SEBE SÛRESİ

İbnu'd-Dureys, Nehhâs, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Sebe Sûresi, Mekke'de nazil olmuştur.

İbnu'l-Münzir'in Katâde'den bildirdiğine göre Sebe Sûresi Mekkî'dir.

1

Bkz. Ayet:9

2

Bkz. Ayet:9

3

Bkz. Ayet:9

4

Bkz. Ayet:9

5

Bkz. Ayet:9

6

Bkz. Ayet:9

7

Bkz. Ayet:9

8

Bkz. Ayet:9

9

"Hamd, göklerdeki ve yerdeki her şey kendisinin olan Allah'a mahsustur. Hamd âhirette de O'na mahsustur. O, hüküm ve hikmet sahibidir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır. Allah, yere gireni, yerden çıkanı; gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. O, çok merhamet edicidir, çok bağışlayıcıdır. İnkâr edenler, «Kıyamet bize gelmeyecektir» dediler. De ki: «Hayır, öyle değil, gaybı bilen Rabbime andolsun ki. Kıyamet size mutlaka gelecektir. Ne göklerde ve ne de yerde zerre ağırlığında bir şey bile O'ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi apaçık bir kitaptadır.» Allah'ın, iman edip salih amel işleyenleri mükâfatlandırması için (her şey o kitapta tespit edilmiştir.) İşte onlar için bir bağışlanma ve bereketli bir rızık vardır. Âyetlerimizi geçersiz kılmak için yarışırcasına çaba harcayanlar var ya; işte onlar için elem dolu, çok kötü bir azap vardır. Kendilerine ilim verilenler, Rabbinden sana indirilen Kur'ân'ın gerçek olduğunu ve onun, mutlak güç sahibi ve övgüye lâyık Allah'ın yoluna ilettiğini görürler. Yine inkâr edenler şöyle dediler: «Çürüyüp ufalandıktan sonra sizin yeniden diriltileceğinizi söyleyen bir adamı size gösterelim mi? Allah'a karşı yalan mı uydurdu, yoksa onda delilik mi var?» Hayır, öyle değil! Âhirete inanmayanlar azap ve derin sapıklık içindedirler. Onlar, önlerindeki ve arkalarındaki (kendilerini dört bir yandan kuşatan) göğe ve yere bakmadılar mı? Eğer dilersek onlan yere geçirir veya gökten üzerlerine parçalar düşürürüz. Bunda, Rabbine yönelen her kul için bir ibret vardır."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde, "Hamd, göklerdeki ve yerdeki her şey kendisinin olan Allah'a mahsustur..." âyetini açıklarken: "Emrinde hikmet sahibi, yarattıklarından da haberdardır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre "Yere gireni, yerden çıkanı; gökten ineni ve oraya yükseleni bilir..." buyruğundaki yere girenden kasıt yağmur, yerden çıkandan kastedilen bitkiler, gökten inenler ve oraya yükselenler meleklerdir.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve îbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "De ki: Hayır, öyle değil, gaybt bilen Rabbime andolsun ki, Kıyamet size mutlaka gelecektir.." âyetini açıklarken: "Gaybı bilen Rabbime yemin olsun ki kıyamet mutlaka birgün gelip çatacaktır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "İşte onlar için bir bağışlanma ve bereketli bir rızık vardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Onların günahları için bağışlama ve rızık olarak ta Cennet vardır. "Âyetlerimizi geçersiz kılmak için yarışırcasına çaba harcayanlar var ya; işte onlar için elem dolu, çok kötü bir azap vardır" âyeti ise: "Âyetlerimizi geçersiz kılmak için çalışanlar bizi aciz bırakamaz. Onlar için elem verici ve can yakıcı bir azap vardır" mânâsındadır. "Kendilerine ilim verilenler..." buyruğunda kastedilenler ise Hazret-i Muhammed'in ashâbıdır."

İbn Ebî Hâtim'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre, "Kendilerine ilim verilenler..." buyruğunda kastedilenler, kendilerine hikmet verilen, Kitab ehlinden iman etmiş olanlardır.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: "Yine inkâr edenler şöyle dediler: "Çürüyüp ufalandıktan sonra sizin yeniden diri İtileceğinizi söyleyen bir adamı size gösterelim mi?" sözünü söyleyenler Kureyş müşrikleridir. Müşrikler: "Yer sizi çürütüp ufaladıktan, kemikleriniz çürüdükten ve yırtıcı hayvanlarla kuşlar sizi yedikten sonra, tekrar diriltileceğinizi söyleyen adamı size gösterelim mi?" dediler. Müşrikleri bu sözleri yalanlamak maksismiyle söylediler. "Allah'a karşı yalan mı uydurdu, yoksa onda delilik mi var?" âyeti ise, müşriklerin: "Bu (Allah'ın Resûlü) ya Allah adına yalan söylüyor veya delidir" demeleridir. Allah, onların sözlerini reddederek: "Onlar, önlerindeki ve arkalarındaki (kendilerini dört bir yandan kuşatan) göğe ve yere bakmadılar mı? Eğer dilersek onları yere geçirir veya gökten üzerlerine parçalar düşürürüz. Bunda, Rabbine yönelen her kul için bir ibret vardır" buyurmuştur. Yani: "Eğer sağına, soluna, önüne ve arkana bakarsan yeryüzünü ve gökyüzünü görürsün. Eğer dilersek, daha öncekilere yaptığımız gibi onları yere geçiririz. Veya gökyüzünden onlara parçalar düşürürüz. Allah dilerse semasıyla, dilerse yeriyle azab eder. Bütün yaratıkları Allah'ın askerleridir." Katâde der ki: "Hasan(-ı Basrî): "Denizdeki köpükler Allah'ın askerleridir" derdi."

10

Bkz. Ayet:11

11

"Andolsun, Dâvud'a tarafımızdan bir üstünlük verdik. «Ey dağlar ve kuşlar! Onunla beraber tesbih edin» dedik. Ona demiri yumuşattık. Geniş zırhlar imal et, dokumasını ölçülü yap. (Ey Dâvud hanedanı!) İyi işler yapın. Kuşkusuz ben, yaptıklarınızı görmekteyim, diye (vahyettık)."

İbn Ebî Şeybe Musannef’te, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti: "Onunla beraber tesbih et" mânâsındadır.

İbn Cerîr'in Ebû Meysere'den bildirdiğine göre (.....) âyeti Habeşî diliyle: "Onunla beraber tesbih et" mânâsındadır.

Firyâbî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in İkrime'den bildirdiğine göre (.....) âyeti: "Tesbih et" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, İkrime ve Ebû Abdirrahman'dan aynı rivayette bulunmuştur.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....)  âyeti, "Dâvud tesbih ettiği zaman siz de onunla beraber tesbih edin" mânâsındadır.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde, "Ona demiri yumuşattık" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah demiri onun için yumuşattı. Hazret-i Dâvud demiri ateşte ısıtmaya gerek duymazdı. Âyetteki (.....) kelimesi ise zırhlar mânâsındadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: "Ondan önce zırhlar plakalar halinde olduğundan ağır idi. Allah, demiri, Hazret-i Davud'un emrine verdi. Dâvud, demiri ateşe sokmadan, çamura şekil verir gibi eğerek ve çekiç kullanmadan eliyle halkalar şeklinde örüyordu (ve zırhlar yapıyordu). İnsanlar arasında ilk zırhı yapan Hazret-i Dâvud'dur. Ondan önce zırhlar plakalar halindeydi ve bunlarla düşmana karşı korunuyorlardı."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Ona demiri yumuşattık" âyetini açıklarken: "Hazret-i Dâvud, demiri aldığı zaman elinde hamur gibi olurdu ve onunla zırh yapardı" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim değişik kanallarla İbn Abbâs'ın, "Dokumasını ölçülü yap..." âyetini açıklarken: "Dokumadan kastedilen demir halkalardır" dediğini bildirir.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Dokumasını Ölçülü yap,.." buyruğundaki dokumadan kastın, halkalardaki çiviler olduğunu söylemiştir.

Abdurrezzâk ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Dokumasını ölçülü yap..." âyetini: "Çivileri ince halkaları geniş yapma, zırh sağlam olmaz. Çivileri kalın yapıp halkaları küçültme. Böyle yaparsan halkalar kırılır. Her şeyi ölçülü yap" şeklinde açıklamıştır.

Firyâbî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Dokumasını Ölçülü yap..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Çivileri ve halkaları ölçülü yap. Çivileri ince yaparsan, zırh sağlam olmaz, kalın yaparsan halkalar kırılır."

Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usûl'da ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Şevzeb der ki: "Hazret-i Dâvud, her gün bir zırh yapıp, altı bin dirheme satıyor, iki bin dirhemini kendisi ve ailesi için ayırıyor, dört bin dirhemle de İsrâiloğullarına beyaz undan ekmek yediriyordu."

12

"Süleyman'ın emrine de, sabah esişi bir ay, akşam esişi de bir aydık yol) olan rüzgârı verdik. Erimiş bakır ocağını da ona sel gibi akıttık. Cinlerden de Rabbinin izniyle onun önünde çalışanlar vardı. İçlerinden kim bizim emrimizden çıkarsa, ona alevli ateş azabını tattırırız"

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Asım, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuştur.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Süleyman'ın emrine de, sabah esişi bir ay, akşam esişi de bir ay(lık yol) olan rüzgârı verdik" âyetini açıklarken: "Rüzgar, sabah esişinde bir aylık yol alır, akşam da bir aylık yol giderdi. Böylece günde iki aylık yol giderdi" dedi.

Abd b. Humeyd'in Mücâhid'den bildirdiğine göre rüzgarın bir günde aldığı yol iki aylık mesafedir.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: "Hazret-i Süleymân'ı atlar meşgul ettiği zaman ikindi namazının vakti geçti. Bunun üzerine atları keserek öldürdü. Yüce Allah kendisine bunlardan daha hayırlısını ve hızlı gidenini verdi. Onların yerine rüzgarları dilediği yere akıp gidecek şekilde verdi. Bu rüzgarlar sabah esişinde bir aylık, akşam esişinde de bir aylık mesafeyi alıyordu. Hazret-i Süleymân, sabah îlâ'dan (Kudüs'ten) yola çıkıyor, Kurayr'da mola veriyor ve akşam Kurayr'dan yola çıkıp Kâbul'de akşamlıyordu."

Hatîb Ruvât Mâlik'te, Saîd b. el-Müseyyeb'in şöyle dediğini bildirir: "Hazret-i Süleyman, İstahar'dan rüzgara biner, Beytu'l-Makdis'te kahvaltısını yapar, sonra tekrar dönüp akşam yemeğini İstahar'da yerdi."

Ahmed Zühd'de, Hasan(-ı Basrî)'nin, "Sabah esişi bir ay, akşam esişi de bir ay(lık yol) olan rüzgârı verdik" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: "Hazret-i Süleymân sabah vakti Beytu'l-Makdis'ten çıkar, kaylule vaktinde (öğle vaktine doğru) İstahar'a varırdı. Akşam da İstahar'dan yola çıkıp geceyi Horasan kalesinde geçirirdi."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in değişik yollarla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi bakır mânâsındadır.

Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona, (.....) âyetinin mânâsını sorunca, İbn Abbâs: "Allah ona, suyun aktığı gibi akan bir bakır kaynağı verdi" cevabını verdi. Nâfi: "Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: "Tabi ki! Yoksa şairin:

"Demir ayaklar üzerine koyduğu

Topraktan çömlek değil bakırdan kazanlardır" dediğini bilmez misin?"

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Erimiş bakır ocağını da ona sel gibi akıttık..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu, Yemen'de olan bir bakır kaynağıdır. İnsanlar bu gün, Yüce Allah'ın Hazret-i Süleymân için çıkardığı bakırı kullanıyorlar."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime, "Erimiş bakır ocağını da ona sel gibi akıttık..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah, üç gün boyunca bakırı akıttı. Bakır, San'â'dan suyun aktığı gibi akıyordu." İkrime'ye: "Nereye akıyordu?" diye sorulunca, "Bilmiyorum" cevabını verdi.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre Hazret-i Süleymân için bir kaynaktan üç gün boyunca bakır akıtıldı.

İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Kıtr, bakır demektir. Hazret-i Süleymân'dan sonra kimse ona hâkim olamadı. Ondan sonra bütün insanlar, Hazret-i Süleymân'a verilen bakırı kullanmaya başladılar."

Abd b. Humeyd'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, bakır demektir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'nin şöyle dediğini bildirir: "Cinlerden de Rabbinin izniyle onun önünde çalışanlar vardı. İçlerinden kim bizim emrimizden çıkarsa, ona alevli ateş azabını tattırırız" buyruğunda da duyduğunuz gibi, Yüce Allah bütün cinleri Hazret-i Süleyman'ın emrine vermedi. Bazıları, Hazret-i Süleyman'ın emrinden dışarı çıkıyorlardı.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "İçlerinden kim bizim emrimizden çıkarsa, ona alevli ateş azabını tattırırız" buyruğunda kastedilenler cinlerdir.

13

"Cinler, Süleyman için dilediği biçimde kaleler, heykeller, havuz gibi çanaklar ve sabit kazanlar yapıyorlardı. Ey Davûd ailesi, şükredin! Kullarımdan şükredenler pek azdır"

İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre "Süleyman için dilediği biçimde kaleler, heykeller, havuz gibi çanaklar ve sabit kazanlar yapıyorlardı" buyruğunda geçen şeyleri cinler, sarı bakırdan ve mermerden yapıyorlardı.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine Cinler, Hazret-i Süleymân'a saraydan küçük binalar, bakırdan heykeller, havuz misali çanaklar ve büyük kazanlar yapıyorlardı.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atiyye der ki: "Mehârîb, köşkler demektir. Timsaller ise resimlerdir. Yaptıkları çanaklar ise havuz büyüklüğündedir."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: "Âyetteki mehârib, köşkler ve mescitlerdir. Heykelleri, mermer ve bakırdan yapıyorlardı. Çanaklar ise havuz gibi büyüktü. Yapılan kazanlar ise sabitti ve yerlerinden oynatılamazlardı. Bu kazanlar, köşkler ve mescitler Yemen'deydi."

Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Üsul'dâ, İbn Abbâs, âyeti açıklarken şöyle dediğini bildirir: "Hazret-i Süleymân bakırdan heykeller edinip: "Ey Rabbimî Bunlara ruh üfle. Bunlar daha iyi hizmet ederler" deyince, Allah bu heykellere ruh üfledi. Heykeller Hazret-i Süleymân'a hizmet ediyordu ve İsfendiyâr bu heykellerden biridir. Hazret-i Dâvud ve Hazret-i Süleymân'a: "Ey Davûd ailesi, şükredin! Kullarımdan şükredenler pek azdır" denildi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre âyette geçen mehârib kelimesi, mescitler mânâsındadır. Temâsil, resimlerdir. Çanakların büyüklüğü ise develerin su içtiği havuzlar gibiydi. Dağlardan, büyük kazanlar oymuşlardı.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Cinlerin Hazret-i Süleymân için yaptığı çanaklar havuz büyüklüğündedir. Kazanlar ise yerlerinde sabitti.

Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona, (.....) âyetinin mânâsını sorunca, İbn Abbâs: "Geniş havuzlar kadar büyük demektir. Bir çanağa bir sürü kesilmiş davar sığar" cevabını verdi. Nâfi: "peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" dîye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: "Tabi ki! Yoksa Tarafa b. el-Abd'in:

"Her zaman dopdolu, büyük kazanlar gibi,

Hem misafirlere, hem orada ikamet edenlere ikram için" dediğini

Yine:

Onun malıyla, soyulan kişi razı edilir

Çadırlar, büyük çanaklar(daki yemekler) ve hizmetçilerle" dediğini bilmez misin?"'

Abd b. Humeyd'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, havutlar gibi, demektir, (.....) âyeti ise, yerlerinde sabit olan büyük kazanlardır.

Firyâbî ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) âyetini açıklarken: "Yerinden oynamayan, başka kaplarla içi boşaltılan büyük kazanlardır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Ey Davûd ailesi, şükredin! Kullarımdan şükredenler pek azdır" âyeti: "Allah'ın size verdiği nimetlere karşılık amel yaparak şükredin" mânâsındadır.

Beyhakî'nin Şu'abu'l-îman'da, İbn Şihâb'dan bildirdiğine göre, "Ey Davûd ailesi, şükredin! Kullarımdan şükredenler pek azdır" âyeti: "Elhamdülillah (=Allah'a hamd olsun) deyin" mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed Zühd'de, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şu'abu'l- îman'da bildirdiğine göre Sâbit el-Bünânî der ki: Bize ulaştığına göre Hazret-i Dâvud namazı evlerindeki hanımları ve çocukları arasında taksim etti. Gece olsun, gündüz olsun her saatte muhakkak Hazret-i Dâvud'un ailesinden biri namaz kılmaktaydı. Bu sebeple yüce Allah onları, "Ey Davûd ailesi, şükredin! Kullarımdan şükredenler pek azdır" buyruğuyla nimetlendirdi.

Firyâbî ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud, Hazret-i Süleymân'a şöyle dedi: "Yüce Allah şükrü zikretti. Bu sebeple sen benim yerime gündüz vakti namaz kıl, ben de gece namazını kılayım." Hazret-i Süleyman: "Buna gücüm yetmez" karşılığını verince, Hazret-i Dâvud: "O zaman, öğle namazına kadar namazı sen kıl" dedi. Hazret-i Süleyman bunu kabul edip, öğle vaktine kadar kendisi namaz kıldı.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî, bu âyet hakkında der ki: "Şükür, Allah'tan korkmak ve Ona itaat ederek amel yapmaktır."

