HUCURÂT SÛRESİ

İbnu'd-Durays, Nehhâs, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Hucurât Sûresi Medine'de nazil oldu" demiştir.

İbn Merdûye, İbnu'z-Zübeyr'den bunun aynısını bildirir.

1

"Ey îman edenler! Allah'ın ve Peygamberinin önüne geçmeyin. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir."

Buhârî, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye, Abdullah b. ez-Zübeyr'den bildirir: Temîm oğullarından Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) bir kafile geldi. Ebû Bekr, Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem): "Kafileyle ilgilenmesi için başlarına Ka'kâ b. Ma'bed'i tayin et" deyince, Ömer de: "Aksine Akra' b. Hâbis'i görevlendir" dedi. Ebû Bekr, Ömer'e: "Bana muhalefet için böyle diyorsun!" deyince de Ömer: "Hayır! Kastım sana muhalefet değil!" karşılığını verdi. Tartışmaya başlayıp sesleri yükselince, Yüce Allah: "Ey iman edenler! Allah'ın ve Peygamberinin önüne geçmeyin. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. Ey Mü’minler! Seslerinizi, Peygamberin sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin. Farkına varmadan, işlediklerinizin boşa gitmemesi için, Peygambere birbirinize bağırdığınız gibi yüksek sesle bağırmayın" âyetlerini indirdi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym'ın Hilye'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ey iman edenler! Allah'ın ve Peygamberinin önüne geçmeyin..." âyetini açıklarken: "Kitap ve sünnete muhalif olan bir şey söylemeyin, anlamındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildirir: Bize anlatılana göre bazıları: "Keşke bizim hakkımızda şöyle şöyle bir âyet nazil olsaydı" veya: "Keşke şöyle şöyle olsaydı" deyince Yüce Allah böylesi bir tavrı hoş görmemiş ve bunun önünü almak için bu âyeti indirmiştir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ey iman edenler! Allah'ın ve Peygamberinin önüne geçmeyin..." âyetini açıklarken: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) dururken Müslümanların bir konuda söz söylemeleri veya Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) sözünün üzerine söz söylemeleri yasaklanmıştır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Kurban bayramı gününde bazı Müslümanlar Resûlullah'tan (sallallahu aleyhi vesellem) önce kurbanlarını kesince Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) yeni bir kurban kesmelerini emretti. Yüce Allah da bu konuda: "Ey iman edenler! Allah'ın ve Peygamberinin önüne geçmeyin..." âyetini indirdi.

İbn Ebi'd-Dünya'nın el-Adâhi'de bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Adamın biri bayram namazından önce kurbanını kesince bu âyet nazil oldu" demiştir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah: "Ey iman edenler! Allah'ın ve Peygamberinin önüne geçmeyin..." âyetini açıklarken: "Kurban bayramında kurban kesme konusunda nazil oldu" demiştir.

İbn Merdûye, Hz. Âişe'den bildirir: Bazı Müslümanlar Kurban bayramında Resûlullah'tan (sallallahu aleyhi vesellem) önce kurban kesince: "Ey iman edenler! Allah'ın ve Peygamberinin önüne geçmeyin..." âyeti nazil oldu.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hz. Âişe: "Ey iman edenler! Allah'ın ve Peygamberinin önüne geçmeyin..." âyetini açıklarken: "Peygamberiniz (sallallahu aleyhi vesellem) oruca başlamadan siz oruca başlamayın, anlamındadır" demiştir.

İbnu'n-Neccâr Târih'de Hz. Âişe'den bildirir: Bazı Müslümanlar Ramazan ayı girmeden bu ayı karşılama babında Peygamberimizden (sallallahu aleyhi vesellem) önce oruç tutmaya başlarlardı. Bunun üzerine Yüce Allah: "Ey iman edenler! Allah'ın ve Peygamberinin önüne geçmeyin..." âyetini indirdi.

Taberânî M. el-Evsat'ta ve İbn Merdûye, Hz. Âişe'den bildirir: Bazı Müslümanlar Ramazan ayı girmeden bir iki gün öncesinden oruç tutmaya başlarlardı. Bunun üzerine Yüce Allah: "Ey iman edenler! Allah'ın ve Peygamberinin önüne geçmeyin..." âyetini indirdi.

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Dahhâk bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuştur.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îmarı'da bildirdiğine göre Mücâhid: "Ey iman edenler! Allah'ın ve Peygamberinin önüne geçmeyin..." âyetini açıklarken: "Yüce Allah bir konuda onun diliyle hükmünü verinceye kadar Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) dururken fetva vermeye kalkmayın, anlamındadır" demiştir.

İbn Hacer der ki: "Böylesi bir açıklama, âyetin (.....) lafzıyla okunması halinde geçerli olur."

2

Bkz. Ayet,3

3

"Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın. Yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gıdiverir. Allah'ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın kalplerini takva île imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır."

Buhârî, İbnu'l-Münzir ve Taberânî, İbn Ebî Müleyke'den bildirir: İki hayırlı kişi olan Ebû Bekr ile Ömer az daha helak olacaklardı. Çünkü Temîm oğullarından bir heyet Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) geldiği zaman biri el- Akra' b. Hâbis'in başlarına geçmesi için görüş bildirirken, diğeri ise başka bir adam için görüş bildirdi. Ebû Bekr: "Sadece bana muhalefet etmek istiyorsun!" deyince, Ömer: "Ben sana muhalefet etmek istemedim!" karşılığını verdi. Bu şekilde tartışıp Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) önünde sesleri yükselince Yüce Allah: "Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın. Yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir'" âyetini indirdi. Bu âyetin nazil olmasından sonra Ömer, Peygamberimizle (sallallahu aleyhi vesellem) konuşacağı zaman fısıldar gibi konuşurdu. Öyle ki bazen Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ne dediğini anlamak için söylediğini tekrarlamasını isterdi.

