CASIYE SÜRESİ

 

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Câsiye Sûresi Mekke'de nazil oldu" demiştir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbnu'z-Zübeyr: "Câsiye (Şerîa) Sûresi Mekke'de nazil oldu" demiştir.

1

Hâ, Mîm.

2

Bu Kitap’ın indirilişi, Azîz, Hakîm olan Allah’dandır.

3

Muhakkak ki göklerde ve yerde mü'minler için (Allah’ın birliğine, kudret ve azametine delâlet eden) alâmetler var.

4

Bkz. Ayet:7

5

Bkz. Ayet:7

6

Bkz. Ayet:7

7

"Sîzin yaratılışınızda ve (Allah'ın) yeryüzünde yaydığı canlılarda, kesin olarak inanan bir toplum için ibret verici işaretler vardır. Gecenin ve gündüzün değişmesinde, Allah'ın gökten indirmiş olduğu rızıkta ve ölümünden sonra yeri onunla diriltmesinde, rüzgarları evirip çevirmesinde, aklını kullanan toplum için dersler vardır... Vay haline, her yalancı ve günahkâr kişinin!"

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Sizin yaratılışınızda..."' âyetini açıklarken: "Bundan kasıt insanların yaratılışıdır" demiştir. "...Allah'ın gökten indirmiş olduğu rızıkta..." âyetini açıklarken: "Gökten inen bu rızıktan kasıt yağmurdur" demiştir. "...Rüzgarları evirip çevirmesinde..." âyetini açıklarken: "Yüce Allah dilerse bu rüzgarları rahmet, dilerse de azap rüzgarları kılar" demiştir. (.....) âyetini da: "Yalancı" şeklinde açıklamıştır.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Vay haline, her yalancı ve günahkâr kişinin!" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt, Muğîre b. Mahzûm'dur" demiştir.

8

Yüzüne karşı Allah’ın âyetleri okunurken işitir de, sonra kibrinden bunları hiç işitmemiş gibi (küfrü üzerinde) ısrar eder. İşte (Ey Resûlüm) onu, acıklı bir azap ile müjdele.

9

(Kur’ân) âyetlerimizden bir şey ona ulaşıb da Kur’ân’dan olduğunu bilince, onu eğlenceye alır. İşte bu hâlde olanlar (var ya), onlar için perişan edici bir azap vardır.

10

Ötelerinde cehennem var. Ne kazandıkları şeyler, ne de Allah’dan başka edindikleri dostlar, kendilerinden hiç bir şeyi (azabı) kaldıramaz. Onlar için büyük bir azap vardır.

11

Bu Kur’ân bir hidâyettir. Rablerinin âyetlerini inkâr edenler ise, onlara, en şiddetlisinden acıklı bir azap vardır.

12

Allah O’dur ki, denizi sizin hizmetinize bağladı; Allah’ın emri ile hem denizde gemiler hareket etsin, hem de fazlından (rızık) arayasınız diye... Gerek ki şükredersiniz.

13

"Göklerdeki ve yerdeki her şeyi kendi katından sizin hizmetinize verendir. Elbette bunda düşünen bir toplum için deliller vardır."

İbnu'l-Münzir, İkrime'den bildirir: İbn Abbâs, Kur'ân'da dört âyete açıklama yapmazdı. Bunlardan biri: "Göklerdeki ve yerdeki her şeyi kendi katından sizin hizmetinize verendir..." âyetidir. Diğerleri Rakîm ile Gislînifadelerinin geçtiği âyetlerdir.

İbn Ebî Hâtim, İkrime'den bildirir: "İbn Abbâs, okuyan kişiyi uyarıp hatasını düzeltmek dışında, "Göklerdeki ve yerdeki her şeyi kendi katından sizin hizmetinize verendir..." âyetinin açıklamasını yapmazdı."

