FETİH SÛRESİ

(MEDENÎ BİR SÛREDİR)

İbnu'd-Durays, Nehhâs, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Fetih Sûresi Medine'de nazil oldu" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbnu'z-Zübeyr'den bunun aynısını bildirir.

İbn İshâk, Hâkim ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre Misver b. Mahreme ve Mervân: "Fetih Sûresi başından sonuna kadar Mekke ile Medine arasında bir yerde, Hudeybiye konusunda nazil oldu" demişlerdir.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî Şemail'de, Nesâî ve Beyhakî Sünen'de Abdullah b. Muğaffel'den bildirir: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Mekke'nin fethedildiği yıl yolculuğu sırasında bineği üzerinde Fetih Sûresi'ni sesini dalgalandırarak okudu."

Abdurrezzâk Musannefte Ebû Burde'den bildirir: "Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) sabah namazında Fetih Sûresi'ni okudu."

1

"Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik"

Ahmed, Buhârî, Tirmizî, Nesâî, İbn Hibbân ve İbn Merdûye, Ömer b. el- Hattâb'tan bildirir: Bir yolculuğumuz sırasında bir konuda Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) bir soru sordum. Aynı soruyu üç defa tekrarlamama rağmen Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) bana cevap vermedi. Kendi kendime: "Ey Hattâb'ın oğlu! Annen sensiz kalsın emi! Allah Resûlü'ne üç defa ısrarla bir soru sordun ancak sana cevap vermedi" dedim ve devemi sürüp insanların ön tarafına geçtim. Zira hakkımda vahiy inmesinden de çekiniyordum. Ancak çok zaman geçmedi ki birinin beni çağırdığını işittim. Hakkımda vahiy nazil olduğunu düşünerekten Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanına geldim. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Bu gece bana bir sûre nazil oldu ki benim için dünya ve üzerindekiler den daha sevimlidir" buyurdu ve: "Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik. Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola iletsin..."şeklinde Fetih Sûresi'ni okudu.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvud, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de Mucemmi' b. Câriye el-Ensârî'den bildirir: Hudeybiye'de Resûlullah'la (sallallahu aleyhi vesellem) birlikte bulunduk. Oradan ayrıldığımızda insanlar develerini koşturmaya başladı. Bazıları: "İnsanlara ne oluyor?" diye sorunca, bazıları: "Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) vahiy geldi" dedi. Biz de insanlarla beraber koşmaya başladık. Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem), devesinin üzerinde, Kurâi'l-Gamîm denilen yerde durduğunu gördük. İnsanlar etrafında toplanınca, Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) onlara Fetih Sûresi'ni okudu. Adamın biri: "Yâ Resûlallah! Bir fetih mi vaadediliyor?" diye sorduğu zaman, Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Evetl Muhammed'in canı elinde olana yemin olsun ki bu bir fetihtir!" karşılığını verdi. Hayber fethedildiği zaman elde edilen ganimetler sadece Hudeybiye'de bulunanlar arasında taksim edildi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Hayber'in ganimetlerini onsekiz parçaya ayırdı. Bin beşyüz asker vardı ve içlerinden üçyüzü atlıydı. Atlı olana iki, piyadeye ise bir hisse verdi.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî Târih'de, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Cerîr, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de İbn Mes'ûd'dan bildirir: "Hudeybiye dönüşünde Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ile birlikte yol alırken vahiy nazil oldu. Allah Resûlü'ne vahiy nazil olduğu zaman kendisini bir sıkıntı basardı. Sıkıntısı gittiğinde neşeli olduğunu gördük. Sonrasında Fetih Sûresi'nin kendisine nazil olduğunu bize bildirdi."

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, İbn Cerîr, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Enes: "Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik" âyetini açıklarken: "Bu fetihten kasıt Hudeybiye'dir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes: "Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik" âyetini açıklarken: "Bu fetihten kasıt Hayber'in fethidir" demiştir.

Buhârî, İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Berâ'dan bildirir: Sizler fetih olarak Mekke'nin fethini kabul ediyorsunuz. Mekke'nin fethi de bir fetihti, ancak biz asıl fethi Hudeybiye günü yapılan Rıdvân Biati olarak görüyoruz. Peygamberimizle (sallallahu aleyhi vesellem) birlikte bin dörtyüz kişiydik. Hudeybiye de bir kuyudur. Ancak biz kuyudaki suyu çekip kullanınca içinde tek damla dahi su kalmadı. Bu durum Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) ulaşınca gelip kuyunun kenarında oturdu. Sonra bir kap su istedi. O suyla abdest aldı, ağzını çalkaladı, dua etti ve ağzındaki suyu kuyuya döktü. Az bir bekledikten sonra da kuyu hem bize, hem de hayvanlarımıza istediğimiz kadar su verdi.

Beyhaki, Urve'den bildirir: Hudeybiye'den dönüşe geçtiğimizde Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) ashabından bazıları: "Vallahi bu yaptığımız bir fetih değildi. Ne Kâbe'yi tavaf etmemimize, ne de kurbanlarımızı orada kesmemize izin verdiler. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) de Hudeybiye'den öteye gidemedi. Müşriklerden kaçıp yanına gelen iki müslümanı da onlara geri verdi" demeye başladılar. Ashâbından bazılarının bunun bir fetih olmadığı dedikleri Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) kulağına gelince şöyle buyurdu: "Ne kötü söylediniz! Oysa bu fetihlerin en büyüğüdür! Sizden hoşlarına gitmeyen şeyleri görmelerine rağmen müşrikler kendi topraklarından sağ salim çıkmanıza, sonraki yıl tekrar gelmenize razı oldular ve sizden yana güven içinde olmayı isteyecek hale geldiler. Yüce Allah sizleri onlara üstün kılarak sağ salim bir şekilde, kârlı bir durumda ve sevabınızı da almış olarak geri döndürüyor. İşte fetihlerin en büyüğü budur! Uhud'da ben sizi meydana çağırırken etrafınıza bakmadan dağa doğru kaçıştığınız günleri unuttunuz mu? Hendek savaşında arkanızdan ve önünüzden düşmanlar gelip de gözlerinizin kaydığı, yüreklerinizin ağzınıza geldiği ve Allah hakkında çeşitli zanlara kapıldığınız günleri unuttunuz mu?" Bunun üzerine Müslümanlar: "Allah ve Resûlü doğru söylüyorlar. En büyük fethi buymuş! Yâ Resûlallah! Vallahi biz senin gibi düşünemedik. Sen Allah'ı da, bu tür işleri de bizden daha iyi bilirsin" dediler. Yüce Allah da Fetih Sûresi'ni indirdi.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre Şa'bî: "Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Hudeybiye konusunda nazil oldu ki Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) burada başka hiçbir savaşta elde etmediği başarıları elde etti. Bu seferde Rıdvân Biat'ı yapıldı, Hudeybiye fethedildi, geçmiş ve gelecek günahları bağışlandı. Bu sefer sonucunda Müslümanlar Rıdvân Biatı'nı yaptılar, sonrasında Hayber'deki hurmalıkları ganimet olarak aldılar. Kâbe'de kesilecek olan kurbanlıklar yerlerini buldu. Sonrasında Rumlar İranlılara galip geldi ki müminler Allah'ın kitabının bu konuda doğru çıkması ve Ehl-i kitâb'dan olanların Mecusilere galip gelmesine çok sevindiler."

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Misver ve Mervân, Hudeybiye konusunda şöyle demişlerdir: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Hudeybiye'den dönüşe geçip Mekke ile Medine arasında bir yere ulaştığında başından sonuna kadar Fetih Sûresi nazil oldu. Sağlanan bu barış ve güven ortamında İslam dinine davet edilen herkes Müslüman olmaya başladı. Daha önceki dönemlerde Müslüman olanlardan daha fazlası bu dönemde Müslüman oldu. Hudeybiye anlaşması bu şekilde büyük birfetihe dönüştü."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Biz sana apaçık bir hüküm verdik, anlamındadır. Hudeybiye yılında nazil oldu. Apaçık hükümden kasıt da Hudeybiye'de kurbanlarını kesmesi ve başını tıraş etmesidir."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik" âyetini açıklarken: "Biz sana apaçık bir hüküm verdik, anlamındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd, Âmir eş-Şa'bî'den bildirir: Hudeybiye günlerinde, "Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik" âyetinin nüzulundan sonra adamın biri Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem): "Bu bir fetih midir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Evetl Büyük bir fetihtir" karşılığını verdi. Aynı şekilde "...İçinizden, fetihten önce harcayan ve savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlara eşit değildir..." âyetinde de ifade edildiği gibi öncesinde iman edip hicret edenler ile sonrasında iman edip hicret edenleri birbirinden ayıran söz konusu fetih Hudeybiye fethi olmuştur.

İbn Merdûye, Hz. Âişe'den bildirir: "Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik" âyeti konusunda Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Bu fetihten kasıt, Mekke'nin fethidir" buyurmuştur.

İbn Asâkir, Ebû Hâlid el-Vâsitî vasıtasıyla Zeyd b. Ali b. el-Hüseyn'den, onun babasından, onun da babasından naklen bildirdiğine göre Hz. Ali şöyle demiştir: Bir gün Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) sabah namazını bize alacakaranlıkta kıldırdı. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) sabah namazını bazen alacakaranlıkta bazen de gün ağarırken kıldırır ve: "Müminler arasında vakit konusunda herhangi bir ihtilaf olmaması için sabah namazını bu iki vakit arasında bir vakitte kılın" buyururdu. İşte bir gün sabah namazını bize alacakaranlıkta kıldırdı. Namazı bitirdikten sonra bize döndü. Yüzü mushaf yaprağı gibi parlıyordu. Bize: "İçinizden bu gece rüyasında bir şeyler gören oldu mu?" diye sorunca, biz: "Yâ Resûlallah! Hayır, görmedik" dedik. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: "Ama ben gördüm. Dün gece (rüyamda) iki melek gelip beni kollarımdan tuttular ve dünya semasına çıkardılar. Giderken bir melekle karşılaştım. Meleğin elinde bir kaya parçası vardı ve önünde duran bir insanın başına vuruyordu. Vurunca da insanın beyni bir tarafa kaya da bir tarafa düşüyordu. Yanımdaki meleklere: «Bu ne?» diye sorduğumda: «Devam et!» dediler.

Yolumuza devam ettik. Giderken elinde demirden kanca olan başka bir melekle karşılaştım. Bu melek, elindeki kancayla önünde duran bir insanın ağzını sağ taraftan kulağına kadar yırtıyordu. Sonra sol taraftan ağzını öbür kulağına kadar yırtarken sağ tarafı eski haline geliyordu. Yanımdaki meleklere: «Bu ne?» diye sorduğumda: «Devam et!» dediler. Devam ettik. Giderken içi kanla dolu ve kaynar kazan gibi fokurdayan bir ırmağın yanına vardık. Bu ırmağın alt kenarlarında çıplak insanlar, üst kenarlarında da ellerinde demir çatallar bulunan melekler bulunuyordu. Melekler ırmaktan dışarıya çıkmaya çalışan insanları ellerindeki demirden çatallarla geri ırmağın içine atıyorlar, ırmağın dibine kadar ulaştırıyorlardı. Yanımdaki meleklere: «Bu ne?» diye sorduğumda: «Devam et!» dediler.

Yolumuza devam ettiğimizde altı üst tarafından daha dar olan ve içinde çıplak insanların bulunduğu oda gibi bir şeyle karşılaştım. Altında da ateş yanıyordu. O kadar çok pis kokuyorlardı ki burnumu kapatmak zorunda kaldım. Yanımdaki meleklere: «Bunlar kim?» diye sorduğumda: «Devam et!» dediler. Yolumuza devam edip siyah renkli bir tepeye ulaştık. Orada sersemlemiş bir şekilde duran insanlar gördüm. Dübürlerinden üfürülen ateş ağızlarından, burunlarından, kulaklarından ve gözlerinden çıkıyordu. Yanımdaki meleklere: «Bu ne?» diye sorduğumda: «Devam et!» dediler. Yolumuza devam edip çevresi kapatılan bir ateşin yanına geldik. Başında bir melek duruyordu ve ateşten dışarıya ne çıksa peşinden gidiyor, alıp geri ateşe atıyordu. Yanımdaki meleklere: «Bu ne?» diye sorduğumda: «Devam et!» dediler.

Yolumuza devam edip bir bahçenin yanına vardık. Bahçede benzeri olmayan güzellikte bir ihtiyar vardı ve çevresinde de çocuklar bulunuyordu. Bahçenin içinde yaprakları fil kulağı gibi iri olan bir ağaç gördüm. Yüce Allah'ın dilediği kadar bu ağaca tırmandıktan sonra daha güzeli olmayan, içi delikli zümrütler, yeşil zebercet taşlar ve kırmızı yakutlardan yapılmış evlerle karşılaştım. Yanımdaki meleklere: «Bu ne?» diye sorduğumda: «Devam et!» dediler. Yolumuza devam edip bir ırmağın yanına vardık. Irmağın üzerinde biri altından biri de gümüşten iki köprü vardı. Irmağın kenarlarında daha güzeli olmayan, içi delikli inciler, yeşil zebercet taşlar ve kırmızı yakutlardan yapılmış evler, dolup taşan bardaklar ile ibrikler bulunuyordu. Yanımdaki meleklere: «Bu ne?» diye sorduğumda, bu kez: «Burada dur!» dediler. Orada durdum, bir kabı alıp ırmağa daldırıp doldurdum ve içtim. Suyu baldan tatlı, sütten beyaz ve yağdan daha yumuşaktı.

Sonrasında iki melek anlatmaya başladı: «Kayayla başına vurulan ve beyni bir tarafa kaya bir tarafa düşen insan, yatsı namazlarını kılmadan uyuyan ve diğer namazları da vaktinde kılmayan insanlardandır. Bu insanlar Cehennem ateşine girene kadar kafalarına vurulup durulur. Melek tarafından kancayla sağ yanağı kulağına kadar yırtılan, sol yanağı da yırtılırken bu arada sağ yanağı eski haline gelen o gördüğün insan da müminlerin arasında koğuculuk yaparak aralarında fesat çıkaran insanlardandır. Onlar da Cehenneme girene kadar bu şekilde eziyet görüp duracaklardır. Kandan ırmaklar içinde bulunan ve her çıkmak istediklerinde ellerindeki ateşten çatallarla melekler tarafından aşağıya, ırmağın dibine kadar itilen insanlar da faiz yiyen insanlardır. Bunlar da Cehenneme girene kadar bu şekilde eziyet görüp duracaklardır.

Altı geniş üstü dar olan, içinde çıplak insanların bulunduğu ve altında ateş yakılan yerde de zinakârlar bulunmaktadır. O duyduğun pis koku da avret yerlerinin kokuşuydu. Onlar da Cehenneme girene kadar bu şekilde eziyet görüp duracaklardır. Siyah tepede sersemlemiş olarak gördüğün, dübürlerinden verilen ateş kulak, burun, ağız ve gözlerinden çıkan insanlar da Lüt kavminin yaptığı işi yapan inanlardır. Bu işi yapan her iki taraf da Cehenneme girene kadar bu şekilde eziyet görüp duracaktır. Etrafı çevrelenmiş ateşin başında duran ve içinden çıkan her şeyi alıp geri yerine koyan melek de Cehennem bekçisidir. O ateş de Cennetlikler ile Cehennemlikleri birbirinden ayıran Cehennemdir.

O gördüğün bahçe de Cennetül-Mevâ'dır. Çevresinde çocukların bulunduğu ihtiyar İbrahim peygamberdir. Çevresindekiler de çocuklarıdır. Tırmandığın ağacın üzerinde bulunan, benzeri görülmemiş bir şekilde güzel olan, içi delikli zümrütler, yeşil zebercet taşlar ve kırmızı yakutlardan yapılmış o evler de İlliyyîn'den olan peygamberler, sıddîkler, şehitler ve salih kimselerin meskenleridir ki onlar ne iyi arkadaştırlar. En son gördüğün ırmak da Yüce Allah'ın sana verdiği Kevser'dir. İşte senin evin ile ailen bunlardır.»