İbn Ebî Hâtim'in Fudayl'dan bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Şükür, Senden olan bir nimet iken, nasıl Sana şükredeyim?" deyince, Allah: "İşte şimdi, nimetlerin Benden olduğunu bildiğin anda bana şükretmiş oldun" buyurdu.

Ahmed b. Hanbel Zühd'de, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Şu'abu'l- îman'da, Muğîre b. Şu'be'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbimî Bu gece seni benden daha uzun süre zikreden bir kulun oldu mu?" diye sorunca, Yüce Allah: "Evet. Kurbağa senden daha uzun süre ibadet etti" diye vahyetti ve "Ey Davûd ailesi, şükredin! Kullarımdan şükredenler pek azdır" âyetini indirdi. Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Sana (layıkıyla) şükretmeye nasıl güç yetirebilirim ki! Nimeti veren, onunla rızıklandıran, sonra nimet üstüne şükür nimetini vererek artıran Sensin. Nimet de Senden, şükür de Senden, nasıl olur da ben Sana şükretmeye takat getirebilirim?" deyince, Allah: "Ey Dâvud! Şimdi Beni hakkıyla bildin" buyurdu.

Ahmed Zühd'de, İbn Ebi'd-Dünyâ eş-Şükr'de ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da Ebû'l-Ceid'in şöyle dediğini bildirir: Okuduğuma göre Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Ancak verdiğin nimetle Sana şükredebilirken, Sana nasıl şükredebilirim?" deyince, ona: "Ey Dâvud! Sende olanların, Benim verdiğim nimetler olduğunu bilmiyor musun?" diye vahyedildi. Hazret-i Dâvud: "Evet biliyorum" cevabını verince, Allah: "Ben bunu senin şükrün olarak kabul ediyorum" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Eğer her saç telimin iki dili olsa ve ömür boyu gece gündüz Seni tesbih etseler, bana verdiğin bir nimetin bile hakkını ödeyemem" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Süddî, "Ey Davûd ailesi, şükredin! Kullarımdan şükredenler pek azdır" âyetini açıklarken: "Hazret-i Dâvud'un ailesinden her zaman namaz kılan biri olurdu." dedi.

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, Mis'ar'ın şöyle dediğini bildirir: "Hazret-i Dâvud'un ailesine, «Ey Davûd ailesi, şükredin!» buyrulduktan sonra, hiçbir zaman olmadı ki, onlardan namaz kılan biri olmasın."

İbnu'l-Münzir'in Atâ b. Yesâr'dan bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) minberde insanlara hutbe verirken, "Ey Davûd ailesi, şükredin!" âyetini okudu ve: "Kime şu üç şey verilirse, Hazret-i Dâvud'un ailesine verilenler kendisine de verilmiş demektir" buyurdu. Sahabe: "Onlar nedir ey Allah'ın Resûlü?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Öfke anında da, rıza anında da adaletli olmak, fakirlikte de zenginlikte de tutumlu olmak ve hem gizli hem açıktan Allah'ı zikretmek" buyurdu.

İbn Merdûye, aynı hadisi Atâ b. Yesâr vasıtasıyla Hafsa'dan merfu olarak rivayet etti.

Hakîm et-Tirmizî, aynı hadisi Atâ b. Yesâr vasıtasıyla Ebû Hureyre'den merfu olarak rivayet etmiştir.

İbnu'n-Neccâr Tarih'te, aynı hadisi Atâ b. Yesâr vasıtasıyla Hafsa'dan merfu olarak rivayet etti; ancak ondaki lafız: "...Hem gizli hallerde hem açık hallerde Allah'tan korkmak" şeklindedir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Kullarımdan şükredenler pek azdır" âyetini: "Kullarımdan, Allah'ı tevhid edenler pek azdır" şeklinde açıkladı.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in İbrâhim et-Teymî'den bildirdiğine göre bir adam Hazret-i Ömer'in yanında: "Allahım! Beni az olanlardan eyle" deyince, Hazret-i Ömer: "Yaptığın bu dua da nedir?" diye sordu. Adam: "Yüce Allah'ın, "Kullarımdan şükredenler pek azdır" buyurduğunu duydum, ben de Yüce Allah'tan, beni az olan bu gruptan yapmasını istedim" cevabını verince, Hazret-i Ömer: "Bütün insanlar Ömer'den daha bilgilidir" dedi.

Abdullah, Zühd'ün zevâidinde, Mis'ar'ın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Ömer bir kişinin, "Allahım! Beni az olanlardan yap" dediğini duyunca: "Ey Allah'ın kulu! Bu nedir?" diye sordu. Adam: "Yüce Allah'ın, "Ama, onunla beraber sadece pek az kimse iman etmişti", "Kullarımdan şükredenler pek azdır" (adam bir âyet daha zikretti) buyurduğunu duydum" cevabını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Ömer: "Herkes Ömer'den daha bilgilidir" dedi.

14

"Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun ölümünü onlara ancak değneğini yemekte olan bir kurt gösterdi. Süleyman'ın cesedi yıkılınca cinler anladılar ki, eğer gaybı bilmiş olsalardı aşağılayıcı azap içinde kalmamış olacaklardı."

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre Hazret-i Süleyman bazen bir yıl, bazen iki yıl, bazen bir ay, bazen iki ay Beytu'l-Makdis'e çekilirdi. Bundan daha çok veya daha az çekildiği de olurdu. Beytu'l-Makdis'e çekileceği zaman yiyeceğini ve içeceğini mescide/mabede getirirdi. Vefat ettiğinde yiyeceğini mescide götürmüştü. Bunun başlangıcı şöyle olmuştu: Her her sabah Beytu'l- Makdis'de bir ağacın bittiğini görüyor ve ona: "Adın ne?" diye soruyordu. Ağaç: "Adım şu şu" diye cevap verince, ona: "Sen ne işe yararsın?" diye soruyor, o da "şuna şuna yararım" diyordu. Bunun üzerine emir veriyor ve o ağaç kesiliyor, eğer bu ağaç, dikilecek bir fidansa onu dikiyor, eğer herhangi bir hastalığın devasıysa, ağaç: "Ben falan hastalığın devası olarak bittim" diyordu ve Hazret-i Süleyman da bu ağacı o hastalık için kullanıyordu. Nihâyet harnûbe (=keçiboynuzu) denilen bir ağaç bitti. Hazret-i Süleyman ona: "Ne için bittin?" diye sorunca, ağaç: "Bu mescidi yıkmak için bittim" dedi. Hazret-i Süleyman: "Ben hayatta olduğum sürece Allah bu mescidi tahrib etmeyecektir. Sen kendisi sebebiyle helak olacağım ve Beytu'l-Makdis'in de helak olacağı ağaçsın" diyerek onu çekip bahçesine dikti. Sonra mihraba girdi ve asasına dayanarak namaz kılmaya başladı. O sırada vefat etti ve Şeytânlar, onun vefat ettiğini bilmeden, Hazret-i Süleyman'ın çıkıp ta kendilerini cezalandırmasından korkarak ve asasına dayanmış vaziyette olduğu için diri sanıp çalışıyorlardı. Şeytânlar mihrabın etrafında toplanırlardı. Mihrabın önünde ve yanında ayrı delikler vardı. Azgın olan şeytan kaçmak istediği zaman: "Ben şuradan girip öbür taraftan çıkacak güçte değil miyim?" deyip bir delikten girer öbür delikten çıkardı. Şeytan bir delikten girip diğerinden çıktı. Daha önce Hazret-i Süleyman mihrabtayken ona bakan şeytan yanardı. Şeytan delikten geçip öbüründen çıkarken Hazret-i Süleyman'ın sesini duymayınca, bir daha geri döndü, yine duymayınca üçüncü defa geri döndü ve (mihrabın bulunduğu) evin içine girdi ve yanmadı. Hazret-i Süleyman'ın ölü olarak yerde olduğunu görünce çıkıp halka onun öldüğünü haber verdi. Onlar da Hazret-i Süleyman'ın mihrabını açıp oradan kendisini çıkardılar. Asasını - Habeş dilinde (.....) âsâ demektir- ağaç kurdunun yediğini gördüler. Ne zaman öldüğünü de bilemediler. Sonra o kurdu âsânın üzerine koydular, bir gün ve gecede asadan bir miktar yedi. Buna göre hesap yaptıklarında ise bir yıl önce vefat etmiş olduğunu anladılar.

İbn Mes'ûd'un kıraatinde (.....) şeklindedir. Yani, cinler Hazret-i Süleymân'ın vefatından sonra kendisi için bir yıl çalışmışlardır. Böylece insanlar, cinlerin gaybı bildiklerine dâir sözlerinin yalan olduğunu anladılar. Şayet onlar gaybı bilselerdi, Hazret-i Süleyman'ın ölümünü de bilirlerdi ve bir yıl boyunca onun için çalışıp yorulmazlardı. Sonra cinler, ağaç kurduna: "Eğer şarap içseydin, sana en tatlı şarabı içirirdik, ancak biz sana su ve çamur taşıyacağız" dediler. Nihayet onlar o kurda su ve çamur taşıdılar. İşte, ağacın kovuğunda bulunan çamur, Şeytânlar sırf ağaç kurduna teşekkür için taşıdıkları çamurdur.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Hazret-i Süleyman vefat ettikten sonra, asasına bir yıl boyunca dayanmış bir şekilde durdu, bir yıl sonra da yere düştü. Cinler, Hazret-i Süleyman'ın asası gibi bir asa, onun asasını yiyen ağaç kurdu gibi bir kurt alıp, kurdu asanın üzerine koydular. Kurt asayı bir yılda yedi." İbn Abbâs bu âyeti, (.....) şeklinde okurdu. Süfyân der ki: Bu âyet, İbn Mes'ûd'un kıraatinde (.....) şeklindedir.

Bezzâr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbnu's-Sünnî et- Tıbbu'n-Nebevî'de ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Hazret-i Süleyman namaz kîhnca önünde bir ağacın bittiğini görür ve: «Adın nedir?» diye sorardı. Ağaç: «Adım şu şudur» cevabım verince, Hazret-i Süleyman: «Sen ne içinsin?» diye sorardı. Ağaç: «Şu şu şey için» cevabını verince, eğer ağaç ekilecek bir ağaçsa ekilir, bir hastalığın devasıysa yazılırdı. Hazret-i Süleyman bir gün namaz kıldıktan sonra, önünde bir ağacın bittiğini gördü ve: «Adın nedir?» diye sordu. Ağaç: «Harrûb» cevabım verince, Hazret-i Süleyman: «Sen ne içinsin?» diye sordu. Ağaç: «Bu evin harab olması içinim» cevabını verince, Hazret-i Süleyman: «Allahım, cinlerin öldüğümü bilmelerine imkan verme, tâ ki insanlar cinlerin gaybı bilmediklerini bilmiş olsunlar» deyip bir asa alarak ona dayandı ve asaya dayanmışken Yüce Allah onun ruhunu aldı. Hazret-i Süleyman bir yıl boyunca bu durumda kaldı ve bu sırada cinler, onun vefatından habersiz çalışmaya devam ettiler. Asayı bir ağaç kurdu asayı yiyip Hazret-i Süleyman yere düşünce, cinler onun vefat ettiğini anladılar. «O zaman insanlar anladılar ki, cinler gaybı bilmezler. Eğer gaybı bilselerdi, bir yıl boyunca aşağılayıcı azap içinde kalmazlardı.» -İbn Abbâs, âyeti bu şekilde okumuştur- Cinler; asayı yiyen ağaç kurduna teşekkür edip, nerede olursa olsun ona su götürmeye başladılar."

Bezzâr, Hâkim ve İbn Merdûye, aynı hadisi İbn Abbâs'tan mevkuf (yani onun sözü) olarak nakletmiştir.

Deylemî'nin Zeyd b. Erkâm'dan naklettiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yüce Allah şöyle buyurur: «Ben, kullarıma üç şeyde ihsanda bulundum: Tahıla kurdu düşürdüm. Eğer böyle yapmasaydım, krallar tıpkı altın ve gümüşü sakladıkları gibi tahılı biriktirip saklarlardı. Ölü cesede kokuyu düşürdüm. Eğer böyle olmasaydı, hiç kimse sevdiği birini gömmezdi. Hüznü de çekip aldım /devamlı olmamasını sağladım. Eğer böyle olmasaydı nesiller yok olurdu.»"

Abd b. Humeyd'în bildirdiğine göre Katâde der ki: "Cinler, insanlara gaybdan bazı şeyleri ve yarın ne olacağını bildiklerini söylüyorlardı. Bunun üzerine Hazret-i Süleyman'ın vefatıyla denendiler. Hazret-i Süleyman vefat edince, bir yıl boyunca asasına dayanmış bir şekilde durdu ve cinler onun vefat ettiğini anlamadılar. Bu bir yıl süresince de durmadan çalıştılar. "Süleyman'ın cesedi yıkılınca cinler anladılar ki..." âyeti, başka bir kıraatte: "O zaman insanlar anladılar ki, cinler gaybı bilmezler. Eğer gaybı bilselerdi, bir yıl boyunca aşağılayıcı azap içinde kalmazlardı." - şeklindedir. Cinler, Hazret-i Süleyman'ın vefatından sonra (vefat ettiğini anlamadıkları için) bir yıl boyunca çalıştılar."

Abd b. Humeyd, Kays b. Sa'd vasıtasıyla İbn Abbâs'tan şöyle dediğini bildirir: İnsanlar, Hazret-i Süleyman zamanında: "Cinler gaybı biliyorlar" diyorlardı.

Hazret-i Süleyman vefat edince bir yıl boyunca ölü olarak asasına dayanmış bir şekilde kaldı. Cinler de onun hayatta olduğunu sanıp kendisi için çalışıyorlardı. "Süleyman'ın cesedi yıkılınca insanlar anladılar ki, cinler gaybı bilmezler. Eğer gaybı bilselerdi, bir yıl boyunca aşağılayıcı azap içinde kalmazlardı" İbn Abbâs âyeti bu şekilde okumuştur. Kays b. Sa'd der ki: "Ubey b. Ka'b da bu âyeti aynı şekilde okumuştur."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd der ki: Hazret-i Süleyman ölüm meleğine: "Canımı alman emredildiği zaman bana bildir" dedi. Ölüm meleği gelip: "Ey Süleyman! Canını almakla görevlendirildim. Bir saatten az bir zamanın kaldı" deyince, Hazret-i Süleyman şeytanları çağırdı ve kendisi için camdan, kapısı olmayan yüksek bir bina yaptırdı ve asasına dayanarak içinde namaz kılmaya başladı. Ölüm meleği girip asasına dayanmış olan Hazret-i Süleyman'ın canını aldı. Hazret-i Süleyman bu cam binayı, ölüm meleğinden kaçmak için yapmamıştı. Cinler Hazret-i Süleyman'ın önünde çalışıp kendisine bakıyorlar ve yaşadığını zannediyorlardı. Allah çubukları yiyen el-Kâdih adında bir haşere gönderdi. Bu haşere girip asayı yemeye başladı. Asanın içine girip yiyince asa zayıfladı ve Hazret-i Süleyman'ın ağırlığına dayanamayarak kırıldı. Hazret-i Süleyman da ölü olarak yere düştü. Hazret-i Süleyman'ın vefat etiğini gören cinler dağılıp gittiler. Yüce Allah'ın, "Onun ölümünü onlara ancak değneğini yemekte olan bir kurt gösterdi" âyeti buna işaret etmektedir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime der ki: "Allah, yüzüğü Hazret-i Süleyman'a iade edince, Hazret-i Süleyman hangi gün sabah namazını kıldıktan sonra arkasına bakar ve sallanmakta olan yeşil bir ağaç görürdü. Ona: "Ey ağaç! Seni ne insan, ne cin, ne kuş, ne arslan ne de başka bir hayvan yemez mi?" diye sorardı. Ağaç: "Ben hiçbir şey için rızık olarak yaratılmadım. Ben falan hastalığın devasıyım" derdi. İnsanlar ve cinler bu ağacı kesip hastalıkları için kullanmak istediler. Bir gün Hazret-i Süleyman sabah namazını kılıp arkasına bakınca bir ağaç gördü ve: "Sen kimsin ey ağaç?" dedi. Ağaç: "Ben harnûb (keçiboynuzu) ağacıyım" cevabını verince, Hazret-i Süleyman: "Vallahi! Harnûb ağacı ancak sebebiyle Beytu'l-Makdis'in harab olacağı ağaçtır. Vallahi! Ben hayatta olduğum müddetçe Beytu'l- Makdis harap olmaz, ama ben öleceğim" dedi ve koku getirtip sürünerek kefenini de giydikten sonra tahtına oturdu. Sonra ellerini asasının üzerine üst üste koyup asayı da çenesine dayadı. Bu durumdayken de vefat etti. Cinler, Hazret-i Süleyman'ın yaşadığını zannedip bir yıl boyunca çalışmaya devam ettiler. Cinler Hazret-i Süleyman'a bakamazlardı. Allah ağaç kurdunu gönderdi ve bu ağaç kurdu asanın bir kenarını yiyince Hazret-i Süleyman yüzüstü yere düştü. O zaman cinler Hazret-i Süleyman'ın vefat ettiğini anladılar. "Cinler anladılar ki..." âyeti buna işaret etmektedir. Cinler, gaybı bilmediklerini biliyorlardı. Ancak bu âyet daha önceki rivayetlerde de zikredildiği gibi bu âyet bazı kıraatlerde: "Süleyman'ın cesedi yıkılınca insanlar anladılar ki, cinler gaybı bilmezler. Eğer gaybı bilselerdi, bir yıl boyunca aşağılayıcı azap içinde kalmazlardı"' şeklinde okunmaktadır.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Ağaç kurdu, asanın yarısını yiyince, onu diğer yarısının üzerine bıraktılar, ağaç kurdu asanın diğer yarısını bir yılda yedi. Bunun üzerine: "Hazret-i Süleyman önceki yıl öldü" dediler.

