KASAS SÛRESİ

İbnu'd-Durays, Nehhâs, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kasas Sûresi, Mekke'de inmiştir" dedi.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. ez-Zübeyr: "Kasas Sûresi, Mekke'de indirilmiştir" dedi.

Ahmed, Taberânî ve İbn Merdûye -ceyyid bir senedle- Mikdâl b. Ma'dîkerib'den bildirir: Abdullah b. Mes'ûd'un yanına geldik ve bize Şu'arâ Sûresi'ni okumasını istedik. İbn Mes'ûd: "Bu sûre bende değildir, ancak gidin ve bunu bizzat Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) öğrenen Habbâb b. el-Eret'e sorun" dedi. Bunun üzerine Habbâb'a gittim ve ona: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Şu'arâ ile Neml sûrelerini nasıl okurdu?" diye sordum. Habbâb: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) her iki sûreyi de şu şekilde okumuştur..." dedi ve Allah Resûlünün okuduğu şekliyle bu sûreleri bana okudu.

1

Tâ, Sîn, Mîm.

2

Bu sûredeki âyetler, haram ile helâli açıklayan Kur’ân’ın âyetleridir.

3

Bkz. Ayet:4

4

"İman eden bîr kavim için, sana Musa ve Firavun olayını olduğu gibi anlatacağız. Şüphe yok ki, Firavun yeryüzünde (ülkesinde) büyüklük taslamış ve ora halkını sınıflara ayırmıştı. Onlardan bir kesimi eziyor, oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ise sağ bırakıyordu. Şüphesiz o, bozgunculardandı."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Firavun rüyasında Beytü'l- Makdis'ten bir ateşin geldiğini ve Mısır'daki evlerin etrafını sarıp Kıbtileri yakıp, İsrâil oğullarını bıraktığını gördü. Bunun üzerine Firavun, büyücüleri, kâhinleri, iz sürenleri ve organlara bakarak kehanette bulunanları yanına çağırdı ve onlara görmüş olduğu rüyanın yorumunu sordu. Bu kişiler: "İsrâil oğullarının gelmiş olduğu şehirden (Beytü'l-Makdis'ten) Mısır'ın kendisiyle helak olacağı bir kişi gelecektir" dediler. Firavun, İsrâil oğullarından doğan her erkek çocuğun kesilmesini ve doğan her kız çocuğunun bırakılmasını emretti. Kıbtilere: "Dışarıda çalışan kölelerinizi şehir içine alın" dedi. Bunun üzerine İsrâil oğullarına bu kötü işi (çocukları öldürme işlerini) ve kölelerinin işlerini yaptırmaya başladılar. Aynı zamanda şehir dışında bulunan kölelerini de şehir içine aldılar. İşte o zaman Yüce Allah: "...Şüphe yok ki, Firavun yeryüzünde (ülkesinde) büyüklük taslamış ve ora halkını sınıflara ayırmıştı. Onlardan bir kesimi eziyor..." buyurdu. Burada Firavun'un İsrâil oğullarını kötü işlerde kullanması kastedilmektedir.

Bundan sonra Firavun, İsrâil oğullarından doğan her erkek çocuğu kesmeye başladı ve küçük çocukların büyümesini de engelledi. Allah, İsrâil oğullarının büyüklerine ölüm indirmişti. Onlar hızlı bir şekilde yok olmaya başlamıştı. Kıbtilerin ileri gelenleri Firavun'un yanına girerek: "Bu kavmin üzerine ölüm inmiştir. Çocuklarını kesmemizden dolayı kölelerimizin işlerini bizim yapmaya başlamamız yakındır. Küçüklerin yetişip te büyüklere yardım etme durumu da yoktur. Eğer onların çocuklarından bir kısmını bıraksan" dediler. Bunun üzerine Firavun çocukların bîr yıl kesilmesini diğer yılda bırakılmasını emretti. Hârun (aleyhisselam) çocukların kesilmediği yılda doğmuş ve kesilmemişti. Çocukların kesildiği yılda ise Mûsâ'nın (aleyhisselam) annesi hamile kalmış ve onu doğuracağı zaman kesileceğinden dolayı üzülmüştü. Ancak onu doğurup emzirdikten sonra bir doğramacı çağırdı ve bir sandık çaktırdı.

Sandığın anahtarını iç taraftan yaptı ve Mûsa'yı (aleyhisselam) sandığın içine koyup Nil nehrine bıraktı. Dalgalar sandığı bir kaldırıp bir indirdi ve Firavun'un evinin yanında ağaçlık bir yere götürdü.

Firavun'un eşi Asiye'nin cariyeleri yıkanmak için nehre gidince sandığı buldular ve onu Asiye'ye götürdüler. Onlar sandıkta hazine olduğunu zannetmişti. Musa (aleyhisselam) kıpırdayınca Asiye sandığın içinde bir çocuk olduğunu gördü. Asiye onu gördüğü zaman içine merhamet düşmüş ve onu sevmişti. Bu durumu Firavun'a haber verdiği zaman Firavun onu kesmek istemiş ve Asiye'nin ısrarı üzerine onu kendisine bırakmıştı. Ancak Firavun: "Bunun İsrâil oğullarından, kendisiyle helak olacağımız kişi olmasından korkuyorum" demişti. Asiye onu oynatırken Firavun'a uzattı ve: "Al, ikimizinde gözü aydın olsun" dedi. Firavun: "Benim değil, senin gözün aydın olsun" karşılığını verdi. Abdullah b. Abbâs: "Eğer, Firavun: «Benim de gözüm aydın olsun» demiş olsaydı ona iman ederdi. Fakat o bunu kabul etmedi" dedi.

Firavun, Musa'yı (aleyhisselam) kucağına alınca Musa (aleyhisselam) onun sakalını yolmaya başladı. Bunun üzerine Firavun: "Onu mutlaka keseceğim, bu çocuk o (korktuğumuz) kişidir" dedi. Asiye: "Onu öldürme, belki bize ileride yardımcı olur veya onu evlatlık edinelim, o aklı ermeyen biridir. Çocukluğundan ötürü öyle bir şey yaptı. Ben onun önüne yakuttan süs eşyası ve bir kor koyacağım. Eğer yakutu alırsa aklı kesiyor demektir. O zaman onu kesersin. Eğer koru alırsa aklı kesmiyor demektir" dedi. Ona bir yakut ve içi kor dolu bir leğen getirdi. Cibrîl gelip eline bir kor verdi ve Musa (aleyhisselam) koru ağzına atıp dilini yaktı. Bunun üzerine ona sütanne aramaya başladılar. O, hiçbir kadının memesini almıyordu. Kadınlar sütannelik için Firavun'un evine toplatılıyordu. Ama o hiç birinin memesini almıyordu.

Musa'nın (aleyhisselam) kız kardeşi gelince: "...Size onun bakımını, sizin adınıza üstlenecek ve ona iyi davranacak bir aile göstereyim mi?" dedi. Bunun üzerine onu aldılar ve: "Sen bunu tanıdın, bize bunun ailesini göster" dediler. Musa'nın (aleyhisselam) kız kardeşi: "Ben onu tanımıyorum, fakat onlar krala karşı iyi kişilerdir" dedi. Mûsa'nın (aleyhisselam) annesi gelince onu almış ve: "Bu oğlumdur" demeye korkmuştu. Çünkü Allah, onu bundan korumuştu.

"...Allah'ın vaadine iyice inanması için kalbini pekiştirmeseydik, neredeyse saraya alınan çocuğun kendi oğlu olduğunu açığa vuracaktı" buyruğuda bunu göstermektedir. Mûsâ'nın (aleyhisselam) annesi müminlerden idi. Fakat kendisine: "...Çünkü biz onu sana döndüreceğiz ve onu peygamberlerden kılacağız..." diye ilham edilmişti. Mûsâ'nın (aleyhisselam), Musa diye adlandırılmasının sebebi suda ve ağaçlık bir yerde bulunmasından dolayıdır. Çünkü Kıbtice'de su, Mu demek, ağaçlık ta Sa demektir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "İman eden bir kavim için, sana Musa ve Firavun olayını olduğu gibi anlatacağız" âyetini açıklarken: "Onların haberi bu Kur'ân'da vardır, mânâsındadır" dedi. "Şüphe yok ki, Firavun yeryüzünde (ülkesinde) büyüklük taslamış ve ora halkını sınıflara ayırmıştı..." âyeti hakkında ise: "Firavun yeryüzünde zorbalık yapmış ve halkını sınıflara ayırmıştır, mânâsındadır" dedi.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Halkını sınıflara ayırmıştı..." âyetini açıklarken: "(Ülkesinde bulunanların) arasını ayırmıştı, mânâsındadır" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "...Halkını sınıflara ayırmıştı..." âyetini açıklarken: "Bir kısmını köle olarak kullanırken bir kısmını bırakıyordu. Bir kısmını keserken bir kısmını sağ bırakıyordu" dedi.

İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: Bize ulaştığına göre Firavun'un emri üzerine kamışlar getirilip parçalar halinde yarılarak jilet gibi yapılıyor ve bu kamışlar, üstüne basıldığında ayaklan kesecek bir şekilde diziliyordu. Sonra İsrâil oğullarından hamile kadınlar getirilip bu kesici kamışların üzerinde durduruluyordu. Kadın kamışların üzerinde duramayıp sürekli olarak hareket edince çocuk ayakları arasına düşüyordu. Sonra da ayakları acıyan kadın bu acıdan dolayı kendi çocuğunun üzerine basıyordu. Bu durum devam edip İsrâil oğullarının yok oluşu yaklaşınca, Firavun'un yanma çıktılar ve: "İnsanları yok edip nesillerini tükettin. Onlar senin hizmetçilerin ve işçilerindir. Bu sebeple bir yıl kesilmelerini bir yıl da bırakılmalarını emredersen nesillerini tüketmemiş olursun" dediler. Hârun (aleyhisselam) çocukların kesilmediği yılda, Musa (aleyhisselam) ise çocukların kesildiği yılda doğmuştu. Hârun (aleyhisselam), Musa'dan (aleyhisselam) bir yaş büyüktü. Allah, Mûsa'yı (aleyhisselam) Peygamber ve İsrâil oğullarının bu beladan kurtarıcısı olarak göndermek istediği zaman Musa'nın (aleyhisselam) annesine: "...Onu emzîr..." diye vahyetti.

5

Bkz. Ayet:6

6

"Biz İse, istiyorduk kî yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları varisler kılalım. Yeryüzünde onları kudret sahibi kılalım ve onların eliyle Firavun'a, Hâmân'a ve ordularına, çekinegeldikleri şeyleri gösterelim"

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre AK b. Ebî Tâlib: "Biz ise, istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım..." âyetini açıklarken: "Burada Yusuf (aleyhisselam) ve çocukları kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Biz ise, istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları varisler kılalım" âyetini açıklarken: "Burada İsrâil oğullarının idareciler kılınması, Firavun ve kavminden sonra da yeryüzünün varisleri olmaları kastedilmektedir" dedi. "...Firavun'a, Hâmân'a ve ordularına, çekinegeldikleri şeyleri gösterelim" âyeti hakkında ise: "Firavun'a, Hâmân'a ve ordularına sakındıkları şeyin başlarına geldiğini gösterelim, mânâsındadır" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "...Onları varisler kılalım" âyetini açıklarken: "Firavun ve ailesinden sonra onları yeryüzünün varisleri kılalım, mânâsındadır" dedi. "...Firavun'a, Hâmân'a ve ordularına, çekinegeldikleri şeyleri gösterelim" âyeti hakkında ise şöyle dedi: "Organlara bakarak kehanette bulunan ve gelecekte olacak şeyleri haber veren Firavun'un bir adamı vardı. Bu kişi Firavun'a: "Bu yıl doğacak bir çocuk senin krallığına son verecektir" dedi. Bu sebeple Firavun doğan erkek çocukları kesiyor ve kız çocuklarını bırakıyordu. "...Firavun'a, Hâmân'a ve ordularına, çekinegeldikleri şeyleri gösterelim" âyeti da bunu ifade etmektedir."

İbn Ebî Hâtim'in Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Ömer: "Allah'ın: "...Firavun'a, Hâmân'a ve ordularına, çekinegeldikleri şeyleri gösterelim" âyetinden dolayı Ammâr'ı idareci kıldım" dedi.

7

Bkz. Ayet:8

8

"Mûsa'nın annesine: «Çocuğu emzir, başına gelecekten korktuğun zaman onu suya bırak; korkma, üzülme; biz şüphesiz onu sana döndüreceğiz ve peygamber yapacağız» diye vahyettik. Nihayet Firavun ailesi kendilerine düşman ve üzüntü kaynağı olacak olan o çocuğu bulup aldı. Şüphesiz Firavun, Hâmân ve onların askerleri hata yapıyorlardı."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Mûsâ'nın annesine... diye vah yettik" âyetini açıklarken: "Mûsâ'nın (aleyhisselam) annesine, Mûsa'ya (aleyhisselam)yapmış olduğu şeyi ilham ettik, mânâsındadır" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Mûsâ'nın annesine... diye vahyettik" âyetini açıklarken: "İçine attık, mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Mûsâ'nın annesine: «Çocuğu emzir, başına gelecekten korktuğun zaman onu suya bırak...» diye vahyettik" âyetini açıklarken: "Bu, Allah tarafından Musa'nın (aleyhisselam) annesinin kalbine atılmış bir vahiydir. Peygamberlik vahyi gibi bir vahiy değildir. Bu sebeple Mûsâ'nın annesi onu bir sandığın içine koyarak Nil nehrine bırakmıştır" dedi.

İbn Ebî Hâtim, Ebû Abdirrahman el-Hubullî'den bildirir: Mûsâ'nın (aleyhisselam) annesi, Mûsa'yı (aleyhisselam) doğurduğu zaman Yüce Allah, ona: "Çocuğu emzir, başına gelecekten korktuğun zaman onu suya bırak" diye vahyetti. Mûsâ'nın (aleyhisselam) annesi öylesi bir korkuya kapılınca, onu bir sandığın içine koydu ve sandığı anahtarıyla beraber Nil nehrine bıraktı. Firavun'un eşi ve alacalı kızı nehre gidince nehrin içinde bir karartı gördüler. Sandık çıkarılıp yanlarına getirilince Firavun'un alacalı kızı süratle sandığın yanma gitti ve onu açtı. Sandığın içinde daha yeni doğmuş Mûsa'yı (aleyhisselam) buldu. Onu kucağına alıncada alacalığı yok oldu.

İbn Ebî Hâtim'in A'meş'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Başına gelecekten korktuğun zaman..." âyetini açıklarken: "Komşularının onun sesini işitmesinden korktuğun zaman mânâsındadır" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Çocuğu emzir... diye vahyettik" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Annesi onu bir bahçeye bırakmıştı. Ancak gündüz bir defa, gece bir defa yanına gidip onu emziriyordu. Bu da ona yetiyordu" dedi. "...Başına gelecekten korktuğun zaman..." âyeti hakkında ise şöyle dedi: "O dört aylık olup, sütünün ona yeterli gelmeyeceğinden ve bundan dolayı ağlayıp sesini yükseltmesinden korktuğun zaman mânâsındadır. "...Başına gelecekten korktuğun zaman onu suya bırak..." âyeti da bunu ifade etmektedir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "...Korkma, üzülme..." âyetini açıklarken: "Nehirde boğulur diye korkma ve ondan ayrılacağım düşüncesiyle üzülme, mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Nihayet Firavun ailesi kendilerine düşman ve üzüntü kaynağı olacak olan o çocuğu bulup aldı..." âyetini açıklarken: "Burada kendilerine dinlerinde düşman ve gelecekte başlarına getireceği şeylerden dolayı kendilerine üzüntü kaynağı olması kastedilmektedir" dedi.

9

"Firavun un karısı: «Gözümüz aydın olsun! Onu öldürmeyiniz, belki bize faydalı olur yahut onu oğul ediniriz» dedi. Aslında işin farkında değillerdi."

İbn Cerîr, Muhammed b. Kays'tan bildirir: Firavun'un eşi: "...Gözümüz aydın olsun..," deyince, Firavun: "Benim değil, senin gözün aydın olsun" karşılığını vermişti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer Firavun: «İkimizin de gözü aydın olsun» deseydi hepsi için göz aydınlığı olurdu" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Firavun'un karısı: «Gözümüz aydın olsun! Onu öldürmeyiniz, belki bize faydalı olur yahut onu oğul ediniriz» dedi. Aslında işin farkında değillerdi" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Burada Musa (aleyhisselam) kastedilmektedir. Firavun'un eşi onu görünce içine merhamet düşmüştü. Ancak ileride helaklarının onun elinden olacağını bilmiyorlardı."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Aslında işin farkında değillerdi" âyetini açıklarken: "Firavun ailesi çocuğun kendilerine düşman olduğunu bilmiyordu, mânâsındadır" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Aslında işin farkında değillerdi" âyetini açıklarken: "Sonrasında onların başlarına getireceği şeyleri bilmiyorlardı, mânâsındadır" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken: "Onun elinde helak olacaklarını bilmiyorlardı, mânâsındadır" dedi.

10

"Mûsa'nın annesi, gönlü bomboş sabahı etti, oğlundan başka bir şey düşönemîyordu. Allah'ın vaadine iyice inanması için kalbini pekıştîrmeseydik, neredeyse saraya alman çocuğun kendi oğlu olduğunu açığa vuracaktı"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Mûsa'nın annesi, gönlü bomboş sabahı etti..." âyetini açıklarken: "O, Mûsa'yı (aleyhisselam) düşünmek dışında dünyalık her şeyden gönlü bomboş olarak sabahladı, mânâsındadır" dedi.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Mûsa'nın annesi, gönlü bomboş sabahı etti..." âyetini açıklarken: "O, Mûsa'yı (aleyhisselam) düşünmek dışında her şeyden gönlü bomboş olarak sabahladı, mânâsındadır" dedi. "...Neredeyse saraya alınan çocuğun kendi oğlu olduğunu açığa vuracaktı" âyeti hakkında ise: "Neredeyse: «Evladım!» diyecekti" dedi.

Firyabî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Musa'nın annesi, gönlü bomboş sabahı etti..." âyetini açıklarken: "O, Mûsa'ya (aleyhisselam) üzülmekten başka gönlü bomboş olarak sabahladı, mânâsındadır" dedi.

Firyabî'nin bildirdiğine göre İkrime: "Mûsa'nın annesi, gönlü bomboş sabahı etti..." âyetini açıklarken: "O, Mûsa'ya (aleyhisselam) üzülmek dışında dünya ve âhiretlik her şeyden gönlü bomboş olarak sabahladı, mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Musa'nın annesi, gönlü bomboş sabahı etti..." âyetini açıklarken: "O, Musa'yı (aleyhisselam) düşünmek dışında her şeyden gönlü bomboş olarak sabahladı, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muğîs b. Sumeyye veya Ebû Ubeyde: "...Neredeyse saraya alınan çocuğun kendi oğlu olduğunu açığa vuracaktı" âyetini açıklarken: "Neredeyse: «Ben onun annesiyim» diyecekti, mânâsındadır" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Allah'ın vaadine iyice inanması için kalbini pekiştirmeseydik, neredeyse saraya alınan çocuğun kendi oğlu olduğunu açığa vuracaktı" âyetini açıklarken: "Eğer Allah, onun kalbini imanla pekiştirmeseydi üzüntüsünden dolayı oğlu olduğunu bildirecekti" dedi.

11

"Annesi, Mûsa'nın kız kardeşine: «Onu takip et» dedi. O da Mûsa'yı, onlar farkına varmadan uzaktan gözledi"

Firyabî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Annesi, Musa'nın kız kardeşine: «Onu takip et» dedi. O da Mûsa'yı... uzaktan gözledi" âyetini açıklarken: "Mûsa'nın (aleyhisselam) annesi: «Onu arkasından takip et» demişti. O da yan taraftan Musa'nın (aleyhisselam) arkasından giderek onu takip etti" dedi.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Annesi, Musa'nın kız kardeşine: «Onu takip et» dedi. O da Mûsa'yı... uzaktan gözledi" âyetini açıklarken: "Annesi: «Onu takip et ve ona ne yapılacağına bak» dedi. O da onu uzaktan takip etti" dedi. (.....) âyeti hakkında ise: "Firavun ailesi, onun düşmanları olduğunun farkına varmamışlardı" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Annesi, Musa'nın kız kardeşine: «Onu takip et» dedi. O da Musa'yı... uzaktan gözledi" âyetini açıklarken: "Annesi: «Onun arkasından giderek onu takip et» deyince, kız kardeşi de ona yaklaşmadan yan taraftan onu takip etti" dedi. "...Farkına varmadan..." âyeti hakkında ise: "Firavun ailesi çocuğun kız kardeşi olduğunun farkına varmamıştı. Çünkü kızkardeşi, çocuğa onu istemiyormuş gibi bakıyordu" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Mûsa'nın (aleyhisselam) kızkardeşinin adı Yuvâhîd, annesinin adı ise Yuhâniz'dir" dedi.

İbn Asâkir'in Târih Dimaşk'ta İbn Ebî Revvâd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Hatice'ye: "Yüce Allah'ın Cennette seninle beraber, beni Meryem binti İmran'la, Musa'nın (aleyhisselam) kardeşi Gülsüm ve Firavun'un eşi Asiye ile evlendireceğini bilmiyor musun?" buyurdu. Hazret-i Hatice: "Gerçekten Allah öyle mi yapacak yâ Resûlallah!" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet" karşılığını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Hatice: "Sana mutluluklar dilerim" dedi.

Taberânî ve İbn Asâkir, Ebû Umâme'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), bana: "Allah'ın, beni, Meryem binti îmran'la Mûsâ'nın (aleyhisselam) kardeşi Gülsüm ve Firavun'un eşi Asiye ile evlendireceğini bilmiyor musun?" buyurunca: "Sana mutluluklar dilerim yâ Resûlallah!" dedim.