Sonrasında üstümden bir ses: «Ey Muhammed! Ey Muhammed! İste ki sana verilsin!» diye seslendi. Bu sesi duyunca korkudan takatim kesildi, kalbim yerinden oynadı ve ayakta duramayacak hale geldim. Bu çağrıya cevap vermeye gücüm yetmedi. Ancak yanımdaki meleklerden biri sağ eliyle elimi tuttu. Diğer melek de sağ elini omzuma koydu. Bu şekilde sakinleşip rahatladım. Bir daha üzerimden: «Ey Muhammed! İste ki sana verilsin!» diye seslenilince: «Allahım! Şefaatimi sabit kılmanı, ailemi yanıma vermeni ve huzuruna günahsız bir şekilde varmayı diliyorum» dedim. Sonrasında geri getirildim."

Daha sonra Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem): "Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik. Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola iletsin" âyetleri nazil oldu. Bu âyetler nazil olunca, Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Yüce Allah bunları bana verdiğine göre diğer istediklerimi de bana verecektir" buyurdu.

es-Silefî et-Tuyûriyyât'ta Yezîd b. Hârun vasıtasıyla bildirir: Mes'ûdî'nin şöyle dediğini işittim: "Bize bildirilene göre Ramazan ayının ilk gecesinde nafile namazda Fetih Sûresi'ni okuyan kişi o yıl şeytanın şerrinden korunur."

2

"Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola İletsin"

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Âmir ile Ebû Câfer: "Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın..." âyetini açıklarken: "Geçmiş günahlardan kasıt Cahiliye dönemindeki günahlar, gelecek günahlardan kasıt da İslam dönemindeki günahlardır" demişlerdir.

Abd b. Humeyd, Süfyân'dan bildirir: Bize bildirilene göre "Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın..." buyruğunda geçmiş günahlardan kasıt Cahiliye dönemindeki günahlar, gelecek günahlardan kasıt da İslam döneminde henüz işlemediği günahlardır.

İbn Sa'd, Mücemmi' b. Câriye'den bildirir: (Mekke ile Medine arasında bir yer olan) Dacanân'da iken insanların koşuştuğunu ve: "Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) vahiy indi!" dediklerini gördüm. Ben de onlarla birlikte koşmaya başladım. Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanında ulaştığımızda nazil olan Fetih Sûresi'ni okuyordu. Cebrail bu sûreyi indirdiğinde: "Yâ Resûlallah! Hayırlı olsun" diyerek onu kutlamıştı. Cebrâil onu kutlayınca Müslümanlar da kutladı.

İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve İbn Asâkir, Hz. Âişe'den bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) "Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik. Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola iletsin" âyetleri nazil olduğu zaman kendini ibadete daha fazla verdi. Kendisine: "Yâ Resûlallah! Yüce Allah geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamışken bu kadar ibadet neden?" diye sorulunca, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Buna karşılık şükreden bir kul olmayayım mı?" karşılığını verdi.

İbn Merdûye, Beyhakî Şuabu'l-îman'da ve İbn Asâkir, Ebû Hureyre'den bildirir: Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) "Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik. Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola iletsin" âyetleri nazil olduğu zaman oruç tuttu ve ayakları şişene kadar da namaz kıldı. Kendini o kadar fazla ibadete verdi ki sonunda yorgunluktan eskimiş su tulumuna döndü. Kendisine: "Yüce Allah geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamışken kendine neden bunu yapıyorsun?" diye sorulunca, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Buna karşılık şükreden bir kul olmayayım mı?" cevabını verdi.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce, Muğîre b. Şu'be'den bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ayakları şişene kadar namaz kılardı. Kendisine: "Yüce Allah geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamadı mı?" diye sorulunca, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Şükreden bir kul olmayayım mı?" karşılığını verdi.

İbn Asâkir, Ebû Cuhayfe'den bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) gece kalkar ve ayakları yara oluncaya kadar namaz kılardı. Kendisine: "Yüce Allah geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamadı mı?" diye sorulunca, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Şükreden bir kul olmayayım mı?" karşılığını verdi.

Ebû Ya'lâ ve İbn Asâkir, Enes'ten bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) geceleri kalkar ve ayakları şişene kadar namaz kılardı. Kendisine: "Yüce Allah geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamadı mı?" diye sorulunca, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Şükreden bir kul olmayayım mı?" karşılığını verdi.

İbn Asâkir, Nu'mân b. Beşîr'den bildirir: "Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ayakları şişene kadar namaz kılardı."

Beyhakî Şuabu'l-îman'da ve İbn Asâkir, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ayakları şişene kadar namaz kılardı. Kendisine: "Yüce Allah geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamışken neden öyle yapıyorsun?" diye sorulunca, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Şükreden bir kul olmayayım mı?" karşılığını verdi.

Hasan b. Süfyân ve İbn Asâkir, Hz. Âişe'den bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ayakları şişene kadar namaz kılardı. Kendisine: "Yüce Allah geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamışken neden öyle yapıyorsun?" dediğimde, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Şükreden bir kul olmayayım mı?" karşılığını verdi.

İbn Asâkir, Ahmed b. İshâk b. İbrâhim b. Nubayt b. Şarît el-Eşcaî'den bildirir: Babamın, babasından onun da babasından naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ayakları şişene kadar namaz kılardı. Kendisine: "Yüce Allah geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamışken neden öyle yapıyorsun?" diye sorulunca, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Şükreden bir kul olmayayım mı?" karşılığını verdi.

İbn Adiy ve İbn Asâkir, Enes'ten bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) kendini o kadar ibadete verdi ki sonunda halsizlikten eskimiş su tulumuna döndü. Kendisine: "Yüce Allah geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamışken neden kendini bu kadar yoruyorsun?" diye sorulunca, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Şükreden bir kul olmayayım mı?" karşılığını verdi.

Ebû Nuaym Hilye'de Hz. Âişe'den bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) geceleri kalkar dört rekat namaz kıldıktan sonra dinlenirdi. Bir gece çok uzun bir süre namaz kılınca kendisine acıdım. "Yâ Resûlallah! Yüce Allah geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamadı mı ki?" diye sorduğumda: "Şükreden bir kul olmayayım mı?" karşılığını verdi.

3

"Ve Allah sana şanlı bîr zafer versin."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Ve Allah sana şanlı bir zafer versin" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt Mekke'nin, Hayber'in ve Tâif'in fethidir" demiştir.

4

"O, inananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine güven indirendir. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "O, inananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine güven indirendir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Güvenden (sekîne) kasıt rahmettir. Yüce Allah, Hz. Peygamber'i (sallallahu aleyhi vesellem) «Lâ ilâhe illallah» şehadeti üzere göndermiştir. Müminler bu yönde şehadet edip bu sözü tasdik edince Yüce Allah namazı da emretti. Müminler namazı tasdik edip kılınca zekatı emretti. Zekatı tasdik edip verince haccı emretti. Haccı tasdik edip ifa edince cihadı emretti. Daha sonra Yüce Allah onlara dinlerini tamamladı ve: "...Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim..."buyurdu. Gök ile yer ahalisinin imanlarının sağlam, doğru ve kamil olması «Lâ ilâhe illallah» şeklindeki şehadetle gerçekleşir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "O, inananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine güven indirendir..." âyetini açıklarken: "İmanlarının kat kat artması tasdik üzerine tasdikde bulunmalarıdır" demiştir.

5

"Bütün bunlar Allah'ın; inanan erkek ve kadınları, içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetlere koyması, onların kötülüklerini örtmesi içindir. İşte bu, Allah katında büyük bir başarıdır."

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym el-Ma'rife'de Enes'ten bildirir: Hudeybiye dönüşünde Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem): "Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola iletsin" âyeti nazil olunca: "Öyle bir âyet nazil oldu ki benim için dünya ve içindekilerden daha sevimlidir" buyurdu ve nazil olan âyeti ashâba okudu. Ashâb da: "Yâ Resûlallah! Hayırlı olsun" diyerek onu tebrik ettiler ve: "Yüce Allah sana ne yapacağını bildirdi. Peki, bize ne yapacak?" diye sordular. Bunun üzerine: "Bütün bunlar Allah'ın; inanan erkek ve kadınları, içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetlere koyması, onların kötülüklerini örtmesi içindir. İşte bu, Allah katında büyük bir başarıdır" âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve İbn Merdûye, Enes'ten bildirir: Hudeybiye'den dönüşümüzde Muhammed'in (sallallahu aleyhi vesellem) ashâbı üzüntü ve sıkıntı içindeydi. Zira Mekke'ye girememişler ve kurbanlarını Hudeybiye'de kesmişlerdi. Yolda Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) üç defa: "Kuşluk vakti öyle bir âyet nazil oldu ki benim için dünya ve içindekilerden daha sevimlidir" buyurdu. "Yâ Resûlallah! Ne nazil oldu?" diye sorduğumuzda, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik. Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola iletsin" âyetlerini okudu. Biz: "Yâ Resûlallah! Sana hayırlı olsun. Peki, bizim için ne var?" dediğimizde, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Bütün bunlar Allah'ın; inanan erkek ve kadınları, içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetlere koyması, onların kötülüklerini örtmesi içindir. İşte bu, Allah katında büyük bir başarıdır" âyetini okudu. Daha sonraları Hayber'e gidip de Yahudiler ordumuzu görünce kalelerine kaçtılar. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) de: "Hayber harap olmuştur! Biz ki bir kavmin alanına indiğimizde uyarılanların günü berbat olmuş demektir!" buyurdu.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Merdûye, İkrime'den bildirir: "Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik. Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola iletsin" âyetleri nazil olduğu zaman ashâb: "Yâ Resûlallah! Rabbinin verdiği sana hayırlı olsun. Bu senin içindi, peki bize ne var?" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: "Bütün bunlar Allah'ın; inanan erkek ve kadınları, içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetlere koyması, onların kötülüklerini örtmesi içindir. İşte bu, Allah katında büyük bir başarıdır" âyetini indirdi.

8

Bkz. Ayet,9

9

"Doğrusu seni şahit, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik Siz de Allah'a ve Peygamberine inanasınız, ona yardım edesiniz, O'na saygı gösteresiniz ve O nu sabah akşam tesbih edesiniz."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Doğrusu seni şahit, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah, Hz. Peygamber'i (sallallahu aleyhi vesellem) hem kendi ümmetine, hem de diğer peygamberlere risaleti tebliğ ettiklerine dair bir şahit, Allah'a itaat edenlere Cenneti müjdeleyen, Allah'a isyan edeni ise Cehennem ateşiyle uyaran biri olarak gönderdi."

Katâde, Fetih Sûresi'nin 9. âyetini de (.....) lafzıyla okumuş ve şöyle açıklamıştır: "Onlar da Allah'a ve peygamberine inansınlar, O'na yardım edip saygı göstersinler ve Allah'ı sabah akşam tesbih etsinler. Yüce Allah burada kendisine gereken saygının gösterilmesini, ululanıp yüceltilmesini emretmiştir."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, Fetih Sûresi'nin 9. âyetini (.....) lafzıyla okumuş ve: "O'na yardım edip saygı göstersinler" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, Fetih Sûresi'nin 9. âyetini (.....) lafzıyla okumuş ve açıklarken: "Muhammed'e (sallallahu aleyhi vesellem) yardım edip ona gerekli saygıyı göstersinler, anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Diyâ'nın el-Muhtâre'de bildirdiğine göre İbn Abbâs, Fetih Sûresi'nin 9. âyetini (.....) lafzıyla okumuş ve:

"Muhammed'in (sallallahu aleyhi vesellem) önünde kılıçlarla savaşsınlar, anlamındadır" demiştir.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime, Fetih Sûresi'nin 9. âyetini (.....) lafzıyla okumuş ve:

"Muhammed'in (sallallahu aleyhi vesellem) yanında kılıçlarla savaşsınlar, anlamındadır" demiştir.

İbn Adiy, İbn Merdûye, Hatîb ve İbn Asâkir Târih'de Câbir b. Abdillah'tan bildirir: (.....) âyeti nazil olduğu zaman Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem), ashâbına: "Bunu anlamı nedir biliyor musunuz?" diye sordu. Ashâb: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dediklerinde, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Ona yardım edesiniz, anlamındadır" buyurdu.

İbn Merdûye, İkrime'den bildirir: İbn Abbâs Fetih Sûresi'nin 9. âyetini (=Allah'a ve Resûlüne iman edenler, O'na yardım eder, O'na saygı gösterir ve O'nu sabah akşam tesbih ederler)" lafzıyla okur ve şöyle derdi: "Kur'ân'da bir fiildeki harfin ile mi yoksa (.....) ile mi başladığı konusunda tereddiite düşerseniz onu harfiyle okuyun, zira Kur'ân'ın âyetleri tüm insanlar muhatap alınarak inmiştir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk, Fetih Sûresi'nin 9. âyetini lafzıyla okumuş ve açıklarken: "Allah'ı tesbih etsinler, anlamındadır. Yüce Allah burada (ki zamirle) kendini kastetmiştir" demiştir.

Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir, Hârun'dan bildirir: İbn Mes'ûd'un kıraaatinde Fetih Sûresi'nin 9. âyeti (=Sabah akşam Allah'ı tesbih etsinler)" şeklindedir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, Fetih Sûresi'nin 9. âyetini (=Sabah akşam Allah'ı tesbih etsinler)" şeklinde okurdu.

10

"Sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir."

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler..." âyetini açıklarken: "Bu biattan kasıt, Hudeybiye gününde yapılan biattir" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler..." âyetini açıklarken: "Bunlar Hudeybiye gününde Allah Resûlü'ne (sallallahu aleyhi vesellem) biat edenlerdir" demiştir.

İbn Merdûye, İbrâhim b. Muhammed b. el-Münteşir'den, o babasından, o da dedesinden bildirir: "Sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir" âyetinde dile getirilen ve Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) yapılan biat «Allah'a biat ve hakka itaat» şeklinde olan biatti. Ebû Bekr'e yapılan biat da «Allah'a itaat ettiğim sürece bana biatlı kalın, Allah'a isyan etmem durumunda bana itaat etmeyin» şekinde olan bir biatti. Ömer b. el-Hattâb'a yapılan biat «Allah'a biat ve hakka itaat» şeklinde olan biatti. Osmân b. Affân'a yapılan biat da «Allah'a biat ve hakka itaat» şeklinde olan bir biatti.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hakem b. el-A'rac: "...Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir..." âyetini açıklarken: "Müslümanların olası bir durumda kaçmamaları için Allah'ın gücünün onların güç ve kuvvetinden daha üstün olduğu ifade edilmiştir" demiştir.

Ahmed ve İbn Merdûye, Ubâde b. es-Sâmit'ten bildirir: "Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) tembellikte ve çalışkanlıkta emirlerini dinleyip itaat etme, bollukta da darlıkta da infakta bulunma, iyiliği emredip kötülükten alıkoyma, hiç kimsenin kınamasından korkmadan Allah için hakkı söyleme, Yesrib'e (Medine'ye) yanımıza gelmesi durumunda ona yardım etme, kendimizi, eşlerimizi ve çocuklarımızı koruduğumuz gibi onu koruma üzerine biat ettik. Buna karşılık da bize Cennet vaadediliyordu. Biat ederek verdiği bu söze vefa gösterene Yüce Allah da Cennet vaadini yerine getireceği, verdiği bu sözü bozanların ise bunu ancak kendi aleyhlerine bozacakları ifade edildi."

