YÂSİN SÛRESİ

İbnu'd-Durays, Nehhâs, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Yâsin Sûresi, Mekke'de nazil olmuştur.'

İbn Merdûye'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Yâsin Sûresi, Mekke'de nazil olmuştur.

Dârimî, Tirmizî, Muhammed b. Nasr ve Beyhakî'nin Şu'abu'l-îman'da, Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Herşeyin bir kalbi vardır. Kur'ân'ın kalbi de Yâsin Süresidir. Allah, Yâsin Sûresini okuyana on defa Kur'ân'ı okumuş gibi sevap yazar" buyurdu.

Bezzâr'ın, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Herşeyin bir kalbi vardır. Kur'ân'ın kalbi de Yâsin Süresidir" buyurdu.

Dârimî, Ebû Ya'lâ, Taberânî M. el-Evsat'ta, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Şu'abu'l-îman'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim, Allah'ın rızasını umarak bir gece Yâsîn Sûresini okur ise o gecede ona mağfiret olunur" buyurdu.

İbn Hibbân ve Diyâ'nın, Cundeb b. Abdillah'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim, Allah'ın rızasını isteyerek bir gece Yâsîn Sûresini okur ise ona mağfiret olunur" buyurdu.

Dârimî'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: "Kim, Allah'ın rızasını isteyerek bir gece Yâsîn Sûresini okur ise ona mağfiret olunur. Bana bildirildiğine göre Yâsin Sûresi, Kur'ân'ın tümüne denktir.'"

Ahmed, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce, Muhammed b. Nasr, İbn Hibbân, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî'nin Şu'abu'l-îman'da, Ma'kil b. Yesâr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yâsin Sûresi Kur'ân'ın kalbidir. Bir kişi Allah'ı ve âhiret yurdunu isteyerek Yâsin Sûresini okursa geçmiş günahları bağışlanır. Ölülerinizin üzerine Yâsîn'i okuyunuz."

Saîd b. Mansûr ve Beyhakî'nin Hassân b. Atiyye'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yâsin Sûresini okuyan, Kur'ân'ı on defa okumuş gibidir" buyurdu.

İbnu'd-Durays, İbn Merdûye, Hatîb ve Beyhakî'nin, Ebû Bekr es-Sıddîk'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yâsin Sûresinin Tevrat'taki adı el-Muimme'dir (Kuşatan). Onu okuyanı dünya ve âhiret hayrıyla kuşatır. Dünya ve âhiret musibetlerini ondan defeder. Dünya ve âhiretin dehşetli hallerini ondan uzaklaştırır. Bu sûreye aynı zamanda ed-Dâfia ve el-Kâdiye adı da verilmiştir. Onu okuyandan her kötülüğü uzaklaştırır ve her ihtiyacını giderir. Onu okumak, yirmi defa hac sevabına eşittir. Dinlemek ise Allah yolunda verilen bin dinarın sevabına eşittir. Bu sûreyi yazıpta (onun suyunu) içen bir kimsenin içine bin tane ilaç, bin nur, bin yakîn, bin bereket ve bin rahmeti de içine sokar. Ayrıca içinden her türlü kin ve hastalığı alıp götürür." Beyhakî der ki: "Muhammed b. Abdirahman b. Ebî Bekr el-Cud'ânî, bu hadisi, Süleymân b. Mirkâ' el-Cundeî'den rivâyette tek kalmıştır. Bu kişinin de hadisleri münkerdir.

Hatîb, Enes'ten aynı rivayette bulunmuştur.

Hatîb'in, Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yâsin Sûresini dinleyen, Allah yolunda yirmi dinar harcamış gibi sevap alır. Okuyan ise yirmi defa hac etmiş gibi sevap alır. Onu yazıp ta (onun suyunu) içen bir kimsenin içine bin yakîn, bin nur, bin bereket, bin rahmet ve bin rızkı sokar. Ayrıca içinden her türlü kin ve hastalığı alıp götürür."

İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Ebû Osmân en-Nehdî'den bildirdiğine göre Ebû Hureyre: "Yâsin Sûresini bir defa okuyan, Kur'ân'ı on defa okumuş gibidir" dedi. Ebû Saîd ise: "Yâsin Sûresini bir defa okuyan, Kur'ân'ı iki defa okumuş gibidir" dedi. Bunun üzerine Ebû Hureyre: "Sen duyduğunu anlattın, ben de duyduğumu anlatacağım" dedi.

Bezzâr'ın İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yâsin sûresini ümmetimden her insanın ezbere bilmesini isterdim" buyurdu.

Taberânî, İbn Merdûye ve Hatîb, zayıf isnâdla Enes'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Her gece Yâsin Sûresini okumaya devam edip ölen kişi şehid olarak ölür" buyurduğunu nakleder.

Dârimî'nin Atâ b. Ebî Rebâh'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Gündüzün başlangıcında Yâsin Sûresini okuyanın her türlü ihtiyacı giderilir" buyurdu.

Dârimî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Kim sabahı ettiğinde Yâsin Sûresi'ni okuyacak olursa, akşamı edinceye kadar o günü için ona kolaylıklar ihsan edilir. Kim bu sûreyi gecenin ilk saatlerinde akşamı ettiğinde okuyacak olursa, sabahı edinceye kadar o gece ona kolaylıklar verilir."

İbn Ebi'd-Dünyâ Zükru'l-Mevt'te, İbn Merdûye ve Deylemî'nin Ebu'd- Derdâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ölmek üzere olan ve yanında Yâsîn Sûresi okunan her kişinin Allah mutlaka ölümünü kolaylaştırır" buyurdu.

Ebu'ş-Şeyh Fadâilu'l-Kur'ân'da ve Deylemî aynı hadisi Ebû Zer'den nakletmiştir.

İbn Sa'd ve Ahmed Müsned'de, Safvân b. Amr'ın şöyle dediğini bildirir: "İhtiyarlar: "Ölünün başında Yâsin okunursa onun azabı hafifletilir" derlerdi.

Beyhakî'nin Şu'abu'l-îman'da bildirdiğine göre Ebû Kılâbe der ki: "Yâsin sûresini okuyanın günahları bağışlanır. Bu sûreyi açken okuyanın karnı doyar. Yolunu kaybeden bu sûreyi okursa yolunu bulur. Bir yitiği olan bu sûreyi okursa, kaybettiği şeyi bulur. Yemek yerken yemeğinin az olmasından korkan bu sûreyi okursa yemeği kendisine yeter. Ölmek üzere olan birinin yanında okunursa, bu kişinin ölümü kolay olur. Doğum yapmakta olan bir kadının yanında okunursa, kadın kolayca doğum yapar. Bu sûreyi okuyan, Kur'ân'ı on bir defa okumuş gibidir. Her şeyin bir kalbi vardır. Kur'ân'ın kalbi de Yâsin süresidir." Beyhakî der ki: "Tâbiînin büyüklerinden olan Ebû Kılâbe'den bize böyle nakledildi. Ama o böyle bir şey söylemez. Eğer söylemişse de birisinden nakletmiştir."

Hâkim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Câfer Muhammed b. Ali: "Kalbinde katılık gören, za'firândan bir gümüş bir kaba " yazsın ve suyunu içsin" dedi.

Saîd b. Mansûr, Simâk b. Harb vasıtasıyla, Medine halkından bir adamdan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasında namaz kılan bir kişiden naklettiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah namazını Kâf ve Yâsin Süreleriyle kıldırdı.

İbn Merdûye'nin Ukbe b. Âmir'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yâsitı Sûresini okuyan, Kur'ân'ı on defa okumuş gibidir" buyurdu.

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Her şeyin bir kalbi vardır. Kur'ân'ın kalbi de Yâsin Süresidir. Yâsin Sûresini okuyan, Kur'ân'ı on defa okumuş gibidir" buyurdu.

İbn Merdûye Ebû Hureyre ve Enes'ten aynı rivâyette bulunmuştur.

İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Ammâr b. Yâsir her Cuma günü minberde Yâsin Sûresini okurdu.

İbnu'd-Durays'ın bildirdiğine göre Yahya b. Ebî Kesîr der ki: "Sabahladığı zaman Yâsin Sûresini okuyan akşama kadar sevinç içinde kalır. Akşam okuyan da sabaha kadar sevinç içinde kalır. Bunu deneyen bir kişi bize böyle söylemiştir ve bu sûre Kur'ân'ın kalbidir."

İbnu'd-Durays'ın bildirdiğine göre Câfer der ki: "Saîd b. Cübeyr, delirmiş olan bir adama Yâsin Sûresini okuyunca adam iyileşti."

Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de, Muhamed b. Sehl el-Mukrî'den, o Ahmed b. Ubeydillah b. Muhammed b. Amr ed-Debbâğ'dan, o da babasının şöyle dediğini bildirir: Bir canavarın olduğu bir yolda giderken, bir divanın üzerinde safranla boyanmış elbiseler giymiş ve beni kendisine davet eden bir kadın gördüm. Kadının yanında kandiller yanmaktaydı. Bunu görüp Yâsin Sûresini okumaya başladığımda, kandillerin söndüğünü gördüm. Kadın: "Ey Allah'ın kulu! Bana ne yaptın? Ey Allah'ın kulu! Bana ne yaptın?" demeye başladı. Ben ise (Yâsin Sûresini okuyarak) ondan kurtuldum." el-Mukrî der ki: "Korktuğunuzda veya kral ya da bir düşman sizi yakalayacağı zaman Yâsin sûresini okuyunuz. Bu sûreyi okumanız o belayı sizden uzaklaştırır."

Muhammed b. Osınân b. Ebî Şeybe Tarih'te, Taberânî ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Hureym b. Fâtik der ki: Bir devemi aramak için çıktım. Biz bir vadiye geldiğimiz zaman: "Bu vadinin büyüğüne sığınırız" derdik. Ben bir deveye yaslanıp: "Bu vadinin büyüğüne sığınırım" deyince bir sesin:

"Yazık sana, büyüklük sahibi Allah'a sığın

Helali ve haramı indirene

Allah'ı tevhid et ve tasalanma

Cinlerden ve başka dekşetli şeylerden

Zira her yerde Allah zikredilir,

Yerde ovalarda ve dağlarda.

Cinlerin hileleri artık nafile oldu,

Ancak takva ve salik ameller fayda verir" diye seslendiğini duydum. Ben:

"Ey konuşan ne diyorsun

Sendeki kidayet mi dalalet mi" deyince, o ses şöyle karşılık verdi:

"Bu hayırların sahibi Allah'ın Resûlü'dür

Yâsin ve Hâmîm'lerle geldi

Mufassallardan sonra Şûra'yla

Namazı ve zekatı emreder

İnsanların felaketlere düşmesini engeller

Bu felaketler insanlar arasında münker olarak bilinir. "

Ben: "Sen kimsin?" diye sorunca: "Ben cinlerin padişahlarından bir padişahım. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) beni Necd cinlerine gönderdi" cevabını verdi. Ben: "Şu develerimi aileme götürecek biri olsaydı, onun (Resûlullah'ın) yanına gidip Müslüman olurdum" deyince, cin: "Ben onu götürürüm" karşılığını verdi. Ben, develerimden birinin üzerine binip Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldim ve onun minberde olduğunu gördüm. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) beni görünce: "Develerini götürmeyi vaadeden kişi ne yaptı? Bilmiş ol ki, develerini sağlam olarak yerine ulaştırdı" buyurdu.

Taberânî'nin M. el-Evsat'ta Câbir b. Abdillah'dan bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah namazında Yâsin Sûresini okurdu.

İbn Adiyy, el-Halîlî, Ebu'l-Futûh Abdulvehhâb b. İsmâîl es-Sayrafî el- Erbaîn'de, Ebu'ş-Şeyh, Deylemî, Râfiî ve İbnu'n-Neccâr Tarih'te, Ebû Bekr es- Sıddîk'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim her Cuma anne babasının veya birisinin kabrini ziyaret edip yanlarında Yâsin Sûresini okursa, Allah bu kişiyi Sûrenin harfleri sayısınca bağışlar" buyurduğunu nakleder.

Ebû Nasr es-Siczî el-İbâne'de, Hazret-i Âişe'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Kur'ân'da, Allah katında büyük diye adlandırılan bir sûre vardır. Onu okuyan da Allah katında şerefli diye adlandırılır. Bu sûreyi okuyan, kıyamet günü Rabîa ve Mudar kabilesinden daha kalabalık bir topluluğa şefaat edecektir. Bu sûre, Yâsin Süresidir."

Tirmizî, Taberânî ve Hâkim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Ali: "Ey Allah'ın Resûlü! Kur'ân'ı unutuyorum" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sana, Alah'ın kendileriyle seni faydalandıracağı bazı kelimeler öğreteyim mi?" karşılığını verdi. Hazret-i Ali: "Evet, anam babam sana feda olsun ey Allah'ın Resûlü!" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cuma gecesi dört rekat namaz kıl. Birinci rekatta Fâtiha Sûresi ve Yâsin Sûresini oku. İkinci rekatta, Fâtiha Sûresi ve Duhân Sûresini oku. Üçüncü rekatta, Fâtiha Sûresini ve Secde Sûresini oku. Dördüncü rekatta da Fâtiha sûresini ve Tebareke sûresini oku. Teşehhüdü bitirdiğin vakit Allah'a hamdeyle Allah'a en güzel şekilde senada bulun. Sonra tüm peygamberlere de salavat getir. Sonra müminler için bağışlanma talebinde bulun ve şöyle söyle: «Allahım! Hayatta bıraktığın sürece beni kötülüklere bulaştırma bana acı. Beni ilgilendirmeyen şeylere özenmekten beni esirge. Razı olduğun şeylere eğilmeyi bana nasib et. Ey gökleri ve yeri eşsiz benzersiz yaratan ey Celal ve ikram sahibi, erişilmez güç sahibi olan Allahım! Ey Rahman olan Allahım! Senin Celâlin ve Yüzünün nuru hakkı için, öğrettiğin şekilde Kur'ân'i bana ezberletmeni isterim. Seni benden razı edecek şekilde O kitabı okumayı bana nasib etmeni isterim. Senin kitabınla gözümü aydınlatmanı, dilimi onunla söyletmeni, kalbimdeki sıkıntıyı onunla gidermeni, gönlümü onunla açmanı, bedenimi onunla tamir etmeni isterim; nitekim bunları yapabilmem için bana kuvvet vermeni isterim. Çünkü senden başka hiç kimse hayra yönelmem için bana yardım edemez ve beni muvaffak kılamaz.» Bunları üç veya beş ya da yedi Cuma yapacak olursan Allah'ın izniyle Kur'ân'ı ezberlersin ve unutmazsın. Bu duâ mü'minden hiçbir zaman şaşmamıştır." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yedi Cuma sonra gelince, Hazret-i Ali, ona Kur'ân'dan ve hadisten ezberlediklerini söyledi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kabe'nin Rabbine yemin olsun ki müminsin! Öğret ey Ebu'l-Hasan! Öğret ey Ebu'l-Hasan!" buyurdu.

