LOKMÂN SÛRESİİbnu'd-Durays, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Lokmân Sûresi, Mekke'de inmiştir" dedi. Nehhâs'ın Nâsih'te bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Lokmân Sûresi "Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa... Allah'ın, yaptıklarınızdan haberdar olduğunu bilmez misin?" âyetleri Medine'de diğer kısmı ise Mekke'de inmiştir." Nesâî ve İbn Mâce'nin bildirdiğine göre Berâ': "Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasında öğle namazını kıldığımız zaman onun Lokman ve Zâriyat Sûrelerinden bazı âyetler okuduğunu işitirdik" dedi. 1Elif, Lâm, Mîm. 2Bu sûre, hikmetle dolu Kur’ân’ın âyetleridir. 3Güzel iş yapanlara (tevhîd ve ihlâs ehline) bir hidâyet ve bir rahmettir. 4(Güzel iş yapanlar muhsinler) o kimselerdir ki, namazı gereği üzre kılarlar, zekâtı verirler ve Âhirete de onlar yakinen (şüphesiz) îman ederler. 5İşte bunlar, Rablerinden bir hidâyet üzeredirler ve (azaptan) kurtulacak olanlar da, işte bunlardır. 6"İnsanlardan öylesi var ki, herhangi bir ilmî delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı satın alır. İşte onlar için aşağılayıcı bir azap vardır." Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İnsanlardan öylesi var ki... boş lafı satın alır..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Burada yalan sözleri satın alır denilmektedir. Bu kişi de Nadr b. el-Hâris b. Alkame'dir. O, kendi zamanlarında Hîre, Şam ve Acemlerin hikayeleri ile haberlerini yazarak onlarla Kur'ân'ı yalanlardı. Ancak herkes ondan yüz çevirir ve kimse ona inanmazdı." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "İnsanlardan öylesi var ki... boş lafı satın alır..." âyetini açıklarken: "Burada satın almaktan kasıt, kişinin öylesi şeyleri sevmesidir. Kişinin batıl sözleri hak sözlere karşı tercih etmesi sapıklık olarak ona yeter" dedi. "...Allah yolunu alaya alanlar vardır..." âyeti hakkında ise: "Hak sözlerle alay ederek hakkı yalanlamak kastedilmektedir" dedi. Firyabî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "Burada Allah yolu kastedilmektedir. Onlar Allah yolunu alaya alırlardı" dedi. Firyabî, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İnsanlardan öylesi var ki... boş lafı satın alır..." âyetini açıklarken: "Burada yalan sözler kastedilmektedir. Bu da şarkı söylemek ve buna benzer şeylerdir" dedi. "...Allah yolundan saptırmak için..." âyeti hakkında ise: "Burada da insanları Kur'ân okumaktan ve Allah'ın zikrinden alıkoymak kastedilmektedir. Bu âyet şarkıcı cariye satın alan Kureyşli biri hakkında inmiştir" dedi. Cuveybir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İnsanlardan öylesi var ki... boş lafı satın alır..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu âyet şarkıcı bir cariye satın alan Nadr b. el-Hâris hakkında inmiştir. Bu kişi kimin müslüman olmak istediğini duysa mutlaka onu alıp şarkıcı cariyesinin yanına götürür ve cariyesine: "Ona yedir içir ve şarkı söyle" derdi. Sonra da götürdüğü kişiye: "Bu şeyler Muhammed'in seni kendisine davet ettiği namaz, oruç ve yanında savaşmaktan daha hayırlıdır" derdi. Bunun üzerine bu âyet nâzil oldu. Saîd b. Mansûr, Ahmed, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Ebi'd-Dünyâ Zemmü'U Melâhi'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şarkıcı cariyeleri satmayın, satın almayın ve bu işi onlara öğretmeyin. Onların ticaretinde lıayır yoktur. Onların karşılığında alınacak para da haramdır" buyurmuştur. İşte buna benzer şeyler hakkında: "İnsanlardan öylesi var ki, herhangi bir ilmî delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı satın alır. İşte onlar için aşağılayıcı bir azap vardır" âyeti indirilmiştir. İbn Ebi'd-Dünyâ Zemmü'l-Melâhi'de ve İbn Merdûye'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah, şarkıcı cariye edinmeyi, onu satmayı, onun karşılığında alınan parayı, ona bu işi öğretmeyi ve onu dinlemeyi haram kılmıştır" buyurdu ve: "İnsanlardan öylesi var ki... boş lafı satın alır..." âyetini okudu. Buhârî el-Edebu'l-Müfred'de İbn Ebi'd-Dünyâ, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İnsanlardan öylesi var ki... boş lafı satın alır..." âyetini açıklarken: "Burada şarkı söylemek ve buna benzer şeyler kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İnsanlardan öylesi var ki... boş lafı satın alır..." âyetini açıklarken: "Burada şarkıcı cariye satın almak kastedilmektedir" dedi. İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Mekhûl: "İnsanlar arasında, bir bilgisi olmadığı halde gerçeği boş sözlerle değişenler... vardır.." âyetini açıklarken: "Burada çalgı çalan cariyeler kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Ebi'd-Dünyâ, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve Beyhakî Şuabu'l-İmân'da Ebu's-Sehbâ'dan bildirir: Abdullah b. Mes'ûd'a: "İnsanlardan öylesi var ki... boş lafı satın alır..." âyetinin açıklamasını sorduğumda: "Vallahi, bu şarkı söylemektir" karşılığını verdi. İbn Ebi'd-Dünyâ ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Şuayb b. Yesâr, İkrime'ye bu konuyu sorduğunda, İkrime: "Bu, şarkı söylemektir" dedi. Firyabî, Saîd b. Mansûr, İbn Ebi'd-Dünyâ, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "İnsanlardan öylesi var ki... boş lafı satın alır..."âyetini açıklarken: "Burada şarkı söylemek kastedilmektedir. Her oyun da oyalayıcı şeylerdendir" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın Habîb b. Ebî Sâbit vasıtasıyla bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî): "İnsanlardan öylesi var ki... boş lafı satın alır..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Burada şarkı söylemek kastedilmektedir. Mücâhid bu konuda: "Burada oyalayıcı boş sözler kastedilmektedir" demiştir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ el-Horasânî: "İnsanlardan öylesi var ki... boş lafı satın alır..." âyetini açıklarken: "Bu âyet şarkı söylemek ve yalan sözler hakkında inmiştir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "İnsanlardan öylesi var ki... boş lafı satın alır..." âyetini açıklarken: "Bu âyet, şarkı söylemek ve çalgı aletleri çalmak hakkında inmiştir" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Suyun otu yeşertmesi gibi müzik te kalpte nifağı yeşertir. Yine suyun otu yeşertmesi gibi zikir de kalpte imanı yeşertir" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın İbrâhîm'den bildirdiğine göre: "Müzik kalpte nifağı yeşertir" derlerdi. İbn Ebi'd-Dünyâ ve Sünen'de Beyhakî'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Suyun otu yeşertmesi gibi müzik te kalpte nifağı yeşertir" buyurmuştur. İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî Şuab'da İbn Mes'ûd'dan bildirir: "Kişi bineğine Besmele çekmeden binerse şeytan da bineğinin terkisine biner. Sonra ona: "Şarkı söyle" der. Eğer o kişi şarkı söyleyemezse ona: «O zaman şarkı dinlemeyi arzula» der." İbn Ebi'd-Dünyâ ve İbn Merdûye'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kişi yüksek sesle şarkı söylediği zaman Allah ona mutlaka iki şeytan gönderir ve her biri bir omzuna oturur. Bu kişi susuncaya kadar da ayaklarıyla göğsüne vururlar" buyurmuştur. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Kâsım b. Muhammed'e şarkı hakkında sorulunca: "Onu sana yasaklar ve dinlemeni istemem" cevabını verdi. Soran kişi: "(Şarkı söylemek veya dinlemek) Haram mıdır?" deyince: "Bak ey yeğenim! Allah hakkı batıldan ayıracak olsa şarkıyı hangisinde kılar?" karşılığını verdi. İbn Ebi'd-Dünyâ ve Sünen de Beyhakî'nin bildirdiğine göre Şa'bî: "Şarkı söyleyen de dinleyen de lanetlenmiştir" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Fudayl b. İyâd: "Şarkı, zinanın teşvikçisidir" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin, Ebû Osman el-Leysî'den bildirdiğine göre Yezîd b. el-Velîd en-Nâkıs şöyle demiştir: "Ey Ümeyye oğulları! Şarkılardan sakının. Zira şarkılar hayâyı azaltır ve şehveti çoğaltır. Mürüvveti yıkar ve içki yerine geçer. Sarhoşun yaptığı kötü şeyleri yaptırır. Eğer mutlaka şarkı isteğini duyuyorsanız kadınları ondan uzaklaştırınız, çünkü şarkı, zinaya davetçidir" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın, Ebû Hafs el-Umevî Ömer b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Ömer b. Abdilaziz çocuğuna terbiye veren kişiye şöyle bir mektup yazdı: Müminlerin emîri, Allah'ın kulu Ömer'den azatlısı Sehl'e. Derim ki: "Ben seni bilerek çocuklarıma terbiye verici olarak seçtim. Onları, azatlılarımın içinden başka birine veya bana daha yakın olan birine göndermeyip sana gönderdim. Onlara karşı sert ol. Bu onların daha düzenli çalışmaları, sana karşı laubali olmamaları ve az gülmeleri için daha uygundur. Çünkü bu şeyler gaflete sebep olur. Çok gülmek te kalbi öldürür. Senden öğrenecekleri ilk şey başlangıcı şeytandan olan sonunda da Rahman'ın gazabı bulunan şeylere buğzetmeleridir. İlim ehlinden güvenilir kişilerden bana ulaştığına göre eğlence ve çalgılı yerlerde bulunmak, suyun otu yeşertmesi gibi kalpte nifağı yeşertir. Hayatıma yemin olsun ki, böyle yerleri terk etmekle bundan sakınmak akıl sahibi kişi için kalbinde münafıklık üzere sebat etmesinden daha kolaydır. Kişi öyle yerlerden sakındığı zaman kulağı kendisine fayda verecek şeylere karşı kapalı kalmaz. Çocuklardan her biri cüzünü açıp düzgün bir şekilde okusun. Derslerini bitirdikleri zaman oklarını ve ok sepetlerini alıp yalınayak bir şekilde atış talimine çıksınlar. Yedişer ok attıktan sonra da dinlensinler. Çünkü İbn Mes'ûd: «Evladım! Dinlenin, çünkü şeytan dinlenmez» derdi. Vesselam." İbn Ebi'd-Dünyâ, Râfi' b. Hafs el-Medenî'den bildirir: "Dört kadın vardır ki, Allah kıyamet gününde onlara rahmet bakışıyla bakmayacaktır. Bunlar: "Sihirbaz kadın, ağıt yakan, şarkıcı olan kadın ve kadınla beraber olan kadındır. O zamana yetişen kişinin çok üzülmesi evladır." İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Ali b. Hüseyn: "Çalgı aletleri kullanan hiçbir ümmet mukaddes kılınmamıştır" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın Abdurrahman b. Avf'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ben ahmak ve günahkar iki sesi yasakladım. Bunlardan biri oynama ve oyalanma sırasındaki ses ve şeytanın çalgılarıdır. Diğeri ise bir musibet anında bağırarak yüzü tırmalamak, elbise ceplerini yırtmak ve şeytanlar gibi haykırmaktır. " İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "İki ses vardır ki lanetlenmiştir. Bunlar nağme esnasında çalgı sesi ile musibet anında bağırmaktır" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Enes b. Mâlik: "En pis kazanç çalgı aletleri ile kazanılan kazançtır" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî Nâfi'den bildirir: Abdullah b. Ömer ile beraber yolda gidiyorduk. Ömer bir çobanın kaval sesini duyunca parmaklan ile kulaklarını tıkayıp yoldan çıktı. Sürekli olarak: "Ey Nâfi'! Hâlâ sesi duyuyor musun?" diyordu. "Hayır, duymuyorum" deyince parmaklarını kulaklarından çekip: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle yaptığını gördüm" dedi. İbn Merdûye'nin Abdullah b. Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "İnsanlardan öylesi var ki... boş lafı satın alır..." âyetini açıklarken: "Burada kişinin (gerçeğe karşı) oyalayıcı ve batıl şeyleri satın alması kastedilmektedir" buyurdu. Hâkim'in Kunâ'da bildirdiğine göre Atâ el-Horasânî: "İnsanlardan öylesi var ki... boş lafı satın alır..." âyeti, şarkı söyleyenler ve davul zurna çalanlar hakkında inmiştir" dedi. Âdem, İbn Cerîr ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: "İnsanlardan öylesi var ki... boş lafı satın alır..." âyetini açıklarken: "Burada çok malla kadın, erkek şarkıcılar almak, bu şarkıcıları ve buna benzer batıl şeyleri dinlemek kastedilmektedir" dedi. Beyhakî'nin Şuab'da bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "İnsanlardan öylesi var ki... boş lafı satın alır..." âyetini açıklarken: "Burada kişinin şarkıcı bir cariye alması ve gece veya gündüz kendisine şarkı söylemesi kastedilmektedir" dedi. 7"Âyetlerimiz sapık kimseye okunduğu zaman sanki kulaklarında ağırlık var da işitmiyormuş gibi büyüklenerek sırt çevirir. İşte ona can yakıcı azabı müjde et" İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Katâde: "Âyetlerimiz sapık kimseye okunduğu zaman... büyüklenerek sırt çevirir" âyetini açıklarken: "Yalanlayarak sırt çevirir, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Vakren ifadesinden kasıt ağırlıktır" dedi. 8"İman edip de salih ameller işleyenlere Nalm cennetleri vardır" İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mâlik b. Dînar: Naîm Cenneti, Firdevs Cenneti ile Adn Cenneti arasındadır. Onda Cennet güllerinden yaratılmış hurîler vardır" deyince, kendisine: "Onlarda kim kalacaktır?" denildi. Bunun üzerine o: "Masiyet işlemeye karar veren ve azametimi hatırlattıklarında ise beni görüyormuş gibi masiyetten vazgeçip cinsel organlarını koruyanlar kalacaktır" karşılığını verdi. 9O cennetlerde, onlar ebedî olarak kalmak üzere...Allah’ın (mü'minlere bu cennet) vaadi hakdır. O, Azîz’dir= her şeye galibdir, Hakîm’dir= hükmünde hikmet sahibidir. 10Allah, gökleri, gördüğünüz şekilde direksiz yarattı. Arza da, sizi sarsmaması için, (kazıklar halinde) büyük dağlar yerleştirdi. O arzda her bir canlıdan üretti. Hem biz, gökten bir yağmur indirdik de (onun sebebiyle), yeryüzünde her sınıftan güzel nebatlar bitirdik. 11"İşte bunlar Allah'ın yarattıklarıdır. Şimdi (ey kâfirler!) ondan başkasının ne yarattığını bana gösterin! Hayır (gösteremezler)! Zalimler açık bir sapıklık içindedirler." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "İşte bunlar Allah'ın yarattıklarıdır..." âyetini açıklarken: "Burada Allah'ın zikretmiş olduğu göklerde ve yerde yarattıkları, üzerinde yaydığı hayvanlar ve her faydalı bitkiden çift çift yaratması kastedilmektedir" dedi. "...Ondan başkasının ne yarattığını bana gösterin..." âyeti hakkında ise: "Burada da putlar kastedilmektedir" dedi. 12"And olsun ki, Lokman a, Allah'a şükretmesi için hikmet verdik. Şükreden kimse ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden ise, bilsin ki, Allah her şeyden müstağnidir, övülmeğe layık olandır." İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): " Lokmân'ın nereli olduğunu biliyor musunuz?" buyurunca, ashab: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "O, Habeşiydi" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Ahmed Zühd'de, İbn Ebi'd-Dünyâ el-Memlûkîn'de İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Lokmân (aleyhisselam) Habeş'li marangoz bir köleydi" dedi. İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. Zübeyr'den bildirir: Câbir b. Abdillah'a: "Lokmân (aleyhisselam) hakkında size ulaşan nedir?" dediğim de: "Kısa boylu, yassı burunlu Nûbiya'lı birisiydi" cevabını verdi. Taberânî, ed-Duafâ'da İbn Hibbân ve İbn Asâkir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Siyah tenlileri dost edininiz. Şüphesiz onlardan üçü Cennetin efendisidir. Bunlar; Lokmân Hekim, Necâşî ve müezzin Bilal'dır" buyurmuştur. Taberânî: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) burada Habeşistan'ı kasdetmiştir" dedi. İbn Asâkir'in Abdirrahman b. Yezîd b. Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Siyah tenlilerin efendisi dört kişidir. Bunlar, Habeşli Lokmân, Necâşî, Bilal ve Mihca'dır" buyurmuştur. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. el-Müseyyeb'den bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam) Mısır'Iı olup siyah tenli ve iri dudaklı biri idi. Allah ona hikmet vermiş, ama peygamberlik vermemiştir. İbn Cerîr, Abdurrahman b. Harmele'den bildirir: Siyah tenli biri Saîd b. el- Müseyyeb'e bir şey sormak için gelmişti. Saîd, ona: "Siyah tenli olduğun için üzülme. Zira insanların en hayırlıları üç siyah tenli kişi idi. Bunlar, Bilal, Ömer b. el-Hattâb'ın azatlısı Mihca' ve iri dudaklı, siyah tenli olan Nûbiye'ii Lokmân Hekim'dir" dedi. İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Lokmân (aleyhisselam) siyah tenli bir köle idi" dedi. İbn Ebî Şeybe, Ahmed Zühd'de İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Lokmân (aleyhisselam) iri dudaklı, yassı ayaklı, İsrâil oğulları arasında hâkimlik yapan Habeş'li bir köle idi" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Ahmed Zühd'de ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb: "Lokmân (aleyhisselam)terzi biri idi" demiştir. İbnu'l-Münzir, İkrime'den bildirir: Lokmân (aleyhisselam) efendisine karşı en çok itaatkâr olan bir köle idi. Onun ilk olarak hikmetinin görülmesi şöyleydi. O efendisiyle beraber iken efendisi tuvalete girdi ve uzun süre tuvalette kaldı. Bunun üzerine Lokmân (aleyhisselam): "Tuvalette fazla kalmak ciğerlere zararlıdır. Bu durumda kişi basur olabilir ve harareti başa vurabilir. Bu sebeple tuvalete girdiğinde kısa bir süre kal ve çık" diye seslendi. Bunun üzerine efendisi tuvaletten çıktı ve Lokmân'ın (aleyhisselam) bu hikmetini tuvaletin kapısına yazdı. Efendisi sarhoş olmuş ve bir grupla gölün bütün suyunu içebileceğine dair bahse girmişti. Ancak kendine geldiğinde düştüğü hatayı anlayıp Lokmân'ı (aleyhisselam) çağırdı ve: "Seni bu durum için yanımda tutmaktaydım" dedi. Lokmân (aleyhisselam) efendisine o grubu toplamasını istedi. Grup toplanınca da, onlara: "Efendim ile ne üzere bahse tutuştunuz?" diye sordu. Onlar: "Bu gölün bütün suyunu içmesi üzerine" deyince: "Ona akan nehirler vardır. O nehirleri kapatın da suyu öyle içsin" dedi. Grup: "Nehirleri nasıl kapatabiliriz ki?" deyince: "O zaman içine nehirler akarken onu nasıl içecek ki?" karşılığını verdi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "And olsun ki, Lokman'a... hikmet verdik..." âyetini açıklarken: "Peygamberlik olmaksızın ona akıl, anlayış ve ustalık verdik, mânâsındadır" dedi. Hâkim et-Tirmizî'nin Nevâdiru'l-Usûl'da Ebû Müslim el-Havlânî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Lokman çok tefekkür eden ve yakîni olan çok suskun biri idi. O, Allah'ı sevmiş, Allah da kendisini sevmişti. Bu bakımdan Allah ona hikmeti vermişti. Onu, Dâvud'dan önce halife kıldı ve kendisine: «Ey Lokmânl Allah'ın seni yeryüzünde insanlar arasında hak ile hükmeden bir halife kılmasını ister misin?» denildi. Lokman: «Eğer Rabbim beni buna mecbur edecekse kabul ediyorum. Biliyorum ki beni halife kılarsa bana yardım edecek öğretecek ve koruyacaktır. Eğer muhayyer bırakıyor ise ben esefılik içinde kalmayı tercih ederim ve bela istemem» dedi. Melekler: «Niçin kabul etmedin ey Lokman!» deyince, Lokmân şöyle dedi: «Çünkü idareci olan kimse en zorlu ve en bulanık bir konumdadır. Ona her yerden zulüm gelir. O, ya terk edilir ya da kendisine yardım edilir. Eğer hükmünde isabetli olursa muhakkak ki kurtulur. Fakat hata edecek olursa, cennet yolunu kaybetmiş olur. Kişinin dünyada zelil olması kendini kaybetmiş şerefli bir kişiden daha hayırlıdır. Dünyayı ahiretine tercih eden bir kimse dünyaya yetişemez. Bu kişi âhiretten de bir pay alamaz.» Melekler onun bu güzel mantığından dolayı şaşırmıştı. Lokmân bir uykuya daldı ve o anda ona hikmet verildi. O, uyandıktan sonra artık bu hikmet ile konuşmaya başlamıştı. Ondan sonra Davud'a halifelik için nida edildi. Dâvud bu teklifi kabul etti ve Lokman'ın koşmuş olduğu şartları koşmadı. O bakımdan Dâvud birden çok hata yapmış ve Allah bu hatalarını affetmişti. Lokmân hikmetiyle ve ilmiyle Davud'a vezirlik yapıyordu. Dâvud: «Ne mutlu sana ey Lokmân! Sana hikmet verildi ve bela senden uzaklaştırıldı» dedi. Davud'a ise halifelik verilmiş, ama belalarla ve fitnelerle imtihan edilmişti." Firyabî, Ahmed Zühd'de, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "And olsun ki, Lokman'a... hikmet verdik..." âyetini açıklarken: "Peygamberlik olmaksızın ona akıl, fıkıh ve doğru sözlülük verdik, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "And olsun ki, Lokman'a... hikmet verdik..." âyetini açıklarken: "Ona İslam'da fakihlik. verdik, mânâsındadır. O, ne peygamberdi, ne de kendisine vahiy gelmiştir" dedi. İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildirir: Allah, Lokmân'ı (aleyhisselam) peygamberlik ve hikmet arasında muhayyer bıraktı ve Lokmân (aleyhisselam) peygamberlik yerine hikmeti tercih etti. Lokmân (aleyhisselam) uykuda iken Cibrîl kendisine gelip hikmeti üzerine serpti. Bunun üzerine Lokmân (aleyhisselam) hikmetle konuşmaya başladı. Kendisine: "Rabbin seni muhayyer kılmış iken nasıl oldu da hikmeti peygamberliğe tercih ettin?" denilince şöyle dedi: "Eğer Rabbim bana kesin olarak peygamberlik göndermiş olsaydı kendisinden bana yardımcı olmasını ve onu hakkıyla yapmamı isterdim. Rabbim beni muhayyer bırakınca peygamberlikte zayıf kalmaktan korktum. Bu sebeple de hikmeti istedim." