SÂFFÂT SÜRESİ

İbnu'd-Durays, Nehhâs, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Sâffât Sûresi, Mekke'de nazil olmuştur.

Nesâî ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: "Allah'ın Resülü (sallallahü aleyhi ve sellem), namazı kısa tutmamızı emreder ve bize Sâffât Süresiyle namaz kıldırırdı.

İbn Ebî Dâvud Fadâilu'l-Kur'ân'da ve İbnu'n-Neccâr Tarih'te, Neşhel b. Saîd el-Verdânî vasıtasıyla Dahhâk'tan, o da İbn Abbâs'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cuma günü Yâsin ve Sâffât Sûrelerini okuyup Allah'tan isteyene Allah istediğini verir" buyurduğunu nakleder.

Ebû Nuaym Delâil'de ve es-Silefî'nin et-Tuyûriyyât'ta bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Hadramût'tan, aralarında en küçükleri olan Eş'as b. Kays'ın da bulunduğu Benî Velîa, Cemd, Mihves, Mişreh, Ebdaa', Ahtam el-Amerrade kabilelerinin idarecileri Resülullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiler ve (kralların selamlandığı selamla): "Senin lanet etmeni gerektirecek şeyi yapmaktan sakınırız" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ben kral değilim. Ben Allah'ın kulu Muhammed'im" karşılığını verince, onlar: "Biz seni isminle çağırmayız" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ama bana bu adı Allah verdi ve Ben Ebu'l-Kâsım'ım" buyurunca, onlar: "Ey Ebu'l-Kâsım! Biz senin (bilmen) için bir şey sakladık. Bu sakladığımız şey nedir?" diye sordular. Onlar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bilip bilmeyeceğini denemek için bir yağ tulumunda bir çekirge saklamışlardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sübhanallahi Bu kâhine yapılır. Kahin, kahinlik ve bu işle meşgul olanlar Cehennemdedir" buyurdu. Onlar: "Öyle ise, senin peygamber olduğunu nasıl anlayacağız?" diye sorunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) yerden bir avuç çakıl taşı alıp: "Bunlar benim Allah'ın peygamberi olduğuma şahitlik ederler" buyurdu.

Taşlar Hazret-i Peygamber'in elinde tesbih etmeye başlayınca onlar: "Şehadet ederiz ki, sen Allah'ın peygamberisin!" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah, beni hak dinle peygamber olarak gönderdi ve bana kitap indirdi ki ne önünden ne de arkasından batıl ona yaklaşamaz. O, Mizan'da, büyük olan dağdan daha ağırdır, karanlık gecede nuru yıldız gibidir" buyurdu. Onlar: "Ondan bize bir şey dinlet" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), "Andolsun saf saf duranlara, haykırarak sürenlere, zikir okuyup duranlara; şüphesiz sizin ilâhınız birdir. Göklerle yerin ve aralarında olanların Rabbidir, doğuların da Rabbidir" âyetlerini okudu. Hazret-i Peygamber, susmuş, kımıldamadan duruyordu. Gözlerinden yaşlar sakalına doğru akmaya başlamıştı. Onlar: "Ağladığını görüyoruz. Yoksa Seni gönderenden korktuğun için mi ağlıyorsun?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Beni korkutan; Allah'ın, beni kılıcın ağzı gibi ince ve keskin olan dosdoğru bir yol üzerine göndermiş olmasıdır ki, ondan azıcık saparsam helak olurum!" buyurduktan sonra "Dileseydik and olsun ki, sana vahyettiğimizi alıp götürürdük. Sonra bize karşı duracak bir vekil de bulamazdın" âyetini okudu.

1

Bkz. Ayet:5

2

Bkz. Ayet:5

3

Bkz. Ayet:5

4

Bkz. Ayet:5

5

"Andolsun saf saf duranlara, haykırarak sürenlere, zikir okuyup duranlara; şüphesiz sizin ilâhınız birdir. Göklerle yerin ve aralarında olanların Rabbidir, doğuların da Rabbidir"

Abdurrezzâk, Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Hâkim'in değişik yollarla bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, âyetlerdeki saf saf duranların, haykırarak sürenlerin ve zikir okuyup duranların melekler olduğunu söylemiştir.

Abd b. Humeyd, Mücâhid ve İkrime'den aynı rivayette bulunmuştur.

Saîd b. Mansûr ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mesrûk der ki: "Sâffât, Mürselât ve Nâziât Sûrelerinin girişinde, üzerlerine yemin edilenlerin melekler olduğu söylenirdi."

İbnu'l-Münzir ve el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, âyetlerdeki saf saf duranların, haykırarak sürenlerin ve zikir okuyup duranların melekler olduğunu söylemiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette saf saf gidenlerden kastedilen meleklerdir. Haykırarak sürenler de meleklerdir ve bulutları sürmektedirler. Zikir okuyup duranlar da meleklerdir.

İbn Ebî Hâtim'in Rabî b. Enes'ten bildirdiğine göre, "Haykırarak sürenlere" âyetinde kastedilen, Kur'ân'ın yasaklayıcı, alıkoyucu buyruklarıdır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih, "Zikir okuyup duranlara" âyetini açıklarken: "Melekler, Kitab'ı ve Kur'ân'ı Allah katından insanlara getirirler" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Andolsun saf saf duranlara, haykırarak sürenlere, zikir okuyup duranlara; şüphesiz sizin ilâhınız birdir" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: "Melekler semada saf şeklindedir. "Haykırarak sürenlere" âyetinde kastedilen, Kur'ân'ın yasaklayıcı, alıkoyucu buyruklarıdır. "Zikir okuyup duranlara" âyetinden kastedilen, Kur'ân'da geçmiş ümmetlerden verilen haberlerdir. Allah bunlara yemin ederek kendisinden başka ilâh olmadığını bildirmiştir."

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde, "Göklerle yerin ve aralarında olanların Rabbidir, doğuların da Rabbidir'" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Güneş bir yılda üç yüz altmış farklı yerden (doğudan) doğar ve aynı şekilde üç yüz altmış farklı yerden (batıdan) batar. İki doğuştan kasıt Güneş'in kışın doğuş şekli (açısı) ile yazın doğuş şekli (açısı)dır. İki batıştan kasıt da Güneş'in kışın batış şekli (açısı) ile yazın batış şekli (açısı)dır."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî der ki: "Güneş'in üç yüz altmış farklı doğuş yeri ile üç yüz altmış farklı batış yeri vardır. Güneş her gün bir önceki günden farklı bir yerden doğar ve bir önceki günden farklı bir yerden batar."

Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre Mücâhid: "Güneş'in, senenin günleri sayısınca doğup battığı doğu ve batı vardır" dedi.

6

Bkz. Ayet:10

7

Bkz. Ayet:10

8

Bkz. Ayet:10

9

Bkz. Ayet:10

10

"Biz, en yakın göğü zinetlerle, yıldızlarla donattık. Onu itaatten çıkan her şeytandan koruduk. Onlar, yüce topluluğu (ileri gelen melekler topluluğunu) dinleyemezler. Kovulmaları için her taraftan taşa tutulurlar. Onlar için sürekli bir azap da vardır. Ancak onlardan söz kapan olur. Onu da delip geçen bir alev izler (ve yok eder)."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti, şeklinde tenvinli olarak okurdu.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in Ebû Bekr b. Ayâş'tan bildirdiğine göre Âsim der ki: "Bu âyeti, (.....) şeklinde mudâf olarak tenvinsiz okuyan, "göğü zinetlerle donattık" değil "Yıldızları donattık" demiş olur.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Onu itaatten çıkan her şeytandan koruduk. Onlar, yüce topluluğu (ileri gelen melekler topluluğunu) dinleyemezler" âyetlerini açıklarken: "Şeytanlar, yıldızlarla taşlanarak melekler topluluğunu dinlemeleri engellendi" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, bu âyeti, (.....) şeklinde şeddesiz olarak okur ve: "Onlar dinlerlerdi, ama duyamazlardı" derdi.

İbn Ebî Hâtimîn Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen yüce topluluktan kastedilen meleklerdir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, (.....) âyetini:

"Kovulmaları için her yerden taşa tutulurlar. Onlar için sürekli bir azap da vardır" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde bu âyetleri: "Şeytanlara, kovulmaları için üzerlerine alevli ateşler atılır ve onlar için sürekli bir azap vardır" şeklinde açıklamıştır.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime, (.....) âyetinin, "Sürekli bir azab" mânâsında olduğunu söylemiştir.

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan aynı rivâyette bulunmuştur.

İbn Ebî Hâtim'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Can yakıcı" mânâsındadır.

İbn Cerîr, Ebû Sâlih'ten aynı rivâyette bulunmuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, "Ancak onlardan söz kapan olur. Onu da delip geçen bir alev izler (ve yok eder)" âyetini: "Meleklerin sözlerini kapan olur, ama onu da delip geçen yıldız yok eder" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Alev topu atıldığı zaman, kime atıldıysa muhakkak isabet eder" deyip: "Onu da delip geçen bir alev izler (ve yok eder)" âyetini okudu.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Onu da delip geçen bir alev izler (ve yok eder)" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Onlar alev toplarıyla öldürülmezler, ama alev topu onu yakıp hareket edemez duruma getirir ve öldürmeden geri döner."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî), "Onu da delip geçen bir alev izler (ve yok eder)" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Cin, gelip kulak kabartır ve dinlemek isteyince de alev topuyla taşlanır. Bunun üzerine yanına döndüğü kişiye: "Şöyle şöyle oldu" der."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Yezîd er-Rakkâşî, "Onu da delip geçen bir alev izler (ve yok eder)'" âyetini açıklarken: "Alev topu şeytanı delip öbür tarafından çıkar" dedi. Bu söz Ebû Miclez'e söylenince: (.....) kelimesinden kastedilen alev topunun delici özelliği değil, ışığıdır" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesinden kastedilen, alevin ışık saçarak Şeytan'a isabet etmesidir.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, alev saçan mânâsındadır.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Katâde ve Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, ışık saçan mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, yakıcı mânâsındadır.

11

Bkz. Ayet:21

12

Bkz. Ayet:21

13

Bkz. Ayet:21

14

Bkz. Ayet:21

15

Bkz. Ayet:21

16

Bkz. Ayet:21

17

Bkz. Ayet:21

18

Bkz. Ayet:21

19

Bkz. Ayet:21

20

Bkz. Ayet:21

21

"Şimdi sor onlara: Yaratılış itibarı ile kendileri mi daha güçlüdür, yoksa yarattıklarımız mı? Biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık. Evet, sen şaşıyorsun, onlar ise alay ediyorlar. Onlara öğüt verilse, öğüt almazlar. Bir âyet görseler aralarında alay ederler. Ve: «Bu ancak apaçık bir büyüdür» derler. «Biz ölüp toprak ve kemik olduktan sonra gerçekten biz tekrar diriltilecek miyiz? Ya önceki atalarımız da mı (diriltilecek)?» De ki: «Evet, hem de siz küçültülmüşler olarak (diriltileceksiniz). O sadece bir çığlıktır, hemen onlar kalkıp bakınacaklar.» Ve diyecekler ki: «Yazık bize! Bu, din günüdür.» Bu sizin önceden yalanladığınız ayırdetme günüdür."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre, "Yaratılış itibarı ile kendileri mi daha güçlüdür, yoksa yarattıklarımız mı?"' âyetinden kastedilen gökler, yeryüzü ve dağlardır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Yaratılış itibarı ile kendileri mi daha güçlüdür, yoksa yarattıklarımız mı?" âyetini: "Onlar mı güçlüdür, yoksa sana saydığımız göklerin ve yerin yaratılışı mı?" şeklinde açıklamış ve Yüce Allah'ın bu konuda, "Göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyük bir şeydir. Fakat insanların çoğu bilmezler" buyurduğunu söylemiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk bu âyeti, (.....) şeklinde okumuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, "Yoksa yarattıklarımız mı?" âyetinden kastedilenin ölüler ve melekler olduğunu söylemiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, yapışkan mânâsındadır.

Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona, (.....) kelimesinin mânâsını sorunca, İbn Abbâs: "Yapışkan demektir" cevabını verdi. Nâfi: "Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: "Tabi ki! Yoksa Nâbiğa'nın:

"Hayırdan sonra şerrin olmadığım zannetmesinler

Şerri de kişiye yapışıp kalan bir darbe zannetmesinler" dediğini bilmez misin?"

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de İkrime'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, yapışkan mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Lâzib, Hame ve Tın aynı mânâdadır. Başlangıcı topraktır, sonra kokmuş çamura, sonra yapışkan çamura dönüşmüş ve Allah, Âdem'i ondan yaratmıştır.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre (.....) kelimesi, birbirine yapışan mânâsındadır.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, ele yapışan çamurdur.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, yapışkan ve kokuşmuş mânâsındadır.

Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, bu âyeti, (.....) (Evet, ben şaşıyorum, onlar ise alay ediyorlar) şeklinde merfu (ötre) olarak okurdu.'

Ebû Ubeyd, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî el- Esmâ ve's-Sifât'ta, A'meş vasıtasıyla, Şakîk b. Seleme'den bildirir: Şureyh, bu âyeti, (.....) şeklinde okuyup: "Allah hiçbir şeye şaşmaz, şaşmak, bilmeyen kişi için geçerlidir" dedi. A'meş der ki: Bunu İbrâhim en-Nehaî'ye söylediğimde: "Şureyh, kendi görüşünü beğenen biriydi. Abdullah b. Mes'ûd ise ondan daha bilgiliydi ve bu ayeti, (.....) şeklinde okurdu" karşılığını verdi.

Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, bu âyeti, (.....) şeklinde okurdu.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Evet, sen şaşıyorsun, onlar ise alay ediyorlar" âyetini: "Allah'ın Kitabına ve vahyine şaşıyorsun. Onlar ise senin getirdiğin şeyle alay ediyorlar" şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyetle ilgili olarak: "Kur'ân indirildiği zaman ben şaştım, insanoğullarının dalalette olanları ise onunla alay ediyorlar" buyurdu.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Evet, sen şaşıyorsun, onlar ise alay ediyorlar. Onlara öğüt verilse, öğüt almazlar. Bir âyet görseler aralarında alay ederler" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: "Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bu Kur'ân verildiği zaman şaştı, dalalet ehli olan Mekke halkı ise kendisiyle alay etti. Onlara öğüt verilse, bu öğütten faydalanamazlar ve görmezler. Bir âyet görseler onunla alay edip eğlenirler."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyetten kastedilen, müşriklerin alay edip eğlenmeleridir. (.....) kelimesi ise sayha mânâsındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre (.....) âyetinden kastedilen bir üflemedir ve bu da Sûr'a son üflemedir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Bu, din günüdür. Bu sizin önceden yalanladığınız ayırdetme günüdür" âyetini açıklarken: "Allah, kıyamet günü olan ayırt etme günü, kullarına amellerinin karşılığını verecektir" dedi.

22

Bkz. Ayet:24

23

Bkz. Ayet:24

24

"Allah, meleklere şöyle emreder: Zulmedenleri, eşlerini ve Allah'ı bırakıp da tapmakta olduklarını toplayın, onları Cehennemin yoluna koyun ve onları tutuklaym. Çünkü onlar sorguya çekileceklerdir."

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Zebâniler, meleklere, "Zulmedenleri, eşlerini ve Allah'ı bırakıp da tapmakta olduklarını toplayın, onları Cehennemin yoluna koyun ve onları tutuklaym" derler.

Abdurrezzâk, Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, İbn Menî Miisned'de, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Ba's'ta, Numan b. Beşîr vasıtasıyla, Ömer b. el-Hattâb'ın, "Zulmedenleri, eşlerini ve Allah'ı bırakıp da tapmakta olduklarını toplayın, onları Cehennemin yoluna koyun ve onları tutuklayın'" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: "Herkes kendine benzeyenle birlikte haşredilir. Faiz yiyen faiz yiyenle, zinakâr zinakâr ile birlikte, içki içen içkici ile birlikte diriltilir. Cennettekiler de Cehennerndekiler de benzerleriyle beraber olacaklardır."

Firyâbî, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin el-Ba's'ta İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen eşlerden kasıt benzerlerdir.

Abd b. Humeyd, Saîd b. Cübeyr ve İkrime'den aynı rivâyette bulunmuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem, âyette geçen eşlerden kastedilenin amelde birbirlerine benzeyenler olduğunu söyleyip, "Ve sizler de üç sınıf olduğunuz zaman" âyetini okudu, sonra şöyle dedi: "Sağdakiler bir sınıf, soldakiler bir sınıf, öne geçenler de bir sınıftır."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid, âyette geçen eşlerden kastedilenin, birbirlerine benzeyenler olduğunu, katillerin katillerle birlikte, zinakârların zinakârlarla birlikte, faiz yiyenlerin de faiz yiyenler ile birlikte haşrdileceğini söyledi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Zulmedenleri, eşlerini ve Allah'ı bırakıp da tapmakta olduklarını toplayın, onları Cehennemin yoluna koyun ve onları tutuklayın" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Kâfirler kâfirlerle ve Allah'ı bırakıp ibadet ettikleri putlarla haşredileceklerdir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs âyette geçen (.....) kelimesinin "Yönlendirin" mânâsında olduğunu söyledi.

Abd b. Humeyd'in Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre âyette geçen, " kelimesi, "Sürünüz" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Onları Cehennemin yoluna koyun" âyeti: "Onlara Cehennemin yolunu gösterin" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti: "Onları tutuklayın, çünkü onlar hesaba çekileceklerdir" mânâsındadır.

Buhârî Tarih'te, Dârimî, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hiçbir davet eden kimse yoktur ki kıyamet gününde o davet ettiği şeyin başında durdurulmuş olmasın. O, onun başında durur ve ondan ayrılamaz. Bu, bir kişinin diğer bir kişiyi davet etmesi şeklinde olsa bile" buyurduktan sonra, "Onları tutuklayın. Çünkü onlar sorguya çekileceklerdir" âyetini okudu.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atiyye, "Onları tutuklayın. Çünkü onlar sorguya çekileceklerdir" âyetini açıklarken: "Kıyamet günü amellerinden sorguya şekilmeleri için durdurulurlar" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Osmân b. Zâide der ki: "Kıyamet günü kula ilk sorulacak şey, kiminle oturup kalktığıdır, denirdi."

25

Bkz. Ayet:41

26

Bkz. Ayet:41

27

Bkz. Ayet:41

28

Bkz. Ayet:41

29

Bkz. Ayet:41

30

Bkz. Ayet:41

31

Bkz. Ayet:41

32

Bkz. Ayet:41

33

Bkz. Ayet:41

34

Bkz. Ayet:41

35

Bkz. Ayet:41

36

Bkz. Ayet:41

37

Bkz. Ayet:41

38

Bkz. Ayet:41

39

Bkz. Ayet:41

40

Bkz. Ayet:41

41

"Ne oluyor size? Neden birbirinize yardım etmiyorsunuz. Bilakis onlar bugün teslim olmuşlardır. Onlardan bîr kısmı diğer bir kısmına yönelip biri diğerine soru sorarlar. Derler ki: «Gerçekten siz bize sağdan gelirdiniz.» Onlar da derler kî: «Hayır, siz iman üzere değil idiniz. Bizim sizin üzerinizde bir hakimiyetimiz de yoktu. Bilakis siz azgın bir topluluktunuz. Rabbimizin şözü üzerimize hak oldu. Muhakkak biz tadıcılarız. çünkü biz sîzi azdırdık. Zaten biz de azgınlardan idik.» Muhakkak onlar o gün azapta ortaktırlar. İşte Biz, günahkârlara muhakkak böyle yaparız. Çünkü onlara: «Allah'tan başka ilâh yoktur» denildiğinde, büyüklük taslarlardı. Ve derlerdi ki: «Biz ilâhlarımızı deli bir şair dolayısı ile mi terkedeceğiz?» Hayır, o hak ile gelmiş ve peygamberleri de tasdik etmiştir. Muhakkak siz elbette acıklı azabı tadıcılarsınız. Size işlemiş olduğunuzdan başka şeyin cezası verilmeyecektir. Ancak Allah'ın ihlasa erdirilmiş kulları müstesna. İşte onlar için bilinen bir rızık vardır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs "Ne oluyor size? Neden birbirinize yardım etmiyorsunuz. Bilakis onlar bugün teslim olmuşlardır.

Onlardan bir kısmı diğer bir kısmına yönelip biri diğerine soru sorarlar. Derler ki: «Gerçekten siz bize sağdan gelirdiniz.» Onlar da derler ki: «Hayır siz iman üzere değil idiniz; Bizim sizin üzerinizde bir hakimiyetimiz de yoktu. Bilakis siz azgın bir topluluktunuz. Rabbimizin sözü üzerimize hak oldu. Muhakkak biz tadıcılarız. Çünkü biz sizi azdırdık. Zaten biz de azgınlardan idik.» Muhakkak onlar o gün azapta ortaktırlar. İşte Biz, günahkârlara muhakkak böyle yaparız" âyetlerini şu şekilde açıkladı: Onlara: "Neden birbirinizi azaptan kurtar mıyorsunuz?" denilir. Bilakis onlar bugün yardım istemektedirler. Birbirlerini kınayarak, zayıf olanlar güçlü olanlara: "Siz bize gücünüzle üstün geliyordunuz" derler. Güçlü olanlar da: "Allah'ın takdirinde siz iman etmemiştiniz. Bizim de sizin üzerinizde bir hâkimiyetimiz yoktu. Siz Allah'ın ilminde müşriktiniz. Zayıflar: "Rabbimizin azabı bize gerekli oldu. Çünkü biz zelil, siz ise kuvvetliydiniz" derler. O gün hepsi de azapta ortaktırlar. Biz müşriklere böyle yaparız."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Ne oluyor size? Neden birbirinize yardım etmiyorsunuz. Bilakis onlar bugün teslim olmuşlardır. Onlardan bir kısmı diğer bir kısmına yönelip biri diğerine soru sorarlar. Derler ki: «Gerçekten siz bize sağdan gelirdiniz.» Onlar da derler ki: «Hayır, siz iman üzere değil idiniz; Bizim sizin üzerinizde bir hakimiyetimiz de yoktu. Bilakis siz azgın bir topluluktunuz. Rabbimizin sözü üzerimize hak oldu. Muhakkak biz tadıcılarız. Çünkü biz sizi azdırdık. Zaten biz de azgınlardan idik.» Muhakkak onlar o gün azapta ortaktırlar. İşte Biz, günahkârlara muhakkak böyle yaparız. Çünkü onlara: «Allah'tan başka ilâh yoktur» denildiğinde, büyüklük taslarlardı. Ve derlerdi ki: «Biz ilâhlarımızı deli bir şair dolayısı ile mi terkedeceğiz?» Hayır, o hak ile gelmiş ve peygamberleri de tasdik etmiştir. Muhakkak siz elbette acıklı azabı tadıcılarsınız. Size işlemiş olduğunuzdan başka şeyin cezası verilmeyecektir" âyetlerini şu şekilde açıkladı: Onlara: "Neden birbirinizden azabı uzaklaştır mıyorsunuz?" derler. Hâlbuki onlar Allah'ın azabına teslim olmuşlardır. İnsanlar cinlere dönüp: "Hayır, yaptığımız zaman gelip bizi nehyederdiniz ve ağır davranmamızı sağlardınız" derler. Cinler de: "Hayır, siz iman üzere değil idiniz. Rabbimizin sözü üzerimize hak oldu" derler. Şeytan, insanların dalalete düşmüşlerine: "Muhakkak biz azabı tatlıcılarız. Çünkü biz sizi azdırdık. Zaten biz de azgınlardan idik" derler. "Ve derlerdi ki: "Biz ilâhlarımızı deli bir şair dolayısı ile mi terkedeceğiz?'" sözüyle Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kasdetmektedirler. Ama o, kendisinden önce gelen peygamberleri doğrulamıştır. Allah onların azapta ortak olduklarını bildirmiş, ancak ihlas sahibi olanların azaba maruz kalmayacağını, onlar için bilinen rızık olan Cennetin verileceğini bildirmiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre »Onlardan bir kısmı diğer bir kısmına yönelip biri diğerine soru sorarlar" âyetinde bahsedilen birbirlerine yönelip soru sormaları, Sûr'a ikinci üflenişte diriltilecekleri zaman olacaktır.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Derler ki: Gerçekten siz bize sağdan gelirdiniz" âyetini açıklarken: "Her hayır yapmak istediklerinde, kendilerini bu hayırdan alıkoymak için gelirlerdi" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre, "Derler ki: Gerçekten siz bize sağdan gelirdiniz" âyetindeki sağdan kasıt haktır. Bu sözü kafirler şeytanlara söylerler.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Onlar da derler ki: Hayır, siz iman üzere değil idiniz" âyetini: "Eğer mümin olsaydınız, bize karşı korunurdunuz" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî der ki: "Şeytanlar: «Biz sizi dünyadayken azdırdık. Zaten biz de azgınlardandık» derler. O gün, şeytanlar ve azdırılanlar azapta ortaktırlar."

