FUSSILET SURESİ
İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Fussilet Sûresi (Hâ Mîm es- Secde) Mekke'de nazil oldu" demiştir. İbn Merdûye, İbnu'z-Zübeyr'den bunun aynısını bildirir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Ebû Ya'lâ, Hâkim, İbn Merdûye, Ebû Nuaym Delâil'de, Beyhakî Delâil'de ve İbn Asâkir, Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Günün birinde Kureyşliler toplandılar ve: "İçinizden sihir, kehanet ve şiirde en ileri gelenini bulun da, birlik ve dirliğimizi bozan, dinimizi kötüleyen bu adamın yanına gitsin. Onunla konuşsun, bakalım ne cevap verecek" dediler. Sonra: "Bu konuda Utbe b. Rabîa'dan daha iyisini tanımıyoruz" diye cevap gelince, Utbe'ye: "Ey Ebû'l Velîd! Bu işi sen yap!" dediler. Utbe, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldi ve: "Ey Muhammed! Sen mi daha üstünsün yoksa Abdullah mı? Sen mi daha üstünsün, yoksa Abdulmuttalib mi?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) susup bir cevap vermedi. Bunun üzerine Utbe şöyle dedi: "Eğer onların senden daha üstün olduklarını söylersen bil ki onlar, senin kötülediğin tanrılara taptılar. Yok, eğer kendini onlardan üstün görüyorsan konuş da ne dediğine bakalım. Vallahi kendi kavmine karşı senden daha uğursuz bir fert görmedik. Bil ki kavmin, sana öfkelendiği kadar hiçbir şeye böyle öfkelenmedi. Zira birlik ve dirliğimizi bozdun, dinimizi kötüledin, Araplar içinde bizleri rezil ettin. "Kureyş'te bir büyücü, bir kâhin çıktı" demeye başladılar. Bizden ne bekliyorsun? Naralar atıp, yok oluncaya kadar birbirimize kılıçlarla saldırmamızı mı? Be adam! Eğer bir ihtiyacından dolayı öyle bir şey yapıyorsan mallarımızdan toplar seni Kureyş'in en zengini yaparız. İstediğin kadınsa, Kureyş kadınlarından on tanesini seç seninle evlendirelim!" Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: "Bitirdin mi?" diye sorunca, Utbe: "Bitirdim" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şu âyetleri okudu: "Hâ Mîm. Bu Kitap, merhametli olan Allah katından indirilmedir; bilen bir millet için müjdeci ve uyarıcı olmak üzere Arapça okunarak, âyetleri uzun uzun açıklanmıştır. Ama insanların çoğu yüz çevirmiştir, onlar işitmezler de: «Bizi çağırdığın şeye karşı kalblerimiz kapalıdır, kulaklarımızda ağırlık, bizimle senin aranda anlaşmamıza engel vardır; istediğini yap, biz de yapacağız» derler. Onlara söyle: «Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana, ilahınızın tek ilah olduğu vahyolunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan bağışlanma dileyin; vay ortak koşanlara!» Onlar zekat vermezler; âhireti inkâr edenler de yalnız onlardır. Doğrusu inanıp yararlı iş işleyenlere, onlara kesintisiz bir ecir vardır. «Siz yeri iki günde yaratanı mı inkâr ediyor ve O'na eşler koşuyorsunuz! O, âlemlerin Rabbidir» de. Yeryüzüne üstünden ağır baskılar (dağlar) yerleştirdi, onu bereketli kıldı; arayıp soranlar için gıdalarını tam (toplam) dört gün içinde yetiştirmesi kanununu koydu (takdir etti). Sonra, duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne: «İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin» dedi. İkisi de: «İsteyerek geldik» dediler. Böylece onları, iki gün içinde yedi göğe tamamladı ve her göğün işini kendisine bildirdi. Yakın göğü ışıklarla donattık ve bozulmaktan koruduk. İşte bu, bilen, güçlü olan Allah'ın kanunudur. Eğer yüz çevirirlerse onlara de ki: «İşte sizi, Ad ve Semud'un başına gelen yıldırıma benzer bir azap ile uyardım.»" Utbe: "Yeter! Yeter! Bundan başka söyleyeceğin bir şey var mı?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Hayır!" karşılığını verdi. Sonrasında Utbe, Kureyşlilerin yanına döndü. Ona: "Ne oldu?" diye sorduklarında: "Ona söylemek, sormak istediğiniz her şeyi söyledim" dedi. "Sana cevap verdi mi?" diye sorduklarında ise Utbe: "Evet! Ancak Kabe'yi dikene yemin olsun ki söylediklerinden hiçbir şey anlamadım. Fakat Âd ve Semûd kavimlerinin başına gelen bir yıldırımla sizi uyarıyor" karşılığını verdi. Ona: "Yazık sana! Adam seninle Arapça'yla konuşuyor da sen onun ne dediğini anlayamıyor musun?" diye çıkıştıklarında, Utbe: "Vallahi bahsettiği yıldırım dışında söylediklerinden bir şey anlamadım" dedi. İbn İshâk, İbnu'l-Münzir, Beyhakî Delâil'de ve İbn Asâkir, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirir: Bana anlatılana göre Utbe b. Rabîa, efendi ve hoş görülü birisiydi. Bir gün Kureyşlilerin meclisinde bulunuyordu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) de tek başına Mescid'de oturduğunu görünce meclisteki Kureyşlilere: "Ey Kureyşliler! Şunun yanına gidip konuşayım mı? Ona bazı tekliflerde bulunayım. Belki bazılarını kabul eder de bizi rahat bırakır" deyince, oradakiler: "Ey Ebu'l-Velîd! Tabi gidebilirsin" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Utbe meclisten ayrılıp Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gidip oturdu." Sonrasında ravi, Utbe'nin Allah Resûlü'ne mal, mülk ve diğer şeyler konusunda yaptığı teklifleri zikreder ve şöyle devam eder: Utbe sözünü bitirince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: "Bitirdin mi?" diye sordu. Utbe: "Bitirdim" deyince Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bismillâhirrahmânirrahîm. «Hâ Mîm. Bu Kur'an, Rahmân ve Rahîm olan Allah'tan indirilmedir. Bu, bilen bir toplum için Arapça bir Kur'an olarak âyetleri genişçe açıklanmış bir kitaptır»" şeklinde Fussilet Sûresi'ni okumaya başladı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sûreyi okurken Utbe ellerini beline dayadı ve susup sonuna kadar dinledi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) secde âyetine ulaştığı zaman kalkıp secde etti ve: "Ey Ebu'l-Velîd! Duydun mu?" diye sordu. Utbe: "Duydum" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "İşte sen ve işte bana söylenenler" buyurdu. Bunun üzerine Utbe mecliste oturan arkadaşlarının yanına gitti. Meclistekiler onun geldiğini görünce birbirlerine: "Allah adına yemin ederiz ki Ebu'l-Velîd bir yüzle gitti, ancak farklı bir yüzle geri döndü!" demeye başladılar. Utbe gelip yanlarına oturunca ona: "Ey Ebu'l-Velîd! Ne oldu?" diye sordular. Utbe: "Vallahi daha önce hiç duymadığım sözleri ondan duydum. Bunlar ne şiir, ne sihir ne de kehanettir. Kendisinden duyduğum sözlerden de bir şeyler çıkacaktır" karşılığını verdi. Ebû Nuaym Delâil'de ve Beyhakî Delâil'de İbn Ömer'den bildirir: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Utbe'ye: "Hâ Mîm. Bu Kur'an, Rahmân ve Rahîm olan Allah'tan indirilmedir. Bu, bilen bir toplum için Arapça bir Kur'ân olarak âyetleri genişçe açıklanmış bir kitaptır..." şeklinde Fussilet Sûresi'ni okuyunca Utbe Kureyşlilerin yanına döndü ve şöyle dedi: "Ey kavmim! Diğer günler istediğiniz kadar bana karşı çıkın, ama bugün beni dinleyin! Vallahi o adamdan şimdiye kadar kesinlikle duymadığım sözler duydum ve kendisine nasıl bir cevap vereceğimi bilemedim." Beyhakî Delâil'de İbn Şihâb'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mus'ab b. Umeyr'i davet için yolladı. Mus'ab da Ğanm oğullarından Es'âd b. Zurâre'nin misafiri oldu ve orada insanları İslam dinine davet etmeye başladı. Ancak Sa'd b. Muâz geldi ve bundan dolayı Mus'ab'a tehditlerde bulundu. Es'ad, Sa'd'a: "Önce söylediklerini dinle! Şayet yanlış şeyler söylerse sen ona doğruyu göster. Doğru şeyler söylüyorsa da onun davetine uy" deyince, Sa'd, Mus'ab'a: "Ne diyorsun?" diye sordu. Mus'ab: "Hâ Mîm. Bu Kur'ân, Rahmân ve Rahîm olan Allah'tan indirilmedir. Bu, bilen bir toplum için Arapça bir Kur'ân olarak âyetleri genişçe açıklanmış bir kitaptır" âyetlerini okuyunca, Muâz: "Bildiğim şeyleri duyuyorum" dedi ve Yüce Allah ona hidâyeti nasip etti. Beyhakî Delâil'de ve İbn Asâkir, Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Ebû Cehil ile Kureyş'in ileri gelenleri: "Muhammed'in davası Mekke'de yayıldı. Sihir, kehanet ve şiir konusunda bilgisi olan birini bulalım da yanına gönderelim. Onunla konuşsun ve derdinin ne olduğunu öğrensin" dediler. Bunun üzerine Utbe: "Benim sihir, kehanet ve şiir konusunda bilgim var. Şayet onun yaptığı bu tür şeyler ise gözümden kaçmaz anlarım" dedi ve konuşmak üzere Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gitti. Yanına vardığında: "Ey Muhammed! Sen mi daha hayırlı birisin, yoksa Hâşim mi? Sen mi daha hayırlı birisin, yoksa Abdulmuttalib mi? Sen mi daha hayırlı birisin, yoksa Abdullah mı?