Abdurrezzâk, Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in Azame'de İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Göklerdeki ve yerdeki her şeyi kendi katından sizin hizmetinize verendir..." âyetini açıklarken: "Işık, güneş ve ay bunlardan bazılarıdır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Göklerdeki ve yerdeki her şeyi kendi katından sizin hizmetinize verendir..." âyetini açıklarken: "Her şey Allah'ın katındandır" demiştir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve Beyhakî el-Esmâ' ve's-Sifât'ta Tâvus'tan bildirir: Adamın biri Abdullah b. Amr b. el-Âs'a geldi ve: "Her şey neyden yaratıldı?" diye sordu. Abdullah: "Her şey su, ışık, karanlık, rüzgar ve topraktan yaratıldı" dedi. Adam: "Peki bunlar neyden yaratıldı?" diye sorunca, Abdullah: "Bilmiyorum" karşılığını verdi. Daha sonra adam Abdullah b. ez-Zübeyr'in yanına geldi ve aynı şeyleri sordu. Abdullah b. ez- Zübeyr de Abdullah b. Amr'ın dediği şeyleri söyledi. Bunun üzerine adam İbn Abbâs'a gitti ve: "Her şey neyden yaratıldı?" diye sordu. İbn Abbâs: "Her şey su, ışık, karanlık, rüzgar ve topraktan yaratıldı" dedi. Adam: "Peki bunlar neyden yaratıldı?" diye sorunca, İbn Abbâs cevap olarak: "Göklerdeki ve yerdeki her şeyi kendi katından sizin hizmetinize verendir..." âyetini okudu. Bunun üzerine adam: "Böylesi bir cevabı da ancak Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Ehl-i Beyt'inden biri verebilirdi" dedi.

14

"İnananlara söyle, Allah'ın günlerinin geleceğini ummayanları bağışlasınlar. Çünkü Allah her toplumu, yaptığına göre cezalandıracaktır."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "İnananlara söyle, Allah'ın günlerinin geleceğini ummayanları bağışlasınlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) devamlı olarak Müslümanları hoşgörüye davet ve teşvik etti. En sonunda Allah'ın günlerini dahi ummayanları hoş görüp bağışlaması istendi. Bu âyetin de, "Eğer savaşta onları yakalarsan, ibret almaları için onlar ile arkalarında bulunan kimseleri de dağıt" âyetiyle neshedildiği söylenir.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İnananlara söyle, Allah'ın günlerinin geleceğini ummayanları bağışlasınlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Müşrikler Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) eziyet eder, onu alaya alır ve yalanlardı. Ancak kendisi yine bunları görmezden gelir ve hoş görürdü. Daha sonra ise Yüce Allah bütün müşriklerle savaşmasını emretti. Bu emirle de bu hoş görü âyeti neshedilmiş oldu."

Ebû Dâvud Nâsih'de, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "İnananlara söyle, Allah'ın günlerinin geleceğini ummayanları bağışlasınlar..." âyetini açıklarken: "Allah'ın kendilerine nimet verip vermediğine aldırmayanları hoş gör, anlamındadır" demiştir. Süfyân da: "Savaş (kitâl) âyetinin bu âyeti neshettiği söylenir" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Enbârî'nin Mesâhifde bildirdiğine göre Katâde: "İnananlara söyle, Allah'ın günlerinin geleceğini ummayanları bağışlasınlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu âyet, "Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün..." âyetiyle neshedilmiştir."

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ebû Müslim el-Horasânî, cariyelerinden birine: Şayet Yüce Allah: "İnananlara söyle, Allah'ın günlerinin geleceğini ummayanları bağışlasınlar..." buyurmamış olsaydı seni ağır bir şekilde döverdim" dedi. Cariye: "Ama ben Allah'ın günlerini umuyorum. O halde neden beni dövmüyorsun?" diye sorunca, Ebû Müslim: "Allah'ın günlerini ummayanları bağışlarken, umanlar elbette ki bağılanmayı daha fazla hakkediyor. Bunun için artık özgürsün, gidebilirsin!" dedi.

