AHZÂB SÛRESİİbnu'd-Durays, Nehhâs, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ahzâb Sûresi, Medine'de inmiştir" dedi. İbn Merdûye, İbn Zübeyr'den aynısını bildirir. Musannef’te Abdurrezzâk, Tayâlisî, Saîd b. Mansûr, Müsned'e zevaid olarak Abdullah b. Ahmed, İbn Menî', Nesâî, İbnu'l-Münzir, Mesâhifte İbnu'l- Enbârî, İbn Hibbân, eî-Efrad'da Dârakutnî, Hâkim, İbn Merdûye, el- Muhtâre'de Diyâ, Zir'den bildirir: Ubey b. Ka'b bana: "Ahzâb Sûresini nasıl okuyorsun?" veya: "Onu kaç âyet olarak sayıyorsun?" diye sorunca: "Ben onu yetmiş üç âyet olarak sayıyorum" dedim. Bunun üzerine: "Kesin mi? Çünkü ben onu Bakara Sûresine denk bir sûre olarak veya ondan daha fazla görüyorum. Biz bu sûrede: (.....) (=Evli erkek ile evli kadın zina ettikleri takdirde kesinlikle ikisinide recmediniz. Allah'tan, ibret alımcı bir ceza olmak üzere. Allah Azîz'dir, Hakim'dir) âyetini da okurduk. Bu da hükmü kaldırılanlarla birlikte kaldırıldı" dedi. Abdurrezzâk, Sevrî'den bildirir: Bize ulaştığına göre Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından Kur'ân'ı okuyan bazı kişiler vardı. Bunlar Museyleme ile savaş gününde şehit düştüler ve Kur'ân'dan bazı harfler (onlarla beraber) gitti. Musannef’te Abdurrezzâk, İbn Abbâs'tan bildirir: Ömer b. el-Hattâb münadiye cemaat namazı diye nida etmesini emretti ve minbere çıktı. Allah'a hamdü sena ettikten sonra şöyle dedi: "Ey insanlar! Recm âyetini gizlemeyin. O, Allah'ın Kitâbı'nda inen bir âyetti ve biz onu okuduk. Fakat o, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte giden birçok Kur'ân âyeti ile birlikte gitti. Bunun delilide Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Ebû Bekr'in recmetmesidir. Bende onlardan sonra recmettim. Daha sonra bu ümmette recmi yalanlayacak bir kavim gelecektir." Mâlik, Buhârî, Müslim ve İbnu'd-Durays'ın İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Ömer (minbere çıkıp) hamdü sena ettikten sonra şöyle dedi: "Derim ki: Ey insanlar! Allah, Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) hak olarak göndermiş ve ona kitabını indirmiştir. İndirmiş olduğu âyetler arasında recm âyeti de vardı. Biz onu: (Evli erkek ile evli kadın zina ettikleri takdirde kesinlikle ikisinide recmediniz. Allah'tan, ibret alımcı bir ceza olmak üzere) şeklinde okuduk ve anladık. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) recmetti ve biz de ondan sonra recmettik. Korkarım ki aradan uzun bir zaman geçtikten sonra biri çıkıp: "Biz Kur'ân'da recm âyetini bulamıyoruz" der ve Allah'ın farz kıldığı bir şeyi terk ederek delalete düşerler." Ahmed ve Nesâî'nin Abdurrahman b. Avf'tan bildirdiğine göre Ömer b. el- Hattâb insanlara hutbesinde şöyle dedi: "Bilmiş olunuz ki bazı kişiler Allah'ın Kitâbı'nda celd (sopa/ kırbaç cezası) geçerken recm olayı nereden geldi?" demektedir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) recmetti ve bizde ondan sonra recmettik. Eğer birileri tarafından, Ömer Allah'ın Kitâbı'nda olmayan bir şeyi ona ekledi denmeyecek olsaydı bunu inmiş olduğu gibi Kur'ân'a eklerdim." Nesâî ve Ebû Ya'la, Kesîr b. es-Salt'tan bildirir: Mervân'ın yanında idik ve aramızda Zeyd b. Sâbit bulunmaktaydı. Zeyd: "Biz Kur'ân'da: (.....) (=Evli erkek ile evli kadın zina ettikleri takdirde kesinlikle ikisinide recmediniz. Allah'tan, ibret alınıcı bir ceza olmak üzere) şeklinde okurduk" dedi. Bunun üzerine Mervân: "Onu niye Kur'ân'a yazmadın?" diye sorunca şöyle dedi: "Bunu Ömer'e söylediğimizde: "Sizin bu tereddüdünüzü gidereyim mi?" dedi. Bu nasıl olacak?" dediğimizde de şöyle dedi: "Bir kişi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek: "Bana recm âyetini yazdır" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şimdi buna gücüm yetmez" karşılığını verdi. İbn Merdûye, Huzeyfe'den bildirir: Ömer b. el-Hattâb: "Ahzâb Sûresini kaç âyet olarak sayıyorsunuz?" diye sorunca: "Yetmiş iki veya yetmiş üç âyet olarak sayıyoruz" dedim. Bunun üzerine o: "Bu sûre, Bakara Sûresi kadar veya ondan daha fazla idi. Onda recm âyeti de vardı" dedi. İbnu'd-Durays, İkrime'den bildirir: "Ahzâb Sûresi, Bakara Sûresi kadar veya ondan daha fazla idi. Onda recm âyeti de vardı" dedi. İbn Sa'd'ın Saîd el-Müseyyeb'den bildirdiğine göre Hazret-i Ömer şöyle dedi: "Recm âyetini yok saymaktan ve: «Allah'ın Kitâbı'nda haddi bulmuyoruz» demekten sakının. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) recmetti ve biz de ondan sonra recmettik. Vallahi, eğer insanlar: "Ömer, Allah'ın Kitabına bir şeyler ekledi" demeyecek olsa bunu Kur'ân'a yazardım. Biz bunu: "(=Evli erkek ile evli kadın zina ettikleri takdirde kesinlikle ikisini de recmediniz. Allah'tan, ibret alımcı bir ceza olmak üzere) şeklinde okuduk." Saîd: "Daha Zilhicce ayı bitmeden Ömer'e suikast yapıldı" dedi. İbnu'd-Durays'ın Ebû Umame b. Sehl'den bildirdiğine göre teyzesi ona: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize recm âyetini: (=Evli erkek ile evli kadın zina ettikleri takdirde tattıkları lezzetten dolayı kesinlikle ikisini de recmediniz) şeklinde okuttu" dedi. İbnu'd-Durays, Hazret-i Ömer'den bildirir: Recm âyeti indiği zaman Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yâ Resûlallah! Bu âyeti yazsan" dedim. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Buna gücüm yetmez" karşılığını verdi. İbnu'd-Durays'ın Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb insanlara hutbe verip: "Recm âyetinde bir şüpheye düşmeyin. Çünkü o haktır. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Ebû Bekr recmetti ve ben de recmettim. Bu âyeti de Kur'ân'da yazmak istedim" dedi. Ömer, recm âyetini Ubey b. Ka'b'a sorduğunda, Ubey: "Ben bu âyeti Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) okurken sen gelip beni göğsümden iterek: «Onlar eşekler gibi çiftleşirken sen recm âyetini Resûlullah'a mı (sallallahü aleyhi ve sellem) okuyorsun?» demedin mi?" cevabını verdi. Buhârî'nin Târih'te bildirdiğine göre Huzeyfe: "Ahzâb Sûresini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) okudum. Ancak yetmiş âyetini unutmuştum" dedi. Fedâil'de Ebû Ubeyd, Mesâhifte İbnu'l-Enbârî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: "Ahzâb Sûresi Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında iki yüz âyet olarak okunurdu. Hazret-i Osman, mushafı yazdığı zaman ancak şu anda mevcut olanını yazabildi" dedi. 1"Ey Peygamber! Allah'a karşı gelmekten sakın. Kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" Cuveybir'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre İbn Abbâs anlatıyor: Aralarında Velîd b. el-Muğîre ve Şeybe b. Rabîa'nın bulunduğu Mekke ahalisinden bazı kişiler Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) sözünden geri dönmesi üzere kendisine mallarının yarısını vereceklerini söylediler. Medine'deki Münafıklar ve Yahudiler Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) sözünden geri dönmemesi halinde onu öldürmekle korkutmak istediler. Bunun üzerine Yüce Allah: "Ey Peygamber! Allah'a karşı gelmekten sakın. Kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetini indirdi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Kâfirlere ve münafıklara itaat etme..." âyetini açıklarken: "Burada kâfir ifadesiyle Ubey b. Halef, münafık ifadesiyle de Ebû Âmir er-Râhib, Abdullah b. Ubey İbn Selûl ve Ced b. Kays kastedilmektedir" dedi. 2Rabbinden sana ne vahy olunuyorsa ona uy. Muhakkak ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdar bulunuyor. 3Allah’a tevekkül et, (işini O’nun vekâletine bırak). Sana (bütün işlerde)vekil, Allah yeter. 4"Allah, bir adamın içinde iki kalp yaratmadığı gibi, «zıhâr» yaptığınız eşlerinizi de analarınız yerinde tutmadı ve evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız olarak tanımadı. Bunlar sizin ağızlarınıza geliveren sözlerden ibarettir. Allah ise gerçeği söyler ve doğru yola o eriştirir." Ahmed, Tirmizî, İbrı Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim İbn Merdûye ve el-Muhtâre'de Diyâ, İbn Abbâs'tan bildirir: Bir gün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkıp namaz kıldı ve bir şey hatırladı. Beraberinde namaz kılan münafıklar: "Onun biri sizinle biri de onlarla olan iki kalbi olduğunu görmüyor musun?" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: "Allah, bir adamın içinde iki kalp yaratmadı..." âyetini indirdi. İbn Ebî Hâtim'in Husayf vasıtasıyla Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre Mücâhid ve İkrime: "Bir kişi iki kalpli diye çağrılırdı. Bunun üzerine Allah: "Allah, bir adamın içinde iki kalp yaratmadı..." âyetini indirdi" dediler. İbn Cerîr ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Kureyşli bir kişi zekasından dolayı iki kalpli diye adlandırılmıştı. Bu âyet te bu kişi hakkında nâzil olmuştur" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bir kişi iki kalpli diye adlandırılmıştı. Bu kişi: "Biri bana emreden ve biri yasaklayan iki kalbim vardır" derdi. Allah da işitmiş olduğunuz gibi hakkında bu âyeti indirdi. Firyabî, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: Fihr oğullarından bir kişi: "Benim içimde iki kalp vardır. Onlardan her birinin Muhammed'in aklından daha üstün olduğunu hissetmekteyim" dedi. Bunun üzerine bu âyet nâzil oldu. İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre bu âyet, Kureyş'te Cuma' oğullarından, Cemil b. Ma'mer isimli bir kişi hakkında nâzil olmuştur. İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kıldı ve bir şeye dalarak bir kelime söyledi. Bunu işiten münafıklar, buna kendi yanlarından bir şeyler ekleyerek: "Bunun kesinlikle iki kalbi vardır. Onun namazdaki sözlerini işitmiyor musunuz? Onun biri sizinle, biri de ashabıyla olan iki kalbi vardır" dediler. Bu sebeple: "Ey Peygamber! Allah'a karşı gelmekten sakın. Kâfirlere ve münafıklara İtaat etme. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir... Allah, bir adamın içinde iki kalp yaratmadığı gibi, «zıhâr» yaptığınız eşlerinizi de analarınız yerinde tutmadı ve evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız olarak tanımadı. Bunlar sizin ağızlarınıza geliveren sözlerden ibarettir. Allah ise gerçeği söyler ve doğru yola o eriştirir" âyetleri nâzil oldu. Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Zührî: "Allah, bir adamın içinde iki kalp yaratmadı..." âyetini açıklarken: "Bize bildirildiğine göre bu âyet Zeyd b. Harise hakkında nâzil olmuştur. Bu kendisine misal verilerek: "Başkasının oğlu senin oğlun olmaz" buyrulmuştur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: Kişi hanımına: "Sen bana annemin sırtı gibisin" derdi. Yine: "Zeyd, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) oğludur" deniliyordu. Bunun üzerine Yüce Allah: "Zıhâr yaptığınız eşlerinizi de analarınız yerinde tutmadı ve evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız olarak tanımadı..." buyurdu. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Zıhâr yaptığınız eşlerinizi de analarınız yerinde tutmadı" âyetini açıklarken: "Allah, zıhâr yaptığınız eşlerinizi de analarınız yerinde tutmadı, ama buna ceza olarak kefâret ödenmesi gerektiğini bildirdi" dedi. "Evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız olarak tanımadı" âyeti hakkında ise: "Evlatlıkları da öz oğul gibi kılmadı. Kişinin birini evlatlık edinmesiyle o, öz oğlu olmaz. Bize bildirildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim bilerek babasından başkasının oğlu olduğunu iddia eden kişiye Allah Cenneti haram kılar" buyurmuştur. Firyabî, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız olarak tanımadı..." âyetini açıklarken: "Bu âyet, Zeyd b. Hârise hakkında inmiştir" dedi. 5"Evlatlıkları babalarına nisbet edin, bu Allah katında en doğru olandır. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşi ve dostlarınız olarak kabul edin. İçinizden kasdederek yaptıklarınız bir yana, yanılmalarınızda size bir sorumluluk yoktur. Allah, bağışlar ve merhamet eder" İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî Sünen'de İbn Ömer'den bildirir: Zeyd b. Hârise Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) azatlısıydı. Biz onu Zeyd b. Muhammed diye çağırırdık. "Evlatlıkları babalarına nisbet edin, bu Allah katında en doğru olandır..." âyeti inince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ona: "Sen Zeyd b. Hârise b. Şerâhîl'sin" buyurdu. Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir, İbn Hibbân, Taberânî ve İbn Merdûye'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Bedir savaşına katılmış olan Ebû Hüzeyfe b. Utbe b. Rabîa b. Abdi Şems, Sâlim'i evlatlık edinmiş ye onu kardeşi Velîd b. Utbe b. Rabîa'nın kızı Hind ile nikahlamıştı. Sâlim, Ensâr'dan bir kadının azatlısıydı. Ebû Huzeyfe, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) evlatlık edinmesi gibi Sâlim'i evlatlık edinmişti. Cahiliye zamanında kişi birini evlatlık edindiği zaman insanlar onu evlatlık edinen kimseye nisbet ederek çağırır ve öldüğünde evlatlık ona varis olurdu. Allah bu konuda: "Evlatlıkları babalarına nisbet edin, bu Allah katında en doğru olandır. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşi ve dostlarınız olarak kabul edin..." âyetini indirince, evlatlık edinilen kişiyi babasına nisbet ederek çağırmaya başladılar. Babasının kim olduğunu bilmeyen kişi bir dost ve din kardeş olarak kabul edildi. Sehle binti Süheyl b. Amr Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek: "Sâlim, Ebû Huzeyfe'nin oğlu diye çağrılırdı. Allah kitabında: "Evlatlıkları babalarına nisbet edin..." âyetini indirdi. O, üstüm açık iken yanıma girmekteydi. Biz dar bir evdeyiz" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sâlim'i emzir ki ona haram olasın" buyurdu. İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Zeyd b. Hârise'nin meselesi şöyleydi: O, Ma'n ve Su'le oğullarından, Tayy kabilesinden olan dayılarının yanında kalan bir çocuktu. O, Tayy kabilesinden bazı çocuklarla beraber esir alınmış ve Ukâz pazarına getirilmişti. Hakîm b. Hizâm b. Huveylid Ukâz pazarına alışverişe çıkmıştı. Halası Hazret-i Hatice ona eğer olursa kendisine zarif ve temiz bir çocuk satın almasını istedi. O da pazara varınca Zeyd'in satıldığını gördü. Zeyd'in zarifliği hoşuna gitti ve onu satın aldı. Onu alıp halasının yanına geldi ve: "Sana zarif ve Arap bir çocuk satın aldım. Eğer onu beğenirsen al, aksi takdirde onu bana bırak. Çünkü ben onu beğendim" dedi. Hazret-i Hatice çocuğu görünce onu beğendi ve aldı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisiyle evlendiği zaman Zeyd yanındaydı. Zeyd'in zarifliği Hazret-i Peygamber'in de (sallallahü aleyhi ve sellem) hoşuna gitmiş ve onu kendisine hibe etmesini istemişti. Hazret-i Hatice: "Onu sana hiba ederim, ama azad edersen velâyeti bana aittir" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu durumu kabul etmedi. Bunun üzerine Hazret-i Hatice onu kendisini şartsız bir şekilde hibe etti. Yani Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dilerse onu azat eder, dilerse de etmez. Zeyd, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında büyüdü ve genç oldu. Zeyd, Ebû Tâlib'in bir devesi ile Şam'a kavminin bulunduğu topraklara gitti ve amcası kendisini tanıdı. Amcası: "Ey genç! Sen kimsin?" dedi. Zeyd: "Ben Mekke ahalisinden biriyim" cevabını verdi. Amcası: "Aslen oralı mısın?" deyince: "Hayır oralı değilim" karşılığını verdi. Amcası: "Hür müsün, köle misin?" deyince de: "Ben köleyim" dedi. Amcası: "Kimin kölesisin?" deyince: "Muhammed b. Abdillah b. Abdilmuttalib'in kölesiyim" cevabını verdi. Amcası: "Sen Arap mısın, Acem misin?" deyince: "Ben Arabım" dedi. Sen kimlerdensin?" diye sorunca: "Ben Kelb kabilesindenim" dedi. Kelb kabilesinden kimlerdensin?" deyince de: "Abdi Vudd oğullarındanım" dedi. Bunun üzerine amcası: "Vay haline! Sen kimin oğlusun?" diye sorunca: "Ben, Hârise b. Şerâhîl'in oğluyum" dedi. Nerede esir alındın?" deyince: "Dayılarımın yanından esir alındım" karşılığını verdi. "Dayıların kimdir?" deyince de: "Tayy'dir" dedi. Annenin adı nedir?" dediğinde ise: "Su'dâ'dır" dedi. Bunun üzerine amcası onu bağrına basarak: "İbnu'l-Hârise ha!" dedi ve babasını çağırtarak: "Ey Hârise! Bu senin oğlundur" dedi. Hârise gelip kendisine bakınca oğlunu tanıdı. Ona: "Efendin sana nasıl davranmaktadır?" diye sordu. Zeyd: "Beni ailesine ve çocuklarına karşı tercih eder. O beni çok sevmektedir ve ben dilediğimi yapıyorum" dedi. Bunun üzerine babası, amcası ve kardeşi kendisiyle beraber Mekke'ye geldiler. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiklerinde,, Hârise: "Ey Muhammed! Siz Allah'ın hareminde, evinde bulunan ve zor durumda olanlara yardım edip esirlere yemekler yediren kişilersiniz. Oğlum yanında esir bulunmaktadır. Bize bir iyilikte bulun ve onun fidyesini ödemekte bize kolaylık sağla. Sen onun kavminin efendilerinin oğlusun. Sana istediğin kadar fidye vereceğiz" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Size bundan daha hayırlısını vereceğim" buyurdu. Onlar: "Ne vereceksin?" diye sorunca: "Onu muhayyer bırakacağım. Eğer sizi tercih ederse fidye ödemeden onu alın. Eğer beni tercih ederse onu rahat bırakın" buyurdu. Onlar da: "Allah seni hayırla mükâfatlandırsın, iyi yaptın" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Zeyd'i çağırıp: "Ey Zeyd! Bunları tanıyor musun?" diye sorunca, Zeyd: "Evet, tanıyorum, bunlar babam, amcam ve kardeşimdir" cevabını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Beni de tanıyorsun. Eğer dilersen onlarla beraber git. Eğer beni tercih edersen zaten beni biliyorsun" buyurdu. Zeyd: "Ben asla sana karşı kimseyi tercih etmem, sen benim babam ve amcam yerindesin" dedi. Bunun üzerine babası ve amcası: "Ey Zeyd! Hür olmayı köle olarak kalmaya mı tercih ediyorsun?" deyince, Zeyd: "Ben bu kişiden ayrılacak değilim" karşılığını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Zeyd'in kendisine olan bağlılığını görünce: "Şahit olun ki o hürdür ve oğlumdur. O benim, ben de onun varisiyim" buyurdu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) cömertliğini gören Zeyd'in babası ve amcası rahatlamıştı. Zeyd Cahiliye zamanında hep: "Muhammed'in oğlu" diye çağrılırdı. Ancak: "Evlatlıkları babalarına nisbet edin..." âyeti inince: "Zeyd b. Harise" diye çağrılmaya başlandı. İbn Asâkir, Yakûb b. Şeybe vasıtasıyla Hasan b. Osman'dan bildirir: Fakihlerden ve ilim ahalisinden bazı kişiler bana: "Âmir b. Rabîa'ya «Âmir b. el-Hattâb» denilirdi" dediler. O, Hattâb'a nisbet edilirdi. Yüce Allah, Âmir, Zeyd b. Hârise, Ebû Huzeyfe'nin azatlısı Sâlim ve Mikdâd b. Amr'ın hakkında: "Evlatlıkları babalarına nisbet edin, bu Allah katında en doğru olandır. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşi ve dostlarınız olarak kabul edin. İçinizden kasdederek yaptıklarınız bir yana, yanılmalarınızda size bir sorumluluk yoktur. Allah, bağışlar ve merhamet eder" âyetini indirdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Bekre der ki: Allah: "Evlatlıkları babalarına nisbet edin, bu Allah katında en doğru olandır. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşi ve dostlarınız olarak kabul edin..." buyurmaktadır. Ben de babası bilinmeyen kişilerdenim ve sizin din kardeşinizim. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Evlatlıkları babalarına nisbet edin, bu, Allah katında en doğru olandır. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşi ve dostlarınız olarak kabul edin..." âyetini açıklarken: "Evlatlıkları babalarına nisbet ederek çağırmak daha adilane olur. Babasının kim olduğunu bilmezsen o senin kardeşin ve dostundur" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşi ve dostlarınız olarak kabul edin" âyetini açıklarken: "(Evlatlık edinilen kişinin) Babasının kim olduğunu bilmezsen o senin kardeşin ve dostundur. Filanın dostu diye çağrılır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil bu âyeti açıklarken: "Eğer kendilerine nisbet edeceğiniz babalarını bilmezseniz onları din kardeşiniz olarak kabul ederek: "Abdullah, Abdurrahman, Ubeydullah ve buna benzer isimlerle çağırın. Yani kişiyi Mevlâsına nisbet ederek çağırın" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşi ve dostlarınız olarak kabul edin..." âyetini açıklarken: "(Evlatlık edinilen kişinin babasının kim olduğunu bilmezsen) O senin kardeşin ve dostundur. Filan oğullarının azatlısı diye çağrılır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Sâlim b. Ebi'l-Ca'd der ki: "Evlatlıkları babalarına nisbet edin..." âyeti indiği zaman Sâlim'in babasının kim olduğunu bilmezlerdi. O, Ebu Huzeyfe'nin azatlısı da değildi. O sürekli yanlarında kalan biriydi. Firyabî, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Yanılmalarınızda size bir sorumluluk yoktur..." âyetini açıklarken: "Burada bir yasaklama gelmeden önce, çocuğun evlatlık edinen kişiye nisbet edilmesi kastedilmektedir" dedi. "...İçinizden kasdederek yaptıklarınız..." âyeti hakkında ise: "Bu konuda emredilip öyle bir şeyden nehyedildikten sonra, çocuğun evlatlık edinen kişiye nisbet edilmesi kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...İçinizden kasdederek yaptıklarınız bir yana, yanılmalarınızda size bir sorumluluk yoktur. Allah, bağışlar ve merhamet eder" âyetini açıklarken: "Başka birini babası sanarak bilmeden, kişiyi kasıtsız olarak, ona nisbet etmende bir sakınca yoktur" dedi. İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre hadisi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) dayandırarak: "Vallahi, ben sizin hata ile yaptıklarınızdan korkmuyorum. Bilerek yaptıklarınızdan korkuyorum" dedi. İbn Merdûye'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ben sizin hata ile yaptıklarınızdan korkmuyorum. Bilerek yaptıklarınızdan korkuyorum" buyurmuştur. 6"Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. Onun eşleri onların anneleridir; akraba olanlar, miras hususunda, Allah'ın Kitab ında birbirlerine müminler ve muhacirlerden daha yakındırlar. Dostlarınıza yapacağınız uygun bir vasiyet bunun dışındadır. Bu, Kitab da yazılı bulunmaktadır." Buhârî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Hiç bir mümin yoktur ki, ben dünyada ve âhirette onun için insanların en yakını olmayayım. Dilerseniz: "Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır..." âyetini okuyun. Herhangi bir mümin mal bıraktığı zaman ona yakınları varis olur. Her kim de geriye borç veya bakılacak çocuklar bırakırsa yanıma gelsin, ben onun velisiyim" Tayâlisî ve İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında mümin biri vefat ettiği zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gelir ve: "Borcu var mıydı?" diye sorardı. Eğer: "Borcu vardır" denilirse: "Borcunu ödeyecek malı var mıdır?" diye sorardı. Eğer yine: "Evet vardır" cevabını alırsa onun namazını kılardı. Eğer: "Hayır, borcunu ödeyecek malı yoktur" denilirse: "Arkadaşınızın cenaze namazını kılın" buyururdu. Yüce Allah bize fethi nasip ettiği zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ben müminlere canlarından daha yakınım. Borç bırakan kişinin borcunu ödemek bana aittir. Mal bırakan kişinin malı da varislerindir" buyurdu. Ahmed, Ebû Dâvud ve İbn Merdûye'nin Câbir'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ben müminlere canlarından daha yakınım. Her kim ölür de geriye bir borç bırakırsa borcunu ödemek bana aittir. Mal bırakan kişinin malı da varislerinindir" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Nesâî, Bureyde'den bildirir: Yemen'de Hazret-i Ali ile beraber savaşta bulundum. Orada Ali'den kabalık görmüştüm. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiğimde durumu anlattım ve Hazret-i Ali'yi yerdim. Bunun üzerine Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzü değişti ve: "Ey Bureyde! Ben müminlere canlarından daha yakın değil miyim?" diye sordu. Ben: "Evet, yâ Resûlallah!" dediğimde: "Ben kimin velisi isem Ali de onun velisidir" buyurdu. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Onun eşleri onların anneleridir..." âyetini açıklarken: "Bu şekilde onlara saygı gösterilir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil: "Onun eşleri onların anneleridir..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Onlar hürmet göstermede anneleri gibidir. Bir müminin Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) eşlerinden birini nikahlaması caiz değildir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) eşini boşasa dahi bu ne hayatta iken, ne de vefatından sonra caiz değildir. Onlar her mümin kişiye öz annesinin haram olması gibi haramdır." İbn Sa'd, İbnu'l-Münzir ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre kadının biri Hazret-i Âişe'ye: "Ey anne!" deyince, Hazret-i Âişe: "Ben erkeklerinizin annesiyim, kadınlarınızın annesi değilim" karşılığını verdi. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Ümmü Seleme: "Ben hem erkeklerinizin, hem de kadınlarınızın annesiyim" demiştir. Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İshâk b. Râhûye, İbnu'l-Münzir ve Beyhaki, Becâl'den bildirir: Ömer b. el-Hattâb Kur'ân okuyan bir çocuk gördü. Çocuk: (=Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. Onun eşleri onların anneleridir. Kendisi de onlara babadır) şeklinde okuyordu. Ona: "Ey çocuk! Onu (Kendiside onlara babadır kısmını) Kur'ân'dan sil" deyince: "Bu, Ubey'in mushafıdır" dedi. Bunun üzerine Ubey'e gidip durumu sorunca, Ubey: "Ben Kur'ân ile meşgul iken sen çarşılarda alışverişle meşguldün" dedi. Firyabî, Hâkim, İbn Merdûye ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (=Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. Kendisi onlara babadır. Onun eşleri de onların anneleridir) şeklinde okurdu. Firyabî, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti: (=Peygamber, müminlere kendi nefislerinden daha yakındır. Kendisi onlara babadır) şeklinde okumuştur. İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre bu âyet Kur'ân'da ilk olarak: (.....) (=Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. Kendisi de onlara babadır) şeklindeydi. İbn Cerîr'in Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre bu âyet ilk zamanlarda: (Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. Kendisi onlara babadır) şeklinde okunurdu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Akraba olanlar, miras hususunda, Allah'ın Kitap'ında birbirlerine müminler ve muhacirlerden daha yakındırlar..." âyetini açıklarken: "Müslümanlar uzun bir süre hicret sebebi ile birbirlerine varis oldular. Müslüman bedevi ise muhacirlerden miras olarak bir şey alamıyordu. Allah bu âyeti indirerek müminleri eşit kıldı ve miras dinde oldu. Firyabî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Dostlarınıza yapacağınız uygun bir vasiyet bunun dışındadır" âyetini açıklarken: "Burada Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Muhacirlerle Ensâr arasında kardeşlik bağı kurmuş olduğu dostlarınıza vasiyet etmeniz kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ali b. el-Hanefiyye: "Dostlarınıza yapacağınız uygun bir vasiyet bunun dışındadır" âyetini açıklarken: "Bu âyet Müslümanın, Yahudi veya Hıristiyan bir kişiye vasiyet etmesinin caiz olduğunu göstermek için inmiştir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Dostlarınıza yapacağınız uygun bir vasiyet bunun dışındadır..." âyetini açıklarken: "Burada şirk ahalisinden olan akrabalar kastedilmektedir. Ma'rûf ifadesiyle onlara vasiyet edilebileceğini bildirmektedir. Onlar miras alamazlar" dedi. "Bu, Kitab'da yazılı bulunmaktadır" âyeti hakkında ise: "Bu bazı kıraatlarda: (.....) şeklindedir. Yani müşrik, mümine varis olamaz" dedi. Abdurrezzâk'ın Katâde'den bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Dostlarınıza yapacağınız uygun bir vasiyet bunun dışındadır..." âyetini açıklarken: "Burada uygun vasiyetle kişinin dininden olmayan akrabalarına vasiyet etmesi kastedilmektedir. Zira o, neseb olarak velindir. Ancak dinde velin değildir" dedi. 7Bkz. Ayet:8 8"Hani biz peygamberlerden sağlam söz almıştık. Senden, Nûh'tan, İbrâhîm, Mûsâ ve Meryem oğlu İsa'dan da. Evet, biz, onlardan sapa sağlam bir söz almıştık. Allah, doğrulardan doğruluklarını sormak ve inkarcılara can yakıcı azap hazırlamak için bunu yapmıştır" Firyabî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Hani biz peygamberlerden sağlam söz almıştık..." âyetini açıklarken: "Burada daha Âdem'in (aleyhisselam) sulbündeyken peygamberlerden alınan söz kastedilmektedir" dedi. "Evet biz, onlardan sapa sağlam bir söz almıştık" âyeti hakkında ise: "Burada da Allah'ın, insanlardan almış olduğu sözlerden daha sağlam bir söz alması kastedilmektedir" dedi. "Doğrulardan doğruluklarını sormak... için..." âyetini açıklarken: "Burada haberi ulaştırıp veren peygamberler kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Hani biz peygamberlerden sağlam söz almıştık. Senden, Nûh'tan, İbrâhîm, Mûsâ ve Meryem oğlu İsa'dan da. Evet biz, onlardan sapa sağlam bir söz almıştık" âyetini açıklarken: "Allah özel olarak peygamberlerden birbirlerini tasdik etmek ve birbirlerine tabi olmak huşunda söz almıştır" dedi. Taberânî, İbn Merdûye ve Delâil'de Ebû Nuaym'ın Ebû Meryem el- Ğassânî'den bildirdiğine göre bedevi biri: "Yâ Resûlallah! Peygamberliğinde olan ilk şey nedir?" dediğinde: "Allah'ın, daha önceki peygamberlerden söz aldığı gibi benden de söz almasıdır" buyurdu. Sonra: "Hani biz peygamberlerden sağlam söz almıştık. Senden, Nuh'tan, İbrâhîm, Mûsâ ve Meryem oğlu İsa'dan da. Evet biz, onlardan sapa sağlam bir söz almıştık" âyetini okuyarak şöyle devam etti: "Sonra atam İbrâhîm'in: «İçlerinden onlara bir peygamber gönder» diye ettiği duası ve İsa b. Meryem'in müjdesidir. Bir de Resûlullah'ın annesinin rüyasında ayaklarının arasından Şam saraylarını aydınlatan bir ışığın çıktığını görmesidir. " Tayâlisî, Taberânî ve İbn Merdûye'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah bütün mahlukatı yarattı ve hepsine bir kader belirledi. Arş'ı su üzerinde iken peygamberlerinden söz aldı. Sonra sağcıları sağ eline, solcuları da diğer eline aldı. Ancak Rahman'ın her iki eli de sağ eldir. Sağ elindekiler itaat ederek: «Buyur ey Rabbim! Emrindeyiz» dediler. Allah: «Ben sizin Rabbiniz değil miyim» buyurunca: «Evet, Rabbimizsin» dediler. Bunun üzerine Allah sağdakilerle soldakileri birbirine karıştırdı. Aralarından biri: «Ey Rabbim! Bizi niye birbirimize karıştırdın?» deyince: «Onların bundan başka yaptıkları amelleri vardır ve onlar o ameller için çalışırlar. Onlar kıyamet gününde: "Biz bunları bilmiyorduk" demesinler diye öyle yaptım» buyurdu. Sonra Allah onları Âdem'in sulbüne döndürdü. Cennetlikler ve Cehennemlikler Allah katında belli oldu." Bir kişi: "O zaman amel niyedir?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Her kavim kendi yerini hazırlar" buyurdu. Bunun üzerine Ömer b. el-Hattâb: "O zaman amel etmeye çalışacağız yâ Resûlallah!" dedi. İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre: "Yâ Resûlallah! Senden ne zaman söz alındı?" diye sorulunca: "Âdem daha ruh ve ceset arasında iken" buyurdu. İbn Sa'd'ın Âmir'den bildirdiğine göre bir kişi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ne zaman peygamber oldun?" diye sorunca: "Âdem daha ruh ve ceset arasında iken ve benden söz alındığı zaman" buyurdu. Bezzâr, Taberânî M. el-Evsat'ta ve Delâil'de Ebû Nuaym'ın İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre: "Yâ Resûlallah! Ne zaman peygamber oldun?" denilince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Âdem daha ruh ve ceset arasında iken" buyurdu. Ahmed, Târih'te Buhârî, Taberânî, Hâkim, Ebû Nuaym ve Delâil'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre Meysere el-Fecr: "Yâ Resûlallah! Ne zaman Peygamber oldun?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Âdem daha ruh ve ceset arasında iken" buyurdu. Hâkim, Ebû Nuaym ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sana peygamberlik ne zaman vacip oldu?" diye sorulunca: "Âdem'in yaratılma ve kendisine ruh üflenme arasında" buyurdu. Ebû Nuaym'ın Sunâbihî'den bildirdiğine göre Hazret-i Ömer, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ne zaman Peygamber oldun?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Âdem daha çamur ile yoğrulmuş iken" buyurdu. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre İbn Ebî'l-Cad'â: "Yâ Resûlallah! Ne zaman Peygamber oldun?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Âdem daha ruh ve ceset arasında iken" buyurdu. İbn Sa'd'ın Mutarrif b. Abdillah b. eş-Şıhhîr'den bildirdiğine göre bir kişi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ne zaman peygamber oldun?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Âdem daha ruh ve çamur arasında iken" buyurdu. İbn Ebî Şeybe'nin Katâde'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hani biz peygamberlerden sağlam söz almıştık. Senden, Nûh'tan..." âyetini okuduğu zaman: "Yaratılış olarak benden başlandı, ama peygamber olarak gönderilmekte sonuncularıydım" buyururdu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Hani biz peygamberlerden sağlam söz almıştık. Senden, Nuh'tan..." âyetini açıklarken: "Bize bildirildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ben yaratılış itibariyle onların ilkiyim, peygamber olarak gönderilmekte ise sonuncularıyım" buyururdu. İbn Ebî Âsım'ın ve el-Muhtâre'de Diyâ'nın bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b: "Hani biz peygamberlerden sağlam söz almıştık. Senden, Nûh'tan..." âyetini açıklarken: "İlk resûl, peygamber Nuh'tur. Ondan sonra da peygamberler ard arda geldi" dedi. Hasan b. Süfyân, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, Delâil'de Ebû Nuaym, Deylemî ve İbn Asâkir, Katâde vasıtasıyla Hasan'dan onun da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hani biz peygamberlerden sağlam söz almıştık. Senden, Nûh'tan, İbrâhîm, Mûsâ ve Meryem oğlu İsa'dan da. Evet biz, onlardan sapa sağlam bir söz almıştık" âyetini açıklarken: "Ben yaratılış itibariyle onların ilkiyim, peygamber olarak gönderilmekte ise sonuncularıyım" buyurdu. Yani Allah ilk olarak Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) yaratmaya başlamıştır. Bezzâr'ın bildirdiğine göre Ebû Hureyre: Âdem'in (aleyhisselam) en hayırlı beş çocuğu Nuh, İbrâhîm, Mûsa, İsa ve Muhammed'dir (aleyhimusselam). Bu beşinin en hayırlısı da Muhammed'dir (sallallahü aleyhi ve sellem)" dedi. İbn Ebî Hâtim'in Dahhâk vasıtasıyla bildirdiğine göre ibn Abbâs: (.....) ifadesi, peygamberlerin verdikleri ahidler mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Hani biz peygamberlerden sağlam söz almıştık..."âyetini açıklarken: "Allah, peygamberlerden, kavimlerine hakkı tebliğ edeceklerine dair söz almıştır" dedi. Ebû Nuaym ve Deylemî'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Hiçbir âlim kişi yoktur ki, Allah peygamberlerinden söz aldığı gün mutlaka kendisinden de söz almıştır. Bu kişinin kötülükleri oturduğu ilim meclisleriyle bertaraf edilir. Ancak ona vahiy gelmez" buyurmuştur. 9Bkz. Ayet:12 10Bkz. Ayet:12 11Bkz. Ayet:12 12"Ey iman edenleri Allah'ın size olan nimetini hatırlayın; hani size ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah yaptıklarınızı görendir. Hani onlar size hem üst tarafınızdan, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi. Hani gözler kaymış ve yürekler ağızlara gelmişti. Siz de Allah'a karşı çeşitli zanlarda bulunuyordunuz. İşte orada mü'minler denendiler ve şiddetli bir şekilde sarsıldılar. Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar, «Allah ve Resulü bize, ancak aldatmak için vaadde bulunmuşlar» diyorlardı" Hâkîm, İbn Merdûye, Delâil'de Ebû Nuaym, Delâil'de Beyhakî ve İbn Asâkir değişik kanallarla Huzeyfe'den bildirir: Biz Ahzâb günü saflar halinde oturmuştuk. Ebu Süfyan ve yanındakiler üst tarafımızda, Kureyza Yahudileri ise alt tarafımızda bulunuyordu. Onların çocuklarımıza bir kötülük yapmalarından korkuyorduk. Şimdiye kadar böylesine karanlık ve böylesine fırtınalı bir gece ile asla karşılaşmamıştık. Fırtınanın sesi sanki şimşekler gibiydi ve o kadar karanlıktı ki kişi kendi parmağını bile göremez olmuştu. Bunun üzerine münafıklar Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) izin isteyip: "Evlerimiz açık (korumasız) yerdedir" demeye başladılar. Oysa evleri açık (korumasız) yerde değildi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), onlardan izin isteyen herkese izin vermiş ve münafıklar birer birer gitmişti. Biz üç yüz veya buna yakın bir sayıdaydık, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize doğru yönelip adamları birer birer geçerek yanıma geldi. Beni düşmandan koruyacak bir kalkanımın olmadığı gibi dizlerime yetişmeyen hanımımın hırkası dışında soğuktan koruyacak bir şey de yoktu. Ben diz üstü çökmüştüm. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu kimdir?" diye sorunca: "Ben Huzeyfe'yim" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Huzeyfe'mi?" buyurunca, ben daha da yere çökerek: "Evet, yâ Resûlallah!" dedim. (Elbisenin kısalığından dolayı) kalkmak İstememiştim. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kalk!" deyince kalktım. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Düşmanlarda neler olup bitmektedir öğren ve bana haber ver" buyurdu. Ben de insanlar içinde en fazla korkan ve en çok üşüyen kişiydim. Yola çıkacağım anda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allahtm! Onu önünden, arkasından, sağından, solundan, üstünden ve altından koru" diye dua etti. Vallahi, işte o zaman Allah'ın içimde yaratmış olduğu korku ve üşüme yok oldu ve onlardan geriye hiçbir eser kalmadı. Düşmana doğru yöneldiğimde: "Ey Huzeyfe! Yanıma geri dönünceye kadar hiç bir şey yapma" buyurdu. Yola çıktım ve askerlerin yanına yaklaştım. Yakmış oldukları ateşin sayesinde iriyarı siyah bir adamın ellerini ateşte ısıtarak böğrünü ovuşturduğunu gördüm. O: "Buradan gideceğiz, buradan gideceğiz" diyordu. Sonra askerlerin arasına sızdım ve Âmir oğullarını gördüm. Onlar birbirlerine: "Ey Âmir oğulları! Gidelim, gidelim, artık burada kalacak yerimiz yoktur" diyordu. Bir de baktım ki fırtına düşman askerlerinden öbür tarafa bir karış bile geçmiyordu. Vallahi fırtınanın kaldırdığı taşların eşyalarına çarparak çıkardığı sesi işitiyordum. Sonra Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) doğru yola çıktım. Hemen hemen yarı yolda iken sarıklar sarınmış yaklaşık yirmi atlı gördüm. Onlar: "Dostuna haber ver ve: «Allah düşmanın hakkından geldi» de" dediler. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiğimde o, örtüsüne bürünmüş namaz kılıyordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zor durumda kaldığı zaman namaz kılardı. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) düşmanın geri dönmek için hazırlandığını haber verdim. Bunun üzerine Yüce Allah: "Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın; hani size ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah yaptıklarınızı görendir" âyetini indirdi. Rûyânî ve İbn Asâkir, İbrâhîm et-Teymî'den, o da babasından bildirir: Bir kişi: "Eğer ben Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) yetişmiş olsaydım onun hizmetinde bulunurdum" dedi. Bunun üzerine Huzeyfe şöyle anlattı: "Biz Ahzâb günü Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) İle beraber İdik. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gece vakti soğukta gece namazı kılıyordu. Bundan ne daha önce ne de daha sonra öylesi bir soğuk görmemiştik. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana doğru bakarak: "Düşmanların yanına gidip te bana onların haberini getirecek biri yok mudur ki Allah onu kıyamet gününde benimle beraber kılsın!" buyurdu. Aramızdan hiç kimse kalkmamıştı ve herkes susmuştu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sorusunu tekrar edince yine herkes sustu. Sonra: "Ey Ebû Bekr!" diye seslendi. Ebû Bekr Allah'a istiğfar ve tövbe edip: "Dilersen giderim" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Ömer!" diye seslenince, Ömer de Allah'a istiğfar ve tövbe etti. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Huzeyfe!" diye seslendi. Ben: "Emrindeyim" dedim ve kalkıp yanına gittim. İki tarafım da soğuktan titriyordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) başımı ve yüzümü sıvazlayarak: "Düşmanların yanına git ve bize onların haberini getir. Geri dönene kadar hiç bir şey yapma" buyurdu. Sonra da: "Allahım! O, geri dönene kadar onu önünden, arkasından, sağından, solundan, üstünden ve altından koru" diye dua etti. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu şekilde dua etmesi benim için dünya ve içindekilerden daha değerliydi. Yola çıktım ve düşmana doğru yürümeye başladım. Sanki bir hamamın içinde yürüyordum. Onları öyle bir şekilde buldum ki, Allah onlara bir rüzgâr gönderip iplerini, çadırlarını koparmış, atlarını kaçırmış ve kendilerine ait her şeyi helak etmişti. Ebû Süfyân da yaktığı ateşin yanında oturmuş ısınmaya çalışıyordu. Ona bakıp yayıma bir ok koydum. -Huzeyfe attığını vuran biri idi- Ancak Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Geri dönene kadar hiç bir şey yapma" âyetini hatırladım. Bunun üzerine oku tekrar ok sepetine koydum. Düşman topluluktan bir kişi: "Kavimden hiç kimse birbirini bırakmasın" dedi. Bunun üzerine her kişi yanında oturan kişinin elini tuttu. Bende yanımda oturan kişinin elini tuttum. Ona: "Sen kimsin?" dediğimde: "Sübhânallah! Beni tanımıyor musun? Ben filan oğlu filanım" dedi. Meğer Hevâzin kabilesinden biri imiş. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geri dönüyordum. Yine, sanki bir hamamda gidiyordum. Durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verdiğimde, o, gece karanlığında, azı dişleri görünecek derecede gülmüştü. O sıcaklık üzerimden gitmişti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni yanında oturtup ayaklarının dibinde uyuttu ve elbisesinin bir kenarıyla beni örttü. Ben karnımı ve göğsümü ayaklarının altına dayamıştım. Sabahladıklarında Allah düşmanı hezimete uğrattı. "Hani size ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik..." âyeti da bunu ifade etmektedir. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Delâil'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın; hani size ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik..." âyetini açıklarken: "Ebû Süfyân'ın günü Ahzâb günüydü" dedi. Ahmed, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Hendek günü: "Yâ Resûlallah! Dua edeceğimiz bir şey yok mudur, yürekler ağızlara geldi" dedik. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet vardır: «Allahım! Ayıplarımızı kapat ve korkumuzu gider» diye dua edin" buyurdu. Bunun üzerine Allah düşmanlarına karşı bir fırtına kopardı ve onları rüzgârla hezimete uğrattı. Firyabî, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: "Size ordular saldırmıştı..." âyetini açıklarken: "Burada Ahzâb'dan kasıt, Uyeyne b. Bedr, Ebû Süfyân ve Kureyza'dır" dedi. "Biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik..." âyeti hakkında ise: "Burada da Sabâ rüzgarı kastedilmektedir. Bu rüzgâr Hendek gününde düşmanlara gönderilmiş ve onların kazanlarını ters çevirip çadırlarını yerinden kopararak onları oradan geri çevirmişti. Görmediğimiz ordularla da melekler kastedilmektedir. Ancak o gün melekler savaşmamıştı" dedi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Kunâ'da Hâkim, el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Delâil'de Ebû Nuaym, İbn Abbâs'tan bildirir: Ahzâb gecesi doğu rüzgârı güney rüzgârına gelip: "Git, Allah'a ve Resûlüne yardım et" dedi. Güney rüzgârı: "Hür kişi gece vakti seyretmez" karşılığını verdi. Bunun üzerine Yüce Allah onu buğzetti ve sıcak kıldı. Allah, onlara sabâ rüzgârını gönderip ateşlerini söndürdü ve çadır iplerini kopardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ben, Saba rüzgârı ile üstün geldim. Ad kavmi ise batı rüzgârı ile helak edildi" buyurdu. "Biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik..." âyeti da bunu ifade etmektedir. Ahmed, Buhârî, Müslim, Nesâî ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ben, Saba rüzgârı ile üstün geldim. Ad kavmi ise batı rüzgârı ile helak edildi" buyurdu. Hâkim'in bildirdiğine göre Nu'mân b. Mukarrin: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte bulundum. O, gündüzün başlangıcında savaşa başlamazsa güneş batıya kayıp ta rüzgârlar esmeye başlayıncaya kadar savaşı ertelerdi" dedi. İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Nesâî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Delâil'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: "Hani onlar size hem üst tarafınızdan, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi. Hani gözler kaymış ve yürekler ağızlara gelmişti. Siz de Allah'a karşı çeşitli zanlarda bulunuyordunuz" âyetini açıklarken: "Bu, Hendek günüydü" dedi. İbn Sa'd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, Ebû Nuaym ve Delâil'de Beyhaki, Kesîr b. Abdillah b. Amr b. Avf el-Müzenî vasıtasıyla babasından, o da dedesinden bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ahzâb yılında bize hendeği kazacağımız yeri belirledi. Ancak hendeği kazarken önümüze yuvarlak beyaz bir kaya çıktı. O kaya kazmalarımızı kırmış, ama biz onu kıramamıştık. Bu durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirdiğimizde Selmân'ın balyozunu aldı ve kayaya bir darbe vurdu. Kaya yarıldı ve ondan şimşek gibi bir ışık çıktı. Bu ışık Medine'nin bütün etrafını aydınlatmıştı. Sanki bu ışık gece karanlığı içinde bir lamba gibiydi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tekbir getirince Müslümanlar da tekbir getirdi. Sonra bir darbe daha vurdu ve kaya yarılıp bir daha ondan şimşek gibi bir ışık çıktı. Ondan çıkan ışık o iki dağın arasını aydınlattı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tekbir getirince Müslümanlar da tekbir getirdi. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) üçüncü darbeyi vurdu ve kaya kırıldı. Bir daha ondan şimşek gibi bir ışık çıktı ve çıkan ışık iki dağın arasını aydınlattı. Yine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tekbir getirince Müslümanlarda tekbir getirdi. Bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorduğumuzda şöyle buyurdu: "İlk ışık çıkmasında bana Hîre saraylarını ve Kisra şehirlerini aydınlattı. Onlar sanki köpek dişleri gibiydi. Cibrîl bana ümmetimin onlara galip geleceğini haber verdi. İkinci ışık çıkmasında bana Rum topraklarındaki kırmızı saraylar aydınlatıldı. Onlar da sanki köpek dişleri gibiydi. Cibril bana ümmetimin onlara da galip geleceğini haber verdi. Üçüncü ışık çıkmasında bana San'a saraylarını aydınlattı. Onlar da sanki köpek dişleri gibiydi. Cibril bana ümmetimin onlara da galip geleceğini haber verdi. Zaferle müjdelenin." Müslümanlar bu şekilde müjdelenince: "Dosdoğru bir vaad ile bize vaadde bulunan, bu kuşatmadan sonra bize zaferi vaadeden Allah'a hamdolsun" dediler. Ahzâb gidince Müslümanlar: "İşte bu, Allah'ın ve Resulünün bize vaad ettiği şeydir. Allah ve Resulü doğru söylemişlerdir" dediler. Bu, onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini artırmıştır" dediler. Münafıklar ise: "Şaşmıyor musunuz? Size bir şeyler anlatıp sizi olmayacak şeylerle umutlandınp batıl vaadlerde bulunuyor. Siz savaşmaya güç yetiremeyip hendek açarken, Yesrib'den Hîre saraylarını, Kisrâ'nın şehirlerini gördüğünü oraları fethedeceğinizi haber veriyor" dediler. Bunun üzerine: "Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar, «Allah ve Resûlü bize, ancak aldatmak için vaadde bulunmuşlar» diyorlardı" âyeti indi. îbn İshâk ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Allah'a karşı zanda bulunup münafıkların çeşitli şeyler söylemesinden sonra Allah, Hendek hakkında: "Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın; hani size ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik..." âyetini indirip kendilerine vermiş olduğu nimetleri ve düşmanları nasıl savdığını zikretmiştir. Müminlere saldırmak için gelen ordular Kureyş, Esed, Ğatafân ve Süleym ordularıdır. Allah'ın onlara karşı göndermiş olduğu ordular ise rüzgâr ve meleklerdi. Allah'ın: "Hani onlar size hem üst tarafınızdan, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi..." buyruğunda zikretmiş olduğu üstten gelenlerle Kureyza oğulları, alttan gelenlerle de Kureyş Esed ve Ğatafân orduları kastedilmektedir. "İşte orada mü'minler denendiler ve şiddetli bir şekilde sarsıldılar. Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar, "Allah ve Resûlü bize, ancak aldatmak için vaadde bulunmuşlar" ayetlerinde zikredilen münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlardan kasıt, Muattib b. Kuşeyr ve beraberinde aynı görüşte olanlardır. "Hani onlardan bir grup, «Ey Yesrib (Medine) halkı! Sizin burada durmak imkânınız yok. Haydi geri dönün» demişti. Onlardan bir başka grup da, «Evlerimiz açık (korumasız)» diyerek Peygamber'den izin istiyorlardı. Oysa evleri açık (korumasız) değildi. Onlar sadece kaçmak istiyorlardı" âyetinde de Kayzî ve kendisiyle beraber aynı görüşte olanlar kastedilmektedir. Allah: "Eğer Medine'nin her tarafından üzerlerine gelinse ve orada karışıklık çıkarmaları istenseydi, onu mutlaka yaparlardı; o konuda fazla gecikmezlerdi. Andolsun ki, onlar, daha önce geri dönüp kaçmayacaklarına dair Allah'a söz vermişlerdi. Allah'a verilen söz ise sorumluluğu gerektirir. Onlara: «Eğer ölümden yahut öldürülmekten kaçıyorsanız bilin ki, kaçmak size fayda vermeyecektir; kaçsanız bile az bir zamandan fazla yaşatılmazsınız» de" buyurdu. Sonra Allah kendilerine ordular gönderip kuşatıldıkları zaman, Kureyza oğullarının kendilerine üstün gelip belaların çoğaldığı zaman iman ahalisini zikrederek: "Hani onlardan bir grup, «Ey Yesrib (Medine) halkı! Sizin burada durmak imkânınız yok. Haydi, geri dönün» demişti. Onlardan bir başka grup da, «Evlerimiz açık (korumasız)» diyerek Peygamber'den izin istiyorlardı. Oysa evleri açık (korumasız) değildi. Onlar sadece kaçmak istiyorlardı. İnananlardan, Allah'a verdiği ahdi yerine getiren adamlar vardır. Kimi, bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir. Ahidlerini hiç değiştirmemişlerdir. Bunun böyle olması Allah'ın, doğruları, doğrulukları sebebiyle mükâfatlandırması, dilerse münafıklara azap etmesi yahut onların tövbesini kabul etmesi içindir. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" buyurdu. Yine Allah Müşriklerin hezimete uğrayıp onlara galip gelmesini zikrederek: "Allah, inkâr edenleri, hiçbir hayra ulaşmaksızın kin ve öfkeleriyle geri çevirdi. Allah, savaşta mü'minlere kâfi geldi. Allah, kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir" buyurmuştur. İbn İshâk, İbnu'l-Münzir ve Delâil'de Beyhaki, Urve b. ez-Zübeyr ve Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirir: Muattib b. Kuşeyr: Bizden biri ihtiyaç gidermek için dışarı çıkamazken, nasıl olur da Muhammed bize Kisra ve Kayser'in hazinelerini vaad ediyor" dedi. Kays b. Evs b. Kayzî Hâris oğullarından olan kavmi ile: "Evlerimiz açık (korumasız) Medine'nin dışındadır. Bize izin ver de hanımlarımızın ve çocuklarımızın yanına dönelim" dediler. Müslümanlar Allah'ın sayesinde bu sıkıntılardan kurtulduktan sonra, Müslümanların Allah'a karşı zanda bulunması ve münafıkların çeşitli şeyler söylemesinden dolayı Allah, Resûlüne: "Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın; hani size ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik..." âyetini indirdi. Bu ordular, Kureyş, Ğatafân ve Kureyza oğullarının orduları idi. Allah'ın göndermiş olduğu ordular ise rüzgâr ve meleklerdi. "Hani onlar size hem üst tarafınızdan hem alt tarafınızdan gelmişlerdi. Hani gözler kaymış ve yürekler ağızlara gelmişti. Siz de Allah'a karşı çeşitli zanlarda bulunuyordunuz. İşte orada mü'minler denendiler ve şiddetli bir şekilde sarsıldılar. Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar, «Allah ve Resulü bize, ancak aldatmak için vaadde bulunmuşlar» diyorlardı" buyruğunda, üstten gelenlerle Kureyza oğulları, alttan gelenlerle de Kureyş ve Ğatafân kastedilmektedir. Münafıklarla da Muatteb b. Kuşeyr ve arkadaşları kastedilmektedir. "Hani onlardan bir grup, "Ey Yesrib (Medine) halkı..." buyruğunda da Evs b. Kayzî ve kavminden kendisiyle aynı görüşte olanlar kastedilmektedir. İbn Ebî Şeybe, Berâ b. Âzib'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize hendeği kazmamızı emrettiği zaman önümüze kıramadığımız büyük ve sert bir kaya çıkmıştı. Kazmalarımız onda artık iş görmüyordu, Bu durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirdiğimizde geldi ve kayayı gördü. Cübbesini çıkarıp: "Bismillah" dedi ve bir darbe vurdu. Kayanın üçte biri kırıldı. "Allâhu Ekber! Bana Şam'ın anahtarları verildi. Vallahi buradan oradaki kırmızı sarayları görüyorum" buyurdu. Sonra bir darbe daha vurdu ve: "Bismillah" dedi. Bu darbeyle kayanın üçte biri daha kırıldı. Sonra: "Allâhu Ekber! Fârisilerin anahtarı bana verildi. Vallahi şimdi Medâin şehrinin beyaz sarayım görüyorum" buyurdu. Sonra üçüncü darbeyi vurdu ve: "Bismillah" dedi. Kaya parçalanınca: "Allâhu Ekber! Bana Yemen'in anahtarları verildi. Vallahi ben San'â kapısını buradan görüyorum" buyurdu. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Hani onlar size hem üst tarafınızdan, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi..." âyetini açıklarken: "Üstten gelenlerle Uyeyne b. Hısn, alttan gelenlerlede Ebû Süfyân b. Harb kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: "Hani onlar size hem üst tarafınızdan, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi..." âyetini açıklarken: "Bu, Hendek savaşında vaki olan bir şeydir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Hani onlar size hem üst tarafınızdan, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Bu âyet, Ahzâb gününde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir ay boyunca kuşatılmış olarak kaldığı zaman inmiştir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) düşmandan korunmak için hendek açmıştı. Ebû Süfyân Kureyşliler ve beraberindekilerle, Bedr oğullarının kardeşi Uyeyne b. Hısn, Ğatafan ve beraberindekilerle savaş alanına gelmişti. Yahudiler, Ebû Süfyân ile bir anlaşma yaptı ve ona destek oldular. Allah onlara öyle bir rüzgâr gönderdi ki, her çadır kurmalarında çadırların iplerini, her atlarını bağlamalarında atların yularlarını kesiyor ve yaktıkları ateşi söndürüyordu. Allah kalplerine korku düşürünce her kabilenin reisi: "Ey filan oğulları! Yanıma gelin!" diye çağırmaya başladı. Kavimler toplanınca da: "Kurtulunuz, kurtulunuz geldiler" demeye başladı. Firyabî, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: ""Hani onlar size hem üst tarafınızdan, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi..." âyetini açıklarken: "Üstten gelenlerle Uyeyne b. Bedr ve Necd ahalisi, alttan gelenlerle de Ebû Süfyân b. Harb, Tihâme ahalisi ve karşılarında kendileriyle olan Kurayza kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Gözler kaymış..."âyetini açıklarken: "Göz (bebek)leri yerinden kaymış mânâsındadır" dedi. Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Yürekler ağızlara gelmişti..." âyetini açıklarken: "Yürekleri yerinden çıkıp ağızlara gelmişti. Eğer boğazlar dar olmasaydı tamamen dışarı çıkardı" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: "Yürekler ağızlara gelmişti..." âyetini açıklarken: "Burada korku kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin lafzında ise: "Eğer kalp yerinden oynayacak olsaydı kişinin canı çıkardı. Oysa burada korku kastedilmektedir" şeklindedir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basri): "Siz de Allah'a karşı çeşitli zanlarda bulunuyordunuz" âyetini açıklarken: "Allah hakkında çeşitli zanlarda bulunuluyordu. Münafıklar, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ve arkadaşlarının köklerini kurutacaklarını zannederken, müminler, Allah ve Resûlünün vaadinin hak olduğuna ve bütün dinlere karşı galip geleceklerine inanıyorlardı" dedi. Firyabî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Siz de Allah'a karşı çeşitli zanlarda bulunuyordunuz" âyetini açıklarken: "Burada münafıklar kastedilmektedir. Onlar Allah hakkında çeşitli zanlarda bulundular" dedi. (.....) âyeti hakkında ise: "İşte orada müminler denendiler, mânâsındadır" dedi. "Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar, «Allah ve Resûlü bize, ancak aldatmak için vaadde bulunmuşlar» diyorlardı" âyeti hakkında ise şöyle dedi: "Münafıklar nifaklarından dolayı içlerinde olanı söylediler. Müminler de hak ve iman ile: «Bu, Allah'ın ve Resûlünün vaadidir» dediler." İbn Ebî Şeybe ve Delâil'de Beyhaki, Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâbı hendeği kazdıkları zaman, çok zorluk çekmiş ve üç gün boyunca yiyecek bulamamışlardı. Hatta Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) açlıktan dolayı karnına taş bağlamıştı. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildirir: Münafıklar ahzâb günü orduların kendilerini her taraftan kuşattığını gördükleri zaman Allah'ın vaadinde şüpheye düşmüşler ve: "Muhammed bize Persleri ve Rumları fethedeceğimizi vaad ediyordu. Hâlbuki etrafımız sarıldı ve bizden biri ihtiyaç gidermek için de olsa bir yere gidemez oldu" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: "Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar, «Allah ve Resulü bize, ancak aldatmak için vaadde bulunmuşlar» diyorlardı" âyetini indirdi. İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hendeği açtıktan sonra, Kureyş, Kinâne ve Catafan toplanarak bir araya gelmişti. Ebû Süfyân onları Kureyş'in develeri ile beraber ücretle tutmuştu. Bu ordular müslümanlara yakın bir yerde konaklamışlardı. Kureyş vadinin en aşağısına, Ğatafan sağına ve Tulayhatu'l-Esedî, Esed oğulları ile sol taraflarına indi ve müslümanların etrafını sardılar. Kureyza oğullarından Yahudiler de Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı onlara destek oldu. Bu ordular Medine'nin yakınlarında bir yere konakladıklarında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hendek kazmıştı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hendeği kazarken kazma sert bir taşa vurdu ve gökyüzüne şimşek gibi bir ışık çıktı. İkinci darbeyi vurunca da aynı şekilde ateş çıktı. Bunu gören Selmân: "Yâ Resûlallah! Her darbeyle gökyüzüne şimşek gibi bir ışığın çıktığını gördüm" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sen bunu gördün mü?" buyurunca: "Evet, gördüm yâ Resûlallah!" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Medâin'in kapıları sizlere açılacak, Bizans saraylarını ve Yemen şehirlerini fethedeceksiniz" buyurdu. Bu haber Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı arasında yayıldı ve bu konuda konuşmaya başladılar. Beşir b. Muattib adlı Ensâr'dan bir kişi: "Bizden biri ihtiyaç gidermek için dışarı çıkamazken, çıktığı takdirde de mutlaka öldürülürken, Muhammed bize Yemen şehirlerini, Medâin'in beyaz saraylarını ve Rum saraylarını fethedeceğimizi vaad ediyor. Vallahi bu bir aldatmacadır" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar, «Allah ve Resûlü bize, ancak aldatmak için vaadde bulunmuşlar» diyorlardı" âyetini indirdi. 13"İçlerinden bir grup: «Ey Medineliler! Tutunacak yeriniz yok, geri dönün» demişti. İçlerinden bir topluluk da Peygamber'den: «Evlerimiz düşmana açıktır» diyerek izin istemişlerdi. Oysa evleri açık değildi sadece kaçmak istiyorlardı" İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "İçlerinden bir grup..." âyetini açıklarken: "Burada grup ifadesiyle münafıklar kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Mübârek vasıtasıyla Hârun b. Mûsa'dan bildirir: Bir kişiye, Hasan'a: (.....) veya (.....) ifadelerini sormasını emrettim. Hasan: "İki ifade de Arapçadır" dedi. İbnu'l-Mübârek: (.....) el- Makâmu ifadesi menzil, (.....) Makâmehu ifadesi kişinin bulunduğu yer ve: (.....) el-Mukâmu ifadesi ise ikamet etmek, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "...Tutunacak yeriniz yok..."âyetini açıklarken: "Burada savaşçınız yoktur. Kaçın ve bu adamı terk edin, mânâsındadır" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Tutunacak yeriniz yok, geri dönün..." âyetini açıklarken: "Kaçın ve Muhammed'i terk edin, mânâsındadır" dedi. Mâlik, Ahmed, Abdurrezzâk, Buhârî, Müslim, Nesâî ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bütün kasabalara galip gelen bir kasabaya gitmekle emrolundum. O kasabaya Yesrib denilmektedir. O da Medine'dir. Medine körük ateşinin kiri temizlemesi gibi insanları temizler" buyurmuştur. Ahmed, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Berâ b. Âzib'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Her kim Medine'ye Yesrib derse Allah'dan mağfiret dilesin. Zira o Tâbe'dir (hoştur), o Tâbe'dir, o Tâbe'dir " buyurdu. İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Medine'ye Yesrib demeyin. Zira o Tayyib'dir. Ona Yesrib diyen kişi üç defa Allah'dan mağfiret dilesin. O Tayyib'dir (güzeldir), o Tayyib'dir, o Tayyib'dir" buyurdu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "İçlerinden bir grup: «Ey Medineliler! Tutunacak yeriniz yok, geri dönün» demişti. İçlerinden bir topluluk da Peygamberden: «Evlerimiz düşmana açıktır» diyerek izin istemişlerdi.." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Burada münafıklardan olan, Abdullah b. Ubey ve dostları kastedilmektedir. Bunlar: "Ebû Süfyân'la savaşacak savaşçınız yoktur, Medine'ye dönün" demişlerdi. Hâris oğullarından kendilerine Ebû Arâbe b. Evs ve Evs b. Kayzî denilen Ensâr'dan iki kişi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek: "Yâ Resûlallah! Evlerimiz açık (korumasız) -Evlerinin duvarlarının alçak olduğunu söylemekteydiler- ve Medine'nin kenarında bir yerdedir. Hırsızların evlerimize girmesinden korkuyoruz" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de gitmelerine izin verdi. Bunun üzerine Yüce Allah: "...Oysa evleri açık değildi sadece kaçmak istiyorlardı" buyurdu. İbn Cerîr, İbn Merdûye ve Delâil'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Peygamberden... izin istemişlerdi..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Burada Hâris oğulları kastedilmektedir. Onlar: "Evlerimiz boştur, hırsızların evlerimize girmesinden korkuyoruz" dediler. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah: .Hendek savaşında: "Evlerimiz açık (korumasız) bir yerdedir" diyenler Hâris b. Hâris oğullarıdır" dedi. Firyabî, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Evlerimiz düşmana açıktır..." âyetini açıklarken: "Evlerimize hırsızların girmesinden korkuyoruz dediler, mânâsındadır" dedi. 14Bkz. Ayet:16 15Bkz. Ayet:16 16Bkz. Ayet:16 17Bkz. Ayet:16 18"Eğer Medine'nin her tarafından üzerlerine gelinse ve orada karışıklık çıkarmaları istenseydi, onu mutlaka yaparlardı; o konuda fazla gecikmezlerdi. Andolsun ki, onlar, daha önce geri dönüp kaçmayacaklarına dair Allah'a söz vermişlerdi. Allah'a verilen söz ise sorumluluğu gerektirir. De ki: «Eğer ölümden yahut öldürülmekten kaçıyorsanız bilin ki, kaçmak size fayda vermeyecektir; kaçsanız bile az bir zamandan fazla yaşatılmazsınız...» Allah, içinizden (savaştan) alıkoyanları ve yandaşlarına: «Bize katılın» diyenleri gerçekten biliyor. Zaten bunların pek azı savaşa gelir." Beyhaki, Delâil'de İbn Abbâs'tan bildirir: "Eğer Medine'nin her tarafından üzerlerine gelinse ve orada karışıklık çıkarmaları istenseydi, onu mutlaka yaparlardı; o konuda fazla gecikmezlerdi" âyetinin tevili altmış yılın başında gerçekleşti. Burada Hâris oğullarının Şam ahalisini Medine'ye sokmaları kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini açıklarken: "Medine'nin her tarafından üzerlerine gelinse mânâsındadır" dedi. "Orada karışıklık çıkarmaları istenseydi..." âyeti hakkında ise: "Eğer şirke davet edilselerdi o davete icabet ederlerdi, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "Medine'nin her tarafından üzerlerine gelinse mânâsındadır" dedi. "Orada karışıklık çıkarmaları istenseydi..." âyeti hakkında ise: "Eğer şirke davet edilselerdi, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "Medine'nin her tarafından üzerlerine gelinse, mânâsındadır" dedi. "Orada karışıklık çıkarmaları istenseydi, onu mutlaka yaparlardı; o konuda fazla gecikmezlerdi" âyeti hakkında ise: "Eğer şirke davet edilselerdi içlerinden gelerek beklemeden o davete icabet ederlerdi, mânâsındadır" dedi. "Andolsun ki, onlar, daha önce geri dönüp kaçmayacaklarına dair Allah'a söz vermişlerdi..." âyetini açıklarken: "Bazı kişiler Bedr savaşında ortalıktan kaybolmuştu. Ancak Bedr savaşçılarına Allah'ın vermiş olduğu fazileti ve şerefi gördüklerinde: "Eğer Allah bize bir daha savaşı nasip ederse savaşacağız" dediler. Zaman geçmiş ve Allah'ın zikretmiş olduğu Medine etrafındaki savaş gerçekleşmiştir" dedi. "De ki: Eğer ölümden yahut öldürülmekten kaçıyorsanız bilin ki, kaçmak size fayda vermeyecektir; kaçsanız bile az bir zamandan fazla yaşatılmazsınız" âyetini açıklarken: "Allah'ın size takdir etmiş olduğu ecele bir şey ekleyemezsiniz. Takdir edilen ecel de az bir zamandır. Dünyanın tüm ömrü de az bir zamandadır" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî b. Huseym: "...Az bir zamandan fazla yaşatılmazsınız" âyetini açıklarken: "Burada ecelleri ile aralarındaki zaman kastedilmektedir" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Allah, içinizden (savaştan) alıkoyanları... gerçekten biliyor..." âyetini açıklarken: "Burada insanları Muhammed'den (sallallahü aleyhi ve sellem) alıkoyan münafıklar kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Allah, içinizden (savaştan) alıkoyanları... gerçekten biliyor.,." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Burada Ahzâb günü kastedilmektedir. Bir adam Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından gitti ve kardeşinin önünde pişmiş et ve ekmek olduğunu gördü. Bunun üzerine ona: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) mızraklarla kılıçlar arasında iken sen burada et, ekmek ve şıra ile uğraşıyorsun öyle mi?" deyince, kardeşi: "Sen bana gel, senin de, arkadaşının da etrafı sarılmış bulunmaktadır. İsmiyle yemin edilen zatın adına yemin ederim ki, Muhammed bu işi asla başaramayacaktır" dedi. Kardeşi ona: Yalan söyledin, ismiyle yemin edilen zatın adına yemin ederim ki -bu kişi öz anne babasından kardeşi idi- vallahi, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) durumunu haber vereceğim" dedi ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gitti. Ancak Cibril'in, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah, içinizden (savaştan) alıkoyanları ve yandaşlarına: «Bize katılın» diyenleri gerçekten biliyor. Zaten bunların pek azı savaşa gelir" âyetini indirdiğini gördü. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Allah, içinizden (savaştan) alıkoyanları... gerçekten biliyor" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Burada münafıklardan bazı kişiler kastedilmektedir. Onlar arkadaşlarına: "Muhammed ve ashâbı bir başla doyacak kadar zayıftır. Onlar ne kadar güçlü olsalar da Ebû Süfyân ve arkadaşları onları yer bitirir. Onu bırakın, o mutlaka helak olacaktır" dediler. "...Yandaşlarına: «Bize katılın» diyenleri gerçekten biliyor..." âyeti hakkında ise: "Münafıklar müminlerden bazı kişilere: «Muhammed'i bırakın, o helak olup öldürülecektir» dediler, mânâsındadır" dedi. "Zaten bunların pek azı savaşa gelir" âyetini açıklarken: "Onlar istemeyerek savaşa katılırlar. Öylesi bir durumda da elleri Müslümanlarla, kalpleri ise müşriklerledir" dedi. 19"Sîze karşı pek cimridirler. Korkuya kapılınca, ölüm baygınlığı geçiren kimse gibi gözleri dönmüş olarak sana baktıklarını görürsün. Nihayet o korku gidince, Allah yolunda harcamakta cimrilik eden kimseler olarak, keskin dillerini uzatıp sizi incitirler, İyiliğinizi çekemezler. Bunlar, iman etmemişlerdir. Allah da onların yaptıklarını boşa gidermiştir. Bu, Allah için çok kolaydır" Firyabî, İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Size karşı pek cimridirler..." âyetini açıklarken: "Münafıklar hayır işlerinde size yardımcı olmazlar, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Size karşı pek cimridirler..."âyetini açıklarken şöyle dedi: "Münafıklar ganimeti paylaşırken size karşı cimri davranırlar ve: «Siz bunda bizden daha fazla hak sahibi değilsiniz. Biz savaşta bulunduk ve savaştık» derler mânâsındadır." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Korkuya kapılınca ölüm baygınlığı geçiren kimse gibi gözleri dönmüş olarak sana baktıklarını görürsün..." âyetini açıklarken: "Onlar savaşta düşmanla karşılaştıklarında kavmin en korkakları ve hakka yardım etmeyenler olarak korkudan gözleri dönmüş bir şekilde "Sana baktıklarını görürsün..." dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Gözleri dönmüş olarak sana baktıklarını görürsün..." âyetini açıklarken: "Ölüm korkusuyla mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Sizi incitirler..." âyetini açıklarken: "Sizi (inciterek) karşılarlar, mânâsındadır" dedi. Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: "Bana: (.....) âyetini açıkla" deyince, İbn Abbâs: "Burada dille yaralamak kastedilmektedir" dedi. Nâfi' b. el-Ezrak: "Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Evet bilirler, A'şa'nın: "Onlarda bereket, cömert ve yardım eden kişiler vardır. Onlarda aralarında dille yaralayan katibler vardır" dediğini işitmedin mi?" karşılığını verdi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Korku geçince keskin dillerini uzatıp sizi incitirler..." âyetini açıklarken: "Ganimetin paylaştırılması anında en cimri ve en kötü paylaşımcı olarak: «Bize de verin, bize de verin, biz de sizinle savaştık» derler. Ancak savaş anında en korkak ve hakka yardım etmeyen kişilerdir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Allah yolunda harcamakta cimrilik eden kimseler olarak..." âyetini açıklarken: "Burada Allah yolunda mallarını harcamakta cimrilik etmeleri kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Bu, Allah için çok kolay bir şeydir, mânâsındadır" dedi. 20"Bunlar, düşman birliklerinin gitmediklerini sanıyorlardı. Bu birlikler tekrar gelmiş olsalardı, kendileri çöllerde bedevilerin yanında bulunup, sadece sizin haberlerinizi sormayı dilerlerdi. Aranızda olsalar ancak pek az savaşırlardı." Firyabî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Bunlar, düşman birliklerinin gitmediklerini sanıyorlardı..." âyetini açıklarken: "Düşmanlarının yakında olup uzaklaşmadıklarını sanıyorlardı" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Bunlar, düşman birliklerinin gitmediklerini sanıyorlardı..." âyetini açıklarken: "Ebû Süfyân ve ordularının üzerlerine gelmelerinden korkuyorlardı. Ahzâb diye adlandırılmasının sebebi ise Arap kabilelerinden orduların Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ordusuna karşı toplanmasıdır" dedi. "Bu birlikler tekrar gelmiş olsalardı kendileri çöllerde bedevilerin yanında bulunup, sadece sizin haberlerinizi sormayı dilerlerdi..." âyeti hakkında ise: "Ebû Süfyân ve orduları geri dönmüş olsaydı münafıklar çöllerde bedevilerin yanında bulunmayı temenni ederlerdi" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Bu birlikler tekrar gelmiş olsalardı kendileri çöllerde bedevilerin yanında bulunup, sadece sizin haberlerinizi sormayı dilerlerdi..." âyetini açıklarken: "Burada Medine etrafındaki münafıklar kastedilmektedir. Onlar Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâbı için: «Daha helak olmadılar mı?» diyor ve orduların gittiğini bilmiyorlardı. Ordular geldiği zaman savaştan korktukları için bedevilerin yanında olmaktan dolayı sevinçliydiler" dedi. Firyabî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "Sadece sizin haberlerinizi sormayı dilerlerdi, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Sadece sizin haberlerinizi sormayı dilerlerdi..." âyetini açıklarken: "Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabının ne yaptığını öğrenmek isterler, mânâsındadır" dedi. İbnu'l-Enbârî Mesâhifte ve Hatîb Tâli et-Talhîs'te Esîd b. Yezîd'den bildirdiğine göre bu âyet, Osman b. Affân'ın mushafında (elif) harfi olmaksızın: (.....) şeklindedir" dedi. 21"Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir" İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Andolsun ki, Resûlullah, sizin için... güzel bir örnektir" âyetini açıklarken: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) savaşlarda güzel bir örnektir" dedi. İbn Merdûye, Hatîb Ruvât-ı Mâlik'te, İbn Asâkir ve İbnu'n-Neccâr'ın bildirdiğine göre İbn Ömer. "Andolsun ki, Resûlullah, sizin için... güzel bir örnektir" âyetini: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) açlık çekmesi güzel bir örnektir" şeklinde açıkladı. Mâlik, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce, Saîd b. Yesâr'dan bildirir: Mekke yolunda İbn Ömer'le beraber idim. Sabah olacak korkusuyla binitimden inip vitir namazı kıldım. İbn Ömer: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) senin için güzel bir örnek değil midir?" deyince: "Evet öyledir" dedim. Bunun Üzerine o: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) biniti üzerinde vitir namazı kılardı" karşılığını verdi. İbn Mâce ve İbn Ebî Hâtim, Hafs b. Âsım'dan bildirir: Abdullah b. Ömer'e: "Seferde iken farz namazından ne önce, ne de sonra namaz kıldığını görmedim" deyince şöyle dedi: "Ey kardeşim oğlu! Ben filan ve filan yerde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) İle beraber bulundum. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) farz namazından ne önce, ne de sonra namaz kıldığını görmedim. Allah da: "Andolsun ki, Resûlullah, sizin için... güzel bir örnektir" buyurmaktadır" dedi. Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Mâce, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer'e umre'ye gidip Beyt'i tavaf eden, ama Safa ile Merve arasında sa'y yapmayan bir kişi karısıyla beraber olabilir mi diye soruldu. Bunun üzerine İbn Ömer: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip Beyt'i tavaf ettikten sonra Makam'ın arkasında iki rekat namaz kıldı ve Safa ile Merve arasında sa'y yaptı" dedi. Sonra da: "Andolsun ki, Resûlullah, sizin için... güzel bir örnektir" âyetini okudu. İbn Ebî Hâtim'in Atâ'dan bildirdiğine göre bir kişi İbn Abbâs'a gelerek: "Kendi camlı kesmeyi adadım" deyince, İbn Abbâs: "Andolsun ki, Resûlullah, sizin için... güzel bir örnektir." Allah: "Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik" buyurmaktadır" dedi ve ona koç kesmesini emretti. Tayâlisî, Abdurrezzâk, Buhârî, Müslim, İbn Mâce ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Kişi hanımını kendine haram kılarsa bu bir yemindir ve kefaretini ödesin. "Andolsun ki, Resûlullah, sizin için... güzel bir örnektir" dedi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer kurbanı kestikten sonra: "Buraya gelmekten menedilseydim ben de Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yapmış olduğu gibi yapardım" dedi. Sonra da: "Andolsun ki, Resûlullah, sizin için... güzel bir örnektir" âyetini okudu. Abdurrezzâk, Musannef’te Katâde'd en bildirir: Ömer b. el-Hattâb idrar renginde olan Hibare (çizgili kumaş) elbisesi giymeyi yasaklamak isteyince bir kişi: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) onu giydiğini görmedin mi?" diye sordu. Ömer: "Gördüm" deyince, bu kişi: "Peki, Allah: «Andolsun ki, Resûlullah, sizin için... güzel bir örnektir" buyurmuyor mu?" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ömer bundan vazgeçti. Ahmed'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Ömer Rükn'e kapanarak: "Senin bir taş olduğunu biliyorum. Eğer Habîbim Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) seni öptüğünü ve sana dokunduğunu görmeseydim seni ne öper, ne de sana el sürerdim. "Andolsun ki, Resûlullah, sizin için... güzel bir örnektir" dedi. Ahmed ve Ebû Ya'la, Ya'lâ b. Umeyye'den bildirir: Hazret-i Ömer'le beraber tavaf ettim. Kapı tarafında olan Rükn'ün yanındaki Hacerü'l-Esved'in yanındaydım. Ona dokunması için elini aldığımda, Ömer: "Sen Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber tavaf etmedin mi?" dedi. "Evet, ettim" dediğimde: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ona dokunduğunu gördün mü?" dedi. "Hayır, görmedim" dediğimde de: "O zaman bundan vazgeç, Resûlullah, sizin için güzel bir örnektir" dedi. Abdurrezzâk, Isa b. Âsım'dan, o da babasından bildirir: İbn Ömer bir seferde iken gündüz namazlarından bir namaz kıldı. Bazılarının sünneti kıldığını görünce: "Eğer sünneti kılacak olsaydım namazı (dört rekat olarak) tamamlardım. Ben Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber hacca gittim, ama gündüzleri sünneti kıldığını görmedim. Ebû Bekr ile hacca gittim o da gündüzleri sünneti kılmadı. Ömer'le hacca gittim o da gündüzleri sünneti kılmadı. Osman'la hacca gittim o da gündüzleri sünneti kılmadı" dedi. Sonra: "Andolsun ki, Resûlullah, sizin için... güzel bir örnektir" âyetini okudu. 22"Müminler, düşman birliklerim görünce, «İşte bu, Allah'ın ve Resûlünün bize vaad ettiği şeydir. Allah ve Resûlü doğru söylemişlerdir» dediler. Bu, onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini artırmıştır." İbn Cerîr, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Mü'minler, düşman birliklerini görünce, «İşte bu, Allah'ın ve Resûlünün bize vaad ettiği şeydir. Allah ve Resûlü doğru söylemişlerdir» dediler. Bu, onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini artırmıştır" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah, onlara Bakara Sûresi'nde: "Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız..." buyurmuştur. Onlar, orduların Hendek savaşında toplanmaları üzerine imtihan edildiklerinde: "İşte bu, Allah'ın ve Resûlünün bize vaad ettiği şeydir" dediler. Bu da onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini artırmıştır. Cuveybir'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Bu âyet: "Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü'minler, «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah'ın yardımı pek yakındır" âyetinden bir yıl önce inmiştir. Daha bu olaylar yaşanmadan önce Allah ve Resûlü vahiyle bildirmiş oldukları şeyle doğru söylemişlerdir. Tayâlisî, Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî Delâil'de Katâde'den bildirir: Allah, Bakara Sûresi'nde: "Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü'minler, «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah'ın yardımı pek yakındır" âyetini indirmiştir. Müminler Hendekte toplanan orduları gördüklerinde: "Bu, Allah'ın ve Resulünün bize vaad ettiği şeydir" dediler. Allah'ın: "İşte bu, Allah'ın ve Resûlünün bize vaad ettiği şeydir. Allah ve Resûlü doğru söylemişlerdir" dediler. Bu, onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini artırmıştır" âyeti da bunu ifade etmektedir. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Bu, onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini artırmıştır" âyetini açıklarken: "Belalar ancak onların Rabbe iman edip kadere teslim olmalarını arttırmıştır" dedi. 23Bkz. Ayet:24 24"Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir. Bunun böyle olması Allah'ın, doğruları, doğruluktan sebebiyle mükâfatlandırması, dilerse münafıklara azap etmesi yahut onların tövbesini kabul etmesi içindir. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" Abdurrezzâk, Ahmed, Buhârî, Tirmizî, Nesâî, el-Mesâhifte İbn Ebî Dâvud, Beğavî, İbn Merdûye ve Sünen'de Beyhaki, Zeyd b. Sâbit'İn şöyle dediğini bildirir: Kur'ân'ı bir kitapta topladığımız zaman, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) okuduğunu duyduğum bir âyeti bulamadım. Sonra bu âyetin sadece, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), şahitliğini iki şahit yerine saydığı Huzeyme b. Sâbit'İn yanında olduğunu gördüm: "Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir" ve sûrenin gerekli yerine koydum. Buhârî, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym el-Ma'rife'de, Enes'in: "Biz, "Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir" âyetinin Enes b. en-Nadr hakkında nazil olduğu görüşündeyiz" dediğini bildirir. İbn Sa'd, Ahmed, Müslim, Tirmizî, Nesâî, Beğavî Mu'cem'de, İbn Cerîr, İbn Ebî Hatim, İbn Merdûye, Ebû Nuaym el-Hilye'de ve Beyhakî Delâil'de, Enes'in şöyle dediğini bildirir: Amcam Enes b. en-Nadr, Bedir savaşına katılamayınca bu durum çok ağırına gitti ve: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ilk hazır bulunduğu gazada ben (nasıl oldu da) bulunamadım. Allah'a yemin ederim, eğer bundan sonra Allah, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte bir savaşta benim de hazır bulunmamı takdir ederse, şüphesiz Allah neler yapacağımı görecektir" dedi. Enes b. en-Nadr Uhud savaşında bulundu ve Sa'd b. Muâz kendisine: "Ey Ebû Amr'ın babası! Nereye?" diye sorunca, Enes: "Cennet kokusu ne hoş! Ben bunu Uhud taraflarından alıyorum" dedi ve öldürülünceye kadar çarpıştı. Vücudunda kılıç darbesi, mızrak yarası ve ok yarası olmak üzere seksen küsur yara tesbit edildi. "Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir" bu sırada nazil oldu. Sahabe, bu âyetin Enes b. en-Nadr ve arkadaşları hakkında nazil olduğu görüşündeydi. Tayâlisî, İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Munzir, İbn Ebî Hatim, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym'ın el-Ma'rife'de Enes'ten bildirdiğine göre amcası Bedir savaşına katılamayınca: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklerle yaptığı ilk savaşa katılamadım. Eğer bundan sonra Allah, müşriklerle yapılan bir savaşta benim de hazır bulunmamı takdir ederse, şüphesiz Allah neler yapacağımı görecektir" dedi. Uhud günü müslümanlar kısa bir süre bozguna uğrayınca: "Müşriklerin meydana getirdikleri bu bozgun durumundan dolayı senden özür dilerim" deyip ilerledi. Sa'd b. Muâz onun şehid edilmiş bedenini görünce: "Ey kardeşim! Ne yaptıysan, ben de seninle aynısını yaptım. Ama ben senin bu yaptığını yapamadım (şehid olamadım)" dedi. Enes b. en-Nadr'ın vücudunda kılıç darbesi, mızrak yarası ve ok yarası olmak üzere seksen küsur yara tesbit edildi. (Enes der ki) "Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir" âyetinin, Enes b. en-Nadr ve arkadaşları hakkında nazil olduğunu söylerdik. Hâkim ve Beyhakî Delâil'de, Ebû Hureyre'den bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Uhud'dan ayrılırken şehid edilmiş olan Mus'ab b. Umeyr'in yanına uğradı ve başucunda durup ona dua ettikten sonra, "Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir" âyetini okudu. Sonra: "Kıyamet günü bunların Allah katında şehit olduğuna şahitlik ederim. Onlara gidip ziyaret ediniz. Nefsim elinde olana yemin ederim ki, kıyamet gününe kadar bunlara selam veren herkesin selamına cevap verilir" buyurdu. Hâkim ve Beyhakî Delâil'de, Ebû Zer'in şöyle dediğini bildirir: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): Uhud günü savaştan sonra yolunun üzerinde öldürülmüş olan Mus'ab b. Umeyr'in yanından geçerken, "Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir" âyetini okudu." İbn Merdûye, aynı hadisi Habbâb'ın rivayeti olarak nakletti. İbn Ebî Âsim, Tirmizî, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, Taberânî ve İbn Merdûye'nin Talha'dan bildirdiğine göre Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı, cahil bir bedeviye: "Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), âyetteki sözlerine sadık kalanların kimler olduğunu sor" dediler. Sahabe, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) soru sormaya cesaret edemiyor, ona saygı gösteriyor, ondan çekiniyor!ardı. Bedevi Allah'ın Resûlüne soruyu sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisinden yüz çevirdi. Yine aynı soruyu sorunca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine ondan yüz çevirdi. Sonra ben Mescid'in kapısından bakınca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sözlerine sadık kalanların kim olduğunu soran kimdi?" diye sordu. Bedevi: "Bendim" karşılığını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) (beni işaret ederek): "İşte bu, verdikleri sözde içtenlikle sebat gösteren kimselerdendir" buyurdu. İbn Cerîr, İbn Ebî Hatim, Taberânî ve İbn Merdûye'nîn bildirdiğine göre Talha der ki: Allah'ın Resûlü Uhud'dan dönünce minbere çıkıp Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra, "Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir" âyetini okudu. Bir adam kalkıp: "Ey Allah'ın Resûlü! Bunlar kimlerdir?" diye sordu. Ben (Mescid'e) gelince Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey soruyu soran! İşte bu, onlardandır" buyurdu. Tirmizî, İbn Cerîr, îbn Ebî Hâtirn ve İbn Merdûye'nin Muâviye'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Talha, verdikleri sözü yerine getiren kişilerdendir" buyurdu? Hâkim'in Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Talha Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Talha! Sen, verdikleri sözü yerine getiren kişilerdensin ' buyurdu." Saîd b. Mansûr, Ebû Ya'lâ, İbnu'l-Münzir, Ebû Nuaym ve İbn Merdûye'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim yeryüzünde yürüyen, verdiği sözü yerine getiren (şehid olan) birine bakmak isterse Talha'ya baksın" buyurdu. İbn Merdûye, aynı hadisi Câbir b. Abdillah'ın rivâyeti olarak nakletti. İbn Mende ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Esma binti Ebî Bekr der ki: Talha b. Ubeydillah Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Talha! Sen, verdikleri sözü yerine getiren kişilerdensin" buyurdu. Ebu'ş-Şeyh ve İbn Asâkir'in Ali b. Ebî Tâlib'den bildirdiğine göre kendisine: "Bize Talha'dan bahset" denilince, Hazret-i Ali şöyle karşılfk verdi: Bu kişi, hakkında, "Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir" âyetinin nazil olduğu kişidir. Talha, verdiği sözü yerine getirenlerdendir ve gelecekte (kıyamet günü) hesaba çekilmeyecektir." Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Enbârî'nîn el-Mesâhifte bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti, (.....) şeklinde okurdu. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen, "İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir..." âyetinden, Allah'a verdiği söz üzere ölenler, "Bir kısmı da beklemektedir..." âyetinden ise, verdiği söz üzere ölmeyi bekleyenler kastedilmiştir. Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona, (.....) âyetinin mânâsını sorunca, İbn Abbâs: "Kendisine takdir edilen ecel" demektir" cevabını verdi. Nâfi: "Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: "Tabi kil Yoksa Lebîd b. Rabîa'nın: "İnsana ne için çabaladığını sormayacak mısınız! Kendisi için takdir edilen ecel için mi, yoksa sapıklık ve batıl için mi!' dediğini bilmez misin?" Firyâbî, Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyetin mânâsı: "Kimi verdiği ahdi yerine getirir, kimi de bir cihad günü, Allah'a kavuşacağına sıdk ile inanarak verdiği ahdi yerine getirmek için beklemektedir" şeklindedir. Ahmed, Buhârî ve İbn Merdûye'nin Süleyman b. Sard'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ahzâb günü: "Artık bundan böyle, biz onların üzerine gideceğiz, onlar gelemeyecekler" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de, Ebû Saîd el-Hudrî'nin şöyle dediğini bildirir: Ahzâb günü, (Müşriklerden dolayı) öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kılmaya fırsat bulamadık. Yatsıdan çok sonra bu namazları kılabilecek duruma geldik. Yüce Allah, "Allah, inkâr edenleri, hiçbir hayra ulaşmaksızın kin ve öfkeleriyle geri çevirdi. Allah, savaşta mü'minlere kâfi geldi. Allah, kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir" âyetini indirince Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Bilâl'e ezan okumasını emretti, sonra daha önce kıldığı gibi öğle namazını, sonra İkindi namazını kıldı. Sonra kamet getirip daha önce kıldığı gibi akşam namazını, sonra da yatsı namazını kıldı. Bu, korku anında nasıl namaz kılınacağını bildiren, "Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız, namazı yaya olarak veya binek üzerinde kılın. Güvenliğe kavuşunca da, Allah'ı, daha önce bilmediğiniz ve onun size öğrettiği şekilde anın (namazı normal vakitlerdeki gibi kılın)" âyeti nazil olmadan önce olmuştu." Hâkım'in bildirdiğine göre îsa b. Talha der ki: Müminlerin annesi (Hazret-i Âişe) ve Âişe binti Talha'nın yanına girdiğimde, Âişe binti Talha'nın, annesi Esmâ'ya: "Ben senden daha hayırlıyım. Babam da babandan daha hayırlıdır" diyordu. Bunun üzerine Esmâ onu ayıplayıp: "Sen benden daha mı hayırlısın!" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Âişe: "Ben aranızda hüküm vereyim mi?" deyince, Esmâ: "Olur" karşılığını verdi. Hazret-i Âişe: "Ebû Bekr, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sen, Allah'ın kendisini Cehennemden azad ettiği kişisin" buyurdu. O günden sonra da Ebû Bekr'e atîk (azad edilmiş) denmeye başlandı. Sonra Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına Talha girince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Talha! Seri, verdikleri sözü yerine getiren kişilerdensin" buyurdu. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre âyette geçen, "İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir..." âyetinden, üzerinde bulunduğu tasdik ve iman üzere ölenler, "Bir kısmı da beklemektedir.." âyetinden ise, bulundukları tasdik ve iman üzere ölmeyi bekleyenler kastedilmiştir. "Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir" âyeti ise "Münafıkların yaptıkları gibi verdiği sözü değiştirmemişlerdir" mânâsındadır. İbnu'l-Münzir'in Nadr'dan bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti minberde (.....) şeklinde okumuştur. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Mü'minlerden Öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Onlar, verdikleri sözü doğruluk ve vefayla yerine getirdiler. Bazısı da, kendinden bu söze doğruluk ve vefayla bağlı kalmayı beklemektedir. Onlar, dinlerinde şüphe ve tereddüde düşmediler ve dinlerini başka şeye değiştirmediler. "Dilerse münafıklara azap etmesi yahut onların tövbesini kabul etmesi içindir. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyeti ise: "Allah dilerse münafıkları nifaktan çıkarıp imana sokar" mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, "Dilerse münafıklara azap etmesi yahut onların tövbesini kabul etmesi içindir. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah dilerse münafıkları bulundukları nifak üzere öldürüp, azabı kendilerine vacip kılar, dilerse nifaktan çıkarıp tövbe etmelerini nasib eder ve nifaktan tövbe etmiş olarak ölmelerini nasib edip kendilerini bağışlar." 25"Allah, inkâr edenleri, hiçbir hayra ulaşmaksızın kin ve öfkeleriyle geri çevirdi. Allah, savaşta mü'minlere kâfi geldi. Allah, kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir" Fıryâbî, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Allah, inkâr edenleri, hiçbir hayra ulaşmaksızın kin ve öfkeleriyle geri çevirdi. Allah, savaşta mü'minlere kâfi geldi. Allah, kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir" buyruğunda, Ahzâb savaşı kastedilmiştir. İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre "Allah, inkâr edenleri, hiçbir hayra ulaşmaksızın kin ve öfkeleriyle geri çevirdi. Allah, savaşta mü'minlere kâfi geldi. Allah, kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir" buyruğunda kastedilenler, Ebû Süfyân ve adamlarıdır. Onlar Hazret-i Muhammed ve ashâbma karşı zafer elde edememişler ve bir rüzgâr sebebiyle savaşamadan geri dönmüşlerdir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Allah, inkâr edenleri, hiçbir hayra ulaşmaksızın kin ve öfkeleriyle geri çevirdi. Allah, savaşta mü'minlere kâfi geldi. Allah, kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah, müminlere, kendi gönderdiği ordular ve rüzgarla müminlere kâfi gelmiştir. Allah, dilediğini yapmakta kuvvetli ve intikamında güç sahibidir." İbn Sa'd, Saîd b. el-Müseyyeb'İn şöyle dediğini bildirir: Ahzâb günü, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâbı on küsur gece muhasara edildiler. Sonunda sahabenin hepsi de derin bir üzüntüye düştü. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allahım! Ben Senden, bana olan ahdini ve va'dini yerine getirmeni diliyorum. Eğer Sen istersen, (Eğer Müslümanların helakim dilersen artık) Sana hiç kulluk edilmez" dedi. Sahabe ve Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bu durumdayken Nuaym b. Mes'ûd el-Eşcaî geldi. Hem Müslümanlar hem müşrikler bu kişiye güveniyordu. Nuaym, kafirleri (Mekke müşrikleri ve Medine Yahudilerini) birbirine düşürdü ve bunun üzerine kafirler savaşmadan geri döndüler. "Allah, savaşta mü'minlere kâfi geldi..." âyeti buna işaret etmektedir. İbn Merdûye'nın bildirdiğine göre Câbir der ki: Ahzâb günü Yüce Allah müşrikleri kinleriyle geri çevirmiş ve hiç bir hayır elde edememişlerdir. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim Müslümanların kadınlarını koruyacak?" diye sorunca, Ka'b ve İbn Revâha: "Ben korurum ey Allah'ın Resûlü" cevabını verdiler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İbn Revâha'ya: "Sen güzel şiir söylersin" buyurunca, Hassân: "Ben ey Allah'ın Resûlü" dedi. Bunun üzerine Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet Kafirleri kadınlardan sen uzaklaştır.; Rûhulkudüs, onlara karşı sana yardım edecektir" buyurdu. İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve İbn Asâkir'în bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti, (.....) şeklinde okurdu. 26Bkz. Ayet:27 27"Allah, Kitap ehlinden olup müşriklere yardım edenleri kalelerinden indirdi ve kalplerine büyük bir korku saldı. Siz onların bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir ediyordunuz. Allah, sizi onların topraklarına, yurtlarına, mallarına ve henüz ayak basmadığınız topraklara varis kıldı. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir." Fîryâbî, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Allah, kitap ehlinden olup müşriklere yardım edenleri kalelerinden indirdi ve kalplerine büyük bir korku saldı. Siz onların bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir ediyordunuz" buyruğundaki Kitab ehlinden kastedilenler Benî Kureyza, kalelerden kasıt ise onların saraylarıdır. İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyetteki (.....) kelimesi, kaleleri mânâsındadır. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in İkrime'den bildirdiğine göre âyetteki" kelimesi, kaleleri mânâsındadır. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Allah, kitap ehlinden olup müşriklere yardım edenleri kalelerinden indirdi ve kalplerine büyük bir korku saldı. Siz onların bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir ediyordunuz" âyetini açıklarken şöyle dedi: Âyette kastedilenler Benî Kureyza'dır. Onlar, Ebû Süfyân'ı desteklemişler ve ona mektup yazmışlar, Allah'ın Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile aralarındaki anlaşmayı bozmuşlardı. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyneb binti Cahş'ın yanında başını yıkıyordu. Hatta başının yarısını Zeyneb yıkamıştı. Cibril gelip: "Allah seni affetsin! Kırk gecedir melekler silahlarını bırakmadılar. Kureyza oğullarına gitmek için davran. Ben onların yaylarının iplerini kesip kapılarını açarak, kendilerini büyük bir sarsıntı ve tasa içinde bıraktım" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zırhını giyip Benî Ğanem yolunu tuttu ve insanlar da peşinden gitti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Benî Kureyza kabilesine, alnında (Hendek savaşı sırasında oluşan) toprağı bile temizlemeden gidip onları kuşattı ve: "Ey maymunların kardeşleri!" diye seslendi. Onlar: "Ey Ebu'l-Kasım! Sen kötü söz söyleyen biri değildin" deyip, Sa'd b. Muâz'ın haklarında vereceği hükme razı oldular. Sa'd b. Muâz'ın kavmiyle aralarında anlaşma vardı. Bu sebeple Sa'd'ın kendilerine yakınlık hissetmesini umdular. Ebû Umâme kendilerine (Sa'd'ın vereceği hükmü bildirmek için elini boğazına götürerek boyunlarının vurulacağını) işarette bulununca, "Ey Mü’minler! Allah'a ve Peygambere karşı hainlik etmeyin, size güvenilen şeylere bile bile hıyanet etmiş olursunuz" âyeti nazil oldu. Sa'd, Benî Kureyza'nın savaşçılarının öldürülmesine, zürriyetlerinin esir edilmesine, mallarının İse sadece Muhacirlere verilmesine hükmetti. Bunun üzerine kavmi ve aşireti: "Mallan muhacirlere verip bize vermemekle onları kayırdın" deyince, Sa'd: "Siz mal sahibisiniz. Muhacirlerin ise malları yoktu" karşılığını verdi. Söylendiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) tekbir getirerek: "Sa'd, aranızda Allah'ın hükmüyle hükmetti" buyurmuştur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Allah, kitap ehlinden olup müşriklere yardım edenleri kalelerinden indirdi ve kalplerine büyük bir korku saldı. Siz onların bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir ediyordunuz" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah onların kalplerine Cibril'in yaptıklarıyla büyük bir korku salmıştır. Bunlardan dört yüz savaşçının boynu vurulmuştur. Bir kısmı da esir edilmiştir. Esir edilenler yedi yüz kişiydi." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, "Allah, sizi onların topraklarına, yurtlarına, mallarına ve henüz ayak basmadığınız topraklara varis kıldı. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir" âyetini açıklarken şöyle dedi: " Onların topraklarından kasıt, Kitab ehli olan Kureyza ve Nadîr oğullarıdır. Henüz ayak basılmayan topraklardan kasıt ise Hayber'dir." İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre "... henüz ayak basmadığınız topraklara varis kıldı..." âyetinden kastedilen, Benî Kureyza'dan sonra fethedilen Hayber'dir. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve îbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "...henüz ayak basmadığınız topraklara varis kıldı..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Biz, bu yerin Mekke olduğunu söylerdik." Hasan ise, Rûm, Fâris ve sahabenin fethettiği diğer yerler olduğunu söylemiştir. Firyâbî, Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre "...henüz ayak basmadığınız topraklara varis kıldı..."âyetinden kastedilen, kıyamet gününe kadar müslümanlann galip gelerek fethettikleri yerlerdir. Beyhakî Delâil'de, Urve'nin, "... henüz ayak basmadığınız topraklara varis kıldı..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: "Bu yerin Hayber olduğu iddia edilmektedir. Bence bu yerden kasıt Yüce Allah'ın müslümanlara fethini nasib ettiği veya kıyamet gününe kadar fethedeceği her yerdir." İbn Sa'd, Saîd b. Cübeyr'în şöyle dediğini bildirir; Hendek günü, Ebû Süfyân, Kureyş'ten ve Kînâne oğullarından ona tâbi olanlar, Uyeyne b. Hısn ve Ğatafân'dan ona tâbi olanlar, Tuleyha ve Esed oğullarından ona tâbi olanlar, Ebu'l-A'var ve Süleym oğulanndan ona tâbi olanlar Medine'ye geldiler. Kureyza oğulları ile Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) arasında anlaşma vardı. Kureyza oğulları bu anlaşmayı bozup müşrikleri desteklediler. Bunun üzerine Yüce Allah, "Allah, kitap ehlinden olup müşriklere yardım edenleri kalelerinden indirdi ve kalplerine büyük bir korku saldı. Siz onların bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir ediyordunuz" âyetini indirdi. Cibrîl, yanında rüzgarla gelince, onu gören Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) üç defa: "Müjdeler olsun!" dedi. Allah kafirlere rüzgarı gönderdi ve bu rüzgar bütün çadırlarını parçalayıp kazanlarını devirdi, derilerini yırttı, direklerini söküp kopardı ve hiç kimse hiç kimsenin yanına gidemez oldu. Bu konuda Yüce Allah, "Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani (düşman) ordular üzerinize gelmişti de biz onların üzerine bir rüzgâr ve göremediğiniz ordular göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir" âyetini indirdi. İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: "Hendek savaşı günü, savaşan halkın ardından gittim, Kureyşten İbnu'l- Arike adında bir kişinin okla damarını kestiği Sa'd b. Muâz'la karşılaştım. Sa'd, Allah'a dua edip: "Allahım! Benî Kureyza kabilesinin akıbetini görüp gözüm aydın oluncaya ve sevininceye kadar da beni öldürme" dedi. Yüce Allah müşriklere rüzgarı gönderdi ve "Allah, savaşta mü'minlere kâfi geldi..."Ebû Süfyân ve beraberindekiler, Tihâme oğullarına, Uyeyne b. Bedr ve beraberindekiler Necd'e gittiler. Kureyza oğulları da Medine'ye dönüp kalelerine sığındılar. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye dönünce, Sa'd için Mescid'de bir çadır yapılmasını emretti. Cibrîl, üzerinde tozlarla gelip, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Silahı bıraktın mı? Vallahi melekler silahlarını bırakmadılar. Benî Kureyza'ya git ve onlarla savaş" dedi. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) zırhını giyip insanların yola çıkmalarını ilan ettirdi. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Kureyza oğullarına varıp yirmi beş gün boyunca muhasara etti. Muhasara, Kureyza oğullarına ağır gelmeye başlayınca, kendilerine: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hükmünü kabul edip kalelerinizden inin" denildi. Onlar ise: "Biz, Sa'd b. Muâz'ın vereceği hükme razı olup ineriz" dediler. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Sa'd b. Muâz'a haber gönderince, Sa'd, bir merkebin üzerinde getirildi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bunlar hakkında hüküm ver" buyurunca, Sa'd: "Savaşçılarının öldürülmesine, zürriyetlerinin esir edilmesine ve mallarının taksim edilmesine hüküm verdim" dedi bunun üzerine Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onlar hakkında, Allah'ın ve Resulünün hükmüyle hüküm verdin" buyurdu. Beyhakî'nin Mûsa b. Ukbe'den bildirdiğine göre Yüce Allah, Hendek savaşı ve Kureyza oğulları hakkında yirmi dokuz âyet indirmiştir. Bu âyetlerin ilki de, "Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani (düşman) ordular üzerinize gelmişti de biz onların üzerine bir rüzgâr ve göremediğiniz ordular göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir" âyetidir. 28Bkz. Ayet:33 29Bkz. Ayet:33 30Bkz. Ayet:33 31Bkz. Ayet:33 32Bkz. Ayet:33 33"Ey Peygamber! Hanımlarına de ki: Eğer dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size mut'a vereyim ve sizi güzelce bırakayım. Eğer Allah'ı, Resulünü ve âhiret yurdunu istiyorsanız, bilin kî Allah içinizden iyilik yapanlara büyük bir mükâfat hazırlamıştır. Ey Peygamberin hanımları! İçinizden kim apaçık bîr çirkinlik yaparsa, onun cezası iki kat verilir. Bu, Allah'a göre kolaydır. İçinizden kim Allah'a ve Resûlûne itaat eder ve salih bir amel İşlerse, ona mükâfatını iki kat veririz. Biz, ona bereketli bîr rızık hazırlamışızdır. Ey Peygamberin hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah'a karşı gelmekten sakınıyorsanız (erkeklerle konuşurken) sözü yumuşak bir eda ile söylemeyin ki kalbinde hastalık (kötü niyet) olan kimse ümide kapılmasın. Güzel (ve doğru) söz söyleyin. Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin. Allah'a ve Resûlûne itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor." Ahmed, Müslim, Nesâî ve İbn Merdûye'nin, Ebu'z-Zübeyr vasıtasıyla Câbir'den bildirdiğine göre halk Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kapısının önünde otururken ve Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) de (evinde) otururken Hazret-i Ebû Bekr gelip Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girmek için izin istedi, ama girmesi için izin verilmedi. Sonra Hazret-i Ömer gelip İzin istedi, ona da İzin verilmedi. Sonra Hazret-i Ebû Bekr ve Hazret-i Ömer'e izin verilince girdiler. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) suskun bir şekilde oturuyor, zevceleri de etrafındaydı. Hazret-i Ömer: "Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bir şeyler söyleyeyim, belki güler" deyip: "Ey Allah'ın Resûlü! Zeyd'in kızını bir görsen -kendi hanımını kastediyor- az önce benden nafaka istedi. Ben de kalktım, onun boynunu kırdım" dedi. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) azı dişleri görünecek derecede güldü ve: "Şu etrafimdakiler de benden nafaka istiyorlar" buyurdu. Bunun üzerine Hazret-i Ebû Bekr, Hazret-i Âişe'ye, Hazret-i Ömer'de Hafsa'ya vurmak için kalkıp: "Allah'ın Resûlünden yanında olmayan şeyi mi istiyorsunuz" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Onlara engel oldu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımları da: "Vallahi, bundan sonra Allah'ın Resûlünden yanında olmayan şeyi istemeyeceğiz" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah onlara muhayyerlikle ilgili âyeti indirince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ilk önce Hazret-i Âişe'den başlayıp: "Sana bir şey söyleyeceğim, ama babana sormadan karar vermekte acele etmemeni istiyorum" buyurdu. Hazret-i Âişe: "O nedir?" diye sorunca, Allah'ın Resûlü, "Ey Peygamber! Hanımlarına de ki: Eğer dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size mut'a vereyim ve sizi güzelce bırakayım'" âyetini okudu. Hazret-i Âişe: "Senin hakkında mı babama danışacağım! Ben Allah'ı ve Resûlünü tercih ediyorum. Senden de hiçbir hanımına neyi tercih ettiğimi söylememeni istiyorum" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah beni ne zora koşmuş, ne de başkasını zora koşan olarak göndermiştir. Beni öğretici ve kolaylaştırıcı olarak göndermiştir. Onlardan herhangi bir kimse bana soracak olursa, mutlaka haber vereceğim" buyurdu. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Ebû Seleme el-Hadramî der ki: "Ebû Saîd el- Hudrî ve Câbir b. Abdillah konuşurlarken, ben de yanlarına oturdum. Câbir gözlerini kaybetmişti. Bu sırada bir adam gelip selam verdikten sonra oturdu ve: "Ey Ebû Abdillah'in babası! Urve b. ez-Zübeyr, beni, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarından neden ayrıldığını sormam için gönderdi" dedi. Câbir şöyle cevap verdi: Allah'ın Resûlü bir gün bir gece bizi bırakıp namaz için yanımıza çıkmayınca, biz ileri geri düşünmeye başladık ve kapısının önünde toplanıp, sesimizi duyup kapının önünde olduğumuzu anlaması için konuşmaya başladık. Uzun süre kapının önünde durmamıza rağmen ne yanma girmemize izin verdi, ne de yanımıza çıktı. Biz: "Allah'ın Resûlü nerede olduğunuzu anladı. Eğer isteseydi girmeniz için izin verirdi, dağılın ve Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) eziyet etmeyin" dedik. Hazret-i Ömer dışındaki herkes oradan ayrıldı. Sadece Hazret-i Ömer orada kalıp, girmesini izin verilinceye kadar öksürerek ve konuşarak girmek istediğini belli etti. Hazret-i Ömer der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girdiğimde elini yanağına koymuş ve üzgün olduğu yüzünden belli oluyordu. Ben: "Ey Allah'ın peygamberi! Anam babam sana feda olsun, seni üzen şey nedir? İnsanların seni görmekten mahrum olmalarının sebebi nedir?" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Ömer! Bunlar (hanımlarım) yanımda olmayan şeyi benden istiyorlar. Gördüğün durumun sebebi budur" buyurunca, ben: "Ey Allah'ın Resûlü! Bende olmayan şeyi istemesi sebebiyle Cemîle binti Sâbit'in yüzüne öyle bîr vurdum ki suratını yere yapıştırdım. Ey Allah'ın Resûlü! Sen Rabbinden bir vaad üzeresin ve O her zorluktan sonra kolaylık yapmıştır" dedim. Onunla üzüntüsü biraz hafifleyene kadar konuşmaya devam ettim. Sonra çıkıp Ebû Bekr'i buldum ve olanları anlattım. Hazret-i Ebû Bekr, Hazret-i Âişe'nin yanma girip: "Biliyorsun ki Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) sizden bir şey saklamaz. Kendisinde olmayan bir şeyi ondan isteme. Bir ihtiyacın olduğunda benden iste" dedi. Hazret-i Ömer de gidip Hafsa'ya aynı şeyleri söyledi, sonra müminlerin annelerine gidip aynı şeyler söylediler. Bunun üzerine Yüce Allah, "Ey Peygamber! Hanımlarına de ki: Eğer dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size mut'a vereyim -boşayayım- ve sizi güzelce bırakayım. Eğer Allah'ı, Resulünü ve âhiret yurdunu istiyorsanız, bilin ki Allah içinizden iyilik yapanlara büyük bir mükâfat hazırlamıştır" âyetlerini indirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip Hazret-i Âişe'den başlayarak: "Yüce Allah, sizi, Allah'ı, Resûlünü ve âhiret yurdunu tercih etmek veya dünya ve süslerini tercih etmek arasında muhayyer bırakmamı emretti Ben seninle başladım ve bu konuda seni muhayyer bırakıyorum" buyurdu. Hazret-i Âişe: "Benden önce hanımlarından herhangi birine söyledin mi?" diye sorunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hayır" cevabını verdi. Hazret-i Âişe: "Ben, Allah'ı, Resûlünü ve âhiret yurdunu tercih ediyorum. Bunu gizli tut ve yaptığım tercihi diğer hanımlarına söyleme" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hayır, onlara söyleyeceğim" karşılığını verdi. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün hanımlarına Hazret-i Âişe'nin tercihini haber verip, onlara da, aynı şeyi söyleyince hepsi de Allah'ı, Resûlünü ve âhiret yurdunu tercih ettiler. Dünya yad da âhiret arasında tercihte bulunmalarını söylemesi şu şekildeydi. Onlara şöyle buyurdu: "Âhireti mi, yoksa dünyayı mı tercih ediyorsunuz? «Eğer Allah'ı, Resûlünü ve âhiret yurdunu istiyorsanız, bilin ki Allah içinizden iyilik yapanlara büyük bir mükâfat hazırlamıştır.»" Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımları, vefatından sonra başkasıyla evlenmemeyi tercih ettiler. Sonra: "Ey Peygamber'in hanımları! İçinizden kim apaçık bir çirkinlik yaparsa, onun cezası iki kat verilir. Bu, Allah'a göre kolaydır. İçinizden kim Allah'a ve Resûlûne itaat eder ve salih bir amel işlerse, ona mükâfatını iki kat veririz. Biz, ona bereketli bir rızık hazırlanmışızdır." Yani, içinizden kim zina yaparsa, âhirette onun cezası iki kat verilir. Kim Allah ve Resûlûne itaat ederse, âhirette onun mükafatı iki kat verilir. "Ey Peygamber'in hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah'a karşı gelmekten sakınıyorsanız (erkeklerle konuşurken) sözü yumuşak bir eda ile söylemeyin ki kalbinde hastalık (kötü niyet) olan kimse ümide kapılmasın. Güzel (ve doğru) söz söyleyin. Evlerinizde oturun önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın." Yani evlerinizden çıkmayın ve eski Cahiliyenin yaptıkları gibi başörtülerinizi çıkarmayın." Sonra Câbir, Ebû Saîd'e: "Hadis böyle değil miydi?" diye sorunca, Ebû Saîd: "Evet böyleydi" cevabını verdi. Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Sünen'de Beyhaki, Hazret-i Âişe'den bildirir: Allah'ın Resûlü, Yüce Allah kendisine hanımlarını muhayyer bırakmasını emredince, Hazret-i Âişe'nin yanına geldi. Hazret-i Âişe der ki: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) benden başlayarak: "Sana bir şey söyleyeceğim. Bu karan vermeden önce acele etmeyip anne babana danışabilirsin" buyurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), anne babamın, bana kendisinden ayrılmamı söylemeyeceğini biliyordu. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yüce Allah, «Ey Peygamber! Hanımlarına de ki: Eğer dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size mut'a vereyim ve sizi güzelce bırakayım. Eğer Allah'ı, Resülünü ve âhiret yurdunu istiyorsanız, bilin ki Allah içinizden iyilik yapanlara büyük bir mükâfat hazırlamıştır. Ey Peygamber'in hanımları! İçinizden kim apaçık bir çirkinlik yaparsa, onun cezası iki kat verilir. Bu, Allah'a göre kolaydır. İçinizden kim Allah'a ve Resûlûne itaat eder ve salih bir amel işlerse, ona mükâfatını iki kat veririz. Biz, ona bereketli bir rızık hazırlamışızdır»buyurdu." Ben: "Bunun nesini anne babama danışacağım! Ben, Allah'ı, Resûlünü ve âhiret yurdunu istiyorum" dedim. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) diğer hanımları da benim yaptığımı yaptılar. İbn Sa'd, Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinin şöyle dediğini bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarını muhayyer bıraktığı zaman, Hazret-i Âişe'den başlayarak: "Allah seni muhayyer bıraktı" buyurdu. Hazret-i Âişe: "Ben, Allah'ı ve Resûlünü istiyorum" karşılığını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra Hafsa'yı muhayyer bıraktı ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün hanımları Allah'ı ve Resûlünü tercih ettiler. Sadece el-Âmiriyye kabilesinden olan kadın kavmini tercih etti. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından sonra: "Ben şaki bir kadınım" derdi. Koyun dışkılarını toplar, satardı. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarının yanına girmek istediği zaman "Ben o şaki kadınım" derdi. İbn Sa'd'ın Ebû Cafer'den bildirdiğine göre Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımları: "Başka kadınların mehirleri bizim mehirlerimizden fazla olmamalı" deyince, Yüce Allah peygamberine onlardan ayrılmasını emretti. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlanndan yirmi dokuz gün ayrı kaldı, sonra onları muhayyer bırakmasını emretti. İbn Sa'd'ın İbn Mennâh'tan bildirdiğine göre el-Âmiriyye kabilesinden olan kadın dışındaki bütün hanımları Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) tercih ettiler. Bu kadın delirdi ve ölene kadar bu şekilde yaşadı. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: Allah'ın Resûlü, hanımlarından bir ay ayrı kalacağına dair yemin etti. Yirmi dokuzuncu günün sabahı ben: "Ey Allah'ın Resûlü! Bizden bir ay boyunca ayrı kalacağına dair yemin etmedin mi?" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bir ay şu kadar, şu kadar ve şu kadardır" deyip elleriyle işaret ederek üçüncüsünde bir parmağını kapattı. Sonra: "Ey Âişe! Sana bir şey söyleyeceğim. Anne babana danışmadan karar vermekte acele etmemende bir sakınca yoktur" buyurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yaşımın küçük olmasından dolayı yanlış karar vermemden endişe ediyordu. Ben: "Söyleyeceğin şey nedir ey Allah'ın Resûlü!" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sizi muhayyer bırakmam emredildi" buyurup, "Ey Peygamber! Hanımlarına de ki: Eğer dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size mut'a vereyim ve sizi güzelce bırakayım. Eğer Allah'ı, Resûlünü ve âhiret yurdunu istiyorsanız, bilin ki Allah içinizden iyilik yapanlara büyük bir mükâfat hazırlamıştır. Ey Peygamber'in hanımları! İçinizden kim apaçık bir çirkinlik yaparsa, onun cezası iki kat verilir. Bu, Allah'a göre kolaydır. İçinizden kim Allah'a ve Resulüne itaat eder ve salih bir amel işlerse, ona mükâfatını iki kat veririz. Biz, ona bereketli bir rızık hazırlamışızdır'" âyetlerini okudu. Ben: "Babama neyi danışacağım ey Allah'ın Resûlü! Ben, Allah'ı ve Resûlünü seçiyorum" cevabını verince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bundan memnun oldu. Diğer hanımları bunu duyunca peşpeşe Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiler. İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarını, dünya ve âhiret arasında tercihte bulunmaları için muhayyer bıraktı. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde ve Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Yüce Allah, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarını dünya ile âhiret ve Cennet ile Cehennem arasında tercihte bulunmalarını istemesini emretti. Hasan der ki: "Bu olay, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) zevcelerinin istediği bir dünyalık sebebiyle olmuştur." Katâde İse: "Bu olay, Hazret-i Âişe'nin kıskançlığı sebebiyle olmuştur" dedi. O zaman Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dokuz hanımı vardı. Bunlardan beş tanesi Kureyş'ten olan, Hazret-i Âişe, Hafsa, Ebû Süfyân'ın kızı Ümmü Habîbe, Sevde binti Zem'a ve Ümmü Seleme binti Ebî Ümeyye'dir. Aynı zamanda, Safiyye bint, Huyeyy el-Hayberiyye, Meymûne binti'l-Hâris el-Hilâliyye, Zeyneb binti Cahş el-Esediyye ve Benî Mustalik kabilesinden Cuveyriyye binti'l-Hâris te Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarıydı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), hanımlarına tercihte bulunmalarını söylemeye Hazret-i Âişe'den başlayıp, Hazret-i Âişe, Allah'ı, Resûlünü ve âhiret yurdunu tercih ettiğini söyleyince, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) memnuniyeti yüzünden belli oldu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün hanımları Hazret-i Âişe gibi Allah'ı, Resûlünü ve âhiret yurdunu tercih edince Yüce Allah onların bu hareketini, "Bundan sonra, güzellikleri hoşuna gitse bile başka kadınlarla evlenmek, eşlerini boşayıp başka eşler almak sana helâl değildir. Ancak sahip olduğun cariyeler başka. Şüphesiz Allah, her şeyi gözetleyendir" âyetiyle mükâfatlandırdı. Böylece Allah Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah'ı ve Resulünü tercih eden dokuz hanımıyla yetinmesini emretti. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, "Ey Peygamber! Hanımlarına de ki: Eğer dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size mut'a vereyim ve sizi güzelce bırakayım" âyetini açıklarken: "Yüce Allah bu âyetle hanımlarına tercihte bulunmalarını söylemesini emretti. Himyeriyye dışında hiç biri kendi nefsini tercih etmedi" dedi. Sünen'de Beyhaki, Mukâtil b. Süleyman'ın, "Ey Peygamber'in hanımları! İçinizden kim apaçık bir çirkinlik yaparsa, onun cezası iki kat verilir. Bu, Allah'a göre kolaydır. İçinizden kim Allah'a ve Resûlûne itaat eder ve salih bir amel işlerse, ona mükâfatını iki kat veririz. Biz, ona bereketli bir rızık hazırlanmışızdır" âyetini şu şekilde açıklamıştır: "Kim Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) isyan ederse âhirette ona iki kat ceza verilir. Ona azab etmek Allah için kolaydır. Kim de Allah'a ve Resûlûne itaat ederse, âhiret için namaz, oruç, sadaka gibi ibadetleri yapıp, diliyle tekbir veya tesbih getirirse, her sevap yerine on kat sevap yazılır ve onun için güzel rızık olan Cenneti hazırlanmışızdır." Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'nin, "... onun cezası iki kat verilir..." âyetini "Dünya ve âhiret azabı" şeklinde açıkladığını bildirir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, "...onun cezası İki kat verilir..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Onlara iki kat azap verildiği gibi, onlara iftira atanlara da uygulanacak had cezası iki kat olur." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî b. Enes, "Ey Peygamber'in hanımları! İçinizden kim apaçık bir çirkinlik yaparsa, onun cezası iki kat verilir. Bu, Allah'a göre kolaydır. İçinizden kim Allah'a ve Resûlü ne itaat eder ve salih bir amel işlerse, ona mükâfatını iki kat veririz. Biz, ona bereketli bir rızık hazırlanmışızdır" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Peygamberlerin hataları sebebiyle çekilecekleri hesap, onlara uyanlardan daha ağırdır. Âlimlerin hataları sebebiyle çekilecekleri hesap diğer insanlardan daha ağırdır. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarının hataları sebebiyle çekilecekleri hesap ta, başka kadınların çekileceği hesaptan daha ağırdır. Yüce Allah bu âyetlerde şöyle buyurmuştur: "İçinizden kim isyan ederse, mümine olan diğer kadınların uğrayacağı azabın iki katına maruz kalır. İçinizden kim salih amel işlerse, ona verilecek ecir, diğer mümin kadınlara verilecek olan ecrin iki katı olur." İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "İçinizden kim Allah'a ve Resûlüne itaat eder ve salih bir amel işlerse, ona mükâfatını iki kat veririz. Biz, ona bereketli bir rızık hazırlanmışızdır" âyeti: "İçinizden kim Allah'a itaat eder, Allah için amel yapar ve Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) itaat ederse" mânâsındadır. İbn Sa'd'ın Atâ b. Yesâr'dan bildirdiğine göre "İçinizden kim Allah'a ve Resûlüne itaat eder ve salih bir amel işlerse, ona mükâfatını iki kat veririz. Biz, ona bereketli bir rızık hazırlanmışızdır" âyeti, "Kim Allah'a ve Resûlüne itaat edip namaz kılıp oruç tutarsa" mânâsındadır. Taberânî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Şu dört sınıfın ecri size iki defa verilir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımları, Kitab ehlinden Müslüman olanlar, yanında beğendiği bir cariye olup onu azad ederek evlenen kişi ve hem Allah'ın hakkını hem de efendilerinin hakkını ödeyen köle" Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre "Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz..." âyeti: "Bu ümmetten herhangi bir kadın gibi değilsiniz" mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil, "Ey Peygamberin hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah'a karşı gelmekten sakınıyorsanız (erkeklerle konuşurken) sözü yumuşak bir eda ile söylemeyin ki kalbinde hastalık (kötü niyet) olan kimse ümide kapılmasın. Güzel (ve doğru) söz söyleyin" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Sizler, Peygamberin hanımlarısınız, onunla berabersiniz, Peygamberi görüyor ve semadan gelen vahye tanık oluyorsunuz. Sizler, diğer kadınlardan daha fazla takva sahibi olmalısınız. Konuşurken çirkin söz söylemeyiniz. Kalpteki hastalıktan kasıt ise zinadır." İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre yumuşak sözden kasıt, sözle erkeğe yakın davranıp kalbinde hastalık olanın ümide kapılmasıdır. İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre yumuşak sözden kasıt, sesi incelterek konuşmaktır. İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Yumuşak söz söylemeyin ve edalı bir şekilde konuşmayın" mânâsındadır. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre " kalbinde hastalık (kötü niyet) olan kimse ümide kapılmasın..." buyruğundaki hastalık, kişinin zina arzusudur. Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona, (.....) buyruğundaki hastalığın mânâsını sorunca, İbn Abbâs: "Fücur ve zina, demektir" cevabını verdi. Nâfi: "Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: "Tabi ki! Yoksa Lebîd b. Rabîa'nın: "Namusunu korumuş ve takvaya razı olmuş! O, kalbinde hastalık olan kişilerden değildir" dediğini bilmez misin?" İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Ali: "Âyetteki hastelık iki türlüdür. Biri zina hastalığı diğeriyse nifak hastalığı" demiştir. İbn Sa'd'ın Atâ b. Yesâr'dan bildirdiğine göre âyette geçen hastalıktan kasıt zina, güzel ve doğru sözden kasıt ise, kimsenin ümide kapılmasına sebebiyet vermeyecek şekilde açık konuşmaktır. İbn Sa'd'ın Muhammed b. Ka'b'dan bildirdiğine göre âyette geçen doğru sözden kasıt, kimsenin ümide kapılmasına sebebiyet vermeyecek şekilde konuşmaktır. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Muhammed b. Sîrîn'in şöyle dediğini bildirir: Bana bildirildiğine göre Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımı Sevde'ye: "Niye senin diğer kızkardeşlerinin yaptığı gibi haccetmiyor, umreye gitmiyorsun?" denilince, Sevde: "Hac ve umre yaptım. Yüce Allah benim evimde oturmamı emretti. Vallahi ölünceye kadar evimden çıkmam" karşılığını verdi. Vallahi, cenazesi çıkarılana kadar evinin kapısından çıkmadı. İbn Ebî Şeybe, İbn Sa'd, Abdullah b. Ahmed, Zühd'ün zevâidinde ve İbnu'l- Münzir, Mesrük'un şöyle dediğini bildirir: "Hazret-i Âişe, "Evlerinizde oturun..."âyetini okuduğu zaman baş örtüsü ıslanıncaya kadar ağlardı." Ahmed'İn Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Veda haccının yapıldığı yıl Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarına: "Bundan sonra artık hasırlarınızın üzerinde (evlerinizde) oturunuz" buyurdu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından sonra, Zeyneb binti Cahş ve Sevde binti Zem'a dışındaki bütün hanımları hac yaparlardı. Bu ikisi: "Vallahi, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle buyurduğunu duyduktan sonra hiçbir binek bizi yerimizden ayıramaz" derlerdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ümmü Nâile der ki: Ebû Berze gelip çocuğunun anasını evde bulamayınca: "Mescide gitti" dediler. Kadın gelince, Ebû Berze ona bağırıp: "Allah, kadınların dışarıya çıkmasını yasaklamış ve evlerinde oturmalarını, hiçbir cenazeye katılmamalarını, hiçbir mescide gitmemelerini ve hiçbir cumaya katılmamalarını emretmiştir" dedi. Tirmizî ve Bezzâr'ın İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kadın avrettir (yabancılara görünmemesi gerekir). Dışarıya çıktığı zaman şeytan onu karşılar. Kadının Rabbine en yakın olduğu yer evinin iç kısmıdır." İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: "Kadınları evlerde hapsediniz. Çünkü kadınlar avrettir. Kadın evinden çıktığı zaman şeytan onu karşılar ve: «Kimin yanından geçersen bu kişi seni beğenecektir» der." İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ömer: "Kadınlara (dışarıya çıkmalanna) karşı çıplaklıkla (onlara fazla giysi almayarak) tedbîr alınız. Eğer kadının elbiseleri çok olur, süs eşyaları güzel olursa evden dışarıya çıkmak hoşuna gider" demiştir. Bezzâr'ın Enes'ten bildirdiğine göre kadınlar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü! Erkekler, bizden ayrı olarak Allah yolunda cihada gidiyorlar. Bizler hangi amelle Allah yolunda cihad edenlerin amelinin sevabına yetişebiliriz?" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sizden evinde oturan, Allah yolunda cihad edenin amelinin sevabına yetişir" buyurdu. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: İlk cahiliye dönemi Hazret-i Nûh (aleyhisselam) ve Hazret-i îdrîs (aleyhisselam) arasında olmuştur ve bin yıl sürmüştür. Hazret-i Âdem'in neslinden iki soydan biri düz ovada, diğeri ise dağda yaşamaktaydı. Dağdakilerin erkekleri sıhhatli, kadınları ise kısa boylu ve çirkindi. Ovadakilerin ise kadınları sıhhatli, erkekleriyse kısa boylu ve çirkindi. İblis, ovadaki erkeklerden birine genç bir oğlan suretinde gelip ücretle ona hizmet etmeye başladı. İblis, çobanların çaldığı kavallar gibi bir kaval alıp, kimsenin duymadığı güzellikte çalmaya başladı. Etrafındakiler, onun güzel kaval çaldığını öğrendiler ve onu dinlemeye gittiler. Böylece yılda bir günü bayram ilan ettiler. Bu günde kadınlar, erkekler için, erkekler de kadınlar için soyundular. Dağda yaşayanlardan bir erkek ovadakilerin bayram kabul ettikleri bir günde onlara yaklaşıp kadınları ve güzelliklerini gördü. Sonra arkadaşlarına dönüp gördüklerini anlattı ve hepsi birden ovadakilerin yanına gidip onlara karıştılar. Böylece kötülük yayılmış oldu. Yüce Allah'ın, "Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın..." âyeti buna işaret etmektedir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hakem, "Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Hazret-i Âdem (aleyhisselam) ve Hazret-i Nûh (aleyhisselam) arasında sekiz yüz yıl vardır. Hazret-i Nûh zamanındaki kadınlar, kadınların en çirkini, erkekleri ise güzeldi. Kadın, erkeğe birlikte olmayı teklif ederdi. Bu sebeple bu âyet nazil olmuştur." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Ömer kendisine: "Yüce Allah'ın, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarına, "Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın..." buyurması hakkında ne dersin? Bir cahiliyeden başkası var mıdır?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Duyduğun her ilkin bir başkası vardır" cevabını verdi. Hazret-i Ömer: "Bana, Allah'ın Kitab'ından, söylediğini tasdik eden bir delil getir" deyince ise İbn Abbâs: "Yüce Allah, (.....) buyurmaktadır" karşılığını verdi. Hazret-i Ömer: "Kiminle cihad etmemiz emredildi?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Mahzûm ve Abdişems kabilesiyle" cevabını verdi. İbn Ebî Hâtim, Başka bir kanalla, İbn Abbâs'ın, "Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın..." âyetini açıklarken: "(Âyette bahsedilen cahiliyeden) Başka bir cahiliye olacaktır" dediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: "İlk cahiliye Hazret-i İbrâhîm (aleyhisselam) zamanındaydı" demiştir. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre İkrime: "İlk cahiliye, Hazret-i İbrâhîm'in (aleyhisselam) doğduğu dönemdir. Son cahiliye dönemi ise Hazret-i Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) doğduğu dönemdir" dedi. İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre ilk cahiliye dönemi, Hazret-i İsa (aleyhisselam) ve Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) arasında geçen dönemdir. İbn Sa'd'ın Muhammed b. Ka'b'dan bildirdiğine göre ilk cahiliye dönemi, Hazret-i İsa (aleyhisselam) ve Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) arasında geçen dönemdir. İbn Cerîr, Şa'bî'den aynı rivayette bulunmuştur. İbn Sa'd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: "Kadınlar erkekler arasında yürürdü. İşte önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçılmaları bu idi." Beyhakî'nin Sünen'de, Ebû Uzeyne es-Sadefî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kadınlarınızın en şerlisi, açılıp saçılanlardır. Onlar münafıktırlar. Bu yüzden kadınlardan Cennete girecek olanlar ayağı sekili karga gibi azdır " İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın..." âyetini açıklarken: "Evlerinden çıktıklarında salınarak işveli bir şekilde yürüyorlardı. Allah onların böyle yapmalarını yasakladı" demiştir. İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Ebî Necîh'ten bildirdiğine göre "Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın..." buyruğunda, edalı bir şekilde yürümek kastedilmiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil, bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Kadın başörtüsünü bağlamaksızın başına atar, böylece gerdanlığı, kulaklarındaki küpeler ve boynu görünür. Bütün bunlar ortaya çıkar. Açılıp saçılmaktan kasıt budur. Sonra bu âyetteki emir bütün müminlerin kadınlarını kapsamıştır." Taberânî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) kadınlardan biat alınca: "Önceki cahiliye dönemi kadınları gibi açılıp saçılmayacaksınız" diyerek biat aldı. Bir kadın: "Ey Allah'ın Resûlü! Bize, açılıp saçılmamayı şart koştuğunu görüyorum. Falan kadın, benim cenazemde, benimle ağlamıştı. Şimdi de onun kardeşi öldü" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Git sen de onun cenazesinde ağla, sonra gelip bana biat et" buyurdu. İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir'in İkrime vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor" âyeti, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) zevcelerine has olarak nazil olmuştur. İkrime der ki: "Bu buyruğun, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) zevceleri hakkında nazil olduğuna dair kim isterse onunla lanetleşirim." İbn Merdûye'nin Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla İbn Abbâs bildirdiğine göre "Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor" âyeti Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımları hakkında nazil olmuştur. İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İkrime, "Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor" âyeti hakkında: "Bu âyet, zannettiğiniz gibi değil, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarını kasdetmektedir" dedi. İbn Sa'd'ın Urve'den bildirdiğine göre "Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor" âyeti Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımları hakkında, Hazret-i Âişe'nin evinde nazil olmuştur. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin Ümmü Seleme'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Ümmü Seleme'nin evindeyken yatağında, üzerinde Hayber işi bir örtüyle oturmuştu. Bu sırada Hazret-i Fâtıma, içinde etli yemek olan bir çanakla gelince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kocan ve oğulların Hasan ve Hüseyin'i çağır" buyurdu. Hazret-i Fâtıma onları çağırdıktan sonra yemek yerlerken, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) "Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor" âyeti nazil oldu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) örtüsüyle onları da örterek elini örtünün altından çıkarıp semaya açtı ve üç defa: "Allahım! Bunlar Ehl-i Beyt'im ve seçkinleridir (himayem altında!) Onlardan kötülüğü al götür ve onları tertemiz et" diye dua etti. Ümmü Seleme der ki: "Ben de başımı örtünün altına sokup: "Ey Allah'ın Resûlü! Ben de sizinle miyim?" diye sordum. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) iki defa: "Sen hayır üzeresin" buyurdu. Taberânî'nin ümmü Seleme'den bildirdiğine göre Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Fâtıma'ya: "Bana kocanı ve iki oğlunu getir" buyurdu. Hazret-i Fâtıma onları getirince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Fedek işi bir örtüyü onların üzerine attı, sonra elini üzerlerine koydu ve: "Allahım! Bunlar Muhammed'in ehlidir. Hazret-i İbrahim'in ehline rahmetini ve bereketini verdiğin gibi, Muhammed'in ehline de rahmetini ve bereketini ver. Şüphesiz ki Sen övgüye ve hamda layıksın, pek de yücesin" dedi. Ümmü Seleme der ki: "Ben de aralarına girmek için örtüyü kaldırınca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu elimden çekti ve: «Sen hayır üzeresin» buyurdu. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ümmü Seleme der ki: "Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor" âyeti benim evimde nazil oldu ve bu sırada evde yedi kişi vardı: Cibrîl, Mîkâil, Hazret-i Ali, Hazret-i Fâtıma, Hazret-i Hasan, Hazret-i Hüseyin ve ben de kapıdaydım. Ben: "Ey Allah'ın Resûlü! Ben Ehl-i Beyt'ten değil miyim?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sen hayır üzeresin. Sen Hazret-i Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlanndansın" karşılığını verdi. İbn Merdûye ve Hatîb'İn bildirdiğine göre Ebû Saîd el-Hudrî der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kalacağı evin sırası müminlerin annesi Ümmü Seleme'deyken Cibrîl, "Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor" âyetini indirdi. Bunun üzerine Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Hasan, Hazret-i Hüseyin, Hazret-i Fâtıma ve Hazret-i Ali'yi çağırıp kucakladı ve üzerlerine bir giysi açtı. Ümmü Seleme bu elbisenin dışında kalmıştı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allahım! Bunlar Ehl-i Beyt'imdir. Allahım! Onları tertemiz et" diye dua edince, Ümmü Seleme: "Peki ben neredeyim?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sen hayır üzeresin" buyurdu. Tirmizî, İbn Cerîr, Taberânî ve İbn Merdûye'nin Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) evlatlığı Ömer b. Ebû Seleme'nin bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) "Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor" âyeti nazil olunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Ümmü Seleme'nin evindeydi. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Fâtıma, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin'i bir örtünün altına aldı, Hazret-i Ali'de arkasında durdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra şöyle dedi: "Allahım! Bunlar Ehl-i Beyt'imdir. Allahım! Onlardan kötülüğü gider ve onları tertemiz et." Ümmü Seleme: "Ben de onlarla beraber miyim, ey Allah'ın Resûlü?" diye sorunca Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sen kendi mekânındasın ve sen hayır üzeresin" cevabını verdi. Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî değişik yollarla Ümmü Seleme'nin şöyle dediğini bildirir: "Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor" âyeti, benim evimde nazil oldu. Bu sırada, Hazret-i Fâtıma, Hazret-i Ali, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin de vardı. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) onları bir örtüyle örttü, sonra: "Allahım! Bunlar Ehl-i Beyt'imdir. Onlardan kötülüğü gider ve onları tertemiz et" diye dua etti. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "«Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor» ayeti beş kişi hakkında nazil olmuştur: Ben, Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin hakkında. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Müslim, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre Hazret-i Aişe der ki: Bîr sabah Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) üzerinde siyah kıldan yapılmış bir örtüyle (evden) çıktı. Hasan ve Hüseyin gelince onları da üzerindeki örtünün altına aldı. Hazret-i Fâtıma gelince onu da örtünün altına aldı. Sonra Hazret-i Ali geldi ve onu da diğerlerinin yanına aldıktan sonra: "Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor" buyurdu. İbn Cerîr, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Sa'd'dan bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiy gelince, Hazret-i Ali, Hazret-i Fâtıma ve iki oğlunu elbisesinin altına aldıktan sonra: "Allahım! Bunlar benim ailem ve Ehl-i Beyt'imdir" dedi. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve Sünen'de Beyhaki, Vâsile b. el-Eska'dan bildirir: Allah'ın Resûlü, yanında Hasan, Hüseyin ve Ali olduğu halde Hazret-i Fâtıma'nın yanına gelip girdi. Hazret-i Ali ve Hazret-i Fâtıma'yı yanına oturttu ve Hasan ile Hüseyin'i de her birini bir dizine oturttu. Sonra onları elbisesiyle sardı. Bu sırada ben arkalarındaydım. Sonra, "Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor" âyetini okudu ve şöyle dedi: "Allahım! Bunlar Ehl-i Beyt'imdir. Onlardan kötülüğü gider ve onları tertemiz et." Ben: "Ey Allah'ın Resûlü! Ben de senin ehlinden miyim?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sen de benim ehlimdensin" buyurdu. Vâsile der ki: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözü benim kuvvetli ümidimdir." İbn Sa'd, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hasan b. Ali: "Biz Yüce Allah'ın, «Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor» buyurduğu Ehl-i Beyt'iz" dedi. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah namazı için çıktığı zaman, Hazret-i Fâtıma'nın kapısının yanından geçerken: "Namaza ey Ehl-i Beyt! «...Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor»" buyururdu. Müslim'in Zeyd b. Erkam'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ehlibeytim hakkında size Allah'ı hatırlatırım" buyurdu. Zeyd'e: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Ehlibeyti kimdir? Hanımları Ehl-i Beyt'inden değil mi?" diye sorulunca, Zeyd: "Hanımları da Ehl-i Beytimdendir. Ama (asıl) Ehl-i Beyt'i, kendisinden sonra sadaka almaları haram olan, Hazret-i Ali'nin, Akîl'in, Câfer'in ve Abbâs'ın ailesidir" cevabını verdi. Hakîm et-Tirmizî, Taberânî, İbn Merdûye, Ebû Nuaym Delâil'de ve Beyhakî Delâil'de, İbn Abbâs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Allah yaratılmışları iki kısma ayırdı, beni hayırlı olan kısımda yaptı. Yüce Allah'ın, «Sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere!» ve «Soldakiler; ne yazık o soldakilere!» âyetleri buna işaret etmektedir. Ben sağdakilerdenim ve sağdakilerin en hayırlısıyım. Sonra bu iki kısmı üçe ayırdı ve beni bunların en hayırlı kısmından yaptı. Yüce Allah'ın, «Sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere! Soldakiler, ne bahtsızdırlar onlar! (Hayırda) önde olanlar, (ecirde de) öndedirler» âyeti buna işaret etmektedir. Ben hayırda önde olanlardanım ve ecirde önde olanların en hayırlısıyım. Sunra bu üç kısmî kabilelere ayırdı ve beni en hayırlı kabileden yaptı. Yüce Allah'ın, «Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O'na karşı gelmekten en çok sakmanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır» âyetleri buna işaret etmektedir. Ben Ademoğullarının en takvahsı ve Allah katında en değerlisiyim. Bunu övünmek için söylemiyorum. Sonra kabileleri evlere ayırdı ve beni de en hayırlı evde yaptı. Yüce Allah'ın, «Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor» âyeti buna işaret etmektedir. Ben ve Ehl-i Beyt'im günahlardan temizlenmişiz. " İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Âyette kastedilenler, Yüce Allah'ın kötülükten temizlediği ve rahmetiyle kuşattığı Ehl-i Beyt'tir. Dahhâk b. Muzâhim'in söylediğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle derdi: "Biz Ehl-i Beyt nübüvvet ağacıyız, risalet mevkisiyiz, meleklerin indiği mahalliz, rahmet eviyiz ve ilmin madeniyiz." İbn Merdûye'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Hazret-i Ali ile Hazret-i Fâtıma evlendiği zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kırk gün boyunca Hazret-i Fâtıma'nın kapısına gelip: "Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun ey Ehl-i Beyti Allah size merhamet etsin, namaza kalkınız. «Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor» Ben sizin savaştığınıza savaş ilan ederim, barış yaptığınızla da barışırım" derdi. İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebu'l-Hamrâ der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Medine'de sekiz ay kaldım, bu müdet zarfında sabah namazı için her çıkışında Hazret-i Ali'nin kapısına varır ve ellerini kapının kanatlarına koyup: "Namaza, namaza. «Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor» derdi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dokuz ay boyunca her namaz vakti, Hazret-i Ali'nin kapısına gidip: "Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun ey Ehl-i Beyt'l «...Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor» " dediğine şahit olduk. Bunu her gün beş defa yapardı. Taberânî'nin bildirdiğine göre Ebu'l-Hamrâ der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) altı ay boyunca, Hazret-i Ali ve Fâtıma'nın kapısına gidip: "Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor" dediğini gördüm. 34"Siz evlerinizde okunan Allah'ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın, şüphesiz Allah en gizli şeyi bilendir, hakkıyla haberdardır" Abdurrezzâk, İbn Sa'd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre "Siz evlerinizde okunan Allah'ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın..." âyetinden kasıt, Kur'ân ve sünnettir. Allah, bu âyetle Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarına bunu hatırlatarak üzerlerindeki nimetlerini saymıştır. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Ebû Umâme b. Sehl, "Siz evlerinizde okunan Allah'ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın..." âyetini açıklarken: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarının gece ve gündüz evlerinde namazlarını kılardı" demiştir. 35"Şüphesiz müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü'min erkeklerle mü'min kadınlar, itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah'a derinden saygı duyan erkekler, Allah'a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah'ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır" Ahmed, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ümmü Seleme der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Erkeklerin Kur'ân'da zikredildiği gibi neden biz de zikredilmiyoruz?" diye sordum. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hiçbir sözü, bir gün minberdeyken: "Ey İnsanlar! Allah şöyle buyuruyor" buyurup, "Şüphesiz müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü'min erkeklerle mü'min kadınlar, itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah'a derinden saygı duyan erkekler, Allah'a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah'ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır" âyetini okuduğu zamanki kadar heybetli gelmemişti." Firyâbî, İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ümmü Seleme, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Neden erkeklerin Kur'ân'da zikredildiğini duyuyorum da kadınların zikredildiğini duymuyorum?" diye sorunca, "Şüphesiz müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü'min erkeklerle mü'min kadınlar, itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah'a derinden saygı duyan erkekler, Allah'a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah'ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır" ayeti nazil oldu. Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Tirmizî, Taberânî ve İbn Merdûye'nin Ümmü Umâre el-Ensâriyye'den bildirdiğine göre Ümmü Umâre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip: "Herşeyin erkekler İçin olduğunu görüyorum. Kadınların herhangi bir şey için zikredildiklerini ise görmüyorum" deyince, "Şüphesiz müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü'min erkeklerle mü'min kadınlar, itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah'a derinden saygı duyan erkekler, Allah'a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah'ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır" ayeti nazil oldu. İbn Cerîr, Taberânî ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre kadınlar: "Ey Allah'ın Resûlü! Neden mümin erkekler zikrediliyor da mümin kadınlar zikredilmiyor?" diye sorunca, "Şüphesiz müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü'min erkeklerle mü'min kadınlar, itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah'a derinden saygı duyan erkekler, Allah'a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah'ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır" âyeti nazil oldu. İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre kadınlar, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarının yanına girip: "Allah sizi Kur'ân'da zikretti, ama biz İse hiçbir konuda zikredilmiyoruz?" deyince, "Şüphesiz müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü'min erkeklerle mü'min kadınlar, itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah'a derinden saygı duyan erkekler, Allah'a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah'ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır" âyeti nazil oldu. İbn Sa'd'ın başka bir kanalla Katâde'den bildirdiğine göre Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımları Kur'ân'da zikredilince kadınlar: "Eğer bizde hayır olsaydı, (Kur'ân'da) zikredilirdik" deyince, "Şüphesiz müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü'min erkeklerle mü'min kadınlar, itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah'a derinden saygı duyan erkekler, Allah'a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslannı koruyan kadınlar, Allah'ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bîr mükâfat hazırlamıştır" âyeti nazil oldu. İbn Sa'd'ın, İkrime'den bildirdiğine göre kadınlar, erkeklere: "Sizin Müslüman olduğunuz gibi biz de Müslüman olduk. Sizin yaptıklarınızı biz de yaptık, ama siz Kur'ân'da zikrediliyorsunuz, biz ise zikredilmiyoruz" dediler. O zaman insanlara (İslam'ı kabul edenlere) Müslümanlar denilirdi. Hicret ettikleri zaman onlara müminler denmeye başlandı. Bunun üzerine yüce Allah, "Şüphesiz müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü'min erkeklerle mü'min kadınlar, itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah'a derinden saygı duyan erkekler, Allah'a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah'ı(n nimetlerini ve lütfunu) çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır" âyeti nazil oldu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, bu âyeti şöyle açıklamıştır: "Şüphesiz müslüman erkeklerle müslüman kadınlar" îhlasîı erkekler ve ihlaslı kadınlar, "mü'min erkeklerle mü'min kadınlar" inanan erkekler ve inanan kadınlar, "itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar" Allah'a itaat eden erkek ve kadınlar, "doğru erkeklerle doğru kadınlar" imanlarında sadık olan erkek ve kadınlar, "sabreden erkeklerle sabreden kadınlar" Allah'ın emrini yerine getirmede sabreden erkek ve kadınlar, "Allah'a derinden saygı duyan erkekler" Namazda tevâzû içinde olup, huşûdan dolayı sağında ve solunda kimin olduğunu bilmeyen ve etrafına bakmayanlar, "Allah'a derinden saygı duyan kadınlar" Allah için tevâzû gösteren kadınlar, "Sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar" Kim Ramazan ayını ve her aydan üç günü oruçlu geçirirse bu âyette geçen kişilerden sayılır. "Namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar" Cinsel organlarını fuhşiyattan koruyan erkek ve kadınlar, Allah'ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır" Yüce Allah âyetin sonunda onların sevabını bildirip, günahlarını bağışlayacağını ve Cennette birçok nimet hazırladığını haber vermiştir. Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce, Ebû Ya'lâ, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Hâkim, İbn Merdûye ve Sünen'de Beyhaki, Ebû Saîd el-Hudrî'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Erkek, gece hanımım uyarır ve iki rekat namaz kılarlarsa, o gece Allah'ı çokça anan erkek ve kadınlardan olurlar" buyurduğunu nakletmiştir. Abdurrezzâk, Saîd b. Mansür, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: "Kişi, ayaktayken, otururken ve yatarken Allah'ı zikretmedikçe, Allah'ı çokça ananlar sınıfına giremez." 36"Allah ve Resûlö bir iş hakkında hukûm verdikleri zaman, hiçbir mü'min erkek ve hiçbir mü'min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktun Kim Allah'a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır" İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü, evlatlığı Zeyd b. Hârise'ye kız istemek için gidip Zeyneb binti Cahş el- Esediyye'nin yanına girdi ve onu Zeyd'e istedi. Zeyneb: "Ben onunla evlenmem" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hayır, onunla evlen" buyurdu. Zeyneb: "Ey Allah'ın Resûlü! Düşüneyim" dedi. Onlar konuşurken, Yüce Allah, Peygamberine, "Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü'min erkek ve hiçbir mü'min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah'a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır" âyetini indirdi. Bunun üzerine Zeyneb: "Ey Allah'ın Resûlü! Sen benim için koca olarak ona razı oldun mu?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet" cevabını verince, Zeyneb: "O zaman ben Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) isyan etmem. Onunla evlenmeye razı oldum" dedi. İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyneb binti Cahş'ı, Zeyd b. Hârise ile evlendirmek isteyince, Zeyneb, bu evliliğe razı olmayıp: "Ben, neseb itibariyle ondan daha hayırlıyım" dedi. Bunun üzerine, "Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü'min erkek ve hiçbir mü'min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma haklan yoktur. Kim Allah'a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır" âyeti nazil oldu. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Taberânî'nin Katâde'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyneb'e talib oldu. Zeyneb, Peygamber'in kendisi için istediğini zannetmişti. Onun kendisini, Zeyd için istediği anlayınca. Bunun üzerine, "Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü'min erkek ve hiçbir mü'min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah'a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır" âyeti nazil oldu. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü'min erkek ve hiçbir mü'min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah'a ve Resûlûne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır" âyeti, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyneb binti Cahş'ı, Zeyd b. Hârise ile evlenmesini emredince Zeyneb'in bunu istememesi sebebiyle nazil oldu. İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyneb'e: "Seni Zeyd b. Harise ile evlendirmek istiyorum ve onun, senin kocan olmasına razı oldum" buyurunca, Zeyneb: "Ey Allah'ın Resûlü! Ama ben onu kendime eş olarak istemiyorum. Ben kavmimde kocası olmayan biriyim ve halanın kızıyım. Ben onunla evlenmem" karşılığını verdi. Bunun üzerine, "Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, -Zeyd ile Zeyneb'in nikahı konusunda-, hiçbir mü'min erkek -Zeyd- ve hiçbir mü'min kadın -Zeyneb- için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. -Allah'ın emrettiğinin dışına çıkma hakları yoktur- Kim Allah'a ve Resulüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır" âyeti nazil oldu. O zaman Zeyneb: "Ben sana itaat ettim. Dilediğini yap" dedi. Bunun üzerine Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) onu Zeyd ile evlendirdi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre bu âyet, Ümmü Gülsüm binti Ukbe b. Ebî Mu'ayt hakkında nazil olmuştur. Ümmü Gülsüm, hicret eden ilk kadındır. Bu kadın kendisini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) hibe etmiş Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de onu Zeyd b. Hârise ile evlendirmiştir. Bunun üzerine hem kadın, hem de kardeşi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) kızmışlar ve: "Biz Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) istedik. O size bizi kölesiyle evlendirdi" demişlerdir. İşte bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur. Abdurrezzâk, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Sünen'de Beyhaki, Tâvus'tan bildirir: Tavus, İbn Abbâs'a, İkindiden sonra iki rekat namaz kılmanın hükmünü sorunca, İbn Abbâs ikindiden sonra namaz kılmasını yasaklamış ve "Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü'min erkek ve hiçbir mü'min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah'a ve Resulüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır" âyetini okumuştur. 37Bkz. Ayet:40 38Bkz. Ayet:40 39Bkz. Ayet:40 40"Hani sen Allah'ın kendisine nimet verdiği, senin de (azat etmek suretiyle) iyilikte bulunduğun kimseye, «Eşini nikâhında tut (onu boşama) ve Allah'tan sakın» diyordun. İçinde, Allah'ın ortaya çıkaracağı bir şeyi gizliyor ve insanlardan çekmiyordun. Oysa kendisinden çekinmene Allah daha lâyıktı. Zeyd, eşinden yana isteğini yerine getirince (eşini boşayınca), onu seninle evlendirdik ki, eşlerinden yana isteklerini yerine getirdiklerinde (onları boşadıklarmda), evlatlıklarının eşleriyle evlenmeleri konusunda mü'minlere bir zorluk olmasın. Allah'ın emri mutlaka yerine getirilmiştir. Allah'ın, kendisine farz kıldığı şeyleri yerine getirmesi konusunda peygambere bir darlık yoktur. Daha önce gelip geçen peygamberler hakkında da Allah'ın kanunu böyledir. Allah'ın emri, kesinleşmiş bir hükümdür. Daha önce gelip geçen o peygamberler, Allah'ın vahiylerini tebliğ eden, Allah'tan korkan, başka hiç kimseden korkmayan kimselerdir. Allah, hesap görücü olarak yeter. Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah'ın Resûlü ve nebilerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir." Bezzâr, İbri Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Üsâme b. Zeyd'den bildirdiğine göre Hazret-i Abbâs ve Hazret-i Ali Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Ey Allah'ın Resûlü! Ailen içinde en çok kimi sevdiğini bize bildirmen için geldik" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Ailemden en çok sevdiğim kişi Vatıma'dır" buyurunca, onlar: "Biz Fâtıma'yı sormuyoruz" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ın kendisine nimet verdiği, benim de kendisine iyilikte bulunduğum Usâme b. Zeyd'i seviyorum" buyurunca, Hazret-i Ali: "Sonra kimi ey Allah'ın Resûlü!" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sonra seni, sonra Abbâs'ı" cevabını verince, Hazret-i Abbâs: "Ey Allah'ın Resûlü! Amcanı sona mı bıraktın?" diye sordu. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ali, senden önce hicret etti" buyurdu. Abd b. Humeyd, Buhârî, Tirmizî, Nesâî, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre İçinde, Allah'ın ortaya çıkaracağı bir şeyi gizliyor ve insanlardan çekiniyordun..." âyeti Zeyneb binti Cahş ve Zeyd b. Harise hakkında nazil olmuştur. Ahmed, Buhârî, Tirmizî, İbnu'l-Münzir, Hâkim, İbn Merdûye ve Sünen'de Beyhaki, Enes'in şöyle dediğini bildirir: Zeyd b. Harise, Zeyneb'i şikayet etmek için Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelînce, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'tan kork ve hanımını nikahında tut" demeye başladı. Bunun üzerine, "İçinde, Allah'ın ortaya çıkaracağı bir şeyi gizliyor ve insanlardan çekmiyordun..." âyeti nazil oldu. Eğer Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir şey gizleyecek olsaydı, bu âyeti gizlerdi. Daha sonra Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyneb ile evlendi. Allah'ın Resûlünün, Zeyneb dolayısıyla verdiği ziyafeti, hiçbir hanımı dolayısıyla verdiğini görmedim. Onun için bir koyun kesmişti. Zeyneb, "Zeyd, eşinden yana isteğini yerine getirince (eşini boşayınca), onu seninle evlendirdik..." buyruğuyla, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) diğer hanımlarına karşı övünür ve: "Sizi aileleriniz evlendirdi, halbuki beni yedi kat göğün üstünden Allah evlendirdi" derdi. İbn Sa'd, Ahmed, Müslim, Nesâî, Ebû Ya'lâ, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Zeyneb'in iddeti bitince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyd'e: "Git, onu bana istel" buyurdu. Zeyd der ki: "Gidip yanına vardığında onu görünce, kalbimde ona büyük bir saygı duydum ve: "Ey Zeyneb! Sana müjdeler olsun. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni, seni kendisine istemem için gönderdi" dedim. Zeyneb: "Ben, Rabbime danışmadan bir şey yapmam" deyip namazgahına gitti. Âyet nazil olunca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip Zeyneb'in yanma izin almadan girdi." Enes der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), günün ilerlediği saatlerde bize et ve ekmek yedirdiğini gördüm. Yemekten sonra insanlar çıkıp gidince erkeklerden bazıları evde oturup konuşmaya başladılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dışarıya çıkınca, ben de peşinden gittim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarının odalarını dolaşıp selam veriyor, hanımlanysa: "Ey Allah'ın Resûlü! Yeni hanımını nasıl buldun?" diyorlardı. Sonra Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) odasında konuşmaya dalanların oradan ayrılıp gittiklerini ben mi haber verdim, yoksa kendisinin mi haberi oldu hatırlamıyorum. Hazret-i Peygamber yeni eşinin yanına döndü. Ben de peşinden odasına girmek istedim, benimle arasına perdeyi çekti ve o sırada Hicâb (örtünme) âyeti nazil oldu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbına daha önce yaptığı gibi va'zu nasihat eyledi ve kendisine inen "Ey iman edenleri Yemek için çağrılmaksızm ve yemeğin pişmesini beklemeksizin (vakitli vakitsiz) Peygamberin evlerine girmeyin, çağrıldığınız zaman girin. Yemeği yiyince de hemen dağılırı. Sohbet için beklemeyin. Çünkü bu davranışınız Peygamberi rahatsız etmekte, fakat o sizden de çekinmektedir. Allah ise gerçeği söylemekten çekinmez. Peygamberin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Böyle davranmanız hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temizdir. Allah'ın Resûlüne rahatsızlık vermeniz ve kendisinden sonra hanımlarını nikâhlamanız ebediyyen söz konusu olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır" âyetini okudu. İbn Sa'd ve Hâkim, Muhammed b. Yahya b. Hibbân'ın şöyle dediğini bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyd b. Hârise'nin evine gelip kendisini sordu. O zaman Zeyd'e, Muhammed'in oğlu Zeyd derlerdi. Bazen Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun bir saat yokluğunu hissetse: "Zeyd nerede?" derdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyd'İn evine gelip onu bulamadı. Zeyneb binti Cahş, bu sırada iş elbisesi (tek elbise) giymişti. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) onu görüp yüzünü çevirince, Zeyneb: "Ey Allah'ın Resûlü! Zeyd burada değil. İçeriye buyur" dedi. Zeyd'in evine girmeyen Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyneb'i beğenmişti. Allah'ın Resûlü, ne dediği anlaşılmayan bir şeyler mırıldanarak geri dönüp gitti. Söylediklerinden sadece: "Yüce olan Allah'ı noksanlıklardan tenzih ederim. Kalpleri evirip çeviren Allah'ı noksanlıklardan tenzih ederim" cümleleri anlaşıldı. Zeyd evine gelince, hanımı Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiğini söyledi. Zeyd: "İçeriye girmesini söylemedin mi?" diye sorunca, Zeyneb: "Söyledim ama kabul etmedi" cevabını verdi. Zeyd: "Birşey dediğini duydun mu?" diye sorunca, ise Zeyneb: "Geri giderken anlamadığım bir şeyler söylediğini duydum. Onun sadece, «Yüce olan Allah'ı noksanlıklardan tenzih ederim. Kalpleri evirip çeviren Allah'ı noksanlıklardan tenzih ederim» cümlelerini anladım" cevabını verdi. Bunun üzerine Zeyd Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına varıp: "Ey Allah'ın Resûlü! Evime geldiğini öğrendim. Neden girmedin? Eğer Zeyneb'i beğendiysen onu boşayayım" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hanımını nikahında tut" buyurdu ama, Zeyd o günden sonra Zeyneb'e yaklaşamadı ve ondan ayrıldı. Artık her gün Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip durumunu haber veriyor, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ise: "Hanımını nikahında tut" buyuruyordu. Zeyd, Zeyneb'den ayrılıp onu boşadıktan sonra, Zeyneb'in iddeti bitince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Âişe ile otururken kendinden geçti. Kendine geldiğinde ise tebessüm ederek: "Kim Zeyneb'e gidip; Yüce Allah'ın onu semada benimle evlendirdiğini müjdeler" buyurdu ve: "Hani sen Allah'ın kendisine nimet verdiği, senin de (azat etmek suretiyle) iyilikte bulunduğun kimseye, «Eşini nikâhında tut (onu boşama) ve Allah'tan sakın» diyordun. İçinde, Allah'ın ortaya çıkaracağı bir şeyi gizliyor ve insanlardan çekiniyordun. Oysa kendisinden çekinmene Allah daha lâyıktı. Zeyd, eşinden yana isteğini yerine getirince (eşini boşayınca), onu seninle evlendirdik ki, eşlerinden yana isteklerini yerine getirdiklerinde (onları boşadıklarında), evlatlıklarının eşleriyle evlenmeleri konusunda mü'minlere bir zorluk olmasın. Allah'ın emri mutlaka yerine getirilmiştir" âyetini okudu. Hazret-i Âişe der ki: "Onun güzelliği ve diğer özelliklerinden dolayı beni yine kıskançlık tutmuştu. İşlerin en büyüğü ve en üstünü, ona yapılandı ki Allah onu gökte nikahlamıştı. Artık bununla bize karşı övünür" Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: Eğer Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine inen vahiyden bir şey gizleyecek olsaydı, "Hani sen Allah'ın kendisine (İslam'la) nimet verdiği, senin de (azat etmek suretiyle) iyilikte bulunduğun kimseye, «Eşini nikâhında tut (onu boşama) ve Allah'tan sakın» diyordun. İçinde, Allah'ın ortaya çıkaracağı bir şeyi gizliyor ve insanlardan çekiniyordun. Oysa kendisinden çekinmene Allah daha lâyıktı. Zeyd, eşinden yana isteğini yerine getirince (eşini boşayınca), onu seninle evlendirdik ki, eşlerinden yana isteklerini yerine getirdiklerinde (onları boşadıklarında), evlatlıklarının eşleriyle evlenmeleri konusunda mü'minlere bir zorluk olmasın. Allah'ın emri mutlaka yerine getirilmiştir" âyetini gizlerdi. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyneb İle evlenince, insanlar: "Oğlunun hanımıyla evlendi" dediler. Bunun üzerine yüce Allah: "Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem)ve nebilerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir" âyetini indirdi. Zeyd küçükken Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu evlatlık edinmişti. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında büyüyünce de ona: "Muhammed'in oğlu Zeyd demeye başlandı. Bunun üzerine Yüce Allah: "Onları babalarına nispet ederek çağırın. Bu, Allah katında daha (doğru ve) adaletlidir..." âyetini indirdi. Hâkim'in Şa'bî'den bildirdiğine göre Zeyneb, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle derdi: "Ben, hanımların arasında üzerinde en çok hakkı olan, nikah olarak onların en hayırlısı, iffet yönünden en üstünü, akraba olarak en yakınıyım. Rahmân, beni seninle Arşı'nın üzerinde evlendirdi ve bununla Cibrîl görevlendirildi. Ben, senin halanın kızıyım, hanımların arasında, sana benden daha yakını yoktur." İbn Cerîr'in Şa'bî'den bildirdiğine göre Zeyneb, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle derdi: "Ben hiçbir hanımının sana yakın olmadığı üç konuda yakınım: Benim ve senin deden birdir. Beni, Yüce Alah sana nikahladı ve bu konuda Cebrail görevlendirildi." İbn Sa'd ve İbn Asâkir'in Ümmü Seleme'den bildirdiğine göre Zeyneb der ki: "Vallahi, ben Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) diğer hanımlarından herhangi biri gibi değilim. Onlar mehirle velileri tarafından evlendirildiler. Beni ise Yüce Allah, Resûlüyle evlendirdi. Benim hakkımda müslümanların okuduğu değiştirilemeyecek ve değişmeyecek bir âyet indirdi. Bu âyet te, "Hani sen Allah'ın kendisine nimet verdiği, senin de (azat etmek suretiyle) iyilikte bulunduğun kimseye, «Eşini nikâhında tut (onu boşama) ve Allah'tan sakın» diyordun. İçinde, Allah'ın ortaya çıkaracağı bir şeyi gizliyor ve insanlardan çekiniyordun. Oysa kendisinden çekinmene Allah daha lâyıktı. Zeyd, eşinden yana isteğini yerine getirince (eşini boşayınca), onu seninle evlendirdik ki, eşlerinden yana isteklerini yerine getirdiklerinde (onları boşadıklarında), evlatlıklarının eşleriyle evlenmeleri konusunda mü'minlere bir zorluk olmasın. Allah'ın emri mutlaka yerine getirilmiştir" âyetidir. İbn Sa'd ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: "Allah, Zeyneb binti Cahş'a merhamet etsin. Bu dünyada, hiç kimsenin yetişemeyeceği bir şerefe nail oldu. Allah onu dünyada peygamberiyle evlendirdi ve bunu Kur'ân'da zikretti." İbn Sa'd'ın Âsim el-Ahval'den bildirdiğine göre Esed kabilesinden bir adam, birine karşı övününce, Esed kabilesinden olan kişi: "İçinizde, Yüce Allah'ın yedi kat semada evlendirdiği bir kadın var mı?" diye sordu. Adam bununla Zeyneb b. Cahş'ı kasdetti. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hatim ve Taberânî'nin bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle dedi: "Hani sen Allah'ın kendisine nimet verdiği..." âyetinden kasıt, Zeyd b. Hârise'nin İslam nimetiyle şereflenmesidir. "Senin de (azat etmek suretiyle) iyilikte bulunduğun kimseye, «Eşini nikâhında tut (onu boşama) ve Allah'tan sakın» diyordun..." Zeyd, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Ey Allah'ın Resûlü! Zeyneb bana ağır konuşmaya başladı ve ben onu boşamak istiyorum" deyince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'tan kork ve hanımım nikahında tut" buyurdu. Halbuki Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyd'in onu boşamasını istiyordu, ama ona boşamasını söylerse, insanların diyeceklerinden korkuyordu. Bunun üzerine Yüce Allah, "İçinde, Allah'ın ortaya çıkaracağı bir şeyi gizliyor ve insanlardan çekmiyordun..." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyd'in, hanımını boşamasını istediği halde bunu belli etmiyordu." Hasan derki: "Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bundan daha zor bir âyet inmemiştir. Eğer kendisine gelen vahiyden bir şey gizleyecek olsaydı bu âyeti gizlerdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) insanların bu konuda ileri geri konuşmasından korkuyordu. "Zeyd, eşinden yana isteğini yerine getirince (eşini boşayınca), onu seninle evlendirdik..." Zeyneb, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarına karşı övünür ve: "Sizleri babalannız evlendirdi, beni ise Arş'ın sahibi (olan Allah) evlendirdi" derdi, "...ki, eşlerinden yana isteklerini yerine getirdiklerinde (onları boşadıklarında), evlatlıklarının eşleriyle evlenmeleri konusunda mü'minlere bir zorluk olmasın..." Yani, evlatlıklar hanımlarını boşadıkları zaman, evlatlık edinenlerin bu kadınlarla evlenmesinde bir sakınca olmadığı belli olsun. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyd b. Hârise'yi evlatlık edinmişti. "Allah'ın, kendisine farz kıldığı (Helal kıldığı) şeyleri yerine getirmesi konusunda peygambere bir darlık yoktur. Daha önce gelip geçen peygamberler hakkında da Allah'ın kanunu böyledir...."Tıpkı, Hazret-i Dâvud'un (aleyhisselam) gördüğü kadını sevip onunla evlenmesi gibi. "Allah'ın emri, kesinleşmiş bir hükümdür." Yani, Zeyneb konusunda da Allah'ın emri kesinleşmiş bir hükümdür. Hakîm et-Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî Delâil'de, Ali b. Zeyd b. Cud'ân'ın şöyle dediğini bildirir: Ali b. el-Hüseyin bana: "Hasan, "İçinde, Allah'ın ortaya çıkaracağı bir şeyi gizliyor ve insanlardan çekmiyordun..." âyeti hakkında ne diyor?" dîye sorunca, ona cevap verdim. O şöyle karşılık verdi: "Hayır öyle değil. Yüce Allah, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyneble evlenmeden önce hanımı olacağını bildirmişti. Zeyd, Zeyneb'i şikayet etmek için Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'tan kork ve hanımını nikahında tut" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah: "Ben sana Zeyneb i!e evleneceğini haber verdim, sen ise, "İçinde, Allah'ın ortaya çıkaracağı bir şeyi gizliyor ve insanlardan çekmiyorsun..." buyurdu. