ŞUARÂ SÛRESİİbnu'd-Durays ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Şuarâ Sûresi, Mekke'de inmiştir" dedi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. ez-Zübeyr: "Şuarâ Sûresi, Mekke'de indirilmiştir" dedi. Nehhâs'ın İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Şuarâ Sûresinin Medine'de inen son dört âyeti dışındaki kısmı Mekke'de inmiştir. Bu dört âyet: "Şairlere ise haddi aşan azgınlar uyarlar" âyetinden sûrenin sonuna kadar olan kısmıdır. Ebû Nuaym Hilye'de Mikdâm Ma'di Kerib'den bildirir: Şuarâ Sûresini sormak için Abdullah b. Mes'ud'a gitmiştik. O: "Bu sûre ezberimde değildir. Fakat siz onu Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) öğrenen Ebû Abdillah b. Habbâb b. el-Erat'a gidin" dedi. 1"Tâ Sîn Mîm." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini açıklarken: "Bu, Kur'ân'ın isimlerinden bir isimdir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b: (.....) ifadesini açıklarken: "(Ta) harfi üstünlük ve kerem sahibinden, (sin) harfi Allah'ın Kuddûs isminden ve (mim) harfi Rahmân'dandır" dedi. 2Bu âyetler, sıhhatı apaçık olan Kur’ân’ın âyetleridir. 3Bkz. Ayet:9 4Bkz. Ayet:9 5Bkz. Ayet:9 6Bkz. Ayet:9 7Bkz. Ayet:9 8Bkz. Ayet:9 9"Ey Muhammed! Mü'min olmuyorlar diye âdeta kendini helâli edeceksin. Biz dilesek onlara gökten bir mucize indiririz de ona boyun eğip kalırlar. Rahman'dan kendilerine gelen her yeni öğütten mutlaka yüz çevirirler. Evet yalanladılar; alay edip durdukları şeylerin haberleri kendilerine ulaşacaktır. Yeryüzüne bakmazlar mı? Orada, bitkilerden nice güzel çiftler yetiştirmişizdir. Şüphesiz bunlarda Allah'ın kudretine işaret vardır, ama çoğu inanmazlar. Ama senin Rabbin Azız ve Rahîm'dir." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Âdeta kendini helak edeceksin. Biz dilesek onlara gökten bir mucize indiririz de ona boyun eğip kalırlar. Rahmân'dan kendilerine gelen her yeni öğütten mutlaka yüz çevirirler. ...Onlara yakında gelecek" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: Mümin olmuyorlar diye neredeyse kendini öldüreceksin. Oysa Allah dileseydi onları zelil kılacak bir mucize indirirdi ve Allah'a masiyet olan hiçbir şeye bakmazlardı. Onlar, Allah'ın Kitâbı'ndan kendilerine gelen her şeye karşı mutlaka yüz çevirmiştir. Ancak kıyamet gününde Allah'ın Kitâbı'ndan alaya aldıkları şeylerin haberleri kendilerine gelecektir, (.....) âyeti hakkında ise: "Âyetteki "Kerîm" ifadesi güzel mânâsındadır" dedi. Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: "Bana: (.....) âyetini açıkla" deyince, İbn Abbâs: "Uttuk ifadesi ile bir grup kastedilmektedir" dedi. Nâfi' b. el-Ezrak: "Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Evet bilirler, Hâris b. Hişâm'ın Ebû Cehil'i zikrederek: "Habercinin bize vermiş, olduğu habere göre Kavmin önündedir Ömer müjdeci grup ile" dediğini işitmedin mi?" karşılığını verdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Ona boyun eğip kalırlar" âyetini açıklarken: "Burada zelil olmaları kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Ayetteki "Hadiu" ifadesi zelil mânâsındadır" dedi. Firyabî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Orada her çok yararlı çiftten ne kadar bitirmişizdir" âyetini açıklarken: "Burada insanların ve hayvanların yediği yeryüzündeki bitkiler kastedilmektedir" dedi. Firyabî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şa'bî: "...Orada her çok yararlı çiftten ne kadar bitirmişizdir" âyetini açıklarken: "Burada yeryüzü bitkilerinden oluşan insanlar kastedilmektedir. Onlardan Cennete giren kişi şerefli, Cehenneme giren kişi de alçaktır" dedi. İbn Cerîr, İbn Cüreyc'ten bildirir: Şuarâ Sûresi'nde: (.....) diye geçen her ifadede daha önce helak olmuş ümmetler kastedilmektedir. Yani Allah, düşmanlarından intikam aldığı zaman Aziz, mümin kişileri de düşmanlarını helak ettiği şeyden kurtardığı zaman Rahîm'dir. 10Bkz. Ayet:51 11Bkz. Ayet:51 12Bkz. Ayet:51 13Bkz. Ayet:51 14Bkz. Ayet:51 15Bkz. Ayet:51 16Bkz. Ayet:51 17Bkz. Ayet:51 18Bkz. Ayet:51 19Bkz. Ayet:51 20Bkz. Ayet:51 21Bkz. Ayet:51 22Bkz. Ayet:51 23Bkz. Ayet:51 24Bkz. Ayet:51 25Bkz. Ayet:51 26Bkz. Ayet:51 27Bkz. Ayet:51 28Bkz. Ayet:51 29Bkz. Ayet:51 30Bkz. Ayet:51 31Bkz. Ayet:51 32Bkz. Ayet:51 33Bkz. Ayet:51 34Bkz. Ayet:51 35Bkz. Ayet:51 36Bkz. Ayet:51 37Bkz. Ayet:51 38Bkz. Ayet:51 39Bkz. Ayet:51 40Bkz. Ayet:51 41Bkz. Ayet:51 42Bkz. Ayet:51 43Bkz. Ayet:51 44Bkz. Ayet:51 45Bkz. Ayet:51 46Bkz. Ayet:51 47Bkz. Ayet:51 48Bkz. Ayet:51 49Bkz. Ayet:51 50Bkz. Ayet:51 51"Hani Rabbin Musa'ya: «O zalimler güruhuna, Firavun un kavmine git Hâla (başlanna gelecekten) sakınmayacaklar mı onlar?« diye seslenmişti. Musa şöyle dedi: «Rabbim! Doğrusu, beni yalancılıkla suçlamalarından korkuyorum. (Bu durumda) içim daralır, dilim dönmez; onun için Harun'a da elçilik ver. Onların bana isnad ettikleri bir suç da var. Bundan ötürü beni öldürmelerinden korkuyorum. Allah buyurdu: «Hayır (seni asla öldüremezler)! İkiniz mucizelerimizle gidin. Şüphesiz ki, biz sizinle beraberiz, (her şeyi) işitmekteyiz. Haydi Firavun'a gidip deyin kî: «Gerçekten biz, âlemlerin Rabbi'nın elçisiyiz; îsrailoğullarını bizimle beraber gönder.» (Kendisine Allah'ın emri tebliğ edilince Firavun) dedi ki: «Biz seni çocukken himayemize alıp büyütmedik mî? Hayatının birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi? Sonunda o yaptığın (kötü) işi de yaptın. Sen nankörün birisin!» Musa: «Ben, dedi, o işi o anda sonunun ne olacağını bilmeyerek yaptım. Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı. O nimet diye başıma kaktığın ise, (aslında) îsrailoğullarını kendine kul köle etmendir.» Firavun şöyle dedi: «Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir?» Musa cevap verdi: «Eğer işin gerçeğini düşünüp anlayan kişiler olsanız, (itiraf edersiniz ki) O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidır.» (Firavun) etrafında bulunanlara: «İşitiyor musunuz?» dedi. Musa dedi kî: «O, sizin de Rabbiniz, daha önceki atalarınızın da Rabbidîr.» Firavun: «Size gönderilen bu elçiniz mutlaka delidir» dedi. Musa devamla şunu söyledi: «Şayet aklınızı kullansanız (anlarsınız ki), O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir.» Firavun: «Benden başkasını tanrı edinirsen, andolsun ki seni zindanlıklardan ederim!» dedi. Musa: «Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?» dedi. Firavun: «Doğru söyleyenlerden isen, haydi getir onu!» dîye karşılık verdi. Bunun üzerine Musa asasını atıverdı; bir de ne görsünler, asâ apaçık koca bir yılan (oluvermiş)! Elini de (koynundan) çıkardı; o da seyredenlere bembeyaz görünen (nur saçan bir şey oluvermiş).'Firavun, çevresindeki ileri gelenlere: «Bu, dedi, doğrusu çok bilgili bir sihirbaz! Sizi sihiriyle yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?» Dediler ki: «Onu ve kardeşini eğle ve şehirlere toplayıcı görevliler gönder; ne kadar bilgisi derin sihirbaz varsa sana getirsinler.» Böylece sihirbazlar belli bir günün tayin edilen vaktinde biraraya getirildi. Halka: «Siz de toplanıyor musunuz (haydi hemen toplanın)» denildi. (Firavun un adamları:) «Eğer üstün gelirlerse, herhalde sihirbazlara uyarız» dediler. Sihirbazlar geldiklerinde Firavun'a: «Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret vardır değil mi?» dediler. Firavun cevap verdi: «Evet, o takdirde hiç şüphe etmeyin, gözde kimselerden de olacaksınız.» Musa onlara: «Ne atacaksanız atın!» dedi. Bunun üzerine iplerini ve değneklerini attılar ve: «Firavun'un kudreti hakkı için elbette bizler galip geleceğiz» dediler. Sonra Musa asasını attı; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuveriyor! (Bunu görünce) sihirbazlar derhal secdeye kapandılar. «Âlemlerin Rabhine, Musa ve Harun'un Rabhine iman ettik» dediler. Firavun, (kızgınlık içinde) dedi ki: «Ben size izin vermeden ona iman ettiniz ha! Demek ki size sîhiri öğreten büyüğünüzmüş o! Ama şimdi (size yapacağımı görecek ve) bileceksiniz: Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağım!» «Zararı yok, dediler, (nasıl olsa) biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz.» «Biz, ilk iman edenler olduğumuz için Rabbimizin hatalarımızı bağışlayacağını umarız.»." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Hani Rabb'in Mûsa'ya: «Şu zalim topluma git» diye seslenmişti" âyetini açıklarken: "Burada Mûsa'nın (aleyhisselam) Tûr dağının sağ tarafından çağrıldığı zaman kastedilmektedir" dedi. Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Bir de onlara karşı ben suçlu durumundayım..." âyetini açıklarken: "Burada Musa'nın (aleyhisselam) onlardan bir kişiyi öldürmüş olması kastedilmektedir" dedi. "Sonunda yapacağını yaptın..." âyeti hakkında ise: "Yine burada öldürme olayı kastedilmektedir" dedi. "(Musa): «Ben onu yaptığım zaman şaşkınlardandım» dedi" âyetini açıklarken: "O zaman cahillerdendim, mânâsındadır" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Bir de onlara karşı ben suçlu durumundayım..."âyetini açıklarken: "Burada Mûsa'nın (aleyhisselam) onlardan bir kişiyi öldürmüş olması kastedilmektedir" dedi. "Seni biz küçük bir çocuk olarak alıp aramızda büyütmedik mi..." âyeti hakkında ise: "Firavun ailesinin onu bulup da büyütene kadar beslemesi kastedilmektedir" dedi. "Sonunda yapacağını yaptın. Sen kafirlerdensin" âyeti hakkında ise: "Mûsa'ya (aleyhisselam): "Sen bizden bir kişiyi öldürdün" denildi. Bunun üzerine Musa (aleyhisselam) bundan kendini beri kılarak: "Ben onu yaptığım zaman şaşkınlardandım" yani cahillerdendim" dedi. Bu âyet bazı kıraatlarda: (.....) şeklindedir. Şüphesiz ki bu, Mûsa'nın (aleyhisselam) kasıtlı bir şekilde işlediği bir şey değildir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Sonunda yapacağını yaptın. Sen kafirlerdensin" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Firavun, Mûsa'yı (aleyhisselam) besleyip büyüttüğünden dolayı ona minnet ederek: "Sen nimetimi inkar ettin" demiştir. Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Başıma kaktığın bu nimet, İsrailoğullarını kendine köle ettiğinden ötürüdür' dedi" âyetini açıklarken: "Onları kahrederek işlerinde kullandın, mânâsıridadır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Sonunda yapacağını yaptın. Sen kafirlerdensin" âyetini açıklarken: "Burada Mûsa'nın (aleyhisselam) nimeti inkar etmesi kastedilmektedir. Zira Firavun küfrün ne olduğunu bilmezdi" dedi. "Ben onu yaptığım zaman şaşkınlardandım" âyeti hakkında ise şöyle dedi: "Musa (aleyhisselam) Firavun'a cevap olarak: «O zaman ben cahillerdendim» karşılığını verdi." Ebû Ubeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Bu âyet İbn Mes'ûd'un kıraatında: (.....) şeklindedir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Rabbim bana hüküm ve hikmet bahşetti..." âyetini açıklarken: "Burada peygamberlik kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Başıma kaktığın bu nimet, İsrailoğullarım kendine köle ettiğinden ötürüdür' dedi" âyetini açıklarken şöyle dedi: Musa (aleyhisselam), Firavun'a: "Hür olan İsrail oğullarını kahrederek kendine köle edinmişken bana bu nimetten dolayı minnet mi ediyorsun ey Firavun?" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Firavun: «Alemlerin Rabbi de ne demek?» dedi... Musa: «Eğer akledebilen kimselerseniz bilin ki O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir» dedi" âyetlerini açıklarken: "Firavun burada küçülmekten başka bir şey elde etmedi" dedi." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bunun üzerine Musa elindeki değneği yere attı, değnek o anda sahici bir yılan oluverdi" âyetini açıklarken: "Firavun asanın yılan olduğunu açıkça görmüştü" dedi. "Elini çıkardı, bakanlara bembeyaz göründü" âyeti hakkında ise: "Musa (aleyhisselam) elini cebinden çıkardığı zaman ona bakanlar ve kendisini görenler elinin bembeyaz bir şekilde parladığını gördüler" dedi. İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Musa (aleyhisselam) ailesine gitmek üzere Mısır'a doğru yola çıktı ve gece vakti oraya yetişti. O annesinin yanına misafir olmuş ama annesini tanımamıştı. Bir gece sulu bir yemek yerken Harun (aleyhisselam) geldi ve evin avlusunda konakladı. Baktığında bir misafir olduğunu gördü. Onu annesinden sorunca annesi bir misafir olduğunu söyledi. Onu da yemeğe davet etti ve beraber yediler. Ancak oturduğunda muhabbet edip, Harun (aleyhisselam): "Sen kimsin?" diye sorunca: "Ben Mûsa'yım" karşılığını verdi. Bunun üzerine kalkıp kucaklaştılar (ve tanıştılar). Bu tanışma faslı bittiği zaman Musa (aleyhisselam): "Ey Harun! Beraber Firavun'a gidelim. Şüphesiz ki Allah bizi onun için gönderdi" dedi. Bunun üzerine Harun (aleyhisselam): "İşittim ve itaat ettim" karşılığını verdi. Anneleri kalkıp bağırarak: "Allah için Firavun'a gitmeyin, o sizi öldürecektir" dedi. Ancak bunu kabul etmediler ve yola çıktılar. Gece vakti Firavun'un yanına yetiştiler ve kapıyı çaldılar. Firavun ve kapıcı korkmuştu. Firavun: "Bu saatte kapıyı çalan kimdir?" deyince, kapıcı çıkıp onlara kim olduklarını sordu. Musa(aleyhisselam): "Biz bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'ın elçileriyiz" dedi. Kapıcı daha da korkarak Firavun'un yanına gitti ve: "Burada deli biri vardır. Âlemlerin Rabbi olan Allah'ın elçileri olduğunu iddia ediyor" diyerek durumu ona haber verdi. Bunun üzerine Firavun: "Onu içeri al" dedi. Musa (aleyhisselam) içeri girince: "Ben bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'ın elçisiyim" dedi. Firavun: "Alemlerin Rabbi de ne demek?" diye sorunca, Musa (aleyhisselam): "Rabbimiz, her şeye ayrı bir özellik veren, sonra doğru yola eriştirendir" cevabını verdi. "Firavun: «Eğer açık bir delil getirdiysen haydi göster onu bakalım, şayet doğru söyleyenlerden isen» dedi. Bunun üzerine Musa asasını yere attı. O hemen apaçık bir yılan oluverdi!" Burada Su'bân ifadesi erkek yılan anlamındadır. O ağzını açmıştı. Onun alt çenesi yerde üst çenesi de köşkün surundan daha yüksekti. Sonra bu yılan Firavun'a doğru yöneldi. Firavun korkarak geri çekildi ve altına kaçırdı. Daha önce öylesi bir şey yaşamamıştı. Bunun üzerine: "Ey Musa! Bunu üzerimden çek. Ben sana iman edip İsrâil oğullarını da seninle göndereceğim" dedi. Musa (aleyhisselam) onu eline alınca yılan tekrar asa oldu. Bu durum karşısında sihirbazlar: "Şüphesiz bu ikisi, sihirleri ile sizi yurdunuzdan çıkarmak ve en üstün olan dininizi ortadan kaldırmak isteyen birer sihirbazdırlar" dediler. Musa (aleyhisselam) ile sihirbazların reisi karşı karşıya gelince, Musa (aleyhisselam): "Yarın seninle sihir üzerinde yarışalım. Eğer seni yenersem kendisiyle geldiğim şeyin hak olduğuna inanıp iman edecek misin?" dedi. Sihirbaz: "Yarın hiçbir sihrin yenemeyeceği bir sihirle geleceğim. Eğer beni yenersen vallahi sana iman edecek ve kendisiyle geldiğin şeyin hak olduğunu kabul edeceğim" dedi. Firavun da onlara bakmaktaydı. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "İnsanlara: «Siz de toplanır mısınız?» denildi" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu, İskenderiye'de olan bir olaydır. Bize bildirildiğine göre o yılanın kuyruğu gölcüğün öbür tarafına kadar yetişmişti. Oradakiler Firavun'u yılanın önünde bırakarak kaçtılar. Yılan Firavun'a saldırınca, Firavun: "Ey Musa! Onu al" dedi. Halkın bildiği kadarıyla Firavun daha önce hiç ihtiyaç gidermezdi. Ama o gün altına kaçırmıştı. Yılanı bırakma olayı yeşil kubbenin yanında olmuştu." Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Firavun'un izzeti hakkı için elbette biz galip geleceğiz dediler" âyetini açıklarken: "Onlar Allah'ın, Firavun'dan daha izzetli olduğunu gördüler" dedi. İbn Ebî Hâtim, Bişr b. Mansûr'dan bildirir: Bana bildirildiğine göre: "Firavun'un izzeti hakkı için elbette biz galip geleceğiz, dediler" diye bazı şeyler konuşulunca, melekler: "Kâbe'nin Rabbine yemin olsun ki, Allah, Firavunu kahretti" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: "Melekler benim adıma yemin etti. Ben de Firavun'a kırk yıl mühlet verdim" buyurdu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "...Zararı yok, mutlaka Rabbimize döneceğiz" âyetini açıklarken şöyle dedi: İman eden sihirbazlar, Firavun'a: "Dediğin gibi yapsan ve bizi çarmıha ger sen bile bir zararı yoktur. Biz zaten Rabbimize döneceğiz. Senin cezalarına sabretmemizden, tevhidde sebat etmemizden ve küfürden beri olmamızdan dolayı Rabbimiz bizi mükâfatlandıracaktır" dediler. "Bizler ilk inananlar olduğumuz için Rabbimizin kusurlarımızı bağışlayacağını umarız" âyeti hakkında ise: "Onlar, o gün mucizeyi gördükten sonra ilk iman eden kişilerdi" dedi. 52Bkz. Ayet:62 53Bkz. Ayet:62 54Bkz. Ayet:62 55Bkz. Ayet:62 56Bkz. Ayet:62 57Bkz. Ayet:62 58Bkz. Ayet:62 59Bkz. Ayet:62 60Bkz. Ayet:62 61Bkz. Ayet:62 62"Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi: «Esasen bunlar, sayıları az, bölük pörçük bîr cemaattır. (Böyle iken) kesinkes bizi öfkelendirmişlerdir. Biz ise, elbette uyanık (ve yekvücut) bir cemaatız.» (diyor ve dedirtiyordu). Ama (sonunda) biz onları (Firavun ve kavmini), bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve değerli bîr yerden çıkardık. Böylece, bunlara İsrailoğullarını mirasçı yaptık. Derken (Firavun ve adamları) gün doğumunda onların ardına düştüler. İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın adamları: «İşte yakalandık!» dediler. Musa: «Asla! dedi, Rabbim şüphesiz benimledîr, bana yol gösterecektir». İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Allah, Mûsa'ya (aleyhisselam), İsrâil oğulları ile beraber yola çıkmasını emrederek: "Kullarımı geceleyin yola çıkar" buyurdu. Bunun üzerine Musa (aleyhisselam), İsrâil oğullarına yola çıkmalarını emretti. Ancak onlara Kıbtilerden süs eşyalarını emanet almalarını, kimsenin kimseyi çağırmamasını, sabaha kadar evlerinde beklemelerini ve evden çıktıkları zaman gittikleri belli olsun diye ellerini kana bulayıp kapının arkasına sürmelerini emretti. Allah, Kıbtilerin arasındaki İsrâil oğullarının zina ile olan bütün çocuklarını İsrâil oğullarının arasına göndermişti. İsrâil oğullarının arasındaki Kıbtilerin zina ile olan bütün çocuklarını da Kıbtilerin arasına göndermişti. Yani herkes kendi atasının yanına gitmişti. Sonra Kıbtilerden habersiz olarak Musa (aleyhisselam), İsrâil oğulları ile beraber yola çıktı. Kıbtilerin üzerine ölüm inmişti. Onların arasında her kişinin ilk çocuğu ölmüştü. Kıbtiler ölülerini gömmekle uğraştıkları için güneş çıkana kadar İsrâil oğullarının peşinden gidememişlerdi. Musa (aleyhisselam), yirmi yaşından küçükler ve altmış yaşından büyükler sayılmaksızın altı yüz yirmi bin kişiyle yola çıkmıştı. Firavun, öncüleri Hâmân olmak üzere erkek atlara binmiş bir milyon yedi yüz bin kişi ile İsrâil oğullarının peşine düştü. Allah'ın: "Firavun, şehirlere asker toplayan adamlar yolladı. Doğrusu bunlar bizi öfkelendiren döküntü azınlıklardır" âyeti da bunu ifade etmektedir. Musa (aleyhisselam) ordunun gerisinde, Harun ise önündeydi. Mümin biri Mûsa'ya (aleyhisselam): "Sana nereye gitme emri verildi?" diye sorunca, Musa (aleyhisselam): "Denize gitme emri verildi" dedi. Adam denize girmek isteyince Musa (aleyhisselam) ona engel oldu. İsrâil oğulları, Firavun'un kendilerine yetişmek üzere olduğunu görünce: "Ey Musa!: "İşte şimdi yakalandık!" dediler. Musa (aleyhisselam): "Hayır; Rabbim benimle beraberdir, bana elbette yol gösterecektir" dedi. Burada Musa (aleyhisselam): "Allah bana yeter" demek istemiştir. Harun denize yaklaşıp vurunca, deniz açılmayıp: "Bana vuran bu cebbar kişi kimdir?" dedi. Musa (aleyhisselam) gelip ona: "Ey Ebû Halid!" diyerek asasıyla vurdu. "...