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona herhangi bir cevap vermedi. Utbe şöyle devam etti: "O zaman neden ilahlarımıza dil uzatıyor ve atalarımızın sapmış olduğunu söylüyorsun? İstediğin liderimiz olmaksa senin sancağının altına gireriz ve hayatta olduğun sürece bizim liderimiz olursun. İstediğin kadınsa Kureyş'ten istediğin on kadını seç onları seninle evlendirelim. İstediğin malsa da aramızda sana ve senden sonra gelecek çocuklarına da yetecek kadar mal toplar veririz." Utbe bu şekilde konuşurken Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sesizce dinliyor ve konuşmuyordu. Utbe söylerini bitirince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bismillâhirrahmânirrahîm " dedi ve: "Hâ Mîm. Bu Kitap, merhametli olan Allah katından indirilmedir; bilen bir millet için müjdeci ve uyarıcı olmak üzere Arapça okunarak, âyetleri uzun uzun açıklanmıştır. Ama insanların çoğu yüz çevirmiştir, onlar işitmezler de: «Bizi çağırdığın şeye karşı kalblerimiz kapalıdır, kulaklarımızda ağırlık, bizimle senin aranda anlaşmamıza engel vardır; istediğini yap, biz de yapacağız» derler. Onlara söyle: «Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana, ilahınızın tek ilah olduğu vahyolunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan bağışlanma dileyin; vay ortak koşanlara!» Onlar zekat vermezler; âhireti inkâr edenler de yalnız onlardır. Doğrusu inanıp yararlı iş işleyenlere, onlara kesintisiz bir ecir vardır. «Siz yeri iki günde yaratanı mı inkâr ediyor ve O'na eşler koşuyorsunuz! O, âlemlerin Rabbidir» de. Yeryüzüne üstünden ağır baskılar (dağlar) yerleştirdi, onu bereketli kıldı; arayıp soranlar için gıdalarını tam (toplam) dört gün içinde yetiştirmesi kanununu koydu (takdir etti). Sonra, duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne: «İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin» dedi. İkisi de: «isteyerek geldik» dediler. Böylece onları, iki gün içinde yedi göğe tamamladı ve her göğün işini kendisine bildirdi. Yakın göğü ışıklarla donattık ve bozulmaktan koruduk. İşte bu, bilen, güçlü olan Allah'ın kanunudur. Eğer yüz çevirirlerse onlara de ki: "işte sizi, Ad ve Semud'un başına gelen yıldırıma benzer bir azap ile uyardım'" âyetlerini okudu. Allah Resûlü bu şekilde okurken Utbe elini Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ağzına koydu, aradaki akrabalık bağı aşkına artık okumayı kesmesini istedi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından ayrıldıktan sonra Kureyşlilerin yanına gitmedi. Ebû Cehil: "Ey Kureyşliler! Vallahi gördüğümüz kadarıyla Utbe de Muhammed'in dinine girdi ve yemeklerini pek beğendi. Ancak bunu mutlaka ihtiyacından dolayı yapmıştır. Haydi, yanına gidelim" dedi ve Utbe'nin evine gittiler. Yanına vardıklarında Ebû Cehil: "Ey Utbe! Vallahi biz senin Muhammed'in dinine girdiğini, davasını beğendiğini düşündük. Eğer ihtiyacın varsa seni Muhammed'in vereceklerine muhtaç bırakmayacak kadarıyla aramızda mal toplar veririz" dedi. Ancak Utbe buna çok kızdı ve bir daha Muhammed'le konuşmayacağına dair yemin etti. Utbe: "Siz de biliyorsunuz ki Kureyşliler içinde malı en fazla olanlardan biriyim. Ancak yanına gittiğimde..." dedi ve Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile aralarında geçenleri onlara aktardı. Sonra şöyle dedi: "Ancak bana öyle bir cevap verdi ki vallahi bu cevap ne sihire, ne şiire, ne de kehanete benziyor. Bana: "Bismillâhirrahmânirrahîm. "Hâ Mîm. Bu Kitap, merhametli olan Allah katından indirilmedir; bilen bir millet için müjdeci ve uyarıcı olmak üzere Arapça okunarak, âyetleri uzun uzun açıklanmıştır... Eğer yüz çevirirlerse onlara de ki: "İşte sizi, Ad ve Semud'un başına gelen yıldırıma benzer bir azap ile uyardım" âyetlerini okudu ki en sonunda ağzını kapatmak zorunda kaldım ve aramızdaki akrabalık bağı aşkına artık okumamasını istedim. Siz de biliyorsunuz ki Muhammed bir şey dediği zaman yalan söylemez. Bahsettiği azabın (yıldırımın) üzerinize inmesinden korktum." İbn Asâkir, İbn Ömer'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid'de otururken Kureyşliler de onun için meclislerinde toplandılar. Utbe b. Rabîa onlara: "İzin verin gidip onunla ben konuşayım. Belki onu ben ikna ederim" dedi. Sonrasında Utbe, Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi. Yanında oturduktan sonra şöyle dedi: "Yiğenim! Aile olarak da konum olarak da yanımızda pek değerlisin. Ancak kaviminin başına öyle şeyler açtın ki ailenden daha önce bunu yapan olmamıştı. Bu anlattıklarında istediğin mal ise aramızda mal toplar ve seni en zenginimiz yaparız. Konum ve makam istiyorsan bu konumu sana verir, ailen içinde senden daha üstün kimseler olmaz ve sensiz hiçbir karar almayız. İçinde bulunduğun durum kendisinden kurtulamadığın bir hastalık ise bütün imkânlarımızı seferber eder ve tedavin için elimizden ne geliyorsa yaparız. İstediğin liderlik ise de seni liderimiz yaparız." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eyu Ebu'l-Velîd! Bitirdin mi?" diye sorunca, Utbe: "Bitirdim" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona Fussilet Sûresi'ni okumaya aşladı. Secde âyetine ulaştığı zaman da secde etti. Utbe de ellerini beline dayamış dinliyordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sûreyi okuyup bitirince Utbe gitmek üzere kalktı, ancak dönünce meclisteki Kureyşlilere ne diyeceğini de bilmiyordu. Meclistekiler onun geldiğini görünce: "Utbe bir yüzle buradan gitti, ancak başka bir yüzle dönüyor" dediler. Utbe gelip oturunca onlara şöyle dedi: "Ey Kureyşliler! Dediğiniz şekilde onunla konuştum. Sözlerimi bitirince bana öyle şeyler söyledi ki vallahi kulaklarım daha önce böylesi bir şeyi duymuş değildi. Söyledikleri karşısında ona ne diyeceğimi de bilemedim. Ey Kureyşliler! Diğer günler istediğiniz kadar bana karşı çıkın ama bugün beni dinleyin! Bu adamı rahat bırakın ve ondan uzak durun. Allah'a yemin olsun ki davasından vazgeçecek değildir. Onu diğer Araplarla baş başa bırakın. Şayet onlara galip gelirse bilin ki onun onuru sizin onurunuz, onun izzeti sizin izzetiniz, onun hâkimiyeti sizin de hâkimiyetiniz demektir. Ancak Araplar kendisine üstün gelirse başkasının eliyle ondan kurtulmuş olursunuz." Onun böyle dediğini görünce de: "Ey Ebu'l-Velîd! Sen de dinini terk ettin!" diye çıkıştılar. Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usûl'de Abdurrahman b. Ebî Bekr'den bildirir: Âişe'nin ziyaretine geldiğimde Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiy nazil oluyordu. Vahyin nazil olması bitip de kendine gelince: "Ey Âişe! Ridâmı ver!" buyurdu. Ridasını aldıktan sonra Mescid'e gitti. Mescid'de biri cemaate vaaz veriyordu. Oturup vaazın bitmesini bekledi. Bittikten sonra Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hâ Mîm. Bu Kitap, merhametli olan Allah katından indirilmedir" âyetlerini okudu ve secdeye gitti. Secde de o kadar uzun durdu ki Mescid'e yakın bulunan herkes bu secde konusunu konuşmaya başladı. Âişe de bir yakınını Mescid'e gönderdi ve: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gidip bakın! Zira daha önce hiç yapmadığı bir şeyi yaptığını görüyorum" dedi. Daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) başını secdeden kaldırdı ve: "Ümmetim konusunda bana yaptığından dolayı Rabbime şükür olarak bu secdeyi yaptım" buyurdu. Ebû Bekr: "Ümmetin konusunda ne yaptı?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ümmetimden yetmiş bin kişinin (hesapsız bir şekilde) Cennete gireceğini söyledi" buyurdu. Ebû Bekr: "Yâ Resûlallah! Ümmetin buna çok sevinecek! Daha fazlasını isteseydin" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Dediğin gibi daha fazlasını istedim. Rabbim bu yetmiş bin kişiden her birinin yanında yetmiş bin kişiyi daha Cennete sokacağını söyledi" buyurdu. Ebû Bekr yine: "Daha fazlasını isteseydin" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yeter anlamında ellerini açtı sorıra da göğsüne doğru götürdü. Ömer bunu görünce: "Yâ Resûlallah! Az istedin" dedi. Beyhakî Şuabu'l-îman'da Halîl b. Murra'dan bildirir: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mülk ile Fussilet sûrelerini okumadan uyumazdı." 1Hâ, mîm. 2Bu Kur’ân Rahmân, Rahîm tarafından indirilmedir. 3Bir kitaptır ki, âyetleri, Arabca bir Kur’ân olmak üzere anlayacak olan bir kavme açıklanmıştır; 4Hem (cenneti) müjdeleyici, hem (ateşten) korkutucu olarak... Fakat onların (Mekke kâfirlerinin) çoğu, (Kur’ân’dan) yüz çevirdiler. Artık onlar dinleyip hakkı kabul etmezler. 5"Dediler ki: Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kılıflar içindedir. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, biz de yapmaktayız!" Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Dediler ki: Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kılıflar içindedir..." âyetini açıklarken: "Ok kılıfı gibi bir kılıfı vardır, anlamındadır" demiştir. Ebû Sehl es-Serî el-Cundeysâbûrî, Abdulkuddûs vasıtasıyla Nâfi'den, o da İbn Ömer'den bildirir: Ömer b. el-Hattâb: "Dediler ki: Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kılıflar içindedir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Kureyşliler Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiklerinde onlara: "İslam'ı kabul edip de Arapların başını çekmekten sizi alıkoyan nedir?" diye sordu. Kureyşliler: "Ey Muhammed! Söylediklerini anlamıyor, duymuyoruz. Zira kalplerimiz kılıflar içindedir" karşılığını verdiler. Ebû Cehil de bir giysi alıp kendisiyle Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) arasına serdi ve: "Ey Muhammed! "Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kılıflar içindedir. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde bulunmaktadır" dedi. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sizi iki şeye davet ediyorum. Biri Allah'tan başka ilah olmadığına, tek ve ortaksız olduğuna şehadet etmenizdir. Diğeri de benim, Allah'ın Resûlü olduğuma şehadet etmenizdir" buyurdu. Ancak Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet etme konusunu duyduklarında "...Nefretle sırtlarını dönüp gittiler" ve: "İlâhları bir tek ilâh mı yaptı? Gerçekten bu çok tuhaf bir şey!" dediler. Birbirlerine de: "Gidin, ilâhlarınıza tapmaya devam edin. İşte bu istenen şeydir. Biz bunu son dinde (en son dinî inanışlarda) duymadık. Bu ancak bir uydurmadır. O zikir (Kur'ân) içimizden ona mı indirildi?" diyerek kalkıp gittiler. Bunun üzerine Cebrâil indi ve şöyle dedi: "Ey Muhammed! Allah sana selam edip şöyle diyor: "Bunlar, kalpleri kılıf içinde olduğu için söylediklerini anlamadıklarını, kulaklarında da ağırlık olduğu için de dediklerini duymadıklarını iddia etmiyorlar mı? O zaman neden "...Kur'ân'da sadece Rabbini andığın zaman nefretle sırtlarını dönüp giderler!" Şayet dedikleri gibi olsaydı bu şekilde nefret içinde dönüp gitmezlerdi. Yalan söylüyorlar! Dediklerini duyuyor, ancak hoşlarına gitmediği için ondan faydalanamıyorlar!" İkinci gün onlardan yetmiş kişi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve: "Ey Muhammed! İslam'ı bize anlat" dediler. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara İslam'ı anlatınca da hepsi Müslüman oldu. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tebessüm etti ve: "Allah'a hamdolsun! Dün davetimize karşı kalplerinizin kapalı, kılıf içinde olduğunu, kulaklarınızda ağırlıklar bulunduğunu söylüyordunuz, oysa şimdi Müslüman oldunuz" buyurdu. Onlar da: "Yâ Resûlallah! Vallahi dün sana yalan söylüyorduk, zira öyle olsaydı asla hidâyete eremezdik. Doğruyu söyleyen Allah, ona yalan söyleyenler de kullardır. Hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah, biz ise ona muhtaç olan fakirleriz" dediler. 6Bkz. Ayet:8 7Bkz. Ayet:8 8"De ki: «Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Fakat bana ilâhınızın yalnızca bîr tek ilâh olduğu vahyedîliyor. Artık O'na yönelin ve O'ndan bağışlanma dileyin. Allah'a ortak koşanların vay hâline!» Onlar zekâtı vermeyen kimselerdir. Onlar âhireti de inkâr ederler, şüphesiz iman edip salih ameller işleyenler için ise kesintisiz bir mükâfat vardır." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin el-Esmâ' ve's- Sifât'ta bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet etmeyen müşriklerin vay haline, anlamındadır" demiştir. (.....) âyetini da: "Onlar için kesintisiz mükâfat vardır" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd, Hakîm et-Tirmizî ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) âyetini açıklarken: "Lâ ilâhe ilallah' demeyen müşriklerin vay haline, anlamındadır" demiştir. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Onlar zekâtı vermeyen kimselerdir..." âyetini açıklarken: "Zekat, islam'ın köprüsü gibidir. Bu köprüden geçen kurtulur, geçmeyen ise helak olur" demiştir. 9Bkz. Ayet:12 10Bkz. Ayet:12 11Bkz. Ayet:12 12"De kî: "Sız mî yeri iki günde yaratanı înkâr ediyor ve O'na ortaklar koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbîdir. O, dört gün içinde yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti. Sonra duman hâlinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, «İsteyerek veya istemeyerek gelin» dedi. İkisi de, «İsteyerek geldik» dediler. Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi işini bildirdi. En yakın göğü kandillerle süsledik ve onu koruduk. İşte bu, mutlak güç sahibi ve hakkıyla bilen Allah'ın takdiridir." İbn Cerîr, Nehhâs Nâsih'de, Ebu'ş-Şeyh Azame'de, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Esmâ' ve's-Sifât'ta İbn Abbâs'tan bildirir: Yahudiler Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip göklerin ve yerin yaratılışını sordular. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yüce Allah yeryüzünü Pazar ve Pazartesi günlerinde yarattı. Dağları da üzerindeki faydalı şeylerle birlikte Sah günü yarattı. Bitkileri, suyu, şehirlerin kurulacağı yerleri, imar edilecek yerler ile harabeleri de Çarşamba günü yarattı. Bu da dört gün eder ki Yüce Allah: "De ki: "Siz mi yeri iki günde yaratanı inkâr ediyor ve O'na ortaklar koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir. O, dört gün içinde yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti" buyurmuştur. Gökyüzünü Perşembe günü yarattı. Cuma gününün son üç saatine kadar da yıldızları, Güneş'i, Ay'ı ve melekleri yarattı. Kalan bu üç saatten birincisinde ölümlü olanların ecellerini, ikinci saatte insanların kendisinden faydalandığı her bir şeyin yok oluşunu yarattı. Kalan son saatte de Âdem'i yarattı ve onu Cennete koydu. İblis'e ona secde etmesini emretti ve bu saatin son anlarında da onu Cennetten çıkardı." Yahudiler: "Ey Muhammed! Daha sonra ne oldu?" dediklerinde Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sonra Arş'a kuruldu" karşılığını verdi. Yahudiler: "Şayet gerisini getirseydin isabet ederdin, çünkü daha sonra istirahata çekildi" deyince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) aşırı bir şekilde öfkelendi. Bunun üzerine: "Andolsun, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık. Bize bir yorgunluk da dokunmadı. O hâlde onların söylediklerine sabret..." âyetleri nazil oldu. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Orada bolluk ve bereket meydana getirdi..." âyetini açıklarken: "İnsana faydası olan her şeyde bolluk bereket vardır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "İrmakları çıkardı, ağaçlan bitirdi, dağlan yerleştirdi, denizleri akıttı. Birinde olanı diğerinde, diğerinde olanı ötekinde yaratmadı." Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "...Orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti..." âyetini açıklarken: "Her bir bölgede başka bir yerde görülmeyen şeyleri takdir edip yarattı" demiştir. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: "...Orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti..." âyetini açıklarken: "Sâburî denilen ince giysiler ancak Sabûr'da, Yemen kumaşından giysiler de ancak Yemen'de kulanılmaya elverişlidir" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) âyetini: "Orada geçim için rızıklar takdir etti" şeklinde açıklamıştır. Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini: "Orada geçim için rızıklar takdir etti" şeklinde açıklamıştır. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...Orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti..."âyetini açıklarken: "Rızkını arayan kişi için Yüce Allah'ın da dediği gibi rızıklar takdir edilmiştir" demiştir. Ebu'ş-Şeyh Azame'de İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah gökleri dumandan yarattı, sonra da yeri Pazar ile Pazartesi günlerinde yarattı. İşte: "Siz mi yeri iki günde yaratanı inkâr ediyor ve O'na ortaklar koşuyorsunuz?" buyruğunda zikredilen iki gün bunlardır. Salı ile Çarşamba günlerinde de yerin üzerinde yaşayanların rızıklarını takdir etti ki bu da "...Orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti..." buyruğunda ifade edilmiştir. Sonrasında henüz duman olan yeryüzüne yöneldi ve onu yıldızlarla, Güneş'le ve Ay'la süsledi. Güneş ile Ay'ı bir yörüngede döndürdü. Perşembe ile Cuma günlerinde de meleklerden ve diğer mahlûkatlardan dilediğini yarattı. Cennet ile Âdem'i de yine Cuma gününde yarattı. "Doğrusu sizin Rabbiniz gökleri ve.yeri altı günde yaratıp sonra arşa hükmeden, işi düzenleyen Allah'tır..." âyetinde ifade edilen budur. Cumartesi (Sebt) gününde de her şeyi sabitleştirdi. Yahudiler bu günde her şey sabitlendiği içindir ki Cumartesi gününü kutsadılar. Hıristiyanların Pazar gününü kutsaması da her şeyin yaratılışının bu günde başlamasından dolayıdır. Müslümanların da Cuma gününü mübarek görmeleri Yüce Allah'ın yaratma işini bu günde bitirmesi, rahmetinin bir göstergesi olan Cenneti bu günde yaratması, Âdem'i Cennete bu günde koyması, onu Cennetten yeryüzüne bu günde indirmesi ve bu günde onun tövbesini kabul etmesi dolayısıyladır ki, en önemlisi de budur. Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildirir: "Yüce Allah bir gün yarattı ve adını Pazar (el-Ehad) koydu. Sonra ikincisini yaratıp adını Pazartesi (el-İsneyn) koydu. Sonra üçüncüsünü yaratıp adını Salı (es-Sülesâ) koydu. Sonra dördüncüsünü yaratıp adını Çarşamba (el-Erbiâ) koydu. Sonra beşincisini yaratıp adını Perşembe (el-Hamîs) koydu. Yeryüzünü Pazar ile Pazartesi günlerinde yarattı. Dağları da Salı günü yarattı. Bunun içindir ki insanlar Salı günleri için: "Pek ağır, sıkıcı bir gün" der. Nehir yataklarını, ağaçları ve kasabaların kurulacağı yerleri Çarşamba günü yarattı. Kuşları, böcekleri, vahşi ile yırtıcı hayvanları Perşembe günü yarattı. İnsanı da Cuma günü yarattı. Yaratma işini bitirdiğinde Cumartesi olmuştu." Ebu'ş-Şeyh, Abdullah b. Selâm'dan bildirir: "Yüce Allah yaratmaya başladığında ilk olarak Pazar ile Pazartesi günlerinde yeryüzünü yarattı. Rızıklar ile dağlan Salı günü, gökleri Perşembe gününden Cuma günü ikindiye kadar yarattı. Yine Cuma gününde, namazı denk gelen kişinin dualarının kabul göreceği bir vakitte Âdem'i yarattı. Bu vakit de ikindi namazı ile güneşin batışı arasındaki vakittir." Ebu'ş-Şeyh, İkrime'den bildirir: Yahudiler, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Pazar günü nedir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yüce Allah'ın yeri yaratıp yaydığı gündür" karşılığını verdi. Yahudiler: "Pazartesi günü nedir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yüce Allah bu günde ve Salı gününde dağları, suyu, şunu bunu, dilediği şeyleri yaratmıştır" karşılığını verdi. Yahudiler: "Çarşamba günü nedir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Rızıkları yarattığı gündür" karşılığını verdi. Yahudiler: "Perşembe günü nedir?" diye Sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yüce Allah'ın gökleri yarattığı gündür" karşılığını verdi. Yahudiler: "Cuma günü nedir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yüce Allah bu günün iki diliminde Cennet ile Cehennemi, diğer iki diliminde Güneş, Ay ve yıldızları, diğer iki diliminde de gece ile gündüzü yarattı" karşılığını verdi. Yahudiler: "Cumartesi günü nedir?" diye sordular ve Allah'ın bu günde dinlenmeye çekildiğinden bahsettiler. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sübhânallah!" dedi. Yüce Allah da: "Andolsun, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık. Bize bir yorgunluk da dokunmadı" âyetini indirdi. Ebu'ş-Şeyh başka bir kanaldan İkrime vasıtasıyla İbn Abbâs'tan, o da Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) sözü olarak aynısını bildirir. Ebu'ş-Şeyh'in İbn Ömer'den bildirdiğine göre Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah her şeyi altı günde yarattı. Bu altı gün de sırasıyla Pazar, Pazartesi, Salı, Çarşamba, Perşembe ve Cuma günleridir. Yüce Allah, Pazar gününde gökleri, Pazartesi gününde Güneş, Ay ve yıldızları yarattı. Sah gününde deniz ile kara hayvanlarını yarattı. Çarşamba günü ırmakları, rızıkları ve ağaçları yarattı. Perşembe gününde Cennet ile Cehennemi yarattı. Cuma gününde Adem'i yarattı. Daha sonra bunlar hakkında emirlerini takdir etmeye yöneldi. " İbn Cerîr, Ebû Bekr'den bildirir: Yahudiler, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiler ve: "Ey Muhammed! Yüce Allah'ın bu altı günde neleri ne zaman yarattığını bizlere söyle" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yüce Allah yeryüzünü Pazar ile Pazartesi günü yarattı. Salı günü dağları yarattı. Şehirlerin kurulacağı yerleri, rızıkları, ırmakları, bunların imar ile harab olmalarını Çarşamba günü yarattı. Melekler ile gökleri Perşembe gününden Cuma gününün ilk üç saatine kadar yarattı. Cuma gününün ilk diliminde ecelleri, diğer diliminde afetleri, son diliminde de Âdem'i yarattı." Yahudiler: "Eğer bundan sonrasını da söylersen isabet etmiş olursun" deyince Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) (Cumartesi günü Allah'ın istirahate çekildiğini) demek istediklerini anladı. Bunun üzerine Yüce Allah: "Andolsun, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık. Bize bir yorgunluk da dokunmadı. O hâlde onların söylediklerine sabret..."âyetlerini indirdi. İbnu'l-Münzir, Hâkim ve Beyhakî'nin el-Esmâ' ve's-Sifât'ta bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Ona ve yeryüzüne, «İsteyerek veya istemeyerek gelin» dedi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Yüce Allah gökyüzüne: "Güneş'ini, Ay'ını ve yıldızlarını çıkar!" buyurdu. Yere de: "Irmaklarını ve meyvelerini çıkar!" buyurdu. Yer ile gök de buna: "...İsteyerek geldik..."karşılık verdiler. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Verin" şeklinde açıklamıştır. (.....) ifadesini de: "Verdik" şeklinde açıklamıştır. Firyâbî ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Her göğe kendi işini bildirdi..." âyetini açıklarken: "Bildirdiği ve takdir ettiği bu şeyler yıldız, gezegen gibi şeylerin yaratılmasıdır" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...Her göğe kendi işini bildirdi..." âyetini açıklarken: "Gökteki Güneş'i, Ay'ı, yıldızları yaratması ve bunların bir düzen içinde işlemesidir" demiştir. 13Bkz. Ayet:17 14Bkz. Ayet:17 15Bkz. Ayet:17 16Bkz. Ayet:17 17"Eğer yüz çevirirlerse, onlara: «Ben sizi Âd ve Semûd kavimlerini çarpan yıldırım gibi bir yıldırıma karşı uyardım» de... Biz de onlara dünya hayatında zillet azabını tattırmak için o mutsuz kara günlerde üzerlerine dondurucu bir rüzgâr gönderdik. Âhiret azabı elbette daha rezil edicidir. Onlara yardım da edilmez. Semûd kavmine gelince, biz onlara doğru yolu göstermiştik. Ama onlar körlüğü hidâyete tercih etmişler ve yaptıklarına karşılık, alçaltın azap yıldırımı onları çarpmıştı" Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Kelbî: "Kur'ân'da geçen bütün "üclo (Yıldırım)" ifadeleri azap anlamına gelir" demiştir. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...Ben sizi Âd ve Semûd kavimlerini çarpan yıldırım gibi bir yıldırıma karşı uyardım" âyetini açıklarken: "Âd ile Semûd kavminin düştüğü duruma düşmemeniz konusunda ben sizleri uyardım" demiştir. (.....) ifadesini: "Soğuk bir rüzgar" şeklinde açıklarken, (.....) ifadesini de: "Uğursuz, sıkıntılı" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: "Uğursuz günlerde üzerlerine dondurucu bir kasırga gönderdik" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) âyetini: "Uğursuz günlerde" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Uğursuz günlerde" şeklinde açıklamıştır. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Semûd kavmine gelince, biz onlara doğru yolu göstermiştik..." âyetini açıklarken: "Biz onlara doğru yolu açıklamıştık, anlamındadır" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Semûd kavmine gelince, biz onlara doğru yolu göstermiştik..." âyetini açıklarken: "Biz onlara iyinin de kötünün de yollarını açıklamıştık, anlamındadır" demiştir 18(Peygamberleri Sâlih’e) îman edip de (küfürden) sakınanları ise kurtardık. 19Bkz. Ayet:23 20Bkz. Ayet:23 21Bkz. Ayet:23 23"Allah'ın düşmanları, ateşe sürülmek üzere toplandıkları gün, hepsi bîr araya getirilirler... Onlar derilerine, «Niçin aleyhimize şâhitlîk ettiniz?» derler. Derileri de der ki: «Bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştı ve yine yalnızca O'na döndürülüyorsunuz.» Siz kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şâhitlîk etmesinden sakınmıyordunuz. Lâkin yaptıklarınızın çoğunu Allah'ın bilmediğini sanıyordunuz. İşte bu sizin, Rabbiniz hakkında beslediğiniz zannınızdır. O, sizi mahvetti de ziyâna uğrayanlardan oldunuz." Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Allah'ın düşmanları, ateşe sürülmek üzere toplandıkları gün, hepsi bir araya getirilirler" âyetini açıklarken: "İlk önce gelen kişi, en son kişi de gelinceye kadar bekletilir" demiştir. Abd b. Humeyd, Mücâhid ile Ebû Rezîn'den bu ifadenin aynısını bildirir. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Sürülürler" şeklinde açıklamıştır. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Allah'ın düşmanları, ateşe sürülmek üzere toplandıkları gün, hepsi bir araya getirilirler" âyetini açıklarken: "Onları melekler ateşe doğru sürükler. En sondaki kişi de yetişinceye kadar baştakiler bekletilirler" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Allah'ın düşmanları, ateşe sürülmek üzere toplandıkları gün, hepsi bir araya getirilirler" âyetini açıklarken: "En baştakiler en arkadakilerin üzerine döndürülecek şekilde sürülürler" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "...Hepsi bir araya getirilirler" âyetini açıklarken: "Hepsi de bir arada toplanıncaya kadar bekletilirler" demiştir. İbn Ebî Hâtim, Ebu'd-Duhâ'dan bildirir: İbn Abbâs, İbnu'l-Ezrak'a şöyle dedi: "Kıyamet gününde insanlara öyle bir an gelir ki konuşamaz, mazeret gösteremez, tek söz dahi edemezler. Öncesinde müşrikler şirk koştuklarını inkâr ederler ve şimdi sizin yemin etmeniz gibi orada da şirk koşmadıklarına dair yemin ederler. Bu şekilde şirklerini inkar edince Yüce Allah onlara yine kendilerinden şahitler gönderir ki bunlar da onların derileri, gözleri, elleri ve ayakları olur. Ağızlarına da mühür vurulur. Kişinin ağzı dışındaki organlarına konuşma özelliği verilir ve: "...Bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştı ve yine yalnızca O'na döndürülüyorsunuz" derler. Kişinin ağız dışındaki organları bu şekilde dile gelince dilleri şirk koştuklarını kabul etmek zorunda kalır." Saîd b. Mansûr, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Esmâ' ve's-Sifât'ta İbn Mes'ûd'dan bildirir: "Kâbe'nin örtüsüyle gizlenmişken, göbekleri şiş, anlayışları kıt üç kişi geldi. Biri Kureyşli diğer ikisi de Sakîf'tendi veya biri Sakîfli, diğer ikisi de Kureyş'tendi. Orada tam olarak duyamadığım bazı şeyler konuştular. İçlerinden biri: "Acaba Allah bizim bu konuştuklarımızı duyuyor mu?" diye sordu. Diğeri: "Şayet sesimizi yükseltirsek duyar, ama kısık bir sesle konuşursak duyamaz" karşılığını verdi. Üçüncüsü de: "Şayet konuştuklarımızdan bir şeyler duymuşsa hepsini duyabilir demektir" dedi. Ben bunu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattım. Bunun üzerine Yüce Allah: "Siz kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şâhitlik etmesinden sakınmıyordunuz. Lâkin yaptıklarınızın çoğunu Allah'ın bilmediğini sanıyordunuz. İşte bu sizin, Rabbiniz hakkında beslediğiniz zannınızdır. O, sizi mahvetti de ziyâna uğrayanlardan oldunuz" âyetlerini indirdi. Abdurrezzâk, Ahmed, Nesâî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî el-Esmâ' ve's-Sifâf ta Muâviye b. Hayde'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) eliyle Şam'ı işaret etti ve şöyle buyurdu: "İşte orada kiminiz yaya, kiminiz binekli bir şekilde, kiminiz de yüzüstü sürünerek haşredileceksiniz. Yüce Allah'ın huzuruna ağızlarınız bağlı bir şekilde çıkarılacak ve kişinin ilk önce ayakları ve eli yaptıklarını anlatacaktır," Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Siz kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şâhitlik etmesinden sakınmıyordunuz..." âyetini okudu. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: "Sakınmıyordunuz" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: "Zannetmiyordunuz" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini: "Gizlemiyordunuz" şeklinde açıklamıştır. Ahmed, Tayâlisî, Abd b. Humeyd, Müslim, Ebû Dâvud, İbn Mâce, İbn Hibbân ve İbn Merdûye'nin Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah hakkında hüsn-ü zanda bulunarak ölün. Zira bir topluluğu Allah hakkında olan su-i zanları mahvetmiştir. Yüce Allah da: «İşte bu sizin, Rabbiniz hakkında beslediğiniz zannınızdır. O, sizi mahvetti de ziyâna uğrayanlardan oldunuz» buyurur. " 24Bkz. Ayet:25 25"Biz onların başına birtakım arkadaşlar sardık da bu arkadaşlar onlara geçmişlerini ve geleceklerini süslü gösterdiler. Böylece kendilerinden önce gelip geçmiş olan cin ve insan toplulukları ile ilgili o söz (azap), onlar için de gerçekleşti. Çünkü onlar ziyana uğrayanlardı." Firyâbî, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Biz onların başına birtakım arkadaşlar sardık..." âyetini açıklarken: "Bu arkadaşlardan kasıt şeytanlardır" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Bu arkadaşlar onlara geçmişlerini ve geleceklerini süslü gösterdiler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Geçmişten kasıt dünya, gelecekten kasıt da âhirettir. Bu arkadaşları dünyayı onlara süsleyip dünyalık peşinde koşmalarını teşvik etmişler, aynı şekilde âhireti unutma ile onu inkar etmeyi kendilerine güzel göstermişlerdir." 26"İnkâr edenler: «Bu Kur'ân'ı dinlemeyin. Baskın çıkmak için o okunurken yaygara koparın» dediler." İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de iken Kur'ân okurken sesini yükseltirdi. Müşrikler de onu kimse dinlemesin diye insanları çevresinden kovarlar ve: "...Bu Kur'ân'ı dinlemeyin. Baskın çıkmak için o okunurken yaygara koparın..." derlerdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kısık sesle Kur'ân okuduğu zaman da Kur'ân'ı dinlemek isteyen kişiler onu duyamazlardı. Bunun üzerine Yüce Allah: "...Namazında sesini pek yükseltme, çok da kısma..." âyetini indirdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "(Okunurken) onu kötüleyin" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...O okunurken yaygara koparın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kureyşliler, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kur'ân okurken yanılsın ve karıştırsın diye el çırpıp ıslık çalarak gürültü yaparlardı." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...O okunurken yaygara koparın..." âyetini açıklarken: "Onu kabul etmeyin, inkar edin ve ona düşmanlık edin, anlamındadır" demiştir. 27İşte bunun içindir ki, biz de o kâfirlere şiddetli bir azap taddıracağız ve kendilerini yaptıkları amellerin en kötüsü ile cezalandıracağız. 28İşte bu, Allah düşmanlarının cezasıdır, ateştir. Âyetlerimizi bile bile inkâr etmelerinin cezası olarak onlara, orada ebedîlik yurdu vardır. 29"İnkârcılar: «Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize göster de onları ayaklarımızın altına alalım ki en aşağılıklardan olsunlar» derler." Abdurrezzâk, Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib'e: "...Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize göster..." âyeti sorulunca: "Saptıranlardan kasıt Âdem'in oğullarından kardeşini öldüren kişi (Kabil) ile İblis'tir" dedi. Abd b. Humeyd, İkrime ile İbrahim'den aynısını bildirir. 30Bkz. Ayet:31 31"Şüphesiz «Rabbimiz Allah'tır» deyip de sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: Korkmayın, üzülmeyin, size vaadedilmekte olan cennetle sevinin! Biz dünya hayatında da, âhırette de sizin dostlarınızız. Orada sizin için canlarınızın çektiği her şey var ve istediğiniz her şey orada sizin için hazırdır." Tirmizî, Nesâî, Bezzâr, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Adiy ve İbn Merdûye, Enes'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize: "Şüphesiz «Rabbimiz Allah'tır» deyip de sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: Korkmayın, üzülmeyin, size vaadedilmekte olan cennetle sevinin!" âyetini okudu ve: "İnsanlardan bazıları bunu (Rabbimiz Allah'tır) dediler, ancak pek çoğu sonradan bunu inkar etti. Her kim ölene kadar bu sözü söylerse bu söz gereğince dosdoğru yaşamış demektir" buyurdu. İbnu'l-Mübârek, Abdurrezzâk, Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Müsedded, İbn Sa'd, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Nimrân vasıtasıyla bildirdiğine göre Ebû Bekr es-Sıddîk: "Şüphesiz «Rabbimiz Allah'tır» deyip de sonra dosdoğru olanlar..." âyetini açıklarken: "Dosdoğru olmak (istikamet) Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamanızdır" demiştir. İbn Râhûye, Abd b. Humeyd, Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usûl'de, İbn Cerîr, Hâkim, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym Hilye'de Esved b. Hilâl vasıtasıyla bildirir: Ebû Bekr es-Sıddîk: "Şüphesiz «Rabbimiz Allah'tır» deyip de sonra dosdoğru olanlar..." âyeti ile "İman edip de imanlarına zulmü bulaştırmayanlar..." âyetini nasıl açıklarsınız?" diye sorunca, oradakiler: "İlk âyette, «Rabbmiz Allah'tır» deyip de bu söze göre hareket edenlerle, Yüce Allah'ın emirlerine itaat edip günaha bulaşmayanlar kastedilmektedir. İkinci âyetteki zulümden kasıt, yine günaha bulaşmamaktır" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Ebû Bekr şöyle dedi: "Bu iki âyete başka ve daha ağır olan anlamlar yüklediniz. "İman edip de imanlarına zulmü bulaştırmayanlar..."âyetinde zulümden kasıt şirktir. "Şüphesiz «Rabbimiz Allah'tır» deyip de sonra dosdoğru olanlar..." âyetinde ise dosdoğru olmaktan (istikamet) kasıt putperestliğe geri dönmemektir." İbn Merdûye'nin Sevrî'den, o da bazı arkadaşlarından bildirdiğine göre Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şüphesiz «Rabbimiz Allah'tır» deyip de sonra dosdoğru olanlar..." âyetini konusunda: "Yüce Allah'ın farz kıldığı konularda dosdoğru yürüyenlerdir" buyurmuştur. Beyhakî el-Esmâ' ve's-Sifât'ta İbn Abbâs'tan bildirir: "Şüphesiz «Rabbimiz Allah'tır» deyip de sonra dosdoğru olanlar..." âyeti konusunda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'tan başka ilah olmadığı şehadeti üzerinde dosdoğru olanlardır" buyurmuştur. İbnu'l-Mübârek, Sa'id b. Mansûr, Ahmed Zühd'de, Abd b. Humeyd, Hakîm et-Tirmizî ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb: "Şüphesiz «Rabbimiz Allah'tır» deyip de sonra dosdoğru olanlar..." âyetini açıklarken: "Allah'a itaat yolunda dosdoğru gidip de tilki gibi hileye kalkışmamaktır" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs'a: "Allah'ın Kitâb'ında en fazla umut veren âyet hangisidir?" diye sorulunca: "Şüphesiz «Rabbimiz Allah'tır» deyip de sonra dosdoğru olanlar..." âyetidir ki burada Allah'tan başka ilah olmadığı şehadeti üzerinde dosdoğru olanlar kastedilmiştir" karşılığını verdi. Ona: "Kur'ân'da en fazla umut veren âyet "De ki: Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, merhametlidir" âyeti değil midir?" diye sorulunca da şu karşılığı verdi: "Bir sonraki âyet olan "Azap size gelmeden önce Rabbinize yönelin..." âyetini de okusana! Zira Yüce Allah bu âyetle bir önceki âyeti şarta bağlamıştır ki o da (gereğince) amel etmektir." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbrâhim ile Mücâhid: "Şüphesiz «Rabbimiz Allah'tır» deyip de sonra dosdoğru olanlar..." âyetini açıklarken şöyle demişlerdir: "Bunlar 'Lâ ilâhe illallah' dedikten sonra ölene kadar Allah'a şirk koşmayanlardır." İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Şüphesiz «Rabbimiz Allah'tır» deyip de sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner..." âyetini açıklarken: "Allah'ı tevhid edip de farz kıldıklarını eda edenlere âhirette melekler iner" demiştir. Ahmed, Abd b. Humeyd, Dârimî, Buhârî Târih'de, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve İbn Hibbân, Süfyân es-Sekafî'den bildirir: Adamın biri: "Yâ Resûlallah! Bana İslam'ın emirlerinden yapmam için öyle bir şey söyle ki senden sonra onu başka kimseye sormayayım" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'a iman ettim, de ve sonra dosdoğru ol" buyurdu. Adam: "Peki, neyden sakınayım?" diye sorunca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) diline işaret etti. Firyâbî, Abd b. Humeyd ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre Mücâhid: "...Onların üzerine akın akın melekler iner..." âyetini açıklarken: "Ölüm anında melekler iner" demiştir. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Ölüm sonrası ve âhirette karşılaşacağınız şeyler konusunda korkmayın. Dünyada çocuk, aile veya borç gibi bıraktığınız şeyler konsunda da üzülmeyin. Sizin için onların tümüne biz kefil olacağız." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Zeyd b. Eslem'den bildirir: Mümine ölüm anında gelinir ve: "Gideceğin yer konusunda korkma! Geride bıraktığın dünya ile ailen için de üzülme. Cennete sevin!" denilir. Bunun üzerine ölüm korkusu kendisinden gider. Bu şekilde de Yüce Allah kendisini huzurlu kılmış bir şekilde ölür. İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Kişiye melekler tarafından bu müjde vefat anında, kabrinde ve diriltildiği zaman verilir. Cennette dahi bu müjdenin sevinci kalbinden gitmez." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti açıklarken: "İlerde (kıyamette) karşılaşacağınız şeylerden dolayı korkmayın. Geride bırakıp kaybettikleriniz için de üzülmeyin." İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebi'd-Dünya'nın Zikru'l-Mevt'de bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: "Herbir nefis ölüp dünyadan ayrılırken mutlaka âhirette nereye gideceği kendisine bildirilir" demiştir. Ebû Nuaym'ın Hilye'de bildirdiğine göre Mücâhid: "Mümine huzur içinde kalması için kendisinden sonra çocuklarının da iyi durumda olacakları müjdesi verilir" demiştir. Ahmed ve Nesâî, Enes'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) : "Kişi Allah'la buluşmayı sevdiği zaman Allah da onunla buluşmayı sever. Kişi Allah'a buluşmayı istemediği zaman Allah da onunla buluşmayı istemez" buyurdu. Biz: "Yâ Resûlallah! Ama hiç birimiz ölümü sevmeyiz" dediğimizde şu karşılığı verdi: "Bu, ölümü sevmemek meselesi değildir! Ancak müminin vefat anı geldiği zaman Allah tarafından gideceği yer kendisine müjdelenir. Bundan dolayı mümin Allah'la buluşmayı her şeyden daha fazla sever. Yüce Allah da onunla buluşmayı ister. Günahkâr veya kafir birinin vefat anı geldiği zaman ise gideceği yer kendisine gösterilir. Bundan dolayı Allah'la buluşmayı istemez. Allah da onunla buluşmayı sevmez. " İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Sâbit, Fussilet Sûresi'ni okumaya başladı. "Şüphesiz «Rabbimiz Allah'tır» deyip de sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: Korkmayın, üzülmeyin, size vaadedilmekte olan cennetle sevinin!" âyetine ulaştığı zaman da durdu ve şöyle dedi: "Bize ulaşana göre Yüce Allah mümin kulu mezarından tekrar dirilttiği zaman yanına dünyadayken kendisiyle birlikte bulunan iki melek gelir ve: «Korkma ve üzülme! Sana söz verilen Cennetle sevin» derler. Bu şekilde Yüce Allah kendisini korkudan yana emin kılınca içi huzurla dolar. Kıyamet gününde tüm insanların korktuğu şeyler, Yüce Allah'ın ihsanı ve dünyada iken yaptıkları dolayısıyla mümine huzur verir." İbnu'l-Mübârek, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Biz dünya hayatında da, âhirette de sizin dostlarınızız..." âyetini açıklarken: "Biz dünyada iken de sizlerin dostlarınızdık, Cennete girene kadar da yanınızdan ayrılmayacağız, anlamındadır" demiştir. Abd b. Humeyd'in lafzı ise şu şekildedir: "Dünyada iken yanlarında bulunan melekler kıyamet gününde onlara: «Sizleri Cennete sokana kadar yanınızdan ayrılmayazağız» derler." 32"Çok bağışlayan ve çok merhametli olan Allah'tan bir ağırlamadır." Ebû Nuaym Sifatu'n-Nâr' da ve Beyhakî'nin el-Ba's' da Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cennettekiler meclislerinde otururken Cennet kapısının yanında bir nur yükselir. Başlarını kaldırıp baktıklarında Yüce Allah'ın teşrif ettiğini görürler. Yüce Allah: «Bana isteklerinizi söyleyin!» buyurunca: «Senin rızandan başka bir şey istemeyiz» derler. Yüce Allah: «Zaten benim rızamla buraya yerleşip nimetlere nail oldunuz. Bunun yanında dileğiniz varsa söyleyin» buyurur. Cennettekiler: «Bu nimetlerden daha fazlasını isteriz» derler. Bunun üzerine bedenleri kırmızı yakuttan, dizginleri yeşil zebercet ile kırmızı yakuttan olan develer getirilir. Bu develerin üzerine bindirilirler. Develer her bir adımı gözün görebileceği en uzak noktaya kadar atarlar. Yine Yüce Allah'ın emriyle üzerinde meyvelerin bulunduğu ağaçlar gelir. Seçkin huriler de: «Bizler körpeyiz asla ihtiyarlayamayız. Bizler ebediyiz asla ölmeyiz. Bizler pek değerli müminlerin eşleriyiz» diyerek gelirler. Daha sonra Yüce Allah'ın emriyle yığın yığın beyaz miskler gelir ve üzerlerine adına «Musire» denilen bir koku saçar. Bu şekilde Adn Ceneti'ne varırlar ki burası da Cennetin orta yeridir. Melekler: «Rabbimiz! Geldiler» deyince, Yüce Allah: «Sadıklara merhaba! Merhaba bana itaat edenlere!» diyerek onları karşılar ve aradaki perdeyi kaldırır. Bu şekilde Yüce Allah'a bakar, Rahmân'ın nurunu temaşa ederler. Ona bakarken de birbirlerini artık göremezler. Daha sonra Yüce Allah: «Onları hediyelerle birlikte saraylarına geri götürün» buyurunca, geri götürülürler. Götürülünce de artık birbirlerini görmeye başlarlar. Yüce Allah'ın: «Çok bağışlayan ve çok merhametli olan Allah'tan bir ağırlamadır»' âyeti da bunu anlatmaktdır." İbnu'n-Nccâr, Ebû Hureyre vasıtasıyla aynısını bildirir. 33"Allah'a çağıran, salîh amel işleyen ve «Kuşkusuz ben Müslümanlardanım» diyenden daha güzel sözlü kimdir?" Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Âişe: "Allah'a çağıran, salih amel işleyen ve «Kuşkusuz ben müslümanlardanım» diyenden daha güzel sözlü kimdir?" âyetini açıklarken: "Allah'a çağıran kişi müezzindir. Salih amelden kasıt da bu çağrı sonrası ezan ile kamet arasında kılınan iki rekatlık namazdır" demiştir. İbn Ebî Şeybe Musannef’te, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin başka bir kanalla bildirdiğine göre Âişe: "Allah'a çağıran, salih amel işleyen ve «Kuşkusuz ben müslümanlardanım» diyenden daha güzel sözlü kimdir?" âyetinin müezzinler hakkında nazil olduğunu düşünüyorum" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Allah'a çağıran, salih amel işleyen ve «Kuşkusuz ben müslümanlardanım» diyenden daha güzel sözlü kimdir?" âyetini açıklarken: "Burada bahsedilen kişi Peygamberimizdir (sallallahü aleyhi ve sellem)" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Şîrîn: "Allah'a çağıran, salih amel işleyen ve «Kuşkusuz ben müslümanlardanım» diyenden daha güzel sözlü kimdir?" âyetini açıklarken: "Burada bahsedilen kişi Peygamberimizdir (sallallahü aleyhi ve sellem) " demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti açıklarken: "Burada salih amellerde bulunan ve Allah yoluna davet eden mümin kişiden bahsedilmektedir" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Allah'a çağıran, salih amel işleyen ve «Kuşkusuz ben Müslümanlardanım» diyenden daha güzel sözlü kimdir?" âyetini açıklarken: "Sözü ile ameli, ağzı (midesi) ile cinsel organı, gizlisi ile saklısı, görüneni ile görünmeyeni bir, doğru ve temiz olan kuldur" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "Allah'a çağıran, salih amel işleyen ve «Kuşkusuz ben Müslümanlardanım» diyenden daha güzel sözlü kimdir?" âyetini açıklarken: "Allah'a çağıran kişi 'Lâ ilâhe ilallah' diyen müezzindir. Salih amelden kasıt da namaz ile oruçtur" demiştir. Hatîb'in Târih'de bildirdiğine göre Kays b. Ebî Hâzım: "Allah'a çağıran, salih amel işleyen ve 'Kuşkusuz ben müslümanlardanım' diyenden daha güzel sözlü kimdir?" âyetini açıklarken: "Allah'a çağırmaktan kasıt ezandır. Salih amelden kasıt da çağrı sonrası ezan ile kamet arasında kılınan namazdır" demiştir. Hatîb der ki: "Ebû Bekr en-Nekkâş'ın bildirdiğine göre Ebû Bekr b. Ebî Dâvud, Tefsir'inde yüz yirmi bin hadisin bulunduğunu ancak onların içinde bu yönde bir hadisin olmadığını söylemiştir." Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Âsim b. Hubeyre: "Ezanı bitirdiğin zaman: "Lâ ilâhe ilallah! Allahu Ekber! Ben Müslümanlardanım" de" demiş ve: "Allah'a çağıran, salih amel işleyen ve «Kuşkusuz ben müslümanlardanım» diyenden daha güzel sözlü kimdir?" âyetini okumuştur. İbn Ebî Şeybe ve İbn Mâce, Muâviye'den bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyamet gününde boynu en uzun olanlar müezzinler olacaktır" buyurduğunu işittim. İbn Ebî Şeybe ve Deylemî'nin Zeyd b. Erkam'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde müezzinlerin efendisi Bilâl olacaktır ve peşinden sadece mümin olanlar gidecektir. Kıyamet gününde boynu en uzun olanlar da müezzinler olacaktır. " İbn Ebî Şeybe'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Müezzin, sesinin ulaşabildiği yer boyunca bağışlanmaya mazhar olur ve yaş kuru ne varsa onu tasdik ederler" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Ömer adamın birine: "Ne iş yaparsın?" diye sorunca, adam: "Müezzinim" karşılığını verdi. Bunun üzerine İbn Ömer: "Senin işin en güzel işlerden biridir, zira sesini duyan her şey lehinde şahitlik eder" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb: "Şayet hilafetle birlikte müezzinliğe de gücüm yetseydi ezanları ben okurdum" demiştir. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Sa'd: "Ezan okumaya gücümün yetmesi benim için haccetmekten, umre yapmaktan ve cihada çıkmaktan sevimlidir" demiştir. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Şayet müezzinlik yapıyor olsaydım hacca veya umreye gitmemeyi önemsemezdim" demiştir. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ka'b: "Ezan okuyan kişiye yetmiş iyilik sevabı yazılır. Ezanın yanında kamet de getirirse daha iyi olur" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Hişâm vasıtasıyla Yahyâ'dan bildirir: Bana bildirilene göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şayet insanlar ezanın değerini bilseydi okumak için birbirleriyle çekişirlerdi" buyurmuştur. Yine bu konuda: "İmamlık yapmak için değil ezan okumak için yarışın" denilirdi. Saîd b. Mansûr ve İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Karşılığını Allah'tan bekleyerek müezzinlik yapan kişi, kıyamet gününde ilk giydirilen kişi olur" demiştir. 34Bkz. Ayet:35 35"İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir. Bu güzel davranışa ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak büyük payı olanlar ulaştırılır." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah müminlere öfke anında sabır göstermeyi, kaba bir davranış karşısında hoş görüyü, kötülüğe uğrama karşısında da affetmeyi emretmiştir. İşte böyle yaparlarsa Yüce Allah onları şeytandan korur ve düşmanları yakın dostlarıymış gibi onlara boyun eğer." İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Sana kötülük yapana selam ile karşılık ver ki bakarsın seninle arasında düşmanlık olan kişi sana yakın bir dost oluvermiştir." Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre Mücâhid: "...Kötülüğü en güzel bir şekilde sav..." âyetini açıklarken: "Sana kötülük yapan kişiyle karşılaştığın zaman ona selam ver" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atâ: : "...Kötülüğü en güzel bir şekilde sav..." âyetini açıklarken: "Sana kötülük yapan kişiye selam ver" demiştir. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...Düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir" âyetini açıklarken: "Sana kötülük yapana iyilikte bulunduğun zaman sana yakın bir dost olabilir" demiştir. "Buna ancak büyük payı olanlar ulaştırılır" âyetini açıklarken de: "Bu büyük pay Cennettir" demiştir. Abd b. Humeyd, İkrime'den bildirir: "Hamîm kelimesi yakınlık ile akrabalığı, veliy kelimesi ise dostluğu ifade eder." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Bu güzel davranışa ancak sabredenler kavuşturulur..." âyetini açıklarken: "Kişi böylesi bir davranışı ancak öfkesini içine atıp, hoşlanmadığı bir şeyi görmezden geldiği zaman gösterebilir" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Enes: "Buna ancak büyük payı olanlar ulaştırılır. Buna ancak büyük payı olanlar ulaştırılır" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Kişinin, kendisine dil uzatan birine: "Şayet doğruyu söylüyorsan Allah beni bağışlasın. Ancak yalan söylüyorsan Allah seni bağışlasın" demesidir. 36"Eğer şeytandan gelen kötü bîr düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir." İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, Hâkim ve İbn Merdûye, Süleymân b. Surad'dan bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında iki adam karşılıklı birbirlerine dil uzattılar. Biri diğerine aşırı bir şekilde öfkelenince, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bir söz biliyorum ki şayet bu sözü söylerse öfkesi diner. O da «Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım» sözüdür" buyurdu. Öfkelenen adam, Allah Resûlü'ne: "Niye ben deli miyim ki bunu diyeyim!" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah'a sığın..." âyetini okudu. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Merdûye, Muâz b. Cebel'den bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında iki adam karşılıklı birbirlerine dil uzattılar. Birinin diğerine öfkelendiği yüzüne yansıyınca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bir söz biliyorum ki şayet bu sözü söylerse öfkesi diner. O da «Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım» sözüdür" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Ebû Saîd'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: "Öfkeden uzak durun! Zira öfke insanın kalbinde bir kor ateşi gibidir. Öfkelenen kişinin gözlerinin kızardığını, boyun damarlarının şiştiğini görmez misiniz? Onun için kim içinde öfkeden bir şey hissederse olduğu yerde kalsın ve bir harekette bulunmasın." İbn Ebî Şeybe, Hayseme'den bildirir: Denilirdi ki şeytan: "Âdemoğlu benimle nasıl baş edebilir ki? Hoş olduğu durumlarda gelir kalbinde otururum. Öfkelendiği zaman ise uçar başına konarım" dermiş. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah'a sığın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bize anlatılana göre Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kılarken birkaç defa geriye doğru çekilip arkadaki sütuna dayandı. Ashâbından bazıları: "Yâ Resûlallah! Daha önce böyle bir şey yaptığını görmedik" dediklerinde, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şeytan beni yakmak için elinde alevlerle geldi. Ancak Yüce Allah'ın eksiksiz olan lanetiyle onu lanetlediğimde yüzüstü yere düştü ve ateşi de söndü" karşılığını verdi. 37Bkz. Ayet:38 38"Gece, gündüz, Güneş ve Ay Allah'ın âyetlerindendir. Güneş'e ve Ay'a secde etmeyin. Eğer gerçekten Allah'a kulluk ediyorsanız, onları yaratan Allah'a secde edin. Eğer onlar büyüklük taslarlarsa, bilsinler ki Rabbinin yanında bulunanlar (melekler), gece gündüz hiç usanmadan O'nu tesbih ederler." Ebû Ya'lâ ve İbn Merdûye'nin Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Geceye, gündüze, Güneş'e, A'ya sövmeyin. Rüzgarlara da sövmeyin, zira rüzgarlar kimilerine rahmet kimilerine de azap olarak gönderilirler. " Tastî'nin Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesini sorunca, İbn Abbâs: "Ara vermeden ve bıkıp usanmadan, anlamındadır" dedi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Şairin: "Korkudan dolayı ne ibadetten usanırlar Ne de uzamasından bir yorgunluk duyarlar" dediğini İşitmedin mi?" İbn Ebî Şeybe, Hâkim ve Beyhakî Sünen'de Saîd b. Cübeyr'den bildirir. "İbn Abbâs, Fussilet Suresi'ndeki âyetlerden ikisinde de secde ederdi. İbn Mes'ûd ise sadece ilk âyette secde ederdi." Saîd b. Mansûr, Ebû İshâk'tan bildirir: "Abdullah ile arkadaşları bu sûrenin sadece ilk âyetinde secde ederlerdi." İbn Ebî Şeybe'nin Süleym oğullarından bir adamdan bildirdiğine göre Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sûrenin sadece ilk âyetinde secde ettiğini işitmiştir. İbn Sa'd ve İbn Ebî Şeybe, Nâfi'den bildirir: "İbn Ömer bu sûrenin sadece ilk âyetinde secde ederdi." Buhârî'nin Târih'de bildirdiğine göre sahabeliği de bulunan Abde b. Hazn en-Nasrî, Fussilet Suresi'nin ilk âyetinde secde etmiştir. Saîd b. Mansûr, Mücâhid'den bildirir: "İbn Abbâs, Fussilet Suresi'nin ikinci âyetinde secde ederdi." Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İbn Ömer bu sûrenin ikinci âyetindesecde ederdi. 39"Allah'ın varlığının delillerinden biri de şudur: Sen yeryüzünü boynu bükük görürsün. Onun üzerine yağmura indirdiğimiz zaman kıpırdar kabarır. Şüphesiz ki, onu dirilten, elbette ölüleri de diriltir. Şüphesiz O, her şeye gücü hakkıyla yetendir." Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Allah'ın varlığının delillerinden biri de şudur: Sen yeryüzünü boynu bükük görürsün. Onun üzerine yağmuru indirdiğimiz zaman kıpırdar kabarır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Sen yeryüzünü kupkuru olarak görürsün, ancak üzerine yağmur inince canlanıp yeşerir. Zira toprak üzerine yağmur inince onu tanıyıp bildiği için canlanıp yeşermektedir." Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Yeşermeye başlamasıyla kıpırdar" demiştir, (.....) ifadesini açıklarken de: "Henüz yeşermeden toprağın kabarmasıdır" demiştir. 40"Âyetlerimiz konusunda doğruluktan sapanlar bize gizli kalmaz. O hâlde kıyamet gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen kimse mi daha iyidir? Dilediğinizi yapın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Âyetlerimiz konusunda doğruluktan sapanlar..." âyetini açıklarken: "Doğruluktan sapmaktan kasıt bir sözü anlamı dışında kullanmaktır" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Âyetlerimiz konusunda doğruluktan sapanlar..." âyetini açıklarken: "Kur'ân âyetleri hakkında tartışmak ve benzeri şeylerdir" demiştir. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken: "îlhâd ifadesinden kasıt yalanlamaktır" demiştir. Ahmed'in Zühd'de bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb şöyle demiştir: "Kur'ân, Yüce Allah'ın kelamıdır. Onun için onu saptırmadan yerinde kullanın ve bu konuda arzularınızın peşine düşmeyin." İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...O hâlde kıyamet gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen kimse mi daha iyidir?" âyetini açıklarken: "Ateşe atılan kişiden kasıt Ebû Cehil b. Hişâm, güven içinde gelen kişiden kasıt da Ebû Bekr es-Sıddîk'tir" demiştir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Beşîr b. Temîm'den bildirir: "...O hâlde kıyamet gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen kimse mi daha iyidir?" âyeti Ebû Cehil ile Ammâr b. Yâsir hakkında nazil oldu. Ateşe atılan kişiden kasıt Ebû Cehil, güven içinde gelen kişiden kasıt da Ammâr'dır." İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İkrime: "...O hâlde kıyamet gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen kimse mi daha iyidir?" âyeti Ammâr b. Yâsir ile Ebû Cehil hakkında nazil oldu" demiştir. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Dilediğinizi yapın..." âyetini açıklarken: "Bu bir tehdittir" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...Dilediğinizi yapın..."âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah sizleri bu konuda muhayyer bıraktı. Ancak kendisi amel etmenizi istemiş ve bu konuda hiç kimseye bahane bırakmamıştır. Zira sonradan ellerinde herhangi bir mazeret olmasın diye de önceden Resûlünü göndermiş, kitabı indirmiş ve hükümlerini belirtmiştir." İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Dilediğinizi yapın..."âyetini açıklarken: "Bu, Bedir savaşına katılanlar için özel bir hükümdür" demiştir. Abd b. Humeyd, İbrahim en-Nehaî'den bildirir: Bize anlatılana göre Bedir savaşı sırasında gök açılmış ve Müslümanlara: "Dilediğinizi yapın!" denilmiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti açıklarken: "Vallahi ameller onlara (Bedir ahalisine savaş sonrası) mübah kılınmıştır" demiştir. 41Bkz. Ayet:42 42"Zikir kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler mutlaka cezalarını göreceklerdir. Şüphesiz o, çok değerli bir kitaptır. Ona ne önünden, ne de ardından batıl gelemez. O, hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye lâyık olan Allah tarafından indirilmiştir." İbn Merdûye, Hazret-iAli'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Senden sonra ümmetin iki defa fitneye maruz kalacaktır" denildi. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu fitnelerden çıkış yolu nedir?" diye sorduğumda (veya sorulunca), Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Çıkış, ne önünden, ne de arkasından batılın kendisine yaklaşamayacağı Yüce Allah'ın değerli kitabıdır. Ki «...O, hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye lâyık olan Allah tarafından indirilmiştir» karşılığını verdi. İbn Merdûye'nin Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kur'ân ile insanların karşılıklı durumu toprak ile yağmurun durumuna benzer. Başta toprak ölü ve kuru iken Yüce Allah ona yağmuru gönderir. Toprak bu yağmurla kıpırdamaya başlar. Toprağın üzerine sağanak yağmuru gönderince daha fazla kıpırdamaya ve kabarmaya başlar. Vadiler üzerinden toprağa suları salınca da yeşerip bitkilerini ortaya çıkarır. Bu şekilde Yüce Allah toprağın içindeki güzellikleri ve insanlar için faydalı olan şeyleri ortaya çıkarır. Yüce Allah'ın da Kur'ân'ı göndermekle insanlara yaptığı budur." Hâkim ve Beyhakî el-Esmâ' ve's-Sifât'ta Ukbe b. Âmir'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Zikir kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler mutlaka cezalarını göreceklerdir. Şüphesiz o, çok değerli bir kitaptır. Ona ne önünden, ne de ardından batıl gelemez. O, hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye lâyık olan Allah tarafından indirilmiştir" âyetlerini okudu ve: "Yüce Allah'ın huzuruna, onun da en çok sevdiği ve kendisinden gelen bir şeyden (Kur'ân'dan) daha iyisiyle çıkamazsınız" buyurdu. Beyhakî'nin Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yüce Allah'ın huzuruna yine kendisinden gelen bir şeyden (Kur'ân'dan) daha iyisiyle çıkamazsınız" buyurmuştur. Beyhakî'nin el-Esmâ' ve's-Sifât'ta Atiyye b. Kays'tan bildirdiğine göre Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah katında kulların ağızlarından çıkan en güzel sözler yine kendi kelamı (Kur'ân) olan sözlerdir. Kullar Yüce Allah'a, yine kendi kelamından (Kur'ân'dan) daha iyi bir şeyle yönelemezler. " Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Ona ne önünden, ne de ardından batıl gelemez..." âyetini açıklarken: "Batıldan kasıt şeytandır" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Ona ne önünden, ne de ardından batıl gelemez..." âyetini açıklarken: "Ne şeytan ne de kafirlerinden biri Kur'ân'dan olmayan bir şeyi onun içine katamaz" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'd-Durays'ın bildirdiğine göre Katâde: "...Şüphesiz o, çok değerli bir kitaptır. Ona ne önünden ne de ardından batıl gelemez..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah onu değerli kılmıştır, zira kendi kelamıdır. Onu batıla, yani İblis'e karşı da korumuştur. Bundan dolayı İblis ne onun doğrularından bir tanesini eksiltebilir, ne de ona bir tane batıl olan bir şey katabilir." 43"Senin için söylenenler, senden önceki peygamberler için de söylenmişti. Doğrusu Rabbin hem bağışlayan ve hem de can yakıcı azap verendir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Senin için söylenenler, senden önceki peygamberler için de söylenmişti..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Eğer kavmin seni yalanlıyorsa bil ki senden önceki peygamberler de kavimleri tarafından yalanlandı. Onların, kavimlerinin eziyetlerine sabrettiği gibi sen de kavminin eziyetlerine sabır göster." Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: "Senin için söylenenler, senden önceki peygamberler için de söylenmişti..." âyetini açıklarken: "Bundan kasıt eziyet veren sözlerdir" demiştir. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken: "Teselli etme, rahatlatma babında bir âyettir" demiştir. 44"Biz bu Kur'ân'ı yabancı bir dil ile ortaya koysaydık: «Âyetleri uzun açıklanmalı değil miydi? Araba yabancı bir dille söylenir mi?» derlerdi. De ki: «Bu, inananlara doğruluk rehberi ve gönüllerine şifadır.» İnanmayanların kulaklarında ağırlık vardır ve o (Kur'ân) bunlara karşı bir körlüktür. Sanki onlara uzak bir mesafeden sesleniliyor." İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Biz bu Kur'ân'ı yabancı bir dil ile ortaya koysaydık: «Âyetleri uzun açıklanmalı değil miydi? Araba yabancı bir dille söylenir mi?» derlerdi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Yüce Allah burada buyurur ki: "Ey Muhammed! Senin dilin Arapça iken Kur'ân'ı sana başka bir dilde indirseydik: "Arap bir peygamber başka dilden olan bir kitapla mı bize gönderiliyor? Biz bunu anlamayız. Anlamamız için âyetleri uzun uzun açıklamalıydı" diyeceklerdi. Burada Kur'ân dile benzetilmiştir. Yüce Allah da böyle dememeleri ve bu konuda ellerinde herhangi bir bahane olmaması için Kur'ân'ı onların bilmediği bir dilde göndermemiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Şayet Kur'ân başka bir dilde inseydi müşrikler: "Peygamber olduğunu söyleyen kişi bir Arap iken kitabı nasıl başka bir dilde olabilir?" diyeceklerdi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Kureyşliler: "Kur'ân hem Arapça, hem de başka bir dilde inseydi ya!" deyince, Yüce Allah: (Kur'ân'ın âyetleri hem Arapça, hem de başka bir dille açıklanmalı değil miydi, dediler)" âyetini indirdi. Ancak daha sonra Yüce Allah: "...Üzerlerine siccîlden taşlar yağdırdık..." âyetinde olduğu gibi değişik dillerden ifadeleri de içeren âyetler indirdi. İbn Cerîr der ki: (.....) ifadesinin istifham ile (.....) şeklinde okunması gerekir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Meysere: "Kur'ân'da her dilden kelime vardır" demiştir. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...O bunlara karşı bir körlüktür..." âyetini açıklarken: "Onlar Kur'ân'a karşı kör ve sağırdırlar" demiştir. Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: "(=Onları kör etmektedir)" lafzıyla okumuştur. Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Dahhâk: "...Sanki onlara uzak bir mesafeden sesleniliyor..." âyetini açıklarken: "Kıyamet gününde bunlara en kötü ve çirkin isimleriyle seslenilir" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Sanki onlara uzak bir mesafeden sesleniliyor..." âyetini açıklarken: "Kalplerine uzak bir yerden sesleniliyor, anlamındadır" demiştir. 45Bkz. Ayet:23 47Bkz. Ayet:23 48Bkz. Ayet:23 49Bkz. Ayet:23 50Bkz. Ayet:23 51Bkz. Ayet:23 52Bkz. Ayet:23 53"And olsun ki Musa'ya Kitap vermiştik de onda ayrılığa düşmüşlerdi. Rabbinin verilmiş bir sözü olmasaydı, aralarında hükmedilmiş olurdu. Doğrusu onlar, onun hakkında şüphe ve endişe içindedirler... Kıyamet gününün bilgisi, O'na havale edilir. O nun bilgisi dışında hiçbir meyve kabuğunu yarıp çıkamaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. Allah onlara: «Ortaklarım nerede!» diye seslendiği gün: «Buna dair bizden hiçbir şahit olmadığını sana arzederîz» derler... İnsan, hayır (mal, mülk, genişlik) istemekten usanmaz. Fakat başına bir kötülük gelince umutsuzluğa düşer, yıkılır. Andolsun! Başına gelen bir zarardan sonra kendisine tarafımızdan bir rahmet tattırsak mutlaka «Bu benim hakkımdır, Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Andolsun, Rabbime döndürülürsem, şüphesiz O'nun yanında benim için daha güzel şeyler vardır» der. Andolsun, biz inkâr edenlere yaptıklarını mutlaka haber vereceğiz ve andolsun, onlara mutlaka ağır azaptan tattıracağız... İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kur'ân'ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması, yetmez mi?" Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "...Rabbinin verilmiş bir sözü olmasaydı..." âyetini açıklarken: "Yüce Allah önceden söz verdiği ve takdir ettiği gibi onlara bir süre ve ecel tayin etmiştir. Ancak bu süreyi de aldanma içinde geçirirler" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid, Fussilet Sûresi'nin 47. âyetini (.....) lafzıyla okumuş ve: "Allah'ın bilgisi dışında hiçbir meyve çekirdeği kabuğunu yarıp çıkamaz" şeklinde açıklamıştır. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Sana bildiririz" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) ifadesini: "Bıkıp usanmaz" şeklinde açıklamıştır. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Tarafımızdan bir rahmet tattırsak..." âyetini açıklarken: "Rahmetten kasıt afiyettir" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Bu benim hakkımdır..." âyetini açıklarken: "Bu rahmet amellerimin karşılığıdır ve bunu hakettim, anlamındadır" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz..." âyetini açıklarken: "Ufuklardaki bu âyet Muhammed'dir (sallallahü aleyhi ve sellem)" demiştir. Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Ufuklardaki bu âyet Yüce Allah'ın ihsanıyla fethedecekleri bölgelerdir. Nefislerindeki âyetten kasıt ise Mekke'nin fethidir." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Ufuklardaki bu âyet yağmurun tüm bölgeler için tutulması, yağdırılmamasıdır. Nefislerindeki âyetten kasıt ise bedenlerinde maruz kaldıkları bela ve hastalıklardır." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "İnsanlar yolculuğa çıktıkları zaman Âd, Semûd kavimlerinden geriye kalan kalıntıları görür ve: "Vallahi Muhammed doğru söylemiş" derlerdi. Ufuklardaki âyetten kasıt budur. Nefislerindeki âyetler ise hastalıklarıdır." 54Dikkat et! O kâfirler, Rablerine kavuşmaktan bir şüphe içindedirler. Dikkat et, Allah her şeyi (ilmi ve kudreti ile) kuşatandır. |
﴾ 0 ﴿