ZÜMER SÛRESİ

İbnu'd-Durays, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Zümer Sûresi, Mekke'de nazil olmuştur.

en-Nehhâs'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Zümer Sûresi, üç âyeti dışında Mekke'de nazil olmuştur. Üç âyeti, Hazret-i Hamza'yı şehid eden Vahşi hakkında nazil olmuştur. Onlar da: "De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Azap size gelmeden önce Rabbinize dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. Size ansızın, farkına varmadan azap gelmeden önce Rabbinizden size indirilen en güzel söze, Kur'ân'a uyun" âyetleridir.

1

Bkz. Ayet:3

2

Bkz. Ayet:3

3

"Kitab'ın indirilmesi mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafındandır. (Ey Muhammed!) Şüphesiz biz o Kitab'ı sana hak olarak indirdik. Öyle ise sen de dini Allah'a has kılarak O'na kulluk et. İyi bilin ki, halis din yalnız Allah'ındır. O'nu bırakıp da başka dostlar edinenler, «Biz onlara sadece, bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz» diyorlar. Şüphesiz Allah, ayrılığa düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve nankör olanları doğru yola İletmez."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Katâde'den bildirdiğine göre, âyette geçen kitaptan kasıt Kur'ân'dır. "Öyle ise sen de dini Allah'a has kılarak O'na kulluk et. iyi bilin ki, halis din yalnız Allah'ındır'" âyetinden kastedilen Allah'tan başka ilâh olmadığına şahitlik etmektir. "O'nu bırakıp da başka dostlar edinenler, «Biz onlara sadece, bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz» diyorlar" âyetinden ise, müşriklerin: "Bu ilâhlara, Allah katında bize şefaatçi olmaları için ibadet ediyoruz" demeleri kastedilmiştir.

İbn Merdûye'nin Yezîd er-Rakkâşî'den bildirdiğine göre bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Allah'ın Resûlü! İnsanların bizi övmesi için mallarımızdan başkalarına veriyoruz. Bundan bize bir sevap var mı?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hayır" karşılığını verdi. Adam: "Ey Allah'ın Resûlü! Hem sevap kazanmak, hem insanların bizi övmesi için verdiğimiz mallardan sevap alabilir miyiz?" diye sorunca, ise Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah, sadece kendisi için yapılan şeyi kabul eder" buyurup: "İyi bilin ki, halis din yalnız Allah'ındır...." âyetini okudu.

Cuveybir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "O'nu bırakıp da başka dostlar edinenler, «Biz onlara sadece, bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz» diyorlar" âyeti, Âmir, Kinâne ve Benî Seleme kabilesi hakkında nazil olmuştur. Bunlar putlara tapar ve: "Melekler Allah'ın kızlarıdır" derler, yine: "Biz bu putlara, bizi Allah'a yaklaştırmaları için ibadet ediyoruz" derlerdi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Biz onlara sadece, bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz" sözünü, Kureyşliler putlar için söylüyordu. Daha öncekiler ise aynı şeyi, melekler, Hazret-i İsa ve Uzeyr hakkında söylüyorlardı.

Saîd b. Mansûr'un Mücâhid'den bildirdiğine göre Abdullah, bu âyeti (.....) şeklinde okurdu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Ciibeyr, bu âyeti (.....) şeklinde okurdu.

4

Allah bir evlâd edinmek isteseydi, elbette yaratacağından dileyeceğini seçecekti. (Fakat bundan) O münezzehtir. O, her şeye galib, ortağı ve evlâdı olmıyan tek Allah’dır.

5

"Gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yaratmıştır. Geceyi gündüzün üzerine örtüyor, gündüzü de gecenin üzerine örtüyor. Güneş'i ve Ay'ı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Bunların her biri belli bir zamana kadar akıp gitmektedir. İyi bilin ki O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Geceyi gündüzün üzerine örtüyor, gündüzü de gecenin üzerine örtüyor" âyetini: "Geceyi gündüzün üzerine, gündüzü de gecenin üzerine yükler" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen, "Geceyi gündüzün üzerine örtüyor, gündüzü de gecenin üzerine örtüyor" âyeti, "Geceyi gündüzün üzerine, gündüzü de gecenin üzerine atar" mânâsındadır.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Katâde'den bildirdiğine göre "Geceyi gündüzün üzerine örtüyor, gündüzü de gecenin üzerine örtüyor" âyeti, birinin diğerini bürümesidir.

Abd b. Humeyd'in Katâde'den bildirdiğine göre "Geceyi gündüzün üzerine örtüyor, gündüzü de gecenin üzerine örtüyor" âyeti, gecenin gündüzü, gündüzün de geceyi bürümesidir.

6

"O, sizi bir tek nefisten yarattı. Sonra ondan eşini var etti. Sizin için hayvanlardan (erkek ve dişi olarak) sekiz eş yarattı. Sizi annelerinizin karnında bir yaratılıştan öbürüne geçirerek öç (kat) karanlık içinde oluşturuyor. İşte Rabbiniz olan Allah budur. Mülk (mutlak hâkimiyet) yalnız O'nundur. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde, nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz?"

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde, bu âyeti şöyle açıklamıştır: "Allah sizi Hazret-i Âdem'den yarattı. Hazret-i Âdem'in kaburga kemiklerinden birinden de Havva'yı yarattı. Sizin için develerden iki, sığırlardan iki, koyunlardan iki, keçilerden iki eş olmak üzere her birinden birer çift yarattı. Sizi annelerinizin karnında ilk önce nutfeden, sonra alaka (sülük gibi bir kandan) sonra bir çiğnemlik et, sonra kemik, sonra da et olarak yaratıp, sonra saçlarınızı bitiriyor ve sizi üç karanlık olan karın karanlığı, rahim karanlığı ve meşime (rahimde çocuğun büyüdüğü kese) karanlığından geçiriyor. Buna rağmen nasıl haktan döndürülüyorsunuz?" Bu, "İşte Allah budur, nasıl yüz çevirirsiniz?" âyeti gibidir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen sekiz eşten kastedilen, develerden, sığırlardan, koyunlardan ve keçilerden olan çiftlerdir. Bir yaratılıştan öbürüne geçmek ise, nutfeyken merhalelerden geçip yaratılışının tamamlanmasıdır. Üç karanlıktan kastedilen ise, karın karanlığı, rahim karanlığı ve meşime (rahimde çocuğun büyüdüğü kese) karanlığıdır.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre bir yaratılıştan öbürüne geçmekten kasıt, önce sülük gibi bir kan iken (alaka), sonra bir çiğnemlik et parçası olması ve sonra kemiklerin oluşmasıdır. Üç karanlıktan kastedilen ise, karın karanlığı, rahim karanlığı ve meşime (plasenta) karanlığıdır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in İkrime'den bildirdiğine göre bir yaratılıştan öbürüne geçmekten kasıt, önce nutfe, sonra sülük gibi bir kan (alaka), sonra bir çiğnemlik et parçası olmasıdır. Üç karanlıktan kastedilen ise, karın karanlığı, rahim karanlığı ve meşime (plasenta) karanlığıdır.

Abd b. Humeyd'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre üç karanlıktan kastedilen, karın karanlığı, rahim karanlığı ve meşime (rahimde çocuğun büyüdüğü kese) karanlığıdır.

Abd b. Humeyd'in Ebû Mâlik'ten bildirdiğine göre üç karanlıktan kastedilen, karın karanlığı, rahim karanlığı ve meşime (plasenta) karanlığıdır.

7

"Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz ki Allah sizin iman etmenize muhtaç değildir. Ama kullarının inkâr etmesine razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizin için buna razı olur. Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez. Sonra dönüşünüz ancak Rabbinizedir. O da size yaptıklarınızı haber verir. Çünkü O, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sifât'ta bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz ki Allah sizin iman etmenize muhtaç değildir. Ama kullarının inkâr etmesine razı olmaz" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz ki Allah sizin iman etmenize muhtaç değildir" âyetinden kastedilenler, Yüce Allah'ın kalplerini temizleyip: "La ilâhe illallah" demelerini istemediği kafirlerdir. "Ama kullarının inkâr etmesine razı olmaz" âyetinden ise, Yüce Allah'ın onlar için: "Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar müstesna"' buyurduğu muhlis kullar kastedilmiştir. Allah onların tevhid kelimesini söylemelerini nasib etmiş ve kendilerine bu kelimeyi sevdirmiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime, "Ama kullarının inkâr etmesine razı olmaz" âyetini: "Allah, Müslüman kullarının inkar etmelerine razı olmaz" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde der ki: "Vallahi, Allah kullarının dalaletine ne razı olmuş, ne emretmiş ve de dalalete çağırmıştır. Sizin iman etmenize razı olmuş, size bunu emretmiş ve kendisine isyan etmenizi yasaklamıştır."

8

"İnsana bîr zarar dokunduğu zaman Rabbine yönelerek O'na yalvarır. Sonra kendi tarafından ona bir nimet verdiği zaman daha önce O'na yalvardığını unutur ve Allah'ın yolundan saptırmak için O'na eşler koşar. De ki: Küfrünle az bir süre yaşayıp geçin! Şüphesiz sen Cehennemliklerdensin."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde, "İnsana bir zarar dokunduğu zaman Rabbine yönelerek O'na yalvarır" âyetini: "Rabbine ihlasla yalvarır" şeklinde açıklamıştır.

9

"(Böyle bir kimse mi Allah katında makbuldür) yoksa gece vakitlerinde, secde hâlinde ve ayakta, âhiretten korkarak ve Rabbinin rahmetini umarak itaat ve kulluk eden mi? De ki: «Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?» Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar."

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, Ebû Nuaym el-Hilye'de ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Ömer, "(Böyle bir kimse mi Allah katında makbuldür) yoksa gece vakitlerinde, secde hâlinde ve ayakta, âhiretten korkarak ve Rabbinin rahmetini umarak itaat ve kulluk eden mi? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar"' âyetini okuyup: "Âyette kastedilen Osmân b. Affân'dır. Bir lafızda ise: "Bu âyet, Osmân b. Affân hakkında inmiştir" dedi.

İbn Sa'd Tabakât'ta, İbn Merdûye ve İbn Asâkir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre bu âyet, Ammâr b. Yâsir hakkında nazil olmuştur.

Cuveybir, İkrime'den aynı rivâyette bulunmuştur.

Cuveybir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre bu âyet, İbn Mesûd, Ammâr b. Yâsir ve Ebû Huzeyfe'nin azatlısı Sâlim hakında nazil olmuştur.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Âhiretten korkarak ve Rabbinin rahmetini umarak itaat ve kulluk eden mi..." âyetinden kastedilen, âhiret azabından korkmaktır.

İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti, (.....) şeklinde okurdu.

Tirmizî, Nesâî ve ibn Mâce'nin bildirdiğine göre Enes der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ölüm döşeğinde olan bir adamın yanına girdi ve: "Kendini nasıl buluyorsun?" diye sordu. Adam: "Allah'ın bağışlamasını umuyor ve günahlarımdan da korkuyorum" karşılığını verince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Böyle zamanlarda Allah, kulun kalbine gelen bu iki şeyden umduğunu kendisine verir korktuğu şeyden de onu kurtarır" buyurdu.

10

"(Ey Muhammed!) Bizim adımıza de ki: Ey iman eden kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlar için (âhirette) bir iyilik vardır. Allah'ın yeryüzü geniştir. Sabredenlere mükâfatları elbette hesapsız olarak verilir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Allah'ın yeryüzü geniştir" âyeti: "Benim yeryüzüm geniştir. Hicret edip putlardan uzaklaşın" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Sabredenlere mükâfatları elbette hesapsız olarak verilir" âyetini açıklarken: "Vallahi, mükafatlar verilirken ne ölçü, ne de tartı olacaktır" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Sabredenlere mükâfatları elbette hesapsız olarak verilir" âyetini açıklarken: "Bana bildirildiğine göre Allah onların amellerinin sevabını hesaplamayacak, bilakis sevaplarının üzerine sevaplar konulacaktır" demiştir.

İbn Merdûye'nin Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah bir kulu sevdiği ve onu dostu yapacağı zaman üzerine belayı sağanak bir şekilde gönderir. Bu kul dua edince melekler: «Bu tanıdık bir sestir» derler. Cibrîl: «Ey Rabbim! Falan kulunun ihtiyacını gider» deyince, Yüce Allah: «Onu bırak, Ben onun sesini duymayı seviyorum» buyurur. Kul: «Ey Rabbim!» dediği zaman, Yüce Allah: «Buyur ey kulum, iste. İzzetime yemin olsun ki, Bana hangi duayı yaparsan bu duana karşılık vereceğim ve Benden hangi şeyi istersen bu isteğini yerine getireceğim. Ya istediğini hemen vereceğim veya (kıyamet günü için) daha iyisini vermek üzere yanımda saklayacağım, ya da bu duana karşılık büyük bir belayı senden uzaklaştıracağım» karşılığını verir." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti: "Kıyamet günü teraziler kurulur, namaz ehli getirilir ve namazlarının sevabı ölçülerek verilir. Oruç ehli getirilir ve oruçlarının sevabı tartılarak verilir. Sadaka ehli getirilir ve sevapları tartılarak verilir. Hac ehli getirilir ve sevapları tartılarak verilir. Sonra bela ve musibete uğramış kimseler getirilir. Onlar için terazi konulmaz. Herhangi bir amel defteri açılmaz. Ecir, üzerlerine hesabsız bir şekilde sağnak sağnak yağdırılır. Öyle ki dünyadaki afiyet ve esenlik içerisinde olanlar keşke cesetleri makaslarla kesilmiş olsaydı diye temenni edeceklerdir. Yüce Allah'ın, "Sabredenlere mükâfatları elbette hesapsız olarak verilir" âyeti buna işaret etmektedir. "

Taberânî ve İbn Merdûye'nin Hasan b. Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cennette, Belvâ denilen bir ağaç vardır. Kıyamet günü belaya maruz kalanlar getirilir ve onların hesap defterleri açılmaz, kendileri için terazi kurulmaz ve üzerlerine sağnak bir şekilde ecir yağdırılır" buyurup, "Sabredenlere mükâfatları elbette hesapsız olarak verilir" âyetini okudu.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Kıyamet günü bela ehli (kendilerine verilen sevabı görünce) Dünyadayken vücutlarının makaslarla kesilmiş olmasını temenni ederler" demiştir.

11

(Ey Resûlüm), de ki: “ Ben, Allah’a O’nun dininden ihlâs sahibi olarak ibâdet etmekle emrolundum;

12

Ve (yine) müslümanların ilki olmakla emrolundum.”

13

De ki: “ Rabbime isyan edersem, (ey kâfirler sizin yolunuza meyl edersem) büyük bir günün azabından korkarım.”

14

De ki: “ Dinimi Allah’a hâlis kılarak O’na ibâdet ederim.

15

"Sîz de Allah'tan başka dilediğiniz şeylere ibadet edin!" De ki: Şüphesiz hüsrana uğrayanlar, kıyamet gününde kendilerini ve ailelerini hüsrana sokanlardır. İyi bilin ki bu, apaçık hüsranın ta kendisidir."

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Şüphesiz hüsrana uğrayanlar, kıyamet gününde kendilerini ve ailelerini hüsrana sokanlardır" buyruğunda kastedilenler Yüce Allah'ın Cehennem için yarattığı kafirlerdir. Dünya bunların ellerinden gitmiş ve Cennet te kendilerine haram kılınmıştır.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Şüphesiz hüsrana uğrayanlar, kıyamet gününde kendilerini ve ailelerini hüsrana sokanlardır" âyetini açıklarken: "Yani eğer Allah'ın taatiyle amel etselerdi, onunla iştigal etselerdi onlara Cennette aileler hazırlanmıştı. Fakat onlar bunu kaybettiler" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Şüphesiz hüsrana uğrayanlar, kıyamet gününde kendilerini ve ailelerini hüsrana sokanlardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Onlar kendilerini ve ailelerini aldattılar. Bu kişiler hüsrana uğrayınca Cehennemde pişmanlık duyacaklar, ailelerini de kaybedecekler ve yanlarına dönecekleri aileleri olmayacaktır."

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde, "Şüphesiz hüsrana uğrayanlar, kıyamet gününde kendilerini ve ailelerini hüsrana sokanlardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah, kendisine itaat eden herkes için Cennette bir aile hazırlamıştır."

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd, Mücâhid'den aynı rivâyette bulunmuştur.'

16

"Onlar için üstlerinde ateşten katmanlar, altlarında (ateşten) katmanlar vardır. İşte Allah, kullarını bununla korkutur. Ey kullarım, bana karşı gelmekten sakının."

İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre, "Onlar için üstlerinde ateşten katmanlar, altlarında (ateşten) katmanlar vardır" âyetinden kastedilen, üstlerinde ateşten örtülerin, altlarında ise döşeklerin olmasıdır.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Süveyd b. Ğafele der ki: Allah, Cehennemlikleri unutmak istediği zaman herkesin boyuna göre ateşten bir tabut yapar ve (onları içine koyup) ateşten kilitlerle kilitler. Bu kişinin her damarına bir çivi değer. Sonra bu tabut, ateşten yapılmış başka bir tabutun içine konulur, sonra ateşten kilitlerle kilitlenir ve bu iki tabut arasında ateş yakılır. Bunlar, Cehennemde kendilerinden başka kimsenin olmadığını zanneder. Yüce Allah'ın, "Onlar için Cehennemden bir yatak ve üstlerine de örtüler vardır. Zâlimleri böyle cezalandırırız" âyeti buna işaret etmektedir.

17

"Tâğût'tan, ona kulluk etmekten kaçınan ve içtenlikle Allah'a yönelenler için müjde vardır. O hâlde, kullarımı müjdele!"

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre "Tâğût'tan, ona kulluk etmekten kaçınan ve içtenlikle Allah'a yönelenler için müjde vardır. O hâlde, kullarımı müjdele. Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah'ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir'" âyetleri, Cahil iye döneminde: "La ilâhe illallah" diyen Zeyd b. Amr b. Nufeyl, Ebû Zer el-Ğifârî ve Selmân el- Fârisî hakkında nazil olmuştur.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: Saîd b. Zeyd, Ebû Zer ve Selmân, Cahiliye döneminde sözün en güzeli olan "La ilâhe illallah" sözüne uyup söylemişlerdir. Yüce Allah bu konuda Peygamberine, "Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah'ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir" âyetini indirmiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd der ki: Tâğut, Şeytandır. Tâğut kelmesi âyette tekil olarak geçmektedir, ama kastedilen çoğuldur. Bu, "Ey insan! ihsanı bol Rabb'ine karşı seni aldatan nedir?" âyeti gibidir. Burada da hitab bütün insanlaradır. "İnsanlar onlara: «Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun» dediler" buyruğunda sözü söyleyen çoğul olarak geçmesine rağmen, sözü söyleyen tek kişidir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen tağuttan kastedilen Şeytandır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, (.....) kelimesinin yönelmek olduğunu söylemiştir. "Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah'ın hidayete erdirdiği kimselerdir.

İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir" âyetindeki sözün en güzelinden kastın da Allah'a itaat etmek olduğunu söylemiştir.

Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usûl'da, Dahhâk'ın, "Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah'ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir" âyetini: "Allah'ın, peygamberlerine verdiği emirlere uyarlar" şeklinde açıklamıştır.

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Kelbî, "Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah'ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir" âyetini açıklarken: "Anlatan birinin yanına oturduğunda, dinlediğinden en güzel şekilde faydalanmış olarak kalkan kişi kastedilmiştir" dedi.

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb der ki: "Şu üç şey olmasa ölmeyi arzulardım: Alnımı Allah için yere koymasam, güzel sözü, güzel hurmaları seçer gibi seçen kişilerin yanında oturmasam ve Allah yolunda yola çıkmış olmasam."

Cuveybir'in bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah der ki: "O Cehennemin yedi kapısı olup, her kapıdan onların girecekleri ayrılmış bir kısım vardır" âyeti nazil olunca, Ensar'dan bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip: "Ey Allah'ın Resûlü! Benim yedi kölem var ve Cehennemin her kapısına karşılık birini azad ettim" dedi. Bunun üzerine, "Tâğût'tan, ona kulluk etmekten kaçınan ve içtenlikle Allah'a yönelenler için müjde vardır. O hâlde, kullarımı müjdele. Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah'ın hidayete erdirdiği kimselerdir, işte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir" âyetleri nazil oldu.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Saîd der ki: "Tâğût'tan, ona kulluk etmekten kaçınan ve içtenlikle Allah'a yönelenler için müjde vardır. O hâlde, kullarımı müjdele. Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah'ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir'" âyetleri nazil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir münadi gönderdi ve bu münadi şöyle bağırdı: "Kim Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmadan ölürse Cennete girer." Hazret-i Ömer münadiyi geri çevirerek Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip: "Ey Allah'ın Resûlü! İnsanların Allah'a (rahmetine) tevekkül edip (güvenip) amel etmeyi terk etmelerinden korktum" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer insanlar Allah'ın rahmetinin büyüklüğünü bilselerdi (ameli bırakıp) tevekkül ederlerdi. Eğer Allah'ın gazabının ve cezalandırmasının büyüklüğünü bilselerdi amellerini küçük görürlerdi" buyurdu.

18

O kullarım ki, (Kur’ân’ı) dinlerler sonra da onun en güzelini (en açığını ve kuvvetlisini) tatbik ederler. İşte bunlar Allah’ın kendilerine hidâyet verdiği kimselerdir ve bunlar gerçek akıl sahibleridir.

