SÂD SÛRESİİbnu'd-Durays, Nehhâs, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Sâd Sûresi, Mekke'de nazil olmuştur. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Ebû Tâlib hastalanınca, yanına aralarında Ebû Cehil'in de bulunduğu bir grup girip: "Kardeşinin oğlu ilâhlarımıza sövüyor, şöyle şöyle yapıyor, şöyle şöyle diyor. Onu çağırıp böyle yapmamasını söylesen" dediler. Ebû Tâlib, Allah'ın Resûlü'nü (sallallahü aleyhi ve sellem) çağırınca, gelip yanlarına girdi. Ebû Talib'in yanında sadece bir kişinin oturabileceği bir yer kalmıştı. Ebû Cehil, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) o boş yere amcasının yanına oturması halinde, amcasının kendisine karşı kalbinin yumuşayacağından korkup kalktı ve oraya kendisi oturdu. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) amcasına yakın oturacak bir yer bulamayınca kapının yanında oturdu. Ebû Tâlib: "Yeğenim! Neden kavmin seni şikâyet ediyor, onların ilâhlarına sövdüğünü ve ileri geri konuştuğunu iddia ediyorlar" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle karşılık verdi: "Amcacığım, ben, onlardan bir tek kelime istiyorum ki o kelime dolayısıyla bütün Araplar, onlara boyun eğecek, Acemler ise onlara cizye ödeyecek." Onun bu sözüne atladılar ve: "Bir kelime mi! Evet, babanın hakkı için on kelime söyleriz. O kelime nedir?" diye sordular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Lâ ilahe illallah" deyince giysilerini silkeleyerek korku içinde kalktılar ve: "Bütün ilâhları bir ilâh mı yaptı. Bu şaşılacak bir şeydir" dediler. Bunlar hakkında: "Sâd. O şanlı, şerefli Kur'ân'a andolsun (ki o, Allah sözüdür). Fakat inkâr edenler bir büyüklenme ve ayrılık içindedirler. Biz onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. Onlar da feryat ettiler, ama artık kurtuluş zamanı değildi. Kâfirler, kendilerine içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve şöyle dediler: «Bu, yalancı bir sihirbazdır, ilâhları bir tek ilâh mı yaptı? Gerçekten bu çok tuhaf bir şey!» İçlerinden ileri gelenler, «Gidin, ilâhlarınıza tapmaya devam edin. İşte bu istenen şeydir. Biz bunu son dinde (en son dinî inanışlarda) duymadık. Bu ancak bir uydurmadır. O zikir (Kur'ân) içimizden ona mı indirildi?» diyerek kalkıp gittiler. Hayır, onlar benim Zikrimden (Kur'ân'dan) şüphe içindedirler. Hayır, henüz azabımı tatmadılar"' âyetleri nazil oldu. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî der ki: Kureyş'ten, aralarında Ebû Cehil, Âs b. Vâil, Esved b. el-Muttalib ve Esved b. Abdiyağûs'un da bulunduğu bir grup bir araya gelip, birbirlerine şöyle dediler: "Ebû Tâlib'e gidelim ve onunla bu konuda konuşalım. Bize onun hakkında adaletle hüküm versin ve o bizim ilâhlarımıza sövmeyi bıraksın, biz de onu ve tapınmakta olduğu ilâhını bırakalım. Korkarız ki bu ihtiyar ölür, bizden ona (Muhammed'e) bir zarar ulaşır da Araplar: «Amcasının ölmesini beklediler ve amcası ölünce onu yakaladılar» diyerek bizi ayıplar." İçlerinden Muttalib adındaki bir adamı Ebû Tâlib'e gönderdiler ve bu kişi, Ebû Tâlib'in yanına girmeleri için ondan izin isteyerek: "Bunlar kavminin ihtiyarları ve ileri gelenleridir. Senin huzuruna girmek için izin isterler" dedi. Ebû Tâlib: "Onları yanıma getir" dedi. Ebû Tâlib'in yanına girince: "Ey Ebû Tâlib! Sen bizim büyüğümüz ve efendimizsin. Kardeşin oğlu hakkında bize adaletle hükmünü ver. Ona emret de ilâhlarımıza sövmeyi terketsin, biz de onu ve ilâhını bırakalım" dediler. Ebû Tâlib Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) birisini gönderip çağırttı. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Tâlib'in yanına girince Ebû Tâlib: "Ey yeğenim! Bunlar senin kavminin ihtiyarları ve ileri gelenleridir. Senden ilâhlarına sövmeyi bırakmanı istiyorlar. Onlar da seni ve ilâhını bırakacaklar" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey amca, ben onları kendileri için en hayırlı olan bir şeye çağırmıyor muyum?" karşılığını verince, amcası: "Onları neye çağırıyorsun?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onlara öyle bir kelime söylemelerini teklif ediyorum ki bütün Araplar bu kelime ile onlara boyun eğecek ve onlar bu kelime ile Acem'e sahip olacaklar" buyurdu. Grubun içinden Ebû Cehil: "Baban hakkı için, nedir o kelime? Biz, hem o kelimeyi, hem de on mislini söylemeye hazırız" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Lâ ilâhe illallah, demeniz" buyurdu. Bunun üzerine, Kureyş grubu yüz çevirip: "Bundan başka bir şey iste" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Güneş'i getirip avucuma koysanız bile sizden bu kelimenin dışında başka bir şey istemiyorum" buyurdu. Öfke içinde yanından kalktılar ve: "Allah'a yemin olsun ki hem sana, hem de sana bunu emreden ilâhına küfredeceğiz (söveceğiz)" dediler. "Onlardan elebaşıları: «Yürüyün ve ilâhlarınıza (ibadette) direnin. Şüphesiz ki bu istenilen bir şeydir» diyerek, kalkıp gittiler. Biz bunu öbür dinde işitmedik. Bu, ancak bir uydurmadır'" âyetleri buna işaret etmektedir. 1Bkz. Ayet:3 2Bkz. Ayet:3 3"Sad. Öğüt veren Kur'ân'a and olsun ki, inkar edenler gurur ve ayrılık içindedirler. Biz onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. Onlar da feryat ettiler, ama artık kurtuluş zamanı değildi." Abd b. Humey'in Ebû Sâlih'ten bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah ile İbn Abbâs'a, "Sad" âyeti sorulunca: "Bilmiyoruz" cevabını verdiler. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), 'V âyetini, şeklinde, dâl harfini esreli olarak okumuş ve "Kur'ân'ı oku ve onu okumaya taarruz et (kalkış)" mânâsını vermiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), (.....) âyetini, "alo" şeklinde, dâl harfini esreli olarak okumuş ve "Kur'ân'ı oku ve onu okumaya taarruz et (kalkış)" mânâsını vermiştir. Abdulvehhâb ise: "Amelini Kur'ân'la karşılaştır ve onun Kur'ân'a ne kadar uyduğuna bak" mânâsını vermiştir. İbn Merdûye'nin Dahhâk'tan bildirdiğine göre 'V âyeti: "Ben, doğru söyleyen Allah'ım" mânâsındadır. İbn Cerîr'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti: "Allah doğru söyledi" mânâsındadır.' İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyetinden kastedilen Hazret-i Muhammed'dir (sallallahü aleyhi ve sellem). İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Sad. Öğüt veren Kur'ân'a and olsun ki" âyeti (Mekke müşriklerinin) meclisleri hakkında nazil olmuştur, dedi. İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre, (.....) âyeti: "Şerefli Kur'ân'a andolsun ki" mânâsındadır. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Ebû Hasîn'den bildirdiğine göre Saîd, (.....) âyetini: "Şerefli Kur'ân'a andolsun ki" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Enbârî'nin el-Mesâhifte bildirdiğine göre Katâde, "Sad. öğüt veren Kur'ân'a and olsun ki, inkar edenler gurur ve ayrılık içindedirler" âyetlerini açıklarken: "Yapılan yemin, kafirler hakkındadır. Yemin edilerek, kafirlerin taassub ve ayrılık içinde olduğu bildirilmiştir" dedi. Firyâbî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, "inkar edenler gurur ve ayrılık içindedirler. Biz onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. Onlar da feryat ettiler, ama artık kurtuluş zamanı değildi" âyetlerini: "Kafirler, gurur ve isyan içindedir. Biz onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. Onlar da feryat ettiler, ama artık kaçabilecekleri zaman değildir" şeklinde açıkladı. Tayâlisî, Abdurrezzâk, Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Hâkim'in bildirdiğine göre et-Temîmî der ki: İbn Abbâs'a, "Onlar da feryat ettiler, ama artık kurtuluş zamanı değildi" âyetinin mânâsını sorduğumda: "Koşmak ve kaçıp kurtulmak zamanı değildir" mânâsındadır" cevabını verdi. Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona, (.....) âyetinin mânâsını sorunca, İbn Abbâs: "Kaçılacak zaman değildir" demektir" cevabını verdi. Nâfi: "Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: "Tabi ki! Yoksa A'şâ'nın: Leyla 'yi hatırladım, ama artık hatırlama zamanı değildir Artık ben ondan uzaklara kaçmışken " dediğini bilmez misin?" İbn Ebî Hâtim'in İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Onlar da feryat ettiler, ama artık kurtuluş zamanı değildi" âyetini: "Feryadın kendilerine fayda vermediği zamanda feryad ettiler" şeklinde açıklayıp: "Leyla'yı hatırladım, ama artık hatırlama zamanı değildir" beytini okudu. İbn Ebî Hâtim'in Ebû Zabyân vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Onlar da feryat ettiler, ama artık kurtuluş zamanı değildi" âyetini: "Artık, bu vakit kaçılabilecek vakit değildir" şeklinde açıkladı. İbnu'l-Münzir'in Atiyye vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Onlar da feryat ettiler, ama artık kurtuluş zamanı değildi" âyeti: "Artık, bu vakit katılabilecek vakit değildir" mânâsındadır. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Ali b. Ebî Talha vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Onlar da feryat ettiler, ama artık kurtuluş zamanı değildi"' âyeti: "Artık, bu vakit yardım istenebilecek vakit değildir" mânâsındadır. Abd b. Humeyd'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre "Onlar da feryat ettiler, ama artık kurtuluş zamanı değildi" âyeti: "Artık, bu vakit sızlanma vakti değildir" mânâsındadır. Abd b. Humeyd'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Onlar da feryat ettiler, ama artık kurtuluş zamanı değildi" âyeti: "Artık, bu vakit nida edilecek (çığlık atılacak) vakit değildir" mânâsındadır. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî, "Onlar da feryat ettiler, ama artık kurtuluş zamanı değildi" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Dünya kendilerine arkasını döndüğü zamanda Allah'ı birleyen çığlıklar attılar ve dünya onlara sırt çevirdiği bir zamanda tövbe etmekte geç kaldılar." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Onlar da feryat ettiler, ama artık kurtuluş zamanı değildi" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Onlar, feryad edilmeyecek bir zamanda feryad ettiler ve Allah'ın azabıyla karşı karşıya kalınca tövbe etmek istediler, ama bunun onlara bir faydası olmadı ve tövbeleri kabul edilmedi." Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in İkrime'den bildirdiğine göre "Ama artık kurtuluş zamanı değildi" âyeti: "Artık, yaptıklarından (pişman olup) geri dönme vakti değildir" mânâsındadır.-" Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih, "Onlar da feryat ettiler, ama artık kurtuluş zamanı değildi" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Süryânîler, (.....) diyeceği zaman (.....) derler." 4Bkz. Ayet:10 5Bkz. Ayet:10 6Bkz. Ayet:10 7Bkz. Ayet:10 8Bkz. Ayet:10 9Bkz. Ayet:10 10"Kâfirler, kendilerine içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve şöyle dediler: «Bu„ yalancı bir sihirbazdır. İlâhları bir tek ilâh mı yaptı? Gerçekten bu çok tuhaf bir şey!» İçlerinden ileri gelenler, «Gidin, ilâhlarınıza tapmaya devam edin. İşte bu istenen şeydir. Biz bunu son dinde (en son dinî inanışlarda) duymadık. Bu ancak bir uydurmadır. O zikir (Kur'ân) içimizden ona mı indirildi?» diyerek kalkıp gittiler. Hayır, onlar benim Zikrimden (Kur'ân'dan) şüphe içindedirler. Hayır, henüz azabımı tatmadılar. Yoksa mutlak güç sahibi ve çok bağışlayan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır? Yoksa göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin hükümranlığı onların mıdır? Öyle ise sebeplere yapışarak yükselsinler (bakalım!) Onlar, çeşitli gruplardan oluşmuş ve şuracıkta bozguna uğrayacak derme çatma bir ordudur. Onlardan önce de Nûh kavmi, Âd kavmi, sütunlar sahibi Firavun, Semûd kavmi, Lût kavmi ve Eyke halkı da peygamberleri yalanlamışlardı. İşte onlar da (böyle) gruplardı. (O grupların) her bîri peygamberleri yalanladı da onları cezalandırmam hak oldu. Bunlar da (müşrikler de) ancak (vakti gelince) asla geri kalmayacak korkunç bir ses bekliyorlar. Müşrikler (alay ederek) şöyle dediler: "Ey Rabbimiz! Hesap gününden önce payımızı hemen ver!" Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Kâfirler, kendilerine içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve şöyle dediler: Bu, yalancı bir sihirbazdır. İlâhları bir tek ilâh mı yaptı? Gerçekten bu çok tuhaf bir şey!'" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: "Kendilerine içlerinden gelen uyarıcı, Hazret-i Muhammed'dir. Müşrikler, sadece Allah'a kulluk etmeye davet edilince şaştılar ve: "Tek bir ilâh, bütün ihtiyaçlarımızı duyar mı!" dediler. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Miclez der ki: Bedir günü bir adam: "Bunlar (Mekke müşrikleri) kadından başka bir şey değildir" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onlar o toplumun ileri gelenleridir" buyurup, "İçlerinden ileri gelenler, "Gidin, ilâhlarınıza tapmaya devam edin. İşte bu istenen şeydir" âyetini okudu. İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "içlerinden ileri gelenler, "Gidin, ilâhlarınıza tapmaya devam edin. İşte bu istenen şeydir" âyeti, Kureyş eşrafı, Ebû Tâlib'e gidip Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında konuşunca nazil olmuştur." İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "içlerinden ileri gelenler, "Gidin, ilâhlarınıza tapmaya devam edin. işte bu istenen şeydir" âyetinden kastedilen kişi Ebû Cehil'dir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "İçlerinden ileri gelenler, "Gidin, ilâhlarınıza tapmaya devam edin. İşte bu istenen şeydir" âyetinden kastedilen kişi Ukbe b. Ebî Muayt'tır. "Biz bunu son dinde (en son dinî inanışlarda) duymadık. Bu ancak bir uydurmadır" âyetindeki son dinden kasıt, Hıristiyanlıktır. "Bu ancak bir uydurmadır" sözüyle ise: "Müslümanlar bunu kendi aralarında uydurmuşlardır" demek istemişlerdir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Biz bunu son dinde (en son dinî inanışlarda) duymadık. Bu ancak bir uydurmadır" âyetindeki son dinden kasıt, Hıristiyanlıktır. "Bu ancak bir uydurmadır" sözüyle ise Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) yalancılıkla itham etmişlerdir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Biz bunu son dinde (en son dinî inanışlarda) duymadık. Bu ancak bir uydurmadır" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Âyetteki son dinden kasıt Hıristiyanlıktır. Müşrikler: "Eğer Kur'ân hak olsaydı Hıristiyanlar bunu bize haber verirlerdi" dediler. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Muhammed b. Ka'b'dan bildirdiğine göre "Biz bunu son dinde (en son dinî inanışlarda) duymadık. Bu ancak bir uydurmadır" âyetindeki milletten kasıt Hazret-i İsa'nın milletidir. Abd b. Humeyd'in Katâde'den bildirdiğine göre "Biz bunu son dinde (en son dinî inanışlarda) duymadık. Bu ancak bir uydurmadır" âyetindeki son dinden kasıt, Hıristiyanlıktır. Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre "Biz bunu son dinde (en son dinî inanışlarda) duymadık. Bu ancak bir uydurmadır" âyetindeki son (dinden) milletten kasıt Kureyşlilerdir. "Bu ancak bir uydurmadır" sözüyle ise Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) yalancılıkla itham etmişlerdir. Abdurrezzâk Musannef’te ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, namaz kılan bir adamın Fatiha Sûresini okuduktan sonra: "Rabbimizin evini hac eder borcumuzu öderiz. O ise bize sık adımlarla hızlıca yönelir" dediğini görünce, "Biz bunu son dinde (en son dinî inanışlarda) duymadık. Bu ancak bir uydurmadır" âyetini okudu. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Biz bunu son dinde (en son dinî inanışlarda) duymadık. Bu ancak bir uydurmadır" âyetini: "Bunu ne dinimizde, ne de zamanımızda duymadık. Bu, ancak onun uydurduğu bir şeydir" şeklinde açıkladı. "Yoksa mutlak güç sahibi ve çok bağışlayan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır? Yoksa göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin hükümranlığı onların mıdır? Öyle ise sebeplere yapışarak yükselsinler (bakalım!)" âyetlerini açıklarken ise şöyle dedi: "Hayır vallahi, Allah'ın rahmet hazinelerinden onların yanında hiçbir şey yoktur. Öyle ise semanın kapılarına yüklensinler bakalım." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesinden sema kastedilmiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî b. Enes der ki: "Âyette geçen sebepler, kıldan daha ince, demirden daha sağlamdır ve her yerdedir, ancak görülmezler." Firyâbî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, "öyle ise sebeplere yapışarak yükselsinler (bakalım!)" âyetlerini açıklarken ise şöyle dedi: "Sebeplerden kasıt, semanın yolları ve kapılarıdır. "Onlar, çeşitli gruplardan oluşmuş ve şuracıkta bozguna uğrayacak derme çatma bir ordudur" âyetindeki ordu Kureyş, gruplar ise geçmiş nesillerdir."" Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Onlar, çeşitli gruplardan oluşmuş ve şuracıkta bozguna uğrayacak derme çatma bir ordudur" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah, Hazret-i Muhammed'e, henüz Mekke'deyken, müşrik ordusunu hezimete uğratacağını vaad etmiştir. Bu âyetin tevili Bedir günü gerçekleşmiştir." "Onlardan önce de Nûh kavmi, Âd kavmi, kazıklar/sütunlar sahibi Firavun" âyetini açıklarken ise: "Firavun'un, (oyun oynamak için) kazıkları, ipleri ve oyun yerleri vardı" demiştir. "(O grupların) her biri peygamberleri yalanladı da onları cezalandırmam hak oldu. Bunlar da (müşrikler de) ancak (vakti gelince) asla geri kalmayacak korkunç bir ses bekliyorlar. Müşrikler (alay ederek) şöyle dediler: "Ey Rabbimiz! Hesap gününden önce payımızı hemen ver!" âyetlerini açıklarken ise şöyle dedi: "Bunları hepsi de peygamberleri yalanlayınca azabı hak ettiler. Muhammed'in ümmeti, vakti gelince asla geri kalmayacak olan kıyamet gününü beklerler ve: "Ey Rabbimiz! Kıyamet gelmeden önce çekmemiz gereken azabı bize gönder(de âhirette bu azaba maruz kalmayalım)" derler. Ebû Cehil de: "Allahım! Muhammed'in söylediği doğruysa bize gökyüzünden taş yağdır veya bize acı verici bir azab gönder" demişti.' Firyâbî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti: "Geri dönmeyecek" mânâsındadır. "Ey Rabbimiz! Hesap gününden önce payımızı hemen ver!" âyetindeki paydan kasıt ise azabtır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti: "Geri kalmayacak" mânâsındadır. "Ey Rabbimiz! Hesap gününden önce payımızı hemen ver!" âyetindeki paydan kasıt ise azabtır. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti: "Geri dönmeyecek" mânâsındadır. "Ey Rabbimiz! Hesap gününden önce payımızı hemen ver!" âyetiyle ise müşrikler, Allah'tan kendilerine gönderilecek azabı hemen göndermesini istemişlerdir. Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona, (.....) âyetinin mânâsını sorunca, İbn Abbâs: "Kıtt, mükafat mânâsındadır" cevabını verdi. Nâfi: "Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: "Tabi ki! Yoksa A'şâ'nın: Onunla karşılaştığın Hükümdar en-Numan bile Mükafatları verirken kimine daha fazla verir" dediğini bilmez misin?'" Abd b. Humeyd'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Ey Rabbimiz! Hesap gününden önce payımızı hemen ver!" âyetindeki paydan kasıt cezadır. Abd b. Humeyd'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Ey Rabbimiz! Hesap gününden önce payımızı hemen ver!" âyetindeki paydan kasıt kitaptır. Abd b. Humeyd'in ikrime'den bildirdiğine göre "Ey Rabbimiz! Hesap gününden önce payımızı hemen ver!" âyetindeki paydan kasıt nasiptir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atâ, "Ey Rabbimiz! Hesap gününden önce payımızı hemen ver!" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu sözü söyleyen, Abduddâr oğullarına mensup Nadr b. el-Hâris b. Alkame b. Kelede'dir. Yüce Allah'ın, "Biri çıkıp gelecek azabı sordu" âyetinde bahsettiği kişi de bu adamdır. Bu kişi, kendisine gelecek olan azabı sormuştu. Yine bu kişi, "Allahımız! Eğer bu Kitap, gerçekten Senin katından ise bize gökten taş yağdır veya can yakıcı bir azab ver" demişti. Atâ der ki: "Bu kişi hakkında Allah'ın Kitab'ında on küsur âyet nazil olmuştur." İbn Ebî Hâtim'in Zübeyr b. Adiy vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Ey Rabbimiz! Hesap gününden önce payımızı hemen ver!" âyetteki paydan kastedilenin, onların, Cennetten paylarının çabuklaştırılmasını istemeleri olduğunu söylenmiştir. 11Onlar, burada (yakında) mağlup edilecek muhtelif partilerden ibaret bozuk düzen bir ordudur. 12Onlardan evvel tekzib etmişti Nûh kavmi, bir de Âd ve payidar mülk sahibi Fir'avun; 13Ve Semûd, Lût kavmi, (Şuayb’ın kavmi) Eyke’liler. İşte bunlar, (peygamberleri inkâr eden perişan olmuş kâfir) partiler!... 14O kavimlerin her biri, peygamberlerini tekzib etmeleriyle azabım onlara vacib oldu. 15Bunlar (kavmin olan Kureyş) da ancak bir tek sayhaya (kıyâmetteki Sûr üfürülüşüne) bakıyorlar. Öyle ki, onun geri çevrilişi yok... 16(O Mekke kâfirleri) bir de şöyle dediler: “ Ey Rabbimiz! Hesap gününden evvel amel defterimizi ver (de görelim neymiş o)!” 17"Ey Muhammed! Onların söylediklerine karşı sabret. Güçlü kulumuz Dâvud'u hatırla. O, Allah'a çok yönden bir kimse idi." İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, kuvvet mânâsındadır. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen "Güçlü kulumuz Dâvud'u hatırla..." sözünden kastedilen, Allah'a itâatta güçlü olmaktır. Abdurrezzâk ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen "Güçlü kulumuz Dâvud'u hatırla..." sözünden kastedilen, ibadette güçlü olmaktır. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Güçlü kulumuz Dâvud'u hatırla..." âyetini açıklarken: "Hazret-i Dâvud'a (aleyhisselam) ibâdette güçlülük, İslâm'da anlayış verilmişti" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan, "Güçlü kulumuz Dâvud'u hatırla..." âyetini açıklarken: "Hazret-i Dâvud'a (aleyhisselam) ibâdette güçlülük, doğru yolu görme özelliği verilmişti" dedi. Buhârî Tarih'te ve Hâkim'in Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Dâvud'dan bahsedince: "Beşerin en fazla ibadet edeniydi" buyururdu. Deylemî'nin İbn Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hiç kimseye: «Ben Dâvud'dan daha fazla ibadet yaparım» demek yakışmaz" buyurmuştur. Ahmed'in 'Zühd'de bildirdiğine göre Sâbit der ki: Hazret-i Dâvud, gece namazını uzun tutardı. Rükûya varıp başını kaldırınca gökyüzüne bakar ve: "Ey gökleri imar eden, Sana başımı kaldırdım. Bu, kuların, Rabblerine nazar edişidir" derdi. Ahmed'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: Hazret-i Dâvud (aleyhisselam): "Ey ilahım! Seni zikreden bir topluluğa uğrarsam ve (onlara atlayıp) geçersem, onları geçen ayağımı kır" demiştir. Ahmed'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: Hazret-i Dâvud (aleyhisselam): "Ey İlahım! Hangi rızık daha tatlıdır?" diye sorunca, Yüce Allah: "Elinin emeği daha tatlıdır ey Dâvud" buyurdu. Ahmed'in, Urve b. ez-Zübeyr'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud (aleyhisselam) minberde hurma yaprağından sepet yapıp çarşıya göndererek sattırır ve onun parasıyla geçinirdi. Ahmed'in Saîd b. Ebî Hilâl'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud (aleyhisselam) gece kalktığı zaman şöyle derdi: "Allahım! Gözler uyudu, yıldızlar battı. Sen ise kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yaratıklarını gözetip duransın." İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre evvâb, tesbih eden mânâsındadır. İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre evvâb, tesbih eden mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim'in Amr b. Şurahbîl'den bildirdiğine göre evvâb, Habeş diliyle, tesbih eden mânâsındadır. Deylemî'nin bildirdiğine göre Mücâhid der ki: İbn Ömer'e, evvâb'ın mânâsını sorduğumda şöyle cevap verdi: Ben Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) aynı soruyu sorduğumda: "Yalnız kaldığında günahlarını hatırlayıp Allah'tan bağışlanma düeyendir" cevabını verdi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre evvâb, günahlarını terk edip Allah'a yönelen, mânâsındadır.' Abd b. Humeyd'in Mücâhid'den bildirdiğine göre evvâb, günahlara tövbe edip günah işlemekten vazgeçen mânâsındadır. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "O, Allah'a çok yönelen bir kimse idi" âyetini: "O, Allah'a itaat eden ve çok namaz kılandır" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre evvâb, kesin olarak inanan mânâsındadır. 18"Şüphesiz biz dağları Dâvud'un emrine vermiştik. Onlar Dâvud'la beraber gece ve kuşluk vakti tesbih ederlerdi." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde, "Şüphesiz biz dağları Dâvud'un emrine vermiştik. Onlar Dâvud'la beraber gece ve kuşluk vakti tesbih ederlerdi" âyetini açıklarken: "Hazret-i Dâvud, gece ve güneş doğarken tesbih edince, dağlar da kendisiyleberaber tesbih ederlerdi" demiştir. Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona, (.....) âyetinin mânâsını sorunca, İbn Abbâs: "Güneşin ışığı yayıldığı zaman namaz vacip olur, demektir" cevabını verdi. Nâfi: "Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: "Tabi ki! Yoksa A'şâ'nın: Sabah olunca güneş ışığının yayıldığım görmek için Gecenin tamamını uykuda geçirmez" dediğini bilmez misin?" Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in Atâ el-Horasânî'den bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Şüphesiz biz dağları Davud'un emrine vermiştik. Onlar Dâvud'la beraber gece ve kuşluk vakti tesbih ederlerdi" âyetini okuyuncaya kadar, kuşluk namazı hakkında kalbimde bir kuşku vardı." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime der ki: İbn Abbâs kuşluk namazını kılmazdı ve: "Kur'ân'da bunu emreden âyet nerede?" derdi. Daha sonra ise: "Onlar Dâvud'la beraber gece ve kuşluk vakti tesbih ederlerdi" âyetinde kastedilen kuşluk namazıdır" deyip kuşluk namazını kılmaya başladı. İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Bir müddet "Onlar Dâvud'la beraber gece ve kuşluk vakti tesbih ederlerdi" âyetindeki kuşluk vaktinden neyin kastedildiğini anlamadım. İnsanların Kuşluk namazını kıldığını görünce, âyetin buna işaret ettiğini anladım." Taberânî'nin M. el-Evsat'ta ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Onlar Dâvud'la beraber gece ve kuşluk vakti tesbih ederlerdi" âyetini okur ve mânâsını bilmezdim. Ümmü Hâni binti Ebî Tâlib, bana, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Fetih günü yanına girip abdest almak için su isteyerek abdest aldıktan sonra kuşluk namazını kıldığını, sonra da: "Ey Ümmü Hâni! Bu, kuşluk namazıdır" buyurduğunu söyleyince, âyetin mânâsını anladım." İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, Ümmü Hâni binti Ebî Tâlib'in, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'nin fethedildiği gün kuşluk vakti sekiz rekat namaz kıldığını söylediğini öğrenince şöyle dedi: "Ümmü Hâni, "Onlar Dâvud'la beraber gece ve kuşluk vakti tesbih ederlerdi'" buyruğuna istinaden bu vaktin bir namazı olduğunu iddia etti." İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. el-Hâris der ki: Ümmü Hâni'nin yanına girdiğimde bana Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kuşluk namazı kıldığını söyledi. Çıkıp İbn Abbâs'ı bularak: "Haydi Ümmü Hani'ye gidelim" dedim ve girdiğimizde: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kuşluk namazı kıldığını amcanın oğluna anlat" dedim. Ümmü Hâni, İbn Abbâs'a da anlatınca, İbn Abbâs, bu namazı, işrâk namazı olarak tevil etti." Bu da kuşluk namazıdır. İbn Merdûye'nin Mücâhid vasıtasıyla Saîd'den bildirdiğine göre Ümmü Hâni binti Ebî Tâlib der ki: "Mekke'nin fethedildiği gün Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) yanıma girdi, üzerinde toz vardı. Bir leğen istedi, leğendeki hamur izini hâlâ görür gibiyim, leğeni su döktüm. Benimle arasına bir örtü konulmasını emretti ve kalkıp üzerine su dökündü. Sonra kalkıp sekiz rekat kuşluk namazı kıldı." Mücâhid der ki: "Bu hadisi İbn Abbâs'a anlattığımda: "Bu, işrâk namazıdır" dedi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. el-Hâris der ki: Osmân b. Affân'ın hilafeti döneminde kuşluk namazını sordum. Sahabeden birçok kişi olmasına rağmen, Ümmü Hâni'den başkası kuşluk namazının olduğunu isbat edemedi. Ümmü Hâni şöyle dedi: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Fetih günü bu namazı bir defa sekiz rekat kıldığını gördüm. Ne daha önce, ne de daha sonra bu namazı kıldığını görmedim." Abdullah der ki: Bunu İbn Abbâs'a anlattığımda: "Ben, «Onlar Dâvud'la beraber gece ve kuşluk vakti tesbih ederlerdi» âyetini okur ve: "İşrâk namazı hangi namazdır?" derdim, işrak namazı işte budur" dedi. " İbn Cerîr ve Hâkim'in Abdullah b. el-Hâris'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs, kendisine Ümmü Hâni'ye götürünceye kadar kuşluk namazını kılmazdı. Ümmü Hâni'nin yanına girip: "Bize anlattığını İbn Abbâs'a da anlat" dediğimizde, "Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) evime girdi ve sekiz rekat kuşluk namazı kıldı" dedi. İbn Abbâs: "Kur'ân'ın hepsini okumuştum, ama şimdiye kadar işrak namazının ne olduğunu anlamamıştım" diyerek oradan çıktı. Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kur'ân'da kuşluk namazını aradım ve onun, "...gece ve kuşluk vakti tesbih ederlerdi" buyruğunda gördüm" demiştir. Buhârî Tarih'te, Hâkim, İbn Merdûye ve Taberânî'nin M. el-Evsat'ta Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sadece Allah'a yönelen kimse kuşluk namazına devam eder. Bu namaz evvâbin (Allah'a yönelenlerin) namazıdır" buyurdu. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre: "Dostum (Allah'ın Resûlü) (sallallahü aleyhi ve sellem) bana kuşluk namazını kılmamı tavsiye etti. Bu namaz evvâbin namazıdır" dedi. el-lsbehânî et-Terğîb'de, Enes'in şöyle dediğini bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Enes! Kuşluk namazını kıl. Bu namaz, evvâbin namazıdır" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Müslim ve Taberânî'nin Zeyd b. Erkam'dan bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Kubâ'ya gittiğinde onların kuşluk namazı kıldığını -bir lafızda Güneş doğduktan sonra şeklindedir- görünce: "Evvâbîn namazı, sıcaktan deve yavrularının ayaklarının yandığı saatte kılınır" buyurdu. Beyhakî'nin Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kuşluk namazına sadece Allah'a yönelenler devam ederler" buyurmuştur. Tirmizî ve İbn Mâce'nin bildirdiğine göre Enes, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah, on iki rekat kuşluk namazı kılana Cennette altından bir köşk yapar" buyurduğunu nakletmiştir. Ebû Nuaym'ın Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kuşluk namazını kıl. Bu namaz evvâbin (Allah'a yönelenlerin) namazıdır" buyurdu. Humeyd b. Zencûye Fadâilu'l-A'mâl'de ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, Hasan b. Ali'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Allah, sabah namazını kıldıktan sonra namazgahında oturup güneş doğana kadar Allah'ı zikreden, sonra iki rekat kuşluk namazı kılana ateşin kendisini yakmasını veya yemesini haram kılar. " Humeyd b. Zencûye, Taberânî ve Beyhaki, Utbe b. Abd es-Sülemî ve Ebû Umâme el-Bâhilî'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Kim sabah namazını bir mescitte cemaatle kıldıktan sonra yerinde kalıp kuşluk namazını kılarsa, kendisine tam bir hac ve umre sevabı verilir" Ebû Dâvud, Taberânî ve Beyhakî'nin Muâz b. Enes el-Cuhenî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Sabah namazını kıldıktan sonra iki rekat kuşluk namazını kılıncaya kadar namazgahında oturup hayırdan başka söz söylemeyenin günahları deniz köpüğünden çok olsa bile bağışlanır. " Taberânî'nin, Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "İki rekat kuşluk namazı kılan gafiller zümresinden yazılmaz. Dört rekat kılan abidlerden yazılır. Altı rekat kılan o gün Allah'ın taht-ı himayesinde olur. Sekiz rekat kılan çok ibadet edenlerin zümresinden yazılır, on iki rekat kılan için Alah Cennette bir ev yapar." Humeyd b. Zencûye, Bezzâr ve Beyhakî'nin Ebû Zer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kuşluk namazını iki rekat olarak kılarsan gafiller zümresinden yazılmazsın. Dört rekat kılarsan iyilik sahiplerinden yazılırsın. Altı rekat kılarsan, Allah'a boyun eğenler zümresinden yazılırsın. Sekiz rekat kılarsan başarıya ulaşanlar zümresinden yazılırsın. On rekat kılarsan o gün sana hiçbir günah yazılmaz. On iki rekat kılarsan Allah sana Cennette bir ev yapar. " İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Tirmizî ve İbn Mâce'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kuşluk namazına devam edenin günahları deniz köpüğü kadar çok olsa bile bağışlanır" buyurdu. 19Bkz. Ayet:20 20"Toplanıp gelen kuşları da (emrine verdik). Her birisi ona dönücü idi. Onun mülkünü de pekiştirdik. Ona hikmeti ve hakkı batıldan ayıran sözü söyleme imkanını verdik." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre " kelimesi, "(Kuşların) onun emrinde olmaları, "Ona dönmeleri" itaat etmeleri, "Hikmetten kasıt, sünnet, "hakkı batıldan ayıran sözü söyleme" âyeti ise, davacının delil getirmesi, davalının da yemin etmesi demektir. Abd b. Humeyd ve Hâkim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Onun mülkünü de pekiştirdik. Ona hikmeti ve hakkı batıldan ayıran sözü söyleme imkanını verdik" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Hazret-i Dâvud (aleyhisselam) Dünya krallarının en güçlüsüydü. Ona hikmeti ve hakkı batıldan ayıran sözü söyleme imkanının verilmesi, dediği şeyin yerine gelmesi ve hüküm verirken adil olmasıdır." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "İsrâiloğullarından bir adam, Hazret-i Dâvud'un (aleyhisselam) yanında ileri gelenlerden bir kişiden davacı olup: "Bu ineğimi gasbetti" dedi. Hazret-i Dâvud (aleyhisselam) itham edilen adama sorunca, adam bunu inkar etti. Davacıya delil getirmesini söyleyince de, adam delili olmadığını söyledi. Hazret-i Dâvud (aleyhisselam) onlara: "Aranızda nasıl hüküm verceğimi düşünmem için yanımdan kalkınız" buyuruncai ikisi de yanından ayrıldılar. Hazret-i Dâvud'a (aleyhisselam) rüyasında: "Davacı olan adamı öldür" denilince, Hazret-i Dâvud (aleyhisselam): "Bu bir rüyadır. Hüküm vermede acele etmeyeyim. İkinci gece yine rüyasında kendisine davacıyı öldürmesi emredilince, yine yapmadı. Sonra üçüncü gece rüyasında: "Ya adamı öldürürsün veya Allah seni cezalandırır" denilince, Hazret-i Dâvud (aleyhisselam) adamı çağırıp: "Allah, seni öldürmemi emretti" dedi. Adam: "Bir delil ve îsbat olmadan beni öldürecek misin?" deyince Hazret-i Dâvud (aleyhisselam): "Evet. Vallahi, Allah'ın senin hakkındaki emrini yerine getireceğim" karşılığını verdi. Adam: "Beni öldürmede acele etme de sana haber vereyim. Vallahi bu günah sebebiyle öldürülmem emredilmedi. Ben, bu adamın babasını ani bir baskınla öldürmüştüm. Bu sebeple öldürülmem emredildi" dedi. Hazret-i Dâvud emretti ve o adam öldürüldü. Bu olayla Hazret-i Dâvud'un (aleyhisselam) İsrâiloğulları arasındaki heybeti arttı ve mülkü pekiştirildi. Yüce Allah'ın, "Onun mülkünü de pekiştirdik...."' âyeti buna işaret etmektedir. İbn Cerîr ve Hâkim'in bildirdiğine göre Süddî, "Onun mülkünü de pekiştirdik. Ona hikmeti ve hakkı batıldan ayıran sözü söyleme imkanını verdik" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Hazret-i Dâvud'u (aleyhisselam) her gündüz ve gece dört bin kişi korurdu. Kendisine verilen hikmetten kasıt peygamberliktir. Hakkı batıldan ayıran sözü söyleme imkanı ise ona yargılama bilgisinin verilmesidir." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Ona hikmeti...verdik" âyetinden kastedilen anlayış ve kavrama gücüdür. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyetteki hikmetten doğruluk (hükümde isabet) kasdedilmiştir. Hakkı batıldan ayıran sözü söyleme imkanı ise, (hüküm verirken) yemin ve şahitlerin istenmesidir. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "... hakkı batıldan ayıran sözü söyleme imkanını verdik" âyetinden kastedilen, doğru hüküm verme ve anlayıştır. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Ebû Abdirahman'dan bildirdiğine göre "Hakkı batıldan ayıran sözü söyleme imkanını verdik'" âyetinden kastedilen, doğru hüküm vermedir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Hakkı batıldan ayıran sözü söyleme imkanını verdik" âyetinden kastedilen, hüküm vermeyi iyi bilmesidir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin Sünen'de Şureyh'ten bildirdiğine göre "...hakkı batıldan ayıran sözü söyleme imkanını verdik" âyetinden kastedilen, şahitler ve yeminlerdir. Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Abdirrahman es-Sülemî der ki: "Hazret-i Davud'a hüküm vermesi emredildi. Yanına gelen davacı ve davalılar hakkında nasıl hüküm vereceğini bilemeyince: «Onlardan Benim adıma yemin ettir ve delillerini sor» diye vahyedildi. Âyette geçen, hakkı batıldan ayırmaktan kastedilen budur." İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Katâde, "Hakkı batıldan ayıran sözü söyleme imkanını verdik" âyetini açıklarken: "Delil getirmek davacıya, yemin etmek ise davalıya aittir" demiştir. İbn Cerîr'in Şa'bî'den bildirdiğine göre "Hakkı batıldan ayıran sözü söyleme..." âyetinden kastedilenin, kişinin: "Emmâ ba'du: imdi" diyerek söze başlamasıdır. İbn Ebî Hâtim ve Deylemî'nin bildirdiğine göre Ebû Mûsa el-Eş'arî der ki: "İlk olarak "Emmâ ba'du" diyen kişi Hazret-i Dâvud'dur. "Hakkı batıldan ayıran sözü söyleme..." âyetinden kastedilen de budur."' Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbn Sa'd, Abd b. Humeyd ve İbnu'l- Münzir'in bildirdiğine göre Şa'bî, Ziyâd b. Ebî Süfyân'ın: "Hazret-i Dâvud'a verilen hakkı batıldan ayıran sözü söyleme özelliğinden kastedilen, "Emmâ ba'du: imdi" diyerek söze başlamasıdır" dediğini nakletmiştir. 21Bkz. Ayet:24 22Bkz. Ayet:24 23Bkz. Ayet:24 24"Sana davacıların haberi geldi mi? Hani onlar duvarı aşarak mabede girmişlerdi. Hani Dâvud'un yanma girmişlerdi de Dâvud onlardan korkmuştu. Onlar, «Korkma! Biz, iki davacı grubuz. Birimiz diğerine haksızlık etmiştir. Aramızda adaletle hükmet. Zulmetme ve bizi hak yola ilet» dediler. İçlerinden biri şöyle dedi: «Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken 'Onu da bana ver' dedi ve tartışmada beni bastırdı.» Dâvud dedi ki: «Andolsun, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemek suretiyle sana zulmetmiştir. Esasen ortakların pek çoğu birbirine haksızlık eder. Ancak iman edip salih ameller işleyenler başka. Onlar da pek azdır.» Dâvud, bizim kendisini imtihan ettiğimizi anladı. Derken Rabbinden bağışlama diledi, eğilerek secdeye kapandı ve Allah'a yöneldi." İbn Ebî Şeybe Musannef’te ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Hazret-i Dâvud içinden eğer ilâhi bir imtihana tâbi tutulacak olursa, kendini yanlışlıktan koruyacağını geçirmişti. Ona: "Sen sınanacaksın ve sınanacağın günü de bileceksin. Onun için tedbirini al" denildi. O da Zebur'u yanına alıp ibadet ettiği yere girip kapıyı kapattı ve bir hizmetçiyi de kapıya dikerek yanına kimsenin girmemesini istedi. Zebur'u okumakta iken en güzel surette bir kuş geldi, onun önünde uçmaya başladı. Hazret-i Dâvud, eliyle onu yakalamak istedi ve arkasından gitti. Kuş mihrabın aydınlanma deliğine kondu. Onu almak üzere ona yaklaşınca, kuş yine uçuverdi. Onu görmek için ileri uzanınca, hayızdan temizlenmek için yıkanmakta olan bir kadını gördü. Kadın başını kaldırıp Hazret-i Dâvud'un (aleyhisselam) gölgesini görünce vücudunu saçlarıyla örttü. Kadının kocası Allah yolunda gazaya çıkmış biriydi. Hazret-i Dâvud gaza kumandanına, kadının, adı Ûriyyâ olan kocasını tabutu taşıyanlar arasına katması için emir yazdı. Tabutu taşıyanlara ise yüce Allah ya zafer nasib ederdi yahut öldürülürlerdi. Kumandan Ûriyyâ'yı tabutu taşıyanlar arasına yerleştirdi ve öldürüldü. Kadının iddeti bitince Hazret-i Dâvud ona talib oldu. Kadın da, eğer bir oğlu olursa, ondan sonra hükümdarlığa o geçecek, diye şart koştu ve İsrâiloğullarından da elli kişiyi buna şahit tutup bu konuda belge düzenledi. Hazret-i Dâvud, Hazret-i Süleyman dünyaya gelip delikanlılık yaşına gelinceye, iki melek duvarı aşıp namaz kıldığı yere varıncaya ve yüce Allah'ın kitabında anlattığı durum meydana gelinceye kadar imtihana tâbi tutulduğunun farkına varmadı. Hazret-i Dâvud bu olayla sınandığını anlayınca secdeye kapandı ve Allah onu bağışlayıp tövbesini kabul etti. Hâkim ve Beyhakî'nin Şu'abu'l-îman'da bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Hazret-i Dâvud'un başına gelen, kaderden sonra, kendini beğenmesinden başka bir sebepten değildir. Çükü Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Gecenin ve gündüzün her saatinde, muhakkak Davud'u ailesinden Sana ibadet eden, namaz kılan veya tesbih eden, ya da tekbir getiren biri bulunur" deyip buna benzer şeyler söyledi. Yüce Allah onun bu sözlerini hoş karşılamayıp: "Ey Dâvud! Bu, ancak benimle (yardımımla) olmaktadır. Eğer Benim yardımım olmasa buna gücün yetmezdi. Celâlim hakkı için, seni bir gün nefsinle baş başa bırakacağım" buyurdu. Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Bana o günü haber ver" dedi ve o gün Hazret-i Dâvud sınandı. Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usul'da, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim zayıf senetle, Enes'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Hazret-i Dâvud (aleyhisselam) o kadına bakınca, İsrâiloğullarından bir orduyu gazaya gönderdi ve ordu kumandanına: «Düşmanla karşılaşınca, falan kişiyi (kadının kocasını) tabutun önüne koy» dedi. O zaman, tabutla Allah'tan zafer istenirdi. Tabutun önünde savaşa katılan ya ölür, ya ordudan kaçarak kurtulabilirdi. Bu adam öldürülünce Hazret-i Dâvud kadınla evlendi. Hazret-i Davud'a iki melek inip kendisine imtihan edildiğini anlatınca, Hazret-i Dâvud secdeye kapanıp kırk gün süreyle secdede kaldı. O kadar ki gözyaşlarından biten ot başını örttü. Yer onun alnını aşındırdı. Secdesinde de şöyle dedi: «Rabbim, Dâvud bir defa yanıldı ve bu yanılması sebebiyle doğu ile batı arasındaki mesafe kadar uzaklaştı. Rabbim, eğer Dâvud'un zayıflığına merhamet buyurmaz, günahını bağışlamazsan, sen ondan sonra insanlar arasında günahını konuşulacak bir söz kılarsın.» Kırk gün sonra Cibrîl ona: «Ey Dâvud! Şüphesiz Allah seni bağışladı ve sen de Allah'ın adil olduğunu ve taraf tutmayacağını anladın» deyince, Hazret-i Dâvud: «Falan kişi kıyamet günü gelip: "Ey Rabbim! Dâvud'un yanındaki kanımı (beni öldürmesine karşı ondaki hakkımı) istiyorum" diye sorarsa ne yaparım?» karşılığını verdi. Cibrîl: «Bunu Rabbisine sormadım. Eğer istersen sorarım» deyince, Hazret-i Dâvud: «Sor» karşılığını vedi. Cibrîl yükseldikten sonra Hazret-i Dâvud, Allah'ın dilediği bir süre secdede kaldı, sonra Cibrîl inip şöyle dedi: «Ey Dâvud! Allah'a, istediğin şeyi sordum, bana şöyle buyurdu: "Dâvud'a de ki: Allah ikinizi kıyamet günü bir araya geritecek ve: "Dâvud'da olan kan hakkını bana hibe et"» diyecek. Bu kişi: «Kanım senindir ey Rabbim» karşılığını verince de Allah: «Buna karşılık sana Cennette istediğin ve nefsinin arzu ettiği her şey vardır» buyuracak. " İbn Ebî Şeybe, Hennâd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: "Hazret-i Dâvud, malum hatayı işleyince ki hatası, kadını görünce onu kocasından ayırmasıydı. Hazret-i Dâvud onu kocasından ayırmış, ama kendisine yaklaşmamıştı. Bunun üzerine iki hasım duvarı aşarak Hazret-i Dâvud'un yanına girdiler. Hazret-i Dâvud onları görünce yanlarına kalkıp: "Yanımdan çıkınız. Neden yanıma geldiniz?" dedi. Onlar: "Sana basit bir şey söyleyeceğiz" deyip birisi: "Bu kardeşimin doksandokuz koyunu vardır. Benim ise bir koyunum var ve kardeşim onu da benden almak istiyor" dedi. Hazret-i Dâvud: "Vallahi asıl burnundan göğsüne kadar biçilmesi gereken kişi benim" dedi. Adam: "Dâvud bunu yapmıştır" deyince Hazret-i Dâvud, onların bu davayla kendisini kasdettiklerini anladı ve kırk gün kırk gece boyunca secdede kaldı. Hazret-i Dâvud'un hatası elinde yazılıydı ve onu unutmamak için avucuna bakardı. O kadar ağladı ki gözyaşlarından biten ot başını örttü. Ona: "Aç mısın yedirilesin, çıplak mısın, giydirilesin, mazlum musun yardım edilesin?" denilince, öyle bir feryad etti ki, arkasındaki otlar sarardı. İşte o zaman Hazret-i Dâvud bağışlandı. Kıyamet günü Rabbi, Hazret-i Dâvud'a: "Önümde ol" buyurunca, Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Günahım, günahım" karşılığını verecek. Yüce Allah: "Arkamda ol" buyurunca, Hazret-i Dâvud yine: "Ey Rabbim! Günahım, günahım" karşılığını verecek. Yüce Allah: "Yanımda dur" buyurunca da, Hazret-i Dâvud, Yüce Allah'ın yanından ayrılmayacak." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Sana davacıların haberi geldi mi? Hani onlar duvarı aşarak mabede girmişlerdi" âyetini açıklarken şöyle dedi: Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! İbrâhim'e, İshâk'a ve Yâkub'a verdiğin şeyleri bana da vermeni isterdim" deyince, Yüce Allah: "Onları, seni sınamadığım şeylerle sınadım. Eğer istersen, seni de onları sınadığım gibi sınarım ve onlara verdiğimi sana da veririm" buyurdu. Hazret-i Dâvud: "Evet isterim" deyince, Yüce Allah: "Senin nasıl sınav vereceğini görünceye kadar amel yap" buyurdu. Uzun bir müddet geçince ve Hazret-i Dâvud bunları unutmak üzereyken, mihrabta oturuyordu, bir güvercinin önüne konduğunu gördü ve onu yakalamak istedi. Bu güvercin uçup mihrabın aydınlatma deliğine kondu. Hazret-i Dâvud onu almak için gidince güvercin uçtu. Hazret-i Dâvud, aydınlatma deliğinden bakınca yıkanmakta olan bir kadın gördü ve güzelliğine hayran kaldı ve mihrabdan inerek onu çağırdı. Kadın gelince ona kocasını ve durumunu sordu. Kadın, kocasının yanında olmadığını söyleyince, Hazret-i Dâvud kadının kocasının bulunduğu ordunun kumandanına, adamı ölmesi için askeri birliklerde görevlendirmesini emreden bir mektup yazdı. Kumandan, Hazret-i Dâvud'un söylediğini yaptı ama, adamın arkadaşları ölürken kendisi kurtuluyordu. Bazen de ölmeden önce yardımına koşuluyordu. Yüce Allah, Hazret-i Dâvud'un düştüğü durumu görünce, onu kurtarmak istedi. Bir gün Hazret-i Dâvud mihrabındayken, duvarın üzerinden iki hasım atlayıp yanına girdiler. Okumakta olan Hazret-i Dâvud onları görünce korkup okumayı kesti ve: "Mülkümde o derece zayıf bırakıldım ki insanlar duvardan açıp mihrabıma, yanıma giriyorlar" dedi. Onlar: "Korkma! Biz, iki davacı grubuz. Birimiz diğerine haksızlık etmiştir..." sana gelmekten başka çaremiz yoktu. Bizi dinle" dediler. "İçlerinden biri şöyle dedi: "Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz dişi koyunu var. Benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken (koyunlarını yüze tamamlamak istedi ve beni koyunsuz bırakmak isteyerek) «Onu da bana ver» dedi ve tartışmada beni bastırdı" Ben dua ettiğim zaman, benden daha çok dua etti, ben kuvvete başvuru(p kendimi savunu)nca kendisi daha fazla şiddet gösterdi." Hazret-i Dâvud, kendi yaptığını unutarak şöyle dedi: "Senin, koyununa ondan daha çok ihtiyacın vardır, "Andolsun, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemek suretiyle sana zulmetmiştir. Esasen ortakların pek çoğu birbirine haksızlık eder. Ancak iman edip salih ameller işleyenler başka. Onlar da pek azdır." Bunun üzerine melekler birbirine bakarak gülünce, Hazret-i Dâvud onları görüp sınandığını anladı ve kırk gece "Rabbinden bağışlama diledi, eğilerek secdeye kapandı ve Allah'a yöneldi." O derece ağladı ki gözyaşlarından otlar bitti. Sonra Allah onun mülkünü kuvvetlendirdi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: Hazret-i Dâvud zamanını dörde böldü. Bir günü hanımlarına, bir günü ibadete, bir günü İsrâiloğullarının davalarına bakmaya ve bir günü de İsrâiloğullarına ayırdı. Bir gün de İsrâiloğullarına nasihatte bulunuyordu. İsrâiloğullarına ayırdığı bir günde: "İnsanın günah işlemediği bir gün olur mu?" diye sorduklarında, Hazret-i Dâvud, içinden buna gücünün yeteceğini geçirdi ve ibadete ayırdığı gün gelince kapıları kapatıp, yanına kimsenin girmemesini emrederek Tevrat'ı okumaya başladı. Tevrat'ı okuduğu sırada altından yapılmış rengârenk olan güzel bir güvercin önüne kondu. Onu yakalamak için davranınca, güvercin uçup onun yakalamaktan ümitsizliğe düşmeyeceği kadar yakına kondu. Sonra güvercin uçtu, o da onu takip etti. Nihayet bu vaziyette güvercini takip ederken yıkanmakta olan bir kadın gördü ve güzelliğine hayran kaldı. Bu kadın Hazret-i Dâvud'un yerdeki gölgesini görünce, kendisini saçlarıyla örterek gizlenmeğe çalıştı. Bu ise Hazret-i Dâvud'un kadına karşı olan beğenisini arttırdı. Hazret-i Dâvud, kadının kocasını ordularından birinde kumandan olarak göndermişti. Ona: "Falan yere" git diyerek, gittiği takdirde öldürüleceği ve geri dönemeyeceği bir yere gitmesini emretti. Adam gidince de orada öldürüldü. Hazret-i Dâvud, kadına talib olup evlendikten sonra bir gün mihrabtayken, iki melek duvardan tırmanarak yanına girdiler. Hasımlar, muhakeme olmak için mihrabın kapısından gelirlerdi. Bu sebeple onların duvardan tırmanarak girdiklerini görünce onlardan korktu. Gelenler, Hazret-i Dâvud'a: "Korkma! Biz, iki davacı grubuz. Birimiz diğerine haksızlık etmiştir. Aramızda adaletle hükmet. Zulmetme ve bizi hak yola ilet, dediler." Hak yola iletmekten kastedilen, yolun en doğrusu ve hayırlısıdır. "İçlerinden biri şöyle dedi: "Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz dişi koyunu var. Benim ise bir tek koyunum var. (yani, Hazret-i Dâvud'un doksan dokuz hanımı, ölen kişinin ise bir hanımı vardı) Böyle iken «Onu da bana ver» dedi ve tartışmada beni bastırdı" bana üstün gelerek zulmetti." Hazret-i Dâvud: "Andolsun, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemek suretiyle sana zulmetmiştir. Esasen ortakların pek çoğu birbirine haksızlık eder. Ancak iman edip salih ameller işleyenler başka. Onlar da pek azdır. Dâvud, bizim kendisini imtihan ettiğimizi anladı. Derken Rabbinden bağışlama diledi, eğilerek secdeye kapandı ve Allah'a yöneldi.'" Hazret-i Dâvud, kırk gece secdeden kalkmadı. Sonunda yüce Allah kendisine vahyederek: "Seni bağışladım" buyurunca, Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Sen, adil bir hakem iken ve kimseye zulmetmezken beni nasıl bağışlarsın!" dedi. Allah: "Ben seni onunla muhakeme edeceğim ve kanının bedelini bana hibe etmesini isteyeceğim. Sonra razı oluncaya kadar ona sevap olarak Cenneti vereceğim" buyurunca, Hazret-i Dâvud: "İşte şimdi içim rahatladı ve beni bağışladığını anladım" dedi. Yüce Allah bu konuda: "Biz de bunu ona bağışladık. Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır" buyurmaktadır. Ahmed'in Zühd'de bildirdiğine göre Ebû İmrân el-Cevnî, "Sana davacıların haberi geldi mi?" âyetini açıklarken şöyle dedi: Hazret-i Dâvud, hasımlara: "Hasımların oturduğu yerde oturunuz" deyince, oturdular ve Hazret-i Dâvud: "Anlatın" dedi. Birisi: "Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken «Onu da bana ver» dedi ve tartışmada beni bastırdı" deyince, Hazret-i Dâvud söylenene şaşıp: "Andolsun, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemek suretiyle sana zulmetmiştir..." deyince, biri Hazret-i Dâvud'a çıkıştı ve (melek olan hasımlar) yükseldiler. Hazret-i Dâvud, günahı (yani askerin karısı) sebebiyle azarlandığını anlayıp olduğu yerde secdeye kapanarak kırk gün kırk gece secdede kaldı ve başını sadece farz namazlar için kaldırdı. Hatta alnı elleri ve dizleri yara bağladı. Sonunda kendisine bir melek gelip: "Ey Dâvud! Ben, Rabbinin sana gönderdiği elçiyim. Yüce Allah: «Başını kaldır. Seni bağışladım» buyuruyor" dedi. Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Sen adil bir hakem olduğun halde bu nasıl olur. Sen Deyyân olansın ve Senin katında hiç bir zâlimin zulmü geri bırakılmaz, nasıl olur da adama yaptığım zulmü bağışlarsın?" dedi. O vaziyette Allah'ın dilediği zamana kadar bırakıldı. Daha sonra bir başka melek gelerek: "Ey Dâvud! Ben Rabbinin sana gönderdiği elçiyim, Rabbin sana diyor ki: "Sen ve kadının kocası kıyamet gününde Bana geleceksiniz ve davalaşacaksınız. Ben de senin aleyhinde hükümde bulunarak, ona hakkını vereceğim. Sonra da ondan hakkını bağışlamasını isteyeceğim, o da hakkını Bana verecek, Ben de onu razı olacağı şekilde Cennetime koyacağım" dedi.' İbn Cerîr ve Hâkim'in bildirdiğine göre Süddî der ki: "Hazret-i Dâvud, zamanını üçe bölmüştü. Bir gün insanlar arasındaki davalara bakıyor, bir gün Rabbine ibadet etmek için yalnız kalıyor, bir gün de hanımlarıyla baş başa kalıyordu. Hazret-i Dâvud'un doksan dokuz hanımı vardı. Hazret-i Dâvud, okuduğu kitaplarda, Hazret-i İbrâhim, İshâk ve Yâkub'un faziletlerini görüyordu. Bir gün okudukları arasında onların faziletlerini görünce: "Ey Rabbim! Gördüğüm kadarıyla hayrın hepsini benden önceki atalarım alıp götürmüşler. Onlara verdiğini bana da ver ve onlara yaptığını bana da yap" dedi. Yüce Allah ona şöyle vahyetti: "Ataların, senin denenmediğin şeylerle denendiler. İbrâhim, oğlunu boğazlamakla denendi. İshâk gözlerini kaybederek denendi. Yâkub, Yusuf'a olan üzüntüsüyle denendi. Sen bunlardan hiç biriyle denenmedin." Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Onları denediğin şeyle beni de dene ve onlara verdiğini bana da ver" deyince, Yüce Allah şöyle buyurdu: "Sen de deneneceksin. Kendini denk al." Bundan sonra Hazret-i Dâvud, Allah'ın dilediği bir süre bekledi ve bir gün namaz kılarken, şeytan altından bir güvercin suretinde ona görünerek gelip ayaklarının önünde durdu. Onu yakalamak maksismiyle elini uzatınca güvercin uzak sayılmayan bir yere kadar uçtu. Hazret-i Dâvud onu takib etti ve sonunda güvercin aydınlatma deliğine kondu. Hazret-i Dâvud, onu yakalamak için davranınca, güvercin delikten uçtu. Hazret-i Dâvud, birini gönderip yakalatmak için, güvercinin nereye konacağına bakarken, evinin damında yıkanan bir kadın gördü. Gördüğü kadın, güzellik bakımından insanların en güzellerindendi. Kadının gözü Hazret-i Dâvud'a değip onu görünce, saçlarıyla vücudunu örttü. Kadının böyle yapması, Hazret-i Dâvud'un ona daha fazla rağbet etmesine sebep oldu. Bunun üzerine Hazret-i Dâvud kadın hakkında bilgi toplamağa başladı ve kocasının bir orduda olduğunu öğrendi. Ordu kumandanına haber göndererek: "Uhriyye'yi falan yere gönder" dedi. Kumandan onu gönderince, adam gittiği yeri fethedip geri döndü. Kumandan durumu Hazret-i Dâvud'a yazınca, Hazret-i Dâvud: "Onu falan düşmanın üzerine gönder" diyerek daha güçlü bir topluluğun üzerine göndermesini yazdı. Kumandan onu gönderince, adam gittiği yeri fethedip geri döndü. Kumandan durumu Hazret-i Dâvud'a yazınca, Hazret-i Dâvud: "Onu falan düşmanın üzerine gönder" diyerek ikicisinden daha güçlü bir topluluğun üzerine göndermesini yazdı. Kumandan onu gönderince, üçüncü seferinde adam öldürüldü ve Hazret-i Dâvud, adamın hanımıyla evlendi. Evlenmelerinin üzerinden kısa bir müddet geçince, Allah Hazret-i Dâvud'a insan sûretinde iki melek gönderdi. Melekler Hazret-i Dâvud'un yanına girmek istediklerinde, onun ibadet ettiği günde olduğunu gördüler ve bekçiler girmelerine izin vermediler. Bunun üzerine melekler duvardan aşarak yanına girdiler. Namaz kılmakta olan Hazret-i Dâvud girdiklerinin farkına varmadı ve aniden onları önünde oturmuş bir şekilde görerek korktu. Melekler: "Korkma! Biz, iki davacı grubuz. Birimiz diğerine haksızlık etmiştir. Aramızda adaletle hükmet (taraf tutma). Zulmetme ve bizi hak yola ilet, dediler."' Yani hükmün adaletli olsun. Hazret-i Dâvud: "Bana olayınızı anlatın" deyince, içlerinden biri: "Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var..." buna rağmen benim koyunumu alıp koyunlarının sayısını yüze tamamlamak istiyor" dedi. Hazret-i Dâvud, diğerine: "Ne diyorsun?" diye sorunca, diğeri: "Benim doksan dokuz koyunum var. Kardeşimin de bir koyunu var. Ben de onun koyununu alıp koyunlarımın sayısını yüze tamamlamak istiyorum" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Dâvud: "Kardeşinin istememesine rağmen mi!" deyince, o: "Evet istemese de" karşılığını verdi. Hazret-i Dâvud: "O zaman bunu yapmana müsaade etmeyiz" deyince, o: "Senin buna gücün yetmez" karşılığını verdi. Hazret-i Dâvud: "Eğer böyle bir şey yapacak olursan, senin burnunun kenarını, burnuna ve alnına vururuz" deyince, o: "Ey Dâvud! Senin oralarına vurulması daha doğrudur. Senin doksan dokuz hanımın var. Uhriyyâ'nın ise bir hanımı var. Buna rağmen adam ölünceye kadar kendisini tehlikeye attın ve hanımıyla evlendin" dedi. Hazret-i Dâvud, bakıp bir şey göremeyince, düştüğü durumu anladı ve denendiğinin farkına vardı. Bunun üzerine secdeye varıp, kırk gün boyunca ağladı. Bu müddet zarfında sadece ihtiyacı olduğu zaman başını secdeden kaldırıyor, ihtiyacını giderince de tekrar secdeye kapanıp dua ediyordu. O kadar ağladı ki, sonunda gözyaşlarının damladığı yerde otlar bitti. Kırk gün sonra Yüce Allah ona vahyederek: "Ey Dâvud! Başını kaldır, seni bağışladım" buyurunca, Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Sen, hüküm verirken taraf tutmayan âdil bir hakem iken, bağışlandığımı nasıl bileceğim. Uhriyyâ kıyamet günü başını sağıyla veya soluyla tutup, damarlarından kanlar fışkırarak Arş'ının karşısına gelerek: «Ey Rabbim! Buna, beni neden öldürdüğünü sor?» derse halim ne olur?" dedi. Yüce Allah ona şöyle vahyetti: "O zaman, Uhriyyâ'yı çağırıp, seni bağışlamasını isterim. O seni Bana bağışlar, Ben de buna karşılık ona sevap olarak Cenneti veririm." Bunun üzerine Hazret-i Dâvud: "Rabbim! Şimdi beni bağışladığını anladım" dedi. Hazret-i Dâvud, Rabbinden utancından dolayı bu olaydan sonra vefat edinceye kadar başını kaldırıp gökyüzüne bakmadı. İbnu'l-Münzir, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den aynı rivâyette bulunmuştur. İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen mihrâb kelimesi mescid mânâsındadır. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebu'l- Ahvas der ki: "Hasımlar, Hazret-i Dâvud'un yanına girerken birbirlerinin başlarını tutmuşlardı." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Dâvud onlardan korkmuştu..." âyetini açıklarken: "Hasımlar davalaşmak için kapıdan girerlerdi. Ama bunlar, duvardan tırmanarak girdikleri için Hazret-i Dâvud onlardan korktu" demiştir. İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti: "(Haktan) meyletme" mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre âyette geçen "Bu kardeşimdir" sözü: "Benim dinimdendir" mânâsındadır. Abdurrezzâk, Firyâbî, Ahmed Zühd'de, İbn Cerîr ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Hazret-i Dâvud, sadece kadının kocasına: «Hanımını (boşa ve) bana ver» demiştir" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Hazret-i Dâvud, sadece kadının kocasına: «Hanımını benim için boşa» demiştir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Hazret-i Dâvud, sadece kadının kocasına: «Hanımını benim için boşa» demiştir" dedi. İbn Cerîr'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi: "Onu bana ver. Onu boşa ve benimle evlendir" mânâsındadır. (.....) âyeti ise, sözle karşısındakini alt etmektir. İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi: "Onu bana ver" mânâsındadır. "Tartışmada beni bastırdı" âyeti ise: "Konuşunca benden daha iyi konuşur, kuvvete başvurunca da benden daha kuvvetlidir. Yardıma çağırdığı zaman yardımcıları da benden çoktur" mânâsındadır. Meleklerden biri: "Bunun cezası nedir?" diye sorunca, Hazret-i Dâvud: "Şurasına, şurasına ve şurasına vurulur" deyip elini alnına, sonra burnuna, sonra da burnunun altına koydu. Melek: "Sence cezası bu mudur?" diye sorup bunu o kadar tekrar etti ki, Hazret-i Dâvud onun melek olduğunu anladı. Melek çıkınca Hazret-i Dâvud secdeye kapandı. Anlatıldığına göre kırk gün boyunca başını secdeden kaldırmadan ağladı ve sonunda gözyaşlarından etrafında otlar bitti. Kırk gün sonra öyle bir iç çekti ki, başının etrafındaki otlar coşup büyüdü. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti: "Ortaklar içinde birbirine haksızlık etmeyen azdır" mânâsındadır. "aliâ" kelimesi ise: "Onu sınadık" mânâsındadır. İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre "...Ve Dâvud, onu imtihan ettiğimizi zannetti" âyeti: "Hazret-i Dâvud, kendisini imtihan ettiğimizi bildi" mânâsındadır. İbn Cerîr'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Ve Dâvud, onu imtihan ettiğimizi zannetti" âyeti: "Hazret-i Dâvud, (meleklerin söyledikleriyle) kendisinin kastedildiğini zannetti" mânâsındadır. Saîd b. Mansûr ve İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: "Hazret-i Dâvud'un sınanması (o kadına) bakmaktı." İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre "Bunun üzerine Rabbinden mağfiret istedi ve rüku ederek secdeye kapandı" buyruğundaki rükûdan kastedilen secdeye kapanmaktır. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr) der ki: Hazret-i Dâvud, kırk gün kırk gece secdede kaldı ve gözyaşları kesilip kuruyana kadar başını kaldırmadı. Secdedeyken yaptığı son dualarından birisi şöyleydi: "Ey Rabbim! Sen bana afiyet verdin, ben Senden sınanmayı istedim. Beni sınayınca da sabredemedim. Eğer bana azab edersen, ben buna layıkım. Eğer beni bağışlarsan Sen buna layıksın." Bu sırada Cibrîl başucunda durup: "Ey Dâvud! Allah seni bağışladı, başını kaldır" dedi. Hazret-i Dâvud, Cibrîl'e aldırmadan secdede Rabbine yalvarmaya devam etti ve şöyle dedi: "Ey Rabbim! Beni nasıl bağışlarsın? Sen âdil bir hâkimsin ve ben adama yaptığımı yaptım." Hazret-i Dâvud'a vahiy geldi ve: "Doğru söyledin ey Dâvud! Ben âdil olan hâkimim. Kıyamet günü olunca seni Ûriyyâ'ya sağlam olarak teslim ederim, sonra da seni Bana hibe etmesini isterim. O da seni Bana verince sevap olarak kendisine Cenneti veririm" denildi. Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Şimdi beni affettiğini anladım" deyip başını kaldırmak istedi, ama başının yerden kalkmadığını gördü. Cibrîl tüylerinden biriyle onun başını meshedince, Hazret-i Dâvud başını kaldırabildi. Bundan sonra Yüce Allah kendisine: "Ey Dâvud! Ûriyyâ'nın hanımını sana helal kıldım, onunla evlen" diye vahyedince, Hazret-i Dâvud kadınla evlendi ve ondan oğlu Süleyman doğdu. Kadın, ne ondan önce, ne de sonra başkasını doğurmadı." Ka'b der ki: "Vallahi, ondan sonra Hazret-i Dâvud, sıcak günde oruç tutar, içeceği ağzına yaklaştırınca bu günahını hatırlayıp ağlar ve gözyaşlarıyla kap dolup taşardı. Sonra içeceği içmeden iade ederdi. Ahmed ve Abd b. Humeyd'in Yûnus b. Habbâb'dan bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud kırk gece ağladı ve gözyaşlarından etrafında otlar bitti. Sonra: "Ey Rabbim! Alnım yara bağladı ve gözyaşlarım kurudu. Günahım ise üzerimde olduğu gibi duruyor" dedi. Sonra ona şöyle seslenildi: "Ey Dâvud! Aç mısın sana yemek verilsin? Susuz musun sana su verilsin? Yoksa mazlum musun sana yardım edilsin?" Bunun üzerine öyle bir hıçkırarak ağladı ki, içinden gelen hararetle o mera coşup büyüdü. Böylelikle ona mağfiret olundu. İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ubeyd b. Umeyr el- Leysî der ki: "Hazret-i Dâvud, gözyaşlarından etrafında otlar bitene kadar secdede kaldı. Sonunda Allah kendisine: "Ey Dâvud! Malını, çocuklarını ve ömrünü arttırmamı ister misin?" diye vahyedince, Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Bana böyle mi karşılık veriyorsun! Beni bağışlamanı istiyorum" dedi. Ahmed Zühd'de ve Hakîm et-Tirmizî, Evzâî'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Hazret-i Dâvud'un gözleri, içinden su damlayan iki kırba gibiydi. Gözyaşları onun yüzünde, yerde akan suyun yarıklar bıraktığı gibi çizgiler oluşturdu." İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Abd b. Humeyd'in Atâ b. es-Sâib'den bildirdiğine göre Ebû Abdillah el-Cedelî: "Hazret-i Dâvud, o günahından sonra ölünceye kadar başını gökyüzüne kaldırmadı" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Sâbit der ki: "Hazret-i Dâvud, Allah'ın vereceği cezayı hatırlayınca adaleleri kasılır, Allah'ın rahmetini hatırlayınca ise gevşeyip eski haline gelirdi.'" İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Abd b. Humeyd'in Safvân b. Muhriz'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud'un ah çektiği bir gün vardı. O günde: "Ah! Allah'ın azabıyla karşılaşınca ne yapacağım? Ah! Allah'ın azabıyla karşılaşınca ne yapacağım? Ah! Allah'ın azabıyla karşılaşınca ne yapacağım? Ah çekmenin fayda vermeyeceği günde ne yapacağım" derdi. İbn Merdûye'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yüce Allah, Hazret-i Dâvud'a: «Başını kaldır, seni bağışladım» diye vahyedince, Hazret-i Dâvud: «Ey Rabbim! Sen hak ile hükmederken ve kullara zulmetmezken bu nasıl olur. Ben bir adama zulmettim, ondan hanımını zorla aldım ve adamı da öldürdüm» karşılığını verdi. Yüce Allah: «Evet ey Dâvud! İkiniz yanımda bir araya geleceksiniz ve senin aleyhine onun lehine hüküm vereceğim. Senin aleyhine hüküm verilince, seni bana hibe etmesini isteyeceğim ve o da seni bana hibe edecek. Buna karşılık Ben de kendisini razı edip Cennete koyacağım» buyurunca, Hazret-i Dâvud başını kaldırıp rahatladı ve: «Evet ey Rabbim. Bağışlanmak böyle olur» dedi." Abdullah b. Ahmed, Zühd'ün zevâidinde ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: Hazret-i Dâvud, o günahı işlediği zaman secdeye kapandı ve kırk gün boyunca secdede kaldı. Gözyaşlarından etrafında başını örtecek kadar otlar bitti. Sonra: "Ey Rabbim! Alnım yara bağladı ve gözyaşlarım kurudu. Dâvud'un günahı ise olduğu gibi duruyor" dedi. Kendisine şöyle seslenildi: "Ey Dâvud! Hasta mısın sana şifa verilsin? Yoksa mazlum musun sana yardım edilsin?" Bunun üzerine öyle bir hıçkırarak ağladı ki, içinden gelen hararetle o mera coşup büyüdü. Böylelikle ona mağfiret olundu. Kendisine su kabı getirilince, su içerken günahını hatırlar ve mafsalları birbirinden ayrılacak derecede hıçkırarak ağlar ve suyu içemeden kap gözyaşlarıyla dolardı. Söylendiğine göre, Hazret-i Dâvud'un akıttığı gözyaşları, bütün mahlukatın akıttığı göz yaşına eşittir. Hazret-i Âdem'in akıttığı gözyaşı ise Hazret-i Dâvud ve diğer mahlukatın akıttığı gözyaşına eşittir. Hazret-i Dâvud, kıyamet günü günahı avucunda yazılı olarak gelir. Günahını okuyunca: "Ey Rabbim! Günahım, günahım. Rabbim! Beni yaklaştır" der. Yaklaşınca kendini emniyette hissetmez, geriye gittiğinde yine kendini emniyette hissetmez. Sonunda Yüce Allah, kendisine: "Yanımdan ayrılma" buyurur.' Ahmed Zühd'de, Alkame b. Mersed'in şöyle dediğini bildirir: Bütün yeryüzü halkının gözyaşı toplansa, Hazret-i Dâvud'un günahı işlediği zaman akıttığı gözyaşına denk gelmez. Yeryüzü halkının ve Hazret-i Dâvud'un gözyaşları toplansa, Hazret-i Âdem'in Cennetten indirildiği zaman döktüğü gözyaşına denk gelmez." İbn Ebî Şeybe ve Ahmed Zühd'Ğe, Alkame b. Mersed vasıtasıyla, İbn Bureyde'nin şöyle dediğini bildirir: "Eğer yeryüzü halkının ağlamasıyla Hazret-i Dâvud'un ağlaması birbiriyle karşılaştırılsa, Hazret-i Dâvud'un ağlaması daha çok gelirdi. Hazret-i Dâvud'un ve yeryüzü halkının ağlaması, Hazret-i Âdem'in yeryüzüne indirildiği zamanki ağlamasıyla karşılaştırılsaydı, Hazret-i Âdem'in ağlaması daha çok gelirdi." Ahmed'in İsmâil b. Abdillah b. Ebi'l-Muhâcir'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud, çok ağlaması sebebiyle kınanınca şöyle derdi: "Bırakın beni, ağlama günü gelmeden kemiklerin yakılacağı, sakalların tutuşturulacağı gün gelmeden, Allah'a asla isyan etmeyen, emrolundukları işi derhal yerine getiren güçlü meleklere benim için emir verilmeden önce ağlayayım." Ahmed, Hakîm et-Tirmizî ve İbn Cerîr'in Atâ el-Horasânî'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud, günahını unutmamak için eline nakşetmişti. Onu görünce ise elleri titrerdi. Mücâhid ise: "Yüce Allah kıyamet gününde Dâvud'u günahı eline nakşedilmiş olarak diriltecektir" demiştir. Ahmed, Osmân b. Ebi'l-Âtike'nin şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Dâvud'un dualarından biri de şuydu: "İlahım! Sen noksanlıklardan münezzehsin. Günahlarımı hatırladığım zaman yeryüzü bütün genişliğine rağmen bana dar geliyor. Rahmetini hatırladığım zaman ise ruhum geri dönüyor. İlahım! Sen noksanlıklardan münezzehsin. Günahımı tedavi etmeleri için kullarından tabip olanlara gittim, hepsi de Seni bana işaret ettiler." Ahmed'in bildirdiğine göre Sâbit der ki: "Hazret-i Dâvud, kıldan yedi yastık yapıp içini kül doldurmuştu. Hazret-i Dâvud öyle ağlardı ki, kül ile doldurulmuş liften yedi döşekten bile ıslaklığı geçerdi. Hazret-i Dâvud, gözyaşlarıyla karışmamış hiçbir şey içmedi." Ahmed'in Vehb b. Münebbih'ten bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud günahı işlediği zaman, içine gözyaşları karışmamış hiçbir yemek yemedi, gözyaşlarıyla karışmış hiç bir şey içmedi. Ahmed'in Vehb b. Münebbih'ten bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud şöyle dedi: "Ey Rabbim! Ben güneşin hararetine tahammül edemiyorum; ateşinin sıcaklığına nasıl dayanırım! Ey Rabbim! Ben Senin rahmetinin sesine (gök gürlemesine) tahammül edemiyorum; azabının sesine nasıl dayanacağım!" Ahmed'in Vehb b. Münebbih'ten bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud o kadar çok ağladı ki gözyaşları yanaklarında iz bıraktı. Kadınlardan uzak durdu ve kendinden geçinceye kadar ağladı. Ahmed'in Mâlik b. Dînar'dan bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud, malum fitneye düştükten sonra günde üç defa şöyle demeye başladı: "Allahım, bu gün bana yazdığın hangi musibet varsa beni ondan kurtar. Bu gün bana indirdiğin her hayırdan da nasibimi ver." Akşam olunca da aynı şeyleri söylerdi. Hazret-i Dâvud, bunları söyledikten sonra hoşlanmadığı hiçbir şeyle karşılaşmadı. Ahmed'in Ma'mer'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud günahı işleyince: "Ey Rabbim! Ben günahkârlardan nefret ederdim, artık bu gün onları bağışlamanı istiyorum" dedi. Abdullah b. Ahmed ve Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usul'da, Saîd b. Ebî Hilâl'ın: "İnsanlar Hazret-i Dâvud'u ziyaret eder ve her zaman hasta olduğunu görürlerdi. Hazret-i Dâvud'da ise sadece Allah'tan ayrı kalmanın sıkıntısı vardı." İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr) der ki: "Hazret-i Dâvud iftar ettiği zaman kıbleye döner ve üç defa: "Allahım! Beni bu gece gökyüzünden yeryüzüne inen her musibetten koru" derdi. Güneş doğunca ise üç defa: "Allahım! Bu gece gökyüzünden yeryüzüne inen her iyilikten bana da bir pay ver" derdi.' Ahmed, Buhârî, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Merdûye ve Sünen'de Beyhaki, İbn Abbâs'ın, Sâd Süresindeki secde âyeti hakkında: "Bu secde âyeti açıkça secde edilmesi emredilmiş secde âyetlerinden değildir. Ama Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sûreyi okurken secde yaptığını gördüm" dediğini bildirir. Nesâî ve İbn Merdûye'nin ceyyid isnâdla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Sâd Sûresini okuyunca secde yapmış ve: "Dâvud bu secdeyi tövbe secdesi olarak yapmıştır, biz ise şükür secdesi olarak yapıyoruz" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe ve Buhârî'nin bildirdiğine göre Avvâm der ki: Mücâhid'e Sâd Süresindeki secdeyi sorduğumda şöyle karşılık verdi: Ben de bunu İbn Abbâs'a: "Bu sûredeki secdeyi neden yaptın?" sormuştum. Bana şöyle cevap verdi: "Yüce Allah'ın: "... ve O'nun soyundan Dâvud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u doğru yola iletmiştik; Biz iyi davrananları işte böyle mükâfatlandırırız... İşte o peygamberler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy. De ki: Ben buna (peygamberlik görevime) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Bu (Kur'ân) âlemler için ancak bir öğüttür" âyetini okumadın mı? Hazret-i Dâvud, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine uyması emredilen kişilerdendir ve Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bu secdeyi yapmıştır. Saîd b. Mansûr'un Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), "işte o peygamberler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy. De ki: Ben buna (peygamberlik görevime) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Bu (Kur'ân) âlemler için ancak bir öğüttür'" âyeti nazil oluncaya kadar Sâd Sûresinde secde yapmazdı. Bu âyet nazil olunca secde yapmaya başladı. Tirmizî, İbn Mâce, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve şöyle dedi: "Bu gece rüyamda kendimi namaz kılarken gördüm. Ben secde âyetini okuyup secde ettiğimde ağaç ta benim secdeme uyarak secde etti. Ağacın şöyle dediğini işittim: "Allahım! Bu secdeden dolayı bana katından sevap yaz, secde sebebiyle benden günahımı kaldır. Onları katında bana azık olması için sakla, onunla bana büyük ecir ver ve onu kulun Dâvud'dan kabul ettiğin gibi benden de kabul et." Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), secde âyetini okudu ve secde etti, o esnada adamın anlattığı ağacın söylediği gibi söylediğini işittim. İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Sâd Sûresinde secde yaptı. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Sâib b. Yezîd der ki: Hazret-i Ömer'in arkasında sabah namazını kıldım, Sâd Sûresini okuyunca secde yaptı. Namazdan sonra bir adam: "Ey müminlerin emiri! Bu secde âyeti açıkça secde edilmesi emredilmiş secde âyetlerinden midir?" diye sordu. Hazret-i Ömer: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti okuyunca secde ederdi" cevabını verdi. İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Sâd Sûresinde secde yaptı. Dârimî, Ebû Dâvud, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Dârekutnî, Hâkim, İbn Merdûye ve Sünen'de Beyhaki, Ebû Saîd'in şöyle dediğini bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) minberdeyken Sâd Sûresini okudu ve secde âyetine gelince inip secde yaptı, insanlar da onunla secde yaptılar. Başka bir gün yine aynı sûreyi okudu ve secde âyetine gelince insanlar secde için davranınca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu (secde) bir peygamberin tövbe için yaptığı secdedir, ama sizin de secde için davrandığınızı gördüm" buyurup inerek secde yaptı. Saîd b. Mansûr ve İbn Ebî Şeybe'nin Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) minberdeyken Sâd Sûresini okudu ve secde âyetine gelince onu okudu, sonra inip secde yaptı. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Ömer: "Sâd Süresindeki âyet, secde âyetidir" demiştir. Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Taberânî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, Sâd Sûresini okuyunca secde etmez ve: "Bu, bir peygamberin tövbe maksismiyle secde ettiğini bildiren bir âyettir" derdi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından bazıları bu âyette secde ederken bazıları da secde etmezlerdi. Bunlardan dilediğini yap." İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Meryem der ki: "Hazret-i Ömer Şam'a gelince Hazret-i Dâvud'un mihrabına gidip namaz kıldı ve Sâd Sûresini okudu. Secde âyetine gelince de secde yaptı." Ahmed, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre Ebû Saîd rüyasında Sâd Sûresini yazdığını ve secde âyetine gelince secde yaptığını, bu sırada mürekkeb kabının, kalemin ve her şeyin secde ettiğini gördü. Bu rüyasını Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattı ve Ebû Saîd bu âyette secde etmeye devam etti. Ebû Ya'lâ'mn bildirdiğine göre Ebû Saîd der ki: Rüyamda kendimi bir ağacın altında gördüm. Ağaç Sâd Sûresini okuyordu. Secde âyetine gelince de secde yaptı ve secdesinde: "Allahım! Bu secde sebebiyle bana mağfiret et ve benden günahımı kaldır. Bu secde sebebiyle bana ecir ver ve kulun Dâvud'un secdesini kabul ettiğin gibi benden de kabul et" dedi. Sabah olunca Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip rüyamı anlattığımda: "Ey Ebû Saîd! Sen secde ettin mi?"diye sordu. Ben: "Hayır" cevabını verince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sen secde etmeye ağaçtan daha çok hak sahibisin" buyurdu. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Sâd Sûresini okudu ve secde âyetine gelince, secdesinde ağacın yaptığı duayı yaptı." Taberânî ve Hatîb'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sâd Süresindeki secdeyi Hazret-i Dâvud tövbe için yapmıştır. Biz ise şükür için yapıyoruz" buyurdu. Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Bir yolculuktayken Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına Sâd Sûresini okurken girdim ve secde âyetini okuyunca secde ettiğini gördüm." 25"Biz de bunu ona bağışladık. Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır." Ahmed Zühd'de, Hakîm et-Tirmizî, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mâlik b. Dînâr, "Biz de bunu ona bağışladık. Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: Hazret-i Dâvud kıyamet günü Arş'ın dibinde durdurulur ve Yüce Allah: "Ey Dâvud! Beni, dünyadayken yücelttiğin güzel ve yumuşak sesinle şimdi de yücelt" buyurur. Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! O ses benden alındığı halde nasıl yapacağım?" diye sorunca, yüce Allah: "Bu gün onu sana iade edeceğim" buyurur ve Hazret-i Dâvud o tatlı, güzel ve yüksek sesiyle Rabbim övüp yüceltir ve böylece Cennet halkının nimetleri tamamlanır."' Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b ve Muhammed b. Kays, "Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır" âyetini açıklarken şöyle dediler: "Kıyamet günü bardaktan ilk içecek olanlar Hazret-i Dâvud ve oğludur." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre es-Serî der ki: Hazret-i Ömer b. el-Hattâb'a yetişmiş olan Ebû Hafs bana anlattı: "Kıyamet günü insanlar şiddetli sıcak ve susuzluğa maruz kalacaklar ve bir münâdî: "Dâvud nerede?" diye seslenecek. İnsanlardan önce ona içirilecektir. Yüce Allah'ın, "Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır" âyeti buna işaret etmektedir." İbn Merdûye'nin Hazret-i Ömer'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün kıyamet gününden bahsedince, onun büyüklüğü ve şiddetinden sözetti ve şöyle devam etti: "Rahman, Hazret-i Davud'a: «Önümden geç» buyurur. Hazret-i Dâvud: «Ey Rabbim! Günahımın beni kaydırmasından korkuyorum» karşılığını verince, yüce Allah: «Arkamdan geç» buyurur. Hazret-i Dâvud yine: «Ey Rabbim! Günahımın beni kaydırmasından korkuyorum» karşılığını verince, Yüce Allah: «O zaman ayağımdan tut» buyurur ve Hazret-i Dâvud, Yüce Allah'ın ayağından tutup geçer. «Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır» âyeti buna işaret etmektedir." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ubeyd b. Umeyr, "Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır" âyetini açıklarken: "Hazret-i Dâvud, Yüce Allah'a öyle yaklaşır ki, Allah elini onun üzerine koyar" demiştir. İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre, "Biz de bunu ona bağışladık. Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır"' âyetinde geçen bağışlama, Hazret-i Dâvud'un günahının affedilmesi, dönüp gelinecek güzel yer ise güzel akibet mânâsındadır." Hakîm et-Tirmizî'nin bildirdiğine göre Mücâhid der ki: Kıyamet günü Hazret-i Dâvud, günahı avucunda nakşedilmiş olarak diriltecektir. Kıyamet gününün o dehşetli hallerini görünce yüce Allah'ın rahmetine sığınmaktan başka bir korunacak yer bulamayacaktır. Sonra günahını görecek, bundan tedirgin olacak, kendisine: "Buraya, buraya!" denilecek. Tekrar günahını görecek, tedirgin olacak yine ona: "Buraya, buraya!" denilecek. Yine bunu görecek, tedirgin olacak tekrar ona: "Buraya, buraya!" denilecek. Yüce Allah'ın: "Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır" âyeti buna işaret etmektedir. 26"Ona dedik ki: Ey Dâvud! Gerçekten biz seni yeryüzünde halife yaptık. İnsanlar arasında hak ile hüküm ver. Nefis arzusuna uyma, yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır. Allah'ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azap vardır." Sa'lebî, Avvâm b. Havşeb vasıtasıyla, Esedoğullarından bir ihtiyardan, o da kendi kabilesinden olan ve Hazret-i Ömer'i gören bir adamdan bildirir: Hazret-i Ömer; Talha, Zübeyr, Ka'b ve Selmân'a: "Hilafetle krallık arasındaki fark nedir?" diye sordu. Talha ve Zübeyr: "Bilmiyoruz" cevabını verince, Selmân şöyle dedi: "Halife, yönettikleri arasında adil olan, aralarında eşit olarak taksimatta bulunan, kişinin ailesine gösterdiği şefkati yönettiklerine gösteren ve Allah'ın Kitabıyla hüküm verendir." Bunun üzerine Ka'b: "Bu mecliste, halifeyle kral arasındaki farkı benden başkasının bilmediğini zannediyordum" dedi. İbn Sa'd, Zâdân vasıtasıyla Selmân'dan bildirir: Hazret-i Ömer, Selmân'a: "Ben kral mı, yoksa halife miyim?" diye sorunca, Selmân: "Eğer Müslümanların toprağından bir dirhem veya daha az bir miktarı alıp haksız bir yere koyduysan, halife değil kralsın" dedi. Bunu duyan Hazret-i Ömer'in gözleri yaşardı. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Süfyân b. Ebi'l-Arcâ' der ki: Ömer b. el-Hattâb: "Vallahi, ben kral mıyım yoksa halife miyim bilmiyorum" deyince, bir kişi: "Ey müminlerin emiri! Bu ikisi arasında fark vardır" dedi. Hazret-i Ömer: "Nedir?" diye sorunca ise bu kişi: "Halife sadece hakkıyla alır, hakkıyla bırakır. Allah'a hamd olsun ki sen de böylesin. Kral ise insanlara haksızlık eder ve birinden alıp diğerine verir" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Ömer sustu. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Ebû Mûsa el-Eş'arî: "Danışılarak yapılan idare emirlik (halifelik), kılıç zoruyla olan ise krallıktır" demiştir. Sa'lebî'nin bildirdiğine göre Muâviye minbere oturunca şöyle derdi: "Ey insanlar! Hilafet, mal toplamak ve dağıtmakla olmaz. Hilafet hak ile amel etmek, adaletle hükmetmek ve insanları Allah'ın emrine göre idare etmektir." Hakîm et-Tirmizî'nin bildirdiğine göre Ebû Câfer'in azatlısı Sâlim der ki: "Mümilerin emiri Ebû Cafer ile Beytu'l-Makdis'e gitmek üzere yola çıktık, Dımaşk'a girince Evzâî'yi çağırdı. Evzâî gelince Ebû Câfer'e şöyle dedi: "Ey müminlerin emiri! Bana, Hassân b. Atiyye, deden İbn Abbâs'ın, "Ona dedik ki: Ey Dâvud! Gerçekten biz seni yeryüzünde halife yaptık. İnsanlar arasında hak ile hüküm ver. Nefis arzusuna uyma, yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır. Allah'ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azap vardır"' âyeti hakkında şöyle dediğini bildirdi: "İki hasım huzuruna çıkarılınca ve birinin lehine hüküm verme arzun varsa ve nefsin diğerine hakkını teslim etmeyi arzu etmiyorsa, ismini peygamberlikten sil. Sonra artık sen ne Benim halifem olursun, ne de bir üstünlüğün kalır." Ey müminlerin emiri! Hassân b. Atiyye, bize dedenin şöyle dediğini bildirdi: "Hakkı kerih gören Allah'ı kerih görmüş olur. Çünkü Allah haktır." Ey müminlerin emiri! Hassân b. Atiyye, bize dedenin, "...küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirdi: "Küçük olan tebessüm, büyük olan ise gülmektir. Peki ellerin yaptıklarının hali ne olacak!" İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî, "İnsanlar arasında hak ile hüküm ver. Nefis arzusuna uyma, yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır. Allah'ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azap vardır" âyeti hakkında şöyle dedi: "İnsanlar arasında adalet ve insafla hüküm ver. Hüküm verirken hak ve adaleti bırakıp hevana uyarak haktan ayrılma. Böyle yaparsan hevan, adaletle hükmetmene, hak ile amel etmene engel olur ve Allah'ın iman ehli için kıldığı yolundan saptırır. Böylece Allah'ın yolundan ayrılman sebebiyle helak olanlardan olursun." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime, "Allah'ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azap vardır" âyeti hakkında şöyle dedi: "Bu, Kur'ân'daki takdim ve tehirdendir. Mânâsı ise: "Hesap günü, unuttuklarından dolayı onlar için şiddetli bir azap vardır" şeklindedir. Ahmed Zühd'de, Ebu's-Selîl'in şöyle dediğini bildirir: "Hazret-i Dâvud mescide girdiği zaman İsrâiloğullarından en köhne halka hangisi ise onların yanına gider otururdu. Sonra da, (kendini kasdederek) "Miskinlerin ortasında bir miskin" derdi.' Ahmed'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem der ki: "Hazret-i Dâvud'un bir oğlu vefat edince, üzüntüsü daha da arttı. Kendisine: "Bunun, senin yanındaki değeri neydi?" diye sorulunca, Hazret-i Dâvud: "Benim için yeryüzü doluşunca altından daha değerliydi" cevabını verdi. Bunun üzerine kendisine: "Alacağın sevap ta buna göredir" denildi. Abdullah, Zevâid'de ve Hakîm et-Tirmizî, Saîd b. Abdulazîz'in şöyle dediğini bildirir: "Hazret-i Dâvud'un dualarından biri de şudur: "Yaptığı ihsanlarla şükrün, verdiği musibetlerle de duanın yolunu açan Allah'ı noksanlıklardan tenzih ederim." Abdullah'ın Evzâî'den bildirdiğine göre Yüce Allah Hazret-i Dâvud'a şöyle vahyetti: "Sana, onları yaptığın takdirde insanların sana yöneleceği ve rızama kavuşacağın iki amel öğreteyim mi?" Hazret-i Dâvud: "Evet" karşılığını verince, Yüce Allah: "Benimle senin aranda olan şeylerde verâya sığın ve insanların miskinleriyle beraber ol" buyurdu. Ahmed'in Yezîd b. Ebî Mansûr'dan bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud şöyle dedi: "Allah'ı zikreden yok mu, ben de onunla zikredeyim? İnsanlara hatırlatmada bulunan yok mu ben de onunla hatırlatayım. Allah'ı zikreden bir topluluğun yanından geçip başkalarının yanına gidecek olursam, onların yanından geçen ayağımın kırılmasını isterdim." Ahmed'in Urve b. ez-Zübeyr'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud, hurma yapraklarından sepet yapar, sonra onları çarşıya gönderip satarak elde ettiği para ile geçimini temin ederdi. Ahmed'in Saîd b. Ebî Hilâl'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud gece kalkınca şöyle derdi: "Allahım! Gözler uyudu, yıldızlar battı. Sen ise kendisini kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yaratıklarını gözetip duransın." Ahmed'in bildirdiğine göre Osmân eş-Şehhâm Ebî Seleme der ki: Basra halkından faziletli ve yaşlı bir kişi şöyle dedi: Bana bildirildiğine göre Hazret-i Dâvud (aleyhisselam) Rabbine: "Ey Rabbim! Yeryüzünde senin için nasıl ihlasla yürür ve ihlasla amel ederim?" diye sorunca, Allah: "Ey Dâvud! Kızıl olsun beyaz olsun, Beni seveni seversin ve dudakların devamlı Benim zikrimle kımıldar. Bir de kocası yanında olmayan kadının yatağından uzak dur" buyurdu. Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! İyi olsun, kötü olsun dünya ehli tarafından nasıl sevilirim?" diye sorunca, Yüce Allah: "Ey Dâvud! Dünya ehli ile dünyaları için muamele edersin ve âhiret ehlini de âhiretleri için seversin. Benimle senin aranda da dinini tercih edersin. Eğer böyle yaparsan ve hidayet üzere olursan, dalalete düşen seni saptıramaz" buyurdu. Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Bana, yarattıklarından seçmiş olduklarının kim olduklarını göster?" deyince, Yüce Allah: "Onlar, elleri temiz, kalpleri temiz, düzgün yürüyen ve doğru söyleyen kişilerdir" buyurdu. Hatîb'in Tarih'te Yahya b. Ebî Kesîr'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud, oğlu Süleyman'a: "Ey oğul! Cehdu'l-Belâ'nın (İnsanın başına gelen her türlü musibetten kaynaklanan meşakkat ve zorluk) ne olduğunu biliyor musun?" diye sordu. Hazret-i Süleymân: "Hayır" cevabını verince, Hazret-i Dâvud: "Ekmeği çarşıdan satın almak ve bir yerden bir yere taşımaktır" dedi. Ahmed'in Mâlik b. Dînar'dan bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud şöyle dua etti: "Allahım! Muhabbetini bana canımdan, kulağımdan, gözümden, ehlimden ve buz gibi soğuk sudan daha sevimli kıl." Ahmed'in Vehb'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Hangi kulların Senin için daha sevgilidir?" diye sorunca, Allah: "Sureti güzel olan mümin" buyurdu. Hazret-i Dâvud: "Hangi kullarından en fazla nefret edersin?" diye sorunca, Yüce Allah: "Sûreti güzel olan kafirdir. Bunlardan birisi şükrederken diğeri nankörlük eder" buyurdu. Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Hangi kullarına daha çok buğzedersin?" diye sorunca ise Yüce Allah: "Bir konuda istiharede bulunup benden yardım isteyip, benim kendisi için seçtiğime razı olmayandır" buyurdu. Abdullah'ın Zevâid'de Abdullah b. Ebî Muleyke'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud: "Allahım! Bana kötü aile verme, yoksa kötü adam olurum" demiştir.' Ahmed'in, Abdurrahman b. Bûzûye'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud'un yaptığı dualardan biri de: "Allahım! Beni, (Seni) unutacak kadar fakir, azgınlık yapacak kadar zengin yapına" duasıdır. Ahmed'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud: "Allahım! Hangi rızık daha tatlıdır?" diye sorunca, Allah: "Kendi kazancındır ey Dâvud" buyurdu. Ahmed'in bildirdiğine göre Ebu'l-Celed der ki: Yüce Allah, Hazret-i Dâvud'a şöyle vahyetti: "Ey Dâvud! Sıdk mertebesine erişen kullarıma söyle, kendilerini beğenip te amellerine fazla güvenmesinler. Zira kullarımdan herhangi birini hesaba çeker adaletimle muamelede bulunursam, mutlaka azabıma duçar olur ve ona zulmetmiş olmam. Hatâ eden kullarıma da, vazgeçip bağışlamayacağım büyüklükte hiçbir günahın olmadığını müjdele." Ahmed'in Ebu'l-Celed'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud, bir münadiye insanları cemaatle namaza çağırmasını emretti. İnsanlar da Dâvud'un o gün vâzü nasihatta bulunup dua edeceğini zannederek hep beraber (namaz için) çıktılar. Hazret-i Dâvud yerini alınca: "Allahım bizleri bağışla!" dedi ve çekilip gitti. Sonradan gelenler, ilk gelenlere: "Ne oluyor?" diye sorunca, İlk gelenler: "Allah'ın Peygamberi sadece dua etti, sonra da çekilip gitti" dediler. Diğerleri: "Sübhanallah! Biz bu günün ibadet, dua, vâzü nasihat ve terbiye günü olmasını isterdik. Demek sadece dua etti, öyle mi?" diye söylendiler. Bunun üzerine Yüce Allah, Hazret-i Dâvud'a vahyederek: "Kavmine Benden de ki: "Onlar senin duanı azımsadılar. Ben kimi bağışlarsam onun hem dünya, hem de âhiret işlerini yoluna koyarım." ibn Ebî Şeybe ve Ahmed'in Abdurrahman b. Ebzâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud, insanların en sabırlısı, en yumuşağı ve öfkesine en fazla hâkim olanıydı. Ahmed'in Saîd b. Abdilazîz'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Yeryüzünde Senin için nasıl samimi bir hayat sürebilirim?" diye sorunca, Yüce Allah: "Beni çokça anarak, beyaz olsun siyah olsun, Beni seveni severek, nefsin için hükmettiğin gibi insanlar için de hükmederek ve kocası yanında olmayan kadının yatağından uzak durarak" buyurdu.' İbn Ebî Şeybe'nin Ebû Abdillah el-Cedelî'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud: "Allahım! Gözü beni gören, kalbi beni gözeten ve gördüğü hayrı gömen (gizleyen) gördüğü kötülüğü ise yayan komşudan Sana sığınırım" derdi. İbn Ebî Şeybe'nin Saîd b. Ebî Saîd'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud: "Allahım! Kötü komşudan sana sığınırım" diye dua ederdi. İbn Ebî Şeybe'nin İbn Bureyde'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud şöyle dua ederdi: "Allahım! Beni rezil edecek amelden, aciz bırakacak dertten, (Seni) unutturacak fakirlikten ve azgınlığıma sebep olacak zenginlikten sana sığınırım." İbn Ebî Şeybe ve Ahmed'in bildirdiğine göre Abdullah b. el-Hâris der ki: Yüce Allah, Hazret-i Dâvud'a: "Ey Dâvud! Beni ve kularımı sev ve Beni de kullarıma sevdir" diye vahyedince, Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Seni ve kullarını sevmeyi anladım, ama Seni kullarına nasıl sevdireyim?" diye sordu. Yüce Allah: "Beni onların yanında güzel şekilde anarsın. Onlar sadece Benim hakkımda güzel şeyleri bilirler" buyurdu. Ahmed'in bildirdiğine göre Ca'd der ki: Hazret-i Dâvud: "Ya Rabbi! Sırf Senin rızan için kederli birini taziye edenin mükâfaatı nedir?" diye sorunca, Allah: "Ona takva elbisesi giydirmemdir" buyurdu. Hazret-i Dâvud: "Peki sadece Senin rızanı gözeterek bir cenazenin gömülmesine iştirak edenin mükâfaatı nedir?" diye sorunca, Allah: "Onun cenazesine de meleklerin tâbi olması ve ruhlar içerisinde Benim onun ruhuna rahmet etmenidir" buyurdu. Hazret-i Dâvud: "Ya Rabbi! Yalnızca Senin rızanı taleb ederek bir yetimi ya da bir düşkünü gözeten kimsenin mükâfaatı nedir?" diye sorunca, Allah: "Gölgemden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı günde onu Arş'ımın gölgesinde gölgelendirmemdir" buyurdu. Hazret-i Dâvud: "Ya Rabbi! Peki, Senin haşyetinden gözleri dolup taşan, ağlayan kimsenin mükâfaatı nedir?" diye sorunca, Allah: "En büyük korku gününde onu güvende kılmam ve yine onu Cehennemin kaynar ateşinden muhafaza buyurmamdır" buyurdu. Ahmed'in Ebu'l-Celed'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud: "Ya Rabbi! Sırf Senin rızan için kederli ve musibete uğramış birini taziye edenin mükâfaatı nedir?" diye sorunca, Allah: "Ona iman elbisesi giydirmem, Cehennem ateşinden korumam ve Cennete koymamdır" buyurdu. Hazret-i Dâvud: "Peki sadece Senin rızanı gözeterek bir cenazenin gömülmesine iştirak edenin mükâfaatı nedir?" diye sorunca, Allah: "Öldüğü zaman onun cenazesine de meleklerin tâbi olması ve ruhlar içerisinde Benim onun ruhuna rahmet etmemdir" buyurdu. Hazret-i Dâvud: "Ya Rabbi! Yalnızca Senin rızanı taleb ederek bir yetimi ya da bir dul kadını gözeten kimsenin mükâfaatı nedir?" diye sorunca, Allah: "Gölgemden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı günde onu Arş'ımın gölgesinde gölgelendirmemdir" buyurdu. Hazret-i Dâvud: "Ya Rabbi! Peki, Senin haşyetinden ağlayıp gözyaşları yanaklarına akan kimsenin mükâfaatı nedir?" diye sorunca, Allah: "Onu Cehennemin kaynar ateşinden muhafaza buyurmam ve en büyük korku gününde onu güvende kılmamdır" buyurdu. Ahmed'in, Abdurrahman b. Ebzâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud, Hazret-i Süleyman'a şöyle dedi: "Yetime karşı merhametli baba gibi ol ve bil ki ektiğini biçersin. Bil ki, bir toplulukta ahmakın yaptığı hata, ölünün başucunda ağlamak gibidir. Bil ki, ailesine ihlasla bağlı olan kadın, kralın başındaki altın suyuna batırılmış taç gibidir. Ailesine karşı kötü olan kadın ise ihtiyarın sırtına yüklenen ağır yük gibidir. Zenginlikten sonraki fakirlik ne kötüdür. Bundan daha kötüsü ise hidâyetten sonra sapıklığa düşmektir. Arkadaşına söz verdiğin zaman ona verdiğin sözü tut. Eğer böyle yapmazsan aranızda düşmanlık olur. Hayırlı bir işi hatırladığın zaman sana yardım etmeyen, unuttuğun zaman sana hatırlatmayan dosttan Allah'a sığın." İbn Ebî Şeybe ve Ahmed'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: "Hazret-i Dâvud: "Allahım! Ne beni zayıf düşürecek hastalık, ne de Seni unutturacak sıhhat, ikisi arasında bir sıhhat isterim" derdi. Abdullah'ın Zeyd b. Râfi'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud, gökle yer arasında dolaşan bir orak görüp: "Ey Rabbim! Bu nedir?" diye sorunca, Yüce Allah: "Bu, her zalimin evine soktuğum lanetimdir" buyurdu. İbn Ebî Şeybe'in İbn Ebzâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud: "Kolaylık dinin ne güzel yardımcısıdır" demiştir. İbn Ebî Şeybe'nin Mücâhid'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Ömrüm uzadı, yaşım ilerledi, bedenim zayıfladı" deyince, Yüce Allah: "Ey Dâvud! Ömrü uzayıp ameli güzel olana ne mutlu" buyurdu. Hatîb'in Evzâî vasıtasıyla, Abdullah b. Âmir'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud'a, hiç kimseye verilmeyen ses güzelliği verilmiştir. Hatta kuşlar va yırtıcı hayvanlar onun sesini dinlerken etrafında toplanır ve açlık ve susuzlukta ölünceye kadar ayrılmazlardı. Nehirler ise onun sesinin güzelliğinden akmaz dururdu." 27Biz, o gök ile yeri ve aralarındakileri boşuna yaratmadık. (Bunların yaratılması boşunadır sözü) o kâfirlerin zannıdır. Bu yüzden kâfirlere ateşten şiddetli bir azap vardır. 28"Yoksa biz îman edip salih ameller işleyenleri, yeryüzünde fesat çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yoksa Allah'a karşı gelmekten sakınanları yoldan çıkan arsızlar gibi mi tutacağız?" İbn Asâkir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Yoksa biz iman edip salih ameller işleyenleri, yeryüzünde fesat çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yoksa Allah'a karşı gelmekten sakınanları yoldan çıkan arsızlar gibi mi tutacağız" âyetindeki iman edenlerden kastedilen, Hazret-i Ali, Hamza ve Ubeyde b. el- Hâris'tir. Yeryüzünde fesat çıkaranlardan kastedilenler ise, Utbe, Şeybe ve Velîd'dir. Bunlar Bedir günü mübareze eden (savaştan önce karşı karşıya gelip çarpışan) kişilerdir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde, "Yoksa biz iman edip salih ameller işleyenleri, yeryüzünde fesat çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yoksa Allah'a karşı gelmekten sakınanları yoldan çıkan arsızlar gibi mi tutacağız" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Ömrüme yemin olsun ki iman edenlerle fesat çıkaranlar bir tutulmamıştır. Onlar hem dünyada, hem ölüm anında ayrı olmuşlar ve vardıkları yer de ayrı olmuştur." Ebû Ya'lâ'nın Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Dikenden üzüm toplanamayacağı gibi, facirler de Allah'a karşı gelmekten sakınanların makamına nail olamazlar" buyurmuştur. 29"Bu Kur'ân, âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır." Saîd b. Mansûr'un, Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre âyetleri düşünmekten kastedilen, onunla amel etmektir. İbn Cerîr'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen akıl sahiplerinden kastedilen, insanların akıllı olanlarıdır. 30Bkz. Ayet:33 31Bkz. Ayet:33 32Bkz. Ayet:33 33"Ve Biz Dâvud'a Süleyman'ı lütfettik. O ne güzel kuldu! Çünkü o (Allah'a) çokça dönen idi. Hani ona öğleden sonra bir ayağını tırnağı üzere dikip üç ayağı üzere duran, hızlı koşan atlar sunulmuştu; Ve demişti ki: «Ben ancak hayır sevgisi ile meşgul iken Rabbimi anmaktan uzak kaldım.» Nihayet o perdenin arkasına girince; «Onları bana geri getirin» (dedi.) Boyunlarını ve ayaklarını sıvazlamaya başladı." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mekhûl der ki: Yüce Allah, Hazret-i Dâvud'a Hazret-i Süleymân'ı bağışladığı zaman, Hazret-i Dâvud: "Ey oğlum! Hangi şey daha güzeldir?" diye sorunca, Hazret-i Süleyman: "Sekinet ve imandır" cevabını verdi. Hazret-i Dâvud: "En çirkin şey nedir?" diye sorunca, Hazret-i Süleyman: "İmandan sonra küfürdür" cevabını verdi. Hazret-i Dâvud: "En tatlı şey nedir?" diye sorunca, Hazret-i Süleyman: "Allah'ın, kulları arasındaki rahmetidir" cevabını verdi. Hazret-i Dâvud: "En serin olan nedir?" diye sorunca, Hazret-i Süleymân: "Allah'ın insanları affetmesi ve insanların birbirlerini affetmeleri" cevabını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Dâvud, Hazret-i Süleyman'a: "Sen peygambersin" dedi. Hakîm et-Tirmizî'nin Nevâdiru'l-Usûl'da bildirdiğine göre Eyyûb b. Osmân el-Ezdî der ki: Hazret-i Dâvud, oğlu Hazret-i Süleymân'ı yerine bırakmak isteyince, Hazret-i Süleyman kendisine: "Bunu oğul sevgisinden mi yapıyorsun, yoksa Allah mı sana bunu emretti?" diye sordu. Hazret-i Dâvud: "Oğul sevgisinden dolayı" cevabını verince, Hazret-i Süleyman, babasının yerine geçmeyi kabul etmedi. Sonunda Yüce Allah kendisine bunu emretti. Hakîm et-Tirmizî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Yüce Allah, Hazret-i Dâvud'a: "Oğlun Süleyman'a yedi şeyi sor, eğer cevap verirse, ona ilim ve peygamberliği miras olarak bırak" buyurunca, Hazret-i Dâvud, Hazret-i Süleyman'a şöyle dedi: "Yüce Allah, sana yedi şeyi sormamı, eğer bilirsen, ilmi ve peygamberliği sana miras bırakmamı vahyetti" dedi. Hazret-i Süleyman: "Dilediğini sor" karşılığını verdi. Hazret-i Dâvud: "Baldan tatlı olan nedir? Kardan daha soğuk olan nedir? İpekten daha yumuşak olan nedir? Suda izi görülmeyen nedir? Mermerde izi görülmeyen nedir, semada izi görülmeyen nedir? Hem bollukta, hem kıtlıkta semizlenen nedir?" diye sorunca, Hazret-i Süleyman şöyle cevap verdi: "Baldan daha tatlı olan, Allah'ın, Allah için birbirini sevenlere olan merhametidir. Kardan daha soğuk olan, Allah'ın kelamının, veli kullarının beyinlerine işlemesidir. İpekten daha yumuşak olan, Allah'ın veli kullarının, aralarında yaydığı Allah'ın hikmetidir. Suda izi görülmeyen, gemidir. Gemi suda gider, ama iz bırakmaz. Mermerde izi görülmeyen karıncadır. Karınca kayanın üzerinden geçer, ama izi görülmez. Semada izi görülmeyen kuşlardır. Kuşlar semada uçarlar, ama izleri görülmez. Hem bollukta, hem kıtlıkta semizlenen şey mümindir. Allah kendisine verince şükreder. Belaya maruz bıraktığında ise sabreder. Onun kalbi yumuşak ve temizdir." Yüce Allah, Hazret-i Dâvud'a: "Oğluna on dört şey sor, eğer cevap verirse, ona ilim ve peygamberliği miras olarak bırak" buyurunca, Hazret-i Dâvud, Hazret-i Süleyman'a şöyle dedi: "Yüce Allah, sana ön dört şeyi sormamı, eğer bilirsen, ilmi ve peygamberliği sana miras bırakmamı vahyetti" dedi. Hazret-i Süleyman: "Ben bir âlimden bir şey öğrenmiş değilim, ama sor" karşılığını verdi. Hazret-i Dâvud: "Ey oğul! Aklının yeri neresidir?" diye sorunca, Hazret-i Süleymân "Beyindir" cevabını verdi. Hazret-i Dâvud: "Utanma duygusunun yeri neresidir?" diye sorunca, Hazret-i Süleyman: " Gözlerdir" cevabını verdi. Hazret-i Dâvud: "Bâtılın yeri neresidir?" diye sorunca, Hazret-i Süleyman: " Kulaklardır" cevabını verdi. Hazret-i Dâvud: "Günahın kapısı neresidir?" diye sorunca, Hazret-i Süleyman: "Dildir" cevabını verdi. Hazret-i Dâvud: "Rüzgarın yolu neresidir?" diye sorunca, Hazret-i Süleyman: "Burun delikleridir" cevabını verdi. Hazret-i Dâvud: "Edeb ve beyanın yeri neresidir?" diye sorunca, Hazret-i Süleyman: "Böbreklerdir" cevabını verdi. Hazret-i Dâvud: "Kötü huy ve kabalığın kapısı neresidir?" diye sorunca, Hazret-i Süleyman: "Karaciğerdir" cevabını verdi. Hazret-i Dâvud: "Rüzgarın evi neresidir?" diye sorunca, Hazret-i Süleyman: "Rüyadır" cevabını verdi. Hazret-i Dâvud: "Sevinç kapısı neresidir?" diye sorunca, Hazret-i Süleyman: "Dalaktır" cevabını verdi. Hazret-i Dâvud: "Kazanç kapısı neresidir?" diye sorunca, Hazret-i Süleyman: "Ellerdir" cevabını verdi. Hazret-i Dâvud: "Bitkinliğin kapısı neresidir?" diye sorunca, Hazret-i Süleyman: "Ayaklardır" cevabını verdi. Hazret-i Dâvud: "Şehvetin kapısı neresidir?" diye sorunca, Hazret-i Süleyman: "Cinsel organdır" cevabını verdi. Hazret-i Dâvud: "Neslin kapısı neresidir?" diye sorunca, Hazret-i Süleyman: "Sulbtür" cevabını verdi. Hazret-i Dâvud: "Anlayış ve hikmetin kapısı neresidir?" diye sorunca, Hazret-i Süleyman: "Kalptir. Kalp düzgün olunca bunların hepsi düzgün olur, kalp bozuk olunca bütün bunlar bozuk olur" cevabını verdi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Ve Biz Dâvud'a Süleyman'ı lütfettik. O ne güzel kuldu! Çünkü o (Allah'a) çokça dönen idi. Hani ona öğleden sonra bir ayağını tırnağı üzere dikip üç ayağı üzere duran, hızlı koşan atlar sunulmuştu ve demişti ki: «Ben ancak hayır sevgisi ile meşgul iken Rabbimi anmaktan uzak kaldım.» Nihayet o perdenin arkasına girince; «Onları bana geri getirin» (dedi.) Boyunlarını ve ayaklarını sıvazlamaya başladı'" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: "Allah'a çok yönelmekten kastedilen çok namaz kılmaktır. Bir ayağını tırnağı üzere dikip üç ayağı üzere duranlar atlardır. Âyetteki hayır sevgisinden kasıt mal sevgisidir. Rabbini anmaktan uzak kaldığı vakitten kastedilen ikindi namazıdır. Perdenin arkasına girenden kastedilen ise Güneş'tir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre, "Bir ayağını tırnağı üzere dikip üç ayağı üzere duran, hızlı koşan atlar sunulmuştu" Hazret-i Süleymân'ın dilediği şekilde yaratılan atlar kastedilmiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, "Atların ön ayaklarından birisini tırnağı üzerine dikerken, üç ayağı üzerinde durması, (.....) kelimesinden ise hızlı giden atlar kastedilmiştir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) ve Katâde, (.....) âyetini açıklarken şöyle dediler: "Ayakta duran atların boyunlarına dürtülerek sürülmesidir. "Ben ancak hayır sevgisi ile meşgul iken Rabbimi anmaktan uzak kaldım..." buyruğundaki hayırdan kasıt maldır. Atlar da bu mala dahildir. Bu atlar Hazret-i Süleyman'ı namazdan alıkoymuş, bunun üzerine: "Vallahi, bir daha beni Allah'a ibadetten alıkoyamayacaksın" deyip arka ayaklarındaki sinirleri kesip boyunlarını vurdu." Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Avf der ki: "Bana bildirildiğine göre Hazret-i Süleyman'ın kestiği atlar kanatlıydı ve kendisi için denizden çıkarılmışlardı. Bu atlar ne ondan önce, ne de sonra kimseye verilmemiştir." İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Ben ancak hayır sevgisi ile meşgul iken Rabbimi anmaktan uzak kaldım" buyruğundaki hayırdan kasıt maldır. "Onları bana geri getirin (dedi.) Boyunlarını ve ayaklarını sıvazlamaya başladı" âyetinde, getirilmesini istediği şey atlardır. Boyunlarının ve ayaklarının sıvazlanması ise kılıçla kesilmesi mânâsındadır. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali: "Hazret-i Süleyman'ın kaçırdığı namaz ikindi namazıdır." İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr), "Nihayet o perdenin arkasına girince" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Âyette kastedilen perde, mahlukatı kuşatan mavi yakuttan bir perdedir. Bu perde sebebiyle gökyüzü mavidir ve ona mavi gökyüzü denir. Denizler de gökyüzü sebebiyle mavi olmuştur ve bu sebeple mavi deniz denilir." Ebû Dâvud'un Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), Tebuk veya Hayber gazvesinden dönmüştü. Âişe'nin bulunduğu yerin kapısında bir örtü vardı. Rüzgâr esip de Hazret-i Âişe'nin oynamakta olan kız bebeklerin bulunduğu yerdeki örtünün bir köşesini açınca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Âişe bu nedir?" diye sordu. Hazret-i Âişe: "Kızlarım" cevabını verdi. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), kızların arasında geriden iki kanadı olan bir at görünce: "Kızların arasında görmekte olduğum şey de nedir?" diye sordu. Hazret-i Âişe: "Bir at" cevabını verince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Peki atın üzerindeki şey nedir?" diye sordu. Hazret-i Âişe: " İki kanat" cevabını verince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "îki kanadı olan bir kısrak!" diye şaşkınlığını belirtti. Hazret-i Âişe: "Hazret-i Süleyman'ın kanatları olan atlarını işitmedin mi?" diye sorunca, Allah'ın Resûlü, o kadar güldü ki azı dişlerini gördüm. Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbrâhim et-Teymî, "Hani ona öğleden sonra bir ayağını tırnağı üzere dikip üç ayağı üzere duran, hızlı koşan atlar sunulmuştu" âyetini açıklarken: "Yirmi bin kanatlı at vardı ve Hazret-i Süleyman bunların hepsini boğazladı" demiştir. İbn İshâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, "Nihayet o perdenin arkasına girince" âyetini açıklarken: "Güneş, mavi bir yakutun arkasına girince gökyüzü maviye büründü" demiştir. İbn Ebî Şeybe'nin Musannef’te bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Halk, Hazret-i Süleyman'ın heybetinden dolayı kendisiyle konuşamazdı. İkindi namazını kaçırdığı halde hiç kimse onunla konuşup namazın geçtiğini söyleyemedi." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Ben ancak hayır sevgisi ile meşgul iken Rabbimi anmaktan uzak kaldım..." âyetini: "Beni, Rabbimi zikretmekten alıkoydular" şeklinde açıklamıştır. "Boyunlarını ve ayaklarını sıvazlamaya başladı" âyetini ise: "Atlara olan sevgisinden dolayı onların boyunlarını ve ayaklarını sıvazlamaya başladı" şeklinde açıklamıştır. Taberânî M. el-Evsat'ta, İsmâîlî Mu'cem'de ve İbn Merdûye'nin hasen senetle, Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), "Boyunlarını ve ayaklarını sıvazlamaya başladı" âyetini açıklarken: "Kılıçla boyunlarını ve ayaklarını kesti" buyurdu. 34"Andolsun, biz Süleyman'ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bıraktık. Sonra tövbe edip bize yöneldi." Firyâbî, Hakîm et-Tirmizî ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Andolsun, biz Süleyman'ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bıraktık. Sonra tövbe edip bize yöneldi" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Tahtındaki cesetten kastedilen, Şeytanın kırk gün boyunca tahtında oturup insanlar arasında hüküm vermesidir. Hazret-i Süleyman'ın Cerâde adında bir hanımı vardı ve onun ailesiyle bir kavim arasında husumet vardı. Hazret-i Süleyman bunlar arasında hak ile hüküm verdi, ancak haklı olan tarafın, hanımının ailesi olmasını temenni etti. Bu sebeple yüce Allah ona, kendisine bir musibet geleceğini vahyetti. Hazret-i Süleyman, bu belanın gökten mi, yoksa yerden mi geleceğini bilmiyordu." Nesâî, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Hazret-i Süleyman helaya gireceği zaman, yüzüğünü hanımına verdi. Cerâde, hanımları arasında en çok sevdiği hanımıydı. Şeytan Hazret-i Süleyman'ın sûretine girip Cerâde'ye: "Yüzüğü ver" dedi ve Cerâde yüzüğü verince onu alıp parmağına taktı. Şeytan yüzüğü takınca insanlar, cinler ve şeytanlar ona boyun eğdi. Hazret-i Süleymân helâdan çıkınca Cerâde'ye gelip: "Yüzüğümü ver" dedi. Cerâde: "Ben yüzüğü Süleyman'a verdim" karşılığını verince, Hazret-i Süleyman: "Ben Süleyman'ım" dedi. Cerâde: "Yalan söylüyorsun. Sen Süleyman değilsin" dedi. Hazret-i Süleyman kime gidip: "Ben Süleyman'ım" dese, kendisini yalanlıyordu. Hatta çocuklar bile onu taşlamaya başladılar. Bunu gören Hazret-i Süleyman, bu durumun Allah'tan olduğunu anladı. Şeytan da insanlar arasında hüküm vermeye başladı. Hazret-i Süleyman'a hükümranlığını geri vermeyi murâd ettiği zaman insanların kalblerine o şeytandan hoşlanmama duygusunu yerleştirdi. İnsanlar Hazret-i Süleyman'ın hanımlarına haber gönderip: "Süleyman'da garipsediğiniz bir durum görüyor musunuz?" diye sordular. Hanımları: "Evet, hayızlıyken bize yaklaşıyor. Daha önce böyle bir şey yapmazdı" cevabını verdiler. Şeytan, insanların farkına vardığını görünce, işinin bittiğini anladı ve içinde sihir ve küfür olan kitaplar yazıp, Hazret-i Süleyman'ın tahtının altına gömdüler. Sonra bu kitapları çıkarıp insanlara okuyarak: "Süleyman, bunlarla insanlara hükmedip onları alt ediyordu" dediler. Bunun insanlar Hazret-i Süleyman'ı tekfir ve hâlâ tekfir etmekteler. Yüzüğü alan Şeytan da yüzüğü gönderip denize attırdı. Bir balık yüzüğü aldı. Hazret-i Süleyman, deniz kenarında ücretle çalışıyordu. Bir adam gelip, içinde yüzüğü yutan balığın da bulunduğu bir miktar balık aldı ve Hazret-i Süleyman'ı çağırıp: "Bu balıkları benim için taşır mısın?" diye sordu. Hazret-i Süleyman: "Evet" cevabını verince, adam: "Kaça taşırsın?" diye sordu. Hazret-i Süleyman: "Bu balıklardan birisi karşılığında" deyip balıkları adamın evine taşıdı. Adam kapısının önüne gelince, Hazret-i Süleyman'a, karnında yüzük olan balığı verdi. Hazret-i Süleyman, balığın kamını yarıp içinde yüzüğü görünce, onu alıp parmağına taktı. Hazret-i Süleyman yüzüğü takınca, Cinler, insanlar ve şeytanlar kendisine boyun eğdi. Hazret-i Süleyman eski durumuna dönünce Şeytan denizdeki adalardan birine kaçtı. Hazret-i Süleyman aramaları için onun peşinden adam gönderdi. O, güçlü kuvvetli bir şeytân idi. Onu ele geçirmeye uğraştılarsa da güç yetiremediler. Nihayet bir gün onu uyur buldular, gelip üzerine kurşundan bir bina yaptılar. Şeytân uyanıp da sıçrayınca evin neresine sıçrasa üzerine kurşunlar bulaşmaya başladı. Böylece şeytânı yakalayıp bağladılar ve Hazret-i Süleyman'a getirdiler. Hazret-i Süleyman'ın emri ile o şeytân için mermerden bir tabut yontulup içine konuldu, sonra da bakırla kapatıldı. Hazret-i Süleyman'ın emri ile bu mermerden tabut denize atıldı. "Andolsun, biz Süleyman'ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bıraktık. Sonra tövbe edip bize yöneldi" âyetinde kastedilen, Şeytan'ın Hazret-i Süleyman'a musallat olmasıdır. Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Allah'ın Kitab'ındaki dört âyeti, Ka'bu'l-Ahbâr'a sormadan önce ne mânâya geldiğini bilmiyordum: "Bunlar mı daha üstün yoksa Tubba milleti ve onlardan öncekiler mi? Onları yok etmişizdir, çünkü onlar suçlu idiler" âyetindeki Tubba'dan neyin kastedildiği konusunda Kur'ân'da açıklama yoktur. Ka'b bu konuda şöyle dedi: "Tubba, bir kraldı ve kavmi kâhinlerden oluşuyordu. Kavmi arasında Kitab ehli olanlar da vardı ve kâhinler, Kitab ehlinden olanlara saldırıp onları öldürüyorlardı. Kitab ehli Tubba'ya: "Onlar (kâhinler, kehanette bulundukları şeylerde) bize yalan söylüyorlar" deyince, Tubba: "Eğer doğru söylüyorsanız bir kurban takdim edin. Hanginiz doğru söylüyorsa, ateş onun kurbanını yer" dedi. İki grup ta kurban takdim edince ateş, Kitab ehlinin takdim ettikleri kurbanı yedi. Bunun üzerine Tubba, Kitab ehline tâbi olup Müslüman oldıu. Bu sebeple yüce Allah Kur'ân'da onun kavmini zikretmiş, ama kendisinden bahsetmemiştir." Yine Ka'b'a: "Tahtının üstüne bir ceset bıraktık. Sonra tövbe edip bize yöneldi" âyetini sorunca şöyle dedi: "Şeytan, Hazret-i Süleyman'ın mülkü(nün alameti) olan yüzüğü alıp denize attı ve yüzük bir balığın karnına düştü. Hazret-i Süleyman gezerken o balık kendisine bağışlandı. Hazret-i Süleyman balığı pişirip yeyince yüzüğü balığın içinde buldu ve mülkü kendisine geri döndü." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Tahtının üstüne bir ceset bıraktık. Sonra tövbe edip bize yöneldi" âyetini açıklarken: "Bu, Sahr adındaki cindir ve Hazret-i Süleyman'ın sûretinde onun tahtına oturmuştu" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde der ki: "Hazret-i Süleyman'a Beytu'l-Makdis'i inşa etmesi emredildi ve: "Onu inşa et ve içinde demir sesi duyulmasın" denildi. Hazret-i Süleyman, demir sesi çıkarmadan Beytu'l-Makdis'i inşa etmek istedi, ama yapamayınca, kendisine: "Sahr adında bir şeytan var. Bu şeytan azgın birine benzer" denildi. Hazret-i Süleyman bu şeytânın getirilmesini istedi. Sahr adındaki bu şeytanın denizde, yedi günde bir kere su içmeye geldiği bir kaynak vardı. Bu kaynak suyu boşaltılıp yerine içki koydular. Şeytân su içmeye geldiği gün, pınarda içki olduğunu görünce: "Şüphesiz sen hoş bir içkisin. Şu kadar var ki halîm selîm kimseyi azdırır, bilgisizin bilgisizliğini arttırırsın" dedi ve sonra dönüp gitti. Nihayet çok susayınca tekrar kaynağa geldi ve: "Şüphesiz sen hoş bir içeceksin. Ancak iyi huylu kimseyi azdırır, bilgisizin bilgisizliğini arttırırsın" deyip ondan içti. Nihayet sarhoş olunca, Hazret-i Süleyman'ın mührü iki küreği arasına basıldı ve böylece Hazret-i Süleyman'ın âyeti altına girdi. Hazret-i Süleyman'ın hükümranlığı bu yüzüğünde idi. Şeytân Hazret-i Süleyman'a getirilince, Hazret-i Süleyman ona: "Bize şu Beyt'in inşâsı emrolundu ve bize: «Orada hiç bir demir sesi işitilmeyecek» denildi" dedi. Şeytan bir hüdhüd (ibibik) yumurtası getirdi, üzerine bir cam geçirdi. Hüdhüd gelip bu camın etrafında dolandı. Yumurtasını görüyor fakat ona ulaşamıyordu. Gidip bir elmas getirdi ve şişenin üzerine koyarak elmasla şişeyi kesti ve nihayet yumurtasına ulaştı. Bu elmas alındı ve onunla taşları kesmeye başladılar. Hazret-i Süleyman helâya veya banyoya girmek istediği zaman yüzüğü ile girmezdi. Bir gün Sahr adındaki Şeytan yanındayken hamama gitti. Hamama girerken de yüzüğünü şeytâna verdi. Şeytân da yüzüğü denize attı ve yüzüğü bir balık yuttu. Böylece Hazret-i Süleyman'ın hükümranlığı kendisinden alındı ve şeytâna Hazret-i Süleyman'ın benzerliği verildi. Şeytân gelip Hazret-i Süleyman'ın tahtına oturdu. Bu şeytan, kadınları dışında Hazret-i Süleyman'ın bütün mülküne sahip oldu ve Hazret-i Süleyman'ın tebaası içinde kırk gün hükmetti. Hazret-i Süleyman yüzüğü bir balığın karnında bulup gelince, onunla karşılaşan her cin ve kuş kendisine secde etti. Hazret-i Süleyman, tebaasının yanına gelince, "Tahtının üstüne bir ceset bıraktık. Sonra tövbe edip bize yöneldi" yani Sahr adındaki şeytanı bıraktık. Sonra Hazret-i Süleyman tövbe ederek Allah'a yöneldi." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Tahtının üstüne bir ceset bıraktık. Sonra tövbe edip bize yöneldi" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Âyetteki cesetten kastedilen, Âsaf adındaki bir şeytandır. Hazret-i Süleyman bu şeytana: "İnsanları nasıl fitneye düşürüyorsunuz?" diye sorunca, Şeytan: "Bana yüzüğünü göster, bildireyim" cevabını verdi. Hazret-i Süleyman yüzüğü ona verince, Âsaf denilen şeytan yüzüğü denize attı. Hazret-i Süleyman'ın hükümranlığı gitti ve kendisi de bir yolculuğa çıktı. Âsaf Hazret-i Süleyman'ın tahtına oturdu. Ancak Allah onu Hazret-i Süleyman'ın kadınlarından engelledi. Ne o kadınlara, ne de kadınlar ona yaklaşmadılar ve onu çirkin gördüler. Hazret-i Süleyman insanlardan yiyecek isteyip: "Beni tanımıyor musunuz? Ben Süleyman'ım" diyor ve onlar da kendisini yalanlıyorlardı. Nihayet bir gün bir kadın ona bir balık verdi. Hazret-i Süleyman balığın karnını temizlerken yüzüğünü o balığın karnında buldu ve hükümranlığı kendisine geri döndü ve Âsaf kaçıp denize girdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Hazret-i Süleyman'ın tahtına oturan Şeytanın adı Habakîk idi" demiştir. Taberânî M. el-Evsat'ta ve İbn Merdûye, zayıf isnâdla Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Süleyman b. Dâvud'un bir oğlu olunca, Şeytanlara: «Onu, nerede ölümden saklayabiliriz?» diye sordu. Şeytanlar: «Onu doğuya götürürüz» dediler. Hazret-i Süleyman: «Ölüm orada kendisine yetişir» deyince, şeytanlar: «Onu batıya götürelim» dediler. Hazret-i Süleyman: «Ölüm orada da kendisine yetişir» deyince, şeytanlar: «Onu denizlere götürelim» dediler. Hazret-i Süleyman: «Ölüm oradada kendisine yetişir» deyince, şeytanlar: «Onu gökle yer arasına koyalım» dediler. Ölüm meleği Hazret-i Süleyman'a inip: «Bir canı almakla görevlendirildim. Onu denizlerde aradım, yeryüzünün her köşesinde aradım, ama bulamadım. Semaya doğru yükselirken onu gökle yer arasında görüp aldım» dedi. Hazret-i Süleyman'ın oğlunun cesedi de gelip onun tahtına düştü. Yüce Allah'ın, «Andolsun, biz Süleyman'ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bıraktık. Sonra tövbe edip bize yöneldi»' âyeti buna işaret etmektedir. " İbn Sa'd'ın Vâkıdî'den bildirdiğine göre Ebû Ma'şer, el-Makburî'nin şöyle dediğini bildirir: Süleyman b. Dâvud: "Bu gece hanımlarımdan yüz tanesini dolaşacağım ve her biri Allah yolunda savaşacak bir savaşçı doğuracak" dedi ve istisna yapmadı (İnşallah demedi). Eğer istisna yapsaydı dediği olurdu. Bütün hanımlarını dolaşıp ilişi kurdu, ama hanımlarından sadece bir tanesi hamile kaldı ve o da yarım insan doğurdu. Hazret-i Süleyman için o yarım insandan daha sevgili bir şey yoktu. Hazret-i Süleyman'ın olan çocukları ölüyorlardı. Ölüm meleği, bir erkek sûretinde Hazret-i Süleyman'a gelince, Hazret-i Süleyman: "Eğer bu oğlumun eceli gelirse, onu sekiz gün erteleyebilir misin?" diye sordu. Ölüm meleği: "Hayır, ama eceli gelmeden üç gün önce sana haber veririm" karşılığını verdi. Ölüm meleği üç gün içinde tekrar gelince, Hazret-i Süleyman yanındaki cinlere: "Kim bu oğlumu saklar?" diye sordu. Birisi: "Ben onu doğuda saklarım" deyince, Hazret-i Süleyman: "Kimden saklayacaksın?" diye sordu. Cin: "Ölüm meleğinden" cevabını verince, Hazret-i Süleyman: "Ölüm meleği onu orada görür" dedi. Sonra bir başkası: "Ben onu batıda saklarım" deyince, Hazret-i Süleyman: "Kimden saklayacaksın?" diye sordu. Cin: "Ölüm meleğinden" cevabını verince, Hazret-i Süleyman: "Ölüm meleği onu orada görür" dedi. Sonra bir başkası: "Ben onu yerin yedinci katında saklarım" deyince, Hazret-i Süleyman: "Kimden saklayacaksın?" diye sordu. Cin: "Ölüm meleğinden" cevabını verince, Hazret-i Süleyman: "Ölüm meleği onu orada görür" dedi. Sonra bir başkası: "Ben onu görünmeyen iki bulut arasında saklarım" deyince, Hazret-i Süleyman: "Eğer (ölüm meleğinden saklanılacak) bir yer varsa burasıdır" dedi. Çocuğun eceli gelince, ölüm meleği yeryüzüne baktı, onu ne doğuda ne batıda ve de denizlerde bulabildi. Onu iki bulut arasında görünce gelip onu yakaladı ve Hazret-i Süleyman'ın tahtının üzerinde canını aldı. "Andolsun, biz Süleyman'ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bıraktık. Sonra tövbe edip bize yöneldi'" âyeti buna işaret etmektedir. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib der ki: Hazret-i Süleyman deniz kenarında oturmuş yüzüğüyle oynarken, yüzük denize düştü. Hazret-i Süleyman'ın hükümranlığının alâmeti yüzüğüydü. Yüzük denize düşünce Hazret-i Süleyman gitti ve bir Şeytan onun ailesinde kendisinin yerine geçti. Hazret-i Süleyman, ihtiyar bir kadına gidip sığınınca, ihtiyar kadın: "Eğer istersen, sen git çalış, ben ev işlerini yaparım, istersen sen ev işlerini yap ben dışarıda çalışayım" dedi. Hazret-i Süleyman çalışmak için gidince, balık avlayan bir topluluğun yanına gitti ve yanlarında oturdu. Onlar da Hazret-i Süleyman'a bir miktar balık verdiler. Hazret-i Süleyman bu balıkları alıp ihtiyar kadının yanına gidince, kadın balıkları temizlemeye başladı ve bir balığın karnını yarınca, yüzüğün karnında olduğunu gördü. Yüzüğü alıp Hazret-i Süleyman'a: "Bu nedir?" diye sorunca, Hazret-i Süleyman yüzüğü alıp parmağına taktı. Bunun üzerine Şeytanlar, cinler, insanlar, kuşlar ve vahşi hayvanlar Hazret-i Süleyman'a yöneldiler ve onun yerine geçen şeytan kaçıp denizdeki bir adaya gitti. Hazret-i Süleyman onun peşinden şeytanlar gönderince: "Bizim ona gücümüz yetmez. Bu şeytan, yedi günde bir denizdeki bir kaynağa gelip içiyor. Bu şeytan sarhoş olmadıkça kendisini yakalayamayız" dediler. Denizdeki bu kaynağa içki döküldü ve şeytan gelip kaynaktan içti. (Bu şeytanı yakalayıp getirdiklerinde) Hazret-i Süleyman kendisine yüzüğü gösterince, şeytan: "Emrini duydum ve itaat ettim" dedi. Hazret-i Süleyman onu bağlayıp bir dağa gönderdi. Söylendiğine göre bu Duhan (duman) dağıdır. Yine söylendiğine göre bu dağdan çıkan duman bu şeytanın nefesinden dolayı çıkmaktadır. Bu dağdan çıkan su ise onun idrarıdır." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre tahta bırakılan cesetten kastedilen bir şeytandır. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, "Tahtının üstüne bir ceset bıraktık. Sonra tövbe edip bize yöneldi" âyetini açıklarken şöyle dedi: Tahtın üstüne bırakılan cesetten kastedilen bir şeytandır. Hazret-i Süleyman hamama girince, yüzüğünü kendisine en çok güvendiği hanımlarından birinin yanına koydu. Şeytan bu kadına Hazret-i Süleyman'ın sûretinde gelip yüzüğü aldı. Hazret-i Süleyman hamamdan çıkıp: "Yüzüğü ver" deyince, kadın: "Onu sana verdim" karşılığını verdi. Hazret-i Süleyman: "Vermedin" dedi. Hazret-i Süleyman oradan ayrılınca şeytan gelip tahtına oturdu ve Hazret-i Süleyman da elli gece boyunca ağaç yapraklarını yiyerek kaçıp oradan uzaklaştı. İsrâiloğulları Hazret-i Süleyman'ın yerine geçen şeytanın durumunu garipseyip birbirlerine: "Kralınızın durumunda garip bir şeyler görmüyor musunuz?" dediler. Bazıları: "Vallahi, bunu size haber verecek olanlar hanımlarıdır. Onlara sorunuz, eğer dediğiniz gibiyse bir belaya maruz kaldık demektir" deyince, Hazret-i Süleyman'ın hanımlarına sordular. Onlar: "Evet vallahi, onu biz de garipsiyoruz" dediler. Bir müddet geçince Hazret-i Süleyman deniz kenarına gitti ve balık avlayan balıkçılar gördü. Balıkçılar çok balık avladılar ve bazılarını beğenmeyip attılar. Hazret-i Süleyman balıkçıların yanına gidip onlardan yemek isteyince, kendisine en kötüleri olan o balıkları attılar. Hazret-i Süleyman: "Hayır, bana bundan yediriniz" deyince, kabul etmediler. Hazret-i Süleyman: "Bana yediriniz. Ben Süleyman'ım" deyince, içlerinden biri kızarak kalkıp kendisine sopayla vurdu. Hazret-i Süleyman, attıkları o balıkların yanına gidip iki tanesini aldı ve denize gitti. Onları yıkayıp birinin karnını yarınca, yüzüğü gördü ve alıp parmağına taktı, böylece hükümranlığı kendisine geri döndü. Balıkçılar koşarak yanına gelince: "Ama daha önce bana yemek vermenizi söyledim, siz yedirmediniz ve beni dövdünüz. Sizden sâdır olan işten dolayı da sizi yerecek, özür dilemenizden dolayı sizi övecek değilim" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Hazret-i Süleyman helâya gireceği zaman yüzüğünü en çok sevdiği hanımına verirdi. Helâdan çıkıp abdest alınca ise yüzüğü alıp takardı. Bir gün helâya girerken yüzüğünü hanımına verdi ve bir müdet sonra bir şeytan Hazret-i Süleyman'ın sûretinde, onun hanımına görününce, kadın yüzüğü kendisine verdi. Şeytan yüzüğü alınca korktu ve götürüp denize attı. Yüzüğü bir balık kapıp yuttu. Hazret-i Süleyman helâdan çıkıp hanımından yüzüğü isteyince: "Onu sana verdim" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Süleyman bir belaya çarptırıldığını anladı ve mülkünü terk edip oradan ayrılarak deniz tarafına gitti. Hazret-i Süleyman acıkmaya başlayınca, bir gün önce balık yakalayıp attıkları ve o gün yakaladıkları da önlerinde duran balıkçıların yanına gitti. Onların yanında durup: "Allah size bereket versin. Bana yemek veriniz. Ben aç bir yolcuyum" dedi; ama ona dönüp bakmadılar. Hazret-i Süleyman aynı şeyleri tekrar söyleyince, içlerinden bir adam başını kaldırıp: "Git ve şu balıklardan bir tanesini al" dedi. Hazret-i Süleyman gidip en kötü balığı aldı ve baktığında balığın koktuğunu gördü. Balığı denize götürüp yıkayarak karnını yarınca, yüzüğünün balığın karnında olduğunu gördü. Allah'a hamd edip parmağına takınca, etrafındaki her şey onun ordusu olduğunu söyledi. Balıkçılar bu durumdan korkup Hazret-i Süleyman'ın üzerine yürüyünce, aralarına bir engel konuldu ve kendisine yetişemediler. Böylece Yüce Allah Hazret-i Süleyman'a mülkünü geri verdi. Abd b. Humeyd ve Hakîm et-Tirmizî'nin Ali b. Zeyd vasıtasıyla bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb der ki: "Hazret-i Süleyman insanlardan üç gün gizlendi. Allah Hazret-i Süleyman'a: "Ey Süleyman! İnsanlardan üç gün gizleniyorsun da, kullarımın işlerine bakmıyor ve mazluma, zalimden hakkını almıyorsun" diye vahyetti. Hazret-i Süleyman'ın hükümranlığının alameti yüzüğüydü ve helâya gireceği zaman onu yatağının altına koyardı. Bir gün yüzüğü yatağının altına koyup helâya girince, Şeytan gelip yüzüğü aldı. Bunun üzerine insanlar Şeytana yönelince Hazret-i Süleyman: "Ey insanlar! Ben Süleyman'ım. Ben Allah'ın peygamberiyim" dedi, ama insanlar onu iteklediler. Hazret-i Süleyman kırk gün işçilik yaparak geçindi ve sonunda bir gemi halkına gidince, kendisine bir balık verdiler. Hazret-i Süleyman balığın karnını yarınca yüzüğün orada olduğunu gördü ve onu parmağına taktı. Sonra gelip perçeminden tutarak: "Ey Rabbim! Bana, benden sonra hiç kimseye verilmeyecek bir mülk ver" diye dua etti. Hazret-i Süleyman'ın yerine geçen Şeytandan ilk şüphelenenler hanımlarıydı. Hanımları birbirlerine: "Siz de bizim gibi şüpheleniyor musunuz?" deyince, diğerleri: "Evet" dediler. Şeytan onlara hayızlıyken yaklaşıyordu. (Ravi) Ali der ki: Bunu Hasan(-ı Basrî)'ye anlattığımda: "Allah şeytanı Hazret-i Süleyman'ın hanımlarına musallat etmemişti" karşılığını verdi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Abdurrahman b. Râfi der ki: Allah'ın Resûlü, Süleyman b. Dâvud'un maruz kaldığı fitneden bahsedip şöyle buyurdu: "Hazret-i Süleyman'ın kavmi arasında Hattâb oğlu Ömer'e benzeyen birisi vardı. Bu kişi, Süleyman'ın yerine geçen einnin halinden şüphelenince, Süleyman'ın hanımlarının en faziletlilerine haber gönderip: «Kocanızın herhangi bir durumunu garipsiyor musunuz? Çünkü biz ondan şüpheleniyoruz» diye sordu. Hanımları: «Evet, daha önce hayızlıyken bize yaklaşmazdı. Bu ise hayızlıyken bize yaklaşıyor» deyince, bu kişi kılıcını alıp, cintıi öldürmek için bir yerde oturarak beklemeye başladı. Bu sırada Yüce Allah Süleyman'a hükümranlığını iade etti ve Süleyman gidip adamı oturduğu yerde gördü, adanı, Süleyman'a neden orada oturduğunu söyledi." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Andolsun, biz Süleyman'ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bıraktık. Sonra tövbe edip bize yöneldi"' âyetini açıklarken şöyle dedi: "Tahta bırakılan ceset, Hazret-i Süleyman'ın yüzüğünü alıp denize atan şeytandır. Hazret-i Süleyman'ın hükümranlığının alameti yüzüktür. Yüzüğü alan bu şeytanın adı Sahr idi." İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre tahta bırakılan cesetten kastedilen, Sahr adındaki şeytandır. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî, "Andolsun, biz Süleyman'ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bıraktık. Sonra tövbe edip bize yöneldi" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Şeytan, kırk gün boyunca Hazret-i Süleyman'ın tahtına oturduğu zaman, Hazret-i Süleyman'ın yüz hanımı vardı ve bunlardan birinin adı Cerâde idi. Hazret-i Süleyman bu kadını diğer hanımlarından üstün tutar ve kendisine en çok güvenirdi. Hazret-i Süleyman cünüp olduğu veya helaya gideceği zaman yüzüğü çıkarır, bu hanımından başkasına vermeye güvenmezdi. Bir gün bu hanımı Hazret-i Süleyman'a gelip: "Kardeşimle falan kişi arasında husumet vardır. Ben de kardeşim yanına gelince onun lehine hüküm vermeni istiyorum" deyince, Hazret-i Süleyman: "Olur" dedi; ama hanımının dediğini yapmadı. Sonra imtihan edileceği zaman, yüzüğü hanımına verip helâya girdi. Şeytan Hazret-i Süleyman'ın suretinde çıkıp hanımına: "Yüzüğü ver" deyince, Hazret-i Süleyman'ın hanımı yüzüğü ona verdi ve şeytan gelip Hazret-i Süleyman'ın tahtına oturdu. Süleyman helâdan çıkıp, hanımından yüzüğü isteyince, hanımı: "Onu daha önce almadın mı!" dedi. Hazret-i Süleyman: "Hayır" dedi ve oradan şaşkın bir şekilde ayrılıp gitti. Şeytan da kırk gün boyunca insanlar arasında hüküm vermeye başladı. İnsanlar şeytanın verdiği hükümleri garip bulunca, İsrâiloğullarının hafızları ve âlimleri bir araya gelip, Hazret-i Süleyman'ın hanımlarının yanına girdiler ve: "Biz bunda bir gariplik görüyoruz" dediler. Sonra Şeytan'ın yanına gittiler ve ona kin beslemeye başladılar. Sonra Tevrat'ı açıp okumaya başladılar. Bu sırada şeytan, elinde yüzükle uçup yüksek bir yere kondu. Sonra uçup denize gitti ve yüzük denize düştü, bir balık ta yüzüğü yuttu. Hazret-i Süleyman o durumdayken, aç bir şekilde denizden balık avlayan balıkçıların yanına gelip avladıkları balıklardan kendisine yedirmelerini istedi. Balıkçılar kendisine iki balık verince, denizin kenarına gelip karınlarını yardı ve yüzüğü birinin karnında bulup parmağına taktı. Böylece Allah kendisine mülkünü iade edince, Hazret-i Süleyman Şeytanı getirtti ve onu demir bir sandığa kilitleyip yüzüğüyle mühürledi. Sonra emredip sandığı denize attırdı. Şeytan kıyamet gününe kadar orada kalacaktır. Bu şeytanın adı da Habekîk idi." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk, "Sonra ... yöneldi" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Hazret-i Süleyman, balık satan bir kadının yanına girip bir balık satın aldı ve karnını yarınca yüzüğü balığın karnında buldu. Yüzüğü bulduktan sonra, mülküne ve ailesine varıncaya kadar hangi ağacın, taşın veya başka bir şeyin yanından geçse kendisine secde ediyordu. Âyetteki yönelmekten kastedilen de Hazret-i Süleyman'ın ailesine dönmesidir. 35"Süleyman, «Ey Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra kimseye lâyık olmayacak bir mülk (hükümranlık) bahşet! Şüphesiz sen çok bahşedicisin!» dedi." İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd Müsned'de, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Seleme b. el-Ekva'nın: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ne zaman dua etse: «Sübhâne Rabbiye'l-aliyyi'l-a'lel-Vehhâb (=İhsanı bol olan yüce Rabbimi noksanlıklardan tenzih ederim)» tesbihiyle başlardı" dediğini bildirir.' Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Ey Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra kimseye lâyık olmayacak bir mülk (hükümranlık) bahşet"' âyetini: "Hayatımın kalan kısmında, daha önce benden çekilip alındığı gibi alınmayacak bir mülk ver" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Ey Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra kimseye lâyık olmayacak bir mülk (hükümranlık) bahşet" âyetini: "Hayatımın kalan kısmında, daha önce benden çekilip alındığı gibi alınmayacak bir mülk ver" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Namaz kılarken, şeytan bir kedi kılığında karşıma çıkınca onu yakaladım ve sabaha kadar hapsetmek istedim. Kardeşim Süleyman'ın «Ey Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra kimseye lâyık olmayacak bir mülk (hükümranlık) bahşet» şeklindeki duasını hatırlayıp onu bıraktım." Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Nesâî, Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l- Usul'da ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Dün akşam, cinlerden İfrit namazımı bozdurmak için aniden karşıma çıktı. Allah bana imkan verdi ve kendisini yakaladım. Sabah olunca hepinizin görmesi için onu Mescid'in direklerinden birine bağlamak istedim, ama kardeşim Süleyman'ın «Ey Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra kimseye lâyık olmayacak bir mülk (hükümranlık) bahşet» şeklindeki duasını hatırlayıp onu alçalmış bir şekilde serbest bıraktım. " Abd b. Humeyd'in Saîd b. el-Müseyyeb'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ben namaz kılarken Şeytan karşıma çıkınca, onu boğmak için boğazından tuttum. Hatta dilinin serinliğini işaret parmağımda hissettim. Allah Süleyman'a merhamet etsin. Eğer onun duası olmasaydı, o şeytanı sabaha kadar bağlı tutardım ve siz de onu seyrederdiniz." Ahmed'in Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkıp sabah namazına başlayıp kıraate başlayınca, okuduğu âyetlerde şaşırdı. Namaz bitince ise şöyle buyurdu: "Eğer benimle İblis'i görseydiniz, ona el attım ve boğmak için boğazından yakaladım. Hatta salyasının serinliğini işaret parmağı ve yanındaki parmağımda hissettim. Eğer kardeşim Süleyman'ın duası olmasaydı, sabaha kadar Mescid'in direklerinden birinde bağlı kalırdı ve Medine çocukları onunla eğlenirlerdi." Abd b. Humeyd ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Saîd el-Hudrî Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Sabah namazı için çıktığımda, şeytan beni Mescid'in kapısında karşıma çıktı ve beni sıkıştırdı. Hatta saçlarının bana değmesini hâlâ hisediyorum. Onu yakalayıp boğdum, hatta dilinin serinliğini hâlâ elimde hissediyorum. Eğer kardeşim Süleyman'ın duası olmasaydı, sabah onu ölü olarak bulurdunuz ve seyrederdiniz." Ahmed, Abd b. Humeyd, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Şeytan yanımdan geçerken onu yakaladım ve boğdum. Hatta dilinin serinliğini elimde hissettim. Bana: «Canımı acıttın, canımı acıttın» dedi. Eğer Süleyman'ın duası olmasaydı Mescid'in direklerinden birine bağlı olarak sabahlardı ve Medine çocukları onu seyrederlerdi. " İbn Merdûye'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kılarken bir şeytan görünce onu alıp boğdu. Hatta dilinin serinliğini elinde hissetti ve: "Eğer kardeşim Süleyman'ın duası olmasaydı, insanların onu görmesi için sabaha kadar bağlı kalırdı" buyurdu. İbn Merdûye'nin Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Eve girdiğimde kapının arkasında bir şeytanın olduğunu görüp onu boğdum. Hatta dilinin serinliğini elimde hissettim. Eğer salih kulun duası olmasaydı Bakî mezarlığında insanların onu görmesi için sabaha kadar bağlı kalırdı. " Müslim, Nesâî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) namaza durunca, onun: "Senden Allah'a sığınırım" dediğini sonra da üç kere: "Seni Allah'ın lânetiyle lanetlerim" diyerek bir şeyi tutmak ister gibi elini uzattığını gördük. Namazı bitirince biz: "Ey Allah'ın Resûlü! Namazda, bundan önce hiç duymadığımız bir şeyi söylediğini işittik ve gördük ki elini uzattın" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah düşmanı İblis, benim yüzüme atmak için ateşten bir kor getirdi. Ben üç kere: «Senden Allah'a sığınırım» dedim, sonra da: «Allah'ın en büyük laneti ile seni lanetlerim» dedim. Üç keresinde de geri çekilmedi. Sonra onu yakalamak istedim. Allah'a yemin ederim ki şayet kardeşimiz Süleyman'ın duası olmasaydı, Medine halkı çocuklarının oynayacağı şekilde bağlı kalırdı." Taberânî'nin Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Şeytan önümden geçmek isteyince onu boğdum. Hatta dilinin serinliğini elimde hissettim. Vallahi! Eğer kardeşim Süleyman'ın onun hakkındaki duası olmasaydı, Medine çocuklarının onu görmesi için Mescid'in direklerinden birine bağlanırdı, " Hâkim Müstedrek'te, Ömer b. Ali b. Hüseyin'in şöyle dediğini bildirir: Kardeşim Ebû Câfer ile yürürken: "İddia edildiğine göre Hazret-i Süleyman, Rabbinden kendisine mülk verilmesini istedi" dediğimde, bana şöyle karşılık verdi: "Babam, babasından, o da Hazret-i Ali'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu söyledi: "Yüce Allah, geçmiş peygamberlerin ümmetlerinden hiçbir kralı, Hazret-i Süleyman'ın ümmeti arasında kaldığı kadar uzun süre bırakmadı." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih, Hazret-i Süleyman'ın mülkünün büyüklüğünden bahsedip şöyle dedi: "Onun ağılında on iki bin at vardı, her öğle yemeğinde, koçlar, kuşlar ve av hayvanları dışında yetmiş besili öküz keser ve altmış kafiz yemek kullanırdı." Vehb'e: "Malı bu kadar çok muydu?" diye sorulunca: "İsrâiloğullarının başına bir kral geldiği zaman, bu krallar, İsrâiloğullarına köleleri olmasını ve mallarının da kendisinin olmasını, bu mallardan dilediğini alabileceği ve dilediğini bırakacağını şart koşardı" cevabını verdi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Hâlid el-Becelî der ki: Bana bildirildiğine göre bir gün Hazret-i Süleyman bir törene katıldı ve tahtını koyup oturdu. Sağına soluna kürsüler konuldu ve insanlar bu kürsülere oturdular, cinler de onların arkasında, şeytanların ileri gelenleri de cinlerin arkasında oturdular. Hazret-i Süleyman kuşları çağırdı ve kanatlarıyla kendilerine gölge yaptılar. Bir yere gitmek isteyince rüzgara: "Bizi taşı!" dedi ve o tahtındayken rüzgar onları taşıdı. Bu sırada birbirleriyle sohbet ediyorlar ve hiçbir kürsü sarsılmıyordu. Kuşlar da kendilerine gölge yapıyorlardı. Hazret-i Süleyman'ın bulunduğu topluluğun gelişi uzaktan işitilirdi. Bu sırada İsrâiloğullarından bir adam, elinde çapayla ekininde çalışıyordu. Bu adam elindekini bırakıp bir kap alarak boynuna bağladı ve yola çıktı. Rüzgarın götürdüğü Hazret-i Süleyman tahtından bakınca yola koyulmuş adamı görüp, kendi kendine: "Şu telaşlı adamın bir ihtiyacı olmalı" dedi ve onun hizasına geldiklerinde rüzgara: "Beni durdur!" diye emir verdi. Rüzgar, Hazret-i Süleyman ve ordusunu durdurunca, adam yorgun bir şekilde Hazret-i Süleyman'ın yanına geldi. Hazret-i Süleyman adamın yorgunluğunun geçmesini bekledikten sonra: "Bir ihtiyacın var mı?" diye sordu. Adam: "Ey Allah'ın Resûlü! İhtiyaç beni buraya getirdi. Allah'ın, sana daha önce kimseye vermediği, senden sonra da kimseye vermeyeceği bir mülk verdiğini gördüm. Şimdiye kadar mülkünden geçip gitmiş olanları nasıl buldun?" diye karşılık verdi. Hazret-i Süleyman: "Sana söyleyeyim. Ben uyurken bir rüya gördüm, sonra uyanınca bu rüyanın yok olduğunu gördüm (işte giden malım da böyledir)" karşılığını verince, adam: "Bundan başka bir şey değildir. Şimdiye kadar mülkünden geriye kalanı nasıl görüyorsun?" diye sorunca ise, Hazret-i Süleyman: "Bana, görmediğim bir şeyi soruyorsun" karşılığını verdi. Adam: "Sana sorduğum, bu saattir" deyip arkasını dönerek gitti. Hazret-i Süleyman, adamın ardından bakıp, kendisine söylediklerini düşünmeye başladı. Sonra rüzgara: "Bizi götür" deyince, rüzgar kendilerini götürdü, "...emriyle istediği yere yumuşacık cereyan ederdi'" buyruğundaki yumuşacık sözü, ne şiddeti, ne de çok yavaş değil, vasat bir şekilde götürmesidir. Allah bu rüzgarın esmesi konusunda, "Gündüz estiğinde bir aylık mesafeye gidip, akşam da bir aylık mesafeden gelen rüzgarı Süleyman'ın âyeti altına verdik" buyurmaktadır. Yani ne Hazret-i Süleyman'ı rahatsız edecek kadar hızlı, ne de onu yoracak kadar yavaş esiyordu. İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in Selmân b. Âmir eş-Şa'bânî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Hazret-i Süleyman'ı ve Yüce Allah'ın ona kadar mülk vediğini gördünüz mü? Buna rağmen Hazret-i Süleyman Allah korkusundan dolayı vefat edene kadar başını kaldırıp gökyüzüne bakmamıştır." İbn Ebî Hâtim'in İbn Amr'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hazret-i Süleyman, kendisine verilen bunca mülke rağmen Allah korkusundan dolayı, başını kaldırıp gökyüzüne bakmamıştır" buyurdu. Ahmed'in Zühd'de bildirdiğine göre Atâ der ki: "Hazret-i Süleyman kendi eliyle sepet yapar, kendisi hurma ile arpa ekmeği yer. İsrâîloğullarına da beyaz undan yapılmış ekmek yedirirdi." Hakîm et-Tirmizî'nin Nevâdiru'l-Usul'da bildirdiğine göre Dahhâk der ki: "Süleyman b. Dâvud yılanlardan, açığa çıkmamaları, açığa çıkan yılanın da öldürülmesinin helal sayılacağı konusunda söz almıştı. 36Bkz. Ayet:40 37Bkz. Ayet:40 38Bkz. Ayet:40 39Bkz. Ayet:40 40"Biz de rüzgârı onun buyruğuna verdik. Rüzgâr, onun emriyle dilediği yere hafif hafif eserdi. Bina ustası olan ve dalgıçlık yapan her bir şeytanı, bukağılara bağlı olarak diğerlerini de, onun emrine verdik. «İşte bu bizim ihsanımızdır. Artık sen de (istediğine) hesapsızca ver yahut verme» dedik. Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır." Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usul'da, İbnu'l-Münzir ve İbn Asâkir'in Sâlih b. Mismâr'dan bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud vefat edince, Yüce Allah Hazret-i Süleyman'a: "Bana isteğini söyle" diye vahyetti. Hazret-i Süleyman: "Babamın kalbinin senden korktuğu gibi, benim de kalbimin senden korkmasını sağlamanı, babamın kalbinin seni sevdiği gibi benim kalbimin de seni sevmesini sağlamanı istiyorum" deyince, Yüce Allah: "Kuluma, ihtiyacını sordum, o, kalbinin benden korkmasını ve beni sevmesini sağlamamı istedi. Ona, kendisinden sonra hiç kimseye verilmeyen bir mülk vereceğim" buyurdu. Yüce Allah bu konuda, "Biz de rüzgârı onun buyruğuna verdik. Rüzgâr, onun emriyle dilediği yere hafif hafif eserdi. Bina ustası olan ve dalgıçlık yapan her bir şeytanı, bukağılara bağlı olarak diğerlerini de, onun emrine verdik" buyurmaktadır. Yüce Allah ona verdiğini verdi, âhirette de kendisini hesaba çekmeyecektir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Biz de rüzgârı onun buyruğuna verdik..." âyetini açıklarken: "Hazret-i Süleyman, dua ettiği zaman, rüzgar ve şeytanlar henüz emrine verilmemişti" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: "Hazret-i Süleyman atları kesince, Yüce Allah kendisine o atlardan daha hayırlısını verdi, rüzgârı onun emrine verdi ve bu rüzgar hızlı bir şekilde Hazret-i Süleyman'ı dilediği yere götürdü. Âyette geçen rüzgarın hafif hafif esmesi, ne fırtına şeklinde, ne de çok yavaş bir şekilde değil, ikisi arasında bir ayarda esmesidir." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre âyette geçen hafif hafif esmekten kasıt, rüzgarın rahvan şekilde esmesidir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Biz de rüzgârı onun buyruğuna verdik. Rüzgâr, onun emriyle dilediği yere hafif hafif eserdi" âyetini açıklarken: "Hazret-i Süleyman'ın emrine itaat ederek onun dilediği yere eserdi" demiştir. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk, "Biz de rüzgârı onun buyruğuna verdik. Rüzgâr, onun emriyle dilediği yere hafif hafif eserdi" âyetini açıklarken: "Hazret-i Süleyman'ın emrine itaat ederek onun dilediği yere eserdi" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Biz de rüzgârı onun buyruğuna verdik. Rüzgâr, onun emriyle dilediği yere hafif hafif eserdi" âyetini açıklarken: "Rüzgar eziyet vermeyecek bir şekilde Hazret-i Süleyman'ın dilediği yere eserdi" demiştir.' Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde der ki: "Biz de rüzgârı onun buyruğuna verdik. Rüzgâr, onun emriyle dilediği yere hafif hafif eserdi"" âyetinden kastedilen, rüzgarın hafif hafif Hazret-i Süleyman'ın dilediği yere esmesidir. "Bina ustası olan ve dalgıçlık yapan her bir şeytanı, bukağılara bağlı olarak diğerlerini de, onun emrine verdik" âyetinden kastedilen ise şeytanların, Hazret-i Süleyman'ın dilediği kaleleri ve heykelleri yapmalarıdır. Şeytanlar dalgıçlık yaparak denizden süs eşyaları çıkarırlardı. Azgın olan diğer şeytanlar da bukağılara bağlı olarak Hazret-i Süleyman'ın emrine verilmişti. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki: "Âyette geçen hafif hafif esmekten kastedilen, rüzgarın rahatsız etmeyecek bir şekilde esmesidir.. "Bina ustası olan ve dalgıçlık yapan her bir şeytanı, bukağılara bağlı olarak diğerlerini de, onun emrine verdik" âyetinden kastedilen ise şeytanların süs çıkarmak için denize dalmasıdır. Şeytanlar Hazret-i Süleyman'a suyun üzerinde bir saray yaptılar. Hazret-i Süleyman: "Ona hiçbir el dokunmadan yıkınız" deyince, sarayı mancınıklarla yıktılar. Onlardan sonra bu yaptıkları mancınıkları bizler de kullanmaya başladık. Kırbacı da onlardan sonra kullanmaya başladık. Hazret-i Süleyman cinlere odunlarla vurup ellerini ve ayaklarını kırardı. Cinler: "Canımızı yak, ama bizi kırmasan olmaz mı?" deyince, Hazret-i Süleyman: "Olur" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Süleyman'a kırbaç yapmayı ve altın ve gümüşü işlemeyi öğrettiler. Hazret-i Süleyman cinlere emredince sütü altınla karıştırdılar, sonra emretti ve bu süt, Belkıs'ın atlarının ayakları altına konulan camın altına döküldü. Hazret-i Süleyman, Beytu'l-Makdis'i yapacağı zaman şeytanı denizden çıkarınca, şeytan: "Bana bir ibibik yumurtası bulun" dedi. Sonra: "Yumurtanın üzerine cam geçirin" dedi. İbibik gelip bu camın etrafında dolandı. Yumurtasını görüyor fakat ona ulaşamıyordu. İbibik, gidip odun kesmeye yarayan alete benzer (elmastan yapılmış) bir şey getirdi ve camı kesip yumurtasına ulaştı. Bu elmas alındı ve bu elmasla yontulmuş taşlar ve mancınıklarla Beytıı'l-Makdis'i yapmaya başladılar. Denizde bir hazine vardı. (Şeytanlar) Hazret-i Süleyman'a bu hazinenin yerini gösterdiler. İddia edildiğine göre Hazret-i Süleyman, kendisine verilen Dünya mülkü sebebiyle diğer peygamberlerden kırk yıl sonra Cennete girecektir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "İşte bu bizim ihsanımızdır" âyetini açıklarken: "Yüce Allah, âyetlerde bahsedilen ihsanları, Hazret-i Süleyman'a yüzüğü kendisine iade ettikten sonra vermiştir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Artık sen de (istediğine) hesapsızca ver yahut verme" âyeti: "Cinlerden dilediğini azad et, dilediğini etme" mânâsındadır. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "İşte bu bizim ihsanımızdır. Artık sen de (istediğine) hesapsızca ver yahut verme..." âyetini: "Sana verdiğimiz mülk bizim sana olan ihsanımızdır. Bundan dilediğini (istediğine) ver, istediğine de verme. Bundan dolayı da sana hesap yoktur" şeklinde açıklamıştır. Katâde der ki: "Âyette kastedilen şeytanlardır. Bunlardan dilediğini bağla ve azab et, dilediğini serbest bırak ve onları istihdam et. Bundan dolayı hesaba çekilmezsin" mânâsındadır. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Artık sen de (istediğine) hesapsızca ver yahut verme" âyetini: "Bunda senin için bir sıkıntı yoktur. Dilersen vermezsin, dilersen verirsin" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime âyeti: "Verdiğin ve vermediğin şeylerden dolayı hesaba çekilmeyeceksin" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime der ki: "Allah, kula verdiği her nimetin şükrünü sorar. Sadece Süleyman b. Dâvud bunun dışındadır. Yüce Allah ona, "işte bu bizim ihsanımızdır. Artık sen de (istediğine) hesapsızca ver yahut verme" buyurmuştur." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: "Allah, kula verdiği her nimetin hesabını sorar. Sadece Süleyman b. Dâvud bunun dışındadır. Allah ona güzel bir ihsanda bulunmuş ve "İşte bu bizim ihsanımızdır. Artık sen de (istediğine) hesapsızca ver yahut verme..."buyurmuştur. Eğer Hazret-i Süleyman, bu ihsandan verecek olursa ecir kazanır, vermeyecek olursa ise bundan dolayı hesaba çekilmez." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen, " âyeti, "varılacak güzel yer" mânâsındadır. İbnu'l-Münzir'in Ebû Sâlih'ten bildirdiğine göre (.....) kelimesi yakınlık, (.....) âyeti ise, "Dönülecek güzel yer" mânâsındadır. 41Bkz. Ayet:44 42Bkz. Ayet:44 43Bkz. Ayet:44 44"(Ey Muhammed!) Kulumuz Eyyûb'u da an. Hani o, Rabbine, «Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu» diye seslenmişti. Biz de ona, "Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içecek soğuk bir su" dedik. Biz ona tarafımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine bir öğüt olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir o kadarını bahşettik. Şöyle dedik: «Eline bir demet sap al ve onunla vur, yeminini bozma.» Gerçekten biz Eyyûb'u sabreden bir kimse olarak bulduk. O ne güzel bir kuldu! O, Allah'a çok yönelen bir kimse idi." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "(Ey Muhammed!) Kulumuz Eyyûb'u da an. Hani o, Rabbine, «Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu» diye seslenmişti"' âyetini açıklarken şöyle dedi: "Âyetten kastedilen ailesinin ve malının yok olması ve hastalanmasıdır. Hazret-i Eyyub, yedi yıl ve birkaç ay boyunca bu hastalığa tutuldu ve İsrâiloğularının çöplüğüne atıldı. Bu sırada hayvanlar onun cesediyle oynuyordu. Yüce Allah, ondan bu felâketi kaldırdı. Ecrini daha büyüttü ve ihsanlarda bulundu." Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in Katâde'den bildirdiğine göre "(Ey Muhammed!) Kulumuz Eyyûb'u da an. Hani o, Rabbine, «Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu" diye seslenmişti" âyetindeki yorgunluktan kasıt Hazret-i Eyyûb'un bedenine verilen hastalık, azabdan kasıt ise malını yok olmasıdır. Ahmed Zühd'de, İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Şeytan semaya yükselip: "Ey Rabbim! Beni Eyyûb'a musallat et" deyince, Yüce Allah: "Sen, onun malına ve çocuklarına musallat ettim. Bedenine ise musallat etmedim" buyurdu. Şeytan inip askerlerini topladı ve: "Allah beni Eyyûb'a musallat etti. Bana gücünüzü gösterin" dedi. Şeytanlar ateş ve suya dönüştüler. Şeytan, askerlerinden birini Hazret-i Eyyûb'un ekinine, birini develerine, birini sığırlarına, birini de koyunlarına gönderip: "O ancak sizden iyilikle korunabilir. Şeytanlar Hazret-i Eyyûb'a üstüste belalarla geldiler. Ekinlere giden şeytan: "Ey Eyyûb! Rabbini görmedin mi! Ekinine ateş gönderip yaktı" dedi. Sonra develere gönderilen şeytan gelip: "Ey Eyyûb! Rabbini görmedin mi! Develerine düşman gönderdi ve bu düşman onları alıp gitti" dedi. Sonra sığırlara gönderilen şeytan gelip: "Ey Eyyûb! Rabbini görmedin mi! Sığırlarına düşman gönderdi ve bu düşman onları alıp gitti" dedi. Sonra koyunlara gönderilen şeytan gelip: "Ey Eyyûb! Rabbini görmedin mi! Koyunlarına düşman gönderdi ve bu düşman onları alıp gitti" dedi. Hazret-i Eyyûb, oğullarını en büyüklerinin evinde topladı ve beraberce yemek yerlerken bir kasırga çıkıp evin direklerini devirip evi başlarına yıktı. Şeytan, kulaklarında iki küpe olan bir çocuk sûretinde gelip: "Ey Eyyûb! Rabbini görmedin mi! Çocuklarını en büyüklerinin evinde toplayıp, onlar yemek yerken evin direklerini devirip evi başlarına yıktı. Onların kanlarının ve etlerinin yemeklerine ve içeceklerine karışmasını bir görseydin" dedi. Hazret-i Eyyûb: "Sen neredeydin?" diye sorunca, şeytan: "Ben de onlarlaydım" karşılığını verdi. Hazret-i Eyyûb: "Sen nasıl kurtuldun?" diye sorunca ise: "Kurtuldum işte" cevabını verdi. Hazret-i Eyyûb: "Sen Şeytansın" deyip şöyle devam etti: "Ben bu gün, annemin beni doğurduğu günkü gibiyim." Sonra kalkıp başını traş etti ve namaz kılmaya başladı. Bunun üzerine Şeytan, öyle bir çığlık attı ki, sema ve yer halkı onun bu çığlığını duydu. Sonra semaya yükselip: "Ey Rabbim! Eyyûb, kendini korudu. Beni onun kendisine musallat et" dedi. Yüce Allah: "Seni onun cesedine musallat ettim, ama kalbine musallat etmedim" buyurdu. Şeytan inip Hazret-i Eyyûb'un ayaklarının altına üfleyince, Hazret-i Eyyûb, ayaklarından başına kadar titredi ve bütün bedeni yara oldu. Onu kumların üzerine attılar ve hastalıktan kalbinin zarı görülecek dereceye geldi. Onun hizmetini hanımı görüyordu. Hanımı kendisine: "Ey Eyyûb! Görmüyor musun? Vallahi sıkıntı ve yokluktan öyle bir hale düştüm ki, sana yedirdiğim bir ekmek karşılığında saçlarımın örgüsünü sattım. Allah'a dua et, sana şifa verip merhamet etsin" deyince, Hazret-i Eyyûb: "Yazıklar olsun sana! Yetmiş yıl nimet içindeydik, sıkıntı içinde yetmiş yılı dolduruncaya kadar bekle" karşılığını verdi. Hazret-i Eyyûb, yedi yıl boyunca bu musibete maruz kalmıştı. Bir gün dua edince Cibrîl gelip elinden tuttu ve: "Kalk!" dedi. Hazret-i Eyyûb kalkınca, Cibrîl onu bir kenara çekti ve: "Ayağını yere vur! işte yıkanacak ve içecek soğuk bir su..." dedi. Hazret-i Eyyûb ayağını yere vurunca bir kaynak çıktı. Cibrîl: "Yıkan!" deyince, Hazret-i Eyyûb çıkan bu suyla yıkandı. Sonra Cibrîl bir daha gelip: "Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içecek soğuk bir su...'" deyince, Hazret-i Eyyûb ayağını yere vurdu ve bir kaynak daha çıktı. Cibrîl: "Bu kaynaktan iç!" deyince Hazret-i Eyyûb içti. "Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içecek soğuk bir su..." âyeti buna işaret etmektedir. Sonra Allah, Hazret-i Eyyûb'a Cennetten bir elbise giydirdi. Hazret-i Eyyûb bir kenara çekilip oturunca hanımı geldi, ama kendisini tanımadı ve: "Ey Allah'ın kulu! Burada olan o hasta adam nerede? Onu köpekler veya kurtlar alıp götürmüş olmasın?" diye sordu ve onunla bir müddet konuştu. Hazret-i Eyyûb: "Yazıklar olsun sana! Ben Eyyûb'um. Allah bana bedenimi geri verdi" dedi. Allah Hazret-i Eyyûb'a malını ve çocuklarını iki kat fazlasıyla iade etti ve üzerlerine altından çekirgeler yağdırdı. Hazret-i Eyyûb çekirgeleri elbisenine koyuyor, çekirgelerin üzerine düşmesi için örtüsünü açıyordu. Yüce Allah Hazret-i Eyyûb'a: "Ey Eyyûb! Ne yapıyorsun?" diye vahyedince, Hazret-i Eyyûb: "Ey Rabbim! Senin fazlından ve rahmetinden kim doyar ki" karşılığını verdi. Ahmed Zühd'de, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: İblis yolda oturup insanları tedavi etmek için bir tabut yaptı. Hazret-i Eyyûb'un hanımı: "Ey Allah'ın kulu! Şurada, şu şu hastalıklara yakalanmış birisi var. Onu tedavi eder misin?" diye sorunca, İblis: "Olur, ama eğer onu iyileştirirsem: "Bana sen şifa verdin" demesi şartıyla. Kendisinden bundan başka bir ücret istemiyorum" karşılığını verdi. Hanımı, Hazret-i Eyyûb'a gidip durumu anlatınca, Eyyûb: "Yazıklar olsun sana! O şeytandır. Eğer Allah bana şifa verirse sana yüz sopa vuracağıma yemin ederim" dedi. Allah kendisine şifa verince, Hazret-i Eyyûb'a bir dal almasını ve hanımına onunla vurmasını emretti. Hazret-i Eyyûb, yüz tane çubuğu bulunan bir dal aldı ve hanımına onunla bir defa vurdu." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: "Hazret-i Eyyûb'un hastalığı artıp ya dua edince veya üstü kinayeli olarak şifa isteyince, Yüce Allah kendisine ayağını yere vurmasını emretti. Hazret-i Eyyûb ayağını yere vurunca bir kaynak çıktı ve ondan yıkanınca hastalığı gitti. Sonra kırk arşın yürüdü ve ayağını tekrar yere vurdu, yerden bir kaynak çıkınca da ondan içti.'" Abd b. Humeyd'in Muâviye b. Kurra'dan bildirdiğine göre Hazret-i Eyyûb, malum olan musibetlere maruz kalınca İblis: "Ey Rabbim! Eyyûb, kendisine ailesini ve onun kadar daha vermeni, malını da çoğaltmanı önemsemiyor. Beni onun bedenine musallat et" dedi. Yüce Allah: "Git, seni onun bedenine musallat ettim. Ey pis, sakın onun nefsine dokunma" buyurdu. İblis, Hazret-i Eyyûb'a bir defa üfleyince etleri döküldü. Buna rağmen Hazret-i Eyyûb İblis'i aciz bırakınca, İblis öyle bir çığlık attı ki, bütün askerleri etrafında toplanıp: "Ey Efendimiz! Neden kızdın?" diye sordular. İblis: "Neden kızmayayım! Âdem'i Cennetten çıkardım, ama onun zayıf olan bu oğlu beni yendi" deyince, İblis'in oğullarından bir şeytan olan Müzheb: "Efendimiz! Onun hanımı ne durumda?" diye sordu. İblis: "Yaşıyor" cevabını verince, Müzheb: "Ben seni ondan kurtarırım" dedi. İblis: "Eğer Eyyûb'un onu boşamasını sağlarsan iyi yapmış olursun, yoksa onu daha da güçlendirmiş olursun" dedi. Müzheb, Hazret-i Eyyûb'un hanımına gelip onunla konuşarak içinde bulundukları durumun çok kötü olduğunu anlattı. Hazret-i Eyyûb'un hanımı, Hazret-i Eyyûb'un yanına gidip: "Ey Eyyûb! Bu musibet ne zamana kadar sürecek? Bir kelime söyle, sonra Rabbine istiğfar edip tövbe et" deyince, Hazret-i Eyyûb: "Sen de mi böyle diyorsun! Vallahi eğer Allah bana şifa verirse sana yüz sopa vuracağım" dedi. Sonra: "Ey Rabbim! Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu" dedi. Bunun üzerine Cibrîl kendisine gelip: "Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içecek soğuk bir su..." deyince, Hazret-i Eyyûb (ayağını yere vurdu ve çıkan kaynaktan yıkanınca) güzelliği ve gençliğine kavuştu. Sonra toprak bir tepeye oturunca, hanımı kendisine yemek getirdi, ama onu yerinde bulamadı. Tepede olan Hazret-i Eyyûb'a: "Ey Allah'ın kulu! Şuradaki hastayı gördün mü, ona ne olduğunu biliyor musun?" diye sorunca, Hazret-i Eyyûb: "Eğer onu görürsen tanır mısın?" karşılığını verdi. Hanımı arayıp Hazret-i Eyyûb'u bulamayınca tekrar gidip: "Ey Allah'ın kulu! Şuradaki hastayı gördün mü?" diye sordu. Hazret-i Eyyûb: "Eğer onu görürsen tanır mısın?" karşılığını verince hanımı: "Sakın sen olmayasın?" dedi. Hazret-i Eyyûb: "Evet" cevabını verdi ve Yüce Allah kendisine eline bir demet sap almasını ve hanımına vurmasını, ama aşırı gitmemesini emretti. Âyette geçen (.....) kelimesi, sapları ile birlikte hurma ağacı salkımı demektir. Ahmed Zühd'de, Abdurrahman b. Cübeyr'in şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Eyyûb, malı, çocukları ve bedeniyle imtihana tâbi tutulduğu vakit onu bir çöplüğe atıldı. Hanımı, çıkıp onu doyuracak (rızkı) kazanmaya başlayınca, Şeytan bu durumu kıskandı. Ekmek ve yiyecek satan insanlar gelip, Hazret-i Eyyûb'un hanımına tasaddukta bulunuyorlardı. Şeytan ise onlara: "Şu size yaklaşan bu kadını kovun, çünkü o eşine elini sürüyor, insanlar da onun yüzünden sizin yiyeceklerinizden tiksiniyor" dedi. Bundan sonra, onu yanlarına yaklaştırmamaya ve ona: "Aman bize yaklaşma, bizden uzak dur, biz seni doyururuz" demeye başladılar. Hazret-i Eyyûb'un hanımı durumu Hazret-i Eyyûb'a bildirince, Hazret-i Eyyûb, Allah'a hamdetti. Hazret-i Eyyûb'un hanımı dışarı çıktığı vakit Şeytan karşısına çıkar ve Hazret-i Eyyûb'un başına gelenlerden dolayı mahzunn olduğunu görünce: "Kocan, inad ettiği ve dediğimizi kabul etmediği için bu duruma düştü. Vallahi eğer bir kelimeyi söylese, içinde bulunduğu bu durumdan kurtulur ve malıyla çocukları kendisine geri döner" derdi. Hazret-i Eyyûb'un hanımı da gelip söylenenleri kendisine bildirirdi. Hazret-i Eyyûb da: "Allah'ın düşmanı seninle karşılaştı ve bu sözleri telkin etti. Eğer Allah bana şifa verirse sana yüz sopa vuracağım" derdi. Bu sebeple yüce Allah, "Eline bir demet sap al ve onunla vur, yeminini bozma..." buyurdu. Âyette geçen (.....) kelimesi, bir tutam çöp mânâsındadır. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesinden ılgın ağacı(nın dalı) kastedilmiştir. İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesinden bir demet yaş reyhan kastedilmiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) bir demet mânâsındadır. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde, (.....) kelimesini açıklarken şöyle dedi: Üzerinde doksan dokuz çöp bulunan bir daldır. Dalın kendisiyle sayı yüze tamamlanır. Şeytan, Hazret-i Eyyûb'un hanımına: "Kocana şöyle şöyle demesini söyle" deyip, hanımı da bunu Hazret-i Eyyûb'a bildirince, kendisine yüz sopa vuracağına dair yemin etti. Bu yemini sebebiyle o dalla hanımına bir defa vurdu. Bu, onun yeminini yerine getirmesi ve hanımı için de bir kolaylıktı." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb der ki: "Hazret-i Eyyûb, hanımı, çalıştığının karşılığından daha fazla ekmek getirdiği için ona yüz sopa vuracağına dair yemin etti. Böyle yapmasının sebebi, onun hainliğe meyletmesinden korkmasıydı. Allah ona şifa verip hanımının da masum olduğunu anlayınca, yüce Allah kendisine, "Eline bir demet sap al ve onunla vur, yeminini bozma" buyurdu. Hazret-i Eyyûb yüz çubuktan oluşan bir tutam ot aldı ve Allah'ın emrettiği şekilde hanımına vurdu." Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in İbn Ebî Necîh vasıtasıyla Mücâhid'den bildirdiğine göre, "Eline bir demet sap al ve onunla vur, yeminini bozma" âyeti Hazret-i Eyyûb'a has bir durumdur. Atâ ise bu âyetin bütün insanları kapsadığını söyler. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Dahhâk der ki: "Eline bir demet sap al ve onunla vur, yeminini bozma" âyetinden kastedilen bir miktar ağaç dalıdır, bu âyet Hazret-i Eyyûb'a has nazil olmuştur, ama bizi de kapsar." İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Eline bir demet sap al ve onunla vur, yeminini bozma'" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah, Hazret-i Eyyûb'a üzerinde yüz çubuğu bulunan bir dal almasını ve yeminini yerine getirmek için hanımına vurmasını emretti. Bu durum, Hazret-i Eyyûb'dan sonra peygamberler dışında hiç kimse için geçerli değildir." Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Umâme b. Sehl b. Huneyf der ki: Benî Sâide kabilesinden bir cariye hamile kalınca, kendisine: "Kimden hamile kaldın?" diye soruldu. Cariye: "Felçli olan falan kişiden" cevabını verince, felçli adama sordular ve adam: "Cariye doğru söyledi" dedi. Bu durum Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) aktarılınca: "Yüz çubuğu bulunan bir hurma salkımı alıp ona bir defa vurun" buyurdu ve sahabe de böyle yaptı. Ahmed, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, Taberânî ve İbn Asâkir'in Ebû Umâme b. Sehl b. Huneyf vasıtasıyla Saîd b. Sa'd b. Ubâde'nin şöyle dediğini bildirir: Evlerimizde zayıf ve özürlü bir adam vardı ve evin sessiz olduğu zamanlarda bu kişi cariyelerden biriyle zina yapardı. Bu adam müslümandı. Sa'd, adamın bu durumunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) arz edince: "Ona had uygulayın" buyurdu. Sahabe: "Ey Allah'ın Resûlü! O kendisine had uygulanmayacak kadar zayıf biridir. Eğer yüz sopa vuracak olursak adamı öldürürüz" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yüz çubuğu bulunan bir hurma salkımı alıp ona bir defa vurun ve serbest bırakın" buyurdu. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in Muhammed b. Abdirrahman b. Sevbân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bir adam, hasta bir halde ölüm döşeğindeyken zina etti ve yaptığını ailesine bildirdi. Bunun üzerine Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) yüz çubuğu olan bir salkımla adama bir defa vurulmasını emretti. Taberânî'nin Sehl b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), bir kadınla zina eden bir ihtiyar getirilince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) adama üzerinde yüz çubuk bulunan bir dalla bir defa vurdu. İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: "Hazret-i Eyyûb, kıyamet günü sabredenlerin başıdır." ' İbn Asâkir'in Saîd b. el-Âs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Eyyûb'a: "Ey Eyyûb! Eğer her kılının yerine sabır koymasaydım sabredemezdin" diye seslenilmiştir. ibn Asâkir'in Leys b. Ebî Süleym'den bildirdiğine göre Hazret-i Eyyûb'a: "Ey Eyyûb! Sabrınla gururlanma. Eğer her kılının yerine bir sabır vermeseydim sabredemezdin" denilmiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Hazret-i Eyyûb'un hanımı: "Ey Eyyûb! Sen, duası kabul edilen birisin. Sana şifa vermesi için Allah'a dua et" deyince, Hazret-i Eyyûb: "Yazıklar olsun sana! Yetmiş yıl boyunca nimetler içindeydik. Bırak ta yetmiş yıl belalar içinde olalım" karşılığını verdi. Hazret-i Eyyûb yedi yıl boyunca malum musibetlere maruz kaldı. İbn Asâkir'in Vehb b. Münebbih'ten bildirdiğine göre Hazret-i Eyyûb'un hanımı, Rehme binti Mîşa b. Yûsuf b. Yâkub b. İshâk b. İbrâhim'dir. İbn Ebî Şeybe ve Ahmed Zühd'de, Hasan(-ı Basrî'nin) şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Eyyûb her musibete maruz kalınca: "Allahım! Sen aldın, Sen verdin. Beni hayatta bıraktığın müddetçe güzel imtihanından dolayı Sana hamd ederim" diye dua etti. 45Bkz. Ayet:48 46Bkz. Ayet:48 47Bkz. Ayet:48 48"(Ey Muhammed!) Güçlü ve basiretli kullarımız İbrahim'i, İshâk'ı ve Yakub'u da an. şüphesiz biz onları, âhiret yurdunu düşünme özelliği ile (temizleyip) shlâsiı kimseler kıldık. Şüphesiz onlar, bizim katımızda hayırlı, seçkin kimselerdendir. (Ey Muhammed!) İsmail, el-Yesa' ve Zülkifl'i de an. Onların her biri iyi kimselerdi." Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti, (.....) şeklinde okur ve: "Önce Hazret-i İbrâhim zikredilmiş, ondan sonra çocukları zikredilmişlerdir" derdi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti, (.....) şeklinde çoğul olarak okumuştur. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen "Güçlü ve basiretli..." âyeti, dinde fakih olan mânâsındadır. İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Güçlü ve basiretli..."âyeti, ibadette ve dinde kuvvetli olmak anlamındadır. İbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Güçlü ve basiretli" âyeti, ibadette güçlü, Allah'ın emrinde ise basiret sahibi olmak mânâsındadır. Abd b. Humeyd'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre "Güçlü ve basiretli" âyeti, amelde güçlü ve dinlerinin emrinde basiret sahibi olmaları mânâsındadır. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Güçlü ve basiretli"" âyeti, Allah'ın emrinde (emrini yerine getirmede) kuvvetli ve akıllı olmaları mânâsındadır. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre "Güçlü ve basiretli" âyeti, ibadette kuvvetli olmaktır. Bir lafızda ise: "Onlara ibadette kuvvet, dinde ise basiret verilmiştir" şeklindir. İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) âyeti, nimet sahibi kimseler mânâsındadır. Abd b. Humeyd'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Güçlü ve basiretli..." âyeti, insanlara iyilik eden kimseler mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Şüphesiz biz onları, âhiret yurdunu düşünme özelliği ile (temizleyip) ihlâslı kimseler kıldık" âyetini açıklarken: "Âhiret yurdunu düşünerek onun için amel yaptılar" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Şüphesiz biz onları, âhiret yurdunu düşünme özelliği ile (temizleyip) ihlâslı kimseler kıldık" âyetini açıklarken: "Onlar, kıyamet günündeki yurdu düşünme özellikleriyle ihlâslı kimseler olmuşlardır" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Şüphesiz biz onları, âhiret yurdunu düşünme özelliği ile (temizleyip) ihlâslı kimseler kıldık"' âyetini açıklarken: "Onlar âhireti düşünmüşler ve ondan başka düşünceleri olmamıştır" demiştir. İbnu'l-Münzir'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre "Şüphesiz biz onları, âhiret yurdunu düşünme özelliği ile (temizleyip) ihlâslı kimseler kıldık" âyetinden kastedilen âhiret korkusuyla ihlaslı olmalarıdır. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Şüphesiz biz onları, âhiret yurdunu düşünme özelliği ile (temizleyip) ihlâslı kimseler kıldık" âyetini açıklarken: "Allah onları âhiret yurdunu düşünme özelliğiyle ihlaslı kılmıştı. Onlar âhirete (onun için amel yapmaya) ve Allah'a (iman etmeye) davet ediyorlardı. Abd b. Humeyd'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Şüphesiz biz onları, âhiret yurdunu düşünme özelliği ile (temizleyip) ihlâslı kimseler kıldık" âyetinden kastedilen Cennet ahalisinin üstünlüğünü düşünmeleridir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre "Şüphesiz biz onları, âhiret yurdunu düşünme özelliği ile (temizleyip) ihlâslı kimseler kıldık" âyetinden kastedilen dünyanın sonunu düşünmeleridir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, bu âyeti, (.....) şeklinde şeddesiz, A'meş ise (.....) şeklinde şeddeli olarak okumuştur. 49Bkz. Ayet:61 50Bkz. Ayet:61 51Bkz. Ayet:61 52Bkz. Ayet:61 53Bkz. Ayet:61 54Bkz. Ayet:61 55Bkz. Ayet:61 56Bkz. Ayet:61 57Bkz. Ayet:61 58Bkz. Ayet:61 59Bkz. Ayet:61 60Bkz. Ayet:61 61"Bu bir öğüttür. Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için elbette güzel bir dönüş yeri, kapıları kendilerine açılmış olarak Adn Cennetleri vardır. Onlar orada koltuklara yaslanmış olarak pek çok meyveler ve içecekler isterler. Yanlarında gözlerini kendilerinden ayırmayan yaşıt eşler vardır. İşte bunlar, hesap günü için size vaad edilenlerdir. İşte bu bizim verdiğimiz rızıktır. Onda asla tükenme yoktur. İşte böyle! Şüphesiz azgınlar için elbette kötü bir dönüş yeri, Cehennem vardır. Onlar oraya girerler. Orası ne kötü bir yataktır! İşte (azap), onu tatsınlar: Bir kaynar su ve bir irin. O azaba benzer çeşit çeşit başka azaplar da vardır. (Kendi aralarında şöyle derler:) «İşte sizinle beraber Cehenneme tıkılacak bir grup. Onlara rahat ve huzur olmasın! Şüphesiz onlar Cehenneme gireceklerdir.» O grup da, «Hayır, size rahat ve huzur olmasın. Bu Cehennemi bizim önümüze siz sürdünüz. Orası ne kötü durak yeridir!» der. Şöyle derler: Ey Rabbimiz! Bunu bizim önümüze kim sürdüyse, Cehennemde onun azabını bir kat daha artır." İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Kapıları kendilerine açılmış olarak Adn Cennetleri vardır" âyetini açıklarken: "Onun dışı içinden, içi de dışından görünür. Ona: "Açıl, kapan, konuş" denir ve o da söyleneni anlayıp konuşur" demiştir. Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b, "Yanlarında gözlerini kendilerinden ayırmayan yaşıt eşler vardır" âyetini açıklarken: "Sadece eşlerine bakarlar ve başkalarını istemezler. Etrâb, (yaş, güzellik ve benzeri şeylerde) birbirlerine eşit olan mânâsındadır" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Yanlarında gözlerini kendilerinden ayırmayan yaşıt eşler vardır" âyetini açıklarken: "Sadece eşlerine bakarlar ve onlardan başkalarını istemezler. Etrâb ise aynı yaşta olmaları mânâsındadır" demiştir. İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin el-Ba's ve'n-Nuşûr'da bildirdiğine göre İbn Abbâs, etrâb kelimesinin, (yaş, güzellik ve benzeri şeylerde) birbirlerine eşit olan mânâsında olduğunu söylemiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre etrâb, birbirleriyle aynı seviyede olmaları mânâsındadır. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde, "İşte bu bizim verdiğimiz rızıktır. Ona asla tükenme yoktur. İşte böyle! Şüphesiz azgınlar için elbette kötü bir dönüş yeri, Cehennem vardır" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: "Onlara verilen rızık kesilmez. Biz, Gassâk'ın, kişinin derisi ve eti arasından akan şeyin olduğunu söylerdik. "O azaba benzer çeşit çeşit başka azaplar da vardır" âyeti ise kendilerine verilen azaba benzer çeşitli başka şekil azapların da verileceği mânâsındadır.' İbn Ebî Şeybe, Hennâd ve Abd b. Humeyd'in Ebû Rezîn'den bildirdiğine göre gassâk, onlardan akan irindir. Hennâd'ın Atiyye'den bildirdiğine göre gassâk, onların derisinden akan şeydir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre gassâk, zemherir mânâsındadır. "O azaba benzer çeşit çeşit başka azaplar da vardır" âyeti ise kendilerine kendilerine verilen azaba benzer değişik azapların de verileceğidir. Hennâd b. es-Serî Zühd'de, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir: "Gassâk, tahammül edilemeyecek derecede soğuk olan bir içecektir." İbn Cerîr'in Abdullah b. Bureyde'den bildirdiğine göre gassâk, pis kokan mânâsındadır ve Tuhâristanlıların diliyledir. Ahmed, Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Ba's ve'rı-Nuşûr'da, Ebû Saîd'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer gassâktan bir kova dünyaya dökülseydi dünya halkı kokuşurdu" buyurduğunu nakleder. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr) der ki: "Gassâk, Cehennemde bir pınardır. Oraya akrep yılan ve buna benzer her zehirli hayvanın zehiri akıp toplanır." Abdurrezzâk, Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre "O azaba benzer çeşit çeşit başka azaplar da vardır" buyruğundaki azaptan kastedilen zemherirdir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Murre der ki: "Zemherirden bahsedilince, Abdullah (b. Mes'ûd): "Zemherir, «O azaba benzer çeşit çeşit başka azaplar da vardır» buyruğunda bahsedilen azaptır" dedi. Kendisine: "Zemherir soğuk olur" denilince, "Orada ne bir serinlik ve ne de içecek bir şey tadacaklar! Ancak, uygun bir ceza olarak kaynar su ve irin içecekler" âyetlerini okudu. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "O azaba benzer çeşit çeşit başka azaplar da vardır" âyetinden kastedilen, çeşitli azaplardır. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: "Yüce Allah azabı zikredip, zincir, bukağı ve dünyada olan şeylerden (azap çeşitlerinden) bahsedip sonra: "O azaba benzer çeşit çeşit başka azaplar da vardır" buyurarak, dünyada görülmeyen azap çeşitlerinin de olacağını bildirmiştir." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid, bu âyeti (.....) şeklinde (.....) harfini merfu, (.....) harfini ise mansub olarak okumuştur. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, bu âyeti (.....) şeklinde uzatarak ve "î" harfini mansub olarak okumuştur. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde, "işte sizinle beraber Cehenneme tıkılacak bir grup. Onlara rahat ve huzur olmasın! Şüphesiz onlar Cehenneme gireceklerdir. O grup da, «Hayır, size rahat ve huzur olmasın. Bu Cehennemi bizim önümüze siz sürdünüz. Orası ne kötü durak yeridir!» der" âyetlerini açıklarken: "Tâbi olanlar, başlarındakilere bu sözleri söylerler" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, "Cehennemde onun azabını bir kat daha artır" âyetini açıklarken: "Cehennem ateşinde azabın kat kat arttırılmasının anlamı yılanlar ve ejderhaların musallat olması demektir" demiştir. 62Bkz. Ayet:63 63"Yine şöyle derler: Dünyada kendilerini kötü saydığımız adamları acaba neden göremiyoruz? (Cehennemlik değillerdi de) biz onları alaya mı almış olduk, yoksa (buradalar da) gözlerimizden mi kaçtılar?" Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Asâkir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Dünyada kendilerini kötü saydığımız adamları acaba neden göremiyoruz? (Cehennemlik değillerdi de) biz onları alaya mı almış olduk, yoksa (buradalar da) gözlerimizden mi kaçtılar?" sözünü söyleyecek olan, Ebû Cehil b. Hişâm'dır. Ebû Cehil: "Bilâl, Ammâr, Suheyb, Habbâb ve falanı neden göremiyorum? Biz onları alaya almıştık, yoksa onlar dediğimiz gibi kötü kimseler değil miydiler? Yoksa onlar cehennemdedir de biz mi göremiyoruz" diyecek. İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Dünyada kendilerini kötü saydığımız adamları acaba neden göremiyoruz?" buyruğunda görülmediği söylenen kişiden kasıt, Abdullah b. Mes'ûd ve beraberindekilerdir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Şimr b. Atiyye, "Dünyada kendilerini kötü saydığımız adamları acaba neden göremiyoruz?" âyetini açıklarken der ki: "Ebû Cehil Cehennemde: «Habbâb nerede, Suheyb nerede? Bilâl nerede? Ammâr nerede?» diyecek" Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde, "Dünyada kendilerini kötü saydığımız adamları acaba neden göremiyoruz? (Cehennemlik değillerdi de) biz onları alaya mı almış olduk, yoksa (buradalar da) gözlerimizden mi kaçtılar?" âyetini açıklarken: "Cehennemlikler, kötülerden saydıkları bazılarını göremeyince: "Yoksa onlar da bizlerle beraber Cehennemdedir de biz mi kendilerini göremiyoruz. Onlar gözlerimizden kaçtılar da Cehenneme girdikleri zaman kendilerini göremedik mi?" diyecekler. 