AHKÂF SÛRESİ

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ahkâf Sûresi Mekke'de nazil oldu" demiştir.

İbn Merdûye, İbnu'z-Zübeyr'den aynısını bildirir.

Ahmed -ceyyid bir isnâdla- İbn Mes'ûd'dan bildirir: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana Âl-i Hâ mîm (Hâmîm ile başlayan sûreler)den Ahkâf Sûresi'ni okuttu. Âyet sayısı otuzdan fazla olan sûreler Selâsûn olarak da isimlendirilirdi."

İbnu'd-Durays ve Hâkim, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana Ahkâf Sûresi'ni okuttu. Aynı sûreyi bir başkasına da okutmuştu. O adam bu sûreyi farklı bir şekilde okuyunca ona: "Sana bu sûreyi kim okuttu?" diye sordum. Adam: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) okuttu" karşılığını verdi. Ben de: "Vallahi bana da bu sûreyi Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) okuttu ama senin okuduğundan farklı bir şekilde okuttu" dedim ve birlikte Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gittik. Vardığımızda: " Resûlallah! Bana bu sûreyi şu şu şekilde okutmadın mı?" diye sordum. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet, okuttum" buyurdu. Yanımdaki adam da: "Bu sûreyi bana da şu şu şekilde okutmadın mı?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine: "Evet, okuttum" karşılığını verdi. Sonrasında Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzünün rengi değişti ve: "Her biriniz sûreyi benden duyduğu şekilde okusun. Zira sizden öncekiler aralarında çekişmekten dolayı helak oldular" buyurdu.

1

Bkz. Ayet,8

2

Bkz. Ayet,8

3

Bkz. Ayet,8

4

Bkz. Ayet,8

5

Bkz. Ayet,8

6

Bkz. Ayet,8

7

Bkz. Ayet,8

8

"De kî: «Allah'ı bırakıp da taptıklarınızı gördünüz mü? Bana gösterin, yeryüzünden neyi yaratmışlardır? Yoksa göklerin yaratılışında onların bir ortaklığı mı var? Eğer doğru söyleyenler iseniz bıından önceki bir kitap, yahut bir bilgi kalıntısı olsun getirin banal» Kim, Allah'ı bırakıp da, kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan daha sapıktır? Oysa onlar, bunların tapınmalarından habersizdirler. İnsanlar (kıyamet günü) toplandığında, o taptıkları kendilerine düşman oluverir, onların ibâdetlerini de inkâr ederler. Âyetlerimiz onlara açıkça okunduğu zaman, o küfredenler kendilerine geldiğinde Hak (kitap Kur an) için, düşünmeden «Bu, apaçık bir büyüdür» dediler. Yoksa, «Onu uydurdu mu» diyorlar? De ki: Eğer ben onu uydurmuşsam, Allah'tan gelecek olana (cezaya) karşı siz benim için hiçbir şey yapamazsınız. O, sizin, hakkında (düşüncesizce) yaygara kopardığınız şeyi daha iyi bilir. Benimle sizin aranızda şâhit olarak O yeter! O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir."

Ahmed, Taberânî, İbn Asâkir, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Ebû Seleme b. Abdirrahman vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir:

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem), "...Yahut bir bilgi kalıntısı..." âyetini açıklarken: "Bundan kasıt yazılı bir şeydir" buyurdu.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, Hâkim, İbn Merdûye ve Hatîb'in Ebû Seleme vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Yahut bir bilgi kalıntısı..." âyetini açıklarken: "Bundan kasıt yazılı bir şeydir" demiştir.

Saîd b. Mansûr, Safvân b. Süleym vasıtasıyla Atâ b. Yesâr'dan bildirir: "Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) yazı konusu sorulunca: "Bunu bir peygamber öğrenmişti ve yazardı. Onun yazısının benzerini yazabilenler onun ilmini de bilmiş olurlar" buyurdu." Safvân der ki: Bunu Ebû Seleme b. Abdirrahrnan'a aktardığımda şöyle dedi: "Ben de bunu İbn Abbâs'a sorduğumda: "Yazı da bilgiden bir kalıntıdır" demişti."

Abd b. Humeyd ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Peygamberlerden biri yazı yazardı. Onun yazısının benzerini yazabilen kişi onun ilmini de öğrenmiş olur" buyurmuştur.

İbn Merdûye, Ebû Saîd'den bildirir: Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem), "...Yahut bir bilgi kalıntısı..." âyetini açıklarken: "Bundan kasıt güzel yazıdır" buyurmuştur.

Taberânî M. el-Evsat'ta ve Hâkim'in Şa'bî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Yahut bir bilgi kalıntısı..." âyetini açıklarken: "Bundan kasıt güzel yazıdır" demiştir.

İbn Cerîr'in Ebû Seleme vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Yahut bir bilgi kalıntısı..." âyetini açıklarken: "Arapların yere çizerek yaptığı bir tür yazı şeklidir" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "...Yahut bir bilgi kalıntısı..." âyetini açıklarken: "Yahut özel bir bilgi getirin, anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Yahut bir bilgi kalıntısı..." âyetini açıklarken: "Bu konuda açıklayıcı bir kanıt getirin, anlamındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Yahut bir bilgi kalıntısı..." âyetini açıklarken: "Bu konuda bilgisi olan birini getirin, anlamındadır" demiştir. "...O, sizin, hakkında yaygara kopardığınız şeyi daha iyi bilir..." âyetini açıklarken: "Hakkında konuştuğunuz şeyleri daha bilir, anlamındadır" demiştir.

9

"De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah: "De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem..." buyurduktan sonra, Fetih Sûresi'indeki "Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar..." âyeti ile "İnanan erkek ve kadınları, içinde temelli kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar, onların kötülüklerini örter. Allah katında büyük kurtuluş işte budur" âyetini indirdi ve Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) hem kendisine, hem de diğer müminlere neler yapacağını bildirdi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: "De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim..." âyetini açıklarken: "Peygamberimizden (sallallahu aleyhi vesellem) önce de peygamberler gelmişti" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atiyye: "...Bana ve size ne yapılacağını da bilmem..." âyetini açıklarken: "Mekke'de mi bırakılacağım yoksa buradan çıkacak mıyım, bilmiyorum, anlamındadır" demiştir.

Ebû Dâvud Nâsih'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Bana ve size ne yapılacağını da bilmem..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Fetih Sûresi'inde nazil olan "Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar..." âyetiyle bu âyet neshedildi. Bunun üzerine Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Müslümanların yanına çıktı ve Yüce Allah'ın geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladığı müjdesini verdi. Müminlerden bir adam: "Yâ Resûlallah! Gözün aydın! Şimdi sana ne yapılacağını öğrendik. Peki bize ne yapılacak?" deyince, Yüce Allah, Ahzâb Sûresi'ndeki "Mü'minlere kendileri için Allah'tan büyük bir lütuf olduğunu müjdele" âyeti indirdi. Yine: "İnanan erkek ve kadınları, içinde temelli kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar, onların kötülüklerini örter. Allah katında büyük kurtuluş işte budur" âyetini indirerek hem Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem), hem de müminlere ne yapacağını bildirdi.

İbn Cerîr, İkrime ile Hasan(-ı Basrî)'den aynısını bildirir.

Ahmed, Buhârî, Nesâî ve İbn Merdûye, Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) biat edenlerden biri olan Ümmü'l-Alâ'dan bildirir: Osman b. Maz'ûn öldüğü zaman: "Ey Ebu's-Sâib! Allah'ın rahmeti üzerine olsun. Şehadetim odur ki Allah sana ikramlarda bulunacaktır" dedim. Bunu duyan Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Allah'ın ona ikramlarda bulunacağını nereden biliyorsun? Allah tarafından kendisine ölüm gelmiştir ve kendisi için hayırlar umuyorum. Ancak Allah'ın elçisi olmama rağmen ben bile bana ve size ne yapılacağını bilmiyorum" buyurdu. Bunun üzerine: "Vallahi bundan sonra hiç kimseyi tezkiye etmeyeceğim" dedim.

Taberânî ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Osman b. Maz'ûn öldüğü zaman karısı veya kadının biri: "Cennet sana hayırlı olsun ey Maz'ûn'un oğlu!" dedi. Bunu duyan Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) kadına kızmış bir şekilde baktı ve: "Cennete gireceğini nereden biliyorsun? Vallahi Allah'ın elçisi olmama rağmen bana ne yapılacağını bilmiyorum!" buyurdu. O zaman henüz "Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar..." âyeti nazil olmamıştı. Kadın: "Yâ Resûlallah! Osman senin arkadaşın ve askerindir. Sen ne olduğunu daha iyi bilirsin" deyince, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Kendisine Rabbinin rahmetini umuyor, ancak günahlarından dolayı da kendisi için endişe ediyorum" buyurdu.

İbn Hibbân ve Taberânî, Zeyd b. Sâbit'ten bildirir: Osman b. Maz'ûn öldüğü zaman Ümmü'l-Alâ: "Ey Ebu's-Sâib! Rahat ol, zira Cennette olacaksın" dedi. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ona: "Cennette olacağını nereden biliyorsun?" diye sorunca, Ümmü'l-Alâ: "Yâ Resûlallah! Osman b. Mâzûn bu!" karşılığını verdi. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) de: "Öyle, kendisinden hayırdan başka bir şey görmedik, ama vallahi ben bile bana ne yapılacağını bilmiyorum" buyurdu.

Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: "...Bana ve size ne yapılacağını da bilmem..." âyeti nazil olduğu zaman Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bir süre endişe içinde ibadetlerini yerine getirdi. Daha sonra: "Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik. Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar..." âyetleri nazil olunca daha fazla ibadet etmeye başladı. Kendisine: "Yüce Allah geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamışken daha fazla mı ibadet ediyorsun?" denilince: "Şükreden bir kul olmayayım mı?" karşılığını verdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "...Bana ve size ne yapılacağını da bilmem..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Daha sonra nazil olan : "Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik. Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar..." âyetleriyle Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) kendine ne yapılacağını öğrenmiştir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Bana ve size ne yapılacağını da bilmem..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Âhirette kendisine ne yapılacağını bilmediğini söylemekten Allah'a sığınırız. Zira diğer peygamberlerle birlikte kendisinden söz alındığı zaman âhirette Cennette olacağını bilmiştir. Kendisine ne yapılacağını bilmemesi konusu da dünya hayatıyla ilgilidir. "Benden önceki peygamberlerin yurtlarından çıkarılması gibi yurdumdan mı çıkarılacağım, yoksa daha önceki peygamberlerden öldürülenler gibi ben de mi öldürüleceğim, bunu bilmiyorum" anlamındadır. Ümmetine ne olacağını bilmemesi konusu da, kendisini tasdik eden mi yoksa yalanlayan bir ümmet mi olacağını, gökten atılan taşlarla taşlanan bir ümmet mi yoksa yere geçirilip helak edilen bir ümmet mi olacağını bilmemesi anlamındadır. Daha sonra Yüce Allah kendisine: "Hani sana: Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır, demiştik..." âyetini indirdi ve Arapların onları öldürmeyeceğini bildirdi. Bu şekilde Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) öldürülmeyeceğini öğrendi. Daha sonra Yüce Allah: "Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini hidâyet ve hak din ile gönderen O'dur. Şahit olarak Allah yeter" âyetini indirdi ve İslam dinini diğer bütün dinlerden üstün kılacağını bildirdi. Ümmeti konusunda da Yüce Allah: "Oysa sen onların içinde iken, Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir" âyetini indirdi. Bu şekilde Yüce Allah, Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem), hem kendisine, hem de ümmetine ne yapılacağını bildirmiş oldu.

10

"De ki: Hiç döşündünüz mü; şâyet bu, Allah katından ise ve siz onu inkar etmişseniz? İsrailoğullarından bir şahit de bunun benzerini görüp inandığı halde siz yine de büyüklük taslamışsanız? Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez."

Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, Taberânî ve Hâkim -sahîh bir isnâdla- Avf b. Mâlik el- Eşcaî'den bildirir: Peygamberimizle (sallallahu aleyhi vesellem) birlikte Yahudilerin bayram gününde yanlarına gittik. Tapınaklarına girdiğimizde bu girişimizi pek hoş karşılamadılar. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) onlara: "Ey Yahudiler! İçinizden, Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Resûlü olduğuna dair şehadet eden on iki kişi çıkarın ki bunun karşılığında Yüce Allah'ın öfkesi yeryüzündeki tüm Yahudilerin üzerinden kalksın!" buyurunca hepsi sustu, içlerinden cevap veren olmadı. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) aynı çağrıyı ikinci kez yaptı ama yine kimse cevap vermedi. Üçüncü kez aynı çağrıyı yapması üzerine yine kimse cevap vermeyince Ailah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Kabul etmiyor musunuz? Vallahi inansanız da inanmasanız da ben (bütün insanların, kendisinden sonra haşredildiği) el-Hâşir'im! Ben (kendisinden sonra peygamber gelmeyen) el-Âkib'im! Ben el-Mukaffa'yım (peygamberlerinin sonuncusuyum)!" buyurdu.

Sonra Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) ile birlikte oradan ayrılmak üzere harekete geçtik. Tam çıkmak üzereyken arkadan bir adam: "Ey Muhammedi Bekle!" dedi. Adam daha sonra Yahudilere döndü ve: "Ey Yahudiler! Beni nasıl biri olarak bilirsiniz?" diye sordu. Yahudiler: "Allah'ın kitabını senden, babandan ve dedenden daha iyi bilen ve anlayan birini bilmiyoruz" karşılığını verdiler. Adam: "O zaman Allah adına şahadet derim ki Tevrat ve İncil'de vasıflarını okuduğunuz peygamber budur!" deyince, Yahudiler: "Yalan söylüyorsun!" karşılığını verdiler ve öncesinde övdükleri bu adamı kötülemeye başladılar. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) de onlara: "Yalan söylüyorsunuz ve sonradan söylediğniz bu sözler kabul edilemezi" buyurdu. İki kişi olarak girdiğimiz tapınaktan Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), ben ve İbn Selâm (o adam) olmak üzere üç kişi çıktık. Yüce Allah da bu konuda: "De ki: Hiç düşündünüz mü; şâyet bu, Allah katından ise ve siz onu inkar etmişseniz? İsrailoğullarından bir şahit de bunun benzerini görüp inandığı halde siz yine de büyüklük taslamışsanız? Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez" âyetini indirdi.

Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye, Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem), Abdullah b. Selâm dışında yeryüzündeki hiçbir insana cennetlik olduğunu söylediğini duymuş değilim. "İsrailoğullarından bir şahit de bunun benzerini görüp inandığı halde siz yine de büyüklük taslamışsanız?" buyruğu da Abdullah b. Selâm hakkında nazil oldu.

Tirmizî, İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Abdullah b. Selâm'dan bildirir: Allah'ın Kitâb'ında benim hakkında nazil olan âyetler vardır. Mesela "İsrailoğullarından bir şahit de bunun benzerini görüp inandığı halde siz yine de büyüklük taslamışsanız?" âyeti benim hakkımda nazil oldu. Yine: "...Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve Kitab's bilenler yeter" âyeti benim hakkımda nazil oldu.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İsrailoğullarından bir şahit de bunun benzerini görüp inandığı halde siz yine de büyüklük taslamışsanız?" âyetini açıklarken: "Buradaki şahitten kasıt Abdullah b. Selâm'dır" demiştir.

İbn Sa'd, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Mücâhid ile Dahhâk'tan aynısını bildirir.

İbn Asâkir, Zeyd b. Eşlem ile Katâde'den aynısını bildirir.

İbn Sa'd ve İbn Asâkir'in Câbir vasıtasıyla bildirdiğine göre Mücâhid, Atâ ve Katâde: "İsrailoğullarından bir şahit de bunun benzerini görüp inandığı halde siz yine de büyüklük taslamışsanız?" âyetini açıklarken: "Buradaki şahitten kasıt Abdullah b. Selâm'dır" demişlerdir. Hasan b. Müslim ise: "Bu âyet Mekke'de nazil oldu. Abdullah b. Selâm ise o zamanlar Medine'de yaşıyordu" demiştir.

İbn Sa'd ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Ahkâf Sûresi (Mekke'de) nazil olduğunda Abdullah b. Selâm Medine'de yaşıyordu" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Muhammed b. Sîrîn'den bildirir: "Öncekiler "İsrailoğullarından bir şahit de bunun benzerini görüp inandığı halde siz yine de büyüklük taslamışsanız?" âyetinin Abdullah b. Selâm hakkında nazil olduğunu düşünürlerdi. Ahkâf Sûresi Mekkî bir sûredir, ancak bu âyet Medine'de nazil olmuştur. Bazen bir âyet nazil olduğunda Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) bu âyeti şu sûreye falan iki âyetin arasına koyması emredilirdi. Bu âyet de onlardan biridir."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, İkrime'den bildirir: "İsrailoğullarından bir şahit de bunun benzerini görüp inandığı halde siz yine de büyüklük taslamışsanız?" âyeti Abdullah b. Selâm hakkında nazil olmuş değildir. Zira bu âyet Mekkî bir âyettir ve: "İsrailoğullarından iman edenler Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) iman etmiş gibidirler" anlamındadır.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Şa'bî: "Kur'ân'da Abdullah b. Selâm hakkında nazil olmuş hiçbir âyet yoktur" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mesrûk: "İsrailoğullarından bir şahit de bunun benzerini görüp inandığı halde siz yine de büyüklük taslamışsanız?" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Vallahi bu âyet Abdullah b. Selâm hakkında nazil olmamıştır. Âyet Mekke'de nazil oldu, oysa Abdullah b. Selâm Medine döneminde Müslüman olmuştur. Bu âyet de Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) Yahudilerle tartışmalarında onlara karşı delil getirme babında bir âyettir."