12

Bkz. Ayet:13

13

"Biz, daha önce onun, sütannelerinin sütünü emmemesini sağladık. Kız kardeşi: «Size onun bakımını, sizin adınıza üstlenecek ve ona iyi davranacak bir aile göstereyim mi?» dedi. Böylece biz, anasının gözü aydın olsun ve üzülmesin, Allah'ın vaadinin hak olduğunu bilsin diye onu anasına geri döndürdük. Fakat onların pek çoğu bunu bilmezler."

Firyabî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Biz, daha önce onun, sütannelerinin sütünü emmemesini sağladık..." âyetini açıklarken: "Onu emzirmeye gelen sütannelerin sütünü emmedi, mânâsındadır" dedi.

Firyabî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Biz, daha önce onun, sütannelerinin sütünü emmemesini sağladık..." âyetini açıklarken: "Annesine geri dönene kadar hiçbir kadının göğsünden süt emmedi" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildirir: Mûsâ'nın (aleyhisselam) kız kardeşi: "...Size onun bakımını, sizin adınıza üstlenecek ve ona iyi davranacak bir aile göstereyim mi?" deyince, ona: "Sen bunu tanıdınmı?" dediler. Bunun üzerine kız kardeşi: "Ben çocuğu değil kralı kasdettim, onlar krala karşı iyi olan kişilerdir" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Biz, daha önce onun, sütannelerinin sütünü emmemesini sağladık..." âyetini açıklarken: "O süt annelere verilmeye başladı. Ancak o, kesinlikle hiç birinden süt emmedi" dedi. "...Allah'ın vaadinin hak olduğunu bilsin diye..." âyeti hakkında ise: "Allah, onu kendisine geri döndüreceğine ve onu peygamber kılacağına dair vaadde bulunmuştu. Allah, ona vermiş olduğu vaadi de yerine getirdi" dedi.

İbn Ebî Hâtim, Ebû İmrân el-Cevnî'den bildirir: Firavun, Musa'nın (aleyhisselam) annesine Mûsa'yı (aleyhisselam) emzirmesinden dolayı günde bir dinar veriyordu.

Ebû Davud'un Merâsil'de Cübeyr b. Nufeyr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ümmetimden savaşıp ta, ganimetten pay alan - yani düşmanına karşı kuvvetlenen- kişi, oğlunu emzirip te ücret alan Mûsa'nın (aleyhisselam) annesi gibidir" buyurdu.

14

"Musa, olgunluk çağına ulaşıp gelişimini tamamlayınca, biz ona ilim ve hikmet verdik. Biz, iyilik edenleri böyle mükâfatlandırırız."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Mehâmilî'nin Emâli'de Mücâhid vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Musa, olgunluk çağına ulaşıp..." âyetini açıklarken: "Burada Mûsa'nın (aleyhisselam) otuz üç yaşına gelmesi kastedilmektedir" dedi. "...Gelişimini tamamlayınca..." âyeti hakkında ise: "Burada da kırk yaşına basması kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebi'd-Dünyâ el-Muammertn'de el-Kelbî vasıtasıyla Ebû Salih'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Musa, olgunluk çağına ulaşıp gelişimini tamamlayınca..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Olgunluk çağı on sekiz ile otuz yaş arasıdır. Gelişimini tamamlamak ise otuz ile kırk yaş arasıdır. Kişi kırk yaşını geçtiği zaman da artık gençlikten gerilemeye başlamıştır demektir."

Firyabî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Musa, olgunluk çağına ulaşıp..." âyetini açıklarken: "Burada Mûsa'nın (aleyhisselam) otuz üç yaşına gelmesi kastedilmektedir" dedi. "...Gelişimini tamamlayınca..." âyeti hakkında ise: "Burada da kırk yaşma basması kastedilmektedir" dedi. "...Biz ona ilim ve hikmet verdik..." âyetini açıklarken: "Burada da Mûsa'ya (aleyhisselam) peygamberlikten önce anlayış, akıl ve ilim verilmesi kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Kabîsa bu âyeti açıklarken: "Olgunluk çağına ulaşmak, sakalın çıkmasıdır" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Musa, olgunluk çağına ulaşıp..." âyetini açıklarken: "Burada Mûsa'nın (aleyhisselam) otuz üç yaşına gelmesi kastedilmektedir" dedi. "...Gelişimini tamamlayınca..." âyeti hakkında ise: "Burada da kırk yaşına basması kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "Musa, olgunluk çağına ulaşıp..." âyetini açıklarken: "Burada Mûsa'nın (aleyhisselam)yirmi beş yaşına gelmesi kastedilmektedir" dedi.

15

"Musa, halkın habersiz olduğu bîr sırada şehre girdi. Orada biri kendi tarafından, diğeri düşmanı tarafından, kavga eden iki adam gördü. Ketıdi tarafından olan, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Mûsa da ona bir yumruk indirip onu öldürdü. Musa: «Bu şeytanın işidir. O, gerçekten apaçık bir saptırıcı düşmandır» dedi."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre Firavun, bir gün yanında Musa (aleyhisselam) olmadan bir bineğe bindi ve yola çıktı. Bunun üzerine Mûsa'ya (aleyhisselam): "Firavun bineğine bindi ve yola çıktı" denildi. Bunu işiten Musa da (aleyhisselam) bir bineğe binip Firavun'un peşinden yola çıktı. O, öğle istirahatı zamanı Menfu denilen yere yetişmişti. Musa (aleyhisselam) gün ortasında oraya girmişti. Ancak çarşılar kapalı ve yollarında da kimseler yok idi. Allah'ın: "Musa, halkın habersiz olduğu bir sırada şehre girdi..." buyruğunda bahsettiği şehirde işte bu şehirdir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Musa, halkın habersiz olduğu bir sırada şehre girdi..." âyetini açıklarken: "Musa (aleyhisselam) o şehre gün ortasında girdi" dedi.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Musa, halkın habersiz olduğu bir sırada şehre girdi..." âyetini açıklarken: "Musa (aleyhisselam) o şehre gün ortasında insanlar öğle istirahatında iken girdi" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle dedi: "Musa (aleyhisselam) o şehre öğle istirahatı zamanı insanların uyuduğu bir zamanda girmiştir. O saat te, insanların en fazla uyuduğu zamandır."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Cüreyc vasıtasıyla Atâ el-Horasânî'den bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Halkın habersiz olduğu bir sırada şehre girdi..." âyetini açıklarken: "Musa (sieyhisselam) o şehre akşam ile yatsı arası bir zamanda girdi" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Halkın habersiz olduğu bir sırada şehre girdi..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Bazı kişiler Mûsa'nın (aleyhisselam) o şehre akşam ile yatsı arası bir zamanda girdiğini söylerdi. Bazı kişiler: "Gün ortasında girdi" derdi. İbn Abbâs: "Musa (aleyhisselam) o şehre bu vakitlerden birinde girmiştir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Orada biri kendi tarafından, diğeri düşmanı tarafından; kavga eden iki adam gördü. Kendi tarafından olan, düşmanına karşı ondan yardım istedi..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Burada kendi tarafından olan kişiyle İsrâil oğullarından bir kişi, düşman tarafından olan kişiyle de Kıbtilerden bir kişi kastedilmektedir. İsrâil oğullarından olan kişi Kıbtiye karşı kendisinden yardım isteyince: "...Musa da ona bir yumruk indirip onu öldürdü..."Adam ölünce Musa (aleyhisselam) bundan dolayı pişman olmuştu."

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Kendi tarafından olan, düşmanına karşı ondan yardım istedi..." âyetini açıklarken: "Burada İsrâil oğullarından bir kişi kastedilmektedir. Firavun, İran'ın İstahr denilen bir bölgesindendir" dedi. (.....) âyetini açıklarken: "Ona yumruk attı" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Musa da ona bir yumruk indirip onu öldürdü..." âyetini açıklarken: "Musa (aleyhisselam) ona asasıyla vurdu. Ancak onu öldürmek istememişti" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Mûsa'nın (aleyhisselam) vurmuş olduğu kişi Firavun'un ekmekçisiydi" dedi.

Ahmed Zühd'de Vehb'den bildirir: Yüce Allah şöyle buyurdu: "Ey İbn İmrân! İzzetime yemin olsun ki, öldürdüğün kişi gece veya gündüzden bir vakit olsa bile kendisini yaratan veya kendisine rızık verenin ben olduğumu itiraf etmiş olsaydı sana azabı tattırırdım. Fakat ben senin bu durumunu bağışladım. Çünkü o hiçbir zaman kendisini yaratanın ve kendisine rızık verenin ben olduğumu itiraf etmedi."

16

"Musa: «Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmettim. Beni affet» dedi. Allah da onu affetti. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir"

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Şüphesiz ben nefsime zulmettim..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bana bildiridiğine göre hiçbir peygamber emir almadan kimseyi öldüremezdi. Oysa Musa (aleyhisselam) bir emir almadan adamı öldürmüştü. Nefsine zulmetmesi de bundan dolayıdır."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Şüphesiz ben nefsime zulmettim..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah'ın Peygamberi Musa (aleyhisselam) bulunmuş olduğu durumdan kurtulmanın yolunu (n tövbe olduğunu) bilmişti. Bu suçundan kurtulmak istedi ve bu suçu kaderdir diyerek Rabbine isnad etmedi. Bazı kişiler: "Musa (aleyhisselam): «Bu kaderdir» diyerek işin içinden çıkmayı istemedi" dediler.

17

"Musa: «Rabbim! Bana verdiğin nimete and olsun ki, suçlulara asla yardımcı olmayacağım» dedi."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini açıklarken: "Suçlulara asla yardımcı olmayacağım, mânâsındadır" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Suçlulara asla yardımcı olmayacağım..." âyetini açıklarken: "Bundan sonra zalimlere suçlarında asla yardımcı olmayacağım, mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ubeydullah b. el-Velîd, Atâ b. Ebî Rebâh'a kardeşinin durumunu sorup: "Benim kâtip bir kardeşim vardır. O, bir idarecinin yanına girip çıkan her şeyin hesabını tutmaktadır. Ancak idarecinin işlerine karışmamaktadır. Eğer bu işi bırakacak olursa borçlanır ve muhtaç bir duruma düşer. Eğer bu işe devam ederse ihtiyacını karşılar" dedi. Atâ b. Ebî Rebâh: "Kime kâtiplik ediyor?" diye sorunca, Ubeydullah b. el-Velîd: "Hâlid b. Abdillah el-Kasri'ye kâtiplik etmektedir" cevabını verdi. Bunun üzerine Atâ b. Ebî Rebâh: "Sen salih kulun: "Rabbim! Bana verdiğin nimete and olsun ki, suçlulara asla yardımcı olmayacağım" dediğini işitmedin mi? Kardeşin hiçbir şeyi önemsemesin ve bu işi bıraksın. Allah onun rızkını verecektir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in kâtip Ebû Hanzala Câbir b. Hanzala ed-Dabî'den bildirdiğine göre bir kişi Âmir'e: "Ey Ebû Amr! Ben girip çıkan malları yazan ve bununla hem kendimin, hem de çocuklarımın rızkını kazanan kâtiplik yapan bir kişiyim" dedi. Âmir(-i Şa'bî): "Dökülen kanı yazıyor musun?" deyince: "Hayır, yazmıyorum" dedi. "Zorla alınan bir şeyi yazıyor .musun?" deyince: "Hayır, yazmıyorum" dedi. "Harab edilen bir evi yazıyor musun?" diye sorunca, yine: "Hayır, yazmıyorum" cevabını verdi. Âmir: "Musa'nın (aleyhisselam): "Rabbim! Bana verdiğin nimete and olsun ki, suçlulara asla yardımcı olmayacağım" dediğini işittin mi?" dedi. Bunun üzerine bu kişi: "Ey Ebû Âmr! Bana durumu bildirdin. Vallahi, bundan sonra onlara kâtiplik etmeyeceğim" dedi. Âmir: "Vallahi, Allah seni rızıksız bırakmayacaktır" karşılığını verdi.

Hâkim, Ebû Burde'den bildirir: İbn Ömer'in yanında ikindi namazını kılmıştım. Onun rükûda iken: "Rabbim! Bana verdiğin nimete and olsun ki, suçlulara asfa yardımcı olmayacağım" dediğini işittim."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Seleme b. Nubayt'tan bildirir: Abdurrahman b. Müslim, Dahhâk'a: "Buhâra ahalisine git ve onlara bağışları ver" diye haber gönderdi. Dahhâk "Bu işten dolayı beni affet" dedi ve affedilinceye kadar hep affedilmeyi isteyip durdu. Bazı arkadaşları ona: "Sen onların rızkını eksiltemeyeceğin halde iken ne diye gidip onlara bağışlarını vermiyorsun?" deyince: "Ben zalimlere hiçbir işlerinde yardımcı olmak istemiyorum" karşılığını verdi.

18

Bkz. Ayet:19

19

"Şehirde, korku içinde etrafı gözetip dolaşarak sabahladı. Birde ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse feıyad ederek ondan yine yardım istiyordu. Musa ona; «Doğrusu sen besbelli bir azgınsın» dedi. Musa, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince adam: «Ey Musa! Dün birini öldürdüğün gibi, beni de öldürmek mi istiyorsun. Sen ancak yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun, arabuluculardan olmak istemiyorsun» dedi"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Şehirde, korku içinde etrafı gözetip dolaşarak sabahladı..." âyetini açıklarken: "Musa (aleyhisselam) tutsak edilmekten korkarak sabahladı, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) ifadesini açıklarken: "Etrafını gözetiyordu, mânâsındadır" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: (.....) ifadesini açıklarken: "Düşmandan sakınıyordu, mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Burada bir gün önce kendisinden yardım isteyen dostu kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "Mûsâ'nın (aleyhisselam) yardım ettiği kişi, feryad ederek kendisinden yardım isteyen kişiydi" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse feryad ederek ondan yine yardım istiyordu..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Feryad etmek yardım istemek demektir. Yardım istemekle feryad etmek aynı şeydir. "Musa ona: «Doğrusu sen besbelli bir azgınsın» dedi." Musa (aleyhisselam) ona doğru yönelince adam Mûsâ'nın (aleyhisselam) kendisini öldürmek istediğini zannetti ve: "Ey Musa! Dün birini öldürdüğün gibi, beni de öldürmek mi istiyorsun..." dedi. O anda yakınlarında olan bir Kıbtîde onları işitti ve bu sözleri etrafa yaydı."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Musa, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince adam: "Ey Musa! Dün birini öldürdüğün gibi, beni de öldürmek mi istiyorsun..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Mûsa'nın (aleyhisselam) tarafından olan kişi, Musa'nın (aleyhisselam) kendisini öldüreceğini zannetti. Bunun üzerine: "...Ey Musa! Dün birini öldürdüğün gibi, beni de öldürmek mi istiyorsun..." dedi. Çünkü bir gün önce Mûsâ'nın (aleyhisselam) birini öldürdüğünü kendisinden başka hiç kimse bilmiyordu. İkisinin de düşmanı olan biri, adamın: "...Ey Musa! Dün birini öldürdüğün gibi, beni de öldürmek mi istiyorsun..." dediğini işitti ve bunu etrafa yaydı.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Şa'bî: "Haksız yere iki kişi öldüren biri zorba kişidir" dedi ve: "...Ey Musa! Dün birini öldürdüğün gibi, beni de öldürmek mi istiyorsun. Sen ancak yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun..." âyetini okudu.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "İnsan haksız yere iki kişiyi öldürmedikçe zorba olmaz" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû İmrân el-Cevnî: "Zorbaların alâmeti haksız yere öldürmektir" dedi.

20

Bkz. Ayet:21

21

"Şehrin öbür ucundan koşarak bir adam geldi. «Ey Musa! İleri gelenler seni öldürmek için aralarında senin durumunu görüşüyorlar. Şehirden hemen çık. Şüphesiz ben sana öğüt verenlerdenim» dedi. Musa, korku içinde etrafı gözetleyerek şehirden çıktı ve: «Ey Rabbim! Beni bu zalim kavimden kurtar» dedi"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Şehrin öbür ucundan koşarak bir adam geldi..." âyetini açıklarken: "Burada Firavun ailesinden iman eden bir kişi kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şuayb el-Cebâî: "...Ey Musa! İleri gelenler seni öldürmek için aralarında senin durumunu görüşüyorlar..." diyen kişi Şem'ûn'dur" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: âyetini açıklarken: "Şehrin öbür ucundan işi olan bir adam geldi. Adı Hizkîl'dir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Kıbti, Firavun'un yanına giderek adamı Mûsa'nın (aleyhisselam) öldürdüğünü etrafa yaydı. Firavun: "Onu getirin, o dostumuzu öldürdü" dedi. Mûsa'nın (aleyhisselam) arkasından çıkanlar: "Onu ana yoldan ayrılan tali yollarda arayalım. Zira Musa küçüktür, yolu bilmez" dediler. Musa (aleyhisselam) anayoldan ayrılarak yoluna devam etti. Bir kişi gelip kendisine: "İleri gelenler seni öldürmek için aralarında senin durumunu görüşüyorlar. Şehirden hemen çık" dedi. Musa (aleyhisselam): "Korku içinde etrafı gözetleyerek şehirden çıktı ve "Ey Rabbim! Beni bu zalim kavimden kurtar" dedi. Musa (aleyhisselam) tali yolda yoluna devam ederken yanına bir at üzerinde elinde baston olan bir melek geldi. Musa (aleyhisselam) ona korkudan dolayı secdeye kapanınca, melek: "Bana secde etme, beni takip et" dedi. Melek onu Medyen'e götürmüştü. Musa (aleyhisselam) yaşlı birinin yanına gitti ve durumu kendisine anlattı. Yaşlı: "...Korkma, o zalim kavimden kurtuldun" dedi. Bu kişi kızlarından birine asasını getirmesini söyledi. Bu asa kendisine adam kılığına girmiş bir melek tarafından emanet olarak bırakılmış bir asaydı.

Kızı içeri girip asayı aldı ve babasına getirdi. Yaşlı kişi asayı görünce: "Bana başka bir asa getir" dedi. Kız başka bir asa almak istiyor, ama eline sadece bu asa geliyordu. Yaşlı kişi her seferinde kızını geri çeviriyor ve başka asa getirmesini istiyordu. Yaşlı adam bunu görünce asayı Mûsa'ya (aleyhisselam) verdi ve hayvanları otlatmaya gönderdi. Yaşlı adam asayı verdiğine pişman olmuştu. Çünkü bu asa kendisine emanet olarak bırakılmıştı. O, Mûsa'yı (aleyhisselam) aramaya çıkıp onu bulunca: "Bana asayı geri ver" dedi. Musa (aleyhisselam): "Bu, benim asamdır" dedi ve asayı geri vermedi. Bunun üzerine tartışmaya başladılar. Sonra ilk görecekleri kişiyi hakem kılacaklarına dair bir anlaşma yaptılar. Yürüyen bir melekle karşılaştılar ve bu melek: "Asayı yere atın. Asa, onu kaldıran kişinin olsun" diye aralarında hüküm kıldı. Yaşlı adam asayı almak istedi, ama ne kadar uğraştıysa onu yerden kaldıramadı. Musa (aleyhisselam) asayı alıp yerden kaldırınca, yaşlı adam asayı Mûsa'ya (aleyhisselam) bıraktı. Musa (aleyhisselam)yaşlının yanında on yıl boyunca çobanlık etti.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Şehrin öbür ucundan koşarak bir adam geldi..." âyetini açıklarken: "Burada Firavun ailesinden iman eden bir kişinin koşarak geldiği kastedilmektedir" dedi. "Musa, korku içinde etrafı gözetleyerek şehirden çıktı..." âyeti hakkında ise: "Musa (aleyhisselam), arkasından gelenlerin kendisini yakalamasından korkmuştu" dedi.

22

"Musa, Medyen'e doğru yöneldiğinde: «Rabbimin bana doğru yolu göstereceğini umarım» dedi"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "Musa, Medyen'e doğru yöneldiğinde..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Mûsâ'nın (aleyhisselam) karşısına dört yol çıkmış ve hangi yolda gideceğini bilememişti. Musa (aleyhisselam): "...Rabbimin bana doğru yolu göstereceğini umarım" dedi ve Medyen'e doğru yoluna devam etti."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: Medyen'e doğru yöneldiğinde..." âyetini açıklarken: "Medyen, yanında Şuayb (aleyhisselam) kavminin ikamet ettikleri bir sudur" dedi.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Rabbimin bana doğru yolu göstereceğini umarım.." âyetini açıklarken: "Burada Medyen yolu kastedilmektedir" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Rabbimin bana doğru yolu göstereceğini umarım..." âyetini açıklarken: "Burada kolay bir yol kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini açıklarken: "Burada: (.....) ifadesiyle doğru yol kastedilmektedir. Vallahi, o zaman yeryüzünün en hayırlıları olan Şuayb (aleyhisselam) ve Musa b. İmrân buluştu" dedi.

Ahmed Zühd'de Ka'b b. Alkame'den bildirir: Musa (aleyhisselam), Firavun'dan kaçarak şehri terk ettiği zaman: "Ey Rabbim! Bana vasiyet et" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Bana asla hiçbir şeyi eşit tutma. Mutlaka beni üstün tut. Çünkü öyle davranmayan kişiye merhamet edip onu temize çıkarmam" buyurdu. Musa (aleyhisselam): "Sonra bana neyi tavsiye edersin?" dediğinde: "Anneni tavsiye ederim, zira o seni karnında taşımış ve zayıf düşmüştür" buyurdu. Musa (aleyhisselam): "Sonra bana neyi tavsiye edersin?" dediğinde: "Babanı tavsiye ederim" buyurdu. Musa (aleyhisselam): "Sonra bana neyi tavsiye edersin?" dediğinde: "Kendin için sevdiğin şeyleri insanlara sevmeni, kendin için istemediğin şeyleride insanlara istememeni tavsiye ederim" buyurdu. Musa (aleyhisselam): "Ey Rabbim! Sonra bana neyi tavsiye edersin?" deyince de: "Seni kullarımın bir işi için idareci kılarsam onlara ihtiyaçlarında bir zorluk çıkarma. Aksi takdirde beni incitirsin. Ben görüyorum, işitiyorum ve her şeye şahidim" buyurdu.