"Yâsîn. (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur'ân'a andolsun ki, sen elbette dosdoğru bir yol özere (peygamber) gönderilenlerdensin. Kur'ân, ataları uyarılmamış, bu yüzden de gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için mutlak güç sahibi, çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir. Andolsun, onların çoğu üzerine o söz (azap) hak olmuştur.

1

Bkz. Ayet:11

2

Bkz. Ayet:11

3

Bkz. Ayet:11

4

Bkz. Ayet:11

5

Bkz. Ayet:11

6

Bkz. Ayet:11

7

Bkz. Ayet:11

8

Bkz. Ayet:11

9

Bkz. Ayet:11

10

Bkz. Ayet:11

11

Artık onlar iman etmezler. Onların boyunlarına demir halkalar geçirdik, o halkalar çenelerine dayanmıştır. Bu sebeple kafaları yukarıya kalkık durumdadır. Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler. Onları uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar. Sen ancak Zikr'e (Kur'ân'a) uyanı ve görmediği hâlde Rahmân'dan korkan kimseyi uyarırsın. İşte onu bir bağışlanma ve güzel bir mükâfatla müjdele."

İbn Merdûye'nin değişik yollarla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Yâsin, Muhammed, demektir. Bir lafızda ise: "Ey Muhammed!" demektir.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Delâil'de, Muhammed b. el- Hanefiyye'den bildirdiğine göre Yâsin, Muhammed, demektir.

İbn Merdûye'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Yâsin, "Ey Muhammed" demektir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in değişik yolarla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Yâsin, "Ey insan" demektir.

Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî), İkrime ve Dahhâk'tan aynı rivâyette bulunmuştur.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Yâsin, Habeş diliyle "Ey insan" demektir.

İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre Yâsin, Habeş diliyle "Ey adam" demektir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Eşheb der ki: Mâlik b. Enes'e: "Kişiye, Yâsin ismi verilebilir mi?" diye sorduğumda: "Bana göre verilemez. Yüce Allah, "Yâsîn. (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur'ân'a andolsun ki'" yani: "Bu, Benim adımdır. Ben Kendime bu adı verdim, buyurmuştur" cevabını verdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Yâsîn. (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur'ân'a andolsun ki" âyetini açıklarken: "Allah, dilediği şeye kasem eder" deyip, "Âl-i Yâsîn'e selam olsun" âyetini okudu ve Muhammed'e selam olsun, diye açıkladı.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Yahyâ b. Ebî Kesîr, "Yâsîn. (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur'ân'a andolsun ki" âyetini açıklarken: Allah, bin âleme kasem edip, "Sen elbette dosdoğru bir yol üzere (peygamber) gönderilenlerdensin" buyurmaktadır" dedi.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ka'bu'l-Ahbâr der ki: Yâsin, Rabbinin kasemlerinden biridir. Yüce Allah: "Ey Muhammed! Ben mahlûkatı yaratmadan bin yıl önce sen peygamber olarak gönderilenlerdensin" buyurmaktadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde, "Yâsîn. (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur'ân'a andolsun ki, sen elbette dosdoğru bir yol üzere (peygamber) gönderilenlerdensin. Kur'ân, ataları uyarılmamış, bu yüzden de gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için mutlak güç sahibi, çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir" âyetini: "Kasem ederim ki, seni dosdoğru yol olan İslam üzere gönderdik. Bu Kur'ân, daha önce gelenleri uyarılmamış, bu yüzden gaflet içinde olan bir topluğu uyarman için güç ve merhamet sahibi Allah tarafından gönderilmiştir" şeklinde açıkladı.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Kur'ân, ataları uyarılmamış, bu yüzden de gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için mutlak güç sahibi, çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir'" âyetini açıklarken: "Âyette kastedilen Kureyş kabilesidir. Hazret-i Muhammed'den (sallallahü aleyhi ve sellem) önce ne onlara ne de atalarına peygamber gelmemişti" dedi.

İbn Cerîr'in İkrime'den bildirdiğine göre, (.....) âyetini: "Daha önce ataları uyarılan, buna rağmen gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için bu Kur'ân sana indirilmiştir" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Bazıları bu âyeti, "Daha önce ataları uyarılan, buna rağmen gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için bu Kur'ân sana indirilmiştir" şeklinde açıklamıştır. Bazıları ise: "Bu ümmete (Araplara) Hazret-i Muhammed'den (sallallahü aleyhi ve sellem) daha önce bir peygamber gönderilmedi" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk, "Andolsun, onların çoğu üzerine o söz (azap) hak olmuştur. Artık onlar iman etmezler" âyetini açıklarken: "Yüce Allah, ezelî ilmiyle onların iman etmeyeceklerini bilmiştir" dedi.

İbn Merdûye ve Ebû Nuaym Delâil'de, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), Mescid'de (Kâbe'de) açıktan Kur'ân okurdu. Kureyşliler onu yakalayıp eziyet etmek isteyince elleri boyunlarına asılı kaldı, gözleri de görmez oldu. Bunun üzerine Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Allah için ve aramızdaki akrabalık hakkı için -ki Kureyş'in bütün kollarının Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile bir akrabalığı vardı- bizi bu durumdan kurtarmanı istiyoruz" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dua edince bu hal onlardan gitti ve "Yâsîn. (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur'ân'a andolsun ki, sen elbette dosdoğru bir yol üzere (peygamber) gönderilenlerdensin. Kur'ân, ataları uyarılmamış, bu yüzden de gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için mutlak güç sahibi, çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir. Andolsun, onların çoğu üzerine o söz (azap) hak olmuştur. Artık onlar iman etmezler. Onların boyunlarına demir halkalar geçirdik, o halkalar çenelerine dayanmıştır. Bu sebeple kafaları yukarıya kalkık durumdadır. Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler. Onları uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar'" âyetleri nazil oldu. O topluluktan da kimse iman etmedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime der ki: Ebû Cehil: "Eğer Muhammed'i görürsem, onu şöyle şöyle yapacağım" deyince, "Yâsîn. (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur'ân'a andolsun ki, sen elbette dosdoğru bir yol üzere (peygamber) gönderilenlerdensin. Kur'ân, ataları uyarılmamış, bu yüzden de gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için mutlak güç sahibi, çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir. Andolsun, onların çoğu üzerine o söz (azap) hak olmuştur. Artık onlar iman etmezler. Onların boyunlarına demir halkalar geçirdik, o halkalar çenelerine dayanmıştır. Bu sebeple kafaları yukarıya kalkık durumdadır. Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler" âyetleri nazil oldu. Ebû Cehil'e: "İşte bu Muhammed'dir" diyorlar, Ebû Cehil ise: "Hani nerede, hani nerede?" diyor ve Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) göremiyordu.

Beyhakî Delâil'de, Süddî es-Sağîr vasıtasıyla, Kelbî'den, o Ebû Salih'ten İbn Abbâs'ın, "Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: Önlerine set konulanlardan kastedilen Kureyş kâfirleridir. Allah onların gözlerini perdelemiş ve böylece onlar da Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) göremedikleri için eziyet edememişlerdir. Aralarında Ebû Cehil ve Velîd b. el- Muğîre'nin de bulunduğu Mahzûmoğullarından bazıları Allah'ın Resûlü'nü öldürmek için saldırmışlardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kılarken, onun sesini duydular ve Velîd'i, onu öldürmesi için gönderdiler. Velîd gidip Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kıldığı yere varınca, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) okumasını duydu, ama kendisini göremedi ve geri dönüp onlara olanları bildirdi. Bunun üzerine onlar gelip Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kıldığı yere varınca kıraat sesini duydular. Sese doğru ilerlediklerinde, bu sefer sesin arkalarından geldiğini gördüler. Geriye geldiklerinde ise sesin bir daha arkalarından geldiğini gördüler. Böylece Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) öldüremeden geri döndüler. Yüce Allah'ın, "Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler" âyeti buna işaret etmektedir.

İbn İshâk, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebû Nuaym Delâil'de, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'nin şöyle dediğini bildirir: Aralarında Ebû Cehil'in de bulunduğu Kureyşliler Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kapısının yanında toplanıp: "Muhammed, eğer ona biat ederseniz, Arapların ve Acemlerin sultanları olacağınızı, öldükten sonra da Ürdün'deki bahçeler gibi bahçelerinizin olacağını, eğer ona biat etmezseniz, sizi boğazlayacağını ve öldükten sonra dirilip Cehennemde azâb göreceğinizi iddia ediyor" dediler. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) evinden çıkıp, eline bir avuç toprak aldı ve: "Evet Ben böyle söylüyorum. (Ey Ebû Cehil) Sen de bunlardan birisin" buyurdu. Allah onların gözlerini kapadı ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) göremez oldular, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) de, "Yâsîn. (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur'ân'a andolsun ki, sen elbette dosdoğru bir yol üzere (peygamber) gönderilenlerdensin. Kur'ân, ataları uyarılmamış, bu yüzden de gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için mutlak güç sahibi, çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir. Andolsun, onların çoğu üzerine o söz (azap) hak olmuştur. Artık onlar iman etmezler. Onların boyunlarına demir halkalar geçirdik, o halkalar çenelerine dayanmıştır. Bu sebeple kafaları yukarıya kalkık durumdadır. Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler" âyetlerini okuyarak elindeki toprağı onların başına serpmeye başladı. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyetleri okumayı bitirince, başına toprak serpilmemiş kimse kalmadı ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) istediği yere gitmek üzere oradan ayrıldı.

Onların yanına bir kişi gelip: "Ne bekliyorsunuz?" diye sorunca, onlar: "Muhammed'i bekliyoruz" cevabını verdiler. O adam: "Allah bu çabanızı boşa çıkarsın! Vallahi Muhammed karşınıza çıktı ve hepinizin başına toprak serperek gitmek istediği yere gitti. Halinizi görmüyor musunuz!" deyince, hepsi de elini başına götürdü ve başlarında toprak olduğunu görüp: "Bize bunu (Muhammed'in gittiğini) söyleyen doğru söylemiş" dediler.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre hayvanalara gem vurulduğu gibi onlara da, göğüsleriyle çeneleri arasını kapatacak şekilde gem vurulmuştur.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, bu âyeti (=Şüphe yok ki Biz, onların sağ ellerine... koyduk) şeklinde okumuştur.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi, ellerinin boyunlarında, çenelerinin altında toplanmış olması mânâsındadır.

Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona, (.....) âyetinin mânâsını sorunca, İbn Abbâs: "Burnu havada olmak, kibirlenmek ve başı yukarı doğru kaldırmak" cevabını verdi. Nâfi: "Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: "Tabi ki! Yoksa şairin:

"Ve biz o geminin kenarlarında oturuyor,

Başlarını yukarı doğru kaldırmış develer gibi gözlerimizi kapatıyorduk" dediğini bilmez misin?

Harâitî'nin Mesâviu 'l-Ahlâk'ta bildirdiğine göre Dahhâk, "Onların boyunlarına demir halkalar geçirdik, o halkalar çenelerine dayanmıştır. Bu sebeple kafaları yukarıya kalkık durumdadır" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Âyetteki halkalardan kasıt onların cimriliğidir. Allah, onların Allah yolunda infak etmelerine engel olmuş ve hidâyeti göremez olmuşlardır."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Bu âyet bazı kıraatlerde (.....) şeklindedir ve: "Her hayırdan alıkonulmuşlardır" mana sındadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Bu sebeple kafaları yukarıya kalkık durumdadır" âyeti: "Başlarını kaldırmışlar ve elleri ağızlarının üzerindedir" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuştur.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler" âyetini açıklarken: "Müşrikler, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından geçiyorlar, ama onu göremiyorlardı" demiştir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Kureyşliler ona eziyet etmek için Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kapısının önünde toplanıp beklemeye başladılar. Bu durum Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ağırına gidince Cibrîl, Yâsin Süresiyle gelip, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) onların yanına çıkmasını emretti. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bir avuç toprak alıp, bu sureyi okuyarak ve başlarına toprak serperek çıktı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) oradan ayrılıp gidene kadar müşrikler kendisini görmediler ve ellerini başlarına götürüp toprağı gördüler. Kendilerinden olan biri gelip: "Neden burada oturuyorsunuz?" diye sorunca: "Muhamıned'i bekliyoruz" cevabını verdiler. Bunun üzerine o kişi: "Onun Mescid'e girdiğini gördüm. Kalkınız, (Muhammed) size sihir yapmış" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: Kureyşliler toplanıp Utbe b. Rebîa'yı göndererek: "Şu adama (Allah'ın Resûlü'ne) git ve ona şöyle de: "Kavmin diyor ki; Sen büyük bir işle geldin ve atalarımız geldiğin şey üzere değildi. Bizden de hiç kimse sana uymayacak. Eğer bu yaptığını bir ihtiyaçtan dolayı yaptıysan ve mal istiyorsan, kavmin senin için mal toplayıp versin ve bu yaptıklarını bırakıp atalarının dinine dön." Utbe, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gidip kendisine söylenenleri aktararak sözlerini bitirip susunca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona şu âyetleri okudu: "Ha, Mim. (Kur'ân) Rahmân ve Rahîm olan Allah katından indirilmiştir. (Bu,) bilen bir kavim için, âyetleri Arapça okunarak açıklanmış bir kitaptır. Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi. Artık dinlemezler. Ve dediler ki: Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, biz de yapmaktayız! De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilâhınızın bir tek iilâh olduğu vahy olunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay haline! Onlar zekâtı vermezler; âhireti inkâr edenler de onlardır. Şüphesiz iman edip iyi iş yapanlar için tükenmeyen bir mükâfat vardır. De ki: Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkâr edip O'na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir. O, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti. Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: isteyerek veya istemeyerek, gelin! dedi. İkisi de «İsteyerek geldik» dediler. Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, azız, alîm Allah'ın takdiridir. Eğer onlar yüz çevirirlerse de ki: İşte sizi Âd ve Semûd'un başına gelen kasırgaya benzer bir kasırgaya karşı uyarıyorum!'"