İbn Sa'd, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Asâkir, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Abdullah b. Selâm Müslüman olmak istediğinde Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanına girdi ve: "Allah'ın Resûlü olduğuna, Allah'ın seni hidâyetle ve hak olan dinle gönderdiğine, Yahudilerin de kitaplarında senin sıfatlarını gördüklerine şehadet ederim" dedi. Daha sonra: "Yahudilerden bir topluluğu yanına çağır ve benimle babamın nasıl biri olduğunu sor. Sana nasıl birileri olduğumuzu söyleyeceklerdir. O zaman da ben çıkıp senin Allah'ın Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) olduğuna dair şehadet edeceğim. Bu şekilde belki Müslüman olurlar" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Yahudilerden bir topluluğu yanına çağırdı. Abdullah b. Selâm'ı da bir yerde sakladı. Onlara: "Abdullah b. Selâm ile babası size göre nasıl birileridir?" diye sorunca, onlara: "Abdullah hem bizim efendimiz, hem de efendimiz olan birinin oğludur. Hem en bilgilimiz, hem de en bilgilimiz olan birinin oğludur" dediler. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Peki Abdullah Müslüman olsa siz de olur musunuz?" diye sorunca, Yahudiler: "Abdullah Müslüman olmaz!" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Abdullah karşılarına çıktı ve Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem): "Şehadet ederim ki sen Allah'ın Resûlü'sün (sallallahu aleyhi vesellem)! Senin hakkında bildiklerimi bunlar da biliyorlar!" dedi. Sonrasında Yahudiler oradan ayrıldılar. Yüce Allah da bu konuda: "De ki: Hiç düşündünüz mü; şâyet bu, Allah katından ise ve siz onu inkar etmişseniz? İsrailoğullarından bir şahit de bunun benzerini görüp inandığı halde siz yine de büyüklük taslamışsanız? Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez" âyetini indirdi.

İbn Merdûye, Cündüb'den bildirir: Abdullah b. Selam gelip (Hz. Osmân'ın muhasara altında tutulan evdeki) kapının kanadından tuttu ve oradakilere: "Allah aşkına söyleyin! "İsrailoğullarından bir şahit de bunun benzerini görüp inandığı halde siz yine de büyüklük taslamışsanız?" âyetinin benim hakkımda nazil olduğunu biliyorsunuz değil mi?" dedi. Oradakiler: "Allah da biliyor ki senin hakkında nazil oldu" karşılığı verdiler.

Abd b. Humeyd, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Medine'de Yahudilerin başlarından biri olan ve İslam'ı seçen Meymûn b. Yâmîn, Allah Resûlü'ne (sallallahu aleyhi vesellem) geldi ve: "Yâ Resûlallah! Yahudilere haber gönder ve aranızda hakem olarak kendilerinden birini seçmelerini söyle. Benim hakemliğimi kabul edeceklerdir" dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Yahudilere gelmeleri için haber yolladı. Meymûn'u da evde içeriye sakladı. Yahudiler geldiğinde bir süre Peygamberimizle (sallallahu aleyhi vesellem) konuşup tartıştılar. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Aramızda hakem olması için içinizden en iyisi olan birini seçin" buyurunca, Yahudiler: "Hakem olarak Meymûn b. Yâmîn'i kabul ediyoruz" dediler. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem), Meymûn'u karşılarına çıkardı. Meymûn onlara: "Şehadet ederim ki Muharnmed, Allah'ın Resûlü'dür (sallallahu aleyhi vesellem) ve hak yoldadır" dedi, ancak Yahudiler iman etmeyi kabul etmediler. Bunun üzerine Yüce Allah: "De ki: Hiç düşündünüz mü; şâyet bu, Allah katından İse ve siz onu inkar etmişseniz? İsrailoğullarından bir şahit de bunun benzerini görüp inandığı halde siz yine de büyüklük taslamışsanız? Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez" âyetini indirdi.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mesrûk: "İsrailoğullarından bir şahit de bunun benzerini görüp inandığı halde siz yine de büyüklük taslamışsanız?" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Hz. Musa, Muharnmed (sallallahu aleyhi vesellem) gibidir. Tevrat da Kur'ân gibidir. Yahudilerden biri olan bu adam Muharnmed (sallallahu aleyhi vesellem) ile kitabına iman ederken siz inkar ettiniz ey Mekke ahalisi, anlamındadır."

11

"İnkar edenler, inananlar îçîn: «Eğer o hayırlı bir şey olsaydı, bu hususta bizden öne geçemezlerdi» derler. Bununla doğru yola girmedikleri için de, «Bu, eski bir uydurmadır» derler."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den bildirir: Müşriklerden bazıları: "Üstün olanlar bizleriz. Biz şöyleyiz böyleyiz. Şayet bu işte bir hayır olsaydı filan kişiler ona bizden önce ulaşamazlardı" deyince, "İnkar edenler, inananlar için: «Eğer o hayırlı bir şey olsaydı, bu hususta bizden öne geçemezlerdi» derler. Bununla doğru yola girmedikleri için de, «Bu, eski bir uydurmadır" derler» âyeti nazil oldu.

İbnu'l-Münzir, Avn b. Ebî Şeddâd'dan bildirir: Ömer b. el-Hattâb'ın Zinnîre adında bir cariyesi vardı ve Ömer'den önce Müslüman olmuştu. Müslüman olduğundan dolayı da Ömer onu dövüp dururdu. Kureyş kafirleri: "Şayet İslam dininde bir hayır olsaydı elbetteki bu cariyeden önce Müslüman olurduk" derlerdi. Bu cariyenin durumu konusunda Yüce Allah: "İnkar edenler, inananlar için: «Eğer o hayırlı bir şey olsaydı, bu hususta bizden öne geçemezlerdi» derler. Bununla doğru yola girmedikleri için de, «Bu, eski bir uydurmadır" derler» âyetini indirdi.

Taberânî'nin Semure b. Cündüb'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Ğifâr ile Eşlem kabilelerinin Müslüman olması birçok insanın fitnesine sebep olmuştur. Zira onlar Müslüman olunca diğer kabileler: "Şayet bu dinde bir hayır bulunsaydı Allah'ın müsliiman kılacağı ilk insanlar bu kabilelerden olmazdı" demişlerdir."

15

Bkz. Ayet,16

16

"Siz, insana anne babasına fiyfi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun taşınması ve sütten keşfime süresi otuz aydsr. Nihâyet olgunluk çağma gelip, kırk yaşma varınca şöyle der: «Rabhım! lana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salîh amel işlememi bana ilham et Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.» İşte, yaptıklarının iyisini kabul edeceğimiz ve günahlarını bağışlayacağımız bu kimseler cennetlikler arasındadırlar. Bu» kendilerine Yerilen doğru bir sözdür."

İbn Asâkir'in Kelbî vasıtasıyla Ebû Sâlih'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: "Biz, insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu zorlukla taşıdı ve zorlukla bıraktı! Onun taşınması ve sütten kesilme süresi otuz aydır. Nihâyet olgunluk çağına gelip, kırk yaşına varınca şöyle der: "Rabbim! Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım." İşte, yaptıklarının iyisini kabul edeceğimiz ve günahlarını bağışlayacağımız bu kimseler cennetlikler arasındadırlar. Bu, kendilerine verilen doğru bir sözdür" âyetleri Ebû Bekr es-Sıddîk hakkında nazil oldu."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Annesi onu zorlukla taşıdı..." âyetini açıklarken: "Annesi onu binbir güçlük ve zahmetle karnında taşıdı, anlamındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Onun taşınması ve sütten kesilme süresi otuz aydır..." âyetini: (.....) lafzıyla, (.....) ifadesini Elif siz (çekmeden) bir şekilde okumuştur.

İbnu'i-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ba'ce b. Abdillah el-Cühenî'den bildirir: Bizim kabileden bir adam Cüheyne kabilesinden bir kadınla evlendi. Ancak henüz evliliklerinin altıncı ayında kadın doğum yapınca kocası gidip durumu Osman'a aktardı. Hz.Osman da kadının recmedilmesini emretti. Hz. Ali durumdan haberdar olunca hemen Osman'ın yanına geldi ve: "Ne yapıyorsun?" diye çıkıştı. Osman: "Çocuğu altı aylıkken doğurdu! Böyle bir şey olabilir mi!" deyince, Hz. Ali şu karşılığı verdi: "Yüce Allah: "...Onun taşınması ve sütten kesilme süresi otuz aydır..." buyurur. Başka bir yerde ise: "Anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler..." buyurur. İki tam yıl emzirdiğine göre otuz aydan geriye altı ay kalmıyor mu?" Osman bunu duyunca: "Vallahi ben böyle düşünemedim! Kadını yanıma getirin" dedi. Kadını getirmek için gittiklerinde ise recmedilmiş olduğunu gördüler. Kadın da recmedilmeden önce kızkardeşine: "Kardeşim! Üzülme! Vallahi kocamdan bir başkası avret yerimi açmış değildir!" demişti. Daha sonra altı aylık olarak doğan bu çocuk büyüdü ve babasına en çok benzeyenlerden biri oldu. Adamı da daha sonraları yatağında aldığı bir yaradan dolayı parça parça eriyip öldüğüne şahit oldum.

