklaşınca da onu tanıdı. "Müminlerin annesi!" diyerek yüzünü bir tarafa çevirdi ve onu devesine bindirdi. Sonrasında devenin dizginlerinden tutup yola düştü ve Müslümanlara yetişti. Bu şekilde Müslümanlara yetiştiklerinde Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Âişe'nin yokluğunu fark etmiş ve insanlar da olur olmaz şeyler söylemişlerdi. İnsanların bu dedikleri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) ulaşınca çok ağırını gitti ve Âişe'den ayrı durdu. Ne yapacağı konusunda Zeyd b. Sâbit ile başkalarına danıştı. Zeyd: "Yâ Resûlallah! Şimdilik onu kendi haline bırak. Belki Yüce Allah onun hakkında sana bir şeyler gösterir" dedi. Ali b. Ebî Tâlib ise: "(İstiyorsan onu bırak) kadından çok ne var!" dedi. Hiçbir şeyden haberi olmayan Âişe bir gece birkaç kadınla birlikte yürürken yanında bulunan Ümmü Mistah'ın ayağı tökezledi ve: "Kahrolası Mistah!" dedi. Âişe: "Pek kötü bir laf ettin" deyince, Ümmü Mistah: "Sen onun neler dediğini bilmiyorsun" karşılığını verdi ve olanları anlattı. Âişe bunları duyunca yere düşüp bayıldı. Daha sonra Yüce Allah bu konuda: "O ağır iftirayı uyduranlar, sizin içinizden bir güruhtur. Bu iftirayı kendiniz için kötü bir şey sanmayın. Aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her biri için, işledikleri günahın cezası vardır. İçlerinden o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır... Ey Mü’minler! Şeytana ayak uydurmayın. Kim şeytanın ardına takılırsa, bilsin ki, o, hayâsızlığı ve fenalığı emreder. Allah'ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı, hiçbiriniz ebediyen temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır. Allah işitir ve bilir'" âyetlerini indirdi. Daha önceleri Ebû Bekr, Mistah'a yardımda bulunur iyilik ederdi. Bu olaylardan sonra ona yardım etmeyeceğine dair yemin etti. Yüce Allah da bu konuda: "İçinizde lütuf ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere, vermemek için yemin etmesinler, affetsinler, geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah bağışlayandır, merhametli olandır" âyetini indirdi. Âişe'nin masumiyetini bildiren âyetler nazil olunca Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Bekr'e, gidip müjdeyi Âişe'ye vermesini istedi. Ebû Bekr de Âişe'ye gelip masumiyetinin ortaya çıktığını ve bu konuda nazil olan âyetleri söyledi. Bunun üzerine Âişe: "Bunun için ne sana, ne de arkadaşına (Allah Resûlü'ne) şükran borcum yok" dedi. Taberânî ve İbn Merdûye, İbn Ömer'den bildirir: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir sefere çıkacağı zaman hanımları arasında kura çeker, kurada çıkanları da yanında götürürdü. Mustalik oğulları üzerine yapacağı sefer öncesinde yine aynı şekilde hanımları arasında kura çekti. Kurada Âişe ve Ümmü Seleme çıkınca da yanında onları götürdü. Yolun bir yerinde Ümmü Seleme'nin üzerinde bulunduğu devenin yükü yana eğilince düzeltmek için deveyi çöktürdüler. Bu arada Âişe de ihtiyacını gidermek istedi ve o da devesinden indi." Âişe olayı şöyle anlatır: "Kendi kendime Ümmü Seleme'nin yükünü düzeltene kadar ben de ihtiyacımı gideririm, diye düşündüm ve hevdecimden indim. Hevdecimi indirip yüklemekle görevli olanlar da inerken beni görmediler. İhtiyacımı gidermek üzere çukur bir yere geldiğimde gerdanlığımın ipi koptu. Ben tanelerini toplayıp geri dizmeyle uğraşırken Müslümanlar yüklerini yükleyip yola koyuldular. Beni de hevdecimin içinde zannettiler. Geri döndüğümde kimseleri bulamadım. Yorulana kadar peşlerinden gittim. Sonra kendi kendime: "Bunlar benim yokluğumu fark edecek ve geri dönüp beni alacaklardır" dedim ve yolun bir yerinde durup beklemeye koyuldum. O sırada oradan Safvân b. Muattal geçti. Safvân herkesin gerisinde kalmayı Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) istemişti ve kendisine de bu görev verilmişti. Bundan dolayı herkes yola koyulduğu zaman kalkıp namaz kılar, sonra gidenlerin geride unuttuğu bir şey varsa onları toplar kendilerine yetiştirirdi. Safvân yanıma gelince beni bir erkek zannetti. Onun için bana: "Ey uykucu! Uyan! İnsanlar çoktan yola düştü!" dedi. "Ben erkek değilim! Âişe'yim!" karşılığını verdim. Bunun üzerine Safvân "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" dedi. Çöktürdüğü devsinin ön ayaklarını bağladı. Kendisi de başka bir taraf dönerek: "Anneciğim! Kalk ve bin! Bindikten sonra da bana haber ver" dedi. Deveye bindikten sonra geldi, devenin ayaklarını çözdü, sonra devenin dizginleriniden tutup yola düştü." İbn Ömer der ki: "Safvân, getirip Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) teslim edene kadar Âişe'ye tek kelime dahi etmedi. Ancak münafık Abdullah b. Ubey b. Selûl: "Kâbe'nin Rabbine andolsun ki onunla zina etti!" dedi. Hassân b. Sâbit, Mistah b. Usâse ve Hamne de ona destek çıkınca bu haber askeri karargâhın arasında yayıldı. Ortalıkta dolaşan bu söylenti Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) kadar ulaştı. Medine'ye geri dönene kadar da Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) içinde bir sıkıntı olarak kaldı. Döndükten sonra Abdullah b. Ubey bu haberi Medine'de de yaydı. Durum Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) daha fazla ağırına gitti." Âişe şöyle devam eder: Bir gün yanıma Ümmü Mistah girdi ve helâ ihtiyacımın olduğunu gördü. İçinde su bulunan bir kovayı da alıp çıktık. Giderken kova Ümmü Mistah'ın elinden düşünce: "Kahrolası Mistah!" dedi. Ona: "Sübhanallah! Bedir'de savaşan ve oğlun olan birine mi sövüyorsun!" dediğimde, Ümmü Mistah: "Seller seni alıp götürdü de senin haberin yok!" karşılığını verdi ve olanları bana anlattı. Bunları duyunca beni bir ateş sardı ve helâya çıkmak için artık bir sebep kalmadı. Medine'ye göndükten sonra Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bana karşı biraz soğuk davrandığını görüyor ancak nedenini bilmiyordum. Ümmü Mistah olanları bana anlatınca bana neden böyle davrandığını anladım. Allah Resûlü'ne: "Ailemin yanına gitmeme müsaade eder misin?" dediğimde: "Gidebilirsin" karşılığını verdi. Bunun üzerine evimden çıkıp babamın evine geldim. Babam: "Ne oldu?" diye sorunca: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni evinden çıkardı" karşılığını verdim. Ancak babam: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) seni evinden çıkarmışken ben mi sana kapımı açayım? Vallahi Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu yönde emir verene kadar seni evime almam" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni evine almasını kendisine söyleyince de babam beni eve aldı ve: "Cahiliye döneminde bile bizim hakkımızda bu tür şeyler söylenmedi! Yüce Allah bizi İslam'la müşerref kıldıktan sonra mı söylenecekti!" dedi. Bunun üzerine ağlamaya başladım. Ben ağlayınca annem Ümmü Rûman, babam Ebû Bekr, kardeşim Abdurrahman ve evde bulunan herkes ağlamaya başladı. İbn Ömer der ki: Bu söylentiler Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) ulaşıp her yerde yayılınca minbere çıktı. Yüce Allah'a hamdu senada bulunduktan sonra da: "Ey insanlar! Bana eziyet eden adamı cezalandırmada kim yardım eder?" buyurdu. Sa'd b. Muâz ayağa kalktı, kılıcını çekerek: "Yâ Resûlallah! Beni seni ondan kurtarırım! Şayet Evs kabilesinden biri ise onun başını sana getiririm. Hazreclilerden biri ise de ne emredersen onu yaparız!" dedi. Bunu duyan Sa'd b. Ubâde kalktı ve Sa'd b. Muâz'a: "Yanılıyorsun! Vallahi onu öldürmeye gücün yetmez! Aramızda cahiliye döneminden kalma bir davadan dolayı bizi hedef gösteriyorsun!" diye çıkıştı. Evsliler ile Hazrecliler bu şekilde karşılıklı atışmaya başladılar, işi birbirlerine taş, terlik atmaya kadar da götürdüler. Bunun üzerine Üseyd b. Hudayr ayağa kalktı ve: "Neden boşuna konuşuyoruz? İşte Resûlullah! Kendisi ne yapacağımız konusunda emir versin. İsteyen istemeyen herkes de bu emre uysun!" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) minberin üzerindeyken Cebrâil vahiyle indi. Vahiy inme hali gidince de nazil olan: "Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer (Allah'ın emrine) dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve (onlara) adaletli davranın. Çünkü Allah, adaletli davrananları sever" âyeti ile diğer âyetleri kendilerine okudu. Bunu duyan Müslümanlar: "Yüce Allah'ın indirdiğini kabul ediyoruz" dediler. Sonrasında kalkıp karşılıklı olarak birbirlerine sarılıp barıştılar. Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) minberden indi ve Âişe hakkında vahiy nazil olmasını bekledi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Âişe konusunda ne yapacağını danışmak üzere Ali b. Ebî Tâlib, Usâme b. Zeyd ve Berîre'yi yanına çağırdı. Zira Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ailesi hakkında bir şey danışacağı zaman mutlaka Ali b. Ebî Tâlib'i ve babası Zeyd'in vefatından sonra da Usâme'yi çağırır danışırdı. Ali'ye: "Âişe konusunda ne dersin? Zira insanların bu konuda konuştukları beni çok rahatsız etti" buyurunca, Ali: "Yâ Resûlallah! İnsanlar artık diyeceklerini dedi. Onu boşayabilirsin" dedi. Usâme'ye: "Sen ne dersin?" diye sorunca, Usâme: "Sübhanallah! Bu konuda bize laf düşmez! Seni de bu tür şeylerden tenzih ederim, zira büyük bir iftiradan başka bir şey değil" dedi. Daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Berîre'ye: "Ey Berîre! Sen ne dersin?" diye sordu. Berîre: "Yâ Resûlallah! Vallahi Âişe hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Ancak biraz uykucu biridir. Bazen uyurken keçi gelip hamurunu yiyebiliyor. Ancak konuşulan yönde bir şey varsa da Yüce Allah bunu sana haber eder" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) oradan ayrılıp Ebû Bekr'in evine geldi. Âişe'nin yanında girdi ve: "Ey Âişe! Şayet böyle bir şey yaptıysan bana söyle ki senin için bağışlanma dileyeyim" buyurdu. Âişe ise şu karşılığı verdi: "Vallahi böylesi bir şeyden dolayı Allah'tan bağışlanma dilemem! Şayet öyle bir şeyi yapmışsam Allah beni bağışlamasın! Durumumuz, Yâkub ile oğullarının durumuna benziyor ki Yâkub: "...Bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah'tan yardım istenir..." demişti." Yâkub ismi Âişe'nin aklına gelmediği için Yusuf'un babası demişti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onunla birikte konuşurken vahiy inmeye başladı. Allah Resûlü'nü bir uyku aldı. Kendine gelince de tebessüm ederek: "Ey Âişe! Yüce Allah masum olduğuna dair vahiy indirdi" buyurdu. Ancak Âişe: "Bu konuda sana değil Yüce Allah'a şükrederim" karşılığını verdi. Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Nûr Sûresi'nden nazil olan, durumu ve masumiyetini anlatan âyetleri ona okudu. Okuduktan sonra: "Kalkıp evine git!" buyurunca Âişe evine gitti. Daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid'e çıktı ve Ebû Ubeyde b. el- Cerrâh'ı yanına çağırdı. Müslümanları orada topladıktan sonra Âişe'nin masumiyetini bildiren âyetleri onlara okudu. Sonra Abdullah b. Ubey'yi getirtti ve ona iki had (şeri ceza) uyguladı. Abdullah'tan sonra Hassân, Mistah ve Hamne'yi de getirtti. Onlara da boyunlarına da vurmak suretiyle acıtacak bir şekilde haddi uyguladı. Abdullah b. Ubey'ye iki had uyguladı; çünkü Hazret-i Peygamber 'in (sallallahü aleyhi ve sellem) eşlerine zina iftirasında bulunan kişiye iki had uygulanır. Bu olayların ardından Ebû Bekr, Mistah'a: "Bundan sonra sana tek bir dirhem dahi vermeyecek, yardım da etmeyeceğim!" dedi. Daha sonra onu evinden çıkarıp kovdu. Ancak bu konuda Kur'ân'da: : "İçinizde lütuf ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere, vermemek için yemin etmesinler, affetsinler, geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah bağışlayandır, merhametli olandır" âyeti inince, Ebû Bekr: "Madem sana yardımı emreden âyet nazil oldu, o zaman daha önce yaptığım yardımın iki katını sana yapacağım" dedi. Abdullah b. Ubey'yin karısı da münafık birisiydi. Yüce Allah bu konuda: "Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler de kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara lâyıktır..." âyetini indirdi. Burada kötü kadınlardan kasıt Abdullah'ın karısı, kötü erkeklerden kasıt Abdullah'ın kendisidir. Temiz kadınlardan kasıt Âişe, temiz erkeklerden kasıt da Allah Resûlü'dür." Taberânî ve İbn Merdûye, Ebu'l-Yeser el-Ensârî'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Âişe'ye: "Ey Âişe! Yüce Allah masumiyetini vahiyle bildirdi" buyurunca, Âişe: "Bu konuda sana değil, Allah'a şükranlarımı sunarım" karşılığını verdi. Yanından çıktıktan sonra Abdullah b. Ubey'yi getirtti ve ona iki had (şeri) cezası uyguladı. Sonra Mistah ile Hamne'yi de getirtip onlara haddi uyguladı. Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "O ağır iftirayı uyduranlar, sizin içinizden bir güruhtur. Bu iftirayı kendiniz için kötü bir şey sanmayın. Aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her biri için, işledikleri günahın cezası vardır. İçlerinden o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Müminlerin annesi Âişe hakkında böylesi bir iftirayı atanlar sizden dört kişidir. Ancak bu olay Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr'e, Ümmü Rûmân'a ve Safvân b. Muattal'a hayırlar getirmiş, Âişe'nin de masumiyetini ortaya çıkarmıştır. Bu işte elebaşı olan Abdullah b. Ubey b. Selûl için de hem dünya da, hem de âhirette büyük bir azab vardır. Bu ceza dünyada iken yediği seksen değnektir. Âhirette ise yeri Cehennem olacaktır." "Bu iftirayı işittiğiniz zaman, iman eden erkek ve kadınlar, kendi (din kardeş)leri hakkında iyi zan besleyip de, «Bu, apaçık bir iftiradır» deselerdi ya!" âyetini açıklarken: "Zira Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda Usâme, Berîre ve diğer eşlerine danışmış hepsi de bunun büyük bir yalan olduğunu söylemişlerdi" demiştir. "Onlar bu iddialarına dair dört şahit getirselerdi ya! Mademki şahit getirmediler; işte onlar Allah yanında yalancıların ta kendileridir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu iftirayı atanların böylesi bir şeyin olduğuna dair dört şahit getirmeleri lazımdı. Getiremediklerine göre bunlar, yalancılardan başka bir kimse değildirler." "Eğer size dünya ve âhirette Allah'ın lütfü ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız bu iftiradan dolayı size mutlaka büyük bir azap dokunurdu!"âyetini açıklarken: "Şayet Yüce Allah lütfü ve ihsanı ile sizleri korumasaydı büyük bir azaba maruz kalırdınız" demiştir. "...Bu bir büyük bühtandır..."âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Burada bühtandan kasıt iftiradır. Aynı şey Meryem hakkında da dile getirilmiş ve: "Bir de inkar etmelerinden ve Meryem'in üzerine büyük bir iftira atmalarından..." şeklinde ifade edilmiştir." "Eğer inanıyorsanız, bu gibi şeylere bir daha ebediyyen dönmemeniz için Allah size öğüt veriyor. Allah, size âyetleri açıklıyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kendilerine öğüt verilen bu kişiler, Mistah, Hamne ve Hassân'dır. Açıkladığı âyetler de Âişe'nin masumiyetini bildiren âyetlerdir. Zira Yüce Allah buna yönelik kalplerinizin pişmalık içinde olduğunu bilmektedir. Ceza olarak seksen değneğe de hükmederek hikmetini göstermiştir." "inananlar arasında hayâsızlığın yayılmasını arzu eden kimseler var ya; onlar için dünya ve âhirette elem dolu bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bundan sonrasında iffetli erkek ve kadınlar arasında hayâsızlığın yayılmasını isteyenler için dünyada ve âhirette çetin bir azap vardır. Dünyadaki azap kendilerine uygulanan haddir. Âhiretteki azap ise Cehennemdir. Yüce Allah altına girdiğiniz bu işin ne kadar kötü olduğunu ve sizi nasıl bir azaba maruz bırakacağını hakkıyla bilmektedir. Ancak sizler, Yüce Allah'ın böylesi bir şeye ne kadar öfke duyduğunu bilemezsiniz." "Allah'ın lütfü ve rahmeti sizin üzerinize olmasaydı ve Allah çok esirgeyici ve çok merhametli olmasaydı, hâliniz nice olurdu?"" âyetini açıklarken: "Burada kastedilen kişiler, Mistah, Hamne ve Hassân'dır. Allah'ın lütfü olmasaydı bunların hallerinin nasıl olacağı da ifade edilmiştir" demiştir. "Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, bilsin ki o hayâsızlığı ve kötülüğü emreder. Eğer Allah'ın size lütfü ve merhameti olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı. Fakat Allah, dilediği kimseyi tertemiz kılar. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Allah'ı tevhid ederek ona iman edenlerin Şeytanın bu tür ayak kaydırmalarına kanmamaları istenmiş ve bu konuda uyarılmışlardır. Zira Şeytan, hayâsızlığı ve Allah'ın hoşlanmadığı her türlü şeyin yapılmasını ister ve bu yönde çabalar. Yüce Allah, lütfü ve rahmeti olmasaydı hiç kimsenin tövbesini kabul etmezdi. Ancak Yüce Allah dilemiş ve tövbeleri kabul etmiştir. Şüphesiz Yüce Allah sözlerinizi duymakta, kalplerinizdeki pişmanlığı da bilmektedir." "İçinizde lütuf ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere, vermemek için yemin etmesinler, affetsinler, geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah bağışlayandır, merhametli olandır" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "İftira olayı sonrası Ebû Bekr'in daha önce Mistah'a yaptığı yardımları keseceğine dair yemin etmesi üzerine nazil olmuştur. Yüce Allah, Ebû Bekr'e burada şöyle demiştir: Ey Ebû Bekr! Bu bolluk ve bereketi sana veren benim. Seni de Allah'ı bilip tanıyan biri kıldım. Onun için Mistah'a karşı şefkatli ol. Zira akrabandır, hicret etmiştir, yoksuldur ve Bedir savaşına katılmıştır ki bu savaşa katılanlardan razı olmuşuzdur. Yaptığından dolayı Mistah'ı bağışla. Zira ben de hata işleyeni bağışlarım, dostlarıma karşı da merhametliyim." "İffetli ve habersiz mümin kadınlara zina isnat edenler, gerçekten dünya ve âhirette lânetlenmişlerdir. İşlemiş oldukları günahtan dolayı dillerinin, ellerinin ve ayaklarının kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri günde onlara çok büyük bir azap vardır" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: "İffetli kadınlardan kasıt, Allah'ı tevhid ederek ona inanan ve Resûlünü tasdik eden mümin kadınlardır. Hassân b. Sâbit, Âişe hakkında: "İffetli ve anlayışlıdır ve bunda şüphe yoktur Kimse na kk mda dedikodu yapmadan günü bitirir" deyince, olay sonrası Âişe ona: "Ancak sen öyle biri değilsin!" karşılığını vermişti. Böylesi iffetli kadınlara zina iftirasında bulunanların bu iftiraları kendilerini iman dairesinden çıkarmıştır. "Hepsi de lanetlenmiş olarak nerede ele geçirilirlerse, yakalanır ve mutlaka öldürülürler" âyetinde olduğu gibi bir lanete uğramışlardır. Bunların başında da iftiranın yayılmasında en büyük payı olan Abdullah b. Ubey b. Selûl'dür. Kıyamet gününde Yüce Allah bunların ağızlarına mührü vurup kapatır. Yaptıklarını diğer organları dile getirir. Çünkü azabı gördükleri zaman: "Gelin dünyadayken müşrik olmadığımıza dair yeminler edelim" derler. Bundan dolayı Yüce Allah ağızlarına mührü vurur, yaptıklarını diğer organları dile getirir. En sonunda da dilleri organların dediklerini doğrular." "O gün Allah, onlara kesinleşmiş cezalarını tastamam verecek ve onlar Allah'ın apaçık bir gerçek olduğunu bileceklerdir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kıyamet gününde Yüce Allah herkese amellerinin karşılığını verir. Dostlarını amellerine karşılık mükâfatlandıracağı gibi düşmanlarını da cezalandıracaktır. Âyette zikredin "Dîn" ifadesi, "Din gününün sahibidir" âyetinde olduğu gibi 'ceza' anlamındadır. İşte kıyamet gününde Allah'ın apaçık bir gerçek olduğunu anlayacaklardır. Zira münafıkların başı olan Abdullah b. Ubey'in bu yönde şüpheleri vardı. İşte o günü Abdullah b. llbey b. Selûl de Allah'ın apaçık bir gerçek olduğunu öğrenecek, daha önce taşıdığı şüpheler gidecektir. Ancak bunun artık ona bir faydası olmayacaktır." "Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler de kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara lâyıktır. O temiz olanlar, iftiracıların söyledikleri şeylerden uzaktırlar. Onlar için bir bağışlanma ve bolca verilmiş iyi bir rızık vardır" âyetini açıklarken de şöyle demiştir: "Abdullah b. Ubey gibi şüphe içinde olan ve kadınların efendisi olan bir kadına iftira atan kötü adamlar kendileri gibi kötü kadınlara yaraşır. Âyette temiz kadından kasıt Âişe, temiz erkekten kasıt ise Allah Resûlü'dür. Âişe'yi Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için Yüce Allah temiz kılmış, Âişe henüz annesinin rahminde şeklini almadan Cebrâil ipek bir kumaş içinde onu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) getirip: "Ebû Bekr'in kızı Âişe, Hatice'nin yerine dünyadaki eşindir. Cennette de eşin olacaktır" demiştir. Bu olay da Hazret-i Hatice'nin vefatı üzerine gerçekleşmiş, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) buna sevinip rahatlamıştır. Burada temiz erkeklerden kasıt Allah Resûlü'dür. Zira Yüce Allah onu kendine seçmiş ve Âdemoğullarının efendisi kılmıştır. Temiz kadınlardan kasıt da Âişe'dir. Yüce Allah Âişe'yi Abdullah Ubey'yin iftirasından beri kılıp masum olduğunu bildirmiştir. Onlar için dünyada Allah'ın himayesi, âhirette de bağışlanma vardır. Cennette de onlar için mükâfatlar ve rızıklar olacaktır." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "O ağır iftirayı uyduranlar, sizin içinizden bir güruhtur. Bu iftirayı kendiniz için kötü bir şey sanmayın. Aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her biri için, işledikleri günahın cezası vardır. İçlerinden o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "İftirayı uyduran bu güruh, münafıklardan biri olan Abdullah b. Ubey, Hassan b. Sâbit, Mistah b. Usâse ve Hamne binti Cahş'tır. Burada Âişe ile Safvân'a: "Hakkınızda uydurulan bu iftiranın sizin için kötü olduğunu sanmayın. Sizin için hayırlı olmuştur, zira bunun mükâfatını alacaksınız. Âişe konusunda kim ne demiş ve bu olaya ne kadar karışmışsa cezası da o oranda olacaktır. Bu işte başı çeken ve en büyük günahı üstlenen kişi, münafıkların başı olan Abdullah b. Ubey'dir. "Ne Âişe, ne de Safvân bu konuda suçsuz değildir" diyen kişi de kendisidir. Ağır azap da onun olacaktır. Bu âyette tüm Müslümanlar için de bir öğüt ve ibret vardır. Birinin bir hatası olduğu zaman bu hataya fiille, sözle katılan, bunu yayan, bundan hoşlanan veya buna razı olan başkaları da bunları yaptıkları oranda bu hatanın günahında ortaktır. Müslümanlardan biri bir hata işlediği zaman bunu gören ve hoş karşılamayan kişi onu görmemiş demektir. Ancak hatanın işlendiği yerde hazır bulunmayıp yapılmasından razı olan kişi o hataya şahit olan kişi gibidir." "Bu iftirayı işittiğiniz zaman, iman eden erkek ve kadınlar, kendi (din kardeş)leri hakkında iyi zan besleyip de, «Bu, apaçık bir iftiradır» deselerdi ya! Onlar bu iddialarına dair dört şahit getirselerdi ya! Mademki şahit getirmediler; işte onlar Allah yanında yalancıların ta kendileridir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Âişe ile Safvân'a atılan bu iftiralar karşısında Hamne binti Cahş ve diğer erkekler iyi zanda bulunup bunun apaçık bir yalan, bir iftira olduğunu, zina gibi bir şeyi yapmayacaklarını dile getirmeleri kendileri için daha hayırlı olurdu. Âişe ile Safvân'a böylesi bir iftirayı ortaya atanlar da buna dair dört şahit getirmeliydiler. Ancak getiremediler ve Allah katında yalancı çıktılar." "Eğer size dünya ve âhirette Allah'ın lütfü ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız bu iftiradan dolayı size mutlaka büyük bir azap dokunurdu! Hani o iftirayı dilden dile dolaştırıyor; hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyleri ağzınıza alıp söylüyor ve bunu önemsiz bir iş sanıyordunuz. Hâlbuki bu, Allah katında büyük bir günahtır" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Şayet Yüce Allah, lütfü ve keremiyle cezasını ertelemeseydi bu yaptığınız iftiradan dolayı büyük bir azaba maruz kalırdınız. Bu iftirayı ortaya çıkaranlar: "Filan kişinin şöyle şöyle dediğini işittim", "Doğrudur, çünkü şöyle şöyle olmuştu" gibi söz ve söylentilerle bunu insanlar arasında yaymışlardı. Konunun gerçeği hakkında hiçbir bilgileri olmadığı halde böylesi bir şeyi önemsiz, basit görüp dillendirmişler ve yayılmasına çalışmışlardır. Oysa böylesi bir şeyin Allah katında vebali çok büyüktür." "Bu iftirayı işittiğiniz vakit, «Böyle sözleri ağzımıza almamız bize yaraşmaz. Seni eksikliklerden uzak tutarız, Allah'ım! Bu, çok büyük bir iftiradır» deseydiniz ya!" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bunu duyduğun zaman: "Biz gözlerimizle bir şey görmedik, onun için bu konuda konuşmamız da uygun düşmez!" demeniz gerekiyordu. Ensâr'dan Sa'd b. Muâz, Âişe hakkında bu konuşulan şeyleri duyduğu zaman: "Sübhânallah! Bu büyük bir iftiradır!" demişti. Bühtân da olmayan bir şeyin olmuş gibi ortaya atılmasıdır." "Eğer inanıyorsanız, bu gibi şeylere bir daha ebediyyen dönmemeniz için Allah size öğüt veriyor. Allah, size âyetleri açıklıyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir, inananlar arasında hayâsızlığın yayılmasını arzu eden kimseler var ya; onlar için dünya ve âhirette elem dolu bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Eğer Allah'ı ve Resulünü tasdik ediyorsanız bu tür iftiralara bir daha katılmamanız için Yüce Allah sizleri uyarıp öğüt veriyor, bu öğütlerini de sizlere açıklayıp bildiriyor. Zina ve hayâsızlığın yayılıp çoğalmasını isteyenler için ceza olarak dünyada had(=şeri ceza), âhirette ise Cehennem ateşi vardır." "Allah'ın lütfü ve rahmeti sizin üzerinize olmasaydı ve Allah çok esirgeyici ve çok merhametli olmasaydı, hâliniz nice olurdu? Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, bilsin ki o hayâsızlığı ve kötülüğü emreder. Eğer Allah'ın size lütfü ve merhameti olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı. Fakat Allah, dilediği kimseyi tertemiz kılar. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: "Allah'ın lüftu ve keremi olmasaydı Âişe hakkında söylediklerinizden dolayı sizleri hemen cezalandırırdı, ancak merhametinden dolayı sizlere bunu yapmamıştır. Şeytanın, günahları süslü göstermesine kanmayın. Zira Şeytan, kişiyi günahlara teşvik eder, Âişe'ye atılan iftira gibi kişinin bilmediği şeyleri yapmasını ister. Yüce Allah'ın nimeti olmasaydı içinizden kimseyi temize çıkarmazdı. Ancak Yüce Allah bunu dilemiş ve bazılarınızı temize çıkarmıştır. Yüce Allah'ın Âişe'yi masum çıkarıp iftira atanları yalanlayan âyetleri nazil olduktan sonra Ebû Bekr, iftiranın yayılmasında parmağı olan Mistah b. Usâse'ye daha önce yaptığı yardımı keseceğine dair yemin etti. Mistah ilk hicret edenlerden birisiydi ve Ebû Bekr'in de teyzesinin oğluydu. Fakir olduğu için Ebû Bekr onu himayesine almıştı. Ebû Bekr ona yaptığı yardımları keseceğine dair bu şekilde yemin edince Yüce Allah: "İçinizden varlık ve servet sahibi kimseler yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere (kendi mallarından bir şey) vermeyeceklerine yemin etmesinler. Onlar affetsinler, vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allah'ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetini indirdi. Bu âyet nazil olduktan sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr'e: "Yüce Allah'ın seni bağışlamasını istemez misin?" diye sordu. Ebû Bekr: "Yâ Resûlallah! Tabi ki isterim!" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "O zaman onu bağışla ve hoş gör" buyurunca, Ebû Bekr: "Onu hoş görüp bağışladım. Bu günden sonra da ona iyilik yapmaktan geri durmayacağım" dedi. "İffetli ve habersiz mümin kadınlara zina isnat edenler, gerçekten dünya ve âhirette lânetlenmişlerdir. İşlemiş oldukları günahtan dolayı dillerinin, ellerinin ve ayaklarının kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri günde onlara çok büyük bir azap vardır. O gün Allah, onlara kesinleşmiş cezalarını tastamam verecek ve onlar Allah'ın apaçık bir gerçek olduğunu bileceklerdir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Namusunu muhafaza edip koruyan ve kendisi hakkında uydurulan kötülüklerden, çirkin şeylerden habersiz samimi bir Müslüman olan Âişe'ye bu tür bir iftirayı atanlar, dünyada değnek cezasına çarptırılacaklar, âhirette de Cehennem ateşine gireceklerdir. Bununla da kastedilen kişi Abdullah b. Ubey'dir. Münafıkların başı olduğu için büyük azap kendisinin olacaktır. Âişe'ye attıkları bu iftiradan dolayı kıyamet gününde cezaları adil bir şekilde verilecek, Yüce Allah'ın adilane olduğu gerçeğini de göreceklerdir." "Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler de kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara lâyıktır. O temiz olanlar, iftiracıların söyledikleri şeylerden uzaktırlar. Onlar için bir bağışlanma ve bolca verilmiş iyi bir rızık vardır" âyetini açıklarken de şöyle demiştir: "Âişe'ye böylesi bir iftirayı atan çirkin sözlü kötü erkekler, kendileri gibi Âişe'ye iftirayı atan çirkin sözlü kadınlara yaraşırlar. Güzel sözlü temiz olanlar da, mümin erkek ile mümin kadınlar hakkında iyi zanda bulunan temiz erkek ve temiz kadınlara yakışırlar. Temiz erkek ile temiz kadınlar, iftiracıların kötü ve çirkin sözlerinden uzaktırlar. Bundan dolayı günahları bağışlanır ve Cennette güzel nimetlere mazhar olurlar. Yüce Allah, Âişe'nin masumiyetini bildiren âyetleri indirdikten sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona sarılıp bağrına bastı. Zira Cennetteki eşlerinden biri de oydu." Taberânî ve İbn Merdûye, Hazret-iÂişe'den bildirir: Yüce Allah masumiyetimi bildiren âyetleri indirdiği zaman Müslümanlar neredeyse benim yüzümden helak olacaktı. Vahyin inmesi tamamlanıp Cebrâil geri semaya çıktığında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), babama: "Kızının yanına git ve Yüce Allah'ın semadan onun masum olduğunu bildirdiğini söyle" buyurdu. Bunun üzerine babam hızlıca yanıma geldi. O kadar acele ediyordu ki az daha tökezleyip düşecekti. Yanıma vardığında: "Kızım! Müjde! Anam babam sana feda olsun! Yüce Allah masum olduğuna dair vahiy indirdi!" dedi. Ona: "Bu senin ve seni buraya gönderen arkadaşının sayesinde değil Allah'ın sayesinde oldu!" karşılığını verdim. Daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanıma girdi. Kolumdan tutunca elimi hızlıca geri çektim. Babam terliği alıp bana vurmak istedi, ancak annem engel oldu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu görünce güldü ve babama: "Yemin verdim ona vurma!" buyurdu. İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Hazret-iÂişe'den bildirir: "Vallahi hakkımda Allah'ın Kitâb'ında âyet inmesini beklemiyordum, öyle bir isteğim de yoktu. Ama masum olduğumun Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) rüyasında iken gösterilmesini ve bu şekilde içinin rahat etmesini bekliyordum. Beni Habeşli olan cariyeye sormuştu. Cariye de: "Vallahi Âişe altından daha temiz ve saf biridir. Ancak bazen uyuyakalır ve koyun geçip onun ekmeğini yerdi. Vallahi eğer insanların dediği doğru ise Yüce Allah sana bunu bildirecektir" demişti. İnsanlar da onun bu anlayışına şaşırmışlardı. Taberânî ve Hâkim'in bildirdiğine göre Uteybe: "İnsanlar Âişe hakkında malum şeyleri dillerine doladıkları zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Âişe'ye haber gönderip: "Ey Âişe! İnsanlar böyle ne diyor?" diye sordu. Âişe: "Vallahi Yüce Allah masum olduğumu semadan bildirmedikçe kendi lehimde hiçbir şey demeyeceğim!" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah onun hakkında Nûr Sûresi'indeki on beş âyeti indirdi" dedi ve: "O ağır iftirayı uyduranlar, sizin içinizden bir güruhtur. Bu iftirayı kendiniz için kötü bir şey sanmayın. Aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her biri için, işledikleri günahın cezası vardır. İçlerinden o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır... Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler de kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara lâyıktır. O temiz olanlar, iftiracıların söyledikleri şeylerden uzaktırlar. Onlar için bir bağışlanma ve bolca verilmiş iyi bir rızık vardır" âyetlerini okudu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Âişe'ye atılan iftirayı yalanlayan ve onun masum olduğunu bildiren, arka arkaya on sekiz âyet nazil oldu" demiştir. Bezzâr, Taberânî ve İbn Merdûye'nin -sahih bir senedle- bildirdiğine göre Hazret-iÂişe: "Hakkımda malum söylenti çıktığı zaman bir kuyuya gidip kendimi atmayı düşündüm" demiştir. Bezzâr -sahih bir senedle- Hazret-iÂişe'den bildirir: Masum olduğuma dair âyetler nazil olduktan sonra babam Ebû Bekr tutup beni başımdan öptü. Ona: "Sen benim masum olduğuma inanmıyor muydun?" diye sorduğumda: "Bilmediğim bir şey hakkında konuşursam hangi gök beni altında, hangi yer üstünde tutabilir?" karşılığını verdi. Ahmed, Hazret-iÂişe'den bildirir: Masum olduğuma dair vahiy nazil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanıma gelip bunu bana bildirdi. Ona: "Bunun için sana değil Allah'a hamdederim" dedim. Abdurrezzâk, Ahmed, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye, Taberânî ve Beyhakî Delâil'de Hazret-iÂişe'den bildirir: "Masum olduğuma dair vahiy nazil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) minbere çıkıp bunu haber verdi ve sözkonusu âyetleri okudu. Minberden indikten sonra da emrederek ikisi erkek, biri de kadın olmak üzere üç kişiye değnek atıldı." İbn Cerîr, Muhammed b. Abdillah b. Cahş'tan bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) eşlerinden Hazret-iÂişe ile Zeyneb kendileriyle övündüler. Zeyneb: "Benim Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile evliliğim semadan bir emirle oldu" deyince, Âişe: "İbn Muattal'ın beni devesinin üzerinde taşıması üzerine çıkan söylentilerden uzak olduğum konusunda hakkımda Allah'ın Kitâb'ında âyetler nazil oldu" karşılığını verdi. Zeyneb: "Ey Âişe! Bu söylentileri duyduğun zaman ne dedin?" diye sorunca, Âişe: "Vekil olarak Allah bana yeter! En güzel vekil de odur, dedim" karşılığını verdi. Bunun üzerine Zeyneb: "Müminlerin söylemesi gereken sözü söylemişsin" dedi. Buhârî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, vefatı sırasında sıkıntılı olan Hazret-iÂişe'nin yanına girdi. Ona:" Nasılsın?" diye sorunca, Âişe: "Eğer azaba karşı korunmuşsam iyiyim demektir" karşılığını verdi. Bunun üzerine İbn Abbâs: "İyisin! Zira Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) eşisin. Bakire olarak senden başkasını almış değildi. Masumiyetine dair de hakkında âyetler nazil oldu" dedi. Hâkim, Hazret-iÂişe'den bildirir: "Hazret-i Meryem'e ihsan edilenler dışında bana verilen dokuz özellik hiç kimseye nasip olmamıştır. Melek önceden benim suretimi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) getirip gösterdi. Henüz yedi yaşımdayken Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) benimle evlendi. Dokuz yaşımdayken de kendisine teslim edildim. Bakire olarak benimle evlendi. İkimiz tek bir yorganın altındayken kendisine vahiy geldiği olurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) insanlar içinde en çok beni severdi. Benim hakkımda âyetler nazil oldu ki bunlarla neredeyse Müslümanlar helak olacaktı. Cebrail'i gördüm ki Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) eşleri arasında onu benden başka gören olmadı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) evimde iken vefat etti ki o zaman yanında melekle benden başka kimseler yoktu." İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Hazret-iÂişe: "On özellikle Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) diğer eşlerinden üstün kılındım" dedi. Kendisine: "Ey müminlerin annesi! Bu on özellik nedir?" diye sorulunca da şöyle dedi: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) benden başka bakire biriyle evlenmiş değildir. Yüce Allah iftiradan masum olduğumu semadan vahiy indirerek bildirdi. Daha önceden Cebrâil ipek bir kumaş üzerinde suretimi Allah Resûlü'ne getirdi ve: "Bununla evlen! Bu hanımındır" dedi. Allah Resûlü'yle aynı kaptaki sudan yıkanırdık ki diğer eşlerinden başka hiç kimseyle bunu yapmış değildir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ben önündeyken de namazı kılardı ki bunu da diğer eşlerinden başka kimseyle yapmış değildir. Benimle beraberken bazen kendisine vahiy inerdi. Oysa diğer eşlerinden biri yanındayken ona vahiy inmezdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kucağımdayken ve eşleri arasında benim günümdeyken ruhunu teslim etti ve evimde defnedildi." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Taberânî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: "O ağır iftirayı uyduranlar, sizin içinizden bir güruhtur..." âyetini açıklarken: "Bu güruh Âişe'ye iftirayı atan güruhtur ki bunlar da Abdullah b. Ubey b. Selûl, Mistah ve Hassân'dır" demiştir. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildirir: "Âişe'ye iftirayı atanlar, Hassân, Mistah, Hamne binti Cahş ve Abdullah b. Ubey'dir." İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Urve'den bildirdiğine göre Abdulmelik b. Mervân kendisine bir mektup yazarak Âişe'ye malum iftirayı atanların kimler olduğunu sordu. Urve de ona yazdığı cevapta bunların içinde sadece Hassân, Mistah, Hamne b. Cahş'ın isimlerinin zikrediliğini diğerleri hakkında ise bir bilgisinin olmadığını söyledi. Buhârî, İbnu'l-Münzir, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de Zührî'den bildirir: Velîd b. Abdilmelik'in yanındaydım. Abdulmelik: "İftira olayında günahın en büyüğünü üstlenen kişi Ali'dir" deyince ona şu karşılığı verdim: "Hayır! Saîd b. el-Müseyyeb, Urve b. ez-Zübeyr, Alkame b. Vakkâs ve Ubeydullah b. Abdillah b. Mes'ûd'un bana bildirdiklerine göre hepsi de Âişe'nin: "İftira olayında günahın en büyüğünü üstlenen kişi Abdullah b. Ubey'dir" dediğini işitmişlerdir." Abdulmelik bana: "Abdullah'ın günahı neydi?" diye sorunca da şu karşılığı verdim: "Senin kabilenden iki ihtiyar olan Ebû Seleme b. Abdirrahman b. Avf ile Ebû Bekr b. Abdirrahman b. el-Hâris b. Hişâm'ın bana bildirdiklerine göre Âişe'nin: "Benim hakkımda uydurulan iftirada o çok kötü şeyler yapmıştı" dediğini işitmişlerdir." Yakub b. Şeybe Müsned'de Hasan b. Ali el-Havlânî'den, o da Şâfiî'den o da amcasından bildirir: Süleyman b. Yesâr, Hişâm b. Abdilmelik'in yanına girdi ve: "Ey Süleyman! Bu iftira (ifk) olayında âyette zikredilen günahın en büyüğü kimindi?" diye sordu. Hişâm: "Abdullah b. Ubey" karşılığını verdi. Süleyman: "Yanılıyorsun! Bu kişi Ali idi" deyince de Hişâm: "Müminlerin emiri bunu daha iyi bilir" karşılığını verdi. Bu sırada Zührî içeriye girdi. Süleyman ona: "Ey İbn Şihâb! Bu iftira (ifk) olayında âyette zikredilen günahın en büyüğü kimindi?" diye sordu. Zührî: "Abdullah b. Ubey" karşılığını verdi. Süleyman: "Yalan söylüyorsun! Bu kişi Ali idi" deyince, Zührî şu karşılığı verdi: "Ben mi yalan söylüyorum! Babasız kal emi! Vallahi bir münadi gökten: "Allah yalanı helal kıldı" diye seslense dahi ben yalan söylemem! Urve, Saîd, Ubeydullah ve Alkame'nin Âişe'den bildirdiğine göre bu iftira olayında günahın en büyüğü Abdullah b. Ubey'yindir." Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye, Mesrûk'tan bildirir: Hassân b. Sâbit, Âişe'nin yanına girince ona: "iffetli ve anlayışlıdır ve bunda şüphe yoktur Kimse hakkında dedikodu yapmadan günü bitirir" şeklinde bir şiir okudu. Âişe de ona: "Ama sen öyle biri değilsin!" karşılığını verdi. Ben kendisine: "Bunun gibi birinin yanına girmesine neden izin veriyorsun ki? Yüce Allah bunun hakkında: "...İçlerinden o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır" buyurmadı mı?" diye sorduğumda Âişe: "Körlükten daha ağır bir ceza mı olur?" karşılığını verdi. İbn Merdûye'nin lafzı: "Azaba maruz kalmadı mı ki? Gözleri gitti ya!" şeklindedir. İbn Cerîr, Şa'bî'den bildirir: Hazret-iÂişe şöyle dedi: "Hassân'ın şiirlerinden daha iyisini işitmiş değilim. Ne zaman da onun şiirini okusam Cennete girmesini temenni ederim. Ebû Süfyan b. el-Hâris b. Abdulmuttalib'e şöyle demişti: "Sen ki Muhammed'i hicvettin, onun adına ben cevap veriyorum Ve bunun mükâfatı Yüce Allah'ın katından olacaktır Babam ve babası ve namusum Muhammed'in onurunu size karşı koruyacaktır Sen ona denk biri değilken dil mi uzatıyorsun Kötülüğünüz iyiliğinizi silip süpürür Bil ki dilim kusursuz ve pek keskindir Denizim de bir kova suyla bulanacak değildir. " Kendisine: "Ey müminlerin annesi! Ama bunlar boş sözler değil mi?" diye sorulunca, Âişe: "Bu tür sözler kadınlara karşı söyleniyorsa boştur" dedi. Kendisine: "Yüce Allah onun hakkında: "...İçlerinden o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır" buyurmadı mı?" denilince: "Niye büyük azaba maruz kalmadı mı? Kör olup kılıç yarası almadı mı?" karşılığını verdi. Safvân b. Muattal, Hassân'ın bu yönde konuştuklarını duyunca kılıcını çekip vurmuştu ve neredeyse onu öldürecekti. Âişe'nin kılıç yarasıyla kastettiği budur. İbn Sa'd, Muhammed b. Sîrin'den bildirir: Âişe, Hassân b. Sâbit'in yanına girmesine izin verir ve arkasına yastık da koydurturdu. Hassân için şöyle derdi: "Hassân'a eziyet etmeyin! O diliyle Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) yardım ederdi. Yüce Allah onun için: "...İçlerinden o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır" buyurdu. Hassân da kör oldu. Yüce Allah onun azabını bu körlük kılmaya kadirdir." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: "...İçlerinden o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt, iftirayı ilk ortaya atandır" demiştir. Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: "...İçlerinden o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt, bu söylentiyi yayan Abdullah b. Ubey b. Selûl'dür" demiştir. Abd b. Humeyd, Katâde'den bildirir: "Bize anlatılana göre bu günahın büyüğünü üstlenenler Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından iki kişidir. Biri Kureyşliydi diğeri de Ensâr'dan olan Abdullah b. Ubey b. Selûl'dü. Nerede bir kötülük varsa bu kötülüğün içinde ve başında mutlaka Abdullah bulunmuştur." Abd b. Humeyd, Muhammed b. Sîrin'den bildirir: Hazret-iÂişe, Hassân b. Sâbit'in yanına girmesine izin verir ve arkasına yastık da koydurturdu. Hassân için şöyle derdi: "Hassân hakkında hayırdan başka bir şey demeyin! O diliyle Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) savunurdu. Yüce Allah onun için: "...İçlerinden o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır" buyurdu. Hassân da kör oldu. Körlük de büyük bir cezadır. Yüce Allah onun azabını bu körlük kılmaya sonra onu bağışlayıp Cennete koymaya kadirdir." Saîd b. Mansûr ve İbn Merdûye, Mesrûk'tan bildirir: Abdullah'ın kıraatinde "...İçlerinden o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır" âyet: "(=İçlerinden o günahın büyüğünü üstlenen için ise elîm bir azap vardır)" lafzıyladır. İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve İbn Asâkir, Ensâr'dan birinden bildirir: İftirayı uyduranlar diyeceklerini dedikten sonra Ebû Eyyûb'un karısı (Ümmü Eyyûb) kendisine: "İnsanların Âişe hakkında söylediklerini duyuyor musun?" diye sorunca, Ebû Eyyûb: "Duydum ama hepsi yalan!" dedi ve "Sen olsan böyle bir şeyi yapar miydin ey Ümmü Eyyûb?" diye sordu. Ümmü Eyyûb: "Vallahi yapmam" karşılığını verince, Ebû Eyyûb: "Âişe senden daha hayırlı ve daha temiz biridir. Hakkında söylenenler de yalan, iftira ve gerçek dışıdır" dedi. Bu konuda hakkında âyetler nazil olunca Yüce Allah bu tür çirkin şeyleri uyduranları de zikretti ve: "Bu iftirayı işittiğiniz zaman, iman eden erkek ve kadınlar, kendi (din kardeş)leri hakkında iyi zan besleyip de, «Bu, apaçık bir iftiradır» deselerdi ya!"buyurdu. Diğer müminlerin de Ebû Eyyûb ile karısının dediği gibi demeleri gerektiğini ifade etti. Vâkidî, Hâkim ve İbn Asâkir, Ebû Eyyûb'un azatlısı Eflah'tan bildirir: Ebû Eyyûb'un karısı Ümmü Eyyûb: "İnsanların Âişe hakkında söylediklerini duyuyor musun?" diye sorunca, Ebû Eyyûb: "Duydum ama hepsi yalan!" dedi ve "Sen olsan böyle bir şeyi yapar miydin ey Ümmü Eyyûb?" diye sordu. Ümmü Eyyûb: "Vallahi yapmam" karşılığını verince, Ebû Eyyûb: "Vallahi Âişe senden daha hayırlı biridir" dedi. Bu konuda hakkında âyetler nazil olunca Yüce Allah bu tür çirkin şeyleri uyduranları da zikretti ve: "Bu iftirayı işittiğiniz zaman, iman eden erkek ve kadınlar, kendi (din kardeş)leri hakkında iyi zan besleyip de, «Bu, apaçık bir iftiradır» deselerdi ya!"buyurdu. Diğer müminlerin de Ebû Eyyûb'un karısına söylediği gibi demeleri gerektiğini ifade etti. Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Onu dilinize dolamıştınız..." âyetini açıklarken: "Dilden dile dolaştırıyordunuz, anlamındadır" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Onu dilinize dolamıştınız..." âyetini açıklarken: "Dilden dile dolaştırıyordunuz, anlamındadır" demiştir. Buhârî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye, İbn Ebî Müleyke'den bildirir: Âişe bu âyeti (.....) lafzıyla okur ve: "Valk, yalan söz anlamındadır" derdi. Bu ifadenin ne anlama geldiğini en iyi kendisi bilir, zira âyetler onun hakkında nazil olmuştur. Buhârî ve Müslim'in bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kişi bazen önemsemeden Allah'ın öfkeleneceği bir söz söyler de bu söz yüzünden Cehennemin içinde yerle gök arası kadar bir derinliğe atılır." Taberânî'nin Huzeyfe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "İffetli bir kadına zina iftirasında bulunmak, kişinin yüz yıllık amelini yok eder" buyurmuştur. İbn Merdûye, Hazret-iÂişe'den bildirir: Ebû Eyyûb'un karısı Ümmü Eyyûb: "İnsanların Âişe hakkında söylediklerini duyuyor musun?" deyince, Ebû Eyyûb: "Bize böyle bir şeyi konuşmak yakışmaz. Sübhânallah! Büyük bir iftira atmışlar!" karşılığını verdi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Bu iftirayı işittiğiniz vakit, «Böyle sözleri ağzımıza almamız bize yaraşmaz. Seni eksikliklerden uzak tutarız Allah'ım! Bu, çok büyük bir iftiradır» deseydiniz ya!" âyetini indirdi. Süneyd Tefsîr'de Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Sa'd b. Muâz, Hazret-iÂişe hakkında söylenenleri duyunca: "Sübhânallah! Bu büyük bir iftiradır!" dedi. İbn Alî Mîmî'nin Fevâid'de bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb şöyle demiştir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbında iki kişi bu tür şeyleri duydukları zaman: "Sübhanallah! Bu büyük bir iftiradır!" derlerdi. Bu iki kişi de Zeyd b. Harise ile Ebû Eyyûb idi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Eğer inanıyorsanız, bu gibi şeylere bir daha ebediyyen dönmemeniz için Allah size öğüt veriyor" âyetini açıklarken: "Bu tür şeyleri sizler için sakıncalı bulup uyarıyor" demiştir. Firyâbî ve Taberânî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: "Eğer inanıyorsanız, bu gibi şeylere bir daha ebediyyen dönmemeniz için Allah size öğüt veriyor" âyetini açıklarken: "Bu tür şeyleri size yasaklıyor" demiştir. Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Taberânî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: "inananlar arasında hayâsızlığın yayılmasını arzu eden kimseler..." âyetini açıklarken: "Hayasızlığın edebe üstün gelmesini arzu edenler, anlamındadır ki burada Âişe'nin olayından bahsedilmektedir" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "İnananlar arasında hayâsızlığın yayılmasını arzu eden kimseler..." âyetini açıklarken: "Zinanın her tarafta yayılmasını isteyenler, anlamındadır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hâlid b. Ma'dân şöyle demiştir: "Kişi şayet gözünün gördüğü, kulağının duyduğu kötü bir şeyi başkalarına anlatıyorsa bu kişi hayâsızlığın müminler arasında yayılmasını arzu eden kişilerdendir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ: "Kişi çirkin olan bir şeyi başkalarına anlatıyorsa doğru söylese dahi cezalandırılır" demiştir. Buhârî Edeb'de ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da, Ali b. Ebî Tâlib'ten bildirir: "Çirkin bir şeyi söyleyen ile onu yayan kişi günahta eşittirler" demiştir. Buhârî Edeb'de Şübeyl b. Avf'tan bildirir: "Çirkin bir şeyi duyup da yayan kişi onu ilk başlatan kişi gibidir, denilirdi." Ahmed'in Sevbân'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın kullarına eziyet etmeyin, ayıplamayın ve kusurlarını açığa çıkarmaya çalışmayın. Zira Müslüman kardeşinin kusurlarını ortaya çıkarmaya çalışan kişinin, Yüce Allah da onu kendi evinde rezil edecek şekilde kusurlarını ortaya döker." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Eğer Allah'ın size lütfü ve merhameti olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı..." âyetini açıklarken: "Mahlukattan hiç kimse hayırlı bir şeye ulaşamazdı" demiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Varlıklı olanlar yardım etmeyeceklerine dair yemin etmesinler" şeklinde açıklamıştır. İbnu'l-Münzir, Hazret-iÂişe'den bildirir: Mistah b. Usâse iftira olayının çıkıp yayılmasında büyük payı olanlardan biriydi. Mistah, Ebû Bekr'in akrabasıydı ve himayesi altındaydı. İftira olayının ardından Ebû Bekr ona hiçbir yardımda bulunmayacağına dair yemin etti. Ancak Yüce Allah bu konuda: "İçinizden varlık ve servet sahibi kimseler yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere (kendi mallarından bir şey) vermeyeceklerine yemin etmesinler. Onlar affetsinler, vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allah'ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetini indirince Ebû Bekr onu tekrar himayesine aldı ve şöyle dedi: "Bir konuda yemin etsem sonra aksinin hayırlı olduğunu görsem yeminimi bozar, hayırlı olan şeyi yaparım." Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "İçinizden varlık ve servet sahibi kimseler yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere (kendi mallarından bir şey) vermeyeceklerine yemin etmesinler. Onlar affetsinler, vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allah'ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Kureyş'ten Mistah adında bir adam hakkında nazil oldu. Mistah, Ebû Bekr'in akrabasıydı ve onun himayesindeydi. Âişe hakkında malum söylentileri de yayan birisiydi. Yüce Allah, Âişe'nin masumiyetine dair âyetleri indirdikten sonra Ebû Bekr, Mistah'a hiçbir yardımda bulunmayacağına dair yemin etti. Yüce Allah da bu konuda bu âyeti indirdi. Bize anlatılana göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyet nazil olunca Ebû Bekr'i çağırdı. Bu âyeti ona okuduktan sonra: "Yüce Allah'ın seni bağışlamasını istemez misin?" diye sordu. Ebû Bekr: "Tabi ki isterim" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "O zaman onu bağışla ve hoş gör" buyurdu. Bunun üzerine Ebû Bekr: "Bağışladım! Vallahi daha önce kendisine yaptığım yardımlardan hiç birini kesmeyeceğim" dedi. "İbnu'l-Münzir, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: "İftira olaylarında Âişe'nin aleyhinde çokça konuşanlardan biri de Ebû Bekr'in bir akrabasıydı. Ebû Bekr daha önce ona yardımlarda bulunurdu. Bu olaylardan sonra yardımlarını keseceğine dair yemin etti. Ancak: "İçinizden varlık ve servet sahibi kimseler yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere (kendi mallarından bir şey) vermeyeceklerine yemin etmesinler. Onlar affetsinler, vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allah'ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyeti nazil olunca Ebû Bekr ona daha önce yaptığı yardımın iki katını vermeye başladı." İbn Ebî Hâtim, Mükâtil b. Hayyân'dan bildirir: Ebû Bekr, kadınlar tarafından akrabası olan Mistah b. Usâse'ye yaptığı yardımları keseceğine dair yemin etti. Mistah, Ebû Bekr'in yanına geldi ve özürler dileyerek: "Allah beni sana feda kılsın! Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiy indirene yemin olsun ki ben Âişe'ye iftira atmadım! Dayıcığım! Söylendiği gibi de ben onun hakkında tek söz dahi söylemiş değilim!" dedi ki Ebû Bekr onun dayısı gelirdi. Ebû Bekr: "Ama olanlar pek hoşuna gitti ve onun hakkında söylenenlere pek sevindin" deyince, Mistah: "Dediğin şeylerden bazısını yapmış olabilirim" karşılığını verdi. Yüce Allah da onun hakkında: "İçinizden varlık ve servet sahibi kimseler yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere (kendi mallarından bir şey) vermeyeceklerine yemin etmesinler. Onlar affetsinler, vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allah'ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetini indirdi. Abd b. Humeyd ve İbn Merdûye, Muhammed b. Sîrîn'den bildirir: Ebû Bekr, himayesinde bulunan ve Âişe'ye atılan iftirada payları olan iki yetime daha önce yaptığı yardımları keseceğine dair yemin etti. Bu iki yetimden biri de Bedir savaşına da katılan Mistah'tı. Ebû Bekr bunlarla bağlarını kesip hiçbir iyilikte bulunmayacağına dair yemin edince Yüce Allah: "İçinizden varlık ve servet sahibi kimseler yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere (kendi mallarından bir şey) vermeyeceklerine yemin etmesinler. Onlar affetsinler, vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allah'ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetini indirdi. İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İçinizden varlık ve servet sahibi kimseler yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere (kendi mallarından bir şey) vermeyeceklerine yemin etmesinler. Onlar affetsinler, vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allah'ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından bazıları Âişe hakkında çirkin bir iftirada bulunmuş, bunu sağda solda konuşarak yaymışlardı. İçlerinde Ebû Bekr'in de bulunduğu ashâbdan bazıları da böylesi şeyleri dillendiren hiç kimseye yardımda bulunmayacaklarına dair yemin ettiler. Ancak nazil olan bu âyetle Yüce Allah, maddi durumu iyi olan kişinin daha önce yardımda bulunduğu yakınına bu yardımı keseceğine dair yemin etmemesini, onları bağışlayıp hoş görmesini emretti." Taberânî M. el-Evsat'ta, Harâitî Mekârimu'l-Ahlâk'da ve İbnu'l-Münzir'in Ebû Seleme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Verilen sadaka malı asla azaltmaz. Onun için sadaka verin. Kişi haksızlığa uğradığı birini affettiği zaman Yüce Allah onun izzetini arttırır. Affedin ki Allah sizleri aziz kılsın. Kişi kendine başkasına el açma kapısı açtığı zaman Yüce Allah ona fakirlik kapısını da açar. Bilin ki iffetli olup el açmamak daha hayırlıdır. " Abdurrezzâk, İbn Ebi'd-Dünya Zemmu'l-Ğadab'da, Harâitî Mekârimu'l- Ahlâk'da, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Sünen'de Ebû Mâcid el-Hanefî'den bildirir: Adamın biri Abdullah'a sarhoş birini getirdi Abdullah ona içki cezasını uyguladıktan sonra onu getiren adama: "Bu adam neyin gelir?" diye sordu. Adam: "Amcam olur" karşılığını verince, Abdullah şöyle dedi: "Ona hiç de iyi davranmamış ve kusurunu örtmemişsin. Oysa Yüce Allah: "...Onlar affetsinler, vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allah'ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz?" buyurur." Abdullah sonra şöyle dedi: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ilk defa birinin elini kestiği zamanı iyi hatırlıyorum. Adamın elinin kesilmesi emrini verince yüzü kül rengine döndü. Ona: "Yâ Resûlallah! Adamın cezalandırılması sanırız seni üzdü" denilince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kardeşinize karşı Şeytana yardımcı olmamanız gerekirdi. Yetkili kişi kendisine ulaşan bir davada artık cezayı uygulaması gerekir. Ancak Yüce Allah bağışlayıcıdır ve bağışlamayı sever" buyurdu ve: "...Onlar affetsinler, vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allah'ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz?" âyetini okudu. İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Namuslu, kötülüklerden habersiz mümin kadınlara zina isnadında bulunanlar, dünya ve âhirette lanetlenmişlerdir..." âyetini açıklarken: "Özel olarak Âişe hakkında nazil oldu" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Taberânî, Husayf'tan bildirir: Saîd b. Cübeyr'e: "Zina mı daha ağırdır, yoksa zina iftirasında bulunma mı?" diye sorduğumda: "Zina daha ağırdır" karşılığını verdi. Ona: "Ama Yüce Allah: "Namuslu, kötülüklerden habersiz mümin kadınlara zina isnâdmda bulunanlar, dünya ve âhirette lanetlenmişlerdir. Onlar için çok büyük bir azap vardır" buyuruyor" dediğimde: "Bu âyet, özel olarak Âişe hakkında nazil oldu" karşılığını verdi. Taberânî, Dahhâk'tan bildirir: "Namuslu, kötülüklerden habersiz mümin kadınlara zina isnâdmda bulunanlar, dünya ve âhirette lanetlenmişlerdir. Onlar için çok büyük bir azap vardır" âyeti, özel olarak Âişe hakkında nazil oldu." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Namuslu, kötülüklerden habersiz mümin kadınlara zina isnâdında bulunanlar, dünya ve âhirette lanetlenmişlerdir. Onlar için çok büyük bir azap vardır" âyetini açıklarken: "Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) eşlerine özel olarak inmiş bir âyettir" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Cevzâ: "Namuslu, kötülüklerden habersiz mümin kadınlara zina isnadında bulunanlar, dünya ve âhirette lanetlenmişlerdir. Onlar için çok büyük bir azap vardır" âyetini açıklarken: "Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) eşlerine özel olarak inmiş bir âyettir" demiştir. İbn Ebî Hâtim, Seleme b. Nubayt'tan bildirir: "Namuslu, kötülüklerden habersiz mümin kadınlara zina isnâdında bulunanlar, dünya ve âhirette lanetlenmişlerdir. Onlar için çok büyük bir azap vardır" âyeti, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) eşlerine has bir âyettir." Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, Nûr Sûresi'ni okuyup açıklamaya başladı. "Namuslu, kötülüklerden habersiz mümin kadınlara zina isnâdında bulunanlar, dünya ve âhirette lanetlenmişlerdir..." âyetine geldiği zaman da şöyle dedi: "Bu âyet, Âişe ve Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) diğer eşleri hakkındadır. Böylesi bir iftirada bulunanlar için tövbe kapısı kapalıdır. Ancak Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) eşleri dışında diğer mümin kadınlar hakkında böylesi bir iftirayı atanlar için tövbe vardır." ibn Abbâs daha sonra: "Namuslu kadınlara zina isnat edip sonra da dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun. Artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. İşte bunlar fâsık kimselerdir. Ancak tövbe edip bundan sonra ıslah olanlar müstesna..."âyetlerini okudu ve: "Yüce Allah müminlerin hanımlarına zina iftirasında bulunanlara tövbe kapısını açık tutmuşken, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) eşlerine zina iftirasında bulunanlara tövbe hakkı tanımamıştır" dedi. Bunu dedikten sonra: "...Onlar için çok büyük bir azap vardır" âyetini okudu. İbn Abbâs konuşmasını bitirdikten sonra dinleyenlerden bazıları böylesi güzel bir açıklamada bulunduğu için kalkıp onu başından öpmek istediler. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye, Hazret-iÂişe'den bildirir: Hakkımda malum iftira uydurulduğu zaman benim hiçbir şeyden haberim yoktu. Olanlardan daha sonra haberim oldu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımda otururken kendisine vahiy inmeye başladı. Kendisine vahiy indiği zaman onu bir uyuklama hali alırdı. Vahyin inişi bittikten sonra doğruldu, alnının terini sildi ve: "Müjde ey Âişe!" buyurdu. Ben: "Bunun için sana değil Allah'a hamdederim" dedim. Daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) nazil olan: "İffetli ve (haklarında uydurulan kötülüklerden) habersiz mü'min kadınlara zina isnat edenler, gerçekten dünya ve âhirette lanetlenmişlerdir. İşlemiş oldukları günahtan dolayı dillerinin, ellerinin ve ayaklarının kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri günde onlara çok büyük bir azap vardır. O gün Allah, onlara kesinleşmiş cezalarını tastamam verecek ve onlar Allah'ın apaçık bir gerçek olduğunu bileceklerdir. Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler de kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara lâyıktır. O temiz olanlar, iftiracıların söyledikleri şeylerden uzaktırlar. Onlar için bir bağışlanma ve bolca verilmiş iyi bir rızık vardır" âyetlerini okudu. Ebû Ya'lâ, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde kafire amelleri gösterilir, ancak o bunları inkar eder ve bu konuda çekişir. Kendisine: «Komşuların bu konuda senin aleyhinde şahitlik ediyorlar» denilince: «Yalan söylüyorlar!» karşılığı verir. Kendisine: «Ailen ve akrabaların aleyhinde şahitlik ettiler» denilince yine: «Yalan söylüyorlar!» karşılığını verir. Sonra bunlara: «Yemin edin!» denilince yemin ederler. Daha sonra ise Yüce Allah onları susturur. Dilleri ve elleri kendi aleyhlerinde şahitlik edince de Cehenneme atılırlar. " İbn Merdûye'nin Ebû Eyyûb'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde birbirleriyle ilk davalaşacak olanlar erkek ile karışıdır. Ancak her ikisinin de dili konuşmaz. Kadının elleri ve ayakları kocasına karşı yaptığı ihanet ile arkasından çevirdiği işleri anlatırlar. Erkeğin de elleri ve ayakları, karısının arkasından çevirdiği işleri söylerler. Daha sonra kişinin elinin altında bulunanlar getirilir ve aynı şekilde davalaşırlar." Ahmed ve İbn Merdûye'nin Behz b. Hakîm'den, onun babasından, onun da dedesinden bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde ağızlarınız kapalı bir şekilde hesab için getirilirsiniz. Kişinin ilk önce cinsel organı ve elleri yaptıklarını anlatırlar." İbn Merdûye'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyamet gününde insanın ilk önce ayağı konuşur" buyurmuştur. İbn Merdûye'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde kişinin uzuvları ilk önce küçük günahlarını anlatmaya başlarlar. Bunun üzerine kişi: «Rabbim! İzzetine andolsun ki benim daha büyük günahlarım var» demeye başlar." Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usûl'de ve İbn Merdûye, Ebû Umâme'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: "Ümmetimden Sırat'tan son geçecek olan kişinin halini biliyorum. Bu kişi babasından dayak yemiş çocuk gibi emekleyerek geçmeye çalışır. Bazen eli kayıp ateşe değer, bazen de ayağı kayıp ateşe batar. Melekler ona: «Şayet Yüce Allah seni bu durumundan kurtarıp da düzgün bir şekilde yürütürse dünyada iken yaptığın şeyleri bize anlatır mısın?» dediklerinde: «Allah'ın izzetine yemin olsun ki anlatır, hiçbir şeyi saklamam» karşılığını verir. Melekler: «Kalk ve düzgün yürü!» dediklerinde kalkıp yürümeye başlar ve Sırat'tan bu şekilde geçer. Geçtikten sonra kendisine: «Bize yaptığın şeyleri anlat» dediklerinde adam kendi kendine: «Şayet yaptıklarımı söylersem beni eski yerime geri götürürler» diye düşünür ve: «Allah'ın izzetine andolsun ki hiçbir günah işlemiş değilim!» karşılığını verir. Melekler: «Ama bu konuda kanıtlarımız var» dediklerinde, adam sağına soluna bakar ve o işleri yaparken kendisini gören insanlardan kimselerin olup olmadığını kontrol eder. Ancak kimseleri göremeyince: «Kanıtınız getirin!» karşılığını verir. Bunun üzerine Yüce Allah onun ağzına mühür vurur. Adamın elleri, ayakları, derisi dünyada iken yaptığı işleri anlatmaya başlarlar. Adam bunu görünce: «İzzetine andolsun ki bunları yaptım! Hatta bunlardan daha büyük günahlarım da var!» der. Bunun üzerine Yüce Allah ona: «Git, seni bağışladım!» buyurur." İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyamet gününde kişinin ağzına mühür vurulduktan sonra ilk konuşan kemiği sol bacağındaki kemiktir" buyurmuştur. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "O gün onların hesabını tastamam bir şekilde verir, anlamındadır. Kur'ân'da geçen bütün 'Dîn' ifadeleri 'hesap (günü)' anlamındadır" demiştir. Abd b. Humeyd ve Taberânî'nin bildirdiğine göre Katâde: "O gün Allah, onlara kesinleşmiş cezalarını tastamam verecek ve onlar Allah'ın apaçık bir gerçek olduğunu bileceklerdir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Herkese dünyada iken yaptığı amellerin karşılığını adilane bir şekilde verecektir. Hak yolda olanlar bu yolda yaptıklarının karşılığını alırken, batıl yolda olanlar da bu yolda yaptıklarının cezasını çekeceklerdir. O günü Yüce Allah onlara açık bir şekilde hak olduğunu da gösterecektir." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti (.....) lafzıyla, ötre ile okumuştur. Taberânî ve İbn Merdûye, Behz b. Hakîm'den, o babasından, o da dedesinden bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti (.....) lafzıyla okudu. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Kötü sözler kötü kimseler için, kötü kimseler de kötü sözler içindir. Temiz olan sözler temiz kimselere, temiz olan kimseler de temiz sözlere layıktır" şeklinde açıklamış ve: "Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) eşi hakkında malum iftirayı atıp konuşanlar hakkında nazil oldu" demiştir. Abdurrezzâk, Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kötü sözler kötü kimseler için, kötü kimseler de kötü sözler içindir. Temiz olan sözler temiz kimselere, temiz olan kimseler de temiz sözlere layıktır. Temiz olan, her türlü kötü sözden uzaktır ve Allah onu affeder. Kötü olan da her türlü iyi sözden uzaktır ki Yüce Allah onun bu sözünü kabul etmez ve kendisine geri çevirir." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Taberânî'nin bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: "Kötü söz ve işler kötü kimseler için, kötü kimseler de kötü söz ve işler içindir. Temiz olan söz ve işler temiz kimselere, temiz olan kimseler de temiz söz ve işlere layıktır. Bunlar (iftiraya maruz kalanlar), o iftiracıların dediklerinden uzaktırlar. Bunların günahları bağışlanacak ve Cennete gireceklerdir" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kötü sözler kötü kimseler için, kötü kimseler de kötü sözler içindir. Temiz olan sözler temiz kimselere, temiz olan kimseler de temiz sözlere layıktır. Temiz olan her türlü kötü sözden uzaktır ve Allah onu affeder. Bunlar (Âişe) kendilerine söylenen kötü sözlerden beridirler." Abd b. Humeyd de Saîd b. Cübeyr, Dahhâk ve İbrâhim'den bu yorumun aynısını bildirir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atâ: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kötü sözler kötü kimseler için, kötü kimseler de kötü sözler içindir. Temiz olan sözler temiz kimselere, temiz olan kimseler de temiz sözlere layıktır, anlamındadır. İyi ve temiz olan bir adamdan kötü bir söz işittiğin zaman: "Allah onu affetsin! Böylesi sözler onun huyundan, ahlâkından ve özelliklerinden değildir!" demiyor musun? Yüce Allah da bu âyetin sonunda "Bunlar söylediklerinden beridirler" buyurarak, aslında huyları ve ahlâklarının bu tür sözlere müsait olmadığını, ama yine de hatayla söyleyebileceklerini ifade etmiştir." İbn Ebî Hâtim, Yahya el-Cezzâr'dan bildirir: Üseyr b. Câbir, Abdullah'ın yanına geldi ve: "Bugün Velîd b. Ukbe'den bir söz işittim ki çok hoşuma gitti" dedi. Abdullah da: "Bazen mümin kişinin içinde faydası olmayan boş bir söz bulunur da bu söz içer,de dolaşıp durur ve sonunda onu söyleyip içinden çıkarır. Yanında bulunan ve benzeri sözleri olan kişi de bunu işittiği zaman sözü kendine mal eder. Yine günahkâr birinin içinde pis bir söz bulunur da bu söz içerde yerinde duramaz, dolaşıp durur ve sonunda onu söyleyip içinden çıkarır. Yanında bulunan ve benzeri sözleri olan kişi de bunu işittiği zaman sözü kendine mal eder" dedi ve: "Kötü sözler kötü kimseler için, kötü kimseler de kötü sözler içindir. Temiz olan sözler temiz kimselere, temiz olan kimseler de temiz sözlere layıktır...'" âyetini okudu.' İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler de kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara layıktır. O temiz olanlar, iftiracıların söyledikleri şeylerden uzaktırlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Münafık olan bir kişinin Âişe'ye attığı büyük iftira hakkında nazil oldu ve Yüce Allah, Âişe'nin böylesi bir iftiradan uzak olduğunu bildirdi. Burada kötü ve pis olan erkek Abdullah b. Ubey'dir ki kendisinin pis ve kötü olana, kötü ve pis olanın da kendisine yakışması pek doğaldı. Temiz olan erkek de Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) idi ki onun da temiz olan Âişe'ye, temiz olan Âişe'nin de ona yakışması pek doğaldı. Yüce Allah, Âişe'yi bu iftiradan: "...O temiz olanlar, iftiracıların söyledikleri şeylerden uzaktırlar..." buyruğuyla beri kılmıştır. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-iÂişe şöyle demiştir: "Masum olduğum semadan inen vahiyle bildirildi. Temiz bir şekilde yaratıldım ve temiz olan kişinin eşi oldum. Bunun yanında bana bağışlanma ile büyük bir ecir vaad edildi." Taberânî, Âişe'nin kapıcısı Zekvân'dan bildirir: İbn Abbâs, Hazret-iÂişe'nin yanına girdi ve şöyle dedi: "Müjde! Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve sevdiklerinle buluşman için ruhunun bedeninden çıkması dışında hiçbir engelin kalmadı! Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) eşleri arasında en çok seni severdi ve Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) temiz olandan başka bir şeyi sevmezdi. Ebva'da konakladığınız gecede gerdanlığın düştüğünde Yüce Allah temiz toprakla teyemmüm âyetini indirdi ki bu da senin sayende oldu. Yüce Allah bu ümmete böylesi bir ruhsatı senin vesilenle tanıdı. Yine Yüce Allah iftiradan masum olduğunu bildiren âyetleri yedi kat göğün üzerinden Cebrail ile gönderdi. Bu âyetler de içinde Yüce Allah'ın adının anıldığı bütün mescidlerde gece gündüz okunacaktır." Âişe ise: "Ey İbn Abbâs! Beni rahat bırak! Canım elinde olana yemin olsun ki bunların yerine unutulup gitmiş biri olmayı isterdim" karşılığını verdi. Taberânî, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyamet gününde, Yüce Allah, Âişe'ye iftira edenlerin herbirine tüm mahlûkatın önünde seksen değnek atacaktır. Rabbim, bunların içinden muhacir olanları bağışlayıp bağışlamayacağımı soracak. Ve ey Aişel O zaman bunun kararını sana bırakacağım" buyurdu. Âişe, evindeyken, bu sözleri duyunca ağlayarak: "Seni hak ile peygamber olarak gönderene yemin olsun ki benim için, senin mutluluğun benim mutlu olmamdan daha sevimlidir" karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tebessüm ederek gülmeye başladı ve: "Babasının kızı!" dedi. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Âişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü, tiridin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir" buyurmuştur. Ahmed'in Hazret-iÂişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Âişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü, tiridin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir" buyurmuştur. Hâkim'in bildirdiğine göre Zührî: "Şayet tüm insanların ilmi ile Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) eşlerinin ilmi bir araya getirilip ölçülseydi Âişe'nin ilminin hepsinden daha geniş olduğu görülecekti" demiştir. Hâkim'in bildirdiğine göre Urve: "Helal haram, ilim, şiir ve tıp konusunda Âişe'den daha bilgili olanını görmüş değilim" demiştir. Hâkim'in bildirdiğine göre Mûsa b. Talha: "Âişe'den daha net ve anlaşılır konuşan başka birini görmüş değilim" demiştir. Ahmed Zühd'de ve Hâkim, Ahnef'ten bildirir: "Ebû Bekr'in, Ömer'in, Osman'ın, Ali'nin ve diğer tüm halifelerin hutbelerini ve konuşmalarını dinledim. Ancak hiçbir insanın ağzından çıkan söz, Âişe'de olduğu gibi etkili ve güzel çıkmış değildir." Saîd b. Mansûr ve Hâkim'in bildirdiğine göre Mesrûk'a Âişe'nin miras konusunu (ferâiz ilmini) iyi bilip bilmediği sorulunca: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından ileri gelenlerin bile miras konularını ona sorduklarını gördüm" demiştir. Hâkim'in bildirdiğine göre Atâ: "Âişe herkesten daha fakih, herkesten daha bilgiliydi ve her konuda herkesten daha isabetli görüşleri vardı" demiştir. İbn Ebî Şeybe'nin Müslim el-Batîn'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Âişe Cennette de eşimdir" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hazret-iÂişe: "Yüce Allah'ın İmran'ın kızı Meryem'e ihsan ettikleri dışında bana verilen dokuz özellik hiç kimseye nasip olmamıştır. Vallahi bunları da Allah Resûlü'nün (sallallahü aleyhi ve sellem) diğer eşlerine karşı övünmek için söylemiyorum" dedi. Kendisine: "Bunlar nedir?" diye sorulunca da şöyle dedi: "Melek önceden benim suretimi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) getirip gösterdi. Henüz yedi yaşımdayken Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) benimle evlendi. Dokuz yaşımdayken de kendisine teslim edildim. Bakire olarak sadece benimle evlendi. İkimiz tek bir yorganın altındayken kendisine vahiy geldiği olurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) insanlar içinde en çok beni severdi. Benim hakkımda âyetler nazil oldu ki bunlarla neredeyse Müslümanlar helak olacaktı. Cebrail'i gördüm ki Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) eşleri arasında onu benden başka gören olmadı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) evimde iken vefat etti ki o zaman yanında melekle benden başka kimseler yoktu." İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Âişe'ye: "Cebrâil sana selam ediyor" buyurunca, Âişe: "Allah'ın selamı rahmeti ve bereketi onun da üzerine olsun" karşılığını verdi. İbnu'n-Neccâr Târihu Bağdâd'da Ebû Bekr Muhammed b. Ömer el- Bağdâdî el-Hanbelî'den, o babasından, o da Muhammed b. Hasan el- Kârânî'den bildirir: İbrâhim el-Harbî: "Dünya işlerinden yana bir sıkıntı içine girince «kurtulma duası» denilen bir duayla dua ettim" dedi. Ona: "Bu dua nedir?" diye sorduğumda: "Müminlerin annesi Âişe'nin o üzüntüsü anında ettiği ve bunun sonucunda Yüce Allah'ın, masumiyetine dair âyetler indirdiği duadır" karşılığını verdi. Ona yine: "Bu dua nedir?" diye sorduğumda şöyle dedi: "Ebû Abdillah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel, Süfyân b. Uyeyne'den o da Muhammed b. Vâsil el-Ensârî'den, o da babasından, o da dedesinden naklen bana bildirdiğine göre Enes b. Mâlik şöyle demiştir: "İçinde bulunduğu sıkıntıdan sonra âyetler nazil olunca gönlünü almak üzere, ağlayıp duran müminlerin annesi Âişe'nin yanında oturuyordum. Bana şöyle dedi: "Vallahi uzak yakın herkes benden uzaklaştı. Hatta kedi bile yanıma yaklaşmaz oldu. Bana yiyecek ve içecek getirilmedi, aç susuz bir şekilde yatardım. Bir gece rüyamda bir genç gördüm. Bu genç bana: "Neyin var?" diye sorduğunda: "İnsanların hakkımda söylediklerinden dolayı üzüntülüyüm" karşılığı verdim. Bana: "Şu duayla dua edersen Yüce Allah sıkıntını giderir" dediğinde, ona: "Bu dua nedir?" diye sordum. Şu karşılığı verdi: "Şöyle dersin: Ey bolca nimet veren! Ey kötülükleri bizden defeden! Ey sıkıntıları gideren! Ey karanlıklara ışık veren! Ey en adil bir şekilde hükmeden! Ey haksızlığa uğramışların vekili olan! Ey zulme uğrayanın dostu olan! Ey başlangıcı olmayan Evvel! Ey nihayeti olmayan Âhir! Ey ismi olup da künyesi olmayan! Allahım! Bu sıkıntımı gider ve bana bir çıkış yolu göster!" Uykumdan uyandığımda toktum, içeceğe kanmıştım ve masumiyetime dair Yüce Allah âyetleri indirmişti." İbnu'n-Neccâr: "Ğarîb bir rivayettir" demiştir. 27Bkz. Ayet:28 28"Ey Mü’minler! Evlerinizden başka evlere, izin almadan, seslenip sahiplerine selam vermeden girmeyiniz. Eğer düşünürseniz bu sizin için daha iyidir. Eğer evde kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size: «Geri dönün» denirse, hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha nezih bir davranıştır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilendir. İçinde size ait bîr eşya olan, oturanı bulunmayan evlere girmenizde herhangi bir günah yoktur. Allah, açığa vurduklarınızı da, gizlediklerinizi de bilir" Firyabî ve İbn Cerîr, Adiy b. Sâbit vasıtasıyla Ensâr'dan bir kişiden bildirir: Bir kadın: "Yâ Resûlallah! Ben evimde ne bir çocuğun, ne babamın, ne de başka birinin görmesini istemediğim bir vaziyette iken herhangi biri içeri girmektedir. Bu durum karşısında ne yapmalıyım?" diye sorunca: "Ey Mü’minler! Evlerinizden başka evlere, izin almadan, seslenip sahiplerine selam vermeden girmeyiniz. Eğer düşünürseniz bu sizin için daha iyidir" âyeti nazil oldu. İbn Cerîr'in lafzı ise: "Ailemden herhangi biri, beni görmesini istemediğim bir vaziyette iken devamlı olarak yanıma girmektedir" şeklindedir. Firyabî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hatim, İbnu'l-Enbârî Mesâhifte, İbn Mende Ğarâibu Şu'be'de, Hâkim, İbn Merdûye, Beyhakî Şuabu'l-İmân'da ve Diyâ'nın Muhtâre'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Burada kâtip hata etmiştir. Aslında bu: (.....) şeklindedir" dedi. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî): "Bu âyet Abdullah'ın Mushafında: (.....) şeklindedir" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: "Bu âyet Ubey'yin kıraatında: (.....) şeklindedir" demiştir. İbn Ebî Hâtim ve İbnu'l-Enbârî'nin Mesâhifte bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada izin almak kastedilmektedir" dedi. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesi, izin alma mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Şeybe, Hakîm et-Tirmizî, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Eyyûb derki: "Yâ Resûlallah! Yüce Allah'ın: (.....) buyruğundaki: (.....) ifadesinin selam vermek olduğunu anladık. Ancak: (.....) ifadesi ne demektir?" diye sorduğumda, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kişinin tesbih ederek, tekbîr getirerek, hamd ederek konuşması veya öksürerek ev halkına geldiğini bildirip izin istemesidir" buyurdu. Taberânî'nin, Ebû Eyyûb el-Ensâri'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "İsti'nâs ifadesi, evin hizmetçisine seslenerek selam vereceği kişilerin yanına girmek için izin istemesi demektir" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada öksürerek ses çıkarmak kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî Edeb'de, Ebû Dâvud ve Beyhakî Sünen'de Rabî' vasıtasıyla bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) evinde iken, Âmir oğullarından bir kişi kendisinden girmek için izin isteyerek: "İçeri girebilir miyim?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hizmetçisine: "Bu kişinin yanına çık da ona izin istemeyi öğret. Ona: «Esselâmu aleyküm (Allah'ın selamı üzerine olsun) diye selam ver ve girebilir miyim?» de" buyurdu. İbn Cerîr'in Amr b. Saîd es-Sekafî'den bildirdiğine göre bir kişi Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girmek için izin istedi ve: "Girebilir miyim?" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ravda isimli cariyesine: "Bu kişinin yanına git de ona izin istemeyi öğret. Çünkü bu kişi güzel bir şekilde izin istemeyi bilmiyor. Ona: «Esselâmu aleyküm (Allah'ın selamı üzerine olsun) diye selam ver ve girebilir miyim?» de" buyurdu. İbn Sa'd, Ahmed, Buhârî, Edeb'de, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Kelede der ki: Safvân b. Umeyye Mekke'nin fethi sıralarında, beni süt ve küçük cins salatalık ile Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vadinin en yüksek yerinde idi. Ben de yanına izin almadan ve selam vermeden girince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Geriye dön, esselâmü aleyküm (Allah'ın selamı üzerine olsun) diyerek: «Girebilir miyim?» de" buyurdu. Kâsım b. Esbağ ve İbn Abdilber'in et-Temhîd'de İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Ömer, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yânına girmek için izin isteyerek: "Allah'ın selamı Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) üzerine olsun. Esselâmu aleyküm, Ömer içeri girebilir mi?" demiştir. İbn Vehb el-Mecâlis'te ve İbn Ebî Şeybe, Zeyd b. Eslem'den bildirir: Babam beni Ömer'e göndermişti. Yanına gidip: "Girebilir miyim?" dediğimde, Ömer: "Gir" karşılığını verdi. Ancak girdiğim zaman bana: "Merhaba ey kardeşim oğlu! Bir yere gireceğin zaman: "Girebilir miyim?" deme. Fakat: "Esselâmü aleyküm" de. Onlar: "Ve aleyküm" diye cevap verirlerse: "Girebilir miyim?" diye sor. Eğer: "Gir" derlerse o zaman gir" dedi. İbn Ebî Hâtim, Ümmü İyâs'tan bildirir: Hazret-i Âişe'nin yanına girmek için izin isteyen dört kadın arasındaydım. Ona: "Girelim mi?" dediğimde: "Hayır girmeyin" karşılığını verdi. İçimizden biri: "Esselâmu aleyküm, girelim mi?" deyince: "Girin" dedi ve: "Ey Mü’minler! Evlerinizden başka evlere, izin almadan, seslenip sahiplerine selam vermeden girmeyiniz..." âyetini okudu. Tirmizî'nin Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Selam, konuşmadan öncedir" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe ve Buhârî'nin Edeb'de bildirdiğine göre Ebû Hureyre selam vermeden önce izin isteyen kişi için: "Konuşmaya selamla başlamadıkça ona izin verilmez" dedi. Buhârî'nin Edeb'de bildirdiğine göre Ebû Hureyre: Kişi: "Esselâmu aleyküm" demeden girmek için izin isterse ona: "Hayır, anahtarla gelmedikçe (konuşmaya selamla başlamadıkça) girme" karşılığını verin" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Ubeyde: "Abdullah (b. Mes'ûd) bir yere gireceği zaman izin ister ve yüksek sesle konuşurdu" dedi. İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Annelerinizin veya kardeşlerinizin yanına gireceğiniz zaman izin istemeniz gerekmektedir" demiştir. Buhârî Edeb'de ve Ebû Davud'un Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kişinin bakışı eve girdi mi artık ona içeri girme izni verilmez" buyurmuştur. İbn Merdûye'nin Ubâde b. es-Sâmit'ten bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bir eve girerken izin isteme sorulunca: "Selam verip izin almadan bakışı eve giren kişi, Allah'a karşı asi olmuş olur ve artık ona içeri girme izni verilmez" buyurdu. Taberânî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim benim Allah'ın Resulü olduğuma şahitlik ederse izin alvp selam vermeden kimsenin evine girmesin. Kişi içeri girmeden evin içine bakarsa, içeri girmiş sayılır" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud ve Beyhakî Şuabu'l-İmân'da Huzeyl'den bildirir: Bir kişi Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kapısı önünde durup içeri girmek için izin istedi ve kapının önünde dikildi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: "Şöyle kapının bir tarafında dur. Zira izin, kişinin görmemesi gereken şeylere bakmaması için istenir" buyurdu. Buhârî Edeb'de ve Ebû Dâvud, Abdullah b. Busr'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) birinin kapısına geldiği zaman kapının karşısında durmazdı. Kapının sağında veya solunda durarak iki defa: "Esselâmu aleyküm" derdi. Çünkü o zamanlarda kapıları kapatan bir örtü yoktu. Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Neşâî, Sehl b. Sa'd'dan bildirir: Bir kişi Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hücresindeki bir delikten Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bakıyordu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) elinde başını kaşıdığı demir bir çubuk vardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer beni gözetlediğini bilmiş olsaydım bu demiri gözüne saplardım. Çünkü izin istemek kişinin görmemesi gereken şeylere bakmaması içindir" buyurdu. Başka bir lafızda ise: "Allah'ın izin istemeyi emretmesi, kişinin görmemesi gereken şeylere bakmaması içindir" şeklindedir. Taberânî, Sa'd b. Ubâde'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) evde iken yanına geldim ve kapının karşısında durup girmek için izin istedim. Bunun üzerine bana kapıdan uzaklaşmam için işaret ederek: "İzin istemek, kişinin görmemesi gereken şeylere bakmaması için değil midir!" buyurdu. Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini açıklarken şöyle dedi: "Burada izin almak kastedilmektedir. Daha önce de izin istemenin üç defa olduğu söylenirdi. Birinci defada ev halkının işitmesi, ikinci defada ise görülmemesi gereken şeylerden sakınmaları içindir. Üçüncü defada da isterlerse izin verirler, isterlerse geri çevirirler." Mâlik, Buhârî, Müslim ve Ebû Dâvud, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: "Ensâr'ın meclislerinden bir mecliste oturmaktaydım ve Ebû Mûsa korkmuş bir şekilde yanımıza geldi. Ona: "Seni korkutan nedir?" dediğimizde şöyle anlattı: "Ömer yanına gitmemi istemişti. Yanına gittim ve girmek için üç defa izin istedim. Ancak izin vermeyince geri döndüm. Ömer: "Seni yanıma girmekten alıkoyan şey nedir?" deyince: "Yanına geldim ve üç defa izin istedim. Ancak girmem için bana izin verilmedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda: "Sizden biriniz üç defa izin isterde ona izin verilmezse geri dönsün" buyurmuştur" dedim. Ömer: "Bu konuda bana bir delil getireceksin" dedi. Bunun üzerine mecliste oturanlar: "Mutlaka aramızdaki en küçük kişi seninle gidip şahitlik edecektir" dediler. Ben de kendisiyle beraber gidip şahitlik ettim! Ömer, Ebû Mûsa'ya: "Seni bir şeyle itham etmiyorum. Fakat Resûlullah'dan (sallallahü aleyhi ve sellem) hadis nakletmek ağır bir şeydir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Ey Mü’minler! Evlerinizden başka evlere, izin almadan, seslenip sahiplerine selam vermeden girmeyiniz. Eğer düşünürseniz bu sizin için daha iyidir. Eğer evde kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size, «Geri dönün» denirse, hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha nezih bir davranıştır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilendir. İçinde size ait bir eşya olan, oturanı bulunmayan evlere girmenizde herhangi bir günah yoktur. Allah, açığa vurduklarınızı da, gizlediklerinizi de bilir" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: "Sizin olmayan evlere gireceğiniz zaman selam verip izin isteyiniz. Çünkü burada takdim vardır. Selam da izin istemeden önce verilir. Bu şekilde davranmanız günah işlememeniz açısından ve ev halkının görülmemesi gereken şeylerden sakınmaları açısından daha hayırlıdır. Evde kimseyi bulamadığınız takdirde içeri girmeyin ve kapı önünde oturup beklemeyin. Geri dönmek kapı önünde beklemekten daha hayırlıdır. Zira Allah yaptıklarınızı bilendir. Yollarda sefere çıkan kişiler için yapılmış hanlar ve içinde kimsenin oturmadığı boş bir eve sıcaktan veya soğuktan korunmak için veya herhangi bir şekilde faydalanabilmek için selam vermeden ve izin istemeden girmenizde bir sakınca yoktur." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Eğer evde kimseyi bulamazsanız.." âyetini açıklarken: "Eğer içinde fayda sağlayacağınız bir şey yoksa izin almadan içeri girmeyin, mânâsındadır" dedi. "İçinde size ait bir eşya olan, oturanı bulunmayan evlere girmenizde herhangi bir günah yoktur. Allah, açfğa vurduklarınızı da, gizlediklerinizi de bilir" âyeti hakkında ise: "Medine yollarında içinde kimse bulunmayan boş evlerin içine fayda sağlayacak bazı şeyler bırakırlardı. Böylesi evlere izin almadan girmek helal kılındı" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Oturanı bulunmayan evlere girmenizde herhangi bir günah yoktur..." âyetini açıklarken: "Burada sefere çıkan kişilerin konaklama yeri olarak kullandıkları ve içinde daimi olarak kimsenin oturmadığı boş evler kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Muhammed İbnu'l-Hanefiyye: "...Oturanı bulunmayan evlere girmenizde herhangi bir günah yoktur..." âyetini açıklarken: "Burada yol üzerindeki hanlar kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ: (.....) âyetini açıklarken: "Burada hacet gidermek için girilen boş evler kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "...Oturanı bulunmayan evlere girmenizde herhangi bir günah yoktur..." âyetini açıklarken: "Burada hacet gidermek için girilen harabe evler kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd, İbrâhîm en-Nehaî'den aynısını bildirir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini açıklarken: "Burada yağmurdan, sıcaktan ve soğuktan korunmak kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "...Oturanı bulunmayan evlere girmenizde herhangi bir günah yoktur..." âyetini açıklarken: "Burada-sefere çıkmış kişilerin konakladıkları, içinde daimi olarak kimsenin oturmadığı boş evler kastedilmektedir" dedi. (.....) âyeti hakkında ise: "Burada bir şeye ulaşıp menfaat sağlamak kastedilmektedir" dedi. Ebû Ya'la, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Muhacirlerden bir kişi şöyle dedi: "Ömrüm boyunca bu âyetin hükmünü yerine getirmek istedim. Arkadaşlarımdan birine gidip izin istediğimde bana: "Geri dön" demesini ve: "Size: «Geri dönün» denirse, hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha nezih bir davranıştır..." buyruğunda olduğu gibi hoşnut bir şekilde geri dönmeyi istedim, ama olmadı. İbn Ebî Hâtim, Mukâtil b. Hayyân'dan bildirir: Cahiliye zamanında kişi arkadaşını gördüğü zaman ona selam vermez ve: "Hayırlı sabahlar veya hayırlı akşamlar" derdi. Bu kendi aralarındaki bir selamlaşma şekli idi. Onlardan biri bir arkadaşına gittiği zaman izin istemeden birden içeri girip: "Ben içeri girdim" derdi. Bu, ev sahibine ağır gelirdi. Çünkü o anda ailesiyle beraber olabilirdi. Allah bütün bunları bir örtü ve iffet anlayışıyla değiştirerek: "...Evlerinizden başka evlere, izin almadan, seslenip sahiplerine selam vermeden girmeyiniz. Eğer düşünürseniz bu sizin için daha iyidir" buyurmuştur. Başkasının evine girerken selam verip izin isteme âyeti nâzil olduğu zaman Ebû Bekr: "Yâ Resûlallah! Mekke ve Medine, Şam ve Beyt'ul- Makdis arasında yolculuk eden Kureyş tüccarlarının halleri ne olacaktır? Onların yolda konakladıkları belli evler vardır. İçinde kimsenin bulunmadığı bu evlerden nasıl izin isteyecek ve nasıl selam verecekler?" dedi. Bunun üzerine Allah bu konuda: "İçinde size ait bir eşya olan, oturanı bulunmayan evlere girmenizde herhangi bir günah yoktur..." âyetini indirmiş ve izin istemeksizin girmeye ruhsat vermiştir. Buhârî Edeb'de, Ebû Dâvud Nâsih'te ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Allah: "Ey Mü’minler! Evlerinizden başka evlere, izin almadan, seslenip sahiplerine selam vermeden girmeyiniz..." buyurdu. Sonra bunu neshedip: "İçinde size ait bir eşya olan, oturanı bulunmayan evlere girmenizde herhangi bir günah yoktur..." buyurmuş ve böylesi evleri diğer evlerden istisna etmiştir. 29İçinde oturulmıyan ve içinde, faydalanma hakkınız bulunan (ahır ve han gibi) evlere (izinsiz) girmenizde bir günah yoktur. Allah, açıkladığınızı da bilir, gizlediğinizi de... 30"Mü'min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır" İbn Merdûye, Ali b. Ebî Tâlib'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bir kişi Medine yollarından bir yolda giderken bir kadına baktı. Kadın da kendisine baktı. Şeytan onlara ancak birbirlerini beğenerek bakmaları vesvesesini verdi. Adam kadına bakarak duvara doğru yürürken duvara çarptı ve burnunu yaraladı. Bunun üzerine kendi kendine: "Vallahi, bu durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirmeden kanımı yıkamayacağım" dedi. Sonra Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip durumu anlattı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu, işlediğin günahının cezasıdır" buyurunca, Yüce Allah: "Mü'min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır" âyetini indirdi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Mü'min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar.." âyetini açıklarken: "Kendilerine helal olmayan namahrem kişilerden gözlerini sakındırıp ırzlarını korusunlar, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Mü'min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar..." âyetini açıklarken: "Allah'ın sevmediği arzularından gözlerini sakınsınlar, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) âyetini açıklarken: "Burada gözleri haramdan sakınmaları kastedilmektedir. (.....) ifadesi ile sakınmayı kuvvetlendirmiştir. Yani ifadesi ile gözlerini bakılması haram olan şeylerden ve ırzlarını kötülüklerden sakınmaları kastedilmektedir. Öyle yapmaları kendileri için daha hayırlıdır" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ebu'l-Âliye'den bildirir: "...Irzlarını korusunlar..." âyeti ile: "Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar..." âyeti dışında Kur'ân'da ırzı korumakla ilgili geçen bütün âyetlerde zina kastedilmektedir. Ancak bu âyetlerde kişinin avret mahallini kimseye göstermemesi kastedilmektedir. Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî,' Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin bildirdiğine göre Behz b. Hakîm, babasından o da dedesinden şöyle bildirir: "Yâ Resûlallah! Örtülmesi gereken yerlerimizi kime karşı örtmeliyiz?" diye sorduğumda: "Hanımından ve sahip olduğun cariyenden başka herkese karşı örtülmesi gereken yerlerini ört" buyurdu. "Ey Allah'ın Peygamberi! Kavim birbiri arasında kanşık ise durum nedir?" dediğimde ise: "Eğer kimseye göstermemeye gücün yeterse kimseye gösterme" buyurdu. Sonra: "Kişi tek başına olunca ne yapması gerekir?" dediğimde: "Allah kendisinden utanılmaya insanlardan daha fazla hak sahibidir" buyurdu. İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Alâ' b. Ziyâd der ki: Önceleri: "Bir kadının elbisesinin güzelliğine bakıp durma. Zira bu bakış kalpte bir şehvet kılar" denilirdi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Şeytan erkeğin üç yerindedir. Bu yerler erkeğin gözü, kalbi ve erkeklik organıdır. Erkekte olduğu gibi kadının da üç yerindedir. Bu yerler kadının gözü, kalbi ve gerisidir" dedi. İbn Ebî Şeybe, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Cerîr el-Becelî: "Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ani bakışı sorduğumda bana bakışımı başka yöne çevirmemi emretti" dedi. İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Beyhakî'nin, Bureyde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bir defa baktıktan sonra ikinci defa bakma. Çünkü birinci bakış senin, ikinci bakış ise hakkın değildir" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe ve İbn Merdûye, Hazret-i Ali vasıtasıyla aynısını bildirir. İbn Merdûye ve Harâitî'nin Mekârimul-Ahlak'Ğa İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yol kenarlarında oturmayın. Mutlaka oturacaksanız, selama karşılık verin ve harama bakmaktan sakının. Yolu bilmeyenlere yol gösterin. Yük yükleyen veya indirenlere de yardıma olun" buyurmuştur. Buhârî ve Müslim'in Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yollarda oturmaktan sakının" buyurmuştur. Ashâb: "Yâ Resûlallah! Bizim yolda oturmamız kaçınılmaz bir şeydir. Biz orada oturur ve sohbet ederiz" deyince: "Eğer illa ki oturacaksanız o zaman yolun hakkını verin" buyurdu. Ashab: "Yâ Resûlallah! Yolun hakkı nedir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Harama bakmamak, (yolda gelen gecene) eziyet verici şeyleri defetmek, selama cevap vermek ve iyiliği emredip kötülükten nehyetmektir" buyurdu. Ebu'l-Kâsım el-Beğavî Mu'cem'de, Taberânî, Hatîb ve İbnu'n-Neccâr'ın Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bana şu altı şeyde garanti verin ki ben de size Cennet için kefil olayım. Sizden biriniz konuştuğu zaman yalan konuşmasın, emanete ihanet etmesin, bir şey vaad ettiğinde vaadini yerine getirsin, sonra gözlerinizi ve ellerinizi haramdan sakının ve ırzınızı koruyun." Ahmed, Hakîm Nevâdiru'l-Usûl'da, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îmân'da Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim bir kadına bir defa bakar da sonra yüz çevirirse, mutlaka Allah bu kişinin ettiği ibadet tatlılığını kalbinde hissettirir" buyurmuştur. Ahmed, Buhârî, Müslim ve Ebû Dâvud'un Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki, Allah, insanın zinadan nasibini yazmıştır. Kişi buna mutlaka erişecektir. Gözün zinası bakmak, dilin zinası ise (müstescen) konuşmaktır. Kulakların zinası dinlemek, elin zinası tutmak ve ayakların zinası harama yürümektir. Nefis, arzular ve şehvetlenir. Cinsel organ ise bunu tasdik eder veya yalanlayıp reddeder. Hâkim'in Huzeyfe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bakmak şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim onu Allah korkusuyla bırakırsa Allah onun yerini tatlılığını kalbinde hissedeceği bir imanla değiştirir" buyurmuştur. İbn Ebi'd-Dünyâ ve Deylemî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ın haram kıldığı şeylere bakmaktan sakınan, Allah rızası için geceleri uykusuz kalan ve sinek başı kadar olsa bile Allah korkusuyla gözyaşı döken gözler dışındaki bütün gözler kıyamet gününde ağlayacaktır" buyurmuştur. 31"Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Görünen kısımlar müstesna, zînetlerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar. Zınetlerîni kocalarından yahut babalarından yahut kocalarının babalarından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut erkek kardeşlerinden yahut erkek kardeşlerinin oğullarından yahut kız kardeşlerinin oğullarından yahut müslüman kadınlardan yahut sahip oldukları kölelerden yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!" İbn Ebî Hâtim, Mukâtil'den bildirir: Bize bildirildiğine göre Câbir b. Abdillah el-Ensârî şöyle anlatmıştır: Esmâ binti Murşid, Haris oğullarının yanında bulunan bir hurmalığında idi. Ayaklarındaki halhalları, göğüsleri ve saç örgüleri görünen izarsız kadınlar yanına geldi. Bunun üzerine Esmâ: "Bu ne kötü bir şeydir!" deyince, Yüce Allah: "Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Görünen kısımlar müstesna, zînetlerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar. Zinetlerini kocalarından yahut babalarından yahut kocalarının babalarından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut erkek kardeşlerinden yahut erkek kardeşlerinin oğullarından yahut kız kardeşlerinin oğullarından yahut müslüman kadınlardan yahut sahip oldukları kölelerden yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!" âyetini indirdi. Abdurrezzâk, Firyabî, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "...Zînetlerini göstermesinler..." âyetini açıklarken: "Burada bilezik, bileğe takılan süs eşyaları, halhal, küpe ve gerdanlıklar kastedilmektedir" dedi. "...Görünen kısımlar müstesna..." âyeti hakkında ise: "Burada da elbiseler ve cilbâb (çarşaf) kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Mes'ûd'dan bildirir: İki çeşit zinet vardır. Biri açık olan, diğeri de kadının sadece kocasına gösterebileceği kapalı zinettir. Açık zinet elbiselerdir. Kapalı zinet ise sürme çekinme, bilezik ve yüzük takmaktır." İbn Cerîr'in lafzı ise: "Açık olan, zinet elbiseler, kapalı olanda halhal, küpeler ve bileziklerdir" şeklindedir. Ahmed, Nesâî, Hâkim ve Sünen'de Beyhakî'nin Ebû Mûsa'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Bir kadın koku süzünür de kokusunu almaları için bir kavmin yanından geçerse zina etmiş olur" buyurdu. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Enes: "...Görünen kısımlar müstesna, zînetlerini göstermesinler..." âyetini açıklarken: "Burada sürme ve yüzük kastedilmektedir" dedi. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Görünen kısımlar müstesna, zînetlerini göstermesinler..." âyetini açıklarken: "Burada sürme, yüzük, küpe ve gerdanlık kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Görünen kısımlar müstesna..." âyetini açıklarken: "Burada el kınası ve yüzük kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hazret-i Ömer: "Açık zinet yüz ve avuçlardır" dedi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Görünen kısımlar müstesna..." âyetini açıklarken: "Burada kadının yüzü, avuçları ve yüzük kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Görünen kısımlar müstesna..." âyetini açıklarken: "Burada kadının yüz kısmı ve avuç içleri kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî Sünen'de bildirir: Hazret-i Âişe'ye açık zinet sorulduğunda: "Bilezik ve yüzük açık zinettir" diye cevap verdi ve avuçlarıyla elbisesinin kollarını çekti. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İkrime: "...Görünen kısımlar müstesna..." âyetini açıklarken: "Burada yüz ve boğaz kısmı kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Burada avuç içleri ve yüz kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atâ: "...Görünen kısımlar müstesna..." âyetini açıklarken: "Burada avuç içleri ve yüz kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "...Görünen kısımlar müstesna, zînetlerini göstermesinler..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Burada bilezik, yüzük ve sürme kastedilmektedir. Yine bana bildirildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bileğinin üst tarafını tutarak: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden kadıntn ancak buraya kadar elini açması helaldir" buyurmuştur. Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Misver b. Mahreme: "...Görünen kısımlar müstesna..." âyetini açıklarken: "Burada bilezik, yüzük ve sürme kastedilmektedir" dedi. Suneyd ve İbn Cerîr, İbn Cüreyc'ten bildirir: İbn Abbâs: "...Görünen kısımlar müstesna, zînetlerini göstermesinler..." âyetini açıklarken: "Burada yüzük ve bilezik kastedilmektedir" dedi. Hazret-i Âişe ise: "Burada bilezik ve yüzük kastedilmektedir" dedi. Yine Hazret-i Âişe şöyle anlattı: Anadan kardeşim kızı Abdullah b. Tufayl'in annesi süslenmiş bir şekilde yanıma gelmişti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gelince onu görüp arkasını döndü. Ona: "Bu, benim kardeşim kızıdır ve daha küçüktür" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kadın ay hali olma çağına geldiği zaman yüzü ve şuraya kadar elleri dışında bir yerini göstermesi helal değildir" buyurdu ve kendi bileğini beş parmak üstten tuttu. Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ümmü Seleme der ki: Ben ve Meymûne, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında iken İbn Ümmü Mektûm içeri girdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ona karşı örtünün" buyurdu. Ben: "Yâ Resûlallah! O bizi görmeyen âmâ biri değil midir?" dediğimde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sizde âmâ mısınız? Siz onu görmüyor musunuz?" buyurdu. Ebû Dâvud, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Esmâ binti Ebî Bekr üzerinde ince elbiselerle Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ondan yüz çevirip: "Ey Esmâ! Kadın aybaşı hali olma çağına geldiği zaman burası dışında görünmesi caiz değildir" buyurup yüzü ve avuçlarını İşaret etti. Ebû Davud'un Merâsîl'de Katâde'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kız çocuğu aybaşı hali olma çağına geldiği zaman yüzü ve bileklere kadar elleri dışında vücudunun görünmesi uygun değildir" buyurmuştur. Buhârî, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: Allah ilk muhacir kadınlara rahmet eylesin. Yüce Allah: "...Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar..." âyetini indirdiği zaman onlar elbiselerinin üzerine giydikleri çarşaflarını yırttılar ve başlarını örttüler. İbn Cerîr, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: "...Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar..." âyeti nâzil olduğu zaman elbiselerimizi yırtıp başlarımızı örttük" dedi. Tayâlisî, Ahmed, Ebû Dâvud, Taberânî, Beyhakî Şuabu'l-İmân'da ve Hâkim'in Ümmü Seleme'den bildirdiğine göre kendisi başını örterken Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girdi ve: "Başörtünü sadece bir kat sar, iki kat sarma" buyurdu. Ebû Dâvud, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Safiyye binti Şeybe'den bildirir: Biz Hazret-i Âişe'nin yanında iken Kureyş kadınlarını ve onların üstünlüklerini zikrettik. Hazret-i Âişe: "Şüphesiz ki Kureyş kadınlarının bir üstünlüğü vardır. Vallahi, Allah'ın Kitab'ına inanmakta ve indirilene iman etmede Ensâr kadınlarından daha üstün olanını görmedim. "...Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar..." âyeti indiği zaman erkekler evlerine döndüler ve bu âyeti kadınlarına okudular. Her kişi bu âyeti karısına, kızına, kardeşine ve akrabalarına okuyordu. Onlardan hiçbir kadın yoktur ki, Allah'ın indirmiş olduğu kitaba iman edip tasdik etmiş olsun diye mutlaka giysileri ile örtündü. Sabah namazında örtülü bir şekilde Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasındaydılar. Sanki başları üzerinde kargalar vardı. Saîd b. Mansûr ve İbn Merdûye'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre bir kadın ince bir örtü ile alnı görünür bir şekilde yanına girmişti. Hazret-i Âişe bu örtüyü alıp yırttı ve başka bir örtü isteyerek onunla başını örttü. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar..." âyetini açıklarken: "Kadınların başörtülerini boğaz kısmına ve göğüslerine çekip bir şey gözükmeyecek şekilde örtmeleri kastedilmektedir" dedi. Ebû Dâvud Nâsih'te İbn Abbâs'tan bildirir: Nûr Sûresi'ndeki: "Görünen kısımlar müstesna, zînetlerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar..." âyetini okuduktan sonra: "...Bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler..." âyetini okudu. Sonra istisna edip: "Artık evlenme ümidi beslemeyen, hayızdan ve doğumdan kesilmiş yaşlı kadınların zinetlerini göstermeksizin dış elbiselerini çıkarmalarında kendileri için bir günah yoktur..." âyetini okudu. "Müteberricet" ifadesi boğazlarındaki zinetlerini ve güzelliklerini gösteren kadın demektir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Görünen kısımlar müstesna, zînetlerini göstermesinler..." âyetini açıklarken: "Açık zinet yüz, gözlerdeki sürme, ele yakılan kına ve yüzüktür. Kadın bunları evinde sadece yanına giren kişilere karşı açabilir" dedi. Sonra: "...Zînetlerini, kocalarından yahut babalarından yahut kocalarının babalarından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut erkek kardeşlerinden yahut erkek kardeşlerinin oğullarından yahut kız kardeşlerinin oğullarından yahut müslüman kadınlardan yahut sahip oldukları kölelerden yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!" âyetini okudu ve: "Kadının bu kişilere gösterebileceği zinetler, küpesi, gerdanlığı ve bilezikleridir. Ancak halhalini, dirsekle omuz arasını, boğazını ve saçını kocasından başka kimseye gösteremez" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Zînetlerini, kocalarından yahut babalarından yahut kocalarının babalarından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut erkek kardeşlerinden yahut erkek kardeşlerinin oğullarından yahut kız kardeşlerinin oğullarından yahut müslüman kadınlardan yahut sahip oldukları kölelerden yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!" âyetini açıklarken: "Bunların dışında cilbablarını yani peçelerini, başörtülerinin üzerinden kimsenin önünde çıkarmasınlar. Çünkü bunların hepsi mahremdir. Amca, dayı, mümin kadınlar ve kadının kölesi aynı şekilde mahremdir" dedi. İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Şa'bî ve İkrime: "...Zînetlerini, kocalarından yahut babalarından yahut kocalarının babalarından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut erkek kardeşlerinden yahut erkek kardeşlerinin oğullarından yahut kız kardeşlerinin oğullarından yahut müslüman kadınlardan yahut sahip oldukları kölelerden yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!"âyetini açıklarken: "Burada amca ve dayı zikredilmemiştir. Çünkü onlar gördüklerini çocuklarına anlatabilirler. Bu sebeple kadın, amca ve dayısının yanında başörtüsünü kaldıramaz" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in el-Kelbî vasıtasıyla Ebû Salih'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Burada Müslüman kadınlar kastedilmektedir. Kadının zinetini gösteremeyeceği kadınlar, Yahudi ve Hıristiyan kadınlardır. Bunlar da kadının boğazı, küpeleri, gerdanlığı ve mahrem kişiden başka kimsenin görmemesi gereken yerleridir. Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: "Müslüman kadın, müşrik bir kadının yanında başörtüsünü kaldıramaz. Onu ebe olarak kabul etmediği gibi ona ebelik te edemez. Zira Yüce Allah: (.....) buyurmaktadır. Bu da sadece mümin kadınları kapsamaktadır" dedi. Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb, Ebû Ubeyde'ye şöyle bir mektup yazdı: "Derim ki! Bana bildirildiğine göre Müslüman kadınlar müşriklerin kadınlarıyla beraber hamamlara girmektedir. Sen bunu yasaklayıp engel ol. Çünkü Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kadının görünmemesi gereken yerlerine kendi dininden olanlar dışında kimsenin bakması helal değildir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Yahut sahip oldukları kölelerden... başkalarına göstermesinler..." âyetini açıklarken: "Burada kadının kendi kölesi kastedilmektedir. Kadının, kocasının kölesi yanında başörtüsünü kaldırması helal değildir" dedi. İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Erkek kölenin hanımefendisinin saçlarını görmesinde bir sakınca yoktur" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Kadın başörtüsünü kölesinin yanında kaldırabilir" dedi. Ebû Dâvud, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), kendisine hibe etmiş olduğu bir köleyle beraber kızı Fâtıma'nın yanına gitti. Hazret-i Fâtıma'nın üzerinde başını örttüğünde ayaklarına, ayaklarını örttüğünde de başına yetişmeyen bir elbise bulunmaktaydı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kızı Fâtıma'nın örtünmeye çalıştığını görünce: "Bunda bir sakınca yoktur. Çünkü bunlardan biri baban, diğeri de kölendir" buyurdu. Abdurrezzâk ve Ahmed'in Ümmü Seleme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer birinizin mükâteb bir kölesi olur da o kölenin borcunu ödeyecek gücü varsa ona karşı örtünün" buyurmuştur. Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Mücâhid: "Köleler, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarının yanına girerdi" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: (.....) âyetini açıklarken: "Diğer bir kıraatta bu: (.....) şeklindedir" dedi. Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Tâvus ve Mücâhid: "Erkek köle hanımefendisinin saçlarına bakamaz" diyerek: "Bu bazı kıraatlarda: (.....) şeklindedir" dediler. Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Atâ: "Kadının kölesi saçlarını ve ayaklarını görebilir mi?" diye sorulunca: "Kölenin çocuk olması dışında ben bunu sevmiyorum. Sakalı çıkmış bir köle böyle bir şey göremez" cevabını verdi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb der ki: (.....) âyeti sizi aldatmasın. Burada erkek- köleler değil, cariyeler kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî): "Kadın, kölesine karşı örtünür" dedi. Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden... başkalarına göstermesinler..." âyetini açıklarken: "Burada kadınların kendilerinden utanmadığı erkekler kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden... başkalarına göstermesinler..." âyetini açıklarken: "Burada aklı kıt olup da topluma uyan, kadınları istemeyen ve onlara karşı şehveti olmayan kişiler kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden... başkalarına göstermesinler..." âyetini açıklarken: "Önceleri erkek erkeğin ardından gider ve onu kıskanmazdı. Kadın böylesi birinin yanında başörtüsünü kaldırmaktan çekinmezdi. Buda kadınlara ihtiyacı olmayan aklı kıt kişidir" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Tâvus: "...Yahut erkekliği kalmamış hizmetçiler..." âyetini açıklarken: "Burada kadınlara karşı şehveti olmayan ve onlara ihtiyaç duymayan aklı kıt kişi kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Yahut erkekliği kalmamış hizmetçiler..."âyetini açıklarken: "Burada kadın hallerini bilmeyen aklı zayıf kişi kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Yahut erkekliği kalmamış hizmetçiler..." âyetini açıklarken: "Burada erkeklik organı sertleşmeyen muhannes kişi kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Yahut erkekliği kalmamış hizmetçiler..." âyetini açıklarken: "Burada kadınlarla beraber olmaya güç yetiremeyecek yaşlı kişi kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "...Yahut erkekliği kalmamış hizmetçiler..." âyetini açıklarken: "Burada cinsel ilişkiden aciz kalan kişi (iktidarsız) kastedilmektedir" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre el-Kelbî: "...Yahut erkekliği kalmamış hizmetçiler..." âyetini açıklarken: "Burada hadım edilmiş kişi ve cinsel ilişkiden aciz kalan kişi kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime: "Burada erkeklik organı sertleşmeyen kişi kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Burada bunamış kişi kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Şa'bî: "Burada, kadınlara bakacak yaşa gelmemiş kişi kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhaki, Hazret-i Âişe'den bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarının yanına giren muhannes biri vardı. Onu, kadınlara ihtiyacı olmayan erkeklerden sayarlardı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün bir hanımının yanına girdi ve bu muhannes kişinin bir kadını vasfederek: "O öyle güzel ki önünü döndüğü zaman dört (harfin)e, arkasını döndüğü zaman ise sekiz (harfin)e benzer (kırıtarak yürür)" dediğini duydu. Bunun üzerine: "Gördüğüm kadarıyla bu orada ne olduğunu biliyor. Bir daha sizin yanınıza girmesin" buyurdu. Sonra da ona karşı örtündüler. İbn Merdûye, Hazret-i Âişe'den bildirir: Hît, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarının yanına girerdi. Onu, kadınlara ihtiyacı olmayan erkeklerden sayarlardı. Bir gün bu, birini (kadını) vasfedip: "O öyle güzel ki önünü döndüğü zaman dört (harfin)e, arkasını döndüğü zaman ise sekiz (harfin)e benzer" derken Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) içeri girdi. Bunun üzerine: "İşittiğim kadarıyla bu orada ne olduğunu biliyor. Bir daha sizin yanınıza girmesin" buyurdu ve onu sürgün etti. O, her Cuma Beydâ denilen yere yemek dilenmeye gelirdi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Sünende Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: "...Henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler..." âyetini açıklarken: "Burada ergenlik çağma gelmeden önce daha kadınların ne olduğunu anlamayan çocuklar kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler..." âyetini açıklarken: "Burada daha ihtilam olmayan çocuk kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd,Katâde'den aynısını bildirir. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Bekr b. Abdirrahmân b. el-Hâris b. Hişâm: "Kadının tırnağı dâhil her yeri mahremdir" demiştir. İbn Cerîr'in Hadramî'den bildirdiğine göre bir kadın biri gümüşten, biri de boncuktan iki halhal edinmişti. Kadın, bir topluluğun yanından geçerken ayağını yere vurdu ve gümüş halhal boncuktan halhala değerek ses çıkardı. Bunun üzerine Yüce Allah: "...Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar.. ," âyetini indirdi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Ayaklarını yere vurmasınlar..." âyetini açıklarken: "Burada ayağındaki halhali diğer bir halhala değdirerek veya ayağındaki bir çok halhali birbirine değdirerek ses çıkarması kastedilmektedir. Çünkü bu, şeytanın işindendir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...Ayaklarını yere vurmasınlar..." âyetini açıklarken: "Kadın ayağındaki halhalin sesinin işitilmesi için ayağını yere vururdu. Ancak bundan nehyolundular" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar..." âyetini açıklarken: "Burada halhal kastedilmektedir. Ancak onun sesinin işitilmesi için ayaklarını yere vurmaktan nehyolundular" dedi. Abd b. Humeyd, Muâviye b. Kurre'den bildirir: "Cahiliye zamanında kadınlar sert halhalların sesini işittirmek için ayaklarını yere vururlardı. Bunun üzerine Yüce Allah: "...Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar..." âyetini indirdi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Mâlik'ten bildirir: Kadın ayağında boncuklarla gelir ve bir meclise vardığı zaman ayağını yere vururdu. Bunun üzerine: "...Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!" âyeti indi. İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Eskiden kadın ayağına çıngıraklı halhal takardı. Yanına yabancı biri girdiği zaman halhalin sesini işittirmek için kasıtlı bir şekilde ayağını oynatırdı. "...Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar..." âyeti da, yanına giren yabancı kişinin gizlediği zineti bilmesi için ayaklarını oynatmasın, mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "...Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar..." âyetini açıklarken: "Burada halhal kastedilmektedir" dedi. Tirmizî'nin Meymûne binti Sa'd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ailesinden başka kişilere süslenip de görünmek isteyen kadın, kıyamet gününde ışığı olmayan bir karanlık gibidir" buyurmuştur. Ahmed, Buhârî Edebu'l Müfred'de, Müslim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da Eğar'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey insanlar! Allah'a tövbe edin. Zira ben günde yüz defa ona tövbe etmekteyim" buyurmuştur. Ahmed, Huzeyfe'den bildirir: Aileme karşı sivri dilli biri idim. Ancak başkalarına karşı öyle değildim. Bunu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bahsettiğimde: "Ey Huzeyfe! Sen istiğfardan yana neredesin? Ben günde yüz defa Allah 'a istiğfar ve tövbe ederim" buyurdu. İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da Ebû Râfi'den bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Müminlerin kaç örtüsü vardır?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Sayamayacağın kadar çoktur. Ancak mümin bir günah işlediği zaman bir örtü kaldırılır. Eğer bu günahtan dolayı tövbe ederse o örtü ve beraberinde dokuz örtü daha geri döner. Eğer tövbe etmezse sadece bir örtü gider. Üzerinde bir şey kalmadığı zaman, Allah meleklerinden dilediğine: «İnsanoğlu kınayan ancak affeden biri değildir. Onu kanatlarınızla örtünüz» buyurur. Melekler de Allah'ın emretmiş olduğu gibi onu örter. Eğer bu kişi tövbe ederse örtülerinin tümü geri döner. Tövbe etmemesi durumunda da melekler şaşırıp kalır. Bunun üzerine Yüce Allah: «Onu kendi haline bırakın» buyurur ve melekler onu bırakınca üzerlerinde onu örtecek hiçbir örtü kalmaz (ve bütün ayıpları açıkta kalır). " İbnu'l-Münzir'in, Abdullah b. Muğaffel'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Pişmanlık tövbedir" buyurmuştur. Ahmed, Buhârî Târih'te, İbn Mâce, İbn Hibbân, Hâkim, Beyhakî Şuab'da Ebû Nuaym Hilye'de ve Hakîm et-Tirmizî'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Pişmanlık tövbedir" buyurmuştur. İbn Hibbân, Dârakutnî el-Efrâd'da, Hâkim, Beyhakî Şuab'da, Diyâ Muhtâre'de ve Hakîm et-Tirmizî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Pişmanlık tövbedir" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs'a, önce kadınla zina edip sonra onunla evlenen kişinin durumunu sorunca: "Başı zina, sonu ise nikahtır. İkisinin birden tövbe etmesi benim için ayrı ayrı tövbe etmelerinden daha sevimlidir. Zira Yüce Allah: "...Ey müminler! Hep birlikte tövbe ediniz..." buyurmaktadır" karşılığını verdi. 32"Sîzden bekâr olanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden salitı olanları evlendirin. Eğer bunlar yoksul iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir. Allah, lütfü geniş olandır ve hakkıyla bilendir" Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Sizden bekâr olanları... evlendirin..." âyetini açıklarken: "Duymuş olduğunuz gibi Allah size böylesi kişileri evlendirmenizi emretmektedir. Böylesi, bakmaktan sakınmak ve ırzlarını korumak açısından daha iyidir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti: (.....) şeklinde okumuştur. İbn Merdûye'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Salih ve salihe kişileri evlendirin. Böylece onların ardından gelen nesil güzel olur" buyurmuştur. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Sizden bekâr olanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden durumu uygun olanları evlendirin. Eğer bunlar yoksul iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir. Allah, lütfü geniş olandır ve hakkıyla bilendir" âyetini açıklarken: "Yüce Allah nikahı emretmiş ve Müslümanları ona teşvikte bulunmuştur. Yine Müslümanlara, hürleri ve köleleri evlendirmelerini emredip, onunla bir zenginlik vaad ederek: "...Eğer bunlar yoksul iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir..." buyurmuştur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Bekr es-Sıddîk: "Allah'ın size nikah konusunda emretmiş olduğu gibi ona itaat ediniz. Allah size bu konuda vaad ettiğini yerine getirecektir" dedi ve: "...Eğer bunlar yoksul iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir..." âyetini okudu. Abdurrezzâk Musannef’te ve Abd b. Humeyd, Katâde'den bildirir: Bize zikredildiğine göre Ömer b. el-Hattâb şöyle demiştir: "Evlilikle zengin olmayı aramayan kişi gibisini görmedim. Zira Yüce Allah bu konuda ona vaad te bulunmuş ve: "...Eğer bunlar yoksul iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir..." buyurmuştur. Abdurrezzâk ve İbn Ebî Şeybe'nin Musannef’te bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb: "Zenginliği evlilikte arayın" dedi ve: "...Eğer bunlar yoksul iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir..." âyetini okudu. Diğer bir lafızda ise: "Üstünlüğü evlilikte arayın" şeklindedir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Zenginliği nikahta arayın. Zira Allah: "...Eğer bunlar yoksul iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir..." buyurmaktadır" dedi. Sa'lebî ve Deylemî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Rızkı nikahta arayın" buyurmuştur. Bezzâr, Dârakutnî el-İlel'de, Hâkim, İbn Merdûye ve Deylemî'nin Urve vasıtasıyla Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kadınları nikahlayın. Allah size onlarla beraber mal verir" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe ve Ebû Dâvud Merâsîl'de Urve'den mürsel olarak aynısını bildirir. Abdurrezzâk, Ahmed, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Hibbân, Hâkim ve Sünen'de Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ın üç kişiye yardım etmesi haktır. Bunlar iffetini korumak için nikah kıymak isteyen kişi, borcunu ödemek isteyen mükâteb köle ve Allah yolunda savaşan kişidir" buyurmuştur. Hatîb'in Târih'te bildirdiğine göre Câbir: "Bir kişi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip fakirlikten dolayı şikayette bulununca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu kişiye evlenmesini emretti" dedi. 33"Evlenmeye güçleri yetmeyenler de, Allah kendilerini lütfuyla zengin edinceye kadar iffetlerini korusunlar. Sahip olduğunuz kölelerden mûkâtebe yapmak isteyenlere gelince, eğer onlarda bir hayır görürseniz onlarla mükâtebe yapın. Allah'ın size verdiği maldan onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde etmek için iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları buna zorlarsa bilinmelidir ki hiç şüphesiz onların zorlanmasından sonra Allah onlar için çok bağışlayladır, çok merhametlidir" Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "Evlenmeye güçleri yetmeyenler de, Allah kendilerini lütfuyla zengin edinceye kadar iffetlerini korusunlar..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Burada bir kadını görüp de ona şehvetlenen kişi kastedilmektedir. Eğer bu kişi evli ise hanımına gitsin ve ihtiyacını gidersin. Eğer bekar ise Allah onu rızkıyla zengin kılana kadar Allah'ın göklerde ve yerdeki azamet ve kudretine bakıp düşünsün." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Ravk: "...İffetlerini korusunlar..."