19

Bkz. Ayet:20

20

"Hakkında azap sözü (hükmü) gerçekleşenler, hiç onlar gibi olur mu? Cehennemlikleri sen mi kurtaracaksın? Fakat, Rablerinden sakınanlara, üst üste bina edilmiş köşkler vardır; altlarından ırmaklar akar. Bu, Allah'ın verdiği sözdür, Allah verdiği sözden caymaz."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Hakkında azap sözü (hükmü) gerçekleşenler, hiç onlar gibi olur mu? Cehennemlikleri sen mi kurtaracaksın?" âyetini açıklarken: "Kişi hakkında azab hükmü, kişinin küfrü ve ameli sebebiyle gerçekleşir" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre, âyette geçen (.....) âyetinden kastedilen, üst üste yapılan binalardır.

21

"Görmedin mi, Allah gökten su indirdi de onu yeryüzündeki kaynaklara ulaştırdı. Sonra onunla renkleri çeşit çeşit ekinler çıkarıyor. Sonra ekinler kuruyor da onları sapsarı kesilmiş görüyorsun. Sonra da Allah onları kurumuş çer çöp hâline getirir. Şüphesiz ki bunda akıl sahipleri için bir öğüt vardır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Görmedin mi, Allah gökten su indirdi de onu yeryüzündeki kaynaklara ulaştırdı" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Yeryüzündeki bütün sular gökyüzünden inmiştir, ama yeryüzündeki damarları onun (tadını) değiştirmiştir. Yüce Allah'ın, "Onu yeryüzündeki kaynaklara ulaştırdı..." âyetinden bu kastedilmektedir. Suyun tuzunu gidermek isteyen, onu buharlaştırsın."

İbn Cerîr, el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh ve Harâitî Mekârimu'l-Ahlâk'ta, Şa'bî'nin, "Onu yeryüzündeki kaynaklara ulaştırdı..." âyetini açıklarken: "Yeryüzündeki her su gökyüzünden gelmektedir" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, kaynaklar mânâsındadır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Kelbî der ki: "Yerden çıkan kaynaklar, Yüce Allah'ın gökyüzünden indirdiği sulardandır. "Onu yeryüzündeki kaynaklara ulaştırdı..."

22

"Allah'ın, göğsünü İslâm'a açtığı, böylecc Rabbinden bir nur üzere bulunan kimse, kalbi imana kapalı kimse gibi midir? Allah'ın zikrine karşı kalpleri katı olanların vay hâline! İşte onlar açık bir sapıklık içindedirler."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Allah'ın, göğsünü İslâm'a açtığı, böylece Rabbinden bir nur üzere bulunan kimse, kalbi imana kapalı kimse gibi midir'" âyetini açıklarken: "Göğsü İslam'a açık olan kişiler, kalbi katı olanlar gibi değildir" demiştir.

Add, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde, "Allah'ın, göğsünü İslâm'a açtığı, böylece Rabbinden bir nur üzere bulunan kimse, kalbi imana kapalı kimse gibi midir" âyetini açıklarken: "Âyetteki nurdan kastedilen Allah'ın Kitab'ıdır ve tarif edilen kişi mümindir. Mümin Allah'ın Kitab'ına uyar, her işinde ona müracaat eder ve onunla amel eder" demiştir.

ibn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Allah'ın, göğsünü islâm'a açtığı, böylece Rabbinden bir nur üzere bulunan kimse, kalbi imana kapalı kimse gibi midir" âyetinden kastedilen kişi Hazret-i Ebû Bekir'dir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî der ki: "Allah'ın, göğsünü islâm'a açtığı, böylece Rabbinden bir nur üzere bulunan kimse, kalbi imana kapalı kimse gibi midir" âyeti nazil olduğu zaman, sahabe: "Ey Allah'ın Resûlü! Göğüs genişler mi?" diye sordu. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet" karşılığını verince sahabe: "Bunun alâmeti var mıdır?" diye sordular. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Evet. Aldatıcı yurttan uzaklaşmak, ebedîlik yurduna yönelmek ve ölüm başa gelmeden ona hazırlanmaktır. "

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Mes'ûd der ki: "Allah'ın, göğsünü İslâm'a açtığı, böylece Rabbinden bir nur üzere bulunan kimse, kalbi imana kapalı kimse gibi midir" âyetini okuyunca: "Ey Allah'ın Resûlü! Göğüs nasıl genişler?" diye sorduk. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kalbe nur girip yayıldığı zaman genişler" buyurunca, biz: "Ey Allah'ın Resûlü! Bunun alâmeti nedir?" diye sorduk. Bunun üzerine Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ebedilik yurduna yönelmek, aldatıcı yurttan uzaklaşmak ve ölüm başa gelmeden ona hazırlanmaktır" buyurdu.

Hakîm et-Tirmizî'nin Nevâdiru'l-Usûl'da İbn Ömer'den bildirdiğine göre bir adam: "Ey Allah'ın Resûlü! Hangi mümin daha güzeldir?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Aralarında ölümü en çok hatırlayan, onun için en güzel hazırlanandır. Nur kalbe girdi mi kalb genişler ve açılır" cevabını verince, sahabe: "Ey Allah'ın peygamberi! Bunun alameti nedir?" diye sordular. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ebedilik yurduna yönelmek, aldanış yurdundan uzaklaşmak ve ölüm başa gelmeden ona hazırlanmaktır. "

Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usûl'da Ebû Câfer Abdullah b. el-Misver'den Allah'ın Resûlü'nden aynı rivâyette bulunduktan sonra, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), "Allah'ın, göğsünü İslâm'a açtığı, böylece Rabbinden bir nur üzere bulunan kimse, kalbi imana kapalı kimse gibi midir" âyetini okuduğunu söyledi.

Tirmizî, İbn Merdûye, İbn Şâhin et-Terğîb fi'z-Zikr'de ve Beyhakî Şu'abu'l- îman'da, İbn Ömer'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Allah anılmaksızın sözü uzatmayın. Zira Allah anılmaksızın fazla konuşulması kalplerin katılaşmasına sebeptir. İnsanların Allah'tan en uzak olanı katı kalpli kimselerdir. "

Ahmed'in Zühd'de Ebu'l-Celed'den bildirdiğine göre Hazret-i İsa (aleyhisselam) Havarilere şöyle vasiyet etti: "Allah'ın zikri dışında fazla konuşmayınız, yoksa kalpleriniz katılaşır. Kalbi katı olan da Allah'tan uzaktır, ama o farkına varmaz."

İbn Merdûye'nin Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "İnsanların yemekten sonra yatmaları, kalplerini katûaştırır" buyurdu.

el-Ukaylî, Taberânî M. el-Evsat'ta, İbn Adiy, İbnu's-Sünnî et-Tıb, Ebû Nuaym et-Tıb, Beyhakî Şu'abu'l-îman'da ve İbn Merdûye'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yemeklerinizi, Allah'ı zikrederek ve namazla eritiniz ve yemekten sonra hemen yatmayınız. Yoksa kalpleriniz katılaşır. "

İbn Merdûye'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Üç şey kalbin katılaşmasına sebep olur: Yemeği sevmek, uykuyu sevmek ve rahatlığı sevmek" buyurmuştur.

23

"Allah, kelâmın en güzeli olan Kur'ân'ı, (icaz, hikmet ve belâğatta) âyetleri birbirine benzer, mükerrer (kıssa ve öğütlerle dolu) bir kitab halinde indirdi. Öyle ki, Rablerinden (iç duygusu ile) korkanların derileri, ondan ürperir. Sonra derileri de, kalbleri de Allah'ın zikrine (dönerek rahmet âyetleriyle) yumuşar. İşte bu Kitab, Allah'ın (insanlar için gönderdiği) rehberidir. Allah onunla dilediğine hidayet verir. Kimi de Allah saptırırca, artık ona hidayet edecek yoktur."

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Allah'ın Resûlü! Bize bir şeyler anlatsan" denilince, "Allah, kelâmın en güzeli olan Kur'ân'ı, (icaz, hikmet ve belâğatda) âyetleri birbirine benzer, mükerrer (kıssa ve öğütlerle dolu) bir kitab halinde indirdi. Öyle ki, Rablerinden (iç duygusu ile) korkanların derileri, ondan ürperir. Sonra derileri de, kalbleri de Allah'ın zikrine (dönerek rahmet âyetleriyle) yumuşar, işte bu Kitab, Allah'ın (insanlar için gönderdiği) rehberidir. Allah onunla dilediğine hidayet verir. Kimi de Allah saptırırsa, artık ona hidayet edecek yoktur" âyeti nazil oldu.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kur'ân'ın tamamı mükerrerdir (öğütlerle doludur)" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Allah, kelâmın en güzeli olan Kur'ân'ı, (icaz, hikmet ve belâğatda) âyetleri birbirine benzer, mükerrer (kıssa ve öğütlerle dolu) bir kitab halinde indirdi..." âyetini açılarken: "Kur'ân'ın hepsi birbirine benzer ve bir kısmı diğer bir kısmını tasdik eder" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Allah, kelâmın en güzeli olan Kur'ân'ı, (icaz, hikmet ve belâğatda) âyetleri birbirine benzer, mükerrer (kıssa ve öğütlerle dolu) bir kitab halinde indirdi..." âyetini açılarken: "Allah'ın Kitabı mükerrerdir. Bir şey içinde defalarca tekrarlanır" demiştir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde, "Allah, kelâmın en güzeli olan Kur'ân'ı, (icaz, hikmet ve belâğatda) âyetleri birbirine benzer, mükerrer (kıssa ve öğütlerle dolu) bir kitab halinde indirdi...'" âyetini açılarken şöyle dedi: "Âyetlerdeki helaller ve haramlarda çelişki yoktur. Bunlardan bahseden âyetler, âyet âyet harf harf birbirine benzer. Mükerrer lafzından kastedilen ise Yüce Allah'ın Kitab'ında bildirdiği farzlar, hadler ve hükümlerdir."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Allah, kelâmın en güzeli olan Kur'ân'ı, (icaz, hikmet ve belâğatda) âyetleri birbirine benzer, mükerrer (kıssa ve öğütlerle dolu) bir kitab halinde indirdi..." âyetini açılarken: "Kur'ân'ın hepsi mükerrerdir ve Allah'tan kuluna olan öğütlerle doludur" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, "Allah, kelâmın en güzeli olan Kur'ân'ı, (icaz, hikmet ve belâğatda) âyetleri birbirine benzer, mükerrer (kıssa ve öğütlerle dolu) bir kitab halinde indirdi..." âyetini açlarken: "Kur'ân âyetleri birbirini açıklar ve bir kısmı diğer kısmına işaret eder" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Recâ der ki: Hasan(-ı Basrî)'ye, "Allah, kelâmın en güzeli olan Kur'ân'ı, (icaz, hikmet ve belâğatda) âyetleri birbirine benzer, mükerrer (kıssa ve öğütlerle dolu) bir kitab halinde indirdi..." âyetini sorduğumda şöyle cevap verdi: "Allah, Kur'ân'da hükümleri tekrar etmiştir. Bir âyette herhangi bir konuda hüküm veren bir âyet varken, başka bir sûrede ona benzeyen bir başka âyet bulunur."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Recâ der ki: Bu âyet benim de bulunduğum bir yerde İkrime'ye sorulunca: "Allah onda hükümleri tekrar etmiştir" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde, "öyle ki, Rablerinden (iç duygusu ile) korkanların derileri, ondan ürperir'" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu, Allah'ın dostlarının vasfıdır. Allah onları vasfedip: "Onların derileri ürperir, gözleri ağlar ve Allah'ın zikriyle kalpleri mutmain olur" buyurmuştur. Allah dostlarının akıllarının gidip kendilerinden geçtiklerini söylememiştir. Bu durum bidat ehlinde mevcuttur ve bu hareketler Şeytandandır."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "öyle ki, Rablerinden (iç duygusu ile) korkanların derileri, ondan ürperir. Sonra derileri de, kalbleri de Allah'ın zikrine (dönerek rahmet âyetleriyle) yumuşar" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah'ın zikrini ve tehdidini duydukları zaman derileri ürperir, Cenneti ve Allah'ın (kullarına olan) yumuşaklığının zikredildiğini duydukları zaman ise Allah'ın rahmetini umarak kalpleri yumuşar."

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye, İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Abdullah b. Urve b. ez-Zübeyr der ki: Ninem Esmâ'ya: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı Kur'ân okudukları zaman ne yaparlardı?" diye sorduğumda: "Onlar, Allah'ın kendilerini vasfettiği gibiydiler. Gözleri yaşarır, derileri ürperirdi" cevabını verdi. Ben: "Bugün birtakım insanlara Kur'ân okunduğu vakit bazıları baygın olarak yere düşmektedir" dediğimde: "Şeytandan Allah'a sığınırım" karşılığını verdi.

Zübeyr b. Bekkâr el-Muvaffakiyyât'ta, Âmir b. Abdillah b. ez-Zübeyr'in şöyle dediğini bildirir: Babama gelip: "Öyle bir topluluk gördüm ki, daha önce onlardan hayırlısını görmedim. Allah'ı zikrediyorlar ve çığlık atıp Allah korkusundan baygın düşüyorlar" dedim. Babam: "Onlarla oturma!" dedikten sonra şöyle devam etti: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Kur'ân okuduğunu gördüm. Ebû Bekr'in ve Ömer'in de Kur'ân okuduğunu gördüm. Onların Allah korkusuyla böyle yaptıklarını görmedim. Sence onlar Ebû Bekr ve Ömer'den daha çok mu Allah'tan korkuyorlar?"

ibn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Kays b. Cübeyr: "(Allah'ı zikrederken) kendinden geçip çığlık atmak şeytandandır" dedi.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî), (zikir esnasında) ışık gördüğünü iddia eden kişi için: "Bu, Şeytandandır. Eğer böyle bir şeyde hayır olsaydı, Bedir ehline bu ışık gösterilirdi" demiştir.

Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usul'da, Abbâs b. Abdilmuttalib'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Kulun derisi Allah korkusuyla ürperirse, kurumuş ağacın yapraklarının döküldüğü gibi bu kişinin günahları da dökülür."

Hakîm et-Tirmizî'nin bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b der ki: "Allah'ın emrettiği şekilde ve sünnete uygun olarak Rahman'ı zikredip Allah korkusuyla derisi ürperen hiçbir kul yoktur ki, yaprakları kuruyan ağaca esen rüzgarın, bu yaprakları döktüğü gibi bu kişinin de günahları dökülmesin. Allah'ın emrettiği şekilde ve sünnete uygun olarak Rahman'ı zikredip Allah korkusuyla gözleri yaşaran kişiye de hiçbir zaman cehennem ateşi dokunmaz."

24

"Kıyamet gönünde azabın kötüsünden yüzünü korumaya çalışan kimse (azab görmeyecek kimse gibi) mi? Zâlimlere de: «Kazandıklarınızı tadınız» denilir."

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Kıyamet gününde azabın kötüsünden yüzünü korumaya çalışan kimse (azab görmeyecek kimse gibi) mi?" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu kişi Cehennemde yüzüstü süründürülür. Bu, "Âyetlerimizi inkar edenler Bize gizli değillerdir. Kıyamet gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen kimse mi daha iyidir? Dilediğinizi işleyin, doğrusu O, yaptıklarınızı gören'dir'" âyeti gibidir.'

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Bu kişi bağlanmış olarak Cehenneme götürülür, sonra Cehenneme atılır ve ateş ilk olarak yüzüne temas eder."

25

(Ey Resûlüm, senin) o kavminden evvelkiler de peygamberlerini yalanladılar. Bunun üzerine ummadıkları bir yerden kendilerine azap iniverdi.

26

Böylece Allah onlara dünya hayatında zilleti taddırdı. Âhiret azabı ise, elbette daha büyüktür. Eğer bilselerdi (bundan ibret alırlardı).

27

Gerçekten biz bu Kur’ân’da, insanlar için her şeyden misal getirdik; olur ki (onlardan) öğüd alırlar.

28

"Biz onu, Allah'a karşı gelmekten sakınsınlar dîye hiçbir eğriliği bulunmayan Arapça bir Kur'ân olarak indirdik."

el-Âcurrî eş-Şerîa'da, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen "...hiçbir eğriliği omayan..." âyeti: "Mahluk olmayan" mânâsındadır.

Deylemî'nin Müsnedu'l-Firdevs'te Enes'ten bildirdiğine göre âyette geçen "...hiçbir eğriliği omayan..." âyeti: "Mahluk olmayan" mânâsındadır.

İbn Şâhin es-Sünne'de ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Ferec b. Yezîd el- Kelâî'den bildirir: Hazret-i Ali'ye: "Bir kafir ve münafığı hakem tayin ettin" denilince, Hazret-i Ali: "Ben hiçbir mahluku hakem tayin etmedim, sadece Kur'ân'ı hakem tayin ettim" karşılığını verdi.

İbn Adiy ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Enes b. Mâlik: "Kur'ân, Allah'ın kelamıdır. Allah'ın kelamı da mahluk değildir" demiştir.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre İkrime der ki: İbn Abbâs bir cenazenin namazını kıldı ve cenaze kabre konulunca bir adam: "Ey Kur'ân'ın Rabbi olan Allahım! Onu bağışla" dedi. İbn Abbâs adama: "Yavaş ol! Böyle şeyler söyleme. Kur'ân Allah'tan geldi ve Ona dönecektir" başka bir lafızda ise: "Annen seni kaybetsin! Kur'ân Allah'tandır" dedi.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb: "Kur'ân, Allah'ın kelamıdır" demiştir"

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Süfyân b. Uyeyne der ki: "Yetmiş yıldan bu yana aralarında Amr b. Dînâr'ın da bulunduğu hocalarımıza yetiştim, hepsi de: "Kur'ân, mahluk değil Allah'ın kelamıdır" diyordu.

Beyhakî'nin Câfer b. Muhammed'den bildirdiğine göre babası der ki: Ali b. Hüseyin'e Kur'ân sorulunca: "O ne Hâlık, ne de mahluktur, Hâlık'ın kelamıdır" dedi.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Kays b. er-Rabî der ki: Câfer b. Muhammed'e Kur'ân'ı sorduğumda: "Allah'ın kelamıdır" cevabını verdi. Ben: "Mahluk mudur?" diye sorunca ise: "Hayır" dedi. Ben: "Onun mahluk olduğunu iddia eden kişi için ne dersin?" diye sorduğumda ise: "Tevbe edilmesi istenmeden öldürülür" cevabını verdi.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen, "... hiçbir eğriliği bulunmayan..." âyeti, "İçinde karışıklık olmayan" mânâsındadır.

29

"Allah, birbiriyle çekişen ortak sahipleri bulunan bir (köle) adam ile yalnızca bir kişiye ait olan bir (köle) adamı örnek verdi. Bu iki adamın durumu hiç, bir olur mu? Hamd Allah'a mahsustur. Hayır, onların çoğu bilmiyorlar."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Allah, birbiriyle çekişen ortak sahipleri bulunan bir (köle) adam ile yalnızca bir kişiye ait olan bir (köle) adamı örnek verdi..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah, bir çok efendisi olan köleyi, puta tapanlara, değişik ilâhlara tapan kişilere örnek verdi. Bir efendisi olan köleyi ise Yüce Allah'a kulluk eden kişiye örnek vermiştir."

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde, "Allah, birbiriyle çekişen ortak sahipleri bulunan bir (köle) adam ile yalnızca bir kişiye ait olan bir (köle) adamı örnek verdi" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Birden çok sahibi bulunan köleden kastedilen müşriktir. Şeytanlar bu adamı aralarında paylaşamazlar. Bir kişiye ait olan köleden ise kastedilen mümindir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Allah, birbiriyle çekişen ortak sahipleri bulunan bir (köle) adam ile yalnızca bir kişiye ait olan bir (köle) adamı örnek verdi..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu misal, batıl ilâhlar ve gerçek ilâh olan yüce Allah hakkında verilmiştir."

Abd b. Humeyd'in İkrime'den bildirdiğine göre âyette geçen ortak sahiplerden kastedilen putlardır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "...yalnızca bir kişiye ait olan bir (köle) adamı örnek verdi...'" âyetini açıklarken: "(Allah'tan başka) Hiç kimsenin bu köle üzerinde hakkı yoktur" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, bu âyeti (.....) şeklinde medsiz olarak okumuş ve "...yalnızca bir kişiye ait olan bir (köle) adamı örnek verdi..." mânâsını vermiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, bu âyeti (.....) şeklinde medsiz olarak okumuştur.

İbn Ebî Hâtim'in Mubeşşir b. Ubeyd el-Kuraşî der ki: Abdullah b. Amr bu âyeti (.....) şeklinde: "İhlasla bağlı" mânâsında okumuştur. Bunu (.....) şeklinde okuyan, "Teslim olmuş" mânâsını vermiş olur.

30

Bkz. Ayet:31

31

"(Ey Muhammed!) Şüphesiz sen öleceksin ve şüphesiz onlar da öleceklerdir. Sonra şüphesiz siz kıyamet günü Rabbinizin huzurunda muhakeme edileceksiniz."

Abd b. Humeyd, Nesâî, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: "Biz bir süre yaşayıp bu âyetin bizim ve iki kitab ehli hakkında nazil olduğunu düşünürdük ve: "Bizler peygamberimiz bir, dinimiz bir iken nasıl olur birbirimizden davacı olacağız" dedik. Nihayet ben birbirimize karşı kılıç kullandığımızı gördüm, o vakit bu âyetin bizim hakkımızda indiğini anladım.