Abdurrezzâk Musannefte, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Katâde vasıtasıyla Ebû Harb b. Ebi'l-Esved ed-Düelî'den, o da babasından bildirir: Hz.Ömer'e altıncı ayında doğum yapan bir kadın davası getirildi. Ömer konuyu Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) ashâbına danışınca Hz. Ali şöyle dedi: "Böylesi bir kadın recmedilmez. Görmez misin Yüce Allah: "...Onun taşınması ve sütten kesilme süresi otuz aydır..." buyuruyor. Başka bir yerde de: "...Çocuğun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur..." buyurur. Bu durumda burada hamilelik için süre altı ay oluyor." Bunun üzerine Ömer kadına bir ceza vermedi. Bize bildirilene göre aynı kadın daha sonra yine altıncı ayında bir çocuk daha doğurmuştur.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir, Nâfi' b. Cübeyr vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Altıncı ayında doğum yaptığı için Hz.Ömer'e getirilen kadının davasında ben de vardım. Oradakiler kadının böylesi bir sürede doğum yapabileceğini kabullenmediler. Ben Ömer'e: "Kadına neden zulmediyorsun?" dediğimde, Ömer: "Nasıl zulmediyorum?" diye sordu. Ona: "...Onun taşınması ve sütten kesilme süresi otuz aydır..." âyeti ile "Anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler..." âyetlerini oku. Âyette havi olarak ifade edilen süre ne kadardır?" dediğimde, Ömer: "Bir yıl" karşılığını verdi. Ona: "Bir yıl kaç ay?" diye sorduğumda: "On iki ay" karşılığını verdi. Ona: "O zaman iki tam yıl yirmi dört ay yapıyor. Yüce Allah da hamilelik süresini dilerse kısa (altı ay) dilerse de uzun tutar" dediğimde Ömer'in buna aklı yattı.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd, Abdurrahman b. Avf'ın azatlısı Ebû Ubeyde'den bildirir: Altıncı ayında doğum yapan bir kadının davası Hz.Osman'a getirildi. Osman bize: "Bana bir kadın davası getirildi ki gördüğüm kadarıyla kötü bir şey işlemiş" dedi. Ancak İbn Abbâs: "Kadın şâyet emzirme süresini tamamlarsa hamilelik süresi de altı ay olur" deyip "...Onun taşınması ve sütten kesilme süresi otuz aydır..." âyetini de okuyunca Osman kadına bir ceza vermedi.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle derdi: "Şayet bir kadın dokuzuncu ayında doğurursa çocuğu yirmi bir ay emzirmesi yeterli olur. Yedinci ayında doğurursa çocuğu yirmi üç ay emzirmesi yeterli olur. Altıncı ayında doğurması halinde tam iki yıl boyunca emzirmesi yeterli olur. Zira Yüce Allah: "...Onun taşınması ve sütten kesilme süresi otuz aydır..." buyurur."

İbn Ebî Hâtim, Kasım b. Abdirrahman'dan bildirir: Mesrûk'a: "Kişi ne zaman günahlarından sorumlu tutulmaya başlanır?" diye sorduğumda: "Kırk yaşına ulaştığın zaman artık dikkatli ve uyanık ol" karşılığını verdi.

İbnu'l-Cevzî Hadâik'te -zayıf bir isnâdla- Ubâde b. es-Sâmit'ten bildirir: Cebrail, Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) geldi ve şöyle dedi: "Yüce Allah, hafaza meleklerine: «Gençliğinde kuluma yumuşak ve hoşgörü ile davranın. Kırk yaşına geldiği zaman ise artık yaptıklarından onu sorumlu tutun ve yaptıklarını kayda geçin» emrini verdi."

Ebu'l-Feth el-Ezdî'nin Cüveybbir vasıtasıyla Dahhâk'tan, o da İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Kırk yaşına geldiği halde iyilikleri kötülüklerinden fazla olmayan kişi Cehennem ateşine hazırlansın" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim, Mâlik b. Miğvel'den bildirir: Ebû Ma'şer oğlundan yana Talha b. Musarrif'e şikâyette bulununca, Talha ona: "Oğluna karşı "... Rabbim! Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım"âyetini okuyarak yardım iste" dedi.

İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: "...Nihâyet olgunluk çağına gelip kırk yaşına varınca şöyle der: "Rabbim! Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih ameli işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım" âyeti, Ebû Bekr es-Sıddîk hakkında nazil oldu. Yüce Allah da Ebû Bekr'in bu duasına icabet etti. Anne babası, kardeşleri ve tüm çocukları Müslüman oldular. "Elinde bulunandan verenin, Allah'a karşı gelmekten sakınanın..." âyetinden başlamak üzere sûrenin sonuna kadar olan âyetler de Ebû Bekr hakkında nazil oldu.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Neslimi de salih kimseler yap..." âyetini açıklarken: "Onları bana karşı salih, iyi kimseler kıl, anlamındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), Rûhu'l-Emîn (Cebrail)den naklen şöyle buyurdu: "(Kıyamet gününde) kulun iyilikleri ile kötülükleri getirilir ve kötülükleri iyiliklerini düşürür. Geriye tek bir iyiliği kalsa dahi Yüce Allah ona karşılık Cennette bol nimetler ihsan eder." Ravi der ki: Yazdâd'ın yanına girdiğim zaman da buna benzer bir hadis zikredildi. Ben: "Peki iyilikleri biterse ne olacak?" diye sorduğumda, Yazdâd: "İşte, yaptıklarının iyisini kabul edeceğimiz ve günahlarını bağışlayacağımız bu kimseler cennetlikler arasındadırlar. Bu, kendilerine verilen doğru bir sözdür" âyetiyle cevap verdi.

İbn Cerîr, Mücâhid'den bildirir: Hz.Ebû Bekr, Ömer'i yanına çağırdı ve şöyle dedi: "Sana bir öğütte bulunacağım ki onu anla ve aklından hiç çıkarma. Yüce Allah'ın gece vakti ifa edilmesi gereken bazı hakları vardır ki bunların gündüz vakti yapılmasını kabul etmez. Aynı şekilde gündüz vakti ifa edilmesi gereken bazı hakları vardır ve bunların da gündüz vakti yapılmasını kabul etmez. Kişinin farzları yerine getirmeden nafile olan şeyleri yapma hakkı olmaz. Kıyamet gününde kişinin terazinin ağır basması dünyada iken hakka uyması ve hakka uymanın zorluğuna katlanması dolayısıyladır. Üzerine hak konulan bir terazi de elbetteki ağır basacaktır. Kıyamet gününde kişinin terazinin hafif gelmesi de dünyada iken batıla uyması ve batıla uymanın hafifliği, rahatlığını yaşaması dolayısıyladır. Üzerine batıl konulan bir terazi de elbetteki hafif gelecektir. Görmüyor musun Yüce Allah Cennet ahalisini en güzel amelleriyle zikrediyor da kişi: "Benim amelim bunların ameline asla ulaşamaz!" diyebiliyor. Bunun da sebebi Yüce Allah'ın Cennetliklerin en kötü günahlarını bağışlaması ve onları yok saymasıdır. Aynı şekilde Yüce Allah Cehennem ahalisini en kötü amelleriyle zikrediyor da kişi: "Benim amellerim onların amellerinden daha iyidir" diyebiliyor. Bunun da sebebi Yüce Allah'ın, Cehennemliklerin en güzel amellerini dahi kabul etmemesi, reddetmesidir. Yine görmez misin ki Yüce Allah zorluk ifade eden âyetleri kolaylık ifade eden âyetlerle, kolaylık ifade eden âyetleri de zorluk ifade eden âyetlerle birlikte zikrediyor! Bunu da mümin kulunun her dem ümit ile korku arasında bulunması, kendi eliyle kendini tehlikeye atmaması ve hak dışında Allah'tan bir temennide, bir istekte bulunmaması için yapmıştır."

17

Bkz. Ayet,19

18

Bkz. Ayet,19

19

"Anne ve babasına» «Öf size! Benden önce nice nesiller gelip geçmiş iken, beni çıkartılmakla mı tehdit ediyorsunuz?» diyen kimseye, onlar Allah'a sığınarak, «Yazıklar olsun sana! İman et, Allah'ın vaadi gerçektir» diyorlar, o da, «Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir» diyordu... Herkesin yaptıklarına göre dereceleri vardır. Allah, onlara yaptıklarının karşılığını verir, asla kendilerine haksızlık yapılmaz."

Buhârî, Yûsuf b. Mâhek'ten bildirir: Muâviye b. Ebî Süfyân, Mervân b. el- Hakem'i Hicaz'a vali yapmıştı. Bir gün Mervân bir hutbe verdi ve hutbesinde Muâviye'nin oğlu Yezîd'i anmaya, babasından sonra ona biat edilmesi yönünde konuşmaya başladı. Abdurrahman b. Ebî Bekr, Mervân'a karşılık bir şeyler söyleyince, Mervân: "Onu yakalayın!" emrini verdi. Ancak Abdurrahmân (ablası), Hz. Âişe'nin evine girince askerler onu yakalayamadı. Mervân, Abdurrahman için: "Bu adam Yüce Allah'ın, hakkında: "Anne ve babasına, «Öf size! Benden önce nice nesiller gelip geçmiş iken, beni çıkartılmakla mı tehdit ediyorsunuz?» diyen kimse..." âyetini indirdiği kişidir" deyince, Hz. Âişe, perde ardından: "Yüce Allah, benim (ifk olayındaki) masumiyetimi bildiren âyetler haricinde bizim hakkımızda hiçbir âyet indirmedi" karşılığını verdi.