11

Bkz. Ayet,16

12

Bkz. Ayet,16

15

Bkz. Ayet,16

16

"Bedevilerden geri kalmış olanlar, sana diyecekler ki: «Mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu. Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile.» Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: «Allah sîze bîr zarar gelmesini dilerse veya bir fayda elde etmenizi isterse O'na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Kaldı ki, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.» Aslında siz Peygamberin ve müminlerin ailelerine bir daha dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sizin gönüllerinize güzel göründü de kötü zanda bulundunuz ve helaki hak etmiş bir topluluk oldunuz... Savaştan geri bırakılanlar, siz ganimetleri almaya giderken, «Bırakın biz de sizinle gelelim» diyeceklerdir. Onlar Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: «Siz bizimle asla gelmeyeceksiniz. Allah, önceden böyle buyurmuştur.» Onlar, «Bizi kıskanıyorsunuz» diyeceklerdir. Hayır, onlar pek az anlarlar. Bedevilerin geri bırakılanlarına de ki: «Siz, güçlü kuvvetli bir kavme karşı teslim oluncaya kadar savaşmaya çağrılacaksınız. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Ama önceden dönüğünüz gibi yine dönerseniz, Allah sizi elem dolu bir azaba uğratır.»"

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Cüveybir: "Bedevilerden geri kalmış olanlar, sana diyecekler ki: Mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu. Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Hudeybiye'den döndükten sonra Hayber'in üzerine yürüdüğü zaman bedevilerden bazıları Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) katılmayıp ailelerinin yanına gittiler. Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) Hayber'i fethettiği haberini aldıklarında hemen ona gittiler. Ancak Yüce Allah, Hayber'den elde edilen ganimetlerin sadece bu fethe katılanlar arasında bölmesini, katılmayanlara bir pay vermemesini emretmişti. "...Onlar Allah'ın sözünü değiştirmek isterler..." buyruğunda anlatılan da budur. Değiştirmek istedikleri bu söz de Hayber'de elde edilen ganimetlerin sadece bu savaşa katılanlar arasında paylaştırılması emridir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre Mücâhid: "Bedevilerden geri kalmış olanlar, sana diyecekler ki: Mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu. Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bunlar Medine'den Cüheyne ve Müzeyne kabilesi bedevileridir. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Mekke'ye giderken onları çağırmış, ancak: "Buralara kadar gelip de onun ashâbını öldüren bir kavimle gidip topraklarında mı savaşacağız?" demişler ve çeşitli meşgaleler öne sürerek katılmamışlardır. Hudeybiye'de bir sonraki yıl umre yapma konusunda anlaşma yapıldıktan sonra Müslümanlar Mekke müşriklerden saldırmak isteyen bazılarını yakaladılar. Ancak Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) onları serbest bıraktı. "O sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke'nin içinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir..." âyetinde bahsedilen zafer de budur. Sonrasında Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) dönüşe geçti. Ancak kendisine pek çok ganimetler vaad edildi. Hayber'in fethi öne alındı. Geride kalan bedeviler bunu görünce Müslümanlara: "Bırakın biz de sizinle birlikte gidelim" demeye başladılar. "Savaştan geri bırakılanlar, siz ganimetleri almaya giderken, «Bırakın biz de sizinle gelelim» diyeceklerdir..." âyetinde bahsedilen ganimetler de Hayber ganimetleridir. Daha sonra bedevilere güçlü, kuvvetli bir kavme karşı savaşmaları teklif edildi ki bu kavim de İranlılardır. Vaad edilen mükâfat da bugüne kadar elde edilen ganimetlerdir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Aslında siz Peygamberin ve müminlerin ailelerine bir daha dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sizin gönüllerinize güzel göründü de kötü zanda bulundunuz ve helaki hak etmiş bir topluluk oldunuz" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bunlar Mekke'ye doğru yola çıkan Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ile ashâbının geriye sağlam bir şekilde dönemeyeceklerini, orada öldürüleceklerini zannetmişlerdi. Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) katılmayıp geride kalmalarının sebebi de buydu. İleri sürdükleri mazeretler de yalandan başka bir şey değildi ve bu zanlarında da yanılıyorlardı."

"Savaştan geri bırakılanlar, siz ganimetleri almaya giderken, «Bırakın biz de sizinle gelelim» diyeceklerdir..." âyetini açıklarken: "Bunlar Hudeybiye'ye Peygamberimizle (sallallahu aleyhi vesellem) birlikte gitmeyen ve geride kalanlardır" demiştir. "...Allah, önceden böyle buyurmuştur..." âyetini açıklarken: "Ganimetler cihad edip savaşanlar için kılınmıştır. Hayber ganimetleri de sadece Hudeybiye'de bulunanların payıdır ve Hudeybiye'de bulunmayanların bu ganimette herhangi bir payı yoktur. Allah'ın önceden buyurduğu ve verdiği hüküm budur" demiştir. "Bedevilerin geri bırakılanlarına de ki: "Siz, güçlü kuvvetli bir kavme karşı teslim oluncaya kadar savaşmaya çağrılacaksınız..." âyetini açıklarken de şöyle demiştir: Hevâzin ve Sakîf kabileleriyle savaşmak üzere Huneyn savaşına çağrıldıklarında kimisi cihad etmek istedi ve bu çağrıya en güzel şekilde icabet etti. Daha sonra Yüce Allah: "Köre vebal yoktur, topala da vebal yoktur, hastaya da vebal yoktur..." buyurarak bu savaşa katılamayacak olanları mazur gördü.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Aslında siz Peygamberin ve müminlerin ailelerine bir daha dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sizin gönüllerinize güzel göründü de kötü zanda bulundunuz..." âyetini açıklarken: "Bunlar Müslümanlar içinde bulunan münafıklardır. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) ile Müslümanların çıktıkları bu seferden sağlam olarak dönemeyeceği şeklinde kötü bir zanda bulundular" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Onlar Allah'ın sözünü değiştirmek isterler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Allah'ın sözünden kasıt Kitab'ıdır. Bunlar Müslümanları cihad konusunda yavaşlatırlar ve savaştan kaçmalarını telkin ederlerdi."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bedevilerin geri bırakılanlarına de ki: "Siz, güçlü kuvvetli bir kavme karşı teslim oluncaya kadar savaşmaya çağrılacaksınız..." âyetini açıklarken: "Bu kavim İranlılardır" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Bu kavim İran ile Rumlardır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre: "Bedevilerin geri bırakılanlarına de ki: "Siz, güçlü kuvvetli bir kavme karşı teslim oluncaya kadar savaşmaya çağrılacaksınız..." âyetini açıklarken: "Bu kavim Kürtlerdir" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve Taberânî'nin M. el-Evsafta bildirdiğine göre Mücâhid: "Bedevilerin geri bırakılanlarına de ki: "Siz, güçlü kuvvetli bir kavme karşı teslim oluncaya kadar savaşmaya çağrılacaksınız..." âyetini açıklarken: "Bunlar İran bedevileri ile Arap olmayan toplulukların kürtleridir" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve Taberânî'nin bildirdiğine göre Zührî: "Bu kavim Hanife oğullarıdır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre: "Bedevilerin geri bırakılanlarına de ki: "Siz, güçlü kuvvetli bir kavme karşı teslim oluncaya kadar savaşmaya çağrılacaksınız..." âyetini açıklarken: "Bu kavim henüz gelmiş değildir" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Bedevîlerin geri bırakılanlarına de ki: "Siz, güçlü kuvvetli bir kavme karşı teslim oluncaya kadar savaşmaya çağrılacaksınız. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Ama önceden döndüğünüz gibi yine dönerseniz, Allah sizi elem dolu bir azaba uğratır" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Ömer b. el- Hattâb daha önce Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) Mekke'ye çağırdığı Medineli bedevileri İranlılara karşı savaşmaya çağırdı. Âyet bundan bahsetmektedir. Ömer sizi bunlara karşı savaşa davet ettiği zaman şâyet itaat ederseniz zamanında Peygamberimizden (sallallahu aleyhi vesellem) geri kalmanızın tövbesi olur ve Yüce Allah size güzel bir mükâfat verir. Ancak Ömer sizi davet ettiği zaman, zamanında Peygamberimizden (sallallahu aleyhi vesellem) geri kalmanız gibi geri kalırsanız Yüce Allah size çetin bir azabı tattırır."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bedevîlerin geri bırakılanlarına de ki: "Siz, güçlü kuvvetli bir kavme karşı teslim oluncaya kadar savaşmaya çağrılacaksınız..." âyetini açıklarken: "Bu kavim İran ile Rumlardır" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Bedevîlerin geri bırakılanlarına de ki: "Siz, güçlü kuvvetli bir kavme karşı teslim oluncaya kadar savaşmaya çağrılacaksınız..." âyetini açıklarken: "Bu kavim putperestlerdir" demiştir.

Firyâbî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bedevilerin geri bırakılanlarına de ki: "Siz, güçlü kuvvetli bir kavme karşı teslim oluncaya kadar savaşmaya çağrılacaksınız..." âyetini açıklarken: "Bunlar Hevâzin kabilesi ile Hanîfe oğullarıdır" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İkrime ile Saîd b. Cübeyr: "Bedevîlerin geri bırakılanlarına de ki: "Siz, güçlü kuvvetli bir kavme karşı teslim oluncaya kadar savaşmaya çağrılacaksınız..." âyetini açıklarken: "Bunlar Huneyn'de Müslümanları pusuya düşüren Hevâzin kabilesidir" demiştir.

17

"Köre vebal yoktur, topala da vebal yoktur, hastaya da vebal yoktur. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de geri kalırsa, onu acı bir azaba uğratır."

Taberânî -hasen bir isnâdla- Zeyd b. Sâbit'ten bildirir: Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanında nazil olan vahiyleri yazıyordum. Savaşı emreden âyet de nazil olmuştu. Bir ara kalemi kulağıma koymuş beklerken kör biri gelip: "Benim gözlerim görmezken nasıl cihada çıkayım?" diye sordu. Bunun üzerine: "Köre vebal yoktur, topala da vebal yoktur, hastaya da vebal yoktur. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de geri kalırsa, onu acı bir azaba uğratır" âyeti nazi! oldu. Bunlardan vebalin kalkması sadece cihad konusundadır. Şayet güçleri yetmiyorsa cihada katılmayabilirler.

18

Bkz. Ayet,23

19

Bkz. Ayet,23

20

Bkz. Ayet,23

21

Bkz. Ayet,23

22

Bkz. Ayet,23

23

"Andolsun kî o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bîr fetihte ödüllendirmiştir. Yine onları elde edecekleri birçok ganimetlerle de mükafatlandırdı. Allah üstündür, hikmet sahibidir. Allah, size, elde edeceğiniz birçok ganimetler vaad etmiştir. Şimdilik bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir ki bunlar müminler için bir delil olsun, sizi de doğru bir yola iletsin. Henüz elde edemediğiniz başka ganimetler de vardır ki, onlar Allah'ın bilgi ve kudreti dahilindedir. Allah, her şeye kadirdir. Eğer kâfirler sizinle savaşsalardı, arkalarına dönüp kaçarlardı. Sonra bir dost ve yardımcı da bulamazlardı. Allah'ın, ötedenberi süregelen kanunu budur. Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Seleme b. el-Ekva'dan bildirir: Öğle vakti dinleniyorken Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) münadisi: "Ey insanlar! Biata! Biata gelin! Ruhu'I-Kuds indi!" diye seslenmeye başladı. Aceleyle Semure ağacının altında bulunan Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) doğru hareketlendik ve o ağacın altında ona biat ettik. "Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o müminlerden razı olmuştur..." âyetinde ifade edilen de budur. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bir elini öbür elinin üzerine koyarak Mekke'de bulunan Osmân adına da biat etti. Müslümanlar: "Affân'ın oğluna helal olsun! Biz buradayken o Mekke'de Kâbe'yi tavaf ediyor" deyince, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Orada şu kadar yıl kalsa dahi ben tavaf etmeden o da etmez!" buyurdu.

Buhârî ve İbn Merdûye, Târik b. Abdirrahman'dan bildirir: Hac için Mekke'ye gittiğim bir zamanda yolda (ağaç altında) namaz kılan bir toplulukla karşılaştım. "Bu namazgâh da ne oluyor?" diye sorduğumda: "Bu ağacın altında Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) Rıdvân Biati yapılmıştı" dediler. Saîd b. el-Müseyyeb'in yanına gelip bunu anlattığımda da Saîd şöyle dedi: "Babamın bana anlattığına göre kendisi de bu ağacın altında Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) biat edenlerden birisiydi. İkinci yıl geldiklerinde de bu ağacın yerini çıkaramamışlardı. Muhammed'in (sallallahu aleyhi vesellem) ashâbı bile bu ağacın yerini ve hangisi olduğunu bilmezken siz öğrenmişsiniz! Siz onlardan daha iyi biliyorsunuz öyle mi!?"

İbn Ebî Şeybe Musannefte Nâfi'den bildirir: "Ömer b. el-Hattâb, Rıdvân Biatı'nın yapıldığı ağacın altına insanların geldiğini haber alınca emrederek bu ağaç kesildi."

Buhârî ve İbn Merdûye, Katâde'den bildirir: Saîd b. el-Müseyyeb'e: "Rıdvân Biatı'nda bulunanların sayısı kaçtı?" diye sorduğumda: "Bin beşyüz kişiydi" karşılığını verdi. Ona: "Ama Cabir b. Abdillah onların bin dörtyüz kişi olduğunu söylüyor" dediğimde ise Saîd: "Allah ona merhamet etsin! Yanılmış! Zira onların bin beşyüz kişi olduklarını bizzat kendisi de söylemişti" karşılığını verdi.

Buhârî, Müslim, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Ebî Evfâ: "O ağaç altında biat edenlerin sayısı bin üçyüzdü" demiştir.

Saîd b. Mansûr, Buhârî, Müslim, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de Câbir b. Abdillah'tan bildirir: "Hudeybiye'de bin dörtyüz kişiydik. O zaman Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bize: "Sizler yeryüzünün en hayırlı insanlarısınız" buyurmuştu.

Beyhaki, Saîd b. el-Müseyyeb'den, o da babasından bildirir: "Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ile birlikte o ağacın altında bin dörtyüz kişiydik."

Buhârî'nin bildirdiğine göre Seleme b. el-Ekva: "O ağacın altında Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) biat ettim" dedi. Kendisine: "O günü ne üzerine Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) biat ediyordunuz?" diye sorulunca da: "Ölüm üzerine" karşılığını verdi.

Beyhaki, Urve'den bildirir: Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Hudeybiye'de konaklayınca, Kureyşliler bu kadar yakınlarına gelmesinden dolayı korkuya kapıldılar. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ashâbından birini onlara göndermek istedi ve bunun için Ömer b. el-Hattâb'ı çağırdı. Ömer: "Yâ Resûlallah! Ben gidersem hayatımdan yana güvende olamam. Zira Kureyşliler bana zarar verecek olsa Ka'boğullarından kimse bana arka çıkmaz. Ama Osmân b. Affân'ı gönderebilirsin. Akrabalarının çoğu orada ve istediğin şeyi onlara ulaştırabilir" deyince, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem), Osmân b. Affân'ı çağırttı. Onu Kureyşlilere gönderirken: "Onlara savaş için gelmediğimizi, sadece Kâbe'yi ziyaret için geldiğimizi söyle. Onları İslam'a da davet et" buyurdu. Bunun yanında Mekke'de bulunan erkek ve kadın müminlere de uğramasını, onlara fethin müjdesini vermesini, Yüce Allah'ın dinini Mekke'de üstün getirmesinin yakın olduğunu ve artık kimsenin imanını gizlemesine gerek kalmayacağını söylemesini istedi. Osmân da Mekke'ye gidip söylenenleri kendilerine iletti. Mekke müşrikleri Osmân'ı yanlarında rehin tuttular. Orada Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Müslümanları biata çağırdı. Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) münadisi: "Herkes duysun ki Ruhu'l-Kudüs Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) indi ve herkesin ona biat etmesini emretti. Bunun için Allah adına gelip Allah Resûlü'ne biat edin!" diye seslenince bütün Müslümanlar Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanına koşuştular. O sırada Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bir ağacın altında bulunuyordu. Oradaki bütün Müslümanlar asla kaçmayacaklarına dair Allah Resûlü'ne biat ettiler. Yüce Allah müşriklerin kalplerine korku salınca da ellerinde rehin olarak tuttukları Müslümanları serbest bıraktılar ve Resûlullah'ı (sallallahu aleyhi vesellem) anlaşma yapmaya davet ettiler.