Tirmizî'nin bildirdiğine göre İbn Ebî Müleyke: "Abdullah b. ez-Zübeyr bana aynısını bildirdi" demiştir.

İbn Cerîr ve Taberânî, İbn Ebî Müleyke vasıtasıyla Abdullah b. ez- Zübeyr'den bildirir: Akra' b. Hâbis, Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) yanına geldiğinde Ebû Bekr: "Yâ Resûlallah! Onu kavminin başına geçir" dedi. Ömer ise: "Yâ Resûlallah! Kavminin başına onu geçirme!" dedi. Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) önünde bu konuda tartışıp sesleri de yükseldi. Ebû Bekr, Ömer'e: "Bana muhalefet etmek için böyle yapıyorsun!" deyince, Ömer: "Ben sana muhalefet etmek istemedim!" karşılığını verdi. Bunun üzerine: "Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın. Yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir" âyeti nazil oldu. Bu âyetin nazil olmasından sonra Ömer, Peygamberimizle (sallallahu aleyhi vesellem) konuşacağı zaman fısıldar gibi konuşurdu. Öyle ki bazen Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ne dediğini anlamak için söylediğini tekrarlamasını isterdi.

Bezzâr, İbn Adiy, Hâkim ve İbn Merdûye, Ebû Bekr es-Sıddîk'tan bildirir: "Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın. Yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir" âyeti nazil olduğu zaman: "Yâ Resûlallah! Vallahi bundan sonra artık seninle bir sırrı paylaşır gibi fısıldayarak konuşacağım" dedim.

Abd b. Humeyd, Hâkim ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Ebû Seleme vasıtasıyla Ebû Hureyre'den bildirir: "Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın. Yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir" âyeti nazil olduğu zaman Ebû Bekr: "Yâ Resûlallah! Sana Kitab'ı indirene yemin olsun ki bundan sonra artık seninle bir sırrı paylaşır gibi fısıldayarak konuşacağım" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den bildirir: Müslümanlar Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ile konuşurken bazen bağırarak ve yüksek sesle konuşurlardı. Bu konuda Yüce Allah: "Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın. Yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir" âyetini indirdi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre Mücâhid: "Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Allah Resûlü'ne, birbirinize yaptığınız gibi bağırarak seslenmeyin. Bunun yerine daha nazik bir ifadeyle «Yâ Resûlallah!» şeklinde seslenin."

Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Ebû Ya'lâ, Bağavî Mu'cemu's- Sahâbe'de, İbnu'l-Münzir, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de Enes'ten bildirir: "Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın. Yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir" âyeti nazil olduğu zaman sesi gür çıkanlardan biri olan Sâbit b. Kays b. Şemmâs: "Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) karşı sesini yükselten kişi bendim! Amellerim boşa gidip heba oldu!" dedi ve üzgün bir şekilde evine kapandı. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bîr süre onu göremeyip sorunca Müslümanlardan bazıları yanına gittiler ve: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) seni soruyor? Neyin var?" dediler. Sâbit: "Sesini Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) sesinin üstüne yükselten ve onunla bağırarak konuşan bendim. Amellerim boşa gitti! Cehennemliklerden biri oldum" karşılığını verdi. Bu müslümanlar Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) gelip durumu anlattıklarında Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Hayır! O Cennetliklerden biridir" buyurdu. Daha sonraları Sâbit, Yemâme savaşında şehit düştü.

İbn Cerîr, Taberânî, Hâkim ve İbn Merdûye, Muhammed b. Sâbit b. Kays b. Şemmâs'tan bildirir: "Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın. Yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir" âyeti nazil olduğu zaman babam Sâbit yolda oturup ağlamaya başladı. Âsim b. Adiy b. Aclân yanından geçip onu böyle görünce: "Ey Sâbit! Neden ağlıyorsun?" diye sordu. Sâbit: "Nazil olan bu âyetten dolayı ağlıyorum. Gür sesli olduğum için benim hakkımda nazil olmuş olmasından korkuyorum" karşılığını verdi. Âsim b. Adiy yoluna devam edip Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanına geldi ve ona Sâbit'in durumunu anlattı. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Git ve onu yanıma çağır" buyurdu. Sâbit gelince Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) ona: "Ey Sâbit! Neden ağlıyorsun?" diye sordu. Sâbit: "Gür ve yüksek sesli birisiyim. Bu âyetin benim hakkımda nazil olmuş olmasından korkuyorum" dedi. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Övülmüş bir şekilde yaşayıp şehit olarak ölmeye razı olur musun?" diye sorunca, Sâbit: "Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) böylesi bir müjdesine elbette ki razı olurum. Bundan sonra da sesimi Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) sesi üzerine asla yükseltmeyeceğim" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Allah'ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır" âyetini indirdi.

İbn Hibbân, Taberânî ve Ebû Nuaym el-Ma'rife'de İsmâil b. Muhammed b. Sâbit b. Kays b. Şemmâs el-Ensârî'den bildirir: Sâbit: "Yâ Resûlallah! Helak olmuş olmaktan korkuyorum" dedi. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Neden?" diye sorunca, Sâbit: "Yüce Allah kişinin yapmadığı bir şeyden dolayı övülmesini istemiyor. Oysa ben övülmeyi seven birisiyim. Yüce Allah kişinin kendini beğenmesini yasaklar. Oysa ben süslenmeyi seven birisiyim. Yine Yüce Allah sesimizi senin sesinin üstüne yükseltmemizi yasaklıyor. Oysa ben gür sesli biriyisim" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) de ona: "Ey Sâbit! Övülmüş bir şekilde yaşamaya ve şehit olarak ölüp Cennete girmeye razı olmaz mısın?" buyurdu.

