FETİH SÛRESİ(MEDENÎ BİR SÛREDİR) İbnu'd-Durays, Nehhâs, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Fetih Sûresi Medine'de nazil oldu" demiştir. İbnu'l-Münzir, İbnu'z-Zübeyr'den bunun aynısını bildirir. İbn İshâk, Hâkim ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre Misver b. Mahreme ve Mervân: "Fetih Sûresi başından sonuna kadar Mekke ile Medine arasında bir yerde, Hudeybiye konusunda nazil oldu" demişlerdir. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî Şemail'de, Nesâî ve Beyhakî Sünen'de Abdullah b. Muğaffel'den bildirir: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Mekke'nin fethedildiği yıl yolculuğu sırasında bineği üzerinde Fetih Sûresi'ni sesini dalgalandırarak okudu." Abdurrezzâk Musannefte Ebû Burde'den bildirir: "Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) sabah namazında Fetih Sûresi'ni okudu." 1"Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik" Ahmed, Buhârî, Tirmizî, Nesâî, İbn Hibbân ve İbn Merdûye, Ömer b. el- Hattâb'tan bildirir: Bir yolculuğumuz sırasında bir konuda Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) bir soru sordum. Aynı soruyu üç defa tekrarlamama rağmen Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) bana cevap vermedi. Kendi kendime: "Ey Hattâb'ın oğlu! Annen sensiz kalsın emi! Allah Resûlü'ne üç defa ısrarla bir soru sordun ancak sana cevap vermedi" dedim ve devemi sürüp insanların ön tarafına geçtim. Zira hakkımda vahiy inmesinden de çekiniyordum. Ancak çok zaman geçmedi ki birinin beni çağırdığını işittim. Hakkımda vahiy nazil olduğunu düşünerekten Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanına geldim. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Bu gece bana bir sûre nazil oldu ki benim için dünya ve üzerindekiler den daha sevimlidir" buyurdu ve: "Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik. Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola iletsin..."şeklinde Fetih Sûresi'ni okudu. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvud, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de Mucemmi' b. Câriye el-Ensârî'den bildirir: Hudeybiye'de Resûlullah'la (sallallahu aleyhi vesellem) birlikte bulunduk. Oradan ayrıldığımızda insanlar develerini koşturmaya başladı. Bazıları: "İnsanlara ne oluyor?" diye sorunca, bazıları: "Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) vahiy geldi" dedi. Biz de insanlarla beraber koşmaya başladık. Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem), devesinin üzerinde, Kurâi'l-Gamîm denilen yerde durduğunu gördük. İnsanlar etrafında toplanınca, Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) onlara Fetih Sûresi'ni okudu. Adamın biri: "Yâ Resûlallah! Bir fetih mi vaadediliyor?" diye sorduğu zaman, Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Evetl Muhammed'in canı elinde olana yemin olsun ki bu bir fetihtir!" karşılığını verdi. Hayber fethedildiği zaman elde edilen ganimetler sadece Hudeybiye'de bulunanlar arasında taksim edildi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Hayber'in ganimetlerini onsekiz parçaya ayırdı. Bin beşyüz asker vardı ve içlerinden üçyüzü atlıydı. Atlı olana iki, piyadeye ise bir hisse verdi. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî Târih'de, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Cerîr, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de İbn Mes'ûd'dan bildirir: "Hudeybiye dönüşünde Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ile birlikte yol alırken vahiy nazil oldu. Allah Resûlü'ne vahiy nazil olduğu zaman kendisini bir sıkıntı basardı. Sıkıntısı gittiğinde neşeli olduğunu gördük. Sonrasında Fetih Sûresi'nin kendisine nazil olduğunu bize bildirdi." İbn Ebî Şeybe, Buhârî, İbn Cerîr, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Enes: "Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik" âyetini açıklarken: "Bu fetihten kasıt Hudeybiye'dir" demiştir. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes: "Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik" âyetini açıklarken: "Bu fetihten kasıt Hayber'in fethidir" demiştir. Buhârî, İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Berâ'dan bildirir: Sizler fetih olarak Mekke'nin fethini kabul ediyorsunuz. Mekke'nin fethi de bir fetihti, ancak biz asıl fethi Hudeybiye günü yapılan Rıdvân Biati olarak görüyoruz. Peygamberimizle (sallallahu aleyhi vesellem) birlikte bin dörtyüz kişiydik. Hudeybiye de bir kuyudur. Ancak biz kuyudaki suyu çekip kullanınca içinde tek damla dahi su kalmadı. Bu durum Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) ulaşınca gelip kuyunun kenarında oturdu. Sonra bir kap su istedi. O suyla abdest aldı, ağzını çalkaladı, dua etti ve ağzındaki suyu kuyuya döktü. Az bir bekledikten sonra da kuyu hem bize, hem de hayvanlarımıza istediğimiz kadar su verdi. Beyhaki, Urve'den bildirir: Hudeybiye'den dönüşe geçtiğimizde Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) ashabından bazıları: "Vallahi bu yaptığımız bir fetih değildi. Ne Kâbe'yi tavaf etmemimize, ne de kurbanlarımızı orada kesmemize izin verdiler. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) de Hudeybiye'den öteye gidemedi. Müşriklerden kaçıp yanına gelen iki müslümanı da onlara geri verdi" demeye başladılar. Ashâbından bazılarının bunun bir fetih olmadığı dedikleri Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) kulağına gelince şöyle buyurdu: "Ne kötü söylediniz! Oysa bu fetihlerin en büyüğüdür! Sizden hoşlarına gitmeyen şeyleri görmelerine rağmen müşrikler kendi topraklarından sağ salim çıkmanıza, sonraki yıl tekrar gelmenize razı oldular ve sizden yana güven içinde olmayı isteyecek hale geldiler. Yüce Allah sizleri onlara üstün kılarak sağ salim bir şekilde, kârlı bir durumda ve sevabınızı da almış olarak geri döndürüyor. İşte fetihlerin en büyüğü budur! Uhud'da ben sizi meydana çağırırken etrafınıza bakmadan dağa doğru kaçıştığınız günleri unuttunuz mu? Hendek savaşında arkanızdan ve önünüzden düşmanlar gelip de gözlerinizin kaydığı, yüreklerinizin ağzınıza geldiği ve Allah hakkında çeşitli zanlara kapıldığınız günleri unuttunuz mu?" Bunun üzerine Müslümanlar: "Allah ve Resûlü doğru söylüyorlar. En büyük fethi buymuş! Yâ Resûlallah! Vallahi biz senin gibi düşünemedik. Sen Allah'ı da, bu tür işleri de bizden daha iyi bilirsin" dediler. Yüce Allah da Fetih Sûresi'ni indirdi. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre Şa'bî: "Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Hudeybiye konusunda nazil oldu ki Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) burada başka hiçbir savaşta elde etmediği başarıları elde etti. Bu seferde Rıdvân Biat'ı yapıldı, Hudeybiye fethedildi, geçmiş ve gelecek günahları bağışlandı. Bu sefer sonucunda Müslümanlar Rıdvân Biatı'nı yaptılar, sonrasında Hayber'deki hurmalıkları ganimet olarak aldılar. Kâbe'de kesilecek olan kurbanlıklar yerlerini buldu. Sonrasında Rumlar İranlılara galip geldi ki müminler Allah'ın kitabının bu konuda doğru çıkması ve Ehl-i kitâb'dan olanların Mecusilere galip gelmesine çok sevindiler." Beyhakî'nin bildirdiğine göre Misver ve Mervân, Hudeybiye konusunda şöyle demişlerdir: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Hudeybiye'den dönüşe geçip Mekke ile Medine arasında bir yere ulaştığında başından sonuna kadar Fetih Sûresi nazil oldu. Sağlanan bu barış ve güven ortamında İslam dinine davet edilen herkes Müslüman olmaya başladı. Daha önceki dönemlerde Müslüman olanlardan daha fazlası bu dönemde Müslüman oldu. Hudeybiye anlaşması bu şekilde büyük birfetihe dönüştü." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Biz sana apaçık bir hüküm verdik, anlamındadır. Hudeybiye yılında nazil oldu. Apaçık hükümden kasıt da Hudeybiye'de kurbanlarını kesmesi ve başını tıraş etmesidir." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik" âyetini açıklarken: "Biz sana apaçık bir hüküm verdik, anlamındadır" demiştir. Abd b. Humeyd, Âmir eş-Şa'bî'den bildirir: Hudeybiye günlerinde, "Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik" âyetinin nüzulundan sonra adamın biri Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem): "Bu bir fetih midir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Evetl Büyük bir fetihtir" karşılığını verdi. Aynı şekilde "...İçinizden, fetihten önce harcayan ve savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlara eşit değildir..." âyetinde de ifade edildiği gibi öncesinde iman edip hicret edenler ile sonrasında iman edip hicret edenleri birbirinden ayıran söz konusu fetih Hudeybiye fethi olmuştur. İbn Merdûye, Hz. Âişe'den bildirir: "Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik" âyeti konusunda Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Bu fetihten kasıt, Mekke'nin fethidir" buyurmuştur. İbn Asâkir, Ebû Hâlid el-Vâsitî vasıtasıyla Zeyd b. Ali b. el-Hüseyn'den, onun babasından, onun da babasından naklen bildirdiğine göre Hz. Ali şöyle demiştir: Bir gün Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) sabah namazını bize alacakaranlıkta kıldırdı. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) sabah namazını bazen alacakaranlıkta bazen de gün ağarırken kıldırır ve: "Müminler arasında vakit konusunda herhangi bir ihtilaf olmaması için sabah namazını bu iki vakit arasında bir vakitte kılın" buyururdu. İşte bir gün sabah namazını bize alacakaranlıkta kıldırdı. Namazı bitirdikten sonra bize döndü. Yüzü mushaf yaprağı gibi parlıyordu. Bize: "İçinizden bu gece rüyasında bir şeyler gören oldu mu?" diye sorunca, biz: "Yâ Resûlallah! Hayır, görmedik" dedik. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: "Ama ben gördüm. Dün gece (rüyamda) iki melek gelip beni kollarımdan tuttular ve dünya semasına çıkardılar. Giderken bir melekle karşılaştım. Meleğin elinde bir kaya parçası vardı ve önünde duran bir insanın başına vuruyordu. Vurunca da insanın beyni bir tarafa kaya da bir tarafa düşüyordu. Yanımdaki meleklere: «Bu ne?» diye sorduğumda: «Devam et!» dediler. Yolumuza devam ettik. Giderken elinde demirden kanca olan başka bir melekle karşılaştım. Bu melek, elindeki kancayla önünde duran bir insanın ağzını sağ taraftan kulağına kadar yırtıyordu. Sonra sol taraftan ağzını öbür kulağına kadar yırtarken sağ tarafı eski haline geliyordu. Yanımdaki meleklere: «Bu ne?» diye sorduğumda: «Devam et!» dediler. Devam ettik. Giderken içi kanla dolu ve kaynar kazan gibi fokurdayan bir ırmağın yanına vardık. Bu ırmağın alt kenarlarında çıplak insanlar, üst kenarlarında da ellerinde demir çatallar bulunan melekler bulunuyordu. Melekler ırmaktan dışarıya çıkmaya çalışan insanları ellerindeki demirden çatallarla geri ırmağın içine atıyorlar, ırmağın dibine kadar ulaştırıyorlardı. Yanımdaki meleklere: «Bu ne?» diye sorduğumda: «Devam et!» dediler. Yolumuza devam ettiğimizde altı üst tarafından daha dar olan ve içinde çıplak insanların bulunduğu oda gibi bir şeyle karşılaştım. Altında da ateş yanıyordu. O kadar çok pis kokuyorlardı ki burnumu kapatmak zorunda kaldım. Yanımdaki meleklere: «Bunlar kim?» diye sorduğumda: «Devam et!» dediler. Yolumuza devam edip siyah renkli bir tepeye ulaştık. Orada sersemlemiş bir şekilde duran insanlar gördüm. Dübürlerinden üfürülen ateş ağızlarından, burunlarından, kulaklarından ve gözlerinden çıkıyordu. Yanımdaki meleklere: «Bu ne?» diye sorduğumda: «Devam et!» dediler. Yolumuza devam edip çevresi kapatılan bir ateşin yanına geldik. Başında bir melek duruyordu ve ateşten dışarıya ne çıksa peşinden gidiyor, alıp geri ateşe atıyordu. Yanımdaki meleklere: «Bu ne?» diye sorduğumda: «Devam et!» dediler. Yolumuza devam edip bir bahçenin yanına vardık. Bahçede benzeri olmayan güzellikte bir ihtiyar vardı ve çevresinde de çocuklar bulunuyordu. Bahçenin içinde yaprakları fil kulağı gibi iri olan bir ağaç gördüm. Yüce Allah'ın dilediği kadar bu ağaca