Utbe, kavmine dönüp olanları anlattı ve: "Bana öyle şeyler söyledi ki, o söyledikleri ne şiirdir, ne de sihirdir; ama acaib sözlerdir ve insan sözü değildir" dedi. Bunun üzerine Kureyşliler onu ayıplayıp: "Hepimiz onun yanına gidelim" dediler. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girmek üzereyken, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) karşılarına çıkıp kendilerine doğru yöneldi ve yanlarında durup, "Yâsîn. (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur'ân'a andolsun ki, sen elbette dosdoğru bir yol üzere (peygamber) gönderilenlerdensin. Kur'ân, ataları uyarılmamış, bu yüzden de gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için mutlak güç sahibi, çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir. Andolsun, onların çoğu üzerine o söz (azap) hak olmuştur. Artık onlar iman etmezler. Onların boyunlarına demir halkalar geçirdik, o halkalar çenelerine dayanmıştır. Bu sebeple kafaları yukarıya kalkık durumdadır. Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler" âyetlerini okudu. Allah onların ellerini boyunlarına vurdu, önlerine ve arkalarına set çekti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) toprak alıp onların başına serperek yanlarından ayrıldı ve onlar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine ne yaptığını anlayamadılar. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) yanlarından gidince düştükleri hali gördüler ve: "Sihirde ondan daha iyisini görmedik. Bakın, bize ne yaptı!" dediler.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre Kureyş'ten bazıları Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) suikast düzenlemek için anlaştılar ve bunun için (Allah'ın Resûlü'nün evinin önüne) geldiler. Allah, onların önlerine karanlıktan bir set ve arkalarına da karanlıktan bir set çekti. Böylece Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) göremediler.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime der ki: Kureyş müşriklerinden bazıları: "Eğer Muhammed'i görürsem ona şöyle şöyle yapacağım" diyorlardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid'de (Kâbe çevresinde) bulunan ve böyle diyen kişilerin yanına gelip, "Yâsîn. (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur'ân'a andolsun ki, sen elbette dosdoğru bir yol üzere (peygamber) gönderilenlerdensin. Kur'ân, ataları uyarılmamış, bu yüzden de gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için mutlak güç sahibi, çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir. Andolsun, onların çoğu üzerine o söz (azap) hak olmuştur. Artık onlar iman etmezler. Onların boyunlarına demir halkalar geçirdik, o halkalar çenelerine dayanmıştır. Bu sebeple kafaları yukarıya kalkık durumdadır. Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler'" âyetlerini okudu. Sonra toprak alıp başlarına serpmeye başladı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu yaparken içlerinden kimse ne başını kaldırıp ona bakabildi, ne de bir kelime konuşabildi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) oradan ayrılınca, başlarındaki ve sakallarındaki toprağı silkeleyip: "Vallahi duymadık, vallahi görmedik, vallahi anlamadık" dediler.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Kendileriyle hak arasına bir set çekildi ve tereddüd içinde kaldılar. Gözleri kapatıldı ve ne önlerinden ne de arkalarından artık hakkı göremez oldular."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen set, dalalet mânâsındadır ve bu kişiler dalaletleri sebebiyle hidâyetten faydalanamazlar.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Allah, onlarla İslam ve iman arasına bir set çekti ve artık onlar İslam'a teslim olamazlar" dedikten sonra "Onları uyarsan da uyarmasan da birdir, inanmazlar" âyetini okudu ve: "Allah kimin iman etmesine engel olursa, bu kişi iman edemez" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbrahim en-Nehaî, bu âyeti, (.....) şeklinde okurdu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuştur.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Sen ancak, Kur'ân'a uyan ve görmediği halde Rahman'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. Artık o kimseyi, bağışlanma ve cömertçe verilecek bir ecirle müjdele" âyetini açıklarken: "Zikre uymak, Kur'ân'a uymak demektir. Görmediği halde Rahman'dan korkmak ise Allah'ın azabından korkmaktır. Müjdelenen ecir ise Cennettir" demiştir.

12

"Şüphesiz biz, ölüleri mutlaka diriltiriz. Onların yaptıklarını ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Biz, her şeyi apaçık bîr kitapta (Levh-ı Mahfuz'da) bîr bir kaydetmişizdir."

Abdurrezzâk, Tirmizî, Bezzâr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, Ebû Saîd el-Hudrî'nin şöyle dediğini bildirir: Medine'nin ücra yerinde olan Selemeoğulları, Mescid'in yakınına taşınmak isteyince, "Şüphesiz biz, ölüleri mutlaka diriltiriz. Onların yaptıklarını ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Biz, her şeyi apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da) bir bir kaydetmişizdir" âyeti nazil oldu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları çağırıp: "Sizin (Mescide gelmek için) attığınız adımlar yazılıyor" buyurdu. Bunun üzerine onlar yerlerini değiştirmekten vazgeçtiler.'

Firyâbî, Ahmed Zühd'de, Abd b. Humeyd, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Ensar'ın evler, mescide uzak olduğu için taşınıp Mescide yakın bir yerde oturmak istediler. Bunun üzerine, "Şüphesiz biz, ölüleri mutlaka diriltiriz. Onların yaptıklarını ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Biz, her şeyi apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da) bir bir kaydetmişizdir" âyeti nazil olunca: "O zaman yerimizde kalırı" dediler.

Müslim, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Selemeoğulları evlerini satıp Mescid'e yakın bir yere taşınmak isteyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Selemeoğulları! Yerlerinizde kalınız. (Mescid'e gelmek için) attığınız adımlar (sevap olarak) yazılıyor" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), Selemeoğuliarının evlerini satıp Mescid'e yakın bir yere taşınmak istediğini duyunca, Medine'nin ıssız olmasını istemedi ve: "Ey Selemeoğulları! Mescid'e gelirken attığınız adımların yazılmasını istemez misiniz?" buyurdu. Onlar da: "İsteriz" deyip yerlerinde kaldılar.

İbn Ebî Hâtim'in Enes'ten bildirdiğine göre "Onların yaptıklarını ve bıraktıkları eserlerini yazarız..." âyetinden kastedilen, Cuma namazına gitmek için atılan adımlardır.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Müslim, Ebû Dâvud, İbn Mâce ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b der ki: Bir adam vardı;

Medinelilerin içinde müslümanlardan evi Mescid'e onunkinden daha uzak olan bir kimseyi tanımıyorum. Bu adam her zaman Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasında namaz kılardı. Kendisine: "Karanlıkta ve şiddetli sıcaklarda binmek için bir eşek alsan" denilince, adam: "Vallahi, evimin Mescid'e bitişik olması beni sevindirmez" karşılığını verdi. Hâdise Allah'ın Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirilince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) adama bunun sebebini sordu. Adam: "Ey Allah'ın Resûlü! Ben Mescid'e gidişimin ve ailemin yanına dönüşümün benim lehime (sevab olarak) yazılmasını istedim" cevabını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah bütün bunları sana verdi, Allah senin istediğin şeylerin hepsini sana verdi" buyurdu.

İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Sizden biri, Mescid'e gitmek için evinden çıktığı anda bir adımına karşılık sevap yazılır, diğer adımına karşılık ta günahı silinir."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mesrûk der ki: "Kişinin (mescide gitmek için) attığı her adımda Allah ona ya bir sevap yazar veya bir günahını siler."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvud, İbn Mâce, Hâkim ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mescide daha uzak olanın sevabı daha büyüktür" buyurdu.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen, yaptıkları, kelimesinden kastedilen amelleri, bıraktıklarından kasıt ise attıkları adımlardır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Eğer yüce Allah, insanın bıraktığı herhangi bir şeyden gafil olsaydı, şu rüzgarların sildiği izlerden habersiz olurdu. Ama Allah, Âdemoğlunun bütün adımlarını ve amellerini saymış, bu adımlarının Allah'a itaat yolunda mı, yoksa isyan yolunda mı atıldıklarını kaydetmiştir. Sizden biriniz Allah yolunda eser bırakmak isterse onu yapsın.'"

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, "Onların yaptıklarını ve bıraktıkları eserlerini yazarız..." âyetini: "Onların, hayattayken ortaya çıkarıp, ölümlerinden sonra insanların yapmaya devam ettikleri şeyleri yazarız" şeklinde açıkladı.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Onların yaptıklarını ve bıraktıkları eserlerini yazarız..." âyetini: "Yaptıkları hayırları ve (öldükten sonra) geriye bıraktıkları dalaletleri yazarız" şeklinde açıkladı.

İbn Hibbân ve İbn Ebî Hâtim'in Cerîr b. Abdillah el-Becelî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim güzel bir çığır başlatırsa ona hem kendi ecri, hem de ecirlerinden hiç bir şey eksilmeksizin kendisinden sonra o işi yapanların ecri vardır. Kim de kötü bir çığır başlatırsa, ona hem kendi günahı, hem de günahlarında hiçbir şey eksiltilmeksizin kendisinden sonra o işi yapanların günahı vardır" buyurduktan sonra "Onların yaptıklarını ve bıraktıkları eserlerini yazarız..." âyetini okudu.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'd-Durays Fadâilu'l-Kur'ân'da, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Biz, her şeyi apaçık bir kitapta bir bir kaydetmişizdir" buyruğundaki kitaptan kasıt, Ümmü'l-Kitâb'dır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre Kur'ân'da, (.....) şeklinde geçen her ibare "Kitab'dadır" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd'in İbrâhim'den bildirdiğine göre âyette geçen imâm kelimesi, Kitap mânâsındadır.

13

Bkz. Ayet:29

14

Bkz. Ayet:29

15

Bkz. Ayet:29

16

Bkz. Ayet:29

17

Bkz. Ayet:29

18

Bkz. Ayet:29

19

Bkz. Ayet:29

20

Bkz. Ayet:29

21

Bkz. Ayet:29

22

Bkz. Ayet:29

23

Bkz. Ayet:29

24

Bkz. Ayet:29

25

Bkz. Ayet:29

26

Bkz. Ayet:29

27

Bkz. Ayet:29

28

Bkz. Ayet:29

29

"Onlara şu kasaba halkını örnek göster: Hani oraya elçiler gelmişti. O zaman Biz, onlara iki elçi göndermiştik de onlar bu ikisini de yalanlamıştı. Biz de üçüncü bir kişi ile (onları) desteklemiştik. Hep birlikte: «Elbette biz size gönderilmişizdir» dediler. Dediler ki: «Siz ancak bizim gibi birer insansınız. Rahman da hiçbir şey indirmemiştir. Siz ancak yalan söylersiniz.» Dediler ki: «Rabbimiz bizim gerçekten size gönderilmiş kimseler olduğumuzu biliyor. Bize düşen apaçık tebliğden başkası değildir.» Dediler ki: «Gerçekten biz sizi uğursuz belledik. Şayet vazgeçmezseniz sizi elbette taşlarız ve hiç şüphesiz size bizden çok acıklı bir azab dokunur.» Dediler ki: «Sizin uğursuzluğunuz sizinle birliktedir. Size öğüt verilirse de mi? Hayır, sîz haddi aşan bir topluluksunuz.» Derken şehrin uzak bir yerinden bir adam koşarak gelip: «Ey kavmim! Elçilere tâbi olun» dedi. «Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun. Hem onlar hidayet bulmuş kimselerdir. Ben, beni yaratana ne diye ibadet etmeyecek inişim? Üstelik siz yalnız O'na döndürüleceksiniz. Ben Ondan başka bir takım ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahman bana bir zarar vermek dilerse, onların şefaatinin bana hiçbir faydası olmaz ve onlar beni kurtaramazlar. Bu takdirde ben muhakkak apaçık bir sapıklık içinde olurum. şüphesiz ben Rabbinize iman ettim. Artık bana kulak verin.» (Ona): «Cennete gir denildi.» Dedi ki: «Keşke kavmim bilse idi; Rabbimin bana mağfiret ettiğini ve beni ikram olunanlardan kıldığını.» Ondan sonra Biz, kavminin üzerine gökten hiçbir ordu indirmedik, indirecekler de değildik. O ancak tek bir çığlıktan ibaretti. Hemen sönmüş (kor gibi) oldular."

Firyâbî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Onlara şu kasaba halkını örnek göster..."' buyruğunda kastedilen kasaba Antakya'dır.

İbn Ebî Hâtim'in Bureyde'den bildirdiğine göre "Onlara şu kasaba halkını örnek göster..."' buyruğunda kastedilen kasaba Antakya'dır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in İkrime'den bildirdiğine göre "Onlara şu kasaba halkını örnek göster..." buyruğunda kastedilen kasaba Antakya'dır.'

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Onlara şu kasaba halkını örnek göster: Hani oraya elçiler gelmişti" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bize bildirildiğne göre bu, Roma kasabalarından biridir. Hazret-i İsa (aleyhisselam) bu kasabaya iki adam göndermişti ve kasaba halkı onları yalanlamışlardı."