16

Bkz. Ayet:21

17

Bkz. Ayet:21

18

Bkz. Ayet:21

19

Bkz. Ayet:21

20

Bkz. Ayet:21

21

"Andolsun biz, İsrailoğullarına kitap, hüküm ve peygamberlik verdik. Onları güzel ve temiz yiyeceklerle rızıklandırdık ve onları âlemlere üstün kıldık... Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma... Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!"

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: "Andolsun biz, İsrailoğullarına kitap, hüküm ve peygamberlik verdik..." âyetini açıklarken: "Hükümden kasıt, anlayış ve kavrayıştır" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık..." âyetini açıklarken: "Yol, mezhep sahibi yaptık, anlamındadır "demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık..." âyetini açıklarken: "Şeriatten kasıt, hidâyet ve apaçık yoldur" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık..." âyetini açıklarken: "Şeriatten kasıt, farzlar, hadler, emirler ve yasaklardır" demiştir.

İbnu'l-Mübârek, Saîd b. Mansûr, İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Abdullah b. Ahmed Zühd'de zevâidinde ve Taberânî, Ebu'd-Duhâ vasıtasıyla Mesrûk'tan bildirir: Temîm ed-Dârî, Makam'ın yanında Câsiye Sûresi'ni okudu. "Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!" âyetine gelince sabaha kadar ağlayarak bu âyeti tekrar edip durdu.

İbn Ebî Şeybe, Rabî' b. Huseym'in azatlısı olan Beşîr'den bildirir: Bir defasında Rabî' b. Huseym namaz kılarken "Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!" âyetine yetişince sabaha kadar bunu tekrar edip durdu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar?" âyetini açıklarken: "Mümin kişi, dünyada da âhirette de mümindir. Kafir kişi de dünyada da, âhirette de kafirdir" demiştir.

22

Hâlbuki Allah, gökleri ve yeri adaletle yarattı, (zulüm olsun diye değil). Hem de herkese kazandığının karşılığı verilmek için (yarattı)... Onlara asla haksızlık edilmez.

23

"Heva ve hevesini tanrı edinen, bilgisi olduğu halde Allah'ın şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü? Onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Ey insanlar! Anlamaz mısınız?"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Lâlekâî Sünne'de ve Beyhakî'nin el- Esmâ' ve's-Sifât'ta bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Heva ve hevesini tanrı edinen, bilgisi olduğu halde Allah'ın şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü?" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Burada söz konusu olan kişi kafir olan kişidir. Zira kafir bu konuda ilahi hiçbir delil ve kanıtı olmadan kendine bir din edinmiştir. Yüce Allah da ezeli ilmiyle onun hidâyete ermeyeceğini bildiği için de onu saptırmış, yolunu şaşırtmıştır."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Heva ve hevesini tanrı edinen, bilgisi olduğu halde Allah'ın şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü?" âyetini açıklarken: "Böylesi bir kişi arzu ettiği, nefsinin hoş gördüğü her şeyin peşine düşer ve Allah'tan korkup çekinmez" demiştir.

Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Araplardan bazıları bir taşa tapardı. Ancak o taştan daha iyisini bulduğu zaman onu atıp yeni taşa tapmaya başlardı. Bu konuda Yüce Allah: "Heva ve hevesini tanrı edinen, bilgisi olduğu halde Allah'ın şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü?" âyetini indirmiştir.

24

"Dediler ki: Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman helak eder. Bu hususta onların hiçbir bilgisi de yoktur. Onlar sadece zanna göre hüküm veriyorlar."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirir: Cahiliye insanları: "Bizi helak edecek olan ancak gece ile gündüzlerdir (zamandır)" derlerdi. Yüce Allah da Kitâb'ında bu konuda: "Dediler ki: Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman helak eder..." buyurdu. Ayrıca Yüce Allah, insanın zamana (dehr'e) dil uzatmakla kendisine eziyet ettiğini, zira zamanın kendisi olduğunu, bu işin elinde bulunduğunu, gece ile gündüzleri evirip çevirdiğini ifade etmiştir.