23

Bkz. Ayet:28

24

Bkz. Ayet:28

25

Bkz. Ayet:28

26

Bkz. Ayet:28

27

Bkz. Ayet:28

28

"Medyen suyuna geldiğinde, davarlarını sulayan bir insan topluluğu buldu. Onlardan başka, hayvanlarını sudan alıkoyan iki kız gördü. Onlara: «Derdiniz nedir?» dedi. «Çobanlar ayrılana kadar biz sulayamayız. Babamız çok yaşlıdır, onun için bu işi biz yapıyoruz» dediler... Musa: «Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım bir kötülüğe uğramayacağım. Söylediklerimize Allah vekildir» dedi."

Firyabî, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildirir: Musa (aleyhisselam) korkulu ve aç bir şekilde azıksız olarak şehri terk etmişti. Medyen suyuna geldiğinde koyunlarını sulayan bir topluluk gördü. İki kızda koyunlarıyla bir tarafta bekliyordu. Bunun üzerine onlara: "...Derdiniz nedir..." diye sordu. Onlar: "...Çobanlar ayrılana kadar biz sulayamayız. Babamız çok yaşlıdır, onun için bu işi biz yapıyoruz" dediler. Musa (aleyhisselam): "Yakınınızda başka bir yerde su var mıdır?" deyince: "Hayır yoktur, ancak ağzı bir kişinin kaldıramayacağı bir kaya ile kapalı bir kuyu vardır" dediler. Musa (aleyhisselam): "Gelin bana o kuyuyu gösterin" dedi ve beraber o kuyunun yanına gittiler. Musa (aleyhisselam) kuyunun ağzındaki kayayı eliyle bir tarafa iterek büyük bir kova ile su çıkardı ve koyunlarını suladı. Sonra tekrar kayayı yerine koyarak bir gölgeliğe çekilip: "...Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım" dedi. Bu iki kız Mûsa'nın (aleyhisselam) bu dediğini işitmiş ve babalarının yanına dönmüştü. Babaları erken dönmelerine şaşırarak bunun sebebini sordu ve onlar durumu kendisine haber verdiler.

Baba, kızlarından birine: "Geri dön ve onu buraya davet et" dedi. Kız Musa'nın (aleyhisselam) yanına giderek: "Bizim için koyunlarımızı sulamanın ücretini vermek üzere babam seni çağırıyor" dedi ve Musa'nın (aleyhisselam) önünde yürümeye başladı. Musa (aleyhisselam): "Ben İbrâhîm'in ırkındanım. Allah'ın haram kıldığı yerlerini görmem helal değildir. Sen arkamda yürü ve bana yolu göster" dedi. "Musa, onun (Şu'ayb'ın) yanına gelip başından geçenleri ona anlatınca Şu'ayb: "Korkma, o zalim kavimden kurtuldun" dedi. "Kızlardan biri, "Babacığım, onu ücretle tut. Herhâlde ücretle tuttuklarının en hayırlısı, güçlü ve güvenilir olan bu adam olacaktır" dedi. Bunun üzerine babası: "Onun güçlü ve güvenilir olduğunu nereden biliyor sun?" diye sorunca, durumu ona bildirip şöyle dedi: "O, ancak bir grup insanın kaldırabileceği kuyunun ağzındaki kayayı tek başına kaldırdı. Güvenilir kişi olduğunu bilmem ise bana:'"Ben İbrâhîm'in ırkındanım. Allah'ın haram kıldığı yerlerini görmem helal değildir. Sen arkamda yürü ve bana yolu göster" demesidir." İbn Abbâs'a: "Musa (aleyhisselam) iki süreden hangisini yerine getirdi?" denilince: "İyi ve doğru olanını" karşılığını verdi.

Firyabî, Musannef’te İbn Ebî Şeybe Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim, Ömer b. el-Hattâb'dan bildirir: Musa (aleyhisselam), Medyen suyunun yanına geldiği zaman koyunlarını sulayan bir topluluk gördü. Ancak bu topluluk sulama işini bitirdiklerinde kayayı tekrar kuyunun ağzına koydular. O kayayı ancak on kişi kaldırabilirdi. Musa (aleyhisselam) iki kız görünce onlara: "...Derdiniz nedir..." diye sordu. Onlar durumlarını anlatınca Musa (aleyhisselam) gidip tek başına kayayı kuyunun ağzından kaldırdı ve hayvanları suladı. O, sadece bir kova su çıkarmış ve onları kanana kadar sulamıştı. Kızlar babalarının yanına dönerek olanları kendisine anlattlar. Musa (aleyhisselam) bir gölgeliğe çekilip: "...Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım" dedi. "O sırada, kızlardan biri utana utana yürüyüp ona geldi..." Kız elbisesiyle yüzünü kapatmıştı. O, erkeklerle sohbet eden ve dışarı çıkıp dolaşan kadınlardan değildi. "Babam sana sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor" dedi. Musa (aleyhisselam) kalkarak: "Sen arkamda yürü ve bana yolu göster. Rüzgar elbiseni kaldırabilir, vücudunu görmek istemiyorum" dedi. Kızın babasına yetiştiklerinde Musa (aleyhisselam) başından geçenleri ona anlattı. Kızlardan biri: "...Babacığım, onu ücretle tut. Herhalde ücretle tuttuklarının en hayırlısı, güçlü ve güvenilir olan bu adam olacaktır" dedi. Bunun üzerine babası: "Ey kızım! Onun güçlü ve güvenilir olduğunu nereden biliyorsun?" diye sorunca: "O, ancak bir grup insanın kaldırabileceği kuyunun ağzındaki kayayı tek başına kaldırdı. Güvenilir kişi olduğunu bilmem ise bana: «Sen arkamda yürü ve bana yolu göster. Rüzgar elbiseni kaldırabilir, vücudunu görmek istemiyorum» demesiydi" dedi. Kızın babası onu dahada severek: "Ben, sekiz yıl bana çalışmana karşılık, şu iki kızımdan birisini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer sen bunu on yıla tamamlarsan, o da senden olur. Ben seni zora koşmak da istemiyorum. İnşaallah beni salih kimselerden bulacaksın" dedi.

Burada kızın babası Mûsa'ya (aleyhisselam) güzel bir dost olacağını ve ahde vefa göstereceğini bildirmişti. Musa (aleyhisselam): "Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım bir kötülüğe uğramayacağım..." deyince, kızın babası: "Evet (bir kötülüğe uğramayacaksın)" dedi. Musa (aleyhisselam): "Söylediklerimize Allah vekildir" dedi. Bunun üzerine Mûsa'yı (aleyhisselam) kızıyla evlendirdi ve Musa (aleyhisselam) onun işlerini yapıp bütün ihtiyaçlarını karşılamaya ve koyunlarını otlatmaya başladı. O, Mûsa'yı (aleyhisselam) kızı Safûra veya kardeşi Şerka ile evlendirmişti. Onların ikisi de koyunları suya gitmekten engelliyenlerdi.

Ahmed Zühd'de, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Medyen suyuna geldiğinde..." âyetini açıklarken: "Musa (aleyhisselam) suya geldiği zaman zayıflıktan dolayı karnının içindeki sebzelerin yeşilliği dışarıdan görülüyordu" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Musa (aleyhisselam), Mısır'dan Medyen'e doğru yola çıkmıştı. Mısır'la Medyen arasında sekiz gecelik bir yol vardı. Yanında yiyecek olarak ağaç yapraklarından başka hiçbir şey yoktu. Oraya yalınayak gitmişti. Medyen'e vardığında ayaklarının altındaki deriler yüzülmüştü.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "Musa (aleyhisselam), Medyen suyuna geldiğinde otuz beş günlük bir yoldan gelmişti" dedi:

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "Burada bir insan topluluğu kastedilmektedir" dedi. "Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım" âyeti hakkında ise: "Burada hayırdan kasıt, yemektir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Onlardan başka, hayvanlarını sudan alıkoyan iki kız gördü..." âyetini açıklarken: "Bu kızların isimleri Leyâ ve Safûra'dır. Onların, koyunları su göletlerinde sulayan küçük dört kardeşi daha vardı" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "İkisi de (koyunları suya gitmekten) engelliyor, mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik: (.....) ifadesini açıklarken: "Oradaki topluluk sulama işini bitirip kuyu kendilerine bırakılana kadar ikisi de koyunları suya gitmekten engelliyordu" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Çobanlar ayrılana kadar biz sulamayız..." dediler" âyetini açıklarken: "Onlar, o topluluktan artakalan sularla koyunlarını sulamak için bekliyordu" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti, (.....) şeklinde (ye) harfini ötre ile ve Riâ' ifadesindeki (ra) harfini esre ile okumuştur.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve el-Muhtâre'de Diyâ İbn Abbâs'tan bildirir: Musa (aleyhisselam): "...Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım" demişti. O ki, Allah katında en seçkin kişiydi. O bir parça hurmaya bile muhtaç olmuş ve açlıktan dolayı karnı sırtına yapışmıştı.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım" âyetini açıklarken: "Musa (aleyhisselam) kesinlikle yemek istemiştir" dedi.

Abdullah b. Ahmed Zühd'e zevaid olarak ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım" âyetini açıklarken: "Musa (aleyhisselam) açlıktan dolayı güç kazanmak için ekmek parçaları istemişti" dedi.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Musa (aleyhisselam), Firavun'dan kaçtığı zaman o kadar acıkmıştı ki, bağırsakları giysinin altından bile görünüyordu. İşte o zaman: "...Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım" dedi.

İbn Merdûye'nin Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Musa, kızların koyunlarını suladı ve bir gölgeliğe çekilerek: «...Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım» dedi. Musa o zaman (açlıktan dolayı) bir avuç hurmaya bile muhtaçtı."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed Zühd'de, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım" âyetini açıklarken: "Musa (aleyhisselam) o gün, bir doyumluk yemeğe muhtaçtı" dedi.

Firyabî ve Ahmed'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Musa (aleyhisselam) o gün, yemekten başka bir şey istemişti" dedi.

Firyabî ve Ahmed'in bildirdiğine göre İbrâhîm et-Teymî: "...Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım" âyetini açıklarken: "O zaman, Mûsa'nın (aleyhisselam) ne bir ekmeği, ne de bir dirhem parası vardı" dedi.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Abdullah b. Ebî el-Huzeyl vasıtasıyla bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb: "Nihayet kızlardan biri utana utana yürüyerek ona gelip..." âyetini açıklarken: "Elbisesinin koluyla yüzünü kapatarak geldi, mânâsındadır" dedi.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Huzeyl'den onun sözü olarak aynısını bildirir.

Ahmed'in bildirdiğine göre Mutarrif b. eş-Şıhhîr: "Vallahi, eğer Allah'ın Peygamberinin yanında yiyecek bir şey olsaydı onun arkasından gitmezdi. Ancak zor bir durumda olduğundan dolayı gitmiştir" dedi.

İbn Asâkir, Ebû Hâzım'den bildirir: Musa (aleyhisselam), Şuayb'ın (aleyhisselam) yanına girdiği zaman Şuayb (aleyhisselam) akşam yemeğini yemekteydi. Şuayb (aleyhisselam) kendisine: "Ye!" deyince, Musa (aleyhisselam): "Bunu yapmaktan Allah'a sığınırım" dedi. Şuayb (aleyhisselam): "Niye ki, aç değil misin?" diye sorunca: "Evet açım, fakat bunu bana koyunları suladım diye veriyor olmandan korkuyorum. Bende ahiret amelini yeryüzü doluşunca altına değişmeyen bir ailedenim" dedi. Şuayb (aleyhisselam): "Hayır vallahi, düşündüğün gibi değildir. Bu bizim ve atalarımızın âdetlerindendir. Biz misafiri karşılar ve ona yemek ikram ederiz" karşılığını verdi. Bunun üzerine Musa (aleyhisselam) oturdu ve yemek yedi.

İbn Ebî Hâtim, Enes'ten bildirir: Kendisine ulaştığına göre Şuayb (aleyhisselam), Mûsâ'nın (aleyhisselam) kendisine başından geçenleri anlattığı kişidir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Hasan'dan bildirir: Bazı kişiler: "Burada zikredilen kişi Şuayb'dır. (aleyhisselam)" diyordu. Ancak bu kişi Şuayb (aleyhisselam) değildir. Fakat o, o zaman o suyun sahibiydi."

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Ubeyde: "Mûsâ'nın (aleyhisselam) dostu, peygamber Şuayb'ın (aleyhisselam) kardeşi oğlu Esrûn'dur" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Mûsâ'nın (aleyhisselam) kayınbabasının ismi Yesribî'dir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Mûsa'yı (aleyhisselam) yanında ücretle tutan kişi Medyen sahibi Yesrâ'dır" dedi.

Saîd b. Mansûr'un İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Musa (aleyhisselam) kendisine Ebû Murra denilmesinden hoşlanmazdı. Çünkü bu, Firavun'un lakabıydı. Mûsâ'nın (aleyhisselam) arkadaşı (eşi) ise Safîra binti Yesrûn'du.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Güçlü..." ifadesini açıklarken: "Burada Mûsâ'nın (aleyhisselam) kuyu ağzındaki kayayı kaldırıp onların koyunlarını sulaması kastedilmektedir" dedi. "...Güvenilir..." ifadesi hakkında ise: "Koyunları sularken onlara bakmaması kastedilmektedir" dedi.

Taberânî, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Mûsâ'nın (aleyhisselam) arkadaşı (eşi): "...Babacığım, onu ücretle tut. Herhalde ücretle tuttuklarının en hayırlısı, güçlü ve güvenilir olan bu adam olacaktır" dedi. Bunun üzerine babası: "Ey kızım! Onun güçlü olduğunu nereden biliyorsun?" diye sorunca: "O, kuyunun yanına geldiğinde ancak şu kadar şu kadar kişinin kaldırabileceği kayayı tek başına kaldırdı" dedi. Babası: "Onun güvenilir bir kişi olduğunu nereden biliyorsun?" diye sorunca da: "Ben onun önünde yürüyordum. Ancak o, arkasında yürümemi istedi" karşılığını verdi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Şu iki kızımdan birisini sana nikâhlamak istiyorum..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bana bildirdiğine göre Musa (aleyhisselam) kendisini çağırmaya giden Safûra adındaki kız ile evlenmişti. Kızın babası Şuayb'ın (aleyhisselam) kardeşi oğlu Reâvil'dir. Kendisine inandığım bir kişinin bana bildirdiğine göre onun ismi kitapta Yesrûn diye geçmektedir. O, Medyen kâhinidir. Kâhin kişi de âlim kişi demektir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Nevf eş-Şâmî: "Mûsa'nın (aleyhisselam) eşi kendisine bir çocuk doğurdu ve Musa (aleyhisselam) onun adını Cerseme koydu" dedi.

İbn Mâce, Bezzâr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye, Utbe b. en-Nudderi es-Sülemî'den bildirir: Biz Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında iken, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Kasas Sûresi'ni okudu. Mûsa'nın (aleyhisselam) kıssasına geldiği zaman: "Musa, namusunun korunması ve karnının doyurulmasına karşılık işçi olarak sekiz veya on yıl çalışmayı kabullenmişti. Bu süreyi doldurduğu zaman..." buyurunca: " Resûlallah! Bu iki süreden hangisini yerine getirdi?" denildi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti: "İyi ve doğru olanını yerine getirdi. O, Şuayb'dan ayrılmak isteyince, karısına, babasından maişetlerini sağlayacak kadar koyun istemesini söyledi. Şuayb, o yıl annelerinden farklı renkte doğan yavruları kendilerine verdi. Şuayb'ın koyunları siyah ve güzel koyunlardı. Musa (aleyhisselam) asasını bir ucundan tutarak işaretleyip sonra da su havuzunun dibine bıraktı. Sonra da koyunları getirip havuzdan suladı. Musa havuzun yanında durdu ve yanından geçen her koyunun karnına vurdu. Bir veya iki koyun dışında bütün koyunlar değişik renkte ikişer ve üçer yavru doğurmuştu. Onların arasında sütü tutamayacak kadar meme delikleri geniş olan, memeleri uzun olan, meme delikleri küçük olan, sadece meme uçları olan ve elin tutamayacağı kadar küçük memeli olan yoktu. Eğer Şam'ı fethederseniz, orada bu koyunların kalıntılarından bulacaksınız. Onlar Sâmirî'dir." İbn Lehîa der kî: "Feşûş, sütü tutamayacak kadar meme delikleri geniş olan, Dabub, memeleri uzun olan ve geviş getiren, Azûz, meme delikleri küçük olan, Saûl, sadece meme uçları olan, Kemşe, elin tutamayacağı kadar küçük memeli olan demektir."

İbn Cerîr, Enes'ten bildirir: Musa (aleyhisselam) süresini doldurup efendisini çağırdığı zaman, efendisi: "Annesinin rengi dışında doğan bütün yavrular senindir" dedi. Bunun üzerine Musa (aleyhisselam) gidip suyun yanına bir hayalet dikti. Koyunlar hayaleti görünce korktu ve geri çekildi. Bu korku sebebiyle bir koyun dışında hepsi de siyah beyaz yavrular doğurdu. Musa (aleyhisselam) o yıl doğan renkli yavruladı beraberinde alıp götürdü.

Saîd b. Mansûr, Musannef’te İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Buhârî, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs'a: "Musa (aleyhisselam) iki süreden hangisini yerine getirdi?" diye sorulunca: "Daha fazla ve daha güzel olanı yerine getirdi. Zira Allah'ın elçisi (aleyhisselam) söylediği şeyi yerine getiren bir kişiliğe sahiptir" karşılığını verdi.

Bezzâr, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Cibrîl'e: "Musa iki süreden hangisini yerine getirdi?" diye sorunca, Cibrîl: "Tam olan süreyi yerine getirdi" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in Yusuf b. Sercis'den bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Musa (aleyhisselam) iki süreden hangisini yerine getirdi?" diye sorulunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu Cibrîl'e sordu. Cibrîl: "Bu konuda bir bilgim yoktur" dedi ve bunu üstündeki başka bir meleğe sordu. Bu melek te bunu Yüce Rabbine sorunca: "İyi, sağlam ve temiz olanı yerine getirdi" buyurdu.

İbn Merdûye'nin Ali b. Âsim vasıtasıyla Ebû Harun'dan bildirdiğine göre bir kişi Ebû Saîd el-Hudrî'ye: "Musa (aleyhisselam) iki süreden hangisini yerine getirdi?" diye sorunca: "Bilmiyorum, bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorayım" dedi. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) Sorunca da, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bilmiyorum, bunu Cibrîl'e sorayım" buyurdu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu Cibrîl'e sorunca, Cibrîl: "Bilmiyorum, bunu Mîkâîl'e sorayım" dedi. Mîkâîl'e sorunca da, Mîkâîl: "Bilmiyorum, bunu Rafî'ye sorayım" dedi. Rafî'ye sorunca: "Bilmiyorum, bunu İsrâfil'e sorayım" dedi. İsrâfil'e sorunca da, İsrafil: "Bilmiyorum, bunu izzet sahibine sorayım" dedi. Sonra da İsrafil sesinin çıktığı kadar: "Ey izzet sahibi! Musa iki süreden hangisini yerine getirdi?" diye nidâ etti. Bunun üzerine Yüce Allah: "O, güzel olan iki süreyi on yılı yerine getirdi" buyurdu.

Ali b. Âsim der ki: Ebû Harun bu konuda konuştuğu zaman şöyle derdi: "Ebû Saîd el-Hudrî'nin bana, Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem), Cibril'den, Mîkâîl'den, Rafî'den, İsrâfil'den ve İzzet Sahibinden bildirdiğine göre Musa (aleyhisselam) o güzel olan iki süreyi on yılı yerine getirmiştir.

İbn Merdûye, Câbir'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Musa (aleyhisselam) iki süreden hangisini yerine getirdi?" diye sorulunca: "Tam olanını yerine getirdi" buyurdu.

İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cibrîl bana: «Ey Muhammed! Eğer Yahudiler sana: "Musa iki süreden hangisini yerine getirdi?" diye sorarlarsa: "Tam olanını getirdi" diye cevap ver. Eğer: "Kızlardan hangisiyle evlendi?" diye sorarlarsa: "Küçüğüyle evlendi" diye cevap ver» dedi. "

Hatîb Târih'te Ebû Zer'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana şöyle buyurdu: "Eğer sana: «Musa iki süreden hangisini yerine getirdi?» diye sorulursa: «Hayırlı ve iyi olanını yerine getirdi» diye cevap ver. Eğer sana: «Kızlardan hangisiyle evlendi?» diye sorulursa: «Küçüğüyle evlendi» diye cevap ver. Çünkü o gelip te: «...Babacığım, onu ücretle tut. Herhalde ücretle tuttuklarının en hayırlısı, güçlü ve güvenilir olan bu adam olacaktı»diyendir. Babası ona: «Ey kızım( Onun gücünden ne gördün?» diye sorunca: «O, ağır taşı kaldırıp kuyunun ağzına koydu» dedi. Babası: «Onun güvenilirliğinden ne gördün?» diye sorunca da: «O, bana: "Arkamda yürü, önümde yürüme" dedi karşılığını verdi.»"

Beyhaki, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Musa iki süreden hangisini yerine getirdi?" diye sorulunca: "Daha uzun ve daha temiz olanını yerine getirdi" buyurdu.

Bezzâr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî M. el-Evsat'ta ve İbn Merdûye zayıf bir senetle Ebû Zer'den bildirir: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Musa iki süreden hangisini yerine getirdi?" diye sorulunca: "Daha iyi ve tam olanını yerine getirdi" buyurdu. Sonra da: "Eğer: «Kızlardan hangisiyle evlendi?» diye sorulursan: «Küçüğüyle evlendi» diye cevap ver" buyurdu.