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Çünkü onlara: «Allah'tan başka ilâh yoktur» denildiğinde, büyüklük taslarlardı. Ve derlerdi ki: "Biz ilâhlarımızı deli bir şair dolayısı ile mi terkedeceğiz?'" âyetlerini "Allah'a ortak koşmadığı zaman büyüklük taslayıp iman etmekten çekinirlerdi ve: "Biz ilâhlarımızı aklı olmayan bir şair dolayısı ile mi terk edeceğiz?" derlerdi. Allah, Hazret-i Muhammed'in doğru söylediğini bildirip: "Hayır, o hak ile gelmiş ve peygamberleri de tasdik etmiştir" buyurmuştur.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Ben insanlarla, onlar «Lâ ilâhe illallah» diyene kadar savaşmakla emrolundum. İnsanlar bunu (Kelime-i tevhîd'i) söyleyince, benden kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Ancak İslâmiyet'ten doğan haklar bundan müstesnâdır. Onların hesapları ise Allah'a aittir." Yüce Allah, Kitabında büyüklük taslayan bir kavimden bahsetmiş ve: "Çünkü onlara: «Allah'tan başka ilâh yoktur» denildiğinde, büyüklük taslarlardı" buyurmuştur. Yine başka bir âyette: "inkar edenler, gönüllerindeki cahiliyye çağının asabiyet ateşini ateşlendirdiklerinde, Allah, Peygamberine ve inananlara huzur indirdi; onların takva sözünü tutmalarını sağladı. Onlar, bu söze layık ve ehil kimselerdi. Allah her şeyi bilmektedir" buyurmuştur. Âyette geçen takva kelimesi: "Lâ ilâhe illallah Muhammedun Resûlullah" sözüdür. Hudeybiye günü, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklerle anlaşma yaptığı zaman büyüklük taslayıp bu kelimenin anlaşmaya yazılmasından çekinmişlerdi.

Buhârî Tarih'te ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih'e: "Lâ ilâhe illallah sözü Cennetin anahtarı değil mi?" diye sorulunca: "Evet, ama dişleri olmayan anahtar yoktur. Anahtarı dişlerini de beraberinden getirene Cennetin kapısı açılır, anahtarın dişlerini getirmeyene ise açılmaz" karşılığını verdi.

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Miicâhid, bu âyeti, (.....) şeklinde okurdu.

İbn Cerîr'in Süddî'den bildirdiğine göre "...bilinen bir rızık vardır"' buyruğundaki rızık Cennettedir.

42

Türlü meyvalar... Onlar hep ikram olunurlar;

43

Naîm Cennetlerinde,

44

Karşılıklı tahtlar üzerinde...

45

Bkz. Ayet:49

46

Bkz. Ayet:49

47

Bkz. Ayet:49

48

Bkz. Ayet:49

49

"Onların etrafında Cennet pınarından doldurulmuş, berrak ve içenlere lezzet veren kadehler dolaştırılır. Onda baş döndürme özelliği yoktur. Onlar, onu içmekle sarhoş da olmazlar. Yanlarında bakışlarını yalnızca kendilerine çevirmiş iri gözlü eşler vardır. Sanki onlar (beyazlıklarıyla), saklanmış (gün yüzü görmemiş) yumurtalardır."

İbn Ebî Şeybe, Hennâd, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk der ki: "Yüce Allah'ın Kur'ân'da zikrettiği her kadeh sözünden şarap kastedilmiştir."

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Onların etrafında Cennet pınarından doldurulmuş, berrak ve içenlere lezzet veren kadehler dolaştırılır. Onda baş döndürme özelliği yoktur" âyetlerini: "Onlara, sıkılarak elde edilen değil su gibi akan şaraplar sunulur, ki bu içki akıllarını gidermez, başlarını döndürmez ve karınlarını ağrıtmaz" şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti, "Pınarların aktığı gibi akan şaraptan doldurulmuş kadehler" demektir.

İbn Cerîr'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, Abdullah'ın kıraatinde  (.....) şeklindir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin el-Ba's'ta ibn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Onların etrafında Cennet pınarından doldurulmuş, berrak ve içenlere lezzet veren kadehler dolaştırılır" âyetinden kastedilen şarap dolu kadehlerin dolaştırılmasıdır. (.....) âyeti ise: "Bu şarap başlarını döndürmez ve onları sarhoş edip akıllarını gidermez" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Şarabın dört özelliği vardır: Sarhoşluk, başağrısı, kusmak ve idrar. Allah Cennet içkilerini bu özelliklerden arındırmış ve, "Onda baş döndürme özelliği yoktur, onu içmekle sarhoş da olmazlar" buyurmuştur. Cennet içkisini içen, dünyadayken içki içen gibi kusmaz. Kusmak ise hoşa gitmeyen bir şeydir."

Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona, (.....) âyetinin mânâsını sorunca, İbn Abbâs: "Dünya içkisinde olduğu gibi onda pis ve hoşa gitmeyen bir kokunun olmamasıdır" cevabını verdi. Nâfi: "Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: "Tabi ki! Yoksa İmriu'l-Kays'ın:

"Nice kadehler içtim kokusu kötü olmayan

Ve dostuma içirdim ona başka şey katıp" dediğini bilmez misin?

Nâfi: "Peki, (.....) âyetinin mânâsı nedir?" diye sorunca ise İbn Abbâs: "Sarhoş olmazlar mânâsındadır" cevabını verdi. Nâfi: "Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: "Tabi ki! Yoksa Abdullah b. Revâha'nın:

"Ondan sarhog olmazlar ama

Derderi ve kinleri yok olur" dediğini bilmez misin?"

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyetinden, karın ağrısı yapmayan içki kastedilmiştir.

Hennâd, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyetinden, karın ağrısının olmaması kastedilmiştir. (.....) âyetinin mânâsı ise sarhoş edip akıllarının başlarından gitmesine sebep olmamasıdır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi içki mânâsındadır. (.....) âyeti ise içinde tiksindirecek ve zarar verecek bir şeyin olmaması mânâsındadır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin el-Ba's'ta, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Yanlarında bakışlarını yalnızca kendilerine çevirmiş iri gözlü eşler vardır. Sanki onlar (beyazlıklarıyla), saklanmış (gün yüzü görmemiş) yumurtalardır" âyeti, dünyadaki hanımlarından başka, yanlarında bakışlarını yalnızca kendilerine çevirmiş iri gözlü eşler vardır" mânâsındadır. Âyetteki yumurtalardan kasıt ise incilerdir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Yanlarında bakışlarını yalnızca kendilerine çevirmiş iri gözlü eşler vardır" âyetini: "Yani gözlerini sadece kocalarına dikmiş, kocalarından başkasına bakmayan güzel gözlü kadınlar vardır" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî, "Yanlarında bakışlarını yalnızca kendilerine çevirmiş iri gözlü eşler vardır" âyetini: "Yani gözlerini sadece kocalarına dikmiş, kocalarından başkasına bakmayan kadınlar vardır" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre (.....) kelimesi, iri gözlü mânâsındadır.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Sanki onlar (beyazlıklarıyla), saklanmış (gün yüzü görmemiş) yumurtalardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Onlar, kabuğu ve üzerindeki zarı soyulmuş yumurta gibi beyazdır."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre "Sanki onlar (beyazlıklarıyla), saklanmış (gün yüzü görmemiş) yumurtalardır" buyruğundaki saklı yumurtadan kastedilen, yumurtanın içidir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre âyetten kastedilen yumurtanın kabuğu soyulunca ortaya çıkan beyzalığıdır.

Abdurrezzâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ el-Horasânî, "Sanki onlar (beyazlıklarıyla), saklanmış (gün yüzü görmemiş) yumurtalardır" âyetini açıklarken: "Yumurtanın kabuğuyla akı arasındaki zar kastedilmiştir" dedi.

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre âyetten kastedilen yuvasındaki yumurtadır.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde, "Yanlarında bakışlarını yalnızca kendilerine çevirmiş iri gözlü eşler vardır. Sanki onlar (beyazlıklarıyla), saklanmış (gün yüzü görmemiş) yumurtalardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Kocalarından başkasına bakmazlar ve başkalarını istemezler. Saklanmış yıumurtadan kasıt ise el değmemiş yumurtadır.

İbn Ebî Hâtim'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre âyetten kastedilen, sarılıp sarmalanmış ve el değmemiş yumurtadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem, "Sanki onlar (beyazlıklarıyla), saklanmış (gün yüzü görmemiş) yumurtalardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Tüylerin sarmaladığı yumurtadır. Deve kuşu rüzgara karşı tüylerle yumurtalarını Örter, koruma altına alır. Rengi sarımtrak beyazdır. Bu da kadınların sahib oldukları en güzel renktir."

50

Bkz. Ayet:61

51

Bkz. Ayet:61

52

Bkz. Ayet:61

53

Bkz. Ayet:61

54

Bkz. Ayet:61

55

Bkz. Ayet:61

56

Bkz. Ayet:61

57

Bkz. Ayet:61

58

Bkz. Ayet:61

59

Bkz. Ayet:61

60

Bkz. Ayet:61

61

"Derken birbirlerine yönelip sorarlar. İçlerinden biri şöyle der: Benim bir dostum vardı, bana: «Sen de mi, ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman dirilerek ceza göreceğimizi tasdik edenlerdensin?» derdi. Yanındakilere: «Siz onu bilir misiniz?» der. Bir bakar onu Cehennemin ortasında görür. Ona der ki: «Allah'a and olsun ki, az kalsın benî de mahvedecektin. Eğer Rabbimin lütfü olmasaydı ben de oraya götürülenlerden olurdum. Nasıl, ilk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz? Bize azap edilmeyecek miymiş? Şüphesiz bu (Cennetteki nimetlere ulaşmak) büyük bir başarıdır. Çalışanlar böylesi için çalışsınlar!"

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre "Derken birbirlerine yönelip sorarlar'" âyetinden kastedilenler Cennet ahalisidir.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Benim bir dostum vardı" âyetindeki dosttan kastedilen şeytandır.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atâ el-Horasânî der ki: Ortak olan iki adamın sekiz bin dinarı vardı. Bunlar paralarını aralarında paylaştılar ve birisi bin dinara bir tarla aldı. Bunun üzerine öbürü: "Allahım! Falan kişi bin dinara bir tarla aldı. Ben de senden bin dinara Cennetten bir tarla satın alıyorum" deyip bin dinarı tasadduk etti. Sonra arkadaşı bin dinara bir ev yaptırınca, o: "Allahım! Falan kişi bin dinara bir ev yaptırdı. Ben de senden bin dinara Cennetten bir ev satın alıyorum" deyip bin dinarı tasadduk etti. Sonra arkadaşı bir kadınla evlenip bin dinar mehir verince, o: "Allahım! Falan kişi bin dinar harcayıp bir kadınla evlendi. Ben de senden bin dinara Cennet kadınlarıyla evlenmek istiyorum" deyip bin dinarı tasadduk etti.

Sonra arkadaşı, bin dinara hizmetçiler ve eşya alınca, o: "Allahım! Falan kişi bin dinara hizmetçiler ve eşyalar satın aldı. Ben de senden bin dinara Cennetten hizmetçiler ve eşyalar satın alıyorum" deyip bin dinarı tasadduk etti.

Sonra bu kişi maddi sıkıntıya düşünce: "Arkadaşıma gidersem belki bana yardım eder" deyip, onun geçtiği yolda oturdu. Arkadaşı, hizmetçileri ve ailesiyle yanından geçerken, adam kalkınca, arkadaşı kendisini tanıyıp: "Sen falan kişi değil misin?" diye sordu. O: "Evet" cevabını verince, arkadaşı: "Neyin var?" diye sordu. O: "Senden sonra maddi sıkıntıya düştüm. Belki bana yardım edersin diye sana geldim" cevabını verince, arkadaşı: "Malına ne oldu? Aynı malın yarısını sen, yarısını da ben almıştık" dedi. O: "Sen, bin dinara bir ev satın alınca ben şöyle yaptım" deyip olanları anlattı. Bunun üzerine arkadaşı: "Sen buna inanıyor musun? Git buradan. Vallahi sana bir şey vermem" deyip ona yardım etmeyi reddetti. Bunun üzerine takdir edilip ikisi de vefat edince, bunlar hakkında: "Derken birbirlerine yönelip sorarlar, içlerinden biri şöyle der: Benim bir dostum vardı, bana: «Sen de mi, ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman dirilerek ceza göreceğimizi (hesaba çekileceğimizi) tasdik edenlerdensin?» derdi" âyeti nazil oldu.

Saîd b. Mansûr ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Furât b. Sa'lebe el-Bahrânî, "içlerinden biri şöyle der: Benim bir dostum vardı" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Anatıldığına göre iki ortak vardı ve bunların seksen bin dinarı birikmişti. Bunlardan birisinin mesleği yoktu, diğerinin ise vardı. Mesleği olan: "Senin bir mesleğin yok, bu sebeple ben seninle mallarımızı paylaşıp ortaklığı bozmak istiyorum" deyip mallarını paylaştılar ve ayrıldılar. Daha sonra bunlardan birisi, daha önce bir krala ait olan bir evi bin dinara satın alıp arkadaşını davet etti ve: "Bu evi nasıl görüyorsun? Bunu bin dinara satın aldım" dedi. Arkadaşı: "Çok güzel" dedi ve oradan çıkınca: "Allahım! Arkadaşım şu evi satın aldı. Ben de senden Cennette bir ev istiyorum" deyip bin dinar tasadduk etti.

Bir müddet sonra, ev satın alan kişi bin dinar harcayarak evlendi ve arkadaşını çağırarak ona yemek yaptı. Arkadaşı gelince de: "Bin dinar harcayarak şu kadınla evlendim" dedi. Arkadaşı: "Ne güzel yapmışsın" dedi ve oradan çıkınca: "Allahım! Arkadaşım bin dinara bir kadınla evlendi. Ben de senden, bana Hurilerden bir kadın istiyorum" deyip bin dinar tasadduk etti. Bir müddet geçtikten sonra, ev satın alan adam bin dinara iki bahçe satın aldı ve arkadaşını çağırıp bahçeyi göstererek: "Bu iki bahçeyi bin dinara satın aldım" dedi. Arkadaşı: "Ne güzel yapmışsın" dedi ve oradan çıkınca: "Allahım! Arkadaşım bin dinara iki bahçe satın aldı. Ben de senden, Cennette iki bahçe istiyorum" deyip bin dinar tasadduk etti.

Sonra ölüm meleği gelip ikisinin de canını aldı ve sadaka vereni, beğeneceği bir eve soktu, adam bakınca orada güzelliğinden dolayı ışık saçan bir kadın gördü. Sonra melek onu, içinde olanları sadece Allah'ın bileceği iki bahçeye soktu. O zaman adam: "Bu durum, dünyadayken şöyle şöyle yapan (ev, bahçeler alan ve evlenen) adama ne kadar da benziyor" dedi. Kendisine: "Öyledir. Bu ev, iki bahçe ve kadın senindir" denildi. Adam dedi ki: "Benim bir arkadaşım vardı. O: "bana: «Sen de mi, ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman dirilerek ceza göreceğimizi (hesaba çekileceğimizi) tasdik edenlerdensin?» derdi" Adama: "O kişi Cehennemdedir" denilince, o: "Siz onu tanır mısınız?" der. Bir bakar onu Cehennemin ortasında görür." İşte o zaman: "Allah'a and olsun ki, az kalsın beni de mahvedecektin" der.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî der ki: İsrâiloğullarında, ortak olan iki adam vardı. Bunlardan biri mümin, diğeri kâfirdi. Bunlar ortaklığı bozacakları zaman altı bin dinar olan mallarını paylaşıp her biri üç bin dinar aldı. Bir müddet geçtikten sonra karşılaştıklarında, kafir olan mümin olana: "Malını ne yaptın? Onunla ortaklık mı kurdun, yoksa ticaret mi yaptın?" diye sordu. Mümin: "Hayır, sen ne yaptın?" karşılığını verince, kafir olan: "O paranın bin dinarıyla, ağaçlar, meyveler, deresi olan bir tarla satın aldım" dedi. Mümin: "Böyle mi yaptın?" deyince, kafir: "Evet" cevabını verdi. Mümin geri döndü ve gece olunca bir müddet namaz kıldı, namazı bitirince de bin dinar alıp önüne koydu, sonra: "Allahım! Ortağım olan falan kişi, bin dinara ağaçlan, meyveleri ve deresi olan bir tarla satın aldı. Bu adam ölüp bunları dünyada bırakacak. Allahım! Ben, bu bin dinarla Cennette senden ağaçları meyveleri ve nehirleri olan bir tarla satın alıyorum" dedi. Sonra bu parayı fakirler arasında taksim etti.

Bir müddet sonra bunlar tekrar karşılaşınca, kafir olan mümine: "Malını ne yaptın? Onunla ortaklık mı kurdun, yoksa ticaret mi yaptın?" diye sordu. Mümin: " Hayır, sen ne yaptın?" karşılığını verince, kafir olan: "Çiftliğime bakmak zor gelmeye başlayınca, bin dinara, çiftlikte çalıştırmak üzere köleler satın aldım" dedi. Mümin: "Böyle mi yaptın?" deyince, kafir: "Evet" karşılığını verdi. Mümin geri döndü ve gece olunca bir müddet namaz kıldı, namazı bitirince de bin dinar alıp önüne koydu, sonra: "Allahım! Ortağım olan falan kişi, bin dinara dünya kölelerinden satın aldı. Bu adam ölüp bunları dünyada bırakacak. Allahım! Ben, bu bin dinarla Cennette senden köleler satın alıyorum" dedi. Sonra bu parayı fakirler arasında taksim etti.

Bir müddet sonra bunlar tekrar karşılaşınca, kafir olan mümine: "Malını ne yaptın? Onunla ortaklık mı kurdun, yoksa ticaret mi yaptın?" diye sordu. Mümin: " Hayır, sen ne yaptın?" karşılığını verince, kafir olan: "Bütün işlerim tamam oldu, ancak bir şey eksikti. Falan kadının kocası vefat edince ona bin dinar mehir verdim, kadın hem verdiğim parayla, bir de onun bir katıyla bana geldi" dedi. Mümin: "Böyle mi yaptın?" deyince, kafir: "Evet" karşılığını verdi. Mümin geri döndü ve gece olunca bir müddet namaz kıldı, namazı bitirince de geriye kalan bin dinarı alıp önüne koydu, sonra: "Allahım! Ortağım olan falan kişi, bin dinara dünya kadınlarından biriyle evlendi. Ya bu adam ölüp kadını bırakacak veya kadın ölüp adamı bırakacak. Allahım! Ben, bu bin dinarla Cennette senden hurilerden biriyle evlendirmeni istiyorum" dedi. Sonra bu parayı fakirler arasında taksim etti ve parasız kaldı.

Adam, pamuktan yapılmış bir gömlek ve yünden yapılmış bir giysi giyerek, kendi gücüyle kazıp çalışmaya başladı. Bir adam gelip: "Ey Allah'ın kulu! Benim yanımda aylıkla çalışır mısın? Aylık ücret karşılığı hayvanlarıma bakarsın" deyince, o: "Evet" deyip iş teklifini kabul etti. Hayvanların sahibi her sabah gelip hayvanlarına bakıyor, onlardan birinin zayıf olduğunu görünce de, onu başından yakalayıp boğazını sıkıyor ve: "Dün bu hayvanın arpasını çalmışsın" diyordu. Mümin olan adam bu şiddete dayanamayarak: "Kafir olan ortağıma gidip tarlasında çalışırım. Buna karşılık her çalıştığım gün beni doyurur ve üzerimdeki bu iki parça elbise eskiyince de onları değiştirir" dedi.

Kâfir olan ortağına gitmek üzere yola çıkıp akşam vakti kapısına geldiğinde, göğe yükselmiş büyük bir köşkle karşılaştı. Etrafında da kapıcılar vardı. Onlara: "Bu köşkün sahibine geldiğimi bildirir. Eğer ona haber verirsenin sevinir" deyince, kapıcılar: "Eğer doğru söylüyorsan git bir köşede yat ve sabah olunca yoluna çık" karşılığını verdiler. Mümin, elbisesinin yarısını altına, diğer yarısını da üstüne çekerek uyudu ve sabah olunca ortağına gidip geçtiği yolda karşısına çıktı. Ortağı binek üzerinde dışarıya çıkıp kendisini görünce tanıdı ve durup selam vererek onunla musafaha etti. Sonra: "Benim aldığım kadar mal almamış miydin? Malın nerede?" diye sordu. Mümin: "Bana malımı sorma" cevabını verince, o: "Neden geldin?" diye sordu. Mümin: "Çalıştığım her gün karnımı doyurman ve eskiyen giysilerimi değiştirmen karşılığında tarlanda çalışmak istiyorum" karşılığını verince, kafir olan ortağı: "Malını ne yaptığını bana söylemeden benden hiçbir hayır göremezsin" dedi. Mümin: "Onu borç olarak verdim" deyince, o: "Kime?" diye sordu. Mümin: "Kendisine verileni geri ödeyen ve vefalı olana" cevabını verince, kafir: "kime?" diye sordu. Mümin: "Rabbim olan Allah'a verdim" cevabını verince, onunla tokalaşmakta olan kafir elini hızla çekerek: "Sen de mi, ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman dirilerek ceza göreceğimizi (hesaba çekileceğimizi) tasdik edenlerdensin?" dedi ve onu bıraktı. Mümin, kafirin kendisine yüz vermediğini görünce geri döndü ve uzun zaman sıkıntı içinde yaşadı. Kafir de refah içinde yaşadı.

Kıyamet günü olup Yüce Allah mümini Cennete soktuğu zaman, mümin Cennette giderken bir tarla, ağaçlar, meyveler ve nehirler görüp: "Bunlar kimin?" diye sorar. Ona: "Bunlar senindir?" cevabı verilince: "Yaptıklarımın karşılığı bu kadar çok mu?" der. Sonra Cennette giderken sayılamayacak kadar köleler görüp: "Bunlar kimin?" diye sorar. Ona: "Bunlar senindir?" cevabı verilince: "Yaptıklarımın karşılığı bu kadar çok mu?" der. Sonra içi boş yakuttan yapılmış bir köşkle karşılaşır. Köşkte bir huri görüp: "Bu kimin? diye sorar. Ona: "Bu senindir?" cevabı verilince: "Yaptıklarımın karşılığı bu kadar çok mu?" der. Sonra kafir olan ortağını hatırlayıp şöyle der: "Benim bir dostum vardı, bana: «Sen de mi, ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman dirilerek ceza göreceğimizi tasdik edenlerdensin?» derdi"' Cennet yüksekte, Cehhennem ise aşağılardadır. Allah, ona Cehennemin ortasında, Cehennemlikler arasında olan ortağını gösterir. Mümin onu görünce tanır ve şöyle der: "Allah'a and olsun ki, az kalsın beni de mahvedecektin. Eğer Rabbimin lütfü olmasaydı ben de oraya götürülenlerden olurdum. Nasıl, ilk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz? Bize azap edilmeyecek miymiş? Şüphesiz bu (Cennetteki nimetlere ulaşmak) büyük bir başarıdır. Çalışanlar böylesi için çalışsınlar!" Allah, çalışanlara Cennette çalıştığının karşılığını aynısı olarak verir. Bunun üzerine mümin, dünyadayken başından geçen zorlukları hatırlamaya çalışır, ama ölümden daha şiddetli hiçbir şeyi hatırlamaz.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, "Hesaba çekilmek" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den aynı rivâyette bulundu.

İbn Ebî Hâtim'in ibn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Siz onu bilir misiniz?" der" âyeti: "Siz onu tanıyor musunuz? (Bana gösterin de) ben de onun Cehennemdeki haline bakayım" mânâsındadır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti: "Cehennemin ortası" mânâsındadır.

Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona, âyetinin mânâsını sorunca, İbn Abbâs: "Cehennemin ortası demektir" cevabını verdi. Nâfi: "Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, ibn Abbâs şöyle demiştir: "Tabi ki! Yoksa şairin:

Attığı oku tam orta yerden geçirdi

Bu okla da gece yol gidenlere yön gösterdi" dediğini bilmez misin?'

İbn Ebî Şeybe, Hennâd ve İbnu'l-Münzir bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, "Bir bakar onu Cehennemin ortasında görür" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Baktıktan sonra yanındakilere dönüp: "Onların (Cehennemdekilerin) beyinlerinin kaynadığını gördüm" der.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: "Bize bildirildiğine göre Kabu'l-Ahbâr şöyle dedi: "Cennette delikler vardır. Cennetlik biri, Cehennemdeki bir düşmanına bakmak isteyince o delikten bakar ve böylece içinde bulunduğu duruma daha çok şükreder."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: "Cennetlik olan kul, «Siz onu tanır mısınız?» diyerek Rabbinden, Cehennemdeki kişiyi kendisine göstermesini ister. Ona bakıp Cehennemin ortasında, Cehennemliklerin beyninin kaynadığını görünce de: "Bu, falan kişidir" der. Eğer Allah Cehennemlik olan bu kişiyi, Cennetlik olana tanıtmasaydı, bu kişi onu tanıyamazdı. Çünkü bu kişinin Cehennemdeki azaptan dolayı rengi ve şekli değişmiştir. İşte o zaman şöyle der: "Allah'a and olsun ki, az kalsın beni de mahvedecektin." Sana itaat etseydim, beni helak edecektin. "Eğer Rabbimin lütfü olmasaydı ben de oraya (Cehenneme) götürülenlerden olurdum. Nasıl, ilk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz? Bize azap edilmeyecek miymiş? Şüphesiz bu (Cennetteki nimetlere ulaşmak) büyük bir başarıdır.  Bu sözleri Cennet ahalisi söyleyecektir. Yüce Allah: "Çalışanlar böylesi için çalışsınlar!" buyurur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: "Ölümün her nimete son verdiğini anlayınca: "Nasıl, ilk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz? Bize azap edilmeyecek miymiş?" derler. Cehennemliklere: "Hayır size azab edilecek" denilir ve müminler: "Şüphesiz bu (Cennetteki nimetlere ulaşmak) büyük bir başarıdır" derler.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Yüce Allah, Cennetliklere: "İşlediklerinize karşılık afiyetle yiyiniz, içiniz" buyurur. Âyetteki afiyetten kasıt, Cennetliklerin, Cennette ölmeyeceğidir. Bunun üzerine Cennetlikler şöyle derler: "Nasıl, ilk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz? Bize azap edilmeyecek miymiş? Şüphesiz bu (Cennetteki nimetlere ulaşmak) büyük bir başarıdır. Bu sözleri Cennet ahalisi söyleyecektir. Yüce Allah: "Çalışanlar böylesi için çalışsınlar!" buyurur.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Berâ b. Âzib der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile el ele yürürken, bir cenaze gördü ve hızlı bir şekilde yürüyüp kabre geldi ve dizüstü çökerek o kadar ağladı ki, gözyaşlarıyla toprak ıslandı. Sonra: "Çalışanlar böylesi için çalışsınlar!" buyurdu.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber, ölmek üzere olan bir hastanın yanına girdiğimde, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Çalışanlar böylesi için çalışsınlar!" buyurdu.

62

Bkz. Ayet:68

63

Bkz. Ayet:68

64

Bkz. Ayet:68

65

Bkz. Ayet:68

66

Bkz. Ayet:68

67

Bkz. Ayet:68

68

"Ziyafet olarak bu mu daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı? Şüphesiz biz onu zâlimler için bir imtihan aracı kıldık. O, Cehennemin dibinde biten bir ağaçtır. Onun meyveleri sanki şeytanların kafalarıdır. Cehennemlikler ondan yiyecekler ve onunla karınlarını dolduracaklardır. Sonra onlar için bunun üstüne kaynar sudan karışık bir içecek vardır. Sonra onların dönüşleri mutlaka Cehennemedir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Yüce Allah zakkum ağacını zikredip zâlimleri fitneye düşürdü ve Ebû Cehil: "Arkadaşınız size Cehennemde (ateşte) bir ağaç olduğunu haber veriyor. Halbuki ateş, ağaçları yer bitirir, Zakkum olsa olsa hurma ve kaymaktan ibarettir. (Sonra da arkadaşlarına hurma getirip) "Zıkkımlanın!" dedi. Müşrikler, Cehennemde ağacın olmasına hayret edince, Allah, şöyle buyurdu: "O, Cehennemin dibinde biten bir ağaçtır" Yani o ağaç ateşle beslenir ve ateşten yaratılmıştır. "Onun meyveleri sanki şeytanların kafalarıdır." Allah bu ağacın meyvelerini şeytanları kafasına benzetmiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: Ebû Cehil: "Zakkum, zıkkımlandığım hurma ve tereyağıdır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih, "Onun meyveleri sanki şeytanların kafalarıdır" âyetini açıklarken: "Şeytanların saçları gökyüzüne doğru kalkmıştır" dedi.

Abdullah b. Ahmed b. Hanbel Zühd'ün zevâidinde ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû İmrân el-Cevnîder ki: "İnsanoğlu, zakkum ağacından bir parça kopardığı zaman, zakkum ağacı da kendisinden bir parça koparır."

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Ebû Cehil, oturmakta olan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından geçip uzaklaşınca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sana yazıklar olsun, yazıklar! Daha ne olsun, sana yazıklar olsun, yazıklar!" buyurdu. Bunu duyan Ebû Cehil: "Kimi tehdid ediyorsun ey Muhammed!" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Seni" buyurdu. Ebû Cehil: "Beni neyle tehdid ediyorsun?" diye sorunca ise Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Seni Azîz ve Kerîm olanla tehdid ediyorum" buyurdu. Ebû Cehil: "Azîz ve Kerîm olan ben değil miyim?" deyince, Allah: "Doğrusu günahkarların yiyeceği zakkum ağacıdır; karınlarda suyun kaynaması gibi kaynayan, erimiş maden gibidir. Tutun onu, Cehennemin ortasına sürükleyin. Sonra başının üzerine kaynar su azabından dökün. Tat bakalım (azabı)! Çünkü sen çok güçlü ve şerefli idin, deyin" âyetlerini indirdi. Ebû Cehil, kendisi hakkında inen bu âyetleri öğrenince arkadaşlarını topladı ve önlerine tereyağıyla hurma koyarak: "Bunu zıkkımlanın. Vallahi, Muhammed sizi bundan başkasıyla tehdit etmiyor" dedi. Bunun üzerine, "O, Cehennemin dibinde biten bir ağaçtır. Onun meyveleri sanki şeytanların kafalarıdır. Cehennemlikler ondan yiyecekler ve onunla karınlarını dolduracaklardır. Sonra onlar için bunun üstüne kaynar sudan karışık bir içecek vardır" âyetleri nazil oldu. Şevb ifadesi, sütü başka bir şeyle karıştırarak içmektir. Âyette de, zakkum yiyeceğinin üzerine, kaynar sularla karıştırılmış bir içeceği içecekleri ifade edilmiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Eğer zakkumun bir damlası yeryüzüne inseydi, insanların yaşantısını bozardı."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen kelimesi, karıştırmak mânâsındadır.

Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona, (.....) âyetinin mânâsını sorunca, İbn Abbâs: "Hamim (kaynar su) ve irinin birbirine karışmasıdır" cevabını verdi. Nâfi: "Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: "Tabi ki! Yoksa şairin:

"Bu ik ramlar iki büyük bardak süt değildir

O süt suyla karıştırılıp idrara dönmüştür" dediğini bilmez misin?"

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Sonra onlar için bunun üstüne kaynar sudan karışık bir içecek vardır" âyetini açıklarken: "Yemekleri kaynar suyla karıştırılır" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Kıyamet günü, gündüzün yarısı olmadan Cennet ehli de Cehennem ehli de dinlenecekleri yere varırlar" deyip: (.....) âyetini okudu.

Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre bu âyet, İbn Mes'ûd'un kıraatinde, (.....) şeklindedir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Sonra onlar için bunun üstüne kaynar sudan karışık bir içecek vardır. Sonra onların dönüşleri mutlaka Cehennemedir" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: Âyette geçen (.....) kelimesi karışım mânâsındadır. Onlar, ateş ve kaynar suyla azaba maruz kalırlar." Katâde böyle dedikten sonra, "Onlar, Cehennem ateşiyle kaynar su arasında dolaşır dururlar" âyetini okudu.

69

Bkz. Ayet:74

70

Bkz. Ayet:74

71

Bkz. Ayet:74

72

Bkz. Ayet:74

73

Bkz. Ayet:74

74

"Çünkü onlar babalarını sapık kimseler olarak buldular. Kendileri de onların izinden koşa koşa gitmektedirler. Andolsun, onlardan önce, evvelkilerin çoğu da sapmıştı. Andolsun, biz onlara da uyarıcılar göndermiştik. Bak, uyarılanların sonu nasıl oldu! Ancak Allah'ın îhlâslı kulları başka."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen, (.....) kelimesi, "buldular" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, âyette geçen, (.....) kelimesinin "buldular", (.....) kelimesinin ise koşa koşa gittiler" mânâsında olduğunu söyledi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre, "Çünkü onlar babalarını sapık kimseler olarak buldular" âyetindeki sapıklıktan kastedilen cehalettir, (.....) kelimesi ise "Koşar şekilde" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Bak, uyarılanların sonu nasıl oldu!'" âyetini: "Nuh kavminin, Lût kavminin, Salih kavminin ve Yüce Allah'ın azab ettiği diğer kavimlerin sonunun nasıl olduğuna bak" şeklinde açıkladı.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre "Ancak Allah'ın ihlâslı kulları başka" âyetindeki ihlâslı kullardan kasıt, Yüce Allah'ın seçtiği kullardır.

75

Bkz. Ayet:79

76

Bkz. Ayet:79

77

Bkz. Ayet:79

78

Bkz. Ayet:79

79

"Andolsun, Nûh bize dua edip seslenmişti. Biz ne güzel cevap verenizi Onu ve ailesini o büyük sıkıntıdan kurtardık. Onun neslini yeryüzünde kalanlar kıldık. Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık. Âlemler içinde Nûh'a selâm olsun!"

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre "Biz ne güzel cevap vereniz!" âyeti, Yüce Allah'ın, Hazret-i Nuh'un duasına karşılık verdiğine işaret etmektedir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) evimde namaz kıldığı zaman, "Andolsun, Nûh bize dua edip seslenmişti. Biz ne güzel cevap vereniz!" âyetini okuyunca: "Doğru söyledin ey Rabbim! Sen dua edilenlerin en hayırlısı ve Kendisinden istenenlerin en yakınısın. Kendisine dua edilen ne güzeldir, istenileni veren ne güzeldir, kendisinden istenen ne güzeldir. Sen ne güzel mevlasın, Sen bizim Rabbimiz ve en güzel yardımcısın" derdi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre "Onu ve ailesini o büyük sıkıntıdan kurtardık'" âyetinden kastedilen, Hazret-i Nûh (aleyhisselam) ve ailesinin tufandan kurtarılmasıdır.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Onun neslini yeryüzünde kalanlar kıldık. Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık" âyetlerini açıklarken: "Bütün insanlar, Hazret-i Nûh'un (aleyhisselam) zürriyetindendir. Allah, Hazret-i Nûh'tan sonra gelenlerin üzerinde Nûh'un güzel bir hatırasını bıraktı" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Onun neslini yeryüzünde kalanlar kıldık. Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık" âyetlerini açıklarken: "Tufandan sonra geriye sadece Hazret-i Nûh'un (aleyhisselam) zürriyeti kaldı ve sonraki nesiller Hazret-i Nûh'u hep hayırla anarlar" demiştir.

Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Semure b. Cündüb'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), "Onun neslini yeryüzünde kalanlar kıldık" âyetindeki nesilden kastedilenin Hâm, Sâm ve Yâfes olduğunu söylemiştir.

İbn Sa'd, Ahmed, Tirmizî, Ebû Ya'lâ, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Hâkim'in, Semure b. Cündüb'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sâm Arapların, Hâm Habeşilerin, Yâfes ise Rumların atasıdır" buyurdu.

Bezzâr, İbn Ebî Hâtim ve Hatîb Tâli't-Talhîs'te, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Hazret-i Nûh'un üç çocuğu vardır: Sam, Hânı ve Yâfes. Sâm'ın çocukları Araplar, Fârisiler ve Rumlardır. Hayır da onlardadır. Yâfes'in çocukları Yecûc, Mecûc, Türkler ve Slavlar'dır. Bunlarda hayır yoktur. Hâm'ın çocukları ise Kiptiler, Berberîler ve Sûdanlılardır. "

İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hazret-i Nûh'un üç çocuğu vardır: Sâm Arapların, Hâm Habeşilerin, Yâfes ise Rumların atasıdır" buyurdu.

Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: "Hazret-i Nûh banyo yaparken oğlunun kendisine baktığını görüp: «Ben yıkanırken bana mı bakıyorsun? Allah rengini değiştirsin» dedi ve bunun üzerine oğlunun rengi siyah oldu. Bu oğlu Sudanlıların atasıdır."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık" âyetini açıklarken: "Âyette geçen güzel ad'dan kastedilen, bütün peygamberlere verilen doğru sözlülüktür" dedi.

Abd b. Humeyd'in İkrime'den bildirdiğine göre "Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık" âyetinden kastedilen güzel ad, (Hazret-i Nûh'a selam olsun, diyerek verilen) selamdır. Yüce Allah bu konuda, "Âlemler içinde Nûh'a selâm olsun" buyurmuştur.

Abdullah b. Ahmed'in Zühd'ün zevâidinde, Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık"' âyetinden kastedilen güzel övgüdür.

İbn Ebî Hâtim'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre "Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık"' âyetinden kastedilen, Hazret-i Nûh'a gönderilen selam ve güzel övgüdür.

80

İşte biz, güzel söz söyleyib güzel iş yapanları böyle mükafatlandırırız.

81

Çünkü o, bizim mü'min kullarımızdandı.

82

Sonra da diğerlerini, (kendisine îman etmiyenleri) suda boğduk.

83

Bkz. Ayet:101

84

Bkz. Ayet:101

85

Bkz. Ayet:101

86

Bkz. Ayet:101

87

Bkz. Ayet:101

88

Bkz. Ayet:101

89

Bkz. Ayet:101

90

Bkz. Ayet:101

91

Bkz. Ayet:101

92

Bkz. Ayet:101

93

Bkz. Ayet:101

94

Bkz. Ayet:101

95

Bkz. Ayet:101

96

Bkz. Ayet:101

97

Bkz. Ayet:101

98

Bkz. Ayet:101

99

Bkz. Ayet:101

100

Bkz. Ayet:101

101

"Şüphesiz İbrahim de O'nun taraftarlarından idi. Hani o, Rabbine temiz bir kalple gelmişti. Hani babasına ve kavmine şöyle demişti: «Siz neye tapıyorsunuz? Allah'ı bırakıp da birtakım uydurma ilâhlar mı istiyorsunuz? O hâlde, âlemlerin Rabbi hakkında görüşünüz nedir?» İbrahim, yıldızlara baktı ve «Ben hastayım» dedi. Bunun üzerine arkalarını dönüp ondan uzaklaştılar. İbrahim, onların putlarının tarafına gizlice gitti ve şöyle dedi: «Yemez misiniz? Ne diye konuşmuyorsunuz?» Derken üzerlerine yürüyüp onlara güçlü bir darbe indirdi. Kavmi (telaş içinde) koşarak ona doğru geldi. İbrahim, şöyle dedi: «Yonttuğunuz putlara mı tapıyorsunuz? Oysa Allah sizi de, yaptığınız şeyleri de yaratmıştır.» Kavmi, «Onun için bir bina yapın, (içinde ateş yakın) ve onu ateşe atın» dedi. Böylece ona bir tuzak kurmak istediler. Biz de onları en alçak kimseler kıldık. İbrahim, şöyle dedi: «Ben Rabbime (O'nun emrettiği yere) gideceğim. O, bana yol gösterecektir. Ey Rabbim! Bana salihlerden olacak bir çocuk bağışla.» Biz de ona uysal bir oğul müjdeledik."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Şüphesiz ibrahim de O'nun taraftarlarından idi"' âyeti, "Onun dinine mensub olanlardandı" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Şüphesiz İbrahim de O'nun taraftarlarından idi. Hani o, Rabbine temiz bir kalple gelmişti" âyetlerini: "Hazret-i İbrâhim, Hazret-i Nûh'un yolu ve sünneti üzerinde gidendi. O Rabbine içinde şüphe barındırmayan temiz bir kalple gelmişti" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Şüphesiz İbrahim de O'nun taraftarlarından idi. Hani o, Rabbine temiz bir kalple gelmişti" âyetlerini "Hazret-i İbrâhim onun (Hazret-i Nûh'un) dinindendi. Rabbine, kalbi şirkten arınmış bir şekilde geldi" şeklinde açıkladı. "Allah'ı bırakıp da birtakım uydurma ilâhlar mı istiyorsunuz? O hâlde, âlemlerin Rabbi hakkında görüşünüz nedir?" âyetlerini ise: "Yalancılık etmek için mi, Allah'tan başka tanrılar mı istiyorsunuz? Âlemlerin Rabbı hakkındaki zannınız nedir? Onun huzuruna başkasına ibadet etmiş olarak vardığınız vakit ne göreceğinizi zannedersiniz?" şeklinde açıkladı.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. el-Müseyyeb, "İbrahim, yıldızlara baktı ve «Ben hastayım» dedi'" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Hazret-i İbrâhîm'in doğmuş bir yıldızı görüp, dinini muhafaza etmek için hile yaparak «Ben hastayım» dedi."

İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre Araplar, tefekkür eden bir şahıs hakkında: "Yıldızlara baktı" derler. Bu bir Arap deyimidir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk, "ibrahim, yıldızlara baktı ve «Ben hastayım» dedi" âyetini: "Hazret-i İbrahim, gökyüzüne bakıp: «Ben vebaya yakalandım» dedi" şeklinde açıkladı.

Abd b. Humeyd'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti: "Ben hastayım" demektir.

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti: "Ben vebaya yakalanmışım" demektir.

Abd b. Humeyd'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre (.....) âyeti: "Ben vebaya yakalanmışım" demektir.

İbn Ebî Hâtim'in Süfyân'dan bildirdiğine göre (.....) âyeti: "Ben veba hastalığına yakalanmışım" demektir. O zamanda insanlar veba hastasından kaçarlardı.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem der ki: Kralları, Hazret-i İbrâhim'e haber göndererek: "Yarın bizim bayramımızdır. Bizimle birlikte bayrama çık" diye haber gönderdi, o da doğmakta olan bir yıldıza baktı ve: "Bu yıldız ben hasta olacağım vakit doğar" dedi. "Bunun üzerine arkalarını dönüp ondan uzaklaştılar."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Bunun üzerine arkalarını dönüp ondan uzaklaştılar. İbrahim, onların putlarının tarafına gizlice gitti ve şöyle dedi: «Yemez misiniz? Ne diye konuşmuyorsunuz?» Derken üzerlerine yürüyüp onlara güçlü bir darbe indirdi. Kavmi (telaş içinde) koşarak ona doğru geldi. İbrahim, şöyle dedi: «Yonttuğunuz putlara mı tapıyorsunuz? Oysa Allah sizi de, yaptığınız şeyleri de yaratmıştır»" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: Ondan kaçarak uzaklaştılar. Bunun üzerine Hazret-i İbrâhim onların ilâhları olan putlara yönelip: "Yemez misiniz? Neden konuşmuyorsunuz?" dedi ve yanlarına gidip onları kırdı. Kavmi koşarak gelince, Hazret-i İbrâhim: "Kendi elinizle yonttuğunuz putlara mı tapıyorsunuz. Oysa Allah sizi de, kendi ellerinizle yaptığınız şeyleri de yaratmıştır" dedi. "Böylece ona bir tuzak kurmak istediler. Biz de onları en alçak kimseler kıldık. İbrahim, şöyle dedi: "Ben Rabbime (O'nun emrettiği yere) gideceğim. O, bana yol gösterecektir" Allah bu olay üzerine çok bekletmeden bu kavmi helak etmiştir. Hazret-i İbrâhim de: "Amelimle, kalbimle ve niyetimle Rabbime gideceğim" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: Hazret-i İbrâhim'in kavmi bir bayramları için çıkınca, Hazret-i İbrâhim'in de kendilerine katılmasını istediler. Hazret-i İbrâhim sırtüstü uzanıp: "Ben hastayım, çıkmaya gücüm yoktur" deyip gökyüzüne bakmaya başladı. Kavmi bayram için çıkınca da putlarına yönelip onları kırdı."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, koşmak mânâsındadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen  (.....) kelimesi, hızlıca gitmek mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, koşmak mânâsındadır.

Buhârî Halk Efâli'l-İbâd'da, Hâkim, Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta ve Diyâ, Huzeyfe'den bildirir: Allah'ın Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şüphesiz Allah her bir saniî (yapıcıyı) ve sanatını (onun yaptığını) yaratandır" buyurup: "Oysa Allah sizi de, yaptığınız şeyleri de yaratmıştır" âyetini okudu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî, "Kavmi, «Onun için bir bina yapın, (içinde ateş yakın) ve onu ateşe atın» dedi" âyetini açıklarken şöyle dedi: Hazret-i İbrâhim'i bir evde hapsettiler ve onun için odun toplamaya başladılar. Hatta bir kadın hasta olunca: "Eğer Allah bana şifa verirse, İbrâhim için odun toplayacağım" derdi. O kadar çok odun topladılar ki, bu odun yakıldığı zaman verdiği ısıdan üzerinden uçan kuşlar bile yanıyordu. Hazret-i İbrâhim'i alıp bir kulenin üzerine çıkardılar. Hazret-i İbrâhim başını gökyüzüne kaldırınca, gökyüzü, yeryüzü, dağlar ve melekler: "Ey Rabbimiz! İbrâhim Senin yolunda yakılacak" dediler. Yüce Allah: "Ben onun halini biliyorum. Eğer sizi çağırırsa ona yardım ediniz" buyurdu. Hazret-i İbrâhim, başını gökyüzüne kaldırınca: "Allahım! Sen gökyüzünde tek'sin, ben de yeryüzünde (Müslüman olan) tek kişiyim. Yeryüzünde, benden başka sana ibadet eden yoktur. Allah bana yeter, O ne güzel vekildir" dedi. Onu ateşe attıklarında, Yüce Allah: "Ey ateş! ibrahim'e karşı serin ve zararsız ol" buyurdu.

İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i İbrâhim, "Ben Rabbime (O'nun emrettiği yere) gideceğim. O, bana yol gösterecektir" sözünü, hicret ettiği zaman söylemiştir.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre, (.....) âyeti: "Ey Rabbim! Bana salih bir çocuk ver" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Biz de ona uysal bir oğul müjdeledik" âyetinde müjdelenen çocuk, Hazret-i İshâk'ın doğumudur.

Abd b. Humeyd, Mücâhid'den aynı rivâyette bulunmuştur.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Biz de ona uysal bir oğul müjdeledik" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Hazret-i İbrâhim, Hazret-i İshâk'la müjdelenmiştir. Yüce Allah, Hazret-i İbrâhim ve Hazret-i İshâk dışında hiç kimseyi uysallık sıfatlarıyla övmemiştir."

İbn Ebî Hâtim'in Şa'bî'den bildirdiğine göre "Biz de ona uysal bir oğul müjdeledik" âyetinde müjdelenen çocuk Hazret-i İsmâil'dir. Yüce Allah bundan sonra Hazret-i İbrahim'i, Hazret-i İshâk'ın peygamberliğiyle müjdelemiştir.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in Zührî vasıtasıyla, Kâsım'dan bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Biz de ona uysal bir oğul müjdeledik" âyetinde müjdelenen çocuğun Hazret-i İsmâil olduğunu söylemiştir. Bu, Minâ'da olmuştur. Ka'b ise, müjdelenen çocuğun Hazret-i İshâk olduğunu ve bu müjdenin de Beytu'l- Makdis'te gerçekleştiğini söylemiştir.

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in, Muhammed b. Ka'b'dan bildirdiğine göre "Biz de ona uysal bir oğul müjdeledik" âyetinde müjdelenen çocuk Hazret-i İsmâil'dir.