Nuaym b. Hammâd el-Fiten'de, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: "Biz bir süre yaşayıp bu âyetin bizim ve iki kitab ehli hakkında nazil olduğunu tahmin etmezdik ve: "Biz, Allah'tan başkasına ibadet etmeyiz, dinimiz İslam'dır, kitabımız Kur'ân'dır. Onu ne değiştiririz, ne de tahrif ederiz, kıblemiz Kabe'dir, haramlarımız -veya Harem'imiz- birdir, peygamberimiz Muhammed'dir. Nasıl birbirimizden davacı olacağız?" derdik. Nihayet ben birbirimize karşı kılıç kullandığımızı gördüm, o vakit bu âyetin bizim hakkımızda indiğini anladım.'

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: "Sonra şüphesiz siz kıyamet günü Rabbinizin huzurunda muhakeme edileceksiniz"' âyeti nazil olduğu zaman tefsirinin ne olduğunu -Abd b. Humeyd'in lafzında "Ne hakkında indiğini"- bilmiyorduk ve: "Aramızda husumet yoktur ki, ne için muhakeme edileceğiz" diyorduk. Aramıza fitne düşünce: "Rabbimizin bize vaad ettiği muhakemenin sebebi buymuş" dedik.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbrâhim en-Nehaî der ki: "(Ey Muhammed!) Şüphesiz sen öleceksin ve şüphesiz onlar da öleceklerdir. Sonra şüphesiz siz kıyamet günü Rabbinizin huzurunda muhakeme edileceksiniz" âyeti nazil olunca sahabe: "Biz kardeş olduğumuz halde hangi sebeple muhakeme olacağız" dediler. Hazret-i Osmân öldürülünce: "Aramızdaki muhakemenin sebebi buymuş" dediler.

Ebû Ubeyd ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Fadl b. İsa der ki: "(Ey Muhammed!) Şüphesiz sen öleceksin ve şüphesiz onlar da öleceklerdir. Sonra şüphesiz siz kıyamet günü Rabbinizin huzurunda muhakeme edileceksiniz" âyeti nazil olunca sahabe: "Ey Allah'ın Resûlü! Neden muhakeme olacağız?" diye sordular. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Akıtılan kanlar sebebiyle" cevabını verdi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde, "(Ey Muhammed!) Şüphesiz sen öleceksin ve şüphesiz onlar da öleceklerdir'" âyetini açıklarken: "Yüce Allah, hem Peygamberine, hem de sizlere öleceğinizi bildirmiştir" dedi.

Abdurrezzâk, Ahmed, İbn Menî', İbn Ebî Ömer, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye, Ebû Nuaym el-Hilye'de ve Beyhakî'nin el-Ba's ve'n-Nuşûr'da bildirdiğine göre Zübeyr b. el-Avvâm der ki: "(Ey Muhammed!) Şüphesiz sen öleceksin ve şüphesiz onlar da öleceklerdir. Sonra şüphesiz siz kıyamet günü Rabbinizin huzurunda muhakeme edileceksiniz" âyeti nazil olunca ben: "Ey Allah'ın Resûlü! Özel birtakım günahlarla birlikte dünyada bizim aramızda meydana gelen şeyler bize karşı tekrar gösterilecek mi?" diye sordum. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet, andolsun ki her hak sahibine hakkı eksiksiz ödeninceye kadar size karşı tekrar gösterilecektir" buyurdu. Zübeyr der ki: "Allah'a andolsun o zaman iş çok zor demektir."

İbn Cerîr, Taberânî, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym'ın bildirdiğine göre Zübeyr b. el-Avvâm der ki: "(Ey Muhammed!) Şüphesiz sen öleceksin ve şüphesiz onlar da öleceklerdir. Sonra şüphesiz siz kıyamet günü Rabbinizin huzurunda muhakeme edileceksiniz" âyeti nazil olunca ben: "Ey Allah'ın Resûlü! Özel birtakım günahlarla birlikte dünyada bizim aramızda meydana gelen şeyler bize karşı tekrar gösterilecek mi?" diye sordum. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet, andolsun ki her hak sahibine hakkı eksiksiz ödeninceye kadar size karşı tekrar gösterilecektir" buyurdu. Zübeyr der ki: "Allah'a andolsun o zaman iş çok zor demektir."

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Ebû Saîd el-Hudrî der ki: "Sonra şüphesiz siz kıyamet günü Rabbinizin huzurunda muhakeme edileceksiniz'" âyeti nazil olduğu zaman: "Rabbimiz bir ve dinimiz bir olduğu halde neden (aramızda husumet olacak ta) kıyamet günü muhakeme olacağız?" derdik. Sıffîn günü kılıçlarla birbirimizin üzerine saldırınca: "İşte âyette bahsedilen şey budur" dedik.

Ahmed'in hasen isnâdla Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyamet günü her şey muhakeme olacak, hatta (dünyadayken) birbirlerine toslayan davarlar bile muhakeme olacaktır" buyurdu.

Ahmed ve Ebû Ya'lâ'nın Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Nefsim elinde olana yemin ederim ki, kıyamet günü birbirlerine toslayan davarlar bile davalaşacaktır" buyurdu.

Taberânî ve İbn Merdûye'nin Ebû Eyyûb'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kıyamet günü ilk muhakeme olacak olanlar, kişiyle hanımıdır. Vallahi, hanımının dili konuşmayacak, onun elleri ve ayakları konuşup, kocasından habersiz olarak yaptıklarına şahitlik edecekler. Erkeğin de elleri ve ayakları, onun hanımına nasıl davrandığına şahitlik edecekler. Sonra kişiyle hizmetçisi çağrılıp aynı şekilde muhakeme olacaklar, sonra çarşı sahipleri çağrılıp muhakeme edilecekler. O gün ne danîk ne de kırat (yeni ölçü birimi) olmayacak, haksız olanın iyilikleri alınıp haklı olana verilecek, mazlumun günahları, zalime yüklenecek. Sonra zorbalar demir sopalarla getirilip: «Onları Cehenneme sürün» denilecek. Vallahi, onlar Cehenneme girecekler mi yoksa, "Sizden Cehenneme uğramayacak yoktur. Bu, Rabbinin yapmayı üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükümdür" buyruğunda söylendiği gibi mi olacak bilmiyorum. "

Ahmed ve Taberânî hasen senetle, Ukbe b. Âmir'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyamet günü ilk muhakeme olacak kişiler komşu olanlardır" buyurduğunu nakleder.

Bezzâr'ın Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "(Kıyamet günü) Zorba idareci getirilir ve idare ettikleri kendisiyle davalaşıp ona karşı galip gelirler. Bunun üzerine zalim idareciye: «Cehennemin temellerinden birini doldur» denilir. "

İbn Mende'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Kıyamet günü insanlar davalaşırlar, hatta bedenle can bile davalaşırlar. Can bedene: "Sen yaptın" derken, beden de cana: "Yapmamı sen emrettin ve teşvik ettin" der. Allah bir melek gönderir ve bu melek onların arasında hüküm verip: "Siz, kötürüm ama gözleri gören adamla, gözleri görmeyen adamın bir bahçeye girmesine benzersiniz. Kötürüm olan, gözleri görmeyene: "Şurada meyveler görüyorum ama onları alamıyorum" der. Gözleri görmeyen ise: "Sırtıma bin ve onları al" der. Kötürüm olan adam körün sırtına binip meyveleri alır. Bunların hangisi suçludur?" Beden ve can: "İkisi de suçludur" cevabını verince, melek onlara: "Siz kendi nefsiniz hakkında hüküm verdiniz. Beden, ruh için bir binek gibidir" der."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Sonra şüphesiz siz kıyamet günü Rabbinizin huzurunda muhakeme edileceksiniz" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Doğru olan yalancıyla, mazlum zalimle, hidâyette olan dalalette olanla, zayıf, mütekebbirle davalaşır."

Ahmed'in Zühd'de Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre bir adam bir cenaze görünce: "Bu kimdir?" diye sordu. Ebu'd-Derdâ: "Bu sensin, bu sensin. Yüce Allah, "(Ey Muhammed!) Şüphesiz sen öleceksin ve şüphesiz onlar da öleceklerdir" buyuruyor" karşılığını verdi.

32

Bkz. Ayet:33

33

"Kim, Allah'a Karşı yalan uyduran ve kendisine geldiğinde, doğruyu (Kur'ân'ı) yalanlayandan daha zalimdir? Cehennemde kâfirler için kalacak bir yer mi yok!? Dosdoğru Kur'ân'ı getiren ile onu tasdik edenler var ya, işte onlar Allah'a karşı gelmekten sakınanlardır."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre, âyette geçen "Doğruyu yalanlayanlardan" buyruğunda yalanlanandan kasıt Kur'ân'dır. Kur'ân'ı getirenden kastedilen ise Allah'ın Resûlü'dür. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) doğru olan Kur'ân'ı getirmiş ve müminler de onu tasdik etmiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin el- Esmâ ve's-Sifât'ta bildirdiğine göre, dosdoğru getirilen şeyden kastedilen "La ilahe illallah" sözüdür. Tasdik edilen ise Allah'ın Resûlü'dür. Sakınanlardan kasıt ise şirke düşmekten sakınmaktır.

İbn Cerîr, el-Bâverdî Ma'rifetu's-Sahabe'de ve İbn Asâkir'in, sahabeden olan Useyd b. Safvân vasıtasıyla bildirdiğine göre. Hazret-i Ali der ki: "Doğruyu getiren Hazret-i Muhammed'dir. Onu tasdik eden ise Hazret-i Ebû Bekir'dir." İbn Asâkir der ki: " Rivayet bu şekildedir. Bu âyet Hazret-i Ali'nin kıraatında (.....) şeklinde olabilir."

İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre doğruyu getiren Hazret-i Muhammed, onu tasdik eden ise Hazret-i Ebû Bekir'dir.

ibn Asâkir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre doğruyu getiren Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), onu tasdik eden ise Ali b. Ebî Tâlib'dir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre doğruyu getiren Cibrîl, onu tasdik eden ise Allah'ın Resûlü'dür.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'd-Durays, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Dosdoğru Kur'ân'ı getiren ile onu tasdik edenler var ya..." âyetini okur ve şöyle derdi: "Bunlar Kur'ân ehlidir. Kıyamet günü Kur'ân'la gelirler ve: "Bu, bize verdiğinizdir. Bizler onun içindekilere uyduk" derler.

34

Onlara, Rableri katında, ne dilerlerse var. İşte bu, güzel ve iyi iş görenlerin mükâfatıdır.

35

Çünkü Allah, onların daha önce işledikleri amelin en kötüsünü bile örtüb bağışlayacak ve yapmakta oldukları güzel amellerin en güzeli ile mükâfatlarını kendilerine verecektir.

36

"Allah, kuluna yetmez mi? Seni O'ndan (Allah'tan) başkalarıyla korkutmaya çalışıyorlar. Allah, kimi saptırırsa artık onun için bir yol gösterici yoktur."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den bildirdiğine göre "Allah, kuluna yetmez mi..." buyruğundaki kuldan kastedilen Hazret-i Muhammed'dir.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Bir adamın bana bildirdiğine göre: "Müşrikler Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ya ilâhlarımıza sövmeyi bırakırsın ya da putlarımıza söyleriz, seni çarpar ve delirtir" deyince, "Allah, kuluna yetmez mi? Seni O'ndan (Allah'tan) başkalarıyla korkutmaya çalışıyorlar. Allah, kimi saptırırsa artık onun için bir yol gösterici yoktur" âyeti nazil oldu.

Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) putlarla korkutuyorlardı. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Hâlid b. el-Velîd'i Uzza putunu kırmak için gönderince, Uzza putunu koruyan bakıcısı: "Ey Hâlid! Onun sana zarar verebileceğini söylüyor ve seni sakındırıyorum. Çünkü bunun öyle sert bir tepkisi var ki, kimse onun karşısında duramaz" dedi. Bunun üzerine Hâlid, Uzza'nın üzerine yürüdü ve balta ile burnunu kırdı.'

Firyâbî ve Abd b. Humeyd'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Seni O'ndan (Allah'tan) başkalarıyla korkutmaya çalışıyorlar..." buyruğunda, kendisiyle korkutmaya çalıştıkları şey putlardır.

37

Kime de Allah hidâyet verirse, onu da saptıracak yoktur. Allah,(imansızlara) galib gelen intikam sahibi değil midir?

38

"Andolsun, eğer onlara, «Gökleri ve yeri kim yarattı?» diye sorsan elbette, «Allah», derler. De ki: «Peki söyleyin bakalım? Allah'ı bırakıp da ibadet ettikleriniz var ya; eğer Allah bana herhangi bir zarar dokundurmak isterse, onlar Allah'ın dokundurduğu zararı kaldırabilirler mi? Yahut Allah bana bir rahmet dilese, onlar O'nun rahmetini engelleyebilirler mi?» De ki: Allah bana yeter. Tevekkül edenler ancak O'na tevekkül ederler."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre "Allah'ı bırakıp da ibadet ettikleriniz var ya..." âyetinden kastedilen putlardır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Asım bu âyeti, (.....) şeklinde muzaf olarak tenvinsiz bir şekilde okudu.

39

De ki: “ Ey kavmim! Bulunduğunuz hal (küfür ve düşmanlık) üzere çalışın. Elbet ben de çalışıyorum. Artık yakında bileceksiniz:

40

Kimmiş o kendisine rüsvay edici bir azap gelecek olan ve üzerine devamlı bir azap incek olan?”

41

(Ey Resûlüm), Biz sana Kur’ân’ı, insanlar için (hidâyet bulsunlar diye)hak ile indirdik. Artık kim doğru yola gelirse, kendi menfaatınadır. Kim de saparsa, ancak kendi zararına sapmış olur. Sen, değilsin onların üzerine vekil...

42

"Allah, (ölen) insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de uykularında alır. Ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını tutar, diğerlerini belli bir süreye (ömürlerinin sonuna) kadar bırakır. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Allah, (ölen) insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de uykularında alır..." âyetini açıklarken şöyle dedi: "Âdemoğlunda bir nefis, bir de ruh vardır. Her ikisi arasında güneş ışığı gibi bir şey vardır. Kişi uyuduğu zaman onun nefsini kabzeder, ama ruhunu kabzetmez ve kişi yattığı yerde dönüp yaşar. Allah bu kişiyi kabzetmek isteyince ruhunu alır ve bu kişi ölür. Eğer kabzetmeyecekse, (uyandığı zaman) onun ruhunu kendisine iade eder."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî M. el-Evsat'ta, el- Azame'de Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Diyâ el-Muhtâre'de, İbn Abbâs'ın, "Allah, (ölen) insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de uykularında alır..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: "Yaşayanların ve ölülerin ruhları uykuda buluşurlar ve aralarında Allah'ın dilediği kadar konuşurlar. Sonra Allah ölülerin ruhlarını tutar, yaşayanların ruhlarını da "belli bir süreye kadar" bedenlerine bırakır ve bu süre hiç şaşmaz. Yüce Allah'ın, "Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır" âyeti buna işaret etmektedir."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Allah, (ölen) insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de uykularında alır...'" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Her ruhun içinde gittiği bir yolu vardır. Bu ruh için ölüm takdir edilince uyur ve yol kesilir. Uykudayken eceli gelmeyenin ruhu ise uyanınca serbest bırakılır."

Cuveybir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Doğuyla batı, gökle yer arasında uzanmış bir yol vardır. Uyuyanların ve ölenlerin ruhları bu yolda toplanır, ölünün ruhu uyuyanın ruhuna asılır. Uyuyan ruha rızkını tamamlamak için izin verilmişse, ölenin ruhu tutulur ve diğeri serbest bırakılır."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ferkad der ki: "Dünya gecelerinden her gecede Yüce Allah, mümin olsun kafir olsun bütün ruhları kabzeder ve her ruha, kendisi daha iyi bildiği halde sahibinin gündüz ne yaptığını sorar. Sonra ölüm meleğini çağırır ve: "Şunu kabzet, şunu kabzet" buyurarak ölmesini takdir ettiği ruhları kabzedip, "...diğerlerini belli bir süreye (ömürlerinin sonuna) kadar bırakır..."

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Süleym b. Âmir'den bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb: "İnsanın rüyası şaşılacak şeydir. Uyur ve hiç aklına gelmeyecek şeyler görür ve bu rüya sanki eliyle dokunuyormuş gibi gerçekçi olur. Kimisi de rüya görür ve bu rüyasının hiçbir anlamı olmaz" deyince, Hazret-i Ali şöyle karşılık verdi: "Bunu sana haber vereyim mi ey müminlerin emiri! Yüce Allah, "Allah, (ölen) insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de uykularında alır. ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını tutar, diğerlerini belli bir süreye (ömürlerinin sonuna) kadar bırakır..."buyurmaktadır. Allah bütün ruhları öldürür, ruhu gökteyken rüya görenin rüyası sadık olan rüyadır. Ruhu bedenine döndükten sonra görülen rüya ise Şeytanın ruhu havada yakalayıp ona uydurduğu ve asılsız şeyler söylediği şeydir." Hazret-i Ömer, Hazret-i Ali'nin bu sözünü çok beğendi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Eyyûb der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizim evimizde ikamet ederken, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yatmak istediği zaman anlamadığımız şeyler söylediğini duyardık. Bunu kendisine sorduğumda şöyle söylediğini bildirdi: "Allahım! insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de uykularında Sen alırsın ölümü takdir edileni tutar, diğerini de belli bir süreye kadar bırakırsın. Beni Sen yarattın ve Beni Sen öldürürsün. Beni öldürdüğün zaman da mağfiret eyle, eğer belli bir süreye bırakacak olursan beni koru."

Buhârî ve Müslim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Sizin biriniz döşeğine girdiği zaman izarının iç tarafıyla döşeğini silsin. Çünkü o kimse kendisinin ardından (daha önce yatağından çıktıktan sonra) döşeğine hangi mahlukun girdiğini bilmez. Sildikten sonra şöyle desin: «Ey Rabbim! Yanımı ancak senin adını anarak (döşeğe) koydum. Onu ancak senin adınla kaldırırım. Nefsimi tutarsan ona merhamet eti Salarsan onu sâlih kullarını koruduğun şeyle koru.»'"

İbn Ebî Şeybe'nin Ebû Cuhayfe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Güneş doğana kadar uyuyakaldıkları yolculuğunda, uyandıktan sonra:

"Sizler ölüydünüz, Allah ruhlarınızı size iade etti" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Ebû Dâvud ve Nesâî'nin Ebû Katâde'den bildirdiğine göre vadide uyuya kaldıkları gecenin sabahı: "Allah ruhlarınızı dilediği zaman kabzetti ve dilediği zaman iade etti" buyurdu.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes b. Mâlik der ki: Bir yolculukta Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraberken, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu gece bizi kim korur?" diye sordu. Ben: "Ben korurum" dedim ve hem Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hem diğer insanlar uyudular. Ben de uyuyakaldım ve Güneş'in sıcaklığı üzerime vurunca uyanabildim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey insanlar! Bu ruhlar, kulların bedeninde emanettir. Allah dilerse onları kabzeder, dilerse serbest bırakır" buyurdu.

Taberânî'nin bildirdiğine göre Ebû Umâme der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber bir yolculuktayken, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) güneş doğup kendisini rahatsız edene kadar uyanamadı. Uyanınca namaz için kâmet getirip sahabeye namaz kıldırdıktan sonra şöyle buyurdu: "Biriniz yatağına girip uyuyacağı zaman böyle yapsın. Muhakkak ki Allah, insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de uykularında alır" buyurdu.

43

Bkz. Ayet:45

44

Bkz. Ayet:45

45

"Yoksa Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: «Hiçbir şeye güçleri yetmese ve düşünemiyor olsalar da mı?» De ki: «Şefaat tümüyle Allah'a aittir. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Sonra yalnız O'na döndürüleceksiniz.» Allah, bir tek (ilâh) olarak anıldığında âhirete inanmayanların kalpleri daralır. Allah'tan başkaları (ilâhları) anıldığında bakarsın sevinirler."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre "Yoksa Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler..." buyruğundaki şefaatçilerden kastedilen ilâhlardır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî el-Ba's've'n- Nuşûr'da, Mücâhid'in, "De ki: "Şefaat tümüyle Allah'a aittir..." âyetini açıklarken: "Hiç kimse Allah'ın izni olmadan şefaatçi olamaz" dediğini bildirir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Allah, bir tek (ilâh) olarak anıldığında âhirete inanmayanların kalpleri daralır..."' âyetini açıklarken şöyle dedi: "Kalbin daralması, canlarının sıkılması ve rahatsız olmaları mânâsındadır. Bu olay, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklere Kâbe'nin kapısının yanında Necm Sûresini okuduğu zaman olmuştu.'"

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Allah, bir tek (ilâh) olarak anıldığında âhirete inanmayanların kalpleri daralır" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah anıldığı zaman, âhirete inanmayan Ebû Cehil b. Hişâm, Velîd b. Utbe, Safvân ve Ubey b. Halefin kalpleri katılaşmış, Lât ve Uzza anıldığı zaman ise sevinmişlerdi."

Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona, "Âhirete inanmayanların kalpleri daralır" âyetinin mânâsını sorunca, İbn Abbâs: "Allah'ın adı anıldığı zaman kafirlerin nefret etmeleri mânâsındadır" cevabını verdi. Nâfi: "Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: "Tabi ki! Yoksa Amr b. Külsûm et-Tağlibî'nin:

"Mızrakları düzeltmek için kullanılan takta parçası ona değdi mi,

O nefret eder" dediğini bilmez misin?

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen kalplerin daralmasından kasıt, büyüklenip inkar etmeleridir. Allah'tan başkası sözünden kastedilen ise, müşriklerin taptıkları ilâhlardır.

46

"De ki: Ey göklerin ve yerin yaratıcısı olan, gaybı da, görünen âlemi de bilen Allahım! Ayrılığa düştükleri şeyler konusunda kulların arasında sen hükmedersin."

Müslim, Ebû Dâvud ve Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sifât'ta bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) geceleyin namaza kalktı mı namazına şu sözleri söyleyerek başlardı "Cebrail'in, Mikail'in ve İsrafil'in Rabbi olan Allahım! Ey gökleri ve yeri yaratan, gizliyi ve açığı bilen! Ayrılığa düştükleri şeyler hakkında kullarının arasında Sen hüküm vereceksin. Hakkında ihtilafa düşülmüş hususa iznin ile beni doğruya ilet. Şüphesiz ki Sen dilediğin kimseyi dosdoğru yola iletirsin."

47

Eğer bütün arzdakiler -bir misli beraber- o kâfirlerin olsa, kıyâmet günü azabın kötülüğünden kurtulmak için onu mutlak feda ederlerdi. Artık zannetmedikleri bir azap, Allah tarafından onlar için meydana çıkmıştır.

48

O kâfirlerin dünyada işledikleri amellerin fenalıkları, karşılarına çıkmış ve alay edip durdukları şeylerin cezası kendilerini sarmıştır.

49

Bkz. Ayet:51

50

Bkz. Ayet:51

51

"İnsana bir zarar dokunduğunda bize yalvarır. Sonra ona tarafımızdan bir nimet verdiğimizde, «Bu, bana ancak bilgim sayesinde verilmiştir» der. Hayır, o bir imtihandır. Fakat onların çoğu bilmezler. Bunu kendilerinden öncekiler de söylemişti, ama kazandıkları şeyler onlara hiçbir yarar sağlamamıştı. Nihayet kazandıkları şeylerin kötülükleri onlara isabet etmişti. Onlardan zulmedenler var ya, kazandıkları şeylerin kötülükleri onlara isabet edecektir. Onlar Allah'ı âciz bırakacak değillerdir."

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Katâde'den bildirdiğine göre "Bu, bana ancak bilgim sayesinde verilmiştir, der. Hayır, o bir imtihandır..."' buyruğundaki "Bilgiden dolayı" sözü, "Bende bulunan hayırdan dolayı" mânâsındadır.

İbn Cerîr'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen öncekilerden kasıt geçmiş ümmetlerdir. Onlardan zulmedenler sözünden kastedilen ise Hazret-i Muhammed ümmetinden olanlardır.

52

O kâfirler hâlâ bilmediler mi ki, Allah, dilediğine rızkı genişletir, dilediğine de kısar. Şübhesiz bunda, (Peygambere ve Kur’ân’a) îman edecek bir kavim için ibretler vardır.

53

"De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder, çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir."

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin sahih isnâdla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyeti, Mekke müşrikleri hakkında nazil olmuştur.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: "Biz, başlarına gelen bir musibetle Allah'ı bilip tanıdıktan sonra küfre dönenlerin ve böylece fitneye düçâr olanların Allah ne tövbesini, ne fidyesini, ne de küfürden dönmesini kabul etmez, derdik. Böyleleri de bunu kendileri için söyler ve kabullenirlerdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldiğinde, Allah onlar hakkında, "De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetini indirdi.

İbn Ömer der ki: "Ben bu âyeti kendi elimle yazıp Hişâm b. el-Âs'a gönderdim."

Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Şu'abu'l-îman da bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Hamza'nın katili Vahşi b. Harb'e haber gönderip İslam'a davet edince, Vahşi: "Ey Muhammed! Sen, adam öldürenin veya Allah'a ortak koşanın ya da zina yapanın ağır cezaya çarptırılacağını ve kendisine kat kat azab verileceğini, Cehennemde alçalmış olarak temelli kalacağını söylediğin halde beni nasıl İslam'a davet ediyorsun? Halbuki ben bunları yapmışım. Benim için bir ruhsat görüyor musun?" diye haber gönderdi. Bunun üzerine Yüce Allah, "Ancak tövbe eden, inanıp yararlı iş işleyenlerin, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah bağışlar ve merhamet eder"" âyetini indirdi. Vahşi: "Bu zor bir şarttır. Ben tövbe edip iman ettikten sonra salih amel yapamayabilirim" deyince, "Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse, şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur" âyeti nazil oldu. Vahşî (yine Müslüman olmayı kabul etmeyip): "(Bunda da bir şart var) Belki de ben, Allah'ın kasdettiklerinden değilim. Ben bağışlanıp bağışlanmayacağımı bilmiyorum. Bundan başka bir şey var mı?" deyince, Yüce Allah. "De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetini indirdi. Bunun üzerine Vahşi: "Bu olur" deyip Müslüman oldu. Halk: "Ey Allah'ın Resûlü! Bizler de Vahşi'nin işlediği günahları işlemişiz" deyince Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu âyet bütün Müslümanları kapsamaktadır" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Saîd der ki: Vahşi Müslüman olduğu zaman, Yüce Allah, "Onlar, Allah'ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler. Bunları yapan günaha girmiş olur" âyetini indirdi. Vahşi ve arkadaşları: "Biz bütün bu günahları işledik" deyince, Yüce Allah. "De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetini indirdi.

Muhammed b. Nasr Kitabu's-Salât'ta, Vahşî'nin şöyle dediğini bildirir: Hamza'yı öldürdüğüm zaman, Allah kalbime Hazret-i Muhammed'in korkusunu koydu ve gündüz saklanıp gece yol alarak kaçmaya başladım. Himyer topraklarına vardım ve orada ikamet etmeye başladım. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) elçisi gelip beni İslam'a davet edince, ben: "İslam nedir?" diye sordum. Elçi: "Allah'a ve Resûlüne iman etmen, Allah'a ortak koşmayı, Allah'ın haram kıldığı cana kıymayı, içki içmeyi, zinayı ve bütün fuhşiyyatı bırakman, cünüplükten dolayı boy abdesti alıp beş vakit namaz kılmandır" deyip, Yüce Allah'ın, "De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetini indirdiğini söyledi. Bunun üzerine ben: "Şahitlik ederim ki Alah'tan başka ilâh yoktur ve Muhammed Onun kulu ve elçisidir" deyip elçilerle Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanma geldim. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) benimle musafaha yapıp, bana Ebû Harb lakabını taktı.

Buhârî el-Edebu'l-Müfred'de, Ebû Hureyre'nin şöyle dediğini bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) gülüp konuşan bir grup sahabenin yanına çıkıp: "Canım elinde olana yemin ederim ki, benim bildiğimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız" dedi. Sonra sahabeyi ağlar bir vaziyette bırakıp gitti. Bunun üzerine Yüce Allah: "Ey Muhammed! Neden kullarımı ümitsizliğe düşürüyorsun?" diye vahyedince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) geri dönüp: "Ümitvar olunuz, doğru olunuz ve orta yoldan gidiniz" buyurdu.

İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb der ki: Ben, Ayyâş b. Ebî Rabîa ve Hişâm b. el-Âs b. Vâil, Medine'ye hicret etmek için anlaştık. Ben ve Ayyâş yola çıktık, ama Hişâm yanımıza gelemedi. O fitneye (azab ve işkenceye) maruz kalıp boyun eğdi. Ayyâş'ın yanına, kardeşi Ebû Cehil ve Hâris b. Hişâm gelip: "Annen, seni görmeden gölgeye çekilmemeyi ve başını yıkamamayı adadı" dediler. Bunun üzerine ben: "Vallahi, bunlar seni dininden döndürmek istiyorlar" dedim, ama onlar Ayyâş'ı alıp gittiler ve kendisine işkence yaparak fitneye düşürdüler. "De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyeti nazil olunca bunu Hişâm'a yazdım ve Hişâm Medine'ye geldi.'

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, "De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Âyet, Allah'ın rahmetinden ümidin kesilmemesini emretmektedir. Mekke halkı: "Muhammed, puta tapanların, Allah'tan başkasına dua edenlerin ve Allah'ın haram kıldığı cana kıyanların affedilmeyeceğini iddia ediyor. Başka ilâhlara ibadet ettiğimiz, Allah'ın haram kıldığı cana kıydığımız ve şirk ehli olduğumuz halde nasıl hicret edip Müslüman olacağız?" deyince, "De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyeti nazil oldu. Yüce Allah, "Azap size gelmeden önce Rabbinize dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez" âyetiyle akıl sahiplerini azarlamaktadır. Helal ve haram, iman ehli içindir. Allah bu âyetle onları azarlamaktadır. Onlardan birinin, kendi aleyhine aşırı gidince, Allah'ın rahmetinden ümidini kesmemesini, tövbe etmesini ve işlediği günahtan dolayı tövbe etmekte gecikmemesini emretmiştir. Yüce Allah, Âl-i İmrân Sûresinde, müminlerin bağışlanma dilemelerini zikrederken, onların, "Rabbimiz! Günahlarımızı, işimizdeki aşırılıklarımızı bize bağışla, sebatımızı arttır, inkarcı topluluğa karşı bize yardım et" dediklerini bildirmiştir. Müslümanların (ne kadar dindar olursa olsun) kendi aleyhine aşırı gidebileceği bilinmelidir. Bu sebeple yüce Allah bu aşırılıklarında dolayı onların tövbe etmelerini emretmiştir."

İbn Cerîr'in Atâ b. Yesâr'dan bildirdiğine göre "De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.

Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder... Farkında olmadan ansızın azab size gelmezden önce Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun" âyetleri Medine'de nazil olmuştur.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: Bu âyet, Ayyaş b. Ebî Rabia, Velîd b. el-Velîd ve müslümanlardan bir grup kimse hakkında indi. Bunlar müslüman olduktan sonra işkenceye ve eziyete tâbi tutuldular. Derken fitneye düştüler. Biz, bunlar hakkında: "Allah bunların ebediyyen ne tövbesini, ne de dine yeniden dönmelerini kabul eder. Çünkü bunlar Müslüman oldular ve gördükleri azab sebebiyle dinlerini bıraktılar" diyorduk. Bunun üzerine "De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Azap size gelmeden önce Rabbinize dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. Farkında olmadan ansızın azab size gelmezden önce Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun" âyetleri nazil oldu. Ömer b. el-Hattâb yazı yazmayı biliyordu. Bu âyetleri kendi eliyle yazıp Ayyâş, Velîd ve diğerlerine gönderdi ve onlar da Müslüman olup hicret ettiler.

Ahmed, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Şu'abu'l- îmatı'da Sevbân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Dünya ve içindekilerin, «De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir» âyetine karşılık benim olmasını istemezdim" deyince, bir adam: "Ey Allah'ın Resûlü! Peki şirk koşanlar bu âyete dahil mi?" diye sordu. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bir müddet sustuktan sonra, üç defa; "Bilin ki, şirk koşanlar da bu âyete dahildir" buyurdu.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbnu'l-Münzir, İbnu'l-Enbârî el-Mesâhifte, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Esmâ binti Yezîd der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti "(Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım!...)" şeklinde okuduğunu duydum.'

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünyâ Hüsnü'z-Zan'da, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Beyhakî'nin Şu'abu'l-îman'da bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, Cehennemden bahseden bir kıssacının yanından geçerken: "Ey Cehennemden bahseden! İnsanları ümitsizliğe düşürme!" deyip, "De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetini okudu.

İbn Cerîr'in İbn Sîrîn'den bildirdiğine göre Hazret-i Ali: "Hangi âyet daha geniştir?" diye sorunca, Kur'ân'dan âyetler zikredip, "Kim kötülük işler veya kendine yazık eder de sonra Allah'tan bağışlanma dilerse, Allah'ı mağfiret ve merhamet sahibi olarak bulur" gibi âyetleri okumaya başladılar. Bunun üzerine Hazret-i Ali: "Kur'ân'da, "De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetinden daha geniş (kapsamlı) bir âyet yoktur" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah insanları mağfiretine çağırmıştır. Yüce Allah, Mesîh'in Allah olduğunu, Mesîh'in Allah'ın oğlu olduğunu, Uzeyr'in Allah'ın oğlu olduğunu, Allah'ın fakir olduğunu, Allah'ın elinin bağlı olduğunu (cimri olduğunu), Allah'ın üçün üçüncüsü olduğunu iddia edenler hakkında, "Allah'a tövbe etmezler, O'ndan mağfiret dilemezler mi? Oysa Allah bağışlayan'dır, merhamet edendir" buyurmaktadır. Sonra, bunlardan bile daha büyük günah işleyen, "Sizin en yüce Rabbiniz benim" diyenleri ve "Ey ileri gelenler! Sizin benden başka bir tanrınız olduğunu bilmiyorum" diyenleri tövbe etmeye çağırmıştır." İbn Abbâs der ki: "Bundan sonra kulların tövbeden ümitlerini kesmelerine sebep olan, Allah'ın Kitab'ını inkar etmiş olur, ama Allah kişinin tövbesini kabul (nasib) etmedikçe, kul tövbe edemez."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ubeyd b. Umeyr der ki: İblis: "Ey Rabbim! Âdem sebebiyle beni Cennetten çıkardın. Ben de ancak senin izninle ona musallat olabilirim" deyince, Yüce Allah: "Sen ona musallatsın" buyurdu. İblis: "Ey Rabbim! Bana daha fazlasını ver" deyince, Allah: "Onun her doğan çocuğuna karşılık senin de bir çocuğun olacaktır" buyurdu. İblis: "Ey Rabbim! Bana daha fazlasını ver" deyince, Yüce Allah: "Onların göğüsleri sizin meskeninizdir ve onların damarlarında kanın aktığı gibi akarsınız" buyurdu. İblis: "Ey Rabbim! Bana daha fazlasını ver" deyince, Yüce Allah: "Onlara karşı yaya ve atlılarınla haykırarak yürü, mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara vaadlerde bulun" buyurdu. Hazret-i Âdem: "Ey Rabbim! Onu bana musallat ettin. Senin yardımın olmadan ondan korunamam" deyince, Yüce Allah: "Doğan her çocuğuna kendisini kötü arkadaşlardan koruyacak melekler tayin edeceğim" buyurdu. Hazret-i Âdem: "Ey Rabbim! Bana daha fazlasını ver" deyince, Yüce Allah: "Bir iyiliğe on sevap ve daha fazlasını vereceğim, kötülüğe de ya bir günah yazacağım veya onu sileceğim" buyurdu. Hazret-i Âdem: "Ey Rabbim! Bana daha fazlasını ver" deyince, Yüce Allah: "Can bedende olduğu müddetçe tövbe kapısı açık kalacaktır" buyurdu. Hazret-i Âdem: "Ey Rabbim! Bana daha fazlasını ver" deyince, Yüce Allah: "Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" buyurdu."

Ahmed, Ebû Ya'lâ ve Diyâ, Enes'ten Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleden "Canım elinde olana yemin ederim ki, günahlarınız yerle gök arasını dolduracak kadar çok günah işleseniz, sonra da Allah'tan bağışlanma dileseniz, Allah sizi bağışlar. Muhammed'in canı elinde olana yemin ederim ki, eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah, günah işleyip peşinden tövbe eden bir topluluk yaratırdı."

İbn Ebî Şeybe ve Müslim'in Ebû Eyyûb el-Ensârî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer siz günah işlemesey diniz, Allah, günah işleyip peşinden tövbe eden kullar yaratırdı" buyurmuştur.

Hatîb'in Ruvât Mâlik'te İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yüce Allah, Hazret-i Davud'a: «Ey Dâvud! Kullarımdan biri bir iyilik yapar ve ben onu bu iyilik sebebiyle Cennetime sokarım» diye vahyedince, Hazret-i Dâvud: «O iyilik nedir?» diye sordu. Yüce Allah: «Bir mümini kurtardığı zor bir durumdur» buyurunca, Hazret-i Dâvud: «Allahım! Seni hakkıyla bilenin, Senden ümidini kesmemesi gerekir» dedi."

Hakîm et-Tirmizî'nin Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Cibril bana şöyle dedi: "Ey Muhammed! Kıyamet günü Yüce Allah bana hitab ederek: «Ey Cibril! Neden falanın, falanın Cehennemliklerin saflarında olduğunu görüyorum?» diye sorar. Ben: «Ey Rabbim! Onun bugün hayrını göreceği bir iyiliğini bulamadık» cevabını verince Yüce Allah: «Dünyadayken onun: "Ey Hannân (merhametli olan), Ey Mennân (ihsanı bol olan)" dediğini duydum. Ona git ve bu sözünden ne kasdettiğini sor» buyurur. Ben gidip adama sorunca, adam: «Allah'tan başka Hannân ve Mennân olan var mı!» karşılığını verir. Bunun üzerine adamın elinden tutup Cehennem ahalisinin saflarından çıkararak Cennet ahalisinin saflarına sokarım. "

İbnu'd-Durays ve Ebu'l-Kâsım b. Bişrân'ın el-Emâl?de bildirdiğine göre Hazret-i Ali der ki: "Gerçek fakih, insanları Allah'ın rahmetinden ümitsizliğe düşürmeyen, onlara Allah'a isyan hususlarında kolaylık tanımayan, onları Allah'ın azabından emin kılmayan, Kur'ân'ı onu istemeyip başkasına meylederek terk etmeyen kimsedir. Kendisinde ilim olmayan ibadette, kendisinde anlama olmayan ilimde, kendisinde düşünme olmayan okumada hiçbir hayır yoktur.'"

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Atâ b. Yesâr der ki: "Allah'ın rahmetinden ümit kestirenlerden oluşan bir köprü vardır. Kıyamet günü insanlar, Allah'ın rahmetinden ümit kestirenlerin boynuna basarak geçeceklerdir."

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe, Ubeyd b. Umeyr'e: "Oturduğun zaman insanların da senin etrafında oturduğunu söylemedim mi?" deyince, Ubeyd: "Evet dedin" karşılığını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Âişe: "Sakın insanları ümitsizliğe düşürerek helake sürükleme" dedi.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem der ki: Geçmiş ümmetlerde, çok ibadet edip bu konuda kendini zorlayan ve insanları ümitsizliğe sevkeden bir adam vardı. Bu adam ölünce: "Ey Rabbim! Yanında, benim neyim var?" diye sorunca, Allah: "Cehennem var" karşılığını verdi. Adam: "Peki yaptığım ibadetler ve çabalar nerede?" diye sorunca ise adama: "İnsanlara Benim rahmetimden ümit kestiriyordun. Ben de bu gün rahmetimden ümidini kestireceğim" denilir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Bildirildiğine göre bazı insanlar şirkte büyük günahlar işlediler ve bu sebeple günahlarının bağışlanmayacağından korktular. Yüce Allah onları, "Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" buyurarak davet etti.'

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Miclez der ki: "De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyeti nazil olunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkıp insanlara hutbe vererek âyeti okudu. Bir adam kalkıp: "Ey Allah'ın Resûlü! Allah'a şirk koşmayı da mı affeder?" diye sorunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) sustu. Adam birkaç defa aynı soruyu tekrarlayınca, Yüce Allah, "Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse, şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur" âyetini indirdi.

Abd b. Humeyd'in İkrime'den bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyeti, "Azap size gelmeden önce Rabbinize dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez" âyetine bağlanarak okunur."

54

Bkz. Ayet:59

55

Bkz. Ayet:59

56

Bkz. Ayet:59

57

Bkz. Ayet:59

58

Bkz. Ayet:59

59

"Azap size gelmeden önce Rabbinize dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. Farkında olmadan azap size ansızın gelmeden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun ki, kişi, «Allah'ın yanında, işlediğim kusurlardan dolayı vay hâlime! Gerçekten ben alay edenlerden idim» demesin. Yahut, «Allah beni doğru yola iletseydi, elbette O'na karşı gelmekten sakınanlardan olurdum» demesin. Yahut azabı gördüğünde, «Keşke benim için dünyaya bir dönüş daha olsa da iyilik yapanlardan olsam» demesin. (Allah, şöyle diyecek:) Hayır, öyle değil! Âyetlerim sana geldi de sen onları yalanladın, büyüklük tasladın ve ınkârcılardan oldun."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen "Rabbinize dönün..."' âyeti: "Rabbinize yönelin " mânâsındadır.