(Deniz) yarıldı ve her parçası kocaman bir dağ gibi oldu." Bunun üzerine İsrâil oğulları denize girdi. Denizde on iki yol açılmış ve her kabile bir yolda gitmişti. Her yolun kenarlarında duvarlar vardı. Her kabile: "Arkadaşlarımız öldürüldü" diyordu. Musa (aleyhisselam) durumun öyle olduğunu görünce, Allah'a dua etti ve Allah, yollar arasında kemer/geçit gibi delikler açtı. Ayrı ayrı yollardan gidenler o deliklerden birbirlerini görmeye başladılar. Sonra hep birlikte denizden dışarı çıktılar. Firavun ve ordusu denize ulaştı. Firavun denizin yarıldığını görünce: "Görüyor musunuz? Düşmanlarıma yetişip onları öldürmem için deniz benden korkarak yarıldı" dedi. Firavun denizde açılan yollardan birine gireceği zaman atı durakladı ve denize girmek istemedi. Bunun üzerine Cibril dişi bir atla indi. Erkek atlar dişi atın kokusunu alınca onun izi sıra gitmeye başladılar. Firavun ordusunun başı denizden çıkmak üzere iken ve arkası denize girmiş iken, denize üzerlerine kapanması emredildi. Cibrîl, Firavunu bir tarafa çekerek ağzını deniz kumu ve denizçakılı ile doldurmaya başladı. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Doğrusu bunlar bizi öfkelendiren döküntü azınlıklardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bize bildirildiğine göre Musa (aleyhisselam) ile beraber denizi geçen İsrâil oğulları yirmi yaşından yukarı olmak üzere altı yüz bin savaşçı idi. Firavun ise bir milyon iki yüz bin süvariyle peşlerine düşmüştü." Firyabî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Doğrusu bunlar bizi öfkelendiren döküntü azınlıklardır" âyetini açıklarken: "Onlar altı yüz yetmiş bin kişiydi" dedi. İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr, Ebû Ubeyde'den aynısını bildirir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Doğrusu bunlar bizi öfkelendiren döküntü azınlıklardır" âyetini açıklarken: "Onlar altı yüz bin kişiydi" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Şirzime ifadesi bölük mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini açıklarken: "Şirzime ifadesi ile insanlardan ayrılmış bir fırka kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Musa ile beraber denize gelen İsrâil oğulları on iki kabileydi. Her yolda on iki bin kişi gitmekteydi. Hepsi de Yakub'un (aleyhisselam) torunlarıydı." Firyabî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Doğrusu bunlar bizi öfkelendiren döküntü azınlıklardır" âyetini açıklarken: "O gün İsrâil oğullarının sayısı altı yüz bin kişiydi. Ancak Firavun'un ordusu sayılamayacak kadar çoktu" dedi. İbn Merdûye'nin zayıf bir senetle İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın düşmanı Firavun denizde gark olduğu zaman yetmiş komutam ile beraberdi. Her komutanın yetmiş bin askeri vardı. Musa'nın yanında denizi geçtiği zaman ise yetmiş bin kişi vardı." İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'ten bildirir: Alllah, Mûsa'ya (aleyhisselam), İsrâil oğullarından her dört evin halkını bir evde toplanmasını vahyetti. Sonra koyun ve keçilerinin yavrularını keserek kanlarını kapılarına sürmelerini emretti. Sonra Allah şöyle vahyetti: "Çünkü meleklere kapısında kan olan evlere girmemelerini emredeceğim. Yine meleklere Firavun ailesinin ilk çocuklarını öldürmelerini emredeceğim. Sonra mayasız ekmek yapın, bu acele etmeniz açısındandır. Sonra denize gelene kadar yoluna devam et, orada durup emrimi bekle." Firavun sabahladığı zaman: "Bu, Musa ve kavminin işidir. Onlar bizim ilk çocuklarımızı ve ailelerimizi öldürdüler" dedi. İbn İshâk ve İbnu'l-Münzir, Yahya b. Urve b. ez-Zübeyr'den bildirir: Allah, Mûsa'ya (aleyhisselam), İsrâil oğulları ile beraber yola çıkmasını emretti. Musa (aleyhisselam), İsrâil oğullarıyla Ay doğduğu zaman yola çıkmak üzere anlaşmıştı. Musa (aleyhisselam), İsrâil oğulları işlerini bitirene kadar Ay'ın doğmasını geciktirmesi için Allah'a dua etmişti. Musa (aleyhisselam), İsrâil oğulları ile beraber yola çıkınca, Firavun, halkına: "Doğrusu bunlar bizi öfkelendiren döküntü azınlıklardır" diye çağrılmasını emretti. İbnu'l-Münzir, Muhammed b. Kab'dan bildirir: Musa (aleyhisselam), İsrâil oğullarından yirmi yaşından küçükler ve kırk yaşından büyükler sayılmaksızın altı yüz bin kişiyle beraber Mısır'dan yola çıktı. Firavun: "Doğrusu bunlar bizi öfkelendiren döküntü azınlıklardır" dedi. Firavun siyah bir at üzerinde sekiz yüz bin siyah atlıyla yola çıktı. Cibrîl (aleyhisselam) dişi bir atla kavmin arasında gidiyor ve: "O kavim bu yolda sizden daha fazla hak sahibi değildir" diyordu. Firavun, siyah erkek bir at üzerindeydi. Bu sebeple Firavun'un atı Cibrîl'in atını takip ediyordu. Mikâil ise kavmin gerisinde: "Arkadaşlarınıza yetişin, arkadaşlarınıza yetişin" diyordu. Nihayet kavmin ilki denizden çıkmak üzere iken ve kavmin sonu denize girmiş iken deniz üstlerine kapandı. İbn Ebî Hâtim, Amr b. Meymûn'dan bildirir: Musa (aleyhisselam), İsrâil oğulları ile beraber Mısır'dan çıkmak isteyince Firavun durumdan haberdar oldu ve halkına: "Onlara horoz ötene kadar fırsat verin ve'sonra üzerlerine gidin" dedi. O gece hiçbir horoz ötmemişti ve Musa (aleyhisselam) İsrâil oğulları ile beraber yola çıkmıştı. Firavun sabahladığı zaman bir koyun istedi ve kesilmesini emretti. Sonra: "Bunun derisi yüzülene kadar yanımda beş yüz bin atlı toplanacak" dedi. Öyle oldu ve beş yüz bin atlı yanında toplanıp peşlerine düştü. Musa (aleyhisselam) denize yetişince, danışmanı: "Ey Allah'ın Peygamberi! Sana nereye gitme emri verildi?" diye sorunca, Musa (aleyhisselam): "İşte buraya, denize gitme emri verildi" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Firavun'un, Mûsa'nın (aleyhisselam) peşinden gönderdiği asker sayısı altı yüz bin kişiydi. Hepsinin de atı tek renkteydi" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Firavun'un ordusu atlarının işareti perçemlerinde bulunan beyaz mendillerdi. Süvarisi de yüz bin kişiydi" dedi. İbn Ebî Hâtim, Ka'bu'l-Ahbâr'dan bildirir: Yakub'un ailesi Yusuf'un (aleyhisselam) yanına geldiği zaman kadınıyla erkeğiyle seksen altı kişiydi. (Onlar o kadar çoğalmıştı ki) Musa (aleyhisselam) yola çıktığı zaman altı yüz binden daha fazla kişiyle çıkmıştı. Firavun da kendilerini yakalamak için siyah at üzerinde arkalarından gitti. Onun yanında renkli atlardan başka atı renginde sekiz yüz bin atlı daha vardı. Batı rüzgârı esmiş ve Cibrîl erkek at isteyen dişi bir atla gelmişti. Mikail de arkalarından gelerek geride kalanları tekrar onlara birleştiriyordu. Kavim: "Yâ Resûlallah! Daha önce sıkıntı ve azaptan çekeceğimizi çekmekteydik. Şimdi ne yapacağız ve nereye sığınacağız?" dediler. Bunun üzerine Musa (aleyhisselam): "Denize sığınacağız" karşılığını verdi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) şeklinde okumuş ve: "Burada hepsinin silahlarını kuşanmış atlılar olduğu kastedilmektedir" demiştir. Firyabî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Esved b. Yezîd bu âyeti: (.....) şeklinde okumuş ve: "Burada hepsinin silahlarını kuşanmış atlılar olduğu kastedilmektedir" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Esved bu âyeti: (.....) şeklinde okumuş ve: "Burada hepsinin silahlarını kuşanmış ve hazır oldukları kastedilmektedir" demiştir. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti: (.....) şeklinde okumuş ve: "Burada hepsinin silahlarını kuşanmış oldukları kastedilmektedir" demiştir. Abd b. Humeyd'in Amr b. Dînâr'dan bildirdiğine göre Ubeyd bu âyeti: (.....) şeklinde okumuştur. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Ama biz uyanık ve tedbirli bir topluluğuz" âyetini açıklarken: "Biz silahlarını kuşanmış bir topluluğuz, mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Ama biz uyanık ve tedbirli bir topluluğuz" âyetini açıklarken: "Biz silahlarını kuşanmış süvarileriz, mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî) bu âyeti: (.....) şeklinde okurdu. İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn ,Abbâs'a: "Bana: (.....) âyetini açıkla, "Hâzirûn" ifadesi ne demektir?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Tam olarak silahını kuşanmış mânâsındadır. Necâşî bu konuda şöyle demiştir: "Amr Ebû Usâl akşamladığı zaman Bekr'in çocukları çağırıp haber var dedi Hanifi silahlar kuşanmış bölüklerle gelmekte Komuta ise aslan Ebû Şibl'dedir, dedi." Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Biz de Firavun'urı kavmini bahçelerden, pınar başlarından, servetlerden ve iyi bir konumdan çıkardık" âyetlerini açıklarken: "Firavun dünyada iken bu nimetler içerisindeydi. Allah onu oradan çıkararak bunları İsrail oğullarına bıraktı" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...İyi bir konum..." âyetini açıklarken: "Burada minberler kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi: "Firavun ve askerleri güneş çıkarken Mûsa'nın (aleyhisselam) peşine düştüler. "...Mûsâ'nın arkadaşları, «Eyvah yakalandık» dediler" Aralarında Allah'ı en iyi bilen Musa (aleyhisselam): "Hayır! Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir" dedi." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Asım bu âyeti: (.....) şeklinde hemzetu'l-kat' ile okumuştur. Firyabî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Firavun ve adamları gün doğarken onları takibe koyuldular" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Musa (aleyhisselam) gece yola çıkmıştı. O gece ay tutulmuş ve Musa'nın (aleyhisselam) adamları: "Yusuf (aleyhisselam) bize Firavun'dan kurtarılacağımızı haber vermiş ve beraberimizde kemiklerini götürmemiz için bizden söz almıştı" dedi. Musa (aleyhisselam) o geceden Yusuf'un (aleyhisselam) mezarını sormaya başladı. Ancak mezarın üstünde yaşlı bir kadının evinin olduğunu gördü. Yaşlı kadın şartlı bir şekilde Yusuf'un kemiklerini çıkardı. Şartı da Mûsa'ya (aleyhisselam): "Beni seninle beraber götür" demesiydi. Musa (aleyhisselam), Yusuf'un (aleyhisselam) kemiklerini ve yaşlı kadını bir elbisesinin içene koyarak boynuna astı. Firavunun atlıları bakıldığında dörtnala koşuyor gibiydi. Ancak onlar Musa (aleyhisselam) ve ashâbı gidene kadar yerinde sayıyordu. İbn Ebî Hâtim, Huleyd b. Abdillah el-Asarî'den bildirir: Firavun ahalisinden iman eden kişi kavmin önündeydi. O: "Ey Allah'ın Peygamberi! Sana nereye gitme emri verildi?" diye sorunca, Musa (aleyhisselam): "Önüne gitme emri verildi" dedi. Adam: "Önümde denizden başka bir şey var mıdır ki?" deyince, Musa (aleyhisselam): "Vallahi ne ben yalan söyledim, ne de bana yalan söylendi" dedi. Bir süre yürüdükten sonra adam aynı şeyi sorunca Mûsa da (aleyhisselam) aynı cevabı verdi. Kavmin içinde Allah'ı en iyi tanıyan Musa (aleyhisselam): "Hayır! Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir" dedi. 63Bkz. Ayet:68 64Bkz. Ayet:68 65Bkz. Ayet:68 66Bkz. Ayet:68 67Bkz. Ayet:68 68"Bunun üzerine Musa'ya: «Asan ile denize vur!» dîye vahyettîk. (Vurunca deniz) derhal yarıldı (on iki yol açıldı), her bölük koca bir dağ gibi oldu. Ötekilerini de oraya yaklaştırdık. Musa ve beraberinde bulunanların hepsini kurtardık. Sonra ötekilerini suda boğduk. Şüphesiz bunda bir ibret vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir" İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Tavd ifadesi koca dağ mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: (.....) ifadesini açıklarken: "Tavd ifadesi koca dağ mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Âyetteki "Tavd" ifadesi dağ mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Ezlefne ifadesi yaklaştırdık, mânâsındadır" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Ötekileri de oraya yaklaştırdık" âyetini açıklarken: "Burada Firavun'un kavmi kastedilmektedir. Allah onları denize soktu ve gark etti" dedi. İbn Merdûye, Abdullah b. Mes'ûd'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: "Deniz yatıldığı zaman Musa'nın (aleyhisselam) dediği kelimeleri sana öğreteyim mi?" buyurdu. "Evet, öğret" dediğimde: "Allahım! Hamd sanadır. Kendisine dert yanacak ve kendisinden medet beklenilecek kişi sensin. Kendisinden yardım istenilecek kişi de sensin. Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (=Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur)" buyurdu. Bunları Hazret-i peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) işittiğim zamandan beri hep söylerim. İbn Ebî Hâtim'in Muhammed b. Hamza b. Yusuf b. Abdillah b. Selâm'dan bildirdiğine göre Musa (aleyhisselam) denize yetiştiğinde ve deniz yarıldığında: "Ey her şeyden önce var olan, her şeyi var eden ve her şeyden sonra var olacak Allahım! Bize bir çıkış yolu göster" diye dua etmişti. Bunun üzerine Allah, kendisine: "Asan ile denize vur" diye vahyetti. İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Daha önce deniz sakin ve hareketsizdi. Ancak Musa (aleyhisselam) ona asasıyla vurduğu geceden sonra med ve cezir olayı başladı. İbn Ebî Hâtim, Kays b. Ubâd'dan bildirir: Musa (aleyhisselam), İsrâil oğulları ile beraber denize geldiği zaman İsrâil oğulları: "Bize vaad ettiklerin nerededir? Önümüzde deniz, arkamızda ise Firavun'un askerleri gelmekte" dediler. Musa (aleyhisselam), denize: "Yarıl ey Ebû Hâlid!" dedi. Deniz: "Yarılmayacağım ey Musa! Ben senden daha önce ve yaratılış olarak daha şiddetliyim" karşılığını verdi. Bunun üzerine Mûsa'ya (aleyhisselam): "Asan ile denize vur" diye nida edildi. Ebu'l-Abbâs Muhammed b. İshâk es-Serrâc Târih'te ve İbn Abdi'l-Ber et- Temhîd'de Yusuf b. Mihrân vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Bizans kralı Muâviye'ye birden dörde kadar sırasıyla en üstün sözlerin ne olduğunu, Allah katında insanların en üstününün ve kadınların en üstününün kim olduğunu, ana rahmini tekmelemeyen dört kişiyi, sahibi ile yürüyen mezarı, samanyolunun ne olduğunu, gök kuşağının ne olduğunu ve Güneş'i bir defa görüp de ne daha önce ne de daha sonra görmeyen yerin neresi olduğunu soran bir mektup yazdı. Muâviye mektubu alıp okuduğu zaman: "Allah onu kahretsin, ben bunları nereden bileyim" dedi. Kendisine: İbn Abbâs'a bir mektup yaz ve bunları ona sor" denilince, o da bu soruları bir mektupla İbn Abbâs'a sordu. İbn Abbâs mektuba cevaben şöyle yazmıştı: "Sözlerin en üstünü ihlas kelimesi olan ve amellerin sadece kendisiyle kabul edilen "Lâ ilâhe illallah'tır (=Allah'dan başka ilah yoktur). Sonra Allah'ın en fazla sevdiği Sübhânallâhi vebi-hamdihi (=Hamd ile Allah'ı bütün eksikliklerden tensiz ederim)dir. Sonra şükür kelimesi olan el-Hamdu lillâhi kelimesidir. Sonra da namazların, rükunun ve secdenin başlangıcı olan Allahu ekber (=Allah en büyüktür) kelimesidir. Allah katında insanların en üstünü Âdem (aleyhisselam), kadınların en üstünü ise Hazret-i Meryem'dir. Ana rahmini tekmelemeyen dört kişiden biri Hazret-i Âdem, biri Hazret-i Havva, biri Hazret-i İsmail'in kurban edileceği zaman takdim edilen koç ve biri attığında yılana dönüşen Mûsâ'nın (aleyhisselam) asasıdır. Sahibi ile yürüyen mezar ise Yunus'u (aleyhisselam) yutan balıktır. Samanyolu gökyüzü kapısıdır. Gök kuşağı ise Nuh'tan (aleyhisselam) sonra insanların gark olmaması için emniyettir." Güneş'i bir defa görüp de ne daha önce, ne de daha sonra görmeyen yer, İsrâil oğulları için denizin yarıldığı yerdir." Bu mektup Muâviye'ye geldiği zaman onu Rum kralına gönderdi. Rum kralı: "Bu bilgilerin Muâviye'de olmadığını biliyorum. Bu bilgileri ancak Peygamber ailesinden olan biri öğrenmiştir" dedi. Saîd b. Mansûr ve İbn Cerîr, Abdulah b. Şeddâd b. el-Hâd'dan bildirir: Musa (aleyhisselam) üzerinde yün bir cübbe ve asasıyla Firavun'un yanına gelince Firavun gülmeye başladı. Musa (aleyhisselam) asasını atınca asa deveboynu kalınlığında üzerinde mızraklara benzer sallanan şeyler olan yılan şeklinde Firavun'un etrafında dolaşmaya başladı. Firavun tahtında geri çekilerek: "Onun üzerimden alın Müslüman olacağım" dedi. Yılan tekrar asa olunca Firavun yine kafir olmuştu. Mûsa'ya (aleyhisselam) denize doğru gitmesi emredildi. Bunun üzerine altı yüz bin kişiyle yola çıktı. Denize ulaştığı zaman deniz yarıldı ve on iki yol açıldı. Her kabileye bir yol açılmıştı. Yollar arasında delikler açılmış ve ayrı yollarda giden kabileler birbirini bu deliklerden görmeye başlamıştı. Firavun da sekiz yüz bin kişiyle yola çıktı ve denize yetişti. Firavun atının üzerindeydi. Denizin yarılmış olduğunu görünce korkuya kapılmıştı. Allah, ona dişi bir at üzerinde bir melek gönderdi. Firavun'un erkek atı dişi atı görünce peşine takıldı. Firavun artık atını zapt edemiyordu. İsrâil oğulları denizden çıkmış, Firavun'un bütün adamları denize girmişti. Deniz Allah'ın emri ile üstlerine kapandı ve Firavun adamlarıyla beraber gark oldu. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Allah, Mûsa'ya (aleyhisselam) "Kullarımla beraber gece vakti yola çıkın, şüphesiz ki takip edileceksiniz" diye vahyetti. Bunun üzerine Musa (aleyhisselam) gece vakti İsrâil oğulları ile beraber yola çıktı. Firavun, dişi atlar üzerinde olan süvarilerden başka bir milyon süvari ile peşlerine düştü. Musa (aleyhisselam) ile beraber altı yüz bin kişi vardı. Firavun onları görünce: "Doğrusu bunlar bizi öfkelendiren döküntü azınlıklardır. Şüphesiz onlar bize öfke duyuyorlar. Ama biz uyanık ve tedbirli bir topluluğuz" dedi. Musa (aleyhisselam) denize ulaşıncaya kadar İsrâil oğulları ile beraber yola devam etti. İsrâil oğulları geriye baktığı zaman Firavun atlılarının tozu dumana katarak geldiklerini gördüler ve: "Ey Musa! "Sen bize gelmeden önce de bize işkence edildi, geldikten sonra da..."dediler. Musa: "Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helâk edecek ve sizi bu yerde (Mısır'da) egemen kılıp, nasıl davranacağınıza bakacaktır" dedi. Allah, Mûsa'ya (aleyhisselam) asanla denize vur diye vahyetti. Denize de, Musa'nın sözünü dinle ve sana asasıyla vurunca ona itaat et diye vahyetti. Denizde dalga uğultusu oluşmuştu. Mûsa'nın (aleyhisselam) kendisine ne taraftan vuracağını bilmiyordu. Yuşa', Mûsa'ya (aleyhisselam): "Ne ile emredildin?" diye sorunca: "Denize vurmam emredildi" cevabını verdi. Yuşa': "O zaman vur" dedi. Musa (aleyhisselam) asasıyla denize vurunca deniz yarıldı ve on iki yol açıldı. Yolların etrafı koca dağlar gibiydi. Her kavmin gideceği bir yolu vardı. Kabileler yollarda gidince birbirlerine: "Ne oluyor? Arkadaşlarımızı göremiyoruz" demeye başladılar. Mûsa'ya (aleyhisselam): "Arkadaşlarımızı göremiyoruz" deyince, Musa (aleyhisselam): "Yolunuza devam edin. Onlar da sizin gibi yollarına devam etmektedir" karşılığını verdi. "Onları görmeden razı olmayız" deyince, Musa (aleyhisselam): "Allah.ım! Bunların kötü ahlâkına karşı bana yardımcı ol" diye dua etti. Bunun üzerine Allah (Cibrîl aracılığıyla) denizi ima ederek: "Asanla şöyle de" diye vahyetti. Musa (aleyhisselam) asasıyla yolların kenarlarındaki duvarlara şöyle" deyince hepsi birbirini görecek şekilde duvarlarda delikler açıldı. Denizden çıkana kadar yollarına devam ettiler. Mûsa'nın (aleyhisselam) kavminin sonu denizden çıkınca Firavun denize hücum etti. O, siyah erkek bir at üzerinde idi. Firavun denize hücum edince at denize girmekten korkmuştu. Cibrîl dişi bir at ile karşısında görününce Firavun'un atı hemen peşine takıldı. Mûsa'ya: "Denizi açık hâlde bırak" denildi. Yani yollar olduğu gibi kalsın denildi. Firavun ve kavmi denize girmişti. Kavmin sonu da denize girdiğinde Mûsa'nın (aleyhisselam) kavmi artık denizden çıkmıştı. Sonra deniz Firavun ve kavminin üstüne kapanarak onları gark etti. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Musa'nın (aleyhisselam), İsrâil oğulları ile beraber yola çıktığı haberi Firavun'a verilince, bir koyun istedi ve kesilmesini emretti. Sonra: "Derisini yüzme işi bitmeden önce yanımda Kıbtîlerden altı yüz bin kişi toplanacak" dedi. Mûsa da (aleyhisselam) denize varana kadar yoluna devam etti. Denize varıp: "Yarıl" deyince, deniz: "Büyüklendin ey Musa! Daha önce Âdemoğullarından kime yarıldım ki?" karşılığını verdi. Mûsa'nın (aleyhisselam) yanında atı üzerinde olan bir kişi vardı. Bu kişi: "Ey Allah'ın Peygamberi! Nereye gitmekle emredildin?" diye sorunca: "Bana ancak şu yöne doğru denize gitmem emredildi" dedi. Bunun üzerine adam atıyla denize girip yüzdü ve geri çıkıp: "Ey Allah'ın Peygamberi! Nereye gitmekle emredildin?" dedi. Musa (aleyhisselam) yine: "Bana ancak bu yöne doğru gitmem emredildi" dedi. Adam: "Vallahi, ne sen yalan söyledin, ne de sana yalan söylendi" dedi ve bir daha atıyla denize girip yüzdükten sonra geri çıktı. Bir daha: "Ey Allah'ın Peygamberi! Nereye gitmekle emredildin?" diye sorunca, Musa (aleyhisselam): "Bana ancak şu yöne doğru girmem emredildi" dedi. Adam yine: "Vallahi, ne sen yalan söyledin, ne de sana yalan söylendi" dedi. Sonra Allah, Mûsa'ya (aleyhisselam) denize asasıyla vurmasını vahyetti. Musa (aleyhisselam) denize asasıyla vurunca deniz yarıldı ve on iki yol açıldı. Her kabileye bir yol açılmıştı. Kabileler ayrı yollarda gitmelerine rağmen birbirlerini görebiliyordu. Mûsa'nın (aleyhisselam) kavmi denizden çıkıp Firavun'un kavmi girince deniz üzerlerine kapandı ve onları gark etti. Firyabî, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in Ebû Mûsa'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Musa (aleyhisselam), îsrâil oğulları ile beraber yola çıkmak isteyince yolu kaybetmişti. İsrâil oğullarına: «Bu da nedir?» deyince, İsrâil oğullarının âlimleri: «Yusuf vefat edeceği zaman, tabutunu almadan Mısır'dan çıkmayacağımıza dair bizden söz almıştı» dediler. Musa: «Hanginiz onun mezarını bilir» deyince: «Onun yerini İsrâil oğullarından olan yaşlı bir kadından başka kimse bilmiyor» dediler. Musa yaşlı kadını getirtti ve: «Bizi Yusuf'un mezarına götür» dedi. Kadın: «Hayır vallahi bana istediğimi vermeden göstermem» karşılığını verdi. Musa: «İsteğin nedir?» diye sorunca: «Seninle beraber Cennette olmak istiyorum» cevabını verdi. Sanki bu Mûsa'ya ağır gelmişti. Bunun üzerine ona: «Ona istediğini ver» denildi. Mûsa da kadının isteğini kabul etti. Kadın onları aldı ve içinde su bulunan bir bataklığa götürüp: «Buradaki suyu çekin» dedi. Onlarda suyu çekti. Sonra: «Burayı kazın» dedi. Kazdılar ve Yusuf'un mezarını çıkardılar. Yusuf'un tabutunu aldıklarında her taraf gündüz gibi aydınlanmıştı." İbn Abdi'l-Hakîm'in Futûh Mısır'da Simâk b. Harb'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Musa, İsrâil oğulları ile beraber yola çıktığı zaman üzerlerini bir sis kapladı ve yolu görmez oldular. Bunun üzerine Mûsa'ya: «Yusuf'un kemiklerini almadan yolu bulamazsın» denilince: «Kim mezarının yerini bilir?» dedi. Oradakiler: «Onun, geldiğimiz yerde bıraktığımız gözleri görmeyen yaşlı bir kızı vardır. O, mezarının yerini bilir» dediler. Musa geri döndü. Kadın Mûsa'nın sesini işitince: «Musa, sen misin?» diye seslendi. Musa: «Evet, ben Mûsa'yım» cevabını verdi. Kadın: «Seni geri çeviren nedir?» deyince: «Yusuf'un kemiklerini almakla emredildim» karşılığını verdi. Kadın: «Ancak ben sizinle gidersem yolu bulursunuz» dedi. Musa: «Bana Yusuf'un mezarını göster» deyince: «Bana istediğimi vermedikçe öyle bir şey yapmam» cevabını verdi. Musa: «İstediğin verilecektir» deyince, kadın: «Elimi tut» dedi ve beraber Nil nehrinin kenarında bulunan bir direğin yanına gittiler. Direğin dibine çakılmış bir demire gerili bir zincir vardı. Kadın: «Onu direkten bu tarafa gömünce bu tarafın toprakları verimli olurken diğer tarafta kuraklık oldu. Onu direkten diğer tarafa gömdüğümüzde gömülen taraf verimli olurken diğer tarafta kuraklık oldu. Durumun öyle olduğunu gördüğümüzde onun kemiklerini demir bir sandığın içinde toplayarak Nil nehrine bıraktık. Bunun üzerine her iki tarafta da topraklar verimli oldu» dedi. Musa sandığı boynuna asarak kadını elinden tuttu ve askerlerin yanına geri döndü. Kadına "İstediğini söyle" deyince: «Ben seninle beraber Cennette aynı yerde olmak istiyorum. Gözlerimin tekrar görmesini ve tekrar genç olmayı istiyorum» dedi. Bunun üzerine Musa: «Bütün bunlar sana verilecektir» karşılığını verdi. " Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, İkrime'den bildirir: Yusuf (aleyhisselam): "Benden sonra bir peygamber gelirse ona bu mezardan kemiklerimi çıkarmasını söyleyin" diye vasiyet etmişti. Musa (aleyhisselam), Firavun zamanında bu olayları yaşadığı zaman Yusuf'un (aleyhisselam) mezarının bulunduğu köye uğramış ve bu mezarı sormuştu. Ancak kendisine mezarın yerini gösterecek kimseyi bulamamıştı. Mûsa'ya (aleyhisselam): "Burada Yusuf'un (aleyhisselam) kavminden kalan yaşlı bir kadın vardır" denildi. Musa (aleyhisselam) bu yaşlı kadına: "Bana Yusuf'un mezarını gösterir misin?" diye sorunca: "Sana koşacağım şartı bana vermezsen göstermem" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah, Mûsa'ya (aleyhisselam) kadının şartını kabul etmesini vahyetti. Musa (aleyhisselam): "Ne istiyorsun?" deyince: "Cennette senin eşin olmak istiyorum" cevabını verdi. Musa (aleyhisselam) kadının şartını kabul etti ve kadın kendisine mezarın yerini gösterdi. Musa (aleyhisselam) mezarı kazdıktan sonra elbisesini açıp Yusuf'un (aleyhisselam) kemiklerini elbisenin ortasına koydu. Sonra kemikleri elbisenin içinde çıkın şeklinde sardı ve sağ omzunda taşımaya başladı. Sağ tarafındaki melek: "Yük sağ tarafta mı taşınır!" deyince Musa (aleyhisselam): "Doğru söyledin, yük sol tarafta taşınır. Fakat ben Yusuf'a saygıdan dolayı öyle yaptım" dedi. İbn Abdi'l-Hakem, el-Kelbî vasıtasıyla Ebû Salih'ten, o da İbn Abbâs'tan bildirir: Yusuf (aleyhisselam) ölüm anında, Mısır'dan çıkacakları zaman kemiklerini de beraber götürmeleri üzere kavminden söz almıştı. Kavim hazırlanıp yola çıkmış ve yolu şaşırmıştı. Musa (aleyhisselam) onlara: "Yolu şaşırmanız Yusuf'un kemiklerinden dolayıdır. Kim bana onun mezarını gösterecek?" deyince, kendisine: "Şârih binti Eşî b. Yakûb" denilen yaşlı bir kadın: "Ben amcam Yusuf'un (aleyhisselam) defnedildiğini görmüştüm. Sana mezarın yerini gösterirsem bana ne vereceksin?" dedi. Musa (aleyhisselam): "İstediğini vereceğim" karşılığını verdi. Yaşlı kadın mezarın yerini gösterince Musa (aleyhisselam), Yusuf'un (aleyhisselam) kemiklerini aldı. Sonra kadına: "İsteğin nedir?" deyince, kadın: "Cennette senin olacağın yerde olmak istiyorum" dedi. İbn Abdi'I-Hakem, el-Kelbî vasıtasıyla Ebû Sâlih'ten, o da İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah, Mûsa'ya (aleyhisselam), kullarımla beraber yola çık diye vahyetmişti. Îsrâîl oğulları, Firavun'un kavminden zinet eşyaları ödünç alarak: "Bizim bayramımız var, bunları bayramda giyinip takınacağız" dediler. Musa (aleyhisselam) altı yüz üç binden fazla kişiyle gece vakti yola çıktı. Firavun da: "Doğrusu bunlar bizi öfkelendiren döküntü azınlıklardır" demişti. Zira o yan taraftakiler ve ortadakiler dışında önünde beş yüz bin kişi ile yola çıkmıştı. Musa (aleyhisselam) denize ulaştığı zaman Yuşa' b. Nûn atı üzerinde geldi. O, suyun üzerinde yürüdü. Diğer atlılar ise arkasından gitmek isteyince suya battılar. Firavun sabah vakti güneş çıktıktan sonra peşlerine düştü. "Firavun ve adamları gün doğarken onları takibe koyuldular. İki topluluk birbirini görünce Mûsâ'nın arkadaşları: «Eyvah yakalandık» dediler" âyetleri de bunu ifade etmektedir. Musa (aleyhisselam) Rabbine dua edince, Firavun kavmi ile kendi kavmi arasında bir sis kitlesi oluştu ve birbirlerini göremez oldular. Mûsa'ya (aleyhisselam): "Denize asanla vur" denilince, öyle yapıp asasıyla denize vurdu: "...Deniz derhal yarıldı. Her parçası koca bir dağ gibiydi." Denizde on iki yol açılmıştı. Ancak Mûsâ'nın (aleyhisselam) kavmi: "Biz atlarımızın çamura batmasından korkuyoruz" dediler. Musa (aleyhisselam) Rabbine dua edince doğudan esen tatlı bir rüzgar çıktı ve yer kurudu. Onlar yine: "Biz farkına varmadan birilerimizin helak olmasından korkuyoruz" dediler. Musa (aleyhisselam) birbirlerini görmeleri için asasıyla yollar arasında delikler açtı. Sonra da hep birlikte denizi geçtiler. Firavun, Musa'nın (aleyhisselam) denizi geçtiği yere gelip yoların olduğu gibi kaldığını görünce, bilirkişileri: "Musa denize sihir yaptı ki, gördüğün gibi olmuştur" dediler. "Denizi açık hâlde bırak" âyeti de bunu ifade etmektedir. Ona: "Bu yollardan gidip Mûsa'ya ve kavmine yetişelim" dediler. Denizin içindeki yol üç günlük bir mesafeydi. Firavun erkek bir at üzerindeydi. Cibrîl dişi bir at üzerinde olmak üzere otuz üç melekle beraber geldi. Melekler kavmin içine dağılırken, Cibrîl, Firavun'un önüne geldi. Firavun, Cibril'in arkasından gidince diğer melekler kavme: "Kralınıza yetişin" demeye başladı. Kavmin sonu denize girmiş ve başı daha denizden çıkmamıştı. Deniz üzerlerine kapandı ve gark oldular. İsrâil oğulları denizin üzerlerine kapanma sesini işitince: "Bu da nedir?" dediler. Musa (aleyhisselam): "Firavun ve kavmi gark oldu" dedi. İsrâil oğulları onlara bakmak için geri dönünce denizin onları dışarı atmış olduğunu gördüler. İbn Abdi'l-Hakem ve Abd b. Humeyd, Mücâhid'den bildirir: Cibrîl, İsrâil oğulları ve Firavun kavmi arasında idi. O, İsrâil oğullarına gidip: "Arkadakiler öndekilere yetişsin" diyordu. Sonra da Firavun kavmine gidip: "Yavaş olun, geriden gelenler size yetişsin" diyordu. İsrâil oğulları: "Bundan daha iyi bir sürücü görmedik" derken, Firavun kavmi: "Bunun gibi güzel bir şekilde orduyu savaş düzenine sokan birini görmedik" diyordu. Musa (aleyhisselam) ve İsrâil oğulları denize ulaştığı zaman, Firavun kavminden mümin olan biri: "Ey Allah'ın Peygamberi! Hangi tarafa gitmen emredildi? Deniz önünde, Firavun askerleri ise arkamızdadır" dedi. Musa (aleyhisselam): "Denize gitmem emredildi" dedi. Bu kişi atını denize doğru sürünce dalgalar onu geri çevirdi. Musa (aleyhisselam) artık ne yapacağını bilmiyordu. Allah, denize Musa (aleyhisselam) sana asasıyla vurduğu zaman ona itaat et diye vahyetti. Sonra da Mûsa'ya (aleyhisselam) asasıyla denize vurmasını vahyetti. Musa (aleyhisselam) asasıyla denize vurunca: "...Deniz derhal yarıldı. Her parçası koca bir dağ gibiydi." İsrâil oğulları geçip gittikten sonra Firavun'un kavmi de peşlerine takıldı. İsrâil oğullarının sonu denizden çıkıp Firavun kavminin sonu denize girince, Allah denizi üstlerine kapattı. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Firavun gark olduğu gün Cibrîl siyah bir sarıkla inmişti" dedi. Hatîb el-Muttefik ve'l-Mufterik'te Edu'b-Derdâ'dan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ellerini birbirine vurup İsrâil oğullarına taaccüb ederek şöyle buyurmuştur: "İsrâil oğulları denize yetişip düşmanları da arkalarından gelince; Mûsa'nın yanına gelip: «Düşman bize yetişmek üzere. Sana ne emredildi?» dediler. Musa denizi göstererek: «Buraya girmem emredildi. Umulur ki, Rabbim bize bir çıkış yolu gösterip onları hezimete uğratır. Veya bize bu denizde bir yol açar» dedi. Bunun üzerine bir grup denize giderek suya battı. Sonra Yüce Allah, Mûsa'ya: «Asanla denize vur» buyurdu. Musa denize asasıyla vurunca deniz Arş'ın gıcırdaması gibi gıcırdadı. Sonra bir daha vurunca deniz yine gıcırdadı. Üçüncü defa vurunca deniz yarıldı. Denizin yarılması Musa gücünün dışındadır. Sonra denizi geçtiler. Daha önce hiçbir yerde öylesine büyük günahlar işleyip ve öylesine acele tövbe eden bir kavmin olduğu işitilmemişti." 69Bkz. Ayet:72 70Bkz. Ayet:72 71Bkz. Ayet:72 72"Ey Muhammed! Onlara İbrâhîm'in haberini de oku. Hani o, babasına ve kavmine, «Neye tapıyorsunuz?» demişti. «Putlara tapıyoruz ve onlara tapmağa devam edeceğiz» demişlerdi. İbrahim: «Onlara yalvardığınızda sizi işitiyorlar mi?» dedî" Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "Putlara tapmaya devam edeceğiz, mânâsındadır" dedi. "Onlara yalvardığınızda sizi işitiyorlar mı?" âyeti, hakkında ise: "Dua ettiğinizde ilahlarınız size istediklerinizi veriyor mu, mânâsındadır" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: "Onlara yalvardığınızda sizi işitiyorlar mı?" âyetini açıklarken: "Dua ettiğiniz zaman sesinizi işitiyorlar mı, mânâsındadır" dedi. 73yahut size fayda veya zarar verirler mi?” 74Dediler ki: “ Hayır (bize cevab vermezler, fayda ve zararları da dokunmaz), ancak biz, babalarımızı böyle yapıyorlar bulduk. 75(75-76) İbrâhîm şöyle dedi: “ Şimdi gördünüz mü, o sizin ve geçen atalarınızın taptıklarını? 76(75-76) İbrâhîm şöyle dedi: “ Şimdi gördünüz mü, o sizin ve geçen atalarınızın taptıklarını? 77Muhakkak onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi müstesnadır. 78Bkz. Ayet:85 79Bkz. Ayet:85 80Bkz. Ayet:85 81Bkz. Ayet:85 82Bkz. Ayet:85 83Bkz. Ayet:85 84Bkz. Ayet:85 85"O Benî yaratan ve bana doğru yolu gösteren O'dur. Benî yediren, içiren O dur. Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur. Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O'dur. Ve hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum O'dur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat. Bana, sonra gelecekler içinde, iyilikle anılmak nasip eyle! Benî, Naim cennetinin vârislerinden kıl." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: "Allah'ın kuluna karşı ilk nimeti, onu yaratmış olmasıdır" denilirdi." Firyabî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "O, hesap gününde, hatalarımı bağışlayacağını umduğumdur" âyetini açıklarken şöyle dedi: "(İbrâhîm'in (aleyhisselam) hatası, hasta olmadığı halde): "Ben hastayım" demesi, (Putları kendisi kırmış olduğu halde): "Hayır! Bunu şu büyükleri yapmıştı" demesi ve firavunlardan bir firavun onu öldürmesin diye eşi olduğu halde Sâre için: "O kız kardeşimdir" demesidir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Beni salih kimseler arasına kat" âyetini açıklarken: "Beni Cennet ahalisinin arasına kat mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Sonra gelecekler arasında beni doğrulukla anılanlardan kıl" âyetini açıklarken: "Burada İbrâhîm'in (aleyhisselam) etrafında toplanan milletler kastedilmektedir" dedi. Firyabî, İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Sonra gelecekler arasında beni doğrulukla anılanlardan kıl" âyetini açıklarken: "Beni güzel bir şekilde anılanlardan kıl, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Leys b. Ebî Suleym: "Sonra gelecekler arasında beni doğrulukla anılanlardan kıl" âyetini açıklarken: "Bütün milletlerin İbrâhîm'e (aleyhisselam) iman etmesi kastedilmektedir" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ Zikr'de ve İbn Merdûye'nin Hasan vasıtasıyla Semure b. Cündüb'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kul farz namazı kılmak için güzel bir şekilde abdest alıp mescide gitmek için evinden çıkacağı zaman: «Allah'ın ismiyle: "O, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir" derse, Allah onu doğruluğa hidayet eder. -İbn Merdûye'nin lafzı ise: "Doğru amellere iletir" şeklindedir- «O, bana yediren ve içirendir»derse, Allah ona Cennet yemeklerinden yedirir ve Cennet içeceklerinden içirir. «Hastalandığımda da o bana şifa verir» derse Allah ona şifa verir ve hastalığını günahlarına kefaret sayar. «O, benim canımı alacak ve sonra diriltecek olandır» derse, Allah ona cennetlik olanın yaşamını verip şehit olarak öldürür. «O, hesap gününde, hatalarımı bağışlayacağını umduğumdur» derse, günahları denizköpüğü kadar çok olsa da Allah bütün günahlarım bağışlar. «Ey Rabbim! Bana bir hikmet bahşet ve beni salih kimseler arasına kat» derse, Allah ona hikmet bahşedip geçmiş ve gelecekteki salihlerin arasında kılar. «Sonra gelecekler arasında beni doğrulukla anılanlardan kıl» derse, beyaz bir kağıt üzerine: «Filan oğlu filan doğrulardandır» diye yazılır ve Allah onu doğrulukta muvaffak eder. «Beni Naîm Cennetinin varislerinden eyle» derse, Allah ona Cennette köşkler ve konaklayacağı yerler hazırlar" Hasan, bu dualara: "Allahım! Annem ve babam beni küçük yaşta iken besledikleri için onları bağışla" duasını da eklerdi. İbn Cerîr ve Hâkim'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: "Yâ Resûlallah! İbn Cud'ân misafirini ağırlar, akrabalarını ziyaret eder, şunu ve şunu şunu yapar. Bu amellerinin kendisine bir faydası var mıdır?" diye sorunca: "Hayır yoktur, zira o hiçbir gün: «Rabbim! Hesap gününde hatalarımı bağışla» dememiştir" buyurdu. 