İbn Cerîr'in İkrime'den bildirdiğine göre "Biz de ona uysal bir oğul müjdeledik" âyetinde müjdelenen çocuk Hazret-i İshâktır.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in Ubeyd b. Umeyr'den bildirdiğine göre "Biz de ona uysal bir oğul müjdeledik"' âyetinde müjdelenen çocuk Hazret-i İshâk'tır.

102

Bkz. Ayet:107

103

Bkz. Ayet:107

104

Bkz. Ayet:107

105

Bkz. Ayet:107

106

Bkz. Ayet:107

107

"Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona, «Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?» dedi. O da, «Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın» dedi. Nihayet her ikisi de (Allah'ın emrine) boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: «Ey İbrahim! Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin, şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız. Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır.» Biz, (İbrahim'e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail'i veya İshâk'ı) kurtardık."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre, "Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince..." âyetinden kastedilen, çalışabilecek yaşa gelmesidir.'

İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre, "Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince..." âyetinden kastedilen, babasıyla çalışabilecek yaşa gelmesidir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre, "Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince..." âyetinden kastedilen, babasıyla yürüyecek yaşa gelmesidir.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince ibrahim ona, «Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?» dedi..." âyetini açıklarken: "Koşup yürümekten kasıt, iş yapabilecek yaşa gelmesidir" demiştir. Abdullah'ın kıraatinde ise "(=Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince...)" âyetinden sonra: "(... İçini bir üzüntü kapladı)" ifadesi de vardır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona, «Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?» dedi. O da, «Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın» dedi. Nihayet her ikisi de (Allah'ın emrine) boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: «Ey İbrahim! Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin»" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: "Çocuğun geldiği yaş, babasıyla birlikte çalışabilecek yaşa gelmesidir. İkisi de, Hazret-i İbrâhim'e (aleyhisselam) verilen emre boyun eğdiler ve Hazret-i İbrâhim oğlunun yüzünü yere koyunca, oğlu: "Beni yüzüme bakarak boğazlama. Böyle yaparsan belki merhamet edip boğazlayamazsın. Ellerimi boynuma bağla, sonra yüzümü yere koy" dedi. Hazret-i İbrâhim (aleyhisselam) oğlunun söylediğini yapıp onu boğazlayacağı sırada, kendisine, "Ey İbrahim! Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin"' diye seslenildi. Hazret-i İbrâhim elini çekip başını kaldırınca bir koçun inip yanına düştüğünü gördü ve Hazret-i İbrâhim de o koçu kesti.

Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Hazret-i İbrâhim, Hazret-i İshâk'ıboğazlayacağı zaman, İshâk, babasına: "Beni boğazladığın zaman benden uzak dur, ben çırpınırken kanım sana bulaşmasın" dedi. Hazret-i İbrâhim onu bağlayıp bıçağı alarak boğazlayacağı zaman, arkasından kendisine, "Ey ibrahim! Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin" diye seslenildi.

Ahmed'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Cibrîl, Hazret-i İbrâhim'i Akabe cemresine götürürken, Şeytan yoluna çıkınca, Hazret-i İbrâhim ona yedi küçük taş attı ve sonra şeytan onu bırakıp gitti. Arkasından Orta cemre yakınında ona göründü. Yine ona yedi küçük taş attı, o da gitti. Daha sonra sonuncu cemre yakınında ona göründü, yine ona yedi küçük taş attı, nihayet bırakıp gitti. Hazret-i İbrâhim, İshâk'ı boğazlayacağı zaman, Hazret-i İshâk babasına: «Babacığım, beni bağla ki, çırpınıp kanım sana bulaşmasın» dedi. Hazret-i İbrâhim onu bağlayıp, boğazlamak için bıçağı alınca, arkasından kendisine, «Ey İbrahim! Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin» diye seslenildi. "

İbnü'l-Münzir ve Hâkim'in Mücâhid vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs, der ki: "Şüphesiz İbrahim de O'nun taraftarlarından idi" âyetinden kastedilen, Hazret-i İbrâhim'in, Hazret-i Nûh'un taraftarı, yolu ve sünneti üzere olmasıdır. "Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince...'" âyetinden kastedilen, babasıyla çalışabilecek yaşa gelmesidir. "Nihayet her ikisi de (Allah'ın emrine) boyun eğip, ibrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: «Ey İbrahim! Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız. Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır.» Biz, (İbrahim'e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail'i) kurtardık'" İkisi de kendilerine emredilene boyun eğdiler ve çocuk başını yere koyup: "Boğazlarken bana bakma. Böyle yaparsan belki merhamet edip boğazlayamazsın. Ellerimi boynuma bağla ki, senden kaçmayayım. Sonra yüzümü yere koy" dedi. Hazret-i İbrâhim (aleyhisselam) oğlunun söylediğini yapıp onu boğazlayacağı sırada, kendisine, "Ey ibrahim! Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin" diye seslenildi. Hazret-i İbrâhim elini çekip başını kaldırınca büyük bir koçun inip yanına düştüğünü gördü. İbn Abbâs boğazlanan kişinin Hazret-i İsmâil olduğunu söylemiştir.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) : "Peygamberlerin rüyası vahiydir" buyurdu.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, Buhârî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Ubeyd b. Umeyr'in: "Peygamberlerin rüyası vahiydir" dedikten sonra, "Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?, dedi" âyetini okuduğunu bildirir.

Abdb. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Peygamberlerin rüyası haktır. Rüyalarında bir şey gördükleri zaman onu yaparlar" dedi.

Ahmed, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i İbrâhim'e hac yapması emredildiği zaman şeytân, sa'y sırasında karşısına çıktı ve Hazret-i İbrahim ile yarıştı, İbrahim onu geçti. Sonra Cibrîl Hazret-i İbrâhim'i Akabe cemresine götürünce Şeytân orada da karşısına çıkınca, Hazret-i İbrahim ona yedi küçük taş attı. Şeytan gitti ve orta cemre yanında yine karşısına çıktı, Hazret-i İbrahim ona yedi küçük taş daha attı. Sonra orada oğlunu yüzüstü yatırdı. Hazret-i İsmail'in üzerinde beyaz bir gömlek vardı. Hazret-i İbrahim'e: "Babacığım, beni kefenleyebileceğin başka bir elbisem yok. Bunu çıkar ki beni onunla kefenleyesin" dedi. Hazret-i İbrahim gömleği çıkarmaya çalışırken arkasından: "Ey İbrahim! Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin'" diye seslenildi. Hazret-i İbrâhim dönüp baktığında, boynuzlu iri gözlü beyaz bir koç gördü ve onu boğazladı.

İbn Cerîr ve Hâkim'in, Atâ b. Ebî Rebâh vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Kurban edilen kişi İsmâil'dir. Yahudiler ise İshâk olduğunu söylemiştir, ama onların bu sözü yalandır."

Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Hâkim'in Şa'bî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs, kurban edilen kişinin İsmâil olduğunu söylemiştir.

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid ve Yûsuf b. Mâhek vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs, kurban edilen kişinin İsmâil olduğunu söylemiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Yûsuf b. Mihrân ve Ebu't-Tufayl vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs, kurban edilen kişinin İsmâil olduğunu söylemiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb ve Saîd b. Cübeyr: "Hazret-i İbrâhim'in kurban etmek istediği kişi İsmâil'dir" dediler.

İbn Cerîr, Şa'bî, Mücâhid, Hasan, Yûsuf b. Mihrân ve Muhamed b. Ka'b el- Kurazî'den aynı yorumu rivâyette bulunmuştur.'

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: "Biz, (İbrahim'e) büyük bir kurbanlık vererek onu kurtardık" âyetinde bahsedilen kurbanlık, Hazret-i İsmail'in yerine kesilmiştir.

İbn Cerîr, el-Umevî el-Meğâzi'de, el-Hilaî Fevâid'de, Hâkim ve İbn Merdûye zayıf isnâdla, Abdullah b. Sa'd'dan, Sunâbihî'nin şöyle dediğini bildirir: Muâviye b. Ebî Süfyân'ın meclisindeyken, oradakiler, kurban olanın Hazret-i İsmâil mi yoksa Hazret-i İshâk mı olduğunu tartıştılar.

Muâviye dedi ki: Bu işi bilenin yanına düştünüz. Biz Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanındayken bir bedevi gelip: "Ey Allah'ın Resûlü! Çayırları kuru, malları zayıf, çocukları helak, malları da kaybolmuş bir şekilde arkamda bıraktım. Allah'ın sana bahşettiklerinden bana da ver, ey iki boğazlanmışın oğlu" dedi. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) tebessüm ederek adamın söylediklerinden hiç birini inkar etmedi.

Muâviye'nin yanındakiler: "Ey müminlerin emiri! İki boğazlanan kimdir?" diye sorunca, Muâviye şöyle karşılık verdi: "Abdulmuttalib zemzem kuyusunu kazınca, şayet Allah bu işi kendisine kolaylaştırırsa çocuklarından birini boğazlamayı adamıştı. Zemzem kuyusunu kazıp bitirince on tane olan çocukları arasında kura çekti, kura Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) babası Abdullah'a çıktı. Abdulmuttalib onu boğazlamak isteyince, Mahzûmoğulları olan dayıları kendisine engel olup: "Rabbini razı et ve fidye vererek oğlunu kurtar" dediler. Bunun üzerine Abdulmuttalib, oğlunun fidyesi olarak yüz deve boğazladı. Bir kurban odur. İkinci kurban ise Hazret-i İsmâil'dir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Hâkim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî der ki: "Yüce Allah'ın, Hazret-i İbrahim'e oğullarından kesmesini emrettiği kişi Hazret-i İsmâil'dir. Bunu Allah'ın Kitab'ında bulmaktayız. Yüce Allah, kurban edilenin kıssasını bitirince, "Ona, iyilerden olan İshâk'ı peygamber olarak müjdeledik" buyurmaktadır. Başka bir âyette de "Ona İshâk'ı ardından Yakub'u müjdeleriz..." buyurmaktadır. Allah, Hazret-i İbrâhîm'i bir oğul ve oğlun oğluyla müjdelemiştir. Allah, henüz doğmamış İshâk'tan torunu olacağını vaad etmişken, çocuk yaşta onu kesmesini emretmiş olamaz. Boğazlanması emredilen kişi Hazret-i ismâil'dir.

Hâkim'in Vâkidî'nin de bulunduğu bir isnâdla Atâ b. Yesâr'ın şöyle dediğini bildirir: Havvât b. Cübeyr'e, Yüce Allah'ın kurban edilmesini emrettiği kişi kimdi?" diye sorduğumda şöyle cevap verdi: "Hazret-i İsmail'dir. Hazret-i İsmâil yedi yaşına girince, Hazret-i İbrâhim Şam'daki evinde uyurken rüyasında, Hazret-i İsmâil'i boğazladığını gördü. Hazret-i İsmâil'e gitmek üzere Burak'a binip yola çıktı. Geldiğinde onu annesinin yanında buldu ve elinden tutarak, kendisine emredilen yere götürmek üzere yola çıktı. Bu sırada şeytan, tanıdığı bir adam sûretinde karşısına çıktı..." deyip olayı anlattı ve şöyle devam etti: "Hazret-i İbrâhîm bıçağı Hazret-i İsmâil'in boğazına vurunca sanki bıçak bakıra vurulmuş gibi kesmiyordu. Hazret-i İbrâhim, bıçağı iki veya üç defa taşla biledi, ama bıçak yine kesmedi. Bunun üzerine Hazret-i İbrâhîm: "Bu, Allah tarafından olan bir şeydir" deyip başını kaldırdı ve önünde erkek bir dağ keçisi görünce: "Kalk ey oğul! Senin fidyen indi" deyip dağ keçisini Mina'da kesti.

Hâkim'in Vâkidî'nin de bulunduğu bir isnâdla Atâ b. Yesâr'dan, Abdullah b. Selâm'ın: "Kurban edilen Hazret-i İsmâil'dir" dediğini bildirir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Mücâhid ve Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre kurban edilen Hazret-i İsmâil'dir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ferezdak der ki: "Ebû Hureyre'nin, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) minberinde hutbe verirken: "Kurban edilen Hazret-i İsmâil'dir" dediğini duydum."

İbn İshâk ve İbn Cerîr'in Muhammed b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Ömer b. Abdilazîz, Yahudiyken güzel bir Müslüman olan bir adamı çağırdı. Bu kişi daha önce Yahudilerin âlimlerindendi. Ona: "Hazret-i İbrâhim'e hangi oğlunu boğazlaması emredildi?" diye sorunca, adam: "Vallahi ey müminlerin emiri, Hazret-i İsmail'i boğazlaması emredildi. Yahudiler bunu biliyorlar, ama ey Araplar onlar sizi kıskanıyorlar" cevabını verdi.

Bezzâr, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Abbâs b. Abdilmuttalib'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah'ın peygamberi Dâvud: «Ey Rabbiml İnsanların: "İbrâhim'in, İshâk'ın ve Yâkub'un Rabbi" dediklerini duyuyorum. Beni onların dördüncüsü yap» deyince, kendisine şöyle cevap verildi: «İbrâhim ateşe atıldı, ama o Benim için sabretti. İshâk Benim için boğazlanmak üzere seve seve boynunu uzatmıştı. Yâkûb ise Yûsuf'u kaybetti. Bu belalar senin başına gelmedi.»"

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da'da bildirdiğine göre Ubeyd b. Umeyr der ki: Hazret-i Mûsa: "Ey Rabbim! İnsanların: "İbrâhim'in, İshâk'ın ve Yâkub'un Rabbi" dediklerini duyuyorum. Neden böyle diyorlar?" diye sorunca, Yüce Allah: "İbrâhim, Bana bir şey ortak koşulduğu zaman mutlaka Beni ona tercih ederdi. İshâk Benim için boğazlanmak üzere seve seve boynunu uzatmıştı. Bunun dışındaki şeylerde de son derece cömertti. Yâkûb'a gelince, Ben onun musibetini ne kadar arttırdımsa Benim hakkımdaki hüsn-ü zannı o derece artmıştı" buyurdu.

Deylemî'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Dâvud, Rabbinden bir şey istemiş ve: «Beni, İbrâhim, İshâk ve Yâkub gibi yap» demişti. Allah ona şöyle vahyetti: «İbrahim'i ateşle sınadım, sabretti. İshâk'ı boğazlanmakla sınadım, sabretti. Yâkûb'u da sınadım, o da sabretti.»"

Dârekutnî el-Efrâd'da ve Deylemî'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kurban edilen İshâk'tır" buyurdu.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin, Abbâs b. Abdilmuttalib'den bildirdiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kurban edilen İshâk'tır" buyurdu.

İbn Merdûye'nin, sahabeden olan Nehâr'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "İshâk, Yüce Allah'ın kurban edilmesini emrettiği kişidir" buyurdu.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Taberânî'nin bildirdiğine göre Ebu'l-Ahvas der ki: Esmâ b. Hârice, İbn Mes'ûd'un yanında bir adama karşı övünüp: "Ben, şerefli şeyhlerin evladıyım" deyince, İbn Mes'ûd: "O dediğin şahıs, Allah'ın dostu İbrâhim'in oğlu, Zebihullah (Allah'ın boğazlanmasını emrettiği) İshâk'ın oğlu, Yâkub'un oğlu Yusuf'tur" karşılığını verdi.

Taberânî ve İbn Merdûye'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "İnsanların en cömerdi kimdir?" diye sorulunca: "Zebihullah (Allah'ın boğazlanmasını emrettiği) İshâk'ın oğlu, Yâkub'un oğlu Yusuf'tur" cevabını verdi.

İbn Ebî Hâtim ve Taberânî M. el-Evsat'ta zayıf isnâdla Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah beni, ümmetimin yarısını bağışlaması veya onlara şefaat etmem arasında muhayyer bıraktı, ben şefaati tercih ettim. Öyle sanıyorum ki ümmetimden büyük bir topluluk bağışlanacaktır. Şayet bunda (icabet edilecek duasında) sâlih kul benden önce geçmiş olmasaydı, bu husustaki duamda acele ederdim. Allah, İshâk'ın üzerinden boğazlanma durumunu kaldırdığında ona: «Ey İshâk iste, sana verilecek» buyrulunca, İshâk: «Allah'a yemin ederim ki şeytânın vesvese ile dürtmelerinden önce bu duada acele edeceğim: "Allahım! Sana hiç bir şeyle ortak koşmaksızın kim ölürse onu bağışla ve Cennete sok"» şeklinde dua etmişti. "

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî'nin Şu'abu'l-îman'da bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr), Ebû Hureyre'ye: "Sana İshâk'tan haber vereyim mi?" deyince, Ebû Hureyre: "Evet" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ka'b şöyle dedi:

Hazret-i İbrahim'e, rüyâsında oğlu İshâk'ı boğazladığı gösterilince, şeytân: "Şayet İbrâhim'in ailesini bu sırada fitneye düşiiremezsem bir daha asla fitneye düşüremem" dedi ve onlara tanıdıkları bir adam sûretinde göründü ve Hazret-i İbrahim, İshâk'ı boğazlamak üzere çıkınca gelip Sâre'nin yanına girdi ve: "İbrahim, İshâk'ı nereye götürdü?" diye sordu. Sâre: "Bazı ihtiyaçları için götürdü" cevabını verince, şeytân: "Hayır vallahi" dedi. Sâre: "Neden götürdü?" diye sorunca ise: "Boğazlamak için götürdü" cevabını verdi. Sâre: "O, oğlunu boğazlamaz" deyince, Şeytan: "Evet boğazlayacak vallahi" karşılığını verdi. Sâre: "Neden boğazlayacak?" diye sorunca, şeytan: "Rabbinin kendisine böyle emrettiğini iddia ediyor" cevabını verdi. Bunun üzerine Sâre: "Eğer Rabbi kendisine bunu emrettiyse, Rabbine itaat etmekle güzel yapmış olur" dedi. Şeytan oradan çıkıp, babasının ardından yürüyen İshâk'a yetişerek: "Baban seni nereye götürüyor?" diye sordu. İshâk: "Bazı ihtiyaçları için götürdü" cevabını verince, Şeytân: "Hayır vallahi, seni boğazlamak için götürüyor" dedi. İshâk: "Babam beni boğazlamaz" karşılığını verince, Şeytan: "Evet boğazlayacak" dedi. İshâk: "Neden?" diye sorunca ise Şeytan: "Rabbinin kendisine böyle emrettiğini iddia ediyor" cevabını verdi. Bunun üzerine İshâk: "Vallah, eğer Rabbi kendisine bunu emrettiyse, ona itaat etmesi gerekir" dedi. Şeytân İshâk'ı bırakıp Hazret-i İbrâhim'in yanına koştu ve: "Oğlunu nereye götürüyorsun?" diye sordu. Hazret-i ibrâhim: "Bazı ihtiyaçlarım için götürüyorum" cevabını verince, Şeytan: "Hayır vallahi. Onu boğazlamak için götürüyorsun" dedi. Hazret-i İbrâhim: "Neden onu boğazlayacağım?" diye sorunca, Şeytan: "Rabbinin sana böyle emrettiğini iddia ediyorsun" cevabını verdi. Hazret-i İbrâhim: "Vallahi eğer Rabbim bana böyle emrettiyse, emrettiğini yapacağım" dedi. Bunun üzerine Şeytan kendisine itaat edilmesinden ümidini keserek Hazret-i İbrahim'i bıraktı. Hazret-i İbrâhim, İshâk'ı boğazlayacağı sırada ve İshâk ta Rabbinin emrine teslim olmuşken, Allah onu bağışladı ve fidye olarak ta büyük bir kurban gönderdi. Hazret-i İbrâhim: "Kalk ey oğul! Allah seni bağışladı" dedi. Yüce Allah, İshâk'a: "Sana, kabul edeceğim bir dua verdim" diye vahyedince, ishâk: "Önce gelenlerden ve sonra gelenlerden, Sana ortak koşmadan huzuruna çıkanları, şirk koşmadıkları müddetçe Cennete koymanı istiyorum" diye dua etti.'

İbn Cerîr'in İbn Ebî Huzeyl, Ebû Meysere ve İbn Sâbıt'tın bildirdiğine göre kurban edilen İshâk'tır.

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre kurban edilen İshâk'tır.

Abdurrezzâk ve Hâkim'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre kurban edilen İshâk'tır.

Abd b. Humeyd, Buhârî Tarih'te, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Abbâs b. Abdilmuttalib'den bildirdiğine göre kurban edilen İshâk'tır.

Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Hâkim'in İkrime vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre kurban edilen, İshâk'tır.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Hâkim'in Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre kurban edilen İshâk'tır.

Abdullah b. Ahmed Zühd'ün zevaidinde, Saîd b. Cübeyr'in şöyle dediğini bildirir: Hazret-i İbrâhim rüyasında İshâk'ın boğazlanmasını görünce, İshâk'ı alıp, bulunduğu yerle arasında bir aylık mesafe olan Mina'ya bir günde gitti, ishâk'ı kesmesine gerek kalmadığı bildirilip koçu kesmesi emredilince, koçu kesti ve Mina'dan menziline bir aylık olan mesafeyi bir gecede alarak vardı. Onun için vadiler ve dağlar dürüldü.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Mesrûk'tan bildirdiğine göre kurban edilen İshâk'tır.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Nûh b. Habîb der ki: Şafiî'nin öyle bir şey söylediğini duydum ki, ondan daha güzelini duymadım. Şâfiî dedi ki: "Allah'ın Halili İbrâhim, oğluna gördüğü rüyayı anlatınca: "Düşün bakalım, ne dersin?" dedi" Yani: "Bu konudaki görüşün nedir?" dedi. Hazret-i İbrâhim, böyle sorarak oğlunun, işi Allah'a havale ettiğini, sabrettiğini ve Allah'ın emrine bağlanıp teslim olduğunu bildiğini söylemesi içindir. Yoksa onun kabul edip etmeyeceğini sınamak için değildir. Oğlu: "Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın" dedi. Şâfiî der ki: "İşi Allah'a havale etmek sabırdır. Teslimiyet sabırdır. Allah'ın emrine bağlanmak ise sabrın özüdür. Kurban (Hazret-i İbrâhim'in oğlu) bu bir cümleyle, Hazret-i İbrâhim'in duymak istediği bütün şeyleri söyledi."