64İşte bu, cehennem ehlinin birbirleriyle mücâdelesi, şüphe götürmiyen bir gerçektir. 65Bkz. Ayet:66 66"(Ey Muhammed!) De ki: Ben ancak bir uyarıcıyım. Her şey üzerinde mutlak otorite sahibi olan bir Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır." Nesâî, Muhammed b. Nasr ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Hazret-i Âişe'den bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) gece yatağında döndüğü zaman: "Her şey üzerinde mutlak otorite sahibi olan bir Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır" derdi. 67Bkz. Ayet:69 68Bkz. Ayet:69 69"De ki: Bu Kur'ân, büyük bir haberdir. Siz ise ondan yüz çeviriyorsunuz. Aralarında tartıştıkları sırada, yüce topluluğa (ileri gelen melekler topluluğuna) dair benim hiçbir bilgim yoktu." Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebû Nasr es-Siczî'nin el-İbâne'de, Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen büyük haberden kastedilen Kur'ân'dır. Abd b. Humeyd, Muhammed b. Nasr Kitâbu's-Salât'ta ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "De ki: Bu Kur'ân, büyük bir haberdir. Siz ise ondan yüz çeviriyorsunuz. Aralarında tartıştıkları sırada, yüce topluluğa (ileri gelen melekler topluluğuna) dair benim hiçbir bilgim yoktu" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: "Siz, büyük bir habere müracaat ediyorsunuz. Allah'ın size verdiği bu haberi iyi anlayın. Aralarında tartışanlar, Hazret-i Âdem hakkında tartışan meleklerdir. "Rabbin meleklere «Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim» demişti; melekler, «Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz» dediler; Allah «Ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim» dedi." "Hani, Rabbin meleklere şöyle demişti: Muhakkak ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu şekillendirip içine ruhumdan üflediğim zaman onun için saygı ile eğilin" âyetlerinde, Mele-i A'lâ'da olan tartışmalara işaret edilmektedir.' İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Aralarında tartıştıkları sırada, yüce topluluğa (ileri gelen melekler topluluğuna) dair benim hiçbir bilgim yoktu" âyeti, Hazret-i Âdem'in yaratılışı kendilerine sorulan meleklerden bahsetmektedir. O zaman melekler bu konuda tartışmış ve: "Yeryüzünde halife yaratma" demişlerdir. Muhammed b. Nasr Kitâbu's-Salât'ta, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Aralarında tartıştıkları sırada, yüce topluluğa (ileri gelen melekler topluluğuna) dair benim hiçbir bilgim yoktu" âyeti, meleklerin Hazret-i Âdem hakkında tartışmalarından bahsetmektedir. Melekler Yüce Allah'a: "Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz" demişlerdi. Abd b. Humeyd'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mele-i A'lâ'tıtn hangi konuda tartıştığını biliyor musunuz?" diye sorunca, sahabe: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" karşılığını verdiler. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Günahları bağışlatan şu üç şey konusunda tartışırlar: Zorluklarda bile güzelce abdest almak, yürüyerek cemaat namazlarına gitmek, bir namazı kıldıktan sonra diğer namazı beklemek" buyurdu. Abdurrezzâk, Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî ve Muhammed b. Nasr Kitâbu's-Salât'ta, İbn Abbâs'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Rabbim bu gece en güzel surette —İbn Abbâs dedi ki: uyku aleminde— bana göründü ve: «Ey Muhammed! Mele-i A'lâ'nın hangi konuda tartıştığını biliyor musun?» buyurdu. Ben: «Hayır» cevabını verince, Yüce Allah, elini iki omuzumun arasına koydu -veya göğsüme- ve ben o iki elin soğukluğunu iki kürek kemiği arasında veya göğsümde hissettim. Sonra göklerde ve yerde ne varsa hepsini bildim. Tekrar: «Ey Muhammed! Mele-i A'lâ'nın hangi konuda tartıştığını biliyor musun?» buyurdu. Ben şöyle cevap verdim: «Evet. Kefaretler hakkında tartıştılar. Kefaretler namazdan sonra mescidde kalmak, mescidlerdeki cemaate yaya olarak yürümek ve her türlü zorluk ve soğuklarda bile güzelce abdest almaktır. Kim böyle yaparsa hayırla yaşar, hayırla ölür ve her türlü hata ve günahlarından sıyrılarak annesinden doğduğu gün gibi tertemiz olur. Sonra Yüce Allah şöyle buyurdu: «Ey Muhammed! Namaz kıldığın zaman şöyle dua et: "Allahım! İyilikler yapmayı kötülüklerden el çekmeyi, yoksulları sevmeyi senden dilerim. Kullarına bir kötülük göndereceğin vakit beni o kötülüklerden uzak tut ve yanına al.»" Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) sözüne şöyle devam etti: "Dereceler ise selamı yaymak, yemek yedirmek, insanlar uykudayken geceleyin namaz kılmaktır. " Tirmizî, Muhammed b. Nasr, Taberânî, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Muâz b. Cebel der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), bir sabah namazına o kadar geç kalmıştı ki neredeyse güneş doğacaktı. Derken çabucak çıktı namazı için kamet getirildi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), namazı biraz hafifçe kıldırdı. Selam verince olanca sesiyle: "Saflarda bulunduğunuz şekilde kalınız" buyurdu ve bize dönerek şöyle dedi: "Beni bu sabah namazına geciktiren sebebin ne olduğunu söyleyeceğim, geceleyin kalkıp abdest alıp gereği kadar namaz kıldım, derken namazda uyuklamaya başladım, sonra uykum ağırlaştı ve ben bu sırada Rabbimi en güzel surette gördüm. «Ya Muhammed!» buyurdu. Ben: «Buyur ey Rabbim!» karşılığını verince, şöyle buyurdu: «Mele-i A'lâ'nın hangi konuda tartıştığını biliyor musun?» Ben: «Bilmiyorum ya Rabbi» cevabını verince, Rabbim, bunu üç kere tekrarladı. Sonra el ayasını iki küreğimin arasına koydu ben iki elin serinliğini göğsümde hissettim. Her şey bana göründü ve her şeyi bildim. Bana: «Ey Muhammed!» buyurdu. Ben: «Buyur ey Rabbim!» karşılığını verince, şöyle buyurdu: «Mele-i A'lâ'nın hangi konuda tartıştığını biliyor musun?» Ben: «Dereceler ve kefaretler konusunda» dedim. Allah: «Dereceler nelerdir?» diye sorunca, şöyle cevap verdim: «Yemek yedirmek, selamı yaymak ve insanlar gece uykudayken namaz kılmak.» Yüce Allah: «Doğru söyledin. Kefaretler nelerdir?» buyurdu. Ben şöyle cevap verdim: «Her türlü zorluk ve soğuklarda bile güzelce abdest almak, namazdan sonra (mescitte oturup) diğer namazı beklemek ve mescidlerdeki cemaate yaya olarak yürümek.» Yüce Allah: «Doğru söyledin. Dile ey Muhammed!» buyurunca, ben şöyle dedim: «Allahım! İyilikler yapmayı kötülüklerden el çekmeyi, miskinleri sevmeyi, beni bağışlayıp esirgemeni, bir topluma bir fitne göndereceksen beni o fitneye düşürmeksizin vefat ettirmeni isterim. Allahım! Seni sevmeyi, seni seveni sevmeyi, beni Sana yaklaştıracak ameli sevmeyi isterim.»" Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu söylenenler haktır ve gerçektir bunları kendinize ders edininiz ve öğreniniz" buyurdu. Taberânî es-Sünne'de ve İbn Merdûye'nin Câbir b. Semure'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Rabbim en güzel surette bana göründü ve: "Mele-i A'lâ'nın hangi konuda tartıştığını biliyor musun?" buyurdu. Ben: "Bilmiyorum ya Rabbi!" cevabını verince, Yüce Allah, elini iki omuzumun arasına koydu ve ben o iki elin soğukluğunu göğsümde hissettim. Sonra bana ne sor duysa bildim ve: «Mele-i A'lâ, dereceler ve kefaretler hakkında tartıştılar. (Bunlar da) yemek yedirmek, selamı yaymak ve gece insanlar uykudayken namaz kılmaktır» dedim." Taberânî'nin es-Sünne'de ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Rüyamda Rabbimi en güzel sürette gördüm. Bana: «Ey Muhammed!» diye seslenince: «Buyur ey Rabbim! Emrine amadeyim» dedim. Rabbim bana üç defa seslendi ben de üç defa aynı karşılığı verdim. Bana: «Mele-i A'lâ'nın hangi konuda tartıştığını biliyor musun?» diye sorunca, ben: «Hayır» cevabını verdim. Yüce Allah, elini iki omuzumun arasına koydu ve ben o iki elin soğukluğunu göğsümde hissettim. Sonra bana sorduğu şeyi anladım ve: «Evet» ey Rabbim! Dereceler ve kefaretler konusunda tartışıyorlar. Dereceler: «Şidetli soğuklarda güzelce abdest almak, mescidlerdeki cemaate yaya olarak yürümek ve namazı kıldıktan sonra (mescitte oturup) diğer namazı beklemektir. Kefaretler ise: yemek yedirmek, selamı yaymak ve insanlar gece uykudayken namaz kılmaktır» dedim." Taberânî es-Sünne'de, eş-Şîrâzî el-Elkâb'da ve İbn Merdûye, Enes b. Mâlik'ten bildirir: Bir sabah Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza gelip şöyle buyurdu: "Dün gece Rabbim bana rüyamda en güzel sürette geldi. Elini iki omuzumun arasına koydu ve ben o iki elin soğukluğunu göğsümde hissettim. Bana her şeyi öğretti ve: «Ey Muhammed!» dedi. Ben: «Buyur ey Rabbim! Emrine âmâdeyim!» karşılığını verince, Allah: «Mele-i A'lâ'nın hangi konuda tartıştığını biliyor musun?» diye sordu. Ben: «Evet ey Rabbim. Kefaretler ve dereceler hakkında» karşılığını verince, Yüce Allah: «Kefaretler nedir?» diye sordu. Ben: «Selamı yaymak, yemek yedirmek, akrabayı ziyaret etmek ve insanlar gece uykudayken namaz kılmaktır» cevabını verince, Allah: «Dereceler nedir?» diye sordu. Ben: «Zorluklarda bile güzelce abdest almak, yürüyerek cemaat namazlarına gitmek, bir namazı kıldıktan sonra diğer namazı beklemek» cevabını verince, Yüce Allah: «Doğru söyledin» buyurdu." Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Râfi der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza yüzü parlak ve mutluluğu yüzünden belli olacak bir şekilde çıktı ve şöyle dedi: "Rabbimi en güzel sûretiyle gördüm. Bana: "Ey Muhammed! «Mele-i A'lâ'nın hangi konuda tartıştığını biliyor musun?» diye sordu. Ben: «Ey Rabbim! Kefaretler hakkında» karşılığını verince, Yüce Allah: «Kefaretler nelerdir?» diye sordu. Bunun üzerine ben: «Zor durumlarda bile olsa abdest alırken azaları güzelce yıkamak, yürüyerek cemaat namazlarına gitmek ve bir namazı kıldıktan sonra diğer namazı beklemek» dedim. " İbn nasr, Taberânî ve İbn Merdûye'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Rabbim bana en güzel sûrette geldi ve: «Ey Muhammed!» dedi. Ben: «Buyur ey Rabbim! Emrine âmâdeyim» karşılığını verince Rabbim: «Mele-i A'lâ'nın hangi konuda tartıştığını biliyor musun?» diye sordu. Ben: «Hayır» cevabını verince, Yüce Allah, elini göğsüme koydu ve ben o anda bana sorduğu dünya ve âhirette ilgili her şeyi bildim. Bana: «Mele-i A'lâ'nın hangi konuda tartıştığını biliyor musun?» diye sorunca, ben: "Dereceler ve kefaretler hakkında. Dereceler, soğuk olduğu zamanlarda bile abdest azalarını güzelce yıkamak ve bir namazı kıldıktan sonra diğer namazı beklemektir" dedim. Yüce Allah: «Doğru söyledin. Kim böyle yaparsa hayırla yaşar, hayırla ölür ve her türlü hata ve günahlarından sıyrılarak annesinden doğduğu gün gibi tertemiz olur. Kefaretler ise, yemek yedirmek, selamı yaymak, güzel söz söylemek ve insanlar uykudayken namaz kılmaktır» buyurdu. Sonra: «Söyle!» buyurdu. Ben: «Ne söyleyeyim?» diye sorunca ise yüce Allah: «Allahım! Senden iyilikler yapmayı, kötülükleri terk etmeyi, miskinleri sevmeyi, bağışlanmayı ve tövbemi kabul etmeni, bir topluluğa bir fitne göndereceğin vakit beni o fitneden uzak tutmanı istiyorum» de" buyurdu." Taberânî ve İbn Merdûye'nin Târik b. Şihâb'dan bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Mele-i A'lâ'nın hangi konuda tartıştığı sorulunca şöyle buyurdu: "Dereceler ve kefaretler hakkında. Dereceler, yemek yedirmek, selamı yaymak ve insanlar gece uykudayken namaz kılmaktır. Kefaretler ise, soğuk olsa bile güzelce abdest almak, yürüyerek cemaat namazlarına gitmek ve bir namazı kıldıktan sonra diğer namazı beklemektir." İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Adiy b. Hâtim, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Miracda yedinci semaya yükseldiğimde: «Ey Muhammed! Mele-i A'lâ'nın hangi konuda tartıştığını biliyor musun?» diye soruldu" buyurduğunu söyleyip hadisin devamını zikretti. Taberânî es-Sünne'de ve Hatîb, Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Miraca çıkarıldığım gece Rabbimi en güzel sürette gördüm. Bana: «Ey Muhammed! Mele-i A'lâ'nın hangi konuda tartıştığını biliyor musun?» buyurdu. Ben: «Bilmiyorum ya Rabbi» cevabını verince, Rabbim, elini iki küreğimin arasına koydu elinin serinliğini hissettim. Bana: «Mele-i A'lâ'nın hangi konuda tartıştığını biliyor musun?» diye sordu. Ben: «Kefaretler ve dereceler konusunda» dedim. Allah: «Kefaretler nelerdir?» diye sorunca, şöyle cevap verdim: «Soğuk olsa bile güzelce abdest almak, yürüyerek cemaat namazlarına gitmek ve bir namazı kıldıktan sonra diğer namazı beklemektir.» Yüce Allah: «Dereceler nelerdir?» diye sorunca, şöyle cevap verdim: «Yemek yedirmek, selamı yaymak ve insanlar gece uykudayken namaz kılmaktır.» Yüce Allah: «Söyle» buyurunca, ben: «Ne söyleyeyim?» karşılığını verdim. Yüce Allah: «Allahım! İyilikler yapmayı kötülüklerden el çekmeyi, miskinleri sevmeyi, beni bağışlayıp esirgemeni, benim içinde bulunduğum bir topluma bir fitne göndereceksen beni o fitneye düşürmeksizin canımı almanı isterim" de» buyurdu." Muhammed b. Nasr Kitabu's-Salât' ta ve Taberânî es-Sünne'de, Abdurahman b. Âiş el-Hadramî'nin şöyle dediğini bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bir sabah bize namaz kıldırdıktan sonra bir kişi: "Ey Allah'ın Resûlü! Bu sabahki kadar yüzünün güzel olduğunu görmedik" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle karşılık verdi: "Neden böyle olmayayım ki, Rabbim en güzel surette bana göründü ve: «Ey Muhammed! Mele-i A'lâ'nın hangi konuda tartıştığını biliyor musun?» buyurdu. Ben: «Bilmiyorum ya Rabbi» cevabını verince, Rabbim, elini iki omuzum arasına koydu ve elinin serinliğini göğsümde hissettim, O anda yer ve gök arasındaki her şeyi bildim. Bana: «Ey Muhammed! Mele-i A'lâ'nın hangi konuda tartıştığını biliyor musun?» diye sordu. Ben: «Kefaretler konusunda» cevabını verince, Allah: «Onlar nedir?» diye sordu. Ben: «Yürüyerek cemaat namazlarına gitmek ve bir namazı kıldıktan sonra mescitte oturup diğer namazı beklemek, zor durumlarda bile güzelce abdest almaktır» cevabını verdim. Yüce Allah: «Başka hangi konularda tartışıyorlar?» diye sorunca, ben: «Dereceler konusunda» cevabını verdim. Allah: «Onlar nedir?» diye sorunca ise şöyle cevap verdim: «Yemek yedirmek, selamı yaymak ve insanlar gece uyurken namaz kılmaktır.» Yüce Allah. «Ey Muhammed! Söyle!» buyurunca, ben: «Allahım! Senden temiz olan şeyleri istiyorum. Münkerden uzaklaşmayı ve miskinleri sevmeyi diliyorum. Tövbemi kabul etmeni, bir topluluğa fitne göndereceğin zaman beni bu fitneye düşmeden canımı almanı istiyorum» dedim. Bu söylenenler haktır ve gerçektir; bunları kendinize ders edininiz ve öğreniniz." İbn Nasr ve Taberânî es-Sünne'de, Sevbân'ın şöyle dediğini bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah namazından sonra yanımıza çıkıp şöyle buyurdu: "Bu gece Rabbim bana en güzel sûrette geldi ve: "«Ey Muhammed! Mele-i A'lâ'nın hangi konuda tartıştığını biliyor musun?» buyurdu. Ben: «Bilmiyorum ya Rabbi» cevabını verince, Rabbim, iki avucunu iki omuzum arasına koydu ve parmaklarının serinliğini göğsümde hissettim. O anda yer ve gök arasındaki her şey bana tecelli oldu ve: «Evet biliyorum ey Rabbim! Kefaretler ve dereceler konusunda tartışıyorlar» dedim. Yüce Allah: «Dereceler nedir?» diye sorunca, ben: «Yemek yedirmek, selamı yaymak ve insanlar gece uyurken namaz kılmaktır. Kefaretler ise yürüyerek cemaat namazlarına gitmek, zor durumlarda bile güzelce abdest almak ve namazlardan sonra (ikinci bir namazın vaktini beklemek için) mescitte oturmaktır» cevabını verdim. Yüce Allah: «Ey Muhammed! Söyle dinleneceksin, dile, istediğin verilecek» buyurunca, ben şöyle dedim: «Allahım! Senden hayırları yapmayı, münkerlerden uzak durmayı, miskinleri sevmeyi, beni bağışlayıp merhamet etmeni, bir topluluğa fitne göndereceğin zaman beni bu fitneye düşmeden canımı almanı istiyorum. Allahım! Senden seni sevmeyi, seni seveni sevmeyi ve senin sevgine vardıracak ameli sevmeyi nasib etmeni istiyorum.»" 70Fakat ben, açık olarak korkutan bir peygamber olduğum içindir ki,(Âdem hakkında meleklerin çekişmesine dair) o ilim bana vahyolunuyor.” 71"Hanı, Rabbin meleklere şöyle demişti: Muhakkak ben çamurdan bir insan yaratacağım." İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Aralarında tartıştıkları sırada, yüce topluluğa (ileri gelen melekler topluluğuna) dair benim hiçbir bilgim yoktu'" âyetindeki tartışmadan kastedilen, Yüce Allah'ın, meleklere: "Muhakkak ben çamurdan bir insan yaratacağım" buyurunca yaptıkları tartışmadır. 72Onun yaratılışını tamamlayıb da tarafımdan ona ruh verdiğim zaman, hemen ona (hürmet için) secdeye kapanın.” 73Bunun üzerine meleklerin hepsi toptan secde ettiler. 74Yalnız iblis (Âdem’e secde etmekten) kibirlendi ve kâfirlerden oldu. 75"Allah, «Ey İblisi Ellerimle yarattığıma saygı ile eğilmekten seni ne alıkoydu? Büyüklük mü tasladın, yoksa üstünlerden mi oldun?» dedi." İbn Ebi'd-Dünyâ Sifatu'l-Cennet'te, el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî el- Esmâ ve's-Sifât' ta, Abdullah b. el-Hâris'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Yüce Allah üç şeyi kendi eliyle yaratmıştır. Hazret-i Âdem'i eliyle yaratmıştır. Tevrat'ı eliyle yazmıştır ve Firdevs'i(n ağaçlarını) kendi eliyle dikmiş; sonra da: «İzzetime yemin olsun ki, ona içkiye müptela olan ve deyyus olan giremez» buyurmuştur." Sahabe: "Ey Allah'ın Resûlü! İçkiye müptela olanı bildik te, deyyûs kimdir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ailesine kötülüğün bulaşmasına izin verendir" cevabını verdi. İbn Cerîr, el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: "Yüce Allah dört şeyi kendi eliyle yaratmıştır: Arş'ı, Adn Cennetlerini, Kalem'i ve Hazret-i Âdem'i. Sonra her şeye: "Ol!" dedi ve her şey oldu. Yarattıklarından da dört şeyle gizlenmiştir: Ateş, zulmet, nur ve karanlık." Hennâd'ın bildirdiğine göre Meysere der ki: "Yüce Allah dört şeyi kendi eliyle yaratmıştır: Hazret-i Âdem'i kendi eliyle yaratmış, Tevrat'ı kendi eliyle yazmış, Adn Cennetindeki ağaçları kendi eliyle dikmiş ve Kalem'i kendi eliyle yaratmıştır." Hennâd, İbrâhim'den aynı rivâyette bulunmuştur. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr) der ki: "Yüce Allah, sadece üç şeyi kendi eliyle yaratmıştır: Hazret-i Âdem'i kendi eliyle yaratmış, Tevrat'ı kendi eliyle yazmış ve Adn Cennetindeki ağaçları kendi eliyle dikmiştir." İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, lanetlenmiş mânâsındadır. 76(İblis şöyle) dedi: “ Ben ondan daha hayırlıyım; beni bir ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.” 77(Allah) buyurdu ki: “Hemen çık oradan (cennetten). Çünkü sen (benim rahmetimden) koğulmuşsun; 78Ve muhakkak sûrette hesap gününe kadar lânetim senin üzerindedir.” 79(İblis şöyle) dedi: “ Ey Rabbim! O hâlde (kabirlerden) dirilecekleri güne kadar beni geri bırak.” 80(Allah şöyle) buyurdu: “ Haydi geri bırakılanlardansın, 81Katımda belli kıyâmet vakti gününe kadar...” 82(İblis şöyle) dedi: “ Öyle ise, izzet ve kudretine yemin ederim ki, onların hepsini muhakkak azdıracağım. 83'Aralarından ihlasa erdirilmiş kulların müstesna.' Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, Saf Sûresi, Yûsuf Sûresi ve Sâffât Süresindeki (.....) kelimesindeki (.....) harfini mansub olarak okumuştur. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Yahya b. Utbe der ki: Muhammed b. Sîrin'e, âyetteki (.....) kelimesini sorduğumda, bu kelimedeki (.....) harfi mansub olarak okunur" dedi. Ben: "Kur'ân'da bulunan bu kelimelerin hepsi de aynı şekilde mi okunur?" diye sorduğumda ise: "Evet" cevabını verdi. 84"Allah, şöyle dedi: İşte bu gerçektir. Ben de gerçeği söylüyorum." Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyet: "Ben Hakk'ım, hakkı söylerim" mânâsındadır. Abd b. Humeyd'in Hakem'den bildirdiğine göre âyet: "İşte hak budur ve O, hakkı söyler" mânâsındadır. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim âyette geçen (.....) kelimesini merfu (ötreli), (.....) kelimesini mansub, (.....) kelimesini ise merfu (ötreli) olarak okumuştur. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuş ve: "Ben Hakk'ım ve hakkı söylerim" mânâsını vermiştir. 85And olsun ki, cehennemi, senden (türeyenlerle) ve Âdem oğullarının içinden sana uyanların hepsi ile dolduracağım.” 86"De ki: Buna karşılık ben sîzden bir ücret istemiyorum. Ve ben olduğundan başka türlü görünenlerden de değilim." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: "Ey Muhammed! De ki: "Sizi davet ettiğim şeye karşılık sizden dünya malı istemiyorum" şeklinde açıklamıştır. Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Mesrûk der ki: Bir adam mescidde konuşurken, anlattıkları arasında, "Göğün, insanları bürüyecek ve gözle görülecek bir duman çıkaracağı günü bekle" âyetini okudu ve: "Bu duman kıyamet günü olacaktır ve münafıkların kulaklarını ve gözlerini tıkayacaktır. Müminler ise gribe yakalanmış gibi olacaktır" dedi. Kalkıp evinde olan Abdullah'ın yanına girdik ve adamın söylediklerini kendisine aktardık. Yaslanmış vaziyette olan Abdullah doğrulup oturdu ve şöyle dedi: "Ey insanlar! Kişi bildiğini söylesin, bilmeyen ise: "Allah en doğrusunu bilir" desin. Âlimin, bilmediği şey için: "Allah en doğrusunu bilir" demesi onun ilmindendir. Yüce Allah, Peygamberine: "De ki: Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Ve ben olduğundan başka türlü görünenlerden de değilim" buyurmaktadır." Deylemî ve İbn Asâkir'in Zübeyr'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ben ve ümmetimin salihleri, olduğumuzdan başka türlü görünmekten berîyiz" buyurmuştur. Buhârî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ömer: "Olduğumuzdan başka türlü görünmemiz yasaklanmıştır" demiştir. Ahmed, İbn Adiy, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da'da, Şakîk'in şöyle dediğini bildirir: Ben ve bir arkadaşım Selmân'ın yanına girdiğimizde, bize ekmek ve tuz ikram etti ve: "Eğer Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bize olduğumuzdan başka türlü görünmeyi yasaklamasaydı, sizin için (sıkıntıya girerek) her zaman yediğimden başka türlü ikramda bulunurdum" dedi. Arkadaşım: "Şu tuzun yanında biraz kekik olsaydı" deyince, Selmân, matarasını rehin vererek kekik satın alıp geldi. Yemek yedikten sonra arkadaşım: "Bize verdiği nimete kanaat ettiğimiz, Allah hamd ederiz" deyince, Selmân: "Eğer kanaat etseydin, mataram bakkalda rehin kallmazdı" karşılığını verdi.' Taberânî, Hâkim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Selmân: "Allah'ın Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem) misafire ikram ederken sıkıntıya girmemizi yasakladı" demiştir."' Beyhakî'nin bildirdiğine göre Selmân: "Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) misafire yanımızda olmayan şeyi ikram ederek sıkıntıya girmememizi ve mevcut olan şeyi ikram etmemizi emretti" demiştir. İbn Adiy, Ebû Berze'den bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Size Cennet ahalisini bildireyim mi?" diye sorunca, biz: "Evet ey Allah'ın Resûlü!" karşılığını verdik. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) : "Aralarında merhametli olanlardır. Size Cehennemlikleri bildireyim mi?" buyurdu. Biz: "Evet" karşılığını verince ise Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Karamsarlığa düşenler, ümitlerini kesenler, yalan söyleyenler ve (başkalarına iyi görünmek için olduklarından başka davranıp) kendilerini sıkıntıya sokanlardır" buyurdu. Beyhakî Şu'abu'l-îman'da Ertea b. el-Münzir'in şöyle dediğini bildirir: "Mütekelliflerin (olduğundan başka türlü görünenlerin) alameti üçtür: Bilmediği konuda konuşur, kendisinden üstün olanla tartışır ve asla nail olamayacağı şeyleri elde etmeye kalkışır." İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Ebû Mûsa el-Eş'arî der ki: "Allah kime bir ilim öğretirse, kişi o ilmi başkasına öğretsin ve bilmediği konuda konuşmasın. Eğer konuşacak olursa (âyette geçen) mütekelliflerden olur ve dinden çıkar." 87Kur’ân bütün âlemlere (insan ve cinlere) ancak bir öğüddür. 88"Onun verdiği haberin doğruluğunu bir zaman sonra öğreneceksiniz." Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen: "Bir zaman sonra" âyetinden kastedilen ölümden sonrasıdır. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre "Bir zaman sonra" âyetinden kastedilen ölümden sonrasıdır. Hasan(-ı Basrî) ise bu âyet hakkında: "Ey Âdemoğlu! Ölüm esnasında sana kesin haber gelecektir" demiştir. İbn Cerîr'in Süddî'den bildirdiğine göre "Bir zaman sonra" âyeti hakkında bazıları kastedilenin Bedir'den sonra olduğunu söylerken bazıları ise kıyamet günü olduğunu söylemiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, "Onun verdiği haberin doğruluğunu bir zaman sonra öğreneceksiniz" âyetini açıklarken: "Onu yalanlayanların haberi, bu sözün doğruluğunu kanıtlamaktadır. Bir zaman sonra sözünden kasıt ise dünyadan sonra gelecek olan kıyamet günüdür" deyip, "Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır ki siz onu yakında bileceksiniz" âyetini okudu ve: "Burada işaret edilen zaman, âhiret günüdür. O gün hak sabit kalır, batıl ise yok olur" dedi. |
﴾ 0 ﴿