Firyabî, Saîd b. Mansûr, Musannef’te İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Musa iki süreden hangisini yerine getirdi?" diye sorulunca: "Tam olanını yerine getirip süresini tamamladı" buyurdu.

İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Cibrîl'e: "Musa iki süreden hangisini yerine getirdi?" diye sordu. Cibrîl: "Ben bunu İsrâfil'e sorayım" dedi. İsrâfil'e sorunca: "Ben bunu Rabbime sorayım" dedi. İsrafil, Rabbine sorunca: "Daha iyi ve tam olanını yerine getirdi" buyurdu.

İbn Merdûye, Miksem'den bildirir: Hasan b. Ali b. Ebî Tâlib ile karşılaşıp: "Musa iki süreden hangisini yerine getirdi, birincisini mi, ikincisini mi?" diye sorduğumda, Hasan: "İkincisini yerine getirdi" karşılığını verdi.

Firyabî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: "Musa süreyi doldurunca.." âyetini açıklarken: "Musa (aleyhisselam) on yıllık süreyi doldurdu ve orada bir on yıl daha kaldı" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Söylediklerimize Allah vekildir" âyetini açıklarken: "Allah, Musa'nın (aleyhisselam) ve kayınbabasının dediklerine vekildir" dedi.

29

"Musa süreyi doldurunca, ailesiyle birlikte yola çıktı. Tur tarafından bir ateş gördü. Ailesine: «Durunuz, ben bir ateş gördüm; belki oradan size bîr haber yahut tutuşmuş bir odun getiririm de ısınabilirsiniz» dedi"

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Musa süreyi doldurunca..." âyetini açıklarken: "Musa (aleyhisselam) on yıllık süreyi doldurdu ve orada bir on yıl daha kaldı" dedi.

İbn Ebî Hâtim, Süddî vasıtasıyla Abdullah b. Abbâs'tan bildirir: Musa (aleyhisselam) süreyi doldurunca ailesiyle beraber yolla çıktı ve yolu kaybetti. Mevsim kış mevsimiydi. Ona bir ışık göründü ve onun bir ateş olduğunu düşündü. Fakat o, Allah'ın nurundandı. Bunun üzerine Musa (aleyhisselam) ailesine: "Siz burada durun. Ben bir ateş gördüm. Belki oradan size hayırlı bir haber ya da tutuşturulmuş bir odun getiririm de bu soğukta ısınırsınız" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini açıklarken: "Ânese ifadesinden kasıt hissetmektir" dedi. (.....) âyeti hakkında ise: "Bir ateş olduğunu hissettim, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "... Belki oradan size bir haber... getiririm..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Musa (aleyhisselam): "Belki bize yolu gösterecek birini bulurum" demek istemiştir. Çünkü onlar gidecekleri yolu kaybetmişti."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada tutuşturulmuş odun parçası kastedilmektedir" dedi.

Firyabî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada ağaçtan bir odun parçası kastedilmektedir" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada bir tarafı ateşle tutuşturulmuş ağaçtan bir odun parçası kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim İn bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Cezvetin ifadesi ateşle tutuşmuş bir odun parçası mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) şeklinde (cim) harfini nasbederek okumuştur.

Abd b. Humeyd, İbn Merdûye ve İbn Asâkir, Ebû Melîh'den bildirir: Ticaret için sefere çıkacağından dolayı kendisiyle vedalaşmak için Meymûn b. Mihrân'ın yanına gitmiştim. O bana şöyle dedi: "Üzülme! Senin dinin için bir şey istemen, dünyan için bir şey istemenden daha üstündür. Sebe' kraliçesi de çıkıp gittiği zaman mülkünden daha fazla sevdiği hiçbir şey yoktu. Ancak Yüce Allah onu daha hayırlı şeylere götürmüş ve İslama hidayet etmişti. Mûsa da (aleyhisselam) ailesi için bir ateş almaya gitmişti. Yüce Allah onu da daha hayırlı şeylere götürdü ve kendisiyle konuştu.

Hatîb, Hazret-i Âişe'den bildirir: "Beklediklerinden daha fazla beklemediğin şeylerin de beklentisi içinde ol. Zira Musa b. İmrân bir ateş parçası almaya gitmiş ve Peygamberlikle geri dönmüştü.

30

"Musa, ateşin yanına gelince, o mübarek yerdeki vadinin sağ tarafındaki ağaçtan: «Ey Musa! Şüphesiz ben, evet, ben âlemlerin Rabbi olan Allah'ım» diye seslenildi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...O mübarek yerdeki vadinin sağ tarafındaki ağaçtan... diye seslenildi" âyetini açıklarken: "Nidâ dünya semasından gelmekteydi" dedi.

Firyabî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...O mübarek yerdeki vadinin sağ tarafındaki ağaçtan..." âyetini açıklarken: "Burada sağ tarafla, Mûsâ'nın (aleyhisselam) sağ tarafındaki Tur Dağının yanında bir yer kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Âyette takdim tehir yapılmıştır. Hazret-i Mûsa'ya aslında semadan seslenilmiş, ancak bu ses ağacın sağ tarafından kendisine ulaşmış ve öyle gösterilmiştir."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Ağacın sağ tarafından nidâ edildi" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: (ağaç) ifadesini açıklarken: "Bana bildirdiğine göre bu ağaç, dalları dikenli bir ağaçtır" dedi.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre el-Kelbî: (ağaç) ifadesini açıklarken: "Bana bildirdiğine göre bu ağaç, goji (=Lycium shavvi) ağacıdır" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Hâkim, Abdullah b. Mes'ûd'dan bildirir: Bana, Mûsâ'nın (aleyhisselam) kendisine sığınmış olduğu ağaç zikredilince, bir gün boyunca yol aldım ve o ağaca ulaştım. Onun yeşil ve sallanan bir muğaylan ağacı olduğunu gördüm. Salâtü selam getirdim ve aç devemin ona doğru geldiğini gördüm. Deve ağaçtan ağzı doluşunca yapraklar aldı ve çiğnemeye başladı. Ancak onları yutamadı ve geri çıkardı. Ben de bir daha salâtü selam getirdim ve orayı terk ettim.

İbn Ebî Hâtim, Nevf el-Bikâlî'den bildirir: Mûsa'ya (aleyhisselam) vadinin sağ tarafındaki yerden nidâ edilince, Musa (aleyhisselam): "Ey nidâ eden! Sende kimsin?" dedi. Bunun üzerine nidâ eden: "Ben Yüce Rabbinim" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim, Ebû Bekr es-Sekafî'den bildirir: Musa (aleyhisselam) gece vakti ağacın yanına gitmiş ve ateşi yeşil bir ağaçta tutuşuyor olarak bulmuştu.

Musa (aleyhisselam) ağacın üzerindeki ateşi almak isteyince ağaç bir tarafa yattı. Bunun üzerine Musa (aleyhisselam) korktu ve geri çekildi. Vadinin sağ tarafından - yani ağacın sağından-: "Ey Musa!" diye nida edildi. Musa (aleyhisselam) sesi işitince, iki defa sesin geldiği yöne: "Sen neredesin?" dedi. Nidâ sahibi: "Ben üstündeyim" buyurdu. Musa (aleyhisselam): "Sen Rabbim misin?" deyince, Yüce Allah: "Evet, (ben senin Rabbinim)" buyurdu.

31

Bkz. Ayet:35

32

Bkz. Ayet:35

33

Bkz. Ayet:35

34

Bkz. Ayet:35

35

"(Mûsa'ya): «Asânı at» denildi. Musa, değneğin yılan gibi hareketler yaptığını görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. «Ey Musa! Dön gel; korkma; şüphesiz güvende olanlardansın» denildi... Allah: «Seni kardeşinle destekleyeceğiz; ikinize bir kudret vereceğiz ki, onlar size el uzatamayacaklardır. Ayetlerimizle ikiniz ve ikinize uyanlar üstün geleceklerdir» dedi"

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: (.....) ifadeleri hakkında: "Bu, Kur'ân'daki takdim olayıdır" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Cenâheke ifadesiyle el kastedilmektedir" dedi.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi: (.....) âyeti elini koynuna koy anlamındadır. "Cenâheke ifadesiyle el, Rehb ifadesiyle korku, Fezânike burhânâni ifadesiyle de asâ ve el kastedilmektedir" dedi. (.....) ifadesi hakkında ise: "Burada yardım kastedilmektedir" dedi. "...İkinize bir kudret vereceğiz ki..." âyeti hakkında ise: "Delil vereceğiz, mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...Arkasına bakmadan kaçtı..." ifadesini açıklarken: "Korkudan dolayı arkasına bakmadan kaçtı, mânâsındadır" dedi. "Elini koynuna sok; kusursuz, bembeyaz çıkacaktır..." âyeti hakkında ise: "Elini gömleğinin cebine sok; o alaca hastalığı olmaksızın çıkacaktır, mânâsındadır" dedi." (.....) âyetini açıklarken: "Korkudan (açılan) kollarını kendine çek. İşte bu ikisi Rabbin katından iki kesin delildir" dedi. (.....) âyeti hakkında ise: "Onu da benimle birlikte, bir yardımcı olarak gönder, mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) şeklinde şeddeli olarak (ra) harfini ötre ile okumuştur, (.....) ifadesindeki (nun) harfini de şeddesiz olarak okumuştur.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Abdullah b. Kesîr ve Kays bu âyeti: (.....) şeklinde (nun) harfini şeddeli olarak okumuştur.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ali (b. Ebî Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Beni tasdik etmesi için" dedi.

İbn Ebî Hâtim, İbn Vehb vasıtasıyla Nâfi' b. Ebî Nuaym'dan bildirir: Müslim b. Cundub'e: (.....) ifadesinin açıklamasını sorunca şöyle dedi: (.....) ifadesi fazlalık mânâsındadır. Şairin:

"O, öyle bir mızraktı ki sapı en sert kamıştan idi

O, öyle uzun idi ki on arşından bir arşm fazla idi" dediğini İşitmedin mi?"

Tastî'nin Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: "Bana: (.....) âyetini açıkla" deyince, ibn Abbâs: "Azud ifadesi yardım edilen mânâsındadır" dedi. Nâfi' b. el-Ezrak: "Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Evet bilirler, Nâbiğa'nın:

"Ebû Kâbus'un kurtarıcı zimmetindedir

Korkuları olup ta yardımcısı olmayanlar" dediğini İşitmedin mi?" karşılığını verdi.

İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: Mûsâ'nın (aleyhisselam) kalbi Firavun korkusu ile dolmuştu. Musa (aleyhisselam) onu gördüğü zaman: "Allahım! Onun düşmanlığını inâyetinle def eder, şerrinden sana sığınırım" derdi. Yüce Allah, Mûsâ'nın (aleyhisselam) kalbindeki korkuyu alıp Firavun'un kalbine yerleştirdi. Firavun, Mûsa'yı (aleyhisselam) gördüğü zaman eşeğin işemesi gibi işerdi.

Beyhakî el-Esmâ ve's-Sıfâfta Dahhâk'tan bildirir: Mûsâ'nın (aleyhisselam), Firavun'a giderken ettiği dua, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Huneyn savaşında ettiği dua ve her sıkıntısı olanın sıkıntısı gitmesi için ettiği dua şöyledir: "Allahım! Hep var oldun ve var olacaksın. Sen ölmeyen dirisin. Gözler uykuya dalıp yıldızlar sönerken bile sen hep diri ve kaimsin. Seni ne uyku, ne de uyuklama alır. Ey Hayy, ey Kayyûm!"

36

Vakta ki Mûsa, açık mûcizelerimizle onlara vardı, dediler ki: “ Bu, ancak uydurulmuş bir sihirdir; biz evvelki atalarımızdan dahi, bunu (bu peygamberlik davasını yahut sihri) işitmedik.”

37

Mûsa şöyle dedi: “ Allah katından kimin hidâyet (Peygamberlik)getirdiğini ve yurdun akıbeti (Cennet), kimin olacağını Rabbim daha iyi bilendir. Doğrusu zâlimler, (Allah’ın azabından) kurtulamazlar.”

38

"Firavun: «Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh tanımıyorum. Ey Hâmân! Haydi, benim için çamur özerine ateş yak, bana bir kule yap ki Mûsa'nın tanrısına çıkayım; ama sanıyorum, o mutlaka yalan söyleyenlerdendir» dedi."

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Firavun: "Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh tanımıyorum... dediği zaman, Cibrîl: "Ey Rabbim! Kulun azgınlık etmektedir. İzin ver de onu helak edeyim" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Ey Cibrîl! O, kulumdur, onun için belirlemiş olduğum bir ecel vardır. O, ecel gelmeden bu kimsenin isteğiyle olmaz" buyurdu. Firavun: "Ben, sizin en yüce Rabbinizim!" deyince, Allah: "Ey Cibrîl! Duan takdir ettiğim ecelin önüne geçti ve onun helak vakti geldi" buyurdu.

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Firavun iki söz söylemişti. Bunlar: «...Sizin için benden başka bir ilâh tanımıyorum.. .» ve: «Ben, sizin en yüce Rabbinizim!» sözleridir" buyurdu. Sonra da: "Birinci sözü ile ikinci sözü arasında kırk yıllık bir süre vardır. "Allah onu, ibret verici şekilde dünya ve âhiret cezasıyla cezalandırdı" buyurdu.

İbn Abdilhakem Futûh Mısır'da bildirir: Esed'in bize Hâlid b. Abdillah'dan bildirdiğine göre hadis rivayet eden bir kişi: "Hâmân, Nabatî biriydi" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Ey Hâmân! Haydi, benim için çamur üzerine ateş yak..." âyetini açıklarken: "Kumsuz çamur üzerinde ateş yak ve tuğla imal et, mânâsındadır" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Bana bildirdiğine göre Firavun, toprağı pişirip de tuğla imal eden ilk kişidir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Firavun toprağı pişirip de tuğla imal eden ve onunla kendisi için gökdelen yapılan ilk-kişidir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Firavun tuğla imal edip onunla bina yapılmasını emreden ilk kişidir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Ey Hâmân! Haydi, benim için çamur üzerine ateş yak..." âyetini açıklarken: "Çamur üzerinde ateş yak ve tuğla imal et, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: "Firavun, gökdelen yapıldığı zaman damına çıktı ve bir ok istedi. Sonra semaya doğru bir ok attı. Ok kana bulanmış bir şekilde geri dönünce, Firavun: "Mûsa'nın ilahını öldürdüm" dedi.

39

O Fir'avun ve askerleri, yeryüzünde (Mısır’da) hakları olmıyarak büyüklük tasladılar ve zannettiler ki, bize döndürülmiyecekler.

40

Bkz. Ayet:42

41

Bkz. Ayet:42

42

"Biz de, onu ve askerlerini yakalayıp suya attık. Zalimlerin sonunun nasıl olduğuna bir bak. Biz onları, ateşe çağıran öncüler kıldık. Kıyamet günü de kendilerine yardım edilmeyecektir. Bu dünyada onları lanete uğrattık. Kıyamet gününde de onlar iğrenç kılınmış kimselerden olacaklardır."

Abd b. Humeyd ve îbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Yakalayıp suya attık..." âyetini açıklarken: "el-Yem ifadesiyle İsâf adlı Mısır'ın ötesinde olan deniz kastedilmektedir, Allah onları orada gark etmiştir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Biz onları, ateşe çağıran öncüler kıldık..." âyetini açıklarken: "Allah onları, masiyetlere çağıran öncüler kıldı" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: (.....) âyetini açıklarken: "Bu dünyada onları lânete uğrattık. Kıyamet gününde de bir daha lanete uğrattık. Onlar iğrenç kılınmış kimselerden olacaklardır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Bu dünyada onları lânete uğrattık. Kıyamet gününde de..." âyetini açıklarken: "Onlar, hem bu dünyada, hem de kıyamet gününde lânete uğratıldılar..." buyruğunda olduğu gibi, onlar dünyada ve âhirette lanete uğratıldılar" dedi.

43

"And olsun ki, Mûsa'ya, ilk nesilleri yok ettikten sonra, insanlar düşünsünler diye kitabı, açık belgeler, doğruluk rehberi ve rahmet olarak verdik."

Bezzâr, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah, yeryüzüne Tevrat'ı indirdiği zamandan beri, maymunlara çevrilen kasaba halkı dışında hiçbir kavmi, hiçbir nesli hiçbir ümmeti ve hiçbir kasaba halkını semadan azap indirerek helak etmiş değildir. Yüce Allah'ın: «And olsun ki, Mûsa'ya, ilk nesilleri yok ettikten sonra, insanlar düşünsünler diye kitabı, açık belgeler, doğruluk rehberi ve rahmet olarak verdik» âyetini görmüyor musun?"'

Bezzâr, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim başka bir kanalla Ebû Saîd'den merfû olarak aynısını bildirir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini açıklarken:

"İnsanlara delil olarak mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Basiret demek, hidayet demektir. Kalplerindeki basiret günahlarını görmeleri içindir" dedi.

44

Bkz. Ayet:45

45

"Mûsa'ya o emri vahyettiğimiz sırada sen batı yönünde bulunmuyordun, olayı görenlerden de değildin. Ama biz nice nesiller var etmiştik. Sen Medyen halkı içinde de yaşamış değildin ki, onlara âyetlerimizi okuyasın, fakat o haberleri sana gönderen biziz"

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Sen batı yönünde bulunmuyordun..." âyetini açıklarken: "Sen dağın batı yönünde bulunmuyordun mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "...Sen Medyen halkı içinde de yaşamış değildin ki..." âyetini açıklarken: "Sâvî ifadesi ile ikamet eden kastedilmektedir" dedi.

46

"Nidâ ettiğimiz zaman Tur tarafında da değildin; fakat senden önce kendilerine bir peygamber gelmeyen topluluğu, belki ibret alırlar, öğüt dinlerler diye korkutmak için Rabbinden bir rahmet olarak gönderildin."

Firyabî, Nesâî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye, Ebû Nuaym ve Delâil'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre: "Nida ettiğimiz zaman Tur tarafında da değildin..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Onlara (Tur dağının yanında) Ey Muhammed ümmeti! Siz, benden istemeden önce size verdim ve siz daha dua etmeden duanızı kabul ettim" diye nidâ edildi."

İbn Merdûye başka bir kanalla Ebû Hureyre'den merfû olarak aynısını bildirir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Asâkir, Ebû Hureyre'den bildirir: Şüphesiz ki, İzzet Sahibi: "Rahmetim gazabımı geçti" diye nidâ etti. Sonra da Kasas Sûresi'ndeki: "Nidâ ettiğimiz zaman Tur tarafında da değildin..."âyeti indirildi.

İbn Merdûye, Delâil'de Ebû Nuaym el-îbâne'de Ebû Nasr es-Siczî ve Deylemî, Amr b. Abese'den bildirir: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Nidâ ettiğimiz zaman Tur tarafında da değildin; fakat... Rabbinden bir rahmet olarak gönderildin" âyetinin açıklamasını sorup: "Ne nidâ edilmişti ve rahmet ne idi?" dedim. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yüce Allah hiçbir şeyi yaratmadan iki bin yıl önce bir kitap yazdı ve onu Arş'ına yükseltti. Sonra da: «Ey Muhammed ümmeti! Rahmetim gazabımı geçti. Siz, benden istemeden önce size verdim ve siz istiğfar etmeden önce sizi bağışladım. Sizden her kim Allah'dan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in kulu ve elçisi olduğuna, inanarak şahadet edip bana kavuşursa onu Cennete sokacağım» diye nidâ etti. "

el-Huttelî Dibac'da Sehl b. Sa'd es-Sâidî'den merfû olarak aynısını bildirir.

İbn Merdûye ve Delâil'de Ebû Nuaym'ın Huzeyfe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah: «Beni zikretmek, kimi benden bir şey istemekten alıkoyarsa, o benden istemeden önce ona (istediğini) veririm» buyurmuştur." Allah'ın: "Nidâ ettiğimiz zaman Tur tarafında da değildin..." âyeti da bunu ifade etmektedir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti: "«(Tur dağının yanında) Ey Muhammed ümmeti! Biz size verdiğimizde siz daha istememiştiniz. Biz duanızı kabul ettiğimizde siz daha dua etmemiştiniz» diye nidâ edildi."

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah, Musa'yı (aleyhisselam) Tûr-u Sîna'ya sırdaş olarak yaklaştırdığı zaman Musa (aleyhisselam): «Ey Rabbim! Beni sırdaş olarak yaklaştırıp benimle gerçek olarak konuşmuşken senin yanında benden daha üstün kimse var mıdır?» dedi. Allah: «Evet, Muhammed senden daha üstündür» buyurdu. Musa (aleyhisselam): «Eğer Muhammed senin katında benden daha üstünse, senin katında, kendilerine denizi yarıp Firavun'dan ve kötülüklerinden kurtardığın, kendilerine kudret helvası ve bıldırcın yedirdiğin İsrâil oğullarından daha üstün bir ümmet var mıdır?» dedi. Allah: «Evet, Muhammed'in ümmeti İsrâil oğullarından daha üstündür» buyurdu."

