NEML SÛRESİ

İbnu'd-Durays, Nehhâs, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Neml Sûresi, Mekke'de inmiştir" dedi.

"İbn Merdûye, İbnu'z- Zübeyr'den aynısını bildirir.

1

Bkz. Ayet:6

2

Bkz. Ayet:6

3

Bkz. Ayet:6

4

Bkz. Ayet:6

5

Bkz. Ayet:6

6

"Ta, Sin, Bunlar Kur'ân'ın, Kitab ı Mübînin âyetleridir. Şüphesiz, âhiret hayatına inanmayanların işlerini biz kendilerine güzel göstermişizdir de o yüzden bocalayıp dururlar. Şüphesiz bu Kur'ân sana, hüküm ve hikmet sahibi, hakkıyla bilen Allah tarafından verilmektedir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Bu, Allah'ın ismidir. Yani İsmi-Â'zam'dır" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini açıklarken: "Bu, Kur'ân'ın isimlerinden bir isimdir" dedi. "Şüphesiz, ahiret hayatına inanmayanların işlerini biz kendilerine güzel göstermişizdir de o yüzden bocalayıp dururlar" âyeti hakkında: "Burada ahiret hayatının var olduğunu kabui etmeyenler, ona iman etmeyenler ve sapıklıklarına devam edenler kastedilmektedir" dedi. "Şüphesiz bu Kur'ân sana, hüküm ve hikmet sahibi, hakkıyla bilen Allah tarafından verilmektedir" âyeti hakkında ise: "Sen Kur'ân'ı, hikmet sahibi ve her şeyi bilen Alah katından alıyorsun, mânâsındadır" dedi.

7

"Musa, ailesine: «Ben bir ateş gördüm; size oradan ya bir haber getireceğim yahut ısınasınız diye tutuşmuş bir odun getireceğim» demişti"

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: "Bana, Yüce Allah'ın: (.....) âyetini açıkla" deyince, İbn Abbâs: "Burada ateş tutuşturulacak yanan bir odun parçası kastedilmektedir" dedi. Nâfi' b. el- Ezrak: "Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Evet bilirler, Tarafe'nin:

"Bana gelen hüznü gece boyu bertaraf etmekle uğraştım

Yanan bir odun parçası gibi hep uykusuz kaldım" dediğini işitmedin mi?" karşılığını verdi.

8

"Ateşe varınca ona; «Ateşin yanında olan ve çevresinde bulunanlar mübarek kılınmıştır. Âlemlerin Rabbi olan Allah, eksikliklerden uzaktır» diye seslenildi."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ateşe varınca ona: «Ateşin yanında olan ve çevresinde bulunanlar mübarek kılınmıştır...» diye seslenildi" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Burada ateşin yanındaki ile Allah kendini kasdetmiştir. Âlemlerin Rabbi olan Allah'ın nuru oradaki ağaca yansımıştı. Ağacın çevresindekilerle de melekler kastedilmektedir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Ona: «Ateşin yanında olan ve çevresinde bulunanlar mübarek kılınmıştır...» diye seslenildi" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Burada ateşten kasıt nurdur. Allah, o nurun içinden Mûsa'ya (aleyhisselam) nida etti. Çevrede bulunanlardan kasıt ise meleklerdir."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, Saîd b. Cübeyr ve İbn Merdûye'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Ona: «Ateşin yanında olan ve çevresinde bulunanlar mübarek kılınmıştır...» diye seslenildi" âyetini açıklarken: "Mübarek kılınan ateştir. Allah, Mûsa'ya (aleyhisselam), o nurun içinden nida etti" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken: "O ateş nurdu. O ateşin içindekiler ve etrafındakiler mübarek kılındı" dedi.

Firyabî, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Ateşin yanında olan ve çevresinde bulunanlar mübarek kılınmıştır..." âyetini açıklarken: "Ateş mübarek kılınmıştır" dedi.

Firyabî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den aynısını bildirir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim Katâde'den bildirir: "Bu âyet Ubey b. Ka'b'ın mushafında: (.....) şeklindedir. Ateşin, Âlemlerin Rabbi olan Allah'ın nuru olduğu iddia edilmektedir. "...Çevresinde bulunanlar.. ." ifadesiylede melekler kastedilmektedir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime Bunun üzerine âyeti: (.....) şeklinde okurdu.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b bu âyeti açıklarken: "Ateş, Rahmân'ın nurudur. "...Çevresinde bulunanlar..." ifadesiylede Musa (aleyhisselam) ve melekler kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Ateşin yanında olan ve çevresinde bulunanlar mübarek kılınmıştır..." âyetini açıklarken: "Ateşte bir melek vardı" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Mübarek kılınmıştır..."âyetini açıklarken: "Takdis edilmiştir (temizlenmiştir) mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd, Müslim, İbn Mâce, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, Ebu'ş-Şeyh el-Azame'de ve Beyhakî'nin, el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Ebû Ubeyde vasıtasıyla Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) aramızda kalkarak şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki; Allah uyumaz, ona uyumak da yakışmaz. O, adaleti indirir ve kaldırır. Gecenin ameli, gündüzden önce, gündüzün ameli de geceden önce onun katına çıkartılıp arzedilir. Onun hicabı nurdur. Eğer hicabı kaldırmış olsaydı, nuru gözünün gördüğü her şeyi yakardı." Ravi der ki: Sonra Ebû Ubeyde: "Ateşe varınca ona: «Ateşin yanında olan ve çevresinde bulunanlar mübarek kılınmıştır. Âlemlerin Rabbi olan Allah, eksikliklerden uzaktır» diye seslenildi" âyetini okudu.

9

Ey Mûsa! Her şeye gâlib ve hikmet sahibi olan Allah benim.

10

Bkz. Ayet:14

11

Bkz. Ayet:14

12

Bkz. Ayet:14

13

Bkz. Ayet:14

14

"Asanı atî Musa (asâyı atıp) onun yılan gibi hareket etttiğini görünce dönüp arkasına bakmadan kaçtı. (Kendisine): «Ey Musa! Korkma; çünkü benim huzurumda peygamberler korkmaz» dedik. Ancak, kim haksızlık eder, sonra, işlediği kötülük yerine iyilik yaparsa, bilsin ki ben (ona karşı da) çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim. Elini koynuna sok da kusursuz bembeyaz çıksın. Dokuz mucize ile Firavun ve kavmine (git). Çünkü onlar artık yoldan çıkmış bir kavim olmuşlardır. Mucizelerimiz onların gözleri önüne serilince: «Bu, apaçık bir büyüdür» dediler. Kendileri de bunların hak olduklarını kesin olarak bildikleri hâlde, sırf zalimliklerinden ve büyüklük taslamalarından ötürü onları inkâr ettiler. Ama bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak!"

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Onun yılan gibi hareket etttiğini görünce..." âyetini açıklarken: "Onun yılan gibi yürüdüğünü görünce mânâsındadır" dedi.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Geriye dönmeden kaçtı, mânâsındadır" dedi. "...Sonra yaptığı kötülüğü iyiliğe çevirirse..." âyeti hakkında ise: "Burada kişinin zulmünden ve kötülüğünden sonra tövbe etmesi kastedilmektedir" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Dönüp arkasına bakmadan kaçtı. (Kendisine): «Ey Musa! Korkma; çünkü benim huzurumda peygamberler korkmaz» dedik..." âyetini açıklarken: "Musa (aleyhisselam) yılanın hareket ettiğini görünce arkasına bakmadan hızlı bir şekilde kaçtı. Bunun üzerine Allah: "Benim yanımda korkulmaz" buyurdu" dedi. "...Ancak kim zulmederse..."âyeti hakkında ise şöyle dedi: "Allah zalimi korumaz. Sonra Allah rahmetiyle âyete devam ederek: "...Sonra yaptığı kötülüğü iyiliğe çevirirse..." buyurdu. "Yani kişi kötülüklerden sonra salih amel işlerse "...Ben onu da bağışlayıcıyım, merhamet edenim" buyurdu.

İbnu'l-Münzir'in Meymûne'den bildirdiğine göre Allah, Mûsa'ya (aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki, zulmetmeyen hiçbir Peygamber benim huzurumda korkmaz. Tövbe edinceye kadar zalim kişi için yanımda eman yoktur."

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem bu âyeti: (.....) şeklinde okumuştur.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Mûsâ'nın (aleyhisselam) üzerinde kolları dirseklerine ulaşmayan yünden bir cübbe vardı. Yüce Allah: "Elini koynuna sok..." buyurunca, Musa (aleyhisselam)elini koynuna soktu.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Miksem: "Mûsa'ya (aleyhisselam): "Elini koynuna sok..." buyrulmasının sebebi elbisesinin kolsuz olmasıdır" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Mûsa'nın (aleyhisselam) üzerinde kısa kollu bir elbise vardı. Eğer elbisenin kollan olsaydı, Allah, Mûsa'ya (aleyhisselam) elini elbisesinin koluna sokmasını emrederdi" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Elini koynuna sok..."âyetini açıklarken: "Burada elini elbisenin cebine sokması kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Elini koynuna sok; Firavun'a ve onun kavmine gönderilen dokuz mucizeden biri olarak, kusursuz bembeyaz olarak çıksın..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Elini cebine koy ki, onu çıkardığında alacalı çıkmasın, mânâsındadır. Çünkü Mûsa'nın (aleyhisselam) beyaz eli ve asası dokuz mucizeden ikisidir." İbn Abbâs ise şöyle derdi: "Dokuz mucize şunlardır: "Mûsa'nın (aleyhisselam) eli, asası, tûfan, çekirge, bit, kurbağa, kan, toprakları ile hayvanlarında verimsizlik ve şehirlerinde meyvelerin kıtlığıdır. "Nitekim âyetlerimiz kendilerine gerçeği gösterecek biçimde gelince..." âyeti hakkında ise şöyle dedi: "Burada âyet ifadesiyle delil kastedilmektedir. Onlar Allah'ın delillerinin hak olduğunu yakînen bildikten sonra onları tekzib ettiler. İnkâr da ancak bir şeyi bildikten sonra olur."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Burada kişinin büyüklenmesi ve kibirlenmesi kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini açıklarken: "Onlar Allah'ın âyetlerine yakînen inandıktan sonra büyüklendiler. Ancak bu âyetteki takdim ve te'hîrdir" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre A'meş bu âyeti: (.....) şeklinde okumuştur. Âsim ise: (.....) şeklinde (ayn) ve (lam) harfini ötre ile okumuştur.

15

"Andolsun! Biz Dâvûd'a ve Süleyman'a ilim verdik. Onlar: «Hamd, bizi mü'min kullarının birçoğundan üstün kılan Allah'a mahsustur» dediler"

İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildirir: Davud'a (aleyhisselam) dört şey verilmişti. Bunlar, dağların hizmetine verilmesi ve dağların kendisiyle beraber Allah'ı zikretmesi, demirin onun için yumuşak kılınması, ona kuşdili öğretilmesi ve cinlerin hizmetine verilmesidir. Dâvud (aleyhisselam) öldüğü zaman Süleyman'a kuşdili öğretilip cinler hizmetine verilince, Davud'un (aleyhisselam) varisi oldu. Ancak dağların hizmetine verilmediği gibi demir de kendisi için yumuşak kılınmamıştı.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ömer b. Abdilazîz şöyle bir yazı yazdı: "Allah kuluna bir nimet verdiğinde kul bu nimetten dolayı hamd ederse, hamd etmesi mutlaka kendisi için verilen nimetten daha üstün olur. Eğer bunun öyle olduğunu Allah'ın Kitâbı'nda görmek istersen, Allah: "Andolsun! Biz Dâvûd'a ve Süleyman'a ilim verdik. Onlar: «Hamd, bizi mü'min kullarının birçoğundan üstün kılan Allah'a mahsustur» dediler" buyurmaktadır. Hangi nimet Davud'a (aleyhisselam) ve Süleyman'a (aleyhisselam) verilen nimetten daha üstündür?"

16

"Süleyman, Dâvûd'a varis oldu ve: «Ey insanlar, bize kuşdili öğretildi ve bize her şey verildi. Şüphesiz bu, apaçık bir lütuftur» dedi."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Süleyman, Dâvûd'a varis oldu..." âyetini açıklarken: "Dâvud (aleyhisselam), Süleyman'a (aleyhisselam) peygamberliği, krallığı ve ilmini miras olarak bıraktı" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre el-Evzaî: "...Ey insanlar..." ifadesini açıklarken: "Bize göre "Nâs" ifadesi ile ilim adamları kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. Mes'ûd'dan bildirir: Ben, Ömer b. el-Hattâb'ın yanında iken Ka'b(u'l-ahbâr) içeri girerek şöyle dedi: "Ey Müminlerin emiri! Bilmiş ol ki, peygamberlerin kitabında okuduğum en garip şeyi sana haber vereceğim. Baykuş, Süleyman'ın (aleyhisselam) yanına gelip: "Allah'ın selamı üzerine olsun ey Allah'ın Peygamberi!" dedi. Süleyman (aleyhisselam): "Senin de üzerine olsun ey baykuş!" karşılığını vererek: "Bana söyle, niçin ekinlerden yemezsin?" diye sordu. Baykuş: "Ey Allah'ın Peygamberi! Âdem (aleyhisselam) bundan dolayı Rabbine asi olmuştur. Bu sebeple ondan yemiyorum" dedi. Süleyman (aleyhisselam): "Niçin su içmiyorsun?" diye sorunca: "Ey Allah'ın Peygamberi! Nuh'un (aleyhisselam) kavmi suda gark olmuştur. Ondan su içmeyi bıraktım" dedi. Süleyman (aleyhisselam): "Niye yapılı yerleri terk edip te harabeleri mesken edindin?" diye sorunca: "Çünkü harap Allah'ın mirasıdır, ben de Allah'ın mirasını mesken edindim" cevabını verdi. Allah bunu Kitab'ında zikretmiş ve: "Biz, refahından şımarmış nice memleketi helâk etmişizdir.

İşte yerleri! Kendilerinden sonra oralarda pek az oturulabilmiştir. Onlara biz vâris olmuşuzdur" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed Zühd'de ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Sıddîk en-Nâcî'den bildirir: Süleyman (aleyhisselam), halkla beraber yağmur duasına çıkmıştı. Yolda giderken sırt üstü yatarak ayaklarını semaya kaldırmış bir karıncanın: "Allahım! Biz senin mahlukatından yaratıklarız. Senin- rızkından müstağni olamayız. Ya yağmur yağdırır bizi sularsın veya yağdırmaz helak edersin" diyordu. Bunun üzerine Süleyman (aleyhisselam): "Geri dönün, başkasının duasıyla sulandınız" dedi.

İbn Ebî Hâtim, Ebu'd-Derdâ'dan bildirir: Dâvud (aleyhisselam) sürekli olarak bir gün hayvanlar arasında, bir gün de insanlar arasında hüküm kılardı. Bir gün bir inek gelip boynuzunu kapının halkasına koydu ve annenin çocuğu için bağırması gibi çağırdı. Sonra: "İnsanlar önceleri bana önem verir ve işlerinde kulanırlardı. Şimdi yaşlandım diye beni kesmek istiyorlar" dedi. Bunun üzerine Dâvud (aleyhisselam): "Ona iyi bakın ve onu kesmeyin" dedi. Sonra da: "...Bize kuşdili öğretildi ve bize her şey verildi..." âyetini okudu.

Hâkim Müstedrek'te Ca'fer b. Muhammed'den bildirir: Süleyman'a (aleyhisselam) doğunun ve batının mülkü verilmişti. Süleyman (aleyhisselam) yedi yüz yıl altı ay boyunca hükümdarlık yapmıştır. O bütün dünya malına, insanlara, cinlere, hayvanlara, kuşlara ve vahşi hayvanlara hükmetti. Her şey kendisine verilmiş ve kendisine her mahlukatın dili öğretilmişti. Onun zamanında insanı şaşırtan güzel sanat eserleri yapılmıştır. Eceli geldiği zaman, Allah'ın ilmi ve hikmetini anne babadan kardeşine ve Dâvud'un (aleyhisselam) oğullarına öğretmesi vahyedildi. Onun dört yüz seksen çocuğu risalet verilmeksizin peygamber olmuştu. Zehebî. "Bu batıl bir hadistir" dedi.

Hâkim, Muhammed b. Ka'b'dan bildirir: Bize bildirildiğine göre Süleyman'ın (aleyhisselam) askeri kışlası yüz fersahlık bir genişlikteydi. Yirmi beş fersahı insanlar için, yirmi beş fersahı cinler için, yirmi beş fersahı vahşi hayvanlar için ve yirmi beş fersahı kuşlar içindi. Onun direkler üzerinde camdan bin evi vardı. Onlardan üç yüzü köşk, yedi yüzü de tek odalı evlerdi. O, esen rüzgâra emir verdi ve rüzgâr kendisini yukarı çıkardı. Bir daha emir verince de onu istediği yere götürdü. Sonra Allah: "Senin mülküne bir eklemede bulundum. Senin hakkında kim ne konuşursa konuşsun rüzgâr bunu sana mutlaka bildirecektir" diye vahyetti.

Abdullah b. Ahmed Zühd'e zevâid olarak ve İbnu'l-Münzir, Vehb b. Münebbih'ten bildirir: Süleyman b. Dâvud rüzgar üzerinde giderken İsrâil oğullarından bir çiftçinin yanından geçti. Çiftçi kendisini görünce: "Sübhanallah, Allah, Davud'un (aleyhisselam) ailesine mülk ve saltanat vermiştir" dedi. Rüzgar çiftçinin bu sözünü alıp Süleyman'ın (aleyhisselam) kulağına yetiştirdi. Bunun üzerine Süleyman (aleyhisselam): "Bu çiftçiyi bana getirin" diye emredince çiftçiyi huzuruna getirdiler. Ona: "Sen ne dedin?" diye sorunca, çiftçi dediğini tekrarladı. Süleyman (aleyhisselam): "Ben, senin fitneye düşmenden korktum. Sübhanallah demenin sevabı kıyamet gününde Allah katında Dâvud (aleyhisselam) aillesine verilenden daha üstündür" dedi. Çiftçi: "Benim sıkıntılarımı giderdiğin gibi Allah da senin sıkıntını gidersin" dedi. Süleyman (aleyhisselam) bayaz tenli iriyarı, vücudu çokça tüylü ve kıllı savaşçı birisiydi. O, nerede bir kral olduğunu işitirse mutlaka gidip onunla savaşır ve onu mağlub ederdi. O şeytanlara emir verir ve kendisi için camdan evler yaparlardı. O istediği silahlan da o eve koyardı. Sonra rüzgara emreder ve rüzgar onu yeryüzünde istediği yere götürürdü. Sonra yumuşak rüzgara emreder ve yumuşak rüzgar onu istediği yere indirirdi.