İbnu'l-Münzir'in Ubeyd b. Ya'lâ'dan bildirdiğine göre âyetteki dönmek sözünden kastedilen dua etmektir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Kişi, «Allah'ın yanında, işlediğim kusurlardan dolayı vay hâlime! Gerçekten ben alay edenlerden idim» demesin'" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: "Yüce Allah, kulların söyleyeceği şeyi henüz onlar söylemeden, yapacakları amelleri de henüz yapmadan haber vermiş ve "Herşeyden haberdar olan Allah gibi, sana kimse haber vermez" buyurmuştur. "Gerçekten ben alay edenlerden idim, demesin" âyetinden kastedilen, kişinin: "Ben insanları bu yoldan alıkoyup tehdid edenlerdendim" demesidir. "Yahut, "Allah beni doğru yola iletseydi, elbette O'na karşı gelmekten sakınanlardan olurdum, demesin. Yahut azabı gördüğünde, «Keşke benim için dünyaya bir dönüş daha olsa da iyilik yapanlardan olsam» demesin" âyetinden kastedilen ise, kişinin: "Keşke ben de hidayete uyanlardan olsaydım" demesidir. Yüce Allah, onlar dünyaya dönseler bile hidayete eremeyeceklerini bildirmektedir. Bu konuda Alah, "Eğer geri döndürülseler yine kendilerine yasak edilen şeylere dönerler. Doğrusu onlar yalancıdırlar" ve "Onların kalblerini, gözlerini, ona ilk defa inanmadıkları gibi çeviririz; onları taşkınlıkları içinde şaşkın şaşkın bırakırız" buyurmaktadır. Eğer onlar dünyaya dönseler bile, tıpkı daha önce dünyadayken hidayetle aralarına engel konulduğu gibi, yine hidayetle aralarına bir engel konulur."

Âdem b. Ebî İyâs, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sifât'ta Mücâhid'den bildirdiğine göre "Allah'ın yanında, işlediğim kusurlardan dolayı vay hâlime..."' âyeti, "Allah'ın emirlerinden ihmal ettiklerimden dolayı vay halime" mânâsındadır."

İbnu'l-Münzir'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre "Allah'ın yanında, işlediğim kusurlardan dolayı vay hâlime..." âyeti, "Allah'ın zikrini ihmal etmemden dolayı vay halime" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Farkında olmadan azap size ansızın gelmeden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun ki, kişi, «Allah'ın yanında, işlediğim kusurlardan dolayı vay hâlime! Gerçekten ben alay edenlerden idim» demesin" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bu kişinin, Allah'ın emirlerini ihmal etmesi yetmezmiş gibi, Allah'a itaat edenlerle de alay ederdi. Bu, Cehennemliklerden bir kısmının sözüdür. Başka bir sınıf, "Allah beni doğru yola iletseydi, elbette O'na karşı gelmekten sakınanlardan olurdum" diyecektir. Başka bir kısmı ise dünyaya tekrar dönmeyi temenni edip, "Keşke benim için dünyaya bir dönüş daha olsa da iyilik yapanlardan olsam..." diyecektir. Allah onların bu sözlerinin asılsız olduğunu bildirerek: "Hayır, öyle değil! Âyetlerim sana geldi de sen onları yalanladın, büyüklük tasladın ve inkârcılardan oldun." şeklinde cevap verecektir.

Ahmed, Nesâî, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Her Cehennemlik olan, Cennetteki yerlerini görür ve: «Keşke Allah bana hidayet verseydi» der, bundan dolayı pişmanlık duyar. Her Cennetlik de cehennemdeki yerini görür ve: «Ya Allah beni hidâyete eriştirmeseydi, der ve bu onun için bir şükür olur»" buyurduktan sonra "Allah'ın yanında, işlediğim kusurlardan dolayı vay hâlime! Gerçekten ben alay edenlerden idim, demesin'" âyetini okudu.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cennetlik olsalar bile, bir mecliste oturup Allah'ı zikretmeyen hiçbir topluluk yoktur ki, bu kendileri için bir pişmanlık olmasın" buyurunca, sahabe: "Bu nasıl olur ey Allah'ın Resûlü?" diye sordular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ı zikrettikleri her meclisten dolayı aldıkları sevapları görürler ve o meclisten sevap almadıklarını görürler. Bu, onlar için bir pişmanlık olur" buyurdu.

Buhârî Tarih'te, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Bekre der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) (.....) âyetini okurken, kelimelerin hepsini esre olarak okuduğunu duydum.

Hâkim, İbn Merdûye, Hatîb ve İbnu'n-Neccâr'ın Ümmü Seleme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), (.....) âyetini okurken, kelimelerin hepsini esre olarak okudu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, bu âyeti, (.....) şeklinde nasb ile okurdu.

60

Bkz. Ayet:61

61

"Kıyamet günü Allah'a karşı yalan söyleyenleri görürsün, yüzleri kapkara kesilmiştir. Büyüklük taslayanlar için Cehennemde bir yer mi yok!? Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanları başarıları sebebiyle kurtarır. Onlara kötülük dokunmaz. Onlar üzülmezler de."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî el-Edebu'l-Müfred'de, Tirmizî, Nesâî, İbn Merdûye ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyrduğunu nakleder: "Dünyada kendini beğenip büyüklük taslayanlar kıyamet günü insan şeklinde zerrecikler gibi mahşer yerine çıkarılacaklar, her yönden zillet kendilerini kaplayacak. Cehennem'de adına «Bûlus» denilen bir hapishaneye sürülecekler üzerlerinde ateşlerin ateşi yükselecek. Cehennemliklerin kan irin ve tortuları onlara içirilecektir. "

Abd b. Humeyd ve Beyhakî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Dünyadayken büyüklük taslayanlar, kıyamet günü ateşten tabutlar içine konulup üzerlerine kilit vurulur" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr) der ki: "Dünyada kendini beğenip büyüklük taslayanlar kıyamet günü insan şeklinde zerrecikler gibi mahşer yerine çıkarılacaklar, her yönden zillet kendilerini kaplayacak. Üzerlerinde ateşlerin ateşi yükselecek. Cehennemliklerin kan irin ve tortuları onlara içirilecektir."

Ahmed'in Zühd'de, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Dünyada kendini beğenip büyüklük taslayanlar kıyamet günü insan şeklinde zerrecikler gibi mahşer yerine çıkarılacaklar ve Allah katındaki değersizliklerinden dolayı, insanlar arasında hüküm verilinceye kadar insanlar onların üzerine basacaklar. Sonra onlar ateşlerin ateşine götürülecekler." Sahabe: "Ey Allah'ın Resûlü! Ateşlerin ateşi nedir?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cehennem halkım irinleridir" buyurdu.

İbn Cerîr'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre "Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanları başarıları sebebiyle kurtarır..." buyruğundaki başarıdan kastedilen amelleridir.

62

"Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye vekildir."

Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sifât'ta Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "İnsanlar size her şeyi soracaklar. Hatta: «Allah her şeyi yarattı, peki Allah'ı kim yarattı?» diye soracaklar. Size böyle sorulduğu zaman: «Allah her şeyden önce vardı, her şeyin yaratıcısıdır ve Herşeyden sonra da var olacaktır» deyiniz. "

63

"Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler var ya, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen  (.....) kelimesi, anahtarlar mânâsındadır.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, Farisi diliyle anahtarlar mânâsındadır.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Katâde ve Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, göklerin ve yerin anahtarları mânâsındadır.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: Bir sabah Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza çıkıp şöyle buyurdu: "Bu sabah rüyamda mizanların mekâlidinin bana verildiğini gördüm. Mekâlîd anahtarlardır. Mizanlar ise sizin tartı işini yaptığınız terazilerinizdir. Teraziler getirilip gök ile yer arasına kuruldu, sonra ben bir kefeye, ümmet te diğer kefeye konuldu, benim bulunduğum kefe ağır bastı. Sonra Ebû Bekir getirilip bir kefeye kondu, ümmet te diğer kefeye kondu, Ebû Bekr'in bulunduğu kefe ağır bastı. Sonra Ömer gitirilip bir kefeye kondu, ümmet te diğer kefeye kondu, Ömer'in bulunduğu kefe ağır bastı. Sonra Osman getirilip bir kefeye kondu, ümmet te diğer kefeye kondu, Osman'ın bulunduğu kefe ağır bastı. Sonra teraziler kaldırıldı."

Ebû Ya'lâ, Yûsuf el-Kâdî Sünen'de, Ebu'l-Hasan el-Kattân et-Tivâlât'ta, İbnu's-Sünnî Amelu'l-Yevm ve'l-Leyle'de, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Osmân b. Affân der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), "Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur..." âyetini sorduğumda şöyle buyurdu:

"Ey Osmân! Daha önce hiç kimsenin sormadığı bir soru sordun. Göklerin ve yerin anahtarları; «Allah'tan başka ilâh yoktur, Allah en büyüktür, Allah noksanlıklardan münezzehtir. Hamd Allah'a mahsustur. Kendisinden başka ilâh olmayan, Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın olan, hayat veren, öldüren, diri olan ve ölmeyen, hayrın hepsi elinde olan ve her şeye gücü yeten Allah'tan bağışlanma dilerim» sözleridir. Ey Osmân! Kim bu sözleri günde on defa söylerse, kendisine on şey verilir.

Birincisi, geçmiş günahları bağışlanır. İkincisi kendisi için Cehennemden kurtuluş beraatı yazılır. Üçüncüsü kendisini gece ve gündüz âfetlerden ve musibetlerden koruyan iki melek tayin edilir. Dördüncüsü, kendisine kantarlarca sevap verilir. Beşincisi Hazret-i İsmail'in evladından yüz köle azad edenin sevabı kendisine ihsan edilir. Altıncısı kendisine Kur'ân, Tevrat, İncil, Zebur okumuş gibi mükâfat verilir. Yedincisi onun için Cennette bir köşk bina edilir. Sekizincisi iri gözlü hurilerle evlendirilir. Dokuzuncusu başına vakar tacı bağlanır. Onuncusu aile efradından yetmiş kişiye şefaatçi kılınır. Ey Osmân! Eğer gücün yeterse ömründe bir gün dahi bunu kaçırmamaya bak ki kazananlarla birlikte kazanasın ve bu sebeple öncekileri ve sonrakileri geçesin. "

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Osmân b. Affân, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek: "Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur..." âyetinin mânâsı nedir?" diye sorunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Göklerin ve yerin anahtarları; «Allah noksanlıklardan münezzehtir. Hamd Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilâh yoktur. Allah en büyüktür, güç ve kuvvet, sadece Yüce ve Büyük olan Allah'ın yardımıyla elde edilir, o Evvel'dir, Âhir'dir, Zâhir'dir, Bâtın'dır, öldürür ve diriltir ve Onun her şeye gücü yeter» sözleridir. Ey Osmân! Kim bu sözleri sabah on defa, akşam da on defa söylerse, Allah ona altı şey verir. Birincisi, İblis ve ordularından korunur. İkincisi Cennette kendisine kantarlarca sevap verilir. Üçüncüsü, iri gözlü hurilerle evlendirilir. Dördüncüsü, günahları bağışlanır. Beşincisi, Cennette Hazret-i İbrâhim'in çardağında onunla beraber olur. Altıncısı, ölüm anında on iki melek hazır bulunup kendisini Cennetle müjdelerler ve mezarından (Cennetteki yerine gitmesi için) kendisini hazırlarlar. Kendisine kıyamet gününün zorluklarından birisi isabet edecek olursa: «Korkma. Sen emniyet içinde olanlardansın» derler. Sonra Allah onu kolay bir hesaba çeker ve Cennete götürülmesi emredilir. Bunun üzerine gelinin hazırlandığı gibi kendisini Cennete götürmek içi hazırlarlar ve insanlar şiddetli bir hesaba çekilirken kendisini Cennete sokarlar. "

Hâris b. Ebî Usâme ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Osmân b. Affân'a, "Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur..." âyetinin mânâsı sorulunca Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "«Allah noksanlıklardan münezzehtir, Hamd Allah'a mahsustur, Allah'tan başka ilâh yoktur, Allah en büyüktür» sözü göklerin ve yerin anahtarlarıdır. «Güç ve kuvvet, sadece Yüce ve Büyük olan Allah'ın yardımıyla elde edilir» sözü ise Arş'ın hazinelerindendir. "

Ukaylî ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifâfta İbn Ömer'den bildirir: Osmân b. Affân, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) "Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur..." âyetinin tefsirini sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Bunu, senden önce hiç kimse sormadı. Bunun tefsiri şöyledir: Allah'tan başka ilâh yoktur, Allah en büyüktür Allah'ı hamd ile tesbih ederim, Allah'tan bağışlanma dilerim, güç ve kuvvet, sadece Evvel, Âhir, Zâhir, Bâtın, bütün hayırlar elinde olan, öldüren, dirilten ve her şeye gücü yeten Allah'ın yardımıyla elde edilir.

İbn Cerîr'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre âyette geçen anahtarlardan kastedilen, göklerin ve yerin hazineleridir.

64

Bkz. Ayet:65

65

"De kî: Ey cahiller! Siz bana Allah'tan başkasına ibadet etmemi mi emrediyorsunuz? Andolsun, sana ve senden önceki peygamberlere şöyle vahyedildi: Eğer Allah'a ortak koşarsan elbette amelin boşa çıkar ve elbette ziyana uğrayanlardan olursun."

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Kureyşliler Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) mal verip kendisini Mekke'nin en zengini yapmayı, dilediği kadınlarla evlendirmeyi, onun peşinden gitmeyi teklif edip: "Ey Muhammed! Bunları sana verelim, sen de ilâhlarımıza sövmeyi ve kötülükle anmayı bırak. Eğer böyle yapmazsan, sana hem bizim, hem de senin lehine olan bir teklifimiz var" dediler. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bu tekliflerinin ne olduğunu sorunca onlar da söylediler. Bunun üzerine Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Rabbimin bana ne emredeceğini bekleyeceğim" karşılığını verdi. Bunun üzerine Yüce Allah kendisine Kâfirûn Sûresini ve "De ki: Ey cahiller! Siz bana Allah'tan başkasına ibadet etmemi mi emrediyorsunuz? Andolsun, sana ve senden önceki peygamberlere şöyle vahyedildi: Eğer Allah'a ortak koşarsan elbette amelin boşa çıkar ve elbette ziyana uğrayanlardan olursun" âyetlerini vahyetti.

Beyhakî Delâil'de, Hasan(ı Basrî'nin) şöyle dediğini bildirir: Müşrikler, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Muhammed! Babalarının ve atalarının dalâlette olduklarını mı iddia ediyorsun?" deyince, "De ki: Ey cahiller! Siz bana Allah'tan başkasına ibadet etmemi mi emrediyorsunuz? Andolsun, sana ve senden önceki peygamberlere şöyle vahyedildi: Eğer Allah'a ortak koşarsan elbette amelin boşa çıkar ve elbette ziyana uğrayanlardan olursun. Hayır, yalnız Allah'a ibadet et ve şükredenlerden ol" âyetleri nazil oldu.

66

Bilâkis Allah’a ibâdet et ve şükredenlerden ol.”

67

"Allah'ın kadrini gereği gibi bilemediler. Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O'nun elindedir. Gökler de O'nun kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir."

Saîd b. Mansûr, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Dârekutnî, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sıfat'ta, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bir Yahudi âlimi gelerek: "Ey Muhammed! Biz (Tevrat'ta), Allah'ın gökleri bir parmak, yeryüzünü bir parmak, ağaçları bir parmak, su ve toprağı bir parmak, diğer yaratıkları da bir parmak üzerinde tuttuğunu ve: "Ben el-Melik'im (mutlak malik ve egemenim)" buyurduğunu görüyoruz" dedi. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), Yahudi âliminin sözlerini tasdik anlamında azı dişleri görününceye kadar gülerek, "Allah'ın kadrini gereği gibi bilemediler. Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O'nun elindedir. Gökler de O'nun kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir" âyetini okudu.

Ahmed, Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Bir Yahudi, oturmakta olan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından geçerken: "Ey Ebu'l-Kâsım! Allah gökleri şunun (Şehadet parmağı), yeri şunun, dağlan şunun, suyu şunun, diğer yaratıkları da şunun üzerine koyduğunda bu nasıl olur dersin?" dedi ve her birini sayarken bir parmağını gösterdi. Bunun üzerine Yüce Allah, "Allah'ın kadrini gereği gibi bilemediler. Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O'nun elindedir. Gökler de O'nun kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir" âyetini indirdi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: Yahudiler Yüce Allah'ı sıfatları hakkında konuşup bilmedikleri ve görmedikleri şeyler söyleyince, Yüce Allah, "Allah'ın kadrini gereği gibi bilemediler. Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O'nun elindedir. Gökler de O'nun kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir" âyetini indirdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: Yahudiler göklerin, yerin ve meleklerin yaratılmasını düşündüler. Düşünmeyi bitirince, ona bir takdir yapmaya kalkıştılar. Bunun üzerine Yüce Allah, "Allah'ın kadrini gereği gibi bilemediler. Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O'nun elindedir. Gökler de O'nun kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir" âyetini indirdi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî b. Enes der ki: "O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır..." âyeti nazil olunca sahabe: "Ey Allah'ın Resûlü! Eğer Kürsî böyleyse, Arş nasıldır?" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah, "Allah'ın kadrini gereği gibi bilemediler. Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O'nun elindedir. Gökler de O'nun kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir" âyetini indirdi.

Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Kıyamet günü Yüce Allah yerleri avucuna alıp kudretiyle gökleri dürer, sonra: «Ben Melik'im. Yeryüzünün kralları nerede?» buyurur."

Saîd b. Mansûr, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, ibn Merdûye ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta, İbn Ömer'den şöyle bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün "Allah'ın kadrini gereği gibi bilemediler. Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O'nun elindedir. Gökler de O'nun kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir" âyetini minberde okurken, ellerini öne, arkaya doğru hareket ettirerek şöyle buyurdu: "Rab, yüce zâtını yüceltip överek: «Ben Cebbâr'ım, Ben Mütekebbir'im, Ben Melik'im, Ben Azîz'im, Ben Kerîm'im» buyuracaktır" Minber Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) öyle bir sarstı ki biz: "Herhalde onu yüzüstü üzerinden atacak" dedik.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin el- Ba's'ta bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Hazret-i Âişe'nin bana anlattığına göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), "Allah'ın kadrini gereği gibi bilemediler. Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O'nun elindedir. Gökler de O'nun kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir" âyetini sorduğunda, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: "Yüce Allah: «Ben Cebbâr'ım, Ben şuyum, Ben buyum...» deyip Yüce zâtını yüceltip över." Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu anlatırken üzerinde bulunduğu minber öyle bir sarsıldı ki biz: "Herhalde onu yüzüstü üzerinden atacak" dedik. Ben: "Peki o gün insanlar nerede olacak ey Allah'ın Resûlü?" diye sorduğumda, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cehennemin köprüsünün üzerinde olacaklar" cevabını verdi.

Bezzâr, İbn Adiy, el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) minberde, "Allah'ın kadrini gereği gibi bilemediler. Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O'nun elindedir. Gökler de O'nun kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir" âyetini okuyunca minber üç defa sallandı.

el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sifât'ta İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kıyamet günü Yüce Allah yedi kat semayı ve yedi kat yeri kudret elinde toplayıp: «Ben Allah'ım, Ben Rahmân'ım, Ben Melik'im, Ben Kuddûs'üm, Ben Selâm'ım, Ben Mümin'im, Ben Müheymin'im, Ben Azîz'im, Ben Cebbâr'ım, Ben Mütekebbir'im, Ben, dünya hiçbir şeyken onu yaratanım ve Onu tekrar yok edecek olan da Ben'im. Krallar nerede? Zorbalar nerede?» buyurur."

Taberânî'nin zayıf isnâdla Cerîr'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) sahabeden bir gruba: "Size Zümer Sûresinin sonundan âyetler okuyacağım, kim ağlarsa Cennet ona vacip olur" buyurdu ve "Allah'ın kadrini gereği gibi bilemediler. Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O'nun elindedir. Gökler de O'nun kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir" âyetinden başlayıp sûrenin sonuna kadar okudu. Bazılarımız ağlarken bazılarımız ise ağlamadı. Ağlamayanlar: "Ey Allah'ın Resûlü! Ağlamaya çalıştık, ama ağlayamadık" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onu bir daha okuyacağım, ağlamayan, ağlar gibi yapsın" buyurdu.

Taberânî ve Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de, Ebû Mâlik el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yüce Allah şöyle buyurur: «Üç şeyi kullarımdan gizledim. Bunları gören kişi hiçbir zaman kötülük yapmaz. Örtümü açmış olsaydım Beni görür ve nihayet kesin olarak inanır, yarattıklarımı öldürdüğüm zaman onlara nasıl davranacağımı bilirdi. Ben gökleri, sonra da yerleri avucuma aldım, sorıra da: «Ben Melik'im, Benim dışımdaki mülk sahipleri kimlerdir?» buyurdum. Sonra onlara Cenneti, Cennette onlar için hazırlamış olduğum her bir hayrı gösteririm de buna kesin olarak inanırlar. Yine onlara Cehennemi ve orada onlar için hazırlamış olduğum kötülükleri gösteririm de kesin olarak inanırlar. Fakat Ben, onların nasıl amel yapacaklarını bilmek için kasden bunları kullarımdan gizledim, sonra da bunu onlara beyân ettim. "

Abd b. Humeyd ve İbn Merdûye'nin Mesrûk'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir yahudiye: "Rabbimizin azametini anlat" deyince, Yahudi: "Gökler yüce Allah'ın serçe parmağında, yerler serçe parmakla orta parmak arasındaki parmağında, dağlar orta parmağında, sular şehadet parmağında, diğer mahlukat ise başparmağındadır" dedi. Bunun üzerine Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), "Allah'ın kadrini gereği gibi bilemediler. Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O'nun elindedir. Gökler de O'nun kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir" âyetini okudu.

Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Yüce Allah, yedi kat semayı ve içindekileri, yedi kat yeri ve içindekileri sağ eliyle toplar ve bunların hepsi, Onun elinde bir hardal tanesi gibi durur."