Hatîb'in Tâli't-Telhîs'te bildirdiğine göre Fudayl b. İyâd der ki: Hazret-i İbrâhim oğlunu yatırıp bıçağı boğazına dayadığı zaman, Cibrîl bıçağı çevirdi. Bunun üzerine Hazret-i İbrâhim'in oğlu: "Babacığım, beni bağla. Kanımın sana sıçramasından korkarım" dedikten sonra: "Babacığım, beni çöz. Meleklerin beni görüp, Allah'ın emrinden korktuğumu söylemesinden korkarım" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî der ki: Hazret-i İbrâhim'e rüyasında: "Adamış olduğun adağını yerine getir. Sen: «Eğer Allah bana Sâre'den bir oğlan verirse onu boğazlayacağım» diye adamıştın" denildi. Hazret-i İbrâhim: "Ey İshâk! Yürü Allah'a bir kurban takdim edelim" deyip bir bıçak ve ip aldıktan sonra beraber çıktılar. Dağların arasına geldiklerinde çocuk: "Babacığım, Kurbanın nerede?" diye sordu. Hazret-i İbrâhim: "Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?"  dedi. Oğlu: "Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın" dedi ve şöyle devam etti: "Babacığım, beni sıkı bağla ki çırpınmayayım. Giysilerimi benden uzak tut ki, üzerine kan sıçrayıp ta Sâre o kanı görüp üzülmesin. Bıçağı boğazıma hızlıca vur ki ölümüm kolay olsun. Sâre'ye gittiğin zaman, ona benden selam söyle." Hazret-i ibrâhim, bağladığı oğlunu yatırırken hem kendisi, hem İshâk ağlıyordu. Sonra bıçağı boğazına vurdu, ama bıçak kesmedi. Yüce Allah, İshâk'ın boğazına bakırdan bir levha koymuştu. Sonra oğlunu alnı üzere yıktı, bıçağı boynunun arka tarafından geçirdiği halde yine bıçak hiçbir şekilde kesmedi. İşte yüce Allah'ın: "ibrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca" âyeti bunu anlatmaktadır. Hazret-i İbrâhim'e: "Ey İbrâhim! Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin" diye seslenildi. Hazret-i İbrâhim dönüp baktığında bir koç gördü ve koçu alıp oğlunu çözdü ve onu öperek: "Bu gün ey oğlum, sen bana bağışlandın" demeye başladı.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde anlatıyor: Yüce Allah, Hazret-i İbrâhim'e oğlunu boğazlamasını emredince, Hazret-i İbrâhim: "Ey oğul! Bıçağı bile" dedi. O zaman Şeytan: "Bu gün artık ben, İbrâhim'in ailesinden istediğimi elde edebilirim" deyip Hazret-i İbrâhim'in karşısına tanıdığı bir dostu sûretinde çıkıp: "Ey İbrâhim! Nereye gidiyorsun?" diye sordu. Hazret-i İbrâhim: "Bir iş için gidiyorum" cevabını verince, şeytan: "Vallahi, gördüğün bir rüya sebebiyle oğlunu kesmek dışında başka bir sebeple gitmiyorsun. Rüya doğru da yalan da olabilir. Gördüğün bir rüya sebebiyle de İshâk'ı boğazlaman gerekmez" dedi. Şeytan, Hazret-i İbrahim'den bir şey elde edemeyeceğini görünce, İshâk'a yönelip: "Nereye gidiyorsun ey İshâk?" diye sordu. İshâk: "Babamın bir işi için gidiyorum" cevabını verince, şeytan: "Baban, seni kesmek için götürüyor" dedi. İshâk: "Neden beni kesecek ki? Sen oğlunu kesen bir baba gördün mü?" diye sorunca da, Şeytan: "Seni Allah için kesecek" cevabını verdi. İshâk: "Eğer beni Allah için kesecekse sabrederim. Allah buna layıktır" deyince, Şeytan İshâk'tan da bir şey elde edemeyeceğini anlayınca Sâre'ye gelip: "İshâk nereye gidiyor?" diye sordu. Sâre: "İbrâhim ile bir iş için gidiyorlar" cevabını verince, şeytan: "İbrâhim onu boğazlamak için götürdü" karşılığını verdi. Sâre: "Sen, oğlunu kesen birini gördün mü!" deyince, şeytan: "Onu Allah için kesecek" karşılığını verdi. Sâre: "Onu Allah için kesecekse, zaten İbrâhim de, ishâk ta Allah'ındır. Allah da buna (kendisine kurban olunmaya) layıktır" deyince, ondan da bir şey elde edemeyeceğini anlayıp Cemre'ye gidip şişerek büyüdü ve vadiyi kapattı. Hazret-i İbrâhim'in yanında melek vardı ve bu melek Hazret-i İbrâhim'e: "At ey İbrâhim!" deyince, Hazret-i İbrâhim, her taşı peşinden tekbir getirerek yedi küçük taş attı ve bunun üzerine yol açıldı. Şeytan ikinci cemrenin yanına gidip şişerek vadiyi kapattı. Melek Hazret-i İbrâhim'e: "At ey İbrâhim!" deyince, Hazret-i İbrâhim, her taşı peşinden tekbir getirerek yedi küçük taş attı ve bunun üzerine yol açıldı. Böylece Hazret-i İbrâhim, oğlunu kurban edeceği yere gitti.

Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, Kelbî vasıtasıyla, Ebû Sâlih'ten İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Terviye ve Arefe denilmesinin sebebi şudur: Hazret-i İbrâhim'e rüyasında vahiy gelerek oğlunu kesmesi emredildi. Hazret-i İbrâhim, bu rüyanına Allah'tan mı, yoksa Şeytan'dan mı olduğunu düşünerek ağır davrandı ve oruçlu bir şekilde sabahladı. Arefe gecesi kendisine vahiy gelince, gördüğü rüyanın Allah tarafından olduğunu bildi ve bu sebeple o güne "Bildi" mânâsında olan Arefe günü denildi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Nihayet her ikisi de (Allah'ın emrine) boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca" âyetini: "Oğlu kendini Allah'a teslim ederken, babası da oğlunu Allah'a teslim etti ve onu yüzüstü yatırdı" şeklinde açıkladı.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih, "Nihayet her ikisi de (Allah'ın emrine) boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca"' âyetini: "ikisi de aynı karara vardılar ve Hazret-i İbrâhim oğlunu yüzüstü yatırdı" şeklinde açıkladı.

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca" âyetindeki yüzüstünden kastedilen, alnı üzerine yatırmaktır.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca" âyetindeki yüzüstünden kastedilen, onu boğazlamak için yere yatırmaktır.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Merdûye der ki: Hazret-i İbrâhim, oğlunu boğazlamak istediği zaman, oğlu: "Babacığım! Alnımdan tut ve omuzlarımın üzerine otur ki, bıçağın acısını hissettiğim zaman sana zarar vermeyeyim" dedi. Hazret-i İbrâhim böyle yapıp ta bıçak kesmeyince, oğlu: "Neyin var babacığım?" diye sordu. Hazret-i İbrâhim: "Bıçak ters döndü" karşılığını verince, oğlu: "Onu vurarak kesmeye çalış" deyince, Hazret-i İbrâhim oğlunun dediğini yaptı, ama bıçak yine ters döndü, oğlu: "Neyin var babacığım?" diye sorunca, Hazret-i İbrâhim: "Bıçak yine ters döndü" cevabını verdi. Allah onların sadakatini bilip, İshâk'a fidye olarak büyük bir kurban gönderdi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Âyette geçen yüzüstü yatırmaktan kastedilen, secdeye yatırmasıdır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: "Hazret-i İbrâhim, bıçağı oğlunun boğazına dayayınca, boğazı bakıra döndü" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Osmân b. Hâdir der ki: Hazret-i İbrâhim, oğlu İshâk'ı boğazlayacağı zaman hanımı Sâre'yi Hayf mescidinde bıraktı ve İshâk'ı alıp çıktı. Onu boğazlayacağı yere gelince, Hazret-i İbrâhim yanındakilere: "Geride kalın" deyip oğlu İshâk'ın elinden tutup onunla yalnız kaldı ve: "Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?"  dedi. Oğlu: "Babacığım, bunu sana Rabbim mi emretti?" diye sorunca, Hazret-i İbrâhim: "Evet ey İshâk!" cevabını verdi, ishâk: "Emrolunduğun şeyi yap. inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın" dedi. İkisi de Allah'ın emrine boyun eğip, Hazret-i İbrâhim oğlunu yüzüstü yatırınca, İshâk, babasına: "Babacığım, beni bağla ki, sana tutunmayayım" dedi. Bunun üzerine: "Ey İbrâhim! Rüyanı gerçekleşirdin" diye seslenilip, Hazret-i İbrâhim'e Sebîr dağından bir koç indirildi. Söylendiğine göre bu koç Cennette kırk yıl süreyle otlamıştı. İshâk'ın kurban edilmesine gerek kalmayınca, İshâk Rabbine dua edip hamd etti. Bunun üzerine kendisine: "Dua et, çünkü duan kabul edilecektir" diye vahyedilince, İshâk: "Allahım! Dünyadan, Sana ortak koşmadan çıkanı Cennetine sok" diye dua etti. İbn Hâdir der ki: Hazret-i İbrâhim, Rabbine: "Ey Rabbim! Hangi çocuğumu boğazlayayım?" diye sorunca, Allah ona: "En çok sevdiğini" diye vahyetti.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! İnsanlar: "İbrâhim'in, İshâk'ın ve Yâkub'un Rabbi" diyorlar. Beni onların dördüncüsü yap" deyince, Allah ona şöyle vahyetti: "Sen henüz onların imtihan edildiği şeyle ibtila edilmedin. İbrâhim, Bana bir şey ortak koşulduğu zaman mutlaka Beni ona tercih etti ve ona her emrettiğim şeyi yerine getirdi. İshâk Benim için boğazlanmak üzere seve seve boynunu uzatmıştı. Yâkûb'un ise en yakınını ondan alıp yüz yıl uzak tuttum, ama o benim rahmetimden ümidini kesmedi."

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atâ b. Yesâr der ki: Hazret-i İbrâhim, oğlu İsmâil veya İshâk'ı alıp çıkınca, Şeytan ona bir adam sûretinde gelip: "Nereye gidiyorsun?" diye sordu. Hazret-i İbrâhim: "Sana ne! Bir işim için gidiyorum" karşılığını verince, Şeytan: "Sen, Allah'ın sana oğlunu boğazlamanı emrettiğini iddia ediyorsun" dedi. Hazret-i İbrâhim: "Vallahi, eğer Rabbim bana bunu emrettiyse, Rabbime itaat etmem gerekir" karşılığını verince, Şeytan, Hazret-i İbrâhim'in arkasında yürüyen oğluna gidip: "Nereye gidiyorsun?" diye sordu. Oğlu: "Babamla gidiyorum" cevabını verince, Şeytan: "Baban, Allah'ın kendisine seni boğazlamasını emrettiğini iddia ediyor" dedi. Oğlu, Şeytana, babasının dediklerini tekrar edince, Şeytan çocuğun annesine gidip: "Oğlun nereye gitti?" diye sordu. Annesi: "Babasıyla gitti" cevabını verince, şeytan: "ibrâhim, Yüce Allah'ın kendisine oğlunu boğazlamasını emrettiğini iddia ediyor" dedi. Annesi de Hazret-i İbrâhîm'in Şeytana söylediklerini tekrar etti. Hazret-i İbrâhim oğluyla gidip bir dağa vardıklarında, oğluna: "Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?" dedi. Oğlu: "Emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın babacığım! Beni iple bağla ki, kanımdan sana sıçramasın" deyince, Hazret-i İbrâhim bıçağı alıp çocuğun üzerine oturdu. Oğlunun boğazı, göğsünün üst tarafından gırtlağına kadar bakıra dönüştürüldü ve bıçak onu kesmez oldu. Sonra Hazret-i İbrâhim dönüp baktığında bir koç gördü ve: "Ey oğul! Kalk, Allah senin fidyeni gönderdi" dedi ve koçu kesip oğlunu bıraktı. Sonra Hazret-i İbrâhim: "Allah senin bu günkü sabrın sebebiyle, ne istersen vereceğini bildirdi" deyince, oğlu: "Allah'tan, Allah'tan başka ilâh olmadığına, Onun tek olduğuna ve ortağı bulunmadığına şahadet ederek huzuruna çıkan her mümini bağışlamasını ve Cennete sokmasını diliyorum" dedi.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre "Biz, (İbrahim'e) büyük bir kurbanlık vererek onu kurtardık" âyetindeki kurbanlık, beyaz, iri gözlü ve boynuzlu bir koçtur. Sebir dağının eteğindeki bir mugaylan ağacına bağlanmıştı.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Biz, (İbrahim'e) büyük bir kurbanlık vererek onu kurtardık" âyetinde kastedilen kurbanlık, Cennette kırk yıl otlayan bir koçtur.

Buhârî'nin Tarih'te bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib der ki: "Hazret-i İbrâhim'in oğlunun yerine kurban edilen koç şu taraftan, Orta Cemre'nin sağ tarafından gönderildi."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Sebir dağının dibindeki kaya, Hazret-i İbrâhim'in, oğlunun yerine kestiği koçun yeridir. Hazret-i İbrâhim'e Sebîr dağından, iri gözlü, boynuzlu ve meleyen bir koç indi. Bu koç, Hazret-i Âdem'in oğlunun kurban ettiği zaman kabul edilen koçudur ve Hazret-i İshâk'ın yerine kurban edilinceye kadar Cennette bekletilmişti.'"

Saîd b. Mansûr, Ahmed ve Beyhakî'nin Sünen'de Benî Süleym'den bir kadından bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Osmân b. Talha'yı çağırınca, Osmân'a: "Allah'ın Resûlü seni neden çağırdı?" diye sordum. Osmân şöyle cevap verdi: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: «Ben Kabe'ye girdiğim zaman o koçun iki boynuzunu görmüştüm. Onları örtmeni sana emretmeyi unutmuşum, (git) onları ört. Zira Kabe'de namaz kılanı meşgul edecek bir şeyin olmaması gerekir»" buyurdu."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Yüce Allah, İsmâil'i, iri, boynuzlu ve iri gözlü iki koç göndererek kurban olmaktan kurtarmıştır" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Kurbanlığa büyük denilmesinin sebebi, kabul edilmiş olmasından dolayıdır" dedi.

Beğavî, Atâ b. es-Sâib'in şöyle dediğini bildirir: Kureyş'ten bir adamla Menhar (Hacda kurbanların kesildiği yerde) otururken, Kureyşli (biri), babasından, bana Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Koç, Hazret-i îbrâhhim'e bu yerde indi" buyurduğunu söyledi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Biz, (İbrahim'e) büyük bir kurbanlık vererek onu kurtardık" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Hazret-i İbrâhim'e, Cennetten bir koç çıktı. Bu koç daha önce Cennette kırk yıl otlamıştır. Hazret-i İbrâhim oğlunu bırakarak koçun peşine düştü. Onu ilk cemrede buldu. Cemreyi yedi taşla taşladıktan sonra orada koçu kaybetti. Orta Cemre'ye geldiğinde koçu orada gördü. Bu cemreyi de yedi çakılla taşladı, sonra koçu yine kaybetti. Büyük Cemre'nin yanında ona yetişti, bu cemreyi de yedi taşla taşladı, koçu orada bulup yakaladı ve Mina'daki kesme yerine getirip orada boğazladı.'"

İbn Ebî Hâtim'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i İbrâhim'e gönderilen koçun adı Cerîr'dir.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre bir adam İbn Abbâs'a: "Kendimi boğazlayacağımı adadım" deyince, İbn Abbâs: "And olsun ki, sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resulullah (Allah'ın Elçisi) en güzel örnektir" dedikten sonra: "Biz, (İbrahim'e) büyük bir kurbanlık vererek onu kurtardık" âyetini okudu ve bir koç kesmesini emretti, adam da söyleneni yaptı.

Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kendini veya çocuğunu boğazlayacağını adayan bir koş kessin" dedikten sonra, "And olsun ki, sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resulullah (Allah'ın Elçisi) en güzel örnektir" âyetini okudu.

Deylemî'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah, îshâk'ı kurban olmaktan kurtarınca, Cibrîl gelip: «Ey İshâk! Ne ilk gelenlerden, ne de sonra gelenlerden hiç kimse senin sabrettiğin gibi sabretmedi. Bu sebeple Allah katında kabul edilecek bir duan vardır. O duayı yap» deyince, İshâk: «Allahım! İlk gelenlerden ve sonra gelenlerden hangi kulun, Allah'tan başka ilâh olmadığına şahadet ederse onu bağışla» diye dua etti. Kardeşim İshâk bu duada beni geçti. "

108

Yine ona, sonradan gelenler içinde iyi bir yâd bıraktık.

109

Bizden saâdet ve selâmet olsun İbrâhîm’e...

110

Güzel amel işliyenleri, işte böyle mükafatlandırırız.

111

Çünkü o, mü'min kullarımızdandı.

112

Bkz. Ayet:119

113

Bkz. Ayet:119

114

Bkz. Ayet:119

115

Bkz. Ayet:119

116

Bkz. Ayet:119

117

Bkz. Ayet:119

118

Bkz. Ayet:119

119

"Biz onu salihlerden bir peygamber olarak İshâk ile de müjdeledik. Onu da İshâk'ı da uğurlu kıldık. Her ikisinin nesillerinden iyilik yapanlar da vardı, kendine apaçık zulmedenler de. Andolsun, biz Mûsâ'ya ve Hârûn'a da Iütufta bulunduk. Onları ve kavimlerini o büyük sıkıntıdan kurtardık. Onlara yardım ettik de onlar galip gelenler oldular. Biz onlara (hükümlerimizi) açıklayan Kitab'ı (Tevrat'ı) verdik. Onları doğru yola ilettik. Sonradan gelenler arasında onlara güzel birer ad bıraktık."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Biz onu salihlerden bir peygamber olarak İshâk ile de müjdeledik" âyetini açıklarken: "İshâk, Allah kendisini kurban olmaktan kurtardığı zaman peygamberlikle müjdelenmiştir. İshâk'ın peygamberlikle müjdelenmesi doğduğu zaman olmamıştır" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Biz onu salihlerden bir peygamber olarak ishâk ile de müjdeledik" âyetini açıklarken: "Peygamberlik müjdesi İshâk'a iki defa verilmiştir. Biri doğduğu zaman, diğeri de kendisine peygamberlik verildiği zaman" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Abdulhamîd b. Cübeyr b. Şeybe der ki: İbnu'l-Müseyyeb'e: "Kurban edilen kişi İshâk mıydı?" diye sorduğumda: "Böyle bir şeyi demekten Allah'a sığınırız! Kurban edilen kişi İshâk değil İsmâil'dir. Zira İbrâhim'e gösterdiği sabırdan dolayı oğul olarak İshâk ihsan edilmiştir" cevabını verdi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Biz onu salihlerden bir peygamber olarak İshâk ile de müjdeledik" âyetini açıklarken: "Kurban edilmekten kurtulunca, Allah'a kendini feda ettiği için peygamber olacağı müjdelendi. "Her ikisinin nesillerinden iyilik yapanlar da vardı, kendine apaçık zulmedenler de" âyeti: "İkisinin de nesillerinden müminler de, kafirler de vardı" mânâsındadır. "Mûsâ'ya ve Hârûn'a da lütufta bulunduk. Onları ve kavimlerini o büyük sıkıntıdan kurtardık" âyetlerindeki sıkıntıdan kastedilen, Hazret-i Mûsa ve Hârun'un, Firâvun'un askerlerinden kurtarılmasıdır. Açıklayan kitap ise Tevrat'tır. Doğru yoldan kastedilen İslam'dır. "Sonradan gelenler arasında onlara güzel birer ad bıraktık" âyetinden kasıt ise onların sonradan gelenler tarafından güzel şekilde anılmalarıdır."

120

Bizden Mûsa’ya ve Hârûn’a saâdet ve selâmet olsun...

121

Gerçekten biz, güzel amel işliyenleri böyle mükâfatlandırırız.

122

Çünkü ikisi de mü'min kullarımızdandı.

123

Bkz. Ayet:130

124

Bkz. Ayet:130

125

Bkz. Ayet:130

126

Bkz. Ayet:130

127

Bkz. Ayet:130

128

Bkz. Ayet:130

129

Bkz. Ayet:130

130

"Şüphesiz îlyas da peygamberlerden îdi. Hani kavmine şöyle demişti: «Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Yaratıcıların en güzelini, sizin ve geçmiş atalarınızın Rabbi olan Allah'ı bırakarak «Ba'l'e mi tapıyorsunuz?» Onu yalanladılar. Bu sebeple onlar (Cehenneme) götürüleceklerdir. Ancak Allah'ın îhlâslı kulları başka. Sonradan gelenler içerisinde ona güzel bir ad bıraktık. İlyas'a selâm olsun."

İbn Asâkir'in Cuveybir vasıtasıyla Dahhâk'tan bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Şüphesiz İlyas da peygamberlerden idi. Hani kavmine şöyle demişti: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?" Yaratıcıların en güzelini, sizin ve geçmiş atalarınızın Rabbi olan Allah'ı bırakarak "Ba'l'e mi tapıyorsunuz?"' âyetini açıklarken: "Onlara, Ba'lebek denmesinin sebebi, Ba'l adında bir puta tapmalarıydı. Bu kişiler Bek denilen yerde ikamet ettikleri için bu puta Ba'lebek denildi.'

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: "Yüce Allah, Hazret-i İlyâs'ı Ba'lebek denilen yere, puta tapan bir topluluğa peygamber olarak gönderdi. İsrâiloğullarının kralları her yere yayılmışlardı ve her kral bir yeri sömürüyordu. Hazret-i İlyâs'ın bulunduğu kavmin kralı, Hazret-i İlyâs'ı destekliyor ve onun emirlerine uyuyordu. Diğer krallar arasında bu kral hidayet üzereydi. Yanlarına puta tapan bir topluluk gelince, krala: "İlyâs seni dalalet ve batıldan başka bir şeye çağırmıyor" deyip: "Kralların taptığı şu putlara tap ve üzerinde bulunduğun yolu bırak" dediler. Kral İlyâs'a: "Ey İlyâs! Vallahi, sen batıldan başka bir şeye çağırmıyorsun. İsrâiloğulları krallarının da kendilerine fayda sağlayan putlardan başkasına taptıklarını görmüyorum. Onlar da, bizim gibi yiyor, içiyor ve nimetler içinde hüküm sürüyor! Senin, bâtıl ve boş dediğin din ve inanışları, onların dünyasından hiç bir şey eksiltmiyor. Kendimizde ise, onlara nazaran, bir üstünlük görmüyoruz!" deyince Hazret-i İlyâs, başının saçı ve vücudunun tüyleri ürperdi, dikenleşti. "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (= Bizler, Allah'ın kullarıyız ve Ona, dönücüleriz!)" diyerek kralın yanından ayrıldı.

Hasan der ki: Krala bunu güzel gösteren hanımıydı. Bu kadın daha önce zorba bir kralın hanımıydı. Bu kadının eski kocası olan kral, güzellik, boy ve vücut olarak Kenânlılara benziyordu. Zorba olan bu kral ölünce, kocasının altından heykelini yaptı. Bu heykelin iki gözünü yakuttan yaptı ve heykeli tütsüleyip başına inci ve mücevherlerle süslenmiş bir taç koydu. Sonra heykeli divana oturttu ve girip onu tütsüleyerek güzel kokular sürüp ona secde ederek çıkmaya başladı. Daha sonra Hazret-i İlyâs'ın yaşadığı topluluğun kralı olan kişiyle evlendi. Bu kadın kocasına üstün gelip eski kocasının heykelini evine koydu ve heykele, ibadet etmeleri için yetmiş hizmetçi görevlendirdi. Hazret-i İlyâs onları Allah'a iman etmeye davet edince, bu davet sadece onların Allah'ın dininden daha da uzaklaşmalarından başka bir işe yaramadı. Bunun üzerine Hazret-i İlyâs: "Allahım! İsrâiloğulları, Seni inkar etmek ve Senden başkasına ibadet etmekten başka bir şeyi kabul etmediler. Allahım! Onlara üç yıl yağmur yağdırma" dedi. Allah onlardan yağmuru kesti ve Hazret-i İlyâs, hizmetçisi Elyesea'yı krala gönderip dedi ki: "Ona şöyle de: "İlyâs diyor ki: Sen Ba'le ibadeti, Allah'a ibadete tercih ettin ve hanımının isteğine uydun. Bu sebeple azab ve belaya hazır ol." Elyesea gidip bunu krala iletince, Allah, Elyesea'yı kralın şerrinden korudu. Allah onlardan üç yıl yağmuru kesince, hayvanları helak olup insanlar büyük bir sıkıntıya düştüler.

Hazret-i İlyâs dağın zirvesine çıktı. Allah ona rızık gönderiyordu ve içmesi ve temizlenmesi için bir pınar çıkarmıştı. İnsanlar büyük sıkıntıya düşünce kral, putlara hizmet eden yetmiş kişiyi çağırarak: "Ba'l'e dua edin de bizim için içinde bulunduğumuz sıkıntıdan kurtarsın" dedi. Bu yetmiş kişi putlarını çıkarıp onlara kurbanlar kestiler ve iyiliklerde bulundular ve dua etmeye başladılar. Uzun zaman geçip bir şey değişmeyince kral: "İlyâs'ın ilâhı, duaya bunlardan daha çabuk icabet ediyordu" deyip, İlyâs'ın gelmesi için adam gönderdiler, ama Hazret-i İlyâs gelmeyi kabul etmedi ve: "Sıkıntıdan kurtarılmayı mı istiyorsunuz?" diye sordu. Onlar: "Evet" cevabını verince, Hazret-i İlyâs: "Putlarınızı (aranızdan) çıkarın" deyip, Allah'a, onları sıkıntıdan kurtarması için dua etti. Bunun üzerine kalkan büyüklüğünde bir bulut yükseldi ve onlar buluta bakıp dururken Allah onlara yağmur gönderdi. Bunun üzerine tövbe edip putlara tapmayı bıraktılar.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i İlyâs, Hazret-i İdrîs'tir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde der ki: "Hazret-i İlyâs, Hazret-i İdrîs'tir, denirdi."

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr) der ki: "Peygamberlerden dört tanesi hâlâ hayattadır. Bunlardan ikisi olan İlyâs ve Hızır, Dünyada; diğer ikisi olan Hazret-i İsa ve Hazret-i İdrîs ise semadadır."

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Şevzeb der ki: "idrîs, Perslidir. İlyâs İsrâiloğullarındandır ve her yıl hac mevsiminde bir araya gelirler."