İbnu'l-Münzir, Yahya b. Ebî Kesîr'den bildirir: Süleyman b. Dâvud, İsrâil oğullarına: "Size bugün mülkümün bir kısmını göstereyim mi?" diye sordu. İsrâil oğulları: "Göster, ey Allah'ın Peygamberi" dedi. Süleyman (aleyhisselam): "Ey rüzgar! Bizi kaldır" deyince, rüzgar onları kaldırdı ve yeryüzü ile gökyüzü arasında bir yerde yerleştirdi. Sonra. "Ey kuş! Bizi gölgelendir" deyince de kuş kanatlarıyla onları gölgelendirdi. Sonra: "Ey İsrâil oğulları! Nasıl bir mülk görüyorsunuz?" diye sordu. İsrâil oğulları: "Büyük bir mülk görüyoruz" cevabını verdi. Bunun üzerine Süleyman (aleyhisselam) şöyle dedi: "Süleyman'ın canı elinde olana yemin olsun ki, kul: "Lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerike leh, lehu'l-Mülkü velehu'l-Hamdü ve huve alâ külli şey'in kadîr (=Allah'dan başka ilah yoktur. Onun ortağı yoktur. Mülk ve hamd ona mahsustur. O, her şeye gücü yetendir)" demesi kendisi için bu mülkümden, dünyadan ve içindekilerden daha hayırlıdır. Ey İsrâil oğulları! Kim, gizli ve açık her işinde Allah'dan korkarsa, zenginlikte ve fakirlikte iktisatlı, sakin veya öfkeli iken adaletli davranırsa ve her halükârda Allah'ı zikrederse bana verilen mülkün aynısı kendisine verilir."

17

"Süleyman'ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil olan ordusu toplandı. Hepsi toplu olarak gidiyorlardı"

İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Süleyman (aleyhisselam) için üç yüz bin taht kurulurdu. İnsanlardan müminler yan tarafında, cinlerden müminler ise onların arkasında otururdu. Sonra kuşlara emreder ve kendisine gölgelik yaparlardı. Sonra rüzgara emreder ve onu taşırlardı. Onlar bir başağın yanından geçtikleri zaman (rüzgar) onu sallamazdı bile.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Hepsi toplu olarak gidiyorlardı" âyetini açıklarken: "Toplu olarak sevkediliyorlardı, mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Hepsi toplu olarak gidiyorlardı" âyetini açıklarken: "Her sınıfa bir idareci kılındı. Bu idareciler kralların yaptığı gibi öndekiler geridekilerden kopmasın diye öndekileri bekletirdi" dedi.

Taberânî ve Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: "Bana: (.....) âyetini açıkla" deyince, İbn Abbâs: "Kuşlar uyuyana kadar geridekilerin yetişmesi için öndekilerin bekletilmesidir" dedi. Nâfi' b. el-Ezrak: "Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs şöyle dedi: "Evet bilirler, şairin:

"Onun süvarilerini Nehd civarında beklettim

Ancak beş gün sonrasında toplanıp harekete geçtiler" dediğini İşitmedin mi?"

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid ve Ebû Rezîn: "...Hepsi toplu olarak gidiyorlardı" âyetini açıklarken: "Geridekiler öndekilere yetişsin diye öndekiler bekletilirdi, mânâsındadır" dediler.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "...Hepsi toplu olarak gidiyorlardı" âyetini açıklarken: "Geridekiler öndekilere yetişsin diye öndekiler bekletilirdi, mânâsındadır" dedi.

18

Bkz. Ayet:19

19

"Nihayet karınca vadisine geldikleri vakit bir karınca: «Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin, Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesinler» dedi. Süleyman, onun bu sözüne tebessüm ile gülerek: «Ey Rabbim! Beni; bana ve ana babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın salih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat!» dedi"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Nihayet karınca vadisine geldikleri vakit..." âyetini açıklarken: "Bize bildirildiğine göre bu vadi Şam topraklarında bir vadidir" dedi.

İbn Ebî Hâtim, Şa'bî'den bildirir: Süleyman'ın (aleyhisselarr) sözlerini işitmiş olduğu karınca iki kanatlı uçan karıncalardandı. Eğer öyle olmasaydı Süleyman (aleyhisselam) karıncanın ne dediğini anlamazdı" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "O karınca, uçan karıncalardandı" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî Târih'te, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Nevf: "Süleyman (aleyhisselam) zamanında karıncalar sinek gibiydi" dedi. Başka bir lafızda ise: "Sineklere benzerdi" şeklindedir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hakem: "Süleyman (aleyhisselam) zamanında karıncalar sinek gibiydi" dedi.

İbnu'l-Münzir, Vehb b. Münebbih'ten bildirir: Allah, rüzgara, mahlukattan her kim ne konuşursa konuşsun onu mutlaka Süleyman'ın (aleyhisselam) kulağına ulaştırmasını emretmişti. Bu sebeple Süleyman (aleyhisselam) karıncanın ne dediğini işitmişti.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Sîrîn'e namazda iken tebessümün hükmü sorulunca: "Süleyman, onun bu sözüne tebessüm ile gülerek..." âyetini okudu ve: "Ben tebessümü ancak gülmek olarak biliyorum" dedi.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini açıklarken: "Bana ilham et, mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) ifadesini açıklarken: "Bana ilham et, mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "...Beni rahmetinle salih kullarının arasına kat" âyetini açıklarken: "Salihin ifadesiyle peygamberler ve müminler kastedilmektedir" dedi.

20

Bkz. Ayet:31

21

Bkz. Ayet:31

22

Bkz. Ayet:31

23

Bkz. Ayet:31

24

Bkz. Ayet:31

25

Bkz. Ayet:31

26

Bkz. Ayet:31

27

Bkz. Ayet:31

28

Bkz. Ayet:31

29

Bkz. Ayet:31

30

Bkz. Ayet:31

31

"(Süleyman) kuşları gözden geçirdi ve şöyle dedi: «Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı? Ya bana (mazeretini gösteren) apaçık bir delil getirecek ya da onun canını iyice yakacağım yahut onu boğazlayacağım!» Çok geçmeden (Hüdhüd) gelip: «Ben, dedi, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe'den sana çok doğru (ve önemli) bir haber getirdim. Gerçekten, onlara (Sebe'lilere) hükümdarlık eden, kendisine her şey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadınla karşılaştım. Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar. (Şeytan böyle yapmış ki) göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah'a secde etmesinler. (Halbuki) büyük Arşin sahibi olan Allah'tan başka tanrı yoktur.» (Süleyman Hüdhüd'e) dedi ki: «Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız. Şu mektubumu götür, onu kendilerine ver, sonra onlardan biraz çekil de, ne sonuca varacaklanna bak.» (Süleyman'ın mektubunu alan Sebe' melikesi,) «Beyler, ulular! Bana çok önemli bir mektup bırakıldı» dedi. «Mektup Süleyman'dandır, Rahmân ve Rahim olan Allah'ın ismiyle (başlamakta)'dır. Bana baş kaldırmayın, teslimiyet gösterip bana gelin, dîye (yazmaktadır)»"

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs'a: "Süleyman (aleyhisselam), kuşların arasından hüdhüdü kaybettiğini nasıl anladı?" diye sorulunca şöyle dedi: "Süleyman (aleyhisselam) bîr yerde konaklamıştı. Ancak oradaki suyun derinliğini bilmiyordu. Hüdhüd, Süleyman'a (aleyhisselam) suyun bulunduğu yerleri gösteriyordu. Süleyman (aleyhisselam) bunu ona sormak istediğinde onu kaybettiğini anladı" dedi. Bunun üzerine kendisine: "Hüdhüd kendisine kurulan ve toprakla örtülen tuzağı görmeyip çocuk tarafından ağla avlanırken yeraltını nasıl görür?" denilince: "Kader geldiği zaman göz görmez olur" karşılığını verdi.

Saîd b. Mansûr ve İbn Ebî Hâtim, Yusuf b. Mâhek'ten bildirir: Ezrâkilerden olan Nâfi' b. el-Ezrak, Abdullah b. Abbâs'ın yanma giderdi. İbn Abbâs bir fetva verdiğinde ve kendisi bu fetvayı doğru görmediğinde: "Dur, şunun şunun fetvasını nereden getirdin, bunu nerden buldun?" derdi. İbn Abbâs ta: "Filan filan yerden buldum" derdi. Hatta bir gün İbn Abbâs hüdhüdü zikrederek: "Hüdhüd suyun kaç metre derinlikte olduğunu bilir" dedi. Bunun üzerine İbnu'l-Ezrak: "Dur, dur ey İbn Abbâs! Hüdhüd kendisine kurulan ve toprakla örtülü olan tuzağı görmeyip avlanırken, nasıl olur da suyun kaç metre derinlikte olduğunu bileceğini iddia ediyorsun?" dedi. İbn Abbâs: "Eğer şu gidip, şöyle şöyle demeyecek olsaydı bir şey söylemeyecektim. Kader gelmediği zaman göz görür. Kader geldiği zaman da göz görmez olur" deyince, İbnu'l-Ezrak: "Bundan sonra seninle hiçbir konuda tartışmayacağım" karşılığını verdi.

İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Süleyman (aleyhisselam) bir yerde konaklamak istediği zaman sudan haber vermesi için hüdhüdü çağırırdı. Eğer hüdhüd su şuradadir" derse, şeytanlar oradaki kayaları parçalarlar ve daha evlerini inşa etmeden önce pınarlar su fışkırmaya başlardı. Süleyman (aleyhisselam) bir gün bir yerde konaklamak istedi ve hüdhüdün yok olduğunu fark etti. Bunun üzerine: "...Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyet hakkında şöyle dedi: "Süleyman (aleyhisselam) susuz bir yerde konaklamak isteyince hüdhüdü çağırdı. Hüdhüdlerin efendisi suyun kaç metre derinlikte olduğunu bilirdi. Ona, hiçbir kuşa verilmemiş olan bir görüş yeteneği verilmişti. Bize bildirildiğine göre o, sizden birinizin cam arkasından hayal görmesi gibi yerin altındaki suyu görürdü."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Süleyman'ın (aleyhisselam) hüdhüdünün ismi Anber'di" dedi.

Abdurrezzâk, Firyabî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Kesinlikle onu ağır bir şekilde cezalandıracağım..." âyetini açıklarken: "Burada kuşun tüylerini yolması kastedilmektedir" dedi.

Firyabî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Kesinlikle onu ağır bir şekilde cezalandıracağım..." âyetini açıklarken: "Burada kuşun bütün tüylerini yolması kastedilmektedir" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den aynısını bildirir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, İkrime: "Kuşun bütün tüylerini yolması ve onu güneşte karıncalara (yem olarak) atması kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim; Yezîd b. Rûman'dan bildirir: "Kuşu cezalandırması kanatlarının tüylerini yolmasıydı" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bana apaçık bir delil getirmedikçe..." âyetini açıklarken: "Allah'dan, gerçek ve doğru bir delil getirmedikçe mânâsındadır" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Bana apaçık bir delil getirmedikçe..." âyetini açıklarken: "Bana mazeretini bildiren açık bir delil getirmedikçe mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in İkrime'den bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kur'ân'da "sultan" diye geçen her ifade delil anlamındadır. Allah buna örnek olarak Neml Sûresi'nde: (.....) buyurmaktadır. Hüdhüdün ne delili vardı ki?" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Allah, hüdhüdün annesine karşı iyilikte bulunmasından dolayı kesilmesini engellemişti" dedi.

Hakîm et-Tirmizî ve Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre İkrime: "Allah'ın, hüdhüdden Süleyman'ın (aleyhisselam) vereceği cezayı def etmesi, hüdhüdün annesine iyilikte bulunmasından dolayıdır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Senin bilmediğin bir şey öğrendim..." âyetini açıklarken: "Senin görmediğin şeyler gördüm, mânâsındadır" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Sebe'den sana sağlam bir haberle geliyorum" âyetini açıklarken: "Sebe'den sana gerçek bir haberle geliyorum, mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Sebe'den sana... geliyorum" âyetini açıklarken: "Sebe' Yemen topraklarında Me'rib denilen bir yerdir. Me'rib ile San'â' arasında üç gecelik bir mesafe vardır. "...Sağlam bir haberle geliyorum" âyeti hakkında ise: "Sana gerçek bir haberle geliyorum, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim, İbn Lehî'a'dan bildirir: Bize ulaştığına göre Me'rib Belkıs'ın şehridir. Me'rib, ile Beytü'l-Makdis arasında sadece bir mil vardı. Allah oraya gazaplanınca onu oradan uzaklaştırmıştı. Bugün orası Yemen'dedir. Orası Allah'ın, Kur'ân'da: "Andolsun, Sebe' halkı için kendi yurtlarında bir ibret vardı: Biri sağda biri solda iki bahçe bulunuyordu. Onlara şöyle denilmişti: "Rabbinizin rızkından yiyin ve O'na şükredin. Beldeniz güzel bir belde, Rabbiniz de çok bağışlayıcı bir Rabdir" şeklinde zikrettiği yerdir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Sebe'ye, aralarında Tubbe'nin de bulunduğu on iki Peygamber gönderilmiştir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti: "Sana bir yerden bir haberle geliyorum anlamında: (.....) şeklinde okudu" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti: "Sana bir kişiden bir haberle geliyorum, mânâsında: (.....) şeklinde okudu" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ben, orada onlara hükümdarlık eden bir kadın buldum..." âyetini açıklarken: "O Zû Şîra'nın kızı Belkıs adında kıllı biriydi" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Ben, orada onlara hükümdarlık eden bir kadın buldum..." âyetini açıklarken: "O, Sebe' kralı Belkıs binti Şerâhîl'dir" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildirir: Bana bildirildiğine göre bu kişi Belkıs binti Şerâhîl'dir. Onun ebeveyninden biri cindir. Bir ayağının topuğu at toynağı gibidir. O kendisinden kral çıkan bir ailedendi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Züheyr b. Muhammed: "Belkıs, Şerâhîi b. Mâlik b. Rüyân'ın kızıdır. Annesi ise Fâria isimli bir cindir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Belkıs Zû Şerh'in kızıdır. Annesi ise Belkate isimli biridir" dedi.

İbn Merdûye, Süfyan'dan aynısını bildirir.

İbn Asâkir, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: "Sebe' kraliçesinin adı Leyla idi. Sebe'de Yemen'de bir şehirdir. Belkıs ise Himyer'lidir."

İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh el-Azame'de İbn Merdûye ve İbn Asâkir'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Belkıs'ın ebeveyninden biri çitidir" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir, Katâde'den bildirir: Bize bildirildiğine göre Sebe' kraliçesi Yemen'li bir kadın idi. O, kendisinden kral çıkan bir aileden olan Belkıs binti Şerahîl'dir. Ailesi helak olunca onu kavme kraliçe yaptılar.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Sebe' kraliçesinin annesi cin idi" dedi.

Hakîm et-Tirmizî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Osman b. Hâdir: "Belkıs'ın annesi, kendisine Belkame binti Şeysân denilen cinlerden bir kadın idi" dedi.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî)'ye, Sebe' kraliçesini sorup: "Ebeveynlerinden biri cindir" dediklerinde: "İnsanlardan olan bir kadının cinlerden çocuğu olmaz" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Belkıs'ın emri altında on iki bin kral vardı. Her kralın emri altında da yüz bin kişi vardı" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Hüdhüd: "Ben, orada onlara hükümdarlık eden bir kadın buldum..." deyince, Süleyman (aleyhisselam) yeryüzünde kendisinden başka kral olduğunu kabul etmedi" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Kendisine her şeyden bolca verilmiş..." âyetini açıklarken: "Topraklarında bulunan her şeyden kendisine verilmiştir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân: "...Kendisine her şeyden bolca verilmiş..." âyetini açıklarken: "Dünya nimetlerinin her şeyinden kendisine bolca verilmiştir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Kendisine her şeyden bolca verilmiş..." âyetini açıklarken: "Dünya için gerekli olan her şey kendisine verilmiştir" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Muazzam bir tahtı var" âyetini açıklarken: "Direkleri mücevher ve inciden yapılmış, güzel işlemeli ve pahada ağır olan altından bir tahttır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Züheyr b. Muhammed: "...Muazzam bir tahtı var" âyetini açıklarken: "Bu, üzeri yakut ve zeberced ile işlenmiş seksen arşın boyunda kırk arşın eninde altından bir tahttır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Yezîd b. Rûmân: "Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe taptıklarını gördüm..." âyetini açıklarken: "Belkıs'ın odasında, kendisinden dışarısı görünen küçük bir delik vardı. Güneş çıktığı zaman o delikten güneşe bakar ve ona secde ederdi" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Allah gökyüzünde ve yeryüzünde saklı olan her şeyi açığa çıkarandır" dedi.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Allah gizli olan her şeyi açığa çıkarandır" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ikrime: "i ifadesini açıklarken: "Allah sırları açığa çıkarandır" dedi.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd, Katâde'den aynısını bildirir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada Rab'e ifadesi ile su kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre Hakîm b. Câbir: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada Hab'e ifadesi ile yağmur kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken: "Hab'e ifadesi ile gökyüzünde ve yeryüzünde saklı olan rızıklar kastedilmektedir. Gökyüzündeki rızık yağmur, yeryüzündeki rızık ise bitkilerdir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Süleyman, Hüdhüd'e şöyle dedi: "Doğru mu söylüyorsun, yoksa yalancılardan mısın, göreceğiz" âyetini açıklarken: "Süleyman (aleyhisselam), hüdhüdü ne tasdik ediyor, ne de yalanlıyordu" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Şu mektubumu götür..."âyetini açıklarken şöyle dedi: "Süleyman (aleyhisselam) bir mektup yazarak hüdhüde: "Şu mektubumu götür, onu kendilerine ver, sonra onlardan biraz çekil de, ne sonuca varacaklarına bak" dedi. Hüdhüd, mektubu alıp Belkıs'ın sarayına vardı ve mektubu ona verdi. Mektup Belkıs'a okununca, onda: "Mektup Süleyman'dandır, Rahman ve Rahîm Allah'ın ismiyle" yazılı olduğunu gördü.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildirir: Belkıs uyuyacağı zaman kapıları kilitler ve anahtarları başının altına koyardı. O kapıları kilitleyip yatağına uzandığında hüdhüd odada bulunan delikten içeri girerek mektubu Belkıs'ın karnı ile göğsü arasına bıraktı. Belkıs mektubu alıp okuyunca: "Ey ileri gelenler, bana önemli bir mektup bırakıldı", yani: "Mektupta iyi şeyler yazılıdır" dedi.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Bana önemli bir mektup bırakıldı" âyetini açıklarken: "Bana mühürlü bir mektup bırakıldı, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Önemli bir mektup bırakıldı" âyetini açıklarken: "Bana mühürlü bir mektup bırakıldı, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zuheyr b. Muhammed: "...Önemli bir mektup bırakıldı" âyetini açıklarken: "Burada Belkıs mektubun mühürlü olduğunu bildirmektedir. Çünkü krallar mektuplarını mühürlerdi. Mühürsüz bir mektubun içinde yazılı şeyler de geçersiz sayılırdı" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Mektup Süleyman'dandır, Rahmân ve Rahîm Allah'ın ismiyle" âyetini açıklarken: "Mektuba, Allah'ın bildirmiş olduğu şeyden başka bir şey yazmamıştır" dedi.