Abd b. Humeyd'in Katâde'den bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr), "Gökler de O'nun kudretiyle dürülmüştür" âyetini açıklarken: "Bunların hepsi Allah'ın sağ elindedir" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk, "Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O'nun elindedir. Gökler de O'nun kudretiyle dürülmüştür" âyetini açıklarken: "Bunların hepsi Allah'ın sağ elindedir" demiştir.

Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sifâfta bildirdiğine göre Şeybân en-Nehavî, "Allah'ın kadrini gereği gibi bilemediler. Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O'nun elindedir. Gökler de O'nun kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir" âyetini açıklarken: "Katâde bu âyeti tefsir etmemiştir" dedi.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Süfyân b. Uyeyne der ki: "Yüce Allah'ın, Kitabında kendisini vasfettiği her şeyin tefsiri, onu okumak ve hakkında yorum yapmamaktır."

Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre Ebû Zer der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: "Kürsî'nin ne olduğunu biliyor musun?" diye sorunca, ben: "Hayır" cevabını verdim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Gökler ve yerler ve bu ikisinin içindekiler, Kürsî'ye göre, çöl bir araziye atılmış bir (demir) gibidir. Arş'ın Kürsî'ye olan azameti de, tıpkı bu çölün o halkaya üstünlüğü gibidir. Bütün bunlar da Allah'ın ovucunda, birinizin avucıında bulunan en küçük bir zerre gibidir. Yüce Allah'ın, «Allah'ın kadrini gereği gibi bilemediler. Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O'nun elindedir. Gökler de O'nun kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir» âyeti buna işaret etmektedir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Yedi sema ve yedi kat yeryüzü Allah'ın elinde, sizden birinin avucundaki hardal tanesi gibidir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), "Allah'ın kadrini gereği gibi bilemediler. Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O'nun elindedir. Gökler de O'nun kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir" âyetini sorup: "O gün insanlar nerededir?" diye sorduğumda: "Sırat'tadırlar" cevabını verdi.

İbn Cerîr'in Ebû Eyyûb el-Ensârî'den bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bir Yahudi bilgini gelip: "Yüce Allah, Kitab'ında, " Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O'nun elindedir. Gökler de O'nun kudretiyle dürülmüştür..." buyuruyor. İnsanlar bunun içinde ne kadardır?" diye sorunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onlar bütün bunlar arasında kitaptaki bir nokta gibidir" buyurdu.

68

"Sûr'a üflenir ve Allah'ın dilediği kimseler dışında göklerdeki herkes ve yerdeki herkes ölür. Sonra ona bir daha üflenir, bir de bakarsın onlar kalkmış bekliyorlar."

Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: Yahudinin biri Medine çarşısında: "Musa'yı bütün insanlardan üstün kılan, Allah hakkı için..." deyince, Ensâr'dan bir adam elini kaldırıp Yahudi'nin suratına bir şamar indirerek: "İçimizde Allah'ın peygamberi olduğu halde sen bunu ne hakla söylüyorsun?" dedi. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu zikrettiğimde ise Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: " Yüce Allah, «Sûr'a üflenir ve Allah'ın dilediği kimseler dışında göklerdeki herkes ve yerdeki herkes ölür. Sonra ona bir daha üflenir, bir de bakarsın onlar kalkmış bekliyorlar» buyurmaktadır. Başını kaldıranların ilki ben olacağım. Tam bu sırada Musa'yı Arş'ın direklerinden birine yapışmış olarak göreceğim. Başını benden önce mi kaldırmıştır, yoksa Allah'ın istisna ettiği kimselerden midir, bilemiyorum."

Ebû Ya'lâ, Dârekutnî el-Efrâd'da, İbnu'l-Münzir, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da'da Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle burduğunu nakleder: "Cibril'e, «Sûr'a üflenir ve Allah'ın dilediği kimseler dışında göklerdeki herkes ve yerdeki herkes ölür. Sonra ona bir daha üflenir, bir de bakarsın onlar kalkmış bekliyorlar» âyetini sorup: «Yüce Allah'ın ölmesini istemediği kimseler kimlerdir?» dedim. Cibrîl şöyle cevap verdi: Onlar şehitlerdir. Onlar Allah'ın Arş'ının çevresinde kılıçlarını kuşanmış halde iken kıyamet günü melekler, onları yakuttan soylu develer üzerinde mahşere getirecekler. Bu develerin üzerlerindeki yularlar inciden, örtüleri ipekten daha yumuşaktır. Bu develer adımlarını insanın gözlerinin ulaşabileceği en uzak noktaya atarlar. Onlar Cennette yürürlerken bu uzun gezinti süresince: «Bizi Rabbimize götürün de yaratıkları arasında nasıl hüküm verdiğine bakalım» diyecekler ve Benim ilâhım onlara gülecek. Allah bir kula bir yerde güldüğü zaman biliniz ki ona hesab (hesaba çekilme) yoktur. "

Saîd b. Mansûr ve Abd b. Humeyd'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre "Allah'ın dilediği kimseler...'" âyetinden kastedilenler Allah'ın müstesna kulları olan şehitlerdir."

Saîd b. Mansûr, Hennâd, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre "Allah'ın dilediği kimseler..." âyetinden kastedilenler Allah'ın müstesna kulları olan şehitlerdir. Bunlar Arş'ın çevresinde kılıçlarını kuşanmış haldedirler.

Firyâbî, İbn Cerîr, Ebû Nasr es-Siczî el-İbâne'de ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), "Sûr'a üflenir ve Allah'ın dilediği kimseler dışında göklerdeki herkes ve yerdeki herkes ölür. Sonra ona bir daha üflenir, bir de bakarsın onlar kalkmış bekliyorlar" âyetini okuyunca, sahabe: "Ey Allah'ın Resûlü! Allah'ın istisna ettiği kişiler kimlerdir?" diye sordular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Cibrîl, Mîkâîl, ölüm meleği, İsrafil ve Arş'ı taşıyan meleklerdir. Yüce Allah mahlukatın canlarını alınca ölüm meleğine: «Kim kaldı?» diye sorar. Halbuki, Yüce Allah daha iyi bilmektedir. Ölüm meleği: «Ey Rabbim! Seni noksanlıklardan tenzih ederim. Sen Yücesin ey Azamet ve İkram sahibi! Cibrîl, Mîkâîl, İsrafil ve Ölüm Meleği kaldı» cevabını verir. Yüce Allah: «İsrafil'in canını al» buyurunca, ölüm meleği İsrafil'in canını alır. Yüce Allah: «Ey ölüm meleği! Kim kaldı?» diye sorar. Ölüm meleği: «Ey Rabbim! Seni noksanlıklardan tenzih ederim. Sen Yücesin ey Azamet ve İkram sahibi! Cibrîl, Mîkâîl ve ölüm meleği kaldı» cevabını verir. Yüce Allah: «Mîkâîl'in canını al» buyurunca, ölüm meleği Mîkâîl'in canını alır ve Mîkâîl büyük bir dağın yıkılışı gibi düşer. Yüce Allah: «Ey ölüm meleği! Kim kaldı?» diye sorunca, Ölüm meleği: «Ey Rabbim! Seni noksanlıklardan tenzih ederim. Sen Yücesin ey Azamet ve İkram sahibi! Cibrîl ve ölüm meleği kaldı» cevabını verir. Yüce Allah: «Öl ey ölüm meleği» buyurunca, ölüm meleği ölür ve Yüce Allah: «Kim kaldı ey Cibrîl?» diye sorar. Cibrîl: «Ey Rabbim! Seni noksanlıklardan tenzih ederim. Sen Yücesin ey Azamet ve İkram sahibi! Geriye sadece ölmeye ve yok olmaya mahkum Cibril kaldı» cevabını verir. Cibril'in de Allah katındaki konumu bellidir. Yüce Allah: «Ey Cibrîl! Mutlaka ölmen gerekir» buyurunca, Cibrîl secdeye kapanır ve kanatlarını çırparak: «Ey Rabbim! Seni noksanlıklardan tenzih ederim. Sen Yücesin ey Azamet ve İkram sahibi! Sen Baki olansın, Cibrîl ise fânidir» der ve Yüce Allah onun ruhunu alınca Cibril de yere yığılır. Onun yaradılış itibariyle Mikail'in yaradılışına üstünlüğü büyükçe bir dağın küçük tepeciklerden birisine üstünlüğü gibidir. "

İbn Merdûye ve Beyhakî'nin el-Ba's'ta, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), "Sûr'a üflenir ve Allah'ın dilediği kimseler dışında göklerdeki herkes ve yerdeki herkes ölür. Sonra ona bir daha üflenir, bir de bakarsın onlar kalkmış bekliyorlar" âyetini okuyup şöyle buyurdu: "Yüce Allah'ın istisna ettikleri, Cibril, Mîkâîl ve ölüm meleğidir. Yüce Allah ölüm meleğine -daha iyi bilen o olduğu halde- "Ey ölüm meleği! Yarattıklarımdan geriye kim kaldı?" diye sorar. Ölüm meleği: «Bakîolan zâtın, kulun Cibrîl, Mîkâîl ve Ölüm Meleği kaldı» cevabını verir. Yüce Allah: «Mîkâîl'in canını al» buyurur, sonra -daha iyi bilen o olduğu halde- "Ey ölüm meleği yarattıklarımdan geriye kim kaldı?" diye sorar. Ölüm meleği: «Bakîolan zâtın, kulun Cibrîl ve ölüm meleği kaldı» cevabını verir. Yüce Allah: «Cibril'in canını al» buyurur, sonra -daha iyi bilen o olduğu halde- "ey ölüm meleği yarattıklanmdan geriye kim kaldı?" diye sorar. Ölüm meleği: «Bâkî olan zâtın ve kulun olan ölüm meleği kaldı, o da muhakkak ölecektir» cevabını verir. Yüce Allah ölüm meleğine: «Öl!» buyurduktan sonra: «Yaratılışı ben başlattım, ben iade ederim. Zorbalık taslayıp büyüklenenler neredeler?» diye seslenir, ama kimse cevap veremez. Sonra: «Bugün mülk kimindir?» diye seslenir, yine kimse cevap veremez. Bunun üzerine Yüce Allah: «(Bugün mülk) Tek ve Kahhâr olan Allah'ındır» buyurur: «Sonra ona bir daha üflenir, bir de bakarsın onlar kalkmış bekliyorlar»"

İbnu'l-Münzir'in Câbir'den bildirdiğine göre "Allah'ın dilediği kimseler..." âyetinden kastedilen Hazret-i Mûsa'dır. Çünkü o daha önce baygın düşmüştü.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in İkrime'den bildirdiğine göre "Allah'ın dilediği kimseler..." âyetinden kastedilen Arş'ı taşıyan meleklerdir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde âyet hakkında der ki: "Ölmeyen hiç kimse kalmayacak, Allah'ın istisna ettiğini ise ancak kendisi bilir."

Ahmed ve Müslim'in İbn Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ümmetim içinde Deccâl çıkıp aralarında kırk gün veya kırk yıl veya kırk ay veya kırk gece kalacak. Urve b. Mes'ûd'a benzeyen Meryemoğlu İsa'yı gönderecek. İsa, Deccal'ı arayıp helak edecektir. Sonra insanlar (tam bir barış içinde) yedi sene yaşayacaklardır. Aralarında düşmanlık bulunan iki kişi bile bulunmayacaktır. Sonra Allah, Şam tarafından soğuk bir rüzgar gönderecek. O rüzgar, kalbinde hardal tanesi kadar bir hayır veya iman bulunan hiçbir kimseyi sağ bırakmayacaktır. Öyle ki onlardan biri, dağın tam içinde olsa bile, rüzgar oraya girip onu öldürecektir. Böylece yeryüzünde insanların sadece şerlileri kalacak, bunlar, şerre koşmakta kuşlar gibi hafif saldırganlıkta yırtıcı hayvan zihniyetinde olacaklardır. Onlar ne iyilik bilirler, ne de kötülüğe mani olurlar. Onların gözüne şeytan (şirin bir şekilde) gözükür ve onlara: «Beni dinlemez misiniz?» deyip, kendilerine onlara, putlara tapmalarını emreder. Onlar bu halde iken, rızıkları bol, yaşantıları güzeldir. Böyle devam ederken Sûr'a üflenir. Onu işiten herkes o sese karşı önce kulağının birini daha sonra da ötekini verir. Sûr'u ilk işiten insan, su havuzunu sıvayan bir kişi olacaktır. O, bayılıp ölecek, onun peşinden de diğer insanlar bayılıp öleceklerdir. Sonra Allah, kırağı gibi bir yağmur gönderecek, insanların vücudunu, otların bitmesi gibi bitirecektir. "Sonra ona bir daha üflenir, bir de bakarsın onlar kalkmış bekliyorlar"' Sonra: «Ey insanlar, Rabbinize gelin» ey melekler, "Onları durdurun; çünkü kendilerinden daha da sorulacaktır" denilecektir. Sonra insanlara «İçinizden Cehennem grubunu çıkarın» denilecek. «Kaçta kaçı?» diye sorulunca, «Binde dokuzyüz doksandokuzu» karşılığı verilecektir. İşte o gün, çocukları ihtiyarlatacak ve yine o günün dehşetinden dolayı bacaklar sıvanacaktır,"

Buhârî, Müslim, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "İki sûr üflenmesi arasında kırk vardır" buyurdu, deyince, oradakiler: "Ey Ebû Hureyre! Kırk gün mü?" diye sordular. Ebû Hureyre: "Başka bir şey diyemem!" cevabını verince: "Kırk ay mı?" dediler. Ebû Hureyre, yine: "Bir şey diyemem" karşılığını verince: " Kırk yıl mı?" diye sordular. Ebû Hureyre, yine: "Bir şey diyemem" karşılığını verdi. (Sonra hadisi nakletmeye devam etti)" Sonra Allah semâdan su indirecek ve insanlar sebze biter gibi bitecekler. İnsanın çürümeyecek hiç bir yeri yoktur. Yalnız bir kemik müstesna ki, o da kuyruk sokumu kemiğidir. Kıyamet gününde halk ondan derlenip toplanacaktır. "

İbn Ebî Dâvud el-Ba's'ta ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Boynuza benzeyen Sûr'a üflenir ve göktekilerle yerdekiler ölürler. İki üfleyiş arasında kırk yıl vardır. Yüce Allah bu kırk yılda yağmur yağdırır ve ölenler sebzenin bittiği gibi yerden biterler. Yerin, insandan yiyemeyeceği sadece bir kemiği vardır. O da kuyruk sokumu kemiğidir. Kıyamette beden ondan derlenip toplanacaktır."'

İbn Ebî Âsim es-Sünne'de, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Kuyruk sokumu kemiği dışındaki her tarafını yer. İnsan tekrar ondan biter. Allah hayat suyunu gönderir ve bütün bedenler, otların bittiği gibi bu sudan biterler. Bedenler çıkınca Allah ruhları gönderir ve her ruh, göz açıp kapamadan kendi sahibinin bedenine gider. Sonra ona ikinci bir defa üflenir, o anda onlar ayağa kalkıp bakınırlar. "

İbnu'l-Mübârek'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: "İki nefha (üfleniş) arasında kırk yıl vardır. Birinci nefhada Allah bütün yaşayanları öldürür, ikinci nefhada ise bütün ölüleri diriltir."

İbnu'l-Mübârek Zühd'de, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbnu'l-Münzir, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin el-Ba's'ta İbn Amr'dan bildirdiğine göre bir bedevi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Sûr'u sorunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sûr boynuz(a benzeyen bir boru)dur. (Kıyamet gününde) ona üflenir" cevabını verdi.

Müsedded, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Sûr, boynuza benzeyen üflenecek ses çıkaran bir âlettir" demiştir.

Saîd b. Mansûr, Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, Ebû Ya'lâ, İbn Hibbân, İbn Huzeyme, İbnu'l-Münzir, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Ba's'ta, Ebû Saîd el-Hudrî'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Sûr'a üfleyecek görevli melek Sür'unu ağzına almış alnını eğmiş üfleme emrini beklemekte iken ben nasıl dünya zevkine dalabilirim?" Bunun üzerine Müslümanlar: "Ne diyelim ey Allah'ın Resûlü?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "«Allah bize yeter ne güzel vekildir. Allah'a tevekkül edip güvenip dayanmışız» deyiniz" buyurdu.'

Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Sûrla görevli olan, kendisine bu görev verildiği zamandan bu yana gözünü kırpmadı. O, Arş'ın tarafında gözünü kırpmadan kendisine Sûr'a üfleme emri verilir korkusuyla hazır bir şekilde beklemektedir. Onun gözleri parlak iki yıldız gibidir. "

Saîd b. Mansûr, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin el-Ba's'ta, Ebû Saîd el- Hudrî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Onun (İsrafil'in) sağında Cibril, solunda ise Mîkâîl vardır."

İbn Mâce, Bezzâr ve İbn Merdûye'nin Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sûr'un iki sahibinin ellerinde (üfleyecekleri) iki boynuz bulunur. Ne zaman (üflemekle) emrolunacaklarını dikkatle gözleyip dururlar" buyurmuştur.

Bezzâr ve Hâkim'in Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Her sabah, Sûr'a üflemekle görevli iki melek, Sûr'a üflemeleri için kendilerine ne zaman emir verileceğini beklerler" buyurdu.

Ahmed ve Hâkim'in İbn Amr'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sûr'a üflemekle görevli iki melek, ikinci semadadır. Bunların her birinin başı doğuda, ayakları ise batıdadır ve kendilerine Sûr'a üflemek için emir verilmesini beklemektedirler" buyurdu.

Abd b. Humeyd ve Taberânî M. el-Evsat'ta hasen isnâdla Abdullah b. el- Hâris'in şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Âişe'nin yanındaydım ve orada Ka'bu'l- Ahbâr da vardı. Ka'b, İsrâfîl'i zikredince Hazret-i Âişe: "Bana İsrâfil'den bahset" dedi. Ka'b şöyle dedi: "Onun dört kanadı vardır. İki kanadı havada, biriyle örtünmüş, bir kanadı iki küreğinin arasındadır ve kalem kulağının üzerindedir. Vahiy gelince kalem yazar, melekler de yazılanı okurlar. Sûr'a üflemekle görevli melek onun arkasında bir dizinin üzerine çöküp öbürünü dikmiş, Sûr'u tutmuş, belini bükmüş gözünü de İsrâfil'e dikmiştir. Bu meleğe, İsrafil'in kanatlarını topladığını görünce Sûr'a üflemesi emredilmiştir." Bunun üzerine Hazret-i Âişe: "Ben de Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle söylediğini duydum" dedi.

Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre Ebû Bekr el-Huzelî der ki: "Sûr'a üflemekle görevli meleğin bir ayağı yerin yedinci katında, dizlerinin üzerine çökmüş ve gözlerini İsrafil'e dikmiştir. Allah'ın onu yarattığı zamandan kendisine işaret edilip Sûr'a üfleyeceği zamana kadar gözünü kırpmadan durmaktadır."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Vehb der ki: "Yüce Allah Sûr'u beyaz inciden, cam gibi bir berraklıkta yarattı, sonra Arş'a: "Sûr'u al ve ona asıl" buyurdu. Sonra: "Ol!" deyince İsrâfil oldu. Allah ona Sûr'u almasını emretti. İsrâfil, üzerinde yaratılmışlar sayısınca delik olan Sûr'u aldı. Bir delikten iki can çıkmaz. Sûr'un ortasında semayla yer genişliğinde bir delik vardır ve İsrâfil ağzını bu deliğe koymuştur. Sonra Yüce Allah: "Seni Sûr'a tayin ettim. Nefha ve sayha senin işindir" buyurdu. İsrâfil Arş'ın önüne geçmiş, sağ ayağını Arş'ın altına koymuş sol ayağını da ileriye atmış ve Allah'ın kendisini yarattığı zamandan bu yana kendisine verilecek emri gözünü kırpmadan beklemektedir."'

Ahmed, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Huzeyme, İbn Hibbân ve Hâkim'in Evs b. Evs'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "En faziletli günlerinizden biri Cuma günüdür. O gün Hazret-i Âdem yaratıldı, o gün vefat etti, o gün Sûr'a üflenecek ve o gün sa'ka olacak (bütün mahlukat ölecek)" buyurmuştur.

İbn Cerîr'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ben başını ilk önce kaldırıp başındaki toprağı silkelerken kendimi görür gibiyim. Baktığımda Arş'a tutunmuş Mûsa'dan başkasını göremem. Bilemiyorum, acaba yüce Allah'ın istisna ettiği kimselerden mi, yoksa Benden önce mi diriltildi?"

İbn Cerîr'in Süddî'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi ölmek mânâsındadır. İstisna edilenler, Cibrîl, Mîkâîl, İsrâfîl ve ölüm meleğidir. "Sonra ona bir daha üflenir, bir de bakarsın onlar kalkmış bekliyorlar" âyetinden ise Sûr'a üflenmesi kastedilmiştir.

Abd b. Humeyd'in Ebû İmrân el-Cevnî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Sûr'a üflemekle görevli meleğe haber gönderilmiş, o da Sûr'u alıp ağzına koyarak, bir ayağını öne bir ayağını arkaya koymuş beklemektedir. Emredildiği anda ise Sûr'a üfler, Sûr'a üfleneceği zamandan sakınınız."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, bu âyeti açıklarken: "Birinci üflenişte herkes kemik ve un ufak olur.

İkinci üflenişte ise, hepsi kalkıp beklemeye başlarlar" demiştir.'

