DUHÂN SÜRESİ
İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Duhân Sûresi Mekke'de nazil oldu" demiştir. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. ez-Zübeyr: "Duhân Sûresi Mekke'de nazil oldu" demiştir. Tirmizî ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îmân'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Gece vakti Duhân Sûresi'ni okuyan kişiye sabaha kadar yetmiş bin melek bağışlanma diler" buyurmuştur. Tirmizî, Muhammed b. Nasr, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cuma gecesi Duhân Sûresi'ni okuyan kişi sabaha bağışlanmış bir şekilde kalkar" buyurmuştur. İbnu'd-Durays ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cuma gecesi Duhân ile Yâsîn sûrelerini okuyan kişi sabaha bağışlanmış bir şekilde kalkar" buyurmuştur. Taberânî ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cuma gecesi veya gününde Duhân Sûresi'ni okuyan kişiye Yüce Allah Cennette bir ev inşa eder" buyurmuştur. İbnu'd-Durays'ın Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) : "Gece vakitleri Duhân Sûresi'ni okuyan kişinin geçmiş günahları bağışlanır" buyurmuştur. Dârimî ve Muhammed b. Nasr'ın bildirdiğine göre Ebû Râfi': "Cuma gecesi Duhân Sûresi'ni okuyan kişi sabaha bağışlanmış bir şekilde kalkar ve hurilerden kendisine eşler verilir" demiştir. Dârimî, Abdullah b. İsa'dan bildirir: "Bana bildirilene göre Cuma gecesi inanarak ve içindekileri tasdik ederek Duhân Sûresi'ni okuyan kişi, sabaha bağışlanmış bir şekilde kalkar." Bezzâr, Zeyd b. Hârise'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), İbnu's- Sayyâd'a: "İçimden geçirdiğim bir şey var, onu bilebilir misin?" diye sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) de içinden Duhân Sûresi'ni geçirmişti. İbnu's- Sayyâd: "Duh" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yok ol emi! Allah'ın dilediğinden başka bir şey olacak değildir!" karşılığını verdi ve oradan ayrıldı. Taberânî, Esved b. Yezîd ile Alkame'den bildirir: Adamın biri Abdullah b. Mes'ûd'a geldi ve: "Bir rekatta Mufassal sûreleri okudum" dedi. Abdullah da ona şu karşılığı verdi: "Bilakis okumadın! Şiir geveler gibi hızlıca, yuvarlayarak ve gelişi güzel mırıldandın! Oysa Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) mânâ olarak birbirine benzeyen sûreleri (Nezâir) bir rekatta okurdu." Daha sonra Abdullah bu şekilde her bir rekatta iki tane olmak üzere on rekatta okunması gereken yirmi sûre adını verdi. Son verdiği sûre adları da Tekvîr ile Duhân sûreleri oldu. Taberânî, İbn Mes'ûd'dan bildirir: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) namazlarında (ikili olarak) okuduğu Nezâir denilen (mânâ olarak birbirine benzeyen) sûreleri öğrendim. Bunlar, Zâriyât ile Tûr sûreleri, Necm ile Kamer sûreleri, Rahmân ile Vâkı'a sûreleri, Nûn ile Hâkka sûreleri, Müzzemmil ile Kıyâme sûreleri, İnşân ile Mürselât sûreleri, Nebe' ile Nâzi'ât sûreleri, Abese ile Mutaffifîn sûreleri ve Tekvîr ile Duhân sûreleridir." Taberânî, İbn Mes'ûd'dan bildirir: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) namazlarda okuduğu sûreleri biliyorum. Bunlar Mufassal sûrelerden on sekiz, Âl-i Hâmîm (Hâmîm ile başlayan) sûrelerinden de iki tanedir." İbn Ebî Ömer Müsned'de İbn Mes'ûd'dan bildirir: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) akşam namazında içinde dumanın zikredildiği Duhân Sûresi'ni okudu." 1Bkz. Ayet:4 2Bkz. Ayet:4 3Bkz. Ayet:4 4"Hâ Mîm. Apaçık olan Kitab'a andolsun ki, biz onu mübarek bir gecede indirdik. Doğrusu biz insanları uyarmaktayız. Her hikmetli işe o gecede hükmedilir." İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Biz onu mübarek bir gecede indirdik..." âyetini açıklarken: "Kur'ân Kadir gecesinde (dünya semasına) indirildi. Daha sonra Cebrâil insanların ihtiyaçlarına göre parça parça Allah Resûlü'ne indirdi" demiştir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Biz onu mübarek bir gecede indirdik..." âyetini açıklarken: "Bu gece Kadir gecesidir" demiştir. Abd b. Humeyd, Ebu'l-Celd'den bildirir: "Hazret-iİbrâhim'in sahifeleri Ramazan ayının ilk gününde, Tevrat Ramazan ayının altıncı gününde, Zebûr Ramazan aynın on ikinci gününde, İncil Ramazan ayının on sekizinci gününde indirildi. Kur'ân da Ramazan ayının yirmi dördüncü gününde indirildi." Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İbrâhim en-Nehaî: "Biz onu mübarek bir gecede indirdik..." âyetini açıklarken şöyle demiştir. "Kur'ân bir bütün olarak önce Cebrail'e (bu gecede) indirildi. Daha sonra Cebrâil duruma göre onu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) aktarmaya başladı." Saîd b. Mansûr, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: "Kur'ân bütün olarak Kadir gecesinde Ümmü'l-Kitâb'tan dünya semasına indirildi. Daha sonra da yıllar süren bir zaman dilimi içinde parça parça Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) indirildi." Muhammed b. Nasr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Her hikmetli işe o gecede hükmedilir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kadir gecelerinde Ümmü'l-Kitâb'dan o yılda rızık, ölüm, hayat ve yağmurla ilgili durumlar hükme bağlanıp yazılır. Hatta: "Filan kişi haccedecek, falan kişi haccedecek" diye o yıl hacca gidecekler de yazılır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ömer: "Her hikmetli işe o gecede hükmedilir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kadir gecelerinde mutluluk ve bedbahtlık dışında diğer yılın Kadir gecesine kadar olacak tüm şeylerin hükmü verilir. Ancak mutluluk (cennetlik) ile bedbahtlık (cehennemlik) Allah'ın katındaki kitapta yazılıdır ve değişmezler." İbn Ebî Hâtim'in Atâ el-Horasânî vasıtasıyla bildirdiğine göre İkrime: "Her hikmetli işe o gecede hükmedilir" âyetini açıklarken: "Kadir gecesinde olması takdir edilen her türlü şey hükme bağlanır" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Muhammed b. Nasr ve İbnu'l-Münzir'in Muhammed b. Sûka vasıtasıyla bildirdiğine göre İkrime: "Kadir gecesinde o yıl hacca gidecek kişilerin isimleri, babalarının isimleri de zikredilerek kayda geçer. Bu gecede haccedeceği yazılanlardan hiç kimse de o yıl haçtan geri durmaz" dedi ve: "Her hikmetli işe o gecede hükmedilir" âyetini okudu. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid'e, "Hâ Mîm. Apaçık olan Kitab'a andolsun ki, biz onu mübarek bir gecede indirdik. Doğrusu biz insanları uyarmaktayız. Her hikmetli işe o gecede hükmedilir" âyetleri sorulunca şöyle dedi: "Kadir gecelerinde o yıla yönelik rızık ve bela gibi durumlar hükme bağlanır. Bu gecede bu şekilde hükme bağlanan şeyleri de yıl içinde Yüce Allah dilerse gerçekleştirir, dilerse de gerçekleştirmez. Ancak mutluluk (cennetlik) ve bedbahtlığa (cehennemliğe) yönelik durumlar sabittir ve değişmezler." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Her hikmetli işe o gecede hükmedilir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu geceden kasıt Kadir gecesidir. Ölüm ve hayat dışında o yılda rızıklar, musibetler ile ilgili hususların tümü hükme bağlanır." Abd b. Humeyd, Muhammed b. Nasr ve İbn Cerîr, Rabîa b. Gülsüm'den bildirir: Hasan'ın yanındayken adamın biri ona: "Ey Ebû Saîd! Kadir gecesi Ramazan ayının tümünde midir?" diye sordu. Hasan şu cevabı verdi: "Evet, vallahi bu gece Ramazan ayının her gecesidir. Bu gecede de her türlü iş hükme bağlanır. Yüce Allah bu gecede diğer bir yıla kadar amel, ecel ve rızıklar yönünde hükümlerini verir." İbn Cerîr, Ğufre'nin azatlısı Ömer'den bildirir: "Denilir ki Kadir gecesinde, diğer yılın Kadir gecesine kadar öleceklerin isimleri ölüm meleğine verilir. Zira Yüce Allah: "Biz onu mübarek bir gecede indirdik. Doğrusu biz insanları uyarmaktayız. Her hikmetli işe o gecede hükmedilir" buyurur. Bundan dolayıdır ki kişi bazen evlenir, ağaç diker; ama ismi o yıl ölecekler arasındadır." İbn Cerîr, Hilâl b. Yesâf'dan bildirir: "Ramazan ayında hükümlerin verilmesini, işlerin tayin edilmesini bekleyin, denilirdi." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Biz onu mübarek bir gecede indirdik..." âyetini açıklarken: "Bu geceden kasıt Kadir gecesidir" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da İbn Abbâs'tan bildirir: "Birinin çarşıda dolaştığını görürsün; oysa ismi o yıl içinde öleceklerin arasına düşmüştür. Yüce Allah: "Hâ Mîm. Apaçık olan Kitab'a andolsun ki, biz onu mübarek bir gecede indirdik. Doğrusu biz insanları uyarmaktayız. Her hikmetli işe o gecede hükmedilir" buyurur. Burada bahsedilen gece de Kadir gecesidir. Bu gecede diğer yılın Kadir gecesine kadar gerçekleşecek olan ölüm, hayat, rızık gibi bütün dünya işleri belirlenip hükme bağlanır." Abd b. Humeyd, Muhammed b. Nasr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Mâlik: "Her hikmetli işe o gecede hükmedilir" âyetini açıklarken: "Bu gecede diğer yılın aynı gecesine kadar yapılacak tüm işler belirlenip hükme bağlanır" demiştir. Abd b. Humeyd, Muhammed b. Nasr, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Abdirrahman es-Sülemî: "Her hikmetli işe o gecede hükmedilir" âyetini açıklarken: "Kadir gecesinde diğer yılın aynı gecesine kadar yapılacak tüm işler tayin edilip hükme bağlanır" demiştir. Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebu'l-Cevzâ: "Her hikmetli işe o gecede hükmedilir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu geceden kasıt, Kadir gecesidir. Bu gecede insanların amellerine yönelik bir yıllık büyük divan getirilir ve Yüce Allah dilediği kişinin günahlarını bağışlar. "Rabbinden bir rahmet olarak..." buyurulduğunu işitmez misin?" Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Nasr, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Katâde: "Her hikmetli işe o gecede hükmedilir" âyetini açıklarken: "Bu gecede diğer yılın aynı gecesine kadar yapılacak tüm işler belirlenip hükme bağlanır" demiştir. Başka bir lafızda: "Bu gecede diğer yılın aynı gecesine kadar olacak şeyler tayin edilir" şeklindedir. Abd b. Humeyd, İbn Nasr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Nadra: "Her hikmetli işe o gecede hükmedilir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kadir gecesinden diğer yılın aynı gecesine kadar hayır, şer, rızık, ecel, sıkıntı, rahatlık ve geçim ile ilgili hususlar tayin edilip hükme bağlanır." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Muhammed b. Sûka vasıtasıyla bildirdiğine göre İkrime: "Her hikmetli işe o gecede hükmedilir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Şaban ayının onbeşinci gecesinden diğer yılın aynı gecesine kadar olacak şeyler tayin edilir. Bu gecede diğer yılın aynı gecesine kadar hayatta kalacaklar, ölecekler, hacca gidecekler belirlenir. Bunlarda da ne bir eksilme, ne de bir artma olur." İbn Zencûye ve Deylemî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Her yıl Şaban ayından diğer yılın Şaban ayına kadar eceller tayin edilir. Bundan dolayı bazen kişi evlenir ve çocuğu olur, ancak ismi o yıl ölecekler arasında yazılıdır." İbn Ebi'd-Dünya Zikru'l-Mevt'te ve İbn Cerîr'in Osmân b. Muğîre el- Ahnes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Her yıl Şaban ayından diğer yılın Şaban ayına kadar eceller tayin edilir. Bundan dolayı bazen kişi evlenir ve çocuğu olur, ancak ismi o yıl ölecekler arasında çıkmıştır. " İbn Ebî Şeybe, Atâ b. Yesâr'dan bildirir: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) diğer aylara nazaran en fazla oruç tuttuğu ay Şaban ayıdır. Zira o yıl öleceklerin isimleri bu ayda belirlenir." İbnu'l-Münzir ve İbn Asâkir, Hazret-i Âişe'den bildirir: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) diğer aylara nazaran en fazla oruç tuttuğu ay Şaban ayıdır. Zira bu ayda o yıl içinde öleceklerin isimleri yazılır. Bundan dolayı kişi, yeni evlenir, ancak ismi o yıl içinde ölecekler arasındadır. Kişi hacceder, ancak ismi o yıl içinde öleceklerin arasında yazılıdır." Ebû Ya'lâ, Hazret-i Âişe'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Şaban ayının tümünü oruçlu geçirirdi. Bunun sebebini kendisine sorduğumda: "Yüce Allah bu ayda o yılda ölecek olanların adlarını yazar. Ben de ecelim geldiğinde oruçlu olmayı isterim" karşılığını verdi. Dîneverî'nin el-Mücâlese'de Râşid b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şaban ayının onbeşinci gecesinde Yüce Allah o yıl içinde ruhunun alınmasını dilediği kişilerin isimlerini ölüm meleğine vahyeder." İbn Cerîr ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Zührî vasıtasıyla Osmân b. Muhammed b. Muğîre b. el-Ahnes'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şaban ayında diğer yılın Şaban ayına kadar öleceklerin ecelleri tayin edilip belirlenir" buyurdu." Zührî der ki: Yine Osmân b. Muhammed b. Muğîre'nin bana bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Güneşi doğan her bir gün mutlaka: «Elinden hayır yapmak gelen kişi bundan geri durmasın ve yapsın! Zira bir daha gelmeyeceğim» diye seslenir. Her gün de mutlaka semadan iki münadiden biri: «Ey hayrın peşinden giden kişi! Gitmeye devam et!» diye seslenir. Diğeri de: «Ey kötülüğün peşinden giden kişi! Bundan uzak dur!» diye seslenir. Yine ilki: «Allahım! Malını infak eden kişinin infak ettiğinin yerine yenisini ver!» derken, diğeri: «Allahım! Malını infak etmeyip elinde tutan kişinin bu malını telef et!» der." İbn Ebi'd-Dünya, Atâ b. Yesâr'dan bildirir: Şaban ayının onbeşinci gecesinde ölüm meleğine bir sahife verilir ve: "Bu sahifede ismi yazılı olanların ruhunu al!" denilir. Bundan dolayıdır ki bazen kişi ağaç dikmiştir veya evlenmiştir veya bir ev inşa etmiştir, ancak ismi o yıl öleceklerin arasında geçiyordur. Hatîb Ruvâtu Mâlik'de Hazret-i Âişe'de bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: "Yüce Allah dört gecede hayrın kapılarını açar. Bunlardan biri Kurban bayramı gecesidir. Diğeri Ramazan bayramı gecesidir. Diğeri Şaban ayının onbeşinci gecesidir ki Yüce Allah bu gecede ecel, rızık gibi hususları hükme bağlar ve o yıl hacca gidecekleri tayin edip belirler. Bir diğeri de ezan okununcaya kadar Arafat'taki vakfe gecesidir." Hatîb ve İbnu'n-Neccâr, Hazret-i Âişe'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Şaban ayının tamamını oruç tutar, hatta Ramazan ayıyla bileştirirdi. Şaban ayı dışında da tümünü oruçlu geçirdiği başka bir ay olmazdı. Bir defasında ona: "Yâ Resûlallah! En çok Şaban ayında oruç tutmayı mı seviyorsun?" dediğimde: "Evet ey Âişe! Yıl içinde ölen her bir kişinin bu eceli mutlaka Şaban ayında belirlenmiş ve hükme bağlanmıştır. Ben de Rabbime ibadet ederken ve salih amel işlerken ecelimin gelmesini isterim" karşılığını verdi. İbnu'n-Neccâr'ın lafzı: "Ey Âişe! Bu ayda ölüm meleğine yıl içinde kimlerin canını alacağı yazılır. Ben de oruçlu iken ölecekler arasında adamın yazılmasını isterim" şeklindedir. İbn Mâce ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da Ali b. Ebî Tâlib'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şaban ayının onbeşinci gecesine yetiştiğiniz zaman geri kalan günlerin gecelerini ibadetle, gündüzlerini de oruçla geçirin. Bu günlerde güneş batımında Yüce Allah dünya semasına iner ve şafak sökene kadar: «Yok mu bağışlanma dileyen, onu bağışlayayım! Yok mu rızık isteyen, ona rızık vereyim! Yok mu şifa dileyen, onu iyileştireyim! Yok mu bir şey isteyen, ona istediğini vereyim!» şeklinde seslenir."' İbn Ebî Şeybe, Tirmizî, İbn Mâce ve Beyhaki, Hazret-i Âişe'den bildirir: Bir gece Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımda olmadığını fark ettim ve ona bakmaya gittim. Ararken de Bakî mezarlığında başını semaya kaldırmış, durduğunu gördüm. "Ey Aişe! Allah ile Resûlünün sana haksızlık yapacaklarını mı düşünmüştün?" diye sorunca, ben: "Neden öyle düşüneyim! Ama eşlerinden birinin yanına gittiğini düşündüm" dedim. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yüce Allah, Şaban ayının onbeşinci gecesinde dünya semasına iner ve Kelb kabilesinin koyunlarının tüyleri sayısından daha fazla kişiyi bağışlar" buyurdu. Beyhakî'nin Kâsım b. Muhammed b. Ebî Bekr'den, o babasından, o da erkek kardeşinden, o da babası Ebû Bekr es-Sıddîk'ten bildirdiğine göre Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah, Şaban ayının onbeşinci gecesinde dünya semasına iner ve müşrik veya kalbinde kin olan kişiler dışında herkesi bağışlar. " Beyhakî'nin Ebû Sa'lebe el-Huşenî'den bildirdiğine göre Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şaban ayının onbeşinci gecesi geldiği zaman Yüce Allah insanlara nazar edip müminleri bağışlar, kafirlere de mühlet verir. Kindarlara gelince, onlar bu kinden vazgeçene kadar Allah onları kinleriyle baş başa bırakır. " Beyhakî'nin Muâz b. Cebel'den bildirdiğine göre Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah, Şaban ayının onbeşinci gecesinde insanlara nazar eder ve müşrik veya kindar olan kişiler dışında herkesi bağışlar. " Beyhaki, Ebû Mûsa el-Eş'arî vasıtasıyla Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) aynısını bildirir. Beyhaki, Hazret-i Âişe'den bildirir: Bir gece Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaza durdu. Ancak secdede o kadar uzun kaldı ki ruhunu teslim ettiğini düşündüm. Bunu görünce yanına gittim ve ayak başparmağına dokundum. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) parmağını hareket ettirince geri yerime döndüm. Secdeden kalkıp namazını da bitirdiği zaman: "Ey Âişe! Peygamberin sana haksızlık edeceğini mi düşündün?" diye sordu. "Hayır! Ama secden uzun sürünce ruhunu teslim ettiğini düşündüm" karşılığını verdim. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu gecenin hangi gece olduğunu biliyor musun?" diye sorunca, ben: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dedim. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Bu gece Şaban ayının onbeşinci gecesidir. Yüce Allah, Şaban ayının onbeşinci gecesinde kullarına nazar eder. Bağışlanma dileyenleri bağışlar, merhamet isteyenlere merhamet eder. Kindar olanları ise öylece bırakır. " Beyhaki, Hazret-i Âişe'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanıma girdi. Cübbesini çıkardı, ancak henüz yeni çıkarmışken kalkıp tekrar giydi ve çıktı. Kendi sıramda kumalarımdan birine gittiğini düşündüğüm için beni bir kıskançlık sardı. Bunun üzerine peşinden çıktım. Bakî' (Bakîu'l-Ğarkad) mezarlığında kendisine yetiştiğimde mümin erkek ile kadınlara ve şehitlere bağışlanma dilediğini gördüm. Kendi kendime: "Anam babam sana feda olsun! Sen Rabbinin isteğinin uğraşı içindeyken ben dünyalık bir işin peşine düşmüşüm" dedim ve aceleyle evime geri döndüm. Eve geldiğimde nefes nefese kalmıştım. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanıma geldiğinde: "Ey Âişe! Neden nefes nefesesin?" diye sordu. "Anam babam sana feda olsun. Yanımda geldiğinde cübbeni çıkardın, ancak çok zaman geçmedi ki kalkıp geri giydin ve çıktın. Benim sıramda kumalarımdan birine gittiğini düşündüğüm için beni bir kıskançlık sardı. Bunun üzerine peşinden çıktım. Ancak Bakî' mezarlığında ne yaptığını gördüm" dedim. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ey Âişe! Allah ile Resûlünün sana haksızlık yapacaklarını mı düşünmüştün? Oysa yanıma Cebrail geldi ve şöyle dedi: «Bu gece Şaban ayının onbeşinci gecesidir. Yüce Allah da bu gecede Kelb kabilesinin koyunlarının tüyleri kadar kişiyi Cehennem ateşinden azat eder. Ancak bu gecede müşrik, kindar, akrabalık bağını koparmış, kibirli, anne babasına asi veya içki müptelası olanların yüzüne bakmaz.»" Daha sonra cübbesini çıkardı ve: "Ey Âişe! Bu geceyi ibadetle geçirmeme müsaade eder misin?" diye sordu. "Anam babam sana feda olsun, tabi ki!" karşılığını verdim. Kalkıp namaza durdu. Ancak secdeye gittiğinde o kadar uzun bir süre durdu ki ruhunu teslim ettiğini düşündüm. Yanına kalkıp elimle ayağının altına dokundum. Ayağını hareket ettirince sevindim. Secdede iken de: "Cezandan affına sığınıyorum. Öfkenden rızana sığınıyorum. Senden yine sana sığınıyorum. Şanın pek yücedir. Seni ne kadar övmeye çalışsam da bunu yeteri kadar yapamam. Zira sen kendini övdüğün gibisin" şeklinde dua ettiğini işittim. Sabah olunca ettiği duayı kendisine hatırlattım. Bana: "Bu duayı öğrendin mi?" diye sorunca, ben: "Evet!" dedim. Bunun üzerine: "Bu duayı öğren ve başkalarına da öğret. Zira bu duayı Cebrail bana öğretti ve secdelerimde bunu tekrarlamamı söyledi" buyurdu. Beyhaki, Hazret-i Âişe'den bildirir: Şaban ayının onbeşinci gecesi benim sıramdı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de yanımdaydı. Ancak gece vakti onun yanımda olmadığını fark ettim. Diğer insanlar gibi beni de bir kıskançlık sardı ve örtümü alıp diğer eşlerinin odalarını dolaştım. Ancak onu bulamayınca odama geri döndüm. Döndüğümde de odada onu yere atılmış eski bir giysi gibi secde ederken gördüm. Secdede iken: "Karartım da, hayalim de sana secdeye kapandı. Kalbim sana iman etti. İşte ellerim ve onlarla kendime yaptığım haksızlıklarım. Sen ki büyük olan her şeyin kendisinden istendiği büyüksün. Ey büyük olan Alahım! Büyük günahlarımı bağışla. Yüzüm kendisini yaratanın önünde secdeye gitti. İşitmesini de, bakışlarını da ona yöneltti" diye dua etti. Başını secdeden kaldırdıktan sonra bir daha secdeye gitti. Secdede iken de: "Öfkenden rızana sığınıyorum. Cezandan affına sığınıyorum. Senden yine sana sığınıyorum. Sen ki kendini övdüğün gibisin. Ben de kardeşim Davud'un dediği gibi: «Efendim için yüzümü toprağa sürüyorum ki efendim kendisine secde edilmesini hakediyor» diyorum" diye dua etti. Sonra başını secdeden kaldırdı ve: "Allahım! Bana her türlü kötülükten arınmış, katı ve bedbaht olmayan tertemiz bir kalp ihsan et" diye dua etti. Daha sonra gelip yanıma çarşafın altına girdi. Benim nefes nefese kaldığımı görünce: "Ey Humeyrâ! Neden nefes nefesesin?" diye sordu. Yaptığımı ona anlattığımda elleriyle dizlerimi silerken: "Yazık! Şaban ayının onbeşinci gecesinde bu dizler neler çekmiş! Yüce Allah böylesi bir gecede dünya semasına iner ve müşrik ile kindar olanların dışında bütün kullarını bağışlar" buyurdu. Beyhakî'nin Osmân b. Ebi'l-Âs'tan bildirdiğine göre Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şaban ayının onbeşinci gecesinde gökten bir münadi: «Yok mu bağışlanma dileyen onu bağışlayayım! Yok mu bir şey isteyen ona istediğini vereyim!» diye seslenir. Müşrik biri ile zina eden kadın dışında bu gecede kim bir şey isterse istediği kendisine verilir." Beyhaki, Hazret-i Ali'den bildirir: Şaban ayının onbeşinci gecesinde Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) namaza kalktığını gördüm. On dört rekat kıldıktan sonra oturdu. Oturunca on dört defa Fatiha Sûresi'ni, on dört defa İhlâs Sûresi'ni, on dört defa Felak Sûresi'ni, on dört defa Nâs Sûresi'ni, bir defa Âyetu'l-Kürsî'yi ve "Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir" âyetini okudu. Bu şekilde namazını bitirince ona bu yaptıklarını sordum. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şu karşılığı verdi: "Bu yaptıklarımı yapan kişiye kabul görmüş yirmi hac sevabı ile yine kabul edilmiş yirmi yıllık oruç sevabı verilir. Şayet bunu yaptığı gecenin sabahında da oruç tutarsa biri geçen yılın, biri de gelecek yılın yerine olmak üzere iki yıl oruç tutmuş gibi sevap alır." Beyhakî der ki: "Uydurma bir hadise benzemekte olup münkerdir. İsnadında da durumu meçhul olan raviler vardır." 5Bu, (hikmetimizin gereği olan) tarafımızdan bir iştir. Çünkü biz peygamberler göndermekteyiz. 6Bkz. Ayet:7 7"Eğer kesin olarak inanıyorsanız, Rabbinden; göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbinden bir rahmet olarak biz peygamberler göndermekteyiz. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, "...Göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbinden bir rahmet olarak biz peygamberler göndermekteyiz..." âyetini: (.....) lafzıyla, (.....) ifadesini esre ile okumuştur. 8O’ndan başka hiç bir İlâh yoktur; hem diriltir, hem öldürür. Hem sizin Rabbinizdir, hem de evvelki atalarınızın Rabbi... 9Fakat onlar, bir şüphe içinde oynuyorlar, (yakînen Allah’a ve Peygambere inanmıyorlar, eğleniyorlar). 10Bkz. Ayet:16 11Bkz. Ayet:16 12Bkz. Ayet:16 13Bkz. Ayet:16 14Bkz. Ayet:16 15Bkz. Ayet:16 16"Şimdi sen, göğün, açık bir duman çıkaracağı günü gözetle. Duman insanları bürüyecektir. Bu, elem verici bir azaptır. İnsanlar, «Rabbimiz! Bu azabı bizden kaldır, çünkü biz artık inanıyoruz» derler. Nerede onlarda öğüt almak! Oysa kendilerine açıklayan bir peygamber gelmişti. Sonra ondan yüz çevirdiler ve: «Bu, öğretilmiş bir delidir» dediler. Biz azabı birazcık kaldıracağız, ama siz yine döneceksiniz. Biz o büyük şiddetle çarptığımız gün mutlaka intikamımızı alırız." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini: "Bekle, gözetle" şeklinde açıklamıştır. İbn Merdûye'nin Ebû Ubeyde'den bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Söz konusu duman çıkıp bitmiştir" demiştir. İbn Merdûye'nin Ebû Ubeyde ve Ebu'l-Ahvas vasıtasıyla bildirdiğine göre Abdullah b. Mes'ûd şöyle demiştir: "Duman'dan kasıt Mekke'de Kureyşlilerin maruz kaldığı açlık felaketidir. Öyle ki açlıktan kişi göğü göremez hale gelmişti." İbn Merdûye'nin Utbe b. Abdillah b. Utbe b. Mes'ûd vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Mes'ûd şöyle demiştir: "Söz konusu duman çıkıp gerçekleşti. Zira bazı insanlar öyle ağır bir kıtlık ve açlığa maruz kalmışlardı ki gökle aralarında bir duman görmeye başlamışlardı." İbn Merdûye'nin Ebû Vâil vasıtasıyla bildirdiğine göre Abdullah b. Mes'ûd: "Şimdi sen, göğün, açık bir duman çıkaracağı günü gözetle" âyetini açıklarken: "Dumandan kasıt, Mekke'de insanların maruz kaldığı kıtlık ile açlıktır" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Ebû Vâil vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Söz konusu duman çıkıp bitmiştir" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: "Söz konusu duman çıkıp bitmiştir. Şiddetli çarpma (=Batşa) da Bedir savaşında gerçekleşti" demiştir. Abd b. Humeyd, Muhammed b. Şîrîn vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Mes'ûd şöyle demiştir: "Dört şey dışında Allah ve Resûlünün bize vaad ettiği şeyler gerçekleşti. Bu dört şey de Güneş'in batıdan doğması, Deccâl, Dabbetu'l-Arz ve Yecûc ile Mecûc'un çıkışıdır. Zikredilen duman (duhân) olup bitmiştir ki Hazret-i Yûsuf zamanındaki gibi bir kıtlık olarak kendini göstermişti. Ay da Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında ikiye bölünmüştü. Şiddetli çarpma (batşa) da Bedir savaşında gerçekleşti." Saîd