İbn Asâkir'in Vehb'den bildirdiğine göre Hazret-i İlyâs, Rabbine dua edip kendisine kavminden rahatlatmasını isteyince ona: "Falan gün bak, eğer ateş renginde olan bir binek görürsen ona bin" denildi. Hazret-i İlyâs o günü beklemeye başladı ve ateş renginde bir at gördü. At gelip önünde durunca ona bindi ve gitti. Elyesea: "Ey İlyas! Bana ne emredersin?" diye seslendi. Bu Hazret-i İlyâs'ın son görülüşüydü. Allah telekler (uçmak için kanatlar) bahşetti, ona bir nûr giydirdi ve yemek ve içme isteğini kesti, böylece Hazret-i İlyâs meleklerin arasında yerini aldı.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: "Hazret-i İlyâs, karalardan, Hızır ise denizlerden sorumludur. Onlara, birinci sayhaya kadar dünyada yaşamaları için ömür verilmiştir. Bu ikisi her yıl hac mevsiminde bir araya gelirler."

Hâkim'in bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr) der ki: Hazret-i İlyâs, Sahralar ve dağlar sahibiydi. Orada yalnız kalıp Rabbine ibadet ederdi. Hazret-i İlyâs, büyük başlı, çekik ve yapışık karınlı, ince bacaklı idi ve göğsünde kırmızı bir ben vardı. Allah onu Semaya yükseltmedi, Şam diyarına kaldırdı. Allah, ondan sonra peygamberlik görevini Elyesea'ya verdi."

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hızır, Hazret-i İlyâs'tır" buyurdu.

Hâkim ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre Enes der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber bir seferdeyken bir yerde konakladık ve vadide bir adamın: "Allahım! Beni merhamet edilmiş, bağışlanmış ve sevapları çok olan Muhammed'in ümmetinden yap" dediğini duydum. Vadiye yaklaştığımda, üç yüz arşından daha uzun olan bir adam gördüm. Bana: "Sen kimsin?" diye sorunca, ben: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hizmetçisi Enes'im" cevabını verdi. Adam: "O nerede?" diye sorunca ise ben: "İşte orada sözlerini duyuyor" cevabını vedim. Adam: "Ona git ve selamımı söyleyip: "Kardeşin İlyâs sana selam söylüyor, de" dedi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip olanları bildirdiğimde, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) onun yanına gidip kucaklaştılar ve oturup konuşmaya başladılar. Hazret-i İlyâs: "Ey Allah'ın Resûlü! Ben her yıl bir günü oruçsuz geçiririm. Bu gün de oruç tutmadığım gündür. Beraber yiyelim" dedi ve gökten onlara bir sofra, ekmek, balık ve kereviz indi. Hem onlar yedi, hem bana da yedirdiler. Sonra ikindi namazını kılıp vedalaştılar. Sonra Hazret-i İlyâs'ın bulutun üzerinde semaya doğru gittiğini gördüm." Hâkim der ki: "Bu hadisin senedi sahihtir." Zehebî ise: "Bu hadis uydurmadır. Allah bunu uyduranın yüzünü karartsın. Hâkim'in bu hadisi sahih kabul edecek kadar cahil olacağını tahmin etmezdim" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen "Ba'l'e mi tapıyorsunuz?" âyeti: "Puta mı tapıyorsunuz?" demektir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi Rab (Tanrı) mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim ve İbrâhim el-Harbî'nin Ğarîbu'l-Hadîs'te bildirdiğine göre İbn Abbâs bir adamın, bir ineği sürüp: "Bunun Ba'l'i kimdir?" diye sorduğunu görünce onu çağırıp: "Sen kimlerdensin?" diye sordu. Adam: "Yemen halkındanım" cevabını verince, İbn Abbâs: "Bu bir lehçedir ve Ba'l, Rab (sahip) demektir" dedi.

İbnu'l-Enbârî'nin Mücâhid'den bildirdiğine göre İbn Abbâs, Himyerli bir adamıdan alacağı devenin pazarlığını yaparken: "Bunun sahibi sen misin?" diye sorunca, adam: "Onun Ba'l'i benim" cevabını verdi; bunun üzerine İbn Abbâs: "Ba'l'e mi tapıyorsunuz?" âyetini okuyup: "Siz Rabbi mi çağırıyorsunuz? Sen kimlerdensin?" diye sordu. Adam: "Himyerliyim" cevabını verdi.

İbn Ebî Hâtim'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre, bir adam: "Bu ineği(n kimin olduğunu) kim bilir?" diye sorunca, bir kişi: "Onun Ba'l'i benim" dedi. İbn Abbâs bu kişiye: "Sen, bu ineğin kocası olduğunu mu iddia ediyorsun?" deyince, adam: "Yüce Allah'ın, «Yaratıcıların en güzelini, sizin ve geçmiş atalarınızın Rabbi olan Allah'ı bırakarak, Ba'l'e mi tapıyorsunuz?» buyurduğunu duymadın mı?" âyetten de: "Ben Rabbiniz olduğum halde başka sahipler mi arıyorsunuz, sözü kastedilmiştir" dedi. Bunun üzerine İbn Abbâs adama: "Doğru söyledin" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre Ba'l kelimesi Ezd-i Şenûe lehçesiyle rab mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem der ki: "Ba'l, onların Dımaşk'ın öte tarafında Ba'lbek şehrinde taptıkları bir puttur."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime der ki: "Ba'l, Yemen lehçesiyle Rab demektir. Kişi diğerine: "Bu öküzün Rabbi (sahibi) kimdir?" diye sorması gibi."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Kays b. Sa'd'dan bildirdiğine göre bir adam İbn Abbâs'a, Ba'l kelimesinin mânâsını sorunca, İbn Abbâs cevap vermedi. Adam daha sonra yine aynı soruyu sorunca, İbn Abbâs adamın bulduğu bir şeyi etrafındakilere sorduğunu duydu. Başka birisi o adama: "Bunun ba'li benim" deyince, İbn Abbâs: "Soruyu soran nerede? Şu adamın söylediğini dinle. Bu kişi: "Onun ba'li, yani sahibi benim" diyor.

Âyetten de: "Allah'tan başka sahip mi arıyorsunuz, sözü kastedilmiştir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre  (.....) âyetinden kastedilen Hazret-i İlyâs'tır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk bu âyeti (.....) şeklinde okumuş ve: "Bu da Hazret-i İlyâs ile aynıdır. Tıpkı, İsa ve Mesîh'in, Muhammed ve Ahmed'in, İsrâîl ve Yâkub'un aynı kişiye işaret etmesi gibi" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyetindeki Yâsin ailesinden kastedilen Hazret-i Muhammed'in ailesidir.

131

Gerçekten biz, güzel amel işliyenleri böyle mükafatlandırırız.

132

Şüphesiz o, mü'min kullarımızdandı.

133

Bkz. Ayet:138

134

Bkz. Ayet:138

135

Bkz. Ayet:138

136

Bkz. Ayet:138

137

Bkz. Ayet:138

138

"Şüphesiz Lût da peygamberlerdendi. Hani biz onu ve geride kalanlar arasındaki yaşlı bir kadın (kâfir olan eşi) dışında bütün ailesini kurtarmıştık. Sonra da diğerlerini yok ettik. Şüphesiz sizler (yolculuklarınız sırasında) sabah akşam onların (harap olmuş) yurtlarına uğrayıp duruyorsunuz. Hâlâ düşünmeyecek misiniz?"

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk, "Geride kalanlar arasındaki yaşlı bir kadın (kâfir olan eşi) dışında bütün ailesini kurtarmıştık" âyetini açıklarken: "Sadece hanımı geride kaldı ve o da taşa çevrildi. Hazret-i Lût'un hanımının adı Heyşefea idi" demiştir.'

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, helak olanlardan olmaktır. (.....) âyeti ise, "yolculuklarınız sırasında, onların yurtlarına uğruyorsunuz" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Şüphesiz sizler (yolculuklarınız sırasında) sabah akşam onların (harap olmuş) yurtlarına uğrayıp duruyorsunuz" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: "Evet vallahi, sabah akşam onların yurtlarına uğruyorlar. Medine'den Şâm'a giden, Hazret-i Lût'un kavminin yurdu olan Sodom'a uğrar."

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Şüphesiz sizler (yolculuklarınız sırasında) sabah akşam onların (harap olmuş) yurtlarına uğrayıp duruyorsunuz" âyetlerini: "Onların yurtlarına sabah vakti uğradığınız gibi akşam vakti de uğrayıp duruyorsunuz" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre: "Şüphesiz sizler (yolculuklarınız sırasında) sabah akşam onların (harap olmuş) yurtlarına uğrayıp duruyorsunuz. Hâlâ düşünmeyecek misiniz?" âyetlerinde kastedilen kavim, Hazret-i Lût'un kavmidir. "Hâlâ düşünmeyecek misiniz?" âyeti ise, "Onlara isabet eden azabın size de isabet edebileceğini düşünmeyecek misiniz?" mânâsındadır.

139

Bkz. Ayet:148

140

Bkz. Ayet:148

141

Bkz. Ayet:148

142

Bkz. Ayet:148

143

Bkz. Ayet:148

144

Bkz. Ayet:148

145

Bkz. Ayet:148

146

Bkz. Ayet:148

147

Bkz. Ayet:148

148

"Şüphesiz Yûnus da peygamberlerdendi. Hani o kaçıp yüklü gemiye binmişti. Gemidekilerle kur'a çekmiş ve kaybedenlerden olmuştu. Böylece, Yûnus kendini kınayıp dururken balık onu yuttu. Eğer o, Allah'ı tesbih edip yüceltenlerden olmasaydı, mutlaka insanların diriltileceği güne kadar balığın karnında kalırdı. Derken biz onu hasta bir hâlde sahile attık. Üzerine geniş yapraklı bir ağaç bitirdik. Biz onu yüz bin, yahut daha fazla insana peygamber olarak gönderdik. Nihayet onlar iman ettiler. Biz de onları bir süreye kadar geçindirdik."

Abdurrezzâk, Ahmed Zühd'de, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Tâvûs, "Şüphesiz Yûnus da peygamberlerdendi. Hani o kaçıp yüklü gemiye binmişti" âyetlerini açıklarken şöyle anlattı: Hazret-i Yûnus'a: "Falan gün kavmine azap gelecek" denildi. O gün gelince kavminin arasından çıktı. Onun yokluğunu fark eden kavmi de küçüğüyle büyüğüyle, hayvanlarını ve her şeylerini alarak çıktılar, sonra anneyi çocuğundan, davarı oğlağından, deve ve sığırları da yavrularından ayırdılar. Sonra kuvvetli bir ses duydular, azab onlara geldi ve kendilerine gelen azaba baktılar. Sonra azab onlardan uzaklaştırıldı. Hazret-i Yûnus, kavmine azab isabet etmeyince kızarak gitti ve bazı insanlarla gemiye bindi. Gemi denizde bir müddet yol aldıktan sonra durdu ve ilerlemez oldu. Geminin sahibi: "Geminin ilerlemesine engel olan, içinizdeki uğursuz bir kişiden başkası değildir" dedi. Gemidekiler, içlerinden birini denize atmak için kura çektiler ve kura Hazret-i Yûnus'a çıktı. Bunun üzerine: "Biz seni denize atmayız" deyip bir daha kura çektiler ve üç defa kura çekmelerine rağmen kura her seferinde Hazret-i Yûnus'a çıktı. Bunun üzerine Hazret-i Yûnus kendisi denize atladı ve balık onu yuttu."

Tâvûs der ki: "Bana bildirildiğine göre balık onu hasta bir şekilde sahile atınca, yanında geniş yapraklı bir ağaç bitti. Geniş yapraklı bu ağaç ta kabaktır. Hazret-i Yûnus orada iyileşinceye kadar kaldı ve iyileşince de ağaç kurudu. Hazret-i Yûnus, kuruyan ağaca üzülüp ağlayınca, Yüce Allah ona: "Yüz bin kişinin helak olmasına değil de bir ağacın helak olmasına mı ağlıyorsun!" buyurdu."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Allah, Hazret-i Yûnus'u bir kasaba halkına peygamber olarak gönderince, kasaba halkı Hazret-i Yunus'un davetini inkar edip iman etmeyi kabul etmediler. Kavmi böyle yapınca, Yüce Allah, Hazret-i Yûnus'a: "Falan gün onlara azab göndereceğim. Onların arasından çık" diye vahyetti. Hazret-i Yûnus, kavmine, Allah'ın kendilerine vaad ettiği azabı bildirince: "Onu gözetin, eğer aranızdan çıkarsa, Vallahi size dediği gerçekleşecektir" dediler. Azabın geleceği sabahın gecesi olunca, Hazret-i Yûnus çabucak aralarından ayrıldı. Kavmi onu görünce bulundukları yerden çıkıp, yurtlarındaki geniş bir alana geldiler. Hayvanları yavrularından ayırıp, yüksek sesle Allah'a yarvararak Ona yöneldiler ve Allah'ın kendilerini affetmesini istediler, nihayet Allah onları affetti. Hazret-i Yûnus o kasabadan ve halkından haber almaya çalışıyordu. O yönden gelen bir adama: "O kasaba halkı ne yaptı?" diye sorunca, adam: "Peygamberleri, içlerinden çıkıp gittikten sonra, onun başlarına gelecek azab hakkındaki sözünün doğruluğuna kanâat getirerek kasabalarından geniş bir yere çıktılar. Her anayı, çocuğundan ayırdılar. Sonra yüksek sesle Allah'a yalvarıp yakardılar, günahlarından tövbe ettiler. Tövbeleri kabul olunup azabları geri bırakıldı" dedi. O zaman Hazret-i Yûnus: "Vallahi, ben, hiç bir zaman, onların yanına, bir yalancı durumuna düşmüş olarak dönmem" deyip yüzünün doğrusuna çekip gitti.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abdullah b. el-Hâris der ki: Hazret-i Yûnus kızgın bir şekilde kavminden ayrılınca gidip gemiye bindi. Gemi hareket etmeyince geınidekiler: "Gemi, sizin yaptığınız bir şey yüzünden hareket etmiyor" deyip birbirlerine: "Gelin kura çekelim ve kurada çıkanı suya atalım" dediler. Kura çekip, çektikleri kura Hazret-i Yûnus'a çıkınca, tekrar çektiler, ama yine kuradan Hazret-i Yûnus çıktı. Üçüncü kurada da kendisinin çıktığını gören Hazret-i Yûnus: "Suya atılacak kişi benim" deyip kendini denize atmak isteyince, üç arşın boyundaki bir balık başını sudan çıkardı ve atlamak üzere olan Hazret-i Yûnus'u kapmaya çalıştı. Bunun üzerine Hazret-i Yûnus başka bir yerden atlamak istedi, ama balık yine karşısına çıktı. Bunu gören Hazret-i Yûnus, bunun Allah tarafından olduğunu anladı ve suya atladı, ama henüz suya varmadan balık onu kaptı. Allah balığa, kendisine emredilmedikçe Hazret-i Yûnus'un hiçbir kemiğini kırmamasını ve etini yemeınesini emretti. Balık Hazret-i Yûnus'u alıp denizin dibine kadar indirdi ve Hazret-i Yûnus yeryüzünün tesbih ettiğini duydu. İşte o zaman Hazret-i Yûnus Rabbine yalvardı.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Hazret-i Yûnus kendini denize atıp, balık onu yutunca, onu suyun fışkırdığı bir yere kadar götürdü ve Hazret-i Yûnus yerin tesbihini duyunca, karanlıklar içinde: «Senden başka ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zulmedenlerden oldum» diye seslendi. Bu dua gelip Arş'ı kuşattığında melekler: «Ey Rabbimiz, garip ve uzak bir memleketten zayıf bir ses duyuyoruz» dediler. Allah: «Bunu tanımıyor musunuz?» diye sorunca, onlar: «Ey Rabbimiz, o kimdir?» karşılığını verdiler. Allah: «O, kulum Yûnus'tur» buyurunca, onlar: «Devamlı olarak; makbul amellerini ve icabet buyuruları duaları yükselttiğimiz, kulun mu?» diye sordular. Allah: «Evet» buyurunca, melekler: «Ey Rabbimiz, bollukta yaptıklarından dolayı ona rahmet eyleyip onu bu musibetten kurtarmayacak mısın?» dediler. Bunun üzerine Allah: «Evet, kurtaracağım» buyurup balığa emretti ve balık onu dışarı attı. "

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: "Balık, Hazret-i Yûnus'u bir kabak ağacının dibine attı ve onu attığı zaman Hazret-i Yûnus bebek gibiydi. Kabağın gölgesinde gölgeleniyordu. Yüce Allah ona yabani bir dişi dağ keçisi musahhar kıldı. Bu da yerin bitirdiklerinden yemeye koyuldu. Sabah-akşam bu keçi ona gelir ve bacaklarını açarak sütünden içirirdi. Kendisine gelinceye kadar bu böyle devam etti.'"

İbn İshâk, Bezzâr ve İbn Cerîr'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah, Hazret-i Yûnus'u balığın karnında hapsetmek istediği zaman, balığa onu almasını, etini çizmemesini ve kemiğini kırmamasını vahyetti. Balık onu aldı, sonra karnında olduğu halde denizdeki yerine kadar indirdi. Denizin dibine ulaşınca, Yunus bir ses işitti. Kendi kendine: «Acaba bu ne?» diye sordu. Allah balığın karnında olduğu halde ona: «Bu, denizdeki canlıların tesbihidir» diye vahyetti. Bunun üzerine o da balığın karnında olduğu halde tesbih etti. Melekler onun tesbihini işitince: «Rabbimiz, biz alışılmadık bir yerde zayıf bir ses duyuyoruz» dediler. Yüce Allah: «Bu benim kulum Yunus'tur. Bana karşı geldi. Ben de onu denizde balığın karnında hapsettim» buyurunca, melekler: «Her gün ve her gece kendisinin salih ameli sana yükselen o salih kul mu?» diye sordular. Allah: «Evet» cevabını verince, o zaman melekler ona şefaatte bulundular, yüce Allah da balığa buyurduğu gibi «hasta olduğu halde» kıyıya bırakmasını emretti. "

İbn Ebî Şeybe Musannef’te, Ahmed Zühd'de, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Yûnus, kavmine, kendilerine üç gün içinde azab geleceğini vaad etmişti. Bunun üzerine kavmi, her anayı oğlundan ayırıp Allah'a yalvararak istiğfar ettiler. Allah da onlardan azabı kaldırdı. Hazret-i Yûnus ise azabın gelmesini bekliyor ama bir şey görmüyordu. O zaman da yalan söyleyen ve delili olmayan kişi öldürülürdü. Bu sebeple kızgın bir şekilde gidip gemideki bir topluluğun yanına gitti ve onu tanıyıp gemiye aldılar. Hazret-i Yûnus gemiye binince, diğer gemiler sağa sola giderken, o gemi yerinde kaldı. Hazret-i Yûnus: "Geminize ne olmuş?" diye sorunca, onlar: "Bilmiyoruz" cevabını verdiler. Hazret-i Yûnus: "Ama ben biliyorum. Gemide, sahibinden kaçan bir köle var. Onu denize atmadıkça gemi hareket etmez" dedi. Gemidekiler: "Ey Allah'ın Nebisi! Vallahi seni atmayız" deyince, Hazret-i Yûnus: "Kura çekiniz ve kime çıkarsa onu atınız" deyince üç defa kura çektiler, üçünde de Hazret-i Yûnus çıktı. Bunun üzerine gemiden atladı ve atlarken de kendisi için görevlendirilen balık onu yutup denizin dibine götürdü. Hazret-i Yûnus çakıl taşlarının tesbihini duyunca, karanlıklar içinde: "Senden başka ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zulmedenlerden oldum" diye seslendi. Hazret-i Yûnus, balığın karnındaki karanlıkta, denizin karanlığında ve gecenin karanlığındaydı. O böyle dua edince hasta bir şekilde ve tüyleri çıkmamış kuş yavrusu gibi bir sahile bırakıldı. Allah ona yaprakları büyük bir ağaç bitirdi, Hazret-i Yûnus bu ağacın altında gölgelenip onun meyvelerinden yiyordu. Ağaç kuruyup, Hazret-i Yûnus onun için ağlayınca, Allah ona şöyle vahyetti: "Yüzbin veya daha fazla kişinin helak olmasını istemene değil de kuruyan bir ağaç için mi ağlıyorsun." Hazret-i Yûnus oradan ayrılınca koyun otlatan bir genç gördü ve: "Sen kimlerdensin ey genç?" diye sordu. Genç: "Yûnus'un kavmindenim" cevabını verince, Hazret-i Yûnus: "Geri dönünce kavmine selam ulaştır ve Yûnus ile buluştuğunu söyle" dedi. Genç: "Eğer gerçekten sen Yûnus isen, yalan söyleyip delili olmayanın öldürüleceğini biliyorsun. Bana (seni gördüğüme dair) kim şahitlik edecek?" diye sorunca, Hazret-i Yûnus: "Şu ağaç ve şu yer sana şahitlik ederler" karşılığını verdi. Genç: "Onlara emir ver" deyince, ise Hazret-i Yûnus: "Bu genç yanınıza geldiğinde ona şahitlik ediniz" dedi. Ağaç ve yer: "Şahitlik ederiz" deyince, genç kavmine döndü. Çocuğun kardeşleri vardı ve onların koruması altındaydı. Genç krala gidip: "Yûnus ile buluştum, sana selam söylüyor" deyince, kral çocuğun öldürülmesini emretti. Kardeşleri: "Onun delili var" deyince, kral onunla bazılarını ağaca ve çocuğun Hazret-i Yûnus ile buluştuğu yere gönderdi. Genç, yer ile ağaca: "Allah için söylemenizi istiyorum. Yûnus sizi şahit tutmadı mı?" diye sorunca, ikisi de: "Evet" cevabını verdiler. Bunun üzerine gençle gidenler korku içinde geri dönerek: "Ağaç ve yer sana şahitlik ediyor" deyip krala giderek gördüklerini anlattılar. Kral çocuğun elinden tutarak yerine oturttu ve: "Sen bu yere benden daha layıksın" dedi. Bu genç kırk yıl boyunca onların işlerini güzel bir şekilde idare etti.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih der ki: "Yûnus b. Mattâ, salih bir kuldu ama sinirli biriydi. Peygamberlik yükü kendisine yüklenince -ki o yükü çok az kişi taşıyabilir- annesinden ayrılan yavru devenin yükün altında ayaklarının titremesi gibi titremeye başladı ve onu elinden atıp kaçtı. Yüce Allah, peygamberine: "Peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret...", "...balık sahibi (Yunus) gibi olma..." buyurmuştur."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Sünen'de İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi kura çekmek, " kelimesi ise kurada çıkmaktır.

Âdem, İbn Cerîr, Sünen'de Beyhakî ve Abd b. Humeyd'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi ise kurada çıkmaktır.

Ahmed Zühd'de, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Katâde, "Gemidekilerle kur'a çekmiş ve kaybedenlerden olmuştu. Böylece, Yûnus kendini kınayıp dururken balık onu yuttu. Eğer o, Allah'ı tesbih edip yüceltenlerden olmasaydı, mutlaka insanların diriltileceği güne kadar balığın karnında kalırdı" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: "Gemi hareket etmeyince, gemidekiler, yaptıkları bir şey sebebiyle hareketsiz kaldığını anladılar ve kura çektiler. Kura Hazret-i Yûnus'a çıkınca, kendisi denize atladı ve yaptığı kötülüğü kınayıp dururken balık kendisini yuttu. Eğer o rahat zamanında çok namaz kılanlardan olmasaydı kurtulamazdı. Hikmette şöyle denirdi: "Salih amel, tökezleyen sahibini kaldırır. Salih amel sahibi düştüğü zaman dayanacak yer bulur." Eğer Hazret-i Yûnus Salih amel sahibi olmasaydı balığın karnı kıyamet gününe kadar kendisine mezar olurdu."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih ve Tâvûs ve zamanlarındaki kişilerden bazıları oturup: "Allah'ın hangi emri daha hızlıdır" diye müzakere ettiler. Bazıları: "Bir göz kırpması kadar veya daha çabuk bir zaman içinde olur'" âyetinin en hızlı anlamında olduğunu söylerken, bazıları, Hazret-i Süleymân'a tahtın getirilmesinin daha hızlı olduğunu söyledi. İbn Münebbih ise şöyle demiştir: "Allah'ın en hızlı emri, Hazret-i Yûnus'un geminin kenarında olduğu zamanki emridir. O zaman Mısır'daki Nil nehrinde olan balığa emredince, Hazret-i Yûnus geminin kenarından düşer düşmez balığın karnında oldu."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: "Hazret-i Yûnus'u Necm adında bir balık yuttu ve önce Rûm denizine, sonra Pers denizine sonra da Dicle'ye götürdü."