Ebû Ubeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti: "(=Dediler ki: Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Yaşarız ve ölürüz...)" şeklinde okumuştur.

Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah buyurur ki: İnsanoğlu zamana (dehr'e) dil uzatmakla bana eziyet ediyor. Zira zaman benim. Bu iş benim elimdedir. Gece ile gündüzü evirir çeviririm. "

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "Dehr ifadesinden kasıt zamandır" demiştir.

İbn Cerîr ve Beyhakî'nin el-Esmâ' ve's-Sifât'ta Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah buyurur ki: «Âdemoğlu: "Kahrolsun zamana!"» demesin. Zira zaman (dehr) benim. Gece ile gündüzü gönderen benim ve istesem bunları tutar bitiririm. "

İbn Cerîr ve Hâkim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah buyurur ki: «Kulumdan borç istedim, ancak vermedi ve: "Yazıklar olsun şu zamana!" diyerek bana dil uzatmakta. Zira zaman (dehr) benim.»"

25

Kendilerine açık açık âyetlerimiz okunduğu zaman, delilleri ancak şunu demekten ibaret olmuştur: “Haydi, babalarımızı getirin, (eğer öldükten sonra dirilme var sözünde) doğru iseniz.”

26

(Ey Resûlüm, onlara) de ki: “ Sizi Allah diriltiyor, sonra sizi O öldürecek. Sonra da sizi, vukuunda şüphe olmıyan kıyâmet günü (diriltib bir araya)toplıyacaktır.” Fakat insanların çoğu (bu gerçeği) bilmezler.

27

"Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Kıyamet kopacağı gün, işte o gün hatıla sapanlar hüsrana uğrayacaklardır."

Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre Abdullah b. Ömer bir toplulukla karşılaştı. Üzerinde de çok güzel bir cübbe vardı. O topluluktan biri: "Ben bu adamın cübbesini elinden alsam bana ne verirsiniz?" diye sorunca, bir meblağ tayin ettiler. Bunun üzerine adam Abdullah b. Ömer'in yanına geldi ve: "Ey Ebû Abdirrahman! Şu üzerindeki cübbe benim!" dedi. İbn Ömer: "Ama bunu dün kendim satın aldım" deyince, adam: "Sana benim olduğunu söyleyip bildirdim. Artık onu giymen sakıncalıdır" karşılığını verdi. Abdullah b. Ömer cübbeyi çıkarıp adama vermek üzereyken oradakiler gülmeye başladı. Abdullah onlara: "Neden gülüyorsunuz?" diye sorunca, onlar: "Bu adam işi gücü olmayan, boş biri!" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Abdullah adama döndü ve: "Kardeşim! Bilmez misin ki önünde ölüm vardır! Sabah mı akşam mı, gece mi gündüz mü ne zaman geleceğini de bilmiyorsun. Sonrasında kabir hayatı var, orada yaşanacak büyük korku var, Münker ve Nekir'in sorgusu var. Daha sonrasında da batıla sapanların hüsrana uğrayacakları bir gün olan kıyamet günü var!" deyince oradakiler ağlamaya başladı. Sonrasında Abdullah yoluna devam etti.

28

"Her ümmeti câsiye olarak görürsün. Her ümmet kendi kitabine çağrılır. (Onlara) Bugün, size işlediğinizin karşılığı verilecektir (denilir)."

Abd b, Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "Her ümmeti câsiye olarak görürsün..." âyetini açıklarken: "Her ümmetin, diğerlerinden ayrı bir yerde toplandığını görürsün, anlamındadır "demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Her ümmeti câsiye olarak görürsün..." âyetini açıklarken: "Her ümmeti diz üstü çökmüş olarak görürsün, anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Her ümmeti câsiye olarak görürsün..." âyetini açıklarken: "Hesap anında her ümmetin diz üstü çökmüş olduğunu görürsün" demiştir.