Müslim, İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Câbir'den bildirir: "Hudeybiye'de bin dörtyüz kişiydik. Hepimiz Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) Semure denilen bir ağacın altında biat ettik. Ömer de onun elinden tutuyordu. Allah Resûlü'ne ölüm üzere değil kaçmamak üzere biat ettik."

Abd b. Humeyd, Müslim ve İbn Merdûye, Ma'kil b. Yesâr'dan bildirir: Hudeybiye'de ağacın altında Müslümanlar Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) biat ederken ben de bulundum. O zamanlar bin dörtyüz kişiydik. Biat esnasında ağacın dallarından birini Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) başına değmesin diye tutup kaldırmıştım. Orada Allah Resûlü'ne ölüm üzere değil kaçmamak üzere biat ettik."

Beyhakî Delâil'de Şa'bî'den bildirir: (Hudeybiye'de) Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) insanları biata çağırdığı zaman yanına ilk ulaşan kişi Ebû Sinân el- Esedî oldu. Ebû Sinân, Allah Resûlü'ne: "Elini uzat sana biat edeyim" dedi. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Ne üzerine biat edeceksin?" diye sorunca, Ebû Sinân: "Ne üzerine istiyorsan" karşılığını verdi.

Beyhaki, Enes'ten bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Rıdvân Biati için emir verdiğinde Osmân b. Affân elçi olarak Mekke'de bulunuyordu. Orada bulunan bütün Müslümanlar biat ettikten sonra Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Allahım! Osmân, Allah ve Resûlü için bir göreve gitti" buyurdu ve Osmân'm yerine bir elini diğerine vurdu. Bu şekilde biat konusunda Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) Osmân adına uzattığı el diğer herkesin uzattığı elden daha hayırlı çıktı.

Ahmed, Ebû Dâvud ve Tirmizî'nin Câbir'den, Müslim'in ise Câbir vasıtasıyla Ümmü Mübeşşir'den bildirdiğine göre Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem): "Ağaç altında biat edenlerden hiç kimse Cehenneme girmeyecektir" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu vermiştir..." âyetini açıklarken: "Yüce Allah sadece yaptığı biata vefa gösterecek olanlara bu güven duygusunu verdi" demiştir.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Abdurrahman b. Ebî Leylâ: "...Onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir" âyetini açıklarken: "Bu fetih Hayber'in fethidir" demiştir.

Abdurrezzâk ve Ebû Dâvud Merâsîl'de Zührî'den bildirir: Bize bildirilene göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Hayber'den elde edilen ganimetleri paylaştırırken Hayber savaşına katılmayan hiç kimseye bunlardan pay vermemiştir. Ancak Hudeybiye'de bulunup da Hayber savaşında bulunmayan kişilere gıyaplarında pay ayırmıştır. Zira Yüce Allah, Hudeybiye'de bulunanlar hakkında: "Allah, size, elde edeceğiniz birçok ganimetler vaad etmiştir. Şimdilik bunu size hemen vermiştir..." buyurmuştu. Bundan dolayı Hudeybiye'de bulunanlardan, Hayber savaşına katılana da katılmayana da ganimetlerden pay verdi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir. Yine onları elde edecekleri birçok ganimetlerle de mükafalandırdı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bunlar Hudeybiye'de Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) biat edenlerdir. Yüce Allah bunlara vakar ile sabrı indirmiştir. Bize bildirilene göre de altında biat edilen bu ağaç Semure ağacıdır. O zaman Müslümanlar bin beşyüz kişiydi ve ölüm üzerine değil kaçmamak üzere biat etmişlerdi. Bahsedilen ganimetler Hayber'de ele geçirilen taşınmaz ve taşınır mülklerden oluşan ganimetlerdir. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bu ganimetleri ashabı arasında paylaştırdı."

İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), Hudeybiye'den Medine'ye doğru dönüşe geçtiğinde Mekke ile Medine arasında bir yerde kendisine Fetih Sûresi nazil oldu. Bu sûrede Yüce Allah, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) hakkında: "Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik. Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola iletsin. Ve Allah sana şanlı bir zafer versin" buyurdu. Daha sonra Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ile birlikte çıkmayıp Medine'de kalan bedevileri zikretti ve onlar hakkında: "Bedevilerden geri kalmış olanlar, sana diyecekler ki: «Mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu. Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile.» Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: "Allah size bir zarar gelmesini dilerse veya bir fayda elde etmenizi isterse O'na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Kaldı ki, Allah yaptıklarınızdan haberdardır" buyurdu.

Sonra bedevilere: "Aslında siz Peygamberin ve müminlerin ailelerine bir daha dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sizin gönüllerinize güzel göründü de kötü zanda bulundunuz ve helaki hak etmiş bir topluluk oldunuz. Kim Allah'a ve Resulüne iman etmezse bilsin ki biz, kafirler için çılgın bir ateş hazırlamışızdır" buyurdu. Daha sonra da yapılan biati zikredip: "Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir" buyurdu. Bu yakın fetih de Hayber'in fethi oldu.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o müminlerden razı olmuştur..."

âyetini açıklarken: "Ağaç altında biat edenler, bin beşyüz yirmibeş kişiydi" demiştir.

İbn Merdûye ve İbn Asâkir, Ebû Umâme el-Bâhilî'den bildirir: "Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o müminlerden razı olmuştur..." âyeti nazil olduğu zaman: "Yâ Resûlallah! Biz de ağaç altında sana biat etmiştik" dedim. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Ey Ebû Umâme! Sen bendensin, ben de sendenim" karşılığını verdi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: "...Onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir" âyetini açıklarken: "Bu fetih Hudeybiye barışı sonrası yapılan Hayber fethidir" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Şa'bî: "...Onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir" âyetini açıklarken: "Bu fetih Hayber fethidir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Allah, size, elde edeceğiniz birçok ganimetler vaad etmiştir. Şimdilik bunu size hemen vermiştir..."

âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Vaad edilen ganimetler, şimdiye kadar elde edilen ganimetlerdir. Hemen verilen de Hayber'in fethidir."

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Allah, size, elde edeceğiniz birçok ganimetler vaad etmiştir. Şimdilik bunu size hemen vermiştir..." âyetini açıklarken: "Bundan kasıt Hayber'in fethidir" demiştir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Allah, size, elde edeceğiniz birçok ganimetler vaad etmiştir. Şimdilik bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir ki bunlar müminler için bir delil olsun..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Vaad edilen ganimetler ile hemen verilen Hayber fethidir ve bu fetihte elde edilen ganimetlerdir. Yüce Allah, Mekkeli müşriklerin haram bölgesini helal kılmalarına veya ihramlı olan Müslümanların kanlarını akıtmalarına engel olmuş ve bunu «İnsanların ellerini sizden çekmiştir» şeklinde dile getirmiştir. Bu uygulamanın da sonradan gelen müminlere yönelik bir sünnet olacağını bildirmiştir."

İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre Mervân ile Misver b. Mahreme şöyle demişlerdir: Hudeybiye dönüşünde Mekke ile Medine arasında bir yerde Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) Fetih Sûresi nazil oldu ve bu sûreyle Yüce Allah, Allah Resûlü'ne pek çok hayırlar vaad etti. Bunlardan biri de "Allah, size, elde edeceğiniz birçok ganimetler vaad etmiştir. Şimdilik bunu size hemen vermiştir..." buyruğunda ifade edildiği gibi Hayber'in fethidir. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Medine'ye Zilhicce ayında geldi. Muharrem ayına kadar kaldıktan sonra bu ayda Hayber'e yürüdü. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Ğatafân kabilesinin Hayber Yahudi'lerine yardıma gelmesinden çekindiği için Ğatâfan ile Hayber arasında bir yer olan Racî' vadisinde konakladı. Geceyi orada geçirdikten sonra sabah vakti Hayber'e girdi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "...Şimdilik bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Sizlere hemen Hayber'in fethini nasip etti. Sizler Medine'yi bırakıp Hayber'e gidince geride kalan çoluk çocuğunuz ile mallarınızı da düşmanlardan korudu."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atiyye: "...Şimdilik bunu size hemen vermiştir..." âyetini açıklarken: "Bundan kasıt Hayber'in fethidir" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...İnsanların ellerini sizden çekmiştir..." âyetini açıklarken: "Elleri Müslümanların üzerinden çekilen bu insanlar anlaşmalı olan ve başlarında Uteybe b. Hafs ile Mâlik b. Avf en- Nasrî Ebû Nasr bulunan Esed ile Ğatafân kabileleri ve Bi'r-i Maûna'da bulunan Hayber Yahudileridir. Ancak Yüce Allah bunların kalplerine korku saldığı için Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ile karşılaşmadan kaçmışlardır" demiştir. "Eğer kâfirler sizinle savaşsalardı, arkalarına dönüp kaçarlardı. Sonra bir dost ve yardımcı da bulamazlardı. Allah'ın, ötedenberi süregelen kanunu budur. Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın" âyetini açıklarken de şöyle demiştir: "Bu kafirlerden kasıt Esed ile Ğatafân kabileleridir. Yüce Allah, peygamberi ile savaşan herkesi sonunda rezil eder, ya öldürerek ya da kalbine korku salarak hezimete uğratır. Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) adını duyan her bir düşman hezimete uğrayıp sonunda teslim olur. Yüce Allah'ın, düşmanlarına yönelik sünneti budur."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Henüz elde edemediğiniz başka ganimetler de vardır..." âyetini açıklarken: "Bu ganimetler günümüze kadar gerçekleşmekte olan fetihlerdir" demiştir.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Henüz elde edemediğiniz başka ganimetler de vardır ki, onlar Allah'ın bilgi ve kudreti dahilindedir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu ganimetler henüz sizlerin olmadı, ancak ilerde olacaktır. Yüce Allah bu ganimetlerin ilerde sizin olacağını geniş bilgisiyle bilmiştir."

İbn Ebî Şeybe, Ebu'l-Esved ed-Düelî'den bildirir: Zübeyr b. el-Avvâm, Basra'ya geldiği zaman devlet hazinesine girdi. İçerdeki altın ve gümüşleri görünce: "Allah, size, elde edeceğiniz birçok ganimetler vaad etmiştir. Şimdilik bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir ki bunlar müminler için bir delil olsun, sizi de doğru bir yola iletsin. Henüz elde edemediğiniz başka ganimetler de vardır ki, onlar Allah'ın bilgi ve kudreti dâhilindedir. Allah, her şeye kadirdir" âyetlerini okudu ve: "Henüz elde edilmeyen ganimetler işte bunlardı" dedi.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ali ile İbn Abbâs: "Allah, size, elde edeceğiniz birçok ganimetler vaad etmiştir. Şimdilik bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir ki bunlar müminler için bir delil olsun, sizi de doğru bir yola iletsin. Henüz elde edemediğiniz başka ganimetler de vardır ki, onlar Allah'ın bilgi ve kudreti dâhilindedir. Allah, her şeye kadirdir" âyetlerini açıklarken şöyle demişlerdir: "Yüce Allah geniş bilgisiyle gelecekte sizlere fetihler vaad ediyor. Bu fetihlere katılacak ve ganimetler elde edeceksiniz. Vaad ettiği bu fetihlerden Hayber'in fethini sizlere hemen vermiştir. Yapılan Hudeybiye anlaşmasıyla da Kureyş'in ellerini sizin üzerinizden çekmiş, zararını sizden defetmiştir. Bu da gelecekte size vaad edilenlerin gerçekleşeceğinin delilidir. Henüz elde edemediğiniz ganimetler de var ki bunlar da İran ile Rumlardan elde edileceklerdir. Yüce Allah bu konuda takdirini yapmış ve hükmünü vermiştir."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Abdurrahman b. Ebî Leylâ: "Henüz elde edemediğiniz başka ganimetler de vardır..." âyetini açıklarken: "Bunlardan kasıt, İran ile Rumların topraklarında yapılacak olan fetihlerdir" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atiyye: "Henüz elde edemediğiniz başka ganimetler de vardır..." âyetini açıklarken: "Bunlardan kasıt İran'ın fethidir" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Cüveybir: "Henüz elde edemediğiniz başka ganimetler de vardır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bazıları vaad edilen bu ganimetlerin bazı Arap kabilelerinin fethi olduğunu söylerken bazıları da İran ile Rum bölgelerindeki fetihler olduğunu söylemiştir."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Henüz elde edemediğiniz başka ganimetler de vardır..." âyetini açıklarken: "Bize bildirilene göre bundan kasıt, Mekke'nin fethidir" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "Henüz elde edemediğiniz başka ganimetler de vardır..." âyetini açıklarken: "Bundan kasıt, Huneyn savaşıdır" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Henüz elde edemediğiniz başka ganimetler de vardır..." âyetini açıklarken: "Bundan kasıt, Hayber'in fethidir" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Eğer kâfirler sizinle savaşsalardı, arkalarına dönüp kaçarlardı..." âyetini açıklarken: "Bu kafirlerden kasıt, Mekke ahalisidir" demiştir.

24

"Sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke'nin içinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O'dur. Allah, yaptıklarınızı görendir"

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'i-Münzir, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de Enes'ten bildirin Hudeybiye'de Mekke ahalisinden silahlı seksen kişilik bir müşrik grubu Resûlullah'ı (sallallahu aleyhi vesellem) öldürmek için Ten'îm dağı taraflarından Müslümanların üzerine indiler. Ancak Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) dua edince hepsi de yakalandı. Sonra Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) onları affedip serbest bıraktı. Bunun üzerine Yüce Allah: "Sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke'nin içinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O'dur..." âyetini indirdi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke'nin içinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O'dur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Âyette geçen Batn-ı Mekke'den kasıt Hudeybiye'dir. Bize bildirilene göre Hudeybiye zamanlarında Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) ashabından Zenîm adında birisi tepede bulunurken müşrikler oklarıyla onu öldürdüler. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bir süvari birliği gönderince Mekke müşriklerinden on iki atlıyı yakaladılar. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) onlara: "Bizlerden biriyle bir anlaşmanız veya zimmetiniz var mı?" diye sorunca, onlar: "Hayır!" dediler. Sonrasında Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) onları serbest bıraktı. Bu konuda Yüce Allah: "Sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke'nin içinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O'dur..." âyetini indirdi.

Abdurrezzâk, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Misver b. Mahreme ile Mervân b. el-Hakem'den bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), Hudeybiye zamanında ashâbmdan bin küsur kişilik bir toplulukla yola çıktı. Zu'l-Huleyfe'ye vardıklarında kurbanlıklara gerdanlıklar takıldı ve çizilerek işaretlendi. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) umre için de ihrama girdi. Önden Huzâa kabilesinden birisini gözcü olarak gönderdi ve kendi de yola çıktı. Usfân'a yakın bir yerde bulunan Ğadîru'l- Eştât denilen yere vardığında gözcü geldi ve: "Ka'b b. Lüey ve Âmir b. Lüey, Ahâbiş denilen savaşçı bir topluluğu sana karşı savaşmak ve Kâbe'den menedip uzaklaştırmak için toplamış" dedi. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem), ashâbına: "Bana bu konuda görüşünüzü söyleyin. Kureyşlilere yardıma gelen toplulukların geride kalan çoluk çocuğuna baskın yapalım mı? Şayet kaçıp kurtulurlarsa Yüce Allah bizleri kafir bir topluluktan kurtarmış olur. Kalırlarsa da yardıma giden adamlarının mallarını elinden almış, güçsüz bırakmış oluruz. Yoksa Kabe'ye yönelip karşımıza çıkanlarla mı savaşalım?" diye sordu. Ebû Bekr: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir, ama yâ Resûlallah, biz birileriyle savaşmak için değil Kâbe'yi ziyaret etme niyetiyle yola koyulduk. Onun için Kâbe'ye doğru gidelim. Eğer bizi Kâbe'den alıkoyacak biri çıkarsa onunla savaşırız" deyince, Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "O zaman yola koyulun" buyurdu.