b. Mansûr, Ahmed, Abd b. Humeyd, Firyâbî, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Merdûye, Ebû Nuaym Delâil'de ve Beyhakî Delâil'de Mesrûk'tan bildirir: Adamın biri Abdullah'a geldi ve: "Mescid'de bir adam, "Şimdi sen, göğün, açık bir duman çıkaracağı günü gözetle" âyetini açıklarken, kıyamet gününde çıkacak olan bu dumanın münafıkların kulakları ile gözlerini yok edeceğini, müminleri ise nezleye maruz bırakacağını söylüyor" dedi. Abdullah kızgın bir şekilde yaslandığı yerden doğrulup oturdu ve şöyle dedi: "İçinizden her kim bir şey biliyorsa, bildiğini söylesin! Ancak bir şey bilmiyorsa da: "Yüce Allah en doğrusunu bilir" desin! Çünkü kişinin bilmediği bir konuda, "Allah bilir" demesi yine bilgisine işarettir. Size bu duman konusunu anlatayım. Kureyşliler Allah Resûlü'ne karşı diretip Müslüman olmaya yanaşmayınca, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allahım! Yusuf'un yedi senelik kıtlığı gibi onlara bir kıtlık ver!" diye beddua etti. Bunun üzerine öyle bir kıtlığa maruz kaldılar ki kemik yemeye başladılar. İçlerinden birisi semaya baktığı zaman da açlıktan dumana benzer bir şey görüyordu. Bunun üzerine Yüce Allah: "Şimdi sen, göğün, açık bir duman çıkaracağı günü gözetle. Duman insanları bürüyecektir. Bu, elem verici bir azaptır" âyetlerini indirdi. Daha sonra Allah Resûlü'ne gelindi ve: "Yâ Resûlallah! Mudarlılar için dua et de yağmur yağsın" denildi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dua etti ve yağmur yağdı. Yüce Allah da bu konuda: "Biz azabı birazcık kaldıracağız, ama siz yine döneceksiniz" buyurdu. Peki, kıyamet gününde mi bu azabı kaldıracak? Ancak yağmur inip de az bir rahatlığa kavuşunca yine eski hallerine döndüler. Bunun üzerine Yüce Allah: "Biz o büyük şiddetle çarptığımız gün mutlaka intikamımızı alırız" âyetini indirdi. Bedir savaşında da bu intikam alınmıştır. Bu şekilde âyetlerde bahsedilen duman, şiddetle çarpma (batşa) ve lizâmgerçekleşmiş oldu." Beyhakî Delâil'de İbn Mes'ûd'dan bildirir: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Kureyşlilerin kendisine sırt çevirdiğini görünce: "Allahım! Yusuf'un yedi senelik kıtlığı gibi onlara bir kıtlık ver!" diye beddua etti. Bunun üzerine öyle bir kıtlığa maruz kaldılar ki herşeyi yok etti. Öyle ki açlıktan hayvan leşlerini, derilerini ve kemiklerini yemeye başladılar. Sonrasında Ebû Süfyân ve Mekke ahalisinden bazıları Allah Resûlü'ne geldiler ve: "Ey Muhammed! Sen ki rahmet olarak gönderildiğini söylüyorsun, oysa kavmin kıtlıktan helak oluyor. Onlar için Allah'a dua et" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de dua edince yağmur yağmaya başladı. Ancak yağmur yedi gün boyunca durmadan yağınca bu kez yağmurun çokluğundan şikâyet etmeye başladılar. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allahım! Üzerimize değil çevremize yağdır!" diye dua edince yağmur bulutu üzerlerinden çekilip çevre bölgelere yağmur yağdırmaya başladı. Bu şekilde duman alâmeti gerçekleşti. Bu da maruz kaldıkları kıtlık ile açlıktır. Yüce Allah kıtlık şeklinde gerçekleşen bu azap konusunda: "Biz azabı birazcık kaldıracağız, ama siz yine döneceksiniz" buyurmuştur. Aynı şekilde lizâm (esir düşme), şiddetle yakalama (batşa) ve Ay'ın yarılması da gerçekleşti. Müşriklerin maruz kaldıkları bu azaplar Bedir savaşında gerçekleşti. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Şimdi sen, göğün, açık bir duman çıkaracağı günü gözetle" âyetini açıklarken: "Duman'dan kasıt Kureyş kafirlerinin maruz kaldığı kuraklık ile kıtlıktır" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Duman insanları bürüyecektir. Bu, elem verici bir azaptır. İnsanlar, "Rabbimiz! Bu azabı bizden kaldır, çünkü biz artık inanıyoruz" derler. Nerede onlarda öğüt almak... Biz azabı birazcık kaldıracağız, ama siz yine döneceksiniz" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: "İnkar edenleri, duman şeklinde acı ve ağır olan bir azap kaplar. Onlar iman ettiklerini söyleyerek duman şeklinde gelen bu azabın kaldırılmasını için Allah'a yalvarırlar. Ancak tövbe etmekten pek uzaktırlar. Yüce Allah da duman şeklinde gelen bu azabı dünyada iken onların üzerinden kaldıracağını, ancak kıyamet gününde bu azaba geri döneceklerini ifade tmiştir." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Nerede onlarda öğüt almak! Oysa kendilerine açıklayan bir peygamber gelmişti. Sonra ondan yüz çevirdiler ve: "Bu, öğretilmiş bir delidir" dediler" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Muhammed'den (sallallahü aleyhi ve sellem) yüz çevirip, onun eğitilmiş bir deli olduğunu söylemişlerdir. Bundan dolayı belaya maruz kaldıktan sonra artık alacakları öğüdün pek bir faydası olmayacaktır. Sonrasında Yüce Allah bu belayı üzerlerinden kaldırmıştır." İbn Ebî Hâtim'in Ebû Lehîa vasıtasıyla bildirdiğine göre Abdurrahman el- E'rac: "Şimdi sen, göğün, açık bir duman çıkaracağı günü gözetle" âyetini açıklarken: "Mekke'nin fethi sırasında gerçekleşmiştir" demiştir. İbn Sa'd, Ebû Lehîa vasıtasıyla el-E'rac'tan bildirdiğine göre Ebû Hureyre şöyle demiştir: "Mekke'nin fethi sırasında bir duman görünmüştü. "Şimdi sen, göğün, açık bir duman çıkaracağı günü gözetle" âyetinde ifade edilen duman da budur." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, Hazret-i Ali'den bildirir: "Âyette zikredilen söz konusu duman henüz çıkmış değildir. Bu duman müminleri nezle gibi bir şeye maruz bırakırken kafiri şişirip parçalar." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim -sahîh bir isnâdla- İbn Ebî Müleyke'den bildirir: İbn Abbâs'ın yanına girdiğimde: "Gece boyu uyuyamadım" dedi. "Neden?" diye sorduğumda: "Gece kuyruklu yıldız göründü. Ben de âyette zikredilen duman'ın ansızın çıkmasından korktum" dedi. İbn Cerîr, İbn Ömer'den bildirir: "Duman çıktığı zaman mümin nezleye tutulmuş gibi olur. Ancak bu duman kafir ile münafığın kulaklarından içine geçer de onu kızartarak pişmiş kelle gibi yapar." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Bana ulaşana göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Duman ortaya çıktığı zaman kafiri şişirip kulaklarından çıkar. Mümin ise bu dumandan nezleye tutulmuş gibi olur" buyurmuştur. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Duman henüz çıkmış değildir ve Allah'ın mucizelerinden biridir" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Hasan vasıtasıyla bildirdiğine göre Ebû Saîd el-Hudrî şöyle demiştir: "Çıkan duman tüm insanları kuşatır. Mümin bu dumandan nezleye tutulmuş gibi olur. Kafirlerin ise içine girip şişirir ve kulaklarından çıkmaya başlar." İbn Cerîr, Huzeyfe b. el-Yemân'dan bildirir: "Kıyametin ilk alâmetleri Deccâl'in çıkması, İsa'nın yeryüzüne inmesi, Aden-i Ebyen'in diplerinden bir ateşin çıkıp insanları mahşer yerine sürmesi, onların konakladıkları yerde bu ateşin de konaklaması ve Duman'ın çıkmasıdır" buyurdu. "Yâ Resûlallah! Bu duman nedir?" diye sorduğumda, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şimdi sen, göğün, açık bir duman çıkaracağı günü gözetle" âyetini okudu ve şöyle devam etti: "Bu duman batı ile doğu arasını doldurur ve yeryüzünde gecesi ve gündüzüyle kırk gün boyunca kalır. Mümin bu dumandan nezleye tutulmuş gibi olur. Kafir ise bu dumandan dolayı sarhoş olur. İçine girip şişiren bu duman, kulak, göz ve dübüründen çıkmaya başlar." İbn Cerîr ve Taberânî'nin -ceyyid bir isnâdla- Ebû Mâlik el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Rabbiniz üç şeyle sizi uyarmıştır. Biri dumandır ki bu dumandan mümin nezleye tutulmuş gibi olur. Kafir ise bu dumanla şişer ve sonunda kulaklarından çıkmaya başlar. İkincisi Dabbetu'l-Arz, üçüncüsü de Deccâl'dir. " İbn Ebî Hâtim'in Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Çıkan duman tüm insanları kuşatır. Mümin bu dumandan nezleye tutulmuş gibi olur. Kafirlerin ise içine girip şişirir ve kulaklarından çıkmaya başlar. " İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Biz o büyük şiddetle çarptığımız gün mutlaka intikamımızı alırız" âyetini açıklarken: "Bu intikam, Bedir savaşında alınmıştır" demiştir. İbn Cerîr ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bu yorumun aynısını bildirir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr de Ubey b. Ka'b, Mücâhid, Hasan, Ebu'l-Âliye, Saîd b. Cübeyr, Muhammed b. Şîrîn, Katâde ve Atiyye'den bu yorumun aynısını nakleder. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Büyük şiddetle çarpma (batşa) günü, kıyamet günüdür" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Ebu'l-Âliye'den bildirir: "Aramızda, «Biz o büyük şiddetle çarptığımız gün mutlaka intikamımızı alırız» âyetinde bahsedilen büyük çarpmanın Bedir savaşında olduğunu, duman olayının da gerçekleştiğini konuşurduk." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr -sahîh bir isnâdla- İkrime vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: "İbn Mes'ûd, büyük çarpmanın (batşa) Bedir savaşında gerçekleştiğini söylerdi. Oysa ben bunun kıyamet gününde olacağını düşünüyorum." 17Bkz. Ayet:28 18Bkz. Ayet:28 19Bkz. Ayet:28 20Bkz. Ayet:28 21Bkz. Ayet:28 22Bkz. Ayet:28 23Bkz. Ayet:28 24Bkz. Ayet:28 25Bkz. Ayet:28 26Bkz. Ayet:28 27Bkz. Ayet:28 28"Andolsun, kendilerinden önce biz, Firavun un kavmini de imtihan etmiştik. Onlara şerefli bir elçi geldi.(Şöyle diyerek) «Allah'ın kulları! Bana gelin! Çünkü ben size (gönderilmiş) güvenilir bir resulüm» Allah'a karşı ululuk taslamayın. Çünkü ben size apaçık bir delil getiriyorum. Ben, beni taşlamanızdan, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a sığındım. Eğer bana inanmazsanız, hiç değilse yanımdan uzaklaşın. Bunun üzerine Musa: «Bunlar suç işleyen bir toplumdur» diye Rabbine arz etti. Allah, «O halde kullarımı geceleyin yola çıkar. Çünkü takip edileceksiniz» buyurdu. Denizi açık halde bırak. Çünkü onlar boğulacak bir ordudur. Onlar geride nice şeyler bıraktılar; bahçeler, çeşmeler, ekinler, güzel konaklar ve zevkü sefa sürdükleri nice nimetler! İşte böylece biz de onları başka bir topluma miras bıraktık." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "İmtihan ettik, sınadık" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Andolsun, kendilerinden önce biz, Firavun'un kavmini de imtihan etmiştik. Onlara şerefli bir elçi geldi. O, şöyle demişti: Allah'ın kullarını bana teslim edin. Çünkü ben güvenilir bir peygamberim. Allah'a karşı ululuk taslamayın. Çünkü ben size apaçık bir delil getiriyorum. Ben, beni taşlamanızdan, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a sığındım. Bana inanmadınızsa benden uzak durun" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: "Biz daha öncesinde İsrâiloğullarını sınamış ve peygamber olarak kendilerine Musa'yı göndermiştik. Musa da onlara şöyle demişti: Esaret altındaki İsrail oğullarını bana verin. Allah'a karşı büyüklük taslamayın, zira sizlere apaçık kanıtlarla geldim. Beni taşlarla taşlamanızdan hem benim, hem de sizin Rabbiniz olan Allah'a sığınıyorum. Yine de bana inanmayacaksanız beni rahat bırakın gideyim." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Allah'ın kullarını bana teslim edin..." âyetini açıklarken: "İsrailoğullarını bana teslim edin, benimle birlikte gitsinler, anlamındadır" demiştir. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Allah'ın kullarını bana teslim edin..." âyetini açıklarken: "Sizleri davet ettiğim hak yola gelip bana tâbi olun, anlamındadır" demiştir. "Allah'a karşı ululuk taslamayın..." âyetini açıklarken: "Allah'a iftira atıp onun adına yalan uydurmayın, anlamındadır" demiştir. "Beni taşlamanızdan..."âyetini açıklarken: "Bana dil uzatıp kötü laflar etmenizden, anlamındadır" demiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Abdilhakem Futûhu Mısr'da Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Yol" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Denizi olduğu gibi bırakıp yoluna devam et" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. Hâris el-Hâşimî'den bildirir: İbn Abbâs, Ka'b'a (.....) buyruğundaki 'Rahv' ifadesinin anlamını sorunca, Ka'b: "Yol anlamındadır" dedi. İbnu'l-Enbârî el-Addâd'da bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini: "Denizin içinde açılan bu yolu kuru olarak bırak" şeklinde açıklamıştır. İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: "Denizi olduğu gibi sakin bırak" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî': (.....) âyetini: "Denizi kolay bir şekilde aşıp geç" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Rahv, denizi olduğu gibi bırakmak anlamındadır. Zira zaten Firavun ve askerleri kendisi geçtikten sonra içinde boğulacaklardır" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Denizi sükûnetle aşıp geç" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) âyetini: "Denizi aceleyle geç" şeklinde açıklamıştır. Abdurrezzâk, Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Denizde açılan yolu olduğu gibi kuru bırak. Firavun ve askerlerinden son kişi de bu yola girinceye kadar geri kapanmasını söyleme, anlamındadır." İbn Abdilhakem'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini: "Denizi sükûnetle ve rahat bir şekilde geç" şeklinde açıklamıştır. İbn Abdilhakem'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî: (.....) âyetini: "Denizdeki bu yolu açık bir şekilde bırak" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini: "Açık bir şekilde" şeklinde açıklamıştır. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den bildirir: Musa denizi aştıktan sonra Firavun ve askerleri peşinden gelir endişesiyle denizde açılan yolu geri kapatmak için asasına davrandı. Ancak kendisine: "Denizi olduğu gibi bırak! "...Çünkü onlar boğulacak bir ordudur" denildi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Nice değerli makamlar" âyetini açıklarken: "Makamlardan kasıt minberlerdir" demiştir. İbn Merdûye, Câbir'den bunun aynısını bildirir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Saîd b. Cübeyr'den bunun aynısını bildirir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "...Nice değerli makamlar" âyetini açıklarken: "Geriye nice güzel ve yüksek makamlar bıraktılar" demiştir. "Zevk ve sefasını sürdükleri nice nimetler!" âyetini açıklarken: "Yüce Allah'ın kendilerine verdiği bahçeler, sular ve ekinler içinde sefa sürüyorlardı. Ancak sonunda denizin içinde boğuldular" demiştir. "İşte böylece biz de onları başka bir topluma miras bıraktık" âyetini açıklarken de: "Varis kılınan bu toplum İsrailoğullarıdır" demiştir. 29"Ne gök, ne de yer onların ardından ağladı. Onlara mühlet de verilmedi." Tirmizî, ibn Ebi'd-Dünya Zikru'l-Mevt'te, Ebû Ya'lâ, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, Ebû Nuaym Hilye'de ve Hatîb, Enes'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Her bir insanın gökte iki kapısı bulunur. Kapının birinden amelleri yukarıya çıkarken diğer kapıdan da rızkı aşağıya iner. Öldüğü zaman da bu iki kapı onun yokluğuna ağlarlar" buyurdu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) daha sonra: "Ne gök, ne de yer onların ardından ağladı..." âyetini okudu ve denizde boğulup giden o topluluğun yeryüzünde yaptıkları hiç bir iyi iş olmadığı için yerin onların yokluğuna ağlamadığını, aynı şekilde göğe de salih bir amelleri veya güzel, temiz bir sözleri çıkmadığı için göğün de arkalarından ağlamadığını zikretti. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre İbn Abbâs'a, "Ne gök ne de yer onların ardından ağladı..."âyeti konusunda: "Yer ile gök birisinin ardından ağlar mı?" diye sorulunca, İbn Abbâs şöyle dedi: "Evet, ağlar. Mahlûkatlardan her birinin göğe açılan bir kapısı vardır. Bu kapıdan onun rızkı iner ve ameli de aynı kapıdan göğe yükselir. Mümin ölüp de gökteki bu kapısı kapandığı zaman yokluğundan dolayı gökteki bu kapı onun ardından ağlar. Müminin üzerinde namaz kıldığı yer de onun ölümünden sonra yokluğuna ağlar. Firavun'un suda boğulan kavmine gelince onların ne yerde iyi bir işleri, ne de göğe çıkan salih bir amelleri vardı. Bundan dolayı onların ardından ne gök, ne de yer ağladı." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Ne gök, ne de yer onların ardından ağladı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Çünkü onların Allah katında değerleri yoktu. Mümine gelince ise üzerinde namazlarını kıldığı yer ile amellerinin çıktığı gökteki kapı onun yokluğuna ağlar." Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in Azame'de bildirdiğine göre Mücâhid: "Ne gök, ne de yer onların ardından ağladı..." âyetini açıklarken: "Bir mümin öldüğü zaman yer ile gök kırk gün boyunca ardından ağlarlar" dedi. Kendisine: "Ağlar mı?" diye sorulunca, Mücâhid şöyle demiştir: "Buna şaşırıyor musun! Yer, kendisini secde ve rükû ile imar eden birinin ardından neden ağlamasın ki? Gök, tesbih ve tekbirleri arı uğultusu gibi kendisinde yankılanan birinin ardından neden ağlamasın ki?" Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Âlim öldüğü zaman yer ile gök kırk gün boyunca ardından ağlar" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Muâviye b. Kurra: "Yer, üzerinde namaz kılan mümin öldüğü zaman üstündeki gök ile birlikte onun ardından ağlar" dedi ve: "Ne gök, ne de yer onların ardından ağladı..." âyetini okudu. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih: "Yer, ölen salih bir kulun ardından kırk gün boyunca üzülüp durur" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Ne gök ne de yer onların ardından ağladı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Gök onların ardından ağlamadı, zira göğe salih hiçbir amelleri çıkmış değildir. Yer de onların ardından ağlamadı, zira üzerinde salih hiçbir amel yapmış değillerdi." İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh Azame'de Mücâhid'den bildirir: "Yer, ölen müminin ardından kırk gün boyunca ağlar, denilirdi." Ebu'ş-Şeyh Azame'de İbn Abbâs'tan bildirir: "Yer, ölen müminin ardından kırk gün boyunca ağlar, denilirdi." İbnu'l-Mübârek ve Ebu'ş-Şeyh, Huzeyl kabilesinin azatlısı olan Sevr b. Yezîd'den bildirir: "Yer, Allah'ın huzurunda alnını yere koyup secdeye giden kişinin lehine kıyamet gününde şahitlik eder. Öldüğü zaman da ardından ağlar." İbn Ebi'd-Dünya ve İbn Cerîr, Şurayh b. Ubeyd el-Hadramî'den -mürsel olarak- bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "İslam garip bir din olarak başladı ve en sonunda yine garip kalacaktır. Ancak bilin ki mümin için gariplik yoktur. Bir mümin gurbette, ardından ağlayanı olmayan bir yerde öldüğü zaman yer ile gök ardından ağlar" buyurdu. Daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ne gök, ne de yer onların ardından ağladı..." âyetini okudu ve: "Yer ile gök kafir biri için ağlamaz" buyurdu. İbn Ebî Hâtim, Abbâd b. Abdillah'tan bildirir: Adamın biri Hazret-i Ali'ye: "Yer ile gök birinin ardından ağlar mı?" diye sorunca, Hazret-i Ali şu karşılığı verdi: "Her kulun yerde bir namazgahı, gökte de salih amellerinin çıktığı bir yeri olur. Oysa Firavun ve adamlarının ne yerde yaptıkları hayırlı bir işleri, ne de göğe çıkan salih bir amelleri bulunuyordu." İbnu'l-Mübârek, Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünya ve İbnu'l-Münzir'in Müseyyeb b. Râfi'den bildirdiğine göre Hazret-i Ali: "Mümin öldüğü zaman yerde namaz kıldığı mekan ile gökte salih amellerinin çıktığı mekan ağlar" dedi ve: "Ne gök, ne de yer onların ardından ağladı..." âyetini okudu. İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre Mücâhid: "Biri öldüğü zaman yer onun ardından kırk gün boyunca ağlar" demiştir. İbnu'l-Mübârek, Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünya, Hâkim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Yer ölen müminin ardından kırk gün boyunca ağlar" dedi ve: "Ne gök, ne de yer onların ardından ağladı..." âyetini okudu. İbnu'l-Mübârek ve İbn Ebi'd-Dünya, Atâ el-Horasânî'den bildirir: "Yer, üzerinde Allah için secdeye giden kişinin lehine kıyamet gününde şahitlik eder. Öldüğü zaman da ardından ağlar." İbn Ebî Hâtim, Ubeyd el-Müktib'ten bildirir: "İbrâhîm(-i Nehaî): "Dünya kuruldu kurulalı gök iki kişi dışında hiç kimse için ağlamış değildir" dedi." Ubeyd'e: "Gök ile yer müminin ardından ağlamaz mı ki?" diye sorulunca:" Ağlayan yerler namaz kıldığı mekan ile gökte amellerinin çıktığı mekandır" dedi ve bunu soran adama: "Göğün nasıl ağladığını biliyor musun?" dedi. Adam: "Hayır!" karşılığını verince, Ubeyd şöyle dedi: "Kızarır ve erimiş yağ gibi kızıl bir gülü andırır. Yahya b. Zekeriya öldürüldüğü zaman gök kıpkırmızı olmuş ve ondan kan damlamıştı. Yine Hüseyn b. Ali de öldürüldüğü zaman gökyüzü kırmızıya dönmüştü." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Yezîd b. Ebî Ziyâd: "Hazret-i Hüseyin öldürüldüğü zaman göğün ufukları dört ay boyunca kızarık kaldı" demiştir. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atâ: "Göğün ağlaması ufuklarının kızarmasıdır" demiştir. İbn Ebi'd-Dünya'nın bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Göğün ağlaması kızarmasıdır" demiştir. İbn Ebi'd-Dünya, Süfyân es-Sevrî'den bildirir: "Gökyüzünde gördüğünüz bu kızıllık göğün, müminin ardından ağlamasıdır, denilirdi." 30Gerçekten İsrâîloğullarını kurtarmıştık o zilletli azaptan: 31Fir'avun’dan (esaretinden ve oğullarının öldürülmesinden). Çünkü o azgın müsriflerdendi, (şirke varanlardandı). 32Bkz. Ayet:35 33Bkz. Ayet:35 34Bkz. Ayet:35 35"Andolsun, onları, bir bilgi üzerine âlemlere üstün kıldık. Onlara, içinde açık bir imtihan bulunan işaretler verdik. Bunlar diyorlar ki: "İlk ölümümüzden başka bir ölüm yoktur. Biz diriltilecek değiliz." Firyâbî, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Andolsun, onları, bir bilgi üzerine âlemlere üstün kıldık"' âyetini açıklarken: "Çağdaşları olan insanlar içinde onları en üstünleri kıldık" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Andolsun, onları, bir bilgi üzerine âlemlere üstün kıldık" âyetini açıklarken: "Yüce Allah onlarda bildiği bir hayırdan dolayı çağdaşları olan diğer insan topluluklarından daha üstün kıldı" demiştir. "Onlara, içinde açık bir imtihan bulunan işaretler verdik" âyetini açıklarken: "Yüce Allah onları düşmanlarından kurtardı, denizi sağ salim bir şekilde geçmelerini sağladı, çölde onları bulutlarla gölgelendirdi ve yiyecek olarak onlara kudret helvası ile bıldırcın eti indirdi" demiştir. "Bunlar diyorlar ki: "İlk ölümümüzden başka bir ölüm yoktur. Biz diriltilecek değiliz" âyetlerini açıklarken de şöyle demiştir: "Müşrik Araplar da ölümden sonra tekrar bir daha ölmeyeceklerini ve diriltilmeyeceklerini söylemişlerdir." 36(Kafirler, Müslümanlara şöyle derler: Ey öldükten sonra dirilmeye inananlar) eğer doğru iseniz haydi getirin babalarımızı... (onları diriltin de, dirilmenin hak olduğunu bize haber versinler).” 37"Bunlar mı daha hayırlı yoksa Tubba mîlletî ve onlardan öncekiler mî? Onları yok etmişizdir, çünkü onlar suçlu idiler." Taberânî ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): "Tubba'ya dil uzatmayın çünkü o Müslüman olmuştu" buyurmuştur. Ahmed, Taberânî, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Sehl b. Sa'd es- Sâidî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Tubba'ya dil uzatmayın, çünkü o Müslüman olmuştu" buyurmuştur. İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Tubba'nın durumu konusunda bir şüpheniz olmasın. O Müslüman olmuştu" demiştir. İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Tubba hakkında hayırdan başka bir şey demeyin. Zira Kâbe'yi ziyaret etmiş ve İsa b. Meryem'in risaletine inanmış biriydi" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Ka'b(ul-Ahbâr)'dan bildirir: Yüce Allah, Tubba'yı salih bir adamın vasıflarıyla nitelemiştir. Kavmini kınarken onu kınamamıştır. Hazret-i Âişe de: "Tubba'a dil uzatmayın, zira o salih bir adamdı" derdi. Hâkim'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: "Tubba salih bir adamdı. Görmez misin Yüce Allah kavmini kınarken onu kınamamıştır?" demiştir. İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Atâ b. Ebî Rebâh: "Tubba'ya dil uzatmayın. Zira Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona dil uzatılmasını yasakladı" demiştir. İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Esad'a yani Tubba'ya dil uzatılmasını yasakladı" dedi. Kendisine: "Esad ne idi ki?" diye sorulunca, Vehb: "Hazret-i İbrahim'in dinindendi. Hazret-i İbrâhim de günde bir defa namaz kılardı ki o zamanlarda bu konuda henüz bir şeriati yoktu" karşılığını verdi. İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Esad el- Himyeri'ye (Tubba'ya) dil uzatılmasını yasakladı ve: "Kabe'ye ilk örtüyü koyan kişi kendisidir" buyurdu. İbnu'l-Münzir ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Tubba, Kâbe'ye örtü koyanlardan birisidir" demiştir. İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Saîd b. Abdilazîz: "Tubba, atlarını dizecek olsa Dimeşk'ten Yemen'deki San'â'ya kadar bir sıra oluşturabilirlerdi" demiştir. İbnu'l-Münzir ve İbn Asâkir, İbn Abbâs'tan bildirir: Ka'b'a: "Kur'ân'da Yüce Allah'ın Tubba kavmini zikrettiğini, ancak Tubba'nın bizzat kendisinden bahsetmediğini görüyorum. Tubba kim?" diye sorduğumda, Ka'b şöyle dedi: "Tubba, Yemen ahalisinden güçlü ve muktedir bir kraldı. Tubba bir defasında ordusunun başına geçti ve Semerkant'a kadar geldi. Daha sonra yol değiştirip Şam'a yöneldi. Şam'da Yahudi âlimlerden bazılarını esir olarak aldı. Daha sonrasında Yemen'e doğru dönüşe geçti. Dönüşte Mekke'ye yaklaştığında, insanlar arasında onun Kâbe'yi yıkmak üzere geldiği söylentisi yayıldı. Yahudi âlimleri kendisine: "Bu düşündüğün şey de ne? Kâbe Allah'ın evidir ve sana onu yıktırmayacaktır" dediklerinde, Tubba: "Bu ev Allah'ın eviyse herkesten çok benim onu kutsal saymam gerek" karşılığını verdi ve orada Müslüman oldu. Sonrasında ihrama girip ihramlı bir şekilde Mekke'ye girdi. Hac görevini ifa ettikten sonra Yemen'e doğru yola çıktı. Yemen'e ulaştığı zaman ülkenin ileri gelenleri Tubba'nın yanına girdiler ve: "Sen ki efendimizsin ve yine efendimiz olan birinin oğlusun. Ancak yanımızdan gittiğinde bir dine inanıyordun, döndüğünde ise başka bir dine. Bunun için şu iki durumdan birini seç: Ya bu hükümranlığı bize bırakır istediğine kulluk edersin ya da girdiğin bu yeni dini bırakır eski dinine dönersin" dediler. O zamanlarda da Yemen'de gökten inen bir ateş vardı. Şam'dan esir aldığı Yahudi âlimleri Tubba'ya: "Bu ateşi aranızda hakem kıl" deyince bir gün için sözleştiler ve bu ateşi