Saîd b. Mansûr, Abdullah b. Ahmed Zühd'de zevâidinde, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî el-Ba's'da Abdullah b. Bâbâh'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sizleri Cehennemin önünde yüksek bir yerde diz çökmüş bir şekilde görür gibiyim" buyurdu. Daha sonrasında ravi Süfyân: "Her ümmeti câsiye olarak görürsün..." âyetini okudu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Her ümmet kendi kitabına çağrılır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Kıyamet gününde bir ümmetin diğerinden önce, bir topluluğun diğerinden önce, bir adamın diğerinden önce yani herkesin sırayla hesap için huzura çağrılacağını biliyorsunuz. Bize bildirilene göre Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde her ümmete, dünyada iken taş veya odun veya put veya hayvan olarak taptığı şey ne ise karşısına çıkarılır ve kendilerine: «Herkes dünyada iken bunlardan hangisine tapmışsa peşinden gitsin!» denilir. Kendilerine tapılan bu şeyler de kendi taraftarlarının önüne geçer ve onları götürüp Cehenneme atar. Geriye Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmeti ve Ehl-i kitâb'dan olanlar kalır. Yahudilere: «Dünyada iken neye tapıyordunuz?» diye sorulunca, Yahudilerden çok az bir kısmı hariç geriye kalanlar: «Allah'a ve Üzeyr'e tapıyorduk» derler. Onlara: «Ama Üzeyr bu konuda sizin gibi değildi, sizler de onun gibi değildiniz!» karşılığı verilir ve sol tarafa doğru sürülürler. Vurmak isteseler de duramazlar. Sonra Hıristiyanlar çağırılır ve onlara da: «Dünyada iken neye tapıyordunuz?» diye sorulur. Hıristiyanlardan çok az bir kısmı hariç geriye kalanlar: «Allah'a ve İsa'ya tapıyorduk» derler. Onlara: «Ama İsa bu konuda sizin gibi değildi, sizler de onun gibi değildiniz!» karşılığı verilir ve sol tarafa doğru sürülürler. Durmak isteseler de duramazlar. Geriye Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmeti kalır. Onlara: «Siz dünyada iken neye tapıyordunuz?» diye sorulunca: «Biz sadece bir tek olan Allah'a tapıyorduk! Böylesi bir günden de çekindiğimiz için bunlardan ayrı durduk» derler. Bunun üzerine müminlerin secde etmesine izin verilir. Müminler secdeye gider, ancak aralarında da münafıklar bulunur. Müminler secdeye giderken Münafıkların sırtı sert olur ve bir türlü secde edemezler. Bu şekilde Yüce Allah müminlerin secdesini geriye kalanlar için bir kınanma, küçük düşürme ve pişmanlık vesilesi kılar. "

29

"Bu, yüzünüze karşı gerçeği söyleyen kitabımızdır. Çünkü biz, yaptıklarınızın kopyasını çıkarıyorduk"