İbn Hacer el-Etrâf da der ki: "İbn Hibbân haberi bu isnâd ve metinle zikretmiştir. Ancak İsmâil'in bunu Sâbit'ten işittiğine dair herhangi bir işaret bulunmamaktadır. Bundan dolayı munkatı'dır."

Mâlik de Muvattâ'da bunu İbn Şihâb vasıtasıyla İsmâil'den o da Sâbit'ten naklen zikretmiştir. Ancak bu rivâyeti Mâlik'in buradaki ravilerinden naklen Saîd b. Ufeyr dışında zikreden olmamıştır. Rivâyetin sonunda Mâlik: "Sâbit b. Kays, Yemâme savaşında öldürüldü" demiştir. İbn Hacer der ki: "Ravi İsmâil, Sâbit'e yetişmiş değildir. Bundan dolayı isnâdı kopuktur."

İbn Cerîr, Şimr b. Atiyye'den bildirir: Sâbit b. Kays b. Şemmâs üzgün bir şekilde Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) geldi. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem): "Ey Sâbit! Neden seni böyle üzgün görüyorum?" diye sorunca, Sâbit şöyle dedi: "Dün gece «Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın. Yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir»âyetini okudum. Ben de sana karşı sesimi yükseltip bağırarak konuşmuş olmamdan ve farkında olmadan amellerimin boşa gitmiş olmasından korkuyorum." Sâbit'in de kulakları ağır işittiği için konuşurken sesini yükseltirdi. Bunun üzerine Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem): "İçin rahat bir şekilde dolaşabilirsin, zira sen Cennet ahalisinden birisin" buyurdu.

Bağavî ve İbn Kâni' Mücemüs-Sahâbe'de Muhammed b. Sâbit b. Kays b. Şemmâs'tan, o da Sâbit b. Kays b. Şemmâs'tan bildirir: Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) "Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın. Yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir" âyeti nazil olduğu zaman üzüntümden dolayı evime kapandım. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) durumumdan haberdar olunca: "Övülen biri olarak yaşayacak, şehit olarak da öleceksin" buyurdu."Ravi der ki: "Sâbit b. Kays, Yemâme savaşında öldürüldü."

Bağavî, İbnu'l-Münzir, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Hatîb el-Muttefik ve'l-Mufterik'de Atâ el-Horasânî'den bildirir: Medine'ye geldiğimde Ensar'dan bir adamla karşılaştım. Ona: "Bana Sâbit b. Kays b. Şemmâs'ın olayını anlat" dediğimde, adam: "Benimle gel" karşılığını verdi. Onunla birlikte gidip bir kadının yanına girdik. Adam: "Bu kadın Sâbit b. Kays b. Şemmâs'ın kızıdır. Ona istediğin şeyi sorabilirsin" dedi. Kadından babasının olayını bana anlatmasını istediğimde kadın şöyle dedi: Babamın bana anlattığına göre Yüce Allah, Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) "Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın. Yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir" âyetini indirdiğinde babam evine girip kapısını kapattı ve ağlamaya başladı. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) onun ortalıkta gözükmediğini görüp: "Sâbit'e ne oldu?" diye sorunca, Müslümanlar: "Yâ Resûlallah! Neyi var bilmiyoruz ama evine kapandı ve ağlayıp duruyor" dediler. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) haber gönderip babamı yanına çağırttı ve: "Neyin var?" diye sordu. Babam: "Yâ Resûlallah! Yüce Allah sana o âyeti indirdi. Ben de yüksek sesle konuşan biriyim. Bundan dolayı amellerimin boşa gitmiş olmasından korkuyorum" deyince, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Sen onlardan biri değilsin. Aksine sen hayır içinde yaşayacak ve hayırlı bir şekilde öleceksin" buyurdu.

Daha sonra Yüce Allah, Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) "...Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri sevmez" âyetini indirince babam yine evine kapandı ve ağlamaya koyuldu. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) onun ortalıkta gözükmediğini görüp: "Sâbit'e ne oldu?" diye sorunca, Müslümanlar: "Yâ Resûlallah! Neyi var bilmiyoruz, ama evine kapandı ve ağlayıp duruyor" dediler. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) haber gönderip babamı yanına çağırttı ve: "Neyin var?" diye sordu. Babam: "Yâ Resûlallah! Yüce Allah sana "...Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri sevmez" âyetini indirdi. Ben de güzel görünmeyi ve kavmimin efendilerinden olmayı seven birisiyim" deyince, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Sen onlardan biri değilsin. Aksine övülen biri olarak yaşayacak ve şehit olarak öleceksin. Yüce Allah da seni güven içinde Cennete sokacaktır" buyurdu.

Daha sonra babam Müseylemetu'l-Kezzâb'a karşı yapılan Yemâme savaşına Hâlid b. el-Velîd ile birlikte katıldı. Savaş sırasında Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ashâbının geri çekilir gibi olduklarını görünce Ebû Huzeyfe'nin azatlısı olan Sâlim'e: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ile birlikteyken bu şekilde savaşmazdık!" dedi ve müslümanlardan her biri kendine bir çukur açtı. Düşman kuvvetleri saldırıya geçince de şehit düşene kadar yerlerinden ayrılmayıp savaştılar. O savaşta babamın üzerinde çok güzel bir zırh vardı. Müslümanlardan biri yanından geçince bu zırhı aldı. Müslümanlardan biri uyurken rüyasına babam geldi ve şöyle dedi: "Sana bir vasiyette bulunacağım. Ama sakın bunun bir rüya olduğunu düşünüp yerine getirmemezlik etme. Dün ben öldürüldüğümde yanımdan geçen bir Müslüman üzerimdeki zırhı aldı. Çadırı karargâhın en uç noktasında bulunuyor. Atı da çadırının önünde uzunca bir iple bağlı kendince dolaşıyor. Zırhın üzerini bir çömlekle kapatmış, çömleğin üzerine de eyerini koymuş. Hâlid b. el-Velîd'e git, birini gönderip o zırhı aldırmasını söyle. Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) halifesinin yanma döndüğün zaman da şu şu kadar bocum, şu şu kadar da alacağım olduğunu söyledi. Ayrıca kölelerimden filan ile falanı azat ettiğimi de ilet. Ama sakın bu bir rüyadır diye düşünüp bu dediklerimi yapmamazlık etme!"