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Bana bir melek geldi ve: «Ey Muhammed! Kral peygamber olmakla kul peygamber olmak arasında tercihte bulun» deyince, Cibrîl, tevâzuda bulunmam için işaret etti. Ben: «Kul peygamber olmayı tercih ediyorum» deyince bana iki özellik verildi. (Kıyamet günü) yer yarılıp ilk kalkacak ve şefaat edecek kişi ben kılındım. O zaman başımı kaldırdığımda, Hazret-i Mûsa'nın Arş'a tutunmuş olduğunu göreceğim. Onun ilk Sûr'a üflenişinden sonra ölüp ölmediğini Allah bilir, «Sonra ona bir daha üflenir, bir de bakarsın onlar kalkmış bekliyorlar»"

Abd b. Humeyd'in İbrâhîm'den bildirdiğine göre babası der ki: İkrime'nin yanında otururken, denizde boğulanlardan bahsedilince, İkrime şöyle dedi: "Allah'a hamdolsun ki, denizde boğulanların etlerini balıklar paylaşırlar ve geriye boğulanın kemiklerinden başka bir şey kalmaz. Dalgalar bu kemikleri getirip karaya atar ve zamanla bu kemikler çürüyüp unufak olur. Develer bu kemiklerin yanından geçerken onu yerler, sonra bu develer kığılarını çıkarırlar. Onlardan sonra bir topluluk gelip develerin kığıladığı yerde konaklarlar ve bu kığıları alıp yakarlar. Yanan ateş kül olup sönünce rüzgar gelip bu külleri yeryüzünde savurur. Sûr'a üflendiği zaman da böylece, "Bir de bakarsın onlar kalkmış bekliyorlar" denizde boğulanlar ve kabirlerinde yatanlar beraber kalkarlar."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Abdullah b. Amr b. el-Âs der ki: "Sûr'a ilk üfleyiş, Kudüs'ün (îlâ) doğu -veya batı- kapısından, ikinci üfleniş ise başka bir kapıdandır."

Abd b. Humeyd'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "İki nefha arasında kırk vardır" buyurmuştur. Hasan der ki: "Kırk yıl mı, kırk ay mı yoksa kırk gün mü? bilmiyoruz."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "İki nefha arasında kırk vardır" buyurmuştur. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı şöyle dediler: "Ne biz Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) kirk'in ne olduğunu sorduk, ne de Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) söylediğine bir şey ekledi." Ancak sahabe, bunun kırk yıl olduğu görüşündeydiler. Katâde der ki: Bize bildirildiğine göre bu kırk yılda hayat yağmuru denilen bir yağmur gönderilir ve yeryüzü temizlenip, sebzenin bitmesi gibi insanların cesetleri ondan bitecektir. Sonra ikinci defa Sûr'a üflenecek ve "bir de bakarsın onlar kalkmış bekliyorlar."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İkrime, "Sûr'a üflenir ve Allah'ın dilediği kimseler dışında göklerdeki herkes ve yerdeki herkes ölür" âyetini açıklarken şöyle dedi: Sûr, İsrâfîl'dedir ve her mahlukun canı ondadır. Sonra herkesin öleceği nefha üflenir. Herkesin dirileceği nefha üflenince Yüce Allah: "İzzetime yemin olsun ki, her ruh cesedine dönecek" buyurur. Sûr'un her deliği göklerden ve yerlerden daha büyüktür. Sûr'un ağız kısmı İsrâfîl'in ağzında, gözünü Arş'a dikmiş, kendisine Sûr'a üfleme emri verilip Sûr'a üflemeyi beklemektedir.

İbn Cerîr'in İkrime'den bildirdiğine göre Sûr'a ilk üfleyiş dünyada iken ve kıyamet kopmasına yönelik üfleyiştir. İkinci üfleyiş ise âhirette iken mahlukatın dirilmesine yönelik olan üfleyiştir.

Abd b. Humeyd, Ali b. Saîd et-Tâatu ve'l-İsyân'da, Ebû Ya'lâ, Ebu'l-Hasan el-Kattân et-Tıvalât'ta, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebû Mûsa el-Medînî et-Tıvalât'ta, el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî el-Ba's ve'n-Nuşûr'da, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sahabeden bir gruba şöyle buyurduğunu nakleder:

"Allah, gökleri ve yeri yaratmayı bitirince Sûr'u yarattı ve İsrafil'e verdi. İsrâfil, Sûr'u ağzına koymuş, gözünü Arş'a dikmiş, kendisine üfleme emrinin verileceği zamanı beklemektedir." Ben: "Ey Allah'ın Resûlü! Sûr nedir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Boynuzdur" cevabını verdi. Ben: "O nasıldır?" diye sorunca ise: "Beni hak olarak gönderene yemin ederim ki Sûr o kadar büyüktür ki, ondaki bir deliğin genişliği göklerle yerin genişliği kadardır. Ona birinci defa üflenince göktekiler ve yerdekiler ölürler. Sonra bir daha üflenir ve herkes kalkıp Âlemlerin Rabbine bakmaya başlarlar. Allah, İsrâfil'e birinci üfleyişi uzun tutmasını emredince İsrâfil Sûr'a ara vermeden üfler. "Bunlar da ancak, bir an gecikmesi olmayan tek bir çığlık beklemektedirler'" sözünü söyleyen Isrâfîl'dir. Allah dağları yürütür ve dağlar serap olurlar. Yeryüzü, halkıyla beraber öyle bir sarsılır ki denizde demirlemiş gemiye dalgalar vurunca sallanması gibi sallanır. Yüce Allah'ın, "O gün bir sarsıntı sarsar. Peşinden bir diğeri gelir. O gün kalbler titrer" âyeti buna işaret etmektedir. İnsanlar yerin üzerine yıkılırlar, yavrularına süt verenlerin sütü kesilir, hamile olanlar yavrularını düşürür, çocuklar ak saçlı ihtiyarlara döner ve şeytanlar korkudan uçarak kaçarlar. Şeytanlar kutuplara gelince melekler karşılarına çıkıp yüzlerine vururlar ve şeytanları geri çevirirler. İnsanlar da arkalarını dönüp kaçarlar ve birbirlerine seslenmeye başlarlar. "Arkanıza dönüp kaçacağınız gün Allah'a karşı sizi koruyan bulunmaz. Allah'ın saptırdığını doğru yola getirecek yoktur" âyeti buna işaret etmektedir. "Ey milletim! Ahu figan gününden sizin hesabınıza korkuyorum" buyruğundaki ahu figandan kastedilen de insanların kaçarken birbirlerine seslenmeleridir. Onlar bu durumdayken yeryüzü, kutuptan kutuba kadar yarılır. İnsanlar daha önce görmedikleri böyle bir şeyi görünce, Allah'ın (kendileri hakkında) bildiklerinden dolayı büyük bir korkuya kapılırlar. Sonra gökyüzüne bakarlar ve erimiş maden gibi olduğunu, sonra yarılıp içindeki yıldızları attığını, Güneş'in ve Ay'ın söndüğünü görürler."

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ölülerin ise bunların hiç birinden haberi olmaz" buyurunca, ben: "Ey Allah'ın Resûlü! Yüce Allah, "Sonra ona bir daha üflenir, bir de bakarsın onlar kalkmış bekliyorlar'" buyruğuyla kimi istisna etmiştir?" diye sordum. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Onlar şehitlerdir. Korkacak olanlar dirilerdir, şehitler ise rablerinin katında diridirler ve rızıklanmaktadırlar. Allah onları o günün korkusundan korumuş ve emniyette kılmıştır. Yüce Allah, «Ey insanlar! Rabbinizden sakının; doğrusu kıyamet gününün sarsıntısı büyük şeydir. Kıyameti gören her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş gibi görürsün oysa sarhoş değildirler, fakat bu sadece Allah'ın azabının çetin olmasındandır» buyurmaktadır. Sûr'a üflenince, Allah'ın diledikleri dışında, göktekiler ve yerdekilerin hepsi düşüp ölecekler. Sonra Ölüm meleği Cebbar olan Allah'a gelip: «Ey Rabbim! Dilediklerin dışındaki yerdekilerin ve göktekilerin hepsi öldüler» diyecek. Yüce Allah: -daha iyi bilen o olduğu halde- «Geriye kim kaldı?» diye soracak. Ölüm Meleği: «Ey Rabbim! Diri ve ölmeyecek olan Sen, Arş'ı taşıyan melekler, Cibril, Mîkâîl, İsrafil ve ben kaldık» cevabını verince, Yüce Allah: «Cibril, Mîkâîl, İsrafil ölsünler» buyuracak. Allah Arş'ı dile getirecek ve Arş: «Ey Rabbim! Cibrîl, Mîkâîl, İsrafil'i öldürecek misin?» diye soracak. Yüce Allah Arş'a: «Sus. Arş'ımın altında olana ölümü yazdım» buyuracak ve Cibrîl, Mîkâîl, İsrafil ölecekler. Sonra, ölüm meleği Cebbâr olan Allah'a gelip: «Ey Rabbim! Cibrîl, Mîkâîl ve İsrafil öldüler» diyecek. Yüce Allah, -daha iyi bilen o olduğu halde- «Geriye kim kaldı?» diye soracak. Ölüm Meleği: «Ey Rabbim! Diri ve ölmeyecek olan Sen, Arş'ı taşıyan melekler ve ben kaldık» cevabını verince, Yüce Allah: «Arş'ı taşıyan melekler ölsünler» buyuracak. Arş'ı taşıyan melekler ölünce, Yüce Allah Arş'a emredecek ve Arş Sûr'u tutacak. Sonra ölüm meleği Yüce Allah'a gelip: «Ey Rabbim! Arş'ını taşıyan melekler öldüler» deyince, Yüce Allah, -daha iyi bilen o olduğu halde- «Geriye kim kaldı?» diye soracak. Ölüm Meleği: «Ey Rabbim! Diri ve ölmeyecek olan Sen ve ben kaldık» cevabını verince, Yüce Allah: «Sen de yarattıklarımdan bir yaratıksın. Seni gördüğün şey için yarattım. Sen de öl» buyuracak ve ölüm meleği ölecek. Artık geride sadece bir, kahredici güce sahip, tek, her şeyin kendisine muhtaç olduğu halde kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, doğurmayan, doğurulmayan, bir tek dengi dahi bulunmayan, ezeli ve ebedi olan gökleri ve yeri kitap gibi düzen, sonra yeri ve göğü yayan, ardısıra üç kez saran Allah kalır ve şöyle seslenir: «Her şeye gücü yeten Allah benim! Her şeye gücü yeten Allah benim! Her şeye gücü yeten Allah benimi» Sonra sesini yükselterek: «Bugün Mülk kimindir? Bu gün Mülk kimindir? Bu gün Mülk kimindir?» diye seslenecek ama cevap gelmeyecek. Allah diyecek ki: «Tek ve Kahhâr olan Allah'ındır.» «Yer başka bir yer, gökler de (başka gökler) haline getirildiği, (insanlar) bir ve gücüne karşı durulamaz olan Allah'ın huzuruna çıktıkları gün (Allah bütün zâlimlerin cezasını verecektir)» Allah yeryüzünü düzeltip tabaklanmış deri gibi uzatıp pürüzsüz yapacak. Sonra yaratılmışları bir defada sevkedecek ve hepsi birden değiştirilmiş bu yerde olacaklar. Öbür yerin altında olanlar, bu yerin de altında, o yerin üstünde olanlar bu yerin üstünde olacaklar. Sonra Yüce Allah onlara Arş'ın altından su indirecek ve gökyüzüne yağması için emredecek. Gökyüzü kırk gün yağmur indirecek ve su, üzerinizde on iki arşın olacak. Sonra yüce Allah cesetlere bitmeleri için emredecek ve cesetler otlar ve sebzelerin bitişi gibi yerden bitecekler. Dirilenlerin bedenleri tamamlanınca ve eski haline dönünce yüce Allah: «Arş'ı taşıyan melekler dirilsinler» buyuracak. Arş'ı taşıyan melekler dirilince, Yüce Allah İsrafil'e Sûr'u almasını emredecek. İsrafil Sûr'u alıp ağzına götürünce Yüce Allah: «Cibril ve Mîkâîl dirilsinler» buyuracak ve onlar da dirilecekler. Sonra Allah ruhları çağıracak, müminlerin ruhları nurlu, diğerleri ise kararmış bir şekilde getirilecek ve Yüce Allah bunları alıp Sür'un üzerine atacak. Sonra İsrafil'e dirilme nefhasını üflemesini emredecek. Bunun üzerine ruhlar, arılar gibi gökle yer arasını doldurmuş bir şekilde Sür'un içinden çıkacaklar. Yüce Allah: «İzzetim ve Celâlime yemin olsun ki, her ruh bedenine dönecek» buyuracak ve her ruh yere inip bedenine dönecek. Ruhlar bedenlerin burnundan girip, zehirin bedende ilerlediği gibi ilerleyecekler. Sonra üzerinde bulunduğunuz yer yarılacak ve yerin kendisi için yarılacağı ilk kişi ben olacağım. Hızlı bir şekilde yerden çıkıp, davetçinin davetine boyun eğerek Rabbinize koşacaksınız. O gün kafirler: «Bu zor bir gündür» diyecekler. O gün (insanlar) yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olacaklar.

Biz bu durumda beklerken gökyüzünden bir ses duyarız ve dünya seması halkı, cinlerin ve insanların iki katı olarak inerler. Yeryüzüne yaklaştıklarında nurlarından yeryüzü aydınlanır. Sonra ikinci sema ehli, daha önce inenlerin ve cinlerle insanların iki katı olarak inerler ve yeryüzüne yaklaştıklarında nurlarından yeryüzü aydınlanır ve bunlar da saflarını tutarlar. Sonra üçüncü sema ehli, daha önce inenlerin ve cinlerle insanların iki katı olarak inerler ve yeryüzüne yaklaştıklarında nurlarından yeryüzü aydınlanır ve bunlar da saflarını tutarlar. Sonra inenlerin hepsinin iki katı kadarı yedinci semaya inerler, Sonra Cebbâr olan Allah, bulutlardan gölgeler ve meleklerle iner. O gün Arş'ını sekiz (melek) taşır. Bugün ise dört tanesi Arş'ı taşımaktadır. Onların ayakları yedinci kat yerin dibindeyken, diğer yerler ve gökler ise ancak bellerine kadar yetişmektedir. Arş ise onların omuzlarındadır. Onların tesbih sesi duyulur ve devamlı: «Diri olan ve ölmeyecek olan Allah noksanlıklardan münezzehtir. Bütün yaratıkları öldüren ve kendisi ölmeyen Allah noksanlıklardan münezzehtir. Ey tesbîh ve takdîs edilen, meleklerin ve ruh'un (Cebrâîl'in) Rabbi! Yaratılmışları öldüren, ama kendisi ölmeyen Allah noksanlıklardan münezzehtir» derler. Allah, Arş'ını yerde dilediği yere koyar ve sonra seslenerek: «Ey insanlar ve cinler topluluğu! Sizi yarattığım zamandan bu güne sustum ve söylediklerinizi dinledim, amellerinize baktım. Şimdi de siz susun. Bu (yaptıklarınız) sizin amelerinizdir ve amel defterleriniz size okunacaktır. Amel defterinde hayır bulan Allah'a hamd etsin. Başka şey bulansa kendinden başkasını kınamasın» buyurur. Sonra Allah Cehenneme emreder ve ondan karanlık bir boyun uzanır. Sonra Yüce Allah, «Ey Adem oğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır, demedim mi? Ve bana kulluk ediniz, doğru yol budur, demedim mi?» «Ayrılın bir tarafa bugün, ey günahkârlar» buyurur ve insanlar ayrılırlar ve ümmetler dizüstü çökerler. «Her ümmeti diz üstü çökmüş olarak görürsün. Her ümmet kitabına çağrılır. Onlara denir ki: Bugün, size işlediğinizin karşılığı verilecektir» Aynı yerde yetmiş yıl kadar aralarında hüküm verilmeden dururlar ve bu müddet zarfında o kadar ağlarlar ki gözyaşları bitip, gözyaşı yerine gözlerinden kan akmaya başlar. O kadar terlerler ki, terleri ağızlarına kadar ulaşır. Bunun üzerine bağırarak: «Kim bize, Rabbimizin aramızda hüküm vermesi için şefaatçi olur?» derler. Onlara: «Buna babanın Adem'den daha fazla kim hak sahibidir?» derler ve Hazret-i Âdem'den kendilerine şefaatçi olmasını isterler. Hazret-i Âdem bunu kabul etmeyip: «Ben buna layık değilim» der. Sonra bütün peygamberleri teker teker dolaşırlar ve gittikleri her peygamber şefaatçi olmayı kabul etmez."

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti: "Sonunda bana gelirler ve ben Fahs'a gidip secdeye kapanırım." Ebû Hureyre: "Ey Allah'ın Resûlü! Fahs nedir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Arş'ın önüdür. Sonunda Allah bana bir melek gönderir ve bu melek pazularımdan tutup kaldırır. Yüce Allah: «Ey Muhammed!» buyurur. Ben: «Buyur ey Rabbim!» karşılığını verince, Yüce Allah -daha iyi bilen o olduğu hald- «Neyin var?» diye sorar. Ben: «Ey Rabbim! Bana şefaati vaad etmiştin. Beni şefaatçi kıl ve kulların arasında hüküm ver» derim. Yüce Allah: «Seni şefaatçi kıldım ve aralarında hüküm vereceğim» buyurur."

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti: "Dönüp insanlarla beraber dururum ve Allah mahlukat arasında hüküm verir. Haklarında ilk hüküm verilecek kişiler öldürülenlerdir. Allah yolunda öldürülenler kellelerini taşıyarak, şahdamarlarından kan fışkırır bir şekilde gelirler ve: «Ey Rabbimiz! Bizi falan ve falan öldürdü» derler. Yüce Allah -daha iyi bilen o olduğu halde- «Neden öldürüldünüz?» diye sorar. Onlar: «Ey Rabbimiz! İzzetin sadece sana ait olması için öldürüldük» cevabını verince Yüce Allah: «Doğru söylediniz» buyurur ve Allah onların yüzlerine güneş ışığı gibi bir nur koyar ve melekler kendilerini Cennete götürürler. Başka sebeple öldürülenler getirilirler. Onlar da başlarını taşıyarak, şahdamarlarından kan fışkırır bir şekilde gelirler ve: «Ey Rabbimiz! Bizi falan ve falan öldürdü» derler. Yüce Allah -daha iyi bilen o olduğu halde- «Neden öldürüldünüz?» diye sorar. Onlar: «Ey Rabbimiz! îzzetin sadece bana ait olması için» cevabını verince Yüce Allah: «Geberesin» buyurur ve bu kişiler, öldürdükleri her can için öldürülürler, her zulümlerinin de karşılığı kendilerinden alınır. Bundan sonraki halleri ise artık Allah'a aittir. Dilerse onlara azab eder, dilerse merhamet eder. Sonra Yüce Allah yarattıkları arasında hüküm verir ve hiç kimsenin hakkı kimsede kalmayıp, Allah her mazlumun hakkını zalimden alır. Hatta satacağı süte su katan kişinin bile o gün süte kattığı suyu sütten ayırması istenir.

Yüce Allah hüküm vermeyi bitirince, bütün mahlükata duyuracak şekilde şöyle seslenir: «Her topluluk, Allah'tan başka taptıkları ilâhlara gitsinler. Allah'tan başkasına tapan herkese taptıkları şeyin suretini önlerine koyacağım.» O gün bir melek Uzeyr'in, bir melek Hazret-i İsa'nın suretine büründürülür. Yahudiler Uzeyr'in peşinden giderken Hıristiyanlar da Hazret-i İsa'nın peşinden giderler. Sonra ilâhları onları Cehenneme sürer. Yüce Allah'ın, «Eğer bunlar tanrı olsaydı Cehenneme girmezlerdi; hepsi orada temelli kalacaktır» sözü buna işaret etmektedir. Sadece, aralarında münafıkların da bulunduğu müminler kalınca Yüce Allah: «Ey insanlar! İnsanlar gittiler, siz de ilâhlarınızın ve taptıklarınızın peşinden gidin» buyurur. Onlar: «Vallahi, Allah'tan başka ilâhımız yoktur ve ondan başkasına tapmıyorduk» karşılığını verince, onlara ikinci ve üçüncü defa aynı şey söylenir, ama onlar da aynı cevabı verirler. Bunun üzerine Yüce Allah: «Ben sizin Rabbinizim! Rabbinizle aranızda, kendisiyle onu tanıyacağınız bir işaret var mı?» diye sorunca, onlar: «Evet» derler. Yüce Allah bir baldırı açar ve dilediği şeyi onlara gösterir, bunun üzerine onlar Yüce Allah'ı tanırlar ve yüzüstü secdeye kapanırlar. Her münafık ta sırtüstü düşer ve Allah onların sulblerini sığır boynuzu gibi yapar. Sonra Allah onlara izin verince başlarını kaldırırlar ve Yüce Allah Cehennemin üzerine kıl kadar ince veya kılıç kadar keskin olan Sırât'ı kurar. Sırât'ta, kancalar, çengeller ve (Necid'de yetişen) sa'dan denilen sert dikencikler gibi dikenler vardır. Onun öbür tarafında kaygan bir köprü vardır. Ondan kimisi, göz açıp kapayıncaya kadar, kimi, şimşek çakması gibi, kimisi rüzgar gibi, kimisi hızlı giden atlı gibi, kimisi hızlı giden deveye binen kişi gibi, kimisi hızlı koşan birisi gibi geçerler. Kimisi oradan salimen, kimisi tırmalanmış olarak kurtulurken kimisi de yaralanmış olarak yüzüstü Cehenneme düşer.

