FÂTIR SÜRESİ

İbnu'd-Durays, Nehhâs, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Fâtır Sûresi, Mekke'de nazil olmuştur.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Melâike (Fâtır) Sûresi, Mekkî'dir.

İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre İbn Ebî Muleyke der ki: "Namazın bir rekatında Melâike (Fâtır) Sûresini okurdum."

1

"Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a mahsustur. O, yaratmada dilediğini artırır, şüphesiz Allah'ın gücü her şeye hakkıyla yeter."

Ebû Ubeyd Fedâil'de, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şu'abu'l-îman'da bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: (.....) âyetinin ne anlama geldiğini bilemiyordum. Nihayet bir kuyu hakkında çekişen iki bedevi bana geldi. Onlardan birisi: "O kuyuyu ilk açan benim" deyince, bunun ne anlama geldiğini anladım.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Gökleri yoktan var eden" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk der ki: "Kur'ân'da geçen her (.....) şeklindeki buyruk: "Gökleri ve yeri yaratan" mânâsındadır."

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre "Melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan...'" âyeti, melekleri kullara ikişer, üçer dörder kanatlı elçiler yapan mânâsındadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyet: "Gökleri ve yeri yaratan, meleklerin bazısını iki kanatlı, bazısını üç kanatlı, bazısını da dört kanatlı yapan..." mânâsındadır.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki: "Meleklerden bazısının ikişer, bazısının üçer... bazısının on ikişer kanadı vardır. Tek olan kanat sayıları üç ile beştir. Mizan'da olan melekler güzel görünüşlüdür ve onar kanatları vardır. Meleklerin kanatlarının tüyleri küçüktür. Cibrîl'in altı kanadı vardır. Biri doğuda, biri batıda, ikisi gözlerinin üzerinde, iki kanadından birinin sırtında olduğunu söyleyen olduğu gibi, bu iki kanismiyle belinden aşağısını örttüğünü söyleyenler de vardır."

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre, "O, yaratmada dilediğini artırır..." âyeti: "Meleklerin kanatlarını ve sayılarını dilediği kadar arttırır" mânâsındadır.

İbnu'l-Münzir'in ibn Abbâs'tan bildirdiğine göre, "O, yaratmada dilediğini artırır..." âyetinden kastedilen güzel sestir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şu'abu'l- îman'da Zührî'den bildirdiğine göre "O, yaratmada dilediğini artırır..."âyetinden kastedilen ses güzelliğidir.

İbn Ebî Şeybe'nin Musannef’te bildirdiğine göre Huzeyfe, İbnu't-Teyyâh'ın ezan okuduğunu duyunca: "Allah onun rızkını sesinde yaratmak istedi ve böyle de yaptı" dedi.

Beyhakî Şu'abu'l-îman'da ve İbnu'n-Neccâr'ın Tarih'te, Katâde'den bildirdiğine göre "O, yaratmada dilediğini artırır..." âyetinden kastedilen güzel gözlerdir.

2

"Allah, insanlar için ne rahmet açarsa, artık onu tutacak (engelleyecek) yoktur. Neyi de tutarsa, bundan sonra onu gönderecek yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs "Allah, insanlar için ne rahmet açarsa, artık onu tutacak (engelleyecek) yoktur. Neyi de tutarsa, bundan sonra onu gönderecek yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah'ın, insanlar için açacağı tövbe kapısına engel olacak yoktur. İnsanlar (Allah tövbe kapısını açarsa) isteseler de, istemeseler de tövbe edeceklerdir. Eğer tövbe kapısına açmayacak olursa, onlar artık tövbe edemezler."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Allah, insanlar için ne rahmet açarsa, artık onu tutacak (engelleyecek) yoktur. Neyi de tutarsa, bundan sonra onu gönderecek yoktur..." âyeti, "herhangi bir şeyi engellemek veya açmak insanın elinde değildir" anlamındadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen rahmet kelimesi, hayır anlamındadır.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen rahmet kelimesinden kastedilen yağmurdur.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Vehb vasıtasıyla bildirdiğine göre Mâlik der ki: Ebü Hureyre yağmurlu gecenin sabahında uyanıp arkadaşlarıyla konuşunca: "Fetih'in doğuşu ile birlikte bize yağmur yağdırıldı" der, sonra, "Allah, insanlar için ne rahmet açarsa, artık onu tutacak (engelleyecek) yoktur. Neyi de tutarsa, bundan sonra onu gönderecek yoktur...'" âyetini okurdu.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Âmir b. Abdi Kays der ki: "Allah'ın Kitab'ından şu dört âyeti okuduğum zaman, ne halde sabahlayıp akşamladığımı önemsemem: "Allah, insanlar için ne rahmet açarsa, artık onu tutacak (engelleyecek) yoktur. Neyi de tutarsa, bundan sonra onu gönderecek yoktur", "Allah sana bir sıkıntı verirse, O'ndan başkası gideremez. Sana bir iyilik verirse başkası onu engelleyemez. O, her şeye Kadir'dir", "Allah, güçlükten sonra kolaylık verir" ve "Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların rızkı ancak Allah'a aittir. O, canlıları babaların sulbünde kararlaşmış ve anaların rahminde kararlaşmakta iken de bilir. Her şey apaçık bir Kitab'dadır" âyetleri.

İbnu'l-Münzir'in Muhammed b. Câfer b. ez-Zübeyr'den bildirdiğine göre Urve hevdece bindiği zaman: "Vallahi bu, insanlar için rahmet olarak açılmıştır" dedikten sonra, "Allah, insanlar için ne rahmet açarsa, artık onu tutacak (engelleyecek) yoktur. Neyi de tutarsa, bundan sonra onu gönderecek yoktur" âyetini okurdu.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre "Sizi göklerden ve yerden rızıklandıran, Allah'tan başka bir Hâlik (bir Yaratıcı) var mı..." buyruğundaki gökten olan rızıktan kasıt yağmur, yerden olan rızıktan kastedilen ise nebâttır.

3

Bkz. Ayet:7

4

Bkz. Ayet:7

5

Bkz. Ayet:7

6

Bkz. Ayet:7

7

"Ey insanlar! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Allah'tan başka size göklerden ve yerden rızık veren bir yaratıcı var mı? O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz? (Ey Muhammed!) Eğer seni yalancı sayıyorlarsa bil ki, senden önce de nice peygamberler yalancı sayılmıştır. Bütün işler ancak Allah'a döndürülür. Ey insanlar! Şüphesiz Allah'ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakın çok aldatıcı (şeytan), Allah hakkında sizi aldatmasın. Şüphesiz şeytan sizin için bir düşmandır. Öyle ise (siz de) onu düşman tanıyın. O, kendi taraftarlarını ancak alevli ateşe girecek kimselerden olmaya çağırır. İnkâr edenler için çetin bir azap vardır. İman edip salih ameller işleyenler için ise bir bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: "Dünya hayatıyla aldanmak, kişinin "Keşke bu hayatım için önceden bir şey yapsaymışım, der'" diyecek hale gelinceye kadar, dünyevî lezzetlerle uğraşıp, dünyalık için çalışması ve âhireti ihmal etmesidir. Çok aldatıcı olan şeytanın, Allah hakkında aldatması ise, kişinin Allah'a isyan ederken, Allah'ın kendisini bağışlamasını ummasıdır."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Şüphesiz şeytan sizin için bir düşmandır. Öyle ise (siz de) onu düşman tanıyın. O, kendi taraftarlarını ancak alevli ateşe girecek kimselerden olmaya çağırır"' âyetini açıklarken şöyle dedi: "Şeytana düşman olun. Çünkü her müslümanın, şeytana düşman olması bir haktır. Şeytana düşman olmak, Allah'a itaat ederek olur. Şeytan, dostlarını Cehenneme sürmek için çağırır. Şeytanın düşmanlığı bu şekildedir."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, "O, kendi taraftarlarını ancak alevli ateşe girecek kimselerden olmaya çağırır" âyetini açıklarken şöyle dedi: "O, taraftarlarını Allah'a isyan etmeye çağırır. İsyan ehli de Cehennem ehlidir ve şeytanın insanlardan olan taraftarlarıdır. Yüce Allah'ın, "işte onlar şeytanın taraftarlarıdır..."buyurduğunu görmüyor musun? Taraftar da, Şeytanın dost edindiği, onların da şeytanı dost edindiği kimselerdir."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki: "Kur'ân'da, "...bir bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır" ve, "...mağfiret ve cömertçe verilmiş rızıklar vardır" şeklinde geçen her âyetten kastedilen Cennettir."

8

"Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse, ameli iyi olan kimse gibi mi olacaktır? şüphesiz Allah dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir. (Ey Muhammed!) Onlar için duyduğun üzüntüler yüzünden kendini helâk etme! Şüphesiz ki Allah, onların yaptıklarını hakkıyla bilendir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Kılâbe'ye, "Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse, ameli iyi olan kimse gibi mi olacaktır?" âyeti sorulup: "Burada kastedilenler, ellerimizin altında çalışan işçilerimiz mi?" denilince, Ebû Kılâbe şöyle cevap verdi: "Hayır onlar değildir. Âyette bahsedilenler, yaptığı şeyin haram olduğunu bile bile yapanlardır. Böyle bir kişi haram olan zinayı yapar, haksız yere cana kıyar. Bunlar, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Mecûsilerdir. Zannedersem Hâriciler de onlardandır. Çünkü Hârici olan kişi kılıcını alıp bütün Basra halkına karşı çıkar. Halbuki bu kişi onlara bir şey yapamayacağını ve kendisini öldüreceklerini biliyor. Eğer dini sebebiyle olmasaydı böyle bir şeyi (başka bir sebeple) yapmazdı."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde ve Hasan, "Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse, ameli iyi olan kimse gibi mi olacaktır? Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir. (Ey Muhammed!) Onlar için duyduğun üzüntüler yüzünden kendini helâk etme" âyetini açıklarken şöyle dediler: "Vallahi, kötü amellerini Şeytan onlara süslü gösterdi. Bu kötü amelleri sapıklıklardır. Allah, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) onlar için üzülmemesini emretmiştir."

İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre, "Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse, ameli iyi olan kimse gibi mi olacaktır" buyruğunda kastedilen kişi müşriktir. "(Ey Muhammed!) Onlar için duyduğun üzüntüler yüzünden kendini helâk etme" âyeti ise, "Bu söze inanmayanların ardından üzülerek nerdeyse kendini mahvedeceksin!" âyeti gibidir.

Cuveybir'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse, ameli iyi olan kimse gibi mi olacaktır..."' âyeti, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allahım! Dinini, Ömer h. el-Hattâh veya Ebû Cehl b. Hişâm ile aziz eyle, güçlendir" diye dua edince nazil oldu. Allah, Hazret-i Ömer'e hidayet vermiş, Ebû Cehl'i ise dalalete bırakmıştır. Âyet bunlar hakkında nazil olmuştur"

9

"Allah, rüzgârları gönderendir. Onlar da bulutları hareket ettirir. Biz de bulutları ölü bir toprağa sürer ve onunla ölümünden sonra yeryüzünü diriltiriz. İşte ölümden sonra diriliş de böyledir"

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Onunla ölümünden sonra yeryüzünü diriltiriz. İşte ölümden sonra diriliş de böyledir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah, bu suyla ölü olan yeryüzünü dirilttiği gibi, kıyamet günü de insanları aynı şekilde diriltecektir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abdullah b. Mes'ûd der ki: "Melek Sûr'u alıp gök ile yer arasında durarak üfleyecek ve Allah'ın diledikleri dışında, yaratılmışlardan ne gökte, ne de yerde ölmeyen kimse kalmayacak. Sonra Yüce Allah Arş'ın altından, erkek menisine benzer bir meni gönderecek ve insanların bedeni, yeryüzünün suyla bittiği gibi bu sudan tekrar çıkacaktır." Sonra Abdullah: "Allah, rüzgârları gönderendir. Onlar da bulutları hareket ettirir. Biz de bulutları ölü bir toprağa sürer ve onunla ölümünden sonra yeryüzünü diriltiriz. İşte ölümden sonra diriliş de böyledir"' âyetini okuyup şöyle devam etti: "Sûr'a birinci üflenişle ikinci üfleniş arasında, Allah'ın dilediği kadar bir zaman geçecek, sonra melek tekrar kalkıp bir daha üfleyecek ve her can kendi bedenine gidecek."