Musa (aleyhisselam): «Ey Rabbim! Bana onları göster» deyince, Yüce Allah: «Sen onları göremezsin. Dilersen sana onların sesini duyurayım» buyurdu. Musa (aleyhisselam): «Duyur ey Rabbim!» deyince de, Rabbimiz: «Ey Muhammed'in ümmeti! Rabbinize cevap verin» diye nidâ etti. Bunun üzerine kıyamet gününe kadar doğacak olan Muhammed'in ümmeti, daha atalarının sulbünde ve annelerinin rahminde olmalarına rağmen: «Emrindeyiz, sen bizim hak olan Rabbimizsin. Biz de senin kullarınız» dediler. Allah: «Doğru söylediniz, ben sizin Rabbinizim, siz de benim kullarımsınız. Siz daha dua etmeden ben sizi bağışladım ve siz daha benden istemeden önce ben size verdim. Sizden herkim Allah'dan başka ilah olmadığına şahadet edip bana kavuşursa onu Cennete sokacağım»" buyurdu." İbn Abbâs: "Allah, Muhammed'i peygamber olarak gönderdiği zaman, ona minnet etmek istemiş ve: "Ey Muhammed! "Nidâ ettiğimiz zaman Tur tarafında da değildin..." buyurmuştur" dedi.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebû Nasr es-Siczî'nin el-İbâne'de bildirdiğine göre Mukâtil: "Nidâ ettiğimiz zaman Tur tarafında da değildin..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Ey Muhammed! Biz nidâ ettiğimiz zaman, ümmetin daha atalarının sulbünde ve annelerinin rahminde iken, peygamber olarak gönderileceğin zaman sana iman edeceklerini söylediklerinde sen Tur tarafında da değildin" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Nidâ ettiğimiz zaman Tur tarafında da değildin..." âyetini açıklarken: "Burada Mûsa'ya (aleyhisselam) nidâ edildi" dedi. "...Fakat... Rabbinden bir rahmet olarak gönderildin" âyeti hakkında ise: "Sana haber verdiğimiz kıssalardan (belki ibret alırlar) mânâsındadır" dedi.

47

Bkz. Ayet:49

48

Bkz. Ayet:49

49

"Yaptıklarından ötürü başlarına bir musibet geldiği zaman: «Rabbimiz, bize bir peygamber gönderseydin de âyetlerine uysak ve müminlerden olsak olmaz mıydı?» derler. Ama onlara katımızdan gerçek gelince: «Mûsa'ya verilenler gibi ona da verilmeli değil miydi?» derler. Daha önce Mûsa'ya verileni de inkâr etmemişler miydi? «Birbirine destek olan iki büyücü» demişlerdi ve: «Biz, hepsini inkâr edenleriz» demişlerdi. «Şayet doğru sözlüyseniz; Allah katından bu ikisinden daha doğru bir kitap getirin de ona uyalım» de."

İbn Merdûye'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Fetret zamanında ölen kişi: «Bana bir kitap veya bir resul gönderilmemiştir» der" buyurdu ve: "Rabbimiz, bize bir peygamber gönderseydin de âyetlerine uysak ve müminlerden olsak olmaz mıydı?" derler" âyetini okudu.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ama onlara katımızdan gerçek gelince: «Mûsa'ya verilenler gibi ona da verilmeli değil miydi?» derler. Daha önce Mûsa'ya verileni de inkar etmemişler miydi? «Birbirine destek olan iki büyücü» demişlerdi ve: «Biz, hepsini inkâr edenleriz» demişlerdi" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Burada inkâr edenlerle Ehli Kitab kastedilmektedir. Onlar: "İki büyücü" ifadesiyle Tevrat ve Kur'ân'ı kasdetmektedir. Zira Yüce Allah: "Şayet doğru sözlüyseniz, Allah katından bu ikisinden daha doğru bir kitap getirin de ona uyalım" de" buyurmaktadır.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Mûsa'ya verilenler gibi ona da verilmeli değil miydi?" derler..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Yahudiler, Kureyşlilere, Muhammed'e daha önce Mûsa'ya (aleyhisselam) verilenler gibi kendisine de verilmesini istemelerini söylediler. Bunun üzerine Yüce Allah, Muhammed'e: "Kureyşlilere de ki, Yahudilere: «Daha önce Mûsa'ya verileni de inkâr etmemişler miydi?» desinler" buyurdu. Yahudiler, Musa (aleyhisselam) ile Hârun'a (aleyhisselam): "Biz, hepsini inkar edenleriz" demişlerdi. Yahudiler, Muhammed'in getirdiklerini de inkâr edecektir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Daha önce Mûsa'ya verileni de inkar etmemişler miydi" âyetini açıklarken: "Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilmeden önce Yahudiler, Mûsa'ya verileni de inkar etmemişler miydi?" dedi.

Taberânî'nin bildirdiğine göre İbnu'z-Zübeyr bu âyeti: (.....) şeklinde okumuştur.

Firyabî, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti: (.....) şeklinde okumuştur. Burada Musa (aleyhisselam) ve Hârun (aleyhimesselam) kastedilmektedir.

Abd b. Humeyd, Târih'te Buhârî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) şeklinde (elif) harfi ile okumuştur. Burada da Musa (aleyhisselam) ile Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) kastedilmektedir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti:

(.....) şeklinde okumuştur. Burada da iki kitap kastedilmektedir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:. .Birbirine destek olan iki büyücü..." âyetini açıklarken: "Burada Tevrat ve Kur'ân kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Birbirine destek olan iki büyücü..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Burada Kur'ân'ı ve Tevrat'ı tasdik ettikleri zaman: «Onlar birbirine destek olan iki büyücüdür» dediler."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Âsim el-Cahderî bu âyeti: (.....) şeklinde okur ve: "Burada Tevrat ve Kur'ân kastedilmektedir. Allah'ın: "Allah katından bu ikisinden daha doğru bir kitab getirin de ona uyalım" buyurduğunu görmüyor musun" derdi.

İbn Ebî Hâtim, İbn Zeyd'den bildirir: Eğer Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kastedilmiş olsaydı: "Allah katından bu ikisinden daha doğru bir kitab getirin de ona uyalım" buyurmazdı. Allah burada iki kitabı kastetmiştir.

Firyabî, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Rezîn bu âyeti: (.....) şeklinde okur ve: "Burada iki kitap yani Tevrat ve İncîl kastedilmektedir" derdi.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Birbirine destek olan iki büyücü..." âyetini açıklarken: "Burada, İncil ve Kur'ân'a birbirlerine destek olan iki büyücü diyen Allah'ın düşmanları Yahudiler kastedilmektedir. (.....) ifadesini  (.....) şeklinde okuyanlar: "Burada Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve İsa (aleyhisselam) kastediliyor" demektedir.

Abd b. Humeyd, Abdulkerîm Ebû Umeyye'den bildirir: İkrime'nin bu âyeti: şeklinde okuduğunu işittim. Bunu Mücâhid'e söylediğimde, o: "Kul yalan söyledi. Ben bunu İbn Abbâs'a: (.....) şeklinde okudum ve beni ayıplamadı" dedi.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir, Mücâhid'den bildirir: İbn Abbâs Rükün ile Makam arasında İkrime'nin koluna yaslanmış iken, ona bir kaç defa: "...İki büyücü..." ifadesi: (.....) şeklinde midir, yoksa: (.....) şeklinde midir?" diye sordum. Bunun üzerine İkrime: (.....) şeklindedir, git artık be adam" karşılığını verdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Onlar... «Biz, hepsini inkar edenleriz» demişlerdi" âyetini açıklarken: "Burada Tevrat'ı ve Kur'ân'ı inkar etmeleri kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Onlar... «Biz, hepsini inkar edenleriz» demişlerdi" âyetini açıklarken: "Burada Mûsa'nın (aleyhisselam) ve Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kendileriyle getirdikleri kastedilmektedir" dedi.

50

Yine senin davetini kabul etmezlerse, artık bil ki, onlar sırf kendi nefis arzuları peşinde gidiyorlar. Hâlbuki Allah,’dan doğru bir delil olmaksızın yalnız kendi nefis arzusu peşinde gidenlerden (şirk, küfür ve putlara ibâdet edenlerden) daha sapık kim olabilir? Muhakkak ki Allah, (havalarına düşkünlükle uyub nefislerine yazık eden) zâlimler topluluğunu hidâyete erdirmez.

51

Bkz. Ayet:55

52

Bkz. Ayet:55

53

Bkz. Ayet:55

54

Bkz. Ayet:55

55

"Andolsun kî biz, düşünüp öğüt alsınlar diye, sözü (vahyi) birbiri ardınca yetiştirmişizdir (aralıksız vahiylerimizi göndermişizdir). Ondan (Kur'an'dan) önce kendilerine kitap verdiklerimiz, ona da iman ederler. Onlara (Kur'an) okunduğu zaman: «Ona iman ettik. Çünkü o Rabbimizden gelmiş hakikattir. Esasen biz daha önce de müslüman idik» derler. İşte onlara, sabretmelerinden ötürü, mükâfatları iki defa verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah rızası için harcarlar. Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: «Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selam olsun. Biz kendini bilmezleri (arkadaş edinmek) istemeyiz» derler."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'l-Kâsım el- Beğavî, Bevâridî, İbn Kâni' Mu'cem es-Sahâbe'de, Taberânî ve İbn Merdûye'nin ceyyid bir senetle bildirdiğine göre Rifâ'a el-Kurazî: "Kasas Sûresi'ndeki: "And olsun ki, biz vahyi onlara birbiri ardınca yetiştirdik; belki düşünürler... İşte onlara sabrettiklerinden ötürü ecirleri iki defa verilir" âyetleri, bende içlerinde olmak üzere on kişi hakkında nazil olmuştur" dedi.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "And olsun ki, biz vahyi onlara birbiri ardınca yetiştirdik..." âyetini açıklarken: "Burada onlardan kasıt Kureyşlilerdir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "And olsun ki, biz vahyi onlara birbiri ardınca yetiştirdik..." âyetini açıklarken: "Biz onlara vahyi birbiri ardınca açıkladık, mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "And olsun ki, biz vahyi onlara birbiri ardınca yetiştirdik..." âyetini açıklarken: "Allah, onlara, öncekilere ne yaptığını, onların ne yaptığını ve kendisinin onların yaptıklarına nasıl bir karşılık vereceğini Kur'ân'la haber vermektedir" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ali b. Rifâ'a der ki: "Aralarında Ebû Rifâ'a'nında bulunduğu Ehl-i Kitab'dan on kişilik bir grup Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip iman etmişti. Bunun üzerine onlara eziyet edilince: "Bu Kur'ân'dan önce kendilerine kitap verdiklerimiz var ya, işte onlar ona da inanırlar" âyeti indi.

Buhârî Târih'te ve İbnu'l-Münzir Ali b. Rifâ'a'dan bildirir: Babam, Hz, Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) iman eden Ehl-i Kitab'dan olan on kişilik gruptan bir kişiydi. Onlar Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından geldiklerinde insanlar kendileriyle alay etmeye ve onlara gülmeye başladılar. Bunun üzerine Yüce Allah: "Bu Kur'ân'dan önce kendilerine kitap verdiklerimiz var ya, işte onlar ona da inanırlar" âyetini indirdi.

Firyabî ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid': "Bu Kur'ân'dan önce kendilerine kitap verdiklerimiz var ya, işte onlar ona da inanırlar... Onlar, boş söz işittikleri vakit ondan yüz çevirirler. «Bizim işlediğimiz bize, sizin işlediğiniz sizedir. Size selam olsun, cahillerle ilgilenmeyiz» derler" âyetleri, Ehl-i Kitab'dan Müslüman olanlar hakkında inmiştir" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Bu Kur'ân'dan önce kendilerine kitap verdiklerimiz var ya, işte onlar ona da inanırlar" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu âyetin, Ehl-i Kitab'dan bazı kişiler hakkında nâzil olduğunu konuşurduk. Onlar Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilinceye kadar daha önceki hükümler ile amel eden ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderildikten sonra kendisine iman edip tasdik eden kişilerdir. Önceki hükümler ile amel edip sabrettikleri ve Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiği zaman ona tabi oldukları için Allah onlara iki defa ecir vermiştir. Bize bildirildiğine göre bunların arasında Selman ve Abdullah b. Selâm bulunmaktadır."

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bu Kur'ân'dan önce kendilerine kitap verdiklerimiz var ya, işte onlar ona da inanırlar" âyetini açıklarken: "Burada Ehl-i Kitab'dan Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) iman eden kişiler kastedilmektedir" dedi.

İbn Merdûye, Selmân el-Fârisî'den bildirir: Efendilerim beni hep bir yerden bir yere satıp duruyordu. Sonunda Yesrib'e gelmiştim. Benim için Hıristiyan kavminden daha güzel bir kavim ve Hıristiyanlıktan daha güzel bir din yoktu.

Onları gayretlerinden dolayı bu kadar sevmiştim. Ben bu görüş üzere iken: "Araplar arasında bir peygamber gönderilmiştir" dediler. Sonra da: "Medine'ye geldi (hicret etti)" dediler. Ben de yanına gidip Hıristiyanlar hakkında sorular sormaya başlayınca: "Hıristiyanlarda bir hayır yoktur ve onları sevmiyorum" buyurdu. Bunun üzerine Hıristiyan bir rahibin: "Eğer ona yetişirsem ve bana kendimi ateşe atmamı emrederse kendimi ateşe atardım" dediğini söyledim. Ben Hıristiyanlara çok bağlanmıştım. Bu sebeple Medine'den kaçmayı düşünüyordum. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) savaş için hazırlıklar yapmıştı. Bir kişi bana gelerek: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) seni çağırmaktadır" dedi. Ona: "Sen git ben gelirim" dedim. Çünkü ben kaçmayı düşünüyordum. Bu kişi bana: "Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) beraber gideceğiz, seni bırakacak değilim" karşılığını verdi. Bunun üzerine beraber Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gittik. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni görünce: "Ey Selmân! Allah seni mazur gördü ve: "Bu Kur'ân'dan önce kendilerine kitap verdiklerimiz var ya, işte onlar ona da inanırlar" âyetini indirdi" buyurdu.

Taberânî ve Târih'te Hatîb Selmân el-Fârisi'den bildirir: Ben Râmahurmuz ahalisinden bir kişiyim. Biz Mecusi bir kavimden idik. Arap yarımadasından Hıristiyan biri gelip yanımızda yerleşti. O, burada bir manastır edinmişti. Ben de Farisilerin medresesine gidiyordum. Sürekli olarak medreseye benimle beraber anne ve babası tarafından dövülüp de ağlayan bir çocuk gelirdi. Bir gün ona: "Niçin ağlıyorsun?" dediğimde: "Annem babam beni dövüyor" karşılığını verdi. Ona: "Seni niye dövüyorlar?" dediğimde: "Ben manastırdaki rahibin yanına gelmekteyim. Annem babam oraya gittiğimi öğrendiği zaman beni dövmekteler. Keşke sen de benimle onun yanına gitsen ve ondan ilginç şeyler dinlesen" dedi. Ona: "Tamam o zaman beni de beraberinde götür" dedim ve beraber manastıra gittik. Bu kişi bize ilk yaratılışı, göklerin ve yerin yaratılışını, Cenneti, Cehennemi ve daha başka ilginç şeyleri anlattı. Bunun üzerine bu çocukla manastıra gidip gelmeye başladım.

Medreseden başka bir çocuk ta bizim bu durumumuzu sezmiş ve bizimle beraber manastıra gidip gelmeye başlamıştı. Kasaba halkı bu durumu görünce ona gelip: "Ey sen! Sen geldin ve bize komşu oldun. Senin komşuluğundan da güzel şeylerden başka bir şey görmedik. Fakat çocuklarımız yanına gidip gelmektedir. Onları bize karşı bozmandan korkuyoruz. Buradan çek git" dediler. Bunun üzerine rahip: "Tamam, gideceğim" dedi. Sonra yanına gelen çocuğa: "Sen de benimle beraber gel" dedi. Çocuk: "Hayır, gelemem, annem ve babamın bana karşı olan tutumlarını biliyorsun" cevabını verdi. Bunun üzerine ben ona: "Ben seninle gelirim" dedim. Ben babası olmayan yetim biri idim. Bu kişiyle beraber yola çıktım ve Râmahurmuz dağına çıktık. Allah'a tevekkül ederek yürüyor ve ağaçların meyvelerinden yiyorduk. Arap yarımadasında Nusaybin'e gelene kadar öyle devam ettik.

Rahip bana: "Ey Selmân! Burada yeryüzünün âbitleri vardır. Ben onları görmek istiyorum" dedi. Bunun üzerine Pazar günü onların yanına geldik. Onlar bir yerde toplanmıştı. Rahip onlara selam verince onu en güzel bir şekilde karşıladılar ve: "Uzun süredir nerelerdeydin?" dediler. Rahip: "Farisilerden kardeşlerimin yanındaydım" cevabını verdi. Bir süre muhabbet ettikten sonra rahip: "Ey Selmân, haydi kalk!" dedi. Ben: "Hayır, beni bu kişilerle beraber bırak" dedim. O: "Sen bunların yaptığı şeye güç yetiremezsin. Onlar pazardan pazara oruç tutar ve geceleri uyumazlar" dedi. Onların arasında krallık soyundan biri bulunmaktaydı. O, mülkü bırakmış ve kendini ibadete vermişti. Akşam vaktine kadar onların yanında kaldım. Akşam vakti her kişi kendi mağarasına çekilmeye başladı. Krallık soyundan olan kişi: "Bu çocuğu kimse misafir etmeyecek mi? Onu kimse yanına almıyor" dedi. Bunun üzerine kendisine: "Onu sen misafir et" dediler.

Bu kişi (krallık soyundan olan) bana: "Kalk ey Selmân!" dedi ve beraber mağarasına gittik. Bana: "Bu ekmek, bu da katıktır. Acıktığında ye, güçlendiğinde oruç tut. Kılabildiğin kadar namaz kıl ve yorulduğunda uyu" dedi. Sonra namaza durup beni hiç konuşturmaz ve bana bakmaz oldu. Beni kimsenin konuşturmadığı bu yedi gün zaman zarfında bir üzüntüye kapılmıştım. Pazar günü yanıma geldi ve her pazar toplandıkları yere gittik. Onlar her Pazar orada toplanıp yemek yiyor, görüşüyor ve birbirlerine hal hatır soruyordu. Sonra da diğer pazar gününe kadar bir daha görüşmüyorlardı. Ben geri yerime döndüğümde bana bir hafta önce söylemiş olduğu gibi: "Bu ekmek, bu da katıktır. Acıktığında ye, güçlendiğinde oruç tut. Kılabildiğin kadar namaz kıl ve yorulduğunda uyu" dedi. Sonra namaza durup bana bakmaz ve beni konuşturmaz oldu. Sıkıntıdan dolayı kaçmayı düşünmüştüm. Kendi kendime: "İki veya üç hafta daha sabret" dedim. Pazar günü geldiğinde tekrar dışarı çıkmış ve toplanmıştık.

Bu kişi: "Ben Beytü'l-Makdis'e gitmek istiyorum" deyince: "Oraya niye gideceksin ki?" dediler. O: "Ben oraya daha önce hiç gitmedim" karşılığını verdi. Onlar: "Biz yanında yokken, başkaları yanında başına bir şey gelmesinden korkuyoruz" dediler. O yine de: "Ben oraya daha önce hiç gitmedim (artık gideceğim)" dedi. Onun öyle dediğini işitince kendi kendime: "Sefere çıkacak ve insanlar arasına karışacağız. Bu sıkıntım da bitecektir" diyerek sevinmiştim. O, pazar gününden diğer pazara gününe kadar oruç tutuyor, bütün gece namaz kılıyor ve gündüzleri yürüyordu. Bir yerde konakladığımız zaman namaza duruyordu. Beytül-Makdis'e varana kadar bu hep böyle devam etti. Beytül-Makdis'in kapısında kötürüm biri oturmaktaydı. Kötürüm, ona: "Bana bir şeyler ver" deyince: "Bende sana verecek bir şey yoktur" karşılığını yerdi ve içeri girdik. İçerdekiler onu görünce kendisini güzel bir şekilde karşıladılar ve gelişiyle birbirlerini müjdelemeye başladılar. Bu kişi beni kastederek onlara: "Bu arkadaşımdır, onu iyi ağırlayınız" dedi. Onlar da beni götürüp bana ekmek ve et yedirdiler.

O namaza başlamıştı. Diğer pazar gününe kadar yanıma gelmedi. Sonra yanıma geldi ve: "Ey Selmân! Ben biraz uyumak istiyorum. Gölge filan yere geldiği zaman beni uyandır" dedi ve uyudu. Gölge dediği yere yetiştiği zaman yorgunluğundan dolayı ona acıdım ve uyandırmak istemedim. Ancak o korkulu bir şekilde uyandı ve: "Ey Selmân! Ben sana: «Gölge filan yere geldiği zaman beni uyandır» demedim mi?" dedi. Bunun üzerine: "Evet dedin, fakat yorgun olmandan dolayı sana acıdım ve uyandırmak istemedim" dedim. O: "Yazık sana ey Selmân! Ben bir zaman dilimini bile Allah'ı zikretmeden geçirmek istemem" dedi. Sonra: "Ey Selmân! Bilmiş ol ki, bu günün en üstün dini Hıristiyanlık dinidir" dedi. Ona hiç düşünmeden: "Daha sonra Hıristiyanlık dininden daha üstün bir din olacak mıdır?" deyince: "Evet, olacaktır. Yakın bir zamanda hediyelerden yiyen ancak sadakalardan yemeyen ve iki omuzu arasında peygamberlik mührü olan bir kişi gönderilecektir. Eğer ona yetişirsen, ona tabi ol ve onu tasdik et" dedi. Ona: "O, bana Hıristiyanlık dinini terketmemi emretse bile mi?" dediğimde: "Evet öyle bir şey emretse bile. Çünkü o, Allah'ın Peygamberidir. O, ancak hak olan şeyleri emreder ve hak olan şeyleri söylen Vallahi, eğer ben ona yetişecek olursam ve bana kendimi ateşe atmamı emretse kendimi ateşe atardım" dedi.

Sonra Beytül-Makdis'ten çıktık. Kapıdaki kötürüm kişi: "Girerken bana bir şey vermedin, bari çıkarken bir şeyler ver" dedi. O, etrafına bakındı ve kimsenin olmadığını görünce kötürüme: "Elini ver" dedi. Kötürümü elinden tutarak: "Allah'ın izniyle kalk" dedi. Kötürüm hiçbir şeyi yokmuş gibi kalktı ve ailesine doğru gitti. Ben bu olanlara şaşkınlık içinde bakarken arkadaşım hızlı bir şekilde gitmişti. Ben de izinden gittim ve Kelb kabilesinden bir grupla karşılaştım. Onlar beni esir alıp bir deveye bindirdiler ve iplerle bağladılar. Beni bir yerden bir yere sattılar ve sonunda Medine'ye geldim. Ensâr'dan bir kişi beni satın aldı ve hurmalık bahçesinde çalıştırmaya başladı. Ben hurma dallarından sepet işlemeyi öğrenmiştim. Bir dirheme hurma dalı alıyor ve işledikten sonra onu iki dirheme satıyordum. Bir dirhemle tekrar hurma dalı alıyor ve diğer bir dirhemi de kendime harcıyordum, Ben kendi emeğimden yiyecek alabiliyordum.