âyetini açıklarken: "Burada Allah'ın kendilerini rızıklandırana kadar haram kıldığı şeylerden korunmaları kastedilmektedir" dedi. Hatîb'in Târih'te bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Evlenmeye güçleri yetmeyenler de, Allah kendilerini lütfuyla zengin edinceye kadar iffetlerini korusunlar. Sahip olduğunuz kölelerden mükâtebe yapmak isteyenlere gelince, eğer onlarda bir hayır görürseniz onlarla mükâtebe yapın. Allah'ın size verdiği maldan onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde etmek için iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları buna zorlarsa bilinmelidir ki hiç şüphesiz onların zorlanmasından sonra Allah onlar için çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir" âyetini açıklarken: "Malı olmayan kişi evlensin, Allah onun ihtiyacını karşılar, mânâsındadır" dedi. İbnu's-Seken Ma'rifetu's-Sahâbe'de Abadullah b. Sabîh'ten, o da babasından bildirir: Huvaytib b. Abdi'l-Uzza'nın kölesi idim. Ona mükâtabe yapmayı teklif ettim, ama o kabul etmedi. Bunun üzerine: "...Sahip olduğunuz kölelerden mükâtebe yapmak isteyenlere gelince, eğer onlarda bir hayır görürseniz onlarla mükâtebe yapın. Allah'ın size verdiği maldan onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde etmek için iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları buna zorlarsa bilinmelidir ki hiç şüphesiz onların zorlanmasından sonra Allah onlar için çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir" âyeti nâzil oldu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) âyetini açıklarken: "Burada mükâtabe yapmak isteyen köleler kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil: "...Mükâtebe yapın..."âyetini açıklarken: "Bu bir öğüt ve ruhsattır, farz değildir" dedi. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âmir eş-Şa'bî: "...Mükâtebe yapın..." âyetini açıklarken: "Kişi dilerse mükâtebe yapar, dilerse yapmaz" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Enes b. Mâlik'ten bildirir: (Kölem) Şîrîn benden mükâtabe yapmayı istedi, ama ben bunu kabul etmedim. Bunun üzerine durumu Ömer'e bildirince, Ömer bana kamçısıyla yönelip: "Onunla mükâtebe yap" dedi ve: "...Sahip olduğunuz kölelerden mükâtebe yapmak isteyenlere gelince, eğer onlarda bir hayır görürseniz onlarla mükâtebe yapın..." âyetini okudu. Bende onunla mükâtebe yaptım. Ebû Dâvud Merâsü'de ve Sünen'de Beyhakî'nin Yahya b. Ebî Kesîr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "...Sahip olduğunuz kölelerden mükâtebe yapmak isteyenlere gelince, eğer onlarda bir hayır görürseniz onlarla mükâtebe yapın,.." âyetini açıklarken: "Eğer onların bir meslek, sahibi olduğunu bilirseniz mükâtebe yapın. Eğer öyle değilse onları insanlara yük olarak bırakmayın" buyurmuştur. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Eğer onlarda bir hayır görürseniz onlarla mükâtebe yapın..." âyetini açıklarken: "Burada hayırdan kasıt maldır" dedi. İbn Merdûye, Hazret-i Ali'den aynısını bildirir. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd, Mücâhid'den aynısını bildirir. Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Eğer onlarda bir hayır görürseniz onlarla mükâtebe yapın..." âyetini açıklarken: "Güvenilir ve ahde vefa gösteren biri olarak bilirseniz, mânâsındadır" dedi. Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Eğer onlarda bir hayır görürseniz onlarla mükâtebe yapın..." âyetini açıklarken: "Eğer mükâtebe yaptığın kişinin borcunu ödeyeceğini bilirsen, mânâsındadır" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Beyhaki, İbn Cüreyc'ten bildirin Atâa: "...Eğer onlarda bir hayır görürseniz onlarla mükâtebe yapın..." buyruğundaki "Hayır" ifadesinden maksat nedir? Kişinin malı veya iyi olması mıdır? Yoksa her ikisi midir?" dediğimde şöyle dedi: "Biz bunu ancak mal olarak görmekteyiz. Allah: (Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir mal bırakacaksa) buyurmaktadır. Burada da ifadesiyle mal kastedilmektedir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abîde es-Selmânî: "...Eğer onlarda bir hayır görürseniz onlarla mükâtebe yapın..." âyetini açıklarken: "Eğer güvenilir kişiler olduğunu bilirseniz, mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd, Katâde, İbrâhîm ve Ebû Salih'ten bu yorumun aynısını bildirir. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhaki, Nâfi'den bildirir: İbn Ömer, kölesinin bir mesleği olmazsa onunla mükâtebe yapmayı istemez ve ona: "Bana insanların kirlerini mi yedireceksin?" derdi. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid ve Tâvus: "...Eğer onlarda bir hayır görürseniz onlarla mükâtebe yapın..." âyetini açıklarken: "Burada mal ve güvenirlik kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî)'den aynısını bildirir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Eğer onlarda bir hayır görürseniz onlarla mükâtebe yapın..."âyetini açıklarken: "Eğer onların bir meslek sahibi olduğunu bilirseniz mükâtebe yapın. Eğer öyle değilse onların yüklerini Müslümanların üzerine bırakmayın" dedi. "...Allah'ın size verdiği maldan onlara verin..." âyeti hakkında ise: "Anlaştığınız miktardan bir kısım borcunu silin, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Rûyânî Müsned'de Diyâ el-Makdisî'nin Muhtâre'de bildirdiğine göre Bureyde: "...Allah'ın size verdiği maldan onlara verin..." âyetini açıklarken: "Bu, insanları ona vermeye teşvik etmektir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Allah'ın size verdiği maldan onlara verin..." âyetini açıklarken: "Bu, kölenin efendisi olsun bir başkası olsun, insanları bu işe teşviktir" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: "Mükâteb kişiye borcundan bir kısım silinir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in, Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Allah'ın size verdiği maldan onlara verin..." âyetini açıklarken: "Kişinin kölelikten kurtulması için Allah ona yardım etmeyi emretmiştir" dedi. Ali b. Ebî Tâlib: "Allah, kölenin efendisine mükâtebin borcundan dörtte birini silmesini emretmiştir. Ancak bu bir öğüttür, farz bir şey değildir. Fakat bunda sevap vardır" dedi. Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, Ebû Abdurrahman es-Sülemî vasıtasıyla bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: "...Eğer onlarda bir hayır görürseniz onlarla mükâtebe yapın..." âyetini açıklarken: "Burada mal-kastedilmektedir" dedi. "...Allah'ın size verdiği maldan onlara verin..." âyeti hakkında ise: "Mükâteb kişiye borcunun dörtte biri bırakılır" dedi. Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye, Deylemî ve Beyhakî'nin Abdullah b. Habîb vasıtasıyla Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "...Allah'ın size verdiği maldan onlara verin..." âyetini açıklarken: "Mükâteb kişiye borcunun dörtte biri bırakılır" buyurmuştur. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Mükâteb kişiye borcunun onda biri bırakılır" dedi. Abdurrezzâk, İbn Sa'd, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ömer, Ebû Ümeyye isimli bir kölesiyle mükâtebe yaptı. Ödeme zamanı Ebû Ümeyye yanına gelince, Ömer: "Ey Ebu Ümeyye git, mükâtebe bedelini kazanmada bundan istifâde et" dedi. Ebu Ümeyye: "Ey müminlerin emîri, bunu son taksit yerine saysan?" deyince, Ömer: "O zamana yetişememekten korkuyorum" karşılığını verdi ve: "...Allah'ın size verdiği maldan onlara verin..." âyetini okudu. Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: İbn Ömer aciz kalır da kendi sadakasına geri döner korkusu ile mükâteb kölesine ilk taksitlerden bir şey bırakmazdı. Ancak son taksitte istediği kadar bir miktardan vazgeçerdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem: "...Allah'ın size verdiği maldan onlara verin..." âyetini açıklarken: "Burada idareciler kastedilmektedir. Zekatlarından onlara verirler. Zira Yüce Allah: "Zekatlar, ancak... köleler, borçlular... içindir.." buyurmaktadır" dedi. İbn Ebî Şeybe, Müslim, Saîd b. Mansûr, Bezzâr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhaki, Ebû Süfyan vasıtasıyla Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Abdullah b. Ubey cariyesine: "Git bizim için zina et" derdi. O da bunu sevmezdi. Bunun üzerine Yüce Allah: (=Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde etmek için iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları buna zorlarsa bilinmelidir ki hiç şüphesiz onların zorlanmasından sonra Allah onları çok bağışlayıcıdır, onlara karşı çok merhametlidir) âyetini indirdi. O da, âyeti bu şekilde okurdu. Müslim aynı kanal ile Câbir'den bildirir: Abdullah b. Ubey'in Müseyke ve Ümeyme adında cariyeleri vardı. Abdullah b. Ubey onların zina etmesini isterdi. Onlar bu durumu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) şikayette bulununca, Yüce Allah: "...Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde etmek için iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları buna zorlarsa bilinmelidir ki hiç şüphesiz onların zorlanmasından sonra Allah onlar için çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir" âyetini indirdi. Nesâî, İbn Cerîr, Hâkim ve İbn Merdûye Ubey b. Zübeyr vasıtasıyla Câbir'den bildirir: Müseyke Ensâr'dan bir kişinin cariyesiydi. O, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Efendim beni zinaya zorlamaktadır" deyince: "...Cariyelerinizi fuhşa zorlamayın..." âyeti nâzil oldu. Bezzâr ve İbn Merdûye, Enes'ten bildirir: Abdullah b. Ubey'in Muâze adında bir cariyesi vardı ve onu zinaya zorlardı. İslam geldiği zaman: "...Cariyelerinizi fuhşa zorlamayın.." âyeti nâzil oldu. İbn Ebî Hâtim, İkrime'den aynısını bildirir. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: "...Cariyelerinizi fuhşa zorlamayın..." âyetini açıklarken: "Cahiliye halkı cariyelerini zinaya zorlardı. İslam gelince bundan men edildiler" dedi. İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Cahiliye zamanında ücret alarak cariyelerini zinaya zorlarlardı. Sonra bu âyet hâzil oldu" dedi. Tayâlisî, Bezzâr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin sahîh bir senetle İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Cahiliye zamanında Abdullah b. Ubey'in zina eden bir cariyesi vardı. Cariyesi ona zina ile çocuklar doğurmuştu. Allah zinayı haram kıldığı zaman kendisine: "Sana ne oldu ki artık zina etmiyorsun?" dedi. Cariye: "Hayır, vallahi artık asla zina etmeyeceğim" karşılığını verdi. Abdullah b. Ubey onu dövünce, Yüce Allah: "...Cariyelerinizi fuhşa zorlamayın..." âyetini indirdi. Saîd b. Mansûr, Firyabî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in İkrime'den bildirdiğine göre Abdullah b. Ubey'in Müseyke ve Muâze adında iki cariyesi vardı. Onlan zinaya zorlardı. Onlardan biri: "Eğer bu hayırlı bir şeyse bunu daha fazla yaparım. Öyle bir şey değilse bu işi bırakmam gerekir" deyince, Allah: "...Cariyelerinizi fuhşa zorlamayın..." âyetini indirdi. Saîd b. Mansûr ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik: "...Cariyelerinizi fuhşa zorlamayın..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu âyet Abdullah b. Ubey hakkında nâzil olmuştur. Onun zina ederek kendisine kazanç sağlayan bir cariyesi vardı. Sonra bu cariye Müslüman oldu ve Müslümanlığı güzel bir şekilde yaşadı. Abdullah b. Ubey eskisi gibi zina etmesini isteyince cariye onun bu isteğini kabul etmedi." İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Abdullah b. Ubey'in Muâze adlı bir cariyesi vardı. Yanına bir misafir geldiği zaman ona ikramda bulunup bir karşılık bekliyerek Muâze'yi misafirle beraber olması için gönderirdi. Muâze bu durumu Ebû Bekr'e şikayette bulununca, Ebû Bekr de bunu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirdi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), onu yanında tutmasını emretti. Abdullah b. Ubey feryad ederek: "Kim bizi Muhammed'den kurtaracak. O kölelerimizi elimizden almaktadır" dedi ve bu âyet nâzil oldu. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Zührî'den bildirdiğine göre Kureyşli bir kişi Bedir savaşında Abdullah b. Ubey'in yanında esir düşmüştü. Abdullah b. Ubey'in yanında Muâze adlı bir cariye de vardı. Kureyşli olan esir onu kendi nefsine istiyordu. Cariye müslüman idi ve bu sebeple o Kureyşli esirden uzak duruyordu. Bu yüzden Abdullah b. Ubey ona kızıyor ve belki Kureyşliden hamile kalır da doğacak çocuğunun da fidyesini alırım düşüncesiyle onu dövüyordu. Bunun üzerine Yüce Allah: "...Cariyelerinizi fuhşa zorlamayın..." âyetini indirdi. Hatîb Ruvât Mâlik'tç Mâlik vasıtasıyla İbn Şihâb'dan bildirdiğine göre Beni Hâris b. el-Hazrec'e mensup Ömer b. Sâbit: "...Cariyelerinizi fuhşa zorlamayın..." âyetinin Abdullah b. Ubey b. Selûl ve cariyesi Muâze hakkında nâzil olduğunu söyledi. O anda Abbâs b. Abdilmuttalib de yanında esir olarak bulunmaktaydı. O, belki Abbâs'tan hamile kalır da çocuğunda fidyesini alırım düşüncesiyle Abbas'ı yoldan çıkarması için Muâze'yi dövüyor, o da bunu kabul etmiyordu. Abdullah b. Ubey'in isteği de cariyenin Abbâs'tan çocuk edinmesiydi. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: Önceleri cariyelerine zina etmelerini emrederlerdi. Onlar da zina edip kazançlarını efendilerine verirdi. Abdullah b. Ubey'in de bir cariyesi vardı. O da zorla zina ederdi. Sonra zina etmeyi çirkin görüp bir daha zina etmemeye yemin etti. Abdullah b. Ubey de onu zinaya zorlayınca Allah bu âyeti indirdi. İbn Ebî Hâtim, Mukâtil b. Hayyân'dan bildirir: Bize bildirildiğine göre, Allah daha iyi bilir, bu âyet cariyelerini fuhşa zorlayan iki kişi hakkında nâzil olmuştur. Bu cariyelerden birinin adı Museyke idi ve Ensâr'dan bir kişinin yanında idi. Museyke'nin annesi Umeyme de Abdullah b. Ubey'in yanındaydı. Muâze ve Ürvâ da aynı durumdaydı. Museyke ve annesi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip durumlarını kendisine anlattılar. Bunun üzerine Yüce Allah: "...Cariyelerinizi fuhşa zorlamayın..." âyetini indirdi. İbn Ebî Şeybe'nin Râfi' b. Hadîc'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Haccamın (kan alan hacamatçının) ve fahişenin kazancı pistir" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Cuhayfe: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) fahişenin kazancını yasaklamıştır" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Mes'ûd ile Ebû Hureyre'den aynısını bildirir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ali (b. Ebî Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Cariyelerinizi fuhşa zorlamayın..."âyetini açıklarken: "Cariyelerinizi zina etmeleri için zorlamayın. Eğer zorlarsanız Allah onlar için çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. Günahları da onları zorlayan kişileredir" dedi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...İffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın..." âyetini açıklarken: "Burada iffetli ve Müslüman olmak isteyen cariyeler kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde etmek için..." âyetini açıklarken: "Burada fuhuştan ve çocukların fidyesinden elde edilen kazanç kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Hiç şüphesiz onların zorlanmasından sonra Allah onları çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir" âyetini açıklarken: "Burada zina etmeye zorlanan cariyeler kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...Hiç şüphesiz onların zorlanmasından sonra Allah onları çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir" âyetini açıklarken: "Allah, zorlayan kişilere değil zorlanan cariyelere karşı bağışlayıcı ve merhametlidir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre bu âyet İbn Mes'ûd'un kıraatında: (.....) şeklindedir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti: (.....) şeklinde okurdu. 34"Andolsun, biz size açıklayıcı âyetler, sizden önce gelip geçenlerden bîr misal ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için bir öğüt indirdik" İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil: "Andolsun, biz size açıklayıcı âyetler... indirdik" âyetini açıklarken: "Bu sûrede, Allah'ın kendilerine farz kıldığı şeyler kastedilmektedir" dedi. 35"Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba bir billur içindedir; o billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mübarek zeytin ağacından çıkan yağdan tutuşturulur. Bu öyle bir ağaç ki yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir. Bu ışık nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruyla hidayete iletir. Allah insanlara misal verir; Allah her şeyi bîlîr" Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sıfâf ta İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) gece vakti teheccüd namazı kıldığı zaman şöyle dua ederdi: "Allahım! Sana hatnd olsun. Sen göklerin, yerlerin ve içindekilerin Rabbisin. Sana hamd olsun. Sen göklerin, yerlerin ve içindekilerin nurusun. Sana hamd olsun. Gökleri, yeryüzünü ve içindekileri ayakta tutan sensin. Sana hamd olsun. Sen haksin, senin sözün de, vaadin de haktır. Sana kavuşmak haktır. Cennet haktır; Cehennem haktır ve kıyamet haktır. Allahım! Sana teslim oldum ve sana iman ettim. Sana tevekkül ettim ve sana yöneldim. Ben ancak senin verdiğin güçle mücâdele ettim ve senin hükmüne başvurdum. Benim önceden ve sonradan gizli ve açık olarak işlediğim günahlarımı bağışla! Sen benim Hakimsin. Senden başka ilah yoktur. " Ebû Dâvud, Nesâî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Zeyd b. Erkam der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah namazından sonra veya her namazdan sonra şöyle dua ederdi. "Ey bizim ve her şeyin Rabbi olan Allahım! Ben senin Rab olduğuna ve hiçbir ortağının olmadığına şahidim. Ey bizim ve her şeyin Rabbi olan Allahım! Ben, Muhammed'in kulun ve Resûlün olduğuna şahidim. Ey bizim ve her şeyin Rabbi olan Allahım! Ben bütün kulların kardeş olduğuna şahidim. Ey bizim ve her şeyin Rabbi olan Allahım! Beni ve ailemi her an, dünyada ve ahir ette sana karşı ihlâslı kıl. Ey Celal ve Kerem sahibi! Dualarımı işit ve kabul buyur. Allah büyüklerin büyüğüdür. Allah göklerin ve yerin nurudur. Allah büyüklerin büyüğüdür. Allah bana yeter, o ne güzel bir vekildir. Allah büyüklerin büyüğüdür." Taberânî'nin bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: İbn Abbâs: "Allahım! Yeryüzü ve gökyüzünün senin yüzünün nuruyla aydınlanması hürmetine beni senin koruman, güvencen ve rahmetin altında kıl" diye dua ederdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Allah, göklerin ve yerin nurudur..." âyetini açıklarken: "Allah yerde ve gökteki işleri, yıldızları, Güneş'i ve Ay'ı idare edendir" dedi. Firyabî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba bir billur içindedir; o billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mübarek zeytin ağacından çıkan yağdan tutuşturulur. Bu öyle bir ağaç ki yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir. Bu ışık nur üstüne nurdur ..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah'ın mümine vermiş olduğu nur, yağıriı, dağ başında ne çıktığı zaman, ne de battığı zaman güneşi görmeyen zeytin ağacından alan kandil gibidir. Bu yağ öyle bir yağdır ki neredeyse ateş değmese bile parlar. Müminin kalbi de işte böyle nur üstüne nurdur. Küfredenlerin: "...Amelleri, ıssız bir çöldeki serap gibidir..." Kafirler geldiklerinde amellerinin serap gibi olduğunu görürler. Kafirlerin durumu, susamış kişinin su görüp de yanına gittiğinde serap olduğunu gören kişi gibidir. Amelleri de aynı şekildedir. O, sevabı olduğunu sanır, ama hiçbir sevabı yoktur. Yahut: "...Yoğun bir sisle birlikte dalga üstüne dalganın örttüğü engin bir denizin ortasındaki karanlıklara benzer. Üst üste yığılmış karanlıklar... İnsan elini uzattığı zaman neredeyse onu bile göremez..." Kafirin kalbi de üst üste yığılmış karanlıklar gibidir." Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Enbârî'nin Mesâhifte Şa'bî'den bildirdiğine göre bu âyet Ubey b. Ka'b'ın kıraatında: (.....) şeklindedir. İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Allah, göklerin ve yerin nurudur..." âyetini açıklarken: "Allah'a iman eden kişinin nuru kandil gibidir. Yani pencere ışığı gibidir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi: "Burada kâtibin yazım hatası vardır. Allah'ın nuru kandil ışığından daha büyük bir şeydir. Oysa burada müminin nuru kandil ışığı gibi denilmektedir." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, el-Esmâ ve's- Sîfât'ta Ali (b. Ebî Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah yer ve gök ehlinin hidayete erdiricisidir. Müminin kalbindeki hidâyeti kandil ışığı gibidir. Müminin kalbi, daha kendisine ateş değmeden parlayan saf yağlı kandil gibidir. Ona ateş değdiği zaman ışığı daha da artar. O daha kendisine ilim verilmeden hidayetle iş yapar. İlim verildiği zaman da hidayet üstüne hidayet, nur üstüne nur olur." Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: Bu âyet Ubey b. Ka'b'ın kıraatında: (.....) şeklindedir. Veya: (.....) şeklindedir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Şa'bî: Bu âyet Ubey b. Ka'b'ın kıraatında: (.....) şeklindedir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b: "Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Burada göğsüne iman ve Kur'ân konulan mümin kişi kastedilmektedir. Allah bu konuda misal vererek: "Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba bir billur içindedir; o billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mübarek zeytin ağacından çıkan yağdan tutuşturulur. Bu öyle bir ağaç ki yağı, nerdeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir. Bu ışık nur üstüne nurdur.." buyurmuş ve ilk olarak kendi nuruyla başlamıştır. Sonra müminin nurunu zikrederek: "Ona iman eden kişinin nuru" diye buyurmuştur." Bu âyet kıraatımda: (.....) şeklindedir. Burada göğsüne iman ve Kur'ân konulan mümin kişi kastedilmektedir. Bu kişinin nuru kandil gibidir. Müminin ışığı göğsüne ve kalbine konulan imandır. Kalbindeki Kur'ân ve iman ateşi, parlayan bir yıldız gibidir. Onun aslı mübarektir. Mübarek demek, Allah'a karşı ihlaslı olmak ve ibadette ona hiçbir şeyi ortak koşmamak demektir. Mümin, yağını etrafı büyük ağaçlarla sarılı, güneşi görmeyen, yeşil ve küçük, mübarek bir ağaçtan alıp ışık saçan kandil gibidir. Müminin misali, hangi halde olursa olsun hiçbir şekilde kendisine güneş değmeyen küçük ve yeşil ağaç gibidir. O herhangi bir fitnenin kendisini sapıklığa düşürmesinden korunmuş ve fitnelerle imtihan olunmuşsa da, Allah onu hak üzere sebat ettirmiştir. O, şu dört huy üzeredir: "Bir şey dediğinde doğru söyler, hükmettiği zaman adaletle hükmeder, bir musibete maruz kaldığında sabreder, kendisine bir şey verildiğinde ise şükreder. O diğer insanlar arasında, ölülerin kabirleri arasında yürüyen diri kimse gibidir. O beş nur içinde dolaşıp durur. Onun sözleri nur, ameli nur, girişi nur, çıkışı nur ve kıyamet günü gideceği yer nurdur. Yani Cennettir. Sonra, Allah kafiri misal verip: "İnkâr edenlere gelince; onların amelleri ıssız bir çöldeki serap gibidir. Susamış kimse onu su sanır. Yanına geldiğinde hiçbir şey bulamaz. (Tıpkı bunun gibi kafir de hesap günü amellerinden bir şey bulamaz). Ancak Allah'ı yanında bulur da Allah onun hesabını tastamam görür. Allah, hesabı çabuk görendir" buyurmuştur. Kafir kıyamet gününde Allah katında bir hayrı olduğunu düşünerek gelir ve öyle bir şey bulamaz. Allah da onu ateşe atar. Allah, kafire başka bir misal vererek: "Yahut yoğun bir sisle birlikte dalga üstüne dalganın örttüğü engin bir denizin ortasındaki karanlıklara benzer. Üstüste yığılmış karanlıklar... İnsan elini uzattığı zaman neredeyse onu bile göremez. Allah'ın ışıktan yoksun bıraktığı kimsenin hiçbir ışığı olamaz" buyurmuştur. Kafir de beş karanlık içinde dolaşıp durur. Onun sözleri karanlık, amelî karanlık, girişi karanlık, çıkışı karanlık ve kıyamet günü gideceği yer karanlıktır. Yani Cehennemdir. O diğer canlılar arasında ölü gibidir. O, insanlar arasında yürür ve neyin lehine, neyin aleyhine olduğunu bilmez." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Yahudiler, Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ın nuru gökyüzü nurundan nasıl ayrılır?" deyince, Allah, nuru için bu misali vererek: "Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir" buyurdu. Âyetteki "Mişkât" ifadesi ile evdeki küçük bir oyuk kastedilmektedir. Onda cam içinde bulunan bir kandil bulunmaktadır. Bu, Allah'ın kendine itaat için vermiş olduğu bir misaldir. Allah itaati önce nur olarak, sonra da değişik isimlerle adlandırdı. lamba bir billur içindedir; o billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mübarek zeytin ağacından çıkan yağdan tutuşturulur. Bu öyle bir ağaç ki yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir. Bu ışık nur üstüne nurdur..." buyruğundaki ağaç, güneş çıktığı zamanda, battığı zaman da kendisine değmeyen, ağaçlar arasında bulunan ve yağı güzel olan bir ağaçtır. Onun yağı kendisine ateş değmeden parlar. Kulun imanı ve ameli nur üstüne nurdur. Allah dilediği kişiyi nuruna hidayet eder. Bu da müminin misalidir. Taberânî, İbn Adiy, İbn Merdûye ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Ömer: "...İçinde lamba bulunan bir kandil gibidir..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Burada kandil ifadesi ile Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) içi, lamba ifadesiyle de kalbi kastedilmektedir. Lamba Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kalbindeki nurdur. O, yağını mübarek bir ağaçtan almaktadır. Burada ağaçla İbrâhîm (aleyhisselam) kastedilmektedir. "...Doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaç..." ifadesi ise, İbrâhîm (aleyhisselam) ne Yahudi, ne de Hıristiyan idi, mânâsındadır." Sonra İbn Ömer: "İbrâhîm, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan. Fakat o, hanif (Allah'ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir müslümandı. Allah'a ortak koşanlardan da değildi" âyetini okudu. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Şimr b. Atiyye'den bildirir: İbn Abbâs, Ka'bu'l-Ahbâr'a gelip: "Bana Alah'm: "Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba bir billur içindedir; o billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir..." âyetini açıkla deyince, Ka'bu'l-Ahbâr şöyle dedi: "Nur ile Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) kastedilmektedir. Kandil ifadesi evde bir oyuk mânâsındadır ve Allah bunu Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ağzına misal vermiştir. Lamba ifadesi ile kalbi, billur ifadesi ile göğsü kastedilmektedir. Allah, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) göğsünü billura benzetmiştir." Sonra Ka'bu'l-Ahbâr lamba ifadesini, yani Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kalbini anlatıp: "O, yağını mübarek bir ağaçtan almaktadır" dedi. "...Bu öyle bir ağaç ki yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir..." âyeti hakkında ise: "Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), peygamber olduğunu söylemese bile, o yağın parlaması gibi neredeyse insanlar onun peygamber olduğunu bilir" dedi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah yeryüzü ve gökyüzü halkını hidayete erdirendir. Allah: "Ey Muhammed! Kalbin bu lambadaki kandil gibidir. Bu lambanın bu oyukta olması gibi senin de aklın kalbindedir" buyurmuştur. Allah, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kalbini inciye benzer sönmeyen bir yıldıza benzetmiştir. "O, yağını mübarek zeytin ağacından alır" ifadesiyle dinini İbrâhîm'in (aleyhisselam) dininden alması kastedilmektedir. "...Doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mübarek zeytin ağacından çıkan yağdan tutuşturulur. Bu öyle bir ağaç ki yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir...." buyruğundaki mana ise: İbrâhîm'in (sieyhisselam) ne Hıristiyanlar gibi doğu tarafına dönerek, ne de Yahudiler gibi batı tarafına dönerek namaz kılmayışıdır. Muhammed'in de (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiy gelmeden önce Allah'ın kalbine koymuş olduğu nur ile sürekli hikmetle konuşmasıdır." İbn Gerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Onun nurunun misali..." âyetini açıklarken: "Burada Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) kastedilmektedir" dedi. "...Bu öyle bir ağaç ki yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir..." âyeti hakkında ise: "Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) gören her kişi, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) konuşmasa bile onun Allah'ın Resûlü olduğunu bilir, mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir..." âyetini açıklarken: "Burada müminin nuruna misal verilmiştir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir..." âyetini açıklarken: "Burada kalplere yerleşen Kur'ân misal verilmektedir. Kandil ifadesi ise oyuk mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Enes: "İlahım: «Nurum, hidayettir» buyurmaktadır" dedi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada kandildeki fitil yeri kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarklen: "Burada oyuk kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Ömer: "Burada "Mişkât" ifadesi oyuk mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Âyette geçen "Mişkât" ifadesi Habeş dilinde oyuk mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Âyette geçen "Mişkât" ifadesi Habeş dilinde oyuk mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Saîd b. İyâd: (.....) ifadesi Habeş dilinde oyuk mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) ifadesini açıklarken: "Pencere değil de oyuk mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd, Dahhâk'tan yorumun aynısını bildirir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik: "Âyette geçen "Mişkât" ifadesi dışarı bir deliği olmayan oyuk, "Misbâh" ifadesi ise fitil mânâsındadır" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "...Onun nurunun misali, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba bir billur içindedir; o billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mübarek zeytin ağacından çıkan yağdan tutuşturulur..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah nurunun misali, mümin kişinin kalbindedir. Kandil ifadesi ise oyuk mânâsındadır. Bu nur parlayan bir yıldız gibidir. Ona ne doğunun ne de batının gölgesi gelmiştir. Onun güneşe karşı açıkta olduğunu konuşurduk. İşte o en saf, en tatlı ve en güzel olan bir yağdır. Bu, Allah'ın Kur'ân için vermiş olduğu bir, misaldir. Size, Allah katından nur üstüne nur ve hidayet geldi. Allah'ın Kitabını işiten kişiler onu anladı, ezberledi onun içindekiler ve aklındakilerle faydalandı. İşte bu da müminin misalidir." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Onun nurunun misali, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba bir billur içindedir; o billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mübarek zeytin ağacından çıkan yağdan tutuşturulur. Bu öyle bir ağaç ki yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir. Bu ışık nur üstüne nurdur..