Bu adam Hâlid b. el-Velîd'in yanına gelip olanları anlattı. Hâlid söz konusu çadıra birilerini gönderdi. Denildiği gibi adamın çadırı askeri karargâhın en uç yerindeydi. Çadırın önünde uzunca bir iple bağlı ve kendince dolaşan bir at vardı. Gönderilen kişiler çadırın içine baktılar, ancak kimseleri göremediler. İçeri girip denilen eyeri kaldırdıklarında altında bir çömlek, çömleğin altında da zırhı gördüler. Zırhı alıp Hâlid b. el-Velîd'e getirdiler. Medine'ye döndüklerinde de adam gördüğü bu rüyayı Ebû Bekr'e anlattı. Ebû Bekr de babamın vasiyetini ölümünden sonra da olsa geçerli saydı. Babam Sâbit b.

Kays b. Şemmâs dışında da ölümünden sonra böylesi bir vasiyeti geçerli sayılmış birini bilmiyoruz.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın. Yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir" âyetini açıklarken: "Sâbit b. Kays b. Şemmâs hakkında nazil oldu" demiştir.

Tirmizî, İbn Hibbân ve İbn Merdûye, Safvân b. Assâl'den bildirir: Bedevilerden biri Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanına geldi ve yüsek bir sesle: "Ey Muhammed! Ey Muhammed!" diye seslenmeye başladı. Ashâbdan bazıları adama: "Yazık sana! Sesini az bir alçalt, zira böyle bağırman yasaklandı" deyince, bedevi: "Hayır! Sesimi duyuruncaya kadar öyle çağıracağım!" karşılığını verdi. Bunun üzerine Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) çıktı ve bedeviye: "Gel bakalım buraya" buyurdu. Bedevi: "Birilerini seven, ancak onlarla birlikte olmayan kişi hakkında ne dersin?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Kişi sevdiğiyle beraberdir" buyurdu.

İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirir: "Allah'ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir..." âyeti nazil olduğu zaman Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Bunlardan biri de Sâbit b. Kays b. Şemmâs'tır" buyurdu.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre Mücâhid: "Allah'ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir..." âyetini: "Takva ile imtihandan kasıt kalplerini ihlaslı kılmasıdır" demiştir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Allah'ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir..." âyetini: "Takva ile imtihandan kasıt Yüce Allah'ın kalplerini sevdiği şeyler konusunda ihlaslı kılmasıdır" demiştir.

Ahmed Zühd'de Mücâhid'den bildirir: Hz.Ömer'e: "Ey müminlerin emiri! Günah olan şeyleri arzulamayan ve yapmayan kişi mi daha üstündür yoksa günah işlemeyi arzulayan, ancak işlemeyen kişi mi?" diye bir mektup yazılınca, Ömer cevaben şöyle yazdı: "Günah olan şeyleri arzulamasına rağmen yapmayan kişiler Yüce Allah'ın: "...Şüphesiz Allah'ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır" buyurduğu kimselerdir."

Hakîm et-Tirmizî'nin Mekhûl'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Âdem oğlunun yaşlılıktan köprücük kemikleri birleşse dahi nefsi hep genç kalır. Yüce Allah'ın kalplerini takva ile ihlaslı kıldığı kişiler bunun dışındadır ki bunlar da pek azdır."

İbnu'l-Mübârek Zühd'de Ebu'd-Derdâ'dan bildirir: "Yaşlılıktan köprücük kemikleriniz birleşse dahi nefsiniz hep bir şeylerin arzusu içinde olur. Yüce Allah'ın kalplerini takva ile ihlaslı kıldığı kişiler bunun dışındadır ki bunlar da pek azdır."

4

"Odaların ötesinden sana bağıranların çoğu aklı ermeyen kimselerdir"

Ahmed, İbn Cerîr, Ebu'l-Kâsım el-Bağavî, Taberânî ve İbn Merdûye'nin - sahîh bir isnâdla- Ebû Seleme b. Abdirrahman vasıtasıyla bildirdiğine göre Akra' b. Hâbis, Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) geldi ve: "Ey Muhammedi Yanımıza çık!" diye bağırdı. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) kendisine cevap vermeyince bu sefer: "Ey Muhammedi Benim övgüm kişiyi yüceltir, yergim ise alçaltır" dedi. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bunu duyunca: "Bunu yapan Allah'tır" karşılığını verdi. Yüce Allah da: "Odaların ötesinden sana bağıranların çoğu aklı ermeyen kimselerdir" âyetini indirdi.

Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Berâ b. Âzib: "Odaların ötesinden sana bağıranların çoğu aklı ermeyen kimselerdir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Adamın biri geldi ve: "Ey Muhammedi Benim övgüm kişiyi yüceltir, yergim ise alçaltır" dedi. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bunu duyunca: "Bunu yapan Allah'tır" karşılığını verdi.