Biz Medine'de iken Mekke'de bir kişinin, Allah'ın kendisini Peygamber olarak gönderdiğini iddia ettiği söylendi. Bir süre geçtikten sonra bu kişi Medine'ye gelmişti (hicret etmişti). Ben kendi kendime: "Vallahi onu deneyeceğim" dedim. Çarşıya gidip bir dirheme et aldım ve bir çanak tirid yaptım. Bu tiridi alarak onun yanına gittim ve tiridi önüne koydum. O: "Bu nedir, sadaka mıdır, yoksa hediye midir?" diye sorunca: "Sadakadır" dedim. Bunun üzerine ashabına: "Allah'ın ismiyle yiyin" buyurdu. Ancak kendisi ondan yememişti. Birkaç gün sonra bir daha aynı yemeği yaptım ve getirip önüne koydum. O, yine: "Bu nedir, sadaka mıdır, yoksa hediye midir?" diye sorunca: "Hediyedir" dedim. Bunun üzerine ashabına: "Allah'ın ismiyle yiyin" buyurdu ve kendisi de beraberlerinde yedi. Yine kendi kendime: "Vallahi, bu kişi sadakadan yemiyor, ama hediyeden yiyor" dedim. Baktığımda iki omuzu arasında güvercin yumurtası büyüklüğünde peygamberlik mührünün olduğunu gördüm ve Müslüman oldum.

Bir gün Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hıristiyanlar nasıldır?" dediğimde: "Ne onlarda, ne de onları sevenlerde hayır yoktur" buyurdu. Ben içimden: "Vallahi ben onları seviyorum" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) askeri bölükleri gönderip savaş başladığı zaman bir bölük geliyor bir bölük gidiyordu. Bazı kişilerin boynu vurulurken kendi kendime: "Şimdi onlar benim Hıristiyanları sevdiğimi konuşur ve beni çağırtıp boynumu vururlar" diyordum. Bir gün ben evde otururken bir elçi gelip: "Ey Selmân! Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gideceksin" dedi. Yine kendi kendime: "Vallahi korktuğum şey de buydu" dedim. Bunun üzerine ona: "Sen git ben gelirim" dedim. O: "Hayır vallahi, beraber gideceğiz" dedi. Ben içimden: "Eğer giderse ben kaçacağım" diyordum. Fakat beraber Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gittik. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tebessüm ederek: "Ey Selmân! Müjdeler olsun sana. Allah sıkıntılarını giderdi" buyurdu ve: "Bu Kur'ân'dan önce kendilerine kitap verdiklerimiz var ya, işte onlar ona da inanırlar... Onlar, boş söz işittikleri vakit ondan yüz çevirirler. «Bizim işlediğimiz bize, sizin işlediğiniz sizedir. Size selam olsun, cahillerle ilgilenmeyiz» derler" âyetlerini okudu. Bunun üzerine ben: " Resûlallah! Seni hak olarak gönderene yemin olsunki, onun: «Eğer ona yetişirsem ve bana kendimi ateşe atmamı emrederse kendimi ateşe atarım. Zira o, peygamberdir; o, haktan başka bir şey söylemez ve haktan başka bir şey emretmez» dediğini işittim" dedim.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Bu Kur'ân'dan önce kendilerine kitap verdiklerimiz var ya, işte onlar ona da inanırlar" âyetini açıklarken şöyle dedi: Bu âyet, Müslüman olup ta Yahudilerin arasındaki değerini ve konumunu göstermek isteyen Abdullah b. Selâm hakkında nâzil olmuştur. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Abdullah b. Selam ve Yahudiler arasında bir perde çekerek, onları İslamiyet'e davet etmiş ve onlar bunu kabul etmemişti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), onlara: "Bana, Abdullah b. Selâm'ın nasıl biri olduğunu söyleyin" buyurdu. Yahudiler: "O bizim efendimiz ve içimizde en bilgili olan kişidir" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer onun bana iman edip beni tasdik ettiğini görürseniz, siz de bana iman edip beni tasdik eder misiniz?" buyurdu. Yahudiler: "O, öyle bir şey yapmaz. O, içimizde, kendi dinini bırakıp ta sana tabi olmanın doğru olmadığını en iyi bilen kişidir" cevabını verdiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ya onun öyle bir şey yaptığını görürseniz?" buyurunca: "O, öyle bir şey yapmaz" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir daha: "Ya onun öyle bir şey yaptığını görürseniz?" buyurunca: "O zaman biz de sana iman eder ve seni tasdik ederiz" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Abdullah b. Selâm! Çık!" buyurdu. Abdullah b. Selâm karşılarına çıkıp Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Elini uzat, ben Allah'dan başka ilah olmadığına ve senin Allah'ın resûlü olduğuna şehadet ederim" dedi ve biat etti. Onun böyle dediğini işiten Yahudiler, ona söverek: "Vallahi aramızda ondan daha bilgisiz ve Allah'ın kitabı hakkında ondan daha cahil kimse yoktur" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Az önce onu methetmiyor muydunuz?" deyince: "Biz senin: «Arkadaşınız hakkında gıybet ettiniz» demenden çekindik" dediler ve ona sövmeye başladılar. Emîn b. Yâmen kalkarak, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Abdulfâh b. Selâm'ın doğru söylediğine şahitlik ederim. Elini uzat" dedi ve biat etti. Bunun üzerine Yüce Allah: "Bu Kur'ân'dan önce kendilerine kitap verdiklerimiz var ya, işte onlar ona da inanırlar. Kur'ân kendilerine okunduğu zaman, «Ona inandık, şüphesiz o Rabbimizden gelen gerçektir. Şüphesiz biz ondan önce de müslümandık» derler" âyetlerini indirdi. Yani İbrâhîni, İsmail, Musa, İsa ve ümmetleri Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) dini üzereydiler."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî' b. Enes: "İşte onlara, sabretmelerinden ötürü, mükâfatları iki defa verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah rızası için harcarlar" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Burada, fetret zamanında İslam'a tutunup da onun hükümleriyle amel eden bir kavim kastedilmektedir. Onlar gördükleri eziyetlere karşı sabretmiştir. Onlardan bazı kişiler de Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanına yetişmiştir."

İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Câfer ve arkadaşları Necâşî'nin yanına geldiği zaman, Necâşî onları kabul edip güzel bir şekilde karşıladı. Geri dönmek istediklerinde, Necâşî'nin memleketinden olup da iman eden kişiler, Necâşî'ye: "Bize izin ver de bunları deniz yoluyla ülkelerine götürelim. Sonra bu Peygamberle görüşelim ve onunla bir sözleşme yapalım" dediler ve yola çıktılar. Bu kişiler Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gittiler. Uhud, Huneyn ve Hayber savaşlarında bulundular. Ancak bu kişiler bu üç savaştan da gazi olarak çıkmışlardı. Bunlar, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bize izin ver de memleketimize gidip mallarımızı getirelim ve Muhâcirlere dağıtalım. Onların zor durumda olduklarını görüyoruz" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara izin verince mallarını getirdiler ve Muhâcirlere dağıttılar. Bunun üzerine: "İşte onlara, sabretmelerinden ötürü, mükâfatları iki defa verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah rızası için harcarlar" âyeti bu kişiler hakkında indirildi.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir, Mücâhid'den bildirir: Müşriklerden Müslüman olmuş bazı kişilere eziyet edilmekteydi. "İşte onlara, sabretmelerinden ötürü, mükâfatları iki defa verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah rızası için harcarlar" âyeti de bu kişiler hakkında indirilmiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Onlar, boş söz işittikleri vakit ondan yüz çevirirler. «Bizim işlediğimiz bize, sizin işlediğiniz sizedir. Size selam olsun, cahillerle ilgilenmeyiz» derler" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Ehl-i Kitâb'dan bazı kişiler Müslüman olmuştu. Yahudilerden bazı kişiler Müslüman olmuş bu kişilerle karşılaştıkları zaman onlara söverlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah bu âyeti indirdi."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...Size selam olsun, cahillerle ilgilenmeyiz, derler" âyetini açıklarken: "Onlar bâtıl ve cehalet ahalisinin batı) amellerine ortak olmazlardı. Allah tarafından gelen bir şey onları bundan alıkoymaktaydı" dedi.

Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Üç kişi vardır ki bunların ecri iki defa verilecektir. Bunlardan biri, Ehl-i Kitab'dan olup da birinci, yani kendi kitabına inanan ve sonradan gelen ikinci kitaba da inanan kişidir. Biri, bir cariyesi olup da onu güzel bir şekilde terbiye edip yetiştiren ve onu azad ederek onunla evlenen kişidir. Biri de, köle olduğu halde Rabbine karşı tam olarak kulluk edip efendisine karşı görevlerini yerine getiren kişidir. "

Ahmed ve Taberânî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ehl-i Kitâb'dan Müslüman olan bir kişiye iki defa sevap verilir" buyurmuştur.

56

"Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi hidâyete erdiremezsin. Fakat Allah dilediği kimseyi hidâyete erdirir. O, hidayete erişecekleri en iyi bilendir"

Abd b. Humeyd, Müslim, Tirmizî, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de Ebû Hureyre'den bildirir: Ebû Tâlib vefat edeceği zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Ey amca! «Lâ ilâhe illallah» de. Bununla sana kıyamet gününde Allah katında şahitlik ederim" buyurdu. Ebû Tâlib: "Eğer Kureyşliler beni ayıplayıp: "O, ancak ölüm korkusuyla bu kelimeyi söyledi" demeyecek olsaydı bu kelimeyi söyler ve senin gözünü aydın kılardım" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi hidâyete erdiremezsin. Fakat Allah dilediği kimseyi hidâyete erdirir. O, hidayete erişecekleri en iyi bilendir" âyetini indirdi.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhaki, İbnu'l-Müseyyeb'den aynısını bildirir. Bu hadis Berâe Sûresi'nde geçmiştir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi hidâyete erdiremezsin..." âyetini açıklarken: "Bu âyet Ebû Tâlib hakkında indirilmiştir" dedi.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, el-Kader'de Ebû Dâvud, Nesâî, İbnu'l- Münzir ve İbn Merdûye, Ebû Saîd b. Râfi'den bildirir: İbn Ömer'e: "Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi hidâyete erdiremezsin..." âyeti Ebû Cehil ve Ebû Tâlib hakkında mı indirildi?" dediğimde: "Evet, onlar hakkında indirildi" karşılığını verdi.

İbn Asâkir, Ebû Saîd b. Râfi'den bildirir: İbn Ömer'e: "Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi hidâyete erdiremezsin..." âyeti Ebû Cehil ve Ebû Tâlib hakkında mı indirildi?" diye sorduğumda: "Evet, onlar hakkında indirildi" karşılığını verdi.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi hidâyete erdiremezsin. Fakat Allah dilediği kimseyi hidâyete erdirir. O, hidayete erişecekleri en iyi bilendir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Tâlib'e: "Mas kelimesini söyle. Kıyamet gününde bununla senin yerine mücadele ederim" buyurunca: "Ey kardeşim oğlu! Ben büyüklerimin dini üzereyim" dedi. Allah, kendisine hidayet takdir etmiş olduğu kişileri en iyi bilendir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi hidâyete erdiremezsin..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bize bildirildiğine göre bu âyet Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) amcası Ebû Tâlib hakkında indirilmiştir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Tâlib'in ölüm anında ona şefaat geçerli olsun diye: "Lâ ilâhe illallah" demesini istemiştir. Ancak amcası bunu kabul etmemiştir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi hidâyete erdiremezsin..." âyetini açıklarken: "Burada Ebû Tâlib kastedilmektedir" dedi. "...O, hidayete erişecekleri en iyi bilendir" âyeti hakkında ise: "Burada da Abbâs kastedilmektedir" dedi.

Ebû Sehl es-Serî b. Sehl el-Cundeysâbûrî Humâsiyyât'ta Abdulkuddûs vasıtasıyla Ebû Salih'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi hidâyete erdiremezsin..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu âyet Ebû Tâlib hakkında indirilmiştir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Tâlib'e Müslüman olması için ısrarda bulunduğu zaman Yüce Allah: "Fakat Allah dilediği kimseyi hidâyete erdirir" âyetini indirdi. Bu da: "Sen istemeyen birini zorla hidayete erdiremezsin. Sen sadecîe uyarıcı bir kişisin" mânâsındadır. "O, hidayete erişecekleri en iyi bilendir" âyeti hakkında ise: "Burada iman kastedilmektedir" dedi.

Ebû Sehl es-Serî b. Sehl el-Cundeysâbûrî, Abdulkuddûs vasıtasıyla Nâfi'den bildirdiğine göre İbn Ömer: "Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi hidâyete erdiremezsin..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Bu âyet Ebû Tâlib'in ölüm anında nâzil olmuştur. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onun ölüm anında başı ucunda: "Amcacığım! «Lâ ilâhe illallah» de ki, kıyamet gününde onunla sana şefaat edeyim" buyurmaktaydı. Ebû Tâlib: "Hayır, sonradan Kureyşli kadınların «Ölüm korkusuyla Müslüman oldu» diyerek beni ayıplamalarını istemem" karşılığını verdi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi hidâyete erdiremezsin..." âyetini indirdi. Bu da: "Şirke yatkınlığı olan birini hadayete erdiremezsin. O istemeden de onu Müslüman edemezsin, mânâsındadır. "...Fakat Allah dilediği kimseyi hidâyete erdirir..." Eğer Allah kişiyi zorla da olsa hidayete erdirmek isterse bunu yapardı. Ancak kul istemeden Allah onu hidayete erdirmez. Zira Yüce Allah: "İnanmıyorlar diye nerdeyse kendine kıyacaksın. Biz dilesek onlara gökten bir mucize indiririz de ona boyun eğip kalırlar" buyurarak, kudretini ve hiç bir şeyin kendisini aciz bırakamayacağını bildirmiştir."

Ukaylî, İbn Adiy, İbn Merdûye, Deylemî, İbn Asâkir ve İbnu'n-Neccâr'ın Ömer b. el-Hattâb'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ben davetçi ve uyarıcı olarak gönderilmiş biriyim. Hidayete erdirmekte bir payım yoktur. îblis te süsleyici biri olarak yaratılmıştır. Onun da sapıklığa düşürmekte bir payı yoktur" buyurmuştur.

57

Bkz. Ayet:59

58

Bkz. Ayet:59

59

"Onlar: «Sizinle beraber doğru yolu tutarsak, kendi yurdumuzdan koparılıp çıkarılırız» dediler. Biz onları tarafımızdan bir rızık olarak, her türlü meyve ve mahsullerin kendisinde toplandığı, saygın ve güvenlikli bir yere yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler. Rabbin, ülkelerin merkezî yerlerine, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe oraları helâk edici değildir. Zaten biz, halkları zalim olmadıkça memleketleri helâk etmeyiz."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre bazı kişiler Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer biz sana tabi olursak insanlar bizi yurdumuzdan koparıp çıkarırlar" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: "Onlar: «Sizinle beraber doğru yolu tutarsak, kendi yurdumuzdan koparılıp çıkarılırız» dediler. Biz onları tarafımızdan bir rızık olarak, her türlü meyve ve mahsullerin kendisinde toplandığı, saygın ve güvenlikli bir yere yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler" âyetini indirdi.

Nesâî ve İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre: "Sizinle beraber doğru yolu tutarsak, kendi yurdumuzdan koparılıp çıkarılırız..." diyen kişi Hâris b. Âmir b. Nevfel'dir.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Biz onları tarafımızdan... güvenlikli bir yere yerleştirmedik mi..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Cahiliye zamanında Mekke ahalisi güvenlik içindeydi, onlar diledikleri yere gidebiliyordu. Onlardan biri bir yere gittiği zaman: "Biz Mekke ahalisindeniz" derdi. Bunun üzerine ona dokunulmazdı. Başka şehirden olan biri şehir dışına çıktığı zaman öldürülür ve çarmıha gerilirdi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...Biz onları tarafımızdan... güvenlikli bir yere yerleştirmedik mi?" âyetini açıklarken: "Onlar şehirlerinde güven içindedirler. Zira orada savaşılmaz ve Mekke'liler bu sebeple bir korkuya kapılmazdı" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "...Kendi yurdumuzdan koparılıp çıkarılırız..." âyetini açıklarken: "Arap müşrikleri birbirlerine saldırırdı" dedi.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Her türlü meyve ve mahsullerin kendisinde toplandığı saygın ve güvenlikli bir yere yerleştirmedik mi..." âyetini açıklarken: "Burada yeryüzü meyveleri kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Rabbin, ülkelerin merkezî yerlerine, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe oraları helâk edici değildir..." âyetini açıklarken: "Ülkelerin merkezî yerlerinden kasıt, ülkenin en büyük şehridir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Rabbin, ülkelerin merkezî yerlerine, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe oraları helâk edici değildir..." âyetini açıklarken: "Ülkelerin ana merkezi Mekke'dir. Allah onlara Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamber olarak göndermiştir" dedi.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Zaten bizr halkları zalim olmadıkça memleketleri helâk etmeyiz" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah, iman etmiş hiçbir kavmi helak etmez. Ancak şehir ahalisi zalim olduğu zaman onları helak eder. Mekke halkı iman etmiş olsaydı helak olanlarla beraber helak olmazdı. Ancak onlar yalan söyleyip zulmetmiştir. Bu sebeple de helak olmuştur."

60

Size (dünya vasıtalarından) verilen şey, (kısa) dünya hayatının istifadesi ve onun süsüdür. Allah katında olan (sevab ve cennet) ise, hem daha hayırlı, hem daha devamlıdır, (dünya nimetleri gibi sona ermez). Artık (bâkînin faniden daha hayırlı olduğunu anlayıb) akıllanmıyacak mısınız?

61

"Vaadettiğimiz güzel bîr nimete kavuşan kimse; dünya hayatında kendisine bir geçimlik verdiğimiz, sonra kıyamet gününde huzurumuza getirilenler arasında bulunan kimse gibi midir?"

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Vaadettiğimiz güzel bir nimete kavuşan kimse; dünya hayatında kendisine bir geçimlik verdiğimiz, sonra kıyamet gününde huzurumuza getirilenler arasında bulunan kimse gibi midir?" âyetini açıklarken: "Bu âyet, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Ebû Cehil hakkında nazil olmuştur" dedi.

İbn Cerîr'in başka bir kanalla bildirdiğine göre Mücâhid: "Vaadettiğimiz güzel bir nimete kavuşan kimse; dünya hayatında kendisine bir geçimlik verdiğimiz, sonra kıyamet gününde huzurumuza getirilenler arasında bulunan kimse gibi midir?" âyetini açıklarken: "Bu âyet, Hamza ve Ebû Cehil hakkında nazil olmuştur" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Vaadettiğimiz güzel bir nimete kavuşan kimse..." âyetini açıklarken: "Burada Hamza b. Abdilmuttalib kastedilmektedir" dedi. "...Dünya hayatında kendisine bir geçimlik verdiğimiz..." âyeti hakkında ise: "Burada Ebû Cehil b. Hişâm kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Vaadettiğimiz güzel bir nimete kavuşan kimse..." âyetini açıklarken: "Burada Allah'ın Kitab'ını işitip tasdik eden ve kendisine vaad edilen güzel şeylere, yani Cennete inanan mümin kişi kastedilmektedir" dedi. "...Dünya hayatında kendisine bir geçimlik verdiğimiz..." âyeti hakkında ise: "Burada kafir kişi kastedilmektedir. O, mümin gibi değildir" dedi. "...Sonra kıyamet gününde huzurumuza getirilenler..." âyeti hakkında da: "Burada Allah'ın azabı için huzura getirilenler kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mesrûk bu âyeti: (.....) şeklinde okumuştur.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Huzurumuza getirilenler..." âyetini açıklarken: "Burada Cehenneme atılmak üzere getirilenler kastedilmektedir" dedi.

Buhârî Târih'te, Atâ b. es-Sâib'den bildirir: Meymûn b. Mihrân, Sâlim b. el- Berrâd'ın yurduna geldiği zaman onun yanında misafir olurdu. Bir defasında geldi ve onu evde bulamadı. Hanımı, ona: "Kardeşin: (.....) âyetini okudu ve geçimliği ile meşgul oldu" dedi.

İbn Ebî Hâtim, İbn Mes'ûd'dan bildirir: "Sizden her kim hazinesini kurtların yiyemeyeceği ve hırsızların yetişemeyeceği bir yere koyabilirse öyle yapsın" dedi.

İbn Ebî Hâtim, Ka'b'dan bildirir: Tevrat'ta: "Ey Âdemoğlu! Hazineni yanıma bırak. Yanımda ne ıslanır, ne de yanar. Kıyamet gününde ona en fazla muhtaç olduğun zaman onu sana iade ederim" yazılıdır.