Abd b. Humeyd'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Süleyman, asasına dayanmış bir şekilde bir yıl kaldı. Ağaç kurdu asayı yiyince ise yere düştü.

Firyâbî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti ağaç kurdu, (.....) ise Hazret-i Süleyman'ın asası mânâsındadır.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Ağaç kurdu Süleyman'ın asasını yiyince, Hazret-i Süleyman yere düştü" demiştir.

Abd b. Humeyd'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi Hazret-i Süleyman'ın asası mânâsındadır.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime'ye, kelimesi sorulunca şöyle cevap verdi: "Bu kelime asa mânâsındadır. Bu konuda Abdulmuttalib şu şiiri söylemiştir:

Babasız kafasın! Bîr hafat için mi vurdun onu asa ile?

Senin o halatın böyfece başka hafatfar (musibetfer) çekti, getirdi. "

İbn Cerîr'in Süddî'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, Habeşilerin diliyle asa mânâsındadır.

15

Bkz. Ayet:19

16

Bkz. Ayet:19

17

Bkz. Ayet:19

18

Bkz. Ayet:19

19

"Andolsun, Sebe halkı İçin kendi yurtlarında bir ibret vardı: Biri sağda biri solda iki bahçe bulunuyordu. Onlara şöyle denilmişti: «Rabbinizin rızkından yiyin ve O'na şükredin. Beldeniz güzel bir belde, Rabbiniz de çok bağışlayıcı bir Rabdir.» Fakat onlar yüz çevirdiler. Biz de üzerlerine Arim selini gönderdik. Onların bahçelerini ekşi meyveli ağaçlar, acı ılgın ve biraz da sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik. Nimetlere karşı nankörlük etmeleri sebebiyle onları işte böyle cezalandırdık. Biz (bu şekilde) ancak nankörleri cezalandırırız. Sebe halkı ile bereketlendirdiğimiz kentler arasına (her biri diğerinden) görülen kentler oluşturduk. Oralarda gidiş gelişi belirledik (seyahati kolaylaştırdık) ve onlara da şöyle dedik: «Oralarda gece gündüz güvenlik içinde dolaşın.» Onlar ise, «Ey Rabbimiz! Yolculuğumuzun konakları arasını uzaklaştır» dediler ve kendilerine zulmettiler. Biz de onları ibret kıssalarına çevirdik ve kendilerini darmadağın ettik, şüphesiz ki bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır."

Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî Tarih'te, Tirmizî, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ferve b. Museyk el-Murâdî der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip: "Ey Allah'ın Resülüî Müslümanlıktan yüzçevirenlerine karşı müslümanlığa yönelenlerle beraber savaşabilir miyim?" diye sordum. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlarla savaşmak hususunda bana izin verdi ve beni de onlarla savaşacak olanlara komutan tayin etti. Yanından çıktığım zaman peşimden adam gönderip beni geri çevirdi ve "Kavmini İslam'a davet et ve onlardan müslüman olanlardan Müslümanlıklarını kabul eyle. Kim de müslüman olmazsa sana yeni bir emir verinceye kadar acele etme" buyurdu. Sonradan Sebe hakkında indirilen âyetler indirilince, bir adam: "Ey Allah'ın Resûlü! Sebe nedir? Bir ülke mi, yoksa bir kadın mı?" diye sordu. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Sebe ne bir ülkedir, ne de bir kadın. Fakat O, Araplardan, on çocuğu olan bir adamdır. Bu çocuklardan altısı Yemen'e, dördü de Şam tarafına gittiler. Şam tarafına gidenler Lahm, Cüzam, Gassan ve Amile adında idiler. Yemen tarafına gidenler ise Ezdliler; Eş'ariler, Himyer, Kinde, Mezhiç ve Enmâr(lılar)dır." Bir adam: "Ey Allah'ın Resûlü! Enmâr nedir?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):" Onlar Has'am ve Becîle'dir" cevabını verdi.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Taberânî, İbn Adiy, Hâkim ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Sebe'nin bir erkek mi, kadın mı yoksa bir ülke ismi mi olduğunu sorunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: "Sebe, on çocuğu olan bir adamın ismidir. Bu çocukların altısı Yemen'de, dördü ise Şam'da ikamet ettiler. Yemenliler: Kindeliler, Ezdliler, Eş'ariler, Enmârlılar ve Himyerlilerdir. Şam'da ikamet edenler ise: Lahmlılar, Cüzamlılar, Âmileliler ve Gassânlılardır."

Taberânî, Ebu'l-Kâsım el-Beğavî, İbn Merdûye ve İbn Asâkir'in Yezîd b. Husayn es-Sülemî'den bildirdiğine göre bir adam: "Ey Allah'ın Resûlü! Sebe nedir?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: "Araplardan, on çocuğu olan biridir. Bunların altısı Yemen'de, dördü ise Şam'da ikamet ettiler. Yemen'de ikamet edenler: Kindeliler, Ezdliler, Eş'ariler, Enmârlılar ve Himy erlilerdir. Şam'da ikamet edenler ise: Lahmlılar, Cüzâmlılar, Âmileliler ve Gassânlılardır."

Hâkim'in İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti, (.....) şeklinde okumuştur.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti (.....) şeklinde, mesken kelimesini çoğul olarak okumuştur.

Firyâbî'nin bildirdiğine göre Yahya b. Sâbît, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der kî: "Sebe halkının iki dağ arasında iki bahçesi vardı. Kadın, başında bir zenbille bu iki dağın arasında gezinirken ağaçların meyvesi sepetlere düşerdi ve kadın onu toplamak zahmetine katlanmazdı. Sebe halkı azgınlık yapınca Allah onlara cürz denen bir hayvanı (köstebeği) musallat etti. Hayvan, dağlar arasındaki barajı delince onları su bastı. Sonunda onlara ılgın ve biraz da sedir ağacından başka bir şey kalmadı."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, "Andolsun, Sebe halkı için kendi yurtlarında bir ibret vardı.." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Sebe halkının kasabalarında, ne sivrisinek, ne sinek, ne bit, ne akrep, ne de yılan bulunmazdı. Yolcular, elbiselerindeki bitlerle ve diğer haşeratlarla gelip Sebe halkının evlerini görünce, bu haşereler ölürlerdi. Kişi iki bahçeye girince başının üzerinde sepeti koyar, bahçeden çıkarken, meyve ağaçlarına elini sürmediği halde, sepetin bahçedeki çeşitli meyvelerle dolu olduğunu görürdü."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Beldeniz güzel bir belde, Rabbiniz de çok bağışlayıcı bir Rabdir. Fakat onlar yüz çevirdiler..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu belde, temiz bir beldedir, Rabbiniz de günahlarınızı bağışlayıcıdır. Sebe halkı, Allah'ın emrine karşı isyan edip nimetlerine karşı nankörlük ettiler."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî der ki: "Sebe halkına, zamanlarındaki hiç kimseye verilmeyen şeyler verilmişti. Kadın, başında zenbille bir şey için çıkar, varmak istediği yere yetişmeden zenbili çeşitli meyvelerle dolardı. Onlar, bu durumlarından usanıp peygamberlerini yalanladılar. Daha önce sel, on günlük mesafeden gelip vadilerinde birikirdi. Onlar, bir baraj yaparak suyu biriktiriyorlardı ve bu baraja Arim diyorlardı. İstedikleri zaman barajı açıp bahçelerini suluyorlar, istedikleri zaman da kapatıyorlardı. Allah onlara öfkelenip helak olmalarını emredince, bir kişi bahçesine girdi ve -ki bu kişi Amr b. Âmir'di ve kâhindi- köstebeğin, yavrularını vadinin içinden dağın tepelerine doğru taşıdığını görüp: "Bu, daha önce yavrularını buradan taşımamıştı. Muhakkak bu belde halkına azab gelecek" dedi. Köstebeğin barajı delmesi takdir edildi ve sular, açılan delikten bu adamın bahçesine girdi. Adam emredip deliği kapatınca, ikinci gün daha büyük bir deliğin açıldığını gördü. Onu da emredip kapattırdı, ama bu delikten daha büyük bir delik açıldı. Bunu gören adam yeğenini çağırıp: "Akşam, kavmimin arasında oturduğumda, yanıma gelip: «Neden malımı bana vermiyorsun?» diye sor. Ben: «Yanımda sana ait mal yoktur. Baban da bir şey bırakmadı. Sen yalan söylüyorsun» cevabını vereceğim. Ben senin yalan söylediğini iddia edince, sen de beni yalanla ve sana söylediğimin aynısını söyle. Ben sana söveceğim, sen de bana söv. Sen bana sövünce ben sana vuracağım, o zaman sen de kalkıp bana vur" dedi. Adamın yeğeni: "Ey amca! Ben sana böyle karşılık veremem" deyince, adam: "Hayır, dediğimi yap. Ben, senin ve ailenin iyiliğini istiyorum" karşılığını verdi. Yeğen, amcasının maksadını anlayınca: "Tamam" dedi. Yeğen gelip amcasının dediği gibi yapınca, amca ona vurdu, yeğen de kalkıp amcasına vurdu. Bunun üzerine adam: "Ey falan oğulları! Ben aranızdayken dövülüyor muyum? Falan kişinin bana vurduğu bir memlekette artık kalamam. Kim malımı satın alır?" dedi. Oradakiler, adamı ciddi olduğunu anlayınca, malına bir fiyat verdiler, bir kişi en fazla fiyatı verip malı aldı ve adama da parasını verdi. Bunun üzerine bahçeyi satan adam o gece çocuklarını da alarak oradan ayrıldı.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime der ki: Sebe'de kâhinler vardı ve şeytanlar kulak vererek gökyüzünün haberlerinden çaldıkları bazı sözleri onlara ulaştırıyorlardı. İçlerinde malı pek çok, zengin bir kâhin vardı. Ona vaziyetin kötüleşmesinin yakın ve azabın inmek üzere olduğu haberi getirilmişti. O, ne yapacağını şaşırmıştı. Çünkü pek çok gayri menkûl malı vardı. Çocuklarından, en değer verdiği birine: "Yarın ben sana bir şey emredersem yapma, kızarsam sen de kız, sana vurursam, sen de bana vur" dedi. Çocuk: "Babacığım yapma, bu çok zor bir iş ve ağır bir şeydir" karşılığını verince, adam: "Yavrucuğum öyle bir şey oldu ki, mutlaka bunun yapılması gerekir" dedi ve çocuğa o kadar ısrar etti ki, nihayet bu konuda anlaştılar.

Ertesi gün halk toplanınca: "Oğlum şöyle ve şöyle yap" dedi. Çocuk yapmayınca, babası onu azarladı, çocuk da ona karşılık verdi. Bu durum devam ederken babası onu dövmek istedi, çocuk babasına karşı çıkıp onu tokatladı. Adam: "Oğlum beni tokatlıyor ha! Bana bir bıçak verin" deyince, ona: "Bıçakla ne yapacaksın?" diye sordular. O: "Onu keseceğim" cevabını verince, onlar: "Çocuğunu mu keseceksin? Onu tokatla veya İstediğin başka bir şey yap" dediler. Adam, onların dediğini kabul etmedi ve: "Çocuğun dayılarına haber gönderin ve durumu kendilerine bildirin" dedi. Dayıları gelip: "İstediğini bizden al" deyince, adam: çocuğu kesmekten başka bir şeyi kabul etmedi. O zaman dayıları: "Onu kesmeden önce sen ölürsün" deyince, adam: "Durum böyle ise ben, çocuğumla arama girilen bir ülkede oturmak istemem. Bu sebeple evlerimi ve arazilerimi benden satın alın" dedi. Böylece evini ve arazisini sattı.

Parası eline geçince onu sakladı ve: "Ey kavmim, sizin üzerinize azâb gelmek üzeredir. Yıkılışınız yaklaştı. İçinizden yeni ev, güçlü deve ve uzak sefer sahibi olmak isteyenler Umman'a gitsinler. İçinizden içki ve meyvelik, sıkılacak üzüm sahibi olmak isteyenler Busrâ'ya gitsinler. Derin çamurlara batmak ve çorak arazide otlamak, az suyun başında geçinmek isteyenler meyvelikli Yesrib'e gitsinler." Bunun üzerine kavmi ona itaat edip Umman halkı Umman'a, Gassân'lılar Busrâ'ya, Evs, Hazrec ve Ka'b b. Amr oğulları Yesrib'e gittiler. Mekke yakınlarındaki Batn-ı Murr'a geldiklerinde Ka'b oğulları: "Burası güzel ve elverişli bir yer, başka bir yer aramayız" dediler ve oraya yerleştiler. Bunlar, arkadaşlarından geri kaldıkları için kendilerine "geri kalınan yer" mânâsında olan Huzâa adı verildi. Evs ve Hazrec kabileleri ise gidip Yesrib'e yerleştiler.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime der ki: Sebe halkının, mermerle süslenmiş bir meclisleri vardı. Hıristiyanlardan bazıları yanlarına gelip: "Size bunları veren Allah'a şükredin" dediler. Onlar: "Kim verdi! Bu, bizim atalarımızındı. Bize de onlardan kaldı" dediler. Zû Yezen, onların böyle dediklerini duyunca, bu sözlerinden dolayı başlarına bir şey geleceğini anladı ve oğluna: "Eğer yarın ben kavmimle mecliste otururken gelip te yüzüme bir tokat atmazsan, benimle konuşmak sana haram olsun" dedi. Oğlu denileni yapınca da: "Oğlumun bana böyle yaptığı bir ülkede kalmam. Kim malımı satın alır" dedi. İnsanlar ondan malını satın aldılar ve Yüce Allah kendilerine gözleri görmeyen bir hayvan olan köstebeği gönderdi. Bu köstebek barajın seddini eşip bir delik açtı ve sonunda sed yıkılarak, iki bahçeyi de sular bastı."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih der ki: "Allah, Sebe halkına on üç peygamber gönderdi, onlar hepsini de yalanladılar. Sebe halkının sağlam yaptıkları bir barajları vardı. Bu baraj, onların mallarını gelecek olan selden koruyordu. Söylendiğine göre onların seddini bozabilecek tek şeyin bir fare olduğunu bildiler ve her iki taşın arasındaki her oyuğa bir kedi bağladılar. Barajın yıkılacağı ve Allah'ın onların ayrılmalarını dilediği zaman kırmızı bir fare bu kedilerden birisine doğru gitti ve kediyi arkasından koşturdu. Kedi kayadan uzaklaşınca, fare kedinin yanıbaşında bulunduğu delikten içeri atladı ve seddi oydu. Nihayet sel tarafından alınıp götürülecek kadar şeddi gevşetti. Onlar ise bu işin farkına varmamışlardı. Sel gelince, açılan delikler arasından girdi ve mallarını alıp götürdü. Geriye sadece Yüce Allah'ın zikrettiği gibi, ekşi meyveli ağaçları, acı ılgın ve biraz da sedir ağacı dışında bir şey kalmadı.

İbn Cerîr ve Îbnu'l-Münzir bildirdiğine göre Dahhâk der ki: "Yemen vadileri, iki dağ arasında olan Sebe vadisine akardı. Sebe halkı iki dağ arasını zift ve taşla kapattılar ve toplanan sudan diledikleri kadarını bahçelerine bırakmaya başladılar. Uzun bir süre bu şekilde yaşadılar, sonra yoldan çıkıp Allah'a isyan ettiler. Bunun üzerine Allah, örmüş oldukları bu şedde tarla faresini gönderdi ve bu fare şeddi deldi. Allah onların evlerini ve bahçelerini sular altında bırakıp, bahçelerini, acı ılgın ve biraz da sedir ağacı bulunan iki bahçeyle değiştirdi."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti, şiddetli sel mânâsındadır.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, îbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Amr b. Şurahbîl'den bildirdiğine göre (.....) âyeti Yemen diliyle sed, baraj mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, Habeşçedir ve suyun toplanp sonra akıtıldığı baraj mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in Atâ'dan bildirdiğine göre (.....) vadinin ismidir.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: (.....) seddir. Allah kızıl bir suyu gönderdi ve bu su şeddi çatlatıp yıkarak vadiyi bahçelerden engin yaptı, bahçeler yükselince su altta kaldı ve bahçeler kurudular. Kırmızı su, şeddin suyu değildir. O, Allah'ın gönderdiği özel bir sudur. Âyette geçen (.....) kelimesi ise erâk (misvak) ağacıdır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi ise erâk (misvak) ağacıdır. (.....) ise, ılgın ağacıdır.

Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona, (.....) âyetinin mânâsını sorunca, İbn Abbâs: "Erâk ağacıdır" cevabını verdi. Nâfi: "Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: "Tabi ki! Yoksa şairin:

"îp eğiren tek başına etrafa bakmıyor

Acaba ılgm dalı şarkı söyledi mi erak dalının yokluğuna diye" dediğini bilmez misin?"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Amr b. Şurahbîf der ki: (.....) hiçbir şeyin kendisini yemediği ve sadece odunu olan bir ağaçtır.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre, (.....) erâk ağacı, (.....) ılgın ağacı, (.....) ise sedir ağacıdır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Andolsun, Sebe halkı için kendi yurtlarında bir ibret vardı: Biri sağda biri solda iki bahçe bulunuyordu. Onlara şöyle denilmişti: "Rabbinizin rızkından yiyin ve O'na şükredin. Beldeniz güzel bir belde, Rabbiniz de çok bağışlayıcı bir Rabdir. Fakat onlar yüz çevirdiler.." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Sebe kavmi, Allah'ın kendilerine nimet verdiği, kendisine itaat etmelerini emredip isyan etmelerini yasakladığı bir topluluktu. Onlar yüz çevirip Allah'ın emrini terk ettiler. Bunun üzerine kendilerine Arim seti gönderildi. Bize ulaştığına göre Arim, Sebe kavminin bir vadisiydi ve değişik vadilerden gelen sular burada birikirdi. Sebe halkı iki dağ arasını zift ve taşlarla kapatıp, yaptıkları şedde kapılar yaptılar. Bu kapılardan ihtiyaç duydukları suyu alıyorlar, işleri bitince de kapıları kapatıp suyun akmasını engelliyorlardı. Onlar Allah'ın emirlerini terk edince, Allah onlara bir fare gönderdi ve bu fare şeddin dibine geldi. Zamanla delik büyüdü ve sonunda Allah, yaptıklarının cezası olarak onların ekinlerini sular altında bırakıp tarlalarını bozdu. Yüce Allah bu konuda, "Biz de üzerlerine Arim selini gönderdik. Onların bahçelerini ekşi meyveli ağaçlar, acı ılgın ve biraz da sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik. Nimetlere karşı nankörlük etmeleri sebebiyle onları işte böyle cezalandırdık. Biz (bu şekilde) ancak nankörleri cezalandırırız" buyurmaktadır. Âyette geçen ekşi meyveli ağaç, erâk ağacıdır ve meyvesi olgunlaşıp kararınca yenir. Sebe kavminin ağaçları ağaçların en güzeliyken, Allah, amellerinin cezası olarak onları en kötü ağaçlarla değiştirdi. "İşte böylece, inkarlarından ötürü onları cezalandırdık. Biz nankörden başkasına ceza mı veririz?" âyeti buna işaret etmektedir.

Allah bir kul hakkında ihsanda bulunmak veya hayır isterse, onun iyiliklerini kabul eder. Önemsemediği kulun ise günahı sebebiyle cezalandırır."

Abd b. Humeyd'in İkrime'den bildirdiğine göre (.....) erâk ağacıdır.

Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî) ve Ebû Mâlik'ten aynı rivayette bulunmuştur.

İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "İşte böylece, inkarlarından ötürü onları cezalandırdık. Biz nankörden başkasına ceza mı veririz?" âyetinden kastedilen, hesapta münakaşa (İnceden inceye sorguya çekme)dir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Tâvus, "İşte böylece, inkarlarından ötürü onları cezalandırdık. Biz nankörden başkasına ceza mı veririz?" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Âyette kastedilen, hesapta münakaşa (inceden inceye sorguya çekme)dir. İnceden inceye hesaba çekilene azap edilir, bu kişi de bağışlanmayacak olan kafirdir."

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyeti: "Nankörden başkası cezalandırılır mı ki!" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali'nin ashabından olan Ebû Hibera der ki: "Günahın cezası ibadette tembellik, maişette sıkıntı, zevkte zorluktur." Kendisine: "Zevkte zorluk nedir?" diye sorulunca şöyle cevap verdi: "Helal bîr şeyin zevkini tattığı zaman mutlaka onun zevkini yok eden bir şeyle karşılaşmaktır."

İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Sebe halkı ile bereketlendirdiğimiz kentler arasına..." buyruğunda bahsedilen kent Şam'dır.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Sebe halkı ile bereketlendirdiğimiz kentler arasına..." buyruğunda bahsedilen kentin Şam olduğunu söylemiştir.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd, Saîd b. Cübeyr'den aynı rivâyette bulunmuştur.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Sebe halkı ile bereketlendirdiğimiz kentler arasına (her biri diğerinden) görülen kentler oluşturduk..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Yemen ile Şam arasında birbirine bağlı kentler vardı. Bereketli kılındığı söylenen kent Şam'dır. Kişi, sabah yola çıkıp bir kentte mola verir, sonra yoluna devam edip başka bir kentte akşamlardı. Kadın, başında zenbille çıkar, varacağı yere ulaşmadan başındaki zenbil (geçtiği yolun etrafındaki ağaçlardan düşen) meyvelerle dolardı."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik, "Sebe halkı ile bereketlendirdiğimiz kentler arasına (her biri diğerinden) görülen kentler oluşturduk" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Kentleri birbirlerine bağlıydı ve iki kentin halkı birbirlerini görürlerdi. Ağaçlan meyve doluydu. Bu kentin halkı şımarıp azmışlardı."

İbnu'l-Münzir'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre "Oralarda gidiş gelişi belirledik (seyahati kolaylaştırdık)..." âyeti, "yolu yakın kıldık" mânâsındadır.

İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Sebe halkı ile bereketlendirdiğimiz kentler arasına (her biri diğerinden) görülen kentler oluşturduk. Oralarda gidiş gelişi belirledik (seyahati kolaylaştırdık)" âyetini şöyle açıkladı: "İkamet ettikleri yerle, Mukaddes topraklar arasında görülen sağlam kentler yaptık. İkamet ettikleri kent İle Şam arasındaki yolculuğu kolaylaştırdık. Kentlerinden, mukaddes topraklarda olan Şam topraklarına gece gündüz güvenlik içinde gitmelerini sağladık."

İbn Asâkir'in Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre âyette geçen görülen kentlerden kasıt Şam topraklarındaki kentlerdir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Oralarda gece gündüz güvenlik içinde dolaşın..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu kentler arasında dolaşanlar, ne açlık ne de susuzluk korkusu yaşamazlardı. Sabah yola çıkıp, öğle vakti bir kentte mola verirler, akşam da gidip başka bir kentte gecelerlerdi. Buraların sakinleri, bahçelere ve nehirlere sahipti. Hatta, bildirildiğine göre kadın zenbilini başına koyup dışarıya çıkar, evine dönmeden başındaki zenbil meyveyle dolardı. Kişi sefere çıkınca yanına azık almazdı. Onlar bu nimetlerle şımarıp azarak: "Ey Rabbimizî Yolculuğumuzun konaklan arasını uzaklaştır" dediler. Bunun üzerine İbret kıssalarına çevrildiler ve darmadağın edildiler.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk, "Onlar ise, «Ey Rabbimiz! Yolculuğumuzun konakları arasını uzaklaştır» dediler" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Onlar "Keşke şu kentler birbirinden uzaklaşsa da develerimizle yolculuk yapsak" dediler.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Yahya b. Ya'mer bu âyeti, (.....) şeklinde, şeddeli olarak okudu ve: "Kendilerine beddua etmediler, ama durumlarından şikayet ettiler.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Kelbî, bu âyeti, (.....) şeklinde, şeddeli olarak okudu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Ebi'l-Hasan, bu âyeti, (.....) şeklinde okudu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, bu âyeti, (.....) şeklinde, dua cümlesi olarak okudu.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şa'bî, "...ve kendilerini darmadağın ettik..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Gassânlılar Şam'a, Ensâr Yesrib'e, Huzâalılar Tihâme'ye, Ezdliler ise Ummân'a gittiler. Allah onları darmadağın etti."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Şüphesiz ki bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır" âyetini açıklarken, Mutarrif'in: "Çok sabreden ve çok şükreden kul, ne güzeldir. Ona verildiği zaman şükreder, imtihana tâbi tutulduğu zaman da sabreder" dediğini nakletmiştir.

İbn Ebî Hâtim'in Şa'bî'den bildirdiğine göre "Şüphesiz kî bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır" âyetinden, sevmediği şey başına gelince çok sabırlı, iyiliğe karşı da çok şükreden kişi kastedilmiştir.

İbn Ebi'd-Dünyâ, İbn Cerîr ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, Âmir eş-Şa'bî'nin: "Şükür imanın yarısıdır. Sabır da imanın yarısıdır. Yakîn ise imanın tamamıdır" dediğini bildirir.

Beyhakî'nin Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yüce Allah: «Ey Meryem oğlu İsa! Senden sonra bir ümmet göndereceğim, sevdikleri bir şeyle karşılaşınca hamdedip şükredecekler. Sevmedikleri şeyle karşılaşınca ise sevabını Allah'tan bekleyip sabredecekler. Bunlarda ne hilim, ne de ilim vardır» buyurunca, Hazret-i İsa: «Ey Rabbim! Hilim ve ilimleri olmamasına rağmen nasıl böyle yapabilecekler?» diye sorunca, Allah: «Onlara, kendi hilmim ve ilmimden vereceğim» buyurdu."

Ahmed, Müslim, Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, Dârimî ve İbn Hibbân'ın Suheyb'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Müminin işine şaşarım. Gerçekten onun bütün işleri hayırdır. Kendisine varlık isabet ederse şükreder, bu onun için hayır olur. Darlık isabet ederse sabreder, bu da onu için hayır olur."

Ahmed ve Beyhakî'nin Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Mümine şaşarım. Kendisine bir şey verilince: «Elhamdülillah (=Allah'a hamd olsun)» deyip şükreder. Başına bir musibet gelince ise, «Elhamdülillah Allah'a hamd olsun) deyip sabreder. Mümine her durumda sevap yazılır. Hatta ağzına götürdüğü lokmadan dolayı bile sevap yazılır.»"

Beyhakî Şu'abul-îman'da ve Ebû Nuayrn, Enes'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleden "Allah, din konusunda kendisinden üstün olana, dünyalık konusunda ise kendisinden aşağıda olana bakanı çok sabreden ve çok şükredenlerden olarak yazar. Din konusunda kendisinden aşağıda olanlara bakıp, dünyalık konusunda kendisinden üstün olanlara bakanı ise ne sabredenlerden, ne de şükredenlerden yazar.

20

Bkz. Ayet:21

21

"Şeytan, onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı. İnananlardan bir grup dışında hepsi ona oydular. Oysa şeytanın onlar özerinde hiçbir hâkimiyeti yoktu. Ancak âhirete inananları, onun hakkında şüphe içinde bulunanlardan ayırt edelim diye (ona bu fırsatı verdik). Senin Rabbin her şey üzerinde hakiki bir koruyucudur"

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Şeytan, onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı. İnananlardan bir grup dışında hepsi ona uydular" âyetini açıklarken şöyle dedi: İblis: "Âdem toprak, çamur ve işlenebilen kara balçıktan zayıf olarak yaratıldı. Ben ise ateşten yaratıldım. Ateş her şeyi yakar. "And olsun ki, azı bir yana, onun soyunu kendi buyruğum altına alacağım" dedi ve insanlar hakkındaki zannını doğru çıkardı. İnananlardan bir grup dışında hepsi ona uydular. Az olan gruptan kasıt, müminlerin hepsidir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti, (.....) şeklinde şeddeli olarak okur ve: "Onlar hakkında bir zanda bulundu ve bu zannını doğru çıkardı" derdi.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Şeytan, onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı..." âyetini açıklarken: "Şeytan, insanlar hakkındaki zannını doğru çıkardı. Sadece Rabbine itaat eden insanlar hariç" demiştir.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Şeytan, onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı" âyetini açıklarken: "Şeytan, onlar hakkında zanda bulunmuş ve bu zannı doğru çıkmıştır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: Hazret-i Âdem, Havva ile birlikte Cennet'ten indirilince, İblis onlara günahı işletebildiği için sevinç içinde yere indi ve: "Eğer anne babalarından bunları elde edebildiysem, bunların zürriyeti çok daha zayıftır (onları daha kolay yoldan çıkarırım)" dedi. Bu İblis'in zannıydı. Allah, Peygamberine, "Şeytan, onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı" âyetini indirince, İblis: "Âdemoğlunda can oldukça ondan ayrılmayacağım, ona vaadlerde bulunup, ümitlendirerek kandıracağım" dedi. Bunun üzerine yüce Allah: "İzzetime yemin olsun ki, Ölüm anında bile onlardan tövbeyi engellemeyeceğim, ne zaman dua ederse, duasına icabet edeceğim, ne zaman isterse, istediğini vereceğim, ne zaman bağışlanma dilerse onu bağışlayacağım" buyurdu.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Oysa şeytanın onlar üzerinde hiçbir hâkimiyeti yoktu..." âyetini açıklarken: "Vallahi, onlara ne sopayla, ne kılıçla, ne de kamçıyla vurdu, ne de bir şey İçin zorladı. Ancak gurur ve heveslerle onları kendisine çağırdı, onlar da İblis'in davetine koştular" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'nin, "Ancak âhirete inananları, onun hakkında şüphe içinde bulunanlardan ayırt edelim diye (ona bu fırsatı verdik)..." âyetini açıklarken: "Bu, Yüce Allah'ın, mümini kafirden ayırması için bîr imtihandı" dediğini bildirir.

22

"(Ey Muhammed!) De ki: "Allah'ı bırakıp da İlâh olduklarını iddia ettiklerinizi çağırın. Göklerde ve yerde zerre kadar bir şeye sahip değillerdir. Onların yerde ve gökte hiçbir ortaklıkları yoktur. Allah'ın onlardan bir yardımcısı da yoktur."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Onların yerde ve gökte hiçbir ortaklıkları yoktur. Allah'ın onlardan bir yardımcısı da yoktur" âyetini açılarken şöyle dedi: "Göklerde ve yerde Allah'ın hiçbir ortağı yoktur. Allah'tan başka, yardım için çağırdıklan arasında hiçbir konuda onlara yardım edecek te yoktur."

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre "Allah'ın onlardan bir yardımcısı da yoktur" buyruğundaki yardımcılardan kasıt meleklerdir.

23

"Allah katında, O'nun izin verdiği kimseden başkasının şefaati yarar sağlamaz. (Şefaat için izin verilip de) kalplerinden korku giderilince birbirlerine, «Rabbiniz ne söyledi?» diye sorarlar. Onlar da «Gerçeği» diye cevap verirler. O, yücedir, büyüktür."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti, "Kalbinden korku giderilince" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Yüce Allah, Hazret-i Muhammed'e vahyedeceği zaman, vahiyle göndermek için meleklerden olan elçiyi çağırdı. Melekler Allah'ın vahiyden bahsettiğini duyup kalplerindeki korku giderilince, Yüce Allah'ın ne söylediğini sordular. Kendilerine "Hakkı söyledi" denilince anladılar ki Allah haktan başkasını söylemez. İbn Abbâs der ki: "Vahyin seni, mermere düşen demirin çıkardığı ses gibidir. Melekler bu sesi duyunca secdeye kapanırlar ve başlarını kaldırınca da: "Rabbiniz ne söyledi?" diye sorarlar. Onlar da "Gerçeği" diye cevap verirler. O, yücedir, büyüktür."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Vahiy geldiği zaman, mermere düşen demirin çıkardığı ses gibi bir ses çıkarır. Bunun üzerine sema halkı feryad etmeye başlar. "Kalplerinden korku giderilince birbirlerine, «Rabbiniz ne söyledi?» diye sorarlar. Onlar (vahiyle görevli melekler) da «Gerçeği» diye cevap verirler. O, yücedir, büyüktür."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Vahiy, dünya semasına inince demir zincirin demire düşünce çıkardığı ses gibi bir ses çıkarır. Sema ahalisinin hepsi bu sesten korkup: «Rabbiniz ne söyledi?» diye sorarlar. Sonra kendi kendilerine: «Gerçeği» diye cevap verirler. O, yücedir, büyüktür."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, Ahmed, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, Ebû Nuaym ve Beyhakî Delâil'de, Ma'mer vasıtasıyla, Zührî'den, o Ali b. Hüseyin'den, o da İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Resûlullah, ashâbından bir grupla otururken, bir yıldız kaydı ve ışık saçtı. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cahiliye döneminde, yıldız kayınca ne derdiniz?" diye sorunca, sahabe: "Bu gece büyük bir adam doğdu ve büyük bir adam öldü" derdik, karşılığını verdiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yıldız, hiç kimsenin ne ölümü, ne de doğumu için kaymaz. Aziz ve Celil olan Rabbimiz bir işe hüküm verdiği zaman Arş'ı taşıyan melekler Allah'ı tesbih ederler, sonra da onlardan sonra gelenler gök halkı Allah'ı tesbih ederler. Bu tesbih yeryüzü semasının halkına yetişene kadar devam eder. Arş'ı taşıyan meleklerden sonra gelenler; Arş'ı taşıyan meleklere: «Rabbiniz ne dedi?» diye sorunca, Arş'ı taşıyan melekler Yüce Allah'ın söylediğini onlara bildirirler. Bunun üzerine göryüzü ahalisi birbirine bunu haber verirler. Bu, yeryüzü semasına ulaşana kadar böyle devam eder. Bu sırada Cinler bu haberi kulak hırsızlığı ile çalarlar ve bunun üzerine (yıldızlarla taşlanarak) kovalanırlar. Onların bu bilgileri geldiği şekliyle aktarmış olsalar, aktardıktan doğru ve gerçektir. Ancak kendileri değişiklik yapıp artırma eksiltmede bulunurlar." Ma'mer der ki: Zührî'ye: "Cahiliye döneminde cinler, yıldızlarla kovalanır mıydı?" diye sorduğumda şöyle cevap verdi: "Evet. "Doğrusu biz, göğün dinleyebileceğimiz bir yerinde otururduk; ama şimdi kim dinleyecek olsa, kendisini gözleyen bir ateş (ışın) buluyor" âyetini görmedin mi? Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderildiği zaman, cinlerin semaya çıkıp meleklerin konuşmasını dinlemesi engellendi."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Buhârî, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Esmâ ve's- Sıfât'ta, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Allah gökyüzünde bir işe hükmettiği zaman melekler onun emrine boyun eğerek kanat çırparlar. O kanatların sesi sanki sert taşın üzerine düşen zincirin çıkardığı sese benzer. Kalblerinden korku ve endişe kalkınca: «Rabbiniz ne buyurdu ?» diyerek birbirlerine sorarlar ve şöyle derler: «Doğru ve gerçek olanı buyurdu. O, yücedir, büyüktür» Şeytanlar da Allah'ın sözlerinden bir şeyler kapmak için üst üste yığılmışlardır. Kulak hırsızlığı yapan bunu duyar. Kulak hırsızlığı yapan bu şekilde birbiri üzerinde bulunur. -Süfyân eliyle parmaklarının arasını açarak bu durumu tarif etti- Bu sözleri duyan, söyleneni kendinden aşağıda bulunana iletir. Öteki daha aşağıda bulunana iletir, nihayet bu söz sihirbazın veya kâhinin diline ulaştırır. Bazen de ona ulaşmadan önce bir yakıcı ateş ona ulaşır, bazen kulak hırsızı ateş kendisine yetişmeden sözü, kâhine veya sihirbaza aktarır. Nihayet kendisine haber ulaşan kâhin veya sihirbaz o haberle beraber yüz yalan uydurup (sağa sola söyler). İnsanlar da: «Falan gün bize şunu şunu söylememiş miydi (dediği gerçekleşti)» derler. Neticede gökten işitilmiş olan söz gerçekleşir. Kâhin veya sihirbazın, gökten gelen bilgi sebebiyle bütün söyledikleri doğru kabul edilir."