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih'e: "Lokmân (aleyhisselam) peygamber miydi?" diye sorulunca: "Hayır, değildi. Ona vahiy de gelmiyordu, o hikmet sahibi bir kişiydi" karşılığını verdi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "Lokmân (aleyhisselam) peygamber idi" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Leys: "Lokmân'ın (aleyhisselam) hikmeti peygamberlik idi" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Lokmân (aleyhisselam) salih bir kişi idi, peygamber değildi" dedi. Taberânî ve Râmehurmuzî'nin el-Emsâl'de Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Lokmân oğluna: «Evladım! Sürekli olarak âlimlerin meclislerinde otur ve hikmet sahiplerinin sözünü dinle. Zira Allah, ölü toprağı yağmurla diriltmesi gibi ölü kalbi hikmet sahibi kişinin nuru ile diriltir» demiştir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ, Lokmân Hekimi zikrederek şöyle dedi: "Başkalarına verilmiş olan evlat, mal, soy ve huylar kendisine verilmemişti. Fakat o azimli, çok susan, uzun uzun tefekkür eden, derin bakışlı bir kişiydi. Gündüzleri asla uyumazdı. Onun tükürdüğünü, sümkürdüğünü, küçük abdest ve büyük abdest bozduğunu, guslettiğini, boş şeylerle meşgul olduğunu ve güldüğünü hiç kimse görmemiştir. O, konuştuğu hikmetli sözler dışında hiçbir sözü tekrar etmezdi. O, evlenmiş ve çocukları olmuştur. Çocukları ölmüş, ama onlara ağlamamıştır. O, bakıp düşünerek ibret almak için sultan ve hâkimlere giderdi. İşte bu yüzden ona verilen verilmiştir." İbn Ebi'd-Dünyâ es-Samt'da ve İbn Cerîr, Amr b. Kays'tan bildirir: Lokmân'ın (aleyhisselam) yanmada bir topluluk varken bir kişi geldi ve: "Sen filan oğullarının kölesi değilmisin?" dedi. Lokmân (aleyhisselam): "Evet kölesiyim" dedi. Adam: "Sen filan filan dağın yanında hayvanları otlatan kişi değil misin?" deyince, yine: "Evet o kişi benim" dedi. Adam: "Peki seni bu gördüğüm duruma getiren nedir?" diye sorunca, Lokmân (aleyhisselam): "Allah korkusu, doğru sözlü olmak, emaneti sahibine vermek ve beni ilgilendirmeyen şeylere karşı suskun kalmaktır" cevabını verdi. Ahmed Zühd'de Muhammed b. Cuhâde'den aynısını bildirir. Ahmed, Hâkim et-Tirmizî, Hâkim Kunâ'da ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Hikmet sahibi Lokman: «Şüphesiz ki Allah bir şeyi emanet ettiği zaman onu korur» derdi.'" İbn Ebi'd-Dünyâ Na'tü'l-Hâifin'de bildirdiğine göre Fadl er-Rekkâşî: "Lokmân (aleyhisselam) oğlunun ödü patlayıp ölene kadar ona hep nasihatta bulundu" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ ve İbn Ebî Hâtim, Hafs b. Ömer el-Kipdî'den bildirir: Lokmân (aleyhisselam) içinde hardal tohumu olan bir torbayı çıkarıp yanına koydu ve oğluna nasihatta bulunmaya başladı. Her nasihatta torbadan bir hardal tanesi çıkarıp atıyordu. Hardal taneleri bitince: "Evladım! Sana o kadar nasihatta bulundum ki eğer bu nasihatları dağa verecek olsaydım dağ yarılırdı" dedi ve oğlu yarıldı (öldü). İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Lokmân oğluna nasihat ederek: «Yüzünü sarmaktan sakın. O gece vakti korku, gündüz ise zillettir» dedi. " el-Emsâl'de el-Askerî Hâkim ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Dâvud (aleyhisselam) zırh yaparken Lokmân (aleyhisselam) yanındaydı. O, eliyle zırhı şöyle bükmeye başladı. Lokmân (aleyhisselam) şaşırmış ve ne yaptığını sormak istemişti. Ama hikmeti kendisini bunu sormaktan alıkoyuyordu. Dâvud (aleyhisselam) zırhı bitirip giyince: "Ne güzel savaş zırhıdır" dedi. Bunun üzerine Lokmân (aleyhisselam): "Sükût etmek hikmettendir, ama bunu çok az kişi yapar. Sana ne yaptığını sormak istedim, ama sustum. Sonunda cevabı kendin verdin" dedi. Ahmed ve Beyhakî Şuabu'l-îmân'da Avn b. Abdillah'tan bildirir: Lokmân (aleyhisselam) oğluna: "Evladım! Ümid et, ama Allah'ın azabından emin olma. Allah'dan kork, ama rahmetinden ümidini kesme" dedi. Oğlu: "Ey babacığım! Benim bir kalbim varken bunu nasıl yapacağım?" deyince, Lokmân (aleyhisselam): "Müminin biriyle ümid ettiği, biriyle de korktuğu iki kalbi vardır" karşılığını verdi. Beyhaki, Süleyman et-Teymî'den bildirir: Lokmân (aleyhisselam) oğluna: "Evladım! Çokça: «Ey Rabbim! Beni bağışla» diye dua et. Zira Allah'ın duaları red etmeyeceği bir saat vardır" demiştir. Beyhakî ve es-Sâbûnî el-Mieteyn'de İmrân b. Süleym'den bildirir: Bana ulaştığına göre Lokmân (aleyhisselam) oğluna: "Evladım! Ben taş, demir ve ağır şeyler taşıdım. Ancak kötü komşudan daha ağır bir şey görmedim. Evladım! Ben acıyı tattım, ama fakirlikten daha acı bir şey tatmadım" demiştir. İbn Ebi'd-Dünyâ el-Yakîn'de Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Lokmân (aleyhisselam) oğluna şöyle dedi: "Evladım! Amel ancak yakîn ile yapılır. Yakîni azalan kişinin ameli de azalır. Evladım! Şeytan sana şüpheli bir şeyle gelirse onu yakin ve ihlas ile yen. Eğer sana tembellik ve usanmak ile gelirse onu kabir ve kıyamet zikriyle yen. Eğer sana teşvik ve korkutma ile gelirse ona dünyanın terk edilip gidileceğini haber ver." İbn Ebi'd-Dünyâ'nın et-Takva'da Vehb'den bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam) oğluna: "Evladım! Allah korkusunu ticaret edin. Sermaye olmadan Allah sana kârını verecektir" demiştir. İbn Ebi'd-Dünyâ er-Ridâ'da Saîd b. el-Müseyyeb'den bildirir: Lokmân (aleyhisselam) oğluna: "Evladım! Başına istediğin veya istemediğin bir şey geldiği zaman mutlaka bunun senin için hayırlı olduğunu bil" deyince, oğlu: "Dediğin şeyi yaşamadıktan sonra bunun böyle olduğunu kabul edemem" karşılığını verdi. Lokmân (aleyhisselam): "Evladım! Allah bir peygamber gönderdi. Gidip onu tasdik edelim" deyince de: "Gidelim ey babacığım" karşılığını verdi. Bunun üzerine Lokmân (aleyhisselam) ve oğlu yol için gerekli şeyleri alıp her biri bir eşeğe binerek yola çıktılar. Günlerce yolculuk ettiler ve susuz geniş bir çöle geldiler. Bu çölü geçebilmek için gerekli hazırlıkları yaptılar ve çöle girdiler. Bir zaman yol aldıktan sonra gün ağarmış ve sıcaklar artmaya başlamıştı. Yiyecek ve içecekleri tükenmiş merkepleri yavaşlamıştı. Bu sebeple merkeplerinden inip onları yularlanndan çekmeye başladılar. Bu şekilde yola devam ederken Lokmân (aleyhisselam) karşıya baktı ve bir karartı ile duman gördü. Kendi kendine: "Karartı ağaç, duman da bazı kişilerin bulunduğunun işaretidir" dedi. Onlar bu şekilde yola devam ederken Lokmân'ın (aleyhisselam) oğlu yol kenarında bir leş kemiğine bastı ve yere yığıldı. Lokmân (aleyhisselam) oğluna atılarak onu göğsüne bastı ve dişleriyle oğlunun ayağına batan kemiği çıkardı. Sonra oğluna bakarak gözleri yaşardı. Oğlu: "Ey baba! Sen ağlıyor ve: «Bu benim için hayırlıdır» diyorsun. Yiyeceğimiz ve içeceğimiz bitmiş iken bu benim için nasıl hayır olacaktır? İkimiz bu ıssız çöllerde kaldık. Eğer sen gidip te beni kendi halimde bırakacak olursan burada kalmamdan dolayı üzüntü ve keder içinde gideceksin. Eğer benimle kalacak olursan ikimiz de ölürüz" dedi. Bunun üzerine Lokmân (aleyhisselam): "Evladım! Ağlamam, anne babanın evladına olan merhametinden dolayıdır. Bana: "Bu benim için nasıl hayır olacaktır?" demene gelince, belki de maruz kalmış olduğundan daha kötü bir şey, üzerinden def edilmiştir. Belki de maruz kalmış olduğun şey üzerinden def edilenden daha ağırdır" dedi. Sonra Lokmân (aleyhisselam) karşıya baktığında o karartı ve duman yok olmuştu. Ancak alacalı bir at üzerinde beyaz elbiseli, beyaz sarıklı birinin, rüzgârı yararak geldiğini gördü. Bu kişi yanlarına yetişene kadar Lokmân (aleyhisselam) hep ona bakıyordu. Sonra yanına gelip: "Sen Lokmân mısın?" diye seslenince: "Evet ben Lokmân'ım" dedi. "Hikmet sahibi olan sen misin?" deyince de: "Öyle derler" karşılığını verdi. "Oğlun sana ne dedi?" diye sorunca: "Lokmân (aleyhisselam): "Ey Allah'ın kulu! Sesini işitiyor, ama yüzünü görmüyorum, sen kimsin?" dedi. Bu kişi: "Ben Cibril'im, Rabbim bana bu şehri ve içindekileri yere batırmamı emretti. Sizin de bu şehre gelmek istediğinizi öğrendim. Bu sebeple Rabbimden sizi bir müddet tutmasını istedim. Rabbim sizi oğlunun maruz kaldığı şeyle burada tuttu. Eğer öyle olmasaydı o şehir halkıyla beraber yere batardınız" dedi. Sonra Cibrîl elini çocuğun ayağına sürünce çocuk ayağa kalktı. Yemek bulunan kaba elini sürünce, kab yemekle doldu. Su kabına elini sürünce o da su ile doldu. Sonra onları merkepleriyle aldı ve kuş gibi gitmeye başladı. Günler önce çıkmış oldukları eve tekrar geldiler. İbn Ebî Hâtim'in Ali b. Rabâh el-Lahmî'den bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam) oğluna nasihat ettiği zaman: "İşlediğin şey, bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, Allah onu getirip meydana koyar. Doğrusu Allah Latiftir, haberdardır" dedi ve bir hardal tanesi alarak Yermûk'e giderek onu yere bıraktı. Orada bir müddet kaldıktan sonra hardal tanesini andı ve elini uzattı. Sinekler onu alıp getirdi ve avucu içine bıraktı. Beyhakî'nin Şuabu'l-îmân'da Mâlik'ten bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam) oğluna: "Sıhhat gibi zenginlik, gönül hoşluğu gibi de nimet yoktur" demiştir. Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da Vehb b. Münebbih'ten bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam) oğluna: "Yalan söyleyen kişinin yüzünün suyu dökülür. Ahlakı kötü olanın da üzüntüsü artar. Kayaları yerinden taşımak anlamayan kişiye laf anlatmaktan daha kolaydır" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Ahmed Zühd'de ve Beyhaki, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Lokmân (aleyhisselam) oğluna şöyle demiştir: "Büyük taşlar, demirler ve ağır olan her şeyi taşıdım. Fakat kötü komşudan daha ağır bir şey taşımadım. Her türlü acıyı da tattım. Fakat fakirlikten daha acı bir şey tatmadım. Evladım! Cahil birini elçin olarak gönderme. Eğer hikmet sahibi birini bulamazsan sen kendi kendine elçi ol. Evladım! Yalandan sakın. Çünkü yalan, kuş eti gibi iştah açıcıdır. Ancak o yakın bir zamanda sahibini kızartır. Cenazelerde bulun, düğünlerde bulunma. Zira cenazeler sana ahireti hatırlatır, düğünler ise dünya şehvetini arttırır. Evladım! Tok iken bir daha tokluk için yeme. İkinci tokluk için yiyeceğini bir köpeğe atman onu yemenden daha hayırlıdır. Evladım! Tatlı olma yutulursun, acı da olma atılırsın." Beyhakî'nin Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam) oğluna: "Evladım! Sen seher vaktinde yatağında yatarak o vakitte öten şu horozdan daha aciz biri olma" demiştir. Abdullah b. Ahmed zühd'ün Zevâidi olarak ve Beyhakî'nin Osman b. Zâide'den bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam) oğluna: "Evladım! Tövbeyi geciktirme. Zira ölüm ansızın gelir" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Beyhaki, Seyyâr Ebû'l-Hakem'den bildirir: Lokmân'a (aleyhisselam): "Senin hikmetin nedir?" diye sorulunca: "Bana yetenden fazlasını istemem ve beni ilgilendirmeyen şeylere karışmam" karşılığını verdi. Ahmed'in Zühd'de Basra ahalisinden olan Ebû Osman el-Ca'dî'den bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam) oğluna: "Evladım! Cahilin sohbetini isteme, yoksa kendi yaptıklarını senin hoş karşıladığını sanır. Hikmet sahibi kişinin de azarlamasını hafife alma. Aksi takdirde sana bir değer vermez" demiştir. Abdurrezzâk'ın Musannef’te İkrime'den bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam): "Başkasının cariyesi ile evlenme. Aksi takdirde çocuklarına miras olarak uzun bir üzüntü bırakırsın" demiştir. İbn Ebî Şeybe ve Ahmed Zühd'de Muhammed b. Vâsi'den bildirir: Lokmân (aleyhisselam) oğluna: "Evladım! Allah'dan hakkıyla kork. Kalbin bozuk olduğu halde başkalarının sana saygı göstermesi için takva sahibi olduğunu göstermeye çalışma" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve İbn Cerîr, Hâlid er-Rebaî'den bildirir: Lokmân (aleyhisselam) Habeş'li, marangoz bir köleydi. Efendisi ona: "Bana bir koyun kes ve onun en temiz iki parçasını getir" dedi. Lokmân (aleyhisselam) öyle yapıp efendisine koyunun dili ile kalbini getirdi. Efendisi: "Bunlardan daha temiz bir şey yok muydu?" deyince, Lokmân (aleyhisselam): "Hayır yoktu" karşılığını verdi. Efendisi bir müddet suskun kaldıktan sonra: "Bana bir koyun kes ve en pis iki parçasını getir" dedi. Lokmân (aleyhisselam) yine dil ile kalbi getirmişti. Efendisi: "Sana en iyi iki parçayı getirmeni istediğimde dil ile kalbi getirdin. En pis iki parçayı getirmeni istediğimde de bu iki parçayı getirdin" deyince, Lokmân (aleyhisselam): "Bunlar iyi oldukları zaman bunlardan daha temizi yoktur. Kötü olduklarında da bunlardan daha pisi yoktur" karşılığını verdi. Abdullah, Zühd'ün Zevâidi olarak Abdullah b. Zeyd'den bildirir: Lokmân (aleyhisselam): "Bilmiş olunuz ki, Allah'ın eli hikmet sahibi kişilerin ağzındadır. Onlar ancak Allah'ın dilediği şekilde konuşurlar" demiştir. Abdullah, Süfyan'dan bildirir: Lokmân (aleyhisselam) oğluna: "Evladım! Susmaktan dolayı asla pişmanlık duymadım. Zira konuşmak gümüş ise sükût altındır" demiştir. Ahmed'in Katâde'den bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam) oğluna: "Evladım! Kötülükten uzak dur ki, o da senden uzak dursun. Zira kötülük, kötü kişiler için yaratılmıştır" demiştir. Ahmed, Hişâm b. Urve'den o da babasından bildirir: Lokmân'ın (aleyhisselam) hikmetinde şöyle yazılıdır: "Evladım! Arzu ve (tutkulu) isteklerden uzak dur. Çünkü arzu ve istekler yakında olan şeyleri uzaklaştırıp neşeyi yok etmesi gibi hikmeti de yok eder. Evladım! Şiddetli öfkelenmekten sakın. Zira şiddetli öfkelenmek, hikmet sahibi kişinin kalbini öldürür." İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Abd b. Humeyd, Ubeyd b. Umeyr'den bildirir: Lokmân (aleyhisselam) oğluna nasihat ederken şöyle demiştir: "Evladım! Oturacağın meclisleri dikkat ederek seç. Bir mecliste Yüce Allah'ın zikredildiğini görürsen sen de onlarla otur. Eğer âlim isen ilmin sana fayda verir. Eğer bilgisiz isen onlar sana öğretirler. Eğer Allah onlara rahmet ile bakacak olursa sen de bu rahmetten payını alırsın. Evladım! Allah'ın zikredilmediği meclislerde oturma. Eğer âlim isen ilmin sana bir fayda vermez. Eğer bilgisiz isen daha da bilgisiz olursun. Bundan sonra Allah onlara gazap ile bakarsa sen de o gazaptan payını alırsın. Evladım! Müminlerin kanını akıtan kimseye öfkelenme. Çünkü Allah katında onu öldürecek olan ölümsüz bir katil vardır." Abdullah Zühd'ün Zevâidi olarak Ebû Saîd'den bildirir: Lokmân (aleyhisselam) oğluna: "Evladım! Yemeğini ancak takva sahipleri yesin. Bir şey istişare edeceğin zaman da âlim kişilerle istişare et" demiştir. Ahmed, Hişâm b. Urve'den, o da babasından bildirir: Lokmân'ın (aleyhisselam) hikmetinde: "Konuştuğun kelime tatlı, yüzün güleç olsun ki, insanlar seni kendilerine bir şeyler verenlerden daha fazla sevsinler" yazılıdır. Yine hikmette veya Tevrat'ta: "Yumuşak huyluluk hikmetin başıdır" yazılıdır. Terat'ta: "Başkasına merhamet ettiğiniz gibi size merhamet edilir" yazılıdır. Hikmette: "Ektiğinizi biçersiniz" yazılıdır., Yine hikmette: "Dostunu ve babanın dostunu sev" yazılıdır. Ahmed, Ebû Kılâbe'den bildirir: Lokmân'a (aleyhisselam): "İnsanların hangisi sabırlıdır?" denilince: "Sabrıyla başkalarına eziyet etmeyendir" dedi. İnsanların hangisi âlimdir?" denilince: "İnsanların ilminden ilmine ilim ekleyen kişidir" dedi. İnsanların hangisi hayırlıdır?" denilince: "Zengin kişidir" dedi. "Zenginlikle malı mı kasdetmektesin?" denilince: "Hayır, zengin kişi, yanında hayır aradığında bulduğun kişidir. Aksi takdirde bu kişi kendi nefsini insanlardan müstağni kılar" dedi. Ahmed'in Süfyân'dan bildirdiğine göre Lokmân'a (aleyhisselam): "İnsanların hangisi kötüdür?" denilince: "İnsanların kendisini kötü görmesine aldırış etmeyendir" karşılığını verdi. Ahmed, Mâlik b. Dînâr'dan bildirir: Hikmetin bir bölümünde: "Allah, insanların hevasına göre konuşan kişilerin kemiklerini törpüler" diye yazılı olduğunu gördüm. Yine hikmette: "Kişinin bildiğiyle amel etmediği halde bilmediklerini öğrenmesinde hayır yoktur. Bu kişi bir kucak odun toplayıp ta onu taşıyamayan, ancak taşıyamadığı halde halen bu bağın üzerine odun ekleyen kişiye benzer" yazılı olduğunu gördüm. Ahmed'in Muhammed b. Cuhâde'den bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam): "İnsanlara öyle bir zaman gelecek ki, o zamanda hikmet sahibi kişilerin gözü aydın olmayacaktır" demiştir. Ahmed, Süfyân'dan, onun da kendisine haber veren birinden bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam) oğluna şöyle demiştir: "Evladım! Dünya derin bir denizdir ve onda birçok insan boğulmuştur. Sen de bu denizdeki gemini Allah korkusu kılıp içini imanla doldur. Yelkenlerimde Allah'a tevekkül kıl. Böyle yaparsan umulur ki kurtulursun. Ama ben seni kurtulmuş olarak görmüyorum." Abdullah b. Ahmed'in, Zühd'ün Zevâidi olarak Avn b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam) oğluna: "Evladım! Ben taşlar ve demirler taşıdım. Fakat kötü komşudan daha ağır bir şey taşımadım. Her türlü acıyı da tattım. Fakat fakirlikten daha acı bir şey tatmadım" demiştir. Ahmed'in Şurahbîl b. Müslim'den bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam): "Husumeti uzatmam ve beni ilgilendirmeyen şeyler hakkında konuşmam. Ortada gülünecek bir şey yoksa gülmem ve bir gaye olmadan yürümem" demiştir. Ahmed'in bildirdiğine göre Ebu'l-Celd der ki: "Hikmette: "Kimin kendi nefsinde bir öğütçüsü varsa onun Allah tarafından koruyucusu vardır. Kim kendi nefsine karşı olsa bile insanlara karşı adil davranırsa Allah onun izzetini yükseltir. Allah'a itaatte zelil olmak masiyetle izzet sahibi olmaktan daha üstündür. Ahmed'in Abdullah b. Dînâr'dan bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam) oğluna: "Evladım! Kendini sana ihtiyacı olmayan birinin yerine koy. Ama kesinlikle senin ona ihtiyacın vardır. Evladım! İnsanların övgüsünü arzu etmeyen ve kınamalarını da istemeyen kimse gibi oi ki, o, insanlardan müstağni, onlar da kendisinden rahat edenlerden olurlar." Ahmed'in Serî b. Yahya'dan bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam) oğluna: "Evladım! Hikmet, miskinleri kralların tahtlarına oturtmuştur" dedi. Ahmed'in Muâviye b. Kurre'den bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam) oğluna şöyle demiştir: "Evladım! Allah'ın salih kulları ile beraber otur. Onların meclislerinde hayırlı şeyler kazanırsın. Umulur ki onların meclislerine bir rahmet iner ve sen de o rahmetten payını alırsın. Evladım! Kötü kişilerle beraber oturma. Onların meclislerinde hayırlı şeyler kazanamazsın. Umulurki onların meclislerine bir gazap iner ve sen de o gazaptan payını alırsın." Ahmed'in Ebû Necîh'den bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam): "Sükût altındır, ama onu yapan azdır" demiştir. Tâvus: "Ey Ebû Necîh! Allah'dan korkarak konuşan kişi, sükût edip te Allah'tan korkan kişiden daha hayırlıdır " dedi. Ahmed'in Avn'dan bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam) oğluna şöyle demiştir: "Evladım! Bir kavimle karşılaştığın zaman onlara selam ver ve bir kenara otur. Eğer Allah'ı zikrederlerse sen de onlarla beraber otur. Başka konulara geçerlerse onları terk et ve oradan git." Abdullah, Zühd'ün Zevâidi olarak Abdullah b. Dînâr'dan bildirir: Lokmân (aleyhisselam) bir seferinden geri dönmüş ve yolda oğlunu görmüştü. Oğluna: "Babam ne oldu?" diye sorunca, oğlu: "Öldü" cevabını verdi. Lokmân (aleyhisselam): "Allah'a şükürler olsun, artık kendi durumumdan sorumlu oldum" dedi. Sonra: "Annem ne yaptı?" diye sorunca, oğlu: "Öldü" dedi. Lokmân (aleyhisselam): "Kederim gitti" dedi. Sonra: "Eşim ne yaptı?" deyince, oğlu: "Öldü" cevabını verdi. Lokmân (aleyhisselam): "Yatağım yenilendi" diyerek: "Kız kardeşim ne yaptı?" dedi. Oğlu: "öldü" deyince, Lokmân (aleyhisselam): "Avretimi örttüm" dedi ve: "Kardeşim ne yaptı?" diye sordu. Oğlu: "Öldü" deyince de, Lokmân (aleyhisselam): "Belim kırıldı" dedi. Abdullah b. Ahmed,. Zühd'ün Zevâidi olarak Abdu'l-Vehhâb b. Buht el- Mekkî'den bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam) oğluna: "Evladım! Âlim kişilerle beraber dizidize otur. Zira Allah'ın, ölü toprağı gökyüzünden inen yağmurla diriltmesi gibi, ölü kalbi hikmet sahibi kişinin nuru ile diriltir" demiştir. Abdullah'ın Kays'tan bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam) oğluna: "Evladım! Ağzından çıkacaklara dikkat et. Sükût ettiğin sürece selamettesin. Sana fayda verecek şeylerden başka bir şey söyleme" demiştir. Ahmed'in Muhammed b. Vâsi'den bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam) oğluna: "Evladım! Bildiğin şeyle amel edinceye kadar bilmediğin bir şeyi öğrenmeye kalkışma" demiştir. Ahmed'in Bekr el-Muzenî'den bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam): "Babanın oğula vurması ekine gübre atmak gibidir" demiştir. el-Kâlî Emâli'de el-Utbî'den bildirir: Lokman hekim şöyle demiştir: "Üç kişi vardır ki ancak üç yerde tanınabilir. Yumuşak huylu kişi öfke anında, cesur kişi savaş meydanında ve gerçek dost kendisine ihtiyaç duyulduğunda." Vekî' el-Ğurar'da Hanzala'dan bildirir: Lokmân (aleyhisselam) oğluna: "Evladım! Bir kişiyle dost olmak istediğin zaman önce onu öfkelendir. Bu kişi sana öfkeli anında insaflı davranırsa onunla dost ol. Aksi takdirde ondan sakın" demiştir. Dârakutnî, Mâlik b. Enes'ten bildirir: Bana ulaştığına göre Lokmân (aleyhisselam) oğluna: "Evladım! Sen dünyaya geldiğin zamandan beri ona arka-sırt çevirmiş ve ahirete yönelmiş durumdasın. Senin gitmekte olduğun yer uzaklaşmakta olduğun yerden daha yakındır" demiştir. İbnu'l-Mübârek'in İbn Ebî Muleyke'den bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam): "Allahım! Seni zikrettiğim zaman bana yardımcı olmayacak, seni unuttuğumda hatırlatmayacak, dediklerimi yapmayacak ve sükût ettiğimde bana keder verecek gafil kimseleri dostum kılma" derdi. Hakîm et-Tirmizî'nin Mu'termr'den, onun da babasından bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam) oğluna: "Evladım! Dilini: "Allahım! Beni bağışla!" demeye alıştır. Zira Allah'ın duaları red etmeyeceği bir saat vardır" demiştir. Hatîb'in Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam) oğluna: "Evladım! Borçtan sakın. Zira o, gündüz zillet, gece kederdir" demiştir. İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da Vehb b. Münebbih'ten bildirdiğine göre Lokmân (aleyhisselam) oğluna: "Evladım! Allah'dan ümid et, ama bu ümit seni masiyete götürmesin. Allah'dan kork, ama bu korku sana rahmetinden ümit kestirmesin" demiştir. Abdurrezzâk, Ömer b. Abdilaziz'den bildirir: Lokmân (aleyhisselam): "İki gözü çıkarılmış biri davalaşmak için yanına gelirse hasmı gelmeden bir hüküm verme. Belki hasmı gelir ve bu kişinin dört göz çıkardığı ortaya çıkar" demiştir. Abdullah b. Ahmed'in Zühd'e zevaid olarak Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Yüce Allah: "Ey Âdemoğlu! Seni ben yarattım, ama sen benden başkasına kulluk etmektesin. Sen bana davet ediyor, ama benden kaçıyorsun. Sen beni hatırlatıyor, ama unutuyorsun. Bu, yeryüzünde en büyük zalimliktir" buyurmuştur. Sonra Hasan: "...Çünkü ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür" âyetini okudu. 13Bir vakit Lokmân, oğluna öğüd vererek şöyle demişti: “Yavrum, Allah’a ortak koşma; Çünkü Allah,’a ortak koşmak (şirk) çok büyük bir zulümdür.” 14Bkz. Ayet:19 15Bkz. Ayet:19 16Bkz. Ayet:19 17Bkz. Ayet:19 18Bkz. Ayet:19 19"Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır. Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm. (Lokman, öğütlerine devamla şöyle demişti:) Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allah, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır. Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmed ilmeye değer işlerdir. Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez. Yürüyüşünde tabiî ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir!" Ebû Ya'la, Taberânî İbn Merdûye ve İbn Asâkir'in Ebû Osman en- Nehdî'den bildirdiğine göre Sa'd b. Ebî Vakkâs der ki: "Eğer, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin..." âyeti benim hakkımda nâzil olmuştur. Ben anneme karşı iyilik eden bir kişi idim. Ancak müslüman olduğum zaman annem: "Bu yaptığın da nedir? Ya bu dinini bırakırsın ya da ölene kadar ne yiyip, ne de içeceğim. Öldüğüm zaman da: «Ey annesinin katili» denilerek ayıplanırsın" dedi. Ona: "Ey anne! Öyle yapma, ben hiçbir şey için dinimi bırakmam" dedim. O, bir gün ve bir geceyi yemek yemeden geçirerek takattan düşmüş olarak sabahladı. Aynı şekilde bir gündüz ve bir gece daha yemek yemeden geçirdi ve daha da zayıf bir şekilde sabahladı. Durumun öyle olduğunu gördüğümde: "Ey anne! Bilmiş ol ki, eğer yüz canın olsa ve bütün canlarını bu şekilde birer birer versen yine de dinimden dönecek değilim. Dilersen ye, dilersen de yeme" dedim. Bunun üzerine annem yemek yedi ve bu âyet nâzil oldu. İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Sa'd: "Enfâl Sûresi'nde bir âyet, "...Fakat dünyada onlarla iyi geçin..." âyeti, vasiyet ve içki hakkındaki âyetler olmak üzere dört âyet benim hakkımda nâzil olmuştur" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre: "Eğer, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz ancak banadır. Ben de size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim" âyeti, Sa'd b. Ebî Vakkâs hakında inmiştir" dedi. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Sa'd b. Ebî Vakkâs der ki: Ben ok taliminden geldiğimde insanlar, Müslüman olmuş kardeşim Âmir ve annem Hamne binti Süfyân b. Umeyye b. Abdi Şems'in etrafında toplanmıştı. "İnsanlar ne diye toplanmıştır?" dediğimde: "Annen, kardeşin Âmir'in Müslüman olmasından dolayı, atalarının dinine geri dönene kadar hiçbir gölgede gölgelenmeyeceğine, yemek yemeyeceğine ve bir şey içmeyeceğine dair Allah'a yemin etti" dediler. Ben de anneme dönerek: "Ey anneciğim! Benim için de yemin et" dedim. Annem: "Niye ki?" deyince: "Cehennemde oturacağın yeri görene kadar hiçbir gölgede gölgelenmeyeceğine, yemek yemeyeceğine ve bir şey içmeyeceğine dair yemin et" dedim. Bunun üzerine annem: "Bana iyiliklerde bulunan oğlum için de yemin ediyorum" dedi ve Yüce Allah: "Eğer, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz ancak banadır. Ben de size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim" âyetini indirdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Annesi, onu her gün biraz daha zayıf düşerek karnında taşımıştır..." âyetini açıklarken: "Meşakkatten sonra zorluk ve bebeğin anne karnındaki dönemleri kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ el-Horasânî: "...Annesi, onu her gün biraz daha zayıf düşerek karnında taşımıştır..." âyetini açıklarken: "Burada annenin zayıflık üstüne zayıflık çekmesi kastedilmektedir" dedi. Firyabî, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Annesi, onu her gün biraz daha zayıf düşerek karnında taşımıştır..." âyetini açıklarken: "Burada çocuğun zayıflığından dolayı çekilen meşakkat kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada anne karnındaki çocuğun zayıf düşmesi kastedilmektedir" dedi. (.....) ifadesi hakkında ise: "Burada da annenin zayıf düşmesi kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Fakat dünyada onlarla iyi geçin..." âyetini açıklarken: "Burada hasta olduklarında onları ziyaret etmek, vefat ettiklerine üzerine düşen görevi yerine getirmek ve Allah'ın sana vermiş olduğu rızıktan onlara vermek kastedilmektedir" dedi. (.....) âyeti hakkında ise: "Bu da: «Bana yönelenlerin yoluna uy» mânâsındadır" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Bana yönelenlerin yoluna uy..." âyetini açıklarken: "Burada Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Şüphesiz yapılan iş bir hardal tanesi ağırlığında olsa ve bir kayanın içinde... olsa..."