İbn Ebî Hâtim, Yezîd b. Rûmân'dan bildirir: Süleyman (aleyhisselam) mektupta: "Süleyman b. Dâvud'dan, Zu Şerh'in kızı Belkıs'a ve kavmine" diye yazmıştı.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Mücâhid'den bildirir: Süleyman (aleyhisselam), Sebe kraliçesine göndermiş olduğu mektupta: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. Allah'ın kulu Süleyman b. Dâvud'dan, Sebe kraliçesi Belkıs'a. Allah'ın selamı hidayete tabi olanların üzerine olsun. Bana karşı büyüklenmeyin ve bana Müslüman olarak gelin" demişti.

İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: "Süleyman'ın (aleyhisselam), Sebe kraliçesi Belkıs'a göndermiş olduğu mektupta sadece Kur'ân'da okumuş olduğunuz gibi: "Mektup Süleyman'dandır, Rahmân ve Rahîm Allah'ın ismiyle" yazılıdır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Mektup Süleyman'dandır, Rahmân ve Rahîm Allah'ın ismiyle. Bana karşı büyüklenmeyin ve Müslümanlar olarak bana gelin" âyetlerini açıklarken: "Burada Süleyman (aleyhisselam): "Bana karşı gelmeyin" demek istemiştir. Peygamberler de mektubu kısa olarak yazarlar ve uzatmazlardı" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in, Süfyân vasıtasıyla bildirdiğine göre Mansûr: Süleyman b. Dâvûd'un insanlar arasında mektup yazmada en fasih ve en kısa bir şekilde yazan olduğu söylenirdi". dedi ve: "Mektup Süleyman'dandır, Rahmân ve Rahîm Allah'ın ismiyle" âyetini okudu.

Abdurrezzâk, İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Şa'bî'den bildirir: Cahiliye ahalisi: "Allahım! Senin adınla" diye yazardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de ilk mektup yazdığı zaman: "Allahım! Senin adınla" diye yazdı. "...Yürümesi ve durması Allah'ın ismiyledır..." âyeti inince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ın ismiyle" yazmaya başladı. "...İster Allah deyin, ister Rahman deyin..." âyeti inince de: "Rahman olan Allah'ın ismiyle" diye yazdı. Sonra Neml Sûresi'ndeki: "Mektup Süleyman'dandır, Rahmân ve Rahîm Allah'ın ismiyle..." âyeti inince: "Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle" şeklinde yazmaya başladı.

Ebû Ubeyd Fedâil'de Hâris el-Uklî'den bildirir: Şa'bî bana: "Peygamberin size yazdığı mektubun başlangıcı nasıldır?" diye sorunca: "Allahım! Senin adınla" şeklindedir" dedim. Bunun üzerine o: "Bu, Peygamberin ilk mektupta yazmış olduğu: "Allahım! Senin adınla" şeklindedir" dedi. Bir müddet hep bu şekilde yazıldı. Sonra: "...Yürümesi ve durması Allah'ın ismiyledır..." âyeti inince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ın ismiyle" diye yazmaya başladı. Bir müddet te bu şekilde yazıldı. "...İster Allah deyin, ister Rahman deyin..." âyeti inince de: "Rahman olan Allah'ın ismiyle" diye yazdı. Bir müddet te bu şekilde yazıldı. Sonra: "Mektup Süleyman'dandır, Rahmân ve Rahîm Allah'ın ismiyle..." âyeti inince: "Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle" şeklinde yazmaya başladı.

İbn Ebî Hâtim'in Meymûn b. Mihrân'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mektup Süleyman'dandır, Rahmân ve Rahîm Allah'ın ismiyle..." âyeti inene kadar mektuplarını: "Allahım! Senin adınla" şeklinde yazardı.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir Katâde'den bildirir: "Mektup Süleyman'dandır, Rahmân ve Rahîm Allah'ın ismiyle..." âyeti inene kadar insanlar sadece: "Allahım! Senin adınla" şeklinde yazarlardı.

Ebû Dâvud Merâsil'de Ebû Mâlik'ten bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) mektup yazarken: "Allahım! Senin adınla" diye başlardı. "Mektup Süleyman'dandır, Rahmân ve Rahîm Allah'ın ismiyle..." âyeti inince: "Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle" şeklinde yazdı.

Ebû Ubeyd Fedâil'de ve İbn Ebî Şeybe, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Kisrâ'ya, Kayser'e ve Necâşî'ye: "Derim ki! "Ey ehl- i Kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah'dan başkasına tapmayalım; O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun ki biz müslümanlarız!" deyiniz" şeklinde birer mektup yazdı(rdı). Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) mektubu Kayser'e ulaşınca onu okudu ve: "Ben: "Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle" şeklinde yazılan bir mektubu Süleyman b. Dâvud zamanından sonra görmedim" dedi.

32

Bkz. Ayet:44

33

Bkz. Ayet:44

34

Bkz. Ayet:44

35

Bkz. Ayet:44

36

Bkz. Ayet:44

37

Bkz. Ayet:44

38

Bkz. Ayet:44

39

Bkz. Ayet:44

40

Bkz. Ayet:44

41

Bkz. Ayet:44

42

Bkz. Ayet:44

43

Bkz. Ayet:44

44

"(Sonra Melike) dedi ki: «Beyler, ulular! Bu işimde bana bir fikir verin. (Bilirsiniz) siz yanımda olmadan (size danışmadan) hiçbir işi kestirip atmam.» Onlar, şu cevabı verdiler: «Biz güçlü kuvvetli kimseleriz, zorlu savaş erbabıyız; buyruk ise senindir; artık ne buyuracağını sen düşün.» Melike: «Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. (Herhalde) onlar da böyle yapacaklardır. Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler» dedi. (Elçiler, hediyelerle) Süleyman'a gelince şöyle dedi: «Siz bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Hediyenizle (ben değil) siz sevinirsiniz. (Ey elçi!) Onlara dön; iyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamıyacakları ordularla gelir, onları muhakkak surette hor ve hakir halde oradan çıkarırız!» (Sonra Süleyman müşavirlerine) dedi ki: «Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilir?» Cinlerden bir ifrit: «Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz» dedi. Kitaptan (Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse ise: «Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm» dedi. (Süleyman) onu (melikenin tahtını) yanıbaşına yerleşmiş olarak görünce: «Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.» (Süleyman devamla) dedi ki: «Onun tahtını bilemeyeceği bir hale getirin; bakalım tanıyacak mı, yoksa tanıyamayanlar arasında mı olacak.» Melike gelince: «Senin tahtın da böyle mi?» dendi. O şöyle cevap verdi: «Tıpkı o!» (Süleyman şöyle dedi): «Bize daha önce (Allah'tan) bilgi verilmiş ve biz müslüman olmuştuk.» Onu, Allah'tan başka taptığı şeyler (o zamana kadar tevhid dinine girmekten) alıkoymuştu. Çünkü kendisi inkarcı bir kavimdendi. Ona: «Köşke gir!» dendi. Melike onu görünce derin bir su sandı ve eteğini yukarı çekti. Süleyman: «Bu, billûrdan yapılmış, şeffaf bir zemindir» dedi. Melike dedi ki: Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık etmişim. Süleyman'la beraber âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ey ileri gelenler! Vereceğim emir hakkında bana fikrinizi söyleyin..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Belkıs ülkesinin ileri gelenlerini topladı ve onlarla bulundukları durumu müşavere etti. Ortak görüşleri Süleyman (aleyhisselam) ile şavaşmak oldu. Bunun üzerine yola çıktılar. Süleyman'a (aleyhisselam) yakın bir yere gelince Belkıs: "Ona hediyelerle elçiler gönderin. Eğer hediyeyi kabul ederse o bir kraldır ve onunla savaşacağım. Eğer red ederse o bir peygamberdir" dedi. Belkıs'ın elçileri Süleyman'a (aleyhisselam) yetişmeden önce, Süleyman (aleyhisselam) bu elçilerin haberini aldı ve emri üzerine şeytanlar kendisine altın ile gümüşten kaplamalı bin köşk yaptı. Elçiler altın ve gümüşten kaplamalı köşkleri görünce: "Bu kişinin köşkleri altından ve gümüşten iken bizim hediyeyle ne yapacak ki?" dediler. Elçiler hediyelerle Süleyman'ın (aleyhisselam) huzuruna varınca: "Bana mal ile yardım mı ediyorsunuz?" dedi. Sonra: "Bana teslim olmalarından önce, hanginiz o kraliçenin tahtını yanıma getirebilir?" dedi. Kâtibi: "Yukarı bak" deyince, Süleyman (aleyhisselam) yukarı baktı ve göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir zamanda tahtın önünde olduğunu gördü. Süleyman (aleyhisselam): "Onun tahtını bilemeyeceği bir hale getirin..." dedi. Bunun üzerine tahttaki değerli taşlan yaslanılacak yerlerini ve üzerinde bulunan diğer şeyleri söktüler. Belkıs'a: "...Senin tahtın böyle miydi..." diye soruldu. O: "...Sanki odur..." karşılığını verdi. Süleyman'ın (aleyhisselam) emri üzerine şeytanlar içinde balık maketleri bulunan camdan bir köşk yaptılar. Sonra Belkıs'a: "...Köşke gir..." denildi. Belkıs (onu su zannedip) ayaklarını açınca Süleyman (aleyhisselam) ayaklarının kıllı olduğunu gördü. Bunun üzerine hamam otunun yapılmasını emretti ve hamam otu yapıldı. Belkıs'a: "...Bu, camdan yapılmış, şeffaf bir zemindir..." denilince: "Rabbim! Şüphesiz ben kendime yazık etmişim. Süleyman'la beraber, âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Züheyr b. Muhammed: "...Vereceğim emir hakkında bana fikrinizi söyleyin; siz benim yanımda bulunmadıkça, bir iş hakkında kesin bir hüküm vermem" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Belkıs: «Bana görüşünüzü söyleyin, sizin görüşünüzü almadan bir karar vermek istemiyorum» demek istemiştir."

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: Sebe' kraliçesinin emrinde on iki bin kral vardı. Her kralın emri altında da yüz bin savaşçı bulunmaktaydı. İşte onlar: "...Biz güçlü kimseleriz ve çetin savaşçılarız..." diyenlerdir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildirir: Bize bildirildiğine göre Belkıs'ın müşavere ettiği kişiler üç yüz on iki kişiydi. Bunlardan her birinin emri altında on bin kişi bulunmaktaydı.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Krallar bir memlekete girdi mi, orayı harap ederler..." âyetini açıklarken: "Krallar bir memleketi savaşla alırlarsa orayı harab ederler, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zuheyr b. Muhammed: ".. .Halkının ileri gelenlerini zelil hâle getirirler..." âyetini açıklarken: "Onları kılıç zoruyla zelil ederler, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Belkıs: "Krallar bir memlekete girdi mi, orayı harap ederler ve halkının ileri gelenlerini zelil hâle getirirler..."dedi. Yüce Allah da: "...İşte onlar böyle yaparlar" buyurmaktadır.

İbn Ebî Şeybe Musannef’te İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ben onlara bir hediye gönderip, elçilerin ne haber ile döneceklerine bakacağım" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Belkıs hediye olarak, Süleyman'a (aleyhisselam) altın bir kerpiç göndermişti. Elçiler Süleyman'ın (aleyhisselam) memleketine varıp şehrin duvarlarının altından olduğunu gördüler. "...Siz beni mal ile desteklemek (ve böylece etkilemek) mi istiyorsunuz? Oysa Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır. Fakat hediyenizle ancak siz sevinirsiniz" âyeti da bunu ifade etmektedir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildirir: Belkıs: "Ben ona kendi malımdan hediye göndereceğim ve onların dünyalık peşinde olup olmadıklarını öğreneceğim" dedi. Ona saf ipekler içinde altından bir kerpiç gönderdi. Bu haber Süleyman'a (aleyhisselam) yetişince altından bir kerpiç yapılmasını emretti ve onu elçilerin geçecekleri yolda hayvanların altına attırdı. Hayvanlar idrarını ve pisliğini onun üzerine yapıyordu. Elçiler gelip altın kerpici hayvanların altında görünce, getirdikleri hediyelerin değersiz olduğunu anladılar.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Sabit el-Bunânî'den bildirir: Belkıs, Süleyman'a (aleyhisselam) hediye olarak ipekler içinde altından levhalar göndermişti. Bu haber Süleyman'a (aleyhisselam) verilince emri üzere cinler kiremit tuğlaları altınla kaplayarak yola attılar. Belkıs'ın elçileri gelip altın tuğlaların yola ve her yere atıldığını görünce: "Hediye olarak getirdiğimiz şeylerin burada yola atılmış olduğunu ve kimsenin onlarla ilgilenmediğini görüyoruz" dediler. Bu sebeple de getirdikleri hediyelerin değersiz olduğunu anladılar.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Ebû Hureyre, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de..." âyetini açıklarken: "Belkıs'ın hediyeleri köle elbiseleri giyen cariyeler ve cariye elbiseleri giyen kölelerdi" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Belkıs, seksen köle ve cariyenin saçlarını traş ederek hediye olarak Süleyman'a (aleyhisselam) gönderdi ve: "Eğer cariyeleri kölelerden ayırt edebilirse o peygamberdir. Aksi takdirde peygamber değildir" dedi. Süleyman (aleyhisselam) abdest almaları için su istedi ve: "Kölelerle cariyelere abdest alın" dedi. Köle ellerini dirseklerden aşağı doğru yıkarken cariye ise avucuyla su alıp avuçlarından dirseklerine doğru yıkamaya başladı. Bunun üzerine Süleyman (aleyhisselam) bu şekilde onları ayırt ederek: "Bunlar cariyeler, bunlar da kölelerdir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, İkrime'den bildirir: Belkıs'ın Süleyman'a (aleyhisselam) hediyesi iki yüz at idi. Her at üzerinde her ikisi de aynı şekilde olan bir köle ve cariye vardı. Ne köle cariyeden, ne de cariye köleden ayırt edilebiliyordu. Bir atın üzerinde olan renk diğer bir atın üzerinde yoktu. Hediye kafilesinin ön tarafı Süleyman (aleyhisselam) yanında iken, arka tarafı Belkıs'ın yanında idi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre îkrime: "Belkıs'ın, Süleyman'a (aleyhisselam) hediyesi köleler, cariyeler ve altından bir kerpiç idi" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Belkıs'ın, Süleyman'a (aleyhisselam) hediyesi mücevher idi" dedi.

İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildirir: Hediyeler, Süleyman'a (aleyhisselam) gelince abdest ile kölelerle cariyeleri birbirlerinden ayırt etmiştf. Köleler ellerini dirsekten aşağı doğru önce dış taraftan yıkarken cariyeler ise iç taraftan yıkamaya başlamıştır.

İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Belkıs: "Eğer o, hediyeleri kabul ederse topraklarınızı koruyarak onunla savaşın. Eğer red ederse o, peygamberdir, onunla savaşmaya güç yetiremezsiniz" dedi. Ona takılarıyla beraber cariyeler gibi olan köleler ve giyim kuşamları köleler gibi olan cariyeler gönderdi. Aynca altından kerpiçler, muhtelifdelikleri olan bir boncuk, bir bardak ve bir bilmece gönderdi. Süleyman'a (aleyhisselam) hediyelerden haber verilince, emri üzere şeytanlar şehrin duvarlarını altın ve gümüş kaplama yaptılar. Elçiler şehrin duvarlarını görünce: "Onların duvarları altından ve gümüşten iken bu kerpiçlerle nereye gidiyoruz?" dediler. Bunun üzerine kerpiçleri bir tarafa bırakarak diğer hediyeleri yanına soktular. Sonra, Süleyman'a (aleyhisselam): "Köleleri cariyelerden ayırd et" dediler. Süleyman (aleyhisselam) köleler ve cariyelere abdest almalarını emretti ve bununla cariyeleri kölelerden ayırd etti. Çünkü cariyeler suyu ellerine dökerken köleler avuçluyordu.