İbn Cerîr, İbn Huzeyme, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifâfta, Nevvâs b. Sem'ân'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Allah emrini vahyetmek istediğinde vahyi söyler. O konuşunca, bu vahyin tesiriyle gökyüzünü bir titreme veya şiddetli bir sarsıntı kaplar. Bu sarsıntı Allah korkusundandır. Sema ehli o sarsıntıyı duyunca korkup kendilerinden geçerek secdeye kapanırlar. Başını ilk kaldıran Cibril olur. Allah kendi vahyinden dilediğini ona iletince, Cibril bu vahyi meleklere götürür. O, her semayı geçtikçe o semanın melekleri: «Ey Cibrîl! Rabbimiz ne dedi?» diye sorarlar. Cibrîl: "Doğru ve gerçek olanı buyurdu. O, yücedir, büyüktür" cevabım verince, bütün melekler Cibrîl'in dediği gibi söylerler. Nihayet Cibrîl, vahyi Allah'ın emrettiği göğe veya yeryüzündeki bir yere iletir. "

İbn Ebî Şeybe, İbn Merdûye, Ebû Nuaym ve Beyhakî Delâil'de, İbn Abbâs'ın, "Kalplerinden korku giderilince birbirlerine, «Rabbiniz ne söyledi?» diye sorarlar. Onlar da «Gerçeği» diye cevap verirler. O, yücedir, büyüktür" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: "Cinlerden her grubun, semada vahyi dinlemek için oturdukları bir yer vardı. Vahiy indiği zaman, zincirin, mermerin üzerinde sürüklenmesi gibi ses çıkardı. Kendilerine vahiy inen her sema halkı muhakkak korkudan bayılıp yere düşerlerdi. "Kalplerinden korku giderilince birbirlerine, «Rabbiniz ne söyledi?» diye sorarlar. Onlar da «Gerçeği» diye cevap verirler. O, yücedir, büyüktür" Eğer gelen vahiy, yeryüzünde olacak ölüm veya herhangi birinin konuşacağı bir sözse, melekler birbirlerine bunu anlatarak: "Şöyle olacak" derler, şeytanlar da bunu duyup yeryüzündeki dostlarına aktarıp: "Bu yıl falan şey olacak" derler. Bunu duyan cinler de kâhinlere gidip haber verirler, kahinler de insanlara: "Şu şu şeyler olacak" derlerdi. İnsanlar da, kahinlerin dediğinin çıktığını görürlerdi (ve onlara inanırlardı).Allah, Hazret-i Muhammedi gönderdiği zaman, cinler (alevli ateşlerle) kovalanmaya başladılar. Araplar, cinlerin kendilerine semadan haber verememesi üzerine: "Semadakiler helak oldu" dediler ve devesi olan her gün bir deve, sığın olan her gün bir sığır, davarı olan her gün bir koyun kesip mallarını neredeyse tükettiler. Arapların en akıllısı olan Sakîf kabilesi şöyle dedi: "Ey insanlar! Mallarınızı böyle tüketmeyin. Semada bulunanlar ölmedi. Bu bir dağınıklık sebebiyle değildir. Sizler belli işaretleriniz olan yıldızların, Güneş'in, Ay'ın, gece ve gündüzün olduğu gibi durduğunu görmüyor musunuz?" dediler. İblis de şöyle dedi: "Bugün yerde önemli bir olay meydana gelmiş olmalıdır. Bana yerin her tarafından toprak getirin." Ona yerin toprağından getirdiler, topraklan koklamaya başladı. Mekke toprağını koklayınca: "İşte bu önemli olay burada olmuştur" dedi. Olanlara kulak kabarttılar, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamber olarak gönderilmiş olduğunu anladılar."

Ebu Dâvud ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Abdullah b. Mes'ûd'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Allah vahyi söyleyince dünya semasının ahalisi, mermer üzerinde çekilen zincirin sesine benzer bir çan sesi işitip kendilerinden geçerek yere kapanırlar ve Cibrîl gelinceye kadar bu halde kalırlar. Nihayet kendilerine Cibrîl gelince kalplerinden korku giderilir ve: «Ey Cibrîl! Rabbimiz ne söyledi?» derler. O da: «Hakkı söyledi» cevabını verir. Bunun üzerine diğer melekler de: «(Rabbin hakkı söy(ledi), hakkı, hakkı» diye nida ederler."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî başka bir kanalla, İbn Mes'ûd'dun şöyle dediğini bildirir: "Allah vahyi söyleyince sema ahalisi, mermer üzerinde çekilen zincirin sesine benzer bir çan sesi işitip kendilerinden geçerek yere kapanırlar ve Cibrîl gelinceye kadar bu halde kalırlar. Nihayet kendilerine Cibrîl gelince kalplerinden korku giderilir ve: "Ey Cibrîl! Rabbimiz ne söyledi?" derler. O da: "Hakkı söyledi" cevabını verir. Bunun üzerine diğer melekler de: "(Rabbimiz hakkı söy(ledi), hakkı, hakkı" diye nida ederler."

Buhârî, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti, (.....) şeklinde, (.....) ve harfiyle okudu.

İbn Merdûye'nin, Behz. b. Hakîm'den, onun babasından, onun da dedesinden bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Cibrîl, vahiyle Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) inince; sema halkı onun inişinden korktular ve demir parçasının mermere düşünce çıkardığı ses gibi büyük bir gürültü çıkardığını duydular. Cibrîl her semadan geçerken, o sema ehlinin kalbindeki korku giderildi ve: «Ey Cibrîll Neyle emrolundun?» diye sordular. Cibrîl: «Allah'ın büyük ve izzetli nuruyla. Allah'ın Arapça olan kelamıyla (Kitabıyla)» cevabını verdi."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde der ki: "Yüce Allah Cibril'e vahyedince, kıyametle ilgili bir şey olacak korkusuyla melekler endişeye kapılırlar. Kalplerindeki endişe ve korku giderilip, vahyedilen şeyin kıyametle İlgili bir şey olmadığını öğrenince ise: "Rabbiniz ne söyledi?" derler. Kendilerine: "Hakkı söyledi" cevabı verilir.

Ebû Nasr es-Siczîel-îbâne'de, Hazret-i Âişe'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Cibrîl'i gördüm, İsrafil'in Arş'ı taşıdığını, ayağının ise yerin yedinci katında, levhaların gözlerinin önünde olduğunu, Arş'ın sahibi olan Allah bir şey dilediği zaman, meleklerin, zincirin mermerin üzerinde sürüklenirken çıkardığı ses gibi bir ses duyduğunu ve kendilerinden geçtiklerini, ayıldıklarında: «Rabbiniz ne dedi?» diye sorduklarını, Allah'ın dilediği kişilerin de: «Gerçeği söyledi. O, yücedir, büyüktür» cevabını verdiğini söyledi."

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde ve Kelbî, "Kalplerinden korku giderilince birbirlerine, «Rabbiniz ne söyledi?» diye sorarlar. Onlar da «Gerçeği» diye cevap verirler. O, yücedir, büyüktür'" âyetini açıklarken şöyle dediler: "Hazret-i İsa ve Hazret-i Muhammed arasında fetret dönemi geçince, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiy inerken demirin çıkardığı ses gibi bir ses çıktı ve melekler bu sesten korktular. "Kalplerinden korku giderilince birbirlerine, «Rabbiniz ne söyledi?» diye sorarlar. Onlar da «Gerçeği» diye cevap verirler. O, yücedir, büyüktür" dediler."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk der ki: İbn Mes'ûd'un iddia ettiğine göre yeryüzüne inip insanların amellerini yazan melekleri, Yüce Allah gönderince, bu melekler yeryüzüne inerken şiddetli bir ses çıkarırlar. Onlardan daha aşağıdaki melekler bu ses sebebiyle kıyametle ilgili bir şeyin olduğunu zannedip secdeye kapanırlar. Yazıcı meleklerin her geçişinde, yanlarından uğradıkları melekler, Rablerinden olan korkuları sebebiyle secdeye kapanırlar.

İbn Ebî Hâtim, İkrime'nin şöyle dediğini bildirir: "Allah, bir konuda hüküm verince, gökler, yerler ve dağlar titrer, bütün melekler secdeye kapanır. Cinler bir hükmün yerine getirildiğini düşünüp yerlerinde donup kalırlar, emredilen hüküm yerine gelince melekler başlarını secdeden kaldırırlar. "Kalplerinden korku giderilince birbirlerine, «Rabbiniz ne söyledi?» diye sorarlar" ve hepsi birden, «Gerçeği» diye cevap verirler. O, yücedir, büyüktür" derler.

İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), bu âyeti (.....) şeklinde, (.....) harfini şeddesiz ve (.....) harfiyle okumuştur.

İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Katâde, bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Hasan(-ı Basrî)'nin, bu âyeti " şeklinde okuyup: "Korku kalplerinden giderilince" mânâsını verdiğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim'in başka bir yolla bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), bu âyeti (.....) şeklinde okuyup: "Kalplerindeki şüphe ve inkar giderilince" mânâsını verdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem, "Kalplerinden korku giderilince birbirlerine, «Rabbiniz ne söyledi?» diye sorarlar. Onlar da «Gerçeği» diye cevap verirler. O, yücedir, büyüktür" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Kalplerden korkunun giderilmesi, şeytanın onlardan uzaklaştırılıp kendilerini dalalete düşürmelerine engel olunmasıdır. "Rabbiniz ne söyledi?" diye sorarlar. Onlar da «Gerçeği» diye cevap verirler. O, yücedir, büyüktür" âyeti ise, insanoğlunun, ölüm anındaki ikrarının fayda vermeyeceği ölüm anında söyleyeceği şeyi bildirmektedir."

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Kalplerinden korku giderilince..." âyeti, kıyamet günü kalplerin üzerindeki örtünün kaldırılması mânâsındadır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî) ve Dahhâk, bu âyeti, (.....) şeklinde okuyup: "Korku kalplerinden giderilince" mânâsını verirlerdi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Muhammed b. Sîrîn'e, (.....) âyetini nasıl okursun?" diye sorulunca şöyle cevap verdi: "Hasan(-ı Basrî) bu âyeti, (.....) şeklinde okurdu. Hasan, kendi görüşüne dayanarak öyle şeyler söylerdi ki, ben bu sözleri söylemeye korkarım."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, bu âyeti, (.....) şeklinde okurdu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Recâ, bu âyeti, (.....) Şeklinde okurdu.

24

Bkz. Ayet:26

25

Bkz. Ayet:26

26

"De ki: «Sîze göklerden ve yerden kim rızık verir?» De ki: «Allah. O hâlde, ya biz hidayet veya apaçık bir sapıklık üzereyiz, ya da siz!» De ki: «Bizim işlediğimiz suçlardan siz sorumlu tutulmazsınız. Sizin işlediklerinizden de biz sorumlu tutulmayız.» De ki: Rabbimiz hepimizi kıyamet günü bir araya toplayacak, sonra da aramızda hak ile hüküm verecektir. O, gerçeği apaçık ortaya koyan, hakkıyla bilendir."

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Sonra Yüce Allah, (Allah'ın Resûlüne) insanlara: "Size göklerden ve yerden kim rızık verir?"' diye sormasını emretti" dedi.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre, "O hâlde, ya biz hidayet veya apaçık bir sapıklık üzereyiz, ya da siz" âyeti: "Biz hidayet üzereyiz, siz ise apaçık bir sapıklık üzeresiniz" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "O hâlde, ya biz hidayet veya apaçık bir sapıklık üzereyiz, ya da siz" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu sözü, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı, müşriklere söylemişler ve: "Vallahi, biz ve siz aynı değiliz. Ya biz veya siz hidayet üzeredir. "Rabbimiz hepimizi kıyamet günü bir araya toplayacak, sonra da aramızda hak ile hüküm verecektir" buyruğundaki, bir araya toplama işi kıyamet günüdür ve o zaman aramızda hak ile hüküm verecektir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta, İbn Abbâs'tan, âyette geçen (.....) kelimesinin "Hüküm veren" mânâsında olduğunu bildirir.

27

De ki: ”O’na, ortaklar diye kattıklarınızı bana gösterin (bakayım, ne yaratıyorlar).” Hayır, öyle şey yok. Doğrusu Allah her şeye gâliptir, hükmünde hikmet sahibidir.

28

"Biz, seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler."

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti, "Bütün insanlara" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in Muhamed b. Ka'b'dan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti, "İnsanların hepsine" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Biz, seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik" âyetini açıklarken: "Allah, Hazret-i Muhammed'i Araplara ve Acemlere (Arap olmayanlara) göndermiştir. Hazret-i Muhammed, insanların en üstünü ve Allah'a en çok itaat edenidir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ben, bütün insanlara, beyazına da kızılına da peygamber olarak gönderildim. Ümmetime ganimet helal kılındı. Daha önce önce hiç ümmete helal kılınmamıştı. Bir aylık uzaklıktan düşmanın kalbine korku salınmasıyla yardım olundum. Yeryüzü bana mescit ve temiz kılındı. Bana şefaat etme yetkisi verildi ve onu ümmetime şefaat etmek için âhirete sakladım."

ibn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Bana, daha önce hiçbir peygambere verilmeyen beş şey verildi. Ben, bütün insanlara, beyazına da kızılına da peygamber olarak gönderildim. Daha önceki peygamberler, kendi kavimlerini gönderilirdi. Bir aylık uzaklıktan düşmanın kalbine korku salınmasıyla yardım olundum. Ganimetler bana helal kılındı. Yeryüzü bana mescit ve temiz kılındı. Bana şefaat etme yetkisi verildi ve onu ümmetime şefaat etmek için âhirete sakladım. İnşallah şefaatim, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayan herkesi kapsayacaktır."

29

Onlar (Mekke, kâfirleri) diyorlar ki: ”Eğer doğru söyleyenlerseniz, bu vukuu vaad edilen kıyamet ne zaman?”

30

(Rasûlüm, onlara) de ki: ”Size vaad olunan öyle bir gündür ki, ondan bir an geri de kalamazsınız, ileri de geçemezsiniz.”

31

Bkz. Ayet:33

32

Bkz. Ayet:33

33

"İnkâr edenler, «Biz bu Kur'ân'a da ondan önceki kitaplara da asla inanmayız» dediler. Zâlimler, Rablerinin huzurunda durduruldukları zaman hâllerini bir görsen! Birbirlerine laf çevirip dururlar. Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara, «Siz olmasaydınız, biz mutlaka iman eden kimseler olurduk» derler. Büyüklük taslayanlar, zayıf ve güçsüz görülenlere, «Size hidayet geldikten sonra, biz mi sizi ondan alıkoyduk? Hayır, suçlu olanlar sizlerdiniz» derler. Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara, «Hayır, bizi hidâyetten saptıran gece ve gündüz kurduğunuz tuzaklardır. Çünkü siz bize Allah'ı inkâr etmemizi ve O'na eşler koşmamızı emrediyordunuz» derler. Azabı görünce de içten içe pişmanlık duyarlar. Biz de inkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar geçiririz. Onlar ancak yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre, "Biz bu Kur'ân'a da ondan önceki kitaplara da asla inanmayız..."' diyenlerden kastedilenler Kur'ân'ı inkar eden Arap müşriklerdir. Arap müşrikler: "Ondan önceki kitaplara da inanmayız" sözüyle, daha önceki kitablara ve peygamberlere de inanmayız" demek istemişlerdir.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen, daha önceki kitaplardan kasıt, Tevrat ve İncil'dir. "Zayıf ve güçsüz görülenler..."buyruğunda da büyüklük taslayan idarecilere tâbi olanlar kastedilmiştir. (.....) âyeti ise: "Gece ve gündüzün tekrarlanması sizi aldattı" mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre (.....) âyeti: "Gece ve gündüzün tekrarlanması" mânâsındadır.