Tayâlisî, Ahmed, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Ebû Rezîn el-Ukaylî'nin şöyle dediğini bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Allah'ın Resûlü! Allah ölüleri nasıl diriltecek?" diye sorduğumda, "Hiç kıraç bir toprağın yanından önce kupkuru iken geçip sonra da oranın yeşilliklerle sarsıldığını hiç görmedin mi?" karşılığını verdi. Ben: "Evet geçtim" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "İşte Allah ölüleri böyle diriltir. İşte ölümden sonra diriliş de böyledir" buyurdu.

10

"Her kim şan ve şeref istiyorsa bilsin ki, şan ve şeref bütünüyle Allah'a aittir. Güzel sözler ancak O'na yükselir. Salih ameli de güzel sözler yükseltir. Kötülükleri tuzak yapanlar var ya, onlar için çetin bir azap vardır. İşte onların tuzağı boşa çıkar."

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Her kim şan ve şeref istiyorsa bilsin ki, şan ve şeref bütünüyle Allah'a aittir" âyeti: "Kim şan ve şerefi putlara tapmakta arıyorsa bilsin ki, şan ve şeref bütünüyle Allah'a aittir" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre "Her kim şan ve şeref istiyorsa bilsin ki, şan ve şeref bütünüyle Allah'a aittir" âyeti: "Kim şan ve şeref istiyorsa Allaha itaat ederek istesin" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî el- Esmâ ve's-Sifât'ta, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir: "Size bir şey anlattığımızda, Allah'ın Kitab'ından bu söylediklerimizi destekleyen âyetler de gösteririz. Müslüman kul: "Sübhanallahi ve bihamdihi. Elhamdu lillahi ve Lâ ilâhe illallahu vallahu ekber. Ve teberekkellahu (-Allah'ı hamd ile tesbih ederim. Allah'a hamd olsun, Allah'tan başka ilâh yoktur. Allah yücedir. Allah noksanlıklardan münezzehtir)" dediği zaman, bir melek bu sözleri alıp kanadının altına koyar, sonra onlarla semaya yükselir. Hangi melek topluluğunun yanından geçse, bu melekler, o sözü söyleyen için bağışlanma dilerler. Melek, bu sözle Rahmân'ın huzuruna varıncaya kadar böyle devam eder." Sonra İbn Mes'ûd, "Güzel sözler ancak O'na yükselir. Salih ameli de güzel sözler yükseltir" âyetini okudu.

İbn Merdûye ve Deylemî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Güzel sözler ancak O'na yükselir. Salih ameli de güzel sözler yükseltir..." âyeti hakkında şöyle dedi: "Güzel söz: «Sübhanallahi velhamdu lillahi ve Lâ ilâhe illallahu vallahu ekber. (=Allah'ı tesbih ederim. Allah'a hamd olsun, Allah'tan başka ilâh yoktur. Allah yücedir)» sözüdür. Kul, bu sözü söyleyince bir melek bu sözleri kanatlarının altına alıp Allah'ın huzuruna getirir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sifât'ta İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen güzel sözden kastedilen Allah'ı zikretmektir. "Salih ameli de güzel sözler yükseltir..." âyeti hakkında ise İbn Abbâs şöyle der: "Bunlar farzları eda etmektir. Kim farzları eda ederken Allah'ı zikrederse, bu kişinin ameli sözüyle birlikte Allah'ın huzuruna yükselir. Kim Allah'ı zikredip te farzlarını eda etmeyecek olursa, bu sefer sözü de ameli de reddedilir."

Âdem b. Ebî İyâs, Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sifât'ta bildirdiğine göre Mücâhid, "Güzel sözler ancak O'na yükselir. Salih ameli de güzel sözler yükseltir..." âyetini açıklarken: "Güzel sözü O'na yükselten salih ameldir" demiştir.'

Firyâbî, Saîd b. Cübeyr'den aynı rivâyette bulunmuştur.

İbn Ebî Hâtim'in Şehr b. Havşeb'den bildirdiğine göre güzel sözden kastedilen Kur'ân'dır.

İbn Ebî Hâtim'in Matar'dan bildirdiğine göre güzel sözden kastedilen duadır.

İbnu'l-Mübârek, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan, "Güzel sözler ancak O'na yükselir. Salih ameli de güzel sözler yükseltir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Salih amel, güzel sözü Allah'a yükseltir. Söz amele arzedilir. Eğer söz amele uyuyorsa kabul edilir, uymuyorsa reddedilir."

İbnu'l-Mübârek, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şu'abu'l-îman'da, Dahhâk'tan bildirdiğine göre "Güzel sözler ancak O'na yükselir. Salih ameli de güzel sözler yükseltir" âyetinden kastedilen, salih amelin, güzel sözü yükseltmesidir.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Şehr b. Havşeb: "Salih ameli güzel sözler yükseltir" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Bilâl b. Sa'd der ki: Kişi, Allah'ın farz kıldığı amellerden birisini yapıp diğerlerini terk ederse, şeytan bu kişiye yaptığı sebebiyle umut verip amelini süsler ve sonunda bu kişi Cennetten başka şey görmez olur. Amellerinizi yapmadan önce, onu neden yaptığınıza bakın. Eğer sadece Allah için yapıyorsanız, bu ameli yapmaya devam edin. Eğer Allah'tan başkası için yapıyorsanız, boşuna kendinizi yormayınız. Amelinize karşılık size hiçbir şey yoktur. Allah, sadece kendisi için yapılan ameli kabul eder. Yüce Allah, "Güzel sözler ancak O'na yükselir. Salih ameli de güzel sözler yükseltir" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde der ki: "Söz, ancak amel olursa kabul edilir" Hasan(-ı Basrî) ise: "Allah, sözü amelle beraber kabul eder" demiştir.

İbnu'l-Mübârek'in bildirdiğine göre Katâde: "Allah, salih ameli sahibi için yükseltir" demiştir.

Abd b. Humeyd ve Beyhakî'nin Şu'abu'l-îman'da bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: "İman ne temenni ne de kuru iddiadır. Fakat o kalbe yerleşen şeyin amelle doğrulanmasıdır. Kim güzel söz söyler ve kötü amel işlerse, Allah onu sözüne göre değerlendirir. Kim güzel söz söyler ve salih amel yaparsa, ameli bu kişinin sözünü yükseltir. Çünkü Yüce Allah, "Güzel sözler ancak O'na yükselir. Salih ameli de güzel sözler yükseltir" buyurmuştur."

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs'a: "Kadın, köpek ve eşek (kişinin önünden geçerse) namazı bozar mı?" diye sorulunca, "Güzel sözler ancak O'na yükselir. Salih ameli de güzel sözler yükseltir." Bunu ne bozabilir ki! Ama mekruhtur" cevabını verdi.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Şu'abu'l- îman'da Mücâhid'den bildirdiğine göre "Kötülükleri tuzak yapanlar var ya, onlar için çetin bir azap vardır, işte onların tuzağı boşa çıkar" buyruğunda, kötülükleri tuzak yapanlardan kastedilenler, riyakâr kimselerdir. Boşa çıkacak şey de onların yaptığı riyakârlıktır.

İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre "Kötülükleri tuzak yapanlar var ya, onlar için çetin bir azap vardır. İşte onların tuzağı boşa çıkar" buyruğunda, kötülükleri tuzak yapanlardan kastedilenler, riyakâr kimselerdir.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şehr b. Havşeb'den bildirdiğine göre "Kötülükleri tuzak yapanlar var ya, onlar için çetin bir azap vardır. İşte onların tuzağı boşa çıkar" buyruğunda, kötülükleri tuzak yapanlardan kastedilenler, riyakâr kimselerdir. Boşa çıkacak şey de onların yaptığı riyakârlıktır ve bu kişilerin yaptığı ameller yükselmez.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre "Kötülükleri tuzak yapanlar var ya, onlar için çetin bir azap vardır. İşte onların tuzağı boşa çıkar" buyruğunda, kötülükleri tuzak yapanlardan kastedilenler, müşriklerdir. Bunların amelleri boşa çıkmış ve kendilerine ne bir faydası dokunmuş, ne de onlar bu amellerinden faydalanabilmişlerdir. Bu amellerinin kendilerine sadece zararı olmuştur.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette kastedilenler kötülük yapanlardır ve onların bu kötülükleri boşa çıkacaktır.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre "İşte onların tuzağı boşa çıkar" âyeti, "Onlar ölecekler ve âhirette Cehennemden başka ücretleri olmayacak" mânâsındadır.

11

"Allah, sizi önce topraktan, sonra da az bir sudan (meniden) yarattı. Sonra sizi (erkekli dişili) eşler yaptı. Allah'ın ilmîne dayanmadan hiçbir dişi ne hamile kalır, ne de doğurur. Herhangi bir kimseye uzun ömür verilmez, yahut ömrü kısaltılmaz ki bu bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a kolaydır."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre "Allah, sizi önce topraktan, sonra da az bir sudan (meniden) yarattı. Sonra sizi (erkekli dişili) eşler yaptı" buyruğunda, topraktan yaratılandan kastedilen Hazret-i Âdem, az bir sudan yaratılandan kasıt onun zürriyeti, erkekli eşler yapmaktan kastedilen ise evlenmektir.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen eşlerden kastedilen, erkek ve dişi eşlerdir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Herhangi bir kimseye uzun ömür verilmez, yahut ömrü kısaltılmaz ki bu bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da yazılı) olmasın" âyetini şu şekilde açıkladı: "Kime ne kadar hayat takdir ettiysem, ona takdir ettiğim ömrü yaşayacaktır. Ben böyle takdir ettim ve takdir ettiğim süre dolacaktır. Bu süre artmaz. Kimin de ömrünün kısa olmasını takdir etmişsem, hayatı mutlaka ömrüne göredir. Onun hayatı, kendisi için takdir edilene göredir." "Herhangi bir kimseye uzun ömür verilmez, yahut ömrü kısaltılmaz ki bu, bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da yazılı) olmasın" âyeti buna işaret etmektedir ve bütün ömürler Allah katındaki kitaptadır."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Miicâhid, "Herhangi bir kimseye uzun ömür verilmez, yahut ömrü kısaltılmaz ki bu bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da yazılı) olmasın" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Herkesin eceli, anne karnındayken yazılmıştır bu bu süre kısalmaz. Herkesin ömrü aynı değildir. Kiminin ömrü uzun, kiminin ise kısadır ve herkes kendisi için takdir edilen ömrü yaşayacaktır."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime, "Herhangi bir kimseye uzun ömür verilmez, yahut ömrü kısaltılmaz ki bu bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da yazılı) olmasın'" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Dünyada bir gün yaşayan kişinin ömründen bir gün eksilir."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ebû Mâlik'ten bildirdiğine göre âyette kastedilen, kendisine uzun ömür verilen kişinin mutlaka ömrünün sonuna kadar yaşaması ve her geçen gün ömrünü tüketmesidir.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik el-Ğifârî, "Herhangi bir kimseye uzun ömür verilmez, yahut ömrü kısaltılmaz ki bu bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da yazılı) olmasın..." âyetini açıklarken: "Ömründen eksilen ve geriye kalan her gün kitapta yazılıdır" dedi.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in el- Azame'de bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, "Herhangi bir kimseye uzun ömür verilmez, yahut ömrü kısaltılmaz ki bu bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da yazılı) olmasın" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Sahifenin başında: «Bu kişinin ömrü şu kadardır» diye yazılıdır. Bunun altına da, ömrünün sonuna gelinceye kadar: «Bir gün geçti, iki gün geçti...» yazılır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hassân b. Atiyye der ki: "Geçen her gündüz ve gece, kişinin ömründen olan bir eksilmedir."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre Mücâhid, "Herhangi bir kimseye uzun ömür verilmez, yahut ömrü kısaltılmaz ki bu bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da yazılı) olmasın..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah kişinin ömrünü, anne karnındayken yazar. Doğduğu günden sonra da ömrü eksilmeye başlar. İnsanların ömrü aynı uzunlukta değildir. Kiminin ömrü kimisinden daha kısadır ve her kes kendisi için takdir edilen ömrü yaşayacaktır."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd der ki: "İnsanları görmüyor musun? Kimi yüz yıl yaşarken, kimi doğar doğmaz ölüyor. Takdir edilen ömrü işte budur."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî der ki: Allah, her yarattığının ömrünü bir defada yazar. Geçen her gündüz ve gecede ise: "Falan kişinin ömründen şu kadar eksildi" diye yazılır. Ömrünün eksilen süresiyle, kendisi için takdir edilen müddet eşitleninceye kadar bu böyle devam eder. Kişinin ömrü bir kitapta, ömrünün eksilen kısmı da bir kitapta yazılıdır.