Elçiler: "Şu boncuğa bir ip sapla" deyince, Süleyman (aleyhisselam) kırmızı bir kurt çağırttı ve ipi ona bağlayarak boncuğun deliğine bıraktı. Kurtta boncuğun bir tarafından girip öbür tarafından çıktı. Elçiler: "Bize bu bardağı gökyüzü ve yeryüzünden olmayan su ile doldur" dedi. Süleyman (aleyhisselam) bir at getirilmesini emretti ve terleyinceye kadar atı koşturdu. Sonra atın terini silerek bardağı doldurdu. Elçiler geri dönüp Belkıs'a Süleyman'ın (aleyhisselam) hediyeleri kabul etmediğini haber verince Süleyman'a (aleyhisselam) bir grup gönderdi. Tahtının iç içe olan yedi odadan sonuncusuna konulmasını emretti ve kapıları kilitleyip anahtarları yanına aldı. Belkıs'ın tahtını bu şekilde muhafaza ettiği Süleyman'a (aleyhisselam) haber verilince, Süleyman (aleyhisselam): "Ey ileri gelenler! Onlar bana teslim olmadan önce hanginiz bana onun (kraliçenin) tahtını getirebilir?" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Onlara dön..." âyetini açıklarken: "Gördüğümüz kadarıyla burada elçiler kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim, Züheyr b. Muhammed'den bildirir: Hüdhüde: "Andolsun, biz onlara, karşı koyamayacakları ordularla varacağız..." denildi. Burada insanlardan ve cinlerden oluşan ordular kastedilmektedir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Salih: (.....) âyetini açıklarken: "Burada karşı koyamayacakları ordular kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildirir: Süleyman'a (aleyhisselam), Belkıs'ın geldiği haberi verilince tahtı da zikredilmiş ve Süleyman (aleyhisselam) tahtı beğenmişti. Belkıs'ın tahtı, altından olup ayaklan inci ve cevherden idi. O, saf ipeklerle örtülmüş ve iç içe olan yedi odadan sonuncusuna konularak kapıları kilitlenmişti. Süleyman (aleyhisselam) onların Müslüman olmasından sonra tahtı almayı uygun görmemişti. Allah'ın Peygamberi Süleyman (aleyhisselam) onların Müslüman olduktan sonra mallarının ve kanlarının haram olacağını biliyordu. Yani onlar Müslüman olmadan önce tahtı ele geçirmek istemişti. Bunun üzerine Süleyman (aleyhisselam): "Bana teslim olmalarından önce, hanginiz o kraliçenin tahtını yanıma getirebilir?"dedi.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Hanginiz o kraliçenin tahtını yanıma getirebilir?" âyetini açıklarken: "Burada üzerinde cibinlik olan bir taht kastedilmektedir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in Ali (b. Ebî Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bana teslim olmalarından önce..." âyetini açıklarken: "İtaatkâr olmadan önce mânâsındadır" dedi.

Firyabî, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Cinlerden bir ifrit: «Sen yerinden kalkmadan ben onu sana getiririm...» dedi" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Azgın bir cin: «Sen oturduğun yerden kalkmadan ben onu sana getiririm» demiştir;"

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ye İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: "Cinlerden bir ifrit..." âyetini açıklarken: "Bu ifrit dağ gibi büyüktü" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şuayb el-Cubâî: "Bu ifritin adı Kûzen'dir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Yezîd b. Rûmân: "Bu ifritin adı Kûzî'dir" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ali (b. Ebî Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Cinlerden bir ifrit... «Şüphesiz ben, buna güç yetirecek güvenilir biriyim» dedi" âyetini açıklarken: "Bu ifrit Sahr el- Cinnî'dir. Bu ifrit tahtı taşıyıp getirebileceğini ve emaneti muhafaza edebileceğini söylemiştir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Sen oturduğun meclisten kalkmadan önce ben onu sana getiririm, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Züheyr b. Muhammed: "...Sen yerinden kalkmadan ben onu sana getiririm..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Hüküm verdiğin meclisinden kalkmadan önce ben onu sana getiririm, mânâsındadır. Süleyman (aleyhisselam) hüküm vermek için oturduğu zaman güneş zeval vaktini geçmeden yerinden kalkmazdı."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Şüphesiz ben, buna güç yetirecek güvenilir biriyim" dedi" âyetini açıklarken: "Mücevherini muhafaza edebilirim" mânâsındadır dedi.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir, Mücâhid'den bildirir: İfrit: "...Sen yerinden kalkmadan ben onu sana getiririm..." deyince, Süleyman (aleyhisselam): "Ben bundan daha hızlı bir şekilde getirilmesini istiyorum" dedi. Bunun üzerine: "Kitaptan bilgisi olan biri: «Ben onu, gözünü kapayıp açmadan önce sana getiririm» dedi..." Sonra taht yeraltında bir tünelden çıkarıldı."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hammâd b. Seleme: Ben bu âyeti Ubey b. Ka'b'ın mushafında: (.....) şeklinde okudum" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kitaptan bilgisi olan biri..." âyetini açıklarken: "Burada Süleyman'ın (aleyhisselam) kâtibi Âsaf kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Yezîd b. Rûmân: "Bu kişi Âsaf b. Berhiya'dır. O, İsm-i A'zam'ı bilen sıddîk bir kişi idi" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Bu kişinin ismi Astûma'dır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Lehîa: "Bu kişi Hızır'dır (aleyhisselam)" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Züheyr b. Muhammed: "Bu kişi kendisine Zu'n-Nûr denilen insanlardan bir kişidir" dedi.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Bu kişi Âsaf b. Berhiya b. Muşmi'yâ b. Menkîle'dir. Annesi ise İsrâil oğullarından Bâtûra'dır" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Kitaptan bilgisi olan biri..."âyetini açıklarken: "Bu kişinin adı Belîhâ'dır" dedi.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Kitaptan bilgisi olan biri..."âyetini açıklarken: "Bu kişinin kitaptan bildiği şey kendisiyle dua edildiğinde kabul edilecek İsm-i A'zam'dır. O da: " zelcelâli vel-ikram'dır" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Kitaptan bilgisi olan biri..." âyetini açıklarken: "Bu kişi, Allah'ın, kendisiyle duaları kabul ettiği İsm-i A'zam'ı bilen İsrâil oğullarından bir kişidir" dedi.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Gözünü kapayıp açmadan önce sana getiririm"' dedi..." âyetini açıklarken: "Burada kişinin gözünün yorgun düşüp kapatıncaya kadar bakışını devam ettirmesi kastedilmektedir" dedi.

Ebû Ubeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: Bu âyet İbn Mes'ûd'un kıraatında: (.....) şeklindedir. Bu da: "Bilgili kişi öyle şeyler söyledi ki, taht yeraltında bir tünele girdi ve yanlarından çıktı" mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Gözünü kapayıp açmadan önce sana getiririm" dedi..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Bu bilgin kişi Süleyman'a (aleyhisselam): "Gökyüzüne bak" dedi. Süleyman (aleyhisselam) gökyüzüne bakıp daha gözlerini açıp kapamadan taht önünde olmuştu."

Abd b. Humeyd, İbn Abbâs'tan aynısını bildirir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Zührî'den bildirir: Kitaptan bilgisi olan kişi: "Ey bizim ve her şeyin ilahı olan tek ilah! Senden başka ilah yoktur. Bana onun tahtını ver" diye dua etti. Bunun üzerine taht önünde oldu.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Asâkir, İbn Abbâs'tan bildirir: Sebe' kraliçesinin tahtı yeryüzü ve gökyüzü arasında gelmemiştir. Yeryüzü onun için yarılmış ve taht yeraltından gelerek Süleyman'ın (aleyhisselam) önünde ortaya çıkmıştır.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, İbn Sâbit'ten bildirir: Bu kişi İsm-i A'zam'Ia dua edince, yeraltında bir tünel oluştu ve taht bu tünelden Süleyman'ın (aleyhisselam) önüne geldi.

İbn Ebî Hâtim, İbn Zeyd'den bildirir: Bu kişi Allah'ın isimlerinden bir isimle dua edince, taht Süleyman'ın (aleyhisselam) gözleri önünde kendisine geldi. Ancak kendisine dua edilen bu ismin ne olduğu bildirilmedi ve kendisine verilecek şey verildi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Kitaptan bilgisi olan biri: "Ben onu, gözünü kapayıp açmadan önce sana getiririm" dedi.." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Kendisiyle dua edildiği zaman kabul edilen ve kendisiyle istediğinde istediği verilen İsm-i A'zam'ı bilen İsrâil oğullarından biri vardı. Göz açıp kapama ise devamlı olarak bir yere bakması ve sonra gözlerini kapatıp açmasıdır. Bu kişi Allah'a dua edince Süleyman (aleyhisselam) tahtı yanında buldu. Bunun üzerine üzülerek: "Bu kişi Allah'ın yanında olana erişmekte benden daha kuvvetlidir öyle mi!" dedi. ;

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Bu, şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan Rabbimin lütfundandır..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Süleyman (aleyhisselam): "Tahtın bana verildiği ve dünyada benden aşağı olan birinin benden daha bilgili olduğunu gördüğüm zaman, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye Rabbim beni sınamaktadır" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Onun tahtını bilemeyeceği bir hale getirin; bakalım tanıyacak mı..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Belkıs'ın aklını ölçmek için tahta bazı şeyler eklenirken bazı şeyler de kaldırıldı. Ancak Belkıs aklıselim biri çıkmıştı."

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Onun tahtını bilemeyeceği bir hale getirin; bakalım tanıyacak mı..." âyetini açıklarken: "Belkıs tahtını bilir mi, bilmez mi diyerek tahtta bazı şeyleri değiştirin, mânâsındadır" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Onun tahtını bilemeyeceği bir hale getirin..."âyetini açıklarken şöyle dedi: "Tahtı tanımayacağı hale getirmeleri, tahtın en alçak yerinde olanları en yüksek yerine koymaları, önde bulunan şeyleri arka tarafa koymaları ve ona bazı şeyler ekleyip bazı şeyleri de kaldırmalarıydı. Belkıs geldiği zaman ona: "...Senin tahtın da böyle mi..."dendi. Belkıs: "...Sanki odur..." karşılığını verdi. O bu tahtı kendi tahtına benzetmişti. Çünkü Belkıs tahtını geldiği yerde bırakmış, ama burada onu önünde bulmuştu.

İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Belkıs geldiği zaman tahtın süslerinin, döşemelerinin yerleri değiştirilmiş ve tanınmaz hale getirilmişti. Ona: "...Senin tahtın da böyle mi..." denilince: "Evet, odur" demeye korkmuştu. Çünkü onlar: "Senin tahtının ne süsleri, ne de döşemesi öyle değildir" diyebilirdi. Belkıs: "Bu benim tahtım değildir" demeye de korkmuştu. Çünkü onlar: "Bu senin tahtındır. Biz onda bazı değişiklikler yaptık" diyebilirdi. Bu sebeple: "...Sanki odur..." dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zuheyr b. Muhammed: "...Daha önce bize bilgi verilmişti..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Süleyman (aleyhisselam): "Allah'ı bilmek ve tevhid etmek hakkında bize bilgi verilmiştir" dedi.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Daha önce bize bilgi verilmişti..."âyetini açıklarken: "Bunu Süleyman (aleyhisselam) söylemektedir" dedi. "Daha önce Allah'dan başka taptığı şeyler ona engel olmuştu..." âyeti hakkında ise: "Onun küfrü puta tapması ve Allah'a iman etmemesiydi. Bu da onu hakka hidayetten alıkoymuştu" dedi. "Ona: «Köşke gir» dendi..."âyetini açıklarken: "Burada Süleyman'ın (aleyhisselam) üzerine cam döşettiği havuz kastedilmektedir. Belkıs kıllı ve ayak tırnakları eşek toynağı gibi olan birisiydi. Annesi de cinlerden idi" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Onu görünce derin bir su zannetti..." âyetini açıklarken: "Onu deniz zannetti" dedi.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim Ebû Salih'ten bildirir: Süleyman'ın (aleyhisselam) yaptırdığı köşkün salonu camdan idi. Ona balık maketleri konulmuştu. Belkıs bunu görünce kendisine: "Köşke gir" denildi. Belkıs onu su zannedip ayaklarını açtı. Âyetteki "Mumerred" ifadesi ise uzun anlamındadır.

İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Belkıs'ın görünümü Süleyman'a (aleyhisselam) anlatılmış, bu sebeple de Süleyman (aleyhisselam), onun bacaklarını görmek istemişti. Ona: "Köşke gir" dedi. Belkıs salona gireceği zaman onu su zannedip ayaklarını açtı. Süleyman (aleyhisselam) onun bacaklarının çok kıllı olduğunu gördü ve gözünden düşüp onu istemedi. Bunun üzerine şeytanlar: "Biz bu kılları götürecek bir şey icat ederiz" dediler ve hamam otu yaptılar. Onunla da bu kılları giderdiler. Sonra Süleyman (aleyhisselam), Belkıs'la evlendi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Kıraliçe: "Rabbim! Şüphesiz ben kendime yazık etmişim..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Belkıs salonu su zannedip Süleyman'ın (aleyhisselam) kendisini öldüreceğini sanmıştı. Bu sebeplede: "O beni öldürmek istedi, vallahi, ben de bu suya gireceğim" dedi. Ancak onun cam olduğunu görünce Süleyman'a (aleyhisselam) zulmettiğini anladı. "...Ben kendime yazık etmişim..." âyeti da bunu ifade etmektedir. Bu, Süleyman'ın (aleyhisselam) bir hilesi idi. Cinler kendi aralarında konuşarak: "Şimdi Süleyman'ın gafletinden faydalanabiliyorsunuz.

Eğer bu kadınla evlenecek olursa cinlerin fikri ile vahiy birleşir ve öyle bir şeyden faydalanamazsınız" dediler. Sonra Süleyman'a (aleyhisselam) gelerek: "Bizim sana nasihat etmemiz haktır. Belkıs'ın ayak tırnakları eşek toynağı gibidir" dediler. İşte o zaman Süleyman (aleyhisselam) köşkün salonunu camla döşetmiş ve Belkıs oradan geçerken ayaklarını açarsa ayaklarının nasıl olduğuna bakmaları için İsrâil oğulları'ından bazı kadınlar göndermişti. Bu kadınlar baktılar ki o, insanlar arasında en güzel bacaklara sahip. Bacakları kıllıydı, ama ayakları insan ayağı gibiydi. Bunun üzerine Süleyman'ı (aleyhisselam) müjdelediler. Süleyman (aleyhisselam), bacaklarının kıllı olmasından hoşlanmamış ve cinlere hamam otu yapmalarını emretmişti. Hamam otu da ilk defa o zaman yapılmıştı.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Süleyman (aleyhisselam) bir sefere çıkacağı zaman tahtına oturur ve tahtının sağına soluna sandalyeler konulurdu. Bu sandalyelere önce insanların, sonra cinlerin, sonra da şeytanların oturmasına izin verilirdi. Sonra Süleyman (aleyhisselam) kuşa haber gönderir ve kuş onlara gölgelik yapardı. Sonra da rüzgara emreder ve kendisi tahtında diğerleri de sandalyelerinde olmak üzere rüzgar onları istediği yere götürürdü. Rüzgar onları istedikleri yönde sabah vakti bir aylık, akşam vakti de bir aylık bir mesafe götürürdü. Bu rüzgar sert bir rüzgar veya yumuşak bir rüzgar değil de ikisi arasında bir şeydi. Süleyman (aleyhisselam) her tür kuştan birini seçip kendi türünden olan diğer kuşlara başkan kılıyordu. Bir kuşa bir şey sormak istediğinde lider olarak seçmiş olduğu kuşa soruyordu.

Süleyman (aleyhisselam) bir yokluğunda iken geniş ve susuz bir çölde konakladı. İnsanlara: "Buradaki su kaç metre derinliktedir?" diye sorduğunda: "Bilmiyoruz" dediler. Şeytanlara sorduğunda, onlar da: "Bilmiyoruz" dediler. Bunun üzerine Süleyman (aleyhisselam) öfkelenerek: "Buradaki suyun kaç metre derinlikte olduğunu öğrenmeden buradan ayrılmayacağım" dedi. Şeytanlar: "Ey Allah'ın Elçisi! Öfkelenme, eğer bunu bilen varsa o da hüdhüddür" dediler. Süleyman (aleyhisselam): "O zaman bana hüdhüdü getirin" dedi. Hüdhüd bulunamayınca Süleyman (aleyhisselam) bir daha öfkelendi ve: "Bana (mazeretini gösteren) apaçık bir delil getirmedikçe kesinlikle onu ağır bir şekilde cezalandıracağım, ya da kafasını keseceğim" dedi. Çünkü hüdhüd Süleyman'ın (aleyhisselam) bu seferine katılmamıştı.

Hüdhüd, Belkıs'ın köşküne uğramış ve köşkünün arkasında bir bahçesinin olduğunu görmüştü. O, yeşilliğe doğru yöneldi ve oraya indi. Bahçede başka bir hüdhüdle karşılaştı. Süleyman'ın (aleyhisselam) hüdhüdü: "Senin Süleyman'dan (aleyhisselam) haberin yok mu, burada ne yapıyorsun?" diye sordu. Belkıs'ın hüdhüdü: "Süleyman da kimdir?" karşılığını verdi. O: "Allah, Süleyman adında birini peygamber olarak gönderip, cinleri, insanları, rüzgarı ve kuşları hizmetine verdi" dedi. Belkıs'ın hüdhüdü: "Sen neden bahsediyorsun?" deyince: "Durum işittiğin gibidir" dedi ve şöyle devam etti: "Bu şaşılacak bir şeydir. Bundan daha fazla şaşılacak şey de kavmin bu kadar çok olmasına rağmen onlara, kendisine her şeyden verilen ve büyük bir tahtı olan bir kadının hükmetmesiydi. Allah'a şükredecekleri yerde güneşe secde etmektedirler." Hüdhüd, Süleyman'ı (aleyhisselam) hatırlayınca diğer hüdhüdü bıraktı ve havalandı.