İbn Sa'd ve İbn Asâkir'in Kelbî vasıtasıyla Ebû Sâlih'ten, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Mûsa ve Hazret-i İsa (aleyhimesselam) arasında bin dokuz yüz yıl vardır ve bu arada peygambersiz dönem geçmemiştir. İkisi arasında, başkaları dışında isrâiloğullarından bin peygamber gönderilmiştir. Hazret-i İsa'nın doğumu ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arasında altı yüz doksan altı yıl vardır. Bu dönemin başında üç peygamber gönderilmiştir. "O zaman Biz, onlara iki elçi göndermiştik de onlar bu ikisini de yalanlamıştı. Biz de üçüncü bir kişi ile (onları) desteklemiştik" âyeti buna işaret etmektedir. Âyette, destekçi olarak gönderildiği söylenen kişi Şem'ûn'dur. Bu kişi Havarilerdendi. Allah'ın Resûlü'nden (sallallahü aleyhi ve sellem) önce, peygamber gönderilmeyen fetret dönemi dört yüz otuz dört yıldır.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "O zaman Biz, onlara iki elçi göndermiştik de onlar bu ikisini de yalanlamıştı. Biz de üçüncü bir kişi ile (onları) desteklemiştik" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bana bildirildiğine göre Hazret-i İsa, Antakya halkına Havarilerden iki adam gönderdi, onların peşinden de üçüncü kişiyi gönderdi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, "O zaman Biz, onlara iki elçi göndermiştik de onlar bu ikisini de yalanlamıştı. Biz de üçüncü bir kişi ile (onları) desteklemiştik" âyetini açıklarken: "Aleyhlerindeki hüccetin daha kuvvetli olması için iki kişiden sonra üçüncüyü gönderdik. Bunlar kasaba halkına gidip Allah'a iman etmeye ve sadece Ona ibadet edip, hiç kimseyi Ona ortak koşmamaya davet ettiler ama kasaba halkı onları yalanladılar."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şuayb el-Cebâî der ki: "Gönderilen iki elçinin ismi, Şem'ûn ve Yuhanna idi. Üçüncüsü ise Pavlus idi."

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, kuvvetlendirdik, mânâsındadır."'

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, bu âyeti, (.....) şeklinde şeddesiz olarak okumuştur.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, "O zaman Biz, onlara iki elçi göndermiştik de onlar bu ikisini de yalanlamıştı. Biz de üçüncü bir kişi ile (onları) desteklemiştik" âyetini açıklarken şöyle dedi: Şem'ûn ve Yuhanna'ya destek olarak gönderilen üçüncü kişi Pavlus'tur. Söylendiğine göre bunların üçü de öldürüldü. İman ettiğini gizleyen Habib gelip: "Ey kavmim! Elçilere tâbi olun" dedi. Kasaba halkı, Habîb'in, iman ettiğini açığa vurduğunu anlayınca, Habîb: "Şüphesiz ben Rabbinize iman ettim. Artık bana kulak verin" dedi. Habîb, marangozluk yapmaktaydı. Onu bir kuyuya attılar. Bu kasaba, Ress kasabasıdır.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre, Katâde, "Dediler ki: «Gerçekten biz sizi uğursuz belledik. Şayet vazgeçmezseniz sizi elbette taşlarız ve hiç şüphesiz size bizden çok acıklı bir azab dokunur.» Dediler ki: Sizin uğursuzluğunuz sizinle birliktedir. Size öğüt verilirse de mi? Hayır, siz haddi aşan bir topluluksunuz»" âyetini açıklarken şöyle dedi: Kasaba halkı: "Sizin yüzünüzden bize kötülük isabet etti. Eğer vazgeçmezseniz sizi taşlarla taşlarız" dediler. Bunun üzerine elçiler: "Sizin amelleriniz sizinledir. Size Allah'ı hatırlattığımız için bizi uğursuz mu saydınız" karşılığını verdiler.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid, (.....) kelimesinin, "Size hakaret edip sövüp sayacağız" demek olduğunu söyleyip: "Kur'ân'da geçen her recm sözü, sövmek mânâsındadır. "Sizin uğursuzluğunuz sizinle birliktedir..." âyeti ise: "Size takdir edilen başınıza gelecektir" mânâsındadır.

İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre, (.....) âyeti,

"Uğursuzluğunuz sizinle birliktedir" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Yahya b. Vessâb, bu âyeti, (.....) şeklinde esre olarak okumuş, Zirr b. Hubeyş ise (.....) şeklinde üstün olarak okumuştur.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre, "Derken şehrin uzak bir yerinden bir adam koşarak gelip: "Ey kavmim! Elçilere tâbi olun" dedi" âyetinde kastedilen kişi, Habîb en-Neccâr'dır.

Abd b. Humeyd, Mücâhid'den aynı rivâyette bulunmuştur.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Miclez: "Yasîn Sûresinde bahsedilen kişinin adı Habîb b. Murâ'dır" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in başka bir kanalla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Yasîn Sûresinde bahsedilen kişinin adı Habîb'dir ve cüzzâm hastalığına yakalanmıştı.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Derken şehrin uzak bir yerinden bir adam koşarak gelip: "Ey kavmim! Elçilere tâbi olun" dedi"' âyetini açıklarken şöyle dedi: Bana bildirildiğine göre, mağarada Allah'a ibadet eden Habîb adındaki bir adam Hazret-i İsa'nın (aleyhisselam) Antakya'ya gönderdiği elçilerden haberdar olup yanlarına geldi ve: "Bir ücret istiyor musunuz?" diye sordu. Onlar: "Hayır" cevabını verince, Habîb, kavmine: "Ey kavmim! Elçilere tâbi olun. Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun. Hem onlar hidayet bulmuş kimselerdir. Ben, beni yaratana ne diye ibadet etmeyecek mişim? Üstelik siz yalnız O'na döndürüleceksiniz. Ben Ondan başka bir takım ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahman bana bir zarar vermek dilerse, onların şefaatinin bana hiçbir faydası olmaz ve onlar beni kurtaramazlar. Bu takdirde ben muhakkak apaçık bir sapıklık içinde olurum. Şüphesiz ben Rabbinize iman ettim. Artık bana kulak verin" dedi. Bunun üzerine kavmi kendisini taşlayınca: "Ey Rabbim! Kavmime hidayet ver, onlar bilmiyorlar" dedi. Kavmi, Habîb'i öldürünceye kadar taşlayıp, Cennete girdiği zaman ise: "Keşke kavmim bilse idi; Rabbimin bana mağfiret ettiğini ve beni ikram olunanlardan kıldığını Ondan sonra Biz, kavminin üzerine gökten hiçbir ordu indirmedik, indirecekler de değildik. O ancak tek bir çığlıktan ibaretti. Hemen sönmüş (kor gibi) oldular" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in Ömer b. el-Hakem'den bildirdiğine göre, "Derken şehrin uzak bir yerinden bir adam koşarak gelip: «Ey kavmim! Elçilere tâbi olun» dedi" âyetinde kastedilen kişi (Habîb) kunduracıydı.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre, "Derken şehrin uzak bir yerinden bir adam koşarak gelip: «Ey kavmim! Elçilere tâbi olun» dedi" âyetinde kastedilen kişi (Habîb) kunduracıydı.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre, "Derken şehrin uzak bir yerinden bir adam koşarak gelip: «Ey kavmim! Elçilere tâbi olun» dedi'" âyetinde kastedilen kişi (Habîb) kassardı (elbise ağartan).

İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre, "Derken şehrin uzak bir yerinden bir adam koşarak gelip: «Ey kavmim! Elçilere tâbi olun» dedi" âyetinde kastedilen kişi (Habîb) çiftçiydi.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Ka'b(u'l-ahbâr)'dan bildirdiğine göre İbn Abbâs, ona Ress ashabını sorunca şöyle cevap verdi: Siz Araplar kuyuya , mezara ve hendeğe Ress dersiniz. Yerde hendekler kazdılar ve Yâsin sûresinde zikredilen elçiler(in atılması için) içinde ateş yaktılar. Allah, bir peygambere hem nübüvvet, hem risalet verince, onu insanlara karşı korur, nebiler ise öldürülürdü. Şehrin uzağındaki adam elçilere yapılacaklardan haberdar olunca onlara yetişip iman ettiğine dair şahit olmaları için koşarak geldi ve kavmine dönüp: "Ey kavmim! Elçilere tâbi olun. Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun. Hem onlar hidayet bulmuş kimselerdir. Ben, beni yaratana ne diye ibadet etmeyecek mişim? Üstelik siz yalnız O'na döndürüleceksiniz. Ben Ondan başka bir takım ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahman bana bir zarar vermek dilerse, onların şefaatinin bana hiçbir faydası olmaz ve onlar beni kurtaramazlar. Bu takdirde ben muhakkak apaçık bir sapıklık içinde olurum" dedi. Sonra elçilere dönüp, onları iman ettiğine dair şahit tutmak için: "Rabbinize iman ettim. Artık bana kulak verin" dedi. Bunun üzerine Habîb alınıp ateşe atıldı. Yüce Allah, ona: "Cennete gir" buyurunca, o: "Keşke kavmim bilse idi; Rabbimin bana mağfiret ettiğini ve beni ikram olunanlardan kıldığını" dedi.

Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: Yâsin Sûresinde bahsedilen kişi, "Ey kavmim! Elçilere tâbi olun" deyince, onu boğarak öldürdüler. Bu sırada o elçilere dönüp: "Rabbinize iman ettim. Artık bana kulak verin" yani "bana şahitlik edin" dedi.'

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "(Ona): Cennete gir, denildi. Dedi ki: Keşke kavmim bilse idi" âyetini, "Cennet kendisine vacib olunca (Cennete girmeyi hak ettiğini anlayınca) ve kendisine verilen sevabı görünce: "Keşke kavmim bilse idi" dedi" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, "Ondan sonra Biz, kavminin üzerine gökten hiçbir ordu indirmedik, indirecekler de değildik" âyetini: "Onları helak etmek için ne ordu, ne de asker göndermeye ihtiyaç duymadık. Bizim için onları helak etmek, üzerlerine bir kalabalık gönderilmeyecek kadar basittir" şeklinde açıkladı.

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk, "Ondan sonra Biz, kavminin üzerine gökten hiçbir ordu indirmedik, indirecekler de değildik" âyetini: "Onlar için ne semadan, ne de yerden bir ordu çıkarmadım" şeklinde açıkladı.

Ebû Ubeyd, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Şîrîn der ki: Bu âyet, İbn Mes'ûd'un kıraatinde (.....) şeklindedir. Bizim kıraatimizde ise (.....) şeklindedir.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, ölmek mânâsındadır.

Taberânî ve İbn Merdûye zayıf isnâdla İbn Abbâs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Önde gidenler üçtür: Hazret-i Mûsa'nın (kavminden) önde gideni Yûşa b. Nûn, Hazret-i İsa'nın (kavminden) önde gideni Yâsin Sûresinde bahsedilen kişi, Hazret-i Muhammed'in önde gideni ise Ali b. Ebî Tâlib'dir."

İbn Asâkir, Sadaka el-Kureşî vasıtasıyla bir adamdan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Ebû Bekr es-Sıddîk, peygamberler, Yâsin Sûresinde bahsedilen iman eden kişi ve Firavun'un ailesinden iman eden kişi dışındaki yeryüzünün bütün insanlarından daha hayırlıdır. "

İbn Adiyy ve İbn Asâkir, Câbir'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şu üç kişi kesinlikle Allah'ı inkar etmediler. Yâsin Sûresinde iman ettiği söylenen kişi, Ali b. Ebî Tâlib ve Firavun'un hanımı Âsiye" buyurdu.

İbnu'n-Neccâr Tarih'te, İbn Abbâs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Sıddîkler üç tanedir: Firavun'un kavminden iman eden Hezekîl, Yâsin Sûresinde bahsedilen Habîb en-Neccâr ve Ali b. Ebî Tâlib."

Ebû Nuaym, İbn Asâkir ve Deylemî, Ebû Leylâ'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Sıddîkler üç tanedir: Yâsin Sûresinde bahsedilen ve «Ey kavmim! Elçilere tâbi olun» diyen Habîb en-Neccâr, Firavun'un kavminden iman eden ve «Rabbim Allah'tır diyen bir adamı mı öldüreceksiniz» diyen Hezekîl ve Ali b. Ebî Tâlib. Ali b. Ebî Tâlib buların en üstünüdür. "

Hâkim ve Beyhakî Delâil'de Urve'nin şöyle dediğini bildirir: Urve b. Mes'ûd es-Sekafî Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldikten sonra kavmine dönmek için izin isteyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onlar seni öldürürler" buyurdu. Urve: "Beni uyurken görseler dahi uyandırmazlar" deyip kavmine dönerek onları İslam'a davet etti. Bunun üzerine kavmi onu dinlemeyip kendisine her türlü ezayı yaptılar. Tan ağarınca odasının üzerine çıkıp namaz için ezan okudu ve şehadet getirdi. Sakîf kabilesinden bir adam kendisine ok atarak öldürdü. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Urve'nin öldürüldüğünü duyunca: "Urve b. Mes'ûd, Yâsin Sûresinde bahsedilen kişiye benzer. O, kavmini Allah'a davet etti, onu öldürdüler" buyurdu.

İbn Merdûye, Muğîre b. Şu'be'nin hadisinden mevsûl olarak aynı mânâda bir hadis rivayet etti.

Abd b. Humeyd ve Taberânî'nin Miksem'den bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), Urve b. Mes'ûd'u Tâif'e, kavmi olan Sakîf kabilesine gönderdi. Urve onları İslam'a davet edince, bir adam kendisine bir ok atarak öldürdü. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yâsin Sûresinde bahsedilen kişiye ne kadar çok benziyor" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Âmir eş-Şa'bî der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetinden üç kişiyi benzeterek şöyle buyurdu: "Dihyetu'l- Kelbî Cibril'e benziyor. Urve b. Mes'ûd es-Sekafî İsa b. Meryem'e benziyor. Abduluzza ise Deccâl'a benziyor."