Abd b. Humeyd, Nesâî, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve İbn Merdûye, Muharnmed b. Ziyâd'dan bildirir: Muâviye, oğlu Yezîd'e biat edilmesini istediğinde Mervân: "Ebû Bekr ve Ömer'in de sünneti geleneği budur" dedi. Abdurrahman: "Aksine bu Hirakl ile Kayser'in sünnetidir" karşılığını verince, Mervân: "Bu adam Yüce Allah'ın, hakkında: "Anne ve babasına, «Öf size! Benden önce nice nesiller gelip geçmiş iken, beni çıkartılmakla mı tehdit ediyorsunuz?» diyen kimse..." âyetini indirdiği kişidir" dedi. Hz. Âişe, Mervân'ın Abdurrahman hakkında böyle dediğini işitince: "Mervân yalan söylemiş! Mervân yalan söylemiş! Vallahi bu âyet Abdurrahman hakkında nazil olmadı. İstesem de bu âyetin kimin hakkında nazil olduğunu söylerdim. Ama Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Mervân'ın babasına ve henüz babasının sülbünde iken Mervân'a lanet etmiştir" dedi.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Abdullah'tan bildirir: Mervân, Mescid'de hutbe verdiği zaman ben de oradaydım. Hutbesinde: "Yüce Allah, müminlerin emirine (Muâviye'ye), Yezîd hakkında hayırlı şeyler ilham etti. Şayet onu yerine halife olarak tayin ederse bilin ki Ebû Bekr ve Ömer de kendi yerlerine halife tayin etmişlerdi" deyince, Abdurrahman b. Ebî Bekr: "Krallık mı? Vallahi Ebû Bekr hilafeti ne oğullarına ne de akrabalarından birine bıraktı. Muâviye ise oğlunu sevdiği ve ona değer verdiği için hilafeti ona bırakmak istiyor" karşılığını verdi. Mervân, Abdurrahman'a: "Anne babasına 'Öff!' diyen kişi sen değil miydin!" deyince, Abdurrahman: "Sen Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) kendisine lanet ettiği adamın oğlu değil miydin!" karşılığını verdi. Daha sonra Hz. Âişe durumdan haberdar olunca: "Ey Mervân! Sen Abdurrahman'a şöyle şöyle demişsin! Vallahi yalan söylemişsin, zira o âyet Abdurrahman hakkında değil, filanın oğlu filan hakkında nazil oldu" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Anne ve babasına, «Öf size! Benden önce nice nesiller gelip geçmiş iken, beni çıkartılmakla mı tehdit ediyorsunuz?» diyen kimse..." âyetini açıklarken: "Ebû Bekr'in oğullarından biri hakkında nazil oldu" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: "Anne ve babasına, «Öf size! Benden önce nice nesiller gelip geçmiş iken, beni çıkartılmakla mı tehdit ediyorsunuz?» diyen kimse..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu âyet Abdurrahman b. Ebî Bekr hakkında nazil oldu ki kendisi anne babasına öyle demişti. Anne babası Müslüman olmasına rağmen kendisi Müslüman olmayı kabul etmemişti. Anne babasının davetine cevap vermez, tekrar diriltilme gerçeğini yalanlar ve Mekke'nin yaşlılarından ölmüş olanları kastederek: "Filan kişi nerede? Falan kişi nerede? Neden dirilmediler?" diye sorardı. Ancak daha sonra samimi Müslümanlardan biri oldu ve tövbesinin kabulü konusunda: "Herkesin yaptıklarına göre dereceleri vardır. Allah, onlara yaptıklarının karşılığını verir, asla kendilerine haksızlık yapılmaz" âyeti nazil oldu.

Abdurrezzâk ve İbn Merdûye, Mînâ'dan bildirin Hz. Âişe'nin, bu âyetin Abdurrahman b. Ebî Bekr hakkında nazil olduğu sözünü yalanladığını ve bir adamın adını vererek: "Bu âyet filanın oğlu filan hakkında nazil oldu" dediğini işittim.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "...Beni çıkartılmakla mı tehdit ediyorsunuz..." âyetini açıklarken: "Çıkartılmaktan kasıt, ölümden sonra tekrar diriltilmektir" demiştir.

20

"İnkar edenler ateşe arzolunacakları gön fonlara şöyle denir): Dünyadaki hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdünüz. Bugün ise yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan dolayı aîçaltıcı bir azap göreceksiniz!"

İbn Merdûye, Hafs b. Ebi'l-Âs'tan bildirir: Hz.Ömer ile birlikte yemek yerken bir ara şöyle dedi: Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurduğunu işittim: "Yüce Allah, Kitâb'ında: «İnkar edenler ateşe arzolunacakları gün (onlara şöyle denir): Dünyadaki hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdünüz. Bugün ise yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan dolayı alçaitıcı bir azap göreceksiniz!» buyurur."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve Beyhakî Şuabu'l- îman'da İbn Ömer'den bildirir: Hz.Ömer, Câbir b. Abdillah'm elinde bir dirhem görünce: "Bu dirhem de ne?" diye sordu. Abdullah: "Bununla aileme et alacağım, zira canları et çekmiş" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ömer şöyle dedi: "Canınızın her çektiği şeyi satın alacak mısınız? O zaman "...Dünyadaki hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdünüz..." âyetinin sizin yanınızdaki yeri nedir?"

Ahmed Zühd'de A'meş'ten, o da bir arkadaşından bildirir: Hz.Ömer, elinde etle Cabir b. Abdillah'm yanından geçtiğini görünce: "Ey Câbir bu da ne?" diye sordu. Câbir: "Canım çekti, et satın aldım" karşılığını verince, Ömer: "Canınızın her çektiği şeyi satın alacak mısınız? "...Dünyadaki hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdünüz..." âyetinde bahsedilen kişilerden biri olmaktan çekinmiyor musun?" dedi.

Ebû Nuaym Hilye'de, Sâlim b. Abdillah b. Ömer'den bildirir: Hz.Ömer şöyle derdi: "Vallahi yaşamın lezzetlerini tatmaktan aciz değiliz. İsteseydik emreder ve bizim için kuzular kesilip pişirilirdi. Emreder buğdayın en iyisinden bize ekmek yapılırdı. Emreder kuru üzümden küçük kırbalarda şıra yapılır, keklik gözü gibi saf olduğu zaman da yapılan yemeklerle bu şırayı içerdik. Ancak bu tür güzel şeylerin âhirette bana verilmesini istiyorum. Zira Yüce Allah'ın: "...Dünyadaki hayatınızda bütün güzeî şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdünüz..." buyurduğunu işittik."

Ebû Nuaym, Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan bildirir: Hz.Ömer'e Irak'tan bazı insanlar geldi. Onların en güzel yemeklerden doyasıya yediklerini görünce şöyle dedi: "Ey Iraklılar! Şayet isteseydim sizin yaptığınız gibi bana da en güzel yemekler hazırlanırdı. Ancak âhiretimizde bunları bulmak için dünyadayken uzak duruyoruz. Yüce Allah'ın: "...Dünyadaki hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdünüz..."buyurduğunu işitmez misiniz?"

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "...Dünyadaki hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdünüz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Siz de biliyorsunuz ki bazıları bütün güzel şeyleri henüz dünyada iken yiyip bitirdiler. Ancak kişi elinden geliyorsa bu güzel şeyleri âhireti için bıraksın. Bize bildirilene göre de Ömer b. el-Hattâb: "Vallahi eğer isteseydim yediklerinizden daha güzel yemekler yer, sizin giydiklerinizden daha güzel giysiler giyerdim. Ama ben bu tür güzel şeylerin âhiretim için kalmasını istiyorum" demiştir. Yine bize bildirilene göre Ömer b. el-Hattâb, Şam'a geldiği zaman kendisi için daha önce benzerini görmediği bir yemek yapıldı. Hz.Ömer: "Bu yemekler bizim için mi? Peki arpa ekmeğine dahi doymadan ölüp giden fakir Müslümanların neyi vardı?" deyince, Hâlid b. el-Velîd: "Onlar için Cennet vardır!" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ömer'in gözleri buğulandı ve: "Şayet bizim payımız bu yemekler, onların payı da Cennet ise o zaman bizi uzun bir mesafe geride bırakmışlardır demektir" dedi.

Abd b. Humeyd, Ebû Miclez'den bildirir: Kıyamet gününde bazıları yaptıkları iyiliklerin karşılığını isteyince, kendilerine: "...Dünyadaki hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdünüz..." denilir.

Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Hz.Ömer'e içmesi için bir kâse bal getirilince: "Kıyamette bu lezzetin sorumluğunu taşıyamam. Siz bunu filan kişiye içirin" dedi.