İbn Râhûye, Müsedded, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye -hasen bir isnâdla- Zeyd b. Erkam'dan bildirir: Araplardan bazı insanlar: "Haydi şu adamın yanına gidelim. Şayet Peygamber ise insanlar içinde en fazla mutlu olmak bize düşer. Yok, eğer bir kral ise de himayesinde yaşarız" dediler. Ben de Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) yanına gidip bunların söylediklerini aktardım. Daha sonra bu adamlar Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) odasının önüne geldiler ve: "Ey Muhammedi Ey Muhammedi" diye seslenmeye başladılar. Bunun üzerine Yüce Allah: "Odaların ötesinden sana bağıranların çoğu aklı ermeyen kimselerdir"âyetini indirdi. Bu âyet nazil olunca Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) kulağımdan tuttu ve: "Ey Zeyd! Yüce Allah senin sözünü doğruladı" buyurdu."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den bildirir: Adamın biri Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) geldi ve: "Ey Muhammed! Benim övgüm kişiyi yüceltir, yergim ise alçaltır" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bunu duyunca: "Bunu yapan Allah'tır" karşılığını verdi. Bu konuda da: "Odaların ötesinden sana bağıranların çoğu aklı ermeyen kimselerdir" âyeti nazil oldu.

İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildirir: Saîd b. Cübeyr'den naklen bana bildirildiğine göre Temîm oğullarından bir adam ile Esed b. Huzeyme oğullarından bir adam karşılıklı birbirlerine sövdüler. Esed oğullarından olan adam diğerine: "Odaların ötesinden sana bağıranların çoğu aklı ermeyen kimselerdir" âyetinde kastedilenler Temîm oğullarının bedevileridir" deyince, Saîd: "Temîm oğullarından olan adam akıllı biri olsaydı bu âyetin ilk bölümünün Temîm oğulları, son bölümünün ise Esed oğulları hakkında olduğunu bilir ve ona cevap verirdi" karşılığını verdi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Habîb b. Ebî Amre'den bildirir: Esed oğullarından bir adam ile aramda tatsız bir olay olmuştu. Esed oğullarından olan adam bana: "Odaların ötesinden sana bağıranların çoğu aklı ermeyen kimselerdir" âyetinde kastedilenler Temîm oğullarıdır" demişti. Bunu Saîd b. Cübeyr'e anlattığımda şöyle dedi: "Esed oğullarından olan adama "Müslüman oldular diye seni minnet altında bırakmak isterler..." âyetiyle cevap verseydin ya! Zira onlar: "Araplar ancak onlarla savaştığında Müslüman oldular. Oysa biz savaş olmadan Müslüman olduk" dediklerinde Yüce Allah onlar hakkında bu âyeti indirdi.

Abd b. Hurneyd, Katâde'den bildirir: Esed oğullarından bir adam Temîm oğullarından bir adama: "Odaların ötesinden sana bağıranların çoğu aklı ermeyen kimselerdir" âyetinde kastedilenler Temîm oğullarıdır" dedi. Temîm oğullarından olan adam oradan kalkıp gidince Saîd b. Cübeyr: "Şayet Temîm oğullarından olan adam Esed oğulları hakkında nazil olanı bilseydi ona karşı sessiz kalmazdı" dedi. Biz: "Onlar hakkında ne nazil oldu ki?" diye sorduğumuzda Saîd şöyle dedi: "Esed oğulları Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) gelip: "Biz kendi rızamızla Müslüman olduk dolayısıyla (ganimetlerde) diğerlerinden daha fazla haklarımız vardır" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: "Müslüman oldular diye seni minnet altında bırakmak isterler..."âyetini indirdi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre Mücâhid: "Odaların ötesinden sana bağıranların çoğu aklı ermeyen kimselerdir" âyetini açıklarken: "Bunlar Temîm oğullarının bedevileridir" demiştir.

İbn Mende ve İbn Merdûye, Ya'lâ b. el-Eşdak vasıtasıyla Sa'd b. Abdillah'tan bildirir: Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem), "Odaların ötesinden sana bağıranların çoğu aklı ermeyen kimselerdir" âyetindeki söz konusu kişilerin kimler olduğu sorulunca: "Bunlar Temîm oğullarının çıplak ayaklı insanlarıdır. Şayet kör Deccâl'e karşı en çetin savaşı verecek olanlar bunlar olmasaydı helak olmaları için Allah'a dua ederdim" buyurdu.

İbn İshâk ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Temîm oğullarından yetmiş veya seksen kişilik bir heyet Medine'ye Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanına geldi. İçlerinde Zibrikân b. Bedr, Utârid b. Ma'bed, Kays b. Âsim, Kays b. el-Hâris ve Amr b. Edhem de vardı. Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanına giderlerken her kötü olayda hazır bulunan Uyeyne b. Hısn b. Bedr ei- Fezârî'de onlara katıldı. Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) evine vardıklarında odaların ötesinden: "Ey Muhammedi Yanımıza çık! Ey Muhammedi Yanımıza çık! Ey Muhammedi Yanımıza çık!" diye bağırmaya başladılar. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) yanlarına çıkınca: "Ey Muhammedi Bizim övgümüz kişiyi yüceltir, yergimiz ise alçaltır. Biz ki Arapların en saygın insanlarıyız!" dediler. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Yalan söylediniz! Kişiyi yücelten Allah'ın övgüsü, alçaltan da yine O'nun yergisidirl Yusuf b. Yâkub b. îshâk b. İbrahim de sizden daha değerlidir" karşılığını verince onlar: "Biz buraya sana karşı övünmeye geldik!" dediler.

Sonrasında ravi arada geçen olayları uzunca anlattıktan sonra şöyle devam eder: Bunun üzerine Temîm oğulları kalktılar ve: "Vallahi bu adamda bir iş var. Zira onun adına konuşan kişi bizim konuşmacıdan daha hatip, onun şairi de bizim şairden daha usta çıktı. Yüce Allah da onlar hakkında: "Temîm oğullarından odaların ötesinden sana bağıranların çoğu aklı ermeyen kimselerdir. "Eğer onüar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi şüphesiz onlar için daha iyi olurdu. Allah bağışlayandır, merhamet edendir" âyetini indirdi.