30

"Yazık o kullara! Kendilerine bir peygamber gelmezdi ki, onunla alay ediyor olmasınlar."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti: "Vay kulların haline" mânâsındadır.

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve İbnu'l-Enbârî'nin el-Mesâhifte bildirdiğine göre ibn Abbâs bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Yazık o kullara!" âyetini açıklarken: "Onlar peygamberleri alaya aldıkları için nasıl üzülecekler ve perişan olacaklardır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Yazık o kullara!" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Kulların, Allah'ın emirlerinden ihmal ettikleri şeyler ve Allah yanında (kullukta) yaptıkları kusurlardan dolayı kendilerine yazıklar olsun. Bu âyet bazı kıraatlerde (.....) şeklindedir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Yazık o kullara!" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Kullar, kendilerine gelen her peygamberle alay etmelerinden dolayı kıyamet günü pişman olacaklar."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Yazık o kullara!" âyetini: "Onlara yazıklar olsun" şeklinde açıklamıştır.

Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir'in Hârun'dan bildirdiğine göre bu âyet, Ubey b. Ka'b'in kıraatinde (.....) şeklindedir.

31

Bkz. Ayet:32

32

"Kendilerinden önce nice nesilleri helâk ettiğimizi; onların artık kendilerine dönmeyeceklerini görmediler mi? Onların hepsi de mutlaka toplanıp (hesap için) huzurumuza çıkarılacaklardır."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre "Kendilerinden önce nice nesilleri helâk ettiğimizi; onların artık kendilerine dönmeyeceklerini görmediler mi? Onların hepsi de mutlaka toplanıp (hesap için) huzurumuza çıkarılacaklardır"' âyetinde helak edilen kavimlerden kasıt, Âd, Semûd ve bunlar arasında geçen birçok kavimdir. Hesap için huzura çıkarılacakları gün de kıyamet günüdür.

İbn Ebî Hâtim'in, Hârun vasıtasıyla bildirdiğine göre A'rec ve Ebû Amr, "Onların artık kendilerine dönmeyeceklerini görmediler mi?" âyetini açıklarken: "Artık kendilerinden önce gelen nesillerin tekrar dünyaya dönmeyecekleri konusunda ihtilaf yoktur" dediler.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Ebû İshâk'tan bildirdiğine göre İbn Abbâs'a: "Bazı insanlar, Hazret-i Ali'nin kıyamet gününden önce tekrar (dünyaya) gönderileceğini iddia ediyorlar" denilince, bir müddet sustu, sonra şöyle dedi: "O zaman bizler ne kadar kötü bir topluluğuz! Çünkü biz, Hazret-i, Ali'nin Ölümünden sonra karılarını nikâh ettik, mirasını taksim ettik. Yüce Allah'ın, "Kendilerinden önce nice nesilleri helâk ettiğimizi; onların artık kendilerine dönmeyeceklerini görmediler mi?" âyetini okumuyor musunuz?"

33

Hem ölü (kurumuş) arz, (kudretimize ve ölüleri dirilttiğimize delâlet eden) bir alâmettir onlara: Biz ona (yağmur sebebiyle) hayat verdik; ondan daneler çıkardık da ondan yiyip duruyorlar.

34

Biz o arzda hurmalıklardan, üzüm bağlarından çeşitli bahçeler yaptık; içlerinde gözeler kaynattık (nehirler akıttık).

35

"Meyvesinden yesinler diye. Halbuki onu elleri yapmamıştır. Hâlâ şükretmezler mi?"

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, bu âyeti, " şeklinde okumuştur.'

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Halbuki onu elleri yapmamıştır. Hâlâ şükretmezler mi?" âyetini: "Onlar bunları, yani Dicle Fırat, Bele nehri ve benzerlerini hazır buldular. Kendileri yapmadılar. Hala buna şükretmiyorlar mı?" şeklinde açıklamıştır.

36

"Yerin bitirdiği şeylerden, insanların kendilerinden ve (daha) bilemedikleri (nice) şeylerden, bütün çiftleri yaratanın şanı yücedir."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Yerin bitirdiği şeylerden, insanların kendilerinden ve (daha) bilemedikleri (nice) şeylerden, bütün çiftleri yaratanın şanı yücedir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Âyetteki çiftlerden kastedilen bütün sınıflardır. Melekler bir sınıf, insanlar bir sınıf, cinler bir sınıf, yeryüzünün bitirdiği şeyler de bir sınıf ve kuşların her cinsi bir sınıftır. Yüce Allah bunları yukarıdaki âyetle açıklamıştır. Bilmedikleri şeyden kasıt ise, Allah'tan başka kimsenin bilmediği ruhtur. Ruhu Allah'tan başka, ne melekler, ne başka yaratıklar bilirler."

37

"Gece de onlar için bir delildir. Gündüzü ondan çıkarırız, bir de bakarsın karanlık içinde kalmışlardır."

İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Gece de onlar için bir delildir.

Gündüzü ondan çıkarırız, bir de bakarsın karanlık içinde kalmışlardır'" âyetinden kastedilen, Yüce Alah'ın, gece ve gündüzün birinden diğerini çıkarmasıdır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Katâde'den bildirdiğine göre "Gece de onlar için bir delildir..." âyetiyle, "Allah geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katar..." âyeti aynıdır.

38

"Güneş de kendi yörüngesinde akıp gitmektedir. Bu, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen Allah'ın takdiri (düzenlemesi)dir."

Abd b. Humeyd, Buhârî, Tirmizî, İbn Ebî Hâtim, el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Ebû Zer'in şöyle dediğini bildirir: Güneş batarken Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber Mescid'deydim. Bana: "Ey Ebû Zer! Güneş'in nereye gittiğini biliyor musun?" diye sorunca, ben: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" cevabını verdim. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Gidip Arş'ın altında secde eder, "Güneş de kendi yörüngesinde akıp gitmektedir" âyeti buna işaret etmektedir" buyurdu.

Saîd b. Mansûr, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Zer der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), "Güneş de kendi yörüngesinde akıp gitmektedir" âyetini sorunca: "Onun için belirlenmiş olan karar yeri Arş'ın altındadır" cevabını vedi.

Saîd b. Mansûr, Ahmed, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Zer der ki: Güneş battığı bir sırada Mescid'e girdim. Allah'ın Resûlü, oturuyordu. Bana: "Ey Ebû Zer! Şu Güneş'in nereye gittiğini biliyor musun?" diye sordu. Ben: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" karşılığını verince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) : "Gidip Rabbinin huzurunda secde eder ve geri doğmak için izin ister. Sanki ona günün birinde geldiğin yerden doğ denilecek o da battığı yerden doğacaktır" buyurup, "Güneş de kendi yörüngesinde akıp gitmektedir" âyetini okudu.'

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, Abdullah b. Amr'ın, "Güneş de kendi yörüngesinde akıp gitmektedir" âyeti hakkında şöyle dediğini bildirir: "Güneş doğar, ama Âdemoğullarının günahları onu tekrar geri çevirir. Günaş battığı zaman selam verip secde eder ve tekrar doğmak için izin ister, kendisine izin verilince de doğar. Sonunda selam verip secde edecek, ama kendisine doğması için izin verilmeyecek. Bunun üzerine: "Yolum uzak, eğer bana izin verilmezse zamanında yetişemem" diyecek. Allah'ın dilediği bir süre hapsedildikten sonra: "Battığın yerden doğ" denilecek. O günden kıyamet gününe kadar, artık iman edenin imanının kendisine bir faydası olmaz."

Ebû Ubeyd Fadâil'de, Ahmed ve İbnu'l-Enbârî el-Mesâhifte, İbn Abbâs'ın, bu âyeti, (.....) şeklinde okuduğunu bildirir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre İbn Amr der ki: Eğer Güneş bir yörüngede aksaydı, yeryüzü halkı onun hiçbir şeyinden faydalanamazdı. Eğer Güneş kışın, yazın doğduğu yerden doğsaydı mahlukat güneşten pişerdi. Eğer yazın, kışın doğduğu yerden doğsaydı, mahlukat soğuktan donardı.'"

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ebû Râşid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesinden kasıt, Güneş'in secde ettiği yerdir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Enbârî el-Mesâhifte ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, âyetten kastedilenin, Güneş'in belli bir zaman vaktinde, aşamayacağı süresinde akması olduğunu söylemiştir.

39

"Ay'ın dolaşımı için de konak yerleri (evreler) belirledik. Nihayet o, eğrilmiş kuru hurma dalı gibi olur."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Ay'ın dolaşımı için de konak yerleri (evreler) belirledik..." âyetini açıklarken: "Allah Ay'a konak yerleri belirledi ve böylece Ay eksilerek bükülmüş, kurumuş salkımı (çöpü) gibi oldu" demiştir.

Hatîb en-Nücûm'da, İbn Abbâs'ın, "Ay'ın dolaşımı için de konak yerleri (evreler) belirledik..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: "Ay'ın her ay konakladığı yirmisekiz konağı vardır. Bu konakların on dördü Şâmî, on dördü de Yemânî'dir. Şâmi olanlar: Şertayn, Butayn, Süreyya, Deberân, Hek'a, Hen'a, Zirâ, Nesra, Tarf, Cebhe, Zübre, Sarfe, Avvâ, Simâk'tır. Yemânî olanlar ise şunlardır: Ğafr, Zubbâneyan, İklîl, Kalb, Şevle, Neâim, Belde, Sa'd ez-Zâbih, Sa'd Bula', Sa'd es-Suûd, Sa'du'l-Ahbiye, Mukaddem ed-Delv, Muahhar ed-Delv ve Hût. Bu on sekiz menzilin sonuncusuna geldi mi ayın başında olduğu gibi eğrilmiş kuru hurma dalı gibi olur."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyeti, "Eski hurma dalı" mânâsındadır.'

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Kurumuş hurma dalı" mânâsındadır.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Katâde'den bildirdiğine göre " âyeti, "kuruyup bükülmüş hurma dalı" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Eskiyip bükülmüş hurma dalı" mânâsındadır.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hüseyin b. el-Velîd der ki: "Bir kişi eski olan bütün kölelerini azad ettiğini söyledi. Yâkub'a, bu sözünün hangi köleleri kapsayacağı sorulunca: "Bir yıllık kölesi olan eski kölesi demektir. Yüce Allah, "Nihayet o, eğrilmiş kuru hurma dalı gibi olur" buyuruyor. Hurma dalı da bir yılda kuruyup bükülür" cevabını verdi.

40

"Ne Güneş Ay'a yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzmektedir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Ne Güneş Ay'a yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzmektedir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Birinin ışığı diğerine benzemez ve benzemesi de mümkün değildir. Birisinin aydınlatma zamanı geldi mi, diğerinin aydınlatması gider.'"

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Ne Güneş Ay'a yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzmektedir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bunların herbirisinin bir sınırı ve bir alameti vardır. Ondan öteye gitmez, ondan da geriye kalmaz. Birisinin aydınlatma zamanı geldi mi, diğerinin aydınlatması gider."

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Ne Güneş Ay'a yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir..." âyetinden kastedilen dolunay olduğu gecedir.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime, "Ne Güneş Ay'a yetişebilir..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bunlardan her birinin aydınlattığı bir zaman vardır. Ay gece aydınlatırken, Güneş gündüz aydınlatır. Güneş'in gece doğması mümkün değildir, "...ne de gece gündüzü geçebilir...." Âyeti ise, gece olunca, gündüz olmadan ikinci bir gecenin olmayacağı mânâsındadır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk, "... ne de gece gündüzü geçebilir...." âyetini açıklarken, gündüz buradan gelmeden gece buradan gidemez" deyip eliyle batıyı işaret etti.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'in, "... ne de gece gündüzü geçebilir...." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: "Gündüzün geceyi geçip karanlığını gidermemesi, Allah'ın takdiri ve ilmi dahilindedir. Yine gecenin gündüzü geçip aydınlığını gidermemesi Allah'ın takdiri ve ilmi dahilindedir."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre Ebû Sâlih, "...ne de gece gündüzü geçebilir...." âyetini açıklarken: "Ne Ay'ın ışığı Güneş'e, ne de Güneş'in ışığı Ay'a yetişebilir" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "Ne Ay'ın ışığı Güneş'in, ne de Güneş'in ışığı Ay'ın ışığını geçebilir" demiştir emiştir.

Abd b. Humeyd, Dahhâk'ın: "Ne Ay'ın ışığı Güneş'in ışığına, ne de Güneş'in ışığı Ay'ın ışığına üstün gelebilir" demiştir.