Bu şekilde tekrar yola koyuldular. Yolun bir yerine ulaştıklarında Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem): "Hâlid b. el-Velîd, Kureyşli bir grup atlıyla gözcü olarak Ğamîm mevkiinde bulunuyor. Yolun sağ tarafını tutun!" buyurdu. Hâlid, ancak Müslüman ordusunun kaldırdığı tozu görünce bunun farkına varabildi ve hemen Kureyş'i uyarmak için atını sürdü. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) de yoluna devam etti. Kendisinden Kureyş'in üzerine inilen tepeye vardığında devesi çöktü. İnsanlar deveye: "Yürü! Yürü!" diye çıkıştılar, ama deve çökmekte ısrar etti. Bunun üzerine: "Kasvâ çöküp kaldı!" demeye başladılar. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ise: "Kasvâ çöküp kalmadı! Öylesine çöküp kalamaz! Huyu da değil, ancak (zamanında) fili durduran onu da böyle durdurmuştur" buyurdu. Sonra şöyle buyurdu: "Canım elinde olana yemin olsun ki Kureyş, Yüce Allah'ın kutsal saydığı şeyleri yüceltmek amacıyla benden ne isterse onlara vereceğim!" Daha sonra Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) devesine bağırıp sürünce deve harekete geçti. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Hudeybiye'nin bir ucundaki Semed'e gidip orada konakladı. Semed kuyusunun suyu azdı. İnsanlar kuyunun suyunu azar azar çekince kuyuda hiç su kalmadı. Susuzluktan dolayı Resulullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) şikâyette bulunduklarında, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) ok torbasından bir tane ok çekti ve Müslümanların onu kuyuya atmalarını emretti. Vallahi kuyunun yanından ayrılana kadar içinden susuzluklarını fazlasıyla giderecek bir şekilde su fışkırmaya başladı.

Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ve ashâbı bu durumdayken Budeyl b. Verkâ el- Huzaî, kabilesi Huzâa'dan bir grup insanla yanlarına geldi. Bunlar, Tihâme kabileleri arasında öteden beri Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) dostları ve sırdaşıydılar. Budeyl: "Ka'b b. Lüey ile Âmir b. Lüey'yi, Hudeybiye'nin en bol sulu yerlerinde, sütlü ve yavrulu develeriyle birlikte konaklamış bir şekilde bıraktım. Seninle savaşıp, Kâbe'den alıkoymak istiyorlar" deyince, Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: "Biz kimseyle savaşmaya gelmedik. Yalnızca umre yapma niyetiyle geldik. Savaş Kureyş'i zayıflatıp zarara uğratmıştır. Yine de isterlerse aramızda (barış için) belli bir zaman tayin eder, onlar da insanlarla aramdan çekilirler. Eğer insanlara karşı galip gelirsem, Kureyşliler de diğerleri gibi bu yola girebilirler. Yok, eğer galip gelemezsem Kureyşliler de bu şekilde rahat ederler. Ancak buna karşı gelirlerse nefsim elinde olana yemin olsun ki başım bedenimden ayrılana kadar onlarla savaşırım. Yüce Allah da (fetih) vaadini yerine getirecektir!" Bunun üzerine Budeyl: "Bu dediklerini Kureşlilere iletirim" dedi ve Kureyşlilerin yanına geldi. Onlara: "O adamın yanından geliyoruz. Bir teklif getirdi eğer isterseniz size bu teklifi sunabiliriz" deyince içlerinden düşüncesiz olanlar: "Onun hakkında bir şey söylemene ihtiyacımız yok" dediler. İçlerinden akıllı olanlar ise: "Ondan işittiğini bize söyle" karşılığını verdiler. Budeyl: "Şöyle şöyle dediğini işittim" dedi ve Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) buyurduğunu onlara aktardı.

Bunun üzerine Urve b. Mes'ûd es-Sekafî kalkıp: "Ey kavim! Sizler benim babam konumunda değil misiniz?" diye sordu. "Evet!" dediler. "Ben sizin oğlunuz gibi değil miyim?" diye sorunca yine: "Evet!" karşılığını verdiler. "Beni herhangi bir şeyle itham edebilir misiniz?" diye sorunca: "Hayır!" karşılığını verdiler. Sonra: "Ukâz halkını yardıma çağırdığımı, ancak bu çağrıma icabet etmediklerinde çoluk çocuğumla ve bana tâbi olanlarla birlikte sizin yardımınıza geldiğimi de biliyorsunuz değil mi?" diye sorduğunda: "Evet! Biliyoruz" karşılığını verdiler. Bunun üzerine: "Bu adam size doğru olan bir teklif sundu. Bu teklifi kabul edin ve konuşmak için yanına gitmeme izin verin" dedi. Onlar da: "Tamam! Yanına git!" karşılığını verdiler. Urve, Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) yanına gitti ve onunla konuşmaya başladı. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) de Budeyl'e söylediklerine benzer şeyler söyledi. O zaman Urve: "Ey Muhammed! Şayet kavminin kökünü kazıyacak olsan, bu güne kadar senden önce Araplardan kavminin kökünü kazıyan kimse olacak mı? Şayet bunun tersi olursa vallahi seni yalnız bırakıp yanından kaçmaya hazır karakterde insanlar ve kalabalıklar görüyorum!" dedi.

Bunu duyan Ebû Bekr es-Sıddîk ona: "Sen git de Lât'ın bızırını em! Biz mi onu yalnız bırakıp kaçacağız!" diye çıkıştı. Urve: "Bu kim?" diye sorunca: "Ebû Bekr" dediler. Bunun üzerine Urve: "Canım elinde olana yemin olsun ki bizde henüz karşılığını veremediğimiz bir iyiliğin olmasaydı bil ki ben de aynı tarzda sana bir cevap verirdim!" karşılığını verdi. Urve tekrar Peygamberimizle (sallallahu aleyhi vesellem) konuşmaya başladı ve konuşurken ikide bir (Arapların adeti üzere) Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) sakalını tutuyordu. Muğîre b. Şu'be, Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) başının ucunda duruyordu. Elinde kılıcı, başında da miğferi vardı. Urve elini Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) sakalına her uzatışında Muğîre kılıcının ucuyla Urve'nin eline vuruyor ve: "Elini Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) sakalından çek!'" diyordu. Urve başını kaldırıp: "Kim bu?" diye sordu. "Muğîre b. Şu'be" dediler. Bunun üzerine Urve ona: "Ey hain! Ben hâlâ senin ihanetinin bedelini ödemiyor muyum?" diye çıkıştı.

Muğîre, Cahiliye'de bir grupla yoldaşlık etmiş sonra da onları öldürüp mallarını almıştı. Sonra gelip Müslüman olduğunda Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ona: "'Müslümanlığını kabul ediyorum; ama aldığın mal konusunda herhangi bir sorumluluk kabul edemem!" buyurmuştu.

Urve bir yandan da Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) ashabını gözüyle süzüyordu. Urve (daha sonra arkadaşlarına) dedi ki: "Vallahi Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) tükürecek olsa bu tükürüğü mutlaka bir sahabesinin avucuna düşüyordu. O da bunu yüzüne ve bedenine sürüyordu. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bir şey emrettiği zaman herkes bunu yerine getirmek için hemen harekete geçiyordu. Abdest almak istediğinde suyunu dökmek için aralarında mücadele ediyorlardı. Kendisi konuştuğunda susuyorlar ve saygıdan dolayı ona keskin bakışlarla bakmıyorlardı."

Sonra Urve arkadaşlarının yanına geldi ve onlara dedi ki: "Ey kavim! Vallahi ben krallara, Kayser'e, Kisra'ya ve Necâşî'ye elçi olarak gittim. Ancak Muhammed'e (sallallahu aleyhi vesellem) ashâbının gösterdiği saygıyı bunların arkadaşları tarafından gösterildiğini görmedim! Vallahi tükürecek olsa bu tükürüğü mutlaka bir sahabesinin avucuna düşüyordu. O da bunu yüzüne ve bedenine sürüyordu. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bir şey emrettiği zaman herkes bunu yerine getirmek için hemen harekete geçiyordu. Abdest almak istediğinde suyunu dökmek için aralarında mücadele ediyorlardı. Kendisi konuştuğunda susuyorlar ve saygıdan dolayı ona keskin bakışlarla bakmıyorlardı. O size doğru bir teklif sundu bunu kabul edin!" Bunun üzerine Kinâne'den bir adam: "Bana izin verin bir de ben gideyim" diye teklif edince, ona da: "Git!" dediler.

Bu kişi de Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ile ashâbının yanına gitti. Onu gördüklerinde Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Bu, kurbanlara saygı duyan bir kabileden filan kişidir. Siz de kurbanlıklarınızı ona doğru salın" buyurdu. Kurbanlıklar ona doğru salındı ve insanlar telbiye getirerek onu karşıladılar. Adam bunu görünce: "Sübhânallah! Bunların Kâbe'den menedilmeleri doğru değildir" dedi. Arkadaşlarının yanına geri dönünce de: "Onların kurbanlıklarına gerdanlıklar takıldığını ve işaretlendiğini gördüm. Bunun için Kâbe'den menedilmelerini uygun görmüyorum" dedi. İçlerinden Mikraz b. Hafs denilen biri kalktı ve: "İzin verin bir de ben onun yanına gideyim" dedi. Ona da: "Git!" karşılığını verdiler. Bu da Resûlullah(sallallahu aleyhi vesellem) ile ashâbının yanına gitti. Müslümanlar onu gördüklerinde Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) "Bu kişi Mikraz'dır ve günahkar biridir!" buyurdu.

Mikraz, Peygamberimizle (sallallahu aleyhi vesellem) konuşmaya başladı. Onunla konuştuğu sırada da Süheyl b. Amr geldi. Süheyl b. Amr geldiği zaman Peygamberimiz(sallallahu aleyhi vesellem): "İşiniz biraz daha kolaylaştı" buyurdu. Süheyl b. Amr gelip: "Hadi aramızda bir anlaşma metni yazalım" dedi. Anlaşmayı yazmak üzere de bir katip çağırdılar. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) katibe: "Yaz: Bismillâhirrahmânirrahîm" diyerek anlaşmanın metnine başlamak istedi; ancak Süheyl: "Rahmân'ın ne olduğunu bilmiyorum. Onun için daha önceleri yazdığın gibi «Allahım! Senin adınla» diye yaz" dedi. Müslümanlar: "Bismillâhirrahmânirrahîm'den başkasını yazmayız!" diye itiraz ettiler, ama Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) katibe: "Bismikellahumme, diye yaz" buyurdu.

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) sonra: "İşte bu metin, Resûlullah olan Muhammed'in kararlarını içerir" diye yazmasını buyurdu. Ancak Süheyl: "Vallahi senin Allah'ın Resûlü olduğunu bilseydik seni Kabe'den menetmez ve seninle savaşmazdık. Onun için bunun yerine 'Muhammed b. Abdillah' yaz" dedi. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem): "Beni yalanlasanız da ben Allah'ın Resulüyüm! Peki, bu metin Muhammed b. Abdillah'm kararlarını içerir, yaz" buyurdu.

Ravilerden Zührî der ki: "Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) bu şekilde davranması, daha önce "Canım elinde olana yemin olsun ki Kureyş, Yüce Allah'ın kutsal saydığı şeyleri yüceltmek amacıyla benden ne isterse onlara vereceğim!" buyurduğu içindir."

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) anlaşma metnini yazdırırken devamla: "Bizi Kabe'den menetmeyecek ve onu tavaf etmemize izin vereceksiniz!" buyurunca, Süheyl: "Vallahi Arapların, bizim zorla bunu kabul ettiğimizi konuşmalarını istemeyiz, onun için gelecek sene bunu yapın" dedi ve ekledi: "Bizden birisi sana gelirse, senin dinine geçmiş olsa dahi onu bize iade edeceksin." Müslümanlar ise: "Sübhânallah! Sana Müslüman olarak gelirse nasıl müşriklere geri iade edilebilir!" diyerek böylesi bir maddenin yazılmasına itiraz ettiler.

Onlar bunu konuşurlarken (Müslüman olduğu için zincire vurulan) Ebû Cendel b. Süheyl b. Amr zincirleriyle Mekke'nin aşağısından çıkıp geldi ve kendini Müslümanların arasına bıraktı. Bunu gören Süheyl: "Ey Muhammed! İşte bize iade edeceğin ilk kişi de bu olacak!" dedi. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem): "Henüz anlaşmayı bitirmedik" buyurunca, Süheyl: "Vallahi o zaman seninle asla hiçbir şeyde anlaşmam!" karşılığını verdi. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem): "Sadece Ebû Cendel'i almama izin ver!" buyurunca, Süheyl: "İzin vermem!" dedi. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) : "Ona izin ver!" buyurdu, ama Süheyl yine: "Bunu yapamam!" karşılığını verdi. Ebû Cendel de: "Ey Müslümanlar! Müslüman olarak size geldiğim halde müşriklere geri mi iade edileceğim! Allah yolunda maruz kaldığım eziyetleri görmüyor musunuz!" diye seslendi. Gerçekten de Ebû Cendel Müslüman olduğu için Yüce Allah'ın yolunda ağır eziyetlere maruz kalmıştı.

Ömer b. el-Hattâb der ki: "Vallahi Müslüman olduğumdan bu güne kadar hiçbir zaman şüpheye düşmedim. Bu durum karşısında Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) yanına geldim ve: "Sen Allah'ın Peygamberi değil misin!" dedim. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Evet! Peygamberiyim" karşılığını verdi. 'Biz hak yolda, düşmanlarımız ise batıl yolda değiller mi!" dedim. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Evet! Oyle!" karşılığını verdi. "O zaman dinimizde neden taviz veriyoruz!" dediğimde, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) : "Ben Yüce Allah'ın Resûlü'yüm ve ona karşı gelemem! O bana yardım edecektir!" karşılığını verdi. Ona: "Kâbe'ye gelip tavaf edeceğimizi bize söylememiş niydin?" diye sorduğumda: "Evet! Söyledim, ama bu yıl içinde tavaf edeceğimizi söyledim mi?" buyurdu. Ben: "Hayır!" dediğimde: "Muhakkak Kabe'ye gelip tavaf edeceksin!" buyurdu. Bunun üzerine Ebû Bekr'e gelip: "Ey Ebû Bekr! Bu, Allah'ın peygamberi değil midir?" diye sordum. Ebû Bekr: 'Evet!" karşılığını verdi. "Bizler hak yoldayken, düşmanlarımız batıl olan yolda değiller mi?" diye sordum. "Evet!" karşılığını verdi. "O zaman neden linimizden böyle taviz veriyoruz?" diye sorduğumda, Ebû Bekr: "Be adam! şüphesiz o, Allah'ın Resûlü'dür ve Rabbine asla karşı gelmez. Rabbi de ona yardım edecektir! Onun emrine tutun ki ölene kadar kurtuluşa ermişlerden olasın. Vallahi o hak üzeredir!" karşılığını verdi. Ebû Bekr'e: "Kâbe'ye gelip tavaf edeceğimizi bildirmemiş miydi?" dediğimde, Ebû Bekr: "Evet, dedi ama bu sene içinde gelip tavaf edeceğini söyledi mi?" diye sordu. Ben: "Hayır!" arşılığını verince Ebû Bekr: "O zaman muhakkak Kâbe'ye gidip tavaf edeceksin!" dedi. O zamanlar yaptığım bu itirazlarımın kefareti olarak daha sonraları çok çabalar sarfettim."

Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) anlaşma metni yazılıp imzalandıktan sonra ehâbına: "Kalkın kurbanlarınızı kesin ve saçlarınızı tıraş edin!" buyurdu. Ancak ashabtan tek bir tanesi bile kalkmadı. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bu emrini üç defa tekrarlamasına rağmen yine kimse kalkmadı. Bunun zerine Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), Ümmü Seleme'nin yanına girdi ve insanların bu tavrını ona aktardı. Ümmü Seleme: "Ey Allah'ın Peygamberi! Bu emrinin yerine getirilmesini istiyor musun?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Evet!" karşılığını verdi. Ümmü Seleme de: "O halde dışarıya çık, kimseyle konuşmadan kurbanını kes ve berberini çağırarak tıraşını ol" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) dışarıya çıktı ve kimseyle konuşmadan Ümmü Seleme'nin dediği gibi yaptı. Kurbanını kesip berberini çağırttı ve tıraşını oldu. Ashâb bunu görünce kalkıp kurbanlarını kesmeye başladılar. Sonra birbirlerini tıraş etmeye koyuldular. Ancak üzüntü ve sıkıntıdan dolayı birbirlerini tıraş ederken neredeyse birbirlerini öldürecek gibiydiler.

Sonra Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanına mümin kadınlar geldi. Onlar hakkında Yüce Allah: "Ey Mü’minler! İnanmış kadınlar hicret ederek size gelirlerse onları deneyin, hicretlerinin sebebini inceleyin. Allah onların imanlarını çok iyi bilir. Onların mümin kadınlar olduklarını öğrenirseniz, inkarcılara geri çevirmeyin. Bu kadınlar, o inkarcılara helal değildir Onlar da bunlara helal olmazlar. İnkarcıların bu kadınlara verdikleri mehirleri iade edin: Bu kadınların mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman, onlarla evlenmenizde bir engel yoktur. İnkarcı kadınları nikahınızda tutmayın..."âyetini indirdi. Bu âyetin nüzûlünden sonra Hz.Ömer, müşrikken evlendiği iki hanımını boşadı. Bunlardan birisiyle Muâviye b. Ebî Süfyân evlenirken diğeriyle Safvân b. Umeyye evlendi. Sonra Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Medine'ye geri döndü.

Medine'deyken Kureyş'ten Ebû Basîr Müslüman olarak yanına geldi. Mekke bu adamı geri almak için iki adam gönderdi. Bu iki adam gelip: "Bizimle bu konuda anlaşma yapmıştın" dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Ebû Basîr'i bu iki adama teslim etti. İki adam onu alıp yola koyuldular. Zu'l-Huleyfe'ye geldiklerinde kendilerine ait hurmalardan yemek için konakladılar. Ebû Basîr ikisinden birine: "Vallahi ey filan gördüğüm kadarıyla şu kılıcın pek de güzelmiş" dedi. Bunun üzerine kılıcın sahibi kılıcı kınından çıkardı ve: "Evet! Vallahi çok güzeldir. Onu çok yerde kullandım" karşılığını verdi. Ebû Basîr: "Versene bir bakayım!" deyince adam kılıcı verdi. Ebû Basîr kılıcı alıp iyice kavrayınca adamı vurup öldürdü. Diğer adam ise kaçıp Medine'ye geldi. Koşarak Mescid'e girdi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) onu görünce: "Bu adam bir şeyden ürkmüş" buyurdu. Adam Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) yanına varınca: "Arkadaşım öldürüldü, ben de öldürülmek üzereyim" dedi. O esnada Ebû Basîr geldi ve: "Ey Allah'ın Peygamberi! Yüce Allah senin sözünü ifa ettirdi. Sen beni onlara iade ettin ama Yüce Allah beni onlardan kurtardı" dedi. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Vay anasına! Yanında birileri olsa bu adam savaşı ateşleyecek!" buyurunca, Ebû Basîr Hz. Peygamber'in(sallallahu aleyhi vesellem) onu tekrar onlara iade edeceğini anladı ve oradan ayrıldı. Deniz sahiline kadar geldi.

Bu arada müşriklerden kurtulan Ebû Cendel de Ebû Basîr'în yanına geldi. Sonrasında Müslüman olup da Mekke'den kaçan herkes Ebû Basîr'e katıldı. Bu şekilde de Ebû Basîr'in etrafında kalabalık bir topluluk oluştu. Bu topluluk ne zaman Kureyş'ten Şam'a doğru müşriklere ait bir kervanın yola çıktığını duysa kervana saldırıp müşrikleri öldürüyor ve mallarını ele geçiriyorlardı. Bunun üzerine Kureyş, Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) haber salıp Allah aşkına ve yakınlığa hürmeten bunun durdurulmasını, Mekke'den Müslüman olup da Medine'ye gidenlerin de iadesinin istenmeyeceğini söyledi. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) de Ebû Basîr'e bu konuda haber gönderdi.

Yüce Allah da bu konuda: "Sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke'nin içinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O'dur. Allah, yaptıklarınızı görendir. Onlar inkar edenlerdir, sizi Mescidi Haram'ı ziyaretten ve bağlı kurbanları yerlerine gitmekten alıkoyanlardır. Eğer, oradaki henüz tanımadığınız inanmış erkeklerle inanmış kadınları bilmeyerek ezmek suretiyle üzüntüye kapılmanız ihtimali olmasaydı Allah savaşı önlemezdi. Allah, dilediklerine rahmet etmek için böyle yapmıştır. Eğer inananlarla inkarcılar birbirinden ayrılmış olsalardı, inkar edenleri can yakıcı bir azaba uğratırdık. İnkar edenler, gönüllerindeki cahiliyye çağının asabiyet ateşini ateşlendirdiklerinde, Allah, Peygamberine ve inananlara huzur indirdi; onların takva sözünü tutmalarını sağladı. Onlar, bu söze layık ve ehil kimselerdi. Allah her şeyi bilmektedir" âyetlerini indirdi. Cahiliye asabiyeti de, müşriklerin anlaşmada Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) peygamber olduğunu kabul etmemeleri, 'Bismillâhirranmânirrahîm'i yazmaya yanaşmamaları ve Müslümanların Kâbe'yi tavafına engel olmalarıdır.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Hudeybiye'de anlaşma metnini yazan kişi Ali b. Ebî Tâlib'ti" demiştir.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Müslim, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de Seleme b. el-Ekva'dan bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ile birlikte Hudeybiye'ye gittiğimizde bin dörtyüz kişiydik. Oradayken Mekke müşrikleri elçiler göndererek bizlerle barış anlaşması yaptılar. Anlaşmayı yapıp güven içinde birbirimize karışmaya başladığımız bir dönemde bir ağacın altına gelip uzandım. Uzanmışken yanıma Mekke müşriklerinden dört kişi geldi ve Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) hakkında kötü laflar etmeye başladılar. Onlara kızarak kalktım ve başka bir ağacın altına gidip uzandım. Onlar da silahlarını ağaca asıp altında uzandılar. Bu şekilde ağaçların altında uzanmışken vadinin alt taraflarından: "Ey Mühacirler! İbn Züneym öldürüldü!" diye bir ses geldi. Bunun üzerine hemen kalktım, kılıcımı alıp o dört kişinin yanına gittim. Onlar hâlâ yatıyorlardı. Silahlarını elime aldım ve: "Muhammed'i şerefli kılana yemin olsun ki başını kaldıranın kafasını keserim!" dedim. Sonra onları önüme katıp Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) doğru geldim. Amcam Âmir de Abalât'tan Mikraz adında birini yetmiş müşrikle birlikte önüne katmış getiriyordu. Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) önünde durduğumuzda Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) onlara baktı ve: "Bırakırı onları! Alçaklığın başı da sonu da onların olsun!" buyurdu. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) onları bu şekilde affedince Yüce Allah: "Sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke'nin içinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O'dur. Allah, yaptıklarınızı görendir" âyetini indirdi.

Ahmed, Nesâî, Hâkim, İbn Cerîr, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de Abdullah b. Muğaffel'den bildirir: Yüce Allah'ın Kur'ân'da zikettiği o ağacın altında Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ile beraberdik. Ağacın dalları da Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) sırtına değiyordu. Ali b. Ebî Tâlib ile Süheyl b. Amr, Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) önündeydiler. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) anlaşma metnini ayzdırırken Ali'ye: "Yaz: «Bismillâhirrahmânirrahîm»" buyurunca, Süheyl, Ali'nin elini tuttu ve: "Biz ne Rahmân'ı ne de Rahîm'i biliriz. Bizim bilip kabul ettiğimiz ifadelerle yaz" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Bismikellahumme, diye yaz" buyurdu. Ali buyrulduğu gibi yazdı. Sonra: "Bu, Allah'ın Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) Muhammed'in Mekke ahalisiyle yaptığı anlaşmanın metnidir" diye yazdırmak istedi, ancak Süheyl yine Ali'nin elini tuttu ve: "Şayet Allah'ın Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) isen o zaman sana haksızlık etmişiz demektir. Sen bizim bilip kabul ettiğimiz ifadelerle yaz" dedi. Bunun üzerine: "Bu Muhammed b. Abdillah'ın Mekke ahalisiyle yaptığı anlaşmanın metnidir" şeklinde yazıldı.

Bu şekilde anlaşma görüşmeleri sürerken silahlı otuz tane genç adam üzerimize saldırıya geçtiler. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) onlara beddua edince Yüce Allah onları sağır (Hâkim'in lafzı "kör" şeklindedir) etti. Biz de onların üzerine gidip yakaladık. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) onlara: "Birinin güvencesi altında mı geldiniz? Birinin himayesinde mi geldiniz?" diye sorunca: "Hayır!" dediler. Sonrasında Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) onları serbest bıraktı. Yüce Allah da bu konuda: "Sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke'nin içinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O'dur. Allah, yaptıklarınızı görendir" âyetini indirdi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Ebzâ'dan bildirir: Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) kurbanlıklarla birlikte Medine'den çıkıp da Zu'l-Huleyfe'ye ulaşınca, Ömer: "Ey Allah'ın Peygamberi! Seninle savaş halinde olan bir kavmin yanına silahsız ve atsız gidiyorsun" dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Medine'ye birilerini gönderdi ve orada ne kadar silah ve at varsa getirtti. Mekke'ye yaklaştığı zaman ise müşrikler Mekke'ye girmesine izin vermediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Minâ'ya gidip orada konakladı. Minâ'dayken Mekke'deki casusu geldi ve: "İkrime b. Ebî Cehl beşyüz kişilik bir kuvvetle senin üzerine geliyor" dedi. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem), Hâlid b. el-Velîd'e: "Amcan oğlu atlı bir birlikte geliyor" buyurunca, Hâlid: "Ben Allah'ın kılıcıyım! Resûlünün de kılıcıyım! Beni istediğin yere gönder!" karşılığını verdi. İşte orada Hâlid'e 'Seyfullah (Allah'ın kılıcı)' ismi verildi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) de emrine atlı bir birlik vererek onu gönderdi. Hâlid, Şi'b denilen yerde İkrime ile karşılaştı ve onu hezimete uğrattı. Onu Mekke'nin bahçelerine kadar sürdü. İkrime bir daha toparlanıp gelince Hâlid yine onu hezimete uğrattı ve Mekke bahçelerine kadar sürdü. İkrime üçüncü kez yine toparlanıp geldi. Hâlid yine onu hezimete uğrattı ve Mekke bahçelerine kadar sürdü. Bu konuda Yüce Allah: "Sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke'nin içinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O'dur. Allah, yaptıklarınızı görendir" âyetini indirdi. Yüce Allah bu şekilde Hz. Peygamber'i (sallallahu aleyhi vesellem) müşriklere karşı galip getirdi ve Mekke'de azınlık olarak bulunan Müslümanların İkrime'nin birliği tarafından ezilmesini de engellemiş oldu.

25

"Onlar, inkâr edenler ve sizi Mescid-i Baram'ı ziyaretten ve bekletilen kurbanlıkları yerlerine ulaşmaktan alıkoyanlardır. Eğer, oradaki henüz tanımadığınız inanmış erkeklerle, inanmış kadınları bilmeyerek ezmeniz ve böylece size bir eziyet gelecek olmasaydı (Allah Mekke'ye girmenize izin verirdi). Allah, dilediğini rahmetine koymak için böyle yapmıştır. Eğer, inananlarla inkarcılar birbirinden ayrılmış olsalardı, onlardan inkâr edenleri elem dolu bir azaba uğratırdık."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk ile Saîd b. Cübeyr: " âyetini: "Bekletilen kurbanlıklar" şeklinde açıklamışlardır.

Ahmed ve Beyhakî Delâil'de İbn Abbâs'tan bildirir: "Hudeybiye'de kurbanlık olarak yetmiş tane deve kesildi. Ancak Kâbe'ye ulaşmayacaklarını gördüklerinde develer yavrularına ağlar gibi ağlamışlardı."

Taberânî, Mâlik b. Rabîa es-Selûlî'den bildirir: Ağacın altında Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) biat edilmesine, getirilen kurbanlıkların yerine ulaşmasına engel olunmasına ben de şahit oldum. O zaman müşriklerden bir adam diğer Müslümanları kastederek: "Ey Muhammed! İstemediğimiz halde böylesi adamları bizim bölgemize neden sokuyorsun?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Bu adamlar senden de atalarından da daha hayırlıdırlar. Zira Allah'a ve âhiret gününe iman ediyorlar. Canım elinde olana yemin olsun ki Yüce Allah onlardan razı olmuştur" karşılığını verdi.

Hasan b. Süfyân, Ebû Ya'lâ, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Kâni', Bâverdî, Taberânî, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym, Ebû Cu'ma Cüneyd b. Subey'den bildirir: Günün ilk saatlerinde kafir biri olarak Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) karşı savaştım. Günün son saatlerinde ise Müslüman biri olarak yanında savaştım. "...Eğer, oradaki henüz tanımadığınız inanmış erkeklerle, inanmış kadınları bilmeyerek ezmeniz ve böyiece size bir eziyet gelecek olmasaydı..." buyruğu da bizim hakkımızda nazil oldu. Yedisi erkek ikisi kadın olmak üzere dokuz kişiydik.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Eğer, oradaki henüz tanımadığınız inanmış erkeklerle, inanmış kadınları bilmeyerek ezmeniz ve böylece size bir eziyet gelecek olmasaydı (Allah, Mekke'ye girmenize izin verirdi). Allah, dilediğini rahmetine koymak için böyle yapmıştır. Eğer, inananlarla inkârcılar birbirinden ayrılmış olsalardı, onlardan inkâr edenleri elem dolu bir azaba uğratırdık" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) Mekke'ye girişene müsaade edilmeyince Yüce Allah'ın savaş izni vermemesi Mekke'de bulunan Müslümanlardan dolayıdır. Zira bir savaş durumunda bunlar bilinmediği için Müslümanlar tarafından öldürülebilirlerdi. Ancak Mekke'de kafirler ile Müslümanlar tamamen ve açık bir şekilde birbirlerinden ayrılmış olsalardı Yüce Allah kafirlere müminler tarafından öldürülmek suretiyle çetin bir azabı tattırırdı."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Eğer, oradaki henüz tanımadığınız inanmış erkeklerle, inanmış kadınları bilmeyerek ezmeniz ve böylece size bir eziyet gelecek olmasaydı..." âyetini açıklarken: "Hudeybiye gününde Yüce Allah Mekke'de müşriklerin içinde bulunan bazı müminlerin hatırına müşriklere azabı tattırmamıştır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Bunlar o zamanlar Mekke'de müşriklerin içinde yaşayan ve Müslüman olduklarını söyleyen kimselerdir. Yüce Allah, Hudeybiye gününde Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) Mekke'ye girmesine izin verilmeyince, çıkacak bir savaşta bu Müslümanların da arada ezilip öldürülmesini, gelen Müslümanların da bu şekilde bilmeden bir günaha bulaşmasını istememiştir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) ifadesini: "Günah" şeklinde açıklamıştır. (.....) ifadesini açıklarken: "Şayet birbirlerinden ayrılmış olsalardı, anlamındadır" demiştir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Eğer, inananlarla inkârcılar birbirinden ayrılmış olsalardı, onlardan inkâr edenleri elem dolu bir azaba uğratırdık" âyetini açıklarken: "İnkar edenlerin elim bir azaba uğratılması Müslümanlar tarafından öldürülmeleri ve esir edilmeleridir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "...Eğer, inananlarla inkârcılar birbirinden ayrılmış olsalardı, onlardan inkâr edenleri elem dolu bir azaba uğratırdık" âyetini açıklarken: "Yüce Allah bazen içlerinde bulunan müminler dolayısıyla kafirlerden azabı uzak tutar" demiştir.