Hüdhüd askerlerin yanına vardığında diğer kuşlar onu karşılayıp: "Allah'ın Resûlü seni cezalandıracağını söyledi" diyerek durumu kendisine bildirdiler. Süleyman'ın (aleyhisselam) hüdhüdü cezalandırması, hiç uçamayacağı bir şekilde tüylerini yolup yeryüzündeki haşerelerle beraber güneşte bırakmaktı. Veya onu kesmek ve neslini kurutmaktı. Hüdhüd: "O, bir şey istisna etmedi mi?" deyince şöyle dediler: "Evet etti, o: "Bana (mazeretini gösteren) apaçık bir delil getirmedikçe kesinlikle onu ağır bir şekilde cezalandıracağım, ya da kafasını keseceğim" dedi." Hüdhüd, Süleyman'ın (aleyhisselam) yanına gidince, Süleyman (aleyhisselam): "Seni bu seferimden alıkoyan nedir?" diye sordu. Hüdhüd bir mazeret göstererek Belkıs'ı ve diğer hüdhüdün anlattıklarını bildirdi. Süleyman (aleyhisselam): "Mazeretini söyledin: "Doğru mu söylüyorsun, yoksa yalancılardan mısın, göreceğiz. Şu mektubumu götür, onu kendilerine ver..." dedi.

Süleyman (aleyhisselam): "Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. Bu Belkıs'adır. Bana karşı büyüklenmeyin ve bana Müslüman olarak gelin" diye yazdı. Hüdhüd mektubu Belkıs'a attığı zaman, Belkıs bu mektubun şerefli bir mektup olup Süleyman'dan (aleyhisselam) olduğunu anladı. Süleyman'ın (aleyhisselam) mektupta: "Bana karşı büyüklenmeyin ve bana Müslüman olarak gelin" demesinden dolayı Belkıs'ın adamları: "Biz güç sahibiyiz" dediler. Belkıs: "Krallar bir memlekete girdi mi, orayı harap ederler. Ben ona bir hediye göndereceğim" dedi. Hediye Süleyman'a (aleyhisselam) getirilince: "Bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Geri dönün" dedi. Elçiler geri döndüğünde Belkıs korkuya kapılmış ve beraberinde bin komutan ve her komutanla yüz bin kişi olmak üzere yola çıkmıştı.

Süleyman (aleyhisselam) insanlar arasında heybetli bir kişiydi. Bir iş yapacağı zaman, o iş hakkında bizzat kendisi sorup bilgi edinmeden o işe kalkışmazdı. O, bir gün tahtına oturdu ve yakın bir yerde bir toz kitlesi gördü. "Bu nedir?" diye sorduğunda: "Bu, Belkıs'tır ey Allah'ın Elçisi!" dediler. Süleyman (aleyhisselam): "O bize bu kadar yakın bir mesafeye indi öyle mi?" dedi. Süleyman (aleyhisselam) toz kitlesini gördüğü zaman Sebe' kraliçesi ile kendi arasında Küfe ve Hîre arası kadar bîr mesafe vardı. Süleyman (aleyhisselam) askerlerine doğru dönerek: "Bana teslim olmalarından önce, hanginiz o kraliçenin tahtını yanıma getirebilir?" dedi. Süleyman (aleyhisselam) toz kitlesine baktığı zaman kendisiyle Belkıs'ın tahtı arasında iki aylık bir mesafe vardı. Cinlerden bir ifrit: "...Sen yerinden kalkmadan ben onu sana getiririm..." dedi.

Kralların oturduğu gibi Süleyman'ın da (aleyhisselam) insanların işleri ile meşgul olmak üzere oturduğu bir meclisi vardı. Süleyman (aleyhisselam): "Ben bundan daha çabuk getirilmesini istiyorum" deyince: "Kitaptan bilgisi olan biri: "Ben Rabbimin kitabına bakarım ve onu: "...Gözünü kapayıp açmadan önce onu sana getiririm" dedi..." dedi. Süleyman (aleyhisselam) bu kişiye baktı. Bu kişi sözünü bitirdiğinde Süleyman (aleyhisselam) gözünü geri çevirdi ve ayaklarının dibinde kendisine basıp ta tahtına çıktığı kürsünün altından Belkıs'ın tahtının çıktığını gördü. Süleyman (aleyhisselam) tahtın yanında olduğunu görünce: "...Bu, şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan Rabbimin lütfundandır..." Zira tahtı bana göz açıp kapamadan önce getirdi. Hükmüm altında olan kişi onu getirmekte benden daha muktedirdir" dedi.

Sonra Süleyman (aleyhisselam): "...Onun tahtını bilemeyeceği bir hale getirin..." dedi. "Belkıs gelince..." onu Süleyman'ın (aleyhisselam) yanına götürdüler. Ona: "...Senin tahtın da böyle mi.." diye soruldu. Belkıs: "...Sanki odur..." karşılığını verdi ve kendi kendine: "Ben onu köşkümde etrafında askerlerim olduğu halde bıraktım. Bu nasıl buraya getirildi?" dedi. Sonra da: "Ey Süleyman! Ben sana bir şey sormak istiyorum, bana bunun cevabını ver" dedi. Süleyman (aleyhisselam): "Sor" deyince: "Ne gökyüzünden, ne de yeryüzünden olmayan bir su istiyorum" dedi. Süleyman (aleyhisselam) bilmediği bir şeyle karşılaştığı zaman onu insanlara sorardı. Onlar da bilmezse cinlere sorardı. Onlar da bilmezse şeytanlara sorardı. Şeytanlar: "Bu ne kadar kolaydır Ey Allah'ın Elçisi! Bir atın koşturulmasını emret, sonra da onun terinden kabı doldur" dediler. Bunun üzerine Süleyman (aleyhisselam), Belkıs'a: "Bu at teridir" dedi. Belkıs: "Doğru söyledin" karşılığını verdi.

Sonra: "Bana Rabbin rengini söyle" dedi. Süleyman (aleyhisselam) tahtından sıçrayarak secdeye kapandı. Bunun üzerine Belkıs yanından gitti. Kendi askerleri de dağılıp gitti. Sonra Allah'ın elçisi gelip: "Ey Süleyman! Rabbin sana: «Sana ne oluyor?» diye sormaktadır" dedi. Süleyman (aleyhisselam): "Ey Rabbim! Sen onun ne sorduğunu daha iyi bilensin" deyince, Allah'ın elçisi: "Rabbin tahtına geri gidip oturmanı, Belkıs'a, onun askerleriyle senin askerlerine haber salıp buraya getirmeni, sonra da Belkıs'a ve bütün askerlere sana ne sorduğunu sormanı emrediyor" dedi. Süleyman da (aleyhisselam) öyle yaptı.

Herkes yanına girdiği zaman, Belkıs'a: "Bana ne sordun?" dedi. Belkıs: "Ne gökyüzünden, ne de yeryüzünden olmayan bir su istiyorum" dedim" cevabını verince, Süleyman (aleyhisselam): "Ben de sana: «At teridir» dedim" karşılığını verdi. Belkıs: "Doğru söyledin" dedi. Süleyman (aleyhisselam): "Başka ne sordun?" diye sorunca, Belkıs: "Ben sana bundan başka bir şey sormadım ki" cevabını verdi. Süleyman (aleyhisselam): "Peki ben niye tahtımdan inip secdeye kapandım?" deyince: "Onu niçin yaptığını bilmiyorum" dedi. Aynı şeyleri askerlere de sorunca, onlar da aynı şeyleri söylediler. İnsanlardan ve cinlerden olan askerlerine, kuşlara ve orada hazır bulunan herkese aynı şeyleri sorunca: "Ey Allah'ın Elçisi! O sana, ne gökyüzünden, ne de yeryüzünden olmayan sudan başka bir şey sormadı" dediler.

Allah'ın elçisi ona bir daha: "Allah sana: Yerine geri dön. Ben onlara yettim" buyurdu" dedi. Süleyman (aleyhisselam), şeytanlara: "Bana, Belkıs'ın içinden geçipte yanıma geleceği bir köşk yapın" dedi. Şeytanlar birbirlerine: "Süleyman, Allah'ın Peygamberidir. Allah, onun hizmetine vereceği şeyi vermiştir. Belkıs Sebe' kraliçesidir. Süleyman onunla evlenir ve Belkıs ona bir çocuk doğurur. O zaman ona kölelikten asla kurtulamayız" dedi. Belkıs bacakları kıllı birisiydi. Şeytanlar: "Ona öyle bir köşk yapın ki onun bu özrünü görsün ve onunla evlenmesin" dediler. Bunun üzerine ona camdan bir köşk yaptılar. Salonu da kat kat camdan yaptılar ki, sanki su havuzu gibiydi. Her katın arasına denizde yaşayan balık ve başka şeylerin maketi konuldu. Sonra onu bir daha camla kapattılar. Süleyman'a (aleyhisselam), "Köşke gir" denildi. Sandalye salonun kenarına konulmuştu. Süleyman (aleyhisselam) salona girip sandalyenin yanına giderek üzerine çıktı ve: "Belkıs'ı yanıma gönderin" dedi.

Bunun üzerine Belkıs'a: "...Köşke gir..." denildi. O içeri girmek için gittiği zaman balıkları ve diğer hayvanları gördü. "...Onu derin bir su zannetti ve eteğini çekti..." Ayaklarının kılları bacakları üzerine yatmıştı. Bunu gören Süleyman (aleyhisselam) başka bir tarafa bakarak: "...Bu, camdan yapılmış, şeffaf bir zemindir..." dedi. Bunun üzerine Belkıs eteğini bırakarak: "...Şüphesiz ben kendime yazık etmişim. Süleyman'la beraber, Alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum" dedi. Süleyman (aleyhisselam) insanları çağırıp: "Bu ne kötü bir şeydir! Bunu ne giderir?" diye sordu. Onlar da: "Ey Allah'ın Elçisi! Onu ustura giderir" dediler. Süleyman (aleyhisselam): "Ustura kadının bacağını keser" dedi. Sonra şeytanları çağırdı ve insanlara demiş olduğu şeyleri söyledi. Şeytanlar etrafında toplandılar ve hamam otu yaptılar. O, hamam otunun görüldüğü ilk gündü. Sonra Süleyman (aleyhisselam) onunla evlendi, İbn Ebî Hâtim'e göre Ebû Bekr b. Ebî Şeybe: "Bu, hasen hadistir" dedi.

Firyabî, Saîd b. Mansûr, Musannef’te İbn Ebî Şeybe İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. Şeddâd'dan bildirir: Süleyman (aleyhisselam) bir yere gitmek istediği zaman kürsüsünü koyar ve yanına insanlardan ve cinlerden istediğini alıp rüzgara kendilerini taşıması için emrederdi. Sonra kuşa emreder ve kuş onlara gölgelik yapardı. Bir gün seyir halinde iken yanındakiler susayınca: "Suyun kaç metre derinlikte olduğunu biliyor musunuz?" dedi. Onlar: "Bilmiyoruz" deyince hüdhüdü aradı ve bulamadı. Konakladığı yerde ondan başka kuş ta yoktu. Bunun üzerine: "...Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı. Kesinlikle onu ağır bir şekilde cezalandıracağım..." dedi. Süleyman'ın (aleyhisselam) kuşları cezalandırması, onun tüylerini yolup güneşe bırakmasıydı. Bu sebeple: "Bana (mazeretini gösteren) apaçık bir delil getirmedikçe kesinlikle onu ağır bir şekilde cezalandıracağım, ya da kafasını keseceğim" dedi. Hüdhüd geldiği zaman kuşlar onu karşılayıp: "Süleyman seni cezalandıracağını söyledi" dediler. Hüdhüd: "O, bir şey istisna etmedi mi?" deyince: "Evet etti, o: «Bana mazeretini gösteren apaçık bir delil getirmezse onu cezalandıracağım» dedi" diye haber verdiler. Hüdhüd, Süleyman'ın (aleyhisselam) yanına Sebe' kraliçesinden bir haberle gelmişti. Süleyman (aleyhisselam): "...Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. Bana karşı büyüklenmeyin ve bana Müslüman olarak gelin" diye mektup yazdı ve hüdhüdle onu Belkıs'a gönderdi. Belkıs ordusunun toplamış ve yola çıkmıştı. Süleyman (aleyhisselam) ile Belkıs arasında bir fersaha yakın bir mesafe kalmıştı ki, Süleyman (aleyhisselam): "...Hanginiz o kraliçenin tahtını yanıma getirebilir?" diye sordu. Cinlerden bir ifrit: "Sen yerinden kalkmadan ben onu sana getiririm..." dedi. Süleyman (aleyhisselam): "Ben daha hızlı bir şekilde getirilmesini istiyorum" dedi. Bunun üzerine kitaptan bilgisi olan biri: "Ben onu, gözünü kapayıp açmadan önce sana getiririm" dedi..."

Sonra taht yeraltından bir tünelden çıkarılarak getirildi. Süleyman (aleyhisselam): "Onun tahtını tanıyamayacağı bir hale getirin" dedi. Belkıs gelince kendisine: "...Senin tahtın da böyle mi..." diye soruldu. Belkıs bu kadar zamanda tahtının getirilemeyeceğini düşündü, ama tahtı görünce: "...Sanki odur..."karşılığını verdi. Kendisine: "...Köşke gir..." denildi. O, salonu görünce "...Onu derin bir su zannetti ve eteğini çekti..." Süleyman (aleyhisselam) onun bacaklarının kıllı olduğunu görünce: "Bunu ne giderir?" diye sordu. Cinlerden bir kişi: "Ben bunu gideririm" dedi ve hamam otu yaptı. Hamam otu ilk olarak o zaman yapılmıştı. Hadiste adı geçen kadın Belkıs'tı.

İbn Asâkir, İkrime'den bildirir: Süleyman (aleyhisselam), Belkıs'la evlenince, Belkıs: "Şu ana kadar kılları gidermek için asla demir (kesici bir şey) kullanmadım" dedi.' Süleyman (aleyhisselam): "Bakın bakalım, bu kılları demirden başka ne giderir?" dedi. Bunun üzerine ona hamam otu yaptılar. Hamam otunu ilk çıkaran kişi Süleyman'ın (aleyhisselam) şeytanlarından biridir.

Târih'te Buhârî ve Ukaylî'nin Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kendisi için hamamlar yapılan ilk kişi Süleyman'dır" buyurmuştur.

Taberânî, el-Kâmil'de İbn Adiy ve Şuab'da Beyhakî'nin Ebû Mûsa el- Eş'arî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hamama giren ilk kişi Süleyman'dır. O hamamın sıcaklığını hissedince: «Eyvah, Allah'ın azabından» dedi" buyurmuştur.

Ebû Nuaym Hilye'de Mücâhid'den bildirir: Sebe kraliçesi Süleyman'ın (aleyhisselam) yanına varınca kuru odun gördü ve Süleyman'ın (aleyhisselam) kölesine: "Efendin bu odunun dumanının ağırlığını bilir mi?" diye sordu. Bunun üzerine köle: "Bunu ben bilirim, efendim nasıl bilmesin ki?" karşılığını verdi. Kraliçe: "Peki, bu odundan ne kadar duman çıkar?" diye sorunca, köle: "Önce odun tartılır, sonra da yakılır. Sonra geriye kalan kül tartılır. Kül ile odunun arasındaki ağırlık farkı dumanın ağırlığıdır" cevabını verdi.

Beyhakî Zühd'de Evzaî'den bildirir: Tedmür kalelerinden biri fethedilince, çok güzel, kara gözlü, düzgün vücutlu olan, elbiseleri kitap sayfaları gibi kat kat olan bir kadını esir aldılar. Kadının üzerinde seksen arşın uzunluğunda bir sarık vardı. Atkının bir ucuna altın harflerle şöyle yazılıydı: "Rahman ve rahim olan Allah'ın ismiyle. Ben Sebe' kraliçesi ve Süleyman'ın (aleyhisselam) eşi Belkıs'ım. Ben kafir olarak ta, mümin olarak ta daha önce ye daha sonra kimsenin hükmetmediği bir şekilde dünyaya hükmettim. Ey dünya nimetleri peşinde koşanlar! (Dünyadan) Sakının!"

İbn Asâkir, Seleme b. Abdillah b. Rab'iden bildirir: Belkıs müslüman olduğu zaman Süleyman (aleyhisselam) onunla evlendi ve Şam topraklarında olan Ba'l bek'i ona mehir olarak verdi.

45

Bkz. Ayet:51

46

Bkz. Ayet:51

47

Bkz. Ayet:51

48

Bkz. Ayet:51

49

Bkz. Ayet:51

50

Bkz. Ayet:51

51

"Andolsun ki, «Allah'a kulluk edin!» (demesi için) Semûd kavmine kardeşleri Salih'i gönderdik. Hemen birbiriyle çekişen iki zümre oluverdiler. Sâlih dedi ki: «Ey kavmim! İyilik dururken niçin kötülüğe koşuyorsunuz?. Allah'tan mağfiret dileseniz olmaz mı? Belki size merhamet edilir.» şöyle dediler: «Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık.» Sâlih: «Size çöken uğursuzluk (sebebi), Allah katında (yazılı)dır. Hayır, siz imtihana çekilen bir kavimsiniz» dedi. O şehirde dokuz kişi (elebaşı) vardı ki, bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar, iyilik tarafına hiç yanaşmıyorlardı. Allah'a and içerek birbirlerine şöyle dediler: «Gece ona ve ailesine baskın yapalım (hepsini öldürelim); sonra da velisine: "Biz (Sâlih) ailesinin yok edilişi sırasında orada değildik, inanın ki doğru söylüyoruz" diyelim.» Onlar böyle bir tuzak kurdular. Biz de kendileri farkında olmadan, onların planlarını altüst ettik. Bak işte, tuzaklarının âkıbeti nice oldu: Onları da, (kendilerine uyan) kavimlerini de (nasıl) toptan helâk ettik!"