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, kötülük yapmak mânâsındadır.

İbnu'l-Enbârî ve Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona, (.....) kelimesinin mânâsını sorunca, İbn Abbâs: "Kötülük yapıp günah işleyendir" cevabını verdi. Nâfi: "Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: "Tabi ki! Yoksa Umeyye b. Ebi's-Salt'ın:

"O kötülüklerden berîdir, onun benzeri yoktur

Kınayanın kendisidir asıl kötülük yapan" dediğini bilmez misin?

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen kelimesi, günahkâr mânâsındadır.

Ahmed Zühd'de ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Rabî b. Enes, "Eğer o, Allah'ı tesbih edip yüceltenlerden olmasaydı, mutlaka insanların diriltileceği güne kadar balığın karnında kalırdı"' âyetlerini açıklarken şöyle dedi: "Eğer onun salih amelleri olmasaydı mutlaka insanların diriltileceği güne kadar balığın karnında kalırdı. Hikmette: "Salih amel, sahibini yüceltir" yazılıdır."

Ahmed Zühd'de, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Ciibeyr, "Eğer o, Allah'ı tesbih edip yüceltenlerden olmasaydı..." âyetini: "Balığın karnına girmeden önce namaz kılanlardan olmasaydı" şeklinde açıklamıştır.

Ahmed, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Eğer o, Allah'ı tesbih edip yüceltenlerden olmasaydı..." âyetini açıklarken: "Âyetteki tesbih, Hazret-i Yûnus'un, balığın karnındayken kıldığı bir namazdır" dedi. Bu söz Katâde'ye aktarılınca: "Hayır. O rahat zamanında salih amel yapardı" dedi.

Abdurrezzâk, Firyâbî, Ahmed Zühd'de, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Eğer o, Allah'ı tesbih edip yüceltenlerden olmasaydı..." âyetinden kastedilen Hazret-i Yûnus'un namaz kılanlardan olmasıdır.

Abd b. Humeyd'in Mücâhid'den bildirdiğine göre göre "Eğer o, Allah'ı tesbih edip yüceltenlerden olmasaydı..." âyetinden kastedilen, Hazret-i Yûnus'ûn, balığın karnına düşmeden önce çok ibadet edenlerden olmasıdır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, "Eğer o, Allah'ı tesbih edip yüceltenlerden olmasaydı..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Eğer, balık onu yuttuğu zaman, daha önce yaptığı ibadetler ve tesbihleri olmasaydı, kıyamet gününe kadar orada kalırdı. Ama, balığın karnında kırk gün ve gece kaldıktan sonra Allah onu çıkarıp tövbesini kabul etmiştir.'"

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Eğer o, Allah'ı tesbih edip yüceltenlerden olmasaydı..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bil ki, rahatlık anında Allah'a yalvarmak, bela indiği zaman ona hazırlıklı olmaya yarar. Kişinin rahatlık anında Allah'a yalvarması, zorluk anında bu ameline yaslanmasına sebep olur. Eskiden yapılmış kötülükler de ne kadar eski olursa olsun sahibinin peşini bırakmaz."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Dahhâk b. Kays der ki: "Rahatlık anında Allah'ı anın ki, O da sizi zor zamanınızda ansın. Hazret-i Yûnus, salih ve Allah'ı zikreden bir kuldu. Balığın karnına düştüğü zaman hakkında yüce Allah, "Eğer o, Allah'ı tesbih edip yüceltenlerden olmasaydı, mutlaka insanların diriltileceği güne kadar balığın karnında kalırdı" buyurmaktadır. Firavun da azmış ve Allah'ı zikretmeyi unutmuş olan bir kuldu. Boğulacağı zaman, "isrâiloğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, artık ben O'na teslim olanlardanım..." dedi, ama kendisine, "Şimdi mi inandın? Daha önce baş kaldırmış ve bozgunculuk etmiştin" denildi.

İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî'nin Şu'abu'l-îman'da bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Eğer o, Allah'ı tesbih edip yüceltenlerden olmasaydı..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Hazret-i Yûnus, rahatlık anında çok namaz kılardı. Balığın karnına düştüğü zaman öldüğünü zannetti. Ayaklarını oynattığı zaman hareket ettiklerini görüp secdeye kapandı ve: "Ey Rabbim! Hiç kimsenin secde etmediği yerde Senin için bir mescid edindim" dedi.

Abdullah b. Ahmed Zühd'ün zevâidinde, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre Şa'bî der ki: "Balık, Hazret-i Yûnus'u kuşluk vakti yuttu, akşam vakti ise dışarıya çıkardı. Hazret-i Yûnus balığın karnında gecelemedi."

Hâkim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Yûnus balığın karnında kırk gün kaldı.

Abdurrezzâk ve İbn Merdûye'nin İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre Hazret-i Yûnus balığın karnında kırk gün kaldı.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed Ziiluf de, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Ebû Mâlik'ten bildirdiğine göre Hazret-i Yûnus balığın karnında kırk gün kaldı.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre Hazret-i Yûnus balığın karnında yedi gün kaldı. Balık onu bütün denizlerde dolaştırdı, sonra Dicle kenarına bıraktı.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Eğer o, Allah'ı tesbih edip yüceltenlerden olmasaydı, mutlaka insanların diriltileceği güne kadar balığın karnında kalırdı" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: "Hazret-i Yûnus'u Necm adındaki bir balık yuttu ve Hazret-i Yûnus balığın karnında üç gün kaldı. Eğer rahatlık anında çok namaz kılanlardan olmasaydı, balığın karnı kıyamet gününe kadar kendisine mezar olurdu. Balık Hazret-i Yûnus'u ağaç ve ot olmayan bir yere bıraktı."

İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre balığın, Hazret-i Yûnus'u attığı yer Dicle kenarıdır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre balığın, Hazret-i Yûnus'u attığı yer sahildir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Şehr b. Havşeb der ki: Hazret-i Yûnus kızgın bir şekilde gidip bir toplulukla gemiye bindi. Cemi durup ileriye gidemez olunca kura çektiler. Kura Yûnus'a çıkınca, Hazret-i Yunus denize atladı. Balık kuyruğunu sallayarak gelince, balığa: "Biz Yunus'u sana rızık olarak vermiyoruz. Seni onun himaye olunacağı bir yer ve bir mescid kıldık" diye seslenildi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime der ki: Hazret-i Yûnus kızgın bir şekilde kavminden ayrılıp balığın karnına girince, balığın karnından şöyle dedi: "Allahım! Beni evlerden çıkardın, dağların başından indirdin, memleketlerde yürüttün, denize attın ve balığın karnına hapsettin. Beni bu durumdan kurtaracak salih bir amelimi biliyor musun!" Melekler: "Ey Rabbimiz! Uzak bir yerden bilinen bir ses geliyor" deyince, Yüce Allah: "O, kulum Yûnus'tur" buyurdu. Yüce Allah, "Eğer o, Allah'ı tesbih edip yüceltenlerden (yani eğer çok dua edip namaz kılanlardan) olmasaydı, mutlaka insanların diriltileceği güne kadar balığın karnında kalırdı" buyurmaktadır. Hazret-i Yûnus, balığın karnında kırk gün kaldı ve Allah onu hasta bir şekilde sahile atıp, kendisi için bir kabak ağacı bitirdi. Hazret-i Yûnus bunun altında gölgelenip, kabağından yedi ve dibinden su içti. Bir müddet sonra Allah bu ağacı kurutarak meyvesini ve suyunu giderince, Hazret-i Yûnus üzüldü. Allah ona şöyle vahyetti: "Çıkardığım, sonra kuruttuğum bir ağaç için üzüldün de, kendilerine azab geldiği, sonra da onlardan kaldırıldığı zaman onları kızgın bir şekilde terk ettiğin kavmine üzülmedin."

Ahmed Zühd'de, Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Humeyd b. Hilâl der ki: Hazret-i Yûnus kavmini İslam'a davet ediyor, ama kavmi kabul etmiyorlardı. Onlardan ayrıldığı zaman ise kendilerine dua ediyordu. Kavmi Hazret-i Yûnus'a bir gözcü gönderdi. Kavmi, Hazret-i Yûnus'un davetini dinlemeyip kendisini aciz bırakınca, onlara beddua etti. Bunun üzerine gözcüleri gelip: "Ne yapacaksanız yapınız, azab size gelmektedir. Yûnus size beddua etti" dedi. Hazret-i Yûnus, kavmine azabın geleceğinden şüphe etmeden kavminden ayrıldı. Kavmi de hayvanları yavrularından ayırarak, tövbe edip Allah'a yalvardılar ve Allah onlara merhamet etti. Hazret-i Yûnus, kavminin nasıl helak olacağını görmek için geldiğinde, kavminin sapasağlam durduğunu gördü. İşte o zaman kızgın bir şekilde gidip bir toplulukla bir gemiye bindi.

Gemi ne ileri ne de geri gitmeyince, gemidekiler birbirlerine: "Geminin gitmemesi, içinizden birinin işlediği günah sebebiyledir. Aranızda kura çekip kimi suya atarak yolumuza devam edelim" dediler. Kura çektiklerinde Hazret-i Yûnus'a çıkınca: "Allah'ın peygamberi sebebiyle bize isabet eden şey yüzünden kendisini feda etmeyiz" deyip tekrar kura çektiler. Yine Hazret-i Yûnus'a çıkınca: "Allah'ın peygamberi sebebiyle bize isabet eden şey yüzünden kendisini feda etmeyiz" dediler. Hazret-i Yûnus: "Benden başkası istenmiyor. Beni atın ve başımın üzerine düşürmeyin, ayaklarım aşağıya gelecek şekilde atın" dedi ve onlar da böyle yaptılar. Balık ağzını açarak gelip onu yutunca, Hazret-i Yûnus, kemikleri incelip, eti, derisi ve saçları yok olana kadar balığın karnında kaldı. Hasta bir şekilde dua edince, hasta bir şekilde sahile atıldı. Allah onun için bir kabak ağacı çıkardı ve Hazret-i Yûnus, kemikleri güçleninceye, etleri, saçları ve derisi eski haline gelinceye kadar bu ağaçtan beslendi. Sonunda eski haline dönüp ağaç kuruyunca, Hazret-i Yûnus ağlamaya başladı. Bunun üzerine Allah ona şöyle vahyetti: "Allah'ın, yemeğini onda bitirdiği bir ağaç için ağlıyorsun da, kavminin helak olmasına ağlamıyor musun?!"

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: "Allah, Hazret-i Yûnus'u, kavmini Allah'a ibadet etmeye ve içinde bulundukları küfrü terk etmeye çağırmak için gönderince, Hazret-i Yûnus oları davet etti ama kabul etmediler. Hazret-i Yûnus Rabbine dönüp: "Ey Rabbim! Kavmim beni reddedip yalanladı" deyince, Allah: "Onlara dön ve davet et, eğer kabul etmezlerse, azabın onlara gelip çatmak üzere olduğunu söyle" buyurdu. Hazret-i Yûnus kavmine dönüp onları davet etti, ama kabul etmediler. Bunun üzerine: "Azab size gelip çatmak üzere" deyip yanlarından ayrıldı. Kavmi birbirlerine: "Vallahi, aramızda olduğu süre içinde yalan söylediğini görmedik. Bakınız, eğer aranızda gecelerse ve kasabanızdan çıkmazsa, bilin ki söylediğinin aslı yoktur. Eğer kasabanızda gecelemeyip çıkacak olursa bilin ki azap size gelmek üzeredir" dediler. Gece yarısı olunca Hazret-i Yûnus bir torbaya yiyecek koydu ve çıktı. Kavmi, onun kasabadan çıktığını görünce, insan olsun hayvan olsun her yavruyu anasından ayırdılar ve Allah'a iman edip Hazret-i Yûnus'u da tasdik ederek feryad edip yalvarmaya başladılar. Yüce Allah, azab kendilerini kuşatmışken böyle yaptıklarını görünce azabı onlardan kaldırdı. Hazret-i Yûnus ise onlara azabın gelmesini bekliyordu. Sabah olup kavminin dışarıya çıktığını ve azaba maruz kalmadıklarını görünce: "Vallahi, onlar yalanımı bulmuşlarken yanlarına gitmem" deyip Rabbini kızdırmış bir şekilde gitti ve gemiye binen bir topluluk bulunca onlarla beraber gemiye bindi. Gemi sağa sola yalpa yapıp hareket etmez oldu. Gemidekiler: "İçinizde büyük bir günah içlemiş bir kişi var. Aranızda kura çekin de hepiniz boğulmayın" dediler ve kura çekince de kurada Hazret-i Yûnus çıktı. Bunun üzerine: "Allah'ın peygamberini denize atmayız. Kurayı yeniden çekelim" dediler ve üç defa kura çekmelerine rağmen üçünde de Hazret-i Yûnus çıktı. Bunun üzerine Hazret-i Yûnus: "Beni atın ki hepiniz boğulmayın" deyince onu denize attılar. Allah bir balığı Hazret-i Yûnus için görevlendirdi ve bu balık Hazret-i Yûnus'u yuttu. Balık Hazret-i Yûnus'un ne bir kemiğini kırdı, ne de etini yedi. Balık onu denizin dibine indirince Hazret-i Yûnus, üç karanlık içinde, balığın karnındaki karanlıkta, gecenin karanlığında ve denizin karanlığında şöyle seslendi: "Senden başka tanrı yoktur, Sen münezzehsin, doğrusu ben haksızlık edenlerdenim" diye seslendi. Allah balığa onu karaya atmasını emredince, balık Hazret-i Yûnus'la yükselip, onu saçsız, derişiz ve tırnaksız bir şekilde attı. Güneş çıkıp sıcaklığı kendisini rahatsız edince Allah'a dua etti ve Yüce Allah ona kabak ağacını çıkardı."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: "Hazret-i Yûnus balığın kamına atılınca, balık onu yedi gün boyunca bütün denizlerde dolaştırdıktan sonra Dicle kenarına getirip sahile attı. Allah onun için çöl bitkisi olan Yaktîn ağacını bitirdi ve kendisini yüz bin veya yüz yetmiş bin kişilik bir topluluğa gönderdi. Daha önce, azabın gölgesi bu topluluğun üzerine düşünce, insan olsun hayvan olsun her dişiyi yavrusundan ayırdılar, sonra feryad ederek Allah'a yalvardılar. Allah da onlardan azabı kaldırdı ve gökyüzünden sağanak yağmur yağdı."

Abdurrezzâk, Ahmed Zühd'de ve Abd b. Humeyd Vehb'in şöyle dediğini bildirir: "Allah balığa, Hazret-i Yûnus'a zarar vermemesini ve yaralamamasını emretti. Allah, "Eğer o, Allah'ı tesbih edip yüceltenlerden olmasaydı, mutlaka insanların diriltileceği güne kadar balığın karnında kalırdı" yani, "eğer o daha önce ibadet edenlerden olmasaydı" buyurarak Hazret-i Yûnus'u ibadetiyle zikretmiştir. Hazret-i Yûnus denizden çıkınca uyudu ve bu sırada Allah ona kabak ağacını çıkardı. O uyurken ağaç büyüyüp kendisine gölge yaptı.

Uyanıp ağacın yeşilliğini görüp beğendi ve tekrar uyuyup uyandığında ağacın kuruduğunu görüp üzülmeye başladı. Bunun üzerine kendisine: "Yaratan da sen değilsin, sulayan da sen değilsin, bitiren de sen değilsin. Niye bir ağaç için üzülüyorsun? Yüzbin insanı veya daha fazlasını yaratan Ben olduğum halde, onlara merhamet etmem ağırına gidiyor" denildi.

İbn Cerîr'in İbn Kusayt vasıtasıyla bildirdiğine göre Ebû Hu rey re der ki: "Hazret-i Yûnus karaya atılınca, Allah ona yaktîn (su kabağı) ağacını çıkardı." İbn Kusayt der ki: "Ey Ebû Hureyre! Yaktîn nedir?" diye sorduğumuzda, şöyle cevap verdi: "Kabak ağacıdır. Allah ona dişi bir dağ keçisi gönderdi. Bu keçi ot ve yaprak yeyip sabah akşam gelir, bacaklarını, Yûnus'un üzerine ayırarak memesinden ona, süt içirirdi. Hazret-i Yûnus iyileşinceye kadar bu böyle devam etti. İbn Ebi's-Salt İslam'dan önce bu konuda şu şiiri söylemiştir:

Allah rahmetiyle ona su kabağı ağacı bitirdi

Eğer Allah olmasaydı gölgesız bir şekilde açıkta kalırdı.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi kabak mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi kabak mânâsındadır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde der ki: "Biz, Yaktîn'in yediğiniz şu kabak olduğunu söylerdik. Allah onu Hazret-i Yûnus'un yemesi için bitirmiştir."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi kabak mânâsındadır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in İkrime ve Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi kabak mânâsındadır.

Deylemî'nin bildirdiğine göre Hasan b. Ali der ki: "Yaktîn'i yiyin. Eğer ondan daha hafif bir şey olsaydı, Allah onu Hazret-i Yûnus için bitirirdi. Biriniz çorba yaptığı zaman içine bolca kabak koysun. Çünkü kabak, beyni ve aklı kuvvetlendirir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Allah Hazret-i Yûnus'a Yaktîn ağacını bitirdi. Hazret-i Yûnus bu ağacın yaprağını her koparışında onu sütle doyururdu" veya "İyileşinceye kadar bu ağacın yaprağını koparıp damlayan sütünden içti" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, âyette geçen (.....) kelimesini açıklarken: "Gövdesi olmayan kabak veya başka bir bitki türüdür" demiştir.

Abd b. Humeyd'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi hıyar, acur ve kavun gibi bitkiler mânâsındadır.

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi bittiği yılın içinde kuruyan bitkiler mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Kavunla kabak arasında ne farz var ki, ikisi de yere paralel olarak büyür."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: "Gövdesi olmayan her ağaç Yaktîn türümdendir. Yere paralel olarak büyüyen bitkiler ise kavun ve acur türündendir.'"

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr'e, yaktîn'in kabak olup olmadığı sorulunca: "Hayır, Allah'ın yaktîn olarak adlandırdığı ve Hazret-i Yûnus'a gölge eden bir ağaçtır" cevabını verdi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Biz onu yüz bin, yahut daha fazla insana peygamber olarak gönderdik" âyeti, balığın Hazret-i Yûnus'u yutmadan önceki zamana işaret etmektedir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Hasan(-ı Basrî) ve Katâde'den bildirdiğine göre "Biz onu yüz bin, yahut daha fazla insana peygamber olarak gönderdik" âyeti, Hazret-i Yûnus'un başına gelen şeylerden öncesine işaret etmektedir. Hazret-i Yûnus Mûsul toprağında olan Ninova halkına gönderilmiştir.

Ahmed Zühd'de, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Hazret-i Yûnus'un peygamberliği, balığın kendisini karaya atmasından sonra başlamıştır" dedikten sonra, "Derken biz onu hasta bir hâlde sahile attık. Üzerine geniş yapraklı bir ağaç bitirdik. Biz onu yüz bin, yahut daha fazla insana peygamber olarak gönderdik" âyetlerini okudu.

Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), Yüce Allah'ın, "Biz onu yüz bin, yahut daha fazla insana peygamber olarak gönderdik" âyetini sorduğumda: "Yüz binden yirmi bin fazla insana (yüz yirmi bin) gönderildi" buyurdu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, Biz onu yüz bin, yahut daha fazla insana peygamber olarak gönderdik" âyetinde bahsedilen kişilerin yüz binden otuz bin fazla kişi olduğunu söyledi.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünyâ el-Ukûbât'ta ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Biz onu yüz bin, yahut daha fazla insana peygamber olarak gönderdik" âyetinde bahsedilen kişiler yüz binden otuz küsür bin fazla kişidir.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Biz onu yüz bin, yahut daha fazla insana peygamber olarak gönderdik" âyetinde bahsedilen kişiler yüz binden kırk küsür bin fazla kişidir.

İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre "Biz onu yüz bin, yahut daha fazla insana peygamber olarak gönderdik" âyetinde bahsedilen kişiler yüz binden yetmiş bin fazla kişidir.

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in Nevf'ten bildirdiğine göre "Biz onu yüz bin, yahut daha fazla insana peygamber olarak gönderdik" âyetinde bahsedilen kişiler yüz binden yetmiş bin fazla kişidir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Katâde'den bildirdiğine göre "Nihayet onlar iman ettiler. Biz de onları bir süreye kadar geçindirdik'" âyetinde kastedilen süre ölüme kadar olan süredir.

149

Bkz. Ayet:160

150

Bkz. Ayet:160

151

Bkz. Ayet:160

152

Bkz. Ayet:160

153

Bkz. Ayet:160

154

Bkz. Ayet:160

155

Bkz. Ayet:160

156

Bkz. Ayet:160

157

Bkz. Ayet:160

158

Bkz. Ayet:160

159

Bkz. Ayet:160

160

"Ey Muhammed! Onlara sor: Kız çocukları Rabbinîn der erkek çocukları onların mı? Yoksa biz melekleri dişi olarak yaratmışız da onlar şahid mi bulunuyorlarmış? İyi bilin ki onlar kendi uydurmaları olarak, «Allah çocuk sahibi oldu» diyorlar. Onlar elbette yalan söylüyorlar. Yoksa Allah kızları erkeklere tercih mi etti? Neyiniz var? Nasıl hüküm veriyorsunuz! Hiç düşünmüyor musunuz? Yoksa sizin apaçık bir deliliniz mi var? Eğer doğru söyleyen kimseler iseniz getirin (bu delili içeren) kitabınızı! Allah ile cinler arasında da nesep bağı kurdular. Oysa cinler de kendilerinin Allah'ın huzuruna getirileceklerini bilirler. Allah, onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir. Ancak Allah'ın ihlâslı kulları bunlar gibi değildir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Ey Muhammed! Onlara sor: Kız çocukları Rabbinin de, erkek çocukları onların mı? Yoksa biz melekleri dişi olarak yaratmışız da onlar şahid mi bulunuyorlarmış? İyi bilin ki onlar kendi uydurmaları olarak, «Allah çocuk sahibi oldu» diyorlar. Onlar elbette yalan söylüyorlar. Yoksa Allah kızları erkeklere tercih mi etti? Neyiniz var? Nasıl hüküm veriyorsunuz! Hiç düşünmüyor musunuz? Yoksa sizin apaçık bir deliliniz mi var? Eğer doğru söyleyen kimseler iseniz getirin (bu delili içeren) kitabınızı! Allah ile cinler arasında da nesep bağı kurdular" âyetlerini şöyle açıkladı: Kureyş müşriklerine sor: "Kız çocukları Rabbinin de, erkek çocukları onların mı? Yoksa biz melekleri dişi olarak yarattığımıza onlar şahit mi oldu?" Kureyşliler, kızların Allah'ın, erkek çocuklarının ise kendilerinin olduğunu ve meleklerin de dişi olduğunu söylüyorlardı. Allah: "Allah melekleri yaratırken şahit mi olmuşlardır ki onların dişi olduklarını söylüyorlar. Onlar yalancılıklarından dolayı, "Allah çocuk sahibi oldu" diyorlar. Onlar elbette yalan söylüyorlar. Yoksa Allah nasıl kızları kendisine, erkekleri de size nisbet eder. Bu batıl hükmü nasıl veriyorsunuz? Sizin açık bir deliliniz mi var? O zaman delilinizi gösteriniz." "Allah ile cinler arasında da nesep bağı kurdular" âyetinden kastedilen ise Yahudilerin: "Allah cinlerle evlendi ve melekler böylece ortaya çıktı" demeleri kastedilmiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Allah ile cinler arasında da nesep bağı kurdular" âyetini açıklarken: "Allah'ın düşmanları, Yüce Allah ile İblis'in kardeş olduklarını iddia ettiler" dedi.

Âdem b. Ebî İyâs, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da Mücâhid'in, "Allah ile cinler arasında da nesep bağı kurdular" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: Kureyş kafirleri: "Melekler Allah'ın kızlarıdır" deyince, Ebû Bekr: "Onların anneleri kimdir?" karşılığını verdi. Kureyşliler: "Cinlerin eşrafının kızlarıdır" deyince, "Allah ile cinler arasında da nesep bağı kurdular. Oysa cinler de kendilerinin Allah'ın huzuruna getirileceklerini bilirler" âyeti nazil oldu. Yani onlarda hesaba çekilmek için getirilecekler. Mücâhid der ki: "Burada sözkonusu edilen cinler meleklerin kollarından birisidir ve bunlara "el-cinne" denilir.