Müslim ve Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki, Yüce Allah kıyamet gününde: «Ey Âdemoğlu! Ben hasta oldum, ama sen beni ziyaret etmedin!» buyuracaktır. Ademoğlu: «Ey Rabbim! Sen âlemlerin Rabbi iken ben seni nasıl ziyaret edebilirim? cevabını verecektir.» Yüce Allah: «Senin, filan kulumun hasta olduğundan haberin yokmuydu ki onu ziyaret etmedin? Onu ziyaret ettiğinde beni onun yanında bulacağını bilmiyor muydun?» buyuracaktır. Sonra: «Ey Âdemoğlu! Senden su istedim, ama sen bana su vermedin» buyuracaktır. Âdemoğlu: «Ey Rabbim! Sen âlemlerin Rabbi iken ben sana nasıl su verebilirim?» cevabını verecektir. Bunun üzerine Yüce Allah: «Filan kulum senden su istemişti ve sen ona su vermemiştin. Ona su vermiş olsaydın şimdi onu yanımda bulacağını bilmiyor muydun?» buyuracaktır. Sonra: «Ey Âdemoğlu! Senden yemek istedim ama sen bana vermedin» buyuracaktır. Âdemoğlu: «Ey Rabbim! Sen âlemlerin Rabbi iken ben sana nasıl yemek verebilirim?» cevabını verecektir. Bunun üzerine Yüce Allah: «Filan kulum senden yemek istemişti ve sen ona yemek vermemiştin. Ona yemek vermiş olsaydın şimdi onu yanımda bulacaktın» buyuracaktır.

Abdullah b. Ahmed Zühd'e zevaid olarak Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr'den bildirir: Kıyamet gününde insanlar en aç, en susuz bir şekilde ve giysisiz olarak haşrolunacaktır. Kim Allah için yemek yedirirse Allah da ona yemek yedirir. Kim Allah için giydirirse Allah da onu giydirir. Kim Allah için içirirse Allah da ona içirir. Kim Allah rızasını kazanmaya çalışırsa Allah da onu daha fazla razı eder.

62

Bkz. Ayet:64

63

Bkz. Ayet:64

64

"O gün Allah onları çağırarak: «Benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz hani nerede?» diyecektir. Hükmün aleyhlerine gerçekleştiği kimseler: «Rabbimiz! İşte bunlar bizim azdırdığımız kimselerdir. Kendimiz azdığımız gibi onları da azdırdık. Onlardan uzaklaşıp Sana geldik, zaten aslında bize tapmıyorlardı» derler. Onlara: «Haydi ortaklarınızı çağırın!» denir. Onlar da çağırırlar, fakat ortakları onlara cevap veremez. Azabı görürler. Keşke onlar (dünyada iken) doğru yola gelselerdi."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "O gün Allah onları çağırarak: «Benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz hani nerede?» diyecektir" âyetini açıklarken: "Burada insanoğlu kastedilmektedir" dedi. "Hükmün aleyhlerine gerçekleştiği kimseler..."âyeti hakkında ise: "Burada: "Rabbimiz! İşte bunlar bizim azdırdığımız kimselerdir. Kendimiz azdığımız gibi onları da azdırdık. Onlardan uzaklaşıp Sana geldik, zaten aslında bize tapmıyorlardı, derler" diyecek olan cinler kastedilmektedir" dedi. Orada insanoğluna: "...Haydi ortaklarınızı çağırın!" denir. Onlar da çağırırlar, fakat ortakları onlara cevap veremez..." Yani onlara hayırlı bir şekilde cevap verilmez.

65

Bkz. Ayet:66

66

"O gün Allah onları çağırarak: «Peygamberlere ne cevap verdiniz?» diyecektir. O gün, haberlere karşı körleşirler, verilecek cevapları kalmaz; birbirlerine de soramazlar"

İbnu'l-Mübârek Zühd'de, Abd b. Humeyd, Nesâî, Taberânî ve İbn Merdûye'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Hiç kimse yoktur ki, sizden birinin gördüğü dolunay ile başbaşa kaldığı gibi Allah'la baş başa kalmasın. Yüce Allah: «Ey Âdemoğlu! Bana karşı seni aldatan neydi? Ey Âdemoğlu! Bildiklerinle ne amel ettin? Ey Âdemoğlu! Peygamberlere ne cevap verdin?» buyuracaktır."

Firyabî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "O gün, haberlere karşı körleşirler, verilecek cevapları kalmaz; birbirlerine de soramazlar" âyetini açıklarken: "O gün, onlar delillere karşı körleşirler ve akrabalarını bile soramazlar" dedi.

67

Fakat küfürden tevbe edip de îman eden ve sâlih amel işliyen kimse, zafere kavuşanlardan olmayı umabilir.

68

"Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Onların ise seçim hakkı yoktur. Allah, onların ortak koştuklarından uzaktır ve yücedir"

İbn Ebî Hâtim, Ertât'tan bildirir: Ebu'l-Avh el-Hımsîy'e, Kadercilerin konuştukları bir şeyi sordum. Bunun üzerine o: "Allah'ın Kitâbı'nda: "Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Onların ise seçim hakkı yoktur..." buyurduğunu okumuyor musunuz?" karşılığını verdi.

Buhârî, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Merdûye ve Beyhaki, Câbir b. Abdillah'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize Kur'ân'dan bir sûre öğretir gibi istihâreyi öğretir ve şöyle buyururdu: "Sizden biriniz bir iş yapacağı zaman farz namaz dışında iki rekat namaz kılsın ve şöyle dua etsin: «Allahım! Bana hayırlı olanı göstermeni ve kudretinle güç vermeni yüce lütfundan isterim. Çünkü sen bilirsin, ben bilmem. Sen gücü yetensin, ben ise güçsüzüm. Zira sen gaybı da bilensin. Allahım! Bu işin dinim, maişetim, ahiretim ve dünyam için hakkımda hayırlı olduğunu biliyorsan -ki mutlaka bilmektesin- bunu yapmama güç ver ve müyesser eyle. Eğer bu işin dinim, maişetim, ahiretim ve dünyam için hakkımda hayırlı olmadığını biliyorsan -ki mutlaka bilmektesin- beni o işten, o işi de benden uzak kıl Benim için hayır neredeyse onu bana mukadder eyle ve nefsimi bu hayra karşı razı kıl.» Burada kişi hacetini ismiyle anmalıdır. "

69

(Allah’ın peygamberine besledikleri kinden) kalplerinin ne sakladığını ve ne açıkladıklarını Rabbin hep bilir.

70

O, öyle Allah’dır ki, kendisinden başka hiç bir İlâh yoktur. Dünyada ve Âhirette hamd O’na mahsustur ve (her şeyde geçerli) hüküm de O’nundur. Nihâyet döndürülüb O’na götürüleceksiniz.

71

Bkz. Ayet:75

72

Bkz. Ayet:75

73

Bkz. Ayet:75

74

Bkz. Ayet:75

75

"De kî: «Ne dersiniz? Eğer Allah geceyi üzerinize kıyamete kadar uzatsaydı, Allah'dan başka hangi ilâh size bir aydınlık getirir? Hâlâ duymayacak mısınız?» Allah, rahmetinden ötürü geceyi içinde dinlenesiniz; gündüzü de, lütfundan isteyesiniz ve şükredesiniz diye sizin için yarattı. Her ümmetten bir şahit çıkarır ve: «Kesin delilinizi ortaya koyun» deriz. O zaman, gerçeğin Allah'a ait olduğunu, uydurduklarının kendilerini bırakıp kaçtığını anlarlar"

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Eğer Allah geceyi üzerinize kıyamete kadar uzatsaydı..." âyetini açıklarken: "Eğer sürekli olarak gece olsaydı mânâsındadır" dedi.

Firyabî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Sermeden ifadesi sürekli olarak devam eden mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...Kıyamete kadar uzatsaydı..." âyetini açıklarken: "Sürekli olarak gece olsaydı, mânâsındadır" dedi. "...Allah'dan başka hangi ilâh size bir aydınlık getirir?" âyeti hakkında ise: "Burada aydınlık ifadesi ile gündüz kastedilmektedir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: (.....) âyetini açıklarken: "Burada Leyl ifadesiyle gece, Nehâr ifadesiyle de gündüz kastedilmektedir" dedi.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve, İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Her ümmetten bir şahit çıkarır..." âyetini açıklarken: "Her ümmetten bir peygamber çıkarır, mânâsındadır" dedi. "...Kesin delilinizi ortaya koyun, deriz..." âyeti hakkında ise: "Taptıklarınız ve dedikleriniz için delillerinizi getirin denilir, mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Her ümmetten bir şahit çıkarır..." âyetini açıklarken: "Her ümmetin şahidi Peygamberidir. O, Rabbinin risâletini tebliğ ettiğine dair şahitlik edecektir" dedi. "...Kesin delilinizi ortaya koyun, deriz..." âyeti hakkında ise: "Açık delilinizi ortaya koyun, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Uydurduklarının kendilerini bırakıp kaçtığını anlarlar" âyetini açıklarken: "Kıyamet gününde, dünyada iken kendileri için yalan söyledikleri şeylerin kaçtığını anlarlar, mânâsındadır" dedi.

76

Bkz. Ayet:82

77

Bkz. Ayet:82

78

Bkz. Ayet:82

79

Bkz. Ayet:82

80

Bkz. Ayet:82

81

Bkz. Ayet:82

82

"Karun, Musa'nın milletindendi; ama onlara karşı azdı. Biz ona, anahtarlarını güçlü bir topluluğun zor taşıdığı hazineler vermiştik. Milleti ona: «Böbürlenme, Allah şüphesiz ki böbürlenenleri sevmez. Allah'ın sana verdiği şeylerde, ahiret yurdunu gözet, dünyadaki payını da unutma; Allah'ın sana yaptığı iyilik gibi, sen de iyilik yap; yeryüzünde bozgunculuk isteme; doğrusu Allah bozguncuları sevmez» demişlerdi. Karun: «Bu servet ancak, bende mevcut bir ilimden ötürü bana verilmiştir» demişti. Allah'ın, önceleri, ondan daha güçlü ve topladığı şey daha fazla olan nice nesilleri yok ettiğini bilmez mi? Suçluların suçları kendilerinden sorulmaz. Karun, ihtişam içinde milletinin karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyenler; «Karun'a verildiği gibi bizim de olsa; doğrusu o büyük bir varlık sahibidir» demişlerdi. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise: «Size yazıklar olsun; Allah'ın mükafatı, inanıp yararlı iş işleyenler için daha iyidir. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir» demişlerdi. Sonunda, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Allah'a karşı ona yardım edebilecek kimsesi de yoktu; kendini kurtarabilecek kimselerden de değildi. Daha dün onun yerinde olmayı dileyenler: «Demek Allah kullarından dilediğinin rızkını genişletip bir ölçüye göre veriyor. Eğer Allah bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Demek ki inkarcılar başarıya eremezler» demeye başladılar"

İbn Ebî Şeybe Musannef’te, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Karun, Mûsa'nın milletindendi..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Karun, Mûsa'nın (aleyhisselam) amcası oğluydu. O âlim biri olana kadar ilim tahsil etmişti. O, sonunda Mûsa'ya (aleyhisselam) karşı başkaldırıp onu kıskanmıştı. Musa (aleyhisselam): "Allah, bana zekat almamı emretti" deyince, Karun, bunu kabul etmedi ve etrafındakilere: "Musa mallarınızı yemek istemektedir. O size namazla ve başka şeylerle geldi ki, siz onları kabul ettiniz. Şimdi mallarınızı ona verip onları yemesini de kabul edecek misiniz?" dedi. Bunun üzerine onlar: "Mallarımızı vermeyeceğiz, senin görüşün nedir?" dediklerinde: "Bana göre İsrâil oğullarının fahişelerinden bir fahişe çağıralım ve ona gönderelim. Fahişe onunla zina ettiğini söylesin" dedi. Sonra fahişeyi çağırdılar ve: "Musa'nın seninle beraber olduğunu söylersen sana istediğin şeyi vereceğiz" dediler. O da: "Tamam" dedi.

Karun, Mûsa'ya (aleyhisselam) giderek: "İsrâil oğullarını topla ve Rabbinin sana emrettiklerini bildir" dedi. Musa (aleyhisselam): "Tamam" diyerek İsrâil oğullarını topladı. İsrâil oğulları: "Rabbin sana ne emretti?" diye sorunca: "Allah, kendisine kulluk etmenizi, hiçbir şeyi kendisine ortak koşmamanızı, akrabalarla ilişkileri kesmemenizi, şunu ve şunu emretmektedir. Yine evli olup ta zina eden kişinin recmedilmesini emretmektedir" dedi. Karun ve adamları: "Zina eden sen olsan dahi mi?" deyince, Musa (aleyhisselam): "Evet, ben olsam dahi" cevabını verdi. Karun ve adamları: "Sen zina ettin" dediler. Musa (aleyhisselam): "Ben mi!" deyince, fahişe kadını çağırdılar ve: "Musa hakkında ne dersin?" diye sordular. Musa (aleyhisselam) kadına: "Allah için doğru söylemeni istiyorum" dedi. Kadın: "Mademki, benden Allah adına söylememi istedin ben de söyleyeyim. Bunlar bana istediğimi vermeleri karşısında benimle beraber olduğunu söylememi istediler. Ben senin bundan suçsuz olduğuna ve Allah'ın elçisi olduğuna şahidim" dedi. Bunun üzerine Musa (aleyhisselam) secdeye kapandı ve ağlamaya başladı.

Yüce Allah, ona: "Niçin ağlıyorsun? Yeryüzünü emrine verdim. Ona emret o, sana itaat edecektir" diye vahyetti. Musa (aleyhisselam) başını secdeden kaldırarak, yeryüzüne: "Onları yut" dedi. Yer onları ayak bileklerine kadar yuttu. Bunun üzerini onlar: "Ey Musa! Ey Musa!" demeye başladılar. Musa (aleyhisselam) bir daha: "Onları yut" deyince, onları dizlerine kadar yuttu. Onlar yine: "Ey Musa! Ey Musa!" demeye başladı. Musa (aleyhisselam) yine: "Onları yut" deyince, onları boğazlarına kadar yuttu. Onlar yine: "Ey Musa! Ey Musa!" demeye başladı. Musa (aleyhisselam) yine: "Onları yut" deyince, bu sefer yer onları tümden yuttu. Allah bir daha, Mûsa'ya (aleyhisselam): "Kullarım senden yardım istediler, ama sen onları affetmedin. İzzetime yemin olsun ki bana dua etselerdi onları affederdim" diye vahyetti. Allah'ın: "Sonunda, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik..." âyeti da bunu ifade etmektedir. O, yerin derinliklerine geçirilmiştir."

Firyabî'nin bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî): "Karun, Musa'nın (aleyhisselam) amcası oğluydu" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Karun, Mûsa'nın milletindendi..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Karun, Mûsa'nın (aleyhisselam) öz amcası oğluydu. Karun'un nesebi, Karun b. Yasher b. Kâhes veya Kâhet şeklindedir. Musa'nın (aleyhisselam) nesebi ise: "Musa b. Armerum b. Yasher b. Kâhes veya Kâhet şeklindedir. Armerum İbrânice'de İmrân'dır."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildirir: Karun, Mûsâ'nın (aleyhisselam) öz amcası oğluydu. Karun, İsrâil oğullarıyla beraber denizi geçmişti. O, Tevrat'ı güzel okuyuşundan dolayı "Nur" diye adlandırılırdı. Fakat Allah'ın düşmanı Sâmirî gibi münafık olmuştu. Azgınlığından dolayı Allah onu helak etti. O, malının ve çocuklarının çokluğundan dolayı azgınlık etmişti.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...Onlara karşı azdı..."âyetini açıklarken: "Onlara karşı böbürlendi" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şehr b. Havşeb: "Karun, Mûsafnın milletindendi; ama onlara karşı azdı ..." âyetini açıklarken: "Karun'un azgınlığı, elbisesini başka kişilerin elbisesine göre bir karış daha uzun yapmasıydı" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ: "Biz ona... hazineler vermiştik..."âyetini açıklarken: "O, Yusuf'un (aleyhisselam) hazinelerinden bir hazine bulmuştu" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Velîd b. Zervân: "Biz ona... hazineler vermiştik..." âyetini açıklarken: "Karun, kimya (simya) ilmi ile uğraşırdı" dedi.

İbn Merdûye'nin Selmân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

"Karun'un evinin avlusu gümüşle döşenmiş, temelleri ise altından idi" buyurmuştur.

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir, Hayseme'den bildirir: İncil'de, Karun hazinelerinin anahtarlarının, alınları beyaz olan kırk katır yükü olduğunu buldum. Anahtarın büyüklüğü bir parmaktan daha büyük değildi. Her anahtar bir hazine içindi.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Hayseme'den bildirir: "Karun'un hazinelerinin anahtarları deriden idi. Her birinin büyüklüğü parmak kadardı. Her anahtar da bir hazine içindi. O, bir yere gideceği zaman anahtarları alınları beyaz yetmiş katıra yüklenirdi.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken: "Karun'un hazilerinin anahtarları deve derisinden idi" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Güçlü bir topluluğun zor taşıdığı hazineler vermiştik..." ifadesini açıklarken: "Karun'un hazilerinin anahtarları bir topluma bile ağır gelir, mânâsındadır" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Güçlü bir topluluğun zor taşıdığı hazineler vermiştik..." âyetini açıklarken: Karun'un hazinelerinin anahtarları kuvvetli bir topluma bile ağır gelir, mânâsındadır" dedi.

Tastî'nin Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesinin açıklamasını sorunca, İbn Abbâs: "Yenûu ifadesi ağır gelir, mânâsındadır" dedi. Nâfi' b. el-Ezrak: "Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Evet bilirler, İmriu'l-Kays'ın:

"Yükü altında zorlanan deve gibi yürüyor

Yürüyor ama ihtiyarlığı ona ağır geliyor" dediğini işitmedin mi?" karşılığını verdi.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Usbe ifadesi on ile on beş kişi arasında olan topluluk mânâsındadır. Kuvvetli bir topluluk ise on beş kişidir" dedi.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Kelbî: "Usbe ifadesi on beş ile kırk kişi arasında olan topluluk mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Usbe ifadesi kırk kişi mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "lisfre'nin on ile kırk kişi arasında olan bir topluluk olduğunu konuşurduk" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ümmü Hâni'nin azatlısı Ebû Salih: "Usbe yetmiş kişi mânâsındadır. Karun'un hazineleri kırk katırla taşınırdı" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Milleti ona: "Şımararak sevinme..." demişti" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Aralarındaki mümin kişiler: «Ey Karun! Sana verilenle böbürlenme ve azgınlık yapma» demişti."

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Allah şüphesiz ki şımararak sevinenleri sevmez..." âyetini açıklarken: "Burada gururlananlar, şımarıp kibirlenenler ve azanlar kastedilmektedir. Onlar, Allah'ın kendilerine vermiş olduğu nimetlerden dolayı şükretmeyen kişilerdir" dedi.

Hâkim, Taberânî, Ebû Nuaym, Beyhakî Şuab'da ve Harâitî'nin İ'tilâlu'l- Kulûb'da Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Allah tüm hüzünlü kalpleri sever" buyurmuştur.

Hâkim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kabirleri ziyaret et, bu sana ahireti hatırlatır. Ölüleri yıka ki, ruhu alınmış bir cesetle uğraşmak insana güçlü bir öğüttür. Cenaze namazlarına katıl, belki üzülmene vesile olur. Hüzünlü kimseler kıyamet gününde Allah'ın gölgesi altındadır. "

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid; "...Allah şüphesiz ki şımararak sevinenleri sevmez..." âyetini açıklarken: "Burada böbürlenerek sevinenler kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Allah şüphesiz ki şımararak sevinenleri sevmez..." âyetini açıklarken: "Allah azgınlık ederek sevinenleri sevmez, mânâsındadır" dedi "Allah'ın sana verdiği şeylerde, ahiret yurdunu gözet.." âyeti hakkında ise: "Sadaka vererek Yüce Allah'a yaklaş ve akrabalarını ziyaret et" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Allah şüphesiz ki şımararak sevinenleri sevmez..." âyetini açıklarken: "Allah çok neşeli o lan lan sevmez, mânâsındadır" dedi "Allah'ın sana verdiği şeylerde, ahiret yurdunu gözet, dünyadaki payını da unutma..." âyeti hakkında ise: "Dünyada iken, Allah için amel etmeyi unutma, mânâsındadır" dedi.

Firyabî ve İbn Ebî Hâtim'in başka bir kanalla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Dünyadaki payını da unutma..." âyetini açıklarken: "Ahiretin için amel etmeyi unutma, mânâsındadır" dedi.

Abdurrezzâk, Firyabî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Dünyadaki payını da unutma..." âyetini açıklarken: "Kişinin dünyadan nasibi, âhirette kendisiyle mükafat göreceği Allah'ın emri doğrultusunda amel etmesidir" dedi.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Dünyadaki payını da unutma..." âyetini açıklarken: "Sana yetecek kadarını yanında bırak ve arta kalanı önden gönder (âhiretin için hazırla) mânâsındadır" dedi. Başka bir lafızda ise: "Sana bir yıllık yetecek zahireyi kaldır ve kalanı tasadduk et" şeklindedir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...Dünyâdaki payını da unutma..." âyetini açıklarken: "Allah'ın, dünyada helal kılmış olduğu şeylerden sana yetecek kadar alman kastedilmektedir" dedi.

Abdullah b. Ahmed'in Zühd'e zevaid olarak bildirdiğine göre Mansûr: "...Dünyadaki payını da unutma..." âyetini açıklarken: "Burada dünya ihtiyaçlarından bir ihtiyaç kastedilmemektedir. Dünyadan nasibin kendisinde ahiretin için amel işleyeceğin ömründür" dedi.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Karun: «Bunlar bana bendeki bilgi ve beceriden dolayı verilmiştir» dedi..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Karun: "Bunlar bana, benim hayırlı ve bilgili bir kişi olmamdan dolayı verilmiştir" dedi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Bunlar bana bendeki bilgi ve beceriden dolayı verilmiştir" dedi..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Karun: «Allah, benim buna layık olduğumu bildi» demişti."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Suçlulukları kesinleşmiş olanlara günahları konusunda soru sorulmaz" âyetini açıklarken: "Müşrikler suçlarından dolayı sorguya çekilmeyecek ve hesapsız bir şekilde Cehenneme atılacaktır. Niçin hesap görmeden Cehenneme atıldıklarımda soramayacaklardır" dedi.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Suçlulukları kesinleşmiş olanlara günahları konusunda soru sorulmaz" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Suçlular simâlarından tanınırlar..." buyruğunda olduğu gibi suçluların yüzü siyah (gözleri) mavidir. Melekler onları sormazlar, çünkü onları simalarından tanırlar.