41

Bkz. Ayet:47

42

Bkz. Ayet:47

43

Bkz. Ayet:47

44

Bkz. Ayet:47

45

Bkz. Ayet:47

46

Bkz. Ayet:47

47

"Onların soylarını dolu gemide taşımamız da onlar için bir delildir. Biz, onlar için o gemi gibi binecekleri nice şeyler yarattık. Biz istesek onları suda boğarız da kendileri için ne imdat çağrısı yapan olur, ne de kurtarılırlar. Ancak tarafımızdan bir rahmet olarak ve bir süreye kadar daha yaşasınlar diye kurtarılırlar. Onlara, «Önünüzde ve arkanızda olan şeylerden (dünya ve âhirette göreceğiniz azaplardan) sakının ki size merhamet edilsin» denildiğinde yüz çevirirler. Onlara Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelmez ki ondan yüz çeviriyor olmasınlar. Onlara, «Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden Allah yolunda harcayın» denildiği zaman, inkâr edenler iman edenlere, «Allah'ın, dilemiş olsa kendilerini doyurabileceği kimselere mi yedireceğiz? Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz» derler."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in Ebû Mâlik'ten bildirdiğine göre "Onların soylarını dolu gemide taşımamız da onlar için bir delildir. Biz, onlar için o gemi gibi binecekleri nice şeyler yarattık" âyetlerindeki gemiden kasıt, Hazret-i Nûh'un gemisidir. Hazret-i Nûh, her türden birer çifti gemiye yüklemiştir. Binilecek şeylerden kasıt ise denizdeki gemiler ve insanların geçtiği nehirlerdir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Ebû Sâlih'ten bildirdiğine göre "Onların soylarını dolu gemide taşımamız da onlar için bir delildir. Biz, onlar için o gemi gibi binecekleri nice şeyler yarattık" âyetlerindeki gemiden kasıt, Hazret-i Nûh'un gemisidir. Binilecek şeylerden kasıt ise gemilerin tahtaları ve yapımında kullanılan malzemelerdir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Biz, onlar için o gemi gibi binecekleri nice şeyler yarattık" âyetinden kastedilen Hazret-i Nûh'un gemisinden sonra ona benzer şekilde yapılan gemilerdir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre "Biz, onlar için o gemi gibi binecekleri nice şeyler yarattık" âyetinden kastedilen küçük gemilerdir. Hasan ise develerin kastedildiğini söylemiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Âyetten kastedilen develerdir" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Biz, onlar için o gemi gibi binecekleri nice şeyler yarattık" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Âyetteki bineklerden kasıt develerdir. Allah develeri gördüğün gibi yaratmıştır ve onlar kara gemileridir. İnsanlar onların üzerinde yük taşır ve binerler."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in İkrime'den bildirdiğine göre âyette kastedilen develerdir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Abdullah b. Şeddâd'dan bildirdiğine göre âyette kastedilen develerdir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette kastedilen hayvanlardır. "Biz istesek onları suda boğarız da kendileri için ne imdat çağrısı yapan olur, ne de kurtarılırlar" âyeti ise: "Onları kurtaracak ve kendilerinin de yardım isteyecekleri kimse yoktur" mânâsındadır.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre, "Kendileri için ne imdat çağrısı yapan olur" âyeti, "Onların yardımına koşacak kimse olmaz" mânâsındadır. "Tarafımızdan bir rahmet olarak ve bir süreye kadar daha yaşasınlar diye kurtarılırlar" buyruğundaki süreden kasıt ise ölümdür. "Önünüzde ve arkanızda olan şeylerden (dünya ve âhirette göreceğiniz azaplardan) sakının ki size merhamet edilsin..." buyruğundaki önünüzde sözü ise: "Sizden öncekilerin işledikleri şeylerden ve Âd, Semûd ve başka ümmetlere verilen cezalardan sakının" mânâsındadır. Arkanızda, sözünden kasıt ise Kıyamet günüdür. "Onlara, "Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden Allah yolunda harcayın, denildiği zaman..." âyeti, zındıklar hakkında nazil olmuştur. Onlar fakiri yedirmezlerdi. Bu sebeple Allah onları ayıplayıp kınamıştır.'

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Önünüzde ve arkanızda olan şeylerden (dünya ve âhirette göreceğiniz azaplardan) sakının ki size merhamet edilsin..." âyetinden kastedilen, daha önce işlenmiş ve daha sonra işlenecek günahlardır.

İbn Ebî Hâtim'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Allah'ın, dilemiş olsa kendilerini doyurabileceği kimselere mi yedireceğiz? Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz" sözünü Yahudiler söylüyorlardı.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in İsmâil b. Ebî Hâlid'den bildirdiğine göre "Allah'ın, dilemiş olsa kendilerini doyurabileceği kimselere mi yedireceğiz? Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz" sözünü Yahudiler söylüyorlardı.

48

(Yine Mekke kâfirleri şöyle) diyorlar: “ Bu kıyâmetin vaadi ne zaman, eğer doğru söyleyenlerseniz?”

49

Bkz. Ayet:50

50

"Onlar ancak, çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak korkunç bir ses bekliyorlar. Artık ne birbirlerine tavsiyede bulunabilirler, ne de ailelerine dönebilirler."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Onlar ancak, çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak korkunç bir ses bekliyorlar. Artık ne birbirlerine tavsiyede bulunabilirler, ne de ailelerine dönebilirler" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: "Bize bildirildiğine göre Allah'ın Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kişi, davarlarını sularken, bir diğeri havuzunu tamir ederken, bir başkası malını çarşıda satmaya çalışırken, bir başkası terazisiyle bir şeyler tartarkan kıyamet aniden kopacaktır ve ellerindeki işi bile yapmaya fırsatları olmayacaktır. Bunlar ailelerine bile dönemeden kıyamet kopacaktır" buyurdu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, "Onlar ancak, çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak korkunç bir ses bekliyorlar" âyetini açıklarken: "Bu, kıyametin başlamasıdır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, konuşmak mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Amr der ki: "İnsanlar yollarında, çarşılarında ve meclislerindeyken Sûr'a üflenecek. Hatta iki kişi bir giysileri için pazarlık yaparken, biri henüz elinden elbiseyi bırakamadan Sûr'a üflenecek ve bu kişi baygın düşecektir. Yüce Allah'ın, "Onlar ancak, çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak korkunç bir ses bekliyorlar. Artık ne birbirlerine tavsiyede bulunabilirler, ne de ailelerine dönebilirler" âyeti buna işaret etmektedir.

Abdurrezzâk, Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre: "insanlar çarşılarında alışveriş yaparken, giysileri ölçerken, hayvanları sağarken ve başka ihtiyaçlarını giderirken kıyamet kopacaktır. O zaman, "Artık ne birbirlerine tavsiyede bulunabilirler, ne de ailelerine dönebilirler" dedi."

Abd b. Humeyd, Abdullah b. Ahmed Zühd'ün zevâidinde ve İbnu'l- Münzir'in bildirdiğine göre Zübeyr b. el-Avvâm: "Kişi giysiyi ölçerken, diğeri deveyi sağarken kıyamet kopar" dedikten sonra, "Artık ne birbirlerine tavsiyede bulunabilirler, ne de ailelerine dönebilirler" âyetini okudu.

Saîd b. Mansûr, Buhârî, Müslim, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh ve ibn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "İki kişi kumaşlarını satış yapmak üzere açmış iken kıyamet kopuverecektir. Onlar onu daha katlayamadan kıyamet kopacaktır. Adam davarlarını sulamak maksadı ile havuzunu çamurla sıvarken daha onları sulayamadan kıyamet kopacaktır. Kişi içmek üzere devesinden sağdığı sütü ağzına götürmüşken henüz onu tatmadan kıyamet kopacaktır. Adam yemek üzere lokmasını ağzına götürmüşken onu yutamadan kıyamet kopacaktır."

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk, "Onlar ancak, çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak korkunç bir ses bekliyorlar. Artık ne birbirlerine tavsiyede bulunabilirler, ne de ailelerine dönebilirler" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: "Onları yakalayacak korkunç ses, kendilerini çarşılarında ve yollarında bırakır ve artık birbirlerine tavsiyede bununamazlar."

51

Bkz. Ayet:53

52

Bkz. Ayet:53

53

"Sûr'a üfürülür. Bir de bakarsın, kabirlerden çıkmış, Rablerine doğru akın akın gitmektedirler. Şöyle derler: «Vay başımıza gelene! Kim bizi diriltip mezarımızdan çıkardı? Bu, Rahman'ın vaad ettiği şeydir. Peygamberler doğru söylemişler.» Sadece korkunç bir ses olur. Bir de bakarsın, hepsi bîrden toplanıp huzurumuza çıkarılmışlardır."

İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre "Sûr'a üfürülür. Bir de bakarsın, kabirlerden çıkmış, Rablerine doğru akın akın gitmektedirler'" âyetindeki Sûr'a iifürülüş sonuncu üfiirülüştür.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre, "Bir de bakarsın, kabirlerden çıkmış, Rablerine doğru akın akın gitmektedirler" âyetinden kastedilen, kabirlerinden çıkıp Rablerine doğru gitmeleridir.

Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona, (.....) âyetinin mânâsını sorunca, İbn Abbâs: "Kabir mânâsındadır" cevabını verdi. Nâfi: "Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: "Tabi ki! Yoksa İbn Revâha'nın:

"Öyle ki kabrime uğradıkları zaman

Allah onu gazilerden biri yapsın, diye dua etsinler de o da o mertebeye ulaşsın " dediğini bilmez misin?"

Nâfi b. el-Ezrak, (.....) âyetinin mânâsını sorunca ise İbn Abbâs: "Nesi, hızlıca yürümektir" cevabını verdi. Nâfi: "Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: "Tabi ki! Yoksa Nâbiğa Benî Ca'd'ın:

"Yakın yerde akşamı etmiş kurdun hızlıca koşusu gibi,

Ki gece üzerine soğuk yaptığından kaçmış olan " dediğini bilmez misin?"

İbnu'l-Enbârî el-Mesâhifte, Hazret-i Ali'nin bu âyeti, (.....) şeklinde okuduğunu bildirir.

İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b der ki: "İnsanlar tekrar diriltilmeden önce uyurlar ve bir rahatlık hissedip: "Vay başımıza gelene! Kim bizi diriltip mezarımızdan çıkardı?" derler.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b, "Vay başımıza gelene! Kim bizi diriltip mezarımızdan çıkardı?" âyetini açılarken: "Tekrar diriltilmeden önce bir defa uyurlar" demiştir.

Hennâd Zühd'de, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbnu'l- Enbârî'nin bildirdiğine göre Mücâhid der ki: "Kıyamet gününden önce kafirler uykuya dalacaklar. Kabir ehline seslenilince kafirler: "Vay başımıza gelene! Kim bizi diriltip mezarımızdan çıkardı?" diyecekler. Müminler ise: "Bu, Rahman'ın vaad ettiği şeydir. Peygamberler doğru söylemişler" diyecekler.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Abdurrahman b. Ebî Leylâ der ki: Müşrikler, "Vay başımıza gelene! Kim bizi diriltip mezarımızdan çıkardı?"diyecekler. Müminler ise: "Bu, Rahman'ın vaad ettiği şeydir. Peygamberler doğru söylemişler" diyecekler.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Vay başımıza gelene! Kim bizi diriltip mezarımızdan çıkardı..." âyetini açılarken şöyle dedi: "Bu âyette ilk cümleyi söyleyen kafir, son cümleyi söyleyen ise mümindir. Kâfir, "Vay başımıza gelene! Kim bizi diriltip mezarımızdan çıkardı?" diyecek. Mümin ise: "Bu, Rahman'ın vaad ettiği şeydir. Peygamberler doğru söylemişler'" diyecektir."

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih der ki: "Sûr'a birinci üfleniş ile ikinci üfleniş arasında azabın hafiflediğini görüyorlardı. Bu sebeple ikinci üflenişte, "Vay başımıza gelene! Kim bizi diriltip mezarımızdan çıkardı?" derler."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: "Diriltilmeden önce uykuya dalarlar ve diriltildikleri zaman kafirler, "Vay başımıza gelene! Kim bizi diriltip mezarımızdan çıkardı?" derler. Melekler onlara, "Bu, Rahman'ın vaad ettiği şeydir. Peygamberler doğru söylemişler" karşılığını verirler.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Bir de bakarsın, hepsi birden toplanıp huzurumuza çıkarılmışlardır" âyetinde bahsedilen toplanma, hesap vakti olacak toplanmadır.

54

Artık bugün hiç kimseye zerre kadar zulüm edilmez. Sadece yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.

55

Bkz. Ayet:56

56

"Şüphesiz Cennetlikler o gün nimetlerle meşguldürler, zevk sürerler. Onlar ve eşleri gölgelerde koltuklara yaslanmaktadırlar."

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Şüphesiz Cennetlikler o gün nimetlerle meşguldürler, zevk sürerler" âyetinden kastedilen, içinde bulundukları o güzel durumdan hayret etmeleridir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Şüphesiz Cennetlikler o gün nimetlerle meşguldürler, zevk sürerler" âyetini: "Cennetteki nimetlerle zevk sürmeleri sebebiyle, Cehennemliklerin çektikleri azaplarla meşgul olamazlar" şeklinde açıkladı.

İbn Ebî Şeybe, İbn Ebi'd-Dünyâ Sifatu'l-Cennet'te, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin değişik yollarla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Şüphesiz Cennetlikler o gün nimetlerle meşguldürler, zevk sürerler" âyetindeki nimetlerden kastedilen, Cennetliklerin bakirelerle yatmalarıdır.

Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünyâ, Abdullah b. Ahmed Zühd'ün zevâidinde, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre "Şüphesiz Cennetlikler o gün nimetlerle meşguldürler, zevk sürerler" âyetindeki nimetlerden kastedilen, Cennetliklerin bakirelerle yatmalarıdır.

Abdullah b. Ahmed Zühd'ün zevâidinde, İbn Ömer'in: "Mümin, hanımıyla birlikte olmak istediği her zaman onun bakire olduğunu görür" dediğini bildirir.

Bezzâr, Taberânî M. es-Sağîr'de ve el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, Ebû Saîd el- Hudrî'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cennetlikler hanımlarıyla cinsel ilişkide bulununca, hanımları tekrar bakire olurlar" buyurduğunu nakleder.

Diyâ el-Makdîsî'nin Sifatu'l-Cennet'te, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cennette kadınlarla ilişki kuracak mıyız?" diye sorulunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Nefsim elinde olana yemin olsun ki evet, hem de istediği kadar edecek" dedi ve: "İşini görüp kalktığı zaman kadın tekrar tertemiz bir bakire olacak" cevabını vedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Şüphesiz Cennetlikler o gün nimetlerle meşguldürler, zevk sürerler'" âyetini açıklarken: "Meşgul olacakları nimetler, çalgı aletlerini dinlemeleridir" dedi. Ebû Hâtim ise: "Bu, (rivayeti) dinleyen kişinin hatası olmalıdır, çünkü burada kasdedilen, bakirelere ilişki kurmaktır" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ali (b. Ebi Talha) vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi "Sevinmek" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, "Helalleri" mânâsındadır.