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Hemen birbiriyle çekişen iki gruba ayrıldılar" âyetini şöyle açıkladı: "Burada müminler ve kafirler kastedilmektedir. Müminler: "Salih Peygamber Rabbi tarafından elçi olarak gönderilmiştir" derken, kafirler: "O, elçi değildir, diyordu; "...İyilikten önce niçin kötülüğe koşuyorsunuz..." âyeti hakkında ise: "İyilik ifadesiyle rahmet, kötülük ifadesiyle azap kastedilmektedir" dedi. (.....) âyetini açıklarken: "Bize uğursuzluk getirdiniz, mânâsındadır" dedi. "Şehirde dokuz kişilik bir çete vardı... Aralarında Allah adına and içerek şöyle dediler..." âyetleri hakkında ise şöyle dedi: "Bunlar Salih Peygamberin kavmindendir. Bu kişiler, Salih Peygamberi öldürmek için yemin ettiler, ama ona yetişemediler. Ancak kavimleriyle beraber kendileri de helak oldular."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Hemen birbiriyle çekişen iki gruba ayrıldılar" âyetini açıklarken: "Kavmin bir kısmı Salih Peygamberin hak olduğunu tasdik edip yanında olurken bir kısmı onun hak olduğunu tekzib ederek onu terk etmişti" dedi. "Onlar: «Sen ve beraberindekiler yüzünden uğursuzluğa uğradık» dediler. Salih, «Sizin uğursuzluğunuzun sebebi Allah katındadır. Aslında siz imtihan edilmekte olan bir kavimsiniz» dedi" âyeti hakkında ise şöyle dedi: Ona inanmayanlar: "Bizim başımıza gelen her kötü şey sen ve beraberindeliker yüzündendir" dediler. Bunun üzerine Salih Peygamber: "Sizin işlediğiniz ameller Allah katında yazılıdır. Siz Allah'a karşı itaat ve masiyette imtihan edilmektesiniz" karşılığını verdi. "Şehirde dokuz kişilik bir çete vardı... Aralarında Allah adına and içerek şöyle dediler: "Mutlaka onu ve ailesini geceleyin öldüreceğiz... Onlar bir tuzak kurdular. Farkında değillerken Allah da bir tuzak kurdu. Bak, onların tuzaklarının sonucu nasıl oldu..." âyetleri hakkında ise şöyle dedi: "Dokuz kişilik çete Salih Peygamberin kavmindendir. Bu kişiler Salih Peygamberi öldürmek için gece vakti onu kaçırmak ve kendisiyle beraber askerlerini öldürmek üzere anlaştılar. Bize bildirildiğine göre onlar, Salih Peygamberi öldürmek için acele ederlerken, Allah onların üzerlerine bir kaya gönderdi ve onları yerlebir etti. Onların tuzağı Salih peygamberi öldürmek için yaptıkları plandı. Allah'ın tuzağı da üzerlerine kayayı düşürüp onları yerlebir etmesiydi. Vallahi onların sonu çok kötü olmuştu. Allah bütün kavimlerini helak ederek Cehenneme gönderdi."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Tâirikutn ifadesi musibetleriniz mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Şehirde dokuz kişilik bir çete vardı..." âyetini açıklarken: "Bu kişilerin ismi Ru'mâ, Ruaym, Hurmî, Hureym, Dâb, Savâb, Riâb, Mistah ve deveyi boğazlayacağı zaman onu yere yatırmak için ayağını kesen Kudâr b. Sâlif'tir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Şehirde dokuz kişilik bir çete vardı..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bunlar deveyi boğazlayacakları zaman onu yere yatırmak için ayağını kesen kişilerdir. Onlar deveyi boğazladıkları zaman: "Salih'e ve ailesine gece vakti baskın yapıp onları öldüreceğiz. Sonra onun dostlarına: «Bunlar öldürüldüğü zaman biz burada değildik ve bu konuda bir bilgimiz yoktur» diyeceğiz" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah onların hepsini helak etti.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atâ b. Ebî Rebâh: "Şehirde dokuz kişilik bir çete vardı. Bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar ve ıslaha çalışmıyorlardı" âyetini açıklarken: "Bunlar dirhemlerin kenarlarını keserek eksilten kişilerdir" dedi.

52

İşte küfürleri yüzünden çökmüş, harabeye dönmüş evleri! Muhakkak ki bunda, kudretimizi bilen bir kavim için ibret alacak bir alâmet var.

53

Hâlbuki îman edip de küfürden sakınanları kurtardık.

54

Lût’a da peygamberlik verdik. Kavmine şöyle demişti: “ Gözünüz göre göre (bilerek) hâlâ o kötülüğü yapacak mısınız?

55

Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle mutlaka erkeklere mi gideceksiniz? Doğrusu siz, ne yaptığınızı bilmez bir kavimsiniz.

56

Buna karşı, kavminin cevabı ancak şu olmuştur: “ Lût âilesini memleketinizden çıkarın. Çünkü onlar (bizim yaptığımız işten son derece sakınıp) temizliğe gayret eden insanlardır.”

57

Bunun üzerine biz de Lût’u ve âilesini kurtardık; ancak karısını geride kalanlardan (helâke uğrayanlardan) takdir ettik.

58

Onların üzerine öyle (taştan ibaret) bir yağmur yağdırdık ki!... O korkutulup da îman etmiyenlerin yağmuru ne kötüdür!...

59

"«Hamd Allah'a mahsustur, seçtiği kullarına selam olsun. Allah mı daha iyidir, yoksa ona koştukları ortaklar mı?» de."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Bezzâr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Seçtiği kullarına selam olsun..."âyetini açıklarken: "Burada Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı kastedilmektedir. Allah, onları Peygamberi için seçmiştir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süfyân es-Sevrî: "...Seçtiği kullarına selam olsun..." âyetini açıklarken: "Bu âyet, özel olarak Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı hakkında inmiştir" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...Allah mı daha iyidir, yoksa ona koştukları ortaklar mı?" âyetini okuduğu zaman: "Allah daha hayırlı ve kalıcıdır, daha büyük ve daha yücedir" derdi.

60

Bkz. Ayet:61

61

"Yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indirip onunla, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği, güzel güzel bahçeler meydana getiren mi? Allah'ın yanında başka bir ilah mı var? Hayır; onlar taptıklarını Allah'a eşit tutan bir millettir. Yoksa yeri, yaratıklarının oturmasına elverişli kılan ve aralarında ırmaklar meydana getiren, yeryüzüne sabit dağlar yerleştiren, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah'ın yanında başka bir tanrı mı? Hayır; çoğu bilmezler."

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: "Bana: (.....) âyetini açıkla" deyince, İbn Abbâs: "Hedâik ifadesi bahçe mânâsındadır" dedi. Nâfi' b. el-Ezrak: "Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Evet bilirler, şâirin:

"Öyle şehirler vardır ki, Allah onları suladı

Ovalarında yeşillik, süt ve bahçeler vardı" dediğini İşitmedin mi?" karşılığını verdi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Güzel güzel bahçeler..." âyetini açıklarken: "Burada güzel görünümlü hurma ağaçları kastedilmektedir" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: "...Güzel güzel bahçeler..." âyetini açıklarken: "Burada etrafı çevrili güzel bahçeler kastedilmektedir" dedi.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Güzel güzel bahçeler..." âyetini açıklarken: "Burada insanların ve hayvanların yediği yeni çiçek açmış bitkiler kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Allah'ın yanında başka bir ilah mı var..." âyetini açıklarken: "Burada Allah'dan başka bir ilahın olmadığı kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "...Onlar taptıklarını Allah'a eşit tutan bir millettir" âyetini açıklarken: "Eşit tutan ifadesiyle şirk koşmak kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Onlar, taptıklarını Allah'a eşit tutan bir millettir" âyetini açıklarken: "Onlar, taptıkları ilahları, Allah'a eşit tuttular. Oysa Allah'a eşit ve benzer bir şey yoktur. Allah ne eş, ne de çocuk edinmiştir" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...Yeryüzüne sabit dağlar yerleştiren, iki deniz arasına engel koyan mı..." âyetini açıklarken: "Allah'ın iki deniz arasına perde koymasından kasıt, iki deniz suyunun birbirine karışmamasıdır" dedi.

62

"Yoksa darda kalana kendisine yakardığı zaman karşılık veren, başındaki sıkıntıyı gideren ve sızı yeryüzünün sahipleri kılan mı? Allah'ın yanında başka bir tanrımı? Pek kıt düşünüyorsunuz."

Ahmed, Ebû Dâvud ve Taberânî, Belhuceym'den bir kişiden bildirir: " Resûlallah! İnsanları neye davet ediyorsun?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ben insanları sadece Allah'a davet ediyorum. O öyle Allah ki, senin bir sıkıntın olduğu zaman ve o sıkıntının giderilmesi için ona dua ettiğinde o, sıkıntım giderir. O öyle Allah ki, sen, çölde bulunup bir şey kaybettiğinde ve onu bulmak için kendisine yalvardığında onu sana buldurur. O öyle Allah ki, kıtlık olduğunda kıtlığın giderilmesi için dua ettiğinde senin için yağmur yağdırır."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: (.....) âyetini açıklarken: "Başındaki sıkıntıyı gideren mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Suheym b. Nevfel'den bildirir: Biz Abdullah (b. Mes'ûd)'un yanında iken bir cariye gelip efendisine: "Filan kişi tayına göz değmiş ve tay avluda boşlukta döner gibi dönerken seni burada tutan nedir? Kalk ta efsun yapan birini bul" dedi. Bunun üzerine Abdullah, bu kişiye: "Efsun yapan birini arama! Sağ burun deliğine dört, sol burun deliğine de üç defa üfle. Sonra: «Zararı yok et, sıkıntıyı gider ey insanların Rabbi, şifa lutfeyle. Zira şifa veren sensin. Zararı ortadan kaldıracak ancak sensin, senden başka da şifa veren yoktur» de" dedi. Adam gitti ve bir zaman sonra geri dönüp: "Bana söylediğin gibi yaptım. Hayvan pisledi, işedi, yemeğini yedi ve öyle geldim" dedi.

Taberânî'nin Sa'd b. Cünâde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cematten ayrılan kişi yüzüstü Cehenneme düşer. Yüce Allah: «Yoksa darda kalana kendisine yakardığı zaman karşılık veren, başındaki sıkıntıyı gideren ve sizi yeryüzünün sahipleri kılan mı...» buyurmaktadır. Bu halde hilafet Allah'dandır. Eğer kişi hayırlı ameller işlerse Allah onu hayırlı amelleriyle mükâfatlandırır. Eğer kötü ameller işlerse Allah onu kötü amelleriyle cezalandırır. Bu. halde sana düşen Allah'ın emrettiği şeylere itaat etmektir:"

Beğavî Mu'cem'de İyâd b. Lakît'ten bildirir: Ca'de b. Hubeyre beraber oturduğu kişilere şöyle dedi: "Ben sizin bilmediğiniz şeyler öğrendim ve sizin yetişmediğiniz şeylere yetiştim. Bundan -Muâviye'den- sonra kıyamet gününe kadar kendi adamlarından olmayan ve dengi de olmayan halifeler gelecektir. Bunların içinde daha küçük ve kesik kişiler bulunmayacaktır. Gelecek olan bu halife Allah'ın göndermiş olduğu bir halifedir. Onu siz seçmezsiniz, onu size Allah gönderir. Bilin ki çobanın sürüde, sürünün de çobanda hakkı vardır. Onlara haklarını ödeyin. Eğer size zulmederlerse onları Allah'a havale edin. Zira sizler ve onlar kıyamet gününde davaşalacaksınız. Dava edecek kişi dava edeceği kişiye dünyada iken hakkını ödeyendir." Sonra: (=Kendilerine peygamber gönderilenlere mutlaka soracağız. Peygamberlere de elbette soracağız... O gün amellerin tartılması da haktır. Kimlerin sevabı ağır basarsa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir) âyetlerini bu şekilde okudu.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Sizi yeryüzünün sahipleri kılan.." âyetini açıklarken: "Bir nesilden sonra başka bir nesli yeryüzünün sahibi yapan mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Sizi yeryüzünün sahipleri kılan..." âyetini: "Sizi, daha önce gelen ümmetlerden sonra gönderen" şeklinde açıkladı.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Karanın ve denizin karanlıklarında size yol bulduran..." âyetini: "Size, karadaki yollarda doğru yolu gösteren, denizde de yolu bulmanızı ve dalgalar arasında gidebilmenizi sağlayandır" şeklinde açıkladı.

63

Yoksa, (yola çıktığınız zaman) karaların ve denizlerin karanlıklarında size yol gösteren ve selâmete çıkaran, yağmurunun önünde rüzgârları müjdeci gönderen mi? Allah ile beraber bir ilâh mı var? Allah, onların (putperestlerin) ortak koştukları şeylerden çok yücedir, münezzehtir.

64

Yoksa, halkı yaratıp duran, (öldükten) sonra onu iade edecek (diriltecek) olan, size gökten (yağmurla) ve yerden (nebatla) rızık veren mi (hayırlı, yahut ortak koştukları putlar mı)? Allah ile beraber bir ilâh mı var? De ki: “ (Ey Müşrikler) eğer Allah’la beraber bir takım ilâhlar vardır.” sözünüzde doğru iseniz, delilinizi getirin bakalım!

65

"De kî: «Göklerde ve yerde gaybı Allah'dan başka bilen yoktur.» Ne zaman dîriltileceklerinî de bilmezler"

Tayâlisî, Saîd b. Mansûr, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Mesrûk'tan bildirir: Hazret-i Âişe'nin yanında yaslanmış bir şekilde oturmuşken bana: Üç şey vardır ki, bunlardan birini söyleyen kişi Allah'a en büyük iftirayı etmiş olur" dedi. Ona: "Bunlar nedir?" diye sorduğumda: "Kim, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbini gördü derse, Allah'a karşı en büyük iftirayı etmiş olur" karşılığını verdi. Yaslanarak oturmuştum ki, oturuşumu düzeltip: "Ey müminlerin annesi! Bekle acele etme. Allah: "Andolsun ki o, onu apaçık bir ufukta görmüştür" buyurmuyor mu? Allah: "Andolsun ki onu, inerken bir kere daha gördü" buyurmuyor mu?"dedim. Bunun üzerine Hazret-i Âişe şöyle dedi: "Vallahi, bu konuyu ümmetin içinde Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) soran İlk kişi benim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Gördüğüm

Cibril'dir. Ben Cibrîl'li yaratıldığı şekilde sadece iki defa gördüm. Onu semadan inerken gördüm. O, o kadar büyüktü ki vücudu yerle gök arasını doldurmuştu" buyurdu. Sen, Allah'ın: "Gözler O'nu göremez, O bütün gözleri görür. O Latiftir, haberdardır" buyurduğunu işitmedin mi? Yine Allah'ın: "Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla yahut perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz O yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir" buyurduğunu işitmedin mi? İkinci şey, kim, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah'ın Kitâbı'ndan bir şey gizlediğini söylerse Allah'a en büyük iftirayı etmiş olur. Zira Yüce Allah: "Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur..."buyurmaktadır. Üçüncü şey ise, kim insanlara yarında ne olacağını (geleceği bildiğini) söylerse yine Allah'a en büyük iftirayı etmiş olur. Çünkü Yüce Allah: "...Göklerde ve yerde gaybı Allah'dan başka bilen yoktur..."buyurmaktadır."

66

Bkz. Ayet:75

67

Bkz. Ayet:75

68

Bkz. Ayet:75

69

Bkz. Ayet:75

70

Bkz. Ayet:75

71

Bkz. Ayet:75

72

Bkz. Ayet:75

73

Bkz. Ayet:75

74

Bkz. Ayet:75

75

"Hayır; onların ahîret hakkındaki bilgileri yetersiz kalmıştır. Dahası, bu hususta şüphe içindedirler. Bunun da ötesinde, onlar ahiretten yana kördürler. İnkarcılar dediler ki: «Sahi, biz ve atalarımız, toprak olduktan sonra, gerçekten (diriltilip) çıkarılacak mıyız? Andolsun ki, bu tehdit bize yapıldığı gibi, daha önce atalarımıza da yapılmıştır. Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.» De ki: «Yeryüzünde gezin de, günahkârların akıbeti nice oldu, görün!» (Resûlüm!) Onların yüzünden tasalanma, kurmakta oldukları tuzaklardan ötürü sıkıntı duyma. Onlar: «Eğer doğru sözlü iseniz (söyleyin bakalım) bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?» derler. De ki: «Çabucak gelmesini istediğiniz şeyin (azabın) bir kısmı herhalde yakında başınıza gelecektir. Şüphesiz Rabbin, insanlara karşı lütuf sahibidir; fakat insanların çoğu şükretmezler. Rabbin elbette onların kalplerinin gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. Gökte ve yerde göze görünmeyen hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz da) bulunmasın"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Bu zaman, ilmin kendilerine fayda vermeyeceği zamandır" dedi.

Fedâil'de Ebû Ubeyd, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) Şeklinde okudu ve: "Ahiret ilimleri onlara ulaşmayacaktır, mânâsındadır" dedi. Ebû Ubeyd: "Yani İbn Abbâs bu âyeti istifhâm olarak okudu" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Ahiret ilimleri yok olacaktır" dedi.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Onların ahiret hakkındaki bilgileri yetersiz kalmıştır..." âyetini açıklarken: "Ahiret bilgileri kendilerine yetiştimi? "...Yoksa onlar azgın bir topluluk mudur." Onlar azgın bir topluluktur" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) yetiştiler mânâsında (lem) harfini esre ile okumuştur.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Ahirete dair bilgileri yeterli midir... Hayır; ona karşı kördürler" âyetini açıklarken: "Onların ahiret hakkındaki bilgileri cehalet ve sapıklık sebebiyle onlar ahirete karşı kör kalmaya devâm ettiler" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti: (.....) şeklinde okudu ve: "Dünyada iken ahireti gördükleri zaman bütün ilimleri yok oldu" dedi. "...O günahkârların âkıbeti nasıl olmuş bakın!" âyeti hakkında ise: "Allah'ın, Nuh'un (aleyhisselam) kavmini, Lût'un (aleyhisselam) kavmini, Salih'in (aleyhisselam) kavmini ve diğer ümmetleri nasıl azaplandırdığına bir bakın, mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "(İstediğiniz şeyin bir kısmı) size (çok) yaklaşmıştır, mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "(İstediğiniz şeyin bir kısmı) size yaklaşmıştır, mânâsındadır" dedi.