Cuveybir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Allah ile cinler arasında da nesep bağı kurdular. Oysa cinler de kendilerinin Allah'ın huzuruna getirileceklerini bilirler'" âyeti Kureyş'in üç kolu olan Süleytn, Huzâa ve Cüheyne hakkında nazil olmuştur."

Abd b. Humeyd'in İkrime'den bildirdiğine göre, "Allah ile cinler arasında da nesep bağı kurdular..." âyetinden kastedilen, Kureyşlilerin: "Melekler Allah'ın kızlarıdır" demeleridir.

İbn Ebî Hâtim'in Atiyye'den bildirdiğine göre "Allah ile cinler arasında da nesep bağı kurdular..." âyetinden kastedilen, Kureyşlilerin: "Allah, Cinlerin eşraflarının kadınlarıyla evlendi" demeleridir.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in Ebû Sâlih'ten bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesinden kastedilen meleklerdir.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik der ki: "Onlara "cinne" denilmesinin sebebi Cennetlerin bekçileri oluşlarından dolayıdır. Esasen meleklerin tümüne de "cinne" denilir."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde "Allah ile cinler arasında da nesep bağı kurdular. Oysa cinler de kendilerinin Allah'ın huzuruna getirileceklerini bilirler. Allah, onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir. Ancak Allah'ın ihlâslı kulları bunlar gibi değildir" âyetini: "Şüphesiz ki cinler de bu sözleri söyleyenlerin Cehenneme sevkedileceklerini bilmektedirler. Allah onların yalan söyleyerek nitelendirdiği şeylerden münezzehtir. Yüce Allah, ihlaslı kulları âyetlerde geçen sınıfın dışında tuttuğunu bildirmiştir" şeklinde açıkladı.

161

Bkz. Ayet:163

162

Bkz. Ayet:163

163

"Ne sîz ve ne de taptıklarınız, Cehenneme gireceklerden başkasını kandırıp Allah'ın yolundan saptırabilirsiniz."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Ne siz ve ne de taptıklarınız, Cehenneme gireceklerden başkasını kandırıp Allah'ın yolundan saptırabilirsiniz"' âyetlerini şu şekilde açıkladı: "Ey müşrikler! Siz ve taptığınız ilâhlarınız, ezeli ilmimde Cehenneme gireceği yazılmış olanlardan başkasını dalalete düşüremezsiniz."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Lâlekâî es-Sünne'de, İbn Abbâs'ın, "Ne siz ve ne de taptıklarınız, Cehenneme gireceklerden başkasını kandırıp Allah'ın yolundan saptırabilirsiniz" âyetlerini şu şekilde açıkladığını bildirir: "Siz kimseyi dalalete düşüremezsiniz. Ben de, Cehenneme girmelerine hükmettiğim kişiler dışındakileri dalalete düşürmem."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Miicâhid, "Ne siz ve ne de taptıklarınız, Cehenneme gireceklerden başkasını kandırıp Allah'ın yolundan saptırabilirsiniz" âyetlerini şu şekilde açıkladı: "Sizler, Cehenneme gireceği takdir edilenlerin dışında kimseyi saptıramazsınız."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Ne siz ve ne de taptıklarınız, Cehenneme gireceklerden başkasını kandırıp Allah'ın yolundan saptırabilirsiniz" âyetlerini "Sizler, Cehenneme gireceği takdir edilenlerin dışında kimseyi saptıramazsınız" şeklinde açıkladı.

Abd b. Humeyd, İbrâhim et-Teymî, Ömer b. Abdilazîz ve Dahhâk'tan aynı rivayette bulunmuştur.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime, âyet hakkında: "Cehennemliklerin dışında kimseyi saptıramazlar. Mümini ne dalalete düşürebilirler, ne de ona musallat olabilirler" demiştir.

Abd b. Humeyd ve Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sifât'ta bildirdiğine göre Ömer b. Abdilazîz: "Eğer Allah kendisine isyan edilmemesini isteseydi, İblis'i yaratmazdı. Bu Allah'ın Kitab'ındaki bir âyette açıklanmıştır. Bu âyeti bilen bilmiş, bilmeyen ise bitmemiştir" deyip, "Ne siz ve ne de taptıklarınız, Cehenneme gireceklerden başkasını kandırıp Allah'ın yolundan saptırabilirsiniz'" âyetlerini okudu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), bu âyetleri: "Ey İblis'in oğulları! Kullarımdan, Cehenneme gidecekler dışında kimseyi saptıramazsınız" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî)'ye bu âyet sorulunca: "Şeytanlar, Allah'ın kendilerine Cehennemi vacip kıldığı kişiler dışında kimseyi saptıramazlar" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Cehenneme girecekler dışında kimseyi saptıramazlar" demiştir.

164

Bkz. Ayet:166

165

Bkz. Ayet:166

166

"(Melekler derler ki:) Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır. Şüphesiz biz (orada) saf duranlarız, şüphesiz biz (Allah'ı) tesbih edip yüceltenleriz."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır. Şüphesiz biz (orada) saf duranlarız. Şüphesiz biz (Allah'ı) tesbih edip yüceltenleriz" sözlerini söyleyen meleklerdir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Mücâhid'den aynı rivâyette bulunmuştur.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır. Şüphesiz biz (orada) saf duranlarız. Şüphesiz biz (Allah'ı) tesbih edip yüceltenleriz" sözlerini söyleyen Cibril'dir, demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: "Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır. Şüphesiz biz (orada) saf duranlarız. Şüphesiz biz (Allah'ı) tesbih edip yüceltenleriz" sözlerini söyleyen meleklerdir. Semada hiçbir yer yoktur ki, orada kıyamet gününe kadar secde eden veya kıyamda duran bir melek olmasın."

Muhammed b. Nasr el-Mervezî, Kitâbu's-Salât'ta, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Semada üzerinde secde eden yahut ayakta duran (namaz kılan) bir meleğin bulunmadığı bir ayak basacak kadar bir yer dahi yoktur. "Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır. Şüphesiz biz (orada) saf duranlarız. Şüphesiz biz (Allah'ı) tesbih edip yüceltenleriz" sözlerini söyleyen meleklerdir. "

Muhammed b. Nasr ve İbn Asâkir'in Alâ b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün yanında oturanlara: "Gök gıcırdıyor ve gıcırdaması da hakkıdır. Zira semada, rükûda olan veya secde eden bir meleğin bulunmadığı bir ayak basacak kadar bile yer yoktur" buyurduktan sonra, "Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır. Şüphesiz biz (orada) saf duranlarız. Şüphesiz biz (Allah'ı) tesbih edip yüceltenleriz" âyetlerini okudu.

Abdurrezzâk, Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir: "Göklerde öyle bir gök vardır ki orada bir meleğin alnı veya iki ayağı olmayan bir karış yer yoktur" dedikten sonra "Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır. Şüphesiz biz (orada) saf duranlarız. Şüphesiz biz (Allah'ı) tesbih edip yüceltenleriz" âyetlerini okudu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır. Şüphesiz biz (orada) saf duranlarız. Şüphesiz biz (Allah'ı) tesbih edip yüceltenleriz" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: "Gök gıcırdıyor ve o gıcırdaması sebebiyle kınanmaz. Zira göklerde öyle bir gök vardır ki orada bir meleğin alnı veya iki ayağı olmayan bir karış yer yoktur."

Tirmizî, İbn Mâce ve İbn Merdûye'nin Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Gerçekten ben sizin görmediklerinizi görüyor, duymadıklarınızı duyuyorum. Sema gıcırdıyor, gıcırdaması da hakkıdır. Çünkü orada yüce Allah'a secde etmek için alnını koyan bir meleğin bulunmadığı dört parmaklık bir yer dahi yoktur. "

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hakîm b. Hizâm der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanındayken: "Benim duyduğumu duyuyor musunuz?" diye sordu. Biz: "Ey Allah'ın Resûlü! Ne duyuyorsun?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Semânın gıcırdamasını duyuyorum ve o gıcırdadığı için kınanamaz. Çünkü orada yüce Allah'a rükû eden veya secde eden bir meleğin bulunmadığı bir ayak basacak kadar bir yer dahi yoktur" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: "Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır" âyeti nazil oluncaya kadar erkekler ve kadınlar birlikte namaz kılarlardı. Bu âyet nazil olunca erkekler öne, kadınlar da arkaya geçtiler.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Mâlik der ki: "İnsanlar dağınık şekilde namaz kılıyorlardı. "Şüphesiz biz (orada) saf duranlarız"' âyeti nazil olunca saf tutarak namaz kılmaları emredildi.

Abdurrezzâk Musannef'te ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki: "Bana ulaştığına göre"Şüphesiz biz (orada) saf duranlarız" âyeti nazil oluncaya kadar sahabe namazda saf oluşturmazlardı.

İbn Ebî Hâtim, İbn Cüreyc vasıtasıyla, Velîd b. Abdillah b. Ebî Muğîs'in: "Bana bildirildiğine göre "Şüphesiz biz (orada) saf duranlarız" âyeti nazil oluncaya kadar sahabe namazda saf oluşturmazlardı" dediğini bildirir.

Abdurrezzâk Musannef’te Hasan(ı Basrî'nin) şöyle dediğini bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kıldığı ilk namaz öğle namazıdır. Cibrîl kendisine gelip, "Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır. Şüphesiz biz (orada) saf duranlarız. Şüphesiz biz (Allah'ı) tesbih edip yüceltenleriz" dedi. Cibrîl öne Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) onun arkasına geçti, sonra insanlar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), kadınlar da erkeklerin arkasında saf tuttular ve onlara öğle namazını dört rekat olarak kıldırdı. İkindi olunca Cibrîl aynı şeyi yaptı, sonra Güneş batınca gelip onlara üç rekat (akşam) namazı kıldırdı ve ilk iki rekatta açıktan okudu, üçüncü rekatta ise okuması duyulmadı. Yatsı olup şafak kaybolunca Cibrîl gelip insanlara dört rekat namaz kıldırdı. Bu dört rekatın iki rekatında açıktan okudu. O gecenin sabahında ise gelip iki rekat namaz kıldırdı ve açıktan okuyarak okumasını uzun tuttu.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaza kalktığı zaman: "Safları düzgün ve sıkı tutun. Şüphesiz Allah sizin de, meleklerin Rabbleri huzurunda durdukları gibi durmanızı ister" deyip, "Şüphesiz biz (orada) saf duranlarız. Şüphesiz biz (Allah'ı) tesbih edip yüceltenleriz" âyetlerini okurdu.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Nadra der ki: Hazret-i Ömer namaza kalktığında: "Saflarınızı düzgün tutunuz. Ey falan ilerle, ey falan gerile! Saflarınızı düzgün tutunuz. Şüphesiz Allah sizin de, meleklerin Rabbleri huzurunda durdukları gibi durmanızı ister" deyip, "Şüphesiz biz (orada) saf duranlarız. Şüphesiz biz (Allah'ı) tesbih edip yüceltenleriz'" âyetlerini okurdu.

İbn Ebî Şeybe, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce'nin bildirdiğine göre Câbir b. Semure der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Niçin meleklerin Rabbleri huzurunda saf saf durdukları gibi siz de saf saf dizilmiyorsunuz?" buyurunca Biz: "Ey Allah'ın Resûlü! Melekler Rabbleri huzurunda nasıl saf saf dururlar?" diye sorduk. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Onlar ilk safları tamamlarlar ve saffı sık tutarlar."

Müslim'in Huzeyfe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Üç şeyle diğer insanlardan üstün kılındık: Saflarımız meleklerin safı gibi kılındı, yeryüzü bizim için meseid kılındı. Su bulamadığımız zaman yeryüzünün toprağı bize temizleyici kılındı. "

ibn Ebî Şeybe'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Saflarınızı düzgün ve sık tutunuz. Çünkü ben sizi arkamdan görüyorum." Enes der ki: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle söyleyince, sahabenin omzunu yanındakinin omzuna, ayaklarını da yanındakinin ayağına yapıştırdığını gördüm."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Nu'mân b. Beşîr der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), okların düzeltildiği gibi safları düzelttiğini gördüm. Bir gün bir adamın göğsünün saftan ileriye çıkmış olduğunu görünce: "Ya saflarınızı düzeltirsiniz yahut Allah yüzlerinizi başka başka taraflara çevirir" buyurdu.

Ahmed, İbn Ebî Şeybe, Hâkim ve Diyâ'nın bildirdiğine göre Berâ b. Âzib der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Saflarınızı düzgün tutun. Şeytan evladu'l-Hazef gibi aranıza girmesin" buyurunca: "Ey Allah'ın Resûlü! Evladu'l-Hazef nedir?" diye soruldu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yemen'de bulunan siyah (.kuyruğu ve kulağı olmayan) koyundur" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'in bildirdiğine göre Ebû Mes'ûd der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) namazda omuzlarımıza dokunur ve: "Düzgün durun, karışık durmayın ki kalpleriniz de karmakarışık olmasın" buyururdu.

İbn Ebî Şeybe'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Saflarınızı düzgün tutunuz. Zira safların düz olması namazın güzel olmasını sağlayan hususlardan biridir" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Mûsa el-Eş'arî der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bize hutbe verip sünnetimizi açıklayarak ve namazımızı öğreterek: "Namaz kıldığınız zaman saflarınızı düzgün tutunuz" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Namaza kalktığınız zaman saflarınızı düzgün tutunuz ve açıkları kapatınız. Çünkü ben sizi arkamdan görüyorum."

İbn Ebî Şeybe'nin Atâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Saftaki bir açığı kapatanı, Allah bir derece yükseltir ve ona Cennette bir ev yapar" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'in Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah şu üç kişiye güler (memnun olur): Namaz için saf tutan topluluğa, arkadaşlarının ötesinde savaşan adama ve gece karanlığında (ibadet için) kalkan adama."

İbn Ebî Şeybe'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Saflarınızı düzgün tutunuz, rükû ve secdelerinizi güzelce yapınız" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ali: "Saflarınızı düzgün tutunuz ki kalpleriniz düzgün olsun. Birbirinize kenetleniniz ki birbirinize merhametli olasınız" demiştir.

Muhammed b. Nasr'ın bildirdiğine göre Ebû Sâlih der ki: "Şüphesiz Rabbin, senin ve beraberinde bulunanlardan bir topluluğun gecenin üçte ikisinden biraz az, yarısı ve üçte biri kadar vakit içinde kalktığını bilir. Gece ve gündüzü Allah ölçer; sizin bu vakitleri takdir edemeyeceğinizi bildiğinden tövbenizi kabul etmiştir..." âyeti nazil olunca, Cibrîl: "Bu size zor mu geldi?" diye sordu. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet" cevabını verince, Cibrîl: "Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır. Şüphesiz biz (orada) saf duranlarız. Şüphesiz biz (Allah'ı) tesbih edip yüceltenleriz" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre, "Şüphesiz biz (orada) saf duranlarız" âyetindeki saftan kasıt semada (melekler tarafından) oluşturulan saflardır. "Şüphesiz biz (Allah'ı) tesbih edip yüceltenleriz" âyetinden kastedilen ise, meleklerin: "Biz namaz kılanlarız" demesidir. Melekler bu sözleriyle ibadetteki konumlarını övmektedirler."

167

Bkz. Ayet:179

168

Bkz. Ayet:179

169

Bkz. Ayet:179

170

Bkz. Ayet:179

171

Bkz. Ayet:179

172

Bkz. Ayet:179

173

Bkz. Ayet:179

174

Bkz. Ayet:179

175

Bkz. Ayet:179

176

Bkz. Ayet:179

177

Bkz. Ayet:179

178

Bkz. Ayet:179

179

"(Müşrikler) şunu da söylüyorlardı: «Eğer yanımızda öncekilere verilen kitaplardan bir kitap olsaydı, elbette biz ihlâslı kullar olurduk.» Fakat (kitap gelince) onu inkâr ettiler. Yakında (sonlarının ne olacağını) bilecekler. Andolsun, peygamber olarak gönderilen kullarımız hakkında şu sözümüz geçmişti: «Onlara mutlaka yardım edilecektir. Şüphesiz ordularımız galip gelecektir.» O hâlde, bir süreye kadar onlardan yüz çevir. Gözetle onları, yakında onlar da görecekler. Yoksa onlar azabımızı acele mi istiyorlar? Fakat azabımız onların yurtlarına indiğinde, o uyarılmış olanların sabahı ne kötü olur! Ey Muhammed! Bir süreye kadar onlardan yüz çevir. (Bekle ve) gör. Onlar da yakında görecekler."

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "(Müşrikler) şunu da söylüyorlardı: Eğer yanımızda öncekilere verilen kitaplardan bir kitap olsaydı, elbette biz ihlâslı kullar olurduk'" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: "Mekke müşriklerine öncekilerin durumunu hatırlatan ve sonrakilerin bilgisini veren (bunu bildiren) Kitap (Kur'ân) gelince, inkar ettiler. Bu sebeple yüce Allah: "Yakında (sonlarının ne olacağını) bilecekler" buyurdu.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "(Müşrikler) şunu da söylüyorlardı: Eğer yanımızda öncekilere verilen kitaplardan bir kitap olsaydı, elbette biz ihlâslı kullar olurduk'" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: "Bu sözü, Mekke müşrikleri söyledi. Onlara, öncekilerin durumunu hatırlatan ve sonrakilerin bilgisini veren (bunu bildiren) kitap (Kur'ân) gelince, inkar ettiler."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "(Müşrikler) şunu da söylüyorlardı: Eğer yanımızda öncekilere verilen kitaplardan bir kitap olsaydı, elbette biz ihlâslı kullar olurduk" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: "Onlar, Hazret-i Muhammed gönderilmeden önce böyle demişlerdi. Hazret-i Muhammed gönderilince ise onu inkar ettiler. Bu sebeple yüce Allah: "Yakında (sonlarının ne olacağını) bilecekler" buyurdu. "Andolsun, peygamber olarak gönderilen kullarımız hakkında şu sözümüz geçmişti" âyetinde geçen sözden kasıt, Allah'ın, peygamber olarak gönderdiği peygamberlerine yardım edeceği sözüdür."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, "Andolsun, peygamber olarak gönderilen kullarımız hakkında şu sözümüz geçmişti" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Peygamberler, kendilerine yardım edildiği halde öldürülürlerdi. Müminler de kendilerine yardım edildiği halde öldürülürlerdi. Onlara dünya ve âhirette deliller verilerek yardım edilmiştir. Öldürülen her peygamber ve hakka davet eden mümin bir topluluk olduğu zaman, onlar gidince Allah bir kavim gönderir ve onların intikamını alır."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre "O hâlde, bir süreye kadar onlardan yüz çevir" âyetindeki süreden kastedilen ölümdür. "Onlar da yakında görecekler" âyetini ise: "Görmenin kendilerine fayda sağlamayacağı zamanda görecekler" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre "O hâlde, bir süreye kadar onlardan yüz çevir" âyetindeki süreden kastedilen, kıyamet gününe kadar olan süredir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre "O hâlde, bir süreye kadar onlardan yüz çevir" âyetindeki süreden kastedilen Bedir günüdür. (.....) kelimesi, yurtları mânâsındadır. (.....) âyeti ise: "Onların sabahı ne kötüdür" mânâsındadır.

Cuveybir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Müşrikler: "Ey Muhammed! Bize kendisiyle korkuttuğun azabı göster ve onu acele getir" deyince, "Yoksa onlar azabımızı acele mi istiyorlar?" âyeti nazil oldu.

Ahmed, Buhârî, Müslim, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber'e gittiğinde, onlar da beraberlerinde çapaları, kazmaları bulunduğu halde tarlalarına çıkıyor iken: "Muhammed ve ordusu geldi" dediler. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allahu ekber, Hayber harab oldu. Çünkü biz bir kavmin sahasına indiğimiz zaman o uyarılvp korkutulanların sabahı çok kötü olur" buyurdu. Hayber'in dışında olan eşekleri ele geçirip keserek pişirdik. Bunun üzerine Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah ve Resûlü, ehli eşek etini yemenizi yasaklıyor, çünkü o, şeytanın işlerinden bir pisliktir" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) âyeti:

"Onlardan yüz çevir" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Esleın, "(Bekle ve) gör. Onlar da yakında görecekler"' âyetini açıklarken şöyle dedi: "Yakında görecekler, sözünden kastedilen vakit, kıyamet günüdür. Kıyamet günü Allah'ın emirlerine karşı nasıl tavır takındıklarını, Allah'ı, Peygamberini ve Kitabını inkar ettiklerini görecekler."

180

Bkz. Ayet:182

182

"Senin Rabbin; kudret ve şeref sahibi olan Rab, onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir. Peygamberlere selâm olsun. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre "Senin Rabbin; kudret ve şeref sahibi olan Rab, onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir. Peygamberlere selâm olsun" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: "Yüce Allah, Onun adına yalan söyledikleri ve iftira attıkları zaman, onları yalanlarından uzak olduğunu bildirmiştir. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bana selam ettiğiniz zaman bütün peygamberlere de selam edin. Çünkü ben de peygamberlerden biriyim" buyurmuştur.

İbn Merdûye'nin Ebu'l-Avvâm'dan bildirdiğine göre Katâde, Enes'in şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bana selam ettiğiniz zaman bütün peygamberlere de selam edin. Çünkü ben de peygamberlerden biriyim" buyurdu. Ebu'l-Avvâm ekledi: Katâde "Senin Rabbin; kudret ve şeref sahibi olan Rab, onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir. Peygamberlere selâm olsun. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur" âyetlerini okuyunca bu hadisi zikrederdi.

İbn Sa'd ve İbn Merdûye'nin Saîd vasıtasıyla, Katâde'den, o Enes'ten, o da Ebû Talha'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bana selam ettiğiniz zaman bütün peygamberlere de selam edin. Çünkü ben de peygamberlerden bir beşerim" buyurduğunu nakleder.

Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) namazdan çıktığını, "Sübhâne Rabbike Rabbi'l-İzzeti mâ-yesifûne ve- selâmun ale'l-mürselîn. ve'l-Hamdu lillah Rabbi'l-âlemîn (-Senin Rabbin; kudret ve şeref sahibi olan Rab, onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir. Peygamberlere selâm olsun. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur" âyetlerini okuyunca anlardık.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Ebû Ya'lâ ve İbn Merdûye'nin Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), namazın sonunda selam vereceği zaman "Senin Rabbin; kudret ve şeref sahibi olan Rab, onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir. Peygamberlere selâm olsun. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur" âyetlerini okurdu.

Dârekutnî'nin el-Efrâd'da, Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), "Senin Rabbin; kudret ve şeref sahibi olan Rab, onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir. Peygamberlere selâm olsun. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur" âyetlerini okurdu.

Hatîb'in Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), namazda selam verdikten sonra, "Senin Rabbin; kudret ve şeref sahibi olan Rab, onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir. Peygamberlere selâm olsun. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur" âyetlerini okurdu.

Taberânî'nin Zeyd b. Erkam'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Her namazdan sonra üç defa "Senin Rabbin; kudret ve şeref sahibi olan Rab, onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir. Peygamberlere selâm olsun. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur" diyenin ecri en eksiksiz ölçen ölçekle ölçülür. "

İbn Ebî Hâtim'in Şa'bî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Her kim kıyamet gününde kendisine en eksiksiz ölçekle ölçülüp mükâfat verilmesini arzu ederse, meclisinden kalkmak istediği vakit meclisinin sonunda: «Senin Rabbin; kudret ve şeref sahibi olan Rab, onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir. Peygamberlere selâm olsun. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur» desin. "

Beğavî Tefsir'de başka bir kanalla, Hazret-i Ali'den onun sözü olarak aynı hadisi rivayet etti.

Humeyd b. Zencûye et-Terğîb'de, Esbağ b. Nubâte vasıtasıyla, Hazret-i Ali b. Ebî Tâlib'in şöyle dediğini bildirir: "Her kim kendisine en eksiksiz ölçekle ölçülüp mükâfat verilmesini arzu ederse, üç defa: «Senin Rabbin; kudret ve şeref sahibi olan Rab, onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir. Peygamberlere selâm olsun. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur» âyetlerini okusun."

0 ﴿