tırmandıktan sonra daha güzeli olmayan, içi delikli zümrütler, yeşil zebercet taşlar ve kırmızı yakutlardan yapılmış evlerle karşılaştım. Yanımdaki meleklere: «Bu ne?» diye sorduğumda: «Devam et!» dediler. Yolumuza devam edip bir ırmağın yanına vardık. Irmağın üzerinde biri altından biri de gümüşten iki köprü vardı. Irmağın kenarlarında daha güzeli olmayan, içi delikli inciler, yeşil zebercet taşlar ve kırmızı yakutlardan yapılmış evler, dolup taşan bardaklar ile ibrikler bulunuyordu. Yanımdaki meleklere: «Bu ne?» diye sorduğumda, bu kez: «Burada dur!» dediler. Orada durdum, bir kabı alıp ırmağa daldırıp doldurdum ve içtim. Suyu baldan tatlı, sütten beyaz ve yağdan daha yumuşaktı. Sonrasında iki melek anlatmaya başladı: «Kayayla başına vurulan ve beyni bir tarafa kaya bir tarafa düşen insan, yatsı namazlarını kılmadan uyuyan ve diğer namazları da vaktinde kılmayan insanlardandır. Bu insanlar Cehennem ateşine girene kadar kafalarına vurulup durulur. Melek tarafından kancayla sağ yanağı kulağına kadar yırtılan, sol yanağı da yırtılırken bu arada sağ yanağı eski haline gelen o gördüğün insan da müminlerin arasında koğuculuk yaparak aralarında fesat çıkaran insanlardandır. Onlar da Cehenneme girene kadar bu şekilde eziyet görüp duracaklardır. Kandan ırmaklar içinde bulunan ve her çıkmak istediklerinde ellerindeki ateşten çatallarla melekler tarafından aşağıya, ırmağın dibine kadar itilen insanlar da faiz yiyen insanlardır. Bunlar da Cehenneme girene kadar bu şekilde eziyet görüp duracaklardır. Altı geniş üstü dar olan, içinde çıplak insanların bulunduğu ve altında ateş yakılan yerde de zinakârlar bulunmaktadır. O duyduğun pis koku da avret yerlerinin kokuşuydu. Onlar da Cehenneme girene kadar bu şekilde eziyet görüp duracaklardır. Siyah tepede sersemlemiş olarak gördüğün, dübürlerinden verilen ateş kulak, burun, ağız ve gözlerinden çıkan insanlar da Lüt kavminin yaptığı işi yapan inanlardır. Bu işi yapan her iki taraf da Cehenneme girene kadar bu şekilde eziyet görüp duracaktır. Etrafı çevrelenmiş ateşin başında duran ve içinden çıkan her şeyi alıp geri yerine koyan melek de Cehennem bekçisidir. O ateş de Cennetlikler ile Cehennemlikleri birbirinden ayıran Cehennemdir. O gördüğün bahçe de Cennetül-Mevâ'dır. Çevresinde çocukların bulunduğu ihtiyar İbrahim peygamberdir. Çevresindekiler de çocuklarıdır. Tırmandığın ağacın üzerinde bulunan, benzeri görülmemiş bir şekilde güzel olan, içi delikli zümrütler, yeşil zebercet taşlar ve kırmızı yakutlardan yapılmış o evler de İlliyyîn'den olan peygamberler, sıddîkler, şehitler ve salih kimselerin meskenleridir ki onlar ne iyi arkadaştırlar. En son gördüğün ırmak da Yüce Allah'ın sana verdiği Kevser'dir. İşte senin evin ile ailen bunlardır.» Sonrasında üstümden bir ses: «Ey Muhammed! Ey Muhammed! İste ki sana verilsin!» diye seslendi. Bu sesi duyunca korkudan takatim kesildi, kalbim yerinden oynadı ve ayakta duramayacak hale geldim. Bu çağrıya cevap vermeye gücüm yetmedi. Ancak yanımdaki meleklerden biri sağ eliyle elimi tuttu. Diğer melek de sağ elini omzuma koydu. Bu şekilde sakinleşip rahatladım. Bir daha üzerimden: «Ey Muhammed! İste ki sana verilsin!» diye seslenilince: «Allahım! Şefaatimi sabit kılmanı, ailemi yanıma vermeni ve huzuruna günahsız bir şekilde varmayı diliyorum» dedim. Sonrasında geri getirildim." Daha sonra Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem): "Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik. Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola iletsin" âyetleri nazil oldu. Bu âyetler nazil olunca, Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Yüce Allah bunları bana verdiğine göre diğer istediklerimi de bana verecektir" buyurdu. es-Silefî et-Tuyûriyyât'ta Yezîd b. Hârun vasıtasıyla bildirir: Mes'ûdî'nin şöyle dediğini işittim: "Bize bildirilene göre Ramazan ayının ilk gecesinde nafile namazda Fetih Sûresi'ni okuyan kişi o yıl şeytanın şerrinden korunur." |
﴾ 1 ﴿