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bu, yüzünüze karşı gerçeği söyleyen kitabımızdır. Çünkü biz, yaptıklarınızın kopyasını çıkarıyorduk" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kitaptan kasıt Ümmü'l-Kitâb'tır ve içinde insanların yapacakları şeyler yazılıdır. Kopyayı çıkaran da meleklerdir. Melekler, insanların (günlük) yapacakları şeyleri bu ana kitaptan kopya ederler."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs'a: "...Çünkü biz, yaptıklarınızın kopyasını çıkarıyorduk" âyeti sorulunca şöyle demiştir: "Yüce Allah ilk olarak Kalem'i sonra da mürekkeb hokkası olan Nûn'u, sonra da levhaları yarattı. Bunları yarattıktan sonra kuruluşundan yok oluşana kadar dünyada yaratılacak büyün şeyler, iyi veya kötü yapılacak bütün işler, rızık, helal, haram, yaş kuru ne varsa hepsini yazdı. Sonrasında bunlardan her birinin dünyaya ne zaman geleceğini, ne kadar kalacağını, ne zaman yok olup gideceğini takdir edip belirledi. Daha sonrasında yazılan bu Kitab'a (levhalara) bazı melekleri görevlendirdi. Yaratma konusunda da bazı melekleri görevlendirdi. Bundan dolayı yaratma melekleri Kitab'tan sorumlu olan meleklerin yanına gelir ve bir günlük yapılacak şeyleri bu Kitab'tan alıp kayda geçerler. Sonra da her bir melek Allah'ın da emriyle sorumlu olduğu alanda kayda geçtiği şeyleri gerçekletirmek üzere insanlara iner ve onları elindeki nüshada yazılı olanlara göre yönlendirirler." Adamın biri kalkıp: "Ey İbn Abbâs! Meleklerin günlük olarak bu tür şeyleri yazıp kayda geçtiğini düşünmüyorduk" deyince, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Sizler Arap değil misiniz? Yüce Allah: "...Çünkü biz, yaptıklarınızın kopyasını çıkarıyorduk" buyurur. Kopya (istinsâh) işi de yazılı olan bir kitaptan olmaz mı?"

İbn Cerîr, ibn Abbâs'tan bildirir: "Yüce Allah, Nûn'u yani hokkayı yarattı. Sonra Kalem'i yaratıp: "Yaz!" emrini verdi. Kalem: "Ne yazayım?" deyince, Yüce Allah: "Kıyamet gününe kadar olacak olan şeyleri, iyi veya kötü yapılacak işler, taksim ve takdir edilen rızıkları, haram ile helalleri yaz. Sonra bunlardan her birinin dünyaya ne zaman geleceğini, ne kadar kalacağını, ne zaman yok olup gideceğini belirleyip tayin et" buyurdu. Sonra kullar için Hafaza denilen melekleri, yazılan bu Kitab'a da Hazene denilen melekleri görevlendirdi. Hafaza melekleri her bir günün amellerini Hazene meleklerinin başında bulunduğu Kitap'tan kopya edip yazarlar. Kişinin rızkı ve eceli bitmişse, Hazafa melekleri Hazene meleklerinin yanına gelip de o kişinin diğer günle ilgili işlerini istedikleri zaman, Hazene melekleri: "Söz konusu kişi hakkında bizde bir şey görünmüyor" cevabını verirler. Hafaza melekleri geri döndüklerin de söz konusu kişi veya kişilerin ölmüş olduklarını görürler." Ravi der ki: Daha sonra İbn Abbâs oradakilere şöyle dedi: "Sizler Arap değil misiniz? Hafaza meleklerinin: "...Çünkü biz, yaptıklarınızın kopyasını çıkarıyorduk" dediğini işitmez misiniz? Kopya (istinsâh) işi de asıl olan bir nüsha ve kitaptan olmaz mı?"

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: "Yüce Allah'ın her gün yeryüzüne bazı şeylerle inen ve o şeyler üzerine insanların amellerini yazan melekleri vardır" demiştir.

İbn Merdûye'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah her şeyden önce Kalem'i yarattı ve onu sağ eline aldı ki Allah'ın her iki eli de sağdır. Daha sonra dünyada iyi kötü, yaş kuru ne varsa, olacak ve yapılacak tüm şeyleri yazdı ve adına Zikr denilen bir kitapta bunları sakladı. İsterseniz bu konuda: «...Çünkü biz, yaptıklarınızın kopyasını çıkarıyorduk» âyetini okuyun. Kopyalama işi de yazıp bitirilmiş bir yerden yapılmaz mı?"