26

"Hani inkâr edenler kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah ise. Peygamberine ve inananlara huzur ve güvenini indirmiş ve onların takva sözünü tutmalarını sağlamıştı. Zaten onlar buna lâyık ve ehil idiler. Allah, her şeyi hakkıyla bilmektedir."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Cerîr, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre Sehl b. Huneyf, Sıffîn savaşı sırasında şöyle demiştir: Düştüğünüz bu durum karşısında sadece kendinizi suçlayın. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ile müşrikler arasında yapılan Hudeybiye anlaşmasında ben de vardım. Ve şâyet savaşmayı uygun görseydik orada savaşırdık. Hatta o zaman Ömer b. el-Hattâb, Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) geldi ve: "Yâ Resûlallah! Biz hak yolda, düşmanlarımız ise batıl yolda değiller mi! Bizim ölülerimiz Cennette, onların ölüleri ise Cehennemde olmayacak mı!" dedi. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Evet, öyle" buyurdu. Ömer: "O zaman neden dinimizde tavizler verip geri dönüyoruz! Neden onlarla savaşıp Allah'ın aramızda hüküm vermesini beklemiyoruz" deyince, Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Ey Hattâb'ın oğlu! Ben Allah'ın Resûlüyüml Ve Allah çabalarımızı boşa çıkarmayacaktır" buyurdu. Bunun üzerine Ömer öfke içinde geri döndü, ancak dayanamadı ve bu sefer Ebû Bekr'e gidip: "Ey Ebû Bekr! Biz hak yolda düşmanlarımız ise batıl yolda değiller mi!" dedi. Ebû Bekr: "Evet, öyle" karşılığını verdi. Ömer: "Bizim ölülerimiz Cennette onların ölüleri ise Cehennemde olmayacak mı!" deyince, Ebû Bekr yine: "Evet, öyle" karşılığını verdi. Ömer: "O zaman neden dinimizde tavizler veriyoruz!" deyince, Ebû Bekr: "Ey Hattâb'ın oğlu! O, Allah'ın Resûlü'dür ve Allah onun çabalarımızı boşa çıkarmayacaktır" karşılığını verdi. Daha sonra Fetih Sûresi nazil oldu. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), Ömer'i çağırıp nazil olan bu sûreyi kendisine okudu. Ömer: "Yâ Resûlallah! Bu bir fetih midir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Evetl" karşılığını verdi.

Nesâî ve Hâkim, Ebû İdrîs'ten bildirir: Ubey b. Ka'b bu âyeti: (=İnkâr edenler kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi. Siz de onlar gibi bir taassuba tutunsaydınız Mescid-i Haram bozulurdu. Allah ise, Peygamberine ve inananlara huzur ve güvenini indirdi...)" şeklinde okurdu. Ömer onun âyeti bu şekilde okuduğunu işitince öfkelendi ve yanına gelmesi için haber gönderdi. Ubey yanına geldiği zaman Ömer, içlerinde Zeyd b. Sâbit'in de bulunduğu ashâbdan bazılarını çağırdı ve onlara: "İçinizden Fetih Sûresi'ni kim okur?" dedi. Zeyd b. Sâbit, Fetih Sûresi'ni bugün okunduğu şekliyle okudu. Bu şekilde okuduğu için Ömer ona da kızdı. Ubey: "Konuşabilir miyim?" deyince, Ömer: "Konuş" karşılığını verdi. Ubey: "Sen de biliyorsun ki Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) yanına girerdim ve bana Kur'ân'ı okuturdu. Sen de kapıda olurdun. Şayet Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) bana okuttuğu gibi insanlara Kur'ân'ı okumamı istersen okurum. Yoksa hayatta olduğum sürece kimseye Kur'ân'dan tek bir harf bile okutmam" deyince, Ömer: "Hayır, insanlara okut" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Hani inkâr edenler kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Kureyşliler kibir ve taassuba kapılıp: "Muhammed buraya kesinlikle giremez!" dediler. Yüce Allah, Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) ve ashabını ise böylesi bir kibir ve taassubtan uzak tutmuştur.

İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Eclah'tan bildirir: Hamza b. Abdilmuttalib uzun saçlı,yakışıklı birisiydi ve avlanmayı çok severdi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Ebû Cehil ile karşılaşınca Ebû Cehil ona kötü sözler söyledi ve eziyet etti. Hamza av dönüşü yolda yürürken iki kadın da arkasında yürüyordu. Kadınlardan biri diğerine: "Şayet kardeşinin oğluna neler yapıldığını bilseydi öyle kasılarak yürümezdi" deyince, Hamza onlara döndü ve: "Neden?" diye sordu. Kadınlar: "Ebû Cehil, Muhammed'e (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle şöyle yaptı" deyince, asabiyet damarları kabardı. Hemen Mescid'e (Kabe'ye) Ebû Cehil'in yanına gitti ve yayıyla kafasına vurup: "Ben de Muhammed'in (sallallahu aleyhi vesellem) dinindenim! Söylediklerinizde samimiyseniz hadi bana da engel olun!" dedi. Orada bulunan Kureyşliler de ayağa fırlayıp: "Ey Ebû Ya'lâ! Ey Ebû Ya'lâ!" diyerek onu sakinleştirmeye çalıştılar. Yüce Allah da bu konuda: "Hani inkâr edenler kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah ise, Peygamberine ve inananlara huzur ve güvenini indirmiş ve onların takva sözünü tutmalarını sağlamıştı..." âyetini indirdi. Takva sözünü tutanlardan kasıt, Hamza b. Abdilmuttalib'tir.

Tirmizî, Abdullah b. Ahmed Zevâidu'l-Müsned'de, İbn Cerîr, Dârakutnî el- Efrâd'da, İbn Merdûye ve Beyhakî el-Esmâ' ve's-Sifât'ta Ubey b. Ka'b'dan bildirir: "...Onların takva sözünü tutmalarını sağlamıştı..." buyruğu hakkında Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem): "Lâ ilâhe illallah, sözüdür" buyurmuştur.

İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirir: "...Onların takva sözünü tutmalarını sağlamıştı..." buyruğu hakkında Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem): "Lâ ilahe illallah, sözüdür" buyurmuştur.

İbn Merdûye, Seleme b. el-Ekva'dan bildirin "...Onların takva sözünü tutmalarını sağlamıştı..." buyruğu hakkında Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem): "Lâ ilâhe illallah, sözüdür" buyurmuştur.

Abdurrezzâk, Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî'nin el-Esmâ' ve's-Sifât'ta bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: "...Onların takva sözünü tutmalarını sağlamıştı..." âyetini açıklarken: "Bu söz «Lâ ilâhe illallah» sözüdür" demiştir.

İbn Cerîr ve Ebu'I-Hüseyn b. Bişrân'ın Fevâid'de bildirdiğine göre Hz. Ali: "...Onların takva sözünü tutmalarını sağlamıştı..." âyetini açıklarken: "Bu söz «Lâ ilâhe illallahu Vallahu Ekber» sözüdür" demiştir.

Ahmed, İbn Hibbân ve Hâkim, Humrân'dan bildirir: Hz.Osmân: "Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem): «Öyle bir söz biliyorum ki bir kul bunu kalpten gelerek söylerse Yüce Allah onu Cehennem ateşine haram kılar» buyurduğunu işittim" deyince, Ömer b. el-Hattâb: "Bu sözün ne olduğunu ben size söyleyeyim" dedi ve şöyle devam etti: "Bu söz Yüce Allah'ın, Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) ile ashâbına bağlı kalmalarını emrettiği ihlas sözüdür. Ayrıca Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) amcası Ebû Tâlib'ten vefatı sırasında söylemesini ısrarla istediği takva sözüdür ki o da Allah'tan başka ilah olmadığına (Lâ ilâhe illallah) şehadettir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin el- Esmâ' ve's-Sifât'ta bildirdiğine İbn Abbâs: "...Onların takva sözünü tutmalarını sağlamıştı..." âyetini açıklarken: "Bu söz Allah'tan başka ilah olmadığına (Lâ ilâhe illallah) şehadettir ve her konuda takvalı olmanın esası, başıdır" demiştir.

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve Beyhaki, Ali el-Ezdî'den bildirir: Mekke ile Minâ arasında İbn Ömer'le birlikteydim. Bir ara insanların "Lâ ilâhe illallahu Vallahu Ekber, dediklerini işitince: "Budur! İşte budur!" dedi. Ona: "Bu olan ne?" diye sorduğumda: "...Onların takva sözünü tutmalarını sağlamıştı..." buyruğunda kastedilen söz budur!" dedi.

İbn Ebî Hâtim ve Dârakutnî'nin el-Efrâd'da bildirdiğine göre Misver b. Mahreme ve Mervân b. el-Hakem: "...Onların takva sözünü tutmalarını sağlamıştı..." âyetini açıklarken: "Bu söz «Lâ ilâhe illallahu Vahdehu lâ şerîke lehu (=Allah'tan başka ilah yoktur. Tektir ve ortağı da bulunmamaktadır)» sözüdür" demişlerdir.

İbn Cerîr'in İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre Mücâhid ve Atâ: "...Onların takva sözünü tutmalarını sağlamıştı..." âyetini açıklarken biri: "Bu söz ihlas sözüdür" derken, diğeri: "Bu söz takva sözü olan «Allah'tan başka ilah yoktur. Tektir ve ortağı da bulunmamaktadır. Mülk onundur, Hamd onadır ve o her şeye kadirdir» sözüdür" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Onların takva sözünü tutmalarını sağlamıştı..." âyetini açıklarken: "Bu söz, ihlas sözüdür" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Amr b. Meymûn: "...Onların takva sözünü tutmalarını sağlamıştı..." âyetini açıklarken: "Bu söz «Lâ ilâhe illallah» sözüdür" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime: "...Onların takva sözünü tutmalarını sağlamıştı..." âyetini açıklarken: "Bu söz «Lâ ilâhe illallah» sözüdür" demiştir.

Abd b. Humeyd de Mücâhid, Hasan, Katâde, İbrâhim et-Teymîve Saîd b. Cübeyr'den aynısını bildirir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atâ el-Horasânî: "...Onların takva sözünü tutmalarını sağlamıştı..." âyetini açıklarken: "Bu söz «Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed O'nun Resûlüdür» sözüdür" demiştir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zührî: "...Onların takva sözünü tutmalarını sağlamıştı..." âyetini açıklarken: "Bu söz «Bismillâhirrahmânirrahîm» sözüdür" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "...Zaten onlar buna lâyık ve ehil idiler..." âyetini açıklarken: "Müslümanlar bu söze bağlanmaya diğerlerinden daha layık ve ehil idiler" demiştir.

27

"Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verdi."

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî Delâil'de Mücâhid'den bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Hudeybiye'de iken rüyasında ashabıyla birlikte Mekke'ye başlarını tıraş etmiş ve kısaltmış olarak güven içinde girdiğini gördü. Ancak kurbanlıkları Hudeybiye'de kesince ashabı: "Yâ Resûlallah! Gördüğün rüyaya ne oldu?" demeye başladılar. Bunun üzerine Yüce Allah: "Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verdi" âyetini indirdi. Medine'ye döndükten sonra Hayber'i fethettiler. Daha sonra umre için Mekke'ye doğru yola koyuldu. Bu şekilde Yüce Allah rüyasını bir yıl sonrasında gerçekleştirdi.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz..." âyetini açıklarken: "Bu rüyanın doğru çıkarılması Kaza Umresi'nde gerçekleşti" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz..." âyetini açıklarken: "Bu rüyanın doğru çıkarılması Muhammed'in (sallallahu aleyhi vesellem) müminlerle birlikte saçlarını tıraş etmiş ve kısaltmış olarak Mekke'ye girmesidir" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz... âyetini açıklarken: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) rüyasında ashabıyla birlikte Kâbe'yi tavaf ettiğini gördü. Yüce Allah da bu rüyasını doğru çıkardı" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz..." âyetini açıklarken: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) rüyasında ashabıyla birlikte saçlarını tıraş etmiş ve kısaltmış olarak güven içinde Mescid-i Haram'a girdiğini görmüştü" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verdi" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem), Müslümanlara: "Rüyamda saçlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak güven içinde Mescid-i Haram'a gireceğinizi gördüm" buyurdu. Ancak Hudeybiye'de kalıp o yıl Mekke'ye giremeyince münafıklar Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) hakkında dedikodu yapmaya başladılar. Bunun üzerine Yüce Allah bu âyeti indirdi. Yüce Allah bu âyette Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) gördüğü rüyada aynı yıl içinde Mekke'ye gireceğinin bildirilmediğini, bunu ertelemesinin de dilediği kişileri hidâyete erdirip Müslüman kılmak olduğunu, bunun yanında onlara yakın bir zamanda bir fethi de bahşedeceğini ifade etti. Fethedilen bu yer de Hayber oldu. Zira Hudeybiye'den döndükten sonra Yüce Allah onlara Hayber'in fethini bahşetti. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Hayber'de elde edilen ganimetleri bir kişi hariç Hudeybiye'de bulunanların arasında paylaştırdı. Bu kişi de Ensar'dan Ebû Dücâne b. Simâk b. Hareşe'dir. Ebû Dücâne, Hudeybiye'de bulunmuş, ancak Hayber'in fethine katılamamıştı.

İbn Ebî Şeybe, Atâ'dan bildirir: Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Zilka'de ayında Muhacir ve Ensar'dan olan ashabıyla birlikte umre niyetiyle yola çıktı. Hudeybiye'ye ulaştığında Kureyşliler karşısına çıktılar ve Mekke'ye girişine izin vermediler. Orada aralarında büyük tartışmalar oldu ki az daha arada bir savaş çıkacaktı. O zaman Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ashâbından biat istedi ve ağacın altında sayıları bin beşyüz olan Müslümanlar ona biat ettiler. Bu da Rıdvân Biati olarak bilinir. Orada Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Mekke müşrikleriyle bir anlaşma yaptı. Müşrikler: "Getirdiğin kurbanlıkları burada, bulunduğun yerde kesersin. Saçlarını da tıraş eder ve geri dönersin. Gelecek yıl geldiğinde biz üç gün boyunca Mekke'yi sana boşaltırız. Umreni yaparsın. Gelirken yanında silah bulundurmayacaksın, giderken de yanında Mekke'den hiç kimseyi almayacaksın" deyince, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) bunu kabul etti. Diğer yıl Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) geldiğinde de Mekke müşrikleri Ukâz'a çıkmışlar ve üç gün boyunca orada kalmışlardı. Bu şekilde anlaşmaya varıldıktan sonra Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bulunduğu yerde getirdiği kurbanlıkları kesti, saçlarını tıraş etti, sonrasında da Medine'ye döndü. Diğer yıl aynı günlerde de Müslümanlarla birlikte Mekke'ye, Mescid-i Haram'a girdi. Yanında kurbanlıklarını da getirmişti. İşte o zaman Yüce Allah: "Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz..." âyetini indirdi. Yine: "Hürmetli ay hürmetli aya ve bütün hürmetler birbirine karşılıktır. O halde kim size saldırdıysa, siz de ona yaptığı saldırının ayniyle saldırın da ileri gitmeye Allah'tan korkun ve bilin ki Allah, takva sahipleriyle beraberdir" âyetini indirdi.