Abd b. Humeyd, Vehb b. Keysân vasıtasıyla Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Elimde et varken Hz.Ömer beni gördü ve: "Ey Câbir! Bu ne?" diye sordu. "Yanımdaki kadınlar için et satın aldım. Zira canlan et çekmiş" karşılığını verdiğimde şöyle dedi: "Canınızın istediği her şeyi yapacak mısınız! Bu eti alacağına kendi midenden feragat edip komşuna veya amcan oğullarından birine yardımda bulunsaydın ya! "...Dünyadaki hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdünüz..." âyeti sizin için ne ifade ediyor!" Ömer'in bu sözleri karşısında oradan zor ayrıldım.

İbn Sa'd ve Abd b. Humeyd, Humeyd b. Hilâl'den bildirir: Hafs, müminlerin emiri Ömer'in yanına çokça gidip gelirdi. Ömer onun önüne yemek koyduğu zaman da Hafs ondan yemek istemez, uzak durmaya çalışırdı. Bir defasında Ömer ona: "Neden yemeğimizden yemiyorsun?" diye sorunca, Hafs: "Ey müminlerin emiri! Ailem şu an bundan daha güzel bir yemeği yapıyor. Onların yaptığı yemeği senin yemeğine tercih ederim" karşılığını verdi. Ömer: "Annen sensiz kala emi! Sence istesem ben de taze, genç, semiz bir koyunun kesilip pişirilmesini, sonra bir kumaş üzerine unun elenip ondan yufka ekmeği yapılmasını, sonra kuru üzümün yağ tulumuna katılıp ceylan kanı gibi olmasını emredemez miyim?" diye çıkışınca, Hafs: "Ey müminlerin emiri! Bakıyorum güzel yemekten sen de anlıyorsun!" dedi. Bunun üzerine Ömer: "Annen sensiz kala emi! Canım elinde olana yemin olsun ki kıyamet günündeki iyiliklerimi eksilteceğinden korkmasaydım ben de sizin gibi güzel yemeklerden başkasını yemezdim" karşılığı verdi.

İbnu'l-Mübârek, İbn Sa'd, Ahmed Zühd'de, Abd b. Humeyd ve Ebû Nuaym Hilye'de Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Basra ahalisinin heyeti olarak, yanımıza Ebû Mûsa el-Eş'arî'yi de alıp Ömer'e geldik. Ömer'in yemek olarak her gün bir şeye batırıp da yediği bir kuru ekmeği olurdu. Yanına girdiğimizde bazen bu ekmeği zeytinyağına batırarak, bazen yağa batırarak, bazen süte batırarak, bazen de kuru etin haşlanarak yapılmış çorbasına batırarak yediğini görürdük. Nadir olarak da bu ekmeğin yanında taze et bulunurdu. Yemeklerini pek hoşlanmadığımızı görünce bize şöyle dedi: "Yemeğimi beğenmediğinizi ve yemek istemediğinizi görüyorum. Vallahi eğer isteseydim sizin yediklerinizden daha güzel yemekler yer ve sizden daha rahat bir yaşam sürerdim. Vallahi hayvanın sırt ve hörgüç etinin çok lezzetli, kızarmış etin, kuru üzümün ve pişirilmiş sebzelerin tadının çok güzel olduğunu bilmiyor değilim. Ancak Yüce Allah'ın bir topluluğu bunlardan dolayı: "...Dünyadaki hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdünüz..." şeklinde kınadığını gördüm."

Ahmed ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Sevbân'dan bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bir yolculuğa çıkacağı zaman ailesinden en son vedalaştığı kişi Fâtıma, dönüşünde de ilk evine gittiği yine Fâtıma olurdu. Bir defasında bir gazveden döndüğünde Fâtıma kapısının üzerine bir çuldan bir perde asmış, Hasan ile Hüseyin'e de birer gümüş bilezik takmıştı. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bunu görünce içeri girmeyip geri döndü. Fâtıma, Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanına girmediğini görünce girmemesine sebep olarak gördüğü o perdeyi kaldırdı, çocuklardaki bilezikleri de çıkartıp parçaladı. Çocuklar bundan dolayı ağlamaya başlayınca bu bilezikleri aralarında paylaştırdı. Hasan ile Hüseyin de ağlayarak Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanına gittiler. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) parçalanmış gümüş bilezikleri onlardan aldı ve bana: "Ey Sevbân! Bunları Medine'deki filan kişinin ailesine götürüp veri Fâtıma'ya da aşık kemiğinden bir kolye, iki tane de fil dişinden bilezik al. Zira bunlar Ehl-i Beyt'imdir ve güzel şeylerini henüz dünyada iken yiyip bitirmelerini istemem" buyurdu.

21

Bkz. Ayet,22

22

"Âd'ın kardeşini (Hûd'u) de hatırla. Zira o, kendinden önce ve sonra uyarıcıların da gelip geçtiği Ahkaf'taki kavmine: "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Ben sizin büyük bîr gönün azabına uğramanızdan korkuyorum" demişti. Onlar ise, «Sen bizi ilâhlarımızdan alıkoymak için mi geldin? Doğru söyleyenlerden isen bizi tehdit ettiğin şeyi başımıza getir» dediler"

İbn Mâce ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Yüce Allah bize de Âd'ın kardeşine (Hûd'a) da merhamet etsin" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim, Hz. Ali'den bildirir: "Yeryüzündeki en hayırlı iki vadiden biri Mekke vadisidir, diğeri de Hind bölgesinde bulunan ve Âdem'in Cennetten indiğinde içinde konakladığı vadidir. Yeryüzündeki en kötü iki vadiden biri Ahkâf vadisidir. Diğeri de Hadramevt'te bulunan ve içine kafirlerin ruhlarının atıldığı vadidir. Yeryüzündeki en iyi su, Zemzem suyudur. Yeryüzündeki en kötü su da, Hadramevt'in söz konusu o kötü vadisinde bulunan Berehût suyudur."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ahkâf, Şam'da bir dağdır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Ahkâf, Şam'da bulunan bir dağın adıdır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Ahkâf, Hismâ bölgesinde bir kayalığın adıdır" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Ahkâf, Yernen'de bulunan kumluk tepelerdir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk: "...Zira o, kendinden önce ve sonra uyarıcıların da gelip geçtiği Ahkaf'taki kavmine: «Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Ben sizin büyük bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum» demişti" âyetini açıklarken: "Yüce Allah'ın gönderdiği bütün peygamberler insanları Allah'a kulluğa davet etmişlerdi" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) ifadesini: "Alıkoymak, yolundan etmek" şeklinde açıklamış ve: "...Nerede ise bizi ilâhlarımızdan saptıracaktı..." âyetini okuyarak şöyle demiştir: "Tadlîl, izâle, te'fîk ifadeleri aynı (yoldan çıkarma, alıkoyma, saptırma) anlamdadır."

24

Bkz. Ayet,25

25

"O azabın, yayılarak vadilerine doğru yöneldiğini gördüklerinde: «Bu yaygın bulut bize yağmur yağdıracaktır» dediler. Hud: «Hayır, o, acele beklediğiniz şeydir; can yakıcı azap veren bir rüzgardır; Rabbinin buyruğu ile her şeyi yok eder» dedi. Bunun üzerine evlerinin harabelerinden başka bir şey görünmez oldu. Biz, suçlu milleti işte böyle cezalandırırız."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in değişik kanallarde bildirdiğine göre İbn Abbâs: " (.....) âyetini açıklarken: "Arid ifadesinden kasıt buluttur" demiştir.

Saîd b. Mansûr, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye, Hz. Âişe'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem), ağzının içi görülecek kadar güldüğünü görmüş değilim. Onun gülmesi tebessümden ibaretti. Bir bulut veya rüzgar gördüğü zaman da bunun etkisi hemen yüzüne yansırdı. Bir defasında ona: "Yâ Resûlallah! İnsanlar bir bulut gördükleri zaman yağmur da getirir ümidiyle sevinirler. Oysa bakıyorum da sen bulut gördüğün zaman bundan hoşlanmadığın yüzünden okunabiliyor" dediğimde şu karşılığı verdi: "Ey Âişe! Gelen bulutun azap da getirmediği konusunda bana kim güvence verebilir? Zira rüzgarla azaba maruz kalan topluluk da olmuştu. Azabı da getiren bulutu gördüklerinde: «Bu bize yağmur yağdıracak bir buluttur» demişlerdi."

Abd b. Humeyd, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce, Hz. Âişe'den bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şidetli bir rüzgar gördüğü zaman: "Allahım! Senden bu rüzgarın hayırlarını, getirdiği ve gönderildiği şeylerin hayırlısını dileriz. Bu rüzgarın şerrinden, getirdiği ve gönderildiği şeylerin de şerrinden sana sığınırız" derdi. Hava bulutlu olduğu zaman da yüzünün rengi değişir, içeri girip çıkar, ileri geri hareket eder, yerinde duramazdı. Bu bulut yağmur yağdırdığı zaman da rahatlardı. Bir defasında ona bunun sebebini sorduğumda: "Bilmiyorum belki de Âd kavminin: «Bu bize yağmur yağdıracak bir buluttur» diyerek yanılmaları gibi azap getiren bir bulut olabilir" karşılığını verdi.