57

"Onlar için orada meyveler vardır. Onlar için diledikleri her şey vardır."

İbn Ebi'd-Dünyâ Sifatu'l-Cennet'te, ceyyid isnâdla Ebû Umâme'nin şöyle dediğini bildirir: "Cennetlik biri, Cennet şaraplarından birisini canı çekince şarap kabı gelip eline düşer ve bu kişi içtikten sonra ibrik yerine döner."

58

"Çok merhametli olan Rab'den bir söz olarak (kendilerine) «Selâm» (vardır)."

İbn Mâce, İbn Ebi'd-Dünyâ Sifatu'l-Cennet'te, Bezzâr, İbn Ebî Hâtim, el-Âcurrî er-Ru'ye'de ve İbn Merdûye'nin Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Cennetlikler kendilerine verilen nimetler içinde yaşarken birden onları bir nur kaplar. Başlarını kaldırırlar ve Rablerinin kendilerine bakmakta olduğunu görürler. Rableri onlara: «Ey Cennet ahalisi selam olsun size» der. Allah'ın: «Çok merhametli olan Rab'den bir söz olarak (kendilerine) «Selâm» (vardır)»' âyeti bunu ifade eder. Allah onlara bakar, onlar da Yüce Allah'a bakarlar ve Allah'a baktıkları müddetçe hiçbir nimete iltifat etmezler. Nihayet Allah onlara görünmez olunca, Allah'ın nuru ve bereketi onların yurtlarında, üzerlerinde devam eder. "

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Çok merhametli olan Rab'den bir söz olarak (kendilerine) «Selâm» (vardır)" âyetini açıklarken: "Allah onlara selam verir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Berâ, "Çok merhametli olan Rab'den bir söz olarak (kendilerine) «Selâm» (vardır)" âyetini açıklarken: "Ölüm anında Allah onlara selam verir" demiştir.

İbn Cerîr ve Ebû Nasr es-Siczî'nin el-İbâne'de bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî, "Çok merhametli olan Rab'den bir söz olarak (kendilerine) «Selâm» (vardır)" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah onların Cennetteki derecelerine gelip selam verir, onlar da selama karşılık verirler. Allah: "Benden isteyin" buyurunca, onlar: "Senden ne isteyelim? İzzetine yemin olsun ki, insanların ve cinlerin rızkını aramızda taksim etsen, insanları ve cinleri yedirip içiririz, giydiririz ve hizmetlerini tamamlasak, yine de bize verdiğinden bir şey eksilmez" karşılığını verirler. Yüce Allah: "Benim katımda bundan daha çoğu vardır" buyurur ve Cennetteki her derecede olanlar için aynı şeyi yapar. Sonra onlara meleklerin taşıdığı Allah'ın hediyeleri gelir.'"

59

"Ey suçlular! Sizse bugün ayrılın."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: "Kıyamet günü olunca Yüce Allah insanları yüksek bir tepede toplar, sonra bir münadi: "Ey suçlular! Sizse bugün ayrılın" diye seslenir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Revvâd b. el-Cerrâh der ki: "Kıyamet günü olunca bir münadi: "Müslümanları suçlulardan ayırın, sadece (Müslümanlardan) heva sahipleri kalsınlar" diye seslenir. Yani, heva sahipleri suçlularla beraber terk edilir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Meymûn, "Ey suçlular! Sizse bugün ayrılın" âyetini okuyunca ağladı ve: "İnsanlar bundan daha şidetli bir ifade duymadılar" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Ey suçlular! Sizse bugün ayrılın" âyetini açıklarken: "Suçlular bütün hayırlardan uzaklaştırılırlar" demiştir.

60

Bkz. Ayet:62

61

Bkz. Ayet:62

62

"Ey Âdemoğulları! Ben, size, şeytana kulluk etmeyin, çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur, diye emretmedim mi? Andolsun, o sizden pek çok nesli saptırmıştı. Hiç düşünmüyor muydunuz?"

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre (.....) âyeti: "Size yasaklamadım mı?" mânâsındadır.

İbnu'l-Münzir'in Mekhûl'den bildirdiğine göre âyette geçen Şeytana kulluk etmekten kasıt, ona itaat etmektir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre  (.....) âyeti, pek çok kimse mânâsındadır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, bu âyeti, (.....) şeklinde (.....) harfini esre ve  (.....) harfini de şeddeli okumuştur.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Huzeyl bu âyeti, (.....) şeklinde şeddesiz olarak okumuştur.

Hâkim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bu âyeti, (.....) şeklinde şeddesiz olarak okumuştur.

63

İşte bu, (dünyada) korkutula geldiğiniz cehennemdir.

64

Bugün girin oraya, onu inkâr ettiğiniz için.

65

"O gün biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur, ayakları da kazandıklarına şahitlik eder."

Ahmed, Müslim, Nesâî, İbn Ebi'd-Dünyâ et-Tevbe'de, Bezzâr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Enes'in, "O gün biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur, ayakları da kazandıklarına şahitlik eder'" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanındayken azı dişleri görününceye kadar güldü ve: "Neden güldüğümü biliyor musunuz?" diye sordu. Biz: "Hayır ey Allah'ın Resûlü!" cevabını verince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kulun Rabbiyle konuşmasına gülüyorum. Kul: « Rabbi! Sen beni zulümden korumadın mı?» diyecek. Allah: «Evet korudum» buyurunca, kul: «Ama ben kendime benim tarafımdan bir şahit getirilmesinden başka bir şeye, başkasının şahitliğine razı değilim» diyecek. Yüce Allah: «Bugün sana tek şahit olarak nefsin, çok şahit olarak da değerli yazıcı melekler yeter» buyuracak ve ağzı mühürlenecektir. Peşinden organlarına: «Konuş!» denilecektir. Organları yaptıklarını söyleyecek. Sonra kendisine konuşması için firsat verilince organlarına: «Kahrolun ve ezilin! Ben ancak sizin için mücadele ediyordum» diyecektir. "

Müslim, Tirmizî, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Ebû Saîd ve Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Rabbi, kulunu bulup: «Ey falan! Sana ikramda bulunmadım mı? Seni (diğer yaratıklara) efendi yapmadım mı? Sana zevce vermedim mi? Atları ve develeri senin hizmetine vermedim mi? Dünyada dilediğin gibi yiyip içerek dolaşmana izin vermedim mi?» buyuracak. Kul: «Evet ey Rabbim!» cevabını verince, Allah: «Bana kavuşacağını tahmin etmedin mi?» buyuracak. Kul: «Hayır» karşılığını verince, Allah: «Senin Beni unuttuğun gibi Ben de seni unutacağım» buyuracak. Sonra ikincisini bulup ona da aynı şeyleri söyleyecek, sonra üçüncüsünü bulup aynı şeyleri söyleyecek. Üçüncü kul: «Sana, Kitabına ve peygamberine iman ettim, namaz kıldım, oruç tuttum ve sadaka verdim» deyip elinden geldiği kadar bütün hayırlarını saymaya çalışacak. Allah: «Sana şahitlerimizi gönderelim mi?» buyurunca, kendi kendine: «Kim benim aleyhime şahitlik eder ki!» diyecek. Bu kulun ağzına mühür vurulup baldırına: «Konuş!» denilince baldırı, eti ve kemikleri yaptıklarını anlatacak. İşte o, münafık olan kişidir ve kendisini ma'zûr göstermek isteyecektir. "

Ahmed, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin Ukbe b. Âmir'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Ağızlara mühür vurulduğu gün insanın ilk konuşacak kemiği kişinin sol baldırıdır, "

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mûsa el-Eş'arî der ki: "Kıyamet günü mümin hesap için çağrılır ve Rabbi mümine, yaptığı amelleri kendi aralarında (başka kimsenin görmeyeceği bir şekilde) bir bir söyler. Kul yaptıklarını itiraf ederek: "Ey Rabbim! Bunları ben yaptım" deyince Allah onun günahlarını bağışlar ve örtüp kimseye göstermez. Yeryüzünde o günahları görebilecek hiçbir mahlûk olmaz. Bu kişinin sevapları ortaya çıkınca ise bütün insanlar onları görmek isterler. Kâfir ve münafık hesaba çekilmek için çağrılınca, Rabbi kendisine amellerini gösterir; ama o itiraz edip: "Ey Rabbim! İzzetine yemin ederim ki bu melek, yapmadığım şeyleri yazmış" der. Melek: "Falan gün falan şeyi yapmadın mı?" diye sorunca, o: "Hayır. Ey Rabbim! İzzetine yemin ederim ki yapmadım" der. Bunun üzerine bu kişinin ağzına mühür vurulur. Zannedersem ilk konuşacak uzvu sağ baldırıdır." Ebû Mûsa böyle dedikten sonra, "O gün biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur, ayakları da kazandıklarına şahitlik eder" âyetini okudu.

İbn Ebî Şeybe, Hâkim ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta, muhacir kadınlardan olan Yüseyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "(Ey kadınlar) Size tesbih, tehlil, takdis, tekbir çekmenizi tavsiye ederim. Bunları parmaklarla sayın. Zira parmaklar (Kıyamet günü nelerde kullanıldıklarından) suale mâruz kalacaklar ve konuşturulacaklardır. "

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Şa'bîder ki: "Kıyamet günü kişiye: «Sen şöyle şöyle yaptın» denilince, «Ben yapmadım» karşılığını verir. Kişinin ağzına mühür vurulup ve azalan konuşunca, azalarına: «Allah sizi rahmetinden uzaklaştırsın. Ben sizin için mücadele ettim» der."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Esma b. Ubeyd'in şöyle dediğini bildirir: "Kıyamet günü insanoğlu, yanında dağ kadar sahifelerle getirilir. Her saati için bir sahife vardır. Fâcir: «İzzetine yemin ederim ki, yapmadığım şeyi yazmışlar» der. O zaman ağzına mühür vurulur ve azalarına konuşmaları için izin verilir. İnsanoğlunun konuşacak ilk uzvu sol baldırıdır."

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen mühürlemekten kasıt, insanoğlunun konuşamamasıdır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: "Ağızlarına mühür vurulmasıyla, hasımlıkları ve konuşmaları son bulur."

Abd b. Humeyd'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre insanın ilk konuşacak uzvu sağ baldırıdır.

66

Bkz. Ayet:67

67

"Eğer dileseydik, onların gözlerini büsbütün kör ederdik de (bu hâlde) yola koyulmak için didişirlerdi. Fakat nasıl görecekler ki! Yine eğer dileseydik, oldukları yerde başka yaratıklara dönüştürürdük de, ne ileri gidebilirler, ne geri dönebilirlerdi."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta, İbn Abbâs'ın, "Eğer dileseydik, onların gözlerini büsbütün kör ederdik de (bu hâlde) yola koyulmak için didişirlerdi. Fakat nasıl görecekler ki!" âyetini: "Onları kör edip doğru yoldan saptırsaydık, doğru yolu nasıl bulacaklardı?" şeklinde açıkladığını bildirir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti: "Gözlerini kör ettiğimiz halde yolu nasıl görecekler?" mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Yine eğer dileseydik, oldukları yerde başka yaratıklara dönüştürürdük..." âyeti: "Onları meskenlerinde helak ederdik" mânâsındadır.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ebû Salih'ten bildirdiğine göre "Yine eğer dileseydik, oldukları yerde başka yaratıklara dönüştürürdük..." âyeti: "Onları taşa döndürürdük" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Eğer dileseydik, onların gözlerini büsbütün kör ederdik de (bu hâlde) yola koyulmak için didişirlerdi. Fakat nasıl görecekler ki!" âyetini: "Eğer dileseydik onları kararsızlık içinde kör olarak bırakırdık" şeklinde açıklamıştır. "Yine eğer dileseydik, oldukları yerde başka yaratıklara dönüştürürdük..." âyetini ise: "Allah dileseydi onları ayakları üzerinde oturturduk" şeklinde açıklamıştır.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Eğer dileseydik, onların gözlerini büsbütün kör ederdik de (bu hâlde) yola koyulmak için didişirlerdi. Fakat nasıl görecekler ki!"âyetini: "Eğer dileseydik onları kararsızlık içinde kör olarak bırakırdık" şeklinde açıklamıştır. "Yine eğer dileseydik, oldukları yerde başka yaratıklara dönüştürürdük..." âyetini ise: "Eğer dileseydik onları ayağa kalkamayacak şekilde kötürüm yapardık" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, (.....) âyetini: "Ne ileri gidebilir, ne de geri dönebilirlerdi" şeklinde açıklamıştır.

68

"Kime uzun ömür verirsek, onu yaratılış itibariyle tersine çeviririz (gücünü azaltırız). Hâlâ düşünmeyecekler mi?"

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre "Kime uzun ömür verirsek, onu yaratılış itibariyle tersine çeviririz..." âyetinden kastedilen, kişinin duyma özelliğinin ve gücünün azaldığı ihtiyarlıktır.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Kime uzun ömür verirsek, onu yaratılış itibariyle tersine çeviririz..." âyetini: "Onu ömrün en kötü çağına eriştiririz" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Süfyân'dan bildirdiğine göre âyette geçen uzun ömürden kastedilen seksen yıldır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, bu âyeti: "Kime uzun ömür verirsek, yaratılış itibariyle tersine çeviririz ki, ihtiyarlayıp "...bilirken birşey bilmez olur..." şeklinde açıklamıştır.

69

Bkz. Ayet:70

70

"Biz, ona şiiri öğretmedik. Ona yakışmaz da. O ancak bir zikir ve apaçık bir Kur'ân'dır. Tâ ki o, diri olan kimseleri korkutup uyarsın ve kâfirler aleyhine söz hak olsun."