İbn Ebî Hâtim, Atâ b. Ebî Müslim el-Horasânî'nin şöyle dediğini bildirir: "Kişinin ömründen geçen her gün, ay ve saat olarak bir kitapta yazılıp muhafaza edilmiştir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Herhangi bir kimseye uzun ömür verilmez, yahut ömrü kısaltılmaz ki bu bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da yazılı) olmasın" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Uzun ömürden kasıt, kişinin altmış yaşına kadar yaşamasıdır. Kısa ömür ise altmış yaşına kadar gelmeden önce ölmesidir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Herhangi bir kimseye uzun ömür verilmez, yahut ömrü kısaltılmaz ki bu bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da yazılı) olmasın" âyetini açıklarken: "Her ömürlünün ömrü, annesinin karnındayken yazılmıştır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre "Yahut ömrü kısaltılmaz ki bu bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da yazılı) olmasın...'" âyetinden kastedilen, anne kamında tamamlanmadan düşük olarak doğan çocuklardır.

Ahmed, Müslim, Ebû Avâne, İbn Hibbân, Taberânî, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, Huzeyfe b. Esîd el-Ğifârî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Nutfe rahme yerleştikten kırk veya kırk beş gece sonra sonra bir melek nutfenin yanına girip: «Ey Rabbim! Bu kişi bedbaht mı (cennetlik mi), yoksa mutlu mu (cehennemlik mi), erkek mi dişi mi?» der. Yüce Allah bunları meleğe birdirir ve melek te yazar. Sonra bu kişinin ameli, rızkı, eceli, yapacakları ve başına gelecek olanlar yazılıp sahife dürülür. Artık bu sahifeye ne bir şey eklenir, ne de bir şey eksiltilir."

İbn Ebî Şeybe, Müslim, Nesâî ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Abdullah b. Mes'ûd der ki: Ümmü Habîbe: "Allahım! Bana kocam Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), babam Ebû Süfyân ve kardeşim Muâviye ile fayda ver!" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sen Allah'tan, muayyen ecellere, sayılı günlere ve taksim edilmiş rızıklara ait bir şey istedin. O hiç bir şeyi vakti gelmeden yaratmaz veya bir şeyi vaktinden sonraya bırakmaz. Şayet Allah'tan seni Cehennemdeki bir azabdan veya kabirdeki azabdan korumasını isteseydin daha hayırlı ve daha faziletli olurdu" buyurdu.

Hatîb ve İbn Asâkir, İbn Abbâs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "İsrâiloğullarında, iki şehrin kralı olan iki kardeş vardı, bunlardan birisi akrabalarına iyi davranır, idare ettiklerine karşı da adaletli davranırdı. Diğeri ise akrabalarına kötü davranır, idare ettiği kişilere de zulmederdi. Bunların zamanında da bir peygamber vardı. Allah, o Peygambere: «İyi olan kralın üç yılık ömrü kaldı. Akrabalarına kötü davrananın ise otuz yıl ömrü kaldı» diye vahyetti. Peygamber, kendisine gelen vahyi, her iki kralın da idare ettiği kişilere bildirince, kralları adaletli olanlar, kendi krallarının ömrünün kısalığına, zalim kralın halkı da kendi krallarının ömrünün uzun olmasına üzüldüler ve çocuklarla annelerini birbirlerinden ayırıp yemeği ve içmeyi bırakıp sahraya çıkarak, Allah'tan, kendilerini adil kralla faydalandırmasını, zalim kralı kendilerinden uzaklaştırmasını istediler. Üç gün boyunca bu halde kalınca Allah o peygambere şöyle vahyetti: «Kullarıma, onlara acıdığımı ve dualarını kabul ettiğimi, iyi olan kralın ömründen kalanı, zalim olan krala verdiğimi, zalim olan kralın ömründen kalanı da iyi olan krala verdiğimi bildir.» Halk evine döndü ve üç yıl tamamlanınca akrabasına kötü davranan kral öldü, adil olan kral da otuz yıl yaşadı" Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle dedikten sonra: "Herhangi bir kimseye uzun ömür verilmez, yahut ömrü kısaltılmaz ki bu bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a kolaydır" âyetini okudu.

12

Bkz. Ayet:13

13

"İki deniz aynı olmaz. Şu tatlıdır, susuzluğu giderir, içimi kolaydır. Şu ise tuzludur, acıdır. Bununla beraber her birinden taze et yersiniz ve takınacağınız süs eşyası çıkarırsınız. Allah'ın lütfundan istemeniz ve şükretmeniz için gemilerin orada suyu yara yara gittiğini görürsün. Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. Güneşi ve Ay'ı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Her biri belirli bir vakte kadar akıp gitmektedir. İşte bu, Allah'tır, Rabbinizdir. Mülk yalnızca O'nundur. Allah'ı bırakıp da ibadet ettikleriniz, bir çekirdek zarına bile hükmedemezler."

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Şu'abu'l-îman'da Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Câfer der ki: "Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) su içtiği zaman: "Bu suyu rahmetiyle tatlı yapan ve günahlarımız sebebiyle tuzlu ve acı yapmayan Allah'a hami olsun" derdi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyetleri açıklarken şöyle dedi: "ç-tş-l" kelimesi, acı mânâsındadır. "Bununla beraber her birinden taze et yersiniz ve takınacağınız süs eşyası çıkarırsınız. Allah'ın lütfundan istemeniz ve şükretmeniz için gemilerin orada suyu yara yara gittiğini görürsün'" âyeti ise: "Hepsinden taze et yersiniz ve takınacağınız inciler çıkarırsınız. Allah'ın lütfundan istemeniz ve şükretmeniz için gemilerin orada aynı rüzgârla gidip geldiğini görürsün" mânâsındadır. "Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. Güneş'i ve Ay'ı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Her biri belirli bir vakte kadar akıp gitmektedir. İşte bu, Allah'tır, Rabbinizdir. Mülk yalnızca O'nundur. Allah'ı bırakıp da ibadet ettikleriniz, bir çekirdek zarına bile hükmedemezler" âyeti ise: "Gecenin kısalması gündüzün uzamasıyla gündüzün kısalması ise gecenin uzamasıyla olur. Allah Güneş'i ve Ay'ı belli bir süre ne daha fazla ne de daha az olacağı bir süreliğine size boyun eğdirmiştir. Bunları sizin hizmetinize veren Allah'tır" mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe Musarınefte ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Sinân b. Seleme, İbn Abbâs'a, deniz suyunu sorunca: "İki denizden hangisiyle abdest alırsan sana zarar vermez. (Tuzlu olan) deniz suyuyla ve tatlı suyla" cevabını verdi.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre "Bununla beraber her birinden taze et yersiniz ve takınacağınız süs eşyası çıkarırsınız..." buyruğundaki taze et, balık, süs eşyası ise tuzlu sudan (denizden) çıkarılan incidir.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi, çekirdeğin üzerindeki kabuk, başka bir lafızda deridir.

Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona, (.....) kelimesinin mânâsını sorunca, İbn Abbâs: "Tanenin üzerindeki beyaz kabuktur" cevabını verdi. Nâfi: "Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: "Tabi ki! Yoksa Umeyye b. Ebi's-Salt'ın:

"Onlardan ne bir hurma çekirdeğinin zarını

Ne de tanenin üzerindeki beyaz kabuğu bahşiş olarak aldım" dediğini bilmez misin?"

Abd b. Humeyd'in Atâ'dan bildirdiğine göre kıtmîr, çekirdekle hurma arasındaki beyaz kabuktur.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre kıtmîr, çekirdeğin baş tarafındaki küçük kabuktur.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre kıtmîr, taneyi saran ve yumurta zarına benzeyen bir zardır.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre kıtmîr, hurmanın ucunda bulunan küçük kabuktur.

14

"Eğer onları çağırsanız, çağrınızı duymazlar. Duysalar bile çağrınıza karşılık veremezler. Kıyamet günü de sizin ortak koştuğunuzu inkâr ederler. Bunları sana hiç kimse, hakkıyla haberdar olan (Allah) gibi haber veremez."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Eğer onları çağırsanız, çağrınızı duymazlar. Duysalar bile çağrınıza karşılık veremezler. Kıyamet günü de sizin ortak koştuğunuzu inkâr ederler. Bunları sana hiç kimse, hakkıyla haberdar olan (Allah) gibi haber veremez'" âyetini şu şekilde açıkladı: "Onlar, çağrınızı duysalar bile kabul etmezler. Kıyamet günü de sizin şirkinizden uzak olduklarını söyleyip onları ortak koştuğunuzu inkar edecekler. Allah kıyamet günü ortak koşulanların ne yapacaklarından haberdardır."

İbn Ebî Hâtim bildirdiğine göre Süddî, "Eğer onları çağırsanız, çağrınızı duymazlar. Duysalar bile çağrınıza karşılık veremezler. Kıyamet günü de sizin ortak koştuğunuzu inkâr ederler. Bunları sana hiç kimse, hakkıyla haberdar olan (Allah) gibi haber veremez" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Âyette kastedilenler ilâhlardır. Bu ilâhlar, kendilerine dua edenlerin duasını işitmezler. Duysalar bile istediniz bir hayrı size veremezler. Onlar, kıyamet günü kendilerini Allah'a ortak koştuğunuzu da inkar ederler."

15

Ey İnsanlar! Siz Allah’a muhtaç olanlarsınız. Allah ise hiç bir şeye muhtaç değildir; Hamîd’dir= hamd olunmaya lâyıktır.

16

(Ey Mekke halkı, Allah) dilerse sizi yok eder ve (sizden daha hayırlı)yeni bir halk (insan topluluğu) getirir.

17

Bu (sizi yok etmek ve yerinize başka bir topluluk getirmek işi) Allah’a zor değildir.

18

Bkz. Ayet:22

19

Bkz. Ayet:22

20

Bkz. Ayet:22

21

Bkz. Ayet:22

22

"Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez. Günah yükü ağır olan kimse, (bir başkasını), günahını yüklenmeye çağırırsa, ondan hiçbir şey yüklenilmez, çağırdığı kimse yakını da olsa. Sen ancak, görmedikleri hâlde Rablerinden için için korkanları ve namaz kılanları uyarırsın. Kim arınırsa ancak kendisi için arınmış olur. Dönüş ancak Allah'adır. Kör ile gören bir olmaz. Karanlıklar ile aydınlık bir olmaz. Gölge ile sıcaklık bir olmaz. Diriler ile ölüler de bir olmaz. Allah, dilediğine işittirir. Sen, kabirde bulunanlara işittirecek değilsin."

Ahmed, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin, Amr b. el-Ahvas'tan bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Vedâ haccında: "Bilmiş olunuz ki her suçlu ancak şahsının işlediği suçtan sorumludur. Hiç bir baba oğlunun işlediği suçtan sorumlu tutulamaz ve hiç bir oğul babasının işlediği suçtan sorumlu tutulamaz" buyurdu.