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî, "Allah'ın, kendisine farz kıldığı şeyleri yerine getirmesi konusunda peygambere bir darlık yoktur. Daha önce gelip geçen peygamberler hakkında da Allah'ın kanunu böyledir..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah'ın koyduğu sınırlar içerisinde Resûlüllah'ın dilediği sayıda kadınla evlenmesinde bir sakınca yoktur ki önceki peygamberlerin bu yöndeki uygulaması bu şekilde idi. Hazret-i Süleymân'ın bin hanımı, Hazret-i Dâvud'un ise yüz hanımı vardı." İbnu'l-Münzir ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Cüreyc "Daha önce gelip geçen peygamberler hakkında da Allah'ın kanunu böyledir. Allah'ın emri, kesinleşmiş bir hükümdür" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Hazret-i Dâvud'ın ismi Yesîh adındaki bir kadını nikahlayıp evlendiği gibi, Resûlullah'ta (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyneb ile evlendi. İşte Hazret-i Dâvud'un o kadınla, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) de Zeyneb ile evlenmesi Yüce Allah'ın bu konudaki kanunu ve kesinleşmiş emridir. Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre Ebu Saîd: "Veli, şahid ve mehir olmadan nikah olmaz. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) mehirsiz evlenebilir" dediğini bildirir. Taberânî, Sünen'de Beyhakî ve İbn Asâkir, Kumeys b. Zeyd el-Esedî vasıtasıyla, Zeyneb binti Cahş'ın azatlısı Mezkûr'dan, Zeyneb'in şöyle dediğini bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından birçok kişi beni istedi, ben, bu konuda Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) danışması için kızkardeşimi yolladım. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Neden o, kendisine Allah'ın Kitabını ve Peygamberinin sünnetini öğretecek biriyle evlenmiyor?" duyurunca, kızkardeşim: "Bu kişi kim?" diye sordu. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Zeyd b. Harise" cevabını verince, kızkardeşim sinirlenerek: "Halanın kızını, kölenle mi evlendireceksin!" deyip geldi ve bana olanları anlattı. Ben, onun Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) söylediklerinden daha ağırını söyledim ve kardeşimden daha çok sinirlendim. "Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü'min erkek ve hiçbir mü'min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah'a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır"' âyeti nazil olunca, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) haber gönderip: "Beni dilediğinle evlendir" dedim. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) beni Zeyd ile evlendirip, ben Zeyd'e dilimle eziyet etmeye başlayınca, Zeyd, beni Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) şikayet etti. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "O zaman onu boşa" buyurunca, Zeyd beni boşadı. İddetim bitince, bir gün saçlarım açıkken Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) karşımda gördüm ve: "Bu, semadan (Allah tarafından) gelen bir emirdir" diye düşünerek: "Ey Allah'ın Resûlü! Gelip beni istemeden ve şahit olmadan girdin!" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bizi evlendiren Allah, şahid ise Cibril'dir" buyurdu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, "Hani sen Allah'ın kendisine nimet verdiği, senin de (azat etmek suretiyle) iyilikte bulunduğun kimseye, «Eşini nikâhında tut (onu boşama) ve Allah'tan sakın» diyordun. İçinde, Allah'ın ortaya çıkaracağı bir şeyi gizliyor ve insanlardan çekmiyordun..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Bize bildirildiğine göre bu âyet Zeyneb binti Cahş hakkında inmiştir. Zeyneb'in annesi Umeyme binti Abdilmuttalib, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) halasıydı. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyneb'i, Zeyd b. Hârise ile evlendirmek isteyince, Zeyneb istememiş, sonra Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu isteğine razı olmuş ve Zeyd ile evlenmiştir. Daha sonra Yüce Allah Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) onun kendi hanımı olacağını bildirmiştir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyd b. hârise'ye onu boşamasını söylemeye utanıyordu. Zeyd ile Zeyneb arasında diğer insanlarda olduğu gibi kavgalar oluyor, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyd'e hanımını nikahında tutmasını ve Allah'tan korkmasını emrediyordu. Böyle yapmasının sebebi, insanların kendisini ayıplamasından ve: "Oğlunun hanımıyla evlendi" demelerinden korkmasıydı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyd'i evlatlık edinmişti. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in İkrime'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyd b. Hârise'yi, cahiliye döneminde Ukâz panayırında, hanımı Hazret-i Hatice için satın almış ve onu evlatlık edinmişti. Allah peygamberini gönderip bir müddet geçince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyd ile Zeyneb binti Cahş'ı evlendirmek istedi, ama Zeyneb bunu istemedi. "Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü'min erkek ve hiçbir mü'min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah'a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır" âyeti nazil olduğunda, Zeyneb'e: "İster Allah'ı ve Resûlünü tercih et, istersen açıkça bir sapıklığı tercih et" denilince, Zeyneb: "Allah'ı ve Resûlünü tercih ederim" karşılığını verdi. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyd ile Zeyneb'i evlendirip bir müddet geçince, bir gün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyneb'in evine girdi ve halası kızı olan Zeyneb'i görünce, hoşuna gitti. İkrime der ki: Bunun üzerine Yüce Allah, "Hani sen Allah'ın kendisine nimet verdiği, senin de (azat etmek suretiyle) iyilikte bulunduğun kimseye, «Eşini nikâhında tut (onu boşama) ve Allah'tan sakın» diyordun. İçinde, Allah'ın ortaya çıkaracağı bir şeyi gizliyor ve insanlardan çekmiyordun..." âyetini indirdi. Allah, Zeyd'i İslam'la nimetlendirmiş, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu (azat etmek suretiyle) iyilikte bulunmuştur. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyd'e olan sevgisi sebebiyle insanlar: "Zeyd onun oğludur" diyorlardı. Yüce Allah, bir şey diledi ve Zeyd hanımını boşayınca, elatlıkların, öz evlat gibi olamayacağını bildirmek için Hazret-i Muhammed'i Zeyneb ile evlendirdi ve "Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah'ın Resûlü ve nebilerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir" âyetini indirdi. Eğer Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyd'in babası olsaydı, oğlunun hanımıyla evlenmezdi. İşte bunu göstermek için Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyd'İn boşadığı Zeyneb ile evlendi. Hakîm et-Tirmizî ve İbn Cerîr'in Muhammed b. Abdillah b. Cahş'tan bildirdiğine göre Zeyneb ve Âişe birbirlerine karşı övündüler ve Zeyneb: "Benim evlilik kararım Semâdan indi" dedi. Hazret-i Âişe: "İbnu'l-Muattal beni bineğine bindirdiği zaman, atılan iftiralara karşı masum olduğum konusunda semadan vahiy indi" dedi. Zeyneb: "Bineğe bindiğin zaman ne dedin?" diye sorunca, Hazret-i Âişe: "Bana Allah yeter. O ne güzel vekildir" dedim cevabını verdi. Bunun üzerine Zeyneb: "Sen müminlerin söylediği sözü söylemişsin" dedi. İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir..." âyeti, Zeyd b. Hârise hakkında nazil olmuştur. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir'in Ali b. Hüseyin'den bildirdiğine göre "Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir..." âyeti, Zeyd b. Hârise hakkında nazil olmuştur. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu âyet, Zeyd'in, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) oğlu olmadığını bildirmek için inmiştir. Ömrüme yemin olsun ki Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) erkek çocukları doğmuştur. O, Kâsım, İbrâhim, Tayyib ve Mutahhir'in babasıdır." Tirmizî'nin bildirdiğine göre Şa'bî, "Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir..." âyetinin: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) aranızda yaşayan erkek oğlu yoktur" mânâsında olduğunu söylemiştir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, Hazret-i Muhammed'in son peygamber olduğu mânâsındadır. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Fakat o, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem)ve nebîlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir" âyetini açılarken: "Allah, Hazret-i Muhammed'le peygamberliği sona erdirmiştir. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilen son peygamberdir" demiştir. Ahmed ve Müslim'in Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Benimle benden önceki peygamberlerin örneği, bir ev yapıp sadece bir tuğla yeri açık bırakan kişi gibidir. Ben gelip o tuğlanın yerini tamamladım" buyurmuştur. Buhârî, Müslim, Tirmizî, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Câbir'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Benimle benden önceki peygamberlerin misali, bir ev yapıp o onu mükemmel bina eden, ancak bir tek tuğlanın yerini boş bırakan, insanlar bu eve girip; «Bu ev, boş olan tuğlanın dışında ne kadar güzel» demelerine benzer. İşte o tuğlanın yeri benim. Benim gelmemle peygamberlik sona erdi." Ahmed, Buhârî, Müslim, Nesâî ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Benimle diğer peygamberlerin misâli bir bina inşâ eden; onu iyi ve güzel yapan, ancak köşelerinden birinde bir tek tuğlanın yerini boş bırakan adama benzer ki: İnsanlar o binayı dolaşır ve hayretler içinde: «Bundan daha güzel bina görmedik, yalnız şu tuğla müstesna» derler. İşte o tuğla benim ve ben peygamberlerin sonuncusuyum." Ahmed ve Tirmizî, Ubey b. Ka'b'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Benimle diğer peygamberlerin misâli bir ev inşâ eden; onu iyi ve güzel yapıp süsleyen, ancak bir tek tuğlanın yerini boş bırakan adama benzer ki: İnsanlar o binayı dolaşır ve hayretler içinde: «Keşke şu tuğlanın yeri de dolsaydı» derler. İşte benim diğer peygamberler arasındaki konumum o tuğlanın yeri gibidir.'" İbn Merdûye'nin Sevbân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ümmetimden otuz yalancı olacak, ben peygamberlerin sonuncusu olduğum ve benden başka peygamber gelmeyeceği halde, hepsi de peygamber olduğunu iddia edecekb" buyurdu. Ahmed'in Huzeyfe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ümmetimden, yirmi yedi yalancı ve Veccâl vardır. Bunlardan dördü kadındır. Ben peygamberlerin sonuncusuyum ve benden sonra peygamber gelmeyecektir." İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: "Peygamberlerin sonuncusudur, deyiniz. Ondan sonra peygamber gelmeyeceğini söylemeyiniz" demiştir. İbn Ebî Şeybe'nin Şa'b'i'den bildirdiğine göre bir adam Muğîre b. Şu'be'nin yanında: "Allah, peygamberlerin sonuncusu ve kendisinden sonra peygamber gelmeyecek olan Muhammed'e merhamet etsin" deyince, Muğîre: "Peygamberlerin sonuncusu demen yeterlidir. Biz, Hazret-i İsa'nın çıkacağını söylerdik. Eğer Hazret-i İsa çıkacak olursa, hem Allah'ın Resûlünden önce, hem sonra gelmiş olur" dedi. İbnu'l-Enbârî el-Mesâhif te, Ebû Abdirrahman es-Sülemî'nin şöyle dediğini bildirir: Hasan ve Hüseyin'in yanındayken, Ali b. Ebî Tâlib oradan geçti, ben o sırada Hasan ve Hüseyin'e bu âyeti (.....) şeklinde okutuyordum. Hazret-i Ali, onlara bu âyeti (.....) şeklinde okut" dedi. 41"Ey Mü’minlerı Allah'ı çok anın." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Ey Mü’minler! Allah'ı çok anın" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah, koyduğu bütün farzlara bir sınır tesbit etmiş, sonra bir özürden dolayı bu farzı yerine getiremeyenlerin özrünü kabul etmiştir. Sadece Allah'ı anmaya belli bir sınır koymamıştır ve Allah'ı anma hususunda delilerden başka hiçbir kimsenin özürünü kabul etmemiştir. Kulların, Allah'ı ayakta iken, otururken, yatarken, gece ve gündüz, karada ve denizde, yolcu iken, mukim İken, zenginlikte ve fakirlikte, hastayken ve sıhhatliyken, gizlice ve açıktan ve her durumda zikretmesini emrederek: "Onu sabah akşam tesbih edin" buyurmuştur. Eğer böyle yaparsanız, Allah size merhamet eder, melekler de istiğfar ederler. Yüce Allah, "Karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size rahmet ve istiğfar eden Allah ve melekleridir..." buyurmaktadır. İbn Ebî Hâtim'in Mukâtil'den bildirdiğine göre "Ey Mü’minler! Allah'ı çok anın" âyeti: "Onu, dille, tesbih ederek, tekbir getirerek, tehlille, hamd ile her durumda zikrediniz, "Onu sabah akşam tesbih edin" âyeti: "Allah için sabah akşam namaz kılınız" mânâsındadır. Ahmed, Tirmizî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Saîd el-Hudri der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyamet günü, hangi kullar Allah katında derece bakımından daha üstündür?" diye sorulunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ı çokça zikredenler" buyurdu. Ben: "Ey Allah'ın Resûlü! Allah'ı çokça zikreden, Allah yolunda savaşandan da mı daha üstündür?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer Allah yolunda savaşan kılıcı kırılana ve kendisi de kanlar içinde kalıncaya kadar kılıç sallasa, yine de Allah'ı zikreden derece bakımından bu kişiden daha üstündür" cevabını verdi. Ahmed, Müslim ve Tirmizî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Müferridler öne geçti" buyurunca, sahabe: "Ey Allah'ın Resûlü! Müferridler nedir?" diye sordular, bunun üzerine Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ı çokça zikredenlerdir" buyurdu. Ahmed ve Taberânî'nin Muâz'dan bildirdiğine göre bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hangi mücahitlerin ecri daha büyüktür?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ı en çok zikreden" cevabını verdi. Adam: "Hangi oruç tutanların ecri daha büyüktür?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ı en çok zikreden" cevabını verdi. Sonra adam namazı, zekatı, haccı ve sadakayı zikrederek aynı soruyu sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün sorulara: "Allah'ı en çok zikreden" cevabını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Ebû Bekr, Hazret-i Ömer'e: "Ey Ebû Hafs! Zikredenler bütün hayırları alıp götürdüler" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet" karşılığını verdi. İbn Ebî Şeybe ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Muâz b. Cebel der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber Medine'nin kenarındaki Duff ile Cümdân arasında yürürken Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Muâz, önde gidenler nerede?" diye sordu. Ben: "Kimi geçip gitti, kimi de geride kaldı" cevabını verdim. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kendilerini Allah'ın zikrine verip başka hiçbir şeyle uğraşmayan önde gidenler nerede? Cennet bahçelerinde dolaşmak isteyen, Allah'ı çokça zikretsin" buyurdu. Taberânî'nin bildirdiğine göre Enes'in annesi: "Ey Allah'ın Resûlü! Bana tavsiyede bulun" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Günahlardan uzaklaş. Günahlardan uzaklaşmak en üstün hicrettir. Farzlara devam et, böyle yapmak en üstün cihattır. Allah'ı çokça zikret, Allah'ın huzuruna, onu çokça anmaktan daha sevilen bir şeyle çıkamazsın" buyurdu. Taberânî M. el-Evsat'ta, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ı çokça zikretmeyen imandan uzak olur" buyurduğunu nakleder. Ahmed, Ebû Ya'lâ, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî'nin Ebû saîd el- Hudrî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Size: «Bu deli» denilecek kadar Allah'ı çok zikredin" buyurdu. Taberânî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Münafıklar size: «Gösteriş yapıyorsunuz» diyecek kadar Allah'ı çok zikredin" buyurdu. Abdullah b. Ahmed, Zühd'ün zevâidinde, Ebu'l-Cevzâ'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Münafıklar size: «Gösteriş yapıyorsunuz» diyecek kadar Allah'ı çok zikredin" buyurduğunu nakleder. 42"Ve O'nu sabah-akşam tesbih edin." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen, Sabah-akşam'dan kastedilen, sabah ve ikindi namazıdır. Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in Ebu'l-Âliye'den bildirdiğine göre âyette geçen, akşam kelimesinden kastedilen, ikindi namazıdır. Ahmed, Zühd'de, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kudsî bir hadiste: "Beni sabah namazından sonra bir saat ve ikindi namazından sonra bir saat zikret, ben de, arada kalan zamanlar için sana kafi olayım" buyurduğunu nakleder. Ahmed, Ebû Umâme'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "(Sabah namazından sonra) Güneş çıkıncaya kadar oturup Allah'ı zikretmem, tekbir getirmem, hamdetmem, tesbih edip tehlil etmem, benim için İsmâiloğullarından iki köle veya daha fazlasını azad etmemden daha sevgilidir. İkindi namazından sonra güneş batıncaya kadara oturup bu dediklerimi yapmam, benim için İsmâiloğullarından dört köle veya daha fazlasını azad etmemden daha sevgilidir. Ahmed, Taberânî ve Hâkim'in Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Sizden hiç kimse, Allah için bin iyilik yapmayı terk etmesin. Sabahladığı zaman yüz defa: «Sübhanallahi ve bihamdihi» desin. Bunu söylemek bin sevaba karşılıktır. İnşallah bu kişi, o günde bu kadar (bin tane) günah işlemez. Bunun dışında yaptığı iyilikler de sevaplarını daha da çoğaltmış olur." Ahmed ve Taberânî'nin Muâz b. Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Sübhanallahilazîm diyen kişi için Cennette bir fidan biter. Kur'ân'ın hepsini okuyup onunla amel edenin anne babasına, Yüce Allah, kıyamet günü ay ışığından daha çok ışık saçan bir taç giydirir" İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): " Sübhanallahilazîmi ve bihamdihi, sözünü söylemeye bakınız. Bu iki kelime birbirine bağlıdır" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe'nin Câbir'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim, «Sübhanallahilazîm» derse, Cennette kendisi için bir hurma ağacı -veya ağaç-dikilir" buyurdu? İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, İbn Mâce ve İbn Hibbân'ın Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Günde yüz defa: «Sübhanallahi ve bihamdihi» derse, günahları deniz köpüğü kadar çok olsa bile bağışlanır." İbn Ebî Şeybe, Hilâl b. Yesâf'ın şöyle dediğini bildirir: Hemdân kabilesinden bir kadın, Allah'ı tesbih ediyor ve yaptığı tesbihleri de çakıl veya hurma çekirdeğiyle sayıyordu. Abdullah, bu kadına: "Sana bundan daha hayırlısını bildireyim mi? Allahu Ekber Kebîrâ, ve Sübhanallahi bukreten ve asîlâ (=Allah büyüklerin en büyüğüdür. Sabah akşam her an tesbihimiz Allah'adır) dersin" dedi. ..." İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Müslim, Tirmizî ve İbn Hibbân'ın bildirdiğine göre Sa'd der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraberken: "Sizden biri günde bin sevap kazanmaktan aciz mi?" diye sorunca, bir adam: "Kişi günde nasıl bin sevap kazanır?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yüz defa Allah'ı tesbih ederse, onun için bin sevap yazılır ve bin günahı silinir" buyurdu. 43"Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O'dur. Melekleri de size salât eder. Allah, müminlere karşı çok merhametlidir" Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamberi överler: Ey Mü’minler! Siz de onu övün, ona salât ve selam getirin" âyeti nazil olunca Hazret-i Ebû Bekr: "Ey Allah'ın Resûlü! Allah sana ne vermiş, bahşetmişse mutlaka bizi de ona ortak etmiştir" deyince, "Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O'dur. Melekleri de size salât eder. Allah, müminlere karşı çok merhametlidir" âyeti nazil oldu. Hâkim ve Beyhakî Delâil'de, Süleym b. Âmir'in şöyle dediğini bildirir: Bir adam Ebû Umâme'ye gelip: "Rüyamda, her girişinde, her çıkışında, her kalkışında ve her oturuşunda meleklerin sana salât ettiğini gördüm" deyince, Ebû Umâme: "Eğer isterseniz, melekler size de salât ederler" deyip: "Ey Mü’minler! Allah'ı çok anın" âyetini okudu. İbn Ebî Hâtim'in Ebu'l-Âliye'den bildirdiğine göre (.....) buyruğundaki salât, Yüce Allah'ın kulu övmesi, meleklerin salâtı ise dua etmesidir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: "Rab'in salât etmesi rahmet, meleklerin salâtı ise istiğfar etmesidir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre (.....) âyetinden kastedilen, Allah'ın bağışlaması, meleklerin ise müminler için istiğfar etmesidir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân'a: "Ey Allahım, Hazret-i İbrahim'e ve âline salât ettiğin gibi Hazret-iMuhammed'e ve O'nun âline salât et" duası sorulunca: "Yüce Allah, Muhammed ümmetine ikramda bulunmuş ve peygamberlere salât ettiği gibi onlara da salât etmiştir" deyip, (.....) âyetini okudu. Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O'dur. Melekleri de size istiğfar eder. Allah, müminlere karşı çok merhametlidir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "İsrâiloğulları, Hazret-i Mûsa'ya: "Rabbin salât eder mi?" diye sordular. Bu soru Hazret-i Mûsa'nın ağırına gidince, Yüce Allah ona: "Onlara salât ettiğimi ve salâtımın: "Rahmetim gazabımı geçmiştir" şeklinde olduğunu bildir. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mus'ab b. Sa'd der ki: "Kul: "Sübhanallah" dediği zaman melekler: "Ve bihamdihi" derler. Kul: "Sübhanallah ve bihamdihi" dediği zaman ise, melekler bu kula salât (dua) ederler." Abd b. Humeyd, Şehr b. Havşeb'in şöyle dediğini bildirir: İsrâiloğulları: "Ey Mûsa! Rabbine, salât edip etmediğini bizim İçin sor" dediler. Bu sözleri Hazret-i Musa'nın ağırına gidince, Yüce Allah: "Ey Mûsaî Kavmin sana ne soruyor" buyurdu. Hazret-i Mûsa kavminin sorduğu şeyi haber verince, Yüce Allah: "Evet. Benim salât ettiğimi ve salâtımın: "Rahmetim gazabımı geçmiştir" şeklînde olduğunu onlara bildir. Eğer böyle olmasaydı helak olurlardı" buyurdu. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Atâ b. Ebî Rabâh, (.....) âyetini açıklarken: "Allah'ın kullarına salâtı: "Subbûhun Kuddûsun, Rahmetim gazabımı geçer" şeklindedir" demiştir. İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Atâ b. Ebî Rabâh vasıtasıyla, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Cibril'e: «Rabbin salât eder mi?» diye sorduğumda, Cibril: «Evet» cevabını verdi. Ben: «Onun Salâh nedir?» diye sorunca ise Cibril: «Subbûhun Kuddûsun, Rahmetim gazabımı yener» şeklindedir" cevabını verdi. " İbn Merdûye'nin Abdullah b. ez-Zübeyr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Miraca çıktığı gece Cibrîl: "Rabbin salât eder" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Cibrîll Nasıl salât eder?" diye sorunca, Cibrîl: "Subbûhun Kuddusun, Rabbü'l-melâiketi verruh. (=Allâh bütün noksan sıfatlardan münezzeh ve mukaddestir. Meleklerin ve Rûh (Cebrâil)'in Rabbidir). Rahmetim gazabımı geçmiştir" şeklinde salât eder" cevabını verdi. 44"O'na kavuştukları gön müminlere yapılacak dirlik temennileri «Selam» demek olacaktır. Onlara cömertçe verilecek ecir hazırlamıştır" Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "O'na kavuştukları gün müminlere yapılacak dirlik temennileri "Selam" demek olacaktır. Onlara cömertçe verilecek ecir hazırlamıştır" âyetini: "Cennet ehlinin dirlik temennisi: "Selam" demek şeklinde olacaktır. Allah onlara ecir olarak Cenneti hazırlamıştır" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Şeybe Musannef’te, Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünyâ Zikru'l- Mevt'te, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da Berâ b. Âzib'in, "O'na kavuştukları gün müminlere yapılacak dirlik temennileri "Selam" demek olacaktır..." âyetini açıklarken: "Ölüm meleğiyle karşılaştıkları zaman, ölüm meleği ruhunu alacağı her mümine selam verir" dediğini bildirir. el-Mervezî el-Cenâiz'de, İbn Ebi'd-Dünyâ ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir.: "Ölüm meleği müminin ruhunu almak için gelince: "Rabbin sana selam söylüyor" der." 45Bkz. Ayet:48 46Bkz. Ayet:48 47Bkz. Ayet:48 48"Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Allah'ın izniyle, bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarak (gönderdik). İnananlara, Rablerinden büyük bir lütuf olduğunu müjdele. İnkarcılara, ikiyüzlülere itaat etme; eziyetlerine aldırma; Allah'a güven, güvenilecek olarak Allah yeter." İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Merdûye, Hatîb ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik" âyeti nazil olduğu zaman, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ali ve Muâz'ın Yemen'e gitmesini emretmiş: "Haydi gidiniz. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz, kolaylaşhrınız, zorlaştırmayınız. Çünkü bana: «Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik» âyeti nazil oldu" buyurdu. Yani: "Ümmetine şahit, Cennetle müjdeleyici ve Cehennem konusunda uyarıcı, Lâ ilâhe illalah sözüne davetçi ve nur saçan Kur'ân'la gönderdik." Ahmed, Buhârî, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî Delâil'de, Atâ b. Yesâr'ın şöyle dediğini bildirir: Abdullah b. Amr b. el-Âs'ı bulup: "Bana, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Tevrat'taki sıfatlarını bildir" deyince, Abdullah şöyle karşılık verdi: "Evet Vallahi Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Kur'ân'da geçen bazı sıfatları Tevrat'ta da geçmektedir ve şöyledir: "Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı ve ümmilere koruyucu olarak gönderdik. Sen benim kulum ve peygamberimsin. Senin adını el-Mütevekkil koydum. O, ne katı kalpli, ne de kaba biri değildir. Çarşı pazarda rastgele bağırıp çağırmaz. Kötülüğü kötülükle kaldırmaz, bilakis affeder, bağışlar." Hâkim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İrbâd b. Sâriye, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Babam, daha çamurunun toprağının içinde kıvrılıp dururken, ben Allah'ın kulu ve peygamberlerin sonuncusuydum. Size bunu açıklayacağım: Ben, babam İbrâhim'in duası, İsa'nın müjdesi, annemin rüyasıyım. Peygamberlerin anneleri böyle (rüya) görürler." Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) annesi Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) doğurunca, Şam saraylarını aydınlatan bir nur gördü." Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Allah'ın izniyle, bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak (gönderdik)" âyetlerini okudu. îbrt Cerîr, İkrime ve Hasan(ı Basrî'nin) şöyle dediğini bildirir: "Allah böylece, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar, sana olan nimetini tamamlar, seni doğru yola eriştirir" âyeti nazil olunca, mümin erkeklerden bazıları: "Ne mutlu sana ey Allah'ın Resûlü! Sana ne yapılacağını bildik. Acaba bize ne yapılacak?" dediler. Bunun üzerine: "İnanan erkek ve kadınları, içinde temelli kalacakları, içlerinden ırmaklar akan Cennetlere koyar, onların kötülüklerini örter. Allah katında büyük kurtuluş işte budur" âyeti ve: "İnananlara, Rablerinden büyük bir lütuf olduğunu müjdele" âyeti nazil oldu. Beyhakî Delâil'de, Rabî'den, Enes'in şöyle dediğini bildirir: "...benim ve sizin başınıza gelecekleri bilmem..." âyeti nazil olduktan sonra, "Allah böylece, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar, sana olan nimetini tamamlar, seni doğru yola eriştirir" âyeti nazil oldu. Sahabe: "Ey Allah'ın Resûlü! Sana ne yapılacağını öğrendik. Bize ne yapılacak?" diye sordular. Bunun üzerine, "İnananlara, Rablerinden büyük bir lütuf olduğunu müjdele" âyeti nazil oldu. Büyük lütuf, Cennettir. Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Utbe, Şeybe, Ebû Cehil ve başkaları (Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında) bir araya gelip: "Gökyüzünü üzerimize parça parça düşür veya gökyüzünden üzerimize yağmur yağdır" deyince Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu bana ait değildir. Ben size davetçi müjdeci ve uyarıcı olarak gönderildim" buyurdu. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Allah'ın izniyle, bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarak (gönderdik). İnananlara, Rablerinden büyük bir lütuf olduğunu müjdele. İnkarcılara, ikiyüzlülere itaat etme; eziyetlerine aldırma; Allah'a güven, güvenilecek olarak Allah yeter" âyetlerini şöyle açıkladı: "Biz seni, dini ümmetine tebliğ ettiğine dair bir şahid, Cennetle müjdeleyen bir müjdeci, Cehennemde yanacakları ikazıyla uyaran bir uyarıcı, insanları Allah'ın emriyle, Lâ ilâhe illallah şehadetine davet eden bir davetçi ve nur saçan, insanları kendisine çağırdığın Allah'ın Kitab'ıyla gönderdik." Âyetteki lütuftan kasıt Cennettir. Allah, peygamberine hiçbir kafir ve münafığa İtaat etmemesini, onların eziyetlerine sabretmesini emretmiştir. Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti: "Onlardan yüz çevir" mânâsındadır. 49"Ey Mü’minlerı Mümin kadınlarla nikahlanıp, onları; temasta bulunmadan boşadığınızda, artık onlar için size iddet saymaya lüzum yoktur. Kendilerine bağışta bulunarak onları güzellikle serbest bırakın!" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Ey Mü’minler! Mümin kadınlarla nikahlanıp, onları, temasta bulunmadan boşadığınızda, artık onlar için size iddet saymaya lüzum yoktur. Kendilerine bağışta bulunarak onları güzellikle serbest bırakın" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu, bir kadınla evlendikten sonra, ona dokunmadan boşayan kişi hakkındadır. Eğer bu kişi kadını bir talakla boşarsa, kadın boşanmış olur ve iddet beklemesine gerek kalmadan dilediği erkekle evlenebilir. Eğer kadına sıdâk (mehir) tayin edilmişse, bu durumda kadın mehrin yarısını alır. Eğer mehir tayin edilmemişse, adam bulunduğu maddi durumu göze alarak kadına bir şeyler verir. Güzellikle serbest bırakmak budur." Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde, bu âyet hakkında: "Nikahı yapılırken mehri tayin edilmeyen ve mehir şartı koşmayan kadının (temasta bulunmadan boşanması halinde) ne mehri, ne de iddeti vardır" demiştir. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer, "Ey Mü’minler! Mümin kadınlarla nikahlanıp, onları, temasta bulunmadan boşadığınızda, artık onlar için size iddet saymaya lüzum yoktur. Kendilerine bağışta bulunarak onları güzellikle serbest bırakın" âyetinin, "Eğer onlara mehir biçer de el sürmeden onları boşarsanız, kendileri veya nikah akdi elinde olan erkeğin bağışlaması hali müstesna biçtiğinizin yarısını verin, bağışlamanız Allah'tan sakınmaya daha uygundur. Aranızdaki iyiliği unutmayın. Allah şüphesiz işlediklerinizi görür" âyetiyle neshedilmiş olduğunu söyledi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb der ki: "Ey Mü’minler! Mümin kadınlarla nikahlanıp, onları, temasta bulunmadan boşadığınızda, artık onlar için size iddet saymaya lüzum yoktur. Kendilerine bağışta bulunarak onları güzellikle serbest bırakın" âyeti, "Eğer onlara mehir biçer de el sürmeden onları boşarsanız, kendileri veya nikah akdi elinde olan erkeğin bağışlaması hali müstesna biçtiğinizin yarısını verin, bağışlamanız Allah'tan sakınmaya daha uygundur. Aranızdaki iyiliği unutmayın. Allah şüphesiz işlediklerinizi görür" âyetiyle neshedilmiştir. Bu durumda kadın mehrinin yarısını alır ve başka bir şey alamaz." : Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî) ve Ebû'l-Âliye'nin, "Âyet neshedilmemiştir, mehrinin yarısını ve (boşanma bedeli olarak) mal (para) alır" dediğini bildirir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Her boşanan kadının, zifaf olsa da olmasa da, şart koşulsa da koşulmasa da, (boşanma bedeli olarak) mal alma hakkı vardır" dediğini bildirir. Abd b. Humeyd'in Hüseyin b. Sâbit'ten bildirdiğine göre bir adam Alî b. el- Hüseyin'e gelip: "Falan kadınla evlenirsen, benden boş olsun" diyen adamın durumunu sordu. Ali: "Bir şey gerekmez. Allah talaktan önce nikahı zikretmiş ve: "Ey Mü’minler! Mümin kadınlarla nikahlanıp, onları, temasta bulunmadan boşadığınızda, artık onlar için size iddet saymaya lüzum yoktur. Kendilerine bağışta bulunarak onları güzellikle serbest bırakın" buyurmuştur" cevabını verdi. Abd b. Humeyd'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre İbn Abbâs'a, "Falan kadınla evlenirsen, benden boş olsun" diyen adamın durumu sorulunca: "Bir şey gerekmez. Talak, nikaha malik olan kişi içindir" cevabını verdi. İbn Abbâs'a: İbn Mes'ûd: "Eğer talak için bir vakit tayin ederse, dediği vakit hanımı boş olur" derdi, denilince: "Allah Ebû Abdirrahman rahmet etsin. Eğer dediği gibi olsaydı yüce Allah: "Ey iman edenler, mümin kadınları boşadığınız, sonra nikahladığınız zaman" derdi. Halbuki, "Ey Mü’minler! Mümin kadınlarla nikahlanıp, onları, temasta bulunmadan boşadığınızda..." buyurmuştur" cevabını verdi. Abdurrezzâk Musannef’te, İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre İbn Abbâs, İbn Mes'ûd'un: "Kişi nikahlamadan boşarsa, bu talak geçerli olur" dediğini duyunca: "İbn Mes'ûd bu konuda yanılmıştır. Yüce Allah, "Ey Mü’minler! Mümin kadınlarla nikahlanıp, onları, temasta bulunmadan boşadığınızda..." buyurmaktadır. «Mümin kadınları boşadığınız, sonra nikahladığınız zaman» buyurmuyor" dedi. İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in, Tavus vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Ey Mü’minler! Mümin kadınlarla nikahlanıp, onları, temasta bulunmadan boşadığınızda..." âyetini okuduktan sonra: "Nikah olmadan talak olmaz" demiştir. İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Kişi: "Evleneceğim her kadın boştur" veya: "Eğer falanla evlenirsem boş olsun" derse, bunun bir geçerliliği yoktur. Yüce Allah, "Ey Mü’minler! Mümin kadınlarla nikahlanıp, onları, temasta bulunmadan boşadığınızda..." buyurduğu için talak, nikaha malik olan için geçerlidir." Sünen'de Beyhaki, Ikrime vasıtasıyla İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Eğer İbn Mes'ûd, "Kişi, «Eğer falanla evlenirsem boş olsun» derse, bu talak geçerli olur" demişse bu, bir âlimin yanılmasıdır. Çünkü Yüce Allah, Yüce Allah, "Ey Mü’minler! Mümin kadınlarla nikahlanıp, onları, temasta bulunmadan boşadığınızda..." buyurmaktadır, «mümin kadınları boşadığınız, sonra nikahladığınız zaman» buyurmuyor." Hâkim ve İbn Merdûye'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Talak, ancak nikahtan sonra, azad etme de ancak (köleye) malik olduktan sonra olur" buyurdu. Abdurrezzâk, Hâkim ve Sünen'de Beyhaki, Muâz b. Cebel'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Talak, ancak nikahtan sonra; azad etme de ancak (köleye) malik olduktan sonra olur" buyurduğunu nakletmiştir. Abdurrezzâk, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Merdûye'nin Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Evlenmediğin bir kadım boşaman geçerli değildir. Sahip olmadığın bir malı satman geçerli değildir ve malik olmadığın bir köleyi azat etmen geçerli olmaz. Senin olmayan şeyi adadığın takdirde bu adağı yerine getirmen gerekmez. Adak ancak Allah rızasını gözettiğin şeyde geçerlidir. Günah olan bir konuda yemin edenin yemini geçerli değildir. Akrabayla alakayı keseceğine yemin edenin yemini geçerli değildir." İbn Merdûye'nin Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evlenmediğin bir kadını boşaman geçerli değildir ve malik olmadığın bir köleyi azat etmen geçerli olmaz" buyurdu. İbn Mâce ve İbn Merdûye'nin Misver b. Mahreme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Nikahtan önce yapılan talak ve (köleye) malik olmadan Önce azad etme geçerli değildir" buyurdu. 50"Ey Peygamber! Muhakkak Biz sana meliklerini verdiğin hanımlarını, Allah'ın sana ganimet olarak verdiklerinden sağ elinin malik olduğu cariyeleri ve seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını ve bir de nefsini Peygamber'e bağışlayan mü'min kadını -eğer Peygamber onu nikâh etmek isterse- diğer mü'minler bir yana, yalnız sana has olmak üzere helâl kıldık. Biz mü'minlere eşleri ve malik oldukları cariyeleri hususunda neleri farz kıldığımızı biliyoruz. Sana darlık olmasın diye (böyle hükmettik). Allah mağfiret edendir, rahmet edendir." İbn Sa'd, İbn Râhûye, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hâni der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana talib oldu. Ancak ben ona özür beyan ettim, o da benim özrümü kabul etti. Daha sonra yüce Allah âyetin: "Ey Peygamber! Muhakkak Biz sana mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah'ın sana ganimet olarak verdiklerinden sağ elinin malik okluğu cariyeleri ve seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını... helal kıldık" kısmını indirdi. Ümmü Hâni der ki: "Onunla hicret etmediğim için ben ona helal değildim. Ben Tulakâ'dandım." İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye başka bir kanalla Ümmü Hani'nin şöyle dediğini bildirir: "Seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını... helal kıldık" âyeti benîm hakkımda nazil oldu. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) benimle evlenmek isteyince, hicret etmediğim için benimle evlenmesi yasaklandı." İbn Sa'd, Ümmü Hâni'nin azatlısı Ebû Salih'in şöyle dediğini bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hâni'e talip olunca, Ümmü Hâni: "Ey Allah'ın Resûlü! Kocamı kaybettim ve yanımda yetim olan küçük çocuklar var" dedi. Çocuklan büyüyünce ise Ümmü Hâni Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) evlenmeyi teklif etti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şimdi artık seninle evlenmem. Yüce Allah bana, «Ey Peygamber! Muhakkak Biz sana mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah'ın sana ganimet olarak verdiklerinden sağ elinin malik okluğu cariyeleri ve seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını...» helal kıldık» âyetini indirdi" buyurdu. Ümmü Hâni Muhacirlerden değildi. İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, bu âyetin, "Ey Peygamber! Muhakkak Biz sana mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah'ın sana ganimet olarak verdiklerinden sağ elinin malik okluğu cariyeleri ve seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını ve bir de nefsini Peygamber'e bağışlayan mü'min kadını -eğer peygamber onu nikâh etmek isterse- diğer mü'minler bir yana, yalnız sana has olmak üzere helâl kıldık" kısmını açıklarken şöyle dedi: "Allah, burada zikredilen kadınları Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) haram kıldı. Daha önce Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dilediği kadınla evlenebiliyordu ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dilediği kadınla evlenmesi, hanımlarına çok ağır geliyordu. Yüce Allah bu âyeti indirip, burada zikredenler dışındaki kadınlarla evlenmesini yasaklayınca, bu durum hanımlarının hoşuna gitti." Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid , "Ey Peygamber! Muhakkak Biz sana mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah'ın sana ganimet olarak verdiklerinden sağ elinin malik okluğu cariyeleri..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Âyetteki hanımlarından kasıt, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), âyet nazil olmadan önce evlendiği hanımlarıdır. Ücretten kasıt ise mehirdir. Sağ elinin malik olduklarından kasıt ise Yüce Allah'ın kendisine ganimet olarak nasib ettiği cariyelerdir." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Şa'bî, bu âyet hakkında der ki: "Yüce Allah, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e kendisiyle hicret eden amcasının kızlarıyla, halasının kızlarıyla, dayısının kızlarıyla, teyzesinin kızlarıyla evlenmesini helal kıldı ve başkalarıyla evlenmemesini istedi. Aynı zamanda kendi nefsini Peygamber'e bağışlayan mümine kadınla da evlenmesine ruhsat verdi." Firyâbî, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim bildirdiğine göre Mücâhid, "Bir de nefsini Peygamber'e bağışlayan mü'min kadını -eğer peygamber onu nikâh etmek isterse- diğer mü'minler bir yana, yalnız sana has olmak üzere helâl kıldık" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Eğer mümine kadın mehirsiz olarak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile evlenmek isterse, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) onunla evlenebilir. Çünkü mehirsiz evlenme sadece Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) helal kılınmıştır." İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Sünen'de Beyhaki, Hazret-i Âişe'nin: "Nefsini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bağışlayan kadın, Havle binti Hakîm'dir" dediğini bildirir. Abdurrezzâk, İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Urve'den bildirdiğine göre Havle binti Hakîm b. el-Evkas, kendini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bağışlayan kadınlardandı. İbn Sa'd'ın İkrime'den bildirdiğine göre "Bir de nefsini Peygambere bağışlayan mü'min kadın..." âyeti Ümmü Şerîk ed-Devsiyye hakkında inmiştir. İbn Sa'd'ın, Munîr b. Abdillah ed-Devsî'den bildirdiğine göre Ümmü Şerîk, Ğuzeyye binti Câbir b. Hakîm ed-Devsiyye'dir. Bu kadın güzeldi ve nefsini Peygamber'e bağışlayınca da Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu kabul etmiştir. Hazret-i Âişe: "Kendi nefsini bir erkeğe bağışlayan kadında hayır yoktur" deyince, Ümmü Şerîk: "Tamam ben öyleyim" karşılığını verdi. Allah onu mümine olarak adlandırmış ve "Bir de nefsini Peygamber'e bağışlayan mü'min kadın..." buyurmuştur. Bu âyet nazil olunca Hazret-i Âişe: "Allah senin arzunu çabucak yerine getiriyor" dedi. İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebî Hâtim'in Muhammed b. Ka'b, Ömer b. el-Hakem ve Abdullah b. Ubeyde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) on üç kadınla evlendi. Bunların altısı Kureyş'tendir: Hatice, Âişe, Hafsa, Ümmü Habîbe, Sevde ve Ümmü Seleme. Üçü Benî Âmir b. Sa'saa'dan, İki kadın Benî Hilâl b. Âmir'dendir: Meymûne binti'l-Hâris ve nefsini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bağışlayan kadındır. Zeyneb, miskinlerin annesidir. Bir kadın da Benî Bekrb. Kilâb'tandır. Bu kadın (Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarını dünya ve âhiret arasında muhayyer bırakınca) kendi nefsini tercih etmiştir. Bir kadın Benî Cevn'dendîr ve bu kadın, (Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine yaklaşınca) Allah'a sığınan kadındır. Zeyneb binti Cahş el-Esediyye de Peygamberimizin kendisiyle evlendiği hanımlardandır. Cariyeleri ise: Safiyye binti Huyey ve Cuveyriyye binti'l-Hâris el-Huzâiyye'dir. İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Taberânî'nin Ali b. el-Hüseyin'den bildirdiğine göre âyette kastedilen mümine kadın, kendini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bağışlayan Ümmü Şerîk el- Ezdiyye'dir. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre İbn Ebî Avn der ki: "Leyla binti'l-Hatîm, kendini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bağışlamıştır. Başka kadınlar da kendini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bağışlamış, ama bunlardan herhangi birini kabul ettiğini duymadık." ibn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in Şa'bî'den bildirdiğine göre kendini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bağışlayan kadın Ensar'dandı. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Sünende Beyhaki, İbn Abbâs'ın: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında, kendisini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bağışlayan kadın olmamıştır (Allah'ın Resûlü kendini bağışlayan hiçbir kadınla evlenmemiştir)" dediğini bildirir. Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l- Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb: "Allah'ın Resûlünden sonra, herhangi bir kişiye (erkeğe) kendini bağışlamak helal değildir" demiştir. Abdurrezzâk, İbn Sa'd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zührî ve İbrâhim, "Bir de nefsini Peygamber'e bağışlayan mü'min kadını - eğer peygamber onu nikâh etmek isterse- diğer mü'minler bir yana, yalnız sana has olmak üzere helâl kıldık..." âyetini açıklarken: "Allah'ın Resûlün'den sonra, kadının herhangi bir kişiye kendini bağışlaması helal değildir" demiştir. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Tâvus: "Kadının, mehirsiz olarak kendini bir erkeğe bağılaması, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dışında kimse için helal değildir" demiştir. İbn Ebî Şeybe'nin Mekhûl ve Zührî'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlünden sonra, kadının herhangi bir kişiye kendini bağışlaması helal değildir. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Şihâb der ki: "Kişinin, kızını mehirsiz olarak evlendirmesi helal değildir. Yüce Allah bunu sadece Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) has kılmıştır." Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atâ, kendini bir erkeğe bağışlayan kadın hakkında: "Mehirsiz sahih değildir, Mehirsiz olarak evlenmek sadece Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) has bir durumdu" demiştir. Buhârî ve İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre bir kadın Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü! Ben senin işine yarar mıyım?" diye sordu. Enes'in kızı: "Bu kadının hayâsı ne kadar da azdır!" deyincei Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bıı kadın senden daha hayırlıdır. Peygambere rağbet edip nefsini ona arzetti" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Urve der ki: "Ümmü Şerîk'in, kendini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bağışlayan ve saliha bir kadın olduğunu söylerdik." İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Bir de nefsini Peygamber'e bağışlayan mü'min kadını -eğer peygamber onu nikâh etmek isterse- diğer mü'minler bir yana, yalnız sana has olmak üzere helâl kıldık..." âyetinden kastedilen, Meymûne binti'l-Hâris'tir. Abdurrezzâk, İbn Sa'd, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in İkrime'den bildirdiğine göre kendini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bağışlayan kadın, Meymûne binti'l-Hâris'tir. Mâlik, Abdurrezzâk, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin Sehl b. Sa'd es-Sâidî'den bildirdiğine göre bir kadın Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek kendini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bağışladı ama Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) susup cevap vermedi. Bir adam: "Ey Allah'ın Resûlü! O kadına ihtiyacın yoksa onu bana nikahla" deyince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yanında bu kadına verebileceğin ne var?" diye sordu. Adam: "Yanımda sadece bir elbise var" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer elbiseni ona verirsen, sen elbisesiz kalırsın. Başka bir şeyler ara" buyurdu. Adam: "Bir şey bulamam" karşılığını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Demirden bir yüzük bile olsa bul" dedi ama adam onu da bulamadı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) adama: "Kur'ân'dan ezberinde olan bir şey var mı?" diye sorunca, adam: "Evet, falan falan sûreler ezberîmdedir" cevabını verip sûrelerin isimlerini saydı. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kur'ân'dan ezberinde olan sûreleri o kadına öğretme karşılığında o kadını sana nikahladım" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Bir de nefsini Peygamber'e bağışlayan mü'min kadını -eğer peygamber onu nikâh etmek isterse-" âyetini açıklarken: "Kadın nefsini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bağışladı, ama Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) kabul etmedi" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime, "Diğer mü'minler bir yana, yalnız sana has olmak üzere helâl kıldık..." âyetini: "Sadece sana helal kıldık, başkasına helal değildir. Bir kadın kendini bir erkeğe bağışlarsa, erkek ona (mehir olarak) bir şey vermedikçe ona helal olmaz" şeklinde açıkladı. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Diğer mü'minler bir yana, yalnız sana has olmak üzere helâl kıldık..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Kadının, velisinin izni olmadan ve mehir olmadan kendini bir erkeğe bağışlaması (onunla evlenmeyi kabul etmesi) caiz değildir. Bu sadece Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) has bir durumdur. İddia edildiğine göre bu âyet, meymûne bint el-Hâris hakkında inmiştir. Bu kadın kendi nefsini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bağışlamıştı." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Biz mü'minlere eşleri ve malik oldukları cariyeleri hususunda neleri farz kıldığımızı biliyoruz..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah, kadının ancak, velisinin izni, mehir ve şahitler huzurunda nikahlanmasını farz kıldı. Bir erkek ancak dört kadınla evlenebilir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Biz mü'minlere eşleri ve malik oldukları cariyeleri hususunda neleri farz kıldığımızı biliyoruz..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bir erkek dört kadından fazlasıyla evlenemez" demiştir. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer, "Biz mü'minlere eşleri ve malik oldukları cariyeleri hususunda neleri farz kıldığımızı biliyoruz..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bir erkek dört kadından fazlasıyla evlenemez" demiştir. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer, "Biz mü'minlere eşleri ve malik oldukları cariyeleri hususunda neleri farz kıldığımızı biliyoruz..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah onlara, ancak evlenecekleri kadının velilsinin izni ve iki şahit huzurunda evlenebileceklerini bildirdi" demiştir. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Biz mü'minlere eşleri ve malik oldukları cariyeleri hususunda neleri farz kıldığımızı biliyoruz..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah onlara, ancak evlenecekleri kadının velîsinin izni ve iki şahit huzurunda ve mehir vererek evlenebileceklerini bildirdi" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde, "Sana darlık olmasın diye (böyle hükmettik)..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah, bunu (kendini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bağışlayan kadınla mehirsiz evlenmeyi) Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) helal kılmıştır. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) daha önce ganimet olarak elde edilen cariyeleri taksim ediyordu" demiştir. İbn Ebî Şeybe'in bildirdiğine göre Şa'bî'ye: "Ebû Mûsa, Tuster'i fethettiği zaman esir alınan hamile kadınlarla cinsel ilişkiyi yasakladı ve: "Karılarının karnındaki çocuklarında müşrik erkeklere ortak olmayın. Zira böylesi bir kadınla kurulan ilişkide akıtılan meni cenin halindeki bu çocuğu etkiler ve onu değiştirir" dedi. Bu hükmü kendi görüşüyle mi verdi yoksa, Allah'ın Resûlün'den gelen bir rivayete dayanarak mı?" diye sorulunca, Şa'bî şöyle karşılık verdi: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Evtâs günü, (esirlerden ganimet olarak alınan ve) hamile olan kadın doğum yapmadan, hamile değilse, (adet görüp) temizlenene (ve hamile olup olmadığı anlaşılıncaya) kadar ilişki kurulmasını yasakladı." İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Taberânî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hamile olan cariyeyle ilişki kur'ân bizden değildir" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Dârimî, Ebû Dâvud, İbn Menî, el-Beğavî, el-Bâverdî, İbn Kâni, Beyhakî ve Diyâ, Tuceyb'in azatlısı Merzûk'tan, el-Henaş el-San'ânî'nin şöyle dediğini bildirir: Ruveyfi' b. Sâbit el-Ensârî ile beraber Mağrib tarafına gazaya çıktık ve Cerbe adında bir kasabayı fethettik. Ruveyfi', kalkıp bize şöyle dedi: "Size, sadece Allah'ın Resûlü'nden duyduğumu söyleyeceğim. Hayber günü Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize: «Allah'a ve ahiret gününe inanan, kendi suyuyla (döl suyuyla) başkasının ekinini sulamasın» buyurdu." İbn Ebî Şeybe'nin Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Tuster fethedildiği zaman, Ebû Mûsa esir olarak cariyeler elde etmişti. Hazret-i Ömer ona şöyle yazdı: "Esir alınan hamile kadın doğum yapıncaya kadar onunla ilişki kurarak karılarının karnındaki çocuklarında Müşrik erkeklere ortak olmayın. Zira böylesi bir kadınla kurulan ilişkide akıtılan meni cenin halindeki bu çocuğu etkiler ve onu değiştirir." İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ali: "Hamile olan kadın doğum yapmadan veya bir hayız müddeti geçip temizlenmeden onunla ilişki kurulmasını yasaklamıştır" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Tâvus der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gazvesinde, bir münadinin: "Hiçbir erkek, hamile olan kadın doğum yapmadan, hamile olmayan (esir) kadın da bir hayız müddeti geçirip temizlenmeden onunla ilişki kurmasın" diye seslenmesini emretti. İbn Ebî Şeybe'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber günü, hamile olan (esir) kadınlar doğum yapmadan onlarla ilişki kurulmasını yasakladı. 51"Bunlardan istediğini bırakır, istediğini yanma alabilirsin. Sırasını geri bırakmış olduklarından da arzu ettiğini yanma almanda sana bir sorumluluk yoktur. Bu onların gözlerinin aydın olmasını, üzulmemelerini, hepsine verdiğin şeylere razı olmalarını daha iyi sağlar. Allah kalblerinizde olanı bilir; Allah bilendir, Halim olandır." İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Kimi dilersen geri bırakabilirsin" mânâsındadır. İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Bunlardan istediğini bırakır..." âyetinden kastedilenler, müminlerin anneleri olan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarıdır. Yani Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), hanımlarından dilediğini boşayabileceği dilediğini yanında tutabileceği bildirilmiştir. "Sırasını geri bırakmış olduklarından da arzu ettiğini yanına almanda sana bir sorumluluk yoktur. Bu onların gözlerinin aydın olmasını, üzülmemelerini, hepsine verdiğin şeylere razı olmalarını daha iyi sağlar. Allah kalblerinizde olanı bilir; Allah bilendir, Halim olandır" âyetinden kastedilen: Yüce Allah'ın, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), amca, hala, dayı ve teyze kızlarından helal kıldığı kadınlardır, "...seninle beraber hicret eden ..." âyeti ise: "Yanındaki kadınlardan biri vefat ederse veya boşarsan, vefat eden veya boşadığın hanımların yerine senin için helal kıldıklarımdan alabilirsin. Yanındaki hanımların sayısını arttırman ise helal değildir" mânâsındadır. İbn Merdûye'nin Mücâhid'den bildirdiğine göre Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dokuz hanımı vardı. Hanımları, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerini boşamasından endişe edip: "Ey Allah'ın Resûlü! Nefsinden ve malından bize dilediğini ver ve bizi boşama" deyince, "Bunlardan istediğini bırakır, istediğini yanına alabilirsin. Sırasını geri bırakmış olduklarından da arzu ettiğini yanına almanda sana bir sorumluluk yoktur. Bu onların gözlerinin aydın olmasını, üzülmemelerini, hepsine verdiğin şeylere razı olmalarını daha iyi sağlar. Allah kalblerinizde olanı bilir; Allah bilendir, Halim olandır" âyeti nazil oldu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) eşit olarak gün ayırdığı hanımları beş taneydi: Hazret-i Âişe, Hafsa, Ümmü Seleme, Zeyneb ve Ümmü Habîbe. Sırası geri bırakılanlar ise dört taneydi: Cuveyriyye, Meymûne, Sevde ve Safiyye. İbn Merdûye'nin Saîd b. el-Müseyyeb'den, onunda Havle binti Hakîm'den bildirdiğine göre Havle, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) evlenip sırasını geri bıraktığı (diğer beş hanımı gibi eşit zaman ayırmadığı) hanımlarındandır. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre İbn Ka'b el-Kurazî der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ailesine zamanını ayırmada serbest bırakılmıştı. Günleri hanımları arasında dilediği gibi taksim ederdi. "Bu onların gözlerinin aydın olmasını, üzülmemelerini, hepsine verdiğin şeylere razı olmalarını daha iyi sağlar..." âyeti, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle yapmasının Allah tarafından verilmiş bir izinle olduğunu anlamalarının üzülmelerine engel olacağını bildirmektedir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde âyet hakkında şöyle demiştir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), hanımları arasında eşit şekilde günleri taksim etme konusunda zorunluluk getirilmemişti. Hanımları arasında günleri dilediği gibi taksim ediyordu. "Bu onların gözlerinin aydın olmasını, üzülmemelerini, hepsine verdiğin şeylere razı olmalarını daha iyi sağlar..." âyeti buna işaret etmektedir. Abd b. Humeyd'in Şa'bî'den bildirdiğine göre Ensar'dan bir kadın kendi nefsini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bağışlamıştı ve bu kadın Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sırasını geri bıraktığı (kendisine eşit gün ayırmadığı) hanımlarındandı. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kadına talib olduğunda, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) O kadınla evlenip evlenmeyeceği belli olmadan başka bir kişinin o kadını istemesi caiz değildi. Ahmed, Buhârî, Müslim, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Aişe der ki: Kendini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bağışlayan kadınları kıskanır ve: "Hiç, bir kadın kendini hiber eder mi?" derdim. "Bunlardan istediğini bırakır, istediğini yanına alabilirsin. Sırasını geri bırakmış olduklarından da arzu ettiğini yanına almanda sana bir sorumluluk yoktur" âyeti nazil olunca: "Vallahi, Rabbinin senin arzunu hemen yerine getirdiğini görüyorum" dedim. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: "Bir kadın, nefsini bir erkeğe bağışlamaktan utanmaz mı?" derdi. Yüce Allah, Peygamber'in hanımları hakkında, "Bunlardan istediğini bırakır, istediğini yanına alabilirsin. Sırasını geri bırakmış olduklarından da arzu ettiğini yanına almanda sana bir sorumluluk yoktur..." âyetini indirince, Hazret-i Âişe: "Görüyorum ki, Rabbin senin arzunu hemen yerine getiriyor" dedi. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: "Bunlardan istediğini bırakır, istediğini yanına alabilirsin. Sırasını geri bırakmış olduklarından da arzu ettiğini yanına almanda sana bir sorumluluk yoktur" âyeti nazil olunca: "Rabbin senin isteğini hemen yerine getiriyor" dedim. İbn Sa'd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Sünen'de Beyhaki, Şa'bî'nin şöyle dediğini bildirir: "Kendini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bağışlayan kadınlar vardı. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bunlardan bazılarıyla zifafa girmiş, bazılarına ise vefat edene kadar yaklaşmamıştır. Bu kadınlar da Allah'ın Resûlü'nden sonra evlenmemişlerdir. Bunlardan biri de Ümmü Şerîk'tir. Yüce Allah'ın, "Bunlardan istediğini bırakır, istediğini yanına alabilirsin. Sırasını geri bırakmış olduklarından da arzu ettiğini yanına almanda sana bir sorumluluk yoktur" âyeti buna işaret etmektedir." İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Rezîn der ki: Allah'ın Resûlü, hanımlarından bazılarını boşamak istedi. Bunu gören hanımları: "Bizi boşama, buna karşılık bize istersen davran, malından ve kendinden bize dilediğini ayır" dediler. Bunun üzerine, "Bunlardan istediğini bırakır, istediğini yanına alabilirsin. Sırasını geri bırakmış olduklarından da arzu ettiğini yanına almanda sana bir sorumluluk yoktur" âyeti nazil oldu. Bu âyet Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) dilediği hanımından uzak durabileceğini bildirince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem). bazı hanımlarını geri bıraktı bazılarını yanına aldı. Sırasını geride bıraktığı hanımları arasında, Meymûne, Cuveyriyye, Ümmü Habîbe, Safiyye ve Sevde de vardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunlara dilediği kadar zaman ayırır ve malından da dilediği kadar verirdi. Yanına aldığı hanımları arasında ise, Hazret-i Âişe, Hafsa, Ümmü Seleme ve Zeyneb vardı. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bunlara eşit zaman ayırır ve malından bunlara eşit olarak verirdi." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Şihâb, "Bunlardan istediğini bırakır, istediğini yanına alabilirsin..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu, Yüce Allah'ın, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), hanımlarını terbiye etmesi için verdiği bir emirdir. Bunun sebebi onların mutlu olmaları ve içinde bulundukları yaşam şartlarına razı olmaları içindir. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarını muhayyer bırakıp, hanımları da âhireti tercih edince, hanımlarından herhangi birinden uzak durduğunu bilmiyoruz." İbn Sa'd'ın, Sa'lebe b. Ebî Mâlik'ten bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarından bazılarını boşamak isteyince, onlar kendilerinden dilediğini tercih etmede muhayyer bıraktılar. Bunun üzerine, "Bunlardan istediğini bırakır, istediğini yanına alabilirsin..." âyeti nazil oldu. Firyâbî, İbn Sa'd, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Bunlardan istediğini bırakır, istediğini yanına alabilirsin. Sırasını geri bırakmış olduklarından da arzu ettiğini yanına almanda sana bir sorumluluk yoktur" âyetini: "Bunlardan dilediğine, onu boşamadan sırasını geride bırakır, dilediğini de kendine yakın tutarsın. Sırasını geride bıraktığın hanımını da İstediğin zaman yanına alabilirsin" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre kelimesi: "Geride bırakmak" mânâsındadır. İbrt Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarını boşamıyor, sadece onlardan uzak duruyordu" demiştir. Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: "Bunlardan istediğini bırakır, istediğini yanına alabilirsin. Sırasını geri bırakmış olduklarından da arzu ettiğini yanına almanda sana bir sorumluluk yoktur" âyeti nazil olduktan sonra, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) sırası gelen hanımlarının bazılarından izin istiyordu." (Muâze el-Adeviyye der ki) Ben: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) senden böyle bir istekte bulununca ne diyordun?" diye sorunca, Hazret-i Âişe: "Eğer bu iş bana kaldıysa ben kimseyi kendime tercih edemem diye cevap verirdim" karşılığını verdi." 52"Bundan sonra sana hiçbir kadın, cariyelerin bir yana, güzellikleri ne kadar hoşuna giderse gitsin, hiçbirini boşayıp başka bir eşle değiştirmen helal değildir. Allah her şeyi gözetmektedir." Rûyânî, Dârimî, Abdullah b. Ahmed Müsned'in zevâidinde, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Diyâ el-Muhtâre'de, Ensar'dan bir kişi olan Ziyâd'ın şöyle dediğini bildirir: Ubey b. Ka'b'a: "Eğer Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımları vefat etseydi, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) evlenmesi helal olmaz mıydı?" diye sordum. Ubey: "Ona hangi şey engel olacak ki!" karşılığını verince, ben: "Bundan sonra sana hiçbir kadın, cariyelerin bir yana, güzellikleri ne kadar hoşuna giderse gitsin, hiçbirini boşayıp başka bir eşle değiştirmen helal değildir..." âyeti" dedim. Ubey: "Allah ona hangi kadınlarla evlenebileceğini bildirip, bu kadınların vasıflarını, "Ey Peygamber! Muhakkak Biz sana mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah'ın sana ganimet olarak verdiklerinden sağ elinin malik olduğu cariyeleri ve seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını ve bir de nefsini Peygambere bağışlayan mü'min kadını -eğer peygamber onu nikâh etmek isterse- diğer mü'minler bir yana, yalnız sana has olmak üzere helâl kıldık..." âyetiyle saymış, sonra, "Bundan sonra sana hiçbir kadın, cariyelerin bir yana, güzellikleri ne kadar hoşuna giderse gitsin, hiçbirini boşayıp başka bir eşle değiştirmen helal değildir" buyurarak, önceki âyette vasıfları sayılanlar dışındaki kadınlarla evlenemeyeceğini bildirmiştir. Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Bundan sonra sana hiçbir kadın, cariyelerin bir yana, güzellikleri ne kadar hoşuna giderse gitsin, hiçbirini boşayıp başka bir eşle değiştirmen helal değildir. Allah her şeyi gözetmektedir" âyetiyle, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), iman edip hicret eden kadınlardan başka diğer kadınlarla evlenmesi yasaklanmıştı. Allah, iman etmiş cariyeleri ve kendini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) hibe eden kadını Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) helal kılmıştır. İslam'dan başka her dinden kadını da haram kılarak, "Ey Peygamber! Muhakkak Biz sana mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah'ın sana ganimet olarak verdiklerinden sağ elinin malik olduğu cariyeleri ve seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını ve bir de nefsini Peygambere bağışlayan mü'min kadını -eğer peygamber onu nikâh etmek isterse- diğer mü'minler bir yana, yalnız sana has olmak üzere helâl kıldık..." buyurmuştur. Ebû Dâvud Nâsih'te ve İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre İkrime bu âyeti: "Yüce Allah'ın, «Sadece amcanın kızları, halalarının kızları, dayının kızları ve teyzelerinin kızları senin için helaldir» buyruğunda sonra başkalarıyla evlenemezsin" şeklinde açıklardı. Firyâbî, Ebû Dâvud ve İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Bundan sonra sana hiçbir kadın, cariyelerin bir yana, güzellikleri ne kadar hoşuna giderse gitsin, hiçbirini boşayıp başka bir eşle değiştirmen helal değildir..." âyetinde kastedilen kadınlar, Kitab ehlinin kadınlarıdır. Firyâbî, Saîd b. Mansûr, İbn Sa'd ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Bundan sonra sana hiçbir kadın, cariyelerin bir yana, güzellikleri ne kadar hoşuna giderse gitsin, hiçbirini boşayıp başka bir eşle değiştirmen helal değildir..." âyeti: "Sana, amcanın kızları, halalarının kızları, dayının kızları, teyzelerinin kızları ve nefsini Peygambere bağışlamış mümine olan kadınlarla evlenebileceğini açıkladıktan sonra, başka kadınlarla evlenmen helal değildir" mânâsındadır. Yüce Allah, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), sayılan bu sınıftan kadınların dilediği kadarıyla evlenmesini helal kıldı. Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Bundan sonra sana hiçbir kadın, cariyelerin bir yana, güzellikleri ne kadar hoşuna giderse gitsin, hiçbirini boşayıp başka bir eşle değiştirmen helal değildir" âyetinde kastedilen kadınlar Hıristiyan değil, Yahudi kadınlarıdır. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu kişilerle evlenmesinde bir sakınca yoktur. Cariyelerden kasıt ise Hıristiyan ve Yahudi olan kadınlardır. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bunları satın almasında bir sakınca yoktur. Abd b. Humeyd, Saîd b. Cübeyr'in: "Bundan sonra sana hiçbir kadın, cariyelerin bir yana, güzellikleri ne kadar hoşuna giderse gitsin, hiçbirini boşayıp başka bir eşle değiştirmen helal değildir" âyetinde kastedilen kadınların Yahudi ve Hıristiyan kadınlar olduğunu söylediğini bildirir. İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Bundan sonra sana hiçbir kadın, cariyelerin bir yana, güzellikleri ne kadar hoşuna giderse gitsin, hiçbirini boşayıp başka bir eşle değiştirmen helal değildir" âyetiyle, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) âyet nazil olmadan önceki eşlerinden başka kadınlarla evlenmesi yasaklandı. İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Bundan sonra sana hiçbir kadın, cariyelerin bir yana, güzellikleri ne kadar hoşuna giderse gitsin, hiçbirini boşayıp başka bir eşle değiştirmen helal değildir..." âyetiyle, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarının, başkalarıyla evlenmelerini yasakladığı gibi, kendisinin de başka kadınlarla evlenmesini yasakladı. Ebû Dâvud Nâsih'te, İbn Merdûye ve Sünen'de Beyhakî Enes'in şöyle dediğini bildirir: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarını muhayyer bırakınca, onlar Allah'ı ve Resûlünü tercih ettiler. Bunun üzerine Yüce Allah Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) başka kadınlarla evlenmesini, "Bundan sonra sana hiçbir kadın, cariyelerin bir yana, güzellikleri ne kadar hoşuna giderse gitsin, hiçbirini boşayıp başka bir eşle değiştirmen helal değildir" âyetiyle yasakladı." İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre İkrime der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarını muhayyer bırakınca, onlar Allah'ı ve Resûlünü tercih ettiler. Bunun üzerine Yüce Allah, "Bundan sonra sana hiçbir kadın, cariyelerin bir yana, güzellikleri ne kadar hoşuna giderse gitsin, hiçbirini boşayıp başka bir eşle değiştirmen helal değildir" âyetini indirdi. Yani: "Senin için seçtiğim ve nikahın altında bulunan dokuz hanımından başkasıyla evlenmen sana haram kılınmıştır" buyurdu. İbn Sa'd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ümmü Seleme der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat etmeden önce, Yüce Allah kendisine mahrem olmayan bütün kadınlarla evlenmesini helal kıldı. Bunlardan istediğini bırakır, istediğini yanına alabilirsin. Sırasını geri bırakmış olduklarından da arzu ettiğini yanına almanda sana bir sorumluluk yoktur" âyeti buna işaret etmektedir. Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Sa'd, Ahmed, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud Nasih'te, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhaki, Atâ vasıtasıyla, Hazret-i Âişe'nin şöyle dediğini bildirir: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat etmeden önce, Yüce Allah kendisine mahrem olmayan bütün kadınlarla evlenmesini helal kıldı. Bunlardan istediğini bırakır, istediğini yanına alabilirsin. Sırasını geri bırakmış olduklarından da arzu ettiğini yanına almanda sana bir sorumluluk yoktur" âyeti buna işaret etmektedir." İbn Sa'd, İbn Abbâs'tan aynı rivâyette bulunmuştur. İbn Sa'd, Ebû Bekr b. Abdirrahman b. el-Hâris b. Hişâm'ın, "Bundan sonra sana hiçbir kadın, cariyelerin bir yana, güzellikleri ne kadar hoşuna giderse gitsin, hiçbirini boşayıp başka bir eşle değiştirmen helal değildir..." âyetini açıklarken: "Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyetle, nikahı altında bulunan kadınlardan başkasıyla evlenmesi yasaklandı ve bu âyet indikten sonra başka kadınla evlenmedi" dediğini bildirir. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Süleyman b. Yesâr der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Kindeli (Numân ibn Şürâhil el- Cevn el-Kindiyye'nin kızı) kadınla evlenince ve Ümmü Şerîk kendi nefsini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bağışlayınca, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımları: "Allah'ın Resûlü yabancılarla evlendi ve bize ihtiyacı kalmadı" dediler. Bunun üzerine yüce Allah, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), yanındaki hanımlardan başkasıyla evlenmesini yasaklayan âyeti indirdi. Allah'ın Resûlü'ne, kendisiyle hicret eden amca kızları, hala kızları, dayı kızları ve teyze kızlarını ona helal kıldı. Bunlar dışında, cariyelerden başkasını ona haram kıldı. Sadece mümine bir kadın gelip kendi nefsini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bağışlarsa onunla evlenebileceğini bildirdi. Bu kadın da Ümmü Şerîk'tir. Saîd b. Mansûr, İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Rezîn, "Bundan sonra sana hiçbir kadın, cariyelerin bir yana, güzellikleri ne kadar hoşuna giderse gitsin, hiçbirini boşayıp başka bir eşle değiştirmen helal değildir" âyetinde kastedilenin, esir alınanlar dışındaki müşrik kadınlar olduğunu söylemiştir. Bezzâr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: Cahiliye döneminde, bir kişi diğerine: "Sen bana hanımını ver, ben de sana hanımımı vereyim ve değişelim", veya "Sen hanımını bırak ben alayım, ben de hanımımı bırakayım sen a!" deyip hanımlarını değiştirirlerdi. Bunun üzerine, "Güzellikleri ne kadar hoşuna giderse gitsin, hiçbirini boşayıp başka bîr eşle değiştirmen helal değildir" âyeti indi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında Hazret-i Âişe varken, Uyeyne b. Hısn el-Fezârî izin almadan yanına girince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "İzin almak yok mu?" dedi. Uyeyne: "Ey Allah'ın Resûlü! Kendimi bildim bileli Ensâr'dan olan hiç kimseden, yanına girmek için izin almadım" deyip: "Yanındaki bu kırmızı tenli (Humeyrâ) kim?" diye sordu. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu, müminlerin annesi Âişe'dir" cevabını verince, Uyeyne: "Senin için yaratılmışların en güzelini (kadınını) bırakayım mı?" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Uyeyne! Yüce Allah bunu yasakladı" karşılığını verdi. Uyeyne çıkınca Hazret-i Âişe: "Bu kimdir?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "İtaat edilen bir ahmaktır ve gördüğün gibi kavminin efendisidir" cevabını verdi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem, "Güzellikleri ne kadar hoşuna giderse gitsin, hiçbirini boşayıp başka bir eşle değiştirmen helal değildir..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Cahiliye döneminde, kişi hanımı güzel olan birine: "Hanımını hanımımla değiştirir misin? Buna karşılık ben de sana bir cariye veririm" derdi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abdullah b. Şeddâd, "...hiçbirini boşayıp başka bir eşle değiştirmen helal değildir..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu âyet, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarını boşamasıyia ilgilidir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onları başka bîr eşle değiştirmesi helal değildi. Bu âyet nazil olduktan sonra da Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dilediği kadar hanımla evlenebiliyordu. Bu âyet nazil olduğu zaman nikahı altında dokuz hanımı vardı. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) daha sonra Ümmü Habibe binti Ebî Süfyân ve Cüveyriyye binti'l-Hâris ile evlendi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Alî b. Zeyd vasıtasıyla, Hasan'ın, "...hiçbirini boşayıp başka bir eşle değiştirmen helal değildir..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: "Yüce Allah, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ettiği zaman nikahı altında bulunan dokuz hanımıyla yetinmesini emretti." Ali der ki: "Bunu, Ali b. el-Hüseyin'e bildirdiğimde: "Eğer Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) isteseydi başkalarıyla da evlenebilirdi" cevabını verdi. Abd b. Humeyd'in lafzı ise: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) başka hanımlarla da evlenmeye hakkı vardı" şeklindedir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik der ki: "... hiçbirini boşayıp başka bir eşle değiştirmen helal değildir..." âyeti nazil olduğu zaman, dilediği kadar kadınla evlenebiliyordu." Abd b. Humeyd'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, "Koruyan" mânâsındadır. 53Bkz. Ayet:54 54"Ey Mü’minler! Peygamberin evlerine, yemeğe çağırılmaksızın vakitli vakitsiz girmeyin; fakat davet edilseniz girin ve yemeği yiyince, dağılın. Sohbet etmek için de girip oturmayın. Bu haliniz Peygamber'i üzüyor, o da size bir şey söylemeye çekiniyordu. Allah gerçeği söylemekten çekinmez. Peygamberin eşlerinden bir şey isteyeceğinizde onu perde arkasından isteyin. Bu sayede sizin gönülleriniz de, onların gönülleri de daha temiz kalır. Bundan sonra ne Allah'ın Peygamberini üzmeniz ve ne de O'nun eşlerini nikahlamanız asla caiz değildir. Doğrusu bu, Allah katında büyük şeydir. Bir şeyi açıklasanız de gizleseniz de Allah şüphesiz hepsini bilir." Buhârî, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb: "Ey Allah'ın Resûlü! Yanına iyisi de kötüsü de giriyor. Müminlerin annelerine hicab arkasına (perde arkasına) geçmelerini emretsen" deyince, Allah Hicab âyetini indirdi. Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Sünen'de Beyhaki, değişik yollarla Enes'ten bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyneb binti Cahş ile evlenince insanları davet etti. Halk yemek yedikten sonra oturup konuşmaya başladılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onların kalkmalarını istiyor, ama oradakiler kalkıp gitmiyorlardı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onların kalkmadığını görünce kendisi kalktı. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kalktığını görenler kalkıp gittiler ve üç kişi oturmaya devam etti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) eve girdiğinde oların hâla oturduğunu gördü (ve geri döndü). Sonra onlar da kalkınca, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) onların da kalktığını haber vermek İçin gittim. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip eve girince, ben de onunla birlikte girmek istedim. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) benimle kendisi arasına perdeyi çekti ve "Ey Mü’minler! Peygamberin evlerine, yemeğe çağırılmaksızın vakitli vakitsiz girmeyin; fakat davet edilseniz girin ve yemeği yiyince, dağıtın. Sohbet etmek için de girip oturmayın. Bu haliniz Peygamberi üzüyor, o da size bir şey söylemeye çekiniyordu. Allah gerçeği söylemekten çekinmez. Peygamberin eşlerinden bir şey isteyeceğinizde onu perde arkasından isteyin. Bu sayede sizin gönülleriniz de, onların gönülleri de daha temiz kalır. Bundan sonra ne Allah'ın Peygamberini üzmeniz ve ne de O'nun eşlerini nikahlamanız asla caiz değildir. Doğrusu bu, Allah katında büyük şeydir" âyeti nazil oldu. Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes der ki: Allah'ın Resûlü ile beraberdim, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), gerdeğe girdiği kadının kapısına geldi ve yanında bazı kimselerin olduğunu gördü. Bunun üzerine gidip bir işini gördü ve geri döndüğünde oradakilerin gitmiş olduğunu gördü. İçeri girdikten sonra benimle kendisi arasına bir perde indirdi. Sonra bunu Ebû Talha'ya anlattım, Ebû Talha: "Eğer dediğin gibiyse bu konuda mutlaka bir âyet inecektir" dedi. Sonra Hicab âyeti indi. İbn Sa'd, Abd b. Humeyd, İbn Merdûye ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, Enes'in şöyle dediğini bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına izinsiz girerdim. Birgün girmek için geldiğimde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yerinde dur ey oğul! Sen gittikten sonra yeni bir şey oldu. Bundan sonra yanımıza izin almadan girme" buyurdu. İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına bir adam girdi ve uzun süre oturdu, Allah'ın Resûlü, adam kendisini takip eder de kalkıp gider düşüncesiyle defalarca kalkmasına ve dışarıya çıkmasına rağmen, adam bir türlü kalkmadı. Hazret-i Ömer girip adamı görünce ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) adamdan rahatsız olduğunu yüzünden anlayınca, adama: "Sakın Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) rahatsızlık vermiş olmayasın?" dedi. O zaman adam gitmesi gerektiğini fark edip kalkıp gitti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Peşimden gelsin ve çıksın diye üç kere yerimden kalkıp çıktım, ama çıkıp gitmedi" buyurunca, Hazret-i Ömer: "Bir örtü edinsen. Çünkü senin hanımların diğer kadınlar gibi değiller. Örtü edinmen onların kalbleri için de en temiz olanıdır" dedi. Bunun üzerine, "Ey Mü’minler! Peygamber'in evlerine, yemeğe çağırılmaksızın vakitli vakitsiz girmeyin; fakat davet edilseniz girin ve yemeği yiyince, dağılın. Sohbet etmek için de girip oturmayın. Bu haliniz Peygamberi üzüyor, o da size bir şey söylemeye çekiniyordu. Allah gerçeği söylemekten çekinmez. Peygamberin eşlerinden bir şey isteyeceğinizde onu perde arkasından isteyin. Bu sayede sizin gönülleriniz de, onların gönülleri de daha temiz kalır. Bundan sonra ne Allah'ın Peygamberini üzmeniz ve ne de O'nun eşlerini nikahlamanız asla caiz değildir. Doğrusu bu, Allah katında büyük şeydir" âyeti nazil oldu ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ömer'i çağırarak bunu ona bildirdi. Nesâî, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye sahih isnâdla Hazret-i Âişe'nin şöyle dediğini bildirir: "Allah'ın Resûlü ile birlikte yemek yiyordum. Hazret-i Ömer gelince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu yemeğe davet etti. Hazret-i Ömer tabağa elini uzatırken parmağı parmağıma dokundu. Bunun üzerine: "Ah sizin hakkınızda benim sözüm dinlense, siz kadınları hiçbir yabancı göremez" dedi. Bunun üzerine Hicab âyeti nazil oldu." İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) örtü edinmesini emreden âyet, Hazret-i Ömer ile ilgili bir olay sebebiyle inmiştir. Hazret-i Ömer, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte yemek yerken, eli Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarından birinin eline değdi. Bunun üzerine Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) (kadınlarla erkekleri birbirinden ayıran) perde edinmesi emredildi." İbn Sa'd, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes der ki: Hicab âyeti konusunda benden daha bilgilisi kalmadı. Ubey b. Ka'b bu âyetin nüzûl sebebini sorduğunda: "Zeyneb binti Cahş hakkında nazil oldu" cevabını verdim. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Ey Mü’minler! Peygamberin evlerine, yemeğe çağırılmaksızın vakitli vakitsiz girmeyin..." âyetinin: "Yemek vaktini de beklemeye kalkışmayın" mânâsında olduğunu söyledi, "...fakat davet edilseniz girin ve yemeği yiyince, dağılın..." âyetini açıklarken ise şöyle dedi: "Bu, Ümmü Seleme'nin evinde olmuştu. Sahabe yemek yedikten sonra uzun süre oturup sohbet etmişler, belki giderler diye de Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) dışarıya çıkıp giriyor ama onlara kalkıp gitmelerini söylemeye utanıyordu. Allah ise hakkı söylemekten çekinmez." "Peygamber'in eşlerinden bir şey isteyeceğinizde onu perde arkasından isteyin...." âyeti hakkında ise: "Bize bildirildiğine göre bu âyet nazil olunca Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarına hicap emredildi. Yine Yüce Allah, "Onların; babaları, oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, hizmetçi kadınları ve cariyeleri hakkında bir sorumluluğu yoktur..." buyruğuyla bu âyette sayılanların yanında örtünmek zorunda olmadıklarını bildirdi." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Rabî b. Enes der ki: Gelip Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) evine giriyorlar ve yemek vakti gelinceye kadar oturup konuşuyorlardı. Bunun üzerine, Ey Mü’minler! Peygamber'in evlerine, yemeğe çağırılmaksızın vakitli vakitsiz girmeyin (Yemek vaktini de beklemeye kalkışmayın); fakat davet edilseniz girin ve yemeği yiyince, dağılırı. Sohbet etmek için de girip oturmayın. Bu haliniz Peygamberi üzüyor, o da size bir şey söylemeye çekiniyordu. Allah gerçeği söylemekten çekinmez. Peygamber'in eşlerinden bir şey isteyeceğinizde onu perde arkasından isteyin. Bu sayede sizin gönülleriniz de, onların gönülleri de daha temiz kalır. Bundan sonra ne Allah'ın Peygamber'ini üzmeniz ve ne de O'nun eşlerini nikahlamanız asla caiz değildir. Doğrusu bu, Allah katında büyük şeydir" âyeti nazil oldu. Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona: "Bana âyette geçen (.....) ifadesinin mânâsını söyle" deyince, İbn Abbâs: "Pişirilmiş yemek, anlamındadır. Âyet de yemeğin pişmesini beklemekten bahsetmektedir" cevabını verdi. Nâfi: "Peki, Araplar Öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: "Tabi ki! Yoksa şairin: "Taze etler pişirilerek yumuşatılır Su kovasının kalınca ipini yumuşatması gibi" dediğini bilmez misin?" İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sahabeden bazılarıyla yemek yerken, bir kişinin eli Hazret-i Âişe'nin eline değince bu durum Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hoşuna gitmedi. Bunun üzerine hicab âyeti nazil oldu. İbn Cerîr'in Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımları, tuvalet ihtiyacı için (evlerde tuvalet olmadığı için) geceleri yerleşim dışında açık araziye çıkarlardı. Hazret-i Ömer, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hanımlarına örtünmelerini emret" derdi. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) onun bu isteğine aldırış etmezdi. Bir gece yatsı vakti, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarından boyu uzun olan Sevde binti Zem'a tuvalet için çıkınca, Hazret-i Ömer de arkasından, örtünme ile ilgili bir vahiy inmesi hususunda hırsla: "Ey Sevde elbette seni tanıdık" diye bağırdı. Bunun üzerine yüce Allah: "Ey Mü’minler! Peygamber'in evlerine, yemeğe çağırılmaksızın vakitli vakitsiz girmeyin; fakat davet edilseniz girin ve yemeği yiyince, dağılın. Sohbet etmek için de girip oturmayın. Bu haliniz Peygamberi üzüyor, o da size bir şey söylemeye çekiniyordu. Allah gerçeği söylemekten çekinmez. Peygamberin eşlerinden bir şey isteyeceğinizde onu perde arkasından isteyin. Bu sayede sizin gönülleriniz de, onların gönülleri de daha temiz kalır. Bundan sonra ne Allah'ın Peygamberini üzmeniz ve ne de O'nun eşlerini nikahlamanız asla caiz değildir. Doğrusu bu, Allah katında büyük şeydir" âyetini indirdi. Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen "vakitli vakitsiz" âyeti, yemek vaktini gözeterek o saatte girmeyin" mânâsındadır. "Sohbet etmek için de girip oturmayın" âyeti ise yemekten sonra sohbete dalıp kalkmamazlık yapmayın mânâsındadır. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi, yemek mânâsındadır. Abd b. Humeyd'in Süleyman b. Erkam'dan bildirdiğine göre "Sohbet etmek için de girip oturmayın.,." âyeti, (Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sıkıntı veren kişiler hakkında inmiştir. Hatîb'in bildirdiğine göre Enes der ki: İnsanlar, yemek yedikten sonra, belki birşeyler gelir umuduyla Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında oturuyorlardı. Bunun üzerine, "...fakat davet edilseniz girin ve yemeği yiyince, dağılın. Sohbet etmek için de girip oturmayın.." âyeti nazil oldu. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "...bir şey isteyeceğinizde onu perde arkasından isteyin..." buyruğunda, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarından, bir şey istendiğinde, perde arkasından istenmesi emredilmiştir. İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi ihtiyaç duyulan şey mânâsındadır. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: Ömer b. el-Hâttâb dört şeyde insanlardan üstündür. Bedir günü esirler hakkındaki, onların öldürülmesi görüşüyle. Yüce Allah bu konuda: "Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azab erişirdi" buyurmuştur. Hicab konusunda. Hazret-i Ömer, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarının hicab kullanmalarını emredince, Zeyneb: "Ey Hattab'ın oğlu, vahiy bizim evlerimizde nazil oluyorken sen bizim İçin kıskançlık mı duyuyorsun?" dedi. Bunun üzerine yüce Allah, "Peygamber'in eşlerinden bir şey isteyeceğinizde onu perde arkasından isteyin..." âyetini indirdi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allahım! İslam'ı Ömer'le teyid et" duasıyla ve Hazret-i Ebû Bekr(in halife olması) hakındaki görüşüyle. Hazret-i Ömer, Hazret-i Ebû Bekr'e biat eden İlk kişiydi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: Hazret-i Ömer, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarına hicabı (perde arkasına geçmelerini) emredince Zeyneb: "Ey Hattab'ın oğlu, vahiy bizim evlerimizde nazil oluyorken sen bizim İçin kıskançlık mı duyuyorsun?" dedi. Bunun üzerine yüce Allah, "Peygamber'in eşlerinden bir şey isteyeceğinizde onu perde arkasından isteyin..." âyetini indirdi.' Saîd b. Mansûr'un Muhammed b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) evine gitmek üzere doğrulduğunda bazıları hemen ondan önce davranıp Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) önünde gider ve hemen ondan önce sofraya otururlardı. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hoşnutsuzluğu yüzünden anlaşılmaz, onlardan olan hayasından dolayı yemeğe elini uzatmazdı. İşte bu davranışlarından dolayı kınanıp azarlandılar ve Yüce Allah, "Ey Mü’minler! Peygamber'in evlerine, yemeğe çağırılmaksızın vakitli vakitsiz girmeyin..." âyetini indirdi. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Enes der ki: "Hicab âyeti, Hicretin beşinci yılında, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyneb binti Cahş ile evlendiği zaman nazil oldu. Bu âyet nazil olduktan sonra ben onbeş yaşındayken, hanımlarıyla arama perde koydu." İbn Sa'd'ın Sâlîh b. Keysân'dan bildirdiğine göre Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarıyla ilgili olan hicab âyeti, Hicretin beşinci yılı, Zilkade ayında nazil oldu. İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Bundan sonra ne Allah'ın Peygamberini üzmeniz ve ne de O'nun eşlerini nikahlamanız asla caiz değildir" âyeti, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından sonra onun hanımlarından biriyle evlenmek isteyen bir kişi hakkında inmiştir. Süfyân, kendisiyle evlenilmek istenen kadının Hazret-i Âişe olduğunu söylemiştir. İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre bir adam: "Muhammed vefat edince Âişe ile evleneceğim" deyince, "Bundan sonra ne Allah'ın Peygamberini üzmeniz ve ne de O'nun eşlerini nikahlamanız asla caiz değildir" âyeti nazil oldu. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bîr adamın: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat etseydi, ondan sonra falan hanımıyla evlenirdim" dediğini duydu ve bu sözden dolayı üzüldü. Bunun üzerine, "Bundan sonra ne Allah'ın Peygamberini üzmeniz ve ne de O'nun eşlerini nikahlamanız asla caiz değildir" âyeti nazil oldu. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Katâde'den bildirdiğine göre Talha b. Ubeydillah: "Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ederse, Âişe ile evlenirim" deyince, "Bundan sonra ne Allah'ın Peygamber'ini üzmeniz ve ne de O'nun eşlerini nikahlamanız asla caiz değildir" âyeti nazil oldu. İbn Sa'd'ın Ebû Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm'dan bildirdiğine göre "Bundan sonra ne Allah'ın Peygamberini üzmeniz ve ne de O'nun eşlerini nikahlamanız asla caiz değildir" âyeti "Allah'ın Resûlü vefat edince Âişe ile evleneceğim" diyen Talha b. Ubeydillah hakkında inmiştir. Sünen'de Beyhaki, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Sahabeden bir adam: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ederse, Âişe veya Ümmü Seleme ile evlenirim" deyince, "Bundan sonra ne Allah'ın Peygamberini üzmeniz ve ne de O'nun eşlerini nikahlamanız asla caiz değildir" âyeti nazil oldu. Cuveybir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre bir adam, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarından birinin yanına gidip onunla konuştu. Adam konuştuğu hanımın amcasının oğluydu. Allah'ın Resûlü, adama: "Bundan sonra böyle bir şey yapma" buyurdu. Adam: "Ey Allah'ın Resûlü! Bu, amcamın kızıdır. Vallahi ne ben ona kötü bir şey söyledim, ne de o bana kötü bir şey söyledi" karşılığını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Biliyorum. Hiç kimse Allah'tan daha kıskanç değildir ve hiç kimse de benden kıskanç değildir" buyurdu. Adam giderken: "Amcamın kızıyla konuşmama engel oluyor. Vallahi kendisinden sonra onunla evleneceğim" deyince, bu âyet nazil oldu. Bunun üzerine o adam, söylediği sözün tövbesi olarak bir köle azad etti, Allah yolunda kullanılmak üzere on deveyi donattı ve yürüyerek hacca gitti. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Esmâ binti Umeys der ki: Hazret-i Ali'nin bana talib olduğunu duyan Hazret-i Fâtıma Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip: "Esmâ, Ali ile evlenecek" dedi. Bunun üzerine Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Fâtıma'ya: "Onun (Esmâ'nın) Allah'ı ve Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) üzmeye hakkı yoktur" buyurdu. Sünen'de Beyhaki, Huzeyfe'den bildirir: Huzeyfe, hanımına şöyle dedi: "Eğer Cennette benim hanımım olmak istiyorsan benden sonra evlenme. Çünkü kadının Cennetteki kocası, dünyada son evlendiği kişidir. Bu sebeple Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarının, ondan sonra evlenmeleri haram kılınmıştır. Çünkü onlar, Cennette Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarıdır." İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Ebû Umâme b. Sehl b. Huneyf, "Bir şeyi açıklasanız de gizleseniz de Allah şüphesiz hepsini bilir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Eğer konuşup, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarından biri hakkında: "Falanla evleniriz" derseniz veya bunu konuşmayıp ta içinizden geçirirseniz, yine de Allah bunu bilir." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Sünen'de Beyhaki, İbn Şihâb'ın şöyle dediğini bildirir: "Bize ulaştığına göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), hanımları başkalarına haram olmadan önce Âliye binti Zabyân'ı boşayınca, bu kadın amcasının oğluyla evlendi ve ondan çocukları oldu." İbn Ebî Hâtim'in Mukâtil'den bildirdiğine göre "Bir şeyi açıklasanız de gizleseniz de Allah şüphesiz hepsini bilir" âyeti, "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hoşlanmadığı bir şeyi açıklasanız veya gizleseniz, Allah bunu bilir" mânâsındadır. 55"Onlar İçin babaları, oğulları, kardeşlen, kardeşlerinin oğulları, kızkardeşlerinin oğulları, kendi kadınları ve sağ ellerinin malik olduğu (cariyeleri) hakkında günah yoktur. Allah'tan kork. Şüphe yok ki Allah herşeye tanıktır" İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyetin, "Onlar için babaları, oğulları, kardeşleri, kardeşlerinin oğulları, kızkardeşlerinin oğulları" kısmı Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımları hakkında nazil olmuştur. "Kendi kadınları" âyetinden kasıt ise mümine kadınlardır. "Sağ ellerinin malik olduğu" âyetinden ise köleler ve cariyeler kastedilmiş, hicab âyeti nazil olduktan sonra, bunların hanımları (örtüsüz bir şekilde) görmesinde bir sakınca görülmemiştir. Firyâbî, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud Nasih'te, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Onlar için babaları..." ve onlarla zikredilenlerin, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarını görmelerinde bir sakınca yoktur. İbn Sa'd'ın Zührî'den bildirdiğine göre kendisine: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarının yanına kimler girebiliyordu?" diye sorulunca: "Neseb yönünden veya süt emme sebebiyle mahrem olan herkes" cevabını verdi. Zührî'ye: "Peki diğer insanlar?" diye sorulunca ise şöyle cevap verdi: "Onlara karşı örtünüyorlardı. Hatta bir perde arkasından konuşuyorlardı. Bazen bir örtü oluyordu. Ancak köleler ve mükateb olanlara görünüyorlardı." İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe ve Ebû Dâvud Nasih'te, Câfer b. Muhammed b. Ali'den bildirir: Hasan ve Hüseyin, müminlerin annelerini görmezlerdi. İbn Abbâs der ki: "Hasan ve Hüseyin'in, müminlerin annelerini görmeleri helaldi." İbn Sa'd'in İkrime'den bildirdiğine göre İbn Abbâs, Hazret-i Âişe'nin, Hazret-i Hasan'ın yanında örtündüğünü duyunca: "Hasan'ın onu görmesi helaldir" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime, "Onlar için babaları, oğulları, kardeşleri, kardeşlerinin oğulları, kızkardeşlerinin oğulları, kendi kadınları ve sağ ellerinin malik olduğu (cariyeleri) hakkında günah yoktur..." âyetini açıklarken: "Âyette amca ve dayı zikredilmemiştir. Çünkü onlar baba konumundadır. 56"Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'e salât ederler: Ey Mü’minler! Siz de ona ona salât ve selam getirin." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, tebrik etme mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim, el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre İsrâiloğulları Hazret-i Mûsa'ya: "Rabbin salât eder mi?" diye sorunca, Yüce Allah, Hazret-i Mûsa'ya (aleyhisselam): "Ey Mûsa! Sana: "Rabbin salât eder mi?" diye soruyorlar. Onlara: "Evet" de. Ben ve meleklerin, nebilerime ve resûllerime salât ediyoruz" diye seslendi. Yüce Allah, Peygamberine: "Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'e salât ederler. Ey Mü’minler! Siz de ona salât ve selam getirin" âyetini indirdi. İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre "Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'e salât ederler. Ey Mü’minler! Siz de ona salât ve selam getirin" âyeti inince insanlar Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) kutlamaya başladılar ve Ubey b. Ka'b: "Allah senin hakkında hangi hayrı indirdiyse bizi de bu hayra seninle beraber dahil etti" dedi. Bunun üzerine, "Allah'a tövbe eden, kullukta bulunan, O'nu öven, O'nun uğrunda gezen, rüku ve secde eden, uygun olanı buyurup fenalığı yasak eden ve Allah'ın yasalarını koruyan müminlere de müjdele" âyeti nazil oldu. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Allah'ın, peygamberine salât etmesi, onu bağışlaması şeklindedir. Allah salât etmez, bağışlar. İnsanların salâtı ise Peygamber için istiğfar etmeleridir." İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ka'b b, Ucre der ki: "Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'e salât ederler. Ey Mü’minler! Siz de ona salât ve selam getirin" âyeti nazil olunca: "Ey Allah'ın Resûlü! Sana nasıl selam edeceğimizi bildik. Sana nasıl salât edeceğiz?" diye sorduk. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: "Şöyle deyin: Allah'ım, Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına, İbrahim'e ve İbrâhim'in aile halkına salât getirdiğin gibi salât getir. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın. Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına İbrahim'e ve İbrahim'in aile halkına bereketler ihsan ettiğin gibi bereketler ihsan et. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın. " İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Yûnus b. Habbâb Fâris'te (İran'da) hutbe verip, "Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'e salât ederler. Ey Mü’minler! Siz de ona salât ve selam getirin" âyetini okuduktan sonra şöyle dedi: İbn Abbâs'tan duyan biri, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini söyledi: "Bu âyet bu şekilde inmiştir. Âyet nazil olunca: "Ey Allah'ın Resûlü! Sana nasıl selam edeceğimizi bildik. Sana nasıl salât edeceğiz?" diye sordular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: "Şöyle deyin: Allahım, Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına, İbrahim'e ve İbrahim'in aile halkına salavât getirdiğin gibi salavât getir. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın. Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına İbrahim'in aile halkına merhamet ettiğin gibi merhamet et. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın. Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına İbrahim'e bereketler ihsan ettiğin gibi bereketler ihsan et. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbrâhim(-ı Nehaî), bu âyeti açıklarken şöyle dedi: Sahabe: "Ey Allah'ın Resûlü! Sana nasıl selam edileceğini bildik. Sana nasıl salât edeceğiz?" diye sordular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: "Şöyle deyin: Allahım, kulun ve Resûlün Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına, İbrahim'e salavât getirdiğin gibi salavât getir. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın. Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına İbrahim'e bereketler ihsan ettiğin gibi bereketler ihsan et. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın ." İbn Cerîr'in Abdurrahman b.'Bişr b. Mes'ûd el-Ensârî'den bildirdiğine göre "Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'e salât ederler. Ey Mü’minler! Siz de ona salât ve selam getirin" âyeti nazil olunca: "Ey Allah'ın Resûlü! Sana nasıl selam edeceğimizi bildik. Geçmiş ve gelecek günahların bağışlandığı halde sana nasıl salât edeceğiz?" diye sordular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: "Şöyle deyin: Allahım, Muhammed'e, İbrâhim'in aile halkına salavât getirdiğin gibi salavât getir. Allahım, Muhammed'e, İbrahim'in aile halkına bereketler ihsan ettiğin gibi bereketler ihsan et." Abdurrezzâk, Ebû Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm vasıtasıyla, sahabeden bir kişiden bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle derdi: "Allahım, Muhammed'e, Ehl-i Bey fine, zevcelerine ve zürriyetlerine, İbrahim'e ve İbrâhim'in aile halkına salavât getirdiğin gibi salavât getir. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın. Muhammed'e, Ehl-i Beyt'ine, zevcelerine ve zürriyetlerine, İbrahim'e ve İbrahim'in aile halkına bereketler ihsan ettiğin gibi bereketler ihsan et. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın." Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve İbn Merdûye'nin, Ka'b b. Ucre'den bildirdiğine göre bir adam: "Ey Allah'ın Resûlü! Sana nasıl selam edileceğini bildik. Sana nasıl salât edeceğiz?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: "Şöyle de: Allahım, Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına İbrahim'in aile halkına salavât getirdiğin gibi salavât getir. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın. Allahım, Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına İbrahim'in ailesine bereketler ihsan ettiğin gibi bereketler ihsan et Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın. " Ebû Dâvud, İbn Merdûye ve Sünen'de Beyhaki, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Her kim bize, Ehl- i Beyt'e salavât getirdiği zaman tam ve bol ecir almak isterse: «Allahım, peygamber olan Muhammed'e, hanımlarına, zürriyetlerine ve Ehl-i Beyt'ine, İbrahim'in aile halkına salavât getirdiğin gibi salavât getir. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın» desin." İbn Adiyy'in Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Her kim bize, Ehl-i Beyt'e salavât getirdiği zaman tam ve bol ecir almak isterse: «Allahım, İbrahim'in aile halkına salavât getirdiğin gibi, salâtını ve rahmetini, Muhammed'e, hanımlarına, zürriyetlerine ve müminlerin annelerine kıl. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın» desin." Dârekutnî el-Efrâd'da ve İbnu'n-Neccâr Tarih'te, Ebû Bekr es-Sıddîk'in şöyle dediğini bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanındayken, bir adam geldi ve selam verdi. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) adamın selamına karşılık verdi ve ona tebessüm edip yanına oturttu. Adam işini bitirip kalkınca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Ebû Bekr! Bu adama, her gün yeryüzü halkının yaptıkları ameller kadar sevap yazılır" buyurdu. Ben: "Neden?" diye sorunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Her sabah bana on defa, bütün yaratılmışların getirdiği salavât sayısınca salavât getirir" buyurdu. Ben: "Getirdiği salavât nedir?" diye sorunca ise Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: "Allahım, peygamber olan Muhammed'e yarattıklarının getirdiği salât sayısınca salât et Yine peygamber olan Muhammed'e, salât etmeye gücümüzün yetmediği miktarda salât et. Yine peygamber olan Muhammed'e, bize, ona salât etmemizi emrettiğin gibi salât et." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Ahmed, Nesâî, İbn Ebî Âsim, Heysem b. Kuleyb eş-Şâmî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Talha b. Ubeydillah der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Allah'ın Resûlü! Sana nasıl salavât getirilir?" diye sorduğumda, şöyle buyurdu: "Şöyle de: Allahım, Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına İbrâhim'e ve İbrâhim'in aile halkına salavât getirdiğin gibi salavât getir. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın. Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına İbrâhim'e ve İbrahim'in ailesine bereketler ihsan ettiğin gibi bereketler ihsan et. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Talha der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bir adam gelip: "Yüce Allah'ın, "Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamberi överler. Ey Mü’minler! Siz de onu övün, ona salât ve selam getirin" buyurduğunu duydum. Sana nasıl salavât getirilir?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: "Şöyle de: Allahım, Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına İbrâhim'e salavât getirdiğin gibi salavât getir. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın, Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına, İbrahim'e ihsan ettiğin gibi bereketler ihsan et. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın. " İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ka'b b. Ucre der ki: "Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamberi överler. Ey Mü’minler! Siz de onu övün, ona salât ve selam getirin" âyeti nazil olduğu zaman kalkıp: "Sana selam etmeyi anladık, ey Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) sana nasıl salavât getirilir?" diye sorduğumda, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: "Şöyle de: Allahım, Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına İbrâhim'e ve İbrahim'in aile halkına salavât getirdiğin gibi salavât getir. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın. Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına, İbrahim'e ve İbrahim'in aile halkına ihsan ettiğin gibi bereketler ihsan et. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın." İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Nesâî, İbn Mâce ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Saîd der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Allah'ın Resûlü! Sana selam etmeyi anladık Sana nasıl salavât getirilir?" diye sorduğumuzda, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: "Şöyle deyin: Allahım, kulun ve Resûlün Muhammed'e, İbrâhim'in aile halkına salavât getirdiğin gibi salavât getir. Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına, İbrâhim'in aile halkına ihsan ettiğin gibi bereketler ihsan et." Abd b. Humeyd, Nesâî ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sana nasıl salavât getirelim?" diye sorulunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: "Şöyle deyin: «Allahım, Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına İbrâhim'e ve İbrâhim'in aile halkına salavât getirdiğin ve âlemlerin arasında bereketler ihsat ettiğin gibi salavât getir ve bereketler ihsan et.» Selamda bildiğiniz gibidir." Mâlik, Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Merdûye'nin Ebû Mes'ûd el-Ensârî'den bildirdiğine göre Beşîr b. Sa'd: "Ey Allah'ın Resûlü! Allah, bizlere sana salavât getirmemizi emretti. Sana nasıl salavât getireceğiz?" diye sorunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) o kadar uzun süre sustu ki, bu soruyu sormamış olmayı temenni ettik. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra şöyle buyurdu: "Şöyle deyin: «Allahım, Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına İbrâhim'in aile halkına salavât getirdiğin gibi salavât getir. Muhammed'e, İbrâhim'e âlemlerin arasında bereketler ihsan ettiğin gibi bereketler ihsan et. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın.» Selam da bildiğiniz gibidir." Mâlik, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce ve İbn Merdûye'nin Ebû Humeyd es-Sâidî'den bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Allah'ın Resûlü! Sana nasıl salavât getireceğiz?" diye sorunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: "Şöyle deyin: Allahım, Muhammed'e, hanımlarına ve zürriyetine İbrâhim'in aile halkına salavât getirdiğin gibi salavât getir. Muhammed'e, hanımlarına ve zürriyetine, İbrâhim'in aile halkına bereketler ihsat ettiğin gibi bereketler ihsan et. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın. " İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ali der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Allah'ın Resûlü! Sana nasıl salavât getireceğiz?" diye sorduğumda, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: "Şöyle deyin: Allahım, Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına, İbrâhim'e ve İbrâhim'in aile halkına salavât getirdiğin gibi salavât getir. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın." İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Allah'ın Resûlü! Sana nasıl selam vereceğimizi biliyoruz. Sana nasıl salavât getireceğiz?" diye sorduğumuzda, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: "Şöyle deyin: Allahım, Muhammed'in aile halkına, İbrâhim'in aile halkına salavât getirdiğin ve bereketlerini ihsan ettiğin gibi salavât getir ve bereketlerini ihsan et. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın." İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hasan der ki: "Kişi namazda: "Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamberi överler. Ey Mü’minler! Siz de onu övün, ona salât ve selam getirin" âyetini okuduğu zaman, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Salavât getirsin." İbn Huzeyme, Hâkim ve Sünen'de Beyhakî Ebû Mes'ûd Ukbe b. Amr'dan bildirir: Bir adam: "Ey Allah'ın Resûlü! Sana nasın selam vereceğimizi biliyoruz. Sana nasıl salavât getireceğiz?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir müddet sustuktan sonra şöyle buyurdu: "Bana salavât getireceğiniz zaman şöyle deyin: Allahım! Ümmî peygamber olan Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına, İbrâhim'e ve İbrâhim'in aile halkına salavât getirdiğin gibi salavât getir, Ümmî peygamber olan Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına, İbrâhim'e ve İbrâhim'in aile halkına bereketler ihsan ettiğin gibi bereketler ihsan et. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın." İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Kişi, teşehhüüdde (namazda Tahiyyât'a oturunca) önce Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) salavât getirir, sonra kendisi için dua eder" demiştir. Buhârî el-Edebu'l-Müfred'de, Ebû Saîd el-Hudrî'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Yanında sadaka verecek malı olmayan kişi duasında: «Allahım, Kulun ve Resûlün Muhammed'e salavât getir. Mümin erkeklere, mümin kadınlara, Müslüman erkeklere ve Müslüman kadınlara da salavât getir» desin. Bu onun için zekat yerine geçer." Buhârî'nin el-Edebu'l-Müfred'de, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kim: «Allahım, Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına, İbrâhim'e ve İbrâhim'in aile halkına salavât getirdiğin gibi salavât getir. Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına, İbrâhim'e ve İbrâhim'in aile halkına bereketler ihsan ettiğin gibi bereketler ihsan et. Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına, İbrâhim'e ve İbrâhim'in aile halkına merhamet ettiğin gibi merhamet et" derse. Onun şehadetine şahitlik ederim ve ona şefaat ederim,»" Buhârî'nin el-Edebu'l-Müfred'de, Enes ve Mâlik b. Evs b. el-Hadesân'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Cibrîl bana gelip: «Sana bir defa salavât getiren kişiye; Allah on defa salavât getirir ve onu derecesini de on derece yükseltir» dedi." İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Buhârî el-Edebu'l-Müfred'de, Enes b. Mâlik'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim bana bir defa salavât getirirse, Allah ona on defa salavât getirir ve on günahını siler" buyurduğunu nakleder. Buhârî el-Edebu'l-Müfred'de ve Müslim, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):"Kim bana Ur defa salavât getirirse, Allah ona on defa salavât getirir" buyurduğunu nakleder. Buhârî'nin el-Edebu'l-Müfred'de Câbir b. Abdillah'dan bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) minbere çıkarken, birinci basamağa çıkınca: "Âmin" dedi. Sonra ikinci basamağa çıkınca da: "Âmin" dedi. Sonra üçüncü basamağa çıkıp "Âmin" dedi. Ashab: "Ey Allah'ın Resûlü! Üç defa Âmîn dediğini işittik" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Birinci basamağa çıktığım zaman, Cibril bana gelip: «Ramazana yetişip de günahları bağışlanmamış olduğu halde, ondan sıyrılıp çıkan bir kul bedbaht olsun» dedi. Ben, âmîn, dedim. Sonra: «Ana ve babasına yahut bunlardan birine kavuşan bir kulu, bunlar Cennet'e koymamışsa, o kul bedbaht olsun» dedi. Ben, âmîn, dedim. Sonra: «Yanında sen anılıp da, sana salavât getirmeyen bir kul bedbaht olsun» dedi. Ben de âmîn dedim. " Buhârî'nin el-Edebu'l-Müfred'de, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) minbere çıkarken üç defa "Âmin" dedi. Kendisine: "Ey Allah'ın Resûlü! Bunu daha önce söylemiyordun neden böyle yaptın?" diye sorulunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: u«Ana ve babasına yahut bunlardan birine kavuşan bir kulu, bunlar Cennet'e koymamışsa, o kulun burnu yerde sürünsün» deyince, ben, âmîn, dedim. Sonra: «Ramazana girdiği halde günahları bağışlanmayan kulun burnu yerde sürünsün» dedi. Ben, âmîn, dedim. Sonra: «Yanında sen anılıp da, sana salavât getirmeyen kulun burnu yerde sürünsün» dedi. Ben de âmîn dedim. " İbn Sa'd, Ahmed, Nesâî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Zeyd b. Hârice der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Allah'ın Resûlü! Sana nasıl selam verileceğini anladık. Sana nasıl salavât getireceğiz?" diye sorduğumda, şöyle cevap verdi: "Şöyle deyin: Allahım! Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına, İbrâhim'e ve İbrâhim'in aile halkına bereketler ihsan ettiğin gibi bereketler ihsan et. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın." İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Ensar'dan bir grup: "Ey Allah'ın Resûlü! Sana nasıl salavât getirilir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: "Şöyle deyin: Allahım! Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına, İbrâhim'e ve İbrâhim'in aile halkına salât ettiğin gibi salât et." Ensar'dan bir genç: "Ey Allah'ın Resûlü! Muhammed'in aile halkı kimdir?" diye sorunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Her mümindir" cevabını verdi. Ahmed, Abd b. Humeyd ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Bureyde der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Allah'ın Resûlü! Sana nasıl selam verileceğini bildik. Sana nasıl salavât getireceğiz?" diye sorduğumuzda, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: "Şöyle deyin: Allahım, salâtını, rahmetini ve bereketini İbrâhim'in aile halkına kıldığın gibi, Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına kıl. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın." Abdurrezzâk'ın Mücâhid'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bana, isimleriniz ve simalarınızla arzolunacaksınız. Bu sebeple bana güzelce salavât getiriniz" buyurdu. Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Talha der ki: Bir gün Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girdiğimde onu mutlu gördüm ve: "Ey Allah'ın Resûlü! Bu günkü gibi yüzünün güldüğünü ve mutlu olduğunu hatırlamıyorum" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle karşılık verdi: "Neden mutlu olmayayım ki; Cibrîl şimdi yanımdan çıktı ve çıkmadan önce bana salavât getiren her kula, her salâtı için on sevap yazılacağını, on günahının da silineceğini, makamının on derece yükseltileceğini, bana getirdiği salâtın, olduğu gibi bana arzedileceğini ve dua ettiğinin aynısıyla kendisine karşılık verileceğini müjdeledi. " Abdurrezzâk'ın İbn Uyeyne'den bildirdiğine göre Yâkub b. Zeyd et-Teymî der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Rabbimden bana biri geldi ve: «Allah, sana salavât getiren her kula on salavât getirir» dedi" buyurunca, bir adam: "Ey Allah'ın Resûlü! Duamın yarısını sana ayırayım mı?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer istersen" cevabını verince, adam: "Peki duamın hepsini sana ayırayım mı?" diye sordu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "O zaman, dünya ve âhiret tasalarına karşı Allah sana kafi gelir" buyurdu. Taberânî, İbh Merdûye ve İbnu'n-Neccâr'ın Hasan b. Ali'den bildirdiğine göre sahabe: "Ey Allah'ın Resûlü! "Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamberi överler. Ey Mü’minler! Siz de onu övün, ona salât ve selam getirin" âyeti hakkında ne dersin?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): şöyle buyurdu: "Bu, gizlenmiş olan şeylerdendir. Eğer bana sormasaydınız, size haber vermezdim. Yüce Allah, benim için iki melek görevlendirmiştir. Müslüman bir kulun yanında anıldığım zaman bana salavât getirene bu iki melek: «Allah seni bağışlasın» derler. Melekler de bu iki meleğin söylediğine cevap olarak: "Âmin" derler. Müslüman bir kulun yanında anıldığım zaman, bu kul bana salavât getirmezse, görevli olan bu iki melek: «Allah seni bağışlamasın» derler. Melekler de bu iki meleğin söylediğine cevap olarak: «Âmin» derler." Müslim, Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Hibbân'ın Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bana bir defa salavât getirene Allah on defa salavât getirir" buyurdu. Tirmizî ve İbn Hibbân'ın İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyamet günü insanların bana en yakın olacak olanı, bana en çok salavât getirenidir" buyurdu. Ahmed ve Tirmizî'nin, Hasan b. Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cimri, yanında anıldığım halde bana salavât getirmeyendir" buyurmuştur. İbn Mâce, İbn Abbâs'tan, Beyhakî Şu'abu'l-îman'da Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bana salavât getirmeyi unutan Cennetin yolunu terk etmiş demektir" buyurduğunu nakleder. Tirmizî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bir topluluk ki bir yerde oturur da orada Allah'ı anmazlar ve Peygamberine salavât getirmezlerse o toplantı onların günahlarını artırıp onlara vebal olur. Allah dilerse onlara azab eder, dilerse bağışlar" buyurmuştur. Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, Câbir'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bir topluluk ki bir yerde toplanınca, Allah'ı anmadan ve Peygamberine salavât getirmeden dağılırlarsa, en pis bir leşin başından kalkmış gibi olurlar" buyurmuştur. Nesâî, İbn Ebî Âsim, Ebû Bekr el-Gaylâniyyât'ta, Beğavî el-Ca'diyyât'ta, Beyhakî Şu'abu'l-îman'da ve Diyâ, Ebû Saîd el-Hudrî'den Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Bir topluluk, bir mecliste oturur da Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) salavât getirmezlerse, getirilen salâtların sevabını görünce, bu hareketleri Cennete girseler bile kendileri için pişmanlık sebebi olur" Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, Enes'ten Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Cibrîl bana gelip: «Yanında anıldığın halde sana salavât getirmeyenin burnu yerde sürünsün» dedi" Kadı İsmâîl'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bir topluluk için, anıldığım zaman bana salavât getirmemesi cimrilik olarak yeter" buyurmuştur. İsbehânî et-Terğîbfde ve Deylemî, Enes'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Kıyamet gününün zorluklarından ve hararetinden en kolay kurtulacak olanlarınız, dünyadayken bana en çok salavât getirenlerinizdir. Allah'ın ve meleklerinin bana salât etmesi yeterliydi ama Allah, onlara sevap vermek için müminleri de dahil etmiştir" Hatîb Tarih'te ve İsbehânî'nin bildirdiğine göre Ebû Bekr es-Sıddîk der ki: "Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) salavât getirmek, ateşin suyu söndürmesinden daha fazla günahları yok eder. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) selam getirmek ise köleler azad etmekten daha faziletlidir. Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) sevmek, Allah yolunca kılıç sallamaktan daha faziletlidir." İbn Adiyy'in, İbn Ömer ve Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bana salavât getiriniz ki, Allah ta size salât (merhamet) etsin" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, Hâkim ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, Ubey b. Ka'b'ın şöyle dediğini bildirir: Bir adam: "Ey Allah'ın Resûlü! Bütün dualarımı sana ayırsam" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "O zaman, yüce Allah, dünya ve ve âhir etinle ilgili seni üzen hususlarda sana kafi gelir" buyurdu. İbn Ebî Şeybe ve Ahmed'in bildirdiğine göre Ebû Talha el-Ensârî der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün mutlu bîr şekilde sabahladı. Sevinçli olduğu yüzünden belliydi. Sahabe: "Ey Allah'ın Resûlü! Bu gün, mutlu olduğun yüzünden belli olacak şekilde sabahladın" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle karşılık verdi: "Rabbimden bana birisi (Cibril) geldi ve şöyle dedi: «Allah, ümmetinden sana bir defa salavât getirene on sevap yazar, on günahını siler, derecesini on kat yükseltir ve getirdiği salâtın aynısıyla karşılık verir,»" Bir lafızda ise şu şekildedir: "Bana melek geldi ve şöyle dedi: «Ey Muhammed! Rabbinin: "Ümmetinden sana bir defa salavât getirene ben de on defa salât (rahmet) ederim. Ümmetinden sana bir defa selam edene, ben on defa selam ederim" demesi seni razı etmez mi?» ben: «Evet, razı eder» karşılığını verdim." Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, İbn Asâkir ve İbnu'l-Münzir Tarih'te, Enes b. Mâlik'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Kıyamet günü, her yerde bana en yakınınız, dünyada bana en çok salavât getireninizdir. Allah, Cuma günü ve gecesi bana yüz defa salavât getirenin yüz ihtiyacını giderir. Bunları yetmişi âhiretle ilgili, otuzu ise dünya ihtiyaçlarıyla ilgilidir. Sonra Ona Allah bir melek görevlendirir ve bu melek, tıpkı size hediyenin takdim edilişi gibi mezarımda, bana getirdiğiniz salâtları takdim ederek bana salavât getirenin ismini, soyunu ve aşiretini bildirir. Ben de onu, yanımdaki beyaz bir kağıda yazarım." Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, Hatib ve İbn Asâkir'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kabrimin yanında bana salavât getireni duyarım. Yüce Allah, bana uzaktan salavât getirenin salâtını bana bildirecek bir melek görevlendirir ve bu kişinin dünya ve âhiretteki ihtiyaçları giderilir. Kıyamet günüyse ben bu kişinin şahidi ve şefaatçisi olurum." İbn Ebî Şeybe ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bana salavât getiriniz. Çünkü bana salavât getirmeniz sizi temizler" buyurdu. İbn Ebî Şeybe'nin Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cuma günü bana çokça salavât getiriniz. Çünkü getirdiğiniz salât bana arzedilecektir" buyurdu. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Taberânî ve Hâkim el-Kunâ'da, Âmir b. Rabîa'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim bana bir defa salavât getirirse, Allah da ona salât eder. Artık siz ister çok, ister az salavât getiriniz" buyurduğunu nakleder. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) salavât getirdiği zaman şöyle derdi: "Allahım, Muhammed'in büyük şefaatini kabul et, yüce derecelerini daha da yükselt ve İbrâhim'e ve Mûsa'ya verdiğin gibi ona da dünyadaki ve âhiretteki İsteklerini ver." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Mâce ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: "Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) salavât getirdiğiniz zaman güzelce getiriniz. Çünkü şüphesiz siz bilemezsiniz. Umulur ki getirdiğiniz salât ona arzedilir." (Ravi der ki) İbn Mes'ûd'a: "Nasıl güzelce salavât getireceğimizi bize öğret" denilince, Şöyle karşılık verdi: "Allahım, salâtını, rahmetini ve bereketini, resullerin efendisi, takva sahiplerinin önderi, peygamberlerin sonuncusu olan kulun, Resûlün, hayrın imamı ve önderi, rahmet peygamberi Muhammed'e kıl. Allahım, onu öncekilerin ve sonrakilerin gıpta edeceği Makam-ı Mahmûd'a eriştir. Allahım, Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına, İbrâhim'e ve İbrâhim'in aile halkına salavât getirdiğin gibi salavât getir. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın." İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): Ey Allah'ın Resûlü! Sana nasıl selam edileceğini bildik. Sana nasıl salavât getireceğiz?" dediğimizde, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle karşılık verdi: "Şöyle deyin: Allahım, salâtını, rahmetini ve bereketlerini, peygamberlerin efendisi, takva sahiplerinin imamı, nebilerin sonuncusu olan, kulun, resulün, hayrın önderi ve rahmet peygamberi Muhammed'e kıl Allahım, onu öncekilerin ve sonrakilerin gıpta edeceği Makam-ı Mahmûd'a eriştir. Allahım, Muhammed'e salavât getir ve onu Cennetteki, en yüksek dereceye eriştir. Allahım, onun sevgisini iki cihanda seçilmişler arasında yap, onun dostluğunu mukarreb meleklerle eyle, onun zikrini ve yurdunu İlliyyîn'de yap, Allah'ın selamı ve bereketi senin üzerine olsun (ey Allah'ın Resûlü). Allahım, Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına, İbrahim'e ve İbrâhim'in aile halkına salavât getirdiğin gibi salavât getir. Şüphesiz ki Sen her hamde layık olansın, şanı yüce olansın. Muhammed'e ve Muhammed'in aile halkına bereketler ihsan et." Hatîb Tarih'te, Hazret-i Âişe'nin şöyle dediğini bildirir: "Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) salavât getirerek meclislerinizi güzelleştiriniz." Şîrâzî el-Elkâb'da, Zeyd b. Vehb'den, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir: "Ey Zeyd b. Vehb! Cuma günü, bin defa Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) salavât getirerek: «Allahım, Ümmi olan peygambere salât et» demeyi bırakma." Abdurrezzâk, Kâdı îsmâil, İbn Merdûye ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ın nebileri ve resûllerine salavât getiriniz. Allah, beni gönderdiği gibi onları da gönderdi" buyurduğunu nakleder. İbn Ebî Şeybe, Kâdı İsmail ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, İbn Abbâs'ın: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dışında hiç kimse için salavât getirmek caiz değildir. Ama müslüman kadın ve erkekler için bağışlanma dilenerek dua edilir" dediğini bildirir. İbn Ebî Dâvud'un el-Mesâhifte bildirdiğine göre Humeyde der ki: Hazret-i Âişe bize eşyalarını vasiyet etti. Bize verilen mushafında bu âyet "Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamberi ve (namazda ilk safa yetişenleri) överler" şeklindeydi. 57"Şüphesiz Allah' ve Resûlünü incitenlere, Allah dünya ve âhirette lânet etmiş ve onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır" İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Şüphesiz Allah ve Resûlünü incitenlere, Allah dünya ve âhirette lânet etmiş ve onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır" âyeti, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Safiyye binti Huyey ile evlendiği zaman ona dil uzatan kimseler hakkında nazil olmuştur. Cuveybir'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Bu âyet, Abdullah b. Ubey ve onunla beraber Hazret-i Âişe'ye iftira atanlar hakkında inmiştir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), insanlara konuşma yaparak: "Bana eziyet verenden benim intikamımı kim alır? Bana eziyet verenleri evinde kim toplar?" buyurunca, "Şüphesiz Allah ve Resulünü incitenlere, Allah dünya ve âhirette lânet etmiş ve onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır" âyeti nazil oldu. Hâkimin İbn Ebî Muleyke'den bildirdiğine göre Şam halkından bir adam gelip İbn Abbâs'ın yanında Hazret-i Ali'ye sövünce, İbn Abbâs adamı oradan kovup: "Ey Allah'ın düşmanı! Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) eziyet ettin, "Şüphesiz Allah ve Resûlünü incitenlere, Allah dünya ve âhirette lânet etmiş ve onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır" eğer Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) seni işitmiş olsaydı onu incitmiş olurdun" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Şüphesiz Allah ve Resûlünü incitenlere, Allah dünya ve âhirette lânet etmiş ve onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır" âyetini açıklarken: "Allah'ı, onunla beraber başkasına dua ederek incittiler. Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) de: "O her şeye kulak kesiliyor, o şairdir, o sihirbazdır, o delidir" diyerek incittiler" demiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre "Şüphesiz Allah ve Resûlünü incitenlere, Allah dünya ve âhirette lânet etmiş ve onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır" âyetinden kastedilenler, resim yapanlardır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde âyet hakkında şöyle dedi: Bize ulaştığına göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbinden rivayetle şöyle derdi: "Âdemoğlu bana dil uzatmaması gerektiği halde dil uzattı. Beni yalanlamaması gerektiği halde beni yalanladı. Bana sövmesi: «Ben, Tek ve her şeyden müstağni olmama rağmen, "Allah çocuk edindi" demesidir.» Beni yalanlaması ise: «Allah, yarattığı gibi beni tekrar diriltmeyecek» demesidir." Katâde ekledi: Ka'b şöyle derdi: "Kıyamet günü Cehennemden bir boyun çıkar ve: "Ey insanlar! Sizden üç sınıf İnsan için görevlendirildim: Kendini güçlü ve saygın gören kişi, inatçı zorba ve Allah ile beraber başka İlâha ibadet eden. Cehennemden çıkan boyun bu üç sınıfı, kuşun susam tanesini topladığı gibi toplar ve onları götürüp Cehenneme sokar. Sonra başka bir boyun çıkar ve: "Ey insanlar! Sizden üç sınıf insan için görevlendirildim, Allah'ı yalanlayan, Allah adına yalan söyleyen ve Allah'a eziyet eden. Allah'ı yalanlayan, öldükten sonra Allah'ın kendisini diriltmeyeceğini iddia edendir. Allah adına yalan söyleyen, Allah'ın çocuk edindiğini iddia edendir. Allah'a eziyet eden ise, resim yapıp, yaptıkları resimlere hayat veremeyenlerdir. Cehennemden çıkan boyun bu üç sınıfı, kuşun susam tanesini topladığı gibi toplar ve onları götürüp Cehenneme sokar." 58"Mü'min erkekleri ve mü'min kadınları işlemedikleri' şeyler yüzünden incitenler, bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir." Firyâbî, İbn Sa'd Tabakât'ta, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Mü'min erkekleri ve mü'min kadınları işlemedikleri şeyler yüzünden incitenler, bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir" âyetini: "Mümin erkeklere ve mümin kadınlara işlemedikleri şeyi isnad edip ayıplayanlar, büyük bir kötülük işlemişlerdir" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyet hakkında der ki: "Cehennemliklere uyuz hastalığı verilir ve bunun üzerine kemikleri ortaya çıkana kadar kaşınarak: "Ey Rabbimiz! Neden bu hastalık bize isabet etti?" diye sorarlar. Onlara: "Müslümanlara yaptığınız eziyetler yüzünden" cevabı verilir. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Sakın müminleri incitmeyiniz. Çünkü Yüce Allah onları korur ve onlar için gazaplanır. İddia edildiğine göre Ömer b. el-Hattâb bir gün bu âyeti okuyunca, endişeye kapılıp Ubey b. Ka'b'a giderek yanına girdi ve: "Ey Ebu'l-Münzirî Allah'ın Kitab'ından, "Mü'min erkekleri ve mü'min kadınları işlemedikleri şeyler yüzünden incitenler, bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir" âyetini okudum ve büyük bir endişeye kapıldım. Vallahi, ben onları cezalandırıyor ve dövüyorum dedi. Ubey b. Ka'b: "Sen, âyette bahsedilenlerden değilsin. Sen, terbiye eden ve öğretensin" karşılığını verdi. İbnu'l-Münzir'in Şa'bî'den bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb: "Ben, falan kişiden nefret ediyorum" deyince, o adama: "Ömer b. el-Hattâb, neden senden nefret ediyor?" diye soruldu. İnsanlar Hazret-i Ömer'in evinde çoğalınca, bu adam gelip: "Ey Ömer! İslam'da nifakı gerektirecek bir şey mi yaptım?" diye sordu. Hazret-i Ömer: "Hayır" cevabını verince, adam: "Bir cinayet mi işledim?" diye sordu. Hazret-i Ömer: "Hayır" cevabını verince, adam: "(İslam'da caiz olmayan) Herhangi bir şey mi yaptım?" diye sorunca, Hazret-i Ömer yine: "Hayır" cevabını verdi. Bunun üzerine adam: "Neden benden nefret ediyorsun? Halbuki yüce Allah, «Mü'min erkekleri ve mü'min kadınları işlemedikleri şeyler yüzünden incitenler, bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir» buyuruyor. Sen beni incittin. Allah senin bu suçunu bağışlamasın" deyince, Hazret-i Ömer: "Vallahi, doğru söyledi. Ne nifakı gerektiren bir şey, ne de başka bir suç işledi. Beni bağışla" dedi ve Hazret-i Ömer, adam kendisini affedinceye kadar peşini bırakmadı. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Ömer, "Mü'min erkekleri ve mü'min kadınları işlemedikleri şeyler yüzünden incitenler, bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir" âyetini açıklarken: "Ya bir de müminlere iyilikte bulunanların durumu nasıl olur! Onlara katkat ecirler verilir" dedi. Taberânî, İbn Merdûye ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Abdullah b. Bişr'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hased eden, söz taşıyan, hainlik eden benden değildir; ben de ondan değilim" buyurduktan sonra, "Mü'min erkekleri ve mü'min kadınları işlemedikleri şeyler yüzünden incitenler, bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir" âyetini okudu. İbn Ebî Hatim, İbn Merdûye, Beyhakî Şu'abu'l-îman'da ve Hâkim'in el- Kunâ'da bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sahabeye: "Allah katında ribânın en kötüsü nedir?" diye sorunca, sahabe: "Allah ve Resulü daha iyi bilir" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah katında ribânın en kötüsü, haksız yere müslümanın ırzını helal saymaktır" buyurduktan sonra, "Mü'min erkekleri ve mü'min kadınları işlemedikleri şeyler yüzünden incitenler, bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir" âyetini okudu. 59"Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle, bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler. Bu, onların tanınıp incitilmemeleri için daha uygundur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir." İbn Sa'd, Buhârî, Müslim, İbn Cerîr, İbn Merdûye ve Beyhakî Sünne'de, Hazret-i Âişe'nin şöyle dediğini bildirir: Hicab âyeti nazil olduktan sonra Sevde tuvalet İhtiyacı için çıktı. -Sevde, cüsseli bir kadındı ve kendisini tanıyan onu (uzaktan da) görse kim olduğunu bilirdi.- Hazret-i Ömer onu gördü ve: "Ey Sevde, vallahi bizden gizlenemiyorsun! Nasıl dışarı çıkacağına bir bak" dedi. Bunun üzerine Sevde geri döndü. Bu sırada Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) evimde akşam yemeğini yiyordu ve elinde etli kemik vardı. Sevde içeriye girip: "Ey Allah'ın Resûlü! Bir ihtiyacım için çıkmıştım bana Ömer, şöyle şöyle, söyledi" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiy indirdi. Allah'ın Resûlü'nden vahyin ağırlığı kaldırıldığında kemik parçası hâlâ elindeydi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "İhtiyaçlarınız için dışarı çıkmanıza izin verildi" buyurdu." Saîd b. Mansûr, İbn Sa'd, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımları, tuvalet ihtiyacı için gece dışarı çıkarlardı ve münafıklardan bazıları onları taciz edip eziyet ediyorlardı. Münafıklara böyle yapmamaları söylenince ise: "Biz, cariyelere böyle yapıyoruz" karşılığını verdiler. Bunun üzerine, "Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müzminlerin kadınlarına söyle, bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler. Bu, onların tanınıp incitilmemelerine de daha uygundur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir" âyeti nazil olup, cariyelerden ayırdedilebilmeleri için örtünmeleri emredildi. İbn Cerîr'in Ebû Salih'ten bildirdiğine göre Allah'ın Resülü (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldiği zaman evlerde tuvalet yoktu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımları ve diğer kadınlar gece olunca çıkıp tuvalet ihtiyacını gideriyorlardı. Erkekler de, kadınlarla konuşmak için yolda oturuyorlardı. Bunun üzerine, "Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle, bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler. Bu, onların tanınıp incitilmemelerine de daha uygundur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir" âyeti nazil oldu. İbn Sa'd, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'nin şöyle dediğini bildirir: Münafıklardan bir adam mümin kadınları taciz edip eziyet ediyordu. Kendisine böyle yapmaması söylenince ise: "Ben onun cariye olduğunu zannediyordum" karşılığını veriyordu. Bunun üzerine Yüce Allah, kadınlara, cariyelerin giyindikleri gibi giyinmemelerini ve bedenlerini örtecek elbiselerini giyinmelerini, bir gözü dışında, yüzlerini de örtmelerini emrederek, "Bu, onların tanınıp incitilmemelerine de daha uygundur,.." buyurdu. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, bu âyet hakkında şöyle demiştir: "Yüce Allah, bir ihtiyaç için evlerinden çıkan müminlerin hanımlarına, başlarını üzerinden cilbablarıyla başlarını örtmelerini ve sadece gözlerini açıkta bırakmalarını emretti." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Ümmü Seleme'den bildirdiğine göre, "Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle, bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler. Bu, onların tanınıp incitilmemelerine de daha uygundur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir" âyeti nazil olduğu zaman, Ensâr kadınları dışarıya çıkarken, başlarına bağladıkları siyah örtülerden dolayı sanki başlarında (siyah) kargalar varmış gibi görünüyorlardı. İbn Ebî Şeybe'nin Ebû Kılâbe'den bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb, hilafeti döneminde, hiçbir cariyenin başını örtmesine izin vermez ve: "Baş örtmek, onlara eziyet edilmemesi için hürlere emredilmiştir" derdi. İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Enes der ki: "Hazret-i Ömer, başını Örten bir cariyeyi görünce ona kamçısıyla vurmuş ve: "Başörtünü at, hür olanlara benzeme" demiştir. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: "Allah, Ensâr kadınlarına merhamet etsin. "Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle, bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler. Bu, onların tanınıp incitilmemelerine de daha uygundur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir" âyeti nazil olduğu zaman, üzerlerindeki abayı yırtıp onunla örtündüler ve sanki başlarında kargalar varmış gibi Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasında namaz kıldılar. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Şihâb'a: "Cariye evlenince örtünebilir mi?" diye sorulunca, "Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle, bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler. Bu, onların tanınıp incitilmemelerine de daha uygundur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir" âyetini okuyup: "Allah, cariyelerin hürlere benzemesini yasaklamıştır" cevabını verdi. Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Şîrîn der ki: Ubeyde'ye, "Bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler..." âyetini sorduğumda, üzerinde olan bir çarşafı kaldırıp onunla başını ve yüzünü örttü, sadece sol gözünü açık bıraktı. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle, bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler. Bu, onların tanınıp incitilmemelerine de daha uygundur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah onlara, dışarıya çıkınca örtülerini üzerlerine almalarını emretti. O zaman cariyeleri rahatsız ediyorlardı. Allah bu âyetle, hür kadınların cariyelere benzemesini yasaklamıştır." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Kelbî der ki: "Kadınlar, tuvalet ihtiyacını gidermek için açık araziye çıkıyorlar, fasıklar da onları rahatsız ediyorlardı. Bunun üzerine yüce Allah, hür olanın cariyeden ayrılması için onlara örtülerini üzerlerine almalarını emretti. Abd b. Humeyd'in Muâviye b. Kurra'dan bildirdiğine göre Medine'deki sapıklardan bazıları, gece dışarıya çıkıp kadınlara bakarak göz atarlardı. Bunu hür olan kadınlara değil cariyelere yaparlardı. Bunun üzerine, "Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle, bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler. Bu, onların tanınıp incitilmemelerine de daha uygundur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir" âyeti nazil oldu. İbn Cerîr ve îbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "O zaman hür olan kadın, cariyenin giydiği gibi giyinirdi. Allah müminlerin hanımlarına örtülerini üzerlerine atmalarını emretti. Örtünün üzerine atılması, kaşlarının üzerine kadar başın örtülmesidir." İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle, bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler. Bu, onların tanınıp incitilmemelerine de daha uygundur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Medine'de, bazı sefihler cariyeleri rahatsız ediyorlardı. Hür olan kadın dışarıya çıkınca, onun da cariye olduğu zannedilip rahatsız ediliyordu. Bunun üzerine Yüce Allah, hür olan kadınlara, örtülerini üzerlerine atmalarını emretti." îbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî der ki: Medine'de bazı fasıklar, gece karanlığı çökünce Medine yollarına çıkıp kadınları rahatsız ediyorlardı. Medine evleri dardı ve gece olunca kadınlar ihtiyaçlarını gidermek için yollara çıkıyorlardı. Bu fasıklar da onları takib ediyor, üzerinde örtü olan bir kadın görünce: "Bu hürdür" diyerek bırakıyorlardı. Üzerinde örtü olmayan kadını görünce ise: "Bu cariyedir" deyip ona sarkıntılık ederlerdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: (.....) kelimesi, salmak, sarkıtmak, (.....) kelimesi ise başörtüsünün üzerindeki bütün vücudu Örten örtüdür. Yabancı birinin, başörtüsünün üzerinde, bütün vücudu örten bir örtü bulunmayan Müslüman bir kadını görmesi helal değildir. Kadın bu örtüyle başını ve göğsünün üst kısmını örter. İbn Ebî Şeybe, Îbnu'l-Münzir ve îbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "Kadının göğsünün ve boğaz çukurunun görünmemesi için cilbabını salar" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, âyette geçen kelimesi, elbise üzerine giyilen giysidir. Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler. Bu, onların tanınıp incitilmemelerine de daha uygundur..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Onunla örtünsünler de hür oldukları belli olsun. Böylece fasıklar onları sözle veya töhmet altında bırakarak rahatsız etmesin." İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Şîrîn der ki: Abîde es-Selmânî'ye, "Bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler. Bu, onların tanınıp incitilmemelerine de daha uygundur..." âyetini sorduğumda, bir çarşafla başını ve yüzünü örtüp gözünün birini açıkta bıraktı. 60Bkz. Ayet:62 61Bkz. Ayet:62 62"İkiyüzlüler, kalblerinde fesat bulunanlar, şehirde bozguncu haberler yayanlar, eğer bundan vazgeçmezlerse, and olsun ki, seni onlarla mücadeleye davet ederiz; sonra çevrende az bir zamandan fazla kalamazlar. Lanetlenmiş olarak, nerede bulunurlarsa yakalanır ve hem de öldürülürler. Allah'ın geçmişlere uyguladığı yasası budur ve Allah'ın yasasında bir değişme bulamazsın." Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde der ki: "Münafıklardan bazıları, nifaklarını açığa vurmak isteyince, "İkiyüzlüler, kalblerinde fesat bulunanlar, şehirde bozguncu haberler yayanlar, eğer bundan vazgeçmezlerse, and olsun ki, seni onlarla mücadeleye davet ederiz" âyeti nazil oldu. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: "İrcâf, münafıkların yalan söyleyerek: "Üzerinize çok sayıda hazırlıklı bir grup geliyor" deyip bunu yaymalarıdır. Bildirildiğine göre münafıklar, kalplerindeki nifakı açığa vurmak isteyince, Yüce Allah onları, "İkiyüzlüler, kalblerinde fesat bulunanlar, şehirde bozguncu haberler yayanlar, eğer bundan vazgeçmezlerse, and olsun ki, seni onlarla mücadeleye davet ederiz" âyetiyle tehdid etti. Yani: "Seni onların üzerine gitmen için kışkırtırız" buyurdu. Yüce Allah'ın bu tehdidi üzerine münafıklar nifaklarını gizlediler. "Sonra çevrende az bir zamandan fazla kalamazlar" âyetinden kastedilen yer Medine'dir. "Lanetlenmiş olarak, nerede bulunurlarsa yakalanır ve hem de öldürülürler" âyeti, onların her halde lanetlenmiş olduğu, nifaklarını açığa vurdukları takdirde, nerede bulunurlarsa öldürülecekleri mânâsındadır. "Allah'ın geçmişlere uyguladığı yasası budur ve Allah'ın yasasında bir değişme bulamazsın" âyeti ise, Allah'ın, nifaklarını açığa vuranlar hakkında uyguladığı yasasının bu olduğu mânâsındadır. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b, "İkiyüzlüler, kalblerinde fesat bulunanlar, şehirde bozguncu haberler yayanlar, eğer bundan vazgeçmezlerse..." âyetini açıklarken: "İki yüzlülerden kasıt münafıkların kendileri, kalplerinde hastalık bulunanlar ise şüphe içinde olanlardır ve bu iki kısım da münafıktır" demiştir. İbn Sa'd'ın Ubeyd b. Huneyn'den bildirdiğine göre "İkiyüzlüler, kalblerinde fesat bulunanlar, şehirde bozguncu haberler yayanlar, eğer bundan vazgeçmezlerse..." buyruğundaki sayılanların hepsinden münafıklar kastedilmiştir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Tâvus'tan bildirdiğine göre bu âyet, kadınların durumu hakkında inmiştir. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'? Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mâlik b. Dînâr der ki: İkrime'ye, "İkiyüzlüler, kalblerinde fesat bulunanlar, şehirde bozguncu haberler yayanlar, eğer bundan vazgeçmezlerse..." âyetinin kim hakkında nazil olduğunu sorduğumda: "Zina edenler hakkında nazil oldu" cevabını verdi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Îbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Seleme b. Kuheyl'den bildirdiğine göre "İkiyüzlüler, kalblerinde fesat bulunanlar, şehirde bozguncu haberler yayanlar, eğer bundan vazgeçmezlerse..."buyruğunda kastedilenler hayasızca iş yapan kimselerdir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ, "Kalblerinde fesat bulunanlar.,."âyetini açıklarken: "Bunlar mümindi ve içlerinden zina etmeyi geçiriyorlardı" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, "İkiyüzlüler, kalblerinde fesat bulunanlar, şehirde bozguncu haberler yayanlar, eğer bundan vazgeçmezlerse..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Nifak üç çeşitti: Abdullah b. übey b. Selûl'ün nifakı gibi olan nifak, Abdullah b. Nebtel ve Mâlik b. Dâis'in nifakı gibi olan nifak. Bunlar, Ensâr'ın ileri gelenleriydi ve zina yapmaya utanarak bundan kaçınıyorlardı. Âyetteki fesat kelimesinden ise zina kastedilmiştir. Eğer imkan bulurlarsa zina ederler, imkan bulamazlarsa İse yapmazlardı. Üçüncü nifak çeşidi ise kadınlara tecavüz edenlerdir. Yolda oturup kadınlara tecavüz edenler ve Medine'de yalan haberler yayanlar bu sınıftır, (.....) âyeti: "Onları sana bildireceğiz" mânâsındadır. Allah onların lanetlenmiş olduğunu söyledikten sonra, nerede olurlarsa olsunlar, kadınları rahatsız edeceklerini bildirmiş ve bu sebeple "Nerede bulunurlarsa yakalanır ve hem de öldürülürler" buyurmuştur. Süddî der ki: "Bu, Kur'ân'da olup kendisiyle amel edilmeyen bir hükümdür. Eğer bir kişi veya daha çok erkek, bir kadını takib edip ona tecavüz edecek olurlarsa, bunlara uygulanacak hüküm, kırbaç ve recim cezası değil, yakalanıp boyunlarının vurulmasıdır. "Allah'ın geçmişlere uyguladığı yasası budur..." âyetinde yüce Allah, geçmiş ümmetlerin bu hükmü böyle uyguladıklarını bildirmiştir, "...ve Allah'ın yasasında bir değişme bulamazsın" âyetinin gereği ise: "Bir kadına tecavüz eden kişi öldürülür. Onu öldürenin diyet ödemesi gerekmez". İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti: "Seni onfara musallat ederiz" mânâsındadır. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Hatîb'in, Tâli't-Telhîs'te bildirdiğine göre Muhammed b. Şîrîn, "İkiyüzlüler, kalblerinde fesat bulunanlar, şehirde bozguncu haberler yayanlar, eğer bundan vazgeçmezlerse..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat etmeden önce, Yüce Allah tarafından, münafıklarla mücadeleyle emredilmiş mi bilmiyorum." Îbnu'l-Enbârî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona, (.....) âyetinin mânâsını sorunca, İbn Abbâs şöyle karşılık verdi: "Seni onlara doğru yöneltir, harekete geçiririz" demektir" Bu konuda Hâris b. Hillize şöyle der: Bizleri sana karşı harekete geçirme Yok yere bizi düşmanların diline düşürme" dediğini biimez misin?" 63"İnsanlar sana kıyametin vaktini soruyorlar. De ki: «Onun ilmi ancak Allah katındadır.» Ne bilirsin, belki de kıyamet yakında gerçekleşir." İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân b. Uyeyne der ki: Kur'ân'daki her: "Ne bilirsin" ve "Nereden bileceksin" diye sorulan konu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verilmiştir. 64Şüphesiz Allah, kâfirleri rahmetinden koğmuş ve onlara şiddetli bir ateş hazırlamıştır. 65Orada ebedî olarak kalırlar, ne bir dost bulabilirler, ne de bir yardımcı... 66O gün, yüzleri ateş içinde kaynayıb çevrilirken: “Vah bize! Keşki Allah’a itâat etseydik, Peygambere itâat etseydik.” diyeceklerdir. 67Bkz. Ayet:68 68"Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerim ize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar, derler. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden kov." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde "Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar, derler. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lanetle rahmetinden kov" âyetini: "Ey Rabbimiz! Şerde ve şirkte reislerimize uyduk, onlara Cehennem azabını iki kat ver" şeklinde açıklamıştır. İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre Ebû Cehil b. Hişâm, âyette geçen reislerdendir. 69"Ey Mü’minler! Musa'yı incitenler gibi olmayın. Nitekim Allah onu, söylediklerinden beri tutmuştu. O, Allah'ın katında değerli bir kişiydi." Abdurrezzâk, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Tirmizî, İbn Cerîr, Îbnu'l- Münzir, îbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Musa (aleyhisselam) çok utangaç ve hayâlı idi. Hayasından dolayı cildinden bile bir şey görünmezdi, İsrâiloğulları bu yüzden kendisine eziyet ederlerdi ve: «Bunun böylece Örtünmesinin tek sebebi ya cildinde cilt hastalığı olması veya hayalarında şişlik ya da başka bir hastalığı vardır» derlerdi Allah, Musa'yı onların söylediklerinden temize çıkarmak istedi Musa bir gün yalnız kaldı ve elbiselerini bir taşın üzerine koyarak yıkandı. Yıkandıktan sonra elbiselerini almak üzere taşa yöneldi, fakat taş elbiselerini alıp yürümeye başladı. Musa da asasını alarak taşın peşine düştü ve: «Ey taş! Elbisemi ver, ey taş elbisemi ver!» demeye başladı. Sonunda İsrâiloğullarından bir toplumun yanına bu vaziyette vardı ve onlar da Musa'yı çıplak vaziyette ve yaratılış olarak insanların en güzeli olarak gördüler. Böylece Allah ta Hazret-i Mûsa'yı onların söylemekte oldukları şeylerden temize çıkardı. Sonra taş durdu, Musa da elbisesini aldı ve giydikten sonra asasıyla taşa vurmaya başladı. Vallahi Musa'nın asasının darbelerinden dolayı o taşla üç dört ve beş yara izi vardır. İşte Yüce Allah'ın, «Ey Mü’minler! Musa'yı incitenler gibi olmayın. Nitekim Allah onu, söylediklerinden beri tutmuştu. O, Allah'ın katında değerli bir kişiydi» âyeti buna işaret etmektedir. " Bezzâr, İbnu'l-Enbârî el-Mesâhifte ve İbn Merdûye, Enes'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Hazret-i Mûsa utangaç biriydi. Yıkanmak için gittiğinde elbiselerini bir kayanın üzerine koymuştu. Hazret-i Mûsa, çokça örtünürdü ve vücudunu saklardı. İsrâiloğulları: «Onun ya hayaları şişmiş veya bir hastalığı vardır» diyorlar ve elbiselerini bunun için hiç çıkarmadığını söylüyorlardı. Elbiselerini koyduğu kaya elbiselerle gidip İsrâiloğullarının oturduğu yerin hizasına geldi. İsrâiloğulları baktıklarında onun yaratılış olarak insanların en güzeli olduğunu gördüler. «Ey Mü’minler! Musa'yı incitenler gibi olmayın. Nitekim Allah onu, söylediklerinden beri tutmuştu. O, Allah'ın katında değerli bir kişiydi»âyeti bu konuda nazil olmuştur. " Ahmed'ın Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mûsa b. İmrân, suya girmek istediği zaman suda avretini göstermemek için elbiselerini çıkarmazdı" buyurdu. İbn Ebî Şey be Musannef’te, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Ey Mü’minler! Musa'yı incitenler gibi olmayın. Nitekim Allah onu, söylediklerinden beri tutmuştu. O, Allah'ın katında değerli bir kişiydi" âyetini açıklarken şöyle dedi: Kavmi: "Mûsa'nın hayaları şişmiştir" dediler. Bir gün Hazret-i Mûsa yıkanmak İçin çıktı ve elbiselerini bir kayanın üzerine koydu. Kaya elbiseleri alıp yürümeye başladı. Hazret-i Musa da çıplak bir şekilde kayanın peşinden gitti. Sonunda kaya İsrâiloğullarının oturduğu yere geldi ve İsrâiloğulları Hazret-i Mûsa'nın hayalarının şiş olmadığını gördüler. "Ey Mü’minler! Musa'yı incitenler gibi olmayın. Nitekim Allah onu, söylediklerinden beri tutmuştu. O, Allah'ın katında değerli bir kişiydi" âyeti buna işaret etmektedir. İbn Menî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib'in, "Ey Mü’minler' Musa'yı incitenler gibi olmayın..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: "Hazret-i Mûsa ve Hazret-i Hârun dağa çıkınca, Hazret-i Hârun vefat etti. İsrâiloğulları: "Onu sen öldürdün. O bizi senden daha çok seviyor ve yumuşak davranıyordu" dediler ve böylelikle Musa'ya eziyet ettiler. Bunun üzerine yüce Allah meleklere emretti. Melekler de Harun'u alıp İsrâiloğulları arasında gezdirdiler ve onun kendiliğinden öldüğünü söylediler. Böylece Musa'nın doğruluğunu kendilerine gösterildi. Sonra melekler onu götürüp defnettiler. Mezarının yerini sadece kartal bilir. Yüce Allah da onu sağır ve dilsiz kılmıştır." Hâkim'in Süddî vasıtasıyla Ebû Mâlik'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs, Murre, İbn Mes'ûd ve sahabeden bazıları şöyle demiştir: Yüce Allah Hazret-i Mûsa'ya: "Hârun'u vefat ettireceğim. Onu falan dağa getir" diye vahyetti. İkisi dağa doğru giderken, bir ağaç ve içinde, üzerinde yataklar ve güzel kokular bulunan bir divanın olduğu bir ev gördüler. Hazret-i Hârun, dağa, eve ve içindekilere bakınca onları beğenerek: "Ey Mûsa! Bu divana yatmak istiyorum" dedi. Hazret-i Mûsa: "Yat" karşılığını verince, Hazret-i Hârun: "Sen de benimle yat" dedi. İkisi de yatınca Hazret-i Hârun vefat etti. Harun vefat edince o ev yükseldi ve ağaç ta yok oldu. Divan da semaya yükseldi. Hazret-i Mûsa İsrâiloğullarına dönünce: "Hârun'u ve İsrâiloğullarının ona olan sevgisini kıskanıp öldürdü" dediler. İsrâiloğulları onlara daha yumuşak davrandığı için Hazret-i Hârun'u daha çok severlerdi. Hazret-i Mûsa onlara Hazret-i Hârun'dan daha sert davrandığı için ona karşı bir nefretleri vardı. Hazret-i Mûsa, İsrâiloğullarının böyle dediğini öğrenince: "Yazıklar olsun size! O benim kardeşimdi. Onu öldürebileceğimi mi düşünüyorsunuz!" dedi. İsrâiloğulları bu sözlerine devam edince, Hazret-i Mûsa, iki rekat namaz kıldı, sonra Allah'a dua etti. Bunun üzerine Hazret-i Harun'un üzerinde vefat ettiği divan indirildi ve İsrâiloğulları onu görünce Hazret-i Mûsa'ya inandılar." İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Yüce Allah, "Ey Mü’minler! Musa'yı incitenler gibi olmayın. Nitekim Allah onu, söylediklerinden beri tutmuştu. O, Allah'ın katında değerli bir kişiydi" âyetini indirerek: "Kavminin, Hazret-i Mûsa'yı incittiği gibi, siz de Hazret-i Muhammed'i İncitmeyin" buyurmuştur. Buhârî, Müslim ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ganimet taksim ederken bir adam: "Bu taksimde Allah'ın rızâsı gözetilmedi" dedi. Adamın böyle dediği Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirilince, Allah'ın Resûlü'nün kızgınlıktan yüzü kızardı ve: "Allah Mûsa'ya rahmet eylesin. O, bundan da çok eziyet görmüş, fakat sabretmişti" buyurdu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "O, Allah'ın katında değerli bir kişiydi" âyetini: "Allah katında duası kabul edilen biriydi" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Sinân, ismini verdiği bir kişinin, " O, Allah'ın katında değerli bir kişiydi" âyetini: "Hazret-i Mûsa, Allah'tan ne istediyse, Allah bu isteğini vermiştir. Sadece, "Rabbim! Bana kendini göster, Sana bakayım" şeklindeki isteğini kabul etmemiştir. 70Bkz. Ayet:71 71"Ey îman edenleri Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin. (Böyle davranırsanız) Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Resûlûne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur." Ahmed, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Mûsa el-Eş'arî der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bize öğle namazını kıldırdıktan sonra: "Yerinizde kalın" buyurdu. Sonra erkeklerin yanına gidip: "«Allah bana, kendisinden korkmanızı ve doğru söz söylemenizi» emretmemi emretti" buyurdu. Sonra kadınların yanına gidip, onlara da: "«Allah bana, kendisinden korkmanızı ve doğru söz söylemenizi» emretmemi buyurdu" dedi. Ahmed Zühd'de ve Ebû Dâvud Merâsil'de, Urve'nin şöyle dediğini bildirir: "Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) çoğu zaman minberde, "Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin" buyururdu. İbn Ebi'd-Dünyâ et-Takva'da, Urve'den, Hazret-i Âişe'nin şöyle dediğini bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ne zaman minbere çıktıysa, "Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin" buyurduğunu duydum. Semmûye, Fevâid'de, Sehl b. Sa'd'ın şöyle dediğini bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) insanlara hutbe verince, "Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin. (Böyle davranırsanız) Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Resûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur" âyetlerini mutlaka okurdu. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Sehl b. Sa'd es-Sâidîder ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ne zaman şu minbere oturduysa, "Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin" âyetini okudu. Hâzım'dan Mesâil'de İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona, "llta-i âyetinin mânâsını sorunca, İbn Abbâs: "Adil ve hak söz" demektir" cevabını verdi. Nâfi: "Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: "Tabi ki! Yoksa Hamza b. Abdilmuttalib'İn: "Allah'ın kalbine emanet olarak bıraktığında güvenilirdir Eğer bir şey söylerse, bu sözünde adalet ve hak vardır" dediğini bilmez misin?" Firyâbî ve Abd b. Humeyd'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) âyetinin mânâsı, doğru sözdür. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) âyetinin mânâsı, doğru sözdür. Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) âyetinin mânâsı, doğru sözdür. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) âyetinden kastedilen, Lâ ilahe illallah sözüdür. Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta, İkrime vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) âyetinden kastedilen, Lâ ilâhe illallah sözüdür. 72Bkz. Ayet:73 73"Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir. Allah, münafık erkeklere ve münafık kadınlara, Allah'a ortak koşan erkeklere ve Allah'a ortak koşan kadınlara azap etmek; mü'min erkeklerin ve mü'min kadınların da tövbelerini kabul etmek için insana emaneti yüklemiştir. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbnu'l-Enbârî, el-Azdâd'da, İbn Abbâs'ın, "Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: "Emanet, farzlardır. Allah bu farzları göklere, yere ve dağlara teklif etti. Eğer eksiksiz olarak emanetin gereğini yerine getirirlerse onları mükâfatlandıracağını, onu zayi edecek olurlarsa azaplandıracağını söyledi. Bu işten hoşlanmadılar ve çekindiler, ancak bu bir masiyet kastıyla değil, gereğini yerine getiremezler korkusuyla yüce Allah'ın dinini ta'zîm ettiklerinden böyle tavır takınmışlardı. Daha sonra yüce Allah, bu emaneti Adem'e teklif etti, o da içindekilerle beraber kabul etti. "Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir" âyeti buna işaret etmektedir." İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l- Âliye, "Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Emanet, emirler ve yasaklardır. Onu yüklenen insandan kasıt ise Hazret-i Âdem'dir." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Hâzım der ki: "Allah, emaneti dünya semasına teklif edince, dünya seması onu yüklenmek istemedi. Sonra ikinci semaya, sonra sırasıyla bütün semalara teklif etti, onlar da emaneti yüklenmek istemediler. Sonra yerlere teklif edince onlar da emaneti yüklenmek istemediler. Sonra Hazret-i Âdem'e teklif edince, Hazret-i Âdem: "Ben içindekiler ile birlikte onu kulağım ile omuzum arasındaki mesafede yüklenmeyi kabul ediyorum" dedi. Yüce Allah şöyle buyurdu: "Sana üç şey emredeceğim. Bunlar sana yardımcı olacaktır. Sana göz verdim ve bu gözlere iki kapak verdim. Sana yasakladığım şeylere karşı gözlerini bu kapaklarla kapat. Sana iki çenen arasında bir dil verdim. Sana yasakladığım her şeyden onu uzak tut. Sana cinsel organ verdim ve onun için bir giysi kıldım, onu sana helâl kıldıklarımdan başkasına açma."! İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki: Yüce Allah gökleri, yeri ve dağları yarattığı zaman: "Size farzlar kılacağım, Cennet ve Cehennemi, bana itaat edenler için ödül, isyan edenler için ceza olarak yaratacağım" buyurdu. Sema: "Beni yarattın, Güneş'i, Ay'ı, yıldızları, bulutları, rüzgarı ve yağmurları bende kıldın. Beni de yarattığın şeyde görevliyim. Bir farzı taşıyamam. Ne sevap ne de ceza istemiyorum" dedi. Yeryüzü: "Beni yaratıp görevlendirdin. Üzerimde nehirler çıkardın, benden meyveler çıkardın ve beni dilediğin şey için yarattın. Ben, beni yarattığın şeyle görevliyim. Bir farzı taşıyamam. Ne sevap ne de ceza istemiyorum" dedi. Dağlar da: "Beni yeryüzünün sağlam durması için yarattın. Ben, beni yarattığın şeyle görevliyim. Bir farzı taşıyamam. Ne sevap, ne de ceza istemiyorum" dedi. Allah, Hazret-i Âdem'i yarattığı zaman emaneti ona teklif edince, Hazret-i Âdem emaneti yüklenmeyi kabul etti. O, nefsine zulmetmesi ve günah işlemesi sebebiyle zalim, aldığı yükümlülüğün neticesini düşünmediği için de cahildir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: "Yüce Allah, gökleri, yeri ve dağlan yarattığı zaman, emaneti onlara teklif etti, ama onlar kabul etmediler. Hazret-i Âdem'i yarattığı zaman ise ona teklif edince, Hazret-i Âdem: "Ey Rabbim! Emanet nedir?" diye sordu. Allah: "İyilik yapınca seni mükâfatlandırmam, kötülük yapınca ise azab etmemdir" buyurunca, Hazret-i Âdem: "Ben emaneti yüklendim ey Rabbim!" dedi. Hazret-i Âdem'in emaneti yüklenmesiyle Cennetten çıkması arasında, öğle ile ikindi arasındaki zaman kadar bir vakit geçmiştir." Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbnu'İ-Enbârî el-Azdâd'da ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Şüphesiz biz emanet» göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Emanet Hazret-i Âdem'e teklif edilince: "Onu içindekiyle al. Eğer itaat edersen seni bağışlarım, isyan edersen azab ederim" denildi. Hazret-i Âdem: "Onu içindekiyle kabul ettim" dedi. Hazret-i Âdem'in emaneti yüklenmesiyle günah işlemesi arasında, ikindiden geceye kadar zaman kadar bir vakit geçmiştir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Eşva der ki: Allah, göklere, yere ve dağlara amel yapmalarını, buna karşılık sevap almalarını teklif etti. Bunun üzerine üç gün üç gece boyunca feryad ederek: "Ey Rabbimiz! Bizim amel yapmaya gücümüz yok, sevap ta istemiyoruz" dediler. Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir'in Evzâî'den bildirdiğine göre Ömer b. Abdilazîz, Muhammed b. Kâ'b'a memurluk teklif edince kabul etmedi. Ömer: "İsyan mı ediyorsun!" deyince, Muhammed: "Ey müminlerin emiri! Bana, yüce Allah'ın, emaneti göklere, yere ve dağlara teklif edince, onların kabul etmek istememesinden bahset. Böyle yapmaları isyan mıydı?" karşılığını verdi. Ömer: "Hayır" deyip Muhammed b. Ka'b'ı bıraktı. Âbd b. Humeyd ve İbn Cerîr Dahhâk vasıtasıyla, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Allah, Hazret-i Âdem'e: "Ben, emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettim, buna güç yetiremediler. Sen bu emaneti İçindekilerle taşır mısın?" buyurunca, Hazret-i Âdem: "Ey Rabbimî Bu emanetin içinde ne var?" diye sordu. Allah: "Onu taşırsan, sevap alırsın, ihmal edersen azab görürsün" cevabını verince, Hazret-i Âdem: "Onu içindekilerle aldım" dedi. Hazret-i Âdem, Cennette öğle ve ikindi arasındaki zaman kadar bir vakit kalmadan, iblis kendisini Cennetten çıkardı." Dahhâk'a: "Emanet nedir?" diye sorulunca, Dahhâk: "Farzlardır. Her müminin, mümini veya muâhid olanı az veya çok bir şeyde aldatmaması da üzerine bir görevdir. Bunu yapan, emanete İhanet etmiş demektir. Farzlardan bir şey eksilten de emanete ihanet etmiş demektir" cevabını verdi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir. Allah, münafık erkeklere ve münafık kadınlara, Allah'a ortak koşan erkeklere ve Allah'a ortak koşan kadınlara azap etmek; mü'min erkeklerin ve mü'min kadınların da tövbelerini kabul etmek için insana emaneti yüklemiştir. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetini açıklarken şöyle dedi: Emanetten kasıt, din, farzlar ve hadlerdir. Göklere, yere ve dağlara bu teklif yapılıp: "Emaneti taşıyıp hakkını verebilir misiniz?" denilince, "Buna gücümüz yetmez" karşılığını verdiler. İnsana: "Onu taşır mısın?" diye sorulunca ise: "Evet" cevabını verdi. "Onun hakkını verir misin?" diye sorulunca da: "Evet" karşılığını verdi. Yüce Allah, "Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir" buyruğuyla, emanete karşı insanın çok zalim, hakkı konusunda ise cahil olduğunu bildirmiştir. Allah, emanete İhanet eden münafık kadın ve erkeklere, müşrik kadın ve erkeklere azab edeceğini bildirmiş, emanetin hakkını veren mümin erkek ve kadınlara karşı ise bağışlayıcı ve merhametli olacağını söylemiştir." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, âyette geçen emanetten kastedilenin farzlar olduğunu söylemiştir. Firyâbî'nin Dahhâk'tan bildirdiğine göre âyette geçen emanetten kasıt dindir. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Emanet üç tanedir: Namaz, oruç ve cünüblükten dolayı gusletmek" buyurdu. Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî es-Sünne de, Ubey b. Ka'b'ın: "Kadına ferci (namus ve iffeti) hususunda güvenilmesi emanetin bir kısmını teşkil eder" dediğini bildirir. İbn Ebi'd-Dünyâ el-Vera'da ve Hakîm et-Tirmizî'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Amr der ki: "Yüce Allah'ın insandan ilk yarattığı şey, onun cinsel organıdır. Yüce Allah: "Bu benim sana bıraktığım bir emanettir, sakın onu haktan başkasına katma, kanştırma" buyurdu. Buna göre cinsel organ bir emanettir, kulak bir emanettir, göz bir emanettir." İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî Şu'abu'İ-îman'da, İbn Ömer'in: "Odalara ve evlere bakmak ta emaneti kaybetmenin bir çeşidirir." Abd b. Humeyd'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şunu bilin ki, emanete ihanetin bir çeşidi de, kişinin, kardeşine bir şey anlatıp: «Bu söylediklerimi gizli tut» demesine rağmen, dinleyenin anlatılanı ifşa etmesidir" buyurdu. Ahmed, Abd b. Humeyd ve Müslim'in Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şüphesiz ki kıyamet gününde Allah indinde emanete hıyanetin en büyüklerinden biri, karı ile koca beraberce haşır neşir olduktan sonra, kocasının kadının sırrını yaymasıdır" buyurdu. Tayâlisî, Ahmed, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Tirmizî, Ebû Ya'lâ, Beyhakî ve Diyâ, Câbir'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kişi bir söz söyledikten sonra, (o sözün, başkaları tarafından işitmesini istemezmiş gibi) etrafına bakmışsa, o söz (kendisine söylenen için) bir emanettir" buyurduğunu nakleder. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), Allah, münafık erkeklere ve münafık kadınlara, Allah'a ortak koşan erkeklere ve Allah'a ortak koşan kadınlara azap etmek; mü'min erkeklerin ve mü'min kadınların da tövbelerini kabul etmek için insana emaneti yüklemiştir. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Münafıklar ve müşrikler, emanete karşı zalimce davrananlar ve ihanet edenlerdir." İbn Cerîr'in zayıf isnâdla Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından olan Hakem b. Umeyr'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Emanet ve emanete sahip çıkmak Âdemoğullarına peygamberlerle beraber indirilmiştir. Peygamberler onunla gönderilmiştir. Allah'ın Resûlü de onlardan biridir. Bu peygamberlerden kimisi nebi, kimisi de nebi resûldür. Aynı zamanda Allah'ın kelamı olan Kur'ân da inmiştir. Arapça ve Acem dilleri de inmiş, insanlar Kur'ân'ın emirlerini ve sünnetleri kendi dilleriyle öğrenmişlerdir. Allah, yapmaları gereken ve sakınmaları gereken şeylerden bildirmediği hiçbir şey bırakmamıştır. Bu emir ve yasakları bildirmesi, insanlar aleyhine bir delildir. Herhangi bir dili konuşan her topluluk iyiyi ve kötüyü bilir. Yeryüzünden ilk çekilen şey emanet olacaktır ve ondan sadece insanların kalplerinde izi kalacaktır. Sonra, vefa, ahid ve zimmet yeryüzünden kaldırılacak kitaplar, onunla amel eden âlimlerin elinde kalacaktır. Cahiller de bilmesine rağmen inkar edecek ve Kitaba sahip çıkmayacaktır. Sonunda sıra bana ve ümmetime gelecek ve Allah'ın helak olmasını takdir ettiği herkes ölecek, emanetten sadece onu terk edenler gafil olacaktır. Ey insanlar! Sinsi vesvesecinin şerrinden sakınınız. Yüce Allah, sizin hanginizin amelinin daha güzel olduğunu belirlemek için sınamaktadır." |
﴾ 0 ﴿