Firyabî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "(İstediğiniz şeyin bir kısmı) size acele olarak yaklaşmıştır, mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: âyetini açıklarken: "(İstediğiniz şeyin bir kısmı) size yaklaşmıştır, mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...İstediğiniz şeyin bir kısmı size çok yaklaşmıştır" âyetini açıklarken: "Burada azap kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn. Abbâs: "Şüphesiz Rabbin onların gönüllerinin gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir" âyetini açıklarken: "Allah, onların gecede gündüzde yaptıklarını bilendir" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Gönüllerinin gizlediklerini... bilir" âyetini açıklarken: "Sırlarını bilir, mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta olmasın" âyetini açıklarken: "Allah, gökte ve yerde gizli ve açık her ne varsa mutlaka onu bilir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta olmasın" âyetini açıklarken: "Gökte ve yerde söylenen bir şey ve yapılan bir iş yoktur ki, daha Allah, gökleri ve yeri yaratmadan önce Levh-i Mahfûz'da yazılı olmasın" dedi.

76

"Doğrusu bu Kur'ân, İsrailoğullarına, ayrılığa düştükten şeyin çoğunu anlatmaktadır."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Doğrusu bu Kur'ân, İsrailoğullarına, ayrılığa düştükleri şeyin çoğunu anlatmaktadır" âyetini açıklarken: "Kur'ân, Yahudilere ve Hıristiyanlara hakkında ihtilafa düştükleri şeyleri açıklamıştır" dedi.

Tirmizî ve İbn Merdûye, Hazret-i Ali'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ümmetin senden sonra fitneye düşecek, ondan kurtuluş nedir?" diye sorulunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Bu kitaba batıl, ne önden ve ne arkadan yaklaşabilir. O, övülmüş hikmet sahibi tarafından nâzil olmuştur. Her kim ilmi Kur'an'dan başka bir yerde ararsa, Allah onu sapıklığa düşürür. Kim de bu idareyi ele alır ve onunla hükmederse Allah onu masum kılar. O, hikmet sahibinin zikri, açık nur ve Sırât-ı müstakim'dir. Onda sizden öncekilerin ve sizden sonrakilerin haberleri vardır. O hak ile batılın arasını ayıran kesin bir sözdür, eğlence (için söylenmiş bir söz) değildir."

77

Şüphe yok ki Kur’ân, doğruyu gösteren gerçek bir hidâyetdir ve mü'minler için bir rahmettir.

78

Elbette senin Rabbin, (dinde ihtilâf eden kimselerin) aralarında hükmünü verecektir. Allah Azîz’dir= hükmünde gâlibdir, Alîm’dir= bütün hallerini bilir.

79

O hâlde (Ey Resûlüm), Allah’a tevekkül et; çünkü sen apaçık bir hak üzerindesin.

80

"Şüphesiz sen ölülere duyuramazsın. Arkalarına dönüp kaçarlarken sağırlara da çağrıyı duyuramazsın."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Şüphesiz sen ölülere duyuramazsın. Arkalarına dönüp kaçarlarken sağırlara da çağrıyı duyuramazsın" âyetini açıklarken şöyle eledi: "Bu, hakkı işitmeyen ve ikna olmayan kafirler için Allah'ın vermiş olduğu bir misaldir. Sağır kişi arkasını dönüp gittiğinde onu çağırırsan seni işitmez. Kafir kişi de kendisine söylenen hakkı işitmez ve ikna olmaz."

81

Sen, o körleri sapıklıklarından hidâyete erdirici de değilsin. Sen ancak âyetlerimize îman edeceklere dâvetini duyurursun da onlar müslüman olurlar.

82

"Kendilerine söylenmiş olan başlarına geldiği zaman, yerden bir Dabbe çıkarırız ki o, onlara, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını söyler"

Zühd'de İbnu'l-Mübârek, Abdurrezzâk, Firyabî, İbn Ebî Şeybe, el-Fiten'de Nuaym b. Hammâd Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünyâ el-Emru bi'l-Ma'rûfta İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer: "Kendilerine söylenmiş olan başlarına geldiği zaman, yerden bir Dabbe çıkarırız ki o, onlara, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını söyler" âyetini açıklarken: "Bu, iyiliği emredip kötülükten yasaklamadıkları zamandadır" dedi.

İbn Merdûye'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kendilerine söylenmiş olan başlarına geldiği zaman, yerden bir Dabbe çıkarırız ki o, onlara, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını söyler" âyetini açıklarken: "Bu, iyiliği emredip kötülükten yasaklamadıkları zamandadır" buyurdu.

İbn Merdûye, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

"Kendilerine söylenmiş olan başlarına geldiği zaman, yerden bir Dabbe çıkarırız ki o, onlara, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını söyler" âyetinin açıklaması sorulunca: "Bu, iyiliği emredip kötülükten nehyetmeyi terkettikleri zamandadır. İşte o zaman gazap onlara vacip olur" buyurdu.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Kendilerine söylenmiş olan başlarına geldiği zaman..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Burada kendilerine söylenmiş olan şeyin başlarına gelmesi vacip olduğu zaman kastedilmektedir. (.....) âyeti bazı kıraatlarda: (.....) şeklindedir."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Hafsa binti Şîrîn'den bildirir: Ebu'l-Âliye'ye: "Kendilerine söylenmiş olan başlarına geldiği zaman, yerden bir Dabbe çıkarırız ki o, onlara, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını söyler" âyetinin Açıklamasını sorup, başlarına gelecek şey nedir?" dediğimde: "Allah, Nûh'a (aleyhisselam) daha önce iman edenler dışında kimse iman etmeyecektir diye vahyetmişti" dedi. Ebu'l-Âliye bunu söyleyince sanki gözümde bir perde vardı da kalkmış gibi oldu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: Kâbe (göğe) yükseltilip insanlar da yerini unutmadan önce çokça tavaf edin. Kur'ân ref edilmeden önce de onu çokça okuyun" deyince, kendisine: "Peki insanların ezberinde olan nasıl ref edilecektir?" denildi. Bunun üzerine İbn Mes'ûd: "Onlara öyle bir gece gelir ki, yerlerinden sıçrayarak sabahlarlar ve: "Lâ ilâhe illallah" demeyi bile unuturlar. Sonra cahiliyenin dediklerine uyar ve onların şiirleri ardına düşerler. İşte o zaman, kendilerine söylenmiş olan şeyin başlarına geleceği zamandır" karşılığını verdi.

Firyabî ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Kendilerine söylenmiş olan başlarına geldiği zaman..." âyetini açıklarken: "Burada kendilerine söylenmiş olan şeyin başlarına gelmesi hak olduğu zaman kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Yerden bir Dabbe..." âyetini açıklarken: "Yerden çıkarılan Dabbe onlarla konuşur" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açılarken şöyle dedi: "Onları konuşturması: "...İnsanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını..." söyleyerek onlara haber vermesidir."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Dâvud Nufey' el- A'mâ'dan bildirir: İbn Abbâs'a: "Kendilerine söylenmiş olan başlarına geldiği zaman, yerden bir Dabbe çıkarırız ki o, onlara, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını söyler" âyetinin açıklamasını sorduğumda: "Vallahi onları konuşturacaktır. Mümin ile konuşması normal bir konuşma olurken, kafiri konuşturması onu yaralama şeklinde olacaktır" cevabını verdi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) şeklinde şeddeli bir şekilde okumuştur. (.....) ifadesini de (elif) harfini nasb ederek okumuştur.

Nuaym b. Hammâd ve İbn Merdûye'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın: «Kendilerine söylenmiş olan başlarına geldiği zaman, yerden bir Dabbe çıkarırız ki o, onlara, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını söyler» vâdini gerçekleştiği zaman, bu normal bir haber verme veya konuşma şeklinde olmayacaktır. Bu, Allah'ın emrettiği kişilere Dabbe'nin işaret koymasıdır. Dabbe Mina gecesi

Safa dan çıkacaktır. İnsanlar onun başı ile kuyruğu arasında olacaktır. Onunla mücadele eden hiç kimse başarılı olamayacak ve kimse oradan ayrılamayacaktır. Dabbe, Allah'ın emrettiği kişileri işaretleme işini bitirdiği zaman helak olan helak olacak ve kurtulan kurtulacaktır. O adımını ilk olarak Antakya'ya atacaktır."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Abdullah b. Amr: "Dabbe, üzerinde deve tüyü ile kuş tüyü olan bir yaratıktır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Dabbe, üzerinde deve tüyü ile kuş tüyü olan bir yaratıktır. Onun üzerinde her türlü renk mevcuttur. Onun dört ayağı vardır ve o, hacda Akabe'de ortaya çıkacaktır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Şa'bî: "Dabbe, tüyleri olan ve gökyüzüne çıkmak isteyen bir yaratıktır" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Musa (aleyhisselam), Rabbinden, kendisine Dabbe'yi göstermesini istemişti. Bunun üzerine Dabbe üç gün üç gece gökyüzünde çıkmış ve onun iki tarafını hiç görmemişti. Musa (aleyhisselam) korkunç bir manzara görünce: "Ey Rabbim! Onu geri çevir!" dedi. Rabbi de onu geri çevirdi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Abdullah b. Amr b. el-Âs: "Aile efradı yemek için bir kabın etrafında toplanıp, kimin mümin kimin de kafir olduğu belli olmadan kıyamet kopmayacaktır" dedi. Kendisine: "Bu nasıl olacaktır?" denilince şöyle cavap verdi: "İnsanları tutan bir Dabbe çıkıp herkesin alnına işaret olarak bir nokta koyacaktır. Mümin kişilerin işareti beyaz bir noktadır. O nokta müminin yüzünde dağılacak ve bütün yüzü bembeyaz olacaktır. Kafirin işareti ise siyah bir noktadır. Onun da alnındaki nokta dağılacak ve bütün yüzü siyah olacaktır. Hatta onlar çarşılarında alışveriş ederken: "Ey mümin kişi! Bunu kaça satıyorsun? Ey kafir kişi bunu kaça satıyorsun?" diyecekler ve birbirlerine cevap vermeyeceklerdir."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Abdullah b. Amr b. el-Âs: "Dabbe, Saf'a tepesinin yanında olan Ecyâd'dan çıkacaktır" dedi.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in Simâk vasıtasıyla bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî): "Dabbe, Mekke'den çıkacaktır" dedi.

Abd b. Humeyd, Abdullah b. Amr'dan bildirir: Dabbe çıktığı zaman insanlar namaza koşacaktır. Dabbe kişiye gidip: "İstediğin kadar namazını uzat. Vallahi, yine de seni damgalayacağım" diyecektir.

İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Dabbe çıktığı gün tüylü ve kaslı bir şekilde çıkacaktır. O, insanlarla konuşacak ve mümin kişinin yüzüne beyaz bir nokta koyacaktır. O noktayla müminin yüzü bembeyaz olacaktır. Kafirin yüzüne de siyah bir nokta koyacak ve kafirin yüzü o noktayla siyah olacaktır. Artık bundan sonra onlar çarşılarda alışveriş ederken: «Ey mümini Bunu kaça satıyorsun? Ey kafir bunu kaça satıyorsun?» diyecektir. Sonra gözünde bir et parçası olan Deccal çıkacaktır. Onun alnında, müminin de, kafirin de okuyabileceği: «Kafir» kelimesi yazılıdır."

Ahmed, Semmûye ve İbn Merdûye'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Dabbe çıkacak ve insanların burunları üzerine bir işaret koyacaktır. Sonra insanlar hemen ölmeyecektir. Hatta kişi bir at alacak ve kendisine: «Bunu kimden satın aldın?» denilince: «Bunu damgalanmış birinden satın aldım» diyecektir."

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Dabbetü'l-Arz üç defa çıkacaktır. Birinci çıkışı çölde olacaktır. İkinci çıkışı en büyük, en şerefli ve en saygın mescide olacaktır. Onun doğudakilerin gördüğü gibi batıdakilerinde gördüğü parlayan bir boynu vardır. Onun insan yüzü gibi yüzü ve kuş gagası gibi bir gagası vardır. Onun üzerinde devetüyü ile kuş tüyü vardır. Onda Mûsa'nın (aleyhisselam) asâsı ve Süleyman b. Davud'un mühürü bulunmaktadır. O en yüksek sesiyle: «İnsanlar ayetlerimize inanmamaktaydı» diye çağırır." Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ağladı. " Resûlallah! Ondan sonra ne olacaktır?" denilince: "Sonra fitne ve fesat olacaktır. Sonra her yer bolca ekinlik ve hurmalık olacaktır. Sonrada kıyamet kopacaktır" buyurdu.

İbn Merdûye, Huzeyfe b. Esîd'den hadisi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) dayandırarak şöyle bildirir: "Dabbe, en saygın bir mescidden çıkacaktır. İnsanlar yüksek bir yerde otururken yer yarüacaktır" (Süfyân) bin Uyeyne: "Dabbe hac imamı Müzdelife'den hareket edince çıkacaktır. Hacda bazı kişilerin öncü kılınmasıda Dabbe'nin daha çıkmadığını haber vermeleri içindir" dedi.

İbn Merdûye, İbn Ömer'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), bana, Dabbe'nin nereden çıkacağını söylemiş olduğu yeri size göstereyim mi?" dedi ve asasıyla Safâ tepesindeki çatlağı gösterdi.

İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyametten önce, Deccal, Dabbe, Yecüc ve Mecüc, duman çıkacak ve güneş batıdan doğacaktır" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: "Dabbe Ecyâd'dan çıkacaktır" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Dabbe'yi zikredince Huzeyfe b. el-Yemân: " Resûlallah! Dabbe nereden çıkacaktır?" diye sordu. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah'a saygıdan dolayı en büyük mescidden çıkacaktır. İsa (aleyhisselam) Müslümanlarla beraber Kâbe'yi tavaf ederken, Dabbe'nin üzerinden yer yarılacak ve kandil sallanacaktır. Safâ tepesi de say tarafından yarılacak ve Dabbe, Safâ'dan çıkacaktır. İlk olarak üzerinde deve tüyü ve kuş tüyü olan parlak başı çıkacaktır. Onun arkasından giden hiç kimse ona yetişemeyecek ve ondan kaçan hiç kimse ondan kurtulamayacaktır. O, insanları mümin ve kafir olarak işaretleyecektir. Müminin yüzü inciden bir yıldızmış gibi parlayacak ve alnına mümin yazılacaktır. Kafirin alnına ise kafir olduğunu gösteren bir işaret konulacaktır. "

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Ba's'ta bildirdiğine göre İbn Amr, Mekke'de iken şöyle dedi: "Eğer istesem bu iki ayakkabımı alır ve Dabbetü'l-Arz'ın çıkacağı vadiye giderdim. O, insanlara bir delil olarak çıkacaktır. O, mümin kişinin yüzüne küçük bir işaret koyacak ve bu işaretle müminin bütün yüzü bembeyaz olacaktır. Kafir kişiye de küçük bir işaret koyacak ve bu işaretle kafirin bütün yüzü siyah olacaktır. Dabbe'nin üzerinde devetüyü ve kuş tüyü bulunmaktadır. O: «İnsanlar ayetlerimize inanmamaktaydı» diyecektir."

Saîd b. Mansûr, Nuaym b. Hammâd, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Ba's'ta İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Dabbetü'l- Arz, Tihâme vadilerinden bir vadide çıkacaktır. O, üzerinde deve tüyü ve kuş tüyü olan dört ayaklı bit yaratıktır. O, müminin alnına kendisiyle yüzü beyazlaşacak bir işaret koyacaktır. Kafire de kendisiyle yüzü siyahlaşacak bir işaret koyacaktır.

Ahmed, Teyâlisî, Nuaym b. Hammâd, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Ba's'te Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Dabbetü'l-Arz çıktığı zaman yanında Süleyman'ın mührü ve Mûsa'nın asası bulunacaktır. Mü'minin yüzünü mühürle parlatacak, kafirin burnunu da asa ile damgalayacaktır. Bu sebeple insanlar bir sofrada toplandığı zaman mümin kişi kafir kişiden ayırd edilebilecektir. "

Tayâlisî, Nuaym b. Hammâd, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhaki, Huzeyfe b. Esîd el-Ğifârî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Dabbe'yi zikrederek şöyle buyurdu: "Dabbe zamanla üç defa çıkacaktır. Önce o, çölün en uzak bir yerinde çıkacak ve onun haberi kasabaya -yani Mekke'ye- girmeyecektir. Uzun bir süre gizli olarak kalacak ve bir daha çıkacaktır. Fakat bu çıkışı öncekinden farklı olacaktır. Çölde onun haberinden bahsedilecek ve bu kasabada da -yani Mekke'de de- ondan söz edilecektir. Sonra insanların, mescidler arasında Allah katında en çok saygın, en hayırlısı ve Allah için en değerlisi olan Mescidü'l-Haram'da bulundukları bir sırada Dabbe aniden Rükün ile Makam arasında böğürerek, başının üzerinde toprağı silkeleyerek çıkacak ve insanlar etrafa dağılacaktır. Müminlerden bir grup yerinde kalacak ve sonra Allah'ın kaderinden kurtulamayacaklarını bilecektir. O da onlardan işe başlayarak, onların yüzlerini inci gibi parıldayan bir yıldız gibi yapacaktır. Sonra yeryüzünde yol almaya başlayacak ve onun arkasından giden hiç kimse ona yetişemeyecek ve ondan kaçan hiç kimse ondan kurtulamayacaktır. Hatta kişi o zaman ondan korunmak için namaza duracak ve o arkasından gelerek: «Ey filan şimdi mi namaz kılıyor sun?» diyecektir. Sonra onun önüne gelip yüzünü işaretleyecek ve gidecektir. İnsanlar mallarında ortak olacak, şehirlerde birbirleriyle dostluk içinde yaşayacak ve mümin kişi kafirden ayırd edilecektir. Hatta mümin: «Ey kafir hakkımı öde» diyecektir. Kafir de: «Ey mümin hakkımı öde» diyecektir.

İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) iki veya üç defa: "En kötü tepe Ciyâd tepesidir" buyurdu. Ashab: "Niye ki, yâ Resûlallah!" deyince: "Dabbe oradan çıkacak ve üç defa bağıracaktır. Onu doğu ve batı arasında bulunan herkes duyacaktır" buyurdu.

İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Dabbetü'l-Arz, Ciyâd'dan çıkacaktır. Onun baştarafi Rükn'e ulaşmışken daha kuyruğu vadiden çıkmamış olacaktır. O, tüyleri ve ayakları olan bir yaratıktır" buyurdu.

Buhârî Târih'te, İbn Mâce ve İbn Merdûye, Bureyde'den bildirir: Bir gün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni Mekke yakınlarında olan çölde bir yere götürdü. Orada etrafında kumların bulunduğu kuru bir yer vardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Burası Dabbe'nin çıkacağı yerdir" buyurdu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) göstermiş olduğu yer, en ve boy olarak bir karışlık yerdi.

İbn Ebî Hâtim, Nezzâi b. Sebre'den bildirir: Ali b. Ebî Tâlib'e: "İnsanlar senin Dabbetü'l-Arz olduğunu iddia ediyor" denilince: "Vallahi, Dabbetü'l- Arz'ın deve tüyü ve kuş tüyü gibi tüyleri vardır. Benim üzerimde ise ne deve tüyü, ne de kuş tüyü bulunmaktadır. Onun toynakları vardır, benim yoktur. O, soylu bir atın dörtnala koşması gibi üç gün boyunca çıkmaya devam edecek ve henüz üçte biri bile çıkmamış olacaktır" cevabını verdi.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebî Hâtim, İbn Ömer'den bildirir:- "Dabbe, insanlar toplanmış Mina'ya giderken çıkacak ve herkesi boynu ile kuyruğu arasında taşıyacaktır. Damgalamadığı hiçbir münafık kalmayacak ve mümini meshedecektir. Sonra da insanlar Deccal'ın kötülükleriyle yüzleşecektir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre: "Dabbe'nin üzerinde her türlü renk mevcuttur. Onun ki boynuzunun arası binitli bir kişi için bir fersahlık yoldur" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve Talî et-Talhîs'te Hatîb'in bildirdiğine göre İbn Ömer: "Dabbe, Ciyâd dağından insanlar Teşrîk günlerinde Mina'da iken çıkacaktır. Hacıların öncüsü insanların selamette olduğunu bildirmek için öncü kılınmışlardır."

İbn Ebî Şeybe, Nuaym b. Hammâd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Ömer'den bildirir: "Dabbe, Safâ'da bir çatlaktan at koşması gibi üç gün boyunca çıkacak ve buna rağmen üçte biri çıkmamış olacaktır."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, İbn Ömer'den bildirir: "Dabbe, Ciyâd dağında bir kayanın altından çıkacaktır. Batıya doğru yönelerek öyle bir bağıracak ki sesini oraya yetiştirecektir. Sonra doğuya doğru yönelerek öyle bir bağıracak ki sesini oraya yetiştirecektir. Sonra Şam'a doğru yönelerek öyle bir bağıracak ki sesini oraya da yetiştirecektir. Sonra Mağrib'e doğru yönelerek öyle bir bağıracak ki sesini oraya yetiştirecektir. Sonra Yemen'e doğru yönelerek öyle bir bağıracak ki sesini oraya yetiştirecektir. Sonra Mekke'den çıkıp Usfân'a ulaşacaktır." İbn Ömer'e: "Sonra ne olacak?" denilince: "Bilmiyorum" karşılığını verdi.

İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Dabbe üzerinde deve tüyü ve kuş tüyü olan bir yaratıktır. Bütün hayvanların renkleri üzerinde mevcuttur. Üzerinde her ümmetten bir işaret vardır. Bu ümmetten olan işareti de onları açık Arapça'yla konuşturmasıdır. Onları kendi sözleriyle konuşturacaktır.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebu'z-Zübeyr Dabbe'yi vasfederek şöyle demiştir: "Onun başı öküz başı, gözleri domuz gözleri gibidir. Kulakları filkulağı, boynuzu geyik boynuzu gibidir. Boynu deve kuşu boynu, göğsü arslan, göğsü gibidir. Rengi kaplan rengi, böğrü kedi böğrü gibidir. Kuyruğu koç kuyruğu, ayakları deve ayaklan gibidir. Her iki eklem arası on iki arşındır. O, beraberinde Mûsa'nın (aleyhisselam) âsası ve Süleyman'ın (aleyhisselam) mührü ile çıkacaktır. Hiçbir mümin kalmayacaktır ki, mutlaka Mûsa'nın (aleyhisselam) âsası ile alnına bir nokta konulacak ve o nokta yüzü bembeyaz olana kadar yüzünde yayılacaktır. Yine hiçbir kafir kalmayacaktır ki, mutlaka Süleyman'ın (aleyhissefam) mührü ile alnına bir nokta konulacak ve o nokta bütün yüzü siyah olana kadar yüzünde yayılacaktır. Hatta insanlar çarşıda alışveriş ederken: «Ey mümin! Bu ne kadaradır? Ey kafir bu ne kadaradır?» diyecektir."

İbn Ebî Hâtim, Sadaka b. Yezîd'den bildirir: Kişi mescidde namaz kılarken Dabbe gelecek ve alnına: "Yalancı" diye yazacaktır.

İbn Ebî Şeybe, Huzeyfe'den bildirir: Dabbe insanları işaretlemek için kıyamet gününden önce iki defa çıkacaktır. Üçüncü defada en büyük mescidlerinizden birinde ortaya çıkacaktır. İnsanlar bir kişinin etrafında toplanmışken gelecek ve: "Allah düşmanının yanında sizi toplayan nedir?" diyecektir. Bunun üzerine onlar dağılınca müminleri ve kafirleri işaretleyecektir. Hatta iki kişi alışveriş ederken biri diğerine: "Al, ey mümin!" derken diğeri: "Al, ey kafir!" diyecektir.

Nuaym b. Hammâd el-Fiten'de Amr b. el-Âs'tarı bildirir: Dabbe, Ecyad'da bir dağdan çıkacaktır. Onun başı bulutlara değerken ayakları daha yerden çıkmamış olacaktır. O, kişi namaz kılarken gelecek ve: "Namaz senin ihtiyaçlarından değildir. Sen bunu korkundan dolayı riya olarak kılmaktasın" diyecek ve onu mühürleyecektir.

Nuaym, Vehb b. Münebbih'ten bildirir: Kıyametin alametlerinden birincisi Rumlar, ikincisi Deccal, üçüncüsü Yecûc ve Mecûc, dördüncüsü İsa (aleyhisselam), beşincisi dumanın çıkması ve altıncısı Dabbe'dir?

83

Bkz. Ayet:86

84

Bkz. Ayet:86

85

Bkz. Ayet:86

86

"Her ümmetten, âyetlerimizi yalanlayanlardan bîr bölük toplayacağımız gün; onlar, bîr arada tutulurlar...Zulümlerinden dolayı sözü edilen azap tepelerine iner de artık konuşamazlar. Size geceyi dinlenesîniz diye karanlık ve gündüzü çahşasınız diye aydınlık olarak yarattığımızı görmediler mi? Doğrusu bunda, inanan millet için dersler vardır"

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Her ümmetten, âyetlerimizi yalanlayanlardan bir bölük toplayacağımız gün; onlar, bir arada tutulurlar" âyetini açıklarken: "Ümmetlerden âyetleri tekzib eden her grup diğer gruplar toplanana kadar bir yerde bekletilir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "...Bir arada tutulurlar" âyetini açıklarken: "Bir arada sürülürler, mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "Sözü edilen azap üzerlerine vacip olur, mânâsındadır(.....) âyeti hakkında ise: "Gündüzü aydınlık kıldık, mânâsındadır" dedi.

87

"Sûr'a üfürüldüğü gün Allah'ın diledikleri müstesna göklerde ve yerde bulunanlar hep dehşete kapılır. Hepsi boyunları bükük olarak Ona gelirler"

Saîd b. Mansûrve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre: "...Allah'ın diledikleri müstesna göklerde ve yerde bulunanlar hep dehşete kapılır" âyetini açıklarken: "Burada şehitler kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) şeklinde (elif) harfini med ile (te) harfini ötre ile "Yaptılar" mânâsında okumuştur.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti: (.....) şeklinde şeddesiz olarak (te) harfini nasb ile

"Geldiler" mânâsında medsiz okumuştur.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Ben "Neml Sûresi'ndeki bu âyeti Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem): (.....) şeklinde "Geldiler" mânâsında ezberledim" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Küçülmüşler mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd, Katâde'den aynısını bildirir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Zeyd'den bildirir: "Âyetteki "Dâhir» ifadesi ile hakarete tahammülü olan ve tedirgin kişi kastedilmektedir. Çünkü kişi korktuğu zaman korktuğu şeyden kaçmak ister. Sûr'a üflendiği zaman da korkacaklar ve Allah'(ın azabın)dan bir kurtuluşları olmayacaktır.

88

"Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Hâlbuki onlar bulutların geçişi gibi hareket ederler. Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır. Şüphesiz O, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın..." âyetini açıklarken: "Dağları hareket etmeksizin bir yerde dikili olarak görürsün (halbuki onlar hareket etmektedir) mânâsındadır" dedi. "...Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır" âyeti hakkında ise: "Bu, Allah'ın her şeyi güzel yapmasıdır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın..." âyetini açıklarken: "Dağları, kökleri üzerinde dikili olarak görür ve onların hareket etmediğini sanırsın. Halbuki "...Onlar bulutların geçişi gibi hareket ederler..." dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır" âyetini açıklarken: "Allah her şeyi en güzel bir şekilde sağlam olarak yarattı" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "...Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır" âyetini açıklarken: "Allah her şeyi en güzel bir şekilde yarattı" dedi.

Firyabî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır" âyetini açıklarken: "Allah her şeyi sağlam ve muhkem kılmıştır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır" âyetini açıklarken: "Bütün hayvanların kendi canını nasıl koruduğunu görmüyor musun?" dedi.

89

Bkz. Ayet:90

90

"Kim bîr İyilik getirirse, ona daha iyisi verilir. Onlar o günün korkusundan güvendedirler. Kötülük getiren kimseler, yüzükoyun ateşe atılırlar. «Yaptıklarınızdan başka bir şeyle mi cezalandırılacaksınız?» denir"

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim bir iyilik getirirse, ona daha iyisi verilir..." âyetini açıklarken: "Burada iyilik ifadesinden kasıt «Lâ ilahe illallah» kelimesidir" buyurdu. "Kötülük getiren kimseler, yüzükoyun ateşe atılırlar..." âyeti hakkında ise: "Burada kötülük ifadesiyle şirk kastedilmektedir" buyurdu.

İbn Merdûye, Câbir'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim bir iyilik getirirse, ona daha iyisi verilir. Onlar o günün korkusundan güvendedirler. Kötülük getiren kimseler, yüzükoyun ateşe atılırlar. «Yaptıklarınızdan başka bir şeyle mi cezalandırılacaksınız?» denir" âyetlerinde olduğu gibi Cennet ve Cehennemi icab ettiren iki şeyin ne olduğu sorulunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Her kim Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmaksızın ölürse Cennete girer. Her kim de bir şeyi Allah'a şirk koşarak ölürse Cehenneme girer" buyurdu.

Hâkim'in el-Kunâ'da Safvân b. Assâl'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde iman ve şirk Allah'ın huzuruna gelecek ve diz üstü çökecektir. Allah, imana: «Sen ve ehlin Cennete gidin» buyuracaktır. Şirke ise: «Sen ve ehlin Cehenneme gidin» buyuracaktır." Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim bir iyilik getirirse, ona daha iyisi verilir..." âyetini okudu ve şöyle buyurdu: "Burada iyilik ifadesinden kasıt, "Lâ ilahe illallah" kelimesidir. "Kötülük getiren kimseler..." buyruğundaki kötülük ifadesiyle şirk kastedilmektedir. «Onlar yüzükoyun ateşe atılırlar.»"

İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den ve Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde ihlas ve şirk Allah'ın huzuruna gelecek ve diz üstü çökecektir. Allah, ihlasa: "Sen ve ehlin Cennete gidin" buyuracaktır. Şirke ise: "Sen ve ehlin Cehenneme gidin" buyuracaktır." Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim bir iyilik getirirse, ona daha iyisi verilir... Kötülük getiren kimseler..." âyetlerini okudu ve şöyle buyurdu: "Burada iyilik ifadesinden kasıt, Allah'dan başka ilah olmadığına şehadet etmektir. Daha iyisi verilir ifadesiyle Cennet kastedilmektedir. Kötülükten kasıt şirktir. «Onlar yüzükoyun ateşe atılırlar.»"

Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Deylemî'nin Ka'b b. Ucre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim bir iyilik getirirse, ona daha iyisi verilir..." âyetini açıklarken şöyle buyurdu: "Burada iyilik ifadesinden kasıt «Lâ ilâhe illallah» kelimesidir. «Kötülük getiren kimseler...»buyruğundaki kötülükten kasıt ise şirktir. Biri kurtuluşa götürürken, diğeri Cehenneme götürür."

Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, Beyhakî el-Esmâ ve's-Sıfât'ta ve Harâitî'nin Mekârimu'l-Ahlâk'ta bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Kim bir iyilik getirirse... Kötülük getiren kimseler..." âyetlerini açıklarken: "Burada iyilik ifadesi ile "Lâ ilâhe illallah" kelimesi ve kötülük ifadesi ile şirk kastedilmektedir" dedi.

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir, Şa'bî'den bildirir: Huzeyfe bir halkada oturmuştu. O: "Kim bir iyilik getirirse, ona daha iyisi verilir. Onlar o günün korkusundan güvendedirler. Kötülük getiren kimseler, yüzükoyun ateşe atılırlar..." âyetleri hakkında ne dersiniz?" diye sordu. Halkadakiler: "Evet ey Huzeyfe! İyilikle gelen kişinin iyiliği on katıyla hesaplanır" dediler. Bunun üzerine Huzeyfe yerden bir avuç çakıl alarak çakıl taşlarıyla yere vurdu ve: "Vay halinize!" dedi. O öfkeli bir şekilde: "Burada Lâ ilâhe illallah kelimesiyle gelen kişiye Cennetin vacip olması ve şirk ile gelen kişiye Cehennemin vacip olması kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kim bir iyilik getirirse, ona daha iyisi verilir... Kötülük getiren kimseler..." âyetlerini açıklarken: "Burada iyilik ifadesinden kasıt "Lâ ilâhe illallah" kelimesidir. Kişiye bu iyiliğinden dolayı hayırlı şeyler ulaşır. Kötülük ifadesiyle de şirk kastedilmektedir" dedi.

Firyabî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Kim bir iyilik getirirse... Kötülük getiren kimseler..." âyetlerini açıklarken: "Burada iyilik ifadesinden kasıt "Lâ ilahe illallah" kelimesidir. Kötülük ifadesiyle de şirk kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd, Hasan, İbrâhîm, Ebû Salih, Saîd b. Cübeyr, Atâ ve Katâde'den aynısını bildirir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kim bir iyilik getirirse..." âyetini açıklarken: "O iyiliğinden dolayı kendisi için hayırlı şeyler vardır, mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd, Hasan'dan Katâde'den ve Mücâhid'den aynısını bildirir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Ona daha iyisi verilir..."âyetini açıklarken: "Ona sevap verilir, mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "Kim bir iyilik getirirse, ona daha iyisi verilir..." âyetini açıklarken: "Allah'dan başka ilah olmadığına şehadet ederek gelen kişiye Cennet verilir" dedi.

Abd b. Humeyd'in Hasanlı Basrî)rden bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):"Cennetin karşılığı «Lâ ilâhe illallah» kelimesidir" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zür'a b. İbrâhîm: "Kim bir iyilik getirirse, ona daha iyisi verilir..." âyetini açıklarken: "Burada iyilik ifadesinden kasıt "Lâ ilâhe illallah" kelimesidir. Lâ ilahe illallah kelimesi hayırlı bir kelimedir. Lâ ilâhe illallah kelimesinden daha hayırlı bir şey de yoktur" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) şeklinde (.....) ifadesini tenvin ile (.....) ifadesini de nasbederek okumuştur.

91

Bkz. Ayet:93

92

Bkz. Ayet:93

93

"Ben; ancak bu şehrin Rabbma kulluk etmekle emrolundum. O, burayı harem (yasaklı) kılmıştır ve her şey O'nundur. Ben, muslümanlardan olmakla emrolundum. Bana bîr de Kur'ân okumam emredildi. Kim doğru yola gelirse kendi iyiliği için doğru yola gelmiş olur. Kim eğri yola saparsa de ki; Ben sadece bir uyarıcıyım. De ki; "Hamd Allah'a mahsustur. O, âyetlerini size gösterecek ve siz de onları tanıyacaksınız. Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ben; ancak bu şehrin Rabbına kulluk etmekle emrolundum..." âyetini açıklarken: "Burada Mekke kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd, Katâde'den aynısını bildirir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "İnsanlar, âyette zikredilen şehrin Mekke olduğunu iddia etmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: "Âyette zikredilen şehir, Mina'dır" dedi.

Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir'in Hârun'dan bildirdiğine göre Neml Sûresinin doksan ikinci âyeti İbn Mes'ûd'un kıraatında: (.....) şeklinde emir üzeredir. Ubey b. Ka'b'ın kıraatında ise: (.....) şeklindedir.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: ".,.O, âyetlerini size gösterecek ve siz de onları tanıyacaksınız..." âyetini açıklarken: "Allah size kendi nefislerinizde, gökyüzünde, yeryüzünde ve rızıkta sizlere âyetler gösterecektir, mânâsındadır" dedi.

İbn Merdûye'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kur'ân'da: «Allah yaptıklarınızdan gafil değildir» şeklinde olan âyetler (.....) ifadesi ve (.....) harfi ile, «Rabbin onların yaptıklarından gafil değildir» şeklindeki âyetler ise (.....) ifadesi ve (.....) harfi ile okunur."

0 ﴿