Firyabî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Karun, ihtişam içinde milletinin karşısına çıktı..." âyetini açıklarken: "Karun, üzerlerinde kırmızı örtüler olan soylu kadana atlarıyla çıkmıştı. Üzerlerinde aspur ile boyanmış elbiseler vardı" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ: "Karun, ihtişam içinde milletinin karşısına çıktı..." âyetini açıklarken: "İki kat kırmızı elbiseler içinde çıktı" dedi.

Abd b. Humeyd, Ebu'z-Zübeyr'den bildirir: Karun milletinin karşısına aspur boyası olmaksızın iki kat kırmızı elbiseler içinde çıkmıştı.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbrâhîm en-Nehaî: "Karun, ihtişam içinde milletinin karşısına çıktı..." âyetini açıklarken: "Kırmızı elbiseler içinde çıkmıştı" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Karun, ihtişam içinde milletinin karşısına çıktı..." âyetini açıklarken: "Sarı ve kırmızı elbiseler içinde çıkmıştı" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem: "Karun, ihtişam içinde milletinin karşısına çıktı..." âyetini açıklarken: "Karun, üzerlerinde aspur ile boyanmış elbiseler bulunan yetmiş bin kişiyle çıktı. O gün, aspurlu elbiselerin görüldüğü ilk gündür" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Karun, ihtişam içinde milletinin karşısına çıktı..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "O milletinin karşısına ailesi, hizmetçileri ve yardımcılarıyla çıktı. Bize bildirildiğine göre o, milletinin karşısına dört bin binek ile çıktı. Üzerlerinde kırmızı elbiseler vardı. Bu bineklerden bin tanesi beyaz katır idi ve üzerinde de kırmızı kadifeler vardı."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Karun, ihtişam içinde milletinin karşısına çıktı..." âyetini açıklarken: "Karun milletinin karşısına üzerinde kırmızı örtü olan beyaz katır üzerinde çıktı. Beraberinde, beyaz katır üzerinde, kırmızı elbiseler giyinmiş üç yüz cariye bulunmaktaydı" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Karun, ihtişam içinde milletinin karşısına çıktı..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Karun, kırmızı kadifeler üzerine konulmuş altın eyerler üzerinde olan beyaz cariyelerle beraber çıkmıştı. Cariyeler kırmızı elbiseler giyinmiş, altın takılar takmış bir şekilde katırlar üzerindeydiler."

İbn Merdûye'nin Evs b. Evs es-Sekafî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Karun, ihtişam içinde milletinin karşısına çıktı.." âyetini açıklarken: "Karun ince ipek giyinmiş bir şekilde katırlara binmiş dört bin kişiyle çıktı" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abde b. Ebî Lübâbe: "Siyaha boyayan ilk kişi Kârun'dur" dedi.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Dünya hayatını isteyenler..." âyetini açıklarken: "Tevhid ahalisinden bazı kişiler: "Keşke Karun'a verilenlerin bir benzeri de bize verilse..." demişlerdi" dedi. "...Ona da ancak sabredenler kavuşturulur" âyeti hakkında ise: "Allah'ın sevabına ve doğruluğa ancak sabredenler kavuşturulur" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "...Doğrusu o büyük varlık sahibidir..." âyetini açıklarken: "O talihli birisiydi" dedi.

Abdurrezzâk ve İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. el-Hâris b. Nevfel el-Hâşimî'den bildirir: Bize ulaştığına göre Karun'a o kadar çok mal verilmişti ki evinin kapısını ve avlusunun döşemesini altından yaptırmıştı. Onun yanına İsrâil oğullarından bir grup gider gelirdi. Karun onlara yemekler yedirir ve kendileriyle muhabbet ederdi. Aynı zamanda Karun, Mûsa'ya (aleyhisselam) eziyet ederdi. Katılık ve kötülük onu bırakmıyordu. O, güzelliğinden bahsedilen ve kötü olarak anılan İsrâil oğullarından bir fahişeye haber salıp yanına getirtti. Ona: "İsrâil oğulları yanımda iken gelip: "Ey Karun! Musa'yı (aleyhisselam) benden uzak tutamaz mısın?" demen karşılığında sana mal verip ve seni eşlerimin arasına almamı istemez misin?" dedi. Kadın bunu kabul etti ve: "Tamam" dedi.

Karun'un dostları gelip toplanınca kadını çağırttı ve kadın gelip dostlarının önünde durdu. Allah onun kalbini çevirip ona tövbeyi ihsan edince, o, şöyle dedi: "Bu gün Allah'ın düşmanını yalanlamaktan ve Allah'ın Peygamberini (kötülükten) beri kılmaktan daha üstün bir tövbe görmüyorum. Karun beni çağırtıp: "Dostlarım yanımda iken gelip: "Ey Karun! Musa'yı (aleyhisselam) benden uzak tutamaz mısın?" demen karşılığında sana mal verip ve seni eşlerimin arasına almamı istemez misin?" dedi. Bu gün Allah'ın düşmanını yalanlamaktan ve Allah'ın Peygamberini (kötülükten) beri kılmaktan daha üstün bir tövbe görmüyorum." Bunun üzerine Karun başını önüne eğdi ve helak olduğunu anladı.

Bu durum insanlar arasında yayıldı ve neticesinde Mûsa'ya (aleyhisselam) kadar ulaştı. Musa (aleyhisselam) çok öfkeli birisiydi. Bu haber kendisine gelince abdest alıp namaz kıldı ve secdeye kapandı. Ağlayarak: "Ey Rabbim! Düşmanın Karun bana eziyet etmektedir" -diyerek gördüğü eziyetlerden bir şeyler saydı- "O beni kötülemek için her şeyi yapıyor. Allahım! Beni ona musallat et" diye dua etti. Bunun üzerine Allah, ona yeryüzüne istediğin şeyi emret o sana itaat edecektir diye vahyetti. Musa (aleyhisselam), Karun'un yanına geldi. Karun kendisini görünce yüzünden öfkeli olduğunu anladı ve: "Ey Musa! Bana merhamet et" dedi. Musa (aleyhisselam): "Ey yer! Onları yut!" dedi. Karun'un evi çöktü ve ashabıyla beraber ayak bileklerine kadar yerin içine girdi. Evinin avlusu da bir o kadar yerin içine girdi. Karun: "Ey Musa! Bana merhamet et" dedi. Musa (aleyhisselam) bir daha: "Ey yer! Onları yut!" dedi. Yine Karun'un evi çöktü ve ashabıyla beraber dizlerine kadar yerin içine girdi. Evinin avlusu da bir o kadar yerin içine girdi. Karun: "Ey Musa! Bana merhamet et" derken, Musa (aleyhisselam): "Ey yer! Onları yut!" diyordu. Yine evi çöktü ve ashabıyla beraber göbeklerine kadar yerin içine girdi. Evinin avlusu da bir o kadar yerin içine girdi. Yine Karun: "Ey Musa! Bana merhamet et" derken, Musa (aleyhisselam): "Ey yer! Onları yut!" diyordu. Bir daha evi çöktü ve ashabıyla beraber boğazlarına kadar yerin içine girdi. Evinin avlusu da bir o kadar yerin içine girdi. Karun bîr daha: "Ey Musa! Bana merhamet et" dedi. Musa (aleyhisselam): "Ey yer! Onları yut!" dedi. Bunun üzerine ashabıyla ve eviyle beraber yerin içine battı. Battıktan sonra Mûsa'ya (aleyhisselam): "Ey Musa! Ne kadar katısın! İzzetime yemin olsun ki eğer o bana dua etmiş olsaydı ona merhamet ederdim" diye vahyedildi.

Ebû İmrân el-Cevnî der ki: "Mûsa'ya (aleyhisselam): "Bundan sonra yeryüzünü asla kimsenin emri altında kılmayacağım" diye vahyedildi.

Firyabî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Onu, yerin dibine geçirdik, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in Katâde vasıtasıyla Ebû Meymûne'den bildirdiğine göre Semure b. Cundub: "Karun ve kavmi her gün bir boy yere batmaktadır. Ancak kıyamet gününe kadar yerin dibine ulaşamayacaklardır" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildirir: Bize ulaştığına göre Karun ve kavmi her gün bir boy yere batmaktadır. Ancak kıyamet gününe kadar yerin içinde çalkalanacaklar ve dibine ulaşamayacaklardır.

İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'ten aynısını bildirir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Allah, yeryüzüne bir saat boyunca Mûsa'ya (aleyhisselam) itaat etmesini emretti" dedi.

Abd b. Humeyd'in Mâlik b. Dînâr'dan bildirdiğine göre Karun yerin içine günde bir boy batmaktadır.

Abd b. Humeyd, İkrime'den bildirir: Karun yerin içine batarken Musa (aleyhisselam) ona yakın bir yerdeydi. Karun: "Ey Musa! Rabbine dua et te bize- merhamet etsin" diyordu. Karun, tümden yere batana kadar Musa (aleyhisselam) ona hiç cevap vermedi. Bunun üzerine Yüce Allah: "O, senden yardım istedi, ama sen ona yardım etmedin. İzzetime ve Celâlime yemin olsun ki, eğer: "Ya Rab!" demiş olsaydı ona merhamet ederdim" diye vahyetti.

Ahmed Zühd'de Ömer b. Abdilaziz'in Filistin yönetiminde görevlendirdiği Abdullah b. Avf el-Kârî'den bildirdiğine göre ona şöyle haber verilmişti: "Yüce Allah, yeryüzüne Karun'u yutması konusunda Mûsa'ya (aleyhisselam) itaat etmesini emretti. Musa (aleyhisselam), Karun ile karşılaşınca yeryüzüne: "Bana itaat et" dedi ve yer onu dizlerine kadar içine aldı. Sonra bir daha: "Bana itaat et" deyince yer onu beline kadar içine aldı. Ancak Karun durmadan kendisinden yardım istiyordu. Musa (aleyhisselam) bir daha: "Bana itaat et" deyince onu tümden içine aldı. Sonra Allah, Mûsa'ya (aleyhisselam): "Ey Musa! Ne kadar katısın! İzzetime ve Celâlime yemin olsunki, eğer o benden yardım istemiş olsaydı ona yardım ederdim" diye vahyetti. Bunun üzerine Musa (aleyhisselam): "Ey Rabbim! Ben bunu senin gazabınla yaptım" dedi.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Allah'a karşı ona yardım edebilecek kimsesi de yoktu; kendini kurtarabilecek kimselerden de değildi" âyetini açıklarken: "Onun, Allah'a karşı kendisine yardım edecek askeri' veya yere batmasını engelleyecek bir şeyi de yoktu" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "alıl ofe" âyetini açıklarken: "Rızkı Allah'ın genişlettiğini bilmiyor musun?" dedi. "...Demek ki inkarcılar başarıya eremezler..." âyeti hakkında ise: "Kafirleri kurtuluşa erdirmeyeceğini bilmiyor musun?" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "Rızkı Allah'ın genişlettiğini görmüyor musun?" dedi. "...İnkarcılar başarıya eremezler..." âyeti hakkında ise: "Allah'ın kafirleri kurtuluşa erdirmediğini görmüyor musun?" dedi.

83

"İşte ahiret yurdu. Biz, onu yeryüzünde büyüklük taslamayan ve bozgunculuk çıkarmayanlara has kılarız. Sonuç, Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır"

Mehâmilî ve Deylemî'nin Müsnedu'l-Firdevs'te. Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "İşte ahiret yurdu. Biz, onu yeryüzünde büyüklük taslamayan ve bozgunculuk çıkarmayanlara has kılarız..." âyetini açıklarken: "Burada, yeryüzünde zorbalık yapmayan ve haksız yere mal elde etmeyen kişiler kastedilmektedir" buyurmuştur.

Firyabî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Müslim el-Batîn: "...Yeryüzünde büyüklük taslamayan ve bozgunculuk çıkarmayanlara has kılarız..." âyetini açıklarken: "Uluvv ifadesi yeryüzünde haksız yere büyüklenmek, mânâsındadır. Fesad ifadesi ise haksız yere mal elde etmek, demektir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Yeryüzünde büyüklük taslamayan..." âyetini açıklarken: "Yeryüzünde azgınlık etmeyen mânâsındadır" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Yeryüzünde büyüklük taslamayan ve bozgunculuk çıkarmayanlara has kılarız..." âyetini açıklarken: "Burada yeryüzünde büyüklenip zorbalık etmeyenler ve masiyet işlemeyenler kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "İşte ahiret yurdu. Biz, onu yeryüzünde büyüklük taslamayan ve bozgunculuk çıkarmayanlara has kılarız. Sonuç, Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Biz ahiret yurdunu yani Cenneti büyüklük taslamayan, idarecilerin ve kralların yanında mertebe ve makam istemeyen, Allah'a karşı masiyet işlemeyen ve haksız yere mal almayanlara has kılarız."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Yeryüzünde büyüklük taslamayan..." âyetini açıklarken: "Burada, idarecilerin yanında mertebe ve üstünlük istemeyen kişiler kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Muâviye el-Esved: "...Yeryüzünde büyüklük taslamayan..," âyetini açıklarken: "Burada dünya malıyla başkalarıyla yarışmayan ve yoksulluk halinde sızlanmayan kişi kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ali b. Ebî Tâlib'den bildirir: Şüphesiz ki, kişi ayakkabı bağının bile arkadaşının ayakkabı bağından daha güzel olmasını ister. İşte böylesi kişiler: "İşte ahiret yurdu. Biz, onu yeryüzünde büyüklük taslamayan ve bozgunculuk çıkarmayanlara has kılarız..." âyetinin hükmü içine girenlerdir.

İbn Merdûye ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib halife iken çarşılarda tek başına yürür, yolu kaybedenlere yolu gösterir ve zayıflara yardım ederdi. Bakkal ve satıcılarla karşılaştığı zaman Kur'ân'ı açıp: "İşte ahiret yurdu. Biz, onu yeryüzünde büyüklük taslamayan ve bozgunculuk çıkarmayanlara has kılarız..." âyetini okurdu. Sonra: "Bu âyet, adalet ve tevazu sahibi olan idareci ve makam sahibi kişiler hakkında inmiştir" derdi.

İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan aynısını bildirir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Adiy b. Hâtim, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onun için bir yastık koydu ve kendisi yere oturdu. Bunun üzerine Adiy b. Hâtim: "Ben senin yeryüzünde büyüklük taslamayan ve bozgunculuk çıkarmayan bir kişi olduğuna şahitlik ederim" dedi ve Müslüman oldu.

84

Kim hasene (sâlih amel) ile gelirse, ona, ondan daha hayırlısı (bir mükâfat) vardır. Kim de günahla gelirse, artık o kötülükleri yapanlar ancak yaptıklarıyla cezalanır, (cezaları kötülükleri kadar olur).

85

"Kur'ân'ı sana farz kılan Allah, şüphesiz seni dönülecek bir yere döndürecektir. «Rabbim hidayetle geleni ve apaçık bir sapıklık içinde olanı daha iyi bilir» de"

İbn Ebî Hâtim, Dahhâk'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den çıkıp Cuhfe'ye geldiği zaman Mekke'ye karşı bir özlem duymuştu. Bunun üzerine Yüce Allah: "Kur'ân'ı sana farz kılan Allah, şüphesiz seni dönülecek bir yere döndürecektir.." âyetini indirdi. Burada dönülecek yerle Mekke kastedilmektedir.

İbn Merdûye, Ali b. el-Hüseyn b. Vâkıd'dan bildirir: "Kur'ân'ı sana farz kılan Allah, şüphesiz seni dönülecek bir yere döndürecektir..." âyeti dışında bütün Kur'ân Mekke'de ve Medine'de inmiştir. Bu âyet Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den Medine'ye hicret ederken Cuheyfe'de inmiştir. Yani ne Mekki'dir, ne de Medeni'dir. Mekke veya başka şehirde hicretten önce inen her âyet Mekki'dir. Medine veya başka şehirde hicretten sonra inen her âyet te Medeni'dir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Buhârî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Delâil'de Beyhakî'nin değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Dönülecek bir yere döndürecektir..."âyetini açıklarken: "Burada Mekke kastedilmektedir" dedi.

İbn Merdûye: "Seni oradan çıkardığı gibi" ifadesini de eklemiştir.

Firyabî ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Dönülecek bir yere döndürecektir..." âyetini açıklarken: "Allah, seni doğduğun yer Mekke'ye geri döndürecektir" dedi.

Abd b. Humeyd, Dahhâk'tan aynısını bildirir.

Firyabî, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Dönülecek bir yere döndürecektir..."âyetini açıklarken: "Burada ölüm kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Saîd el-Hudrî: "...Dönülecek bir yere döndürecektir..." âyetini açıklarken: "Burada ölüm kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Merdûye, Ebû Ya'la ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Saîd el-Hudrî: "...Dönülecek bir yere döndürecektir..." âyetini açıklarken: "Burada ahiret kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Dönülecek bir yere döndürecektir..." âyetini açıklarken: "Seni kıyamet gününe döndürecektir, mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd, İkrime'den aynısını bildirir.

Firyabî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Kur'ân'ı sana farz kılan Allah, şüphesiz seni dönülecek bir yere döndürecektir.." âyetini açıklarken: "Allah, seni kıyamet gününde tekrar diriltecektir, mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Dönülecek bir yere döndürecektir..." âyetini açıklarken: "Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) dönecek bir yeri vardır. Allah, onu kıyamet gününde diriltecek ve Cennnete sokacaktır" dedi.

Târih'te Hâkim ve Deylemî'nin Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "...Dönülecek bir yere döndürecektir..."âyetini açıklarken: "Burada Cennet kastedilmektedir" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Târih'te Buhârî, Ebû Ya'la ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Saîd el-H udrî: "... Dönülecek bir yere döndürecektir.. ."âyetini açıklarken: "Döndürülecek yeri Cennettir" dedi. Başka bir lafızda ise: "Döndürülecek yeri âhiretidir" şeklindedir.

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Dönülecek bir yere döndürecektir..."âyetini açıklarken: "Cennetteki yerine döndürülecektir" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kur'ân'ı sana farz kılan Allah, şüphesiz seni dönülecek bir yere döndürecektir..." âyetini açıklarken: "Seni Cennete döndürecek ve sonra sana Kur'ân'ı soracağım, mânâsındadır" dedi.

Firyabî'nin bildirdiğine göre Ebû Salih: "...Dönülecek bir yere döndürecektir..." âyetini açıklarken: "Cennete döndürülecektir" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Dönülecek bir yere döndürecektir..."âyetini açıklarken: "Bu, İbn Abbâs'ın gizli tuttuğu bir şeydi" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Nuaym el-Kârî: "...Dönülecek bir yere döndürecektir..." âyetini açıklarken: "Beytü'l-Makdis'e döndürülecektir" dedi.

86

(Ey Resûlüm) Kur’ân’ın sana vahy olunacağını ummuyordun; ancak Rabbinden bir rahmet (olarak sana indirildi). O hâlde sakın kâfirlere yardımcı olma...

87

Sana indirildikten sonra, sakın Allah’ın âyetlerinden, (onları okuyup gereği üzre amel etmekten) seni çevirmesinler. Rabbine (ibâdete) çağır ve kat’iyyen müşriklerden olma...

88

"Sen Allah ile beraber başka bir ilâha ibadet etme. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O'nun zatından başka her şey yok olacaktır. Hüküm yalnızca O'nundur ve kesinlikle O'na döndürüleceksiniz."

İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'ten bildirir: "Yer üzerinde bulunan her canlı yok olacaktır" âyeti indiği zaman melekler: "Yeryüzü yok oldu" dediler. "Her canlı ölümü tadacaktır..." âyeti indiği zaman da: "Her nefis yok oldu" dediler. "...O'nun zatından başka her şey yok olacaktır..." âyeti inince de: "Yeryüzü ve gökyüzü ahalisi yok oldu" dediler.

İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: "Her canlı ölümü tadacaktır..." âyeti indiği zaman: " Resûlallah! Melekler ne olacak?" denildi. Bunun üzerine: "...O'nun zatından başka her şey yok olacaktır..." âyeti indi. Allah bu âyetle, meleklerin, insanların, cinlerin, yaratmış olduğu hayvanların, kuşların, vahşi hayvanların, aslanların, develerin ve her canlının ölüp yok olacağını bildirmiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil: "...O'nun zatından başka her şey yok olacaktır..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Gökyüzündeki ve yeryüzündeki bütün hayvanlar ve melekler yok olduktan sonra gökyüzü ve yeryüzü yok olacaktır. Cennet, Cehennem ve içindekiler, Arş ve Kürsi yok olmayacaktır."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...O'nun zatından başka her şey yok olacaktır,.." âyetini açıklarken: "Kendisi ile sadece Allah'ın rızası dilenen ameller yok olmayacaktır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...O'nun zatından başka her şey yok olacaktır..." âyetini açıklarken: "Kendisi ile sadece Allah'ın rızası dilenen ameller yok olmayacaktır" dedi.

Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Süfyân: "...O'nun zatından başka her şey yok olacaktır..." âyetini açıklarken: "Kendisi ile sadece Allah'ın rızası dilenen salih ameller yok olmayacaktır" dedi.

İbn Ebi'd-Dünyâ'nın et-Tefekkür'de bildirdiğine göre İbn Ömer kalbi ile ahidleşmek istediği zaman bir harabeye gidip kapısında durarak hüzünlü bir sesle: "Senin ahalin nerededir?" derdi. Sonra kendi nefsine döner ve: "...O'nun zatından başka her şey yok olacaktır..." derdi.

Ahmed Zühd'de Sâbit'ten bildirir: Musa b. İmrân vefat ettiği zaman melekler gökyüzünde dolaşarak: "Musa öldü. Hangi nefis ölmeyecektir ki!" demeye başladılar.

0 ﴿