Saîd b. Mansûr, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Merdûye ve Sünen'de Beyhaki, Ebû Rimse'nin şöyle dediğini bildirir: Babamla Allah'ın Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) doğru gittiğimde, onu görünce, babama: "Bu oğlun mu?" diye sordu. Babam: "Kâbe'nin Rabbine yemin olsun ki, evet" cevabını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şunu bil ki, ne sen onun işlediği suçtan, ne de o senin işlediğin suçtan sorumlu tutulamaz" buyurup, "Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez..." âyetini okudu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ el-Horasânî, "Günah yükü ağır olan kimse, (bir başkasını), günahını yüklenmeye çağırırsa, ondan hiçbir şey yüklenilmez..." âyetini şu şekilde açıkladı: "Eğer kişi, akrabalarını veya başkalarını ağır olan günahlarını yüklenmeleri için çağırsa, onun günahlarından hiç biri başkaları tarafından yüklenilmez."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Günah yükü ağır olan kimse, (bir başkasını), günahını yüklenmeye çağırırsa, ondan hiçbir şey yüklenilmez..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Kişinin çok günahı olur ve bu günahlarını onun yerine yüklenecek kimseyi bulamaz."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Günah yükü ağır olan kimse, (bir başkasını), günahını yüklenmeye çağırırsa, ondan hiçbir şey yüklenilmez" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu âyet, "Kimse kimsenin günahını çekmez..." âyeti gibidir."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime der ki: Kıyamet günü kişi, komşusuna asılarak: "Ey Rabbim! Şuna, niçin yüzüme kapısını kapattığını sor?" der. Kâfir de kıyamet günü mü'mine asılarak: "Ey mümin! Benim evim senin yanındaydı, dünyada benim sana karşı nasıl davrandığımı iyi bilirsin. Bugün de ben, sana muhtaç durumdayım" der. Mümin Rabbi katında ona şefaatçi olur ve en sonunda onun, Cehennemde bulunduğu mevkiden daha farklı bir mevkiye götürülmesine sebeb olur.

Baba da kıyamet günü çocuğuna asılır ve: "Yavrucuğum, ben seni dünyaya getirdim, ben senin için nasıl bir baba olmuştum?" der. Çocuk, babasını hayırla yâd edince, baba, oğluna: "Yavrucuğum! Senin iyiliklerinden bir zerre miktarına muhtacım, eğer onu bana verirsen, gördüğün gibi kurtulacağım" der. Çocuk babasına: "Babacığım, istediğin şey ne kadar da az, ama ben de senin korktuğun gibi korkuyorum sana bir şey vermeye gücüm yetmez" karşılığını verir.

Sonra, hanımına asılarak der ki: "Ey falanca, ben sana nasıl bir koca olmuştum?" diye sorar. Kadın, onu iyilikle yâd edince: "Ben, senden bana bir iyilik yapmanı istiyorum. Gördüğün gibi, bu durumumdan belki böylece kurtulabilirim" der. Kadın ise: "İstediğin şey ne kadar az ama, ben onu sana verecek güçte değilim, çünkü senin korktuğun gibi ben de korkuyorum" karşılığını verir. Yüce Allah, "Günah yükü ağır olan kimse, (bir başkasını), günahını yüklenmeye çağırırsa, ondan hiçbir şey yüklenilmez...", "Babanın oğlu, oğulun da babası için bir şey ödeyemeyeceği günden korkun" ve "O gün, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, karısından ve oğullarından, kaçar" buyurmaktadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Günah yükü ağır olan kimse, (bir başkasını), günahını yüklenmeye çağırırsa, ondan hiçbir şey yüklenilmez, çağırdığı kimse yakını da olsa. Sen ancak, görmedikleri hâlde Rablerinden için korkanları ve namaz kılanları uyarırsın. Kim arınırsa ancak kendisi için arınmış olur. Dönüş ancak Allah'adır. Kör ile gören bir olmaz. Karanlıklar ile aydınlık bir olmaz. Gölge ile sıcaklık bir olmaz. Diriler ile ölüler de bir olmaz. Allah, dilediğine işittirir. Sen, kabirde bulunanlara işittirecek değilsin'" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Yakın akrabalar bile kişinin günahlarından bir şey yüklenmezler ve kişinin günahları başkasına yükletilmez. Sen Cehennemden, hesaptan korkanları ve namaz kılanları uyarırsın. Kim salih amel yaparsa, kendi nefsi için yapar. Yaratılmışların bazıları, bazılarından üstün kılınmıştır. Mümin diri bir kuldur. O, yaptıklarıyla, gördükleriyle, niyetiyle ve ameliyle diridir. Kafir ise ölüdür. Kâfir, (hakkı) görmemesiyle, kalbinin haki kabul etmemesiyle ve amelleriyle ölüdür."

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Kör ile gören bir olmaz" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah, bu misali, kafir ve mümin için vermiştir. Kör ile görenin bir olmadığı gibi, kafir ile mümin de bir olmaz."

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre âyetlerde geçen kör ve görenden kasıt, kafir ve mümin, karanlıktan kasıt küfür, aydınlıktan kasıt iman, gölgeden kasıt Cennet, sıcaklıktan kasıt Cehennem, diriler ve ölülerden kasıt mümin ve kafirlerdir. "Allah, dilediğine işittirir" âyeti: "Allah dilediğini hidayete erdirir" mânâsındadır.

Ebû Sehl Serî b. Sehl el-Cundeysâbûrî, Abdulkuddûs vasıtasıyla, Ebû Sâlih'ten İbn Abbâs'ın, "Sen, ölülere şüphesiz ki işittiremezsin" ve "Sen, kabirde bulunanlara işittirecek değilsin" âyetini açıklarken şöyle dedi:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir günü ölülerin başında durup şöyle buyurdu: "Rabbinizin size vaad ettiğini buldunuz mu? Ey falan! Ey falan! Rabbini inkar etmemiş miydin? Peygamberini yalanlamamış miydin? Akrabanla alakanı kesmemiş miydin?" Sahabe: "Ey Allah'ın Resûlü! Söylediğini duyuyorlar mı?" diye sorunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Söylediklerimi, siz onlardan daha iyi duymuyorsunuz" buyurdu. Bunun üzerine, "Sen, ölülere şüphesiz ki işittiremezsin"' ve "Sen, kabirde bulunanlara işittirecek değilsin" âyeti, Allah'ın kafire verdiği bir misal olarak nazil oldu ve kafirlerin Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sözünü dinlemeyecekleri bildirildi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Sen, kabirde bulunanlara işittirecek değilsin" âyetini şu şekilde açıkladı: Mezarda bulunanlara işittiremeyeceğin gibi, kafir de ne duyar ve de duyduğundan faydalanabilir. "Geçmiş her ümmet içinde de mutlaka bir uyarıcı bulunagelmiştir" âyeti, Allah tarafından her topluma gönderilen bir peygamber olduğu mânâsındadır. Allah, "Eğer seni yalancı sayıyorlarsa bil ki, onlardan öncekiler de yalanlamışlardı. Peygamberleri onlara belgeler, sayfalar ve nurlu kitaplar getirmişlerdi" buyruğuyla, daha önceki toplumlara kitaplar gönderdiğini, ama onların da yalanladığını bildirerek peygamberini teselli etmiştir. "(Bak ki) cezam nasıl oldu!" Vallahi, Yüce Allah'ın cezası şiddetli oldu. Onlara dünyadayken cezalandırmış, sonra da Cehenneme atmıştır.

23

Sen, sadece (ateşle) korkutan bir peygambersin.

24

(Ey Resûlüm), muhakkak ki, biz seni cennetle müjdeleyici, cehennemle korkutucu bir peygamber olarak Kur’ân ile gönderdik. Hiç bir ümmet de yoktur ki, içlerinde cehennem ile korkutucu bir peygamber geçmiş olmasın.

25

(Ey Resûlüm, üzülme. Kureyşliler) seni tekzip ediyorlarsa onlardan öncekiler de (peygamberlerini) tekzip etmişlerdi. Onlara, peygamberleri mûcizelerle, suhuf ile nurlu kitap ile (Tevrât ve İncîl ile) gelmişlerdi.

26

Sonra (peygamberleri ve kitabları) inkâr edenleri yakalayıp cezalandırdım. (Bak, imansızlara) azap edişim nasıl oldu!...

27

Bkz. Ayet:28

28

"Görmüyor musun ki, Allah gökten su indirdi. Biz onunla türlü türlü ürünler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı (birbirinden farklı) çeşitli renklerde yollar (katmanlar) var, simsiyah taşlar da var. İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları içinden ancak âlimler, Allah'tan (gereğince) korkar. Şüphesiz Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Biz onunla türlü türlü ürünler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı (birbirinden farklı) çeşitli renklerde yollar (katmanlar) var, simsiyah taşlar da var" âyetini şu şekilde açıkladı: "Kırmızı ve sarı ürünler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı (birbirinden farklı) çeşitli renklerde yollar vardır. Dağların değişik renkte olduğu gibi insanların, diğer hayvanların ve davarların da renkleri değişiktir. "Kulları arasında Allah'tan ancak âlimler korkar" "İlim olarak Allah'tan korkmak yeterlidir" denirdi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Biz onunla türlü türlü ürünler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı (birbirinden farklı) çeşitli renklerde yollar (katmanlar) var, simsiyah taşlar da var"" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Türlü üründen kasıt, beyaz, kırmızı ve siyah (değişik) renkteki ürünlerdir. Dağlardaki yolların renkleri de değişiktir."

Bezzâr'ın İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Rabbin boyar mı?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet. Kaybolmayan, kırmızı, sarı ve beyaz boyayla boyar" cevabını verdi.

Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona, kelimesinin mânâsını sorunca, İbn Abbâs: "Kimi yeşil kimi de beyaz renkte yollar, çizgiler, desenler mânâsındadır" cevabını verdi. Nâfi: "Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir. "Tabi ki! Yoksa şairin:

Boya yüzeyinde öyle çizgiler bıraktı ki

Kayalık bir tepeden inen yollara benzedi" dediğini bilmez misin?"

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen Slf" âyeti, beyaz yollar, (.....) ise siyah dağlar mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs (.....) koyu siyah demektir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Biz onunla türlü türlü ürünler çıkardık..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu ürünlerden kimi kırmızı, kimi beyaz, kimi yeşil kimi de siyahtır. İnsanlar da aynı şekilde, kimisi kızıl, kimi siyah, kimi de beyazdır. Hayvanlar ve davarlar da aynı şekildedir."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik, "Dağlardan da beyaz, kırmızı (birbirinden farklı) çeşitli renklerde yollar (katmanlar) var, simsiyah taşlar da var" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Dağlardaki yollardan bazısı beyaz, bazısı da kırmızı olur. "  (.....) kelimesi bu mânâya gelir. (.....) ise siyah dağlar mânâsındadır; bu dağlardaki yolların renkleri farklı olduğu gibi, insanların, hayvanların ve davarların da renkleri farklıdır. Yüce Allah daha sonra, "Kulları arasında Allah'tan ancak âlimler korkar" buyurmuştur.

İbnu'l-Münzir'in İbn Ciireyc'den bildirdiğine göre "Dağlardan da beyaz, kırmızı (birbirinden farklı) çeşitli renklerde yollar (katmanlar) var, simsiyah taşlar da var..." âyeti: "Dağlardaki yolların renklerinin değişik olduğu gibi, insanların, hayvanların ve davarların da renkleri değişiktir. Renklerin değişik olduğu gibi Allah'tan korkma konusunda da insanlar farklı farklıdır" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: "Haşyet, Allah'tan korkunun, seninle günahın arasına girmesidir. İşte haşyet budur."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Âyet; haşyet, iman, itaat ve insanların değişik renkte olduklarından bahsetmektedir.

İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Kulları arasında Allah'tan ancak âlimler korkar" âyeti: "Allah'tan en çok korkanla, onu en iyi tanıyanlardır" mânâsındadır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Kulları arasında Allah'tan ancak âlimler korkar" âyetini: "Allah'tan en çok korkanlar Onun her şeye gücünün yettiğini bilenlerdir" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim, İbn Adiyy ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "İlim, çok sözden ibaret değildir. Ancak ilim, Allah'tan korkmaktır" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Yahya b. Ebî Kesîr: "Âlim, Allah'tan korkan kişidir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Sâlih Ebu'l-Halîl, "Kulları arasında Allah'tan ancak âlimler korkar'" âyetini açıklarken: "Allah'tan en çok korkanlar, Onu en iyi tanıyanlardır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in Süfyân vasıtasıyla Ebû Hayyân et-Teymî'den bildirdiğine göre bir adam şöyle dedi: "Şöyle denirdi: Âlimler üç türlüdür: Allah'ı ve Allah'ın emirlerini bilen âlim, Allah'ı bilen ama Onun emirlerini bilmeyen âlim, Allah'ın emirlerini bilen ama Allah'ı bilmeyen âlim. Allah'ı ve emirlerini bilen âlim, Allah'tan korkan, onun yasaklarını ve farzlarını bilen kişidir. Allah'ı bilen ama emirlerini bilmeyen âlim, Allah'tan korkan, ama Onun yasaklarını ve farzlarını bilmeyendir. Allah'ın emirlerini bilip, Allah'ı bilmeyen kişi ise yasakları ve farzları bilen ama Allah'tan korkmayan kişidir."

İbn Ebî Hâtim ve İbn Adiyy'in bildirdiğine göre Mâlik b. Enes: "İlim, rivayet çokluğuyla değil, Allah'ın kalbe koyduğu bir nurdur" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "İman, Allah'ı görmeden Ondan korkmak, Allah'ın istediğini istemek, Allah'ın sevmediği şeyden uzak durmaktır" deyip, "Kulları arasında Allah'tan ancak âlimler korkar" âyetini okudu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mesrûk der ki: "Kişinin ameliyle övünmesi, cahillik olarak yeterlidir."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed Zühd'de, Abd b. Humeyd ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: "Cahillik olarak Allah hakkında aldanmak (rahmetine güvenip ameli terk etmek) yeterlidir."

İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Fakih, Allah'tan korkan kişidir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed Zühd'de, Abbâs el-Ammî'nin şöyle dediğini bildirir: Bana ulaştığına göre Hazret-i Dâvud (aleyhisselam) şöyle demiş: "Allahım! Seni noksanlıklardan tenzih ederim. Arş'ının üzerine yükseldin ve haşyetini göklerdekilere ve yerdekilere koydun. Kullarından Sana en yakın olanı, Senden en çok korkanıdır. Senden korkmayanın ilmi yoktur. Senin emrine uymayanın da hikmeti yoktur.'"

Ahmed'in Zühd'de bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "İlim, çok rivâyette bulunmak değil, Allah'tan çok korkmaktır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve Hakîm et-Tirmizî'nin Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "İlim iki türlüdür: Kalpteki ilim ki, bu faydalı ilimdir. Diğeri ise dildeki ilimdir ki, bu da Allah'ın kulları üzerindeki hüccetidir. "

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Huzeyfe: "Kişi için, ilim olarak Allah korkusu yeter" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Mes'ûd der ki: "Kur'ân hamili, insanlar uykudayken gecesini ibadetle geçirmesiyle, insanlar yeme içme peşinde koşarlarken o gündüzü oruçlu geçirmesiyle, insanlar neşeli iken hüznüyle, insanlar gülerken, o ağlamasıyla, insanlar boş konuşurken, o susmasıyla, insanlar hilekârlık peşinde koşarken, o huşûsuyla bilinir. Kur'ân hamilinin, ağlayan, hüzünlü, hilim sahibi, hikmetli ve sakin olması gerekir. Kur'ân hamilinin, bağırıp çağıran, yüksek sesle konuşan ve sinirli olmaması gerekir."

Hatîb el-Muttefik ve'l-Müteferrik'te, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini bildirir: İbn Abbâs gözlerini kaybettikten sonra İkrime ile beraber kendisine kılavuzluk yapmak için geldim, Mescidu'l-Haram'a girince, Benî Şeybe kapısının yanında bir topluluğun oluşturdukları bir halkada tartıştıklarını fark etti ve: "Beni tartışma yapılan halkaya götür" dedi. Onu halkanın yanına götürdüğümüzde selam verince, oradakiler, kendisinin de halkaya oturmasını istediler. İbn Abbâs kabul etmeyip: "Bana kendisizi tanıtın, sizi tanıyayım" dedi. Onlar kendilerini tanıtınca: "Bimiyor musunuz; Allah'ın öyle kulları vardır ki, aciz ve dilsiz olmadıkları halde, Allah korkusu sebebiyle susarlar. Onlar, Allah'ın günleri konusunda bilgi sahibi, akıllı ve konuşmasını bilen kişilerdir, ancak Allah'ın azametini hatırlayınca akılları başlarından gider, kalpleri kırılır ve dilleri kesilir. Bu durumlarından çıkınca ise hemen güzel amellere koşarlar. Siz nerede onlar nerede!" deyip oradan ayrıldı. Bu olaydan sonra bu haldaka iki kişinin olduğu bile görülmedi.

Hatîb'in el-Muttefik ve'l-Müteferrik'te bildirdiğine göre Saîd b. el- Müseyyeb der ki: Ömer b. el-Hattab insanlara, hepsi hikmet olan şu on sekiz sözü bıraktı: "Sana kötülük yapan kimseyi ona iyilik yapman ona en büyük cezadır. Hakîkatı anlayana kadar din kardeşinin davranışını iyiye yor. Müslüman kardeşinin ağzından çıkan bir lakırdıyı iyiye yorman mümkün oldukça kötüye yorma. Kendini töhmet altında bırakacak işlere mübâşeret eden, kendisi hakkında kötü düşünenleri kınamasın. Sırrını gizleyen murâdına erer. Sâdık arkadaşlar edin, gölgelerinde yaşarsın. Çünkü sâdık dostlar, huzurlu anlarda süs, sıkıntılı demlerde silahtır. Seni ölüme götürse de doğruluktan ayrılma. Seni ilgilendirmeyen işe karışma. Henüz vukû bulmamış şeylerden sorma. Sen olmayan şeyle uğraşmayacak kadar olan şeyle meşgul ol. İhtiyâcını, onu gidermeni istemeyenlere iletme. Yalan yere yemini hafife alma, Allah seni helâk eder. Kötülüklerini öğrenmek düşüncesiyle de olsa fâcirlerle arkadaş olma. Düşmanlarından uzak dur. Güvenilir olmayan dostlarından sakın. Güvenilir kimse de Allah'tan korkandır. Mezarlıklarda derin saygı içinde ol. Tâat ânında kendini zavallı gör. Günah işlemek istersen sonunu düşün. Herhangi bir işinde, Allah'tan korkanlarla istişâre et. Çünkü Yüce Allah, «Kulları arasında Allah'tan ancak âlimler korkar» buyurmaktadır."

Abd b. Humeyd'in Mekhûl'den bildirdiğine göre Resülullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), âlim ve âbid sorulunca: "Âlimin âbide olan üstünlüğü, benim, sizin en değersizinize olan üstünlüğüm gibidir" buyurup, "Kulları arasında Allah'tan ancak âlimler korkar" âyetini okudu. Sonra: "Allah, melekleri, gök ve yer ehli ve denizdeki balıklar hayrı öğretene dua ederler" buyurdu.

29

Bkz. Ayet:30

30

"Şüphesiz, Allah'ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden, gizlice ve açıktan Allah yolunda harcayanlar, asla zarar etmeyecek bir ticaret umabilirler. Allah, kendilerine mükâfatlarını tam olarak versin ve kendi lütfundan daha da artırsın dîye (böyle yaparlar). Şüphesiz O, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir."

Abdulğanî b. Saîd es-Sekafî'nin Tefsîr'de İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Şüphesiz, Allah'ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden, gizlice ve açıktan Allah yolunda harcayanlar, asla zarar etmeyecek bir ticaret umabilirler" âyeti, Husayn b. el-Hâris b. el- Muttalib b. Abdimenâf el-Kureşî hakkında nazil olmuştur.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Asla zarar etmeyecek bir ticaret umabilirler" âyetini: "Onlar yok olmayan Cenneti umabilirler" şeklinde açıkladı. "Allah, kendilerine mükâfatlarını tam olarak versin ve kendi lütfundan daha da artırsın diye (böyle yaparlar)" âyeti ve, "Katımızda dahası da vardır. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir'" âyeti aynıdır. Allah, günahları bağışlayan ve iyiliklerin karşılığını verendir.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti, helak olmayan mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Muhammed b. Nasr, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre Mutarrif, "Şüphesiz, Allah'ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden, gizlice ve açıktan Allah yolunda harcayanlar, asla zarar etmeyecek bir ticaret umabilirler" âyetinden kurrâlar (Kur'ân hafızları) kastedilmiştir.

31

(Ey Resûlüm), sana vahy ettiğimiz kitap (Kur’ân) hakdır; kendisinden önce gelen kitabları (tevhîd ve bazı hükümler bakımından) tasdik eder. Şüphe yok ki, Allah kullarının bütün hallerinden haberdardır, her şeyi görendir.

32

Bkz. Ayet:35

33

Bkz. Ayet:35

34

Bkz. Ayet:35

35

"Sonra biz, o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (Muhammed'in ümmetine) miras olarak verdik. Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu, büyük lütuftur. Onlar, Adn Cennetlerine girerler. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir. Şöyle derler: Hamd, bizden hüznü gideren Allah'a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir. O, lütfuyla bizi kalınacak yurda yerleştirendir. Bize orada bir yorgunluk dokunmaz. Bize orada usanç da gelmez."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Ba's'ta İbn Abbâs'ın, "Sonra biz, o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (Muhammed'in ümmetine) miras olarak verdik. Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu, büyük lütuftur"! âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: "Âyette kastedilenler, Hazret-i Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetidir. Allah onları indirilen bütün kitaplara varis kılmıştır. Onların zâlimleri bağışlanmış, ortada olanların hesabı kolay olacak, önde gidenler ise hesaba çekilmeden Cennete girecektir."

Tayâlisî, Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), "Sonra biz, o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (Muhammed'in ümmetine) miras olarak verdik. Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır, işte bu büyük lütuftur" âyetini açıklarken şöyle buyurdu: "Bunların hepsi aynı mertebededir ve hepsi Cennettedir. "

Firyâbî, Ahmed, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin el-Ba's'ta, Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre şöyle buyurdu: "Yüce Allah, «Sonra biz, o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (Muhammed'in ümmetine) miras olarak verdik. Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu büyük lütuftur» buyurmaktadır, önde gidenler, hesaba çekilmeden Cennete girecek olanlardır. Ortada olanlar, hesapları kolay olacak olanlardır. Kendine zulmedenler ise mahşer boyunca hesaba çekilecek, sonra da Yüce Allah'ın onları rahmetiyle sarmalayacağı kişilerdir. Bunlar, «Hamd, bizden hüznü gideren Allah'a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir. O, lütfuyla bizi kalınacak yurda yerleştirendir. Bize orada bir yorgunluk dokunmaz. Bize orada usanç da gelmez»' diyenlerdir." Beyhakî der ki: "Bir hadisi rivayet edenler çoğalınca, hadisin asılsız olmadığı ortaya çıkar."'

Tayâlisî, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim, Taberânî M. el-Evsafta, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ukbe b. Suhbân der ki: Hazret-i Âişe'ye: "Sonra biz, o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (Muhammed'in ümmetine) miras olarak verdik" âyeti hakkında ne dersin?" diye sorduğumda şöyle cevap verdi: "Önde gidenler, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında vefat edip, Allah'ın Resûlü'nün, Cennetlik olduğunu söylediği kişilerdir. Ortada olanlar, sahabenin izinden giden ve onlara kavuşuncaya kadar onların yaptıkları amelleri yapanlardır. Kendine zulmeden ise, benim, senin gibiler ve bize uyanlardır. Bunların hepsi de Cennetliktir."

Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin el-Ba's'ta, Usâme b. Zeyd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), "Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır, işte bu büyük lütuftur" âyetini açıklarken:

"Bunların hepsi bu ümmettendir ve hepsi de Cennettedir" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin Avf b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ümmetim kısma ayrılmıştır. Bunlardan üçte biri hesaba çekilmeden Cennete girecek, üçte biri kolay bir hesaba çekilecek, sonra Cennete girecek, kalan üçte biri ise denenip durumları araştırılacak, sonra melekler gelip: «Onların: "Allah'tan başka ilâh yoktur" dediklerini gördük» diyecekler. Bunun üzerine Allah: «Allah'tan başka hiç bir ilâh yoktur. O, bir ve tektir» sözlerinden dolayı onları Cennete koyun ve hatalarını da inkar edenlerin üzerine yıkın» buyuracaktır. İşte Allah'ın: «Onlar kendi ağırlıklarını, kendi ağırlıkları yanında daha nice ağırlıkları yüklenecekler ve uydurup durdukları şeylerden kıyamet günü sorguya çekileceklerdir» âyeti buna işaret etmektedir. Meleklerin zikrettiğinin doğrulanmasını gösteren âyet ise, «Sonra biz, o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (Muhammed'in ümmetine) miras olarak verdik. Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu büyük lütuftur» âyetidir. Allah, kullarını üç kısma ayırmıştır. Onlardan bir kısmı kendine zulmedendir ki işte durumları araştırılıp tetkîk edilecek olanlar bunlardır. Ortada olanlar, kolay bir hesaba çekilecek olanlardır. Hayırda önde olanlar ise, Allah'ın izniyle hesaba çekilmeden ve azab görmeden Cennete gireceklerdir. Bu üç kısmın hepsi Cennete girecekler ve bunlar birbirlerinden ayrılmayacaklar. Bu kişiler, «Adn Cennetlerine girerler. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir. Şöyle derler: Hamd, bizden hüznü gideren Allah'a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir. O, lütfuyla bizi kalınacak yurda yerleştirendir. Bize orada bir yorgunluk dokunmaz. Bize orada usanç da gelmez» "

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: Bu ümmet kıyamet günü üç kısma ayrılacaktır. Birinci kısım hesaba çekilmeden Cennete girecekler, ikinci kısım kolay bir hesaba çekilecekler, üçüncü kısım ise büyük günahları sebebiyle hesaba çekilecekler. Bu kişiler şirk koşmamışlardır. Yüce Allah, üçüncü kısım için: "Rahmetimin genişliğiyle bunları Cennete koyun" buyuracak."

Sonra İbn Mes'ûd, "Sonra biz, o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (Muhammed'in ümmetine) miras olarak verdik. Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu büyük lütuftur" âyetini okudu.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin el-Ba's'ta bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb, "Sonra biz, o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (Muhammed'in ümmetine) miras olarak verdik. Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu büyük lütuftur" âyetinin mânâsını açıkladığı zaman: "İleride olanlarımız ileridedir. Ortada olanlarımız kurtulmuş, zâlimlerimiz ise bağışlanmıştır" derdi.

Ukaylî, İbn Lâl, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Ba's'ta başka bir kanalla bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "İleride olanlarımız ileridedir. Ortada olanlarımız kurtulmuş, kendine zulmedenlerimiz ise bağışlanmıştır" buyurduğunu söyledikten sonra, "Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu büyük lütuftur" âyetini okudu.

İbnu'n-Neccâr'ın Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "İleride olanlarımız ileridedir. Ortada olanlarımız kurtulmuş, kendine zulmedenlerimiz ise bağışlanmıştır" buyurdu.

Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Hayırda ileride olan, hesaba çekilmeden Cennete girecektir. Ortada olan, Allah'ın rahmetiyle Cennete girecektir. Kendine zulmeden ve A'râf halkı ise Hazret-i Muhammed'in şefaatiyle Cennete girecektir.'"

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Osmân b. Affân, bu âyetin mânâsını açıkladıktan sonra: "Bilin ki, bizden ileriye geçenler, cihad edenlerimizdir. Ortada olanlarımız şehirde yaşayanlarımız, zulmedenlerimiz ise çölde/kırsalda yaşayanlarımızda (yani Bedevilerdir)" dedi.

Saîd b. Mansûr ve Beyhakî'nin el-Ba's'ta bildirdiğine göre Berâ b. Âzib, "Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır, işte bu büyük lütuftur" âyetini açıklarken: "Şahitlik ederim ki, Allah bunların hepsini de Cennete sıkacaktır" dedi.

Firyâbî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Berâ b. Âzib der ki: Allah'ın Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem), "Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu, büyük lütuftur" âyetini okuduktan sonra:

"Bunların hepsi de kurtulmuştur ve bunlar bu ümmettendir" buyurdu.

Firyâbî ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre ibn Abbâs der ki: "Sonra biz, o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (Muhammed'in ümmetine) miras olarak verdik. Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır, işte bu büyük lütuftur" âyeti, "İyi işler işlediklerini belirtmek için, amel defterleri sağdan verilenler; ne mutlu o sağcılara! Kötülük işlediklerini belirtmek üzere, amel defterleri soldan verilenler; ne yazık o solculara! İyilik işlemekte önde olanlar, karşılıklarını almakta da önde olanlardır" âyetleri gibidir. Bunlardan iki sınıf kurtuluşa ermiş, bir sınıf ise helak olmuştur."

Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî el- Ba's'ta, İbn Abbâs'ın, "Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır"' âyetini açıklarken: "Buradaki zalimden kasıt kafirdir. Ortada olan ise sağda olanlardır" dediğini bildirir.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ka'bu'l-Ahbâr, "Sonra biz, o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (Muhammed'in ümmetine) miras olarak verdik. Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu büyük lütuftur. Adn Cennetlerine girerler. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir. Şöyle derler: Hamd, bizden hüznü gideren Allah'a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir. O, lütfuyla bizi kalınacak yurda yerleştirendir. Bize orada bir yorgunluk dokunmaz. Bize orada usanç da gelmez" âyetlerini okuduktan sonra: "Kâbe'nin Rabbine yemin olsun ki, Cennete girdiler." Bir lafızda ise: "Hepsi de Cennettedir. Bundan sonra gelen, "inkâr edenler için ise Cehennem ateşi vardır. Öldürülmezler ki ölsünler. Kendilerinden Cehennem azabı da hafifletilmez, işte biz her nankörü böyle cezalandırırız" âyetini görmüyor musun? Bunlar da Cehennem ehlidir" dedi. Bu söz Hasan'a zikredilince: "Vâkıa Süresindeki âyetler, Ka'b'ın söylediklerini reddetmektedir" karşılığını verdi.

İbn Ebî Hâtim'in Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Cennet ehlinden bahsedip şöyle buyurdu: "Onlara, incilerle süslenmiş altın ve gümüş bilezikler takılmıştır. Başlarında kralların taçları gibi, inci ve yakuttan yapılmış taçlar vardır. Onlar, gençtirler, vücutları kılsız, sakalsız ve sürmelidirler. "

İbn Merdûye ve Deylemî'nin bildirdiğine göre Huzeyfe, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Allah, insanları üç sınıf olarak haşreder. "Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır» âyeti buna işaret etmektedir. Hayırlı işlerde öne geçenler hesaba çekilmeden Cennete girerler. Ortada olanlar kolay bir hesaba çekilirler. Kendine zulmedenler ise Allah'ın rahmetiyle Cennete girerler."

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Sonra biz, o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (Muhammed'in ümmetine) miras olarak verdik...", âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah iman ehlini üç sınıfa ayırdı. Bu âyet, "Defterleri soldan verilenler; ne yazık o solculara!", "Defterleri sağdan verilenler; ne mutlu o sağcılara!" ve "İyilik işlemekte önde olanlar, karşılıklarını almakta da önde olanlardır. Naim Cennetlerinde Allah'a en çok yaklaştırılmış olanlar işte bunlardır" âyetleri gibidir. Kıyamet günü insanlar, bu üç sınıftan birine dahildirler."

İbn Merdûye'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), "Onlardan kendine zulmedenler vardır..." âyetinden kastedilenin kafir olduğunu söylemiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Kendine zulmeden kişiden kasıt münafıktır. Ortada olan ise ashâbı yemîndir (sağdakiler). Hayırda öne geçenler ise mukarreb (Allah'a yakın) olanlardır." Katâde der ki: "İnsanlar ölüm anında üç, dünyada üç ve âhirette de üç sınıfa ayrılırlar. Dünyada, mümin, münafık ve kafir olmak üzere üç sınıfa ayrılırlar. Ölüm anı hakkında Yüce Allah, "Fakat (ölen kişi Allah'a) yakın olanlardan ise... Eğer defteri sağdan verilenlerden ise... Eğer, sapık yalancılardan ise..."' buyurmaktadır. Âhiret günü ise üç sınıfa ayrılırlar. Allah bu konuda, "İyi işler işlediklerini belirtmek için, amel defterleri sağdan verilenler; ne mutlu o sağcılara! Kötülük işlediklerini belirtmek üzere, amel defterleri soldan verilenler; ne yazık o solculara! İyilik işlemekte önde olanlar, karşılıklarını almakta da önde olanlardır. Naim Cennetlerinde Allah'a en çok yaklaştırılmış olanlar işte bunlardır" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hasan, "Onlardan kendine zulmedenler vardır..." âyetini açıklarken: "Bu kişiden kasıt münafıktır ve kaybetmiştir. Ortada olanlar ve hayırda öne geçenler ise Cennetliktir" demiştir.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ubeyd b. Umeyr: "Âyette geçen üç sınıfın hepsi de salihtir" dedi.

Abd b. Humeyd'in Sâlih Ebu'l-Halîl'den bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr): İsrâiloğullarının âlimleri, Allah'ın ayırdığı, sonra bir araya getirdiği, sonra da hepsini Cennete koyduğu bir ümmete katıldığım için beni kınıyorlar" dedikten sonra, "Sonra biz, o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (Muhammed'in ümmetine) miras olarak verdik. Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu büyük lütuftur. Onlar, Adn Cennetlerine girerler. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir" âyetlerini okudu ve: "Allah onların hepsini Cennete soktu" dedi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: "Âlimler üç sınıftır: Bazısının ilmi, hem kendisi hem başkası için faydalıdır. Bu, âlimlerin en üstünü ve hayırlısıdır. Bazısının ilmi sadece kendisi için faydalıdır. Bu kişi de iyilik sahibidir. Üçüncü sınıf âlim ise ilminin ne kendisine, ne de başkasına faydalısı olmayan âlimdir. Bu âlimlerin en kötüsüdür."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Müslim el-Havlânî der ki: Allah'ın kitabında, kıyamet günü bu ümmetin üç sınıf olacağını okudum. Bunlardan bir sınıf, hesaba çekilmeden Cennete girecektir. Bir sınıf ise kolay bir şekilde hesaba çekildikten sonra Cennete girecektir. Üçüncü sınıf ise durdurulup, kendilerinden Allah'ın dilediği şey alındıktan sonra, Allah'ın affının ve bağışlamasının kendilerine ulaşacağı sınıftır."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr), "Sonra biz, o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (Muhammed'in ümmetine) miras olarak verdik. Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu büyük lütuftur. Onlar, Adn Cennetlerine girerler. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir" âyetlerini açıklarken: "Kabe'nin Rabbine yemin olsun ki Cennete girdiler" dedi. Onun böyle dediği Hasan'a bildirilince: "Vallahi, Vâkıa Süresindeki âyetler, onların Cennete gireceğini reddetmektedir" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in, Abdullah b. el-Hâris'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs, Ka'b'a, "Sonra biz, o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (Muhammed'in ümmetine) miras olarak verdik..." âyetini sorunca, Ka'b: "Hepsi de kurtuldular" mânâsındadır" cevabını verdikten sonra: "Kâbe'nin Rabbine yemin ederim ki, onlar hep aynı boyda olacaklar, ancak amelleri ile biri diğerinden üstün gelecektir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbnu'l-Hanefiyye der ki: Bu ümmete, daha önce hiçbir ümmete verilmeyen üç şey verildi. Bunlardan, "... kendine zulmedenler..." bağışlanmıştır. "... Onlardan ortada olanlar..." Cennetlerdedir, "...hayırlı işlerde öne geçenler..." ise yüksek derecelere erişmiştir."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: "... kendine zulmedenler..." amel defterleri soldan verilenlerdir. " Onlardan ortada olanlar..." amel defterleri sağdan verilenlerdir, "...hayırlı işlerde öne geçenler..." ise bütün insanlar arasından öne geçen kimselerdir.