Abdurrezzâk ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti: "Gece ve gündüz kurduğunuz tuzaklar" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre (.....) âyeti: "Ey büyüklük taslayan idareciler! Gece ve gündüz kurduğunuz tuzaklarla bizi Allah'a ibadetten saptırdınız" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan b. Yahya el-Huşenî der ki: "Cehennemde hiç bir ev, hiç bir sığınak, hiç bir zincir ve hiç bir bukağı yoktur ki, üzerine onun sahibinin adı yazılmış olmasın." Hasan b. Yahya'nın bu sözü, Ebû Süleyman ed-Dârânî'ye anlatınca, ağlayıp: "Ya bir de bütün bunlar bir kişinin üzerinde toplanır da ayağına bukağı, boynuna zincir ve eline kelepçeler vurulup Cehennemin içindeki evde bir deliğe sokulursa ne olur?" dedi.

34

"Biz, hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek oranın şımarık zenginleri, «Biz, sizinle gönderileni inkâr ediyoruz» demişlerdir."

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ebû Rezîn'den bildirdiğine göre ortak olan iki adam vardı. Bunlardan birisi ticaret için sahil tarafına doğru çıkıp gitti, diğeri de Mekke'de kaldı. Hazret-i Muhammed peygamber olarak gönderilince, sahil tarafına giden, öbür ortağına yazıp: "O (Allah'ın Resûlü) ne yaptı?" diye sordu. Ortağı: "Kureyş'ten kimse ona tâbi olmadı, hep zayıflar ve yoksullar ona tâbi oldular" cevabını yazınca, sahil tarafına çıkıp giden ticaretini bırakıp ortağının yanına geldi ve: "Bana o adamı (peygamberi) göster" dedi. (Kutsal ) kitapları okuyan bu adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

"Neye çağırıyorsun?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şuna şuna çağırıyorum" karşılığını verince, adam: "Ben şehadet ederim ki sen Allah'ın Resûlü'sün" diye şehadet getirip müslüman oldu. Bu kişiye: "O'nun Allah'ın elçisi olduğunu nereden bildin?" diye sorulunca: "Allah ne zaman bir peygamber gönderdiyse, ona hep insanların güçsüzleri ve yoksulları tâbi oldular" cevabını verdi. "Biz, hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek oranın şımarık zenginleri, «Biz, sizinle gönderileni inkâr ediyoruz» demişlerdir" âyeti bunun üzerine nazil oldu ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) adamı çağırıp: "Allah, senin söylediğini tasdik eden âyet indirdi" buyurdu.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen şımarık zenginlerden kastedilenler, o topluluğun zorbaları, idarecileri, eşrafı ve şerdeki önderleridir.

İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre âyetteki şımarık zenginlerden kastedilenler o toplumun zorbalarıdır.

35

Bir de (o refah düşkünleri) dediler ki: ”(Ey Peygamberler), biz mallar ve çocuklar bakımından (sizden) daha fazlayız. (Allah dünyada bize bu kadar mal ihsan ettikten sonra artık ahirette) biz azaba uğratılmayız.”

36

(Ey Rasûlüm, onlara) de ki: ”Rabbim dilediğine rızkı genişletir, dilediğine kısar. Fakat insanların çoğu bilmezler (bu gerçeği tasdik etmezler).

37

"Ne mallarınız, ne de çocuklarınız, sizi bizim katımıza daha çok yaklaştıran şeylerdir! Ancak îman edip salih amel işleyenler başka. İşte onlar için işlediklerine karşılık kat kat mükâfat vardır. Onlar Cennet köşklerinde güven içindedirler."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi "yakınlık" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: "İnsanları malına ve çocuklarının çokluğuna göre değerlendirmeyiniz. Bazen mal kafire verilir, mümine ise verilmez."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Tâvus şöyle derdi: "Allahım! Bana iman ve ameli nasib et, mal ve çocuktan da koru. Çünkü ben, vahyinde, "Ne mallarınız ne de çocuklarınız, sizi bizim katımıza daha çok yaklaştıran şeylerdir" buyurduğunu duydum."'

Ahmed, Müslim ve İbn Mâce'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah, ne şeklinize, ne de mallarınıza bakmaz. Ancak kalplerinize ve amellerinize bakar. "

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "İşte onlar için işlediklerine karşılık kat kat mükâfat vardır..." âyeti, işledikleri iyiliklerin mükafatının kat kat verilmesi mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, "İşte onlar için işlediklerine karşılık kat kat mükâfat vardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Amellerinin karşılığı bire karşılık on kat verilir. Allah yolunda (cihad için) yapılan bir işin sevabıysa bire karşı yedi yüz kat sevap verilir."

Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usul'da, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b: "Mümin, zengin ve takva sahibiyse, Allah ona ecrini iki defa verir" deyip: "Ne mallarınız ne de çocuklarınız, sizi bizim katımıza daha çok yaklaştıran şeylerdir! Ancak iman edip salih amel işleyenler başka. İşte onlar için işlediklerine karşılık kat kat mükâfat vardır" âyetini okudu.

İbn Ebî Şeybe, Tirmizî, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cennette, dışı içinden, içi de dışarıdan görülen odalar vardır" buyurunca, sahabe: "Bu odalar kimindir?" diye sordular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Güzel söz söyleyen, yemek yediren, oruca devam eden ve gece insanlar uykudayken kendisi namaz kılan kişilerindir" buyurdu.

38

Âyetlerimizi reddetmek için yarışırcasına gayret sarfedenler ise, onlar cehennem azabına hazırlanmışlardır.

39

De ki: Şüphesiz Rabbim rızkı kullarından dilediğine bol bol verir ve (dilediğine) kısar. Allah yolunda her ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk'a, "Allah yolunda her ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir..."' âyeti sorulup: "Burada Allah yolunda cihad için harcanan mal mı kastedilmektedir?" denilince, Dahhâk: "Hayır, âyette, kişinin, kendisi ve ailesi için yaptığı harcama kastedilmiş, Allah'ın, onun yerine başkasını vereceği bildirilmiştir" cevabını verdi.

Saîd b. Mansûr, Buhârî el-Edebu'l-Müfred'de, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, İbn Abbâs'tan, "Allah yolunda her ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir..." âyetinden kastedilenin, israf ve cimrilik yapmadan yapılan harcama olduğunu bildirir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre "Allah yolunda her ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir..." âyetinden kastedilen, israf ve cimrilik yapmadan yapılan harcamadır.

Beyhakî'nin Şu'abu'l-îman'da Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "İsraf ve cimrilik yapmadan aileniz için harcadığınız şey, Allah yolunda harcanmıştır" buyurdu.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir: Birinizin malı olursa, "Allah yolunda her ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir..." âyetine dayanarak fazla harcamasın, iktisatlı olsun, muhakkak ki rızık taksim edilmiştir; ola ki onun rızkı az, ama o rızkı çok olanlar gibi infakta bulunuyor.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Allah yolunda her ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "İnfak edilen malın yerine gelen, Allah'tandır. Bazen insan bütün malını hayır yolunda infak eder, ama ölene kadar bu malının yerine başkası gelmez. "Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların rızkı ancak Allah'a aittir" âyeti da, bu âyete benzemektedir. Bir canlıya gelen rızık Allah'tandır. Allah, bazen bir canlıya ölünceye kadar rızık vermeyebilir.

Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, Câbir b. Abdillah'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Kişi her ne harcarsa, onun yerini tutacak olanı vermek Allah'a aittir. Ancak bina ya da masiyet uğrunda yapılan harcama bundan müstesnadır,"

İbn Adiy el-Kâmil'de ve Beyhakî başka bir kanalla Muhammed b. el- Münkedir'den, o da Câbir'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Her iyilik sadakadır. Kişin kendisi için ve ailesi için harcadığı onun için sadaka olarak yazılır. Kişinin, şeref ve haysiyetini korumak için harcadığı kendisi için sadaka olarak yazılır. Müminin infak ettiği her nafakanın yerini tutacak olanını vermesi Allah'a aittir. Ancak bina ya da masiyet uğrunda yapılan harcama bundan müstesnadır." İbnu'l-Münkedir'e: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kişinin, ırzını korumak için yaptığı harcama kendisi için sadakadır" sözüyle neyi kasdetti?" diye sorulunca: "Şaire ve dilinden korunmak istediği kişiye verdiğini kasdetti" cevabını verdi.'

Ebû Ya'lâ, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye zayıf senetle, Huzeyfe'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şunu bilin ki, sizin şu zamanınızdan sonra sıkıntılı bir zaman gelecektir. O gün mal sahibi olan elindekini sıkacak, infâk etmekten korkacaktır" buyurup, "Allah yolunda her ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir..." âyetini okuduğunu nakleder.

Buhârî ve ibn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yüce Allah: «Ey Âdemoğlu! İnfak et ki ben de sana infakta bulunayım» buyurmuştur. "

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib der ki: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Her günün bir uğursuzluğu vardır, bu uğursuzluğu sadakayla defedin" buyuyrdu. İsterseniz halef vermekten bahseden âyetleri okuyun. Ben Yüce Allah'ın, "Allah yolunda her ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir..." buyurduğunu duydum. Siz infak etmezseniz, Allah size nasıl onun yerine başkasını versin?"

Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usul'da, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) : "Yardım, semadan ihtiyaç miktarınca iner" buyurduğunu nakleder.

Hakîm et-Tirmizî'nin bildirdiğine göre Zübeyr b. el-Avvâm der ki: Gelip Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Önünde Oturdum, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip sarığımı arkadan tutup şöyle buyurdu: "Ey Zübeyr! Özel olarak sana, genel olarak ta insanlara gönderilen bir elçiyim. Rabbinizin ne buyurduğunu biliyor musunuz?" Ben: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" karşılığını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Rabbiniz Arş'a istiva edip yarattıklarına baktığı zaman şöyle buyurdu: «Ey kullarım! Sizler Benim yarattıklanmsınız ve Ben de sizin Rabbinizim. Rızıklarınız Benim elimdedir. Onun için, sizleri mükellef kıldığım geçimlikte kendinizi fazla yormayınız ve rızkınızı Benden isteyiniz. Kendinizi Bana bırakınız ki ihtiyaçlarınızı size akıtayım» Rabbiniz ne buyurdu biliyor musunuz? Yüce Allah şöyle buyurdu: «Ey kulum! Sen infakta bulun ki, ben de sana infakta bulunayım. Sen (başkasını darlıktan kurtarıp) genişlet ki Ben de sana genişlik vereyim. Eğer kısarsan, Ben de sana (verdiklerimi) kısarım. Elindekini tutup vermemezlik etme, yoksa Ben de sana vermem. Malını biriktirip (infak etmeyerek) harcamamazlık yapma, yoksa Ben de biriktiririm ve sana vermem.» Rızık kapısı yedi kat semada açıktır ve Arş'a bitişiktir. Ne gece, ne de gündüz kapanmaz. Allah bu rızık kapısından her insana niyetine, infakına, verdiği sadakaya ve harcamaya göre indirir. Kim çok verirse ona çok verilir, kim az verirse ona da az verilir. Vermeyene de verilmez. Ey Zübeyr! Hem ye, hem yedir. Kısma, eğer kısarsan, sana verilen de kısılır. Sayma, yoksa sana verilen de sayılır, cimri olma, yoksa sana karşı cimri davranılır. Zorlaştırma, yoksa sana karşı da zorlaştırılır. Ey Zübeyr! Allah infakı sever, cimriliğe ise buğzeder. Kişinin cömertliği yakindendir. Cimrilik ise şüphedendir. Yakîn sahibi olan Cehenneme girmez. Şüphe sahibi olan da Cennete giremez. Ey Zübeyr! Allah, bir parça hurmayla olsa bile cömertliği, bir akrebi veya yılanı öldürmek bile olsa cesareti sever. Ey Zübeyr! Allah zelzele anında sabrı, şüphenin geldiği yerde yakîni, şehvetlerin indiği anda kâmil aklı, pislikler ve haramların olduğu anda günahtan sakındıran verâyı sever. Ey Zübeyr! Kardeşlere, iyilere ve hayırlılara saygılı ol ve onları yücelt. Komşunu ziyaret et. Facirlerle yürüme. Böylece Cennete hesaba çekilmeden ve azaba uğramadan gir. Bu, Allah'ın bana, benim de sana vasiyetimdir."

40

Bkz. Ayet:45

41

Bkz. Ayet:45

42

Bkz. Ayet:45

43

Bkz. Ayet:45

44

Bkz. Ayet:45

45

"Allah'ın, onları hep birden toplayacağı, sonra da meleklere, «Bunlar mı size ibadet ediyorlardı?» diyeceği günü bir hatırla! (Melekler) derler ki: «Seni eksikliklerden uzak tutarız. Onlar değil, sen bizim dostumuzsun. Hayır, onlar cinlere ibadet ediyorlardı. Onların çoğu cinlere inanıyordu.» İşte bugün birbirinize ne fayda, ne de zarar verebilirsiniz. Zulmedenlere, «Yalanlamakta olduğunuz Cehennem azabını tadın» deriz. Âyetlerimiz apaçık bir şekilde onlara okunduğunda, «Bu sadece, atalarınızın tapmakta olduğu şeylerden sizi alıkoymak isteyen bir adamdır» dediler. Bir de, «Bu (Kur'ân), uydurulmuş bir yalandır» dediler. Yine hak kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler, «Bu, ancak apaçık bîr büyüdür» dediler. Oysa biz onlara okuyup inceleyecekleri kitaplar vermedik. Onlara senden önce hiçbir uyarıcı da göndermedik. Onlardan öncekiler de yalanlamışlardı. Hâlbuki bunlar onlara verdiğimiz şeylerin onda birine bile ulaşamamışlardır. Elçilerimi yalanladılar. Peki, beni inkâr etmenin sonucu nasıl oldu!"

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Sonra da meleklere, «Bunlar mı size ibadet ediyorlardı?» diyeceği günü bir hatırla"' âyetini açıklarken: "Bu bir sorudur. Yüce Allah'ın Hazret-i İsa'ya soracağı belirtilen: "Beni ve anamı, Allah'tan başka iki tanrı bilin, diye sen mi dedin?..." buyruğuna benzemektedir.

İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre, "Hayır, onlar cinlere ibadet ediyorlardı..." buyruğundaki cinlerden kasıt şeytanlardır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, "Oysa biz onlara okuyup inceleyecekleri kitaplar vermedik..." âyetini: "Onların, senin getirdiğinin hak mı batıl mı olduğunu anlamaları için okuyup inceleyecekleri bir kitapları yoktu" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Oysa biz onlara okuyup inceleyecekleri kitaplar vermedik. Onlara senden önce hiçbir uyarıcı da göndermedik" âyetini açıklarken: "Yüce Allah, Araplara Kur'ân'dan önce kitap, Hazret-i Muhammed'den önce de bir peygamber göndermemişti" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Onlara senden önce hiçbir uyarıcı da göndermedik" âyetini açıklarken: "Bu âyet, "Geçmiş her ümmet içinde de mutlaka bir uyarıcı bulunagelmiştir" buyruğuyla ters düşmez. Her peygamberden sonra gelen diğer peygamber, kendisinden sonra gelecek peygamberin gönderilişine kadar sorumludur" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Hâlbuki bunlar onlara verdiğimiz şeylerin onda birine bile ulaşamamışlardır..."' buyruğunda verilenden kastedilen dünyadaki güçtür.

İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'in, "Onlardan öncekiler de yalanlamışlardı. Hâlbuki bunlar onlara verdiğimiz şeylerin onda birine bile ulaşamamışlardır. Elçilerimi yalanladılar. Peki, beni inkâr etmenin sonucu nasıl oldu!" âyetini: "Önceki nesiller de yalanlamışlardı. Hazret-i Muhammed'i yalanlayanlar, daha önceki nesillere verdiğimiz, güç, ömür, dünyalık ve malın onda birine bile ulaşamamışlardır" şeklinde açıkladığını bildirir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Onlardan öncekiler de yalanlamışlardı. Hâlbuki bunlar onlara verdiğimiz şeylerin onda birine bile ulaşamamışlardır. Elçilerimi yalanladılar. Peki, beni inkâr etmenin sonucu nasıl oldu!" âyetini: "Bunlardan önce gelenler de (peygamberlerini) yalanlamışlardı. Allah sizlere vermediği güç ve başka şeyleri onlara verdiğini bildirmektedir. Onlar, sizden daha güçlü ve kuvvetli olduğu halde, Allah onları helak etti, Benim azabım nasılmış!" şeklinde açıklamıştır.

46

"De ki: Size tek bir öğüdüm vardır: Allah için ikişer ikişer ve tek tek kalkınız, sonra düşününüz, göreceksiniz ki arkadaşınızda bir delilik yoktur. O yalnız çetin bir azabın öncesinde sizi uyarmaktadır."