86Bkz. Ayet:88 87Bkz. Ayet:88 88"Babamı da bağışla. Çünkü o gerçekten yolunu şaşıranlardandır. İnsanların diriltüdiğî günde benî utandırma." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs. "Babamı da bağışla..."âyetini açıklarken: "Ona, onunla bağışlamayı hakedecek bir tövbe ihsan et, mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "İnsanların diriltildiği günde beni utandırma" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bize, bildirildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kişi kıyamet gününde müşrik olan babası ile gelecek ve onu elinden tutarak ateşten öbür tarafa geçirecektir. Onu beraberinde Cennete sokmak isteyince bir münadi: «Cennete müşrik kişi giremez» diyecektir. O: «Rabbim! Bu babamdır. Sen de beni utandırmayacağını bildirmiştin» diyecek ve sürekli olarak babasını da beraber sokmak için uğraşacaktır. Bunun üzerine Allah, o kişinin babasını kötü bir suret ve kötü bir koku ile sırtlanlar suretine sokacaktır. O da babasının öyle olduğunu görünce ondan beri olup: «Sen benim babam değilsin» diyecektir. Bize göre burada İbrâhîm (aleyhisselam) kastedilmektedir. Ancak âyet indiği zaman onun isminin zikredilmediğini gördük. Buhârî ve Nesâî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İbrâhîm babası Azer ile karşılaşacaktır. Babasının yüzünü toz toprak içinde görünce: «Bana karşı asi olma demedim mi?» deyince, babası: «Bugün sana karşı asi olmayacağım karşılığını verir.» İbrâhîm: «Rabbim! Beni kıyamet gününde utandırmayacağına dair vaadde bulunmuştun. Hangi şey kişiye babasının bu durumda olmasından daha fazla utanç verir?» deyince Yüce Allah: «Ben Cenneti kafirlere haram kıldım» buyuracaktır. Sonra da: «Ey İbrâhîm! Ayaklarının altında ne var?» denilince bakacak ki pisliğe bulanmış bir sırtlanın ayaklarından tutularak Cehenneme atıldığını görecektir" Ahmed'in bildirdiğine göre Kinâne oğullarından bir kişi: "Fetih yılında Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasında namaz kılmıştım. O zaman: «Allahım! Kıyamet gününde beni utandırma» diye dua ettiğini işitmiştim" dedi. 89"Allah'a arınmış bîr kalp ile gelen başka" İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Allah'a arınmış bir kalp ile gelen başka" âyetini açıklarken: "Burada Allah'dan başka ilah olmadığına dair şehadet etmek kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Allah'a arınmış bir kalp ile gelen başka" âyetini açıklarken: "Bu konuda şirkten arınmış bir kalbin kastedildiği söylenirdi" dedi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Allah'a arınmış bir kalp ile gelen başka" âyetini açıklarken: "Burada Hak'tan şüphe duymaksızın şirkten arınmış bir kalp kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd, Avn'dan bildirir: İbn Sîrîn'in yanında Haccâc zikredilince: "Benim yanımda Haccâc için dediğinizden daha korkulu bir şey vardır" dedi. Ona: "O da nedir?" diye sorduğumda: "Eğer o arınmış bir kalple Allah'ın huzuruna çıktıysa, ondan daha hayırlılar günah işlemişlerdir!" cevabını verdi. "Arınmış kalp ne demektir" dediğimde ise: "Kişinin Allah'dan başka ilah olmadığını bilmesidir" karşılığını verdi. 90"Cennet Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yaklaştırılacak" İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Cennet, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yaklaştırılacak" âyetini açıklarken: "Cennet, ahalisine yaklaştırılır, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Şeybe, Ka'b'ın üvey oğlu Tubey'den bildirir: Cennet yaklaştırıldıktan sonra süslenir ve güzelleştirilir. Sonra da iki kişi dışında Müslüman olsun, Yahudi olsun veya Hıristiyan olsun herkes ona bakmaya başlar. Bu iki kişi, Mümin kişiyi ve eman verilmiş olanı kasıtlı bir şekilde öldürenlerdir." 91Cehennem ise azgınlara apaçık gösterilmiştir. 92(92-93) Ve onlara: Allah’dan başka taptıklarınız nerede? Size yardım ediyorlar mı veya kendilerini kurtarıyorlar mı? denilmekte... 93(92-93) Ve onlara: Allah’dan başka taptıklarınız nerede? Size yardım ediyorlar mı veya kendilerini kurtarıyorlar mı? denilmekte... 94Bkz. Ayet:98 95Bkz. Ayet:98 96Bkz. Ayet:98 97Bkz. Ayet:98 98"Artık onlar da, azgınlar da tepetaklak oraya atılırlar. İblisin bütün orduları da. Orada onlar taptıklarıyla çekişerek şöyle derler: «Allah'a andolsun! Biz gerçekten apaçık bir sapıklık içîndeymişiz.» Çünkü sizi, âlemlerin Rabbi ile bir tutuyorduk." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Artık onlar da azgınlar da tepetaklak oraya atılırlar" âyetini açıklarken: "Arap müşrikleri ve ilahları orada toplanırlar, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Kubkibû ifadesi atılırlar, mânâsındadır" dedi. Firyabî, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Artık onlar da azgınlar da tepetaklak oraya atılırlar" âyetini açıklarken: "Arap müşrikleri, ilahları, İblis'in zürriyeti ve zürriyetlerinin zürriyeti orada toplanırlar, mânâsındadır" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada şeytanlar kastedilmektedir" dedi. İbn Merdûye'nin Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar kıyamet gününde sırattan geçecektir. Sırat kaygan ve dar bir geçittir. O dar yer, üzerinden geçildiği zaman sallanır ve ateş oradan geçenlerden bazılarını alır. Cehennem ateşi öyle bir şeydir ki nefes alıp verenlerin üzerine kar şeklinde iner. Onlar bu durumda iken Rahman tarafından bir münadi: «Ey kullarım! Dünyada iken kime tapardınız?» diyecektir. İnsanlar: «Rabbimiz! Sana taptığımızı sen daha iyi bilmektesin» diyecektir. Münadi onlara daha önce hiçbir mahlûkatın duymadığı bir sesle: «Ey kullarım! Bu gün sizi başka birine bırakmamam haktır. Ben sizi bağışladım ve sizden razı oldum. Bunun üzerine melekler şefaatçi olarak kalkıp onları bu yerden kurtaracaktır.» Onların altında ateşte olanlar: «...Bizim şefaatçilerimiz yok. Candan bir dostumuz da yok. Keşke (dünyaya) bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak» diyecektir. Yüce Allah bu konuda: «Artık onlar da, azgınlar da tepetaklak oraya atılırlar» buyurmuştur." İbn Abbâs: "Onlar yüz yıl boyunca Cehennemde dibe doğru inerler" dedi. İbn Merdûye'nin Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ümmetim kıyamet gününde haşrolunacaktır. Onlar haşrolunup durduğu zaman Allah tarafından bir münadi gelecek ve: «Haksız yere kan dökenler ayrılsın» diyecektir. Bunun üzerine bunlar bir yere ayrılacaklar ve yanlarında kandan bir nehir akacaktır. Sonra münadi onlara: «Bu kanları cesetlerine geri döndürün» diyecektir. Onlar: «Bu kam cesetlerine nasıl geri döndürebiliriz ki?» deyince; münadi: «Onları ateşe götürün» diyecektir. Onlar ateşe sürülürken münadi bir daha: «Bunlar dünyada iken başkalarını helak edenlerdi» diyecektir. Onlar öyle bir yerde durdurulur ki ateşin sıcaklığını hissederler. Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetinin hesabı bitene kadar bu böyle devam eder. Sonra azgınlar ve îblis'in orduları da tepetaklak oraya atılırlar." Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: "Yâ Resûlallah! Bize Allah'dan kimsenin fayda sağlamayacağı bir gün gelecek mi?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet üç yerde kişiye kimse fayda sağlayamayacaktır. Bunlar mizanda, nurda ve karanlıklarda ve sırattadır. Orada Allah dilediğine selamet verir ve onu kurtarır, dilediğini de ateşe atar" buyurdu. Hazret-i Âişe: "Yâ Resûlallah! Sırat nedir?" diye sorunca da, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Sırat, Cennet ile Cehennem arasında insanların üzerinden gideceği ustura gibi keskin bir yoldur. Melekler sıratın sağında ve solunda dizilerek onları deve dikeni gibi kancalarla alıp: «Allahım kurtar, Allahım kurtar!» diye dua ederler. Ancak: «Kalbleri de bomboş halde koşarlar.» Bunun üzerine Allah dilediğini kurtarır ve dilediğini ateşe atar.m 99Bkz. Ayet:102 100Bkz. Ayet:102 101Bkz. Ayet:102 102"Bizi ancak o günahkârlar saptırdı. «İşte bu yüzden bizim şefaatçilerimiz yok. Candan bîr dostumuz da yok. Âh keşke bir dönüşümüz daha olsa da inananlardan olsak!»" İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Bizi ancak o günahkârlar saptırdı" âyetini açıklarken: "Biz, bizden önceki kavimlere uyduk ve sapanlardan olduk, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: "Bizi ancak o günahkârlar saptırdı" âyetini açıklarken: "Burada İblis ve Âdem'in (aleyhisselam) katil oğlu kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Bizim şefaatçilerimiz yok" âyetini açıklarken: "Burada gökyüzü ahalisi kastedilmektedir" dedi. "Candan bir dostumuz da yok" âyeti hakkında ise: "Burada da yeryüzü ahalisi kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Candan bir dostumuz da yok" âyetini açıklarken: "Burada merhametli bir dost kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Âh keşke bir dönüşümüz daha olsa..." âyetini açıklarken: "Şefaatin onlara helal kılındığı gibi bize de helal kılınması için bir dönüşümüz olsa, mânâsındadır" dedi. 103Şüphesiz bu haberlerde kesin bir ibret var; öyle iken kavminin çoğu kendisine îman etmediler. 104Muhakkak ki senin Rabbin Azîz’dir= kâfirlerden intikam alıcıdır, Rahîm’dir= mü'minleri çok bağışlayıcıdır. 105Bkz. Ayet:119 106Bkz. Ayet:119 107Bkz. Ayet:119 108Bkz. Ayet:119 109Bkz. Ayet:119 110Bkz. Ayet:119 111Bkz. Ayet:119 112Bkz. Ayet:119 113Bkz. Ayet:119 114Bkz. Ayet:119 115Bkz. Ayet:119 116Bkz. Ayet:119 117Bkz. Ayet:119 118Bkz. Ayet:119 119"Nuh kavmi de peygamberleri yalancılıkla suçladılar. Kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: «(Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki ben, size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbıdir. Onun için, Allah'tan korkun ve bana itaat edin.» Onlar şöyle cevap verdiler; «Sana düşük seviyeli kimseler tâbi olup dururken, biz sana iman eder miyiz hiç!» Nuh dedi ki: «Onların yaptıkları hakkında bilgim yoktur. Onların hesabı ancak Rabbime aittir. Bir düşünseniz! Ben iman eden kimseleri kovacak değilim. Ben ancak apaçık bir uyanayım.» Dediler ki: «Ey Nuh! (Bu davadan) vazgeçmezsen, iyi bil ki, taşlanmışlardan olacaksın!» Nuh: «Rabbim! dedi, kavmim benî yalancılıkla suçladı. Artık benimle onların arasında sen hükmünü ver. Beni ve beraberimdeki müminleri kurtar.» Bunun üzerine biz onu ve beraberindekileri, o dolu geminin içinde (taşıyarak) kurtardık." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Sana mı inanacağız, mânâsındadır " dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Sana en rezil kimseler uymaktadır dediler" âyetini açıklarken: "Burada dokumacılar kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Sana en rezil kimseler uymaktadır, dediler" âyetini açıklarken: "Burada insanların arasında ayak takımı ve rezil olan kişiler kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Sana en rezil kimseler uymaktadır, dediler" âyetini açıklarken: "Burada dokumacılar kastedilmektedir" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Onların hesaplarını görmek ancak Rabbime aittir..." âyetini açıklarken: "Rabbim onların içlerinde ne olduğunu en iyi bilendir" dedi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "Burada taşlarla taşlanmak kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Şüphesiz taşlanacaklardan olacaksın..." âyetini açıklarken: "Burada ölümle tehdit edilmek kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Şüphesiz taşlanacaklardan olacaksın..." âyetini açıklarken: "Burada sövmek kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "Artık benimle onların arasında sen hükmünü ver, mânâsındadır" dedi. İbnu'l-Münzir, Ebû Salih'ten aynısını bildirir. Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: "Bana: " dilli âyetini açıkla" deyince, İbn Abbâs: "Burada yolcu dolu gemi kastedilmektedir" dedi. Nâfi' b. el-Ezrak: "Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Evet bilirler, Ubeyd b. el-Abras'ın: "Biz onların bütün topraklarını atlılarla doldurduk Hallerini sırattan geçmekten daha çetin kıldık" dediğini işitmedin mi?" karşılığını verdi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Meşhûn ifadesinin ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sorunca: "Hayır bilmiyoruz" dedik. Bunun üzerine o: "Dopdolu mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada dolu gemi kastedilmektedir" dedi. Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada yeteri kadar dolu olan gemi kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada yüklü gemi kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini açıklarken: "Bunun dolu gemi olduğunu konuşurduk" dedi. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Şa'bî: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada ağır gemi kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan aynısını bildirir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Salih: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada Nuh'un (aleyhisselam) gemisi kastedilmektedir" dedi. 120Sonra da (gemiye binen Nûh’un) arkasından geride kalanları boğduk. 121Muhakkak ki (onlara yaptığımız) bu işte, (geride kalanlar için) bir ibret var, öyle iken onların çoğu mü'min olmadı. 122Şüphesiz ki, senin O Rabbin Azîz’dir= kâfirleri kahreder, Rahîm’dir= mü'minlere çok merhametlidir. 123Bkz. Ayet:138 124Bkz. Ayet:138 125Bkz. Ayet:138 126Bkz. Ayet:138 127Bkz. Ayet:138 128Bkz. Ayet:138 129Bkz. Ayet:138 130Bkz. Ayet:138 131Bkz. Ayet:138 132Bkz. Ayet:138 133Bkz. Ayet:138 134Bkz. Ayet:138 135Bkz. Ayet:138 136Bkz. Ayet:138 137Bkz. Ayet:138 138"Âd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla suçladı. Kardeşleri Hud onlara şöyle demişti: «(Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benîm ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir. Siz her yüksek yere bir alâmet dikerek eğleniyor musunuz? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı ediniyorsunuz? Yakaladığınız zaman, zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz? Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Bildiğiniz şeyleri size veren, size davarlar, oğullar, bağlar, pınarlar ihsan eden (Allah'a karşı gelmek)den sakının. Doğrusu sizin hakkınızda muazzam bir günün azabından endişe ediyorum.» (Onlar) şöyle dediler: «Sen öğüt versen de, vermesen de bizce birdir. Bu, öncekilerin geleneğinden başka bir şey değildir. Biz azaba uğratılacak da değiliz.» yalanladı. Biz azaba uğratılacak da değiliz." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Siz her yüksek yere bir bina yapıp boş şeylerle eğleniyor musunuz?" âyetini açıklarken: "Siz her yola bir alamet yapıp oynuyor musunuz, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Burada er-RÎ' ifadesi ile yüksek yer kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "Burada er-RÎ' ifadesi ile yol kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Sahr: "er-RÎ' ifadesi dağlar ve yeryüzündeki yüksek yerler mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "er-RÎ' ifadesi yolun karşısında olan dağlar ve tepeler mânâsındadır" dedi. Firyabî, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Siz her yüksek yere bir bina yapıp boş şeylerle eğleniyor musunuz? İçlerinde ebedî yaşama ümidiyle sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?" âyetlerini açıklarken: "Her iki dağın arasına güvercinler için kuleler mi yapıyorsunuz, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada oynamak kastedilmektedir" dedi. Firyabî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?"âyetini açıklarken: "Kireçle sıvanmış köşkler ve ebedi olarak kalacak yapılar mı ediniyorsunuz, mânâsındadır" dedi. Abdurrezzâk, Abd b, Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?" âyetini açıklarken: "Burada su sarnıçları kastedilmektedir. Bu âyet bazı kıratlarda: (.....) şeklindedir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Sanki ebedi olarak kalacakmışsınız gibi mânâsındadır" dedi. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Tutup yakaladığınız zaman zorbaca yakalarsınız" âyetini açıklarken: "Burada kırbaç ve kılıç zoru kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Tutup yakaladığınız zaman zorbaca yakalarsınız" âyetini açıklarken: "Burada güçlüler kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bu, öncekilerin geleneklerinden başka bir şey değildir"' âyetini açıklarken: "Burada gelenek ifadesiyle önceki (ümmet)lerin dini kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bu, öncekilerin geleneklerinden başka bir şey değildir" âyetini açıklarken: "Bu önceki (ümmet)lerin hikâyesidir, mânâsındadır" dedi. Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti: (.....) şeklinde okur ve: "Bu onların ortaya çıkarmış olduğu bir şeydir" derdi. Başka bir lafızda ise: "Bu, öncekilerin çıkardığı bir şeydir" şeklindedir. Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken:. "Bu, onların yalanıdır, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Alkame: (.....) ifadesini açıklarken: "Bu onların çıkardığı bir şeydir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim: (.....) şeklinde (ha) harfini ötre ile şeddeli bir şekilde okumuştur. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Bu, öncekilerin geleneklerinden başka bir şey değildir" âyetini açıklarken şöyle dedi: Müşrikler: "Atalarımız bu şekilde yaratılmış bu şekilde yaşayacağını yaşamış ve ölmüşlerdir. Onlar için diriliş ve hesap yoktur. "Biz azaba uğratılacak da değiliz." Biz de öncekiler gibiyiz, onlar gibi yaşayacak, onlar gibi öleceğiz. Biz ne hesaba çekilecek, ne azap görecek ve ne de dirileceğiz" dediler. 139Böylece onu (Hûd peygamberi) tekzib ettiler. Biz de onları helâk ettik. Muhakkak ki, onlara yaptığımız bu işte, sonrakiler için bir ibret vardır; öyle iken çoğu mü'min olmadı. 140Şüphesiz senin Rabbin, muhakkak ki, O Azîz’dir= düşmanlarından intikam alıcıdır, Rahîm’dir= mü'minlere çok merhametlidir. 141Bkz. Ayet:155 142Bkz. Ayet:155 143Bkz. Ayet:155 144Bkz. Ayet:155 145Bkz. Ayet:155 146Bkz. Ayet:155 147Bkz. Ayet:155 148Bkz. Ayet:155 149Bkz. Ayet:155 150Bkz. Ayet:155 151Bkz. Ayet:155 152Bkz. Ayet:155 153Bkz. Ayet:155 154Bkz. Ayet:155 155"Semûd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla suçladı. Kardeşleri Salih onlara şöyle demişti: «(Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben sîze gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbıdir. Sîz burada, bahçelerin, pınarların içinde; ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalıkların arasında güven içinde bırakılacak mısınız (sanırsınız)? (Böyle sanıp) dağlardan ustaca evler yontuyorsunuz (oyup yapıyorsunuz). Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyen aşırı gidenlerin emrine uymayın.» Dediler ki: «Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin! Sen de ancak bizim gibi bir insansın. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir mucize getir.» Salih: «İşte (mucize) bu dişi devedir; onun bir su içme hakkı vardır, belli bir günün içme hakkı da sizindir» dedi." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Hadîm ifadesi yeşil hurma mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Hadîm ifadesi olgunlaşmış hurma mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Hadîm ifadesi yeşerip gevşeyen hurma mânâsındadır" dedi. Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: "Bana: (.....) âyetini açıkla" deyince, İbn Abbâs: "Birbiri ardına dizilmiş mânâsındadır" dedi. Nâfi' b. el-Ezrak: "Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Evet bilirler, İmriu'l-Kays'ın: "Yanakları bembeyaz kız gocuğunun evi Kolunda bilezikler dizilmiş incedir beli" dediğini işitmedin mi?" karşılığını verdi. Firyabî ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Yezîd b. Ebî Ziyâd: (.....) âyetini açıklarken: "Hadîm ifadesi henüz olgunlaşmamış taze hurma mânâsındadır" dedi. Başka bir lafızda ise: "Sap tarafından olgunlaşmaya başlayan hurmalar mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken:"Hadîm ifadesi yumuşak hurma mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini açıklarken: "Hadim ifadesi gevşek hurma mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Badım ifadesi salkımda belirip büyüyen" hurma koruğudur. Firyabî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "Hadîm ifadesi ufalanan yumuşak hurma mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "Hadîm ifadesi dokunulduğunda salkımından düşen hurma mânâsındadır" dedi. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini açıklarken: "Hadîm ifadesi çekirdeksiz hurma mânâsındadır" dedi. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İktrime: (.....) âyetini açıklarken: "Hadîm ifadesi yumuşak hurma koruğu mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) şeklinde (ha) harfini esre ile (.....) şeklinde elif ile okumuştur. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: ifadesini açıklarken:"Fârihîne ifadesi usta kişiler mânâsındadır" dedi. Firyabî, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: (.....) ifadesini açıklarken: "Fârihîne ifadesi yontma işinde usta kişiler mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Muâviye b. Kurre: (.....) ifadesini açıklarken:"Fârihîne ifadesi usta kişiler mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) ifadesini açıklarken: "Fârihîne ifadesi güzel usta kişiler mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ferihîne ifadesini açıklarken: "Fârihîne ifadesi şımarıklar mânâsındadır" dedi. Firyabî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Fârihîne ifadesini açıklarken: "Ferihîne ifadesi aç gözlüler mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atiyye: (.....) ifadesini açıklarken: "Fârihîne ifadesi zorbalar mânâsındadır" dedi. Firyabî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Abdullah b. Şeddâd: (.....) ifadesini açıklarken: "Fârihîne ifadesi zorbalık edenler mânâsındadır" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Fârihîne ifadesini açıklarken: "Ferihîne ifadesi yaptığınızla böbürleniyorsunuz, mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Fârihîne ifadesini açıklarken: " Ferihîne ifadesi güvenilir kişiler mânâsındadır" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Aşırı gidenlerin emrine uymayın" âyetini açıklarken: "Burada aşırı gidenlerle müşrikler kastedilmektedir" dedi. (.....) âyeti hakkında ise: "Sen sihirbazlardansın, mânâsındadır" dedi. Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "Sen büyülenmiş kişilerdensin, mânâsındadır " dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hatîb ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Sen ancak büyülenmişlerdensin" âyetini açıklarken: "Sen ancak yaratılmışlardansın, mânâsındadır" dedi ve Lebîd b. Rabîa'nın şu şiirini okudu: "Eğer halimizi soracak olursan bize Kainatta yaratılmış kuşlarız deriz size. " İbnu'l-Enbârî'nin el-Vakf ve'l-İbtidâ'da Ebû Salih'ten bildirdiğine göre Mücâhid: "...Büyülenmişlerdensin" ifadesini açıklarken: "Aldatılanlardansın, mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) şeklinde musakkel olarak okudu ve: "Sen değerli biri değil de ayak takımından birisin, mânâsındadır" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ Men Âşe Ba'de'l-Mevt'te, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim İbn Abbâs'tan bildirir: Allah, Hazret-i Salih'i kavmine gönderdi ve kavmi ona iman etti. Hazret-i Salih ölünce kavmi tekrar küfre girip İslam'dan çıktı. Yüce Allah, Hazret-i Salih'i tekrar diriltti ve o kavme gönderdi. Hazret-i Salih: "Ben Salih'im" deyince, kavmi: "Salih öldü, eğer sen Salih isen ve doğru söylüyorsan bize bir mucize getir" dediler. Bunun üzerine Allah, dişi deveyi gönderdi. Onu da inkâr ettiler ve ayaklarını bağlayarak deveyi kesip helak oldular. Deveyi kesen kişi dokumacı Kudâr b. Sâlif'tir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "İstediğiniz mucize işte şu dişi devedir. Su içme sırası bir gün onun ve belli bir günde sizindir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Su içme sırası devede ise deve o gün onların bütün suyunu içerdi. İçme sırası kendilerinin ise o gün suyu kendileri için hayvanları için ve arazilerinde kullanırlardı." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Su içme sırası devenin olduğu zaman onlara diledikleri kadar süt verirdi" dedi. 156Sakın ona bir fenalıkla dokunmayın ki, bu yüzden sizi büyük bir günün azabı yakalar.” 157Derken o deveyi kestiler, fakat pişman oldular. 158Çünkü azap kendilerini yakalayıverdi. Muhakkak ki bunda bir ibret var. Öyle iken (arkadan gelenlerin) çoğu mü'min olmadı. 159Şüphesiz senin Rabbin, muhakkak ki O, Azîz’dir, Rahîm’dir. 160Bkz. Ayet:171 161Bkz. Ayet:171 162Bkz. Ayet:171 163Bkz. Ayet:171 164Bkz. Ayet:171 165Bkz. Ayet:171 166Bkz. Ayet:171 167Bkz. Ayet:171 168Bkz. Ayet:171 169Bkz. Ayet:171 170Bkz. Ayet:171 171"Lût kavmi de peygamberleri yalancılıkla suçladı. Kardeşlen Lût onlara şöyle demişti: «(Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidîr. Rabbinizin sizler için yarattığı eşlerinizi bırakıp da, insanlar içinden erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz sınırı aşmış (sapık) bir kavimsiniz!» Onlar şöyle dediler: «Ey Lût! (Bu davadan) vazgeçmezsen, iyi bil ki, sürgün edilmişlerden olacaksın!» Lût: «Doğrusu, dedi, ben sizin bu işinizden tiksinmekteyim! Rabbim! Beni ve ailemi, onların yapageldiklerinden (vebalinden) kurtar.» Bunun üzerine onu ve bütün ailesini kurtardık. Ancak bir kocakarı müstesna. O, geride kalanlardan (oldu)" Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Rabb'inizin sizin için eş olarak yarattığı kadınları bırakıyorsunuz..." âyetini açıklarken: "Erkeklerin ve kadınların makadını tercih ederek kadınlarınıza ön taraftan yaklaşmayı terk ediyorsunuz, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Rabb'inizin sizin için eş olarak yarattığı kadınları bırakıyorsunuz..." âyetini açıklarken: "Sizin için uygun olan ön taraftan yaklaşmayı terk ediyorsunuz, mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: "Rabb'inizin sizin için eş olarak yarattığı kadınları bırakıyorsunuz.." âyetini açıklarken: "Burada erkeklerin makadinı tercih edip kadınlara ön taraftan yaklaşmayı terk etmek kastedilmektedir" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: (.....) âyetini açıklarken: "Burada haddi aşanlar kastedilmektedir" dedi. Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir, Mücâhid'den bildirir: Şuarâ Sûresinin yüz yetmiş birinci âyeti Abdullah'ın kıraatında: (.....) şeklindedir. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Ancak bir koca karı geri kalanların içindeydi" âyetini açıklarken: "Burada Allah'ın azabıyla helak olan Lût'un (aleyhisselam) hanımı kastedilmektedir" dedi. Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: "Bana: (.....) âyetini açıkla" deyince, İbn Abbâs: "Geri kalanlar, mânâsındadır" dedi. Nâfi' b. el-Ezrak: "Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Evet bilirler, Ubeyd b. el-Abras'ın: "Gittiler ve mazaretim beni geride bıraktı Sanki kalanların arasında beni bir garip yaptı" dediğini İşitmedin mi?" karşılığını verdi. 172Sonra geride kalanları hep helâk ettik. 173Üzerlerine (kızgın lâvlardan ibaret) taş yağmuru yağdırdık. İşte bak, azabla korkutulanların yağmuru ne kötüdür!... 174Muhakkak ki bunda (onlara yaptığımız helâk işinde), arkalarından gelecekler için büyük bir ibret vardır; öyle iken, çoğu mü'min olmadı. 175Şüphesiz senin Rabbin, muhakkak ki O, Azîz’dir= kâfirlerden intikam alıcıdır. Rahîm’dir= mü'minlere çok merhametlidir. 176Bkz. Ayet:189 177Bkz. Ayet:189 178Bkz. Ayet:189 179Bkz. Ayet:189 180Bkz. Ayet:189 181Bkz. Ayet:189 182Bkz. Ayet:189 183Bkz. Ayet:189 184Bkz. Ayet:189 185Bkz. Ayet:189 186Bkz. Ayet:189 187Bkz. Ayet:189 188Bkz. Ayet:189 189"Eyke halkı da peygamberleri yalancılıkla suçladı. Şuayb onlara şöyle demişti: «(Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben sîze gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sîzden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir. Ölçüyü tastamam yapın, (insanların hakkını) eksik verenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. Sizi ve önceki nesilleri yaratan (Allah) dan korkun.» Onlar şöyle dediler: «Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş birisini Sen de, ancak bizim gibi bir beşersin. Bil ki, biz seni ancak yalancılardan biri sayıyoruz. Şayet doğru sözlülerden isen, üstümüze gökten azap yağdır.» Şuayb: «Rabbim yaptıklarınızı en iyi bilendir» dedi. Velhasıl onu yalancı saydılar da, kendilerini o gölge gününün azabı yakalayıverdi. Gerçekten o, muazzam bir günün azabı idil." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada çok ağaç olan bir yer kastedilmektedir" dedi. İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Eyke halkı da peygamberleri yalanladı" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bunlar deniz sahili ile Medyen arasında bulunan suyu ve ağacı çok olan bir kavimdi. Şuayb onlara: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?" demişti. Burada kardeşleri Şuayb denilmemiştir. Çünkü o, onların nesebinden değildir. Şuayb (aleyhisselam) onlara: "Güvenilir bir peygamber olduğumu bildiğiniz halde nasıl sakınmazsınız? Medyen'lilerin helakinden ibret almıyorsunuz. Onlar yaptıkları şeylerden dolayı helak oldular" dedi. Eyke halkı da şirkte Medyen ahalisinin yolunu tutmuştu. Yine Şuayb (aleyhisselam) onlara şöyle dedi: "Şüphesiz ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim. Artık, Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin." Sizi kendisine davet ettiğim şeyden dolayı dünyevi olarak mallarınızdan bir ücret istemiyorum. "...Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir. Sizi ve önceki nesilleri yaratana karşı gelmekten sakının." Yani: "Masiyetlerinden dolayı önceki asırlarda helak olan nesiller gibi siz de helak olmayın" dedi. Onlar: "Sen ancak büyülenmiş kişilerdensin." Yani: "Sen de yaratılmış birisin" dediler. "Sen sadece bizim gibi bir insansın. Biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi gökten üzerimize bir parça düşür" dediler. "...Derken gölge gününün azabı onları yakaladı..." Allah onlara Cehennemden sıcak bir rüzgar gönderdi. Bu rüzgar bir haftada onları pişirmişti. Evleri çok sıcak olup kuyulardaki ve pınarlardaki suları kaynamıştı. Onlar evlerini ve yerlerini terk ederek kaçtılar. Ancak bu sıcak rüzgar da beraberlerinde idi. Allah başları üzerinden onlara güneşi musallat etmiş ve hepsini etkisi altına almıştı. Hatta beyinleri kaynamıştı. Allah ayakların altından sıcak kum ve çakıl taşlarını musallat ederek ayaklarının etini yakıp düşürmüştü. Sonra siyah bir bulutun gölgeliği belirdi. Bu bulutu gördüklerinde onun gölgesine çekilmeye başladılar. Hepsi de bulutun altında toplanınca, bulut üzerlerine düştü ve helak oldular. Ancak, Allah, Şuayb'ı (aleyhisselam) ve kendisine iman edenleri kurtarmıştı." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Burada eski nesiller kastedilmektedir" dedi. Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "Burada yaratılmışlar kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "Haydi gökten üzerimize bir parça düşür mânâsındadır" dedi. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirir: Medyen ahalisi üç çeşit azapla azaplandırılmıştır. Biri yurtlarının sarsıntıya uğraması ve yurtlarını terk etmeleridir. Yurtlarını terk ettikleri zaman onları çok şiddetli bir korku yakalamıştı. Onlar evlerine girecek olurlarsa evlerinin başlarına yıkılacağından korkuyordu. Allah, onların üzerine gölge yapan bir bulut gönderdi. Bir kişi bulutun altına girip: "Ey insanlar! Bugünkü gibi güzel ve serin bir gölge görmedim, buraya gelin" dedi. Bunun üzerine hepsi birden bulutun gölgesi altına girdiler. Onlara tek bir haykırış haykırıldı ve hepsi birden öldüler." İbnu'l-Münzir, Katâde'den bildirir: Eyke sahipleri çok ağaçları olan bir kavimdir. Bu kavim de Şuayb'ın (aleyhisselam) kavmindendir. Ress kavmi ise kuyuları olan bir kavimdir. Onlar da, Şuayb'ın (aleyhisselam) kavmindendir. İbnu'l-Münzir, Süddî'den bildirir: Allah, Şuayb'ı (aleyhisselam), Eyke halkına göndermişti. Eyke halkı suyu ve ağacı çok olan bir kavimdi. Onlar Şuayb'ı (aleyhisselam) yalanlamış ve onları gölge günü azabı yakalamıştı. Allah onlara Cehennemden bir kapı açmış ve kendilerini dayanamayacakları bir sıcaklık kaplamıştı. Onlar su ve başka şeylerle serinlemeye çalıştılar. Onlar bu durumda iken üzerlerine hoş ve serin esintisi olan bir bulut gönderildi. Onun serinliğini hissettiklerinde: "Gölgeye gelin" diye çağırmaya başladılar. Onlar serinlemeye çalıştıkları her şeyi bırakarak bu gölgeye sığınmak için geldiler. Hepsi bu gölgenin altında toplanınca bulut üzerlerine düştü. "...Derken gölge gününün azabı onları yakaladı. Şüphesiz o, büyük bir günün azabı idi" âyeti da bunu ifade etmektedir. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Allah, Şuayb'ın kavmine yedi gün yedi gece boyunca şiddetli bir sıcak gönderdi. Artık ne suyun serinliğinden, ne de evlerin gölgesinden faydalanabiliyorlardı. Sonra açık bir arazide bir bulut belirdi. Bulutun altındaki serinliği hissedince birbirlerini çağırmaya başladılar. Hepsi bulutun altında toplanınca, Allah o bulutu ataşe çevirdi. "...Derken gölge gününün azabı onları yakaladı..."âyeti da bunu ifade etmektedir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs'a: "...Derken gölge gününün azabı onları yakaladı..." âyetinin açıklaması sorulunca, o şöyle dedi: "Allah onların üzerine şiddetli ve nemli bir sıcak gönderdi ki nefes alamaz oldular ve evlerine girdiler. Bu sıcak evlerinin de içine girdi. Yine nefes alamaz oldular. Evlerinden dışarı kaçarak açık alanlara çıktılar. Allah onlara bir bulut gönderdi ve bu bulut onlar için güneşe karşı bir gölgelik oldu. Bu gölgede bir serinlik ve hoşnutluk buldular. Bunun üzerine birbirlerini gölgeliğe çağırmaya başladılar. Hepsi bulutun altında toplanınca Allah o bulutu üzerlerine ateş olarak düşürdü. İşte gölge gününün azabı da budur." Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Derken gölge gününün azabı onları yakaladı..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bize bildirildiğine göre onlar yedi gün boyunca şiddetli bir sıcağa maruz kaldılar. Artık onları gölgelendirecek ve fayda verecek hiçbir şey yoktu. Allah, onlara bir bulut gönderince onun gölgesine sığınmak için altına gitmeye başladılar. Allah o bulutu kendileri için bir azap kıldı ve onları yaktı. Bulut onlara ateşler göndererek kor oldu ve onları yedi. İşte gölge gününün azabı da budur. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Alkame: "...Derken gölge gününün azabı onları yakaladı..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Onlar öyle bir sıcağa maruz kaldılar ki, sıcak onları evlerinden dışarı def etti. Onlara bir bulut gönderilince gölgelenmek için bulutun altına gitmeye başladılar. Hepsi de gölgeliğe girince bulut üzerlerine gönderildi ve hiç kimse ondan kurtulamadı." Hâkim, Zeyd b. Eslem'den bildirir: Şuayb (aleyhisselam) kavmine (altın ve gümüşten olan) dirhemleri kesmeyi yasakladı. Bunun üzerine onları gölge gününün azabı yakaladı. Hepsi bulutun altında toplanınca, Allah gölgeyi üzerlerinden çekip güneşi daha da kızdırdı. Onlar da çekirgelerin tavada pişmesi gibi piştiler. Firyabî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Derken gölge gününün azabı onları yakaladı..." âyetini açıklarken: "Gölgenin azabı onları yakaladı mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Âlimlerden her kim sana gölge gününün azabından bahsederse onu yalanla" dedi. Firyabî ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Zeyd b. Muâviye: "...Derken gölge gününün azabı onları yakaladı..." âyetini açıklarken: "Onlara öyle bir sıcak gönderildi ki, onları evlerinden dışarı çıkardı. Onlara bir bulut gönderilince altına girdiler. O buluttan da üzerlerine korkunç bir ses geldi" dedi. 190Şüphesiz bunda, (onlara yaptığımız bu helâk işinde), kendilerinden sonra gelenler için büyük bir ibret var, öyle iken çoğu mü'min olmadı. 