Abd b. Humeyd'in Katâde'den bildirdiğine göre "İşte bu büyük lütuftur" âyeti: "Bu nimet te Allah'ın size olan büyük lüffudur" mânâsındadır.

Tirmizî, Hâkim ve Beyhakî el-Ba's'ta, Ebû Saîd el-Hudrî'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), "Onlar, Adn Cennetlerine girerler. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir" âyetini okuyup: "Onların başlarında, en küçüğü doğuyla batı arasını aydınlatan incilerin bulunduğu taçlar vardır" buyurdu.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, Cennetliklerin Cennete girince, "Hamd, bizden hüznü gideren Allah'a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir" demeleri hakkında şöyle dedi: "Bunlar, dünyadayken Allah'tan korkan, gizli olsun açıktan olsun Ona ibadet etmeye çalışan, daha önce işlemiş oldukları günahlardan dolayı kalplerinden bir hüzün olan kişilerdir. Onlar, daha önce işledikleri günahlar sebebiyle, Allah'a ibadet etmek için çalışmalarının kabul edilmemesinden korktukları için, Cennete girince, "Hamd, bizden hüznü gideren Allah'a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir" yani: "Allah işlediğimiz büyük günahları affetti, az olan amellerimizi de kabul etti" derler.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Hamd, bizden hüznü gideren Allah'a mahsustur...'" buyruğundaki hüzünden kasıt Cehennem hüznüdür.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Hamd, bizden hüznü gideren Allah'a mahsustur" âyetini açıklarken: "Onlar, dünyadayken amel yapar ve hüzünlenip daha çok ibadet yapmak için gayret sarfederlerdi" demiştir.

Hâkim, Ebû Nuaym el-Hilye'de ve İbn Merdûye'nin, Suheyb'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Muhacirler hakkında şöyle buyurdu: "Onlar, hayırda öne geçenler, şefaatçi olanlar ve Rablerine kendilerini beğendirmeyea çalışanlardır. Muhammed'in canı elinde olana yemin ederim ki, onlar, kıyamet günü silahları boyunlarında gelip Cennetin kapısını çalacaklar. Cennet bekçileri: «Siz kimsiniz?» diye sorunca, onlar: «Biz muhacirleriz» cevabını verecekler. Cennet bekçileri: «Hesaba çekildiniz mi?» diye sorunca, onlar dizüstü sürünerek ellerini semaya açıp: «Ey Rabbimiz! Senin yolunda vatanımızı, çocuklarımızı, mallarımızı, ailelerimizi terk ettikten sonra tekrar hesap mı vereceğiz?» diyecekler. Allah onlara mahsus olmak üzere, üzerlerine zeberced ve yakuttan yapılmış kanatlar takar ve bu kanatları ile uçarak Cennete girerler. Yüce Allah'ın, «Şöyle derler: Hamd, bizden hüznü gideren Allah'a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir. O, lütfuyla bizi kalınacak yurda yerleştirendir. Bize orada bir yorgunluk dokunmaz. Bize orada usanç da gelmez» âyeti buna işaret etmektedir. Onlar, Cennetteki menzillerini, dünyadaki menzillerinden daha iyi bilirler. "

İbnu'l-Münzir'in Şimr b. Atiyye'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cennete girince, «Hamd, bizden hüznü gideren Allah'a mahsustur derler» Onların hüznü (dünyadayken üzülmelerinin bir sebebi de) ekmek (açlık)tır" buyurdu.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Şimr b. Atiyye'den bildirdiğine göre "Hamd, bizden hüznü gideren Allah'a mahsustur" buyruğundaki hüzünden kastedilen açlıktır.'

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şa'bî, "Hamd, bizden hüznü gideren Allah'a mahsustur" âyetini açıklarken: "Ekmek isteği dünyaya aittir. Cennette, dünyada olduğu gibi yemeye ve içmeye önem vermeyiz" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbrâhim et-Teymî der ki: "Hüzünlenmeyenin, Cennet ehlinden olmamasından korkması gerekir. Çünkü Cennetlikler, "Hamd, bizden hüznü gideren Allah'a mahsustur" derler. İlahi azaptan korkmayanın da Cennet ehlinden olmamasından korkması gerekir. Çünkü Cennetlikler: "Daha önce biz, aile çevremiz içinde bile (ilâhî azaptan) korkardık" derler.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünyâ, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şu'abu'l-îman'da bildirdiğine göre Şimr b. Atiyye, "Şöyle derler: Hamd, bizden hüznü gideren Allah'a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Âyetteki hüzünden kasıt yemek ihtiyacıdır. Allah onların yaptıkları günahları bağışlamış ve onlara gösterdiği amelleri yapmalarından dolayı kendilerini ödüllendirmiştir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Râfi der ki: "Kıyamet günü kul üç defterle getirilir. Bir defterde nimetler, bir defterde kulun günahları, bir defterde de sevapları olur. Allah'ın kendisine verdiği en küçük nimete: "Kalk ve onun sevaplarından ücretini al" denilir. Bu nimet kalkıp kulun bütün sevaplarını alır ve diğer nimetler hiç bir şey almadan kalırlar, günahları da eksiksiz dururlar. Bundan sonra kul, Allah kendisine Cennete sokunca: "Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir" der.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir. O, lütfuyla bizi kalınacak yurda yerleştirendir. Bize orada bir yorgunluk dokunmaz. Bize orada usanç da gelmez"' âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah onların günahlarını bağışlayan, sevaplarının da karşılığını verendir. Ne kendileri oradan ayrılırlar, ne de başkaları kendilerini ebedi kalacakları bu yurttan (Cennetten) başka yere gönderir. Onlar dünyadayken Allah'a itaat için çaba harcarlardı. Onlar, Allah'ın kısa bir süre yorduğu sonra da rahatlattığı bir topluluktur. Onlara ne mutlu."'

İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Ba's'ta, Abdullah b. Ebî Evfâ'nın şöyle dediğini bildirir: Bir adam: "Ey Allah'ın Resûlü! Uyku, dünyadayken Yüce Allah'ın bizi mutlu ettiği bir şeydir. Cennette de uyumak var mıdır?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hayır. Uyku ölümün ortağıdır. Cennette de ölüm yoktur" cevabını verdi. Adam: "Ey Allah'ın Resûlü! Cennetlikler nasıl dinlenecekler?" diye sorunca, bu söz Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ağırına gitti ve: "Cennette yorgunluk yoktur. Cennetliklerin her işi rahatlıktır" buyurdu. Bunun üzerine, "O, lütfuyla bizi kalınacak yurda yerleştirendir. Bize orada bir yorgunluk dokunmaz. Bize orada usanç da gelmez" âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti, "Orada acı çekmezler" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen " kelimesi, acizlik mânâsındadır.

36

Kâfir olanlara gelince; onlara cehennem ateşi var. (İkinci defa haklarında hüküm verilip) öldürülmezler ki, ölsünler (de rahata kavuşsunlar). Üzerlerinden cehennemin azabı da hafifletilmez. İşte (Allah’ı ve nimetlerini inkâr eden) her nankörü böyle cezalandırırız.

37

"Onlar Cehennemde: «Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte olduğumuzdan başka ameller, salih ameller işleyelim» diye bağrışırlar. (Onlara şöyle denilir:) Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Öyle ise tadın azabı. Çünkü zâlimler için hiçbir yardımcı yoktur."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen, "Bizi buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte olduğumuzdan başka ameller, salih ameller işleyelim, diye bağrışırlar...'" âyeti: "Yardım isterler" mânâsındadır.

Abdurrezzâk, Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı?" âyetini açıklarken: "Âyette kastedilen süre altmış yıldır" dedi.

Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usul'da, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim Râmehurmuzî el-Emsâl'de, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Şu'abu'l-îman'da İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyamet günü: «Altmış yaşındakiler nerede?» denilir. Bu yaş, Yüce Allah'ın, «Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı?» buyruğunda kastedilen yaştır" buyurdu.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Nesâî, Bezzâr, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Altmış yıl yaşayan bir kimsenin yüce Allah'a karşı ileri sürecek bir mazereti kalmamıştır" buyurdu.'

Abd b. Humeyd, Taberânî, er-Rûyânî, Râmehurmuzî el-Emsâl'de, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Sehl b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Altmış yıl yaşayan bir kulun yüce Allah'a karşı ileri sürecek bir mazereti kalmamıştır" buyurdu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali: "Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı?" âyeti ile kınadığı ömür süresi altmış yıldır" dedi.

Râmehurmuzî el-Emsâl'de, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), "Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı?" âyetini kastederek, "Altmış yıl yaşayan bir kulun yüce Allah'a karşı ileri sürecek bir mazereti kalmamıştır" buyurdu.

Tirmizî, İbn Mâce, Hâkim, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ümmetimin ömrü altmış ile yetmiş yıl arasındadır. Bunlardan çok azı bundan daha fazla yaşar" buyurdu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Âyette kastedilen ömür altmış yıldır" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı?"' buyruğunda kastedilen kırk altı yıldır.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı?" buyruğunda kastedilen kırk yıldır.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, bu âyet hakkında der ki: "İyi bilin ki; uzun ömür bir hüccettir. Allah'ın bizi uzun ömürle kınamasından kendisine sığınırız. Çünkü Yüce Allah'ın, "Size uyarıcı da gelmişti" buyruğuna on sekiz yaşındaki kişiler de muhataptır. Allah onlara uzun ömür ve peygamber göndermekle mazeretleri kalmadığını bildirmektedir."

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen uyarıcıdan kastedilen Hazret-i Muhammed'dir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, âyette geçen uyarıcının Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğunu söyleyip, "İşte ilk uyaranlar gibi bu da bir uyarandır" âyetini okudu.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre âyette geçen uyarıcıdan kastedilen saçlardaki aklardır.

İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Sünen'de İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen uyarıcıdan kastedilen saçlardaki aklardır.

38

Şüphesiz ki Allah göklerin ve yerin gaybını (gizli olan her şeyini)bilendir. Elbette O, kalplerde gizlenenleri tamamiyle bilir.

39

Bkz. Ayet:40

40

"O, sizi yeryüzünde halifeler kılandır. Artık kim inkâr ederse inkârı kendi aleyhinedir. İnkârcıların inkârı, Rableri katında ancak uğrayacakları gazabı artırır. İnkârcıların inkârı, ancak ziyanlarını arttırır. De kî; "Allah'ı bırakıp da taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Gösterin bana, onlar yerden ne yaratmışlardır?" Yoksa onların göklerde bir ortaklıkları mı var? Yoksa kendilerine bir kitap verdik de, o kitaptan, açık bir delile mi sahip bulunuyorlar? Hayır, zâlimler birbirlerine aldatmadan başka hiçbir şey vaad etmezler."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "O, sizi yeryüzünde halifeler kılandır..." âyetini: "Birbiri ardına ümmetler ve nesiller gönderen" şeklinde açıkladı. "Gösterin bana, onlar yerden ne yaratmışlardır? Yoksa onların göklerde bir ortaklıkları mı var? Yoksa kendilerine bir kitap verdik de, o kitaptan, açık bir delile mi sahip bulunuyorlar?..." âyetini açıklarken ise şöyle dedi: "Vallahi yerden bir şey yaratmadılar. Vallahi göklerde de bir ortaklan yoktur. Yoksa onlara, bunları bana ortak koşmaları için kendilerine bir kitap mı indirdik."

41

"Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri, yok olup gitmesinler diye (kurduğu düzende) tutuyor. Andolsun, eğer onlar (yörüngelerinden sapıp) yok olur giderlerse, O'ndan başka hiç kimse onları tutamaz. Şüphesiz O, halimdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir), çok bağışlayandır."

Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Dârekutnî el-Efrâd'da, İbn Merdûye, Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta ve Hatîb Tarih'te, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) minberde şöyle buyurduğunu nakleder: "Hazret-i Mûsa'nın içinden Allah uyur mu uyumaz mı, diye bir fikir geçince, Allah ona bir melek gönderdi. Melek onu üç gün uykusuz bıraktıktan sonra her eline bir tane olmak üzere iki şişe verdi ve şişeleri olduğu gibi (düşürmeden) muhafaza etmesini söyledi. Hazret-i Mûsâ uyumaya başladı ve elleri gevşeyince şişeler az daha düşecekti. Şişeler kırılmasın diye onları sıkıca tuttu. Sonunda uykuya dalınca şişeler düşüp kırıldılar. Yüce Allah bunu, eğer uyusaydı göklerle yeryüzünün ayakta duramayacağını göstermek için örnek vermiştir."'

İbn Ebî Hâtim'in Hareşe b. el-Hurr'dan bildirdiğine göre Abdullah b. Selâm der ki: "Hazret-i Mûsa: "Ey Cibrîl! Rabbin uyur mu?" diye sorunca, Cibrîl: "Ey Rabbim! Kulun Mûsa, Senin uyuyup uyumadığını soruyor" dedi. Allah: "Ey Cibrîl! Ona, eline iki şişe almasını ve gecenin başlangıcından, sabaha kadar en yüksek dağın tepesinde durmasını söyle" buyurdu. Hazret-i Mûsa (aleyhisselam) dağa çıkıp iki şişe aldı ve beklemeye başladı. Gecenin sonuna gelince uykusuna yenildi ve şişeler elinden düşüp kırıldılar. Bunun üzerine: "Ey Cibrîl! Şişeler kırıldı" deyince, Yüce Allah: "Ey Cibrîl! Kuluma de ki, eğer uyusaydım gökler ve yer yok olurdu" buyurdu.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime der ki: Hazret-i Mûsa gizlice: "Yüce Allah uyur mu?" diye sordu. Hazret-i Mûsa dört gün boyunca gece gündüz uyumadan kaldı, sonra halka hitab etmek için minbere çıkıp eline iki şişe aldı. O hutbe verirken Allah kendisine uykuyu gönderdi ve ellerindeki şişeleri birbirine çarpıp kırmak üzereyken uyanıp hutbesine devam etti. Sonra ellerini birbirine çarpıp şişeleri kırınca korkuyla uyandı. Sonra: "Allah, O'ndan başka tanrı olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yaratıklarını gözetip durandır" dedi.'

el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh ve Beyhaki, Saîd b. Ebî Burde'den, babasının şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Mûsa'ya, kavmi: "Rabbimiz uyur mu?" diye sorunca, Hazret-i Mûsa: "Eğer inanıyorsanız, Allah'tan korkunuz" karşılığını verdi. Alah, Hazret-i Musa'ya iki şişe alıp su doldurmasını emretti. Hazret-i Mûsa kendisine söyleneni yapıp şişeleri elinde tutmaya başladı. Bu sırada uykusu gelip uyuyunca elinden düşen şişelerin kırılması üzerine Yüce Allah Hazret-i Mûsa'ya: "Ben, yok olup gitmemeleri için gökleri ve yeri tutuyorum. Eğer uyusaydım yok olup giderlerdi" diye vahyetti.

Taberânî es-Sünne'de, Saîd b. Cübeyr'den: "İsrâiloğulları, Hazret-i Mûsa'ya: "Rabbimiz uyur mu?" diye sordular..." deyip hadisin tamamını nakletti.

İbn Ebî Şeybe, Taberânî ve Ebû Nuaym el-Hilye'de, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: "Korku salan bir sultana gittiğinde sana zarar vermesinden korkarsan üç defa şöyle de: "Allah en büyüktür. Allah bütün yarattıklarından yücedir. Allah korkup sakındığım herkesten yücedir. Falan kulun, ordusunun, ona uyanların ve cinlerden ve insanlardan olan taraftarlarının şerrinden, yedi semayı izni olmadan yere düşmemeleri için tutan, kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a sığınırım. Allahım! Beni onların şerrinden koru. Senin övgün yücedir, senin himâyendeki kimse izzetlidir. İsmin mübarektir. Senden başka ibadete layık ilâh yoktur."

İbnu's-Sünnî Amelu'l-Yevm ve'l-Leyle'de, Câbir'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Kul, evine girip yatağına geçince, meleği ve şeytanı alelacele gelirler. Şeytanı: «Geceni şer ile bitir» der. Melek ise: «Geceni hayırla bitir» der. Eğer kul Allah'ı zikredip Ona hamdederse, melek, şeytanı kovup bu kulu korumaya başlar. Bu kişi uyanınca, yine meleği ve şeytanı alelacele gelirler ve şeytan: «Gününe şer ile başla» der. Melek te: «Gününe hayırla başla» der. Eğer kul: «Nefsimi, ölümden sonra bana geri iade eden ve uykusunda öldürmeyen Allah'a hamdolsun. İzniyle yedi semayı arzın üzerine düşmekten alıkoyan Allah'a hamdolsun. Eğer yedi sema düşerse, bunları Ondan başka tutacak yoktur. O, Halîm ve bağışlayıcıdır» derse ve: «Yedi semayı izni olmadan yere düşmemeleri için tutan, kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a hamdolsun. Doğrusu Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametli olandır» derse, bu kişi yatağından düşüp ölürse şehid olur. Eğer kalkıp namaz kılarsa faziletler içinde namaz kılmış olur."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in Ebû Mâlik vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Yeryüzü bir balığın üzerinde zincir de balığın kulağındadır. Balık ta Allah'ın elindedir. "Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri, yok olup gitmesinler diye (kurduğu düzende) tutuyor" âyeti buna işaret etmektedir."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti, "Yerlerinden oynatmasınlar..." mânâsındadır.

Abd b. Humeyd'in Katâde'den bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr) şöyle derdi: "Sema, değirmen taşının ekseni gibi bir eksen üzerinde döner." Huzeyfe b. el-Yemân: "Ka'b yalan söylüyor. Yüce Allah, «Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri, yok olup gitmesinler diye (kurduğu düzende) tutuyor» buyurmaktadır" demiştir.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Şakîk'ten bildirdiğine göre İbn Mes'ûd'a: "Ka'b: «Sema bir meleğin omuzu üzerindeki bir sütunda değirmen taşının ekseni gibi bir eksen üzerinde döner» diyor" denilince, "Ka'b yalan söylüyor. Yüce Allah, "Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri, yok olup gitmesinler diye (kurduğu düzende) tutuyor..."' buyurmaktadır. Onun yok olup gitmesi için dönmesi yeterlidir" karşılığını verdi.'"

42

Bkz. Ayet:44

43

Bkz. Ayet:44

44

"Onlar, eğer kendilerine bir korkutucu gelse mutlaka o ümmetlerin (her) birinden daha çok hidâyette olacaklarına yeminlerinin en büyüğü ile, Allah'a and içtiler. Fakat onlara bir korkutucu geldiğinde bu, onların uzaklaşmalarından başka bir şeylerini arttırmadı. Yeryüzünde büyüklenerek ve kötü düzenler kurarak.. Kötü düzen ise ancak sahiplerini kuşatır. Acaba onlar geçmiş olanların sünnetinden başkasını mı gözlüyorlar? Sen Allah'ın sünnetinde asla bir değişiklik bulamazsın. Sen Allah'ın sünnetinde asla bir değiştirme bulamazsın. Onlar kendilerinden öncekilerin akıbetinin nasıl olduklarını görmeleri için yeryüzünde dolaşmadılar mı? Hem onlar bunlardan daha çetin bir güce sahib idiler. Göklerde olsun, yerde olsun hiçbir şey Allah'ı aciz bırakacak değildir. Muhakkak O, en iyi bilendir, herşeye güç yetirendir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre ibn Ebî Hilâl der ki: "Kureyşliler: Allah bizden bir peygamber göndermiş olsaydı hiçbir ümmet ona bizden daha itaatkâr, peygamberini bizden daha çok dinler ve kitabına bizden daha sıkı sarılır olmazdı" derlerdi. Onların bu sözleri üzerine Allah: "Öncekilerde olduğu gibi bizde de bir zikir bulunsaydı, biz de elbette Allah'ın ihlâsa erdirilmiş kulları olurduk'" ve "Var güçleriyle Allah'a yemin ettiler ki kendilerine bir uyarıcı gelecek olursa muhakkak ümmetlerin herhangi birinden daha doğru yolda olacaklardır..." âyetlerini indirdi. "Onlar, eğer kendilerine bir korkutucu gelse mutlaka o ümmetlerin (her) birinden daha çok hidâyette olacaklarına yeminlerinin en büyüğü ile, Allah'a and içtiler"Yahudiler, Ensar'a karşı zafer kazanacağını söyleyip: "Bir peygamberin çıkacağını görüyoruz (onunla sizi yeneceğiz)" diyorlardı.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre "Onlar, eğer kendilerine bir korkutucu gelse mutlaka o ümmetlerin (her) birinden daha çok hidâyette olacaklarına yeminlerinin en büyüğü ile, Allah'a and içtiler. Fakat onlara bir korkutucu geldiğinde bu onların uzaklaşmalarından başka bir şeylerini arttırmadı. Yeryüzünde büyüklenerek ve kötü düzenler kurarak. Kötü düzen ise ancak sahiplerini kuşatır. Acaba onlar geçmiş olanların sünnetinden başkasını mı gözlüyorlar? Sen Allah'ın sünnetinde asla bir değişiklik bulamazsın. Sen Allah'ın sünnetinde asla bir değiştirme bulamazsın" buyruğundaki korkutucudan kastedilen Hazret-i Muhammed'dir. Kötü tuzak ise şirktir. Şirk te ancak sahibini kuşatır. Âyetteki geçmiş olanların sünnetinden kastedilen ise daha önce gelmiş olanlara verilen cezadır.

İbnu'l-Münzir'in ibn Cüreyc'den bildirdiğine göre, "Onlar, eğer kendilerine bir korkutucu gelse mutlaka o ümmetlerin (her) birinden daha çok hidâyette olacaklarına yeminlerinin en büyüğü ile, Allah'a and içtiler" buyruğundaki and içenler Kureyşlilerdir. Kendilerinden daha çok hidâyette olacaklarını söyledikleri kişiler ise Kitab ehlidir. Kötü düzenden kastedilen ise şlirktir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî: "Kim şu üç şeyi yaparsa, yaptığı şeyin kendi başına gelmesine engel olamaz. Tuzak veya azgınlık veya verdiği ahdi bozmak" dedikten sonra, "Kötü düzen ise ancak sahiplerini kuşatır...", "Ey insanlar! Geçici dünya hayatında yaptığınız taşkınlık aleyhinizedir..." ve "Verdiği bu sözden dönen, ancak kendi aleyhine dönmüş olur..."âyetlerini okudu.

İbn Ebî Hâtim'in Süfyân vasıtasıyla, Ebû Zekeriyya'dan bildirdiğine göre bir adam, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kötü tuzaktan sakının. Kötü tuzak, ancak sahiplerini kuşatır" buyurduğunu nakletmiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk, "Acaba onlar geçmiş olanların sünnetinden başkasını mı gözlüyorlar..." âyetini: "Acaba onlar geçmiş olanlara isabet eden azaptan başkasını mı gözlüyorlar?!" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre "Göklerde olsun, yerde olsun hiçbir şey Allah'ı aciz bırakacak değildir..." âyeti: "Göklerde olsun, yerde olsun hiçbir şey Allah ile başa çıkamaz Ondan kurtulamaz" mânâsındadır.

45

"Eğer Allah, insanları kazandıkları yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yerkürenin sırtında hiçbir canlı bırakmazdı. Ne var ki, onları belirli bir süreye kadar erteliyor. Nihayet süreleri gelince, (gerekeni yapar), çünkü Allah, kullarını hakkıyla görmektedir."

Firyâbî, İbnu'l-Münzir, Taberânî ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Ademoğlunun günahları dolayısıyla nerdeyse pislik böceği dahi yuvasında azaba mahkum edilecek" dedikten sonra, "Eğer Allah, insanları kazandıkları yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yerkürenin sırtında hiçbir canlı bırakmazdı. Ne var ki, onları belirli bir süreye kadar erteliyor. Nihayet süreleri gelince, (gerekeni yapar). Çünkü Allah, kullarını hakkıyla görmektedir'" âyetini okudu.'

0 ﴿