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "De ki: Size tek bir öğüdüm vardır: Allah için ikişer ikişer ve tek tek kalkınız..." buyruğundaki öğütten kasıt, Allah'a itaattir.

Firyâbî ve Abd b. Humeyd Mücâhid'den bildirdiğine göre "De ki: Size tek bir öğüdüm vardır..." buyruğundaki öğütten kasıt, Lâ ilâhe illallah, sözüdür.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre "De ki: Size tek bir öğüdüm vardır...'" buyruğundaki öğütten kasıt Lâ ilâhe illallah, sözüdür.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "De ki: Size tek bir öğüdüm vardır: Allah için ikişer ikişer ve tek tek kalkınız..." buyruğundaki öğütten kastın Lâ ilâhe illallah, sözüdür. Âyetteki kalkmaktan kasıt ise ağaya kalkmak değil, "Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhlerine de olsa, Allah için şahit olarak adaleti gözetin..." âyetinde bahsedilendir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el- Kurazî, "De ki: Size tek bir öğüdüm vardır: Allah için ikişer ikişer ve tek tek kalkınız, sonra düşününüz, göreceksiniz ki arkadaşınızda bir delilik yoktur..." âyetini: "Kişinin, başka biriyle veya tek başına Allah'ın Resulünde delilik olmadığını düşünmesidir" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen arkadaştan kasıt Hazret-i Muhammed'dir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti: "O deli değildir" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Bana, daha öncekilere verilmeyen üç şey verilmiştir. Bunu övünmek için söylemiyorum. Ganimetler benden önce hiç kimseye helal kılınmazken bana helal kılındı. Öncekiler, ganimetleri toplayıp yakarlardı. Her peygamber kendi kavmine gönderilirken, ben her kızıla ve siyaha gönderildim. Yeryüzü benim için mescid ve temiz kılındı. Toprakla teyemmüm eder ve namaz vaktinin geldiği yerde namazımı kılarım. Yüce Allah, «Allah için ikişer ikişer ve tek tek kalkınız» buyurmaktadır. Bir aylık uzaklıktan (düşmanın kalbine) korku salınmasıyla yardım olundum. "

47

Bkz. Ayet:50

48

Bkz. Ayet:50

49

Bkz. Ayet:50

50

"De kî: Ben sizden bir ücret istersem, o sizin olsun; benim ecrim Allah'a aittir. O her şeye şahîddir. De ki: Görünmeyenleri en iyi bilen Rabbim, batılı hak ile ortadan kaldırır. De ki: Hak geldi; artık batıl ne yeniden başlar, ne de geri gelir. De ki: Eğer saparsam, kendi zararıma sapmış olurum. Doğru yolda olursam, bu Rabbim'in bana vahyetmesiyledir. Doğrusu O, işitendir, yakın olandır"

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "De ki: «Ben sizden bir ücret istersem, o sizin olsun; benim ecrim Allah'a aittir. O her şeye şahiddir.« De ki: «Görünmeyenleri en iyi bilen Rabbim, batılı hak ile ortadan kaldırır.» De ki: Hak geldi; artık batıl ne yeniden başlar, ne de geri gelir" âyetlerini : "Ben sizden İslam adına bir mükafat istemiyorum. Rabbim vahiy ile batılı ortadan kaldırır. Şeytan helak olduğu zaman artık ne yeniden başlayabilir, ne de geri gelebilir" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) âyeti, vahiy mânâsındadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "De ki: Hak geldi; artık batıl ne yeniden başlar, ne de geri gelir" âyetindeki hak kelimesinden kastedilenin Kur'ân olduğunu söylemiştir. Batılın yeniden başlamaması ve geri gelmemesi ise İblis'in bir şey yapamayacağı ve bir şey gönderemeyeceği mânâsındadır.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Ömer b. Sa'd'dan bildirdiğine göre "De ki: Eğer saparsam, kendi zararıma sapmış olurum" âyeti: "Eğer saparsam, sapmam sebebiyle cezalandırılırım" mânâsındadır.

51

"Sen onları, dehşetli bir korkuya kapılıp da kaçıp kurtulamayacakları ve yakın bir yerden yakalanacakları zaman bir görsen!"

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Sen onları, dehşetli bir korkuya kapılıp da kaçıp kurtulamayacakları ve yakın bir yerden yakalanacakları zaman bir görsen" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Korkuya kapılıp kaçamayacakları zaman, dünyadayken ölüm anında meleklerin ruhlarını alacağı ve Allah'ın vereceği cezayı gördükleri zamandır. O zaman: "İman ettik" diyecekler, ama uzak yerden (dünya hayatı gelip geçtikten sonra) imana kavuşmak onlara nasib olmayacaktır. Bu âyet, "Şiddetli azabımızı gördüklerinde: «Yalnız Allah'a inandık; O'na koştuğumuz eşleri inkar ettik» dediler'" âyeti gibidir. "Oysa onu daha önce inkar etmişler." Onlar rahatlık ve bolluk içindeyken, imana davet edilmişler, onlar ise inanmamışlar, uzak bir yer olan dünyadan görünmeyene dil uzatarak: "Ne Cennet, ne Cehennem, ne de öldükten sonra dirilme vardır" demişlerdir. Onlar, Allah'a itaat etmiş olmak isteyecekler, ama bu arzularına engel konulacaktır."

İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Sen onları, dehşetli bir korkuya kapılıp da kaçıp kurtulamayacakları ve yakın bir yerden yakalanacakları zaman bir görsen" buyruğundaki korkuya kapılacakları gün, kıyamet günüdür. Onlar, o gün Rabbinden kaçıp kurtulamayacaklardır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Sen onları, dehşetli bir korkuya kapılıp da kaçıp kurtulamayacakları ve yakın bir yerden yakalanacakları zaman bir görsen" buyruğundaki korkuya kapılacakları gün, kabirlerde Sayha (kıyamet çığlığı) sebebiyle duyacakları korku ve dehşettir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, "Sen onları, dehşetli bir korkuya kapılıp da kaçıp kurtulamayacakları ve yakın bir yerden yakalanacakları zaman bir görsen" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu, Bedir günü müşriklerin boyunlarının vurulduğu gündür. O gün azabı gördüler ve ne azaptan kaçabildiler ve de tövbe edebildiler."

Abd b. Humeyd'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre "Sen onları, dehşetli bir korkuya kapılıp da kaçıp kurtulamayacakları ve yakın bir yerden yakalanacakları zaman bir görsen" buyruğuyla, Bedir günü kastedilmiştir.

Abd b. Humeyd, Zeyd b. Eslem'den aynı rivâyette bulunmuştur.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre "Sen onları, dehşetli bir korkuya kapılıp da kaçıp kurtulamayacakları ve yakın bir yerden yakalanacakları zaman bir görsen"' âyeti, Bedir günü öldürülen müşrikler hakkında inmiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti, kurtulamayacaklar mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs'a, "Sen onları, dehşetli bir korkuya kapılıp da kaçıp kurtulamayacakları ve yakın bir yerden yakalanacakları zaman bir görsen" âyeti sorulunca: "Süfyânî'nin ordusudur" cevabını verdi. "Nerelerinden yakalandılar?" diye sorulunca ise: "Ayaklarının altından" cevabını verdi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Atiyye'den bildirdiğine göre "Sen onları, dehşetli bir korkuya kapılıp da kaçıp kurtulamayacakları ve yakın bir yerden yakalanacakları zaman bir görsen" âyetinden kastedilenler, ayaklarının altından yakalanıp yerin dibine batırılan bir topluluktur.

İbn Merdûye'nin Huzeyfe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "İnsanlar Medine'ye gönderilecek, Beydâ'ya vardıkları zaman Allah onlara Cibril'i gönderecek. Cibril de oraya ayağı ile bir defa vuracak, yüce Allah onları yerin dibine geçirecek. İşte yüce Allah'ın, «Sen onları, dehşetli bir korkuya kapılıp da kaçıp kurtulamayacakları ve yakın bir yerden yakalanacakları zaman bir görsen» âyeti buna işaret etmektedir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre âyette kastedilenler, Beydâ'da yerin dibine batırılacak olan ordudur. Onlardan sadece bir kişi sağ kurtulacak ve bu kişi olanları arkadaşlarına anlatacaktır."

İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in İbn Ma'kil'den bildirdiğine göre (.....) âyeti: "Onlar yakalanacaklar ve kurtulamayacaklar" mânâsındadır.

Ahmed, Ka'kâ b. Ebî Hadred'in hanımı Bakîre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bir ordunun yere batırıldığını duyduğunuz zaman, kıyametin gölgesi (üzerinize) düşmüş demektir" buyurduğunu nakleder.

Ahmed, Müslim ve Hâkim, Müminlerin annesi Hafsa'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Bu Beyt'e (Kâbe'ye) bir ordu saldıracak, Beydâ'ya vardıkları zaman ordunun ortasında bulunanlar batırılacak, öndekiler, sondakilerine haykıracaklar, sonra onlar da batırılacaklar. Onlardan sadece kaçıp olanları anlatacak bir kişi kurtulacaktır."

Ahmed'in, Hafsa'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Doğu tarafından bir ordu, Mekke halkından bir kişi için gelecek, Beydâ'ya vardıkları zaman batırılacaklar. Öndekiler, arkadakilerin ne yaptığını öğrenmek için dönecekler, onlar da batırılacaklar." Hafsa der ki: "Ey Allah'ın Resûlü! Zorla orduya katılmış olanın durumu ne olacak?" diye sorduğumda: "Hepsi de batırılacak ve Allah her birini niyetine göre diriltecektir" cevabını verdi.

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed'in bildirdiğine göre müminlerin annesi Safiyye der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bir ordu bu Beyt'e saldırmak için yola çıkıp, Beydâ'ya vardıklarında baştakiler de, sonlardakiler de ortadakiler de batırılmadıkça, insanlar bu Beyt'e saldırmayı bırakmayacaklar" buyurunca, ben: "Ey Allah'ın Resûlü! Zorla orduya katılmış olanın durumu ne olacak?" diye sordum. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah onları kalplerindeki duruma göre diriltecektir" cevabını verdi.

Ahmed, Buhârî ve Müslim'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) uyurken, rüyasında güldükten sonra uyandı. Ben: "Ey Allah'ın Resûlü! Neden güldün?" diye sorunca şöyle cevap verdi: "Muhakkak ümmetimden bazı kimseler Beyt'e sığınmış, Kureyş'den bir adam için Beyt'e saldırmak için yola çıkacaklar. Fakat Beydâ'ya vardıklarında yere batırılacaklar. Bunlar değişik sebeplerle orduya katılmıştır. Allah bunları niyetlerine göre haşredecektir." Ben: "Bunların orduya katılış sebepleri değişikken, Allah kendilerini nasıl niyetlerine göre haşredecek?" diye sorduğumda, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: "Onları yol bir araya getirdi. Bunlardan bazısı gözcü, bazısı yolcu, bazısı da orduya katılmaya mecbur edilmiştir. Bunlar, değişik sebeplerle orada bulunmalarına rağmen aynı şekilde helak olurlar. "

İbn Ebî Şeybe ve Hâkim'in bildirdiğine göre Ümmü Seleme der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bir kişi Harem'e sığınacak ve bu kişinin üzerine bir ordu gönderilecek. Bu ordu çölün bir yerine geldiğinde yara batırılacaklar" buyurunca, ben: "Ey Allah'ın Resûlü! Bu orduya istemeyerek katılanlar ne olacak?" diye sorduğumda: "Onlarla beraber yere batar, ama kıyamet günü niyetine göre haşredilir" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Taberânî ve Hâkim'in bildirdiğine göre Ümmü Seleme der ki: " Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ümmetimden birine, Rükn ile Makam arasında Bedir savaşına katılanlar sayısınca kişi biat edecek, Irak'tan birlikler ve Şam'dan abidler bu kişiye gelecektir. Şam'dan bir ordu bunların üzerine yürüyecek, Beydâ'ya vardıkları zaman yere batacaklar. Sonra dayıları Kelb kabilesinden olan Kureyş'ten bir kişi bunların üzerine yürüyecek ve Allah onları hezimete uğratacak." (Ravi der ki): O zamanlar: "Asıl zararda olan, Kelb kabilesinden ganimet alamayandır" denirdi.

Hâkim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Asıl mahrum olan, bir yular bile olsa Kelb kabilesinden ganimet almaktan mahrum olandır. Nefsim elinde olana yemin ederim ki, Kelb kabilesinin kadınları Şam yollarında satılacaktır. Hatta satılan kadın, baldırındaki bir kırık sebebiyle iade edilecek" buyurdu.

Hâkim Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "İçlerinden bir ordu yere batırılmadıkça, Allah'ın evine saldıran birliklerin arkası kesilmeyecektir (saldırmaya devam edecektir.)" buyurdu.

Hâkim, Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Zilkade ayında kabileler savaşacak, o yıl hacılar soyulacaklar ve Mina'da şiddetli savaş olacaktır. Hatta onların adamı kaçarak Rükn ile Makam arasında istemediği halde kendisine biat edilecek. Bu kişiye Bedir halkı sayısınca adam biat edecektir. Bu kişilerden hem sema, hem yeryüzü sakinleri razı olacaktır. "

Hâkim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Dımaşk'ın içinden Süfyânî adında bir adam çıkacak. Bu kişiye tâbi olanların geneli Kelb kabilesindendir. Bu kişi insanları öldürecek, hatta kadınların karnını deşecek ve çocukları öldürecek. Kays kabilesi toplanıp buna karşı çıkacak, Süfyânî onların hepsini öldürecek ve önünde kimse duramayacaktır. Süfyânî zamanında Harre'de Ehl-i Bey t'imden birisi çıkacak ve onun üzerine ordularından birini gönderecek. Süfyânî bu orduyu hezimete uğratacak ve beraberindekilerle gidip Beydâ denilen yere varınca, hepsi birden yere batırılacak. Onlardan geriye, sadece olanları bildirecek bir kişi kurtulacaktır. "

Hâkim'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yedi fitne konusunda sizi uyarırım: Medine'den gelecek olan bir fitne, Mekke'den gelecek olan bir fitne, Yemen'den gelecek olan bir fitne, Şam'dan gelecek olan bir fitne, doğudan gelecek olan bir fitne, batıdan gelecek olan bir fitne, Şam'ın içinden gelecek olan bir fitne, ki bu Süfyânî fitnesidir." İbn Mes'ûd der ki: "Bazılarınız ilk fitneye ulaşacaktır, sonuncu fitneye ise yetişecekler bu ümmettendir." Velîd b. Ayyâş şöyle dedi: "Medine fitnesi, Talha ve Zübeyr olayında çıkmıştır. Mekke fitnesi, İbnu'z-Zübeyr olayıyla ortaya çıkmıştır. Şam fitnesi, Ümeyye oğullarının hilafetiyle çıkmıştır. Doğudan gelen fitne de şunlar tarafından çıkmıştır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Huzeyfe b. el-Yemân der ki: Allah'ın Resûlü doğu ve batı halkı arasında çıkacak fitneden bahsedip şöyle buyurdu: "Onlar bu hallerinde bulunuyor iken Süfyanî kuru olan vadiden bu işin alevlendiği bir sırada çıkıp gelecek ve Dımaşk'ta konaklayacak. Birisi doğuya, diğeri Medine'ye olmak üzere iki ordu gönderecek. Doğuya giden ordu doğu tarafına doğru yol alacak ve nihayet o lanetli şehir Babil ile o kötü yerde -Bağdat şehrini kastetmektedir- konaklayacaklar. Üçbin kişiden daha fazlasını öldürecekler. Yüz kadından fazla kadının ırzına geçecekler ve orada Abbas'ın soyundan ileri gelen üçyüz kişiyi öldürecekler. Sonra Kûfe'ye doğru yönelecekler ve orayı harabeye çevirecekler. Sonra Şam'a doğru çıkacaklar, Kufe'den bir hidayet bayrağı çıkacak ve Kufe'den iki günlük mesafede bu orduya yetişecek ve onları öldürecekler. Haber verebilecek bir kimse dahi onlardan kurtulamayacak. O ordunun elinde bulunan esir kadın ve çocukları ve ganimetleri kurtaracaklar. Göndereceği ikinci ordu ise Medine'ye varacak. Üç gün, üç gece Medine'yi talan edecekler. Sonra da Mekke'ye doğru yola çıkacaklar. Nihayet el-Beyda'da bulunacakları bir sırada yüce Allah, üzerlerine Cibril'i gönderecek ve: «Ey Cibril! Git ve onları imha et» diyecek. Cibril de oraya ayağı ile bir defa vuracak, yüce Allah onları yerin dibine geçirecek. İşte yüce Allah'ın: «Sen onları, dehşetli bir korkuya kapılıp da kaçıp kurtulamayacakları ve yakın bir yerden yakalanacakları zaman bir görsen» âyeti buna işaret etmektedir. Onlardan geriye sadece biri onların müjdecileri, diğeri ise korkutucuları olan Cüheyneli iki kişi kalacak." İşte bundan dolayı kesin haber Cüheynelilerdedir denilmiştir.

52

Bkz. Ayet:53

53

"(Azabı görünce), «Ona inandık» derler, ama onlar için, artık uzak bîr yerden (dünyadan) iman elde etmek nasıl mümkün olur? Oysa daha önce onu inkâr etmişlerdi ve uzak bîr yerden gayb hakkında atıp tutuyorlardı."

Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "(Azabı görünce), «Ona inandık» derler, ama onlar için, artık uzak bir yerden (dünyadan) iman elde etmek nasıl mümkün olur? Oysa daha önce onu inkâr etmişlerdi ve uzak bir yerden gayb hakkında atıp tutuyorlardı"' âyetini şöyle açıkladı: "Ona (Allah'a) inandık" derler. Ama onlar için artık dünyadan, âhireti elde etmek nasıl mümkün olur? Oysa onlar daha önce dünyadayken Allah'ı inkar etmişlerdi ve dünyadayken (Allah'ın Resûlü için): "Bu kişi sihirbazdır, kahindir. Şairdir, yalancıdır" diyorlardı.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Artık uzak bir yerden (dünyadan) iman elde etmek nasıl mümkün olur?" âyeti: "Âhiretten dünyaya dönmeleri nasıl mümkün olur?" mânâsındadır.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Artık uzak bir yerden (dünyadan) iman elde etmek nasıl mümkün olur?" âyeti: "Nasıl geri (dünyaya) dönecekler. Artık geriye dönme zamanı olmadığı halde bunu umuyorlar" mânâsındadır.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre et-Temîmî der ki: İbn Abbâs'a gidip: "Tenâvuş nedir?" diye sorduğumda: "Zamanı olmadığı halde bir şeyi elde etmeye çalışmaktır" cevabını verdi.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, tövbe mânâsındadır.

Abd b. Humeyd Ebû Mâlik'ten aynı rivâyette bulunmuştur.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, bu kelimeyi, (.....) şeklinde okumuştur.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Oysa daha önce onu inkâr etmişlerdi ve uzak bir yerden gayb hakkında atıp tutuyorlardı" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Onlar zanlarına dayanarak atıp tutuyorlar, Dünyadayken âhireti yalanlayıp: "Öldükten sonra dirilmek, Cennet ve Cehennem yoktur" diyorlardı."

54

"Tıpkı daha önce benzerlerine yapıldığı gibi, kendileriyle arzuladıkları arasına bir engel konmuştur. Çünkü onlar derin bir şüphe içindeydiler"

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Kendileriyle arzuladıkları arasına bir engel konmuştur" âyetinden, kendileriyle iman arasına engel konulması kastedilmiştir.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, im ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Tıpkı daha önce benzerlerine yapıldığı gibi, kendileriyle arzuladıkları arasına bir engel konmuştur. Çünkü onlar derin bir şüphe içindeydiler" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Tıpkı daha önceki kafirlere yapıldığı gibi, kendileriyle arzulamış oldukları mal, çocuk, güzellikler veya aile gibi şeyler arasına engel konmuştur."'

Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, Süddî'den bildirdiğine göre kendisiyle aralarına engel konulan şey tövbedir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Tıpkı daha önce benzerlerine yapıldığı gibi, kendileriyle arzuladıkları arasına bir engel konmuştur. Çünkü onlar derin bir şüphe içindeydiler" âyetini açıklarken şöyle dedi: İsrâiloğulları arasında Allah'ın kendisine mal kapısını açtığı bir adam vardı. Öldüğünde ona kötü bir evlâd vâris oldu. O, babasının malıyla, Allah'a isyan için çalışıyordu. Babasının arkadaşları bu durumu görünce delikanlıya varıp onu kınadılar ve azarladılar. Delikanlı kızarak altın ve gümüş karşılığında gayr-i menkullerini sattı. Oradan gidip bol suyu olan bir çeşmenin yanına konakladı ve malını burada yayarak bir köşk yaptırdı. O, bir gün köşkünün içerisinde otururken, rüzgâr ona yüz bakımından insanların en güzeli, koku bakımından en hoş olan bir kadını getiriverdi. Kadın ona: "Ey Allah'ın kulu, sen kimsin?" diye sorunca, Adam: "Ben İsrâiloğullarından bir kişiyim" cevabını verdi. Kadın: "Bu köşk ve şu mallar senin mi?" diye sorunca, adam: "Evet" cevabını verdi. Kadın: "Hanımın var mı?" diye sorunca, adam: "Hayır" dedi. Kadın: "Burada hanımsız nasıl rahat ediyorsun?" diye sorunca, adam: "Böyle oldu, senin kocan var mı?" karşılığını verdi. Kadın: "Hayır" cevabını verince, adam: "Seni kendime eş almamı ister misin?" diye sordu. Kadın: "Ben senden bir millik mesafede oturan bir kadınım. Yarın bir günlük azığını al ve bana gel. Eğer yolda korkunç bir şeyle karşılaşırsan sakın korkma" dedi.

Ertesi gün, adam bir günlük azığını aldı ve yola çıktı. Bir köşke vardı ve büyük kapısını çaldı. Ona yüz bakımından insanların en güzeli, koku bakımından en sevimlisi olan bir genç çıkıp: "Sen kimsin ey Allah'ın kulu?" diye sordu. Adam: "Ben İsrâiloğullarındanım" cevabını verince, genç: "Ne istiyorsun?" diye sordu. Adam: "Bu köşkün sahibi olan kadın beni kendisi için davet etti" cevabını verince, Genç: "Doğru söylersin, ancak yolda korkunç bir şeyle karşılaştın mı?" diye sordu. Adam: "Evet, eğer o bana bunu haber vermemiş olsaydı, gördüğüm şey beni gerçekten korkuturdu" cevabını verince, genç: "Ne gördün?" diye sordu. Adam: "Buraya doğru yola çıkınca, bir yol açıldı ve ağzını açmış bir dişi köpek gördüm. Ben korkumdan sıçradım ve birden kendimi onun arkasında gördüm. Köpeğin yavruları (onun göğsünden süt emmek için) havlayıp duruyorlardı" cevabını verince, genç: "Sen buna gücün yetişemeceksin. Bu, âhir zamanda olacak bir şeydir. Gençler yaşlıların meclislerinde oturacaklar ve onlardan daha çok konuşacaklar" dedi. Adam: "Sonra yola koyuldum. Yolum açılınca baktım ki yüz tane sütü bol keçi var. İçlerinden bir oğlak bir keçiyi emiyor. Onu bitirip bir şey bırakmadığını anladığı zaman, ağzını açarak daha fazlasını bekliyor" deyince, genç: "Sen buna yetişemeyeceksin. Bu, âhir zamanda olacak. Bir hükümdar bütün insanların gelirini toplayacak, bir şey bırakmadığını anladığı zaman ağzını açarak daha fazlasını isteyecek" karşılığını verdi. Adam şöyle dedi: "Sonra yola koyuldum. Yolum açılınca bir ağaç gördüm. Ağacın bir dalını çok beğenip kesmek isteyince başka bir ağaç: "Ey Allah'ın kulu, benden al" dedi. Sonunda bütün ağaçların hepsi bana aynı şekilde seslenerek: "Ey Allah'ın kulu, bizden al" diye seslendiler. Genç şöyle karşılık verdi: "Sen buna yetişemeyeceksin. Bu âhir zamanda olacak bir şeydir. Erkekler azalacak, kadınlar çoğalacak. Öyle ki bir erkek bir kadınla evlenmek isteyince, on kadın, yirmi kadın onu kendine çağıracak."

Adam: "Sonra yola koyuldum, yolum açılınca bir pınar üzerine oturmuş bir adam gördüm. Eliyle her insana su dolduruyordu. İnsanlar suyun başından ayrılınca, testisini suya attı, fakat testisine hiç su girmedi" deyince, genç: "Sen buna yetişemeyeceksin. Bu, âhir zamanda olacak bir şeydir. Kâdı insanlara ilim öğretecek, sonra onlardan ayrılınca Allah'a isyan edecek" karşılığını verdi. Adam: "Sonra yola koyuldum. Yolum açılınca bir keçi gördüm. Bir topluluk keçinin ayaklarından tutmuşlar, bir adam iki boynuzundan tutmuş, bir adam kuyruğundan tutmuş ve bir başka adam da keçiye binmiş, bir diğeri de keçiyi sağıyordu" deyince, genç: "Keçi, Dünya'dır. Ayaklarından tutanlar dünya hayatı için kendilerini aşağılara atanlardır. Boynuzlarından tutanlar, sıkıntılı bir hayat yaşayanlardır. Kuyruğundan tutanlar, dünyadan yüz çevirmiş olandır. Ona binen ise dünyayı terk etmiştir. Keçiyi sağana ne mutlu, o dünya ile birlikte gitmiştir" karşılığını verdi. Adam: "Sonra yola koyuldum, yolum açılınca bir kuyunun başında su çeken bir adam gördüm. Kuyudan kovasını çıkardıkça havuza döküyor, ancak su tekrar dönüp kuyuya akıyor" deyince, genç: "İşte o kişi de, Allah'ın, iyi amellerini reddedip kabul etmediği kişidir" karşılığını verdi. Adam: "Sonra yola koyuldum, yolum açılınca bir adam gördüm. Bu adam, tohumunu ekiyor ve biçerken güzel buğday elde ediyor" deyince, genç: "Bu da yaptığı iyi amelleri Allah'ın salih amelini kabul edip kendisini arıttığı kişidir" karşılığını verdi. Adam: "Sonra yola koyuldum, yolum açılınca sırtüstü üzeri uzanmış bir adam gördüm. Adam: "Ey Allah'ın kulu, yaklaş ve elimden tutup beni oturt! Allah'a andolsun ki, Allah beni yarattı yaratalı hiç oturmadım" dedi. Adamın elini tutunca koşmaya başladı ve onu göremez oldum" deyince, genç: "İşte bu da tükenen ömründür. Ben ölüm meleğiyim. Sana gelen kadın da bendim. Allah, bu yerde canını almamı ve Cehenneme atmamı emretti" dedi. "Tıpkı daha önce benzerlerine yapıldığı gibi, kendileriyle arzuladıkları arasına bir engel konmuştur. Çünkü onlar derin bir şüphe içindeydiler"' âyeti bu kişi hakkında inmiştir.

Zübeyr b. Bekkâr'in el-Muvaffakiyyât'ta zayıf senetle, İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Gizli ayıpları ifşa etmeyiniz. İsrâiloğullarından bir adam ve hanımı vardı. Kadın, kocasına yemek getirdiği zaman, başucunda durur ve: "Kocasının yokluğunda ona ihanet eden kadını rezil etsin" derdi. Bir gün adam, hanımına bir balık gönderdi. Sonra kadın (balığı pişirip getirerek) adamın başucunda durup: "Kocasının yokluğunda ona ihanet eden kadını rezil etsin" deyince, balık çırpınarak tabaktan düştü. Adam: "Az önce söylediğini tekrar et" deyip, kadın aynı sözleri tekrar edince, balık yine çırpınarak tabaktan düştü. Adam aynı şeyi üç defa tekrar etti, üçünde de balık çırpınarak tabaktan düştü. Bunun üzerine adam İsrâiloğullarından bir âlime gidip durumu anlatınca, âlim: "Git ve Rabbini zikredip yemeğini ye, şeytanı da senden uzaklaştır" dedi. İnsanların hafif meşreb olanları, adama: "Sen bu âlimin oğluna git, o, babasından daha bilgilidir" deyince, adam, âlimin oğluna gidip durumu anlattı. Âlimin oğlu: "Evinde, edeb yerini görmediğin herkesi getir" deyince, adam onları getirdi. Âlimin oğlu: "Şu Habeşli kadının edeb yerini aç!" dedi. Adam onu avretini açınca, genç deve baldırı gibi erkeklik organının olduğunu gördü. Bunun üzerine âlimin oğlu: "Sana bunun tarafından ihanet edilmiştir" dedi. Gencin babası olan âlim öldü, kendisinin gizli bir ayıbı ortaya çıkarması sebebiyle halk ona meyletmeye başladı. İsrâiloğulları yanına gidip: "Yaçzık sana! Sen bizim en bilgilimiz ve güvenilirimizdin" deyip üzerine fazla gidince, onlardan kaçıp İsrâiloğullarının bulunduğu şehirlerden Belkâ topraklarında olan bir yere gitti. Kendisine bir şey sorması için bir kadın gönderilince: "İki yüz dinar karşılığında benile olur musun?" diye sordu. Kadın: "Bundan daha iyisini söyleyeyim mi? Gelip beni ailemden isteyerek evlenirsin ve ebedi olarak sana helal olurum" karşılığını verince, genç: "Evin nerede?" diye sordu ve kadın kendisine evini tarif etti. O gece kendisi için geçmek bilmeyince yola çıktı. Yolda, karnında yavruları olan bir köpek gördü. Köpeğin karnındaki yavrular havlıyordu, adam: "Şaşılacak bir şey!" dedi. Ona: "Yoluna devam et ve buna karışma. Bununla ilgili bilgi sana gelecektir" denildi. Adam yoluna devam edince taş taşıyan bir adam gördü. Taşlar ağırlaştıkça ve üzerinden düştükçe, taşıdığı taşlara başkalarını ekliyordu. Ona: "Sen bunu taşıyamazken, üzerine ekleme mi yapıyorsun!" deyince, taş taşıyan adam: "Yoluna devam et ve bana karışma. Bununla ilgili bilgi sana gelecektir" dedi. Adam yoluna devam edip bir kuyudan su çekip kuyunun yanındaki delik olan bir havuza döken bir adam gördü. Su, havuzdaki delikten tekrar kuyuya akıyordu. Su çekene: "Deliği kapatsan suyu tutardın" deyince, "Yoluna devam et ve bana karışma. Bununla ilgili bilgi sana gelecektir" dedi. Adam yoluna devam edince, dişi bir ceylan gördü. Ceylana bir adam binmiş, biri onu sağıyor, biri boynuzlarından tutmuş, biri kuyruğundan tutmuş başkaları ise ayaklarından tutmuşlardı. Adam: "Şaşılacak bir şey!" deyince, ona: "Yoluna devam et ve buna karışma. Bununla ilgili bilgi sana gelecektir" denildi. Yoluna devam edince ekin eken bir adam gördü. Tohumlar yere düşer düşmez bitiyordu. Sonra yoluna devam edince elinde orak olan bir adamın yetişen mahsulü de, yetişmeyeni de biçtiğini gördü. Ona: "Yetişeni biçsen de yetişmeyeni bıraksan" deyince, ekini biçen kişi:: "Yoluna devam et ve buna karışma. Bununla ilgili bilgi sana gelecektir" karşılığını verdi. Yoluna devam edince, kadının tarif ettiği köşk vardı. Köşkün yakınında bir nehir ve divanın üzerine oturmuş bir adam gördü. Ona: "Bu köşke nasıl girilir? Gece boyunca şaşılacak şeyler gördüm" dedi. Divanda oturan adam: "Ne gördün?" diye sorunca, adam ona gördüğü köpeği anlattı. Divanda oturan kişi: "İnsanlara öyle bir zaman gelecek ki, küçük büyüğe, ayak takımı şerefli kişilere, sefihler hilim sahiplerine üstün gelecek" dedi. Ona taş taşıyan adamı anlatınca ise, divanda oturan kişi şöyle dedi: "İnsanlara öyle bir zaman gelecek ki, kişinin yanında emanet olacak, emaneti yerine iade etmeye gücü yetmediği halde bu emanetin üzerine başkasını ekleyecek." Ona, su çeken adamı anlatınca ise şöyle dedi: "İnsanlara öyle bir zaman gelecek ki, kişi bir kadınla evlenecek, ama onunla ne dini, ne soyu ne de güzelliği için evlenmeyecek. Onunla malı için evlenecek ve bu kadın doğurgan olmayacak. Sonunda kadının olan her şey tekrar kadına dönecek." Ona dişi ceylanı anlatınca ise, divanda oturan adam şöyle dedi: "O, dünyadır. Ona binen, kral, onu sağan, insanların en rahat yaşayanları, boynuzlarından tutan, en çok yaşam sıkıntısı çekenler, kuyruğunu tutan, rızkını güçlükle kazanabilen, ayaklarından tutanlar ise insanların ayak takımlarıdır." Ona, ekin eken adamı anlatınca: "İnsanlara öyle bir zaman gelecek ki, kişi ne zaman evleneceğini, ne zaman çocuğu olacağını, ne zaman büluğa ereceğini bilemeyecek" karşılığını verdi. Ona ekini biçen adamdan bahsedince ise, divanda oturan adam şöyle dedi: "O, ölüm meleğidir. Küçüğü de büyüğü de biçer. Ben okişiyim. Allah, beni, senin canını en kötü halinde almam için gönderdi."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî) der ki: "Ne zaman, "Tıpkı daha önce benzerlerine yapıldığı gibi, kendileriyle arzuladıkları arasına bir engel konmuştur..." âyetini okusam, içeceğin soğukluğunu hatırlarım."

Beyhakî Şu'abu'l-îman'da bildirdiğine göre İbn Ömer soğuk su içince ağladı. Kendisine: "Neden ağlıyorsun?" diye sorulunca ise: "Yüce Allah'ın, 'Tıpkı daha önce benzerlerine yapıldığı gibi, kendileriyle arzuladıkları arasına bir engel konmuştur..." âyetini hatırladım ve Cehennemliklerin, soğuk sudan başkasını arzulamadıklarını anladım. Çünkü yüce Allah, "Cehennem ehli, Cennet ehline: «Suyunuzdan veya Allah'ın size verdiği rızıktan biraz da bize verin!» diye seslenirler. Onlar da: «Allah bunları kâfirlere haram kılmıştır» derler" buyurmaktadır.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Çünkü onlar derin bir şüphe içindeydiler" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Tereddüt ve şüpheden sakının. Şüphe içinde ölen bu şekilde, yakîn üzere ölenler de yakîn üzere diriltilir."

0 ﴿