Ravi der ki: "Odaların ötesinden sana bağıranların çoğu aklı ermeyen kimselerdir" âyeti ilk kıraatlerde: "Temîm oğullarından odaların ötesinden sana bağıranların çoğu aklı ermeyen kimselerdir" şeklindeydi.

İbn Sa'd, Buhârî Edeb'de, İbn Ebi'd-Dünya ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: "Osmân b. Affân'ın hilafeti döneminde Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) eşlerinin odalarına girerdim. Elimi kaldırdığımda tavana değebilirdi."

Buhârî Edeb'de, İbn Ebi'd-Dünya ve Beyhaki, Dâvud b. Kays'tan bildirir: Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) eşlerine ait odaları gördüm. Hurma dallarıyla yapılmış ve dışarıdan kıldan çullarla kaplanmıştı. Evin iç genişliği oda kapısından evin dış kapısına kadar sanırım altı veya yedi zira' kadar vardı. Evin iç uzunluğu sanırım on zira' kadardı. Genişliği ise sanırım yedi veya sekiz zira' kadardı."

İbn Sa'd, Atâ el-Horasânî'den bildirir: Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) eşlerinin odalarının nasıl olduklarını görebildim. Bu odalar kuru hurma dallarıyla yapılmıştı ve kapılarında kıldan yapılmış siyah çullar asılmıştı. Mescid'in düzenlenmesi konusunda Velîd b. Abdilmelik'in gönderdiği mektubun okunmasına da şahit oldum. Bu mektupta Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) eşlerinin bu odalarının (Yakup) Mescid'e katılmasını söylüyordu. Bu tnektub okunduğunda insanlar öyle bir ağladı ki daha önce böyle ağladıklarını görmüş değildim. O gün Saîd b. el-Müseyyeb: "Vallahi bu odaların eski halinde bırakılmasını isterdim. Zira Medine'de yetişen yeni nesiller ile dünyanın dört bir tarafından gelen insanlar Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) hayatta iken evinin nasıl olduğunu ve ne ile yetindiğini görürlerdi. Belki bu şekilde insanlar çok fazla ev edinmekten ve bu konuda birbirlerine karşı övünmekten uzak dururlardı" demişti. O gün Ebû Umâme b. Sehl b. Huneyf de şöyle demişti: "Keşke yıkılıp Mescid'e katılmasaydılar ve eski halinde bırakılsalardı. Belki insanlar onları görüp lüks binalar yapmazlardı. Dünya hazinelerinin anahtarları ellerinde iken Yüce Allah'ın Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) için uygun gördüğü şeyi de görürlerdi."

6

"Ey iman edenleri Eğer bîr fasık size bîr haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz."

Ahmed, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Mende ve İbn Merdûye -ceyyid bir isnâdla- Hâris b. Dirâr el-Huzâî'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanına geldiğimde beni İslam'a davet etti. Ben de Müslüman oldum ve onu tasdik ettim. Sonra zekat vermem gerektiğini buyurdu, bunu da kabul ettim ve: "Yâ Resûlallah! Ben kavmime geri döneyim de onları İslam'a ve zekat vermeye davet edeyim. Şayet kabul ederlerse onlardan da zekatı toplarım. Sonra kendi elçini filan zamanda bana gönderir, kavmimden topladığım zekatları sana getirir" dedim.

Ravi der ki: Hâris, kavminden Müslümanlığı kabul edenlerden dediği gibi zekatı topladı. Ancak Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) tarafından bunları almak için gelecek olan elçi zamanında gelmedi. Hâris, Yüce Allah'ın ve Resulünün kendisine öfkelendiğinden dolayı elçinin gelmediğini zannetti. Bunun üzerine kavminin ileri gelenlerini topladı ve: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bende bulunan zekat mallarını almak için belli bir vakitte bir elçi göndereceğine dair söz vermişti. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) verdiği sözden cayan biri değildir. Ancak bizden dolayı olan bir öfkeden elçiyi bize göndermediğini düşünüyorum. Haydi, beraberce Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem)yanına gidelim" dedi.

O sırada Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), Hâris'te bulunan zekat mallarını almak için Velîd b. Ukbe'yi yolladı. Ancak Velîd yolun bir yerine ulaştığında korktu. Geri Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanma döndü ve: "Yâ Resûlallah! Hâris bana zekat mallarını vermedi ve beni de öldürmek istedi" dedi. Bunun üzerine Resûlullah(sallallahu aleyhi vesellem), Hâris'in üzerine bir birlik çıkardı. Ancak birlik Medine'den henüz ayrılmıştı ki Hâris arkadaşlarıyla beraber göründü. Gönderilen birlik: "Bu Hâris!" demeye başladılar. Hâris de birliğin yanına yetişince onlara: "Kimin üzerine gönderildiniz?" diye sordu. Birlik: "Senin üzerine gönderildik" dediler. Hâris: "Neden?" diye sorunca, birlik: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) zekat mallarını almak için Velîd b. Ukbe'yi sana yollamıştı. Ancak Velîd, senin zekat mallarını ona vermediğini ve onu da öldürmek istediğini söyledi" karşılığını verdi. Bunun üzerine Hâris: "Muhammed'i hakla gönderene yemin olsun ki ben onu ne gördüm, ne de bana geldi" dedi.

Hâris, Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanma girince Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) ona: "Hem zekat mallarım vermedin, hem de elçimi öldürmek istedin öyle mi?" diye çıkıştı. Hâris de: "Seni hakla gönderene yemin olsun ki elçini ne gördüm, ne de bana geldi. Göndereceğini söylediğin elçin gelmeyince de Allah ve Resûlünün bana öfkelendiğinden endişe ettiğim için kalkıp buraya geldim" karşılığını verdi. Bunun üzerine: "Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz. Hem bilin ki, içinizde Allah'ın elçisi vardır. Şayet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize sindirmiştir. Küfrü, fışkı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır. Bu, Allah'tan bir lütuf ve nimettir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetleri nazil oldu.