âyetini açıklarken: "Hardal tanesi ile hayır veya şer, kaya ifadesi ile de dağ kastedilmektedir" dedi. İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Yeryüzü balığın, balık ta denizin üzerindedir. Deniz de mavi kaya üzerindedir. Suyun maviliği de o kayadandır. Bu sebeple Yüce Allah: "...Şüphesiz yapılan iş bir hardal tanesi ağırlığında olsa ve bir kayanın içinde... olsa..." buyurmaktadır. Kaya dana boynuzu üzerinde, dana da nemli toprağın üzerindedir. Nemli toğrağm altında neler olduğunu Allah'dan başka kimse bilmez. Allah'ın: "Göklerdeki, yerdeki bu ikisi arasındaki ve toprağın altındaki her şey, yalnızca O'nundur" âyeti de bunu ifade etmektedir. Göklerde, yerlerde ve ikisi arasında olanlar Rahman'ın Hareminde toplanacaktır. Kıyamet gününde toplanmayan hiç kimse kalmayacak ve: "...Bugün hükümranlık kimindir?" buyuracaktır. Bunun üzerine gökyüzünde ve yeryüzündeki her şey sallanacaktır. O zaman Yüce Allah kendi kendine cevaben: "...Gücü herşeye yeten tek Allah'ındır" buyuracaktır. Firyabî ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik: "...Allah onu getirip meydana koyar..." âyetini açıklarken: "Allah onu (yapılan büyük küçük her ameli) bilir, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr b. Ebî İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Doğrusu Allah Latiftir, haberdardır" âyetini açıklarken: "Allah amelleri ortaya çıkaran ve her şeyi yerli yerince bilendir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Burada iyilik ile tevhid, kötülük ile şirk kastedilmektedir. İyiliği emredip kötülükten nehyederken bir eziyet veya şiddet görürsen sabret. Bu eziyetlere sabretmek Allah'ın emretmiş olduğu şeyler gereğidir." İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir" âyetini açıklarken: "İyiliği emredip kötülükten nehyederken bir eziyet veya şiddet görürsen sabret. Çünkü bunlar Allah'ın kesin olarak emretmiş olduğu işlerdendir. Yani bu eziyetlere sabretmek, Allah'ın emretmiş olduğu şeyler gereğidir" dedi. İbn Ebî Şeybe, Ahmed Zühd'de, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Hatîb'in Tâli't-Talhîs'te bildirdiğine göre Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sohbetlerinde bulunan Ebû Ca'fer el-Hatmî'nin dedesi Umeyr b. Habîb çocuklarına vasiyet ederek şöyle demiştir: "Ey çocuklarım! Sefih kişilerin meclislerinde oturmaktan sakının. Onların meclislerinde oturmak bir hastalıktır. Sefih kişiye karşı sabırlı davranmak onu sevindirir. Onun davetine icabet eden kişi ise pişman olur. Sefihin ufak tefek hatalarını kabul etmeyen kişi, zamanla onun büyük hatalarını kabul eder. Sevmediği bir şeye sabreden kişi bu sabrıyla sevdiği şeylere erişir. Sizden biri insanlara iyiliği emredip kötülükten nehyetmek isterse kendini eziyetlere alıştırsın ve sevabını Allah'dan beklesin. Sevabını Allah'dan bekleyen kişi eziyeti hissetmez." Taberânî, İbn Adiy ve İbn Merdûye'nin Ebû Eyyûb el-Ensâri'den bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kibirlenip de insanlardan yüzünü çevirme..." âyetinin açıklaması sorulunca: "Burada yanağı bükmek kastedilmektedir" buyurmuştur. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kibirlenip de insanlardan yüzünü çevirme..." âyetini açıklarken: "Büyüklenerek Allah'ın kullarını hakir görme ve seni konuşturdukları zaman onlardan yüz çevirme, mânâsındadır" dedi. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kibirlenip de insanlardan yüzünü çevirme..." âyetini açıklarken: "Burada, kendisine selam verildiğinde büyüklenerek boynunu büken kastedilmektedir" dedi. Firyabî ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Kibirlenip de insanlardan yüzünü çevirme.." âyetini açıklarken: "Burada bir tarafa dönerek insanlardan yüz çevirmek kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Kibirlenip de insanlardan yüzünü çevirme,.." âyetini açıklarken: "Fakir kişilere karşı büyüklenerek onlardan yüz çevirme, mânâsındadır" dedi. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Rabî' b. Enes: "Kibirlenip de insanlardan yüzünü çevirme..."âyetini açıklarken: "Fakir ve zengin kişinin ilim açısından yanında eşit olması kastedilmektedir. Zira Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yüzünü asıp çevirdi" diye kınanmıştır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Yürüyüşünde tabiî ol..." âyetini açıklarken: "Burada tevazu sahibi olmak kastedilmektedir" dedi. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Yezîd b. Habîb: "Yürüyüşünde tabiî ol..."âyetini açıklarken: "Burada yürüyüşün hızı kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Yürüyüşünde tabiî ol. Sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini, şüphesiz eşeklerin sesidir!" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Kibirlenerek yürüme ve bir toplumda iken sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini "...Eşeklerin sesidir!" Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Yürüyüşünde tabiî ol. Sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini, şüphesiz eşeklerin sesidir!" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Lokmân (aleyhisselam) oğluna kibirlenerek yürümeyi yasaklamış ve sesini alçaltmasını emretmiştir. Çünkü seslerin en çirkini "...Eşeklerin sesidir!" Eşek sesinin ilki zefir (soluğu sonuna kadar içe çekme) ve sonu şehîk (hıçkırık) tır. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Çünkü seslerin en çirkini, şüphesiz eşeklerin sesidir!" âyetini açıklarken: "Kulağa en çirkin gelen ses, eşeklerin sesidir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân es-Sevrî: "Eşeklerin anırması dışındaki bütün hayvanların bağırması tesbihtir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Eğer yüksek ses hayırlı olsaydı, Allah onu eşekte kılmazdı" dedi. 20"Göklerde, yerde ne varsa hepsini Allah'ın sîzin hizmetinize verdiğini ve açıkça yahut gizlice üzerinizdeki nimetlerini tamamladığını görmediniz mi? Yine de insanlar arasında, hiçbir bilgisi, yol göstericisi ve aydınlatıcı bir kitabı olmadan Allah hakkında tartışıp duranlar vardır" Beyhakî Şuabu'l-İmân da Atâ'dan bildirir: İbn Abbâs'a: (.....) âyetinin açıklamasını sorduğumda şöyle dedi: "Bu ilmimin hazinelerindendir. Ben bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorduğumda: "(Zahiren) Açık olan seni yaratmış olmasıdır. (Bâtinen) Gizli olanda avret yerini örtmesidir. Eğer avret yerlerini örtmemiş olsaydı ailen ve başkaları seni sevmezlerdi" buyurdu. İbn Merdûye, Beyhakî Şuabu'l-İmân'da, Deylemî ve İbnu'n-Neccâr'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):" (.....) âyetinin açıklamasını sorduğumda şöyle buyurdu: "(Zahiren) Açık ifadesi ile İslam dini, Allah'ın seni yaratması ve rızkını tamamlaması kastedilmektedir. (Bâtinen) Gizli ifadesi ile kötü amellerini örtmesi kastedilmektedir. Ey İbn Abbâs! Yüce Allah: «Üç şeyi müminler için kılmışımdır. Ölümünden sonra mümine kılınan namaz, hatalarının kefaretini ödemek için malının üçte biri ve onun kötü amellerini gizli tutup ifşa etmememdir. Eğer kişinin kötü amellerini açığa çıkaracak olsaydım ailesi ve başkaları onu sevmezlerdi» buyurmaktadır. " İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Burada açık nimet ile İslam, gizli nimet ile de Allah'ın, günahlarını, ayıplarını ve cezalarını gizli tutması kastedilmektedir" dedi. Firyabî, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) şeklinde okumuş ve: "Burada "Lâ ilâhe illallah" kelimesi kastedilmektedir" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) şeklinde okumuş ve: "Eğer: (.....) şeklinde olsaydı nimetler sınıf olarak her biri diğerinden daha az olurdu" demiştir. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "Burada "Lâ ilâhe illallah" kelimesi kastedilmektedir" dedi. (.....) ifadelerini açıklarken:"Zahiren ifadesi dille, Bâtin ifadesi kalple demektir" dedi. İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mukâtil: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada İslam kastedilmektedir" dedi. (.....) ifadesi hakkında ise: "Allah'ın masiyetlerinizi açığa vurmaması kastedilmektedir" dedi. Harâitî'nin Mekârimu'l-Ahlâk'ta bildirdiğine göre Dahhâk: "...Açıkça yahut gizlice üzerinizdeki nimetlerini tamamladığını görmediniz mi..." âyetini açıklarken: "(Zahiren) açık ifadesi ile İslam dini ve Kur'ân kastedilmektedir. (Bâtinen) gizli ifadesi ile Allah'ın kötü amelleri örtmesi kastedilmektedir" dedi. 21O kâfirlere: “ Allah’ın indirdiği Kur’ân’a tabi olun” denildiği zaman, derler ki: “ Hayır, biz atalarımızı neyin (hangi dinin) üzerinde bulduksa onun ardınca gideriz.” Ya Şeytan, atalarını cehennem azabına çağırıyorduysa da mı (onlara uyacaklar)? 22Kim amelinde ihlâs sahibi olarak kendini samimiyetle Allah’a teslim ederse, muhakkak ki o, en sağlam kulpa yapışmıştır. Bütün işlerin sonu Allah’a dayanır. 23Kim de küfre varırsa, artık onun küfrü (Ey Resûlüm) seni üzmesin. Onlar, bize dönüp gelecekler; o vakit biz, onlara, bütün yaptıklarını (küfürlerinin cezasını) haber vereceğiz. Şüphe yok ki Allah, bütün kalplerdekini hakkıyla bilendir. 24Biz, o kâfirlere (dünyada) biraz zevk ettiririz de, sonra kendilerini ağır bir azaba mecbur tutarız. 25Muhakkak ki onlara sorsan: “ Gökleri ve yeri kim yarattı?” Elbette: “Allah” diyecekler. (Bu gerçeği itiraf ettiklerinden ey Resûlüm) sen de “ Elhamdü Lillâh= Allah’a hamd olsun” de. Fakat onların çoğu (ilzam edildiklerini, iddialarının boş olduğunu) bilmezler. 26Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Şüphesiz ki Allah Ganî’dir= hiç bir şeye muhtaç değildir, Hamîd’dir= hamd edilmeye lâyıktır. 27"Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa ve yedi misli deniz de yedekte bulunup yazılsa yine de Allah'ın sözleri bitmezdi. Doğrusu Allah güçlüdür, Hakim'dir." İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Medine'de, Yahudilerin hahamları Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "...Size pek az ilim verilmiştir" deyişinle bizi mi yoksa kavmini mi kasdetmektesin?