İbn Ebi'd-Dünya es-Sehâb'da ve Ebu'ş-Şeyh'in Azame'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "O azabın, yayılarak vadilerine doğru yöneldiğini gördüklerinde..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Onu gördüklerinde yağmur getiren bir bulut olduğunu düşündüler. Ancak dışarıda bulunan adamlar ile hayvanların yerle gök arasında tüy gibi uçuştuğunu gördüklerinde bunun yağmur değil azap olduğunu anladılar ve hemen evlerine girip kapılarını kapattılar. Fakat gelen rüzgar kapılarını açtı ve evlerinin içini kumla doldurdu. Kumların altında yedi gece sekiz gün inleyerek kaldılar. Daha sonra Yüce Allah emrederek rüzgar kumları üzerlerinden kaldırdı ve onları alıp denize döktü. İşte: "...Bunun üzerine evlerinin harabelerinden başka bir şey görünmez oldu..." buyruğunda anlatılan budur.

İbn Ebi'd-Dünya, Ebû Ya'lâ, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh Azame'de ve İbn Merdûye'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah, Ad kavmini helak eden rüzgardan kendilerine sadece yüzük kadar bir aralık açmıştı. Bu rüzgar önce oba ahalisine uğrayıp onları mallarıyla birlikte havalandırdı ve yerle gök arasına fırlattı. Âd kavminin kent ahalisi uzaktan gelen bu bulutu ve büyüklüğünü gördüklerinde: «Bu bulut bize yağmur getirecek!» dediler. Ancak bu bulut oba ahalisi ile hayvanlarını onların üzerine yağdırdı."

Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyrumuştur: "Yüce Allah, Âd kavmi için rüzgardan sadece yüzük kadar bir aralık açmıştı. Bu rüzgar oba ahalisini içine katıp kent ahalisinin üzerine doğru yürüdü. Kent ahalisi uzaktan gelen bu bulutu gördüklerinde: "«Vadilerimizi doldurarak gelen bu bulut bize yağmur getirecek!» dediler. Ancak bu bulutun içinde yağmur yerine oba ahalisi vardı. Rüzgar oba ahalisini kent ahalisinin üzerine yağdırarak onları helak etti. Bu rüzgar kendisini hapseden bekçilere isyan etmiş ve kapı aralığından çıkıp Âd kavminin üzerine gitmişti."

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr, Amr b. Meymûn'den bildirir: Hz. Hûd kavminin eziyet ve inkarlarına karşı pek sabır göstermişti. Bir defasında içlerinde otururken siyah ve kocaman bir bulut göründü. Kavmi: "İşte bize yağmur getirecek bir bulut!" deyince, Hz. Hûd: "Aksine sabırsız bir şekilde beklediğiniz çetin bir azapla gelen rüzgardır" karşılığını verdi. Gelen bu rüzgar da başka yerlerden söküp içine kattığı çadırları ve adamları üzerlerine yağdırmaya başladı.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Yüce Allah, Âd kaviminin üzerine ancak bu yüzüğümün kalınlığında bir rüzgar göndermişti" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Amr b. Meymûn, "...Bunun üzerine evlerinin harabelerinden başka bir şey görünmez oldu..." âyetini: (.....) lafzıyla, ifadesini (.....) harfiyle ve fetha ile okumuştur.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, "...Bunun üzerine evlerinin harabelerinden başka bir şey görünmez oldu..." âyetini: (.....) lafzıyla okumuştur.

26

Bkz. Ayet,

27

Bkz. Ayet,

28

"Andolsun, size vermediğimiz imkân ve iktidarı onlara vermiştik. Kendilerine kulaklar, gözler ve kalpler vermiştik. Fakat kulakları, gözleri ve kalpleri kendilerine bir yarar sağlamadı. Çünkü Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlardı. Alaya aldıkları şey onları kuşattı. Çevrenizdeki nice kentleri de yok ettik. Dönerler diye onlara âyetleri açıklamıştık. Allah'ı bırakıp O'na yakınlık sağlamaları içîn edindikleri ilâhlar kendilerine yardım etseydi ya! Aksine onları yüzüstü bırakarak uzaklaşıp kayboldular. Bu, onların yalanı ve uydurmakta oldukları şeydir."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Sizlere vermediğimiz imkan ve iktidarı onlara vermiştik, anlamındadır" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Andolsun, size vermediğimiz imkân ve iktidarı onlara vermiştik..." buyurduğunu açıklarken şöyle demiştir: "Bunlar Âd kavmidir. Bu ümmetin sahip olamadığı imkan ve iktidara sahip olmuşlardır. Bunun yanında herkesten çok güçlü, bol çocuklu ve uzun ömürlüydüler."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Çevrenizdeki nice kentleri de yok ettik..." âyetini açıklarken: "Değişik yerlerde bulunan, kimisi Yemen'de kimisi Yemâme'de kimisi de Şam'da olan kasabaları yok ettik" demiştir.

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İbnu'z-Zübeyr: "...Bu, onların yalanı ve uydurmakta oldukları şeydir" âyetini: (.....) lafzıyla okumuştur.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "...Bu, onların yalanı ve uydurmakta oldukları şeydir" âyetini, "Onları saptıran da bu olmuştur" anlamına gelecek şekilde: (.....) lafzıyla okumuştur.

29

Bkz. Ayet,32

30

Bkz. Ayet,32

31

Bkz. Ayet,32

32

"Hani cinlerden bir grubu, Kur'ân'ı dinlemeleri İçin sana yöneltmiştik. Kur'ân'ı dinlemeye hazır olunca «Susun» demişler, Kur'ân'ın okunması bitince uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi. (Kavimlerine) şöyle dediler: «Ey kavmimiz! Doğrusu biz, Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekileri doğrulayan, gerçeği ve doğru yolu gösteren bir kitap dinledik. Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine uyun. Ona İman edin ki Allah da sizin günahlarınızı kısmen bağışlasın ve sizi acı bir azaptan torusun.» Allah'ın davetçisine uymayan kimse yeryüzünde Allah'ı aciz bırakacak değildir. Kendisi için Allah'tan başka dostlar da bulunmaz. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler."

Ahmed, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Zübeyr "Hani cinlerden bir grubu, Kur'ân'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Nahle vadisinde yatsı namazını kılarken cinlerden bu grup gelmiş ve Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) etrafında keçe gibi birbirlerine girmişlerdi."

İbn Ebî Şeybe, İbn Menî', Hâkim, İbn Merdûye, Ebû Nuaym ve Beyhakî Delâil'de İbn Mes'ûd'dan bildirir: Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Nahle vadisinde Kur'ân okurken cinlerden bir grup yanına geldi. Kur'ân'ı duyduklarında birbirlerine: "Susup dinleyin!" dediler. Bunlar dokuz kişiydi ve içlerinden birinin adı Zevbe'a (Kasırga) idi. Bu konuda Yüce Allah: "Hani cinlerden bir grubu» Kur'ân'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Kur'ân'ı dinlemeye hazır olunca «Susun» demişler, Kur'ân'ın okunması bitince uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi. (Kavimlerine) şöyle dediler: «Ey kavmimiz! Doğrusu biz, Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekileri doğrulayan» gerçeği ve doğru yolu gösteren bir kitap dinledik. Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine uyun. Ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı kısmen bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun.» Allah'ın davetçisine uymayan kimse yeryüzünde Allah'ı aciz bırakacak değildir. Kendisi için Allah'tan başka dostlar da bulunmaz. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler" âyetlerini indirdi.

İbn Cerîr, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Hani cinlerden bir grubu, Kur'ân'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bunlar Nusaybin sakinlerinden dokuz tane cindi. Daha sonra Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bunları kavimlerine elçi olarak gönderdi."

Taberânî M. el-Evsat'ta ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bidirir: "Cinler, Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) yanına iki defa geldiler. Cinlerin ileri gelenleri de Nusaybin'de otururlar."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym'ın Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Hani cinlerden bir grubu, Kur'ân'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik..." âyetini açıklarken: "Bu cinler Nusaybin sakinlerindendi ve Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) Nahle vadisindeyken yanına gelmişlerdi" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh Azame'de İbn Mes'ûd'dan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem): "Dün Hacûn da' gece boyu bir grup cine Kur'ân okudum" buyurduğunu işittim.

Buhârî, Müslim ve İbn Merdûye, Mesrûk'tan bildirir: İbn Mes'ûd'a: "Cinlerin Kur'ân'ı dinledikleri gece onların geldiğini Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) kim haber verdi?" diye sorduğumda: "Onların geldiğini bir ağaç haber verdi" dedi.

İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Mes'ûd'a: "Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Kur'ân 'ı cinlere nerede okudu?" diye sorulunca, İbn Mes'ûd: "Hacûn denilen bir dağ yolunda onlara Kur'ân'ı okudu" dedi.