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre "Biz, ona şiiri öğretmedik..."' buyruğunda kastedilen kişi Hazret-i Muhammed'dir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Biz, ona şiiri öğretmedik. Ona yakışmaz da. O ancak bir zikir ve apaçık bir Kur'ân'dır. Tâ ki o, diri olan kimseleri korkutup uyarsın ve kâfirler aleyhine söz hak olsun" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: "Allah, Hazret-i Muhammed'i bunlardan korumuştur. Ona indirilen şey Kur'ân'dır. Kur'ân kalbi ve basireti diri olanları uyarmak, kâfirlerin kötü amelleri sebebiyle de aleyhlerine sözün (azabın) hak olması için gönderilmiştir."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Bana bildirildiğine göre Hazret-i Âişe'ye: "Allah'ın Resûlü şiirden bir şeyler söyler miydi?" diye sorulunca: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) en nefret ettiği şey şiirdi. Yalnızca Kays oğullarının kardeşlerinden bir şâirin bir beytini söyler, ancak başını sonuna, sonunu da başına koyarak söylerdi (Bir keresinde): "Azık vermediğin kişi sana haberlerle gelir" beytini söyleyince, Ebû Bekir: "Bu şiir böyle değildi" deyince, ise Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Vallahi ben şair değilim, şairlik te bana yakışmaz" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: "Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) haber gecikince: "Azık vermediğin kişi sana haberlerle gelir" beytini söylerdi.

İbn Ebî Şeybe'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şiirlerden, "Azık vermediğin kişi sana haberlerle gelir" beytini söylerdi.

İbn Sa'd, İbn Ebî Hâtim ve el-Merzubânî, Mu'cemu'ş-Şuarâ'da, Hasan(ı Basrî)'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), "Kişiyi (kötülüklerden) alıkoyan olarak, islâm ve ağaran saçlar yeter" beytini söylerdi. Hazret-i Ebû Bekr: "Ey Allah'ın Resûlü! şâir, «Kişiyi (kötülüklerden) alıkoyan olarak, ağaran saçlar ve İslam yeter» demiştir" deyince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şiiri daha önce söylediği gibi tekrar etti. Bunun üzerine Hazret-i Ebû Bekr: "Şahitlik ederim ki sen Allah'ın Resûlü'sün, sana şiir öğretmemiştir ve şiir de sana yakışmaz" dedi.

İbn Sa'd'ın Abdurrahman b. Ebi'z-Zinâd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Abbâs b. Mirdâs'a: "«Benim talanımla Ubeyd'in talanını Akra' ile Uyeyne arasında mı kabul ediyorsun?» diyen (şiirini söyleyen) sen misin?" buyurdu.

Sünen'de Beyhaki, senedinde durumu meçhul olan bir kişinin bulunduğu bir rivayetle, Hazret-i Âişe'nin şöyle dediğini bildirir: "Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bir beyit dışında şiir söylememiştir. O da: İyiye yor çünkü istediğin olur. Çoğu zaman, bir şeye oldu denince olur" şiiridir. Bunu da söylerken şiire benzememesi için bir harfini eksiltmiştir.

Ebû Dâvud, Taberânî ve Beyhakî'nin İbn Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer ben tiryak (panzehir) içersem veya muska takınırsam ya da kendi kafamdan şiir söylersem (artık Îslâmî ölçülerin dışına çıkmış olacağımdan bir daha) yaptıklarımın Îslâmî ölçülere uyup uymadığın)a aldırış etmem" buyurdu.

İbn Cerîr ve Beyhakî'nin Şu'abu'l-îman'da Dahhâk'tan bildirdiğine göre âyette geçen diri kelimesinden kastedilen akıl sahibidir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Nevfel b. Ebî Akreb der ki: Hazret-i Âişe'ye: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında şiir dinlenir miydi?" diye sorduğumda: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) en fazla sevmediği söz şiirdi" cevabını verdi.

71

Bkz. Ayet:75

72

Bkz. Ayet:75

73

Bkz. Ayet:75

74

Bkz. Ayet:75

75

"Görmezler mi ki; Biz, onların faydasına kendi ellerimizle var ettiğimiz davarlar yarattık? İşte kendileri bunlara sahiptirler. Onları kendilerine boyun eğdirdik. Hem binekleri bunlardandır, hem onlardan yerler. Ve onlarda kendileri için faydalar ve içecekler vardır. Hâlâ şükretmezler mi? Belki kendilerine yardım edilir dîye Allah'ı bırakıp da ilâhlar edindiler. Onlar, ilâhlar içı'n (hizmete) hazır asker oldukları hâlde, ilâhlar onlara yardım edemezler."

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen "Kendi ellerimizle var ettiğimiz" âyeti "Bizim yarattığımız" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre "İşte kendileri bunlara sahiptirler. Onları kendilerine boyun eğdirdik. Hem binekleri bunlardandır, hem onlardan yerler. Ve onlarda kendileri için faydalar ve içecekler vardır. Hâlâ şükretmezler mi?'" âyeti, "O davarlara hükmederler. Onlara binip yolculuk yaparlar, etlerinden yerler, yünlerinden kıyafet yapıp giyerler ve sütlerinden içerler. Hâlâ şükretmezler mi?" mânâsındadır.

Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir'in Urve'den bildirdiğine göre bu âyet, Hazret-i Âişe'nin mushafında (.....) şeklindedir.

Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir'in Harun'dan bildirdiğine göre bu âyet, Ubey b. Kab'ın mushafında (.....) şeklindedir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hârun der ki: Hasan, A'rec, Ebû Amr ve kıraat imalarının geneli bu âyeti (.....) şeklinde, "Onları binek ve yük için kullanırlar" mânâsında okumuşlardır.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Belki kendilerine yardım edilir diye Allah'ı bırakıp da ilâhlar edindiler" âyetindeki ilâhlardan kastedilen putlardır.

İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre "Belki kendilerine yardım edilir diye Allah'ı bırakıp da ilâhlar edindiler" âyetindeki yardımdan kasıt, korumaktır.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre "Onlar, ilâhlar için (hizmete) hazır asker oldukları hâlde, ilâhlar onlara yardım edemezler" âyetinden kastedilen, ilâhların kendilerine yardım edemeyeceğidir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Onlar, ilâhlar için (hizmete) hazır asker oldukları hâlde, ilâhlar onlara yardım edemezler" âyetini açıklarken şöyle dedi: "O ilâhlar kendilerine yardım edemezler. Sadece kendileri onlar için hazırlanmış askerlerdir. Müşrikler dünyada iken kendilerine bir hayır getiremediği, üzerlerinden bir kötülüğü alıkoyamadığı ve sadece bir put olduğu halde ilâhları adına kızarlar."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), bu âyeti açıklarken: "Müşrikler dünyada putlarının ordularıdır ve âhirette de Cehennem için hazır edilmişlerdir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), bu âyeti açıklarken der ki: "Müşrikler, ibadet ettikleri ilâhları için hazır bekleyip onları savunurlar ve korurlar."

"İnsan, bizim, kendisini az bir sudan (meniden) yarattığımızı görmedi mi ki, kalkmış apaçık bir düşman kesilmiştir. Bir de kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek getirdi. Dedi ki: «Çürümüşlerken kemikleri kim diriltecek?»

De ki: Onları ilk defa var eden diriltecektir. O, her yaratılmışı hakkıyla bilendir. O, sizin için yeşil ağaçtan ateş

76

O hâlde (Ey Resûlüm), o kâfirlerin sözü, (tekzibi) seni mahzun etmesin. Biz, onların (içlerinde) gizlediklerini de, açığa vurduklarını da biliriz.

77

Bkz. Ayet:82

78

Bkz. Ayet:82

79

Bkz. Ayet:82

80

Bkz. Ayet:82

81

Bkz. Ayet:82

82

yaratandır. Şimdi siz ondan yakıp duruyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan Allah'ın, onların benzerini yaratmaya gücü yetmez mî? Evet yeter. O, hakkıyla yaratandır, hakkıyla bilendir. Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri o şeye ancak «Ol!» demektir. O da hemen oluverir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İsmâîlî Mu'cem'de, Hâkim, İbn Merdûye, Beyhakî el-Ba's'ta ve Diyâ el-Muhtâre'de, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: As b. Vâil, elinde çürümüş bir kemikle Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip onu eliyle ufalayarak: "Ey Muhammed! Şu çürüdükten sonra Allah onu diriltecek mi?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet Allah onu diriltecek, sonra seni öldürecek sonra tekrar diriltip Cehennem ateşine sokacak" karşılığını verdi. Bunun üzerine, "De ki: Onları ilk defa var eden diriltecektir. O, her yaratılmışı hakkıyla bilendir" âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Abdullah b. Ubey elinde çürük bir kemikle Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip onu kırarak: "Ey Muhammed! Allah ufalanmış olan bu kemiği nasıl diriltecek?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah bunu diriltecek ve seni öldürdükten sonra Cehenneme sokacak" buyurdu. Yüce Allah bu konuda, "De ki: Onları ilk defa var eden diriltecektir. O, her yaratılmışı hakkıyla bilendir" buyurmaktadır.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Ubey b. Halef el- Cumahî çürük bir kemikle Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Ey Muhammed! Kemiklerimiz çürüyüp yok olduğu zaman Allah'ın bizi yeniden yaratacağını mı vaad ediyorsun?" dedikten sonra kemiği ufalayıp rüzgarda savurmaya başladı ve: "Ev Muhammed! Bunu kim diriltecek?" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet, Allah seni öldürecek sonra diriltip Cehenneme sokacak" buyurdu. Bunun üzerine, "Bir de kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek getirdi. Dedi ki: «Çürümüşlerken kemikleri kim diriltecek?» De ki: «Onları ilk defa var eden diriltecektir. O, her yaratılmışı hakkıyla bilendir»"' âyeti nazil oldu.

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî el-Ba's'ta, Ebû Mâlik'in şöyle dediğini bildirir: Ubey b. Halef çürük bir kemikle gelip onu Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) önünde ufalayarak: "Bu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" deyince, "İnsan, bizim, kendisini az bir sudan (meniden) yarattığımızı görmedi mi ki, kalkmış apaçık bir düşman kesilmiştir. Bir de kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek getirdi. Dedi ki: "Çürümüşlerken kemikleri kim diriltecek?" De ki: Onları ilk defa var eden diriltecektir. O, her yaratılmışı hakkıyla bilendir" âyetleri nazil oldu.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Bu âyet, Ebû Cehil b. Hişâm hakkında nazil olmuştur. Ebû Cehil, çürük bir kemikle Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip onu ufaladı ve: "Çürümüş kemikleri kim diriltecek?" dedi. Bunu üzerine Yüce Allah: "Ey Muhammed! «De ki: Onları ilk defa var eden diriltecektir. O, her yaratılmışı hakkıyla bilendir» buyurdu."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid'den bildirdiğine göre "Bir de kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek getirdi..." âyetinde örnek getirdiği söylenen kişi Ubey b. Haleftir. Ubey, bir kemikle gelip: "Ey Muhammed! Öldüğümüz ve şu elimdeki kemik gibi olduğumuz zaman tekrar dililtileceğimizi mi vaad ediyorsun?" deyip elindeki kemiği ufaladı ve: "Bunun gibi olduğumuz zaman kim bizi diriltecek?" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Katâde'den bildirdiğine göre "Bir de kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek getirdi..." âyeti, Ubey b. Halef hakkında inmiştir. Ubey, elinde çürümüş bir kemikle Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip parmakları arasında ufalayıp rüzgarda savurarak: "Allah bunu nasıl diriltecek?" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet, Allah bunu diriltecek ve seni de Cehenneme sokacak" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre "İnsan, bizim, kendisini az bir sudan (meniden) yarattığımızı görmedi mi ki, kalkmış apaçık bir düşman kesilmiştir. Bir de kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek getirdi. Dedi ki: «Çürümüşlerken kemikleri kim diriltecek?» De ki: Onları ilk defa var eden diriltecektir. O, her yaratılmışı hakkıyla bilendir" âyetleri Ubey b. Halef hakkında inmiştir. Ubey, elinde çürümüş bir kemikle Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip, kemiği parmakları arasında ufalayarak: "Ey Muhammed! Bunun çürüdükten sonra tekrar diliceceğini sen mi söylüyorsun?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet, Allah onu öldürüp diriltecek, sonra da Cehenneme sokacaktır" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime der ki: Ubey b. Halef, elinde çürük bir kemikle Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip: "Ey Muhammed! Allah bunu nasıl diriltecek?" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bunun yokken yaratılması, varken diriltilmesinden daha çok hayreti gerektirir" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Urve b. ez-Zübeyr der ki: "Yüce Allah, insanların amellerinden hesaba çekileceğini ve kıyamet günü diriltileceklerini bildirince, insanlar bunu şiddetle reddettiler ve Ubey b. Halef, elinde eskiyip çürümüş bir kemikle Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelerek, kemiği ufaladı ve rüzgarda savurdu. Sonra: "Ey Muhammed! Kemiklerimiz çürüyünce, yeniden diriltilecek miyiz?" dedi. Ubey'in bu hareketi ve yalanlaması Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) çok ağırına gidince, Yüce Allah, "De ki: Onları ilk defa var eden diriltecektir. O, her yaratılmışı hakkıyla bilendir" âyetini indirdi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "O, sizin için yeşil ağaçtan ateş yaratandır" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu ateşi, bu ağaçlardan çıkaran, onu tekrar diriltmeye kadirdir. "Gökleri ve yeri yaratan Allah'ın, onların benzerini yaratmaya gücü yetmez mi? Evet yeter. O, hakkıyla yaratandır, hakkıyla bilendir" âyeti, "Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri o şeye ancak "Ol!" demektir. O da hemen oluverir" âyeti gibidir. Araplar için bir şeyin yapılması konusunda emir vermek kadar kolay ve zahmetsiz başka bir iş yoktur. Allah'ın da bir şeyi istemesi bu kadar kolaydır ve sadece 'ol' demesiyle gerçekleşir.

0 ﴿