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hepimizi kasdetmekteyim" karşılığını verdi. Hahamlar: "Sana verilen kitapta, Tevrat'ta bize herşeyin açıklandığını okumuyor musun?" dediklerinde ise: "Bütün bunlar Allah'ın ilmi yanında azdır" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah bu konuda: "Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa ve yedi misli deniz de yedekte bulunup yazılsa yine de Allah'ın sözleri bitmezdi. Doğrusu Allah güçlüdür, Hakim'dir" âyetini indirdi. İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Yahudiler bir evde toplanarak Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza gel diye haber gönderdiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiğinde, kendisine recm olayını sordular. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Aranızdaki en bilgin kişiyi bana söyleyin" buyurunca, Yahudiler kör olan İbn Sûriye'yi işaret ettiler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem); "Aralarındaki en bilgin kişi sen misin?" diye sorunca, İbn Sûriye: "Onlar öyle olduğumu iddia etmektedir" karşılığını verdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sizden alınan ahidler ve Mûsa'ya (aleyhisselam) indirilen Tevrat hakkı için soruyorum. Siz bu konuda Tevrat'ta ne bulmaktasınız?" buyurdu. İbn Sûriye: "Eğer bana bu şeyler hakkında yemin ettirmeseydin Tevrat'ta bunu recm olarak bulduğumuzu söylemezdim" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) aralarında recm ile hüküm kıldı ve kendisine: "Yanlarında, içinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat varken nasıl oluyor da seni hakem yapıyorlar..." âyeti indi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti kendilerine okuyunca, onlar: "Doğru söyledin ey Muhammed! Yanımızda, içinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat vardır" dediler. Daha önce Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı hiç üstün gelmemişlerdi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "...Size pek az il im verilmiştir" âyeti indi. Yahudiler yine o evde toplanmıştı. Reisleri: "Ey Yahudiler topluluğu! Muhammed'e karşı üstün geldiniz, ona gelmesi için haber gönderin" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip yanlarına girdi. Onlar: "Ey Muhammed! Sana: "Yanlarında, içinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat varken nasıl oluyor da seni hakem yapıyorlar..." âyetinin indiğini sen bize söylemedin mi? Yine sana: "...Size pek az ilim verilmiştir" âyeti indi. Bunlar birbirine ters düşmektedir" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sustu ve ne az, ne çok bir cevap vermedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa..." âyeti nâzil oldu. Yani bütün ağaçlar kalem, bütün mahlûkat kâtip, bu deniz ve beraberinde yedi deniz daha mürekkep olsa, bütün kâtipler ölene kadar yazsa, bütün kalemler kırılıp tükense ve sekiz deniz de kurusa yine de Allah'ın sözleri yazmakla eksilmez ve olduğu gibi kalır. Ancak size içerisinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat verilmiştir. Bu da Allah'ın hükmü yanında az bir şeydir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara haber gönderip kendilerine bu âyeti okuyunca ağır bir şekilde yenilmiş olarak geri döndüler. İbn Merdûye'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah'ın dilediğince bir şeyler söyledikten sonra, bir kişi: "Ey Muhammed! Sana hikmetin ve Kur'ân'ın, bize de Tevrat'ın verildiğini iddia etmektesin" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa ve yedi misli deniz de yedekte bulunup yazılsa yine de Allah'ın sözleri bitmezdi..." âyetini indirdi. Burada Yüce Allah: "Allah'ın ilmi bunlardan daha çoktur. Size vermiş olduğum ilim size göre çoktur. Ancak benim için azdır" buyurmaktdır. İbn Cerîr, İkrime'den bildirir: Ehli kitap, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ruh hakkında sorunca, Allah: "Sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: "Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir" âyetini indirdi. Bunun üzerine ehli kitap: "Sen, bize ilimden az bir şey verildiğini iddia etmektesin. Oysa bize Tevrat verilmiştir ki, o da hikmettir. Kendisine hikmet verilmiş kişiye birçok hayırlı şeyler verilmiş demektir" dediler. Sonra da: "Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa ve yedi misli deniz de yedekte bulunup yazılsa yine de Allah'ın sözleri bitmezdi..." âyeti indi. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh el- Azame'de ve Ebû Nasr es-Siczî el-îbâne'de Katâde'den bildirir: Müşrikler: "Bu sözler bitmeye yakın sözlerdir" deyince: "Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa ve yedi misli deniz de yedekte bulunup yazılsa yine de Allah'ın sözleri bitmezdi. Doğrusu Allah güçlüdür, Hakim'dir" âyetini indi. Yani yeryüzündeki bütün ağaçlar kalem, bu denizle beraber yedi deniz daha mürekkep olsa, Rabbimin acaipliği, hikmeti ve ilmi bitmeden önce kalemlerin hepsi kırılıp biter, denizlerin suyu da kururdu. İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildirir: Huyey b. Ahtab: "Ey Muhammed! Sana hikmetin verildiğini iddia etmektesin. Kendisine hikmet verilmiş kişiye birçok hayırlı şeyler de verilmiş demektir. Birde ilimden az bir şey verildiğini iddia etmektesin. Nasıl oluyor da bu iki şeyi birden iddia ediyorsun?" deyince: "Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa ve yedi misli deniz de yedekte bulunup yazılsa yine de Allah'ın sözleri bitmezdi..."âyeti ile: "De ki: 'Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadarını da katsak, Rabbimin sözleri tükenmeden denizler tükenirdi" âyeti indi. Abdurrezzâk ve Ebû Nasr es-Siczî'nin el-İbâne'de bildirdiğine göre Ebu'l- Cevzâ bu âyeti açıklarken: "Yeryüzündeki bütün ağaçlar kalem, bütün denizler de mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden önce kalemlerin hepsi kırılıp biter ve denizlerin suyu kururdu" dedi. Hâkim'in İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: (.....) şeklinde ötre ile okumuştur. 28Bkz. Ayet:33 29Bkz. Ayet:33 30Bkz. Ayet:33 31Bkz. Ayet:33 32Bkz. Ayet:33 33"Ey insanlar! Sizin yaratılmanız ve tekrar dirilmeniz tek bir nefsin yaratılması ve tekrar diriltilmesi gibidir. Şüphesiz Allah işitendir, görendir... Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Babanın oğlu, oğulun da babası için bir şey ödeyemeyeceği günden korkun. Allah'ın verdiği söz şüphesiz gerçektir. Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. Kandırıcılar sizi Allah ile aldatmasınlar" İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Sizin yaratılmanız ve tekrar dirilmeniz tek bir nefsin yaratılması ve tekrar diriltilmesi gibidir..." âyetini açıklarken: "Allah: "Ol!" buyuracak, az ve çok olan her şey oluverecektir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: ""...Sizin yaratılmanız ve tekrar dirilmeniz tek bir nefsin yaratılması ve tekrar diriltilmesi gibidir..." âyetini açıklarken: "Allah'ın bütün insanları yaratıp diriltmesi tek bir kişiyi yaratıp diriltmesi gibidir" dedi. Bilmez misin ki Allah, geceyi gündüze ve gündüzü geceye katmaktadır. Güneşi ve Ayı da âyeti altına almıştır. Bunların her biri belli bir vâdeye kadar hareketine devam eder..." âyeti hakkında ise: "Burada geceyi kısaltıp gündüze katması ve sonra gündüzü kısaltıp geceye katması kastedilmektedir. Bütün bunların belirli bir zamanı vardır. Bu zaman ne uzatılır, ne de kısaltılır" dedi. "...Şüphesiz bunda, çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır" âyetini açıklarken: "Allah katında en değerli kullar, kendilerine verildiğinde şükreden ve musibetlere maruz kaldıklarında sabredenlerdir" dedi. "Dağlar gibi dalgalar insanları kuşattığı zaman, dini tamamen Allah'a has kılarak O'na yalvarırlar... Zaten âyetlerimizi bilerek ancak hain nankörler inkâr eder" âyeti hakkında ise: "Burada dağlar gibi dalgalarla bulutlar gibi dalgalar kastedilmektedir. Nankörlerle de ahde vefa göstermeyip Rablerini inkâr eden kişiler kastedilmektedir" dedi. Firyabî, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...İçlerinden bir kısmı doğru yolda kalır..."âyetini açıklarken: "Kâfir olduğu halde doğru yolda kalır, mânâsındadır" dedi. "Zaten âyetlerimizi bilerek ancak hain nankörler inkâr eder" âyeti hakkında ise: "Nankör ifadesiyle ahde vefa göstermeyen kâfirler kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada inkarcı kişi kastedilmektedir" dedi. Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: "Bana: (.....) âyetini açıkla" deyince, İbn Abbâs: "Hattârin kefur ifadesi gaddar, sözünde durmayan, çok zulmeden zalim, nankör ve Allah'ın vermiş olduğu nimetleri inkar eden kişi mânâsındadır" dedi. Nâfi' b. el-Ezrak: "Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Evet bilirler, şâirin: "Bizzat kendisi bildi ve inandı artık, Hayat kesip zulmetse de korkmayacağına" dediğini işitmedin mi?" karşılığını verdi. İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "Hattâr ifadesi ile sözünde durmayan, kefur ifadesi ile Rabbini inkâr eden kişi kastedilmektedir" dedi. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Kandırıcılar sizi Allah ile aldatmasınlar" âyetini açıklarken: "Burada kandırıcıdan kasıt şeytandır" dedi. Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Kandırıcılar sizi Allah ile aldatmasınlar" âyetini açıklarken: "Burada kandırıcıdan kasıt şeytandır" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "...Kandırıcılar sizi Allah ile aldatmasınlar" âyetini açıklarken: "Burada kandırıcıdan kasıt şeytandır" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "...Kandırıcılar sizi Allah ile aldatmasınlar" âyetini açıklarken: "Burada kandırıcıdan kasıt şeytandır" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Kandırıcılar sizi Allah ile aldatmasınlar" âyetini açıklarken: "Burada kişinin masiyet işleyip te günahlarının bağışlanmasını temenni etmesi kastedilmektedir" dedi. 34"Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru o indirir, rahimlerde bulunanı o bilir, kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır" Firyabî, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: Bedevilerden ahalisinden biri (Hazret-i Peygambere) gelerek: "Benim eşim hamiledir, onun ne doğuracağını bana söyle. Memleketimiz kurak bir memlekettir, yağmurun ne zaman yağacağını bana haber ver. Ben ne zaman doğduğumu biliyorum, ne zaman öleceğimi de sen söyle" deyince, Yüce Allah: "Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru o indirir, rahimlerde bulunanı o bilir, kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır" âyetini indirdi. İbnu'l-Münzir'in İkrime'den bildirdiğine göre Mazin b. Hasafe b. Kays Aylân oğullarından el-Vâris denilen kişi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek: "Ey Muhammed! Kıyamet ne zaman kopacaktır? Memleketimiz kurak bir memlekettir, ne zaman yağmur yağacak? Ben eşimi hamile olarak bıraktım, doğumu ne zaman olacaktır? Bu gün ne kazandığımı biliyorum, peki yarın ne kazanacağım? Nerede doğduğumu biliyorum, peki nerede öleceğim?" diye sorunca söz konusu âyet nâzil oldu. İbn Cerîr ve İbn Ebf Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Kıyamet saatini bilmek, ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru o indirir, rahimlerde bulunanı o bilir, kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah, gayptan beş şeyi kendine has kılmıştır. Bunlara ne Mukarrebun meleklerinden biri, ne de resûl olan bir peygamber bakamaz. "Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur..." İnsanlardan hiç kimse kıyametin hangi yılda, hangi ayda, hangi gece veya gündüzde kopacağını bilemez. "...Yağmuru o indirir..." Hiç kimse yağmurun gece mi gündüz mü ineceğini bilemez. "...Rahimlerde bulunanı o bilir..." Hiç kimse rahimde erkek mi, dişi mî, kızıl mı siyah mı bulunmaktadır bilemez. "...Kimse yarın ne kazanacağını bilmez..." Hiç kimse yarın hayırmı şer mi kazanacaktır bilemez. "...Hiç kimse nerede öleceğini bilemez..." Hiç kimse mezarının yeryüzünün neresinde olacağını bilemez. Yani hiç kimse mezarının denizde mi, karada mı, düzlükte mi veya dağdamı olacağını bilemez." Firyabî, Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Gaybın anahtarları beştir ve bunları Allah'dan başka kimse bilemez. Yarın ne olacağını, kıyametin ne zaman kopacağını, rahimlerde ne olduğunu, ne zaman yağmur yağacağını ve kişinin yeryüzünün neresinde öleceğini Allah'dan başka kimse bilemez." İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, İbn Mâce, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre bir kişi: "Yâ Resûlallah! Kıyamet ne zaman kopacaktır?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Bu konuda sorulanın sorandan daha fazla bir bilgisi yoktur. Fakat ben size kıyametin alametlerini anlatayım. Cariyenin kendi efendisini doğurması kıyametin alametlerindendir. Çıplak ve yalın ayak kişilerin yönetici olması kıyametin alametlerindendir. Çobanların yüksek binalar inşa etmesi kıyametin alametlerindendir. Gayptan beş şey vardır ki onları Allah'dan başka kimse bilemez." Sonra da: "Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru o indirir, rahimlerde bulunanı o bilir, kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır" âyetini okudu. Ahmed, Bezzâr, İbn Merdûye, Rûyânîve Diyâ'nın Bureyde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Beş şey vardır ki onları Allah'dan başka kimse bilemez. "Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru o indirir, rahimlerde bulunanı o bilir, kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır" buyurmuştur. İbn Cerîr, Ebû Hureyre'den aynısını bildirir. İbn Merdûye'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre bedevi biri Bedir günü Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında gebe devesiyle durarak: "Ey Muhammed! Devemin karnında ne vardır?" diye sordu. Ensâr'dan bir kişi: "Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) bırak ta yanıma gel, ben sana devenin karnında ne olduğunu haber vereyim. Sen onunla birleştin ve onun karnında senden bir yavru vardır" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu kişiye sırt çevirerek: "Allah her haya eden, hoşgörülü cömert kişileri sever ve sert olup azarlayarak kötü konuşanı sevmez" buyurdu. Sonra bedeviye dönerek: "Beş şey vardır ki onlan Allah'dan başka kimse bilemez. "Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru o indirir, rahimlerde bulunanı o bilir, kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır" buyurdu. İbn Merdûye, Seleme b. el-Ekva'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kırmızı bir çadırda iken bir atlı gelip kendisine: "Sen kimsin?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ben, Allah'ın Resûlü'yüm" buyurdu. Adam: "Kıyamet ne zaman kopacaktır?" diye sorunca: "Bu gayptır, gaybı da Allah'dan başka kimse bilemez" buyurdu. Adam: "Atımın rahminde ne vardır?" deyince de: "Bu gayptır; gaybı da Allah'dan başka kimse bilemez" buyurdu. Adam: "Ne zaman yağmur yağacaktır?" dediğinde ise, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine: "Bu gayptır, gaybı da Allah'dan başka kimse bilemez" buyurdu. Ahmed ve Taberânî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şu beş şey dışında her şeyin anahtarı bana verildi. «Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru o indirir, rahimlerde bulunanı o bilir, kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır»"buyurmuştur. Ahmed, Ebû Ya'la, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) şu beş şey dışında her şeyin anahtarı verilmiştir. "Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru o indirir, rahimlerde bulunanı o bilir, kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır" dedi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: "Peygamberinize (sallallahü aleyhi ve sellem) şu beş şey dışında hiçbir şey gizli kalmamıştır. "Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru o indirir, rahimlerde bulunanı o bilir, kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır" dedi. Saîd b. Mansûr, Ahmed ve Edeb'de Buhârî Rıb'iy b. Hirâş'tan bildirir: Âmir oğullarından bir kişi: "Yâ Resûlallah! İlimden öğrenmediğin bir şey kaldı mı?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah bana hayırlı şeyler öğretti. Ancak ilimden şu beş şey vardır ki, buttları Allah'dan başka kimse bilemez. «Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru o indirir, rahimlerde bulunanı o bilir, kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır»" buyurdu. İbn Mâce'nin bildirdiğine göre Rubeyyi' binti Muavviz der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gelin olduğum sabah yanıma girdi. Yanımda bana şarkı söyleyen iki küçük kız vardı. Onlar şarkı sözlerinde: "Aramızda yarın ne olacağını bilen bir peygamber vardır" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Böyle demeyin, yarın ne olacağını Allah'dan başka kimse bilemez" buyurdu. Tayâlisî, Ahmed, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, el-Esmâ ve's- Sıfât'ta Ebû Azze el-Huzelî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah, kişinin ruhunu bir yerde kabzetmek istediği zaman, kişiye o yerde bir ihtiyaç hasıl eder. Kişi o yere yetişmeden de ölmez" buyurdu. Sonra: "...Hiç kimse nerede öleceğini bilemez..."âyetini okudu. Tirmizî ve İbn Merdûye'nin Matar b. Ukâmis'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah, kişinin ruhunu bir yerde kabzetmek istediği zaman, kişiye o yerde bir ihtiyaç hasıl eder" buyurmuştur. Ahmed'in, Âmir'den veya Ebû Âmir'den veya Ebû Mâlik'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı ile beraber bir mecliste otururken, değişik bir suretle Cibrîl geldi ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu Müslümanlardan bir kişi sandı. Cibrîl selam verince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) selamına cevap verdi. Sonra Cibrîl ellerini Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dizlerine koyarak: "Yâ Resûlallah! İslam nedir?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'a teslim olman, Allah'dan başka ilah olmadığına, Muhammed'in elçisi ve Peygamberi olduğuna şahitlik etmen, namaz kılman ve zekat vermendir" buyurdu. Cibrîl: "Eğer bunları yapacak olursam Müslüman olurmuyum?" deyince: "Evet olursun" buyurdu. Cibrîl: "İman nedir?" diye sorunca: "Allah'a iman etmen, ahiret gününe, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, öldükten sonra tekrar dirileceğine, Cennete ve Cehenneme, hesaba ve mîzana, kadere, hayır ve şerrin Allah'dan olduğuna iman etmendir" buyurdu. Cibrîl "Eğer bunları yapacak olursam iman etmiş olur muyum?" dediğinde: "Evet iman etmiş olursun" buyurdu. Sonra: "İhsan nedir?" diye sorunca: "Allah'ı görüyormuş gibi ibadet etmendir. Eğer sen onu görmüyorsan o seni görmektedir" buyurdu. Cibrîl: "Eğer öyle yaparsan muhsin olur muyum?" deyince: "Evet olursun" buyurdu. Cibrîl: "Yâ Resûlallah! Kıyamet ne zaman kopacaktır?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ı bütün eksikliklerden tenzih ederim. Beş şey vardır ki, bunları Allah'dan başka kimse bilemez. "Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru o indirir; rahimlerde bulunanı o bilir, kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir; her şeyden haberdardır buyurdu. |
﴾ 0 ﴿