191Gerçekte senin Rabbin, muhakkak ki o, Azîz’dir= kâfirlerden intikam alıcıdır, Rahîm’dir= mü'minlere çok merhametlidir. 192Bkz. Ayet:213 193Bkz. Ayet:213 194Bkz. Ayet:213 195Bkz. Ayet:213 196Bkz. Ayet:213 197Bkz. Ayet:213 198Bkz. Ayet:213 199Bkz. Ayet:213 200Bkz. Ayet:213 201Bkz. Ayet:213 202Bkz. Ayet:213 203Bkz. Ayet:213 204Bkz. Ayet:213 205Bkz. Ayet:213 206Bkz. Ayet:213 207Bkz. Ayet:213 208Bkz. Ayet:213 209Bkz. Ayet:213 210Bkz. Ayet:213 211Bkz. Ayet:213 212Bkz. Ayet:213 213"Muhakkak kî o (Kuran) âlemlerin Rabbînin indirmesidir. (Resûlüm!) Onu Rûhu'l-emîn (Cebrail) uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle, senin kalbine indirmiştir. O, şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardır. Benî İsrail bilginlerinin onu bilmesi, onlar için bir delil değil midir? Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik de, bunu onlara o okusaydı, yine ona iman etmezlerdi. Onu günahkârların kalplerine böyle soktuk. Onun için, acıklı azabı görünceye kadar ona iman etmezler. İşte bu (azap) onlara, kendileri farkında olmadan, ansızın geliverecektir. O zaman: «Bize (iman etmemiz için) mühlet verilir mi acaba?» diyeceklerdir. (Durmadan mucize talebiyle) onlar bizim azabımızı mı çarçabuk istiyorlardı? Ne dersin! Eğer biz onları yıllarca yaşatıp nimetlerden faydalandırsak, sonra tehdit edilmekte oldukları (azap) başlarına gel sel Faydalandınldıkları nimetler onlara hiç yarar sağlamayacaktır. Biz hiçbir memleketi, öğüt vermek üzere (gönderdiğimiz) uyarıcıları (peygamberleri) olmadan yok etmemişizdir. Biz zalim değiliz. Onu (Kur'ân'ı) şeytanlar indirmedi. Bu onlara düşmez; zaten güçleri de yetmez. Şüphesiz onlar, vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır. O halde sakın Allah ile beraber başka tanrıya kulluk edip yalvarma, sonra azap edilenlerden olursun!" Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Şüphesiz Kur'ân âlemlerin Rabbinin indirmesidir" âyetini açıklarken: "Burada Kur'ân kastedilmektedir" dedi. "Onu Ruhu'l-emin indirdi" âyeti hakkında ise: "Burada Cibrîl kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Onu Ruhu'l-emin indirdi" âyetini açıklarken: "Burada Cibrîl kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî: "Ruhu'l- emin, Cibril'dir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti: (.....) şeklinde şeddeli ve: (.....) şeklinde okuyup: "Allah, Cibril'i indirdi, mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) şeklinde şeddeli ve (.....) şeklinde (ha) harfi ile (nun) harfini nasbederek okumuştur. Ebu'ş-Şeyh el-Azame'de ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onu Ruhu'l-emin indirdi" âyetini açıklarken: "Ruhu'l-emin, Cibril'dir. Onun inciden açılmış altı yüz kanadı olduğunu gördüm. Onda tavus kuşlarının tüyleri gibi tüyler vardı" buyurdu. İbn Merdûye'nin, Hasan(-ı Basrî)'den (sanırım o da) Sa'd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ruhu'l-emin'in bana bildirdiğine göre kişi rızkını almakta ağır davransa bile hiçbir nefis rızkını tastamam almadan ölmeyecektir." İbn Ebî Şeybe'nin Abdullah b. Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ey insanlar! Cennete yaklaştıracak ve Cehennemden uzaklaştıracak her şeyi size emrettim. Yine Cehenneme yaklaştırıp Cennetten uzaklaştıracak her şeyi de size yasakladım. Ruhu'l-emin'in bana bildirdiğine göre hiçbir nefis rızkını tastamam almadan ölmeyecektir. Allah'dan korkun ve rızkı ondan güzel bir şekilde isteyin. Rızkın gecikmesi sizi rızkı Allah'dan masiyetle istemeye götürmesin. Allah'ın katındaki rızka ancak itaatle ulaşılır. " İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Apaçık Arapça bir dille" âyetini açıklarken: "Burada Kureyş dili kastedilmektedir" dedi. İbn Neccâr'ın Târih'te bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Apaçık Arapça bir dille" âyetini açıklarken: Burada Kureyş dili kastedilmektedir. Eğer başka bir dilde olsaydı onu anlayamazlardı" dedi. Hâkim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îmân'da bildirdiğine göre Bureyde: "Apaçık Arapça bir dille" âyetini açıklarken: "Burada Curhum kabilesinin dili kastedilmektedir" dedi. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Bureyde'den aynısını bildirir. İbn Merdûye, Abdullah b. Selâm'dan bildirir: Mekke ahalisinden Kureyşli bir grup vardı. Bu grup bazı ihtiyaçlarından dolayı Kureyza oğulları Yahudilerinin yanına gitmişti. Tevrat'ın okunduğunu işiten Kureyş'liler: "Tevrât'ı okuyanda ne bulacağız ki? Bunlar bizim için Muhammed ve ashabından daha ağır şeylerdir" dediler. Yahudiler: "Biz onlardan (Muhammed'den) beriyiz. Onlar, Tevrât'a ve Allah'ın indirdiklerine karşı yalan söylemektedir. Onlar dünyalık peşindedir" dediler. Kureyşliler: "Eğer onlarla karşılaşırsanız yüzlerini karalayın" dediler. Münafıklar: "Ona bunları ancak kendisi gibi bir beşer öğretmektedir" deyince Yüce Allah: "Şüphesiz Kur'ân âlemlerin Rabbinin indirmesidir... O, şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardır" âyetlerini indirdi. Bu da önceki kitaplarda Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) vasıfları ve emirleri vardır, mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "O, şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardır" âyetini açıklarken: "Burada, Allah'ın daha önceki kavimlere indirmiş olduğu kitaplar kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "O, şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardır" âyetini açıklarken: Burada, daha önceki kavimlere indirilmiş olan kitaplar kastedilmektedir" dedi. "İsrâil oğullarının bilginlerinin onu bilmesi, onlar için bir delil değil midir?" âyeti hakkında ise şöyle dedi: "Burada Yahudiler ve Hıristiyanlar kastedilmektedir. Onlar, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah'ın Peygamberi olduğunu bilmekte ve yanlarındaki Tevrât ile İncîl'de yazılı olduğunu görmekteydi." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) şeklinde (ye) harfi ile okumuştur. Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "İsrail oğullarının bilginlerinin onu bilmesi, onlar için bir delil değil midir?" âyetini açıklarken: "Burada Abdullah b. Selâm ve İsrâil oğullarının diğer âlimleri kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Abdullah b. Selâm İsrâil oğullarının âlimlerinden ve ileri gelenlerindendir. O, Muhammed'in kitabına iman etmişti. Bunun üzerine Allah onlara: "İsrâil oğullarının bilginlerinin onu bilmesi, onlar için bir delil değil midir?"buyurmuştur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mubeşşir b. Ubeyd el-Kureşî: "...Onlar için bir delil değil midir?" âyetini açıklarken: "Kur'ân onlar için bir delil değil midir, mânâsındadır" dedi. İbn Sa'd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atiyye el-Avfî: "İsrâil oğullarının bilginlerinin onu bilmesi, onlar için bir delil değil midir?" âyetini açıklarken: "Bu bilginler, Esed, Esîd, İbn Yâmîne, Sa'lebe ve Abdullah b. Selâm olmak üzere beş kişiydi" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Onu Arapça bilmeyen birine de indirmiş olsaydık" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah: "Eğer Kur'ân'ı Arapça bilmeyen birine indirmiş olsaydık, Araplar insanların en kötüsü olurdu. Zira Kur'ân'ı anlayamazlar ve ne olduğunu bilemezlerdi" buyurmaktadır." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Onu Arapça bilmeyen birine de indirmiş olsaydık" âyetini açıklarken: "Allah, Kur'ân'ı Arapça'dan başka bir dilde indirmiş olsaydı yine onlar insanların en hakiri olurdu. Çünkü onlar Arapça'dan başka bir dil bilmemektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Onu Arapça bilmeyen birine de indirmiş olsaydık" âyetini açıklarken: "Farsça indirmiş olsaydık mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Biz onu mücrimlerin kalblerine öyle sokmuşuzdur" âyetini açıklarken: "Burada şirkin günahkârların kalplerine sokulması kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim, Ebû Cahdam'dan bildirir: Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) sanki şaşkın bir durumda görmüşler ve bu durumunu kendisine sormuşlardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Niye şaşkın olmayayım ki! Düşmanlarımın benden sonra ümmetimin idaresini ele aldığını görüyorum" buyurdu. Bunun üzerine: "Söylesene, Biz onlara yıllar yılı nimetler vermiş olsak, sonra da tehdit edildikleri şey başlarına gelse, kendilerine verilmiş olan nimetler onlara bir fayda sağlar mı?" âyetleri indi ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) rahatladı. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Süleyman b. Abdilmelik her cuma hutbesinde: "Dünya ahalisi sürekli bir korku içerisindedir. Onların hiçbir niyetleri tam manasıyla gerçekleşmez. Hiçbir yer onlar için rahat değildir. Onlar bu durumda iken Allah'ın emri gelir. Dünyanın nimetleri devam etmez, korkularından emin olunmaz ve sonunda onda hiçbir şey kalmaz" deyip: "Söylesene, Biz onlara yıllar yılı nimetler vermiş olsak, sonra da tehdit edildikleri şey başlarına gelse, kendilerine verilmiş olan nimetler onlara bir fayda sağlar mı?" âyetlerini okurdu. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Biz, hiçbir memleketi uyarıcıları olmadıkça helâk etmedik" âyetini açıklarken: "Burada uyarıcı ile peygamberler kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:: "Biz, hiçbir memleketi uyarıcıları olmadıkça helâk etmedik. Bu, bir hatırlatmadır. Biz zalim değiliz. Zaten bu onların harcı değildir, buna güçleri de yetmez. Çünkü onlar (vahyi) işitmekten uzaklaştırılmışlardır" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: "Allah hiçbir kavmi kendisine bir peygamber ve delil göndermeden helak etmemiştir. Allah yaratıkları için bir hüccettir. Allah: "Bu, insanlar için bir hatırlatma bir öğüt ve bir delildir. Biz onlara delil ve hüccet göndermeden azap verecek değiliz. Ancak kendilerine kitap ve peygamber gönderdikten sonra (küfrederlerse) onlara azap veririz" buyurmaktadır. Kur'ân'ı indirmek onların harcı değildir, buna güçleri de yetmez. Onlar gökyüzünden bir şeyler işitmekten uzaklaştırılmışlardır" dedi. (.....) âyeti hakkında ise: "Burada Kur'ân kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "O Kur'ân'ı şeytanlar indirmemiştir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Müşrikler, Kur'ân'ı, Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) şeytanların indirdiğini iddia ediyordu. Allah bu âyeti indirerek onlara, Kur'ân'ı indirmenin şeytanların harcı olmadığını ve buna güç yetiremeyeceklerini bildirmiştir. Çünkü onlar Kur'ân'a ulaşmaktan men edilmişlerdir." 214"Öncelikle en yakın akrabalarını uyar" Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, Beyhakî Şuabu'l-İmân'da ve Delâil'de Ebû Hureyre'den bildirir: "Öncelikle en yakın akrabalarını uyar" âyeti indiği zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Kureyş'i çağırdı ve bazen kişilere, bazen de genele hitap ederek şöyle buyurdu: "Ey Kureyş topluluğu! Kendinizi cehennemden koruyunuz. Çünkü ben size bir zarar veya bir fayda sağlayamam. Ey Ka'b b. Lüey oğulları! Kendinizi ateşten koruyunuz. Çünkü ben size bir zarar veya bir fayda sağlayamam. Ey Kusay oğulları! Kendinizi ateşten koruyunuz. Çünkü ben size bir zarar veya bir fayda sağlayamam. Ey Abdi Menâf oğulları! Kendinizi ateşten koruyunuz. Çünkü ben size bir zarar veya bir fayda sağlayamam. Ey Abdulmuttalib oğulları! Kendinizi ateşten koruyunuz. Çünkü ben size bir zarar veya bir fayda sağlayamam. Ey Muhammed'in kızı Fâtıma! Kendini ateşten koru. Çünkü ben sana bir zarar veya bir fayda sağlayamam. Ancak akrabalık hakkı vardır ki ben onun gereğini yapabilirim. Ahmed, Müslim, Tirmizî, İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Hazret-i Âişe'den bildirir: "Öncelikle en yakın akrabalarını uyar" âyeti indiği zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkarak: "Ey Muhammed'in kızı Fâtıma! Ey Abdulmuttalib'in kızı Safiyye! Ey Abdulmuttalib oğulları! Allah'ın azabı karşısında sizin için yapabileceğim bir şey yoktur. Ancak malımdan dilediğinizi isteyin" buyurdu. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Urve'den mürsel olarak aynısını bildirir. Müsedded, Müslim, Nesâî, İbn Cerîr, Beğavî Mu'cem'de, Bâverdî, Tahâvî, Ebû Avâne, İbn Kâni', Taberânî, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de Kabîsa b. Muhârik ve Zuheyr b. Amr'dan bildirir: "Öncelikle en yakın akrabalarını uyar" âyeti indiği zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dağdan kopmuş bir taş yığınından en yüksek bir taşın üzerine çıkarak: "Ey Abdi Menâf oğulları! Ben bir uyarıcıyım. Sizler ve ben, düşmanı görüp de düşmanın kendisinden önce ailesine varmasından korkarak hızlı bir şekilde ailesine haber vermek için giden ve bağırarak: «Baskın var baskın var, düşman geldi düşman geldi» diyen kişi gibiyiz" buyurdu. Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildirir: "Öncelikle en yakın akrabalarını uyar" âyeti indiği zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) parmaklarını kulaklarına koyarak yüksek bir sesle: "Ey Abdi Menâf oğulları! Baskin var!" diye bağırdı. İbn Merdûye, Enes'ten bildirir: "Öncelikle en yakın akrabalarını uyar" âyeti indiği zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ağladı ve sonra ailesini toplayarak: "Ey Abdi Menâf oğulları! Kendinizi ateşten koruyunuz. Ey Abdulmuttalib oğulları! Kendinizi ateşten koruyunuz. Ey Hâşim oğulları! Kendinizi ateşten koruyunuz" buyurdu. Sonra kızı Fâtıma'ya doğru bakarak: "Ey Muhammed'in kızı Fâtıma! Kendini ateşten koru. Şüphesiz ki, Allah'ın azabı karşısında sizin için yapabileceğim bir şey yoktur. Ancak akrabalık hakkı vardır ki ben onun gereğini yapabilirim" buyurdu. İbn Merdûye, Berâ'dan bildirir: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Öncelikle en yakın akrabalarını uyar" âyeti indiği zaman, dağdan kopmuş bir taş yığınının üzerine çıkarak: "Baskın var!" diye bağırdı. Halk toplanınca onları ikaz edip uyararak: "Allah'ın azabı karşısında sizin için yapabileceğim bir şey yoktur. Ey Muhammed'in kızı Fâtıma! Kendini ateşten koru. Şüphesiz ki, Allah'ın azabı karşısında senin için yapabileceğim bir şey yoktur" buyurdu. İbn Merdûye, Zübeyr b. el-Avvâm'dan bildirir: "Öncelikle en yakın akrabalarını uyar" âyeti indiği zaman, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Kubays'a çıkarak: "Ey Abdi Menâf ailesi! Ben bir uyarıcıyım" diye bağırdı. Kureyş toplanınca da onları ikaz edip uyardı. İbn Merdûye'nin Adiy b. Hâtim'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Kureyş'i zikrederek: "Öncelikle en yakın akrabalarını uyar" dedi. "Burada kavmim kastedilmektedir" buyurdu. Abd b. Humeyd ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: "Öncelikle en yakın akrabalarını uyar" âyeti indiği zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) insanları kabile kabile İslam'a davet etmeye başladı. Saîd b. Mansûr, Buhârî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: (.....) âyeti nâzil olduğu zaman, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Safâ tepesine çıkarak: "Baskın var" diye çağırdı. Halk: "Bu çağıran da kimdir?" deyince: "Muhammed'dir (sallallahü aleyhi ve sellem) dediler. Bunun üzerine herkes oraya toplanmaya başladı. Gidemeyen kişiler de durumdan haberdar olmak için yerine elçisini gönderiyordu. Ebû Leheb ve Kureyş halkı gelince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer size şu vadide atlılar olduğunu söylesem ve size saldırmak istediklerini haber versem beni tasdik eder miydiniz?" buyurdu. Onlar: "Evet, tasdik ederiz. Çünkü biz senden doğruluktan başka bir şey görmedik" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ben sizin için bir uyarıcıyım. Önümde (gelmekte olan) şiddetli bir azap vardır" buyurdu. Ebû Leheb: "Allah seni bu gün kahretsin. Bizi bunun için mi topladın!" dedi. Bunun üzerine: "Ebû Leheb'in elleri kurusun. Zaten kurudu" aytei indi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Öncelikle en yakın akrabalarını uyar" âyetini açıklarken şöyle dedi: Bize bildirildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Safâ tepesinden bağırarak aşiretinden en küçük toplulukları bile Allah'a davet etti. Bunun üzerine müşrikler: "Bu adam geceden beri aşiretini çağırmaktadır" dedi. Hasan şöyle dedi: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat etmeden önce ailesini topladı ve şöyle buyurdu: "Benim amelim bana sizin ameliniz sizedir. Allah'ın azabı karşısında sizin için yapabileceğim bir şey yoktur. Sizden müttaki kişiler benim dostumdur. Kıyamet gününde insanlar ahiret amelleriyle gelmişken sizin dünyalık amellerle geldiğinizi görmeyeyim. Ey Abdulmuttalib'in kızı Safiyye! Ey Muhammed'in kızı Fâtıma! (İyi) amel ediniz. Allah'ın azabı karşısında sizin için fayda sağlayacağım bir şey yoktur." Abd b. Humeyd'in İkrime'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ey Hâşim oğulları! Ey Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) halası Safiyye! Şüphesiz ki, Allah'ın azabı karşısında sizin için yapabileceğim bir şey yoktur. Kıyamet gününde insanlar ahiret amelleriyle gelirken siz dünyalık amellerle gelmekten sakının. Sizler sağdan soldan Havd'ıma gelirken sizden biri: «Yâ Resûlallah! Ben filan oğlu filanım der. Ben onun soyunu bilirim ama kendisini tanımam. Kıyamet gününde sizden biriniz haksız yere elde etmiş olduğu bir at ile veya bir deve ile veya meleyen bir koyun ile veya bir deri ile gelmekten sakınsın. Öylesi bir durumda bana ulaşmaktan men edilirsiniz.» Orada bana: «Bunlar senden sonra ne yaptılar bilemezsin» denilir. Ben kendi nefsimi hoş tutarım. Benden sonra yolunuzdan geri dönmekten sakının." İkrime: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözleri onlara, kendisine: "Öncelikle en yakın akrabalarını uyar" âyeti indiği zaman söyledi" dedi. Taberânî ve İbn Merdûye, Ebû Umâme'den bildirir: "Öncelikle en yakın akrabalarını uyar" âyeti indiği zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hâşim oğullarını toplayıp kapıda oturttu. Sonra hanımlarını ve ailesini toplayıp evde oturtarak Hâşim oğullarına bakıp: "Ey Hâşim oğulları! Nefislerinizi ateşten satın alın ve kendinizi azat ettirmek için uğraşın. Nefislerinizi Allah'dan azat ettirin. Şüphesiz ki, Allah'ın azabı karşısında sizin için yapabileceğim bir şey yoktur" buyurdu. Sonra ailesine doğru dönerek: "Ey Ebû Bekr'in kızı Âişe! Ey Ömer'in kızı Hafsa! Ey Ümmü Seleme! Ey Muhammed'in kızı Fâtıma! Ey Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) halası Ümmü'z-Zübeyr! Nefsinizi (Cehennem azabına karşı) Allah'dan satın alın. Kendinizi azat ettirmek için uğraşın. Allah'ın azabı karşısında sizin için yapabileceğim bir şey yoktur" buyurdu. Hazret-i Âişe ağlayarak: "Bize Allah'dan bir fayda sağlamayacağın günde olacak mı?