Mâlik, Tayâlisî, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî ve İbn Mâce, İbn Ömer'den bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Allah saçlarını tıraş edenleri bağışlasın" buyurdu. Ashâb: "Yâ Resûlallah! Peki ya saçlarını kısaltanlar?" deyince, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Allah saçlarını tıraş edenleri bağışlasın" buyurdu. Ashâb yine: "Yâ Resûlallah! Peki ya saçlarını kısaltanlar?" deyince, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Allah saçlarını kısaltanları da bağışlasın" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Yezîd b. Ebî Meryem'den bildirir: Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) üç defa: "Allah saçlarını tıraş edenleri bağışlasın" buyurdu. Ashâb: "Yâ Resûlallah! Peki ya saçlarını kısaltanlar?" deyince, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Allah s açlarını kısaltanları da bağışlasın" buyurdu. Ben de o günü başımı tıraş etmiştim. Kırmızı genç develere sahip olmam benim için o günü tıraşlı olmamdan daha sevimli olamazdı.

İbn Ebî Şeybe ve Müslim, Yahya b. el-Husayn'dan o da ninesinden bildirir: "Veda haccında Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) üç defa saçlarını tıraş edenlere, bir defa da saçlarını kısaltanlara dua ettiğini işittim."

Ahmed, Mâlik b. Rabîa'dan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) üç defa: "Allah saçlarını tıraş edenleri bağışlasın" buyurduğunu işittim. Adamın biri: "Yâ Resûlallah! Peki ya saçlarını kısaltanlar?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) üçüncü veya dördüncüsünde: "Saçlarını kısaltanları da" buyurdu.

Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs'a: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) neden saçlarını tıraş edenlere üç, kısaltanlara ise bir defa dua etti" diye sorulunca: "Çünkü başlarını tıraş edenler tereddüt etmediler" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) üç defa: "Allah saçlarını tıraş edenleri bağışlasın" buyurdu. Ashâb: "Yâ Resûlallah! Saçlarını tıraş edenlerin neyi var ki onlara üç defa dua ettin?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Çünkü başlarını tıraş edenler tereddüt etmediler" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe, İbrâhîm(-i Nehaî)'den bildirir: "Önceleri erkekler ilk haclarında ve ilk umrelerinde saçlarını tıraş etmeyi müstehab görürlerdi."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Ömer, hac veya umrede saçları kesecek berbere: "Bir şakaktan diğerine kadar saçları kes" derdi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs saçları kesecek olan berbere: "Tıraşa sağ taraftan başla ve bir şakaktan diğerine kadar saçları kes" derdi.

İbn Ebî Şeybe, Atâ'dan bildirir: "Tıraşta sünnet olan saçlarının bir şakaktan diğerine kadar kesilmesidir."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Enes: "Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) tıraş olurken berbere «şuradan başla» dediğini gördüm" dedi ve eliyle başının sağ tarafına işaret etti.

Ebû Dâvud ve Beyhakî'nin Sünen'de İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Kadınlar saçlarını tıraş etmezler, ancak kısaltırlar" buyurmuştur.

29

"Muhammed, Allah'ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkarcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler. Onları rükua varırken, secde ederken, Allah'tan lütuf ve hoşnudluk dilerken görürsün. Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar. İşte bu, onların Tevrat'ta anlatılan vasıflarıdır. İncil'de de şöyle vasıflandırılmışlardı: Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler. Allah böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkarcıları öfkelendirir. Allah, inanıp yararlı işler işleyenlere, bağışlama ve büyük ecir vaad etmiştir."

Hatîb Ruvâtu Mâlik'de -zayıf bir isnâdla- Ebû Hureyre'den bildirir: Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem): "Onun yanındakiler (Müslümanlar) Tevrat'ta, filizini çıkarmış ekine benzetilmişlerdir" buyurmuştur. Mâlik der ki: "İncil'de Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) ve ashâbının özellikleri anlatılmıştır."

İbn Sa'd Tabakât'ta ve İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hz. Âişe şöyle demiştir: Sa'd b. Muâz vefat ettiğinde yanında Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), Ebû Bekr ve Ömer de vardı. Muhammed'in canı elinde olana yemin olsun ki ben odamdan Ebû Bekr'in ağlamasını Ömer'in ağlamasından ayırabiliyordum. Onlar âyette de zikredildiği gibi "...Birbirlerine merhametlidirler..." Hz. Âişe'ye: "Böylesi durumlarda Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ne yapardı?" diye sorulunca da: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) kimse için ağlamazdı, ancak üzülüp sıkıldığı zaman sakallarını tutardı" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim ve Tirmizî'nin Cerîr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "İnsanlara merhamet etmeyene Yüce Allah da merhamet etmez" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve Ebû Dâvud'un Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Küçüklerimize acımayan ve büyüklerimizin hakkını tanımayan bizden değildir" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhaki, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem): "Merhamet ancak bedbaht (şakî) olanların kalbinden söküp alınır" buyurduğunu işittim.

İbn Ebî Şeybe'nin Usâme b. Zeyd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) : "Yüce Allah kulları içinden merhametli olanlara merhamet eder" buyurmuştur.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu iz yüzlerinde gördüğünüz izler değil; tavırları, davranışları, huşû içinde olması gibi İslâmî özellikleridir."

Muhammed b. Nasr es-Salât'ta, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar..." âyetini açıklarken: "Bundan kasıt güzel tavır ve davranışlardır" demiştir.

Taberânî M. el-Evsat ve M. es-Sağîr'de ve İbn Merdûye -hasen bir isnâdla- Ubey b. Ka'b'dan bildirir: "...Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar..." buyruğu konusunda Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Kıyamet gününde yüzlerindeki nurdur" buyurdu.

Buhârî Târih'de ve İbn Nasr'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar..." âyetini açıklarken: "Bundan kasıt, kıyamet gününde yüzlerini kaplayacak olan bir beyazlıktır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Nasr ve İbn Cerîr, Hasan(-ı Basrî)'den aynısını bildirir.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Nasr ve İbn Cerîr, Atiyye el-Avfî'den bildirir: "Kıyamet gününde Müslümanların en çok ışıldayan yerleri secdede yere değen yerleri olacaktır."

Taberânî'nin Semure b. Cündüb'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde her bir peygamber ümmetinden yanına gelebilen arkadaşlarının çokluğuyla övünür. Öylesi bir zamanda havuzunun yanına en fazla arkadaşı gelenin kendim olmasını umuyorum. Kıyamet gününde her bir peygamberin su dolu bir havuzu ve elinde bir asası olur. Ümmetinden tanıdıklarını yanına çağırır. Her bir ümmetin de peygamberlerinin tanıyacağı şekilde özellikleri bulunur."

Taberânî ve Beyhakî Sünen'de Cuayd b. Abdirrahman'dan bildirir: Sâı'b b. Yezîd'in yanında otururken yüzünde secde izi çıkan bir adam geldi. Sâib onu görünce şöyle dedi: "Bu adam yüzünün şeklini bozmuş. Vallahi Yüce Allah'ın bahsettiği secde izi bu değildir. Zira ben de seksen yıl boyunca bu yüzümle namaz kıldım, ancak alnımda öyle bir iz çıkmadı."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Nasr ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar..." âyetini açıklarken: "Bundan kasıt yüzde çıkan iz değil, huşûdur" demiştir.

İbnu'l-Mübârek, Abd b. Humeyd, İbn Nasr, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar..."âyetini açıklarken: "Bundan kasıt, huşû ve tevazudur" demiştir.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Nasr, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti açıklarken: "Bundan kasıt, suyun ıslaklığı ile toprağın nemidir" demiştir.

İbn Nasr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk bu âyeti açıklarken: "Bundan kasıt geceleri ibadetten dolayı ayakta kalmaktır. Zira kişi gece uykusuz kalınca benzi solar" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Nasr'ın bildirdiğine göre İkrime: "...Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar..." âyetini açıklarken: "Bundan kasıt, geceleri ibadetten dolayı uykusuz kalmaktır" demiştir.

İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: "...Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar..." buyruğu hakkında Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Cebrail bana dedi ki: «Ümmetinden birine baktığın zaman abdest izinden onun namaz ehli olup olmadığını bilirsin. Sabah vakti de gece namazına kalkıp kalkmadığını bilebilirsin. Ey Muhammed! Kişinin secde izleri dinde iffetli, haya sahibi olması ve güzel davranışlarda bulunmasıdır.»"

İbn İshâk ve Ebû Nuaym Delâil'de İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Hayber Yahudilerine şöyle bir yazı yazdı: "Bismillâhirrahmânirrahîm. Allah'ın Resûlü, Mûsa'nın arkadaşı ve Musa'nın getirdiğini tasdik eden bir kardeşi olarak Muhammed'den (Hayber Yahudilerine). Ey Tevrât ehli! Yüce Allah, kitabınızda da zikredildiğini gördüğünüz gibi sizlere: «Muhammed, Allah'ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkarcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler. Onları rükua varırken, secde ederken, Allah'tan lütuf ve hoşnudluk dilerken görürsün. Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar. İşte bu, onların Tevrat'ta anlatılan vasıflarıdır. İncil'de de şöyle vasıflandırılmışlardı: Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler. Allah böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkarcıları öfkelendirir. Allah, inanıp yararlı işler işleyenlere, bağışlama ve büyük ecir vaad etmiştir» buyurur."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...İşte bu, onların Tevrat'ta anlatılan vasıflarıdır. İncil'de de şöyle vasıflandırılmışlardı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah henüz gökler ile yeri yaratmadan önce onların vasıflarını Tevrât ve İncil'de zikretmiştir."

Ebû Ubeyd, İbnu'l-Münzir ve Ebû Nuaym Hilye'de Hâşim oğullarının azatlısı olan Ammâr'dan bildirir: Ebû Hureyre'ye kader konusunu sorduğumda: "Bu konuda: «Muhammed, Allah'ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkarcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler. Onları rükua varırken, secde ederken, Allah'tan lütuf ve hoşnudluk dilerken görürsün. Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar. İşte bu, onların Tevrat'ta anlatılan vasıflarıdır. İncil'de de şöyle vasıflandırılmışlardı: Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler. Allah böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkarcıları öfkelendirir. Allah, inanıp yararlı işler işleyenlere, bağışlama ve büyük ecir vaad etmiştir»âyetiyle yetin" dedi. Yani Yüce Allah onları yaratmadan önce vasıflarını zikretmiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Muhammed, Allah'ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkarcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah müminlerin kalplerine merhameti koymuş ve onları birbirlerine merhametli kılmıştır. Onların en önemli özelliklerinden biri namaz kılmalarıdır ve kıldıkları bu namaz yüzlerine de, davranışlarına da yansır. Bunlar, onların Tevrat'ta da zikredilen vasıflardır. Muhammed'in (sallallahu aleyhi vesellem) ashâbı İncil'de de filizini çıkarmış ekinler şeklinde vasıflanmışlardır. Ki o zamanlar Hz. İsa'ya: "Zaman gelecek ekinlerin filiz vermesi gibi bir topluluk türeyecek ve içlerinden de iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir grup çıkacaktır" denilmiştir.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar. İşte bu, onların Tevrat'ta anlatılan vasıflarıdır. İncil'de de şöyle vasıflandırılmışlardı: Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Müminlerin dünyada iken kıldıkları namaz, kıyamet gününde yüzlerine yansır. Tevrat'ta bu şekilde vasıflandırılmışlardır. İncil'de ise filiz vermiş ekinlere benzetilmişlerdir. Bu, Yüce Allah'ın Ehli kitab'a vermiş olduğu bir örnektir. Yerden ekinin bitmesi gibi insanlardan bir topluluk çıkacak, bunların da içinden ekinin filiz vermesi veya daneye durması gibi iyiliği emreden kötülükten alıkoyan bir topluluk yetişip çıkacaktır. Aynı zamanda bu, Yüce Allah'ın Muhammed'e (sallallahu aleyhi vesellem) vermiş olduğu bir örnektir ki şöyle denilmektedir: "Yüce Allah ilk önce bir peygamberi tek başına gönderir. Daha sonra onun etrafında ona inanmış az sayıda bir topluluk oluşur. Bu az topluluk zamanla çoğalıp güçlenir. Yüce Allah da onları güçlendirerek kafirleri öfkelendirir. Ekin sahipleri ise ekinlerin bu şekilde çoğalıp güçlenmesinden memnun kalırlar ve buna çok sevinirler."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: "...Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Başağa durduktan sonra her bir danesinin düştüğü yerde yeni bir başak biten ekin gibidirler. Yeni biten ekinler de aynı şekilde çevrelerine yayılıp çoğalır ve her yeri kaplarlar. İşte Muhammed'in (sallallahu aleyhi vesellem) ashâbı da aynı şekildedir. Önceleri sayıca azken zamanla çoğalmış ve güçlenmişlerdir."

İbn Merdûye, Hatîb ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler. Allah böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkarcıları öfkelendirir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Ekinin kendisi Abdulmuttalib'tir. Ekinin verdiği filiz Muhammed'dir (sallallahu aleyhi vesellem). Kuvvetlenmesi Ebû Bekr'le, kalınlaşması Ömer'le, gövdesi üzerine dikilmesi Osman'la olmuştur. Bununla inkarcıları öfkelendirmesi de Hz. Ali sayesinde olmuştur."

İbn Merdûye, Kâdî Ahmed b. Muhammed ez-Zührî Fedâilu'l-Hıılefâi'l- Erbea'da ve Şîrâzî'nin el-Elkab'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Muhammed, Allah'ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkarcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler. Onları rükua varırken, secde ederken, Allah'tan lütuf ve hoşnudluk dilerken görürsün. Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar. İşte bu, onların Tevrat'ta anlatılan vasıflarıdır. İncil'de de şöyle vasıflandırılmışlardı: Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler. Allah böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkarcıları öfkelendirir. Allah, inanıp yararlı işler işleyenlere, bağışlama ve büyük ecir vaad etmiştir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Onun yanında bulunanlardan kasıt Ebû Bekr'dir. İnkarcılara karşı sert olanlardan kasıt Ömer'dir. Birbirlerine merhametli olanlarından kasıt Osman'dır. Rükua varıp secde edenlerinden kasıt Ali'dir. Allah'tan lütuf ve hoşnudluk dileyenlerden kasıt Talha ile Zübeyr'dir. Yüzlerindeki secde iziyle tanınanlardan kasıt Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebî Vakkâs ve Ebû Ubeyde b. el-Cerâh'tır. Ekinin filiz verip kuvvetlenmesi Ebû Bekr'le, kalınlaşması Ömer'le, gövdesi üzerine dikilmesi Osman'la olmuştur. Bununla inkarcıları öfkelendirmesi de Hz. Ali ile olmuştur. İnanıp yararlı işler işleyenlerden kasıt ise Muhammed'in (sallallahu aleyhi vesellem) tüm ashabıdır."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) ifadesini: "Tanelerini vermiş, başağa durmuş ekin gibi" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Enes: (.....) ifadesini: "Tanelerini vermiş, başağa durmuş ekin gibidir" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler..." âyetini açıklarken: "Burada müslümanlar filizini çıkarıp ürününü vermiş, gücünü toplayıp da sapının üzerinde dikilmiş ekine benzetilmişlerdir" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler..." âyetini açıklarken: "Onlar, kırçılını çıkarmış, gittikçe kuvvetlenerek kalınlaşmış ve sapının üzerine dikilmiş başak gibidirler" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, Hâkim ve Beyhakî Sünen'de Hayseme'den bildirir: Adamın biri Abdullah'a Fetih Sûresi'ni okudu. Adam: "...Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler. Allah böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkarcıları öfkelendirir..." âyetine ulaştığı zaman Abdullah b. Mes'ûd: "Yüce Allah, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) ile ashabıyla inkarcıları öfkelendirir. Bu ekinler de sizlersiniz ve hasat zamanınız yaklaşmıştır" dedi.

Hâkim'in bildirdiğine göre Hz. Âişe: "...Allah böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkarcıları öfkelendirir..." âyetini açıklarken: "Bunlar Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ile ashabıdır. Müslümanların onlara bağışlanma dilemesi emredilmişken şimdilerde onlara sövüyorlar" demiştir.

0 ﴿