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Mişkât ifadesi ile kandilin içindeki bakır, sirâc ifadesi ile fitil kastedilmektedir. O, öyle bir kandildir ki, Güneş çıktığı zamandan battığı zamana kadar üzerinde olmasına rağmen bir gölgesi yoktur. Bu kandil günün başından sonuna kâdar güneş görür ve yağı daha saf ve daha parlak olur. Yağın parlaklığı üzerine ateşin gelmesi de nur üstüne nurdur." İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: "...Sanki inciye benzer bir yıldız gibidir..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu yıldız Zühre yıldızıdır. Allah, mümini o yıldızın nuruna benzeterek: "Müminin kalbi de içi de nurdur. O nur içinde yürür" buyurmuştur." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...İnciye benzer bir yıldız gibidir..." âyetini açıklarken: "Büyük bir yıldız gibidir" dedi. İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "...O billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mübarek zeytin ağacından çıkan yağdan tutuşturulur..." âyetini açıklarken: "Burada İbrâhîm'in (aleyhisselam) gönlünün ne Yahudi, ne de Hıristiyan olmayışı kastedilmektedir" dedi. Firyabî ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...O billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mübarek zeytin ağacından çıkan yağdan tutuşturulur.." âyetini açıklarken: "Sahrada ne bir mağaranın, ne bir dağın gölgelendirmediği, ne de bir şeyin örtmediği bir ağaç kastedilmektedir. Bu da yağının daha güzel olmasını sağlar" dedi. Abd b. Humeyd, İkrime, Dahhâk ve Muhammed' b. Sîrîn'den aynısını bildirir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...O billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mübarek zeytin ağacından çıkan yağdan tutuşturulur..." âyetini açıklarken: "O, batısı olmayan güneşin doğduğu yere veya doğusu olmayan güneşin battığı yere nisbet edilmemiştir. O, güneşin hem doğduğu yere, hem de battığı yere nisbet edilmiştir" dedi. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...O billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mübarek zeytin ağacından çıkan yağdan tutuşturulur..." âyetini açıklarken: "O, ağaçların ortasında, batıdan da doğudan da güneş görmeyen bir yerdedir. O, en güzel ağaçlardandır" dedi. Abd b. Humeyd, Ebû Mâlik ve Muhammed b. Ka'b'dan aynısını bildirir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Hasan(-ı Basrî)rden bildirir: Bu ağaç yeryüzünde bulunan bir ağaç olsaydı, doğuya veya batıya nisbet edilirdi. Ancak bu ağaç Allah'ın kendi nuruna vermiş olduğu bir misaldir. İbn Ebî Hâtim'in Dahhâk vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (o, mübarek bir ağaçtan tutuşturulur) ifadesini açıklarken: "Burada salih bir kişi kastedilmektedir" dedi. "...Doğuya da batıya da nisbet edilemeyen..." âyeti hakkında ise: "Burada da bu kişinin ne Yahudi, ne de Hıristiyan olmadığı kastedilmektedir" dedi. Müsned'de Abd b. Humeyd, Tirmizî ve İbn Mâce'nin Hazret-i Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Zeytinyağını katık edinin ve ondan sürünün. Çünkü o, mübarek bir ağaçtan çıkmaktadır" buyurmuştur. Ahmed, Hâkim ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin Ebû Esîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Zeytinyağını yiyin ve ondan sürünün. Çünkü o, mübarek bir ağaçtan çıkmaktadır" buyurmuştur. Beyhakî'nin Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Zeytinyağını katık edinin ve ondan sürünün. Çünkü o, mübarek bir ağaçtan çıkmaktadır" buyurmuştur. Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Hazret-i Âişe'nin yanında zeytinyağı zikredilince: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zeytinyağının yenilmesini, sürünmesini ve burna damlatılmasını emredip: «O, mübarek bir ağaçtandır» buyururdu" dedi. Taberânî, Şerîk b. Nemle'den bildirir: Bir gün Ömer b. el-Hattâb'ın misafiri olmuştum. Bana soğumuş deve kellesi ve zeytinyağı ikram ederek: "Bu, Allah'ın Peygamberinin mübarek olduğunu söylediği şeydir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "...Nerdeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir..." âyetini açıklarken: "Bu, nurunun şiddetinden dolayıdır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Işık, zeytinyağının parlamasıdır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Bu ışık nur üstüne nurdur..."âyetini açıklarken: "Burada ateşin ışığı ile zeytinyağının parlaması kastedilmektedir. Bunların birleşmesiyle nur üstüne nur olmaktadır. Kur'ân nuru ile iman nurunun birleşmesi de aynı şekilde nur üstüne nurdur" dedi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: "...Bu ışık nur üstüne nurdur..." âyetini açıklarken: "Burada Allah nurunun Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) nuru üstüne gelmesi kastedilmektedir" dedi. 36"Allah'ın yüksek tutulmasına ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde, insanlar sabah akşam O nu tesbih ederler" İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Allah'ın yüksek tutulmasına ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde, insanlar sabah akşam O'nu tesbih ederler" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Burada mescidler kastedilmektedir. Mescidlerde boş sözlerin konuşulması yasaklanmıştır. Onlarda ancak Allah'ın adı zikredilip kitabı okunur. Burada "Sabah akşam" ifadesi ile sabah namazı ve ikindi namazı kastedilmektedir. Bu namazlar Allah'ın farz kılmış olduğu ilk namazlardır. Allah, bu namazları anmayı sevdiği gibi kullarının da bunu bilmesini sevmiştir." Hâkim, İbn Merdûye, Şuab'da Beyhakî ve Hilye'de Ebû Nuaym'ın Ukbe b. Âmir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde insanlar bir yere toplanacaktır. Herkesin göreceği ve duyacağı bir yerden bir münadi üç defa: «Burada toplananlar kimin şerefe en layık olduğunu bilecektir» diye nida edecektir. Sonra: «Allah'ı zikretmekten dolayı yataklarından uzak kalanlar nerededir?» diyecektir. Sonra: «Ne ticaret, ne de alışverişten dolayı kendilerini Allah'ı anmaktan alıkoymayan kişiler nerededir?» diyecektir. Daha sonra da: «Sürekli olarak Rablerine hamd eden kişiler nerededir?» diyecektir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Allah'ın yüksek tutulmasına ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evler..." âyetini açıklarken: "Burada mescidler kastedilmektedir. Allah mescidlerin inşa edilip yükseltilmesine izin vermiş, onlarda namaz kılınmasını ve onların temizlenmesini emretmiştir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Allah'ın yüksek tutulmasına ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evler..." âyetini açıklarken: "Burada inşa edilen mescidler kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Allah'ın yüksek tutulmasına ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde, insanlar sabah akşam O'nu tesbih ederler" âyetini açıklarken: "Burada içinde Allah'ı zikredip namaz kılınan mescidlere karşı saygılı davranmak kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Allah'ın yüksek tutulmasına ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evler..." âyetini açıklarken: "Burada Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) evleri kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Allah'ın yüksek tutulmasına ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evler..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Burada sadece peygamberlerin inşa etmiş olduğu dört mescid kastedilmektedir. Bunlar İbrâhîm (aleyhisselam) ve İsmail'in inşa etmiş olduğu Kabe, Dâvud (aleyhisselam) ve Süleyman'ın (aleyhisselam) inşa etmiş olduğu Beytü'l-Makdis, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'deki inşa etmiş olduğu mescid ve yine Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) takva üzere inşa etmiş olduğu Kuba mescididir." İbn Merdûye, Enes b. Mâlik ve Bureyde'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: (.....) şeklinde okuyunca bir kişi kalkıp: "Yâ Resûlallah! Bu evler hangi evlerdir?" diye sordu. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Peygamberlerin evleridir" buyurdu. Sonra Ebû Bekr kalkıp Hazret-i Fâtıma ve Ali'nin evini göstererek: "Yâ Resûlallah! Bu evde onlardan mıdır?" diye sorunca: "Evet, hem de üstün onlarındandır" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Müslim, Nesâî, İbn Mâce ve İbn Merdûye, Bureyde'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kişinin Mescid'de: "Benim kırmızı devemi gören var mı?" dediğini işitince üç defa: "Onu bulamayasın" dedikten sonra: "Bu mescidler ancak kendisi için inşa edildikleri kişiye ibadet etmek içindir" buyurdu. Ebû Sinân eş-Şeybânî: "Allah'ın yüksek tutulmasına ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evler..." âyetini açıklarken: "Burada mescidlere karşı saygılı olmak kastedilmektedir" dedi. Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî ve İbn Mâce'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) evlerde mescidler edinmeyi ve bu mescidleri temiz tutup, hoş kokularla kokulandırmayı emretmiştir" dedi. Ahmed, Urve b. Zübeyr'den o da Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bazı kişilerden şöyle bildirir: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize evlerde mescidler edinmemizi ve bu mescidleri güzel bir şekilde inşa edip temiz tutmamızı emretmiştir. İbn Ebî Şeybe ve Ebû Ya'la'nın İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Ömer her cuma günü mescidi güzel kokularla buhurlardı. İbn Ebî Şeybe'nin Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Mescitte tükürmek günah, kefareti ise onu gömmektir" buyurmuştur, . İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Taberânî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mescitte yere tükürmek günah, onu gömmek ise sevaptır" buyurmuştur. Taberânî'nin M. el-Evsat'ta İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mescitte tükürmek günah, kefâreti ise onu gömmektir" buyurmuştur. Bezzâr'ın İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mescide atılan balgam, kıyamet gününde sahibinin yüzünde olacaktır" buyurmuştur. Taberânî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mescide tükürüp de onu gömmeyen kişinin o tükürüğü, kıyamet gününde en sıcak bir şekilde gözlerinin içine düşecektir" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Huzeyfe: "Kim namaz kılar ve kıbleye doğru tükürürse o tükürüğü kıyamet gününde yüzüne gelir" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Ömer: "Mescitte tüküren kişinin o tükürüğü, kıyamet gününde en sıcak bir şekilde gözlerinin içine düşecektir" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre: "Derinin ateş karşısında büzülmesi gibi mescidler de sümük veya balgam karşısında büzülür" dedi. İbn Ebî Şeybe, Abbâs b. Abdirrahman el-Hâşimî'den bildirir: Mescitlerin ilk kokulanması şöyle olmuştu: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid'de bir balgam görmüş ve onu ayağıyla gömerek koku isteyip oraya dökmüştür. Bundan sonra da insanlar mescidleri güzel kokularla kokulandırmaya başlamıştır. İbn Ebî Şeybe, Şa'bî'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid'in kıble tarafında balgam gördü ve onu eliyle gömerek koku istedi ve o yeri kokulandırdı. İşte bu da sünnettir. İbn Ebî Şeybe'nin Ya'kûb b. Zeyd'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid'deki tozları bir hurma dalı ile süpürürdü. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Ebû Bekr zamanında mescid su serpilerek süpürülürdü" dedi. İbn Ebî Şeybe ve Ahmed'in Ensâr'dan bir kişiden bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sizden biriniz mescidde bir bit bulursa, mescidden çıkacağı zaman onu da çıkarmak için biti elbisesine sarsın" buyurmuştur. İbn Mâce'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şu şeyler mescidde yapılamaz. Mescit yol edinilmez, orada silah teşhir edilmez, orada yaya kiriş bağlanamaz ve orası çarşı edinilmez" buyurmuştur. İbn Mâce'nin Vâsile b. el-Eska'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Küçük çocuklarınızı, delilerinizi, alışverişinizi, münakaşalarınızı, seslerinizi yükseltmeyi, şeri cezaları uygulamayı ve kılıçlarınızı kınından çekmeyi mescidlerinizden uzak tutun. Mescitlerinizin kapılarının yakınında temizlik yeri edinin ve cuma günlerinde mescidlerinizi güzel kokularla kokulandırın. " İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve İbn Mâce'nin Ebû Mûsa'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Kişi okuyla mescide gelirse okunu demirinden tutsun" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin Amr b. Şuayb'dan, onun babasından, onun da dedesinden bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) mescidde alışveriş yapmayı ve şiirler okumayı yasaklamıştır" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin lafzı ise: "ve kayıp ilanı vermeyi yasaklamıştır" şeklindedir. Taberânî, İbnu's-Sünnî ve İbn Mende'nin Sevbân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mescitte şiir okuyan birini gördüğünüz zaman ona üç defa: «Allah ağzım tıkasın» deyin. Mescitte kayıp ilanı veren kişiye üç defa: «Onu bulamayasın» deyin. Mescitte alışveriş eden birini gördüğünüz zaman da ona: «Allah ticaretine kazanç vermesin» deyin" buyurmuştur. Taberânî'nin Cübeyr b. Mut'im'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mescitlerde kılıçlar kınından, oklar sepetlerinden çekilmez. Mescitte Allah adına yemin edilmez. Mukim olsun, misafir olsun kişinin mescidde dinlenmesi engellenmez. İçine resimler çizilmez ve şişelerle süslenmez. Zira mescidler emin bir yer olarak inşa edilip üstünlüklerle şereflendirilmiştir." İbn Mâce'nin İbn Abbâs'tan, Taberânî'nin Cübeyr b. Mut'im'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hadleri (şeri cezaları) mescidler de uygulamayın" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, mescitten bir çakıl taşı alıp çıkaran bir kişiye: "Onu geri çevir, yoksa bu çakıl taşı kıyamet gününde senden davacı olur" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr): "Bir çakıl taşı mescidden dışarı çıkarıldığı zaman o çakıl taşı tekrar yerine döndürülünceye kadar onu çıkaran kişiye yalvarır" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid: "Çakıl taşı mescidden çıkarıldığı zaman feryat eder veya tesbih eder" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Çakıl taşı kendisini mescidden çıkaran kişiye söver ve lanet eder" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Süleyman b. Yesâr: "Çakıl taşı mescidden çıkarıldığı zaman tekrar yerine getirilene kadar feryat eder" dedi. İbn Ebî Şeybe, Tirmizî ve İbn Mâce, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kızı Hazret-i Fâtıma'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid'e girdiği zaman: "Allah'ın ismiyle. Selam Allah'ın Resulüne olsun. Allahım! Benim günahlarımı bağışla ve bana rahmetinin kapılarını aç" diye dua ederdi. Mescid'den çıkacağı zaman da: "Allah'ın ismiyle. Selam Allah'ın Resulüne olsun. Allahım! Benim günahlarımı bağışla ve bana fazilet kapılarını aç" diye dua ederdi. İbn Ebî Şeybe'nin Ebû Katâde'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mescitlerin hakkını verin" buyurdu. Ashab: "Mescitlerin hakkı nedir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Oturmadan önce iki rekat namaz kılmaktır" buyurdu. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Mescitleri yol edinmek kıyametin alametlerindendir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) şeklinde (be) harfini nasbederek okumuştur. İbn Ebî Şeybe ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kuşluk namazı Kur'ân'da mevcuttur. Ancak bunu anlayan kişi bilir. Allah'ın: "Allah'ın yüksek tutulmasına ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde, insanlar sabah akşam O'nu tesbih ederler" âyeti de bunu ifade etmektedir" dedi. 37"Bunları ne ticaret ve ne de alışveriş Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekat vermekten alıkoyar. Bunlar, gönüllerin ve gözlerin döneceği günden korkarlar" Ahmed ve Beyhakî'nin Ümmü Seleme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kadınların en hayırlı mescidi, evlerinin en ücra tarafıdır" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Ebû Humeyd es-Sâidî babasından ninesi Ümmü Humeyd'den bildirir: Yâ Resûlallah! Kocalarımız seninle beraber namaz kılmamıza mani olmaktadır. Oysa biz seninle beraber namaz kılmayı seviyoruz" dediğimde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Özel odalarınızda namaz kılmanız normal odalarınızda kılmanızdan daha efdaldır. Normal odalarınızda namaz kılmanız da cemaatle kılmanızdan daha efdaldır" buyurdu. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: "Hiçbir kadın evinde kıldığı namazdan daha efdal bir namaz kılmamıştır. Mescidu'l-Harem'in yanında kılınan namaz ve ihtiyar kadının dışarıda kıldığı namaz bundan müstesnadır." İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bunları ne ticaret ve ne de alışveriş Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekat vermekten alıkoyar..." âyetini açıklarken: "Bunlar yeryüzünde Allah'ın lütfunu arayarak yolculuk eden kişilerdir" buyurmuştur. İbn Merdûye ve Deylemî'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bunları ne ticaret ve ne de alışveriş Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekat vermekten alıkoyar..." âyetini açıklarken: "Bunlar yeryüzünde Allah'ın lütfunu arayarak yolculuk eden kişilerdir" buyurmuştur. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bunları ne ticaret ve ne de alışveriş Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekat vermekten alıkoyar..." âyetini açıklarken: "Burada Allah'ın lütfunu arayarak alışveriş eden kişiler kastedilmektedir. Bunlar ezan sesini işittikleri zaman ellerindekini bırakıp mescide giderek namaz kılanlardır" dedi. Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bunları ne ticaret ve ne de alışveriş Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekat vermekten alıkoyar..." âyetini açıklarken: "Vallahi bunlar zamanında tüccar kişilerdi. Onların ticaretleri onları Allah'ı zikretmekten alıkoymamaktaydı" dedi. İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî Şuab'da İbn Abbâs'tan bildirir: Allah: "...Onun nurunun misali, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir.." âyeti ile alışverişleri kendilerini, Allah'ı zikretmekten alıkoymayan kişileri misal vermektedir. Onlar insanlar içinde en güzel ticaret yapan kişilerdi. Ancak onların ticareti kendilerini Allah'ın zikrinden alıkoymamaktaydı. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bunları ne ticaret ve ne de alışveriş Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekat vermekten alıkoyar.." âyetini açıklarken: "Burada farz namazlarda hazır bulunmaları kastedilmektedir" dedi. Firyabî, Atâ'dan aynısını bildirir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Ömer'den bildirir: Onlar çarşıda iken kamet getirilmişti. Onlar dükkanlarını kapattılar ve Mescid'e gittiler. "Bunları ne ticaret ve ne de alışveriş Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekat vermekten alıkoyar.." âyeti de bunlar hakkında nâzil olmuştur. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, Taberânî ve Şuab'da Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd çarşıda iken, kamet getirildiğini işittikleri zaman eşyalarını bırakıp da mescide giden kişiler gördü. Bunun üzerine: "Allah'ın: "Bunları ne ticaret ve ne de alışveriş Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekat vermekten alıkoyar..." diye zikrettiği kişiler bunlardır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Bunları ne ticaret ve ne de alışveriş Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekat vermekten afi koyar. Bunlar, gönüllerin ve gözlerin döneceği günden korkarlar" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bunlar çarşılarında alışveriş eden kişilerdir. Namaz vakti geldiğinde alışverişleri onları namazlarından alıkoymamaktaydı. Onlar kalplerin yerinden çıkacağı kıyamet gününden korkarlar. "Onları, yüreklerin ağıza geleceği, tasadan yutkunacakları, yaklaşan kıyamet günü ile uyar..." âyeti da bunu ifade etmektedir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Estem: "Bunlar, gönüllerin ve gözlerin döneceği günden korkarlar" âyetini açıklarken: "Burada kıyamet günü kastedilmektedir" dedi. Ahmed Zühâ'de ve Abd b. Humeyd, Ebu'd-Derdâ'dan bildirir: Ben bu merdivenin üstünde satış yapıp günde üç yüz dinar kazanma ve cemaat namazında hazır bulunma çabasında değilim. Ben bunun helal olmadığını da iddia etmiyorum. Ancak ben Allah'ın: "Bunları ne ,ticaret ve ne de alışveriş Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekat vermekten alıkoyar..."buyruğunda zikrettiği kişilerden olmayı seviyorum." Zühd'de Hennâd b. es-Serî, es-Salât'ta Muhammed b. Nasr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin Esmâ binti Yezîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah kıyamet gününde insanları bir yerde toplayacaktır. Herkesin göreceği ve duyacağı bir yerden bir münadi: «Allah'a bollukta ve darlıkta hamd edenler nerededir?» diyecektir. Bunun üzerine az kişi kalkacak ve hesapsız olarak Cennete girecektir. Sonra bir daha: «Allah'ı zikretmekten dolayı yataklarından uzak kalanlar nerededir?» diyecektir. Yine az kişi kalkacak ve hesapsız olarak Cennete girecektir. Sonra bir daha: «Ne ticaret, ne de alışverişten dolayı kendilerini Allah'ı anmaktan alıkoymayan kişiler nerededir?» diyecektir. Yine az kişi kalkacak ve hesapsız olarak Cennete girecektir. Daha sonra diğer insanlar hesap için kalkacaktır." Hâkim, İbn Merdûye ve Şuabu'l-İmân'da Beyhaki, Ukbe b. Âmir'den bildirir: Biz, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber bir seferde iken şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde insanlar bir yere toplanacaktır. Herkesin göreceği ve duyacağı bir yerden bir münadi üç defa: «Burada toplananlar kimin şerefe en layık olduğunu bilecektir» diye nida edecektir. Sonra: «Allah'ı zikretmekten dolayı yataklarından uzak kalanlar nerededir?» diyecektir. Sonra: «Onları ne ticaret ve ne de alışveriş Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekat vermekten alıkoymayan, gönüllerin ve gözlerin döneceği günden korkanlar nerededir?» diyecektir. Daha sonra da: «Sürekli olarak Rablerine hamd eden kişiler nerededir?» diyecektir." Ahmed, Ebû Ya'la ve İbn Hibbân'ın Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyamet gününde Yüce Allah: «Burada toplananlar kimin şeref ahalisi olduğunu bilecektir» buyurmuştur" dedi. Ashab: "Yâ Resûlallah! Şeref ahalisi kimdir?" diye sorunca: "Mescitler deki. zikir ahalisidir" buyurdu. Beyhakî Şuabu'l-İmân'da Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Kıyamet gününde bir mürıadi: "Burada toplananlar kimin şeref ahalisi olduğunu bilecektir. Korku ile Rablerine dua ederek yataklarından uzak kalanlar ve Allah'ın kendilerine vermiş olduğu rızıktan infak edenler nerededir?" diyecektir. Bunlar da kalkıp orada bulunanların üzerinden geçip gidecektir. Sonra münadi: "Burada toplananlar kimin şeref ahalisi olduğunu bilecektir. Ne ticaret, ne de alışverişten dolayı kendilerini Allah'ı anmaktan alıkoymayan kişiler nerededir?" diyecektir. Bu kişiler de kalkıp orada bulunanların üzerinden geçip gidecektir. Sonra bir daha: "Burada toplananlar kimin şeref ahalisi olduğunu bilecektir. Her halükârda Allah'a hamd eden kişiler nerededir?" diyecektir. Bunun üzerine çok kişi kalkacaktır. Daha sonra geri kalanlar amellerinin karşılığını görmek için hesaba çekilecektir. 38Çünkü Allah, kendilerine yaptıkları işlerin en güzeli ile mükâfat verecek ve fazlından da, onlara daha ziyadesini verecektir. Allah, dilediği kimseye hesabsız rızık verir. 39Bkz. Ayet:40 40"İnkâr edenlere gelince; onların amelleri ıssız bir çöldeki serap gibidir. Susamış kimse onu su sanır. Yanına geldiğinde hiçbir şey bulamaz. Ancak Allah'ı yanında bulur da Allah onun hesabını tastamam görür. Allah, hesabı çabuk görendir. Yahut derin bir denizdeki karanlıklar gibidir. Onu dalga üstüne dalga kaplıyor, üstünde de bulutlar var. Karanlıklar üstüne karanlıklar. İnsan, elini çıkarsa neredeyse onu bile göremez. Kime Allah nur vermezse, onun için nur diye bir şey yoktur." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İnkâr edenlere gelince; onların amelleri ıssız bir çöldeki serap gibidir. Susamış kimse onu su sanır. Yanına geldiğinde hiçbir şey bulamaz. Ancak Allah'ı yanında bulur da Allah onun hesabını tastamam görür. Allah, hesabı çabuk görendir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah, şiddetli bir şekilde susayıp da serap gören kişiyi misal vermektedir. Bu kişi susuzluğundan dolayı serabı su sanır ve onu elde ettiğini düşünür. Ancak onu içmek için yanına gittiğinde bir şey bulamadığını bilir ve orada ölür. Kafir kişinin durumu da serap gören kişinin durumu gibidir. Amelinin ona yeteceğini veya kendisine bir fayda sağlayacağını sanır. Fakat o, ölene kadar hiçbir şey üzere değildir. Ölüm gelip çattığında da amelinin kendisini hiçbir şeyden kurtarmadığını ve susayan kişinin gördüğü serabın kendisine fayda sağlamadığı gibi amelinin de kendisine bir fayda sağlamadığını görür." Sonra: "Yahut (inkarcıların küfür içindeki hâlleri) derin bir denizdeki karanlıklar gibidir. Onu dalga üstüne dalga kaplıyor..." âyeti hakkında ise: "Burada karanlıklarla ameller, dalgalarla da insanın kalbi kastedilmektedir. Böylesi faydasız amellerle insanın kalbi, işitmesi ve görmesi kaplanır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Burada düz bir arazi kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: (.....) ifadesi ile yeryüzünde ıssız bir çöl, (.....) ifadesi ile de kafirin ameli kastedilmektedir" dedi. "Yanına geldiğinde hiçbir şey bulamaz. Ancak Allah'ı yanında bulur da Allah onun hesabını tastamam görür..." âyeti hakkında ise şöyle dedi: "Burada kafirin ölerek dünyadan ayrılması ve Allah'ın tam olarak hesabını görmesi kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "Burada ıssız bir çöl kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Süddî vasıtasıyla babasından, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bildirir: Kâfirler kıyamet gününde susamış bir şekilde diriltilirler. Onlar: "Su nerede?" deyince, kendilerine serap gösterilir ve su bulduklarını sanırlar. Su sandıkları serabın yanına gittiklerinde Allah'ı bulurlar. Bunun üzerine Allah onların hesabını tastamam görür. Zira Allah, hesabı çabuk görendir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Yahut derin bir denizdeki karanlıklar gibidir. Onu dalga üstüne dalga kaplıyor..." âyetini açıklarken: "Lucciy ifadesi dibi derin olan mânâsındadır. Bu, sapıklık içinde olan, bir çıkışı olmayan, hava alacağı bir yeri bulunmayan ve orada hiç bir şey göremeyen kafirin ameli için bir misâldir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...İnsan, elini çıkarsa neredeyse onu bile göremez..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu ifade kişinin: "Vallahi onu göremedim, görecek gibi de değildim" demesi gibidir. İbnu'l-Münzir, Ebû Umâme'nin şöyle dediğini bildirir: Ey insanlar! İyilikleri ve kötülükleri paylaşacağınız yere varmak üzeresiniz. Yakın bir zamanda da başka bir yere yani yalnızlık, karanlık ve dar olan eve, mezara gideceksiniz. Ancak Allah'ın genişlettiği yer bunun dışındadır. Sonra kıyamet günü vatanına gideceksiniz. Siz bu vatanların birinde iken, Allah'ın emri vuku bulduğu zaman, bazı yüzler ak olurken bazı yüzler kara olacaktır. Sonra başka bir yere götürüleceksiniz. Orada insanların üzerini şiddetli bir karanlık kaplayacak ve bu karanlıkta mümine nurdan bir parça verilecektir. Ancak kafire ve münafığa bir şey verilmeyecektir. Yüce Allah bu konuda misal vererek Kitab'ında: "Yahut derin bir denizdeki karanlıklar gibidir. Onu dalga üstüne dalga kaplıyor, üstünde de bulutlar var. Karanlıklar üstüne karanlıklar. İnsan, elini çıkarsa neredeyse onu bile göremez. Kime Allah nur vermezse, onun için nur diye bir şey yoktur" buyurmaktadır. Âmâ birinin gören bir kişinin gözleriyle göremediği gibi kafir ve münafık kişi de müminin nurundan faydalanamayacaktır. 41"Göklerde ve yeryüzünde bulunan kimselerle, sıra sıra kuşların Allah'ı tespih ettiğini görmez misin? Her biri duasını ve tesbihini kesin olarak bilmektedir. Allah, onların yapmakta olduğu şeyleri hakkıyla bilendir." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Göklerde ve yeryüzünde bulunan kimselerle, sıra sıra kuşların Allah'ı tespih ettiğini görmez misin? Her biri duasını ve tesbihini kesin olarak bilmektedir..." âyetini açıklarken: "Namaz insanlara, tesbih te Allah'ın diğer yaratıklarına özel bir şeydir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Sıra sıra kuşlar..."âyetini açıklarken: "Burada kuşların kanatlarını açması kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...Sıra sıra kuşlar..."âyetini açıklarken: "Burada kuşların kanatlarıyla sıra sıra olmalan kastedilmektedir" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre Mis'ar: "...Sıra sıra kuşların Allah'ı tespih ettiğini görmez misin? Her biri duasını ve tesbihini kesin olarak bilmektedir ..." âyetini açıklarken: "Allah onların namazını bildirmiş, ama rükû ve secdeyi zikretmemiştîr" dedi. 42Bütün göklerin ve yerin mülkiyet ve tasarrufu Allah’ındır. Hep dönüş de, yalnız Allah’adır. 43Bkz. Ayet:44 44"Görmez mısın kî Allah, bulutları sevk eder. Sonra, onları kaynaştırıp üst üste yığar. Nihayet yağmurun, onların arasından yağdığını görürsün. O, gökten, oradaki dağlardan dolu indirir de onu dilediğine isabet ettirir, dilediğinden de geri çevirir. Bu bulutların şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri alacak. Allah, geceyi ve gündüzü döndürüp duruyor. Şüphesiz bunda basiret sahibi olanlar için bir ibret vardır." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini açıklarken: "Burada yağmur kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "Burada yağmur kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in Ebu'l-Becîle'den bildirdiğine göre babası: "Âyetteki "Vedak" ifadesi şimşek mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada bulutların arası kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: "dik şeklinde (ha) harfini nasbederek, (elif) harfi olmadan okumuştur. İbn Ebî Hâtim ve el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ka'b(u'l- ahbâr): "Eğer don, dördüncü semadan inmiyor olsaydı yetiştiği her şeyi helak ederdi" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: lü Sfö" âyetini açıklarken: "Âyetteki "Senâ" ifadesi ile şimşeğin parıltısı kastedilmektedir" dedi. Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: "Bana: (.....) âyetini açıkla" deyince. İbn Abbâs: "Senâ ifadesi ışık mânâsındadır" dedi. Nâfi' b. el-Ezrak: "Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Evet bilirler, Ebû Süfyân b. el-Hâris'in: "Karşılık beklemeden hakka davet etmekte, Gece karanlığında, parlak ışık vermekte" dediğini işitmedin mi?" karşılığını verdi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: lü âyetini açıklarken: "Burada şimşek çakması kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in Şehr b. Havşeb'den bildirdiğine göre Ka'b, Abdullah b. Amr'a şimşek ifadesini sorunca: "Burada ilk inen dolu kastedilmektedir" dedi ve: "...Oradaki dağlardan dolu indirir de onu dilediğine isabet ettirir, dilediğinden de geri çevirir. Bu bulutların şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri alacak" âyetini okudu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Allah, geceyi ve gündüzü döndürüp duruyor..." âyetini açıklarken: "Geceyi getirip gündüzü götürür. Sonra gündüzü getirip geceyi götürür" dedi. 45"Allah, bütün canlıları sudan yarattı. İşte bunlardan bîr kısmı karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayak üzerinde yürür, kimisi dört ayak üzerinde yürür. Allah, dilediğini yaratır. Çünkü Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir" İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Allah, bütün canlıları sudan yarattı..." âyetini açıklarken: "Allah, bütün canlıları meniden yarattı, mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Abdullah b. Muğaffel bu âyeti: (.....) şeklinde okumuştur. İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İnsanlar dışında her şey dört ayak üzerine yürümektedir" dedi. 46Gerçekten biz, (emir ve yasaklarımızı bildiren) apaçık âyetler indirdik. Allah dilediği kimseyi doğru yola (İslâm dinine) iletir. 47Bkz. Ayet:50 48Bkz. Ayet:50 49Bkz. Ayet:50 50"(Münafıklar) «Allah'a ve peygambere inandık ve itaat ettik» derler. Sonra da onların bir kısmı bunun ardından yüz çevirirler. Hâlbuki onlar inanmış değillerdir. Aralannda hüküm vermesi için Allah'a (Kur'ân'a) ve peygambere çağırıldıkları zaman, bir de bakarsın ki içlerinden bir grup yüz çevirmektedir. Ama gerçek (verilen hüküm) kendi lehlerinde ise, boyun eğerek ona gelirler. Kalplerinde bir hastalık mı var, yoksa şüphe ve tereddüde mi düştüler? Yoksa Allah ve Resûlünün kendilerine karşı zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, işte onlar asıl zalimlerdir." Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "(Münâfıklar) «Allah'a ve peygambere inandık ve itaat ettik» derler. Sonra da onların bir kısmı bunun ardından yüz çevirirler. Hâlbuki onlar inanmış değillerdir" âyetini açıklarken: "Burada iman edip te itaat eder gibi görünen, ancak gerçekte Allah yolundan, Allah'a itaat etmekten ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber cihad etmekten yüz çeviren bir kesim münafıklar kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında iki kişi arasında bir husumet veya münakaşa ettikleri bir konu olurdu. Kişi haklı olduğunu ve Hazret-i Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) lehine hüküm vereceğini bilirse davalaşmak için Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına çağrıldığında gitmeyi kabul ederdi. Aksi takdirde zulmetmek istediği zaman Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gitmeyi kabul etmez ve: "Filan kişiye git" derdi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Aralarında hüküm vermesi için Allah'a (Kur'ân'a) ve peygambere çağırıldıkları zaman, bir de bakarsın ki içlerinden bir grup yüz çevirmektedir. Ama gerçek (verilen hüküm) kendi lehlerinde ise, boyun eğerek ona gelirler. Kalplerinde bir hastalık mı var, yoksa şüphe ve tereddüde mi düştüler? Yoksa Allah ve Resulünün kendilerine karşı zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, işte onlar asıl zalimlerdir" âyetlerini indirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Her kimin Müslüman kardeşiyle bir davası olup, hasmı tarafından Müslüman bir hâkime gitmeye davet edilir de gitmezse bu kişi zalimdir ve bir hakkı yoktur" buyurmuştur. Taberânî'nin Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim davalaşmak için bir sultana davet edilir de gitmezse bu kişi zalimdir ve bir hakkı yoktur" buyurmuştur. 51Mü'minler, aralarında hüküm vermek için, Allah’ın kitabına ve peygamberine çağrıldıkları vakit, onların sözü ancak: “Dinledik ve itâat ettik.” demeleridir. İşte bunlar, zafer bulacak olanlardır. 52Kim Allah’a ve Rasûlüne itâat eder, yaptığı günahlardan ötürü Allah’dan korkar ve geri kalan ömründe de O’ndan sakınırsa, işte bunlar ebedî saâdete kavuşanlardır. 53"Münafıklar, sen kendilerine emrettiğin takdirde mutlaka savaşa çıkacaklarına dair en ağır bîr şekilde Allah'a yemin ettiler. Sen: «Yemin etmeyin. Sizden istenen güzelce itaat etmektir. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır» de." İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Bir grup Resulullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) giderek: "Yâ Resûlallah! Bize mallarımızı terk edip çıkmamızı (Allah yolunda harcamamızı) emretsen terk edip çıkardık" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: "Münafıklar, sen kendilerine emrettiğin takdirde mutlaka savaşa çıkacaklarına dair en ağır bir şekilde Allah'a yemin ettiler. Sen: "Yemin etmeyin. Sizden istenen güzelce itaat etmektir. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır" de" âyetini indirdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil: "Münâfıklar, sen kendilerine emrettiğin takdirde mutlaka savaşa çıkacaklarına dair en ağır bir şekilde Allah'a yemin ettiler. Sen: 'Temin etmeyin. Sizden istenen güzelce itaat etmektir..." âyetini açıklarken: "Onlar cihad edeceklerine dair yemin ettiklerinde, Allah, hiçbir şey için yemin etmemelerini ve Peygamber'e güzelce itaat etmelerini emretmiştir" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Sizden istenen güzelce itaat etmektir..." âyetini açıklarken: "İtaatiniz, yani yalan söylediğiniz belli oldu, mânâsındadır" dedi. 54"Deki: «Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin.» Eğer yüz çevirirseniz bilin ki ona yüklenen sorumluluğu ancak ona ait; size yüklenen görevin sorumluluğu da yalnızca size aittir. Eğer ona itaat ederseniz doğru yola erersiniz. Peygambere düşen ancak apaçık bir tebliğdir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Bilin ki ona yüklenen sorumluluğu ancak ona ait; size yüklenen görevin sorumluluğu da yalnızca size aittir..." âyetini açıklarken: "O, kendisiyle size gönderilenlerden, siz de ona itaat ederek emrettiği doğrultuda amel etmekten sorumlusunuz" dedi. İbn Ebî Hâtim, Ebu'z-Zübeyr'den bildirir: Câbir'e: "Eğer başımda, beraberinde sapık kişiler bulunan günahkâr bir idareci olursa onunla savaşayım mı? İçimde ona karşı ne bir sevgi, ne de yardımcı olma arzusu vardır" deyince, Câbir: "Sapık kişileri nerede görürsen onlarla savaş. Ancak, idarecinin sorumluluğu kendine, senin sorumluluğun kendinedir" karşılığını verdi. Buhârî'nin Târih'te bildirdiğine göre Vâil, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer başımızda, Allah'a itaat dışında amel eden emirler olursa ne yapalım?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onlar yükümlü oldukları şeylerden, siz de yükümlü olduğunuz şeylerden sorumlusunuz" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Müslim, Tirmizî, Tehzîb'de İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Alkame b. Vâil el-Hadramî'den, o da babasından bildirir: Yezîd b. Seleme, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip: "Başımıza bizden kendi haklarını alan, fakat haklarımızı bize vermeyen valiler gelirse ne yapalım?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onlar yükümlü oldukları şeylerden, siz de yükümlü olduğunuz şeylerden sorumlusunuz" buyurdu. İbn Cerîr, İbn Kâni' ve Taberânî'nin Alkame b. Vâil el-Hadramî'den, bildirdiğine göre Seleme b. Yezîd el-Cu'fı der ki: "Yâ Resûlallah! Senden sonra başımızda, bizden kendi haklarını alan, fakat Allah'ın bize vermiş olduğu hakları vermeyen valiler gelirse ne yapalım? Onlarla savaşıp kendilerine karşı gelelim mi?" dediğimde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Onlar yükümlü oldukları şeylerden, siz de yükümlü olduğunuz şeylerden sorumlusunuz" buyurdu. 55Bkz. Ayet:57 56Bkz. Ayet:57 57"Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir. İnkâr edenlerin Allah'ı yeryüzünde âciz bırakacaklarını sanma! Onların varacağı yer cehennemdir. Ne kötü varış yeridir o!" İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Berâ': "Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir" âyetini açıklarken: "Bu âyet, biz büyük bir korku içindeyken hakkımızda inmiştir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, Ebu'l-Âliye'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâbı Mekke'de yaklaşık on yıl korku halinde kaldılar ve gizlice insanları tek olan Allah'a ibâdete çağırdılar. Daha savaş emri almamışlardı. Sonra Medine'ye hicretle emrolundular ve Medine'ye geldiler. Allah onlara savaşmalarını emretti. Medine'de daha bir korku içindeydiler. Bir süre hep silahlı olarak akşamlayıp silahlı olarak sabahladılar. Sonra Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bir kişi: Yâ Resûlallah! Biz böyle sürekli korku içinde mi kalacağız? Emniyette olup da silahları bırakacağımız gün gelmeyecek mi? diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Az bir zaman öyle kalacaksınız. Hatta sizden biri yanlarında silah olmayan büyük bir topluluğun içinde çömelerek oturacaktır" buyurdu. Bunun üzerine Allah: "Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir" âyetini indirdi. Sonra Yüce Allah, Peygamber'ini bütün Arap Yarımadasına karşı muzaffer kıldı. Emniyet içinde oldular ve silahlarını bıraktılar. Sonra Allah, Peygamberi'nin ruhunu kabzetti. Onlar Ebû Bekr, Ömer ve Osman'ın halifelikleri müddetince emniyet içinde oldular. Sonunda da düşmüş oldukları o duruma düştüler. Allah'ın vermiş olduğu nimetleri inkâr ettiklerinde, Allah üzerlerinden kaldırmış olduğu korkuyu tekrar içlerine yerleştirdi. Onlar da aralarına engeller ve şartlar koyarak durumu değiştirince tekrar içlerine o korku konuldu. İbnu'l-Münzir, M. el-Evsat'ta Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye, Delâil'de Beyhakî ve el-Muhtâre'de Diyâ('u'l-Makdisî), Ubey b. Ka'b'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâbı Medine'ye geldiğinde, Ensâr kendilerini barındırmış ve Arapların tümü onlara karşı birleşmişti. Artık silahla akşamlayıp silahla sabahlıyorlardı. Onlar: "Emin olarak yaşayıp da Allah'dan başka kimseden korkmadığımız günü görecek miyiz?" diyordu. Bunun üzerine: "Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir" âyeti nâzil oldu. Ahmed, İbn Merdûye ("lafız ona aittir") ve Delâil'de Beyhaki, Ubey b. Ka'b'dan bildirir: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir" âyeti nâzil olduğu zaman: "Bu ümmete yücelik yükseklik, din, zafer ve yeryüzüne sahip olma müjdesi verilmiştir. Onlardan her kim ahiret amelini dünyası için işlerse, âhirette bir payı olmayacaktır" buyurdu. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) şeklinde (te) harfini ötre (lam) harfini de esre ile okumuştur. (.....) ifadesini de (ye) harfini şeddeli, (.....) ifadesinde ise (del) harfini şeddesiz okumuştur. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atiyye: "Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına... dair vaadde bulunmuştur..." âyetini açıklarken kıbleyi işaret ederek: "Ehl-i beyt buradadır" dedi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine... dair vaadde bulunmuştur...." âyetini açıklarken: "Burada İslam kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar..." âyetini açıklarken: "Allah'dan başka kimseden korkmazlar, mânâsındadır" dedi. Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar..." âyetini açıklarken: "Allah'dan başka kimseden korkmazlar, mânâsındadır" dedi. "Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir" âyeti hakkında ise: "Burada da asi olanlar kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: "...Artık bundan sonra kimler inkâr ederse..." âyetini açıklarken: "Burada Allah'ı değil de, nimetleri inkâr etmeleri kastedilmektedir" dedi. İbn Merdûye, Ebu'ş-Şa'sâ'dan bildirir: Huzeyfe ve İbn Mes'ûd ile beraber oturmuştum. Huzeyfe: "Nifak gitti, nifak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında idi. Bugün imandan sonra küfür vardır" dedi. İbn Mes'ûd gülerek: "Neye dayanarak öyle diyorsun?" diye sorunca, Huzeyfe: "Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "İnkâr edenlerin Allah'ı yeryüzünde âciz bırakacaklarını sanma..." âyetini açıklarken: "Kafirlerin yeryüzünde galip gelemeyecekleri kastedilmektedir" dedi. 58Bkz. Ayet:59 59"Ey iman edenleri Ellerinizin altında bulunanlar ve sizden henüz bulûğ çağma ermemiş olanlar, günde üç defa; sabah namazından önce, öğleyin giysilerinizi çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra yanınıza girecekleri zaman sizden izin istesinler. Bu üç vakit sizin soyunup dökündüğünüz vakitlerdir. Bu vakitlerin dışında ne size, ne onlara bir günah vardır. Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. Allah, âyetlerini size işte böylece açıklar. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Çocuklarınız erginlik çağma geldiklerinde, kendilerinden öncekilerin izin istedikleri gibi izin istesinler. İşte Allah âyetlerini size böyle açıklar. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." İbn Ebî Hâtim, Mukâtil b. Hayyân'dan bildirir: Bize bildirildiğine göre Ensâr'dan bir kişi ve hanımı Esmâ binti Mürşide, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) yemek yapmıştı. Esmâ: "Yâ Resûlallah! Bu ne kadar çirkin bir şeydir. Karı koca tek bir elbise içinde iken köleleri yanlarına izinsiz olarak giriyor" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunanlar ve sizden henüz bulûğ çağına ermemiş olanlar, yanınıza girecekleri zaman sizden izin istesinler..." âyetini indirdi. Burada eliniz altında bulunanlar ifadesiyle köle ve cariyeler, bulûğ çağına ermemiş olanlarla da hür olan erkek ve kız çocukları kastedilmektedir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle dedi: "Gusledip te namaza gitmek için bu saatlerde hanımıyla beraber olmak Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bazı kişilerin hoşuna gitmekteydi. Bunun üzerine Yüce Allah onlar, kölelerine ve çocuklarına bu saatlerde yanlarına girecekleri zaman izin istemelerini bildirmelerini emretti. İbn Merdûye, Sa'lebe el-Kurazî'den o da Abdullah b. Suveyd'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) (âyette geçen) üç mahrem vaktini sorduğumda: "Ben öğleden sonra giysilerimi çıkardığım zaman hizmetçilerimden ve hürlerden bulûğ çağına ermemiş olanlar yanıma izinsiz olarak giremez. Giysilerimi yatsı namazından sonra ve sabah namazından önce çıkardığım zaman da durum aynıdır" buyurdu. Abd b. Humeyd ve Edeb'de Buhârî'nin bildirdiğine göre Sa'lebe b. Ebî Mâlik el-Kurazî, (âyette geçen) üç mahrem vaktini sormak için Beni Hârise b. el-Hâris'in kardeşi Abdullah b. Suveyd'in yanına gitti. O bu vakitleri kullanırdı. Abdullah: "Ne istiyorsun?" deyince, Sa'lebe: "Bu vakitleri kullanmak istiyorum" karşılığını verdi. Bunun üzerine Abdullah şöyle dedi: "Öğle vakti giysilerimi çıkardığım zaman, benim çağırmam dışında ailemden bulûğ çağına ermemiş kişi izin almadan yanıma giremez. Çağırmam, kişi için bir izindir. Tan yeri ağarıp insanlar namaz kılıncaya kadar olan zaman ve yatsıdan sonra uyumak için elbiselerimi çıkardığım zamandır. İşte bu vakitler üç mahrem vaktidir." İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Suveyd b. Nu'mân'a üç mahrem vakti sorulunca şöyle dedi: "Öğle vakti elbiselerimi çıkardığım zaman, benim çağırmam dışında ailemden hiç kimse izin almadan yanıma giremez. Çağırmam, kişi için bir izindir. Tan ağarıp insanlar sabah namazını kılıncaya kadar olan zaman ve yatsı namazını kıldıktan sonra elbiselerimi çıkardığım zamandır. İşte bu vakitler üç mahrem vaktidir." Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud, İbn Merdûye ve Sünende Beyhaki, İbn Abbâs'tan bildirir: Bir âyet vardır ki insanların çoğu onunla amel etmemektedir. Bu âyet izin âyetidir. Oysa ben şu cariyeme bile —kısa boylu ve sürekli yanında kalan cariye— yanıma girerken izin istemesini emretmekteyim. Abd b. Humeyd, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: "Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunanlar ve sizden henüz bulûğ çağına ermemiş olanlar, günde üç defa; sabah namazından önce, öğleyin elbiselerinizi çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra yanınıza girecekleri zaman sizden izin istesinler" âyeti insanların kendisiyle kolaylık sağladıkları âyetlerden bir âyettir. Bu âyet asla neshedilmiş değildir. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Şa'bî: "Ellerinizin altında bulunanlar... yanınıza girecekleri zaman sizden izin istesinler..." âyetini açıklarken: "Bu âyet neshedilmiş değildir" dedi. "İnsanlar onunla amel etmiyor" denilince: "Allah'dan yardım dileriz" karşılığını verdi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ellerinizin altında bulunanlar ve sizden henüz bulûğ çağına ermemiş olanlar... yanınıza girecekleri..." zaman şeytanlar da yanınıza girer" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: İnsanlar üç âyeti bırakmış ve onlarla amel etmemektedir. Bunlardan biri: "Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunanlar ve sizden henüz bulûğ çağına ermemiş olanlar, günde üç defa; sabah namazından önce, öğleyin elbiselerinizi çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra yanınıza girecekleri zaman sizden izin istesinler. Bu üç vakit sizin soyunup dökündüğünüz vakitlerdir. Bu vakitlerin dışında ne size, ne onlara bir günah vardır. Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. Allah, âyetlerini size işte böylece açıklar. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyeti, biri: "Taksimde, yakınlar, yetimler ve düşkünler bulunursa, ondan onlara da verin, güzel sözler söyleyin" âyeti ve biri: "...Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır.. ," âyetidir. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunanlar ve sizden henüz bulûğ çağına ermemiş olanlar, günde üç defa; sabah namazından önce, öğleyin elbiselerinizi çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra yanınıza girecekleri zaman sizden izin istesinler. Bu üç vakit sizin soyunup dökündüğünüz vakitlerdir. Bu vakitlerin dışında ne size, ne onlara bir günah vardır. Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. Allah, âyetlerini size işte böylece açıklar. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Kişi yatsıdan sonra ailesiyle beraber yalnız kaldığı zaman ne bir hizmetçi, ne de bir çocuk sabah namazı kılınana kadar kendisine izin verilmeden içeri giremez. Öğle vakti kişi ailesiyle yalnız kaldığı zaman da durum aynıdır. Allah bu zamanlar dışında bunların izinsiz olarak girmelerine ruhsat vermiştir. "Bu vakitlerin dışında ne size, ne onlara bir günah vardır..." âyeti da bunu ifade etmektedir. Ancak bulûğ çağına giren kişi hiçbir vakitte izinsiz olarak içeri giremez. "Çocuklarınız erginlik çağına geldiklerinde, kendilerinden öncekilerin izin istedikleri gibi izin istesinler..." âyeti da bunu ifade etmektedir. Ebû Dâvud, İbnu'l-Münzîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Sünen'de Beyhakî'nin sahîh bir senetle İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre iki kişi İbn Abbâs'a, Allah'ın Kur'ân'da emretmiş olduğu üç mahrem vakitte izin istemeyi sorunca şöyle dedi: "Allah örten ve örtmeyi sevendir. Eskiden kapılarda bir örtü ve evlerde yatak odaları bulunmazdı. Bazen erkek, eşi üzerinde iken hizmetçi veya çocuğu veya yanında bulunan yetim kişi ansızın yanına girebiliyordu. Bunun üzerine Yüce Allah belirtmiş olduğu gibi üç mahrem vakitte izin istenmesini emretti. Sonra Allah onlara bolca maddiyat verdi ve kapılarına örtüler koyup evlerinde yatak odaları edindiler. Böyle olunca da insanlar emredildikleri izin istemeyi gereksiz gördüler. İbn Ebî Şeybe, Edeb'de Buhârî, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Ömer: "Ellerinizin altında bulunanlar... yanınıza girecekleri zaman sizden izin istesinler..." âyetini açıklarken: "Burada sadece erkekler kastedilmektedir" dedi. Firyabî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer: "...Bu üç vakit sizin soyunup dökündüğünüz vakitlerdir. Bu vakitlerin dışında ne size, ne onlara bir günah vardır..." âyetini açıklarken: "Bu üç vakit dışında sadece kadınların izin istemeden girebileceği kastedilmektedir" dedi. İbn Merdûye'nin Ebû Seleme b. Abdirrahman'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarından biri: "Ellerinizin altında bulunanlar ve sizden henüz bulûğ çağına ermemiş olanlar, günde üç defa; sabah namazından önce, öğleyin elbiselerinizi çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra yanınıza girecekleri zaman sizden izin istesinler. Bu üç vakit sizin soyunup dökündüğünüz vakitlerdir. Bu vakitlerin dışında ne size, ne onlara bir günah vardır. Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. Allah, âyetlerini size işte böylece açıklar. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetini açıklarken: "Bu âyet biz Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem). eşleri yanına girecek kadınlar hakkında inmiş ve izin istemelerini bildirmiştir" dedi. Hâkim'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali: "...Ellerinizin altında bulunanlar... yanınıza girecekleri zaman sizden izin istesinler..." âyetini açıklarken: "Burada kadınlar kastedilmektedir. Çünkü erkekler bir yere girerken izin istemektedir" dedi. Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Abdirrahman es-Sülemî bu âyeti açıklarken: "Bu, kadınlara has bir şeydir. Çünkü erkekler gece olsun, gündüz olsun her halükârda izin istemektedir" dedi. Firyabî, Mûsa b. Ebî Âişe'den bildirir: Şa'bî'ye: "Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunanlar... yanınıza girecekleri zaman sizden izin istesinler..." âyeti neshedilmiş midir?" dediğimde: "Hayır, neshedilmemiştir" karşılığını verdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Sizden henüz bulûğ çağma ermemiş olanlar..." âyetini açıklarken: "Burada çocuklarınız kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada sabah akşam izinsiz olarak girip çıkan kişiler kastedilmektedir" dedi. "Çocuklarınız erginlik çağına geldiklerinde, kendilerinden öncekilerin izin istedikleri gibi izin istesinler..." âyeti hakkında ise: "Hür kişinin kendi çocukları ve akrabalarının çocukları bulûğ çağına geldiğinde, kendilerinden önceki kişinin büyümüş çocukları ve akrabalarının çocukları gibi izin istemesi kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil: "...Kendilerinden öncekilerin izin istedikleri gibi izin istesinler..." âyetini açıklarken: "Burada kendilerinden önceki bulûğ çağına ermiş kişiler gibi izin istemeleri kastedilmektedir. Zira onlara her halükârda izin istemeleri emredilmişti" dedi. İbn Ebî Hâtim, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildirir: Kişi annesinin yanına girerken bile izin istemelidir. Çünkü: "Çocuklarınız erginlik çağına geldiklerinde, kendilerinden öncekilerin izin istedikleri gibi izin istesinler..." âyeti bu konuda nâzil olmuştur" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Annenizin yanına gireceğiniz zaman da izin isteyin" dedi. İbn Ebî Şeybe ve Buhârî'nin Edeb'de bildirdiğine göre bir kişi İbn Mes'ûd'a: "Annemin yanına gireceğim zaman izin istemem gerekir mi?" diye sorunca: "Evet, gerekir. Çünkü o, bulunmuş olduğu her halini görmeni istemez" karşılığını verdi. İbn Ebî Şeybe ve Buhârî Edeb'de Câbir'den bildirir: Kişinin, oğlunun, - ihtiyar da olsa- annesinin, erkek kardeşinin, kız kardeşinin ve babasının yanına gireceği zaman izin istemesi gerekir. İbn Ebî Şeybe ve Buhârî'nin Edeb'de bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Kişinin, babasının, annesinin, erkek kardeşinin ve kız kardeşinin yanına gireceği zaman izin istemesi gerekmektedir" dedi. Saîd b. Mansûr, Buhârî Edeb'de, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Atâ'dan bildirir: İbn Abbâs'a: "Kız kardeşimin yanına gireceğim zaman izin istemem gerekir mi?" diye sorduğumda, İbn Abbâs: "Evet, gerekir" cevabını verdi. Ona: "O benim himayem altındadır, nafakasını ben vermekteyim ve benimle beraber aynı evdedir. Buna rağmen izin mi isteyeceğim?" dediğimde ise şöyle dedi: "Evet, çünkü Allah: "...Ellerinizin altında bulunanlar ve sizden henüz bulûğ çağına ermemiş olanlar, günde üç defa; sabah namazından önce, öğleyin elbiselerinizi çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra yanınıza girecekleri zaman sizden izin istesinler Bu üç vakit sizin soyunup dökündüğünüz vakitlerdir. Bu vakitlerin dışında ne size, ne onlara bir günah vardır. Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. Allah, âyetlerini size işte böylece açıklar. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" buyurmaktadır. Allah âyette zikredilenlere sadece üç mahrem vakitte izin almalarını emretmektedir." Sonra: "Çocuklarınız erginlik çağına geldiklerinde, kendilerinden öncekilerin izin istedikleri gibi izin istesinler..." âyetini okuyup: "İzin almak Allah'ın yaratmış olduğu bütün insanlara vaciptir" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin, Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre bir kişi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem), "Annemin yanına gireceğim zaman izin istemem gerekir mi?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet, gerekir. Sen onu çıplak bir şekilde görmek ister misin?" buyurdu. İbn Cerîr ve Sünen'de Beyhakî'nin Atâ b. Yesâr'dan bildirdiğine göre bir kişi: "Yâ Resûlallah! Annemin yanına gireceğim zaman izin istemem gerekir mi?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet, gerekir" buyurdu. Adam: "Ben annemle beraber aynı evdeyim" deyince: "Yine de girerken izin al" buyurdu. Adam: "Ben annemin hizmetini görmekteyim. Yanına her girişimde izin mi isteyeceğim?" deyince de: "Sen onu çıplak bir şekilde görmek ister misin?" buyurdu. Adam: "Hayır, istemem" karşılığını verince: "O zaman girerken izin iste" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Buhârî Edeb'de ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Huzeyfe'ye: "Kişi annesinin yanına girerken izin istemeli midir?" diye sorunca: "Evet gerekir, öyle yapmazsan görmek istemediğin şeyler görürsün" karşılığını verdi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Şîrîn: "...Sizden henüz bulûğ çağına ermemiş olanlar..." âyetini açıklarken: "Bize, bir yere girileceği zaman: "Esselâmu aleyküm (=Allah'ın selamı üzerine olsun), filan kişi girebilir mi?" demesini öğretirlerdi" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Abdurrahman b. Avf'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bedevi Araplar namazınızın ismi konusunda size galip gelmesinler. Zira Yüce Allah: «...Yatsı namazından sonra...» buyurmaktadır. Ateme ismi ise (Bedevilerin develerini gece karanlığında sağmalarından dolayı) develerle . alâkalı bir isimdir" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce ve İbn Merdûye'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bedevi Araplar yatsı namazının ismi konusunda size galip gelmesinler. O, Allah'ın Kitâbı'nda yatsı namazı olarak geçmektedir. Onlar develerini gece karanlığında sağarlar (ve yatsı namazını geç vakitte kılarlar)dı. " Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) şeklinde nasb ile okumuştur. 60"Artık evlenme umîdî beslemeyen, hayızdan ve doğumdan kesilmiş yaşlı kadınların zînetlerini göstermeksizin dış elbiselerini çıkarmalarında kendileri için bir günah yoktur. Ama yine sakınmaları onlar için daha hayırlıdır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir" Ebû Dâvud ve Beyhakî Sünen'de İbn Abbâs'tan bildirir: "Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Görünen kısımlar müstesna, zînetlerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar. Zinetlerini kocalarından yahut babalarından yahut kocalarının babalarından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut erkek kardeşlerinden yahut erkek kardeşlerinin oğullarından yahut kız kardeşlerinin oğullarından yahut müslüman kadınlardan yahut sahip oldukları kölelerden yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü'minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!" âyeti neshedildi ve bundan: "Artık evlenme ümidi beslemeyen, hayızdan ve doğumdan kesilmiş yaşlı kadınların zinetlerini göstermeksizin dış elbiselerini çıkarmalarında kendileri için bir günah yoktur. Ama yine sakınmaları onlar için daha hayırlıdır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir" istisna edildi. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Artık evlenme ümidi beslemeyen, hayızdan ve doğumdan kesilmiş yaşlı kadın..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Böylesi bir kadının evinde cilbabını çıkarıp zinetlerini göstermeden başörtülü ve gömleğiyle kalmasında bir sakınca yoktur. Zira Yüce Allah: "...Zinetlerini göstermeksizin dış elbiselerini çıkarmalarında kendileri için bir günah yoktur..."buyurmaktadır. Fedâil'de Ebû Ubeyd İbnu'l-Münzir, Mesâhifte İbnu'l-Enbârî ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) şeklinde okumuş ve: "Burada cilbab kastedilmektedir" demiştir. Abdurrezzâk, Firyabî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "...Dış elbiselerini çıkarmalarında kendileri için bir günah yoktur..." âyetini açıklarken: "Burada cilbab ve gömlek kastedilmektedir" dedi. Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Ömer bu âyeti açıklarken: "Burada böylesi bir kadının cilbabını çıkarması kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Artık evlenme ümidi beslemeyen, hayızdan ve doğumdan kesilmiş yaşlı kadın..." âyetini açıklarken: "Burada evlenemeyecek kadar yaşlı olan kadın kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Artık evlenme ümidi beslemeyen, hayızdan ve doğumdan kesilmiş yaşlı kadın..." âyetini açıklarken: "Burada yaşlılıktan dolayı artık ay hali olmayan ve evlilik ümidi kalmayan yaşlı kadın kastedilmektedir" dedi. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Evlenme ümidi beslemeyen..." âyetini açıklarken: "Burada, kendisiyle kimsenin evlenmek istemeyeceği yaşlı kadın kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Huzeyfe b. el-Yemân'ın azatlısının bana bildirdiğine göre o, hanımefendisinin saçlarına kına yakmıştı. Ben de bu kişinin yanına girip bunu sorduğumda: "Evet evladım! Çünkü ben artık evlenmek istemeyen yaşlı kadınlardanım. Allah da bu konuda işittiğin gibi buyurmaktadır" dedi. İbnu'l-Münzir, Meymûn b. Mihrân'dan bildirir: Bu âyet Ubey b. Ka'b ve İbn Mes'ûd'un mushafında: (.....) şeklindedir. İbn Ebî Hâtim'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) şeklinde okurdu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe'ye, kına, boya, küpe, halhal, altın yüzük ve ince elbise hakkında sorulunca şöyle dedi: "Ey kadınlar topluluğu! Hepinizin sorunu birdir. Allah, size zineti, nâmahrem kişilere görtermemeniz halinde helal kıldı" dedi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Ama yine sakınmaları onlar için daha hayırlıdır..." âyetini açıklarken: "Burada sakınmaktan kasıt, kadınların cilbablarını giymeleridir" dedi. Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî Sünen'de Âsim el-Ahval'dan bildirir: Hafsa binti Sîrîn'in yanına girmiştim. O, üzerine elbisesini atınca, ona, Yüce Allah: "Artık evlenme ümidi beslemeyen, hayızdan ve doğumdan kesilmiş yaşlı kadınların zinetlerini göstermeksizin dış elbiselerini çıkarmalarında kendileri için bir günah yoktur..." buyurmuyor mu?" dedim. Bunun üzerine o: "...Ama yine de sakınmaları onlar için daha hayırlıdır..." kısmını da oku" dedi. Bu da cilbabın giyilmesinin gerekli olduğunun isbatıdır. 61"Kör için bir sorumluluk yoktur. Topal için bîr sorumluluk yoktur. Hastaya da bîr sorumluluk yoktur, fvlerinîzde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya kahyası olup anahtarları elinde olan evlerde, ya da dostlarınızın evlerinde izinsiz yemek yemenizde bir sorumluluk yoktur. Bir arada veya ayrı ayrı yemenizde de bir sorumluluk yoktur. Evlere girdiğiniz zaman, kendinize ehlinize Allah katından bereket esenlik ve güzellik dileyerek selam verin. Allah size âyetleri, düştinesmiz diye böylece açıklar." İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: "Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka. Kendinizi helâk etmeyin. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir" âyeti nâzil olduğu zaman, Ensâr: "Medine'de yemekten daha üstün bir mal yoktur" dedi. Onlar âmâ biri ile yemek yemekten çekinir ve: "O yemeğin yerini görmez" derdi. Onlar topal kişiyle yemek yemez ve: "Topal kişi yemek yerine sağlıklı kişiden önce gidemez ve sofrada sağlıklı kişi gibi iyi yerleşemez" derdi. Onlar hasta kişiyle de yemek yemez ve: "Bu kişi sağlıklı biri gibi yemek yiyemez" derdi. Onlar akrabalarının evlerinde de yemek yemezdi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Kör için bir sorumluluk yoktur..." buyurarak körle yemek yemekte bir sorumluluk olmadığını bildirdi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim Miksem'den bildirir: Onlar âmâ, topal ve hasta biriyle yemek yemek istemezlerdi. Çünkü bu kişiler sağlıklı kişiler gibi yemekten nasiplerini alamazdı. Bunun üzerine: "Kör için bir sorumluluk yoktur. Topal için bir sorumluluk yoktur. Hastaya da bir sorumluluk yoktur. Evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya kahyası olup anahtarları elinde olan evlerde, ya da dostlarınızın evlerinde izinsiz yemek yemenizde bir sorumluluk yoktur. Bir arada veya ayrı ayrı yemenizde de bir sorumluluk yoktur. Evlere girdiğiniz zaman, kendinize ve ehlinize Allah katından bereket, esenlik ve güzellik dileyerek selam verin. Allah size âyetleri, düşünesiniz diye böylece açıklar" âyeti nâzil oldu. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Âdem, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhaki, Mücâhid'den bildirir: Kişi, âmâ veya topal veya hasta birini alıp ya babasının ya erkek kardeşinin ya kız kardeşinin ya amcasının ya halasının ya dayısının ya da teyzesinin evine götürürdü. Onlar bundan çekinip: "Bizi başkalarının evlerine götürüyorlar" derlerdi. Bunun üzerine bu âyet onlara ruhsat olarak indi. Bezzâr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve İbnu'n-Neccâr, Hazret-i Âişe'den bildirir: Müslümanlar, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber savaşa çıkmayı ister ve anahtarlarını güvendikleri kişilere vererek: "İhtiyaç duyduğunuz şeyleri yemenizi size helal kıldık" derlerdi. Kendilerine anahtar verilen kişiler: "Bizim bunlardan yememiz bize helal değildir. Onlar bize bunları gönül hoşluğu ile vermiş değildir. Biz sadece bize emanet verilen kişileriz" derlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah: "...Evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya kâhyası olup anahtarları elinde olan evlerde, ya da dostlarınızın evlerinde izinsiz yemek yemenizde bir sorumluluk yoktur" indirdi. Abd b. Humeyd, İbn Şihâb'dan bildirir: Ubeydullah b. Abdillah ve İbnu'l- Müseyyeb'in bana bildirdiğine göre ilim ehlinden bazı kişiler şöyle derdi: "Bu âyet, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber Allah yolunda savaşa çıkmak isteyen Müslümanlar hakkında nâzil olmuştur. Onlar anahtarlarını güvendikleri kişilere verirler ve onlara: "Evlerimizde olan şeylerden yemenizi size helal kıldık" derlerdi. Onlar da: "Vallahi, evlerindeki şeyler bize helal değildir. Onlar geri dönene kadar bu şeyleri bize hefal kıldılar. Bunlar sadece bize bırakılan bir emanettir" derlerdi. Yüce Allah bu âyeti indirene kadar hep böyle kaldılar. Bu âyet inince de rahatladılar. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhaki, İbn Abbâs'tan bildirir: "Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka. Kendinizi helâk etmeyin. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir" âyeti nâzil olduğu zaman Müslümanlar: "Allah mallarımızı aramızda batıl olarak yememizi yasakladı. Yiyecekte malların en güzelidir. Hiç birimize başkasının yanında yemek yemek helal değildir" dediler. İnsanlar bu şekilde sakınınca, Yüce Allah: "...Evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya kâhyası olup anahtarları elinde olan evlerde, ya da dostlarınızın evlerinde izinsiz yemek yemenizde bir sorumluluk yoktur" âyetini indirdi. Allah, bu şekilde yemeklerden, hurmadan yemeye ve süt içmeye ruhsat vermiştir. Yine kişi tek başına yemek yemekten rahatsız olur ve yanında biriyle yemek yerdi. Allah: "...Bir arada veya ayrı ayrı yemenizde de bir sorumluluk yoktur..." buyurarak bu konuda da onlara ruhsat verdi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Dahhâk'tan bildirir: Medine ahalisi, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilmeden önce, yemeklerine âmâ, hasta ve topal kişileri katmazlardı. Çünkü âmâ kişi yemekteki güzellikleri göremez, hasta kişi sağlıklı kişi gibi yemekten yiyemez ve topal kişi sağlıklı kişi gibi rahat oturamazdı. Bunun üzerine hep birlikte yemek yemelerine ruhsat verildi. Sa'lebî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyet hakkında şöyle demiştir: "Hâris, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber bir savaşa çıkmış ve Halid b. Zeyd'i ailesine vekil olarak bırakmıştı. Ancak Halid b. Zeyd zor durumda olmasına rağmen onun yemeğinden yemekten çekinmişti. Bunun üzerine bu âyet nâzil oldu. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, Merâsil'de Ebû Dâvud, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Zührî'ye: "Kör için bir sorumluluk yoktur. Topal için bir sorumluluk yoktur. Hastaya da bir sorumluluk yoktur. Evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya kahyası olup anahtarları elinde olan evlerde, ya da dostlarınızın evlerinde izinsiz yemek yemenizde bir sorumluluk yoktur. Bir arada veya ayrı ayrı yemenizde de bir sorumluluk yoktur. Evlere girdiğiniz zaman, kendinize ehlinize Allah katından bereket, esenlik ve güzellik dileyerek selam verin. Allah size âyetleri, düşünesiniz diye böyfece açıklar" âyetinde âmâ, topal ve hasta kişi burada niçin zikredilmiştir?" diye sorulunca şöyle dedi: "Ubeydullah b. Abdillah'ın bana bildirdiğine göre Müslümanlar savaşa çıktığı zaman evlerine özürlü kişileri vekil kılarlar ve evlerinin anahtarını onlara bırakarak: "Evlerimizde olan her şeyden yemenizi size helal kıldık" derlerdi. Onlar da bundan çekinerek: "Onlar yokken biz bu evlere girmeyiz" derlerdi. Bunun üzerine bu âyet onlara ruhsat olarak indi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildirir: Cahiliye zamanında Kinâne b. Huzeyme oğullarından bir kabile kendilerinden birinin tek başına yemek yemesini utanç verici bir şey görürdü. Onlardan biri, aç olduğu halde memeleri süt dolu develeri sürer ve kendisiyle beraber yeyip içecek birini bulmadıkça yemek yemez ve içmezdi. Bunun üzerine Yüce Allah: "...Bir arada veya ayrı ayrı yemenizde de bir sorumluluk yoktur..." âyetini indirdi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İkrime ve Ebû Sâlih'ten bildirir: Ensâr'ın yanına bir misafir geldiğinde, misafir kendileriyle yemediği müddetçe kendileri de yemezdi. Bunun üzerine bu âyet onlara ruhsat olarak indi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Ya da dostlarınızın evlerinde izinsiz yemek yemenizde bir sorumluluk yoktur..." âyetini açıklarken: "Vekil bırakılmaksızın dostunun evine girer ve izni olmadan yemek yersen bir sakınca yoktur" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "...Ya da dostlarınızın evlerinde izinsiz yemek yemenizde bir sorumluluk yoktur..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu, artık yapılmayan bir şeydir. Çünkü önceki zamanlarda evlerin kapıları yoktu. Kapılar bir örtü ile kapatılırdı. Bazen kişi aç iken dostunun evine girer ve evde kimseyi bulamazdı. Ancak evde yiyebileceği bir yemek bulurdu. İşte böylesi bir durumda Allah o evden yeme ruhsatı vermiştir. Artık öyle bir durum sözkonusu değildir. Çünkü ev sahipleri çıkıp gittiği zaman kapılarını kapatmakta (kilit vurmakta)dır. Bu sebeple bu durum artık geçmişte kalmıştır." İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Evlere girdiğiniz zaman, kendinize ehlinize Allah katından bereket, esenlik ve güzellik dileyerek selam verin..." âyetini açıklarken: "Evlere girdiğiniz zaman ev halkına selam verin. Çünkü o Allah'ın ismi ve Cennet ahalisinin selamıdır" dedi. Edeb'de Buhârî, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Ebu'z-Zübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah, Ailenin yanına girdiğin zaman "...Allah katından bereket, esenlik ve güzellik dileyerek selam ver..."derdi. Zannedersem Câbir b. Abdillah ailesinin yanına girerken selam vermeyi vacip olarak görüyordu. Hâkim'in, Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Evlerinize girdiğiniz zaman, ailenize selam verin. Yemek yiyeceğiniz zaman da Allah'ın adını zikredin. Sizden biri evine gireceği zaman ve yemek yiyeceği zaman Allah'ın adını zikrederse, şeytan arkadaşlarına: «Burada size kalacak yer ve yiyecek bir şey yoktur» der. Yine sizden biriniz eve girerken selam vermez ve yemeğe başlarken Allah'ın adını zikretmezse şeytan arkadaşlarına: «Kalacak bir yer ve yiyecek yemeği buldunuz» der. " Ahmed, Müslim, Buhârî Edeb'de Ebû Dâvud, İbn Mâce ve İbn Hibbân'ın Câbir'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kişi evine gireceği ve yemek yiyeceği zaman Allah'ı zikrederse, şeytan: «Burada size kalacak yer ve yiyecek bir şey yoktur» der. Yine kişi eve girerken Allah'ı zikretmezse şeytan: «Kalacak bir yer buldunuz» der. Kişi yemeğe başlarken Allah'ı zikretmezse, şeytan: «Kalacak bir yer ve yiyecek yemeği buldunuz» der." Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) evine gireceği zaman: "Rabbimizden bizim üzerimize selam olsun! Selam, esenlik,, güzellik ve bereket Allah'dandır. Selam üzerinize olsun" derdi. İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr, Atâm şöyle dediğini bildirir: Ailenin yanına girdiğin zaman: "Allah katından bereket, esenlik, güzellik ve selam üzerinize olsun" deyin. Eğer evde kimse olmazsa: "Rabbimizden bize selam olsun" deyin. İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mâhân: "...Evlere girdiğiniz zaman, kendinize... selam verin..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Kişi evine girdiği zaman: "Rabbimizden bize selam olsun" desin, anlamındadır." Taberânî, Bahterî'den bildirir: Eş'as b. Kays ve Cerîr b. Abdillah el-Becelî, Selmân'ın yanına gelip: "Biz sana kardeşin Ebu'd-Derdâ'nın yanından geliyoruz" dediler. Selmân: "Bana sizinle göndermiş olduğu hediye nerededir?" deyince: "Beraberimizde bir hediye göndermedi" dediler. Selmân: "Allah'dan korkun ve emaneti verin. Şimdiye kadar hiç kimse bana, ondan hediyesiz bir şekilde gelmedi" dedi. Onlar: "Vallahi, o bizimle bir şey göndermedi. Ancak: "Benden ona selam söyleyin" dedi" karşılığını verdiler. Selmân: "Sizden bunun dışında bir hediye mi istiyordum? Allah katından bereket, esenlik, güzellik ve selamdan daha üstün bir hediye var mıdır?" dedi. Taberânî'nin Selmân'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim, şeytanın, yemek bulamayışından, gündüz dinleneceği ve akşam geceleyeceği bir yer bulamayışından hoşlanırsa, evine gireceği zaman selam versin, yemeğe başlayacağı zaman da Besmele çeksin" buyurmuştur. İbn Adiy'in Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz odasına gireceği zaman Allah'ın ismiyle besmele çeksin. Çünkü besmele çekince beraberindeki şeytan içeri giremez ve geri döner. Girdiğiniz zamanda selam verin. Selam vermenizle daha önce odada bulunan şeytan çıkıp gider. Yemek konulduğu zaman da besmele çekin, Bu şekilde pis şeytanı kovmuş ve rızkınıza ortak etmemiş olursunuz. Sefere çıkacağınız zaman daha bineğinizin sırtına çulu koyarken Allah'ın ismiyle besmele çekin. Çünkü her bineğe binmiş bir şeytan vardır. Besmele çektiğiniz zaman onu bineğin sırtından indirmiş olursunuz. Eğer besmele çekmeyi unutursanız bineğinize ortak olur. İçinde et bulunan çıkını odanızda bırakmayın. Zira o, şeytanın barınıp yatacağı yerdir. Süpürülmüş odanın pisliğini de odanın bir kenarında bırakmayın. Çünkü o şeytanın oturduğu yerdir. Hayvanların sırtına konulan çulu döşek olarak kullanmayın. Kapalı olmayan evlerde oturmayın. Etrafında korkuluk olmayan damda gecelemeyin. Köpek havlaması veya eşek anırması İşittiğiniz zaman şeytandan Allah'a sığının. Çünkü şeytanı gören köpek havlar, eşek te anırır." İbn Merdûye'nin Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Müslüman kişinin yol işaretleri gibi, ışığı ve alâmetleri vardır. Bu ışık ve alâmetler, Alah'dan başka ilah olmadığına, Muhammed'in kulu ve Resûlü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, güzel bir şekilde abdest almak, Allah'ın Kitabı ve Peygamberinin sünneti ile hükmetmek, idarecilere itaat etmek, kendi nefsinize selam vermek, bir eve girdiğiniz zaman selam vermek ve karşılaştığınız kişiye selam vermektir." Bezzâr, İbn Adiy ve Beyhakî Şuabu'l-İmân'da Enes'ten bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana şu beş hasleti vasiyet ederek şöyle buyurdu: "Güzel bir şekilde abdest al ki, ömrün arttırılsın. Ümmetimden karşılaştığın kişiye selam ver ki, sevapların çoğalsın. Evine girdiğin zaman ev halkına selam ver ki, evinin hayrı artsın. Kuşluk namazını kıl, zira o, senden önceki Allah'a yönelen kişilerin namazıdır. Ey Ene s! Küçüğe merhamet et, büyüğe de saygı göster. Öyle edersen kıyamet gününde arkadaşlarımdan olursun. " Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Evlere girdiğiniz zaman, kendinize... selam verin..." âyetini açıklarken: "Burada mescid kastedilmektedir. Ona girdiğin zaman: «Allah'ın selamı bizim ve salih kullarının üzerine olsun» şeklinde selam ver" dedi. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Mâlik: "İçinde Müslümanlardan kimsenin bulunduğu bir eve girersen selam ver. Eğer evde kimse bulunmazsa veya orada müşriklerden kimse bulunursa: «Allah'ın selamı bizim ve salih kullarının üzerine olsun» şeklinde selam ver" dedi. İbn Ebî Şeybe ve Buhârî'nin Edeb'de bildirdiğine göre İbn Ömer: "Kişi kimsenin oturmadığı bir eve veya bir mescide girerse: "Allah'ın selamı bizim ve salih kullarının üzerine olsun" şeklinde selam versin" dedi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: "İçinde kimse olmayan kendi evine veya başka birinin evine girersen: «Allah'ın ismiyle, hamd Allah'adır» diyerek: «Rabbimizin selamı bizim ve salih kullarının üzerine olsun» şeklinde selam ver" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Katâde: "...Evlere girdiğiniz zaman, kendinize... selam verin..." âyetini açıklarken: "Evine girdiğin zaman ailene selam ver. Kimsenin olmadığı bir eve girersen: «Allah'ın selamı bizim ve salih kullarının üzerine olsun» şeklinde selam ver" dedi. O, bu şekilde emrolunmuştu. Bize bildirildiğine göre melekler ona cevap vermekteydi. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini açıklarken: (.....)(Birbirinizi öldürmeyin) buyruğunda olduğu gibi, burada da birbirinize selam vermeniz kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) âyetini açıklarken: (Birbirinizi öldürmeyin) buyruğunda olduğu gibi, burada da kişinin Müslüman kardeşinin yanına girdiğinde selam vermesi kastedilmektedir. (.....) (=Sonra da sizler, o kişilersiniz ki birbirinizi öldürüyorsunuz) âyetinden kasıt, Kureyza ve Nadîr'in birbirlerini öldürmesidir. (.....) buyruğuna bakarsak, kişinin eşi nasıl kendi nefsinden olabilir? Aslında bu: "Size eşlerinizi develerden sığırlardan değil de kendinizden (insanlardan) yaratmıştır" şeklindedir. Kur'ân'da bu şekilde geçen her âyet te bu yöndedir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Evlere girdiğiniz zaman, kendinize... selam verin..." âyetini açıklarken: "Birbirinize selam verin, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Ben teşehhüdü ancak Allah'ın Kitâbı'ndan aldım. Allah'ın: "...Evlere girdiğiniz zaman, kendinize ehlinize Allah katından bereket, esenlik ve güzellik dileyerek selam verin..." buyurduğunu işittim. Fakat namazdaki teşehhüd: "Bereketli, esenlik ve güzellik Allah içindir" şeklindedir. Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Sâbit b. Ubeyd der ki: Sabah vakti İbn Ömer'in yanına gittim. O, mescidde oturuyordu. Bana: "Geldiğinde selam vermen gerekmez miydi! Zira selam, Allah katından bereket ve esenliktir" dedi. 62"Mü'minler ancak Allah'a ve peygamberine inanan, onunla beraber toplumu İlgilendiren bîr iş üzerindeyken ondan izin almadan çekip gitmeyen kimselerdir, O hâlde bazı işlerini görmek için senden izin isterlerse, içlerinden dilediğine izin ver ve onlar için Allah'dan bağışlama dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" İbn İshâk, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî Delâil'de Urve ve Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirir: Kureyş, Ahzâb yılı geldiği zaman yağmur sularının biriktiği, Rûma denilen yerde Medine kuyusunun yanında konakladı. Ordunun komutanı Ebû Süfyan idi. Gatafân kabilesi de Uhud dağına yakın bir yerde konakladı. Bu durum Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verilince Müslümanlarla beraber çalışarak Medine'nin etrafında hendek açmaya başladı. Münafıklardan bazı kişiler işi ağırdan alıyor ve yavaş çalışıyordu. Onlar, Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) gizli bir şekilde izin almadan ailelerinin yanına gidiyorlardı. Ancak Müslüman kişinin mutlaka yapması gereken bir işi çıktığında, Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) izin alıp öyle gidiyordu. İşi bitince de geri dönüyordu. Yüce Allah işte bu müminler hakkında: "Mü'minler ancak Allah'a ve peygamberine inanan, onunla beraber toplumu ilgilendiren bir iş üzerindeyken ondan izin almadan çekip gitmeyen kimselerdir. O hâlde bazı işlerini görmek için senden izin isterlerse, içlerinden dilediğine izin ver ve onlar için Allah'dan bağışlama dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (Ey Mü’minler!) Peygamberin (sizi) çağırmasını aranızda birbirinizi çağırmanız gibi tutmayın. İçinizden biribirini siper ederek sıvışıp gidenleri Allah gerçekten bilir. Artık onun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belânın gelmesinden veya elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar. Bilmiş olun ki şüphesiz göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah'ındır. O, içinde bulunduğunuz durumu gerçekten bilir. Allah'a döndürülecekleri ve yaptıklarını Allah'ın onlara haber vereceği günü hatırla. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir" âyetlerini indirdi. Abdurrezzâk, Firyabî, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Onunla beraber toplumu ilgilendiren bir iş üzerindeyken ondan izin almadan çekip gitmeyen kimselerdir..." âyetini açıklarken: "İzin alma durumu, savaşta ve cuma günü. İmamın cuma günü izin vermesi eliyle işaret etmesidir" dedi. Firyabî'nin bildirdiğine göre Mekhûl: ".. .Onunla beraber toplumu ilgilendiren bir iş üzerindeyken..." âyetini açıklarken: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onları bir iş veya bir savaş veya buna benzer şeyler için topladığı zaman kimse izin almadan bir yere gitmezdi" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti açıklarken: "Burada cihad, cuma ve iki bayram namazı kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Toplumu ilgilendiren bir iş üzerindeyken..." âyetini açıklarken: "Burada Allah'a itaat olan her şey kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Şîrîn der ki: "Müslümanlar cuma günü izin isteyeceği zaman şöyle üç parmağıyla işaret ederlerdi. İzin alma işi çoğalınca Ziyâd sıkıldı ve: "Burnunu tutan her kişi izinlidir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mekhûl bu âyeti açıklarken: "Şimdilerde bu izin alma işi savaş ve Cuma namazında uygulanmaktadır" dedi. Saîd b. Mansûr, İsmail b. Ayyâş'tan bildirir: Amr b. Kays es-Sekûnî'yi cuma günü halka hutbe verirken gördüm. Ebu'l-Mudille el-Yahsûbî karnında hissettiği bir şeyden dolayı kalkıp izin isteyince Amr eliyle gidebilirsin diye işaret etti. Bunu Amr veya Ebu'l-Mudille'ye sorduğumda: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı bu şekilde yapardı" dedi. 63"Peygamberi, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın. Muhakkak ki Allah içinizden birbirlerini siper edinerek sıvışanları bilmektedir. Onun buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar." İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Delâil'de Ebû Nuaym'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Peygamber'i, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Önceden: "Ey Muhammed! Ey Ebu'l-Kâsım!" derlerdi. Allah Peygamberini yücelterek onları bundan nehyetti ve: "Ey Allah'ın Peygamberi! Ey Allah'ın Resûlü!" demeye başladılar. Ebû Nuaym'ın Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Peygamber'i, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Burada kişinin Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem), kardeşini ismiyle çağırır gibi çağırmaması kastedilmektedir. Çünkü Allah, onu saygıdeğer kılıp yüceltti. Artık siz: "Ey Allah'ın Resûlü! Ey Allah'ın Peygamberi!" deyin. Abdu'l-Ğanî b. Saîd Tefsîr'de ve Ebû Nuaym'ın Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Peygamber'i, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) uzaktan: "Ey Ebu'l-Kâsım!" diye çağırmayın. Fakat, Allah'ın Hucurât Sûresi'nde: "Allah'ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar..." buyurmuş olduğu gibi kısık bir sesle çağırın." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken: Allah onlara: "Ey Allah'ın Resûlü!" diye yumuşak bir şekilde tevazu ile çağırmalarını, asık bir yüzle: "Ey Muhammed!" diye çağırmamalarını emretmiştir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken: "Allah onlara, Peygamberine karşı saygı göstermelerini, hürmet etmelerini, yüceltmelerini, büyüklemelerini ve şerefli kılmalarını emretmiştir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti açıklarken: "Ey Muhammed!" demeyin. Fakat: "Ey Allah'ın Resûlü!" deyin" dedi. Abd b. Humeyd, Saîd b. Cübeyr ve Hasan(-ı Basrî)'den aynısını bildirir. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Peygamber'i, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın. Muhakkak ki Allah içinizden birbirlerini siper edinerek sıvışanları bilmektedir. O'nun buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar" âyetini açıklarken: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) size edeceği beddua mutlaka kabul edilir. Bu sebeple bedduasından sakının" dedi. Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Şa'bî bu âyeti açıklarken: "Peygamberin size beddua etmesini, birbirinize beddua etmek gibi saymayın" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân: "...Muhakkak ki Allah içinizden birbirlerini siper edinerek sıvışanları bilmektedir. ..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Burada münafıklar kastedilmektedir. Cuma günü hutbe onlara uzun gelir ve sahabelerin arkasına gizlenerek Mescid'den çıkarlardı. O zamanda, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma hutbesine başladıktan sonra kişi izin almadan Mescid'den dışarı çıkamazdı. Kişi çıkmak istediği zaman Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) parmağıyla işaret eder ve adam konuşmadan Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona izin verirdi. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbe verirken bir kişi konuşacak olursa bu kişinin cuma namazı caiz olmazdı." Ebû Davud'un Merâsil'de bildirdiğine göre Mukâtil bu âyeti açıklarken şöyle dedi: "Kişi burnunun kanamasından veya ihtiyacından dolayı işaret parmağıyla işaret edip Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) izin almadan ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) eliyle işaret edip kendisine izin vermeden dışarı çıkamazdı. Münafıklardan birine hutbe ağır gelip Mescid'de oturmaktan sıkılınca ve Müslüman biri çıkmak için izin isteyince bu münafık kişi onun arkasına gizlenerek Mescid'den çıkardı. Bunun üzerine Yüce Allah: "...Muhakkak ki Allah içinizden birbirlerini siper edinerek sıvışanları bilmektedir. O'nun buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar" âyetini indirdi. Abd b. Humeyd'în bildirdiğine göre Katâde: "...Muhakkak ki Allah içinizden birbirlerini siper edinerek sıvışanları bilmektedir. ..." âyetini açıklarken: "Münafıklar, Allah'ın, Peygamberinden sıkılmalarından, Allah'ın Kitâbı'ndan ve zikrinden bahsedilmesinden dolayı dışarı çıkarlardı" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada bir şeyin arka tarafı" kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Süfyân: "...Muhakkak ki Allah içinizden birbirlerini siper edinerek sıvışanları bilmektedir..." âyetini açıklarken: "Burada savaşta iken arka saflara çekilen kişiler kastedilmektedir" dedi. "...O'nun buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar" âyeti hakkında ise: "Kalplerine mühür vurmasından sakınsınlar, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim, Hasan b. Sâlih'ten bildirir: Mest üzerine meshetmeyi terk edenlerin: "...O'nun buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar" âyetinde olanlara dâhil olmasından korkuyorum. Abdurrezzâk Musannef’te Yahya b. Ebî Kesîr'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber savaşında ashabına bir bölgeyi terk etmelerini emredip o bölgede savaşmalarını yasaklamıştı. Herkes orayı terk etmiş ve sadece bir kişi orada kalmıştı. Bu kişi orada savaşarak ölmüştü. Onu, namazını kılması için Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) getirdiklerinde: "Savaşmayın diye koyduğumuz yasağı çiğnedi mi?" diye sorunca, ashab: "Evet" karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu bıraktı ve namazını kılmadı. Abdurrezzâk, Mücâhid'den bildirir: Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) işittiğimiz en ağır hadis Sa'd b. Muâz hakkında söylediği ve kabir azabı hakkındaydı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Tebuk savaşında: "Bizimle ancak atı kuvvetli olan kişi gelecektir" buyurdu. Bir kişi küçük ve huysuz bir deveye binerek beraberlerinde gitmiş ve deve onu düşürüp öldürmüştü. Oradakiler: "Şehit oldu, şehit oldu" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Bilal'e: "Cennete ancak mümin kişiler girer. Asi olanlar Cennete giremez" diye çağırmasını emretti. Abdurrezzâk'ın Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün düşman karşısındayken ashabına: "Hiç biriniz saldırıya geçmesin" buyurmuştu. Fakat aralarından bir kişi çıkarak düşmana saldırmış ve birini öldürdükten sonra öldürülmüştü. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Filan kişi şehit oldu" denilince: "Savaşmayın diye koyduğum yasağı çiğnedi mi?" diye sordu. Ashab: "Evet" cevabını verince: "Asi kişi Cennete giremez" buyurdu. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Allah'a ve âhiret gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten geri kalmak için senden izin istemezler. Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları çok iyi bilendir" âyetini açıklarken şöyle dedi: Şavaş anında ancak münafık kişi izin isterdi. Hiç kimsenin Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) izin istemesi veya savaşta iken kendisinden geride kalması veya Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) izni olmadan bir bölüğün geri çekilmesi helal değildi. Allah, Peygamber'ine henüz izin verme ruhsatı vermemişti. "Mü'minler ancak Allah'a ve peygamberine inanan, onunla beraber toplumu ilgilendiren bir iş üzerindeyken ondan izin almadan çekip gitmeyen kimselerdir. O hâlde bazı işlerini görmek için senden izin isterlerse, içlerinden dilediğine izin ver ve onlar için Allah'dan bağışlama dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyeti indi ve Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) dilediği kişiye izin verme ruhsatı verildi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), onları, bir emir verme veya yasaklamadan dolayı topladığı zaman müminler sabrederek meclislerinde kalırlardı. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine gelen vahiyden, sevdikleri ve sevmedikleri şeylerden bahsetmesinden hoşlanırlardı. Ancak Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattığı şeyler münafıkların sevmeyeceği şeylerden ise Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerini görmemesi için mecliste bulunanların arkasına gizlenerek sıvışıp giderledi. Bu sebeple Yüce Allah: "Muhakkak ki Allah içinizden birbirlerini siper edinerek sıvışanları görmektedir" buyurmuştur. 64"Bilmiş olun ki, şüphesiz göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah'ındır. O, içinde bulunduğunuz durumu gerçekten bilir. Allah'a döndürülecekleri ve yaptıklarını Allah'ın onlara haber vereceği günü hatırla. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Bilmiş olun ki şüphesiz göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah'ındır. O, içinde bulunduğunuz durumu gerçekten bilir. Allah'a döndürülecekleri ve yaptıklarını Allah'ın onlara haber vereceği günü hatırla. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir" âyetini açıklarken: "Hiçbir kavim yoktur ki, hangi durumda ve hangi hal üzere olursa olsun mutlaka Allah'ın gözü önündedirler ve muhakkak Allah katından şahitleri vardır" dedi. Fedâil'de Ebû Ubeyd ve Taberânî'nin hasen senetle bildirdiğine göre Ukbe b. Âmir der ki: Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem), Nûr Sûresinin son âyetini okurken işittim. O, parmaklarını gözlerinin altına koyarak: "Her şeyi görendir" diyordu. |
﴾ 0 ﴿