Abd b. Humeyd, Ahmed, Müslim ve Tirmizî, Alkame'den bildirir: İbn Mes'ûd'a: "Cinlere Kur'ân okuduğu gece Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanında sizden biri var mıydı?" diye sorduğumda, İbn Mes'ûd şöyle dedi: "Hayır! Ama bir gece Resûlullah'la (sallallahu aleyhi vesellem)beraberken onu kaybettik. Kendisine bir şey yapıldı veya kaçırıldı veya bir suikasta uğradı diye düşünmeye başladık. O gece bir topluluğun geçirebileceği en kötü bir geceyi geçirdik. Ancak sabah olduğunda onu Hirâ tarafından gelirken gördük. Kendisine gece vakti yaşadıklarımızı anlattığımızda: "Cinlerin davetçisi bana geldi, onunla beraber gittim ve onlara Kur'ân'ı okudum" buyurdu. Sonra bizleri götürüp onların ve ateşlerinin izlerini gösterdi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: "Hani cinlerden bir grubu, Kur'ân'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik..." âyetini açıklarken: "Bunlar Musul Ceziresi'nden gelen on iki bin cindi" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Hani cinlerden bir grubu, Kur'ân'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bunlar üçü Harran ahalisinden, dördü de Nusaybin'den olmak üzere yedi cindi. İsimleri de Husey, Musey, Şâsir, Mâsir, Erd, Eynân, Ehkam ve Surak şeklindeydi."

Taberânî, Hâkim ve İbn Merdûye, Safvân b. el-Muattal'dan bildirir: Hac için çıkmıştık. Arc bölgesine geldiğimizde can çekişen bir yılan gördük. Çok zaman geçmeden de bu yılan öldü. İçimizden biri bu yılanı bir parça kumaşa sarıp gömdü. Sonrasında yolumuza devam edip Mekke'ye geldik. Mescid-i Haram'da bulunurken adamı biri gelip başımızda durdu ve: "Amr b. Câbir'in arkadaşı kim?" diye sordu. "Amr b. Câbir diye birini tanımıyoruz" dediğimizde, adam: "Yoldaki yılanı gömen kişi kim?" diye sordu. Gömen kişiyi gösterip: "Şu adam" karşılığını verdiğimizde adam: "Gömdüğünüz kişi Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanına Kur'ân'ı dinlemek üzere giden dokuz cinden ölenlerin sonuncusuydu" dedi.

Vâkidî ve Ebû Nuaym Delâil'de Ebû Câfer'den bildirir: "Cinler Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) peygamberliğin onbirinci yılında Rabîulevvel ayında geldiler."

Vâkidî ve Ebû Nuaym, Ka'bu'I-Ahbâr'dan bildirir: "Nusaybin sakinlerinden olan dokuz cin Kur'ân'ı dinledikten sonra Nahle vadisinden ayrıldılar. Adlan da Filan, Filan, Filan, Erd, Eynân ve Ahkab idi. Kavimlerine gelip onları uyardılar. Daha sonra üç yüz kişilik bir grupla tekrar Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanına geldiler. Hacûn'a ulaştıklarında Ahkab, Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanına gelip selam verdi ve: "Kavmimiz yanına geldi ve Hacûn'da seni bekliyorlar" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) de gecenin bir vaktinde Hacûn'a gelip onlarla görüşeceğini söyledi.

35

"Peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret. Onlar için acele etme. Onlar tehdit edildikleri azabı gördükleri gün, sanki dünyada gündüzün bir anından başka kalmadıklarını sanırlar. Bu bir duyurudur. Ancak yoldan çıkmış olan topluluk helâk edilir."

İbn Ebî Hâtim ve Deylemî, Hz. Âişe'den bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bir gün oruç tuttu ve akşamında iftar yapmadan diğer güne bağladı. Diğer gün de oruçlu kaldı. Akşamında iftar yapmadan orucunu üçüncü güne bağladı ve o gün de oruç tuttu. Sonra bana şöyle buyurdu: "Ey Âişe! Dünya nimetleri Muharnmed'e ve ailesine yakışmaz. Ey Âişe! Yüce Allah Ulu'l-Azm olan peygamberlerden dünyanın kötülüklerine karşı sabır, iyi şeyleri karşısında da yine sabırdan başka bir tavır kabul etmedi. Sonra onlara yüklediği şeyleri bana da yükledi ve: "Peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret..." buyurdu. Vallahi gücümün yettiğince onların sabrettiği gibi ben de sabredeceğim. Güç de ancak Allah'tandır. "

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: "Ulu'l-Azm olan peygamberler; Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem), Nûh, Ibrâhim, Mûsa ve İsa'dır."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh, Beyhakî Şuabu'l-îman'da ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: "Peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Azim sahibi (Ulu'l-Azm) olan bu peygamberler; Nûh, Hûd ve İbrâhim'dir. Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) de onların sabrettiği gibi sabretmesi emredilmiştir. Bunlar üç tanedir, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) de dördüncüleridir. Nûh, kavmine: "...Ey kavmim! Eğer benim konumum ve Allah'ın âyetleriyle öğüt vermem size ağır geliyorsa, (biliniz ki) ben sadece Allah'a dayanıp güvenmişim. Artık siz de (bana) ne yapacağınızı ortaklarınızla beraber kararlaştırın ki, işiniz size dert olmasın! Bundan sonra bana hükmünüzü uygulayın; bana mühlet de vermeyin!" demiş ve onlardan ayrı durduğunu açıkça dile getirmiştir. Hûd da, kavmi kendisine: "...Seni, ilâhlarımızdan biri fena çarpmış..." dedikleri zaman, o: "..."İşte ben Allah'ı şâhit tutuyorum. Siz de şâhit olun ki, ben sizin Allah'ı bırakıp da O'na ortak koştuğunuz şeylerden uzağım..." karşılığını vermiş ve onlardan ayrı durduğunu açıkça dile getirmiştir.

İbrâhim'in de: "İbrahim'de ve onunla birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine, «Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir» demişlerdi. Yalnız İbrahim'in, babasına, «Senin için mutlaka bağışlama dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez» sözü başka. Onlar şöyle dediler: "Ey Rabbimiz! Ancak sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır"âyetiyle onlardan açıkça ayrı durduğu ifade edilmiştir. Yüce Allah aynı şekilde Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem): "Ey Muhammedi Onlara de ki: "Sizin, Allah'tan başka ibadet ettiğiniz şeylere ibadet etmem bana kesinlikle yasaklandı. Ben sizin arzularınıza uymam. (Uyarsam) o takdirde sapmış olurum, hidâyete erenlerden olmam" buyurdu. Bunun üzerine Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Kâbe'nin yanında bu âyeti müşriklere okudu ve onlardan ayrı durduğunu açıkça dile getirdi.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Katâde: "Peygamberlerden azim sahibi olanların..." âyetini açıklarken: "Azim sahibi (Ulul-Azm) olan bu peygamberler, Nûh, Hûd, İbrâhim, Şuayb ve Mûsa'dır" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildirir: "Ulu'l-Azm olan bu peygamberler; İsmail, Yâkub ve Eyyûb'dür. Âdem, Yûnus ve Süleyman peygamberler azim sahibi peygamberlerden değildir."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Ulu'l-Azm olan bu peygamberler, Nûh, İbrâhim, Mûsa ve İsa'dır" demiştir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Azim sahibi (Ulu'l-Azm) olan bu peygamberler savaşmaları emredilen ve bu yolda cihad eden peygamberler olan Nûh, Hûd, Sâlih, Mûsa, Dâvud ile Süleyman'dır."

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah: "Bana ulaşana göre peygamberlerden azim sahibi (Ulu'l-Azm) olanlar üçyüz onüç kişidir" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "...Ancak yoldan çıkmış olan topluluk helâk edilir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "İyice bilin ki Yüce Allah ancak islam dinine sırt çeviren müşrikler ile diliyle tasdik edip ameliyle inkar eden münafıkları helak eder."

Taberânî'nin Dua'da Enes'ten bildirdiğine göre Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Şayet Allah'tan bir şey diler de bunda başarılı olmak istersen şöyle de: "Allah'tan başka ilah yoktur. Tektir ve ortaksızdır. O pek yüce ve pek uludur. Allah'tan başka ilah yoktur. Tektir ve ortaksızdır. O, göklerin ve yerin Rabbidir, büyük Arş'ın Rabbidir. Hamd ancak âlemlerin Rabbine mahsustur. «Kıyameti gördükleri gün onlar, sanki dünyada ancak bir akşam, yahut bir kuşluk vakti kadar kalmış gibidirler.» «Onlar tehdit edildikleri azabı gördükleri gün, sanki dünyada gündüzün bir anından başka kalmadıklarını sanırlar. Bu bir duyurudur. Ancak yoldan çıkmış olan topluluk helâk edilir.» Allahım! Rahmetini vacip kılan, bağışlamana vesile olan şeyleri senden istiyorum. Her türlü günahtan uzak olmayı, her türlü iyilikten nasibimi almayı, Cenneti kazanıp Cehennem ateşinden kurtulmayı senden diliyorum. Allahım! Bizde bağışlanmadık günah, gidermediğin sıkıntı bırakma. Senin de razı olacağın her türlü ihtiyacımızı gider. Sen ki merhametlilerin merhametlisisin. "

0 ﴿