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Evet üç yerde kimseye fayda sağlamayacağım. Allah: «Kıyamet günü doğru teraziler kurarız; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar olsa bile yapılanı ortaya koyarız. Hesap gören olarak biz yeteriz. And olsun ki, Musa ve Harun'a eğriyi doğrudan ayıran Kitap'ı sakınanlar için ışık ve öğüt olarak verdik» buyurmaktadır. İşte o zaman Allah'ın azabı karşısında sizin için fayda sağlayabileceğim bir şey yoktur. Nur anında durum aynıdır. Allah dilediğinin nurunu tamamlar, dilediğini de karanlıklara atar. İşte o zaman da Allah'ın azabı karşısında sizin için yapabileceğim ve fayda sağlayabileceğim bir şey yoktur. Sıratta da durum aynıdır. Allah dilediğine selamet verir, dilediğini geçirir ve dilediğini de tepetaklak cehenneme atar." Hazret-i Âişe: "Mizân'ın iki kefe olduğunu bildik (öğrendik). Ameller bir kefeye konulur ve biri ağır gelirken biri hafif gelir. Nurun ve karanlıkların ne olduğunu da bildik. Peki, sırat nedir?" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Sırat, Cennet ile Cehennem arasında insanların üzerinden gideceği ustura gibi keskin bir yoldur. Melekler sıratın sağında ve solunda dizilerek onları deve dikeni gibi kancalarla alıp: «Allahım kurtar, Allahım kurtar!» diye dua ederler. Ancak: «Kalbleri de bomboş halde koşarlar.» Bunun üzerine Allah dilediğini kurtarır ve dilediğini tepetaklak cehenneme atar. " İbn İshâk, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, Ebû Nuaym ve Beyhakî Delâil'de değişik kanallarla Hazret-i Ali'den bildirir: "Öncelikle en yakın akrabalarını uyar" âyeti indiği zaman Resûlullah beni çağırdı ve şöyle buyurdu: "Ey Ali, Yüce Allah önce yakın akrabalarımı uyarmamı emretti. Bu konuda çok sıkıldım. Bu konuyu onlara açtığım zaman, onlardan hoşlanmayacağım şeyler göreceğimi bildiğim için Cibrîl gelene kadar sustum. Sonra Cibrîl gelip: «Ey Muhammed! Eğer emrolunduğun şeyi yapmayacak olursan Rabbin seni azaplandırır» dedi. Sen bizim için bir ölçek yemek yap ve üzerine pişmiş bir koyun budu koy. Sofraya süt dolu büyük bardaklar da koy. Sonra emrolunduğum şeyi anlatıp bildirmem için Abdulmuttalib oğullarını yanıma topla." Bunun üzerine Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) emretmiş olduğu gibi yaptım ve onları Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında topladım. O gün bir kişi eksik veya fazla kırk kişi toplanmıştı. Gelenlerin arasında Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) amcaları Ebû Tâlib, Hamza, Abbâs ve Ebû Leheb de bulunmaktaydı. Bunlar yanında toplandığı zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yapmış olduğum yemeği getirmemi istedi. Ben de yemeği getirdim. Yemeği koyduğum zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) büyük bir et parçası alıp dişleriyle eti parçaladı ve tekrar eti sofranın kenarlarına bıraktı. Sonra: "Allah'ın ismiyle yiyin" buyurdu. Oradakiler doyana kadar yediler. Sofrada sadece kavmin parmak izlerini görüyorduk. Vallahi, onlara getirdiğim yemeğin hepsini onlardan bir kişi yiyebilirdi. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Ali! Kavmi sula" buyurdu. Bunun üzerine ben doldurmuş olduğum bardakları getirdim. Hepside kana kana içti. Vallahi, içtiklerini de onlardan bîr kişi içebilirdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlarla bu konuyu konuşmak istediğinde Ebû Leheb daha önce söze başladı ve: "Arkadaşınız sizi büyüledi" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) daha konuşmadan topluluk dağılıp gitmişti. Ertesi gün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Ali! Bu adam beni yendi. İşittiğin gibi benden önce konuştu ve ben konuşmadan topluluk dağılıp gitti. Sen dünkü gibi bize yemekler yapıp içecek hazırla ve onları bir daha yanıma topla" buyurdu. Yine Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) emretmiş olduğu gibi yaptım ve onları Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında topladım. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yemeği getirmemi isteyince yemeği yaklaştırdım. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün önceki gibi yaptı. Doyana kadar yiyip içtiler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) söze başlayarak: "Ey Abdulmuttalib oğulları! Vallahi Arapların içinde kavmine geldiğimden daha güzel bir şeyle gelen bir genç bilmiyorum. Ben size dünya ve ahiret hayırlarıyla geldim. Allah, bana, sizi kendisine davet etmemi emretti. Hanginiz bana bu işte yardımcı olur?" buyurdu. Ben yaşça kavmin en küçüğüydüm ki: "Ben yardımcı olurum" dediğimde topluluk gülerek kalktı. İbn Merdûye, Berâ' b. Âzib'den bildirir: "Öncelikle en yakın akrabalarını uyar" âyeti indiği zaman, Resûlullah, Abdulmuttalib oğullarını topladı. O gün onlar kırk kişiydi. Onlardan on kişi iki yaşındaki bir sığırı yer ve ardından süt içebilirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Ali'ye bir koyun budu pişirmesini emretti. Ali'de öyle yapıp yemeği Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) yaklaştırdı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir parça et alarak ondan yedi ve onu çömleğin etrafında çevirdi. Sonra da: "Allah'ın ismiyle yaklaşın" buyurdu. Topluluk onar onar yemeğe başladı. Hepsi yemeğini yedi ve geri çekildi. Sonra bir bardak süt istedi. Ondan bir yudum içti ve bardağı onlara vererek: "Allah'ın ismiyle için" buyurdu. Hepsi de kanana kadar içti. Aralarından bir kişi laflarını keserek: "Vay be! Arkadaşınız sizi büyüledi" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) susmuş ve o gün konuşmamıştı. Bir gün sonra aynı şekilde onları yemeğe ve süt içmeye davet etti. Sonra söze başlayarak: "Ey Abdulmuttalib oğulları! Ben sizin için Allah tarafından bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim. Ben size hiç kimsenin gelmediği bir şeyle geldim. Ben size dünya ve ahiret ile geldim. Müslüman olun ki selamete, itaat edin ki, hidayete eresiniz" buyurdu. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Öncelikle en yakın akrabalarını uyar" âyetini açıklarken: "Allah, Muhammed'e kavmini uyarmasını emretmiş ve buna ailesinden ve yakın akrabalarından başlamasını bildirmişti. Bu konuda Yüce Allah: "Kur'ân hak olduğu halde kavmin onu yalanladı. De ki: Ben size vekil (kefil) değilim" buyurmuştur. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Amr b. Murre bu âyeti: (.....) şeklinde okurdu. İbn Merdûye, İbn Asâkir ve Deylemî, Abdu'l-Vâhid ed-Dimaşkî'den bildirir: Ebu'd-Derdâ'nın ailesi yan tarafta oturup muhabbet ederlerken onun insanlarla konuşup onlara fetva verdiğini gördüm. Ona: "Ey Ebu'd-Derdâ! Ne oluyor ki, insanlar sendeki ilme rağbet ederlerken ailen oturmuş bir şeylerle oyalanıyor?" denildiğinde şöyle dedi: "Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: "İnsanların en zahidi peygamberlerdir. Onlara karşı en sert olan kişiler ise akrabalarıdır. Bu sebeple Yüce Allah: «Öncelikle en yakın akrabalarını uyar» buyurmuştur. Âlimlerden en fazla yüz çevirenler, onlardan ayrılana kadar ailesidir. Çünkü o, ailesine ve komşularına karşı şefaatçi olacaktır. Öldüğü zaman da ailesiyle meşgul olan Rabîa ve Mudar'dan daha fazla olan azgın şeytanlar artık onları terk edecektir. Onlardan çokça Allah'a sığının." İbn Asâkir, Muhammed b. Cuhade'den bildirir: Ka'b, Ebû Müslim el- Havlânî ile karşılaşınca kendisine: "Kavminin yanında değerin nedir?" diye sordu. Bunun üzerine o: "Ben onların yanında değerliyim" cevabını verince: "Ben Tevrat'ta bunu, senin dediğinin dışında bir şekilde buluyorum" dedi. Ebû Müslim el-Havlânî: "Nasıl?" diye sorunca, Ka'b şöyle dedi: "Ben Tevrat'ta şöyle bir şey buldum: "Bir kavmin içinde bir bilge kişi olursa onu ilk umursamayan kavmi olur. Sonra yakını ve sonra daha yakını umursamaz. Onun nesebinde bir şey olursa onu bununla ayıplarlar. Eğer bir hata işleyecek olursa da yine onu bu hatasıyla ayıplarlar." Beyhakî Medhal'de Ka'b'dan bildirir: O, Ebû Müslim'e: "Kavmini sana karşı nasıl buluyorsun?" diye sorunca, Ebû Müslim: "Onları bana karşı saygılı ve itaatkâr buluyorum" cevabını verdi. Bunun üzerine Ka'b: "Tevrat bana doğru söylemedi o zaman. Hiç bir kavim yoktur ki, bilgesine buğzedip hased etmesin" dedi. 215Bkz. Ayet:216 216"Sana uyan müminleri kanatların altına al. Eğer sana karşı gelirlerse, «Şüphesiz ben sizin yaptığınız şeylerden uzağım» de" İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'ten bildirir: "Öncelikle en yakın akrabalarını uyar" âyeti indiği zaman, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) uyarmaya ailesinden ve akrabalarından başlamıştı. Bu da Müslümanların ağırına gitmişti. Bunun üzerine Yüce Allah: "Sana uyan müminleri kanatların altına al" âyetini indirdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Sana uyan müminleri kanatların altına al" âyetini açıklarken: "Onlara karşı zelil ol, mânâsındadır" dedi. "Eğer sana karşı gelirlerse, «Şüphesiz ben sizin yaptığınız şeylerden uzağım» de" âyeti hakkında ise: "Allah bu şekilde emrettikten sonra bunu neshetti ve onlara karşı cihadı emretti" dedi. 217Ve o Azîz Rahîm’e tevekkül et (her şeye üstün, mü'minlere çok merhametli olan Allah’a güven). 218Bkz. Ayet:219 219"O ki, kalktığın zaman seni görüyor. Secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor)" İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "O ki, kalktığın zaman seni görüyor" âyetini açıklarken: "Burada namaz kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: "O ki, kalktığın zaman seni görüyor" âyetini açıklarken: "Yatağından veya meclisinden kalktığını görüyor, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "O ki, kalktığın zaman seni görüyor" âyetini açıklarken: "Nerede olursan ol, Allah seni görüyor, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "O ki, kalktığın zaman seni görüyor" âyetini açıklarken: "Burada namaz kastedilmektedir" dedi. "Secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor)" âyeti hakkında ise: "Senden önceki peygamberlerin hallerini gördüğü gibi seni de görürüyor, mânâsındadır" dedi. Firyabî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "O ki, kalktığın zaman seni görüyor. Secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor)" âyetlerini açıklarken: "Allah, kişinin, kıyamını, rükûsunu, sücûdunu ve oturmasını görüyor" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "O ki, kalktığın zaman seni görüyor. Secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor)" âyetlerini açıklarken: "Allah seni oturduğun zaman kalktığın zaman her halinde görür. Seni namazda görür, tek olduğun zaman görür ve toplumla olduğun zaman da görür" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: Secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor)" âyetini açıklarken: "Namaz kılanlar arasında görüyor, mânâsındadır" dedi. Firyabî, Mücâhid'den aynısını bildirir. İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "O ki, kalktığın zaman seni görüyor. Secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor)" âyetlerini açıklarken: "Allah, kıyamını, rukûnu ve secdeni görüyor, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor)" âyetini açıklarken: "Allah, senin secde edenlerle beraber oturup kalktığını görüyor, mânâsındadır" dedi. Süfyân b. Uyeyna, Firyabî, Humeydî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre Mücâhid: "Secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor)" âyetini açıklarken: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazda iken önünü gördüğü gibi arkasını da görürdü" dedi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor)" âyetini açıklarken: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) namaza kalktığı zaman arka tarafını da önünü gördüğü gibi görürdü" dedi. Mâlik, Saîd b. Mansûr, Buhârî, Müslim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Siz benim kıblemin şurası olduğunu görüyor musunuz? Vallahi sizin huşunuz ve secdenizi görmekteyim. Ben sizi arkamda olduğunuz zaman da görmekteyim" buyurmuştur. İbn Ebî Ömer el-Adenî Müsned'de, Bezzâr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym'ın Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor)" âyetini açıklarken: "Peygamber olarak gönderilene kadar peygamberlerin sulbünde dolaşıp durdun, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor)" âyetini açıklarken: "Burada Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem), annesi kendisini doğurana kadar, peygamberler sulbünde dönüp dolaşması kastedilmektedir" dedi. İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Annem babam sana feda olsun! Âdem (aleyhisselam) Cennette iken sen neredeydin?" diye sorduğumda, azı dişleri görünecek kadar tebessüm etti ve şöyle buyurdu: "Ben Âdem'in sulbünde idim. O yeryüzüne indiği zaman yine sülbündeydim. Atam Nuh'un sulbündeyken gemiye bindim. Atam İbrâhîm'in sulbündeyken ateşe atıldım. Annem ve babam kesinlikle gayri meşru bir ilişki kurmamıştır. Allah, beni hep asil sulblerden, temiz ve iffetli rahimlere intikal ettirmiştir. İnsanlar, iki grup olarak ele alınacak olursa ben, mutlaka o grupların en hayırlısındanım. Allah, benden peygamberlik sözü aldı ve İslamiyete hidayet etti. Allah, Tevrat'ta ve İncil'de benden söz etti. Benim sıfatlarımı yeryüzünün doğusunda ve batısında beyan etti ve bana kitabını öğretti. Semalarına beni yükseltti ve kendi isimlerinden birini bana verdi. O arşın sahibi Mahmud'dur. Ben de Muhammed'im. Bana Havz'ı ve Kevser'i verdi. İlk şefaat eden ve şefaati ilk önce kabul edilecek kişi benim. Sonra beni ümmetimin en hayırlı çağında peygamber olarak gönderdi. Benim ümmetim çok hamd eden, iyiliği emredip kötülükten yasaklayanlardır." 220Çünkü her şeyi künhü ile işitip bilen O’dur. 221Bkz. Ayet:223 222Bkz. Ayet:223 223"Şeytanların kime ineceğini sîze haber vereyim mi? Onlar, her günahkâr yalancıya inerler. Bunlar da şeytanlara kulak verirler. Onların çoğu ise yalancıdır." İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd, Saîd b. Vehb'den bildirir: Ben, Abdullah b. ez-Zübeyr'in yanındaydım. Ona: "Muhtâr(-ı Sekafî) kendisine vahiy geldiğini iddia etmektedir" denildiğinde: "Doğru söylemiş" dedi ve: "Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi? Onlar, her günahkâr yalancıya inerler" âyetlerini okudu. Firyabî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Onlar, her günahkâr yalancıya inerler. Bunlar da şeytanlara kulak verirler..." âyetlerini açıklarken: "Burada yalancı kişiler kastedilmektedir. Şeytan işittiği şeyleri insanlardan yalancı kişilere ulaştırır" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Onlar, her günahkâr yalancıya inerler. Bunlar da şeytanlara kulak verirler. Onların çoğu ise yalancıdır" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: "Effâk ifadesi yalancı mânâsındadır. Bunlar ise kâhinlerdir. Cinler gizli olarak dinlerler ve işittikleri şeyleri insanlardan dostlarına ulaştırırlar. Şeytanlar gökyüzüne çıkıp melekleri dinlerler ve tekrar inerek dinledikleri şeyleri kâhinlere bildirirlerdi. Kâhinler de şeytanların kendilerine getirmiş olduğu şeylerden bahseder. Şeytanların gökten işittikleri şeyler doğrudur. Ancak yalan karıştırdıkları şeyler yalandır." Buhârî, Müslim ve İbn Merdûye, Hazret-i Âişe'den bildirir: Bazı kişiler Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) kâhinler hakkında sorunca: "Onlar bir şey değildir" buyurdu. Bu kişiler: "Yâ Resûlallah! Bazen onların bize dediği şeyler doğru çıkıyor" deyince: "O kelimeler, cinlerin meleklerden dinlediği şeylerdir. Cinler bu kelimeleri dostlarının kulağına getirirler. Onlar da ona yüzden fazla yalan katarlar" buyurdu. Buhârî ve İbnu'l-Münzir'in Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Melekler bulutlarda yeryüzü hallerinden konuşunca, şeytanlar bazı kelimeler işitirler. Bunun üzerine bu kelimelere yüz yalan katarak onları şişenin kaynarken çıkardığı ses gibi kâhinin kulağına fısıldarlar" buyurmuştur. 224Bkz. Ayet:227 225Bkz. Ayet:227 226Bkz. Ayet:227 227"Şairlere ise haddi aşan azgınlar uyarlar. Görmüyor musun, bunlar her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar. Gerçekten onlar, yapmayacakları şeyleri söylüyorlar. Ancak iman edip salih amel işleyen, Allah'ı çok anan ve haksızlığa uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar başka. Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir" İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında biri Ensâr'dan, diğeri de başka bir kavimden olmak üzere iki kişi hicivleşmişti (şiirle karşılıklı atışmıştı). Her kişinin yanında kendi kavminden sefih azgınlar vardı. Bunun üzerine Yüce Allah: "Şairlere ise haddi aşan azgınlar uyarlar. Görmüyor musun, bunlar her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar. Gerçekten onlar, yapmayacakları şeyleri söylüyorlar. Ancak iman edip salih amel işleyen, Allah'ı çok anan ve haksızlığa uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar başka. Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir" âyetlerini indirdi. İbn Cerîr, Dahhâk'tan aynısını bildirir. İbn Ebî Hâtim, İkrime'den bildirir: Cahiliye zamanında iki şair hicivleşmişti. Her birinin yanında bir insan topluluğu vardı. Bunun üzerine Yüce Allah: "Şairlere ise haddi aşan azgınlar uyarlar" âyetini indirdi. İbn Sa'd, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir, Urve'den bildirir: "Şairlere ise haddi aşan azgınlar uyarlar. Görmüyor musun, bunlar her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar. Gerçekten onlar, yapmayacakları şeyleri söylüyorlar" âyetleri indiği zaman Abdullah b. Revâha: "Yâ Resûlallah! Allah, benim onlardan biri olduğumu bilmektedir" deyince: "Ancak iman edip salih amel işleyen, Allah'ı çok anan ve haksızlığa uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar başka. Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir" âyeti indi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Nâsih'te Ebû Dâyud, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Ebu'l-Hasan Sâlim el-Berrâd'dan bildirir: "Şairlere ise haddi aşan azgınlar uyarlar" âyeti indiği zaman, Abdullah b. Revâha, Ka'b b. Mâlik ve Hassân b. Sabit ağlayarak gelip: "Yâ Resûlallah! Allah bu âyeti indirdi. Ancak bizim şairler olduğumuzu bilmektedir. Biz helak mı olduk?" dediler. Bunun üzerine Allah: "Ancak iman edip salih amel işleyen, Allah'ı çok anan ve haksızlığa uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar başka. Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir" âyetini indirince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları çağırtıp bu âyeti onlara okudu. Abd b. Humeyd ve Hâkim'in Benî Nevfel'in azatlısı Ebu'l-Hasan'dan bildirdiğine göre Abdullah b. Revâha ve Hassân b. Sâbit, şairler hakkındaki bu âyet indiği zaman ağlayarak Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelmişlerdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şairlere ise haddi aşan azgınlar uyarlar.." diye okumaktaydı. Fakat: "Ancak iman edip salih amel işleyen" âyetini okuduğunda: "Burada siz kastedilmektesiniz" buyurdu. "...Allah'ı çok anan..." âyetini okuduğunda: "Burada siz kastedilmektesiniz" buyurdu. "... Haksızlığa uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar başka..." âyetini okuduğunda: "Burada siz kastedilmektesiniz" buyurdu. "...Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir" âyetini okuduğunda da: "Burada kafirler kastedilmektedir" buyurdu. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Haddi aşan azgınlar uyarlar" âyetini açıklarken: "Burada sapıklığa götüren cinlere ve insanlara uyan kafirler kastedilmektedir" dedi. "...Bunlar her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar. Gerçekten onlar, yapmayacakları şeyleri söylüyorlar" âyetleri hakkında ise: "Onlar her konuşmaya dalarlar. Onların söylediği şeylerin çoğu yalandır" dedi. Sonra Allah, onlardan bir kısmını istisna ederek: "Ancak iman edip salih amel işleyen, Allah'ı çok anan ve haksızlığa uğratıldıktan sonra Öçlerini alanlar başka..." buyurmuştur. Burada da Allah'ı çokça zikretmek ve öç almakla mümine karşı hiciv yapan kafire cevap vermek kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Şairlere ise haddi aşan azgınlar uyarlar. Görmüyor musun, bunlar her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar. Gerçekten onlar, yapmayacakları şeyleri söylüyorlar" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: "Burada Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için hiciv yapan müşrikler ve onlara uyan cinler kastedilmektedir. Onlar sözlerin her türlüsünü alırlardı. Sonra Allah, onlardan bir kısmını istisna ederek: "Ancak iman edip salih amel işleyen, Allah'ı çok anan ve haksızlığa uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar başka..." buyurmuştur. Burada Hassân b. Sâbit, Abdullah b. Revâha ve Ka'b b. Mâlik kastedilmektedir. Onlar şiirleriyle, müşriklerin Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) ettikleri hicivleri savarlardı. Firyabî ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Haddi aşan azgınlar uyarlar" âyetini açıklarken: "Burada şiiri sahibinden nakleden kişiler kastedilmektedir" dedi. Edeb'de Buhârî ve Nâsih'te Ebû Dâvud İbn Abbâs'tan bildirir: Allah: "Şairlere ise haddi aşan azgınlar uyarlar" âyetinden bir kesimi neshederek: "Ancak iman edip salih amel işleyen, Allah'ı çok anan ve haksızlığa uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar başka..." buyurmuştur. İbn Merdûye ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ancak iman edip salih amel işleyen, Allah'ı çok anan ve haksızlığa uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar başka..." âyetini açıklarken: "Burada Ebû Bekr, Ömer, Ali ve Abdullah b. Revâha kastedilmektedir" dedi. Târih'te Buhârî Ebû Ya'lâ ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ka'b b. Mâlik, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şüphesiz ki Allah, şairler hakkında âyetini indirdi. Bizim durumumuzu nasıl görüyorsun?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mümin kişi kılıcı ve dili ile cihat eder. Canım elinde olana yemin olsun ki, şiir okumakla sanki onlara ok atıyor gibiydiniz" buyurdu. İbn Ebî Şeybe ve Ahmed, Ebû Saîd'den bildirir: Biz Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber yürürken karşımıza şiir okumakta olan bir şair çıktı. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sizden birinizin içinin irin ile dolması şiir ile dolmasından daha hayırlıdır" buyurdu. Deylemî İbn Mes'ûd'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir: "İslam üzere ölen şairlere kıyamet gününde Allah şiir okumalarını emredecektir. O şiirlerle huriler eşlerine şarkılar söyleyecektir. Şirk üzere ölen şairler ise cehennemde, helak olup yok olmak için dua edecektir. " İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bazı şiirlerde hikmet vardır" buyurmuştur. Karaza b. Ka'b, Abdullah b. Revâha ve Hassân b. Sabit, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelerek: "Biz şiirler okurkenmi bu âyet nâzil oldu?" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara: "Ayeti okuyun" buyurdu. Onlar: "Şairlere ise haddi aşan azgınlar uyarlar. Görmüyor musun, bunlar her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar. Gerçekten onlar, yapmayacakları şeyleri söylüyorlar" kısmına kadar okudular. "Ancak iman edip salih amel işleyen..." âyetini okuduklarında, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Burada siz kastedilmektesiniz" buyurdu. "...Allah'ı çok anan..." âyetini okuduklarında: "Burada siz kastedilmektesiniz" buyurdu. "...Haksızlığa uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar başka..." âyetini okuduklarında: "Burada da siz kastedilmektesiniz" buyurdu. Firyabî, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "Şairlere ise haddi aşan azgınlar uyarlar" âyetini açıklarken: "İki şair şiirle atıştığı zaman her ikisinin de taraftar olarak grubu olurdu" dedi. Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime: "Şairlere ise haddi aşan azgınlar uyarlar" âyetini açıklarken: "Burada âsi cinler kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Şairlere ise haddi aşan azgınlar uyarlar" âyetini açıklarken: "Burada şeytanlar kastedilmektedir" dedi. "Görmüyor musun, bunlar her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar" âyeti hakkında ise: "Şair bir kavmi batılla överken, bir kavmi de batılla (haksızlıkla) kötüler" dedi. Firyabî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir -ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Şairlere ise haddi aşan azgınlar uyarlar. Görmüyor musun, bunlar her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar" âyetlerini açıklarken: "Burada azgınlardan kasıt şeytanlardır. Şairler ise şiirin her türlüsünü öğrenirler" dedi. "Ancak iman edip salih amel işleyen, Allah'ı çok anan ve haksızlığa uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar başka. Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir" âyetini açıklarken: "Burada Abdullah b. Revâha ve arkadaşları kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Ancak iman edip salih amel işleyen..." âyetini açıklarken: "Allah, bu âyette şairlerden ve başkalarından bir kısmı istisna etmiştir" dedi. (.....) âyeti hakkında ise: "Bu âyet bazı kıraatlarda: (.....) şeklindedir. Ayrıca bu âyet Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) yapılan hicivleri bertaraf eden Ensâr'dan bir grup hakkında nâzil olmuştur. Bunlardan bazıları, Ka'b b. Mâlik, Abdullah b. Revâha ve Hassan b. Sâbit'tir. Şairlerden veya başkalarından "...Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Ancak iman edip salih amel işleyen, Allah'ı çok anan ve haksızlığa uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar başka. Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir" âyetini açıklarken: "Bu âyet Abdullah b. Revâha ve Ensâr şairleri hakkında inmiştir" dedi. İbn Sa'd ve İbn Ebî Şeybe'nin Berâ' b. Âzib'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hassân b. Sâbit'e: "Müşriklere karşı hiciv yap. Şüphesiz ki, Cibrîl seninle beraberdir" buyurmuştur. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre: "Yâ Resûlallah! Ebû Süfyân b. el-Hâris İbn Abdulmuttalib sana hiciv etmektedir" denildi. Bunun üzerine İbn Revâha kalkıp: "Ona cevap vermem için bana izin ver" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sen: «Allah sabit kılsın» diyen kişi misin?" diye sorunca, İbn Revâha: "Evet yâ Resûlullah! Ben: "Allah sana vermiş olduğu güzelliği sürekli olarak sabit kılsın Mûsa'ya sabit kılıp ona ettiği yardımın aynısını sanada yapsın" dedim" karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah sana da aynısını yapsın" buyurdu. Sonra Ka'b kalkarak: "Yâ Resûlallah! Ona cevap vermem için bana izin ver" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sen: «Gayret etti» diyen kişi misin?" diye sorunca: "Evet yâ Resûlallah!" Ben: "Kureyşliler Rabbine üstün gelmek için gayret etti Üstün gelmeye çalışan, her zaman üstün olana (Allah 'a) mağluh olacaktır" dedim" karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah bunu sana unutmayacaktır" buyurdu. Sonra Hassân kalkarak: "Yâ Resûlallah! Ona cevap vermem için bana izin ver" dedi ve siyah dilini çıkararak: "Dilersen bununla su tulumunu bile parçalarım, bana izin ver" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ebû Bekr'in yanına git. O sana kavmin durumunu ve neseblerini anlatsın. Sonra hicvet, Cibrîl seninle beraberdir" buyurdu. İbn Sa'd'ın İbn Bureyde'den bildirdiğine göre Cibrîl, Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) metheden yetmiş mısra şiirde Hassan b. Sâbit'e yardımcı olmuştur. İbn Sa'd ve Ahmed'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hassan Mescid'de şiir okurken Hazret-i Ömer geldi ve ona gözünün ucuyla baktı. Bunun üzerine Hassan ona bakarak: "Ben burada senden daha hayırlı kişi bulunurken şiir okudum" dedi. Bunun üzerine Ömer sustu. Ravi der ki: Hassan, Ebû Hureyre'ye dönerek: "Allah için söyle. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Benim yerime cevap ver. Allahım! Onu Rûhu'l-Kudüs ile teyid et" buyurduğunu işitmedin mi?" deyince, Ebû Hureyre: "Evet, işittim" karşılığını verdi. İbn Sa'd'ın Muhammed b. Sîrîn'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gece seferde iken: "Hassan b. Sabit nerededir?" diye sordu. O: "Buyur, emrindeyim" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Develeri sürmek için şarkı söyle" buyurdu. Bunun üzerine Hassan b. Sâbit şarkı söylemeye başladı. Resûlullah ta (sallallahü aleyhi ve sellem) onu dinliyordu. Hassan b. Sâbit şarkı söylemeyi bitirince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu, müşrikler için oktan daha şiddetlidir" buyurdu. İbn Asâkir'in Hasan b. Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Abdullah b. Revâha'ya: "Şiir nedir? (sence)" diye sorunca: "Kişinin göğsünde hareket eden şeyi diline çıkarması şiirdir" karşılığını verdi. İbn Sa'd'ın Müdrik b. Umâre'den bildirdiğine göre Abdullah b. Revâha der ki: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), bana: "Şiir okumak istediğinde nasıl okuyor sun?" diye sordu. Sanki buna şaşırmıştı. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bir şeye bakar ve öyle okurum" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Haydi o zaman, müşriklere karşı hicvet" buyurdu. İbn Sa'd'ın Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim Müslümanların şerefini korur?" buyurunca, Abdullah b. Revâha: "Ben korurum" cevabını verdi. Ka'b b. Mâlik te: "Ben korurum" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sen şiir okuyabilirsin" buyurdu. Hassan b. Sâbit: "Ben korurum" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onlara karşı hicvet, Rûhu'l-Kudüs sana yardımcı olacaktır" buyurdu. İbn Sa'd'ın Muhammed b. Sîrîn'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kavim eğer silahlarıyla ve bedenleriyle yardım edecekse dilleriyle yardım etmeleri daha önceliklidir" buyurmuştur. Bir kişi kalkıp: "Yâ Resûlallah! Ben bu işi yaparım" deyince: "Sen bunu yapamazsın" buyurdu. Adam oturup bir başkası kalktı ve: "Ben bu işi yaparım" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona da eliyle otur diye işaret etti. Sonra Hassân kalkarak: "Yâ Resûlallah! San'â' ve Busra arasında bulunan hiçbir şairi beğenmiyorum. Vallahi, ben bir kavme hiciv ettiğim zaman bu hiciv kesinlikle onlara bildikleri şeyin en ağırı olmuştur. Bana onların geçmişini ve evlerini bilen birini ver ki ona göre onlara hicvedeyim" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr'e, ona durumlarını anlatmasını söyledi. İbn Sa'd, Muhammed b. Sîrîn'den bildirir: Kureyş müşriklerinden üç kişi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabına hiciv etmişti. Bunlar, Ebû Süfyân b. el-Hâris, Amr b. el-Âs ve İbnu'z-Ziba'râ'dır. Bir kişi Hazret-i Ali'ye: "Bize hiciv eden şu kavme karşı sen yerimize hiciv et" dedi. Ali: "Eğer Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) izin verirse yaparım" cevabını verdi. Bu kişi: "Yâ Resûlallah! İzin ver de bize hiciv eden kavme karşı Ali hiciv etsin" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "O, bunu yapamaz" buyurdu. Sonra da Ensâr'a: "Resûlullah'a silahlarıyla ve bedenleriyle yardımcı olan kavmi hiciv ederek yardım etmekten alıkoyan nedir?" buyurdu. Hassân b. Sâbit kalkarak: "Ben bu işi yaparım" deyip dilinin ucunu tuttu ve: "Vallahi, San'â' ve Busra arasında bulunan hiçbir şairi beğenmiyorum" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ben onlardan iken nasıl hicvedeceksin?" buyurunca, Hassân: "Hamurdan kıl çeker gibi sizi onların içinden çekip çıkaracağım" cevabını verdi. O zaman müşriklere Ensâr'dan üç kişi hicivle cevap veriyordu. Bunlar, Hassân b. Sâbit, Ka'b b. Mâlik ve Abdullah b. Revâha'dır. Hassân ve Ka'b, Müşriklerin dediklerine benzer şeylerle, geçmiş olaylardan ve işledikleri amellerden bahsedip onları ayıplıyorlardı. İbn Revâha ise onları küfürleriyle ayıplayarak neseblerinin küfre dayandığını ve onlarda küfürden daha kötü bir şeyin olmadığını söylüyordu. O zamanlar, onlar için hicvin en ağır olanı Hassan ve Ka'b'ın hicivleriydi. En hafifi de İbn Revâha'nın hicivleriydi. Ancak onlar Müslüman olup İslam'ı anladıklarında, onlar için hicivlerin en ağırı İbn Revâha'nın hicivleri olmuştu. İbn Ebî Şeybe'nin Bureyde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bazı şiirlerde hikmet vardır" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bazı şiirlerde hikmet vardır"buyururdu." İbn Ebî Şeybe'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):"Bazı şiirlerde hikmet; belagatta ise sihir vardır" buyurmuştur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Fadâla b. Ubeyd: "...Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir" âyetini açıklarken: "Burada Kâbe'yi tahrib edenler kastedilmektedir" dedi. Ahmed'in Umâme b. Sehl b. Huneyf'ten bildirdiğine göre Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bir kişi: "Habeşliler size karışmadıkça siz de onlara karışmayın. Çünkü Kabe'nin hazinesini Habeşlilerden incecik baldırlı birisinden başkası çıkarmayacaktır" dedi. İbn Ebî Şeybe ve Hâkim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Rükün ve Makam'ın yanında bir kişiye biat edilecek ve Kâbe'yi ancak oranın ahalisi istila edebilecektir. Kâbe'yi ehli istila edince de artık Arapların helak olmasını sorma. Sonra Habeşi'ler gelecek ve bir daha yapılmamak üzere onu tahrib edecektir. Aynı zamanda hazineyi çıkaran kişiler de onlar olacaktır."' Hâkim'in Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Habeşliler size karışmadıkça siz de onlara karışmayın. Çünkü Kabe'nin hazinesini Habeşlilerden incecik baldırlı birisinden başkası çıkarmayacaktır" buyurmuştur. Hâkim, Abdullah b. Amr'dan bildirir: "Kâbe'nin son durumu şöyle olacaktır. Habeşiler Kâbe'yi istila edecektir. Müslümanlar onları karşılamak için yola çıkınca Allah doğudan bir rüzgar çıkaracak ve kalbinde hardal tanesi kadar takva olan her kişiyi öldürecektir. Bütün iyileri ölünce geriye değersiz kişiler kalacaktır." . İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim ve Nesâî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kâbe'yi incecik baldırlı bir Habeşli harab edecektir" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: "Sanki kel ve küçük kulaklı, ince baldırlı Habeşli birinin Kâbe'de oturup onu tahrib ettiğini görür gibiyim" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Amr: "Sanki kel kafalı ve incecik baldırlı biri Kâbe'nin üzerinde kazmayla onu tahrib etmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim, Hazret-i Âişe'den bildirir: Babam vasiyetini iki satır olarak şöyle yazmıştı: "Rahmân ve Rahîm olam Allah'ın ismiyle. Bu, Ebû Bekr b. Kuhâfa'nın dünyayı terk edeceği zaman vasiyetidir: "Kafir'in iman edip günahkarın takva sahibi biri olduğu ve yalancının doğru söylediği bir zamanda, Ömer b. el- Hattâb'ı size halife olarak bırakıyorum. Eğer adil olursa zaten ondan emelim ve arzum budur. Eğer zulmeder değiştirirse ben gaybı bilmem. Allah: "...Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir" buyurmaktadır. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Rebâh: Safvân b. Muhriz: "...Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir" âyetini okuduğu zaman ağlardı" dedi. |
﴾ 0 ﴿