Cennetlikler Cennete gidip girerler. Beni hak olarak gönderene yemin ederim ki, sizler Cennetliklerin Cennette eşlerini ve meskenlerini tanıdıkları kadar dünyada eşlerinizi ve meskenlerinizi tanıyor değilsiniz. Cennetliklerden her bir erkek, Allah'ın yarattığı (hurilerden) yetmiş iki zevceyle cinsel ilişkide bulunur. Âdem neslinden gelen iki kadınla da temas kurar. Ancak bunlar dünyadayken ibadet ettiklerinden dolayı, diğer yetmiş huriden üstün olurlar. Yakuttan bir odada, inciyle taçlanmış altın karyola üzerinde bu kadınlardan biriyle yatar. O odada atlas ve ibrişim giysilerle dolu yetmiş dolap vardır. Adam elini o kadının omuzları arasına koyar, sonra dönüp göğsünden bakınca kendi elini o kadının etinin, cildinin ve elbisesinin içinden görür (çünkü o kadının her tarafı saydamdır). Kadının bacaklarına bakar. Kemiklerindeki iliği görür. Tıpkı yakuta geçirilen ip gibi bacaklarındaki iliği görür. O bu haldeyken kendisine şöyle seslenilir: «Senin bıkmayacağını ve bıktırmayacağını anladık. Ancak senin bundan başka zevcelerin de vardır.» Adam o karısının yanından çıkar. Diğer eşleriyle de birer birer ilişkide bulunur. Onlardan her birine uğradığında şöyle der: «Vallahi Cennette senden daha güzel bir şey yoktur. Cennette senden daha çok sevdiğim bir şey yoktur.»

Cehennemlikler Cehenneme düşünce amelleri onları sarar. Ateş kiminin dizine, kiminin beline, kiminin yüzüne kadar yetişir. Allah onların yüzünü ateşe haram kılmıştır. Cehennemlikler Cehennemde bağırarak: «Kim, bizi Cehennemden çıkarması için Rabbimize şefaatçi olur?» derler. Onlara: «Buna, babanız Âdem'den başka kim hak sahibidir?» karşılığı verilince, müminler Hazret-i Âdem'e giderler ve: «Allah seni kendi eliyle yarattı, sana ruhundan üfledi ve ilk olarak seninle konuştu» derler. Hazret-i Âdem günahını zikredip: «Ben buna ehil değilim. Siz Hazret-i Nûh'a gidiniz. O, Allah'ın ilk resulüdür» der. Bunun üzerine Hazret-i Nûh'a giderler ve kendisinden aynı şeyi isterler, ama o da işlediği günahı zikredip: «Ben buna layık değilim. Siz Hazret-i İbrâhim'e gidiniz. Allah onu dost edinmiştir» der. Hazret-i İbrâhim'e giderler ve aynı şeyi kendisinden isterler, ama o da bir işlediği günahı zikredip: «Ben buna layık değilim. Siz Hazret-i Mûsa'ya gidiniz. Allah onu kendine yaklaştırmış, bizzat konuşmuş ve kendisine Tevrat'ı indirmiştir» der. Hazret-i Mûsa'ya giderler ve kendisinden aynı şeyi isterler, ama o da işlediği günahı zikredip: «Ben buna layık değilim. Siz Allah'ın Rûhu ve kelimesi olan İsa b. Meryem'e gidin» der. Hazret-i İsa'ya giderler ve kendisinden aynı şeyi isterler, ama o da işlediği günahı zikredip: «Ben buna layık değilim. Siz Hazret-i Muhammed'e gidiniz» der."

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti: "Bunun üzerine bana gelirler. Benim, Rabbimin bana söz verdiği üç şefaat hakkım vardır. Gidip Cennetin kapısına varırım ve Cennetin kapısının halkasını tutup açılmasını isterim. Kapı açılınca girerim ve secdeye kapanırım. Allah, yarattıklarından hiç kimseye izin vermediği kadar kendisini hamd ve yüceltip övmeme izin verdikten sonra: «Başını kaldır ey Muhammed! Şefaat iste, şefaatin kabul edilecek, iste, istediğin verilecek» buyurur. Başımı kaldırınca ise kendisi daha iyi bildiği halde: «Ne istiyorsun?» buyurur. Ben: «Ey Rabbim! Bana şefaat etmeyi vaad etmiştin. Beni şefaatçi kıl. Ey Rabbim! Ümmetimden Cehenneme kim düştü?» derim. Yüce Allah: «Yüzünü tanıdığınız herkesi Cehennemden çıkarınız» buyurur ve onların hepsi Cehennemden çıkarlar. Sonra Yüce Allah: «Kalbinde dinarın üçte ikisi ağırlığında iman olanı Cehennemden çıkarınız» buyurur. Sonra: «Dinarın yarısı kadar, sonra dinarın üçte biri kadar, donra dinarın dörtte biri kadar, sonra bir kırat, sonra bir buğday tanesi kadar iman olanı Cehennemden çıkarınız» buyurur ve bunlardan şefaata hak kazanıp şefaat edilmeyen kalmaz. Hatta İblis bile kendisine şefaat edilir umuduyla uzanır.» Sonra Yüce Allah: «Ben kaldım ve ben merhametlilerin en merhametlisiyim» deyip (Cehennemdekilerden) bir avuç alır ve sayısını ancak kendisinin bileceği sayıda kişiyi Cehennemden çıkarıp hayat nehri denilen bir nehre batırır. Bu nehirde, selin getirdiği tanenin bitmesi ve biten bu tanenin güneş vuran kısmının yeşil, gölge olan kısmının ise sarı olması gibi biterler. Bunlar zerre gibi biterler ve boyunlarında: «Rahman'ın azad ettiği Cehennemlikler» yazılıdır. Bunlar Allah için hiçbir hayır yapmamışlardır. Sadece tevhid kelimesini söylemişlerdir.

Bunlar Allah'ın dilediği bir süre boyunlarındaki bu yazıyla Cennetle kalırlar, sonra: «Ey Rabbimiz! Şu yazıyı bizden sil» derler ve Allah onların boynundaki yazıyı siler. "

69

"Yeryüzü, Rabbinin nuruyla aydınlanır. Kitap (amel defterleri) ortaya konur. Peygamberler ve şahitler getirilir ve haksızlığa uğratılmaksızın aralarında adaletle hüküm verilir."

İbn Cerîr'in Süddî'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi, aydınlanmak demektir. "Kitap (amel defterleri) ortaya konur..." âyetinden kastedilen ise hesaba çekilmektir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde, "Yeryüzü, Rabbinin nuruyla aydınlanır. Kitap (amel defterleri) ortaya konur. Peygamberler ve şahitler getirilir ve haksızlığa uğratılmaksızın aralarında adaletle hüküm verilir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bulutsuz ve açık bir günde insanlar nasıl ışıktan etkilenmezlerse, Rablerinin nurundan bir zarar görmezler. Şahitlerden kastedilen de şehitledir."

Abd b. Humeyd'in ibn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Peygamberler ve şahitler getirilir..." âyetinden kastedilen, nebiler, resuller ve onların tebliğ ettiğine dair şahitlik edecek olan şahitlerdir.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Peygamberler ve şahitler getirilir..." âyetinden kastedilen, şahitlerin, risaletin tebliğ edildiğine, toplulukların da yalanladığına şahitlik edecek olanların getirilmesidir.

70

Ve herkes ne iş yaptı ise, (karşılığı) tamamen verilmiştir. Allah onların yaptıklarını en iyi bilendir.

71

"İnkâr edenler grup grup Cehenneme sevk edilirler. Cehenneme vardıklarında oranın kapıları açılır ve Cehennem bekçileri onlara şöyle derler: «Size içinizden, Rabbinizin âyetlerini size okuyan ve bu gününüze kavuşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?» Onlar da, «Evet geldi» derler. Fakat inkârcılar hakkında azap sözü gerçekleşmiştir."

İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cehennemlikler Cehenneme doğru sürülünce içinden bir ateş alevi çıkıp onları öyle bir yalar ki kemik üzerinde et bırakmaz. Tüm etlerini ayaklarının dibine döker."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre "Fakat inkârcılar hakkında azap sözü gerçekleşmiştir" âyetinden kastedilen, kötü olan amelleri sebebiyle inkarcılar hakkındaki azap sözünün gerçekleşmesidir.

72

(Onlara melekler tarafından şöyle) denilir: “ Girin cehennemin kapılarından, ebediyyen içinde kalmak üzere...”İşte bak, büyüklük taslıyanların yeri ne kötüdür!...

73

"Rablerine karşı gelmekten sakınanlar da grup grup Cennete sevk edilirler. Cennete vardıklarında oranın kapıları açılır ve Cennet bekçileri onlara şöyle der: Size selâm olsun! Tertemiz oldunuz. Haydi ebedî kalmak özere buraya girin."

Ahmed, Abd b. Humeyd ve Müslim'in Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyamet günü Cennetin kapısına gidip şefaat isteyeceğim. Bekçi: «Sen kimsin?» diye sorunca: «Muhammed» cevabını vereceğim. Bunun üzerine bana: «Kapıyı senden önce kimseye aşmamam emredildi» diyecek" buyurdu.

Saîd b. Mansûr, Buhârî, Müslim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Cennete girecek ilk zümrenin suretleri, Ay'ın ondördüncü gecesindeki Ay şeklindedir. Onlar Cennette tükürmeyecekler, sümkürmeyecekler ve büyük abdest bozmayacaklardır, kablon ve tarakları altın ve gümüştür. Buhurdanlıkları öd buhuru doludur. Terleri misktir. Onlardan her birinin iki eşi vardır. Bu eşlerin baldır kemikleri güzelliğinden ötürü etlerinin ardından görülecektir. Aralarında anlaşmazlık ve düşmanlık yoktur. Kalbleri, bir tek kalb gibidir. Sabah akşam Allah'ı tesbih edeceklerdir. "

Buhârî ve Müslim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Cennete girecek ilk zümrenin suretleri, Ay'ın ondördüncü gecesindeki Ay şeklindedir. Onları takib edenler, parlaklıkta gökteki en parlak yıldızın ışığı gibidirler. "

İbnu'l-Mübârek Zühd'de, Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, İbn Râhûye, Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünyâ Sifatu'l-Cennet'te, İbn Cerîr, Beğavî el-Ca'diyyât'ta, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, Ebû Nuaym Sifatu'l-Cennet'te, Beyhakîel-Ba's'ta ve Diyâ el-Muhtâre'de, Ali b. Ebî Tâlib'in şöyle dediğini bildirir: "Rablerine karşı gelmekten sakınanlar da grup grup Cennete sevk edilirler. Cennetin kapılarından birinin yanına gelince, kapının yanında gövdesinin altından içi pınar akan bir ağaç görürler. Birine gidip içerler ve içlerindeki pislikler gider. Sonra öbür pınara gidip içerler ve üzerlerine güzellik nimetleri akıtılır. Bir daha asla derileri değişmez, bundan sonra ebediyyen saçları dağınık olmaz. Sanki onlar yağlanmış gibi olurlar. Sonra Cennet bekçilerine gidince, bekçiler kendilerine: "Size selâm olsun! Tertemiz oldunuz. Haydi ebedî kalmak üzere buraya girin" derler. Sonra hizmetçiler onları karşılayıp kuşatırlar ve gençlerin bir süre kaybolduktan sonra gelen dostlarını karşıladığı gibi onları karşılayarak: "Müjdeler olsun sana, Allah sana şöyle şöyle ikramlar hazırladı" derler. Hizmetçilerinden birisi, hurilerden olan eşlerine giderek o kimsenin dünyadaki ismiyle: "Bu gelen filândır" der. Eşleri: "Sen onu gördün mü?" diye sorunca, o: "Evet, onu gördüm" der. Sevinçten âdeta uçarak kapının eşiğine çıkarlar. Bu kişi menziline gelince, binanın nasıl yapılmış olduğuna bakar ve görür ki o, yeşil, sarı, kırmızı ve her renkten yuvarlak incilerden inşâ olunmuştur. Sonra başını kaldırıp tavanına bakınca şimşek gibi parladığını görür. Şayet Allah takdir buyurmamış olsaydı tavana bakmaktan dolayı gözleri kör olurdu. Sonra başını indirip hanımlarına ve konulan bardaklara, dizilen yastıklara ve yumuşak tüylü halılara bakar. Bu nimetlere baktıktan sonra yastıklarından birine yaslanır ve: "Bizi buraya eriştiren Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bizi doğru yola iletmeseydi, biz doğru yolu bulamazdık" der. Sonra bir münadi: "Hiç ölmeden yaşayacaksınız. Burada ikamet edeceksiniz ve hiçbir yere gitmeyeceksiniz, devamlı sıhhatli kalacaksınız, hiç hastalanmayacaksınız" diye seslenir.

Buhârî, Müslim ve Taberânî'nin Sehl b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cennetin sekiz kapısı vardır. Bu kapılardan birinin adı Reyyân'dır ve ondan sadece oruçlular geçerler" buyurmuştur.

Mâlik, Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve ibn Hibbân'ın Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kim malından Allah yolunda çift çift harcarsa, Cennetin kapılarından çağırılır. Cennetin kapıları vardır: Namaz ehli namaz kapısından, oruç ehli Reyyân kapısından, sadaka ehli sadaka kapısından ve cihâd ehli cıhâd kapısından çağrılır." Hazret-i Ebû Bekir: "Ey Allah'ın Resûlü! Bu kapıların hepsinden çağrılacak olan kimse var mıdır?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet, senin bu kişilerden olmanı temenni ederim" karşılığını verdi.

İbn Ebi'd-Dünyâ Sifatu'l-Cennet'te, Ebû Ya'lâ, Taberânî ve Hâkim'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cennetin sekiz kapısı vardır. Yedisi kapalı, biri güneş batıdan doğuncaya kadar kulların tövbe etmesi için açıktır" buyurmuştur.'

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Cennetin sekiz kapısı vardır. Bir kapısı namaz kılanlar, bir kapısı oruç tutanlar, bir kapısı hac yapanlar, bir kapısı umre yapanlar, bir kapısı mücahidler, bir kapısı zikredenler, bir kapısı şükredenler ve bir kapısı da sabredenler içindir."

Ahmed'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Her amel ehli için Cennette bir kapı vardır ve bunlar o kapıdan çağrılırlar" buyurmuştur.

Bezzâr'ın Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kıyamet günü insan en büyük ameliyle çağrılır. Eğer namazı en üstün ameliyse onunla, orucu en üstün ameliyse onunla, cihadı en üstün ameliyse onunla çağrılır." Hazret-i Ebû Bekr: "Ey Allah'ın Resûlü! İki ameliyle çağrılacak olanlar var mı?" diye sorunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet, sen çağrılacaksın" cevabını verdi.

Taberânî M. el-Evsat'ta ve Hatîb el-Muttefik ve'l-Mufterik'te, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Cennette Duhâ adında bir kapı vardır. Kıyamet günü bir münadi: «Duha (kuşluk) namazına devam edenler neredeler? Bu, sizin kapınızdır. Allah'ın rahmetiyle ondan giriniz» diye seslenir. "

Ahmed'in Muâviye b. Hayde'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cennetin kapısının iki kanadı arasındaki mesafe kırk yıllık bir mesafedir. Bu kapı kanatlarının üzerinden öyle bir gün geçecek ki, izdihamdan dopdolu olacaktır" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Canım elinde olana yemin ederim ki, Cennetin kapılarının iki kanadı arasındaki mesafe, Mekke ile Hecer veya Mekke ile Busra arasındaki mesafe kadardır. "

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Utbe b. Gazvân bir hutbesinde şöyle dedi: "Cennetin kapılarının iki kanadı arasındaki mesafe, kırk yıllık bir mesafedir. Bu kapı kanatlarının üzerinden öyle bir gün geçecek ki, izdihamdan dopdolu olacaktır."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr) der ki: "Cennetin kapılarının iki kanadı arasındaki mesafe, hızlı giden bir süvari için kırk yıllık bir mesafedir. Bu kapı kanatlarının üzerinden öyle bir günde geçecek ki, izdihamdan dopdolu olacaktır."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Harb b. Ebi'l-Esved ed-Dîlî der ki: "Kişi, işlediği bir günah sebebiyle Cennetin kapısında yüz yıl bekletilir ve bu kişi beklediği yerden, Cennetteki eşlerini ve hizmetçilerini görür."

Ahmed ve Bezzâr'ın Muâz b. Cebel'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine: "Cennetin anahtarları, Lâ ilâhe illallah sözüdür" buyurmuştur.

Tayâlisî ve Dârimî'nin Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cennetin anahtarları namazdır" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Dârimî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce'nin Ömer b. el-Hattâb'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Sizden birisi abdesti güzelce alır sonra da: «Allah'dan başka ilâh olmadığına, ortağı olmayıp tek olduğuna ve Muhammed'in Allah'ın kulu ve Resûlü olduğuna şahitlik ederim» derse, ona Cennetin sekiz kapısı açılır ve bunlardan hangisinden dilerse girer. "

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed'in Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Sizden birisi abdesti güzelce alır, sonra da üç defa: «Allah'dan başka ilâh olmadığına, ortağı olmayıp tek olduğuna ve Muhammed'in Allah'ın kulu ve Resûlü olduğuna şahitlik ederim» derse, ona Cennetin sekiz kapısı açılır ve bunlardan hangisinden dilerse girer. "

Nesâî, İbn Mâce, İbn Hibbân ve Hâkim'in Ebû Hureyre ve Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Beş vakit namazını kılıp Ramazan orucunu tutan, zekatını veren ve yedi büyük günahtan sakınan hiç kimse yoktur ki kıyamet günü ona Cennetin sekiz kapısı açılmasın. "

Ahmed ve Beyhakî'nin Utbe b. Abd es-Sülemî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Henüz ergenlik çağına ulaşmamış üç çocuğu ölen her kulu, bu çocuklar Cennetin sekiz kapısında karşılarlar ve bu kişi dilediği kapıdan Cennete girer. "

Taberânî M. el-Evsat'ta, Hazret-i Âişe'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "İki kızı, iki kızkardeşi, iki halası veya iki teyzesi olan ve bunların nafakasını sağlayana Cennetin sekiz kapısı da açılır. "

Taberânî'nin M. el-Evsat'ta hasen isnâdla Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Rabbinden korkan, namusunu koruyan ve kocasına itaat eden kadına Cennetin sekiz kapısı açılır ve: «Dilediğin kapıdan gir» denilir. "

Ebû Nuaym'ın İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kim, ümmetim için kırk hadis ezberleyip ümmeti ondan faydalandırırsa, kendisine: «Cennetin dilediğin kapısından gir» denilir."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "Size selâm olsun! Tertemiz oldunuz..." âyeti, "Allah'a itaat sayesinde tertemiz oldunuz" mânâsındadır.

74

Bkz. Ayet:75

75

"Onlar şöyle derler: «Hamd, bize olan vaadini gerçekleştiren ve bizi Cennetten dilediğimiz yere konmak üzere bu yurda varis kılan Allah'a mahsustur. Salih amel işleyenlerin mükâfatı ne güzelmiş!» melekleri de, Rablerini hamd ile tesbih edip yücelterek Arş'ın etrafını kuşatmış hâlde görürsün. Artık kılların arasında adaletle hüküm verilmiş ve "Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur, denilmiştir."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen yurttan kastedilen Cennettir.

Hennâd, Ebu'l-Âliye'den aynı rivâyette bulunmuştur.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Bizi Cennetten dilediğimiz yere konmak üzere..." âyetini açıklarken: "Kendilerine verilen şeyle dilekleri aynı olmuştur" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Bize bildirildiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Cennetin toprağı sorulunca: "Bembeyaz ve tertemizdir" buyurdu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "Cennetin toprağı gümüş (gibi bembeyaz) mermerdendir" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen kelimesi kuşatmak mânâsındadır.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr) der ki: "Halîl dağı, Lübnan dağı, Tûr dağı ve Cûdi dağının her biri kıyamet günü beyaz bir inci olurlar ve gök ile yer arasını aydınlatırlar. Bunlar Beytu'l-Makdis'e geri döndürülüp her biri bir köşesine konulur ve Yüce Allah Cennetlik ve Cehennemlikler arasında hüküm vermek için Kürsî'sini buraya koyar. O zaman, "Melekleri de, Rablerini hamd ile tesbih edip yücelterek Arş'ın etrafını kuşatmış hâlde görürsün'"

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde, "Artık kulların arasında adaletle hüküm verilmiş ve «Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur» denilmiştir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Yüce Allah yaratmanın başlangıcından bahsederken, "Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı vareden Allah'a mahsustur, öyle iken, inkar edenler Rablerine başkalarını eşit tutuyorlar" buyurarak hamd ile başlamış, "Artık kulların arasında adaletle hüküm verilmiş ve "Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur" denilmiştir" buyruğuyla da sözü yine hamd ile bağlamıştır."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Vehb (b. Münebbih) der ki: "Allah'ın, kulları hakkındaki hükmünü bilmek isteyen, Ğuraf (Zümer) Sûresinin sonunu okusun."

0 ﴿