aralarında hakem kıldılar. Sözleştikleri o gün gelince Yahudi âlimleri kitaplarıyla birlikte getirildiler. Diğer taraftan Yemenlilerin taptıkları putlar ile onların başında duranlar getirildi. Her iki tarafı da ateşe doğru yaklaştırdılar. Arkalarında da silahlı adamlar durdu. Ateş gök gürültüsüne benzer bir ses çıkararak aşağıya bir alev parçası gönderdi. Putların başında olanlar geri çekilmek istedi, ancak inen bu ateş putlarıyla birlikte onları da yaktı, diğerlerine ise bir şey olmadı. Bunun sonucunda oradakilerin kimi Müslüman olurken kimi de mağlubiyeti kabul etti. Yemen ahalisi Tubba vefat edene kadar onun hakimiyeti altında yaşadılar. Tubba ölmeden kardeşini yerine atadı. Ancak kardeşi daha sonra öldürülünce Yemen ahalisi toptan kafir oldu. İbn Sa'd ve İbn Asâkir, Ubey b. Ka'b'dan bildirir: Tubba, Medine'ye gelip de Kanât vadisinde konakladıktan sonra Medine'deki Yahudi âlimlerine: "Yahudilik ortadan kalkıp ahali Arapların dinine tekrar dönene kadar bu şehri yakıp yıkacağım!" şeklinde haber gönderdi. O zamanlarda Yahudilerin en âlim adamı olan Samuel kendisine: "Ey kral! Bu şehre İsmail oğullarından, Mekke'de doğan ve ismi Ahmed olan bir peygamber hicret edecek. Şu an konakladığın yerde de o peygamberin arkadaşları ile düşmanları arasında bir savaş yapılacak ve bu savaşta çok sayıda yaralı ile ölü olacaktır" deyince, Tubba: "Dediğin gibi eğer bir peygamberse onunla kimler savaşacak ki?" diye sordu. Samuel: "Kavmi buraya kadar gelecek ve karşılıklı burada savaşacaklar" dedi. Tubba: "Peki mezarı nerede olacak?" diye sorunca, Samuel: "Bu şehirde olacak" dedi. Tubba: "O bahsettiğin savaşta galibiyet kimlerin olacak?" diye sorunca, Samuel: "Bazen onun bazen de kavminin olacak. Şu an üzerinde bulunduğun yerde yapılacak olan bir savaşta da arkadaşlarından çok sayıda kişi ölecek ki başka hiçbir savaşta bu kadar ölü vermeyeceklerdir. Ama en sonunda galibiyet yine kendisinin olacak ve bu konuda karşısında kimse duramayacaktır" dedi. Tubba: "Bu adamın özellikleri nedir?" diye sorunca, Samuel: "Ne uzun ne de kısa, orta boyludur. Gözlerinde az bir kırmızılık bulunur. Deveye biner ve hırka giyer. Kılıcı her dem omzundadır ve zafer elde edinceye kadar da karşısında kimin durduğuna aldırmaz" karşılığını verdi. Bunun üzerine Tubba: "Bu durumda bu şehre bir şey yapamam ve bu şehrin harab olması elimle olmayacaktır" dedi ve yola düşüp Yemen'e geri döndü. İbn Asâkir, Abbâd b. Ziyâd el-Murrî'den, o da olaya şahit olan birisinden bildirir: Tubba, Medâin'i fethetmek ve Araplarla savaşmak üzere Yemen'den yola çıktı. O zaman ahalisi Yahudi olan Medine'ye girdi. Şehrin ahalisini hezimete uğrattıktan sonra Yahudilerin âlimlerini topladı. Ancak bu âlimler, bu şehrin, Mekke'den çıkan ve ismi Ahmed olan bir peygamberin meskeni olacağını haber verdiler. Tubba'nın da bu peygambere yetişemeyeceğini söylediler. Bunun üzerine Tubba, Evs ile Hazreclilere: "Bu şehre yerleşin. Şayet siz hayattayken çıkarsa ona iman edip destek çıkın. Siz hayatta iken çıkmazsa aynı şeyi yapmaları için çocuklarınıza vasiyette bulunun" dedi. Bu konuda da şöyle bir şiir söyledi: "Bana söylenene göre Allah'ın elçisi Harem bölgesinden hak ile çıkacaktır Şayet onun zamanına yetişecek olsaydım Hem onu veziri, hem de amcası oğlu olurdum. " Ebû Nuaym'ın Delâil'de bildirdiğine göre Abdullah b. Selâm: "Yesrib Yahudilerinin bana anlattıklarına göre Tubba, Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) tasdik edip ona inandıktan sonra ölmüştü" demiştir. İbn Asâkir, İbn İshâk'tan bildirir: "Tubba'ya rüyasında Kâbe'ye örtü koyması gerektiği gösterildi. Bunun üzerine hurma liflerinden yapılmış bir kumaşla ona bir örtü yaptı. Daha sonra rüyasında bundan daha güzel bir örtü koyması gerektiği gösterilince Meâfir kumaşından bir örtü yapıp Kâbe'yi örttü. Daha sonra yine rüyasında bundan daha güzel bir örtü koyması gerektiği gösterilince bu kez Yemen'in çizgili kumaşından bir örtü yapıp Kâbe'yi örttü. Bana anlatılana göre de Kâbe'ye ilk örtüyü koyan kişi Tubba'dır. Aynı zamanda Cürhüm kabilesinden bazılarını Kâbe'nin bakımı ile temizliğiyle görevlendirmiş, Kabe'ye bir kapı ve anahtar yaptırmıştır." 38Biz göklerle yeri ve aralarındakileri, eğlence ve boşuna iş yapanlar olarak yaratmadık. 39Ancak bunları (îman ve itâatı gerektiren) hak için yarattık; fakat onların, (Mekke kâfirlerinin) çoğu bilmezler. 40Bkz. Ayet:41 41"Şüphesiz, hüküm günü, hepsinin bir arada buluşacağı zamandır. O gün dostun dosta hiçbir faydası olmaz. Kendilerine yardım da edilmez." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Şüphesiz, hüküm günü, hepsinin bir arada buluşacağı zamandır" âyetini açıklarken: "İnsanların amellerine göre aralarında hükmün vereceği bir gündür ki bu günü Yüce Allah gelmiş geçmiş tüm mahlukat için tayin etti" demiştir. "O gün dostun dosta hiçbir faydası olmaz... âyetini açıklarken de şöyle demiştir: "Çünkü böylesi bir günde artık bütün akrabalık ile yakınlıklar kesilir. Herkes yaptığı ameline bakar. Böylesi bir günde hayırlı bir şey elde eden mutlu, kötü bir şey elde eden de bedbaht olacaktır." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini: "O gün dostun dosta hiçbir faydası olmaz" şeklinde açıklamıştır. 42Ancak Allah’ın merhamet ettiği kimseler böyle değil. (Bunlar birbirlerine şefaat eden mü'minlerdir). Çünkü O Azîz’dir/kâfirlerden intikam alır, Rahîm’dir/mü'minlere merhamet eder. 43Bkz. Ayet:49 44Bkz. Ayet:49 45Bkz. Ayet:49 46Bkz. Ayet:49 47Bkz. Ayet:49 48Bkz. Ayet:49 49"Doğrusu zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir. O, maden eriyiği gibidir. Erimiş maden gibi karınlarda kaynar. Sıcak suyun kaynaması gibi. Onu tutun ve Cehennemin ortasına atın! Sonra başına azap olarak kaynar su dökün! Tat bakalım. Hani sen kendince üstündün, şerefliydin!" Saîd b. Mansûr, Ebû Mâlik'ten bildirir: Ebû Cehil hurma ile tereyağı getirip: "Zıkkımlanın! Muhammed'in size vaad ettiği zakkum da işte budur" derdi. Bunun üzerine: "Doğrusu zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir" âyetleri nazil oldu. İbn Ebî Hâtim ve Hatîb'in Târih'de bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Doğrusu zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir" âyetlerini açıklarken: "Burada günahkâr kişiden kasıt Ebû Cehil'dir" demiştir. Ebû Ubeyd Fadâil'de, İbnu'l-Enbârî ve İbnu'l-Münzir, Avn b. Abdillah'tan bildirir: İbn Mes'ûd adamın birine: "Doğrusu zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir" ayetlerini (.....) lafzıyla okuturken adam bunu 'yetimlerîn yemeğidir' anlamına gelecek şekilde (.....) okudu. İbn Mes'ûd bunu birkaç defa tekrarladı, ancak adamın dili dönmediği için hep 'yetimlerin yemeğidir' anlamına gelecek şekilde okudu. Sonrasında İbn Mes'ûd adama: (.....) " (=Facirlerin yemeğidir)" şeklinde okuyabilir misin?" diye sordu. Adam: "Evet, okuyabilirim" karşılığını verince, İbn Mes'ûd: "O zaman böyle oku" dedi. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Hâkim, Hemmâm b. el-Hâris'ten bildirir: Ebu'd-Derdâ adamın birine "Doğrusu zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir" âyetlerini (.....) lafzıyla okuturken adam bunu 'yetimlerin yemeğidir' anlamına gelecek şekilde " okudu. Ebu'd-Derdâ adamın anlamadığını ve 'Esîm' ifadesini söyleyemediğini farkedince: "Bunu "(Facirlerin yemeğidir)" şeklinde oku" dedi. Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: Onu tutup (Cehennemin ortasına) atın" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Tat bakalım. Hani sen kendince üstündün, şerefliydin" âyetini açıklarken: "Sen iddia ettiğin gibi ne üstün, ne de şereflisin, anlamındadır" demiştir. el-Umevî Meğâzi'de İkrime'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Cehil ile karşılaşınca ona: "Yüce Allah sana «Bu azap sana lâyıktır, lâyık! Evet, lâyıktır sana, lâyık!» dememi emretti" dedi. Ebû Cehil giysisini Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) elinden kurtardı ve: "Ne sen, ne de bunu söylemeni isteyen bana bir şey yapabilir. Mekke ahalisinin başında bulunduğumu, üstün ve şerefli biri olduğumu da biliyorsun!" karşılığını verdi. Ancak Bedir savaşında Yüce Allah onun canını aldı ve söylediği bu söz üzerine de: "Tat bakalım. Hani sen kendince üstündün, şerefliydin" âyetini indirdi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den bildirir: Ebû Cehil: "Mekke'nin en üstün ve güçlü adamı ben iken Muhammed beni tehdit mi ediyor!" deyince, "Tat bakalım. Hani sen kendince üstündün, şerefliydin" âyeti nazil oldu. İbnu'l-Münzir, Abdulmelik'ten bildirir: Bana bildirilene göre Ebû Cehil: "Ey Kureyşliler! Benim adım nedir?" diye sorunca, Amr, Cülâs ve Ebu'l-Hakem olmak üzere kendisine üç isim söylediler. Ebû Cehil: "Bilemediniz! Ben size adımı söyleyim mi?" deyince: "Söyle" karşılığını verdiler. Ebû Cehil: "Benim adım Azîzu'l-Kerîm (üstün şerefli)dir" dedi. Bunun üzerine: "Doğrusu zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir. O, maden eriyiği gibidir. Erimiş maden gibi karınlarda kaynar. Sıcak suyun kaynaması gibi. Onu tutun ve Cehennemin ortasına atın! Sonra başına azap olarak kaynar su dökün! Tat bakalım. Hani sen kendince üstündün, şerefliydin!" âyetleri nazil oldu. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Katâde'den bildirir: "Onu tutun ve Cehennemin ortasına sürükleyin!" âyeti nazil olduğu zaman Ebû Cehil: "Mekke'de benden daha üstün ve şerefli biri yoktur!" dedi. Yüce Allah da buna cevaben: "Tat bakalım. Hani sen kendince üstündün, şerefliydin" âyetini indirdi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Doğrusu zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir" âyetlerini açıklarken: "Burada günahkâr kişiden kasıt Ebû Cehil'dir" demiştir. İbn Merdûye'nin başka bir kanaldan bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Doğrusu zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir" âyetlerini açıklarken: "Burada günahkâr kişiden kasıt Ebû Cehl b. Hişâm'dır" demiştir. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b adamın birine birine "Doğrusu zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir" âyetlerini (.....) lafzıyla okuturken, adam dili dönmediği için bunu 'yetimlerin yemeğidir' anlamına gelecek şekilde (.....) okuyordu. Ubey, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ile karşılaşınca durumu aktardı. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de Ubey'ye: "Bunu «Şilili (Zalimlerin yemeği)» şeklinde okusun" buyurdu. Ubey adamın bu şekilde okumasını isteyince dili bunu rahat bir şekilde söyledi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) ile Amr b. Meymûn, "O, maden eriyiği gibidir. Erimiş maden gibi karınlarda kaynar" âyetini (.....) lafzıyla, 'kaynar' ifadesini "o" harfiyle okumuşlardır. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Onu tutun ve Cehennemin ortasına atın!" âyetini açıklarken: "Onu tutun ve odunun atılması gibi Cehennemin orta yerine atın" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini: "Onu tutun ve Cehennemin ortasına atın" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) âyetini: "Cehennemin ortasına" şeklinde açıklamıştır. İbnu'l-Münzir, Ebû Sâlih'ten bu yorumun aynısını bildirir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Tat bakalım. Hani sen kendince üstündün, şerefliydin" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Böylesi bir günde Ebû Cehil zelil biri olacaktır, ancak kendisine istihza babında böyle denecektir. Madem dünyada Allah'ın üstünlüğü ve keremi dışında bir üstünlük ve şeref ile övünüyordun, bunlarla birlikte gir bakalım ateşe, anlamındadır." 50İşte bu azap, sizin (dünyada) şüphe edip durduğunuz şeydir. 51Bkz. Ayet:55 52Bkz. Ayet:55 53Bkz. Ayet:55 54Bkz. Ayet:55 55"Müttakiler ise güvenilir bir makamdadırlar. Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar. İnce ipekten ve parlak atlastan giyerek karşılıklı otururlar. İşte böyle. Bunun yanısıra biz onları hûru'l-în ile evlendiririz. Orada güven içinde her türlü meyveyi isteyebilirler." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Müttakiler ise güvenilir bir makamdadırlar" âyetini açıklarken: "Ölüm ve azaptan yana güven içindedirler" demiştir. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Dahhâk: "Müttakiler ise güvenilir bir makamdadırlar" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Orada ölümden, ihtiyarlıktan, açlıktan ve çıplak kalmaktan yana güven içindedirler. Zira ölmeyecek, yaşlanmayacak, aç ve çıplak kalmayacaklardır." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Müttakiler ise güvenilir bir makamdadırlar" âyetini açıklarken: "Şeytandan, hastalıklardan ve üzüntülerden yana güven içindedirler" demiştir. "Bunun yanısıra biz onları hûru'l-în ile evlendiririz" âyetini açıklarken: "Onları beyaz tenli kızlarla evlendiririz, anlamındadır. İbn Mes'ûd bu ifadeyi: "(Beyaz tenli)" lafzıyla okudu" demiştir. "Orada güven içinde her türlü meyveyi isteyebilirler" âyetini açıklarken de: "Ölümden, hastalıklardan ve şeytandan yana güven içinde diledikleri meyveleri isterler" demiştir. Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Bunun yanısıra biz onları hûru'l-în ile evlendiririz" âyetin açıklarken şöyle demiştir: "Onları hurilerle evlendiririz. Hûr ifadesi de giysilerinin üzerinden bile bacakları görülebilen beyaz tenli kadın demektir. Aynı şekilde ona bakan biri teninin inceliği ve parlaklığından aynaya bakar gibi kendi yüzünün yansımasını görebilir." Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a (.....) ifadesinin anlamını sorunca, İbn Abbâs: "Beyaz tenli zarif kadınlar, anlamındadır" dedi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. A'şâ'nın: Heykeli andıran beyaz tenli kadınlar, hizmetçiler Sular, reyhanlar ve etrafa saçılan kokular vardır" dediğini İşitmez misin?" Beyhakî'nin el-Ba's'da bildirdiğine göre Atâ: (.....) ifadesini: "İri ve siyah gözlü kadınlar" şeklinde açıklamıştır. Hennâd b. es-Serî ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini açıklarken: "Hûr ifadesi beyaz tenli, în ifadesi ise iri gözlü anlamındadır" demiştir. İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Huru'l-în zafirândan yaratılmışlardır" buyurmuştur. İbn Merdûye ve Hatîb'in Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hûru'l-în zafirândan yaratılmışlardır" buyurmuştur. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Leys b. Ebî Selîm: "Bana bildirilene göre hûru'l-în zafirândan yaratılmışlardır" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Hûru'l-în zafirandan yaratılmışlardır" demiştir. İbnu'l-Mübârek'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem: "Yüce Allah hûru'l-în'i topraktan değil misk, kâfûr ve zafirandan yaratır" demiştir. İbn Ebi'd-Dünya Sifatu'l-Cenne'de ve İbn Ebî Hâtim'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şayet hurilerden biri bulanık koca bir denize tükürecek olsa tükürüğünün duruluğundan denizin suyu da durulurdu" buyurmuştur. İbn Ebi'd-Dünya'nın bildirdiğine göre İbn Ömer: "Cennetteki bir kadının kirpiği, kartalın kanadından daha uzundur" demiştir. İbn Ebi'd-Dünya, İbn Abbâs'tan bildirir: "Hurilerden biri gök ile yer arasına elini uzatacak olsa güzelliğinden dolayı bütün mahlûkatın aklını başından alırdı. Şayet kolunun yarısını uzatacak olsa güzelliğinin yanında güneş, lambanın sönmüş fitili gibi kalırdı. Şayet yüzünü gösterecek olsa güzelliği yer ile gök arasını aydınlatırdı." İbn Merdûye ve Deylemî'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hüru'l-In, meleklerin tesbihinden yaratılmışlardır" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid: "Cennet hurilerinden birinin kokusu, beş yüz yıllık bir yolculuk mesafesinden gelir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "Bunun yanısıra biz onları hûru'l-în ile evlendiririz" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yemen dilinde bir ifadedir. Zira Yemenliler: «Filanı filanla evlendirdik» anlamında bunu kullanırlar." 56Bkz. Ayet:59 57Bkz. Ayet:59 58Bkz. Ayet:59 59"Orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Allah, onları cehennem azabından korumuştur... Düşünüp öğüt alsınlar diye onu senin dilinle kolaylaştırdık. O halde bekle, çünkü onlar da beklemektedirler." İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildirir: ibn Mes'ûd'un kıraatinde "Orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar..." âyeti: (.....) lafzıyladır. İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde ölüm boz bir koç şeklinde getirilip Cennet ile Cehennem ahalisinin arasında durdurulur. Her iki kesim de onun ölüm olduğunu bilirler. Cehennem ahalisi: «Allahım! Onu bize musallat kıl (da ölüp kurtulalım)» derken, Cennet ahalisi: «Allahım! Burada ilk ölümden başka bir ölümü bize tattırmayacağına hükmetmiştin» derler. Bunun üzerine ikisinin arasında bu koç kesilip öldürülür. Ölüm bu şekilde kesilip öldürülünce Cehennemdekiler ölmeyecekleri için umutsuzluğa kapılırlar. Cennettekiler ise ölmemenin güveni içinde yaşarlar." Bezzâr, Taberânî M. el-Evsat'ta, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Ba's'da "sahîh bir isnâdla- Câbir b. Abdillah'tan bildirir: "Yâ Resûlallah! Cennet ahalisi uyur mu?" diye sorulunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hayır, uyumazlar. Zira uyku da ölümün bir benzeridir. Cennetlikler ne ölür, ne de uyurlar" karşılığını verdi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Düşünüp öğüt alsınlar diye onu senin dilinle kolaylaştırdık" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt Kur'ân'dır" demiştir. (.....) âyetini de: "Bekle, çünkü onlar da beklemektedirler" şeklinde açıklamıştır. |
﴾ 0 ﴿