İbn Merdûye -zayıf bir isnâdla- İbn Abbâs'tan bildirir: "...Çünkü biz, yaptıklarınızın kopyasını çıkarıyorduk" âyeti konusunda Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bunlar dünya ahalisinin iyi veya kötü yaptıklarıdır, amelleridir. Bunlar sabah veya akşam vakti günlük olarak semadan iner. Kişinin gün içinde ölmesi veya suda boğulması, üzerine ev göçmesi, dağdan aşağıya düşmesi, kuyuya düşmesi veya ateşte yanması gibi başına gelen şeyler Hafaza melekleri tarafından kayda geçirilir. Akşam olunca da kayda geçtikleri bu şeylerle semaya çıkarlar. Yazdıkları şeylerin Ümmü'l- Kitâb'ta da aynı şekilde geçtiğini görürler."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Hafaza melekleri insanların yapacakları şeyleri Ümmü'l-Kitâb'tan kopya edip yazarlar. İnsan da Hafaza meleklerinin Ümmü'l-Kitâb'tan kopyaladığı şeyleri yapar."

İbn Merdûye ve Ebû Nuaym'ın Hilye'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Yüce Allah, yanındaki Zikr'de (Ümmü'l-Kitâb'da) kıyamete kadar olacak şeylerin hepsini yazdı, sonra da Hafaza meleklerini bu yazdıklarıyla Âdem ile nesline gönderdi. Hafaza melekleri kulların yapacakları şeyleri Ümmü'l- Kitâb'dan kopyalayıp yazarlar" dedi ve: "Bu, yüzünüze karşı gerçeği söyleyen kitabımızdır. Çünkü biz, yaptıklarınızın kopyasını çıkarıyorduk" âyetini okudu.

Hâkim, Lâlekâî Sünne'de ve İbn Merdûye, Miksam vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah ilk önce Kalem'i yarattı ki bu kalem nurdan oldu. Sonra ona: "Levh-i Mahfûz'a yaz!" emrini verdi. Kalem: "Rabbim! Neyi yazayım?" diye sorunca, Yüce Allah: "Kıyamet gününe kadar olacak bütün şeyleri yaz" buyurdu. Yüce Allah daha sonra insanları yarattığı zaman amellerini kayda geçmek üzere Hafaza meleklerini görevlendirdi. Kıyamet gününde de insanlara, amellerini içeren bu kitaplar arzedilir ve: "İşte bu yüzünüze karşı gerçeği söyleyen kitabımızdır, zira yaptığınız her şeyi kopya ediyorduk" denilir. İnsanların amellerini içeren kitaplar ile Levh-i Mahfuz'da yazılı olanlar karşılaştırıldığında da aynı olduğu görülür. Sizler Arap değil misiniz? Kopya işi başka bir kitaptan olmaz mı?

Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Çünkü biz, yaptıklarınızın kopyasını çıkarıyorduk" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah, Ramazan ayının Kadir gecesinden bir sonraki yıl aynı geceye kadar olacak bütün şeyleri Ümmü'l-Kitab'dan kopyalayıp kayda geçmek üzere bazı melekleri görevlendirmiştir. Hafaza melekleri her Perşembe gecesi insanların amellerinin kaydını tuttukları kitapları Ümmü'l-Kitâb'da yazılı olanla karşılaştırırlar. Bunun sonucunda Hafaza meleklerinin yazdığı ile Ümmü'l- Kitâb'da yazılı olanın aynı olduğu, ne eksiği ne de fazlası bulunduğu görülür."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bugüne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi, bu gün biz de sizi unutuyoruz..." âyetini açıklarken: "Böylesi bir güne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi biz de sizleri Cehennem içinde unutup burada bırakacağız" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: Bugüne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi, bu gün biz de sizi unutuyoruz..."âyetini açıklarken: "Dünyada iken bana itaati ve beni anmayı nasıl unutup bıraktıysanız bu gün biz de sizi Cehennem ateşinde unutup bırakacağız" demiştir.

30

Fakat îman edip sâlih ameller işliyenlere gelince; Rableri onların rahmetine (cennetine) koyacaktır. İşte açık ve parlak zafer budur.

31

Kâfir olanlara ise, (şöyle denecek): Âyetlerim size okunurken kibirleniyordunuz ve günahkâr bir toplum bulunuyordunuz, değil mi idi?

32

Hem (size ey kâfirler): “ Allah’ın (ölüleri dirilteceğine dair) vaadi hakdır ve kıyâmetin kopmasında şüphe yoktur.” denildiğinde, demiştiniz ki: Bilmiyoruz, kıyâmetin kopması nedir? Ancak bir zandan ibaret olduğuna kaniyiz ve biz yakinen inananlar değiliz.

33

Derken yaptıkları amellerin kötülükleri onlara zahir olmuş ve alay edip durdukları şeyin cezası (olan azap) kendilerini kuşatıvermiştir.

34

Ve (onlara şöyle) denir: “ Siz bu gününüze kavuşmayı unutmuş olduğunuz gibi, biz de bugün sizi unutacağız, (sizi ateşte bırakacağız). Yeriniz ateştir ve size yardımcılardan hiç bir kimse yoktur.

35

Size bu cezanın sebebi şu: Çünkü siz Allah’ın âyetlerini eğlenceye aldınız ve dünya hayatı sizi aldattı. Onun için, bugün ateşten çıkarılmazlar ve kendilerinden (Allah’ı razı kılacak) bir özür de kabul edilmez.

36

O hâlde bütün hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi, alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.

37

"Göklerde ve yerde ululuk O'na aittir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir."

İbn Asâkir'in Amr b. Zer'den, onun da babasından bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bir topluluk Yüce Allah'ı zikretmek üzere oturdukları zaman aynı sayıda melek de onlarla birlikte oturur. Topluluk Allah'a hamdettiği zaman bu melekler de hamdeder, tesbih ettikleri zaman melekler de tesbih eder, tekbîr getirdikleri zaman melekler de tekbîr getirirler. Bağışlanma diledikleri zaman da melekler «âmin» derler. Sonrasında Yüce Allah'ın huzuruna çıkarlar. Yüce Allah neler olduğunu sorunca, melekler: «Rabbimiz! Yeryüzündeki kulların seni zikredince biz de onlarla birlikte seni zikrettik» derler. Yüce Allah: «Ne dediler?» diye sorunca, melekler: «Rabbimiz! Sana hamdettiler» derler. Yüce Allah: «İlk ibadet edilen ve en son kendisine hamdedilen benim!» buyurur. Melekler: «Rabbimiz! Seni tesbih ettiler» dediklerinde, Yüce Allah: «Bana ait övgüler benden başkasına yaraşmaz» buyurur. Melekler: «Rabbimiz! Seni tekbîr ettiler» deyince, Yüce Allah: «Göklerde ve yerde ululuk bana aittir. Mutlak güç, hüküm ve hikmet sahibi de benim» buyurur. Melekler: «Rabbimiz! Senden bağışlanma dilediler» deyince, Yüce Allah: «Siz de şahit olun ki onları bağışladım» buyurur.'"

İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah'ın üç çeşit giysisi (sıfatı) vardır. İzârı izzet, gömleği rahmet, ridası da ululuktur. Kişi Yüce Allah'ın üstün kıldığı bir şey dışında kendini üstün gördüğü zaman (kıyamet gününde) kendisine: «Tat bakalım. Hani sen kendince üstündün, şerefliydin» denilir. İnsanlara merhamet edene Yüce Allah da merhamet eder. İşte böylesi bir kişi giymesi gereken gömleği (rahmet gömleğini) giymiş demektir. Kibir taslayan kişi ise Allah'ın ululuk ridası konusunda Allah'la çekişiyor demektir. Oysa Yüce Allah: «Benimle çekişen kişiyi Cennete sokmam!» buyurur."

İbn Ebî Şeybe, Müslim, Ebû Dâvud, İbn Mâce, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah buyurur ki: «Benim ridâm ululuk, izârım ise azamettir. Bunlardan birinde benimle çekişecek olanı da Cehennem ateşine atarım.»"

0 ﴿