Taberânî, İbn Mende ve İbn Merdûye, Alkame b. Nâciye'den bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) mallarımızın zekatını toplamak üzere Velîd b. Ukbe b. Ebî Muayt'ı gönderdi. Velîd de yola düştü. Ancak bize yakın bir yere ulaştığında geri döndü. Bu olay da Mureysi gazvesinden sonra olmuştu. Onun bu şekilde geri döndüğünü gördüğümde bineğine binip peşinden gittim. Velîd, Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) geldiğinde: "Yâ Resûlallah! Cahiliye giysilerini tekrar giymiş bir topluluğa gittim. Zekatı da bana vermediler" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Velîd'in bu sözü üzerine herhangi bir harekette bulunmadı. Sonrasında: "Ey iman edenleri Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz" âyeti nazil oldu. Daha sonra Mustalik oğulları Velîd'in peşinden zekat mallarının bir kısmını da getirerek Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) geldiler.

Taberânî M. el-Evsat'ta Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), Velîd b. Ukbe'yi zekatlarını toplamak üzere Velîa oğullarına gönderdi. Velîa oğulları ile Velîd arasında da cahiliye döneminden kalma bir husumet vardı. Velîd, Velîa oğullarına varınca onlar da isteğini öğrenmek üzere topluca onu karşılamaya çıktılar. Ancak Velîd bu durumdan korktu ve hemen Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) dönüp: "Velîa oğulları beni öldürmek istediler ve zekatı da vermediler" dedi. Velîa oğulları da Velîd'in bu dediğinden haberdar olunca Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) gelip: "Yâ Resûlallah! Velîd yalan söylemiş" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah, Velîd hakkında: "Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz" âyetini indirdi.

İbn Râhûye, İbn Cerîr, Taberânî ve İbn Merdûye, Ümmü Seleme'den bildirir: Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem), Velîd b. Ukbe'yi zekatlarını toplamak üzere Mustalik oğullarına gönderdi. Mustalik oğulları bunu duyunca Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) bu emrine verdikleri değerin bir göstergesi olarak topluca Velîd'i karşılamaya çıktılar. Ancak şeytanın vesvesesi ile Velîd kendisini öldürmeye çıktıklarını düşündü. Hemen Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) döndü ve: "Mustalik oğulları zekatlarını vermediler" dedi. Mustalik oğulları da Velîd'in geri döndüğünü öğrendiklerinde Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) geldiler ve: "Allah'ın ve Resûlünün öfkesinden Allah'a sığınırız. Zekatlarımızı toplamak üzere bize birini gönderdin. Bunu duyunca çok sevindik ve mutlu olduk. Ancak gönderdiğin kişi yolun bir yerinden geri döndü. Bunun Yüce Allah'ın ve Resûlünün bize karşı öfkesinden dolayı olmasından korktuk" dediler. Bunun üzerine: "Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz" âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr, İbn Merdûye, Beyhakî Sünen'de ve İbn Asâkir, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), Velîd b. Ukbe b. Ebî Muayt'ı zekatlarını toplamak üzere Mustalik oğullarına gönderdi. Mustalik oğulları bunu duyunca çok sevindiler ve Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) elçisi olan Velîd'i karşılamaya çıktılar. Ancak Velîd, Mustalik oğullarının kendisini karşılamaya çıktığını duyunca geri döndü ve: "Yâ Resûlallah! Mustalik oğulları zekatlarını vermediler" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) de buna çok öfkelendi. Onlara bir birlik çıkarmayı düşünürken Mustalik oğullarından bir heyet geldi ve: "Yâ Resûlallah! Gönderdiğin elçinin yarı yoldan döndüğünü öğrendik. Bize öfkelenip de bir yazıyla onu geri çağırmış olmandan endişelendik" dediler. Yüce Allah da bu konuda: "Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz" âyetini indirdi.

Âdem, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhaki, Mücâhid'den bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), Velîd b. Ukbe b. Ebî Muayt'ı zekatlarını toplamak üzere Mustalik oğullarına gönderdi. Mustalik oğulları da onu hediyelerle karşıladılar. Ancak Velîd, Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) geri dönüp: "Mustalik oğulları seninle savaşmak üzere toplanmışlar" dedi. Yüce Allah da bu konuda: "Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz" âyetini indirdi.

İbn Merdûye, Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), Velîd b. Ukbe'yi zekatlarını toplamak üzere Velîa oğullarına gönderdi. Velîa oğulları ile Velîd arasında da cahiliye döneminden kalma bir husumet vardı. Velîd, Velîa oğullarına varınca onlar da isteğini öğrenmek üzere topluca onu karşılamaya çıktılar. Ancak Velîd bu durumdan korktu ve hemen Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) dönüp: "Velîa oğulları beni öldürmek istediler ve zekatı da vermediler" dedi. Velîa oğulları da Velîd'in bu dediğinden haberdar olunca Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) gelip: "Yâ Resûlallah! Velîd yalan söylemiş. Ancak onunla aramızda cahiliyeden kalma bir husumet vardı ve bu husumetten dolayı bize haksızlık yapmasından endişe ettik" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah, Velîd hakkında: "Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz" âyetini indirdi.

Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Henüz yeni Müslüman olmuş bir adam Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) geldi ve kendisiyle aralarında husumet bulunan bir kabileyi kastederek: "Ey Allah'ın Peygamberi! Filan kabile namazı terk ettiler, İslam'dan dönüp Allah'ı inkar ettiler" dedi. Ancak Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) fevri herhangi bir harekette bulunmadı. Hâlid b. el- Velîd'i çağırdı ve: "Namaz vakitlerinde namaz kılıp kılmadıklarını kontrol et. Şayet kılmıyorlarsa ne yapacağını biliyorsun. Ama kılıyorlarsa da onlara dokunma" buyurarak onu adamın dediği kabileye gönderdi. Hâlid yanındakilerle birlikte akşam güneşi batmaya yakın bu kabilenin yakınlarına kadar sokulup namaz vaktini bekledi. Akşam güneşi batarken müezzinin kalkıp ezan okuduğunu, sonra kamet getirip akşam namazına durduklarını gördü. Hâlid: "Bunlar namaz kılıyor! Herhalde başka vakit namazını terk ettiler" dedi ve yine beklemeye koyuldu. Gece çöküp de ufuktaki kızıllık yerini karanlığa bırakınca müezzin yine ezan okudu ve yatsı namazını kıldılar. Hâlid yine: "Herhalde başka vakit namazını terk ettiler" dedi ve beklemeye koyuldu. Gece yarısı olduğu zaman evlerini üst taraftan görecek şekilde atıyla biraz daha yaklaştı. Ancak gece vakti teheccüd namazına kalktıklarını ve Kur'ân'dan öğrendikleri âyetleri okuduklarını gördü.

Sabaha doğru bir daha geldi. Ancak şafak sökerken müezzin ezanı okudu ve sabah namazını da kıldılar. Namazı bitirip de ortalık aydınlanınca Hâlid b. el-Velîd'in atlı birliğinin kasabanın içinde olduğunu gördüler. Birbirlerine: "Bu da kim? Hâlid b. el-Velîd gelmiş" demeye başladılar. Hâlid de etine dolgun ve sert birisiydi. Ona: "Ey Hâlid! Neden geldin?" diye sorduklarında, Hâlid: "Vallahi sizin için geldim. Birileri Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) geldi ve sizin namazı terk edip Allah'ı inkar ettiğinizi söyledi" karşılığını verdi. Kabile üyeleri bunu duyunca ağlamaya ve: "Küfre girmekten Allah'a sığınırız! Asla böyle bir şeyi yapmayız!" demeye başladılar. Sonrasında Hâlid atlarını geriye doğru sürüp Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanına geri döndü. Yüce Allah da bu konuda: "Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz" âyetini indirdi.

Hasan der ki: "Vallahi bu âyet özel olarak bu kabile hakkında inmiş olsa da kıyamete kadar tüm insanlar için baki kalacaktır ve neshedilmiş de değildir."

Abd b. Humeyd, İkrime'den bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), Velîd b. Ukbe'yi zekatlarını toplamak üzere Mustalik oğullarına gönderdi. Ancak Velîd onların yanına ulaşmadan geri döndü ve Allah Resûlü'ne zekat vermeyi kabul etmediklerini söyledi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) üzerlerine bir birlik göndermek isterken Mustalik oğullarından bir adam geldi ve Allah Resûlü'ne (sallallahu aleyhi vesellem): "Bize bir elçi gönderdiğini duyduk. Buna çok sevinip mutlu olduk. Ancak bu elçin yanımıza gelmediği gibi bizim hakkımızda yalan şeyler söylemiş" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah, Velîd hakkında: "Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz" âyetini indirdi ve onu fasık olarak niteledi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu kişi Ebû Muayt'ın oğlu Velîd b. ükbe'dir. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) onu zekat memuru olarak Mustalik oğullarına gönderdi. Mustalik oğulları onu görünce karşılamak için kendisine doğru yöneldiler. Ancak o korkuya kapılıp Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) geri döndü ve onların dinden çıktıklarını söyledi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), Mustalik oğulları üzerine Hâlid b. el-Velîd'i gönderdi ve onların durumunu aceleye getirmeden kontrol etmesini söyledi. Hâlid yola çıkıp gece vakti Mustalik oğulları bölgesine ulaştı. Casusunu içlerine gönderdi. Casus gidip dönünce Hâlid'e Mustalik oğullarının İslam dinine sıkı sıkıya bağlı olduklarını haber verdi. Onların ezanlarını duyup namaz kıldıklarını da gördüler. Sabah olunca Hâlid onların kasabasına girdi ve gördüğü durumdan çok memnun kaldı. Sonrasında Hâlid, Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) döndü ve olanları ona da anlattı. Yüce Allah da bu konuda bu âyeti indirdi. Bundan dolayıdır ki Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem): "İşin içyüzünü araştırma Allah'tan, acele davranma ise şeytandandır" buyururdu.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: : "Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Eğer biri sana gelip de filan erkek ile filan kadın şöyle şöyle kötü bir iş yapıyorlar derse ona inanma" demiştir.

7

"Bilin ki içinizde Allah'ın elçisi vardır. Şayet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize sindirmiştir. Küfrü, fışkı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır."

Ahmed, Buhârî Edeb'de, Nesâî ve Hâkim, Rifâa b. Râfi' ez-Zurakî'den bildirir: Uhud savaşı sonrası müşrikler geri çekilince Allah Resulü (sallallahu aleyhi vesellem): "Düzgün durun da Rabbime senada bulunayım" buyurdu. Müslümanlar ardında saf tuttuktan sonra Allah Resulü (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle duada bulundu: "Allahım! Hamdin tamamı sana aittir. Allahım! Birine ihsanda bulunacağın zaman buna kimse engel olamaz. Rızkını kıstığın birine de kimseler ihsanda bulunamaz. Dalâlette bıraktığını kimseler hidâyete erdiremez, hidâyete erdirdiğini de kimseler saptıramaz. Vermek istemediğin kişiye kimseler bir şey veremez. Birine bir şey vermek istediğin zaman da kimseler buna engel olamaz. Uzaklaştırdığını yakınlaştıracak, yakın tuttuğunu da uzaklaştıracak hiçbir güç yoktur. Allahım! Bereketinden, rahmetinden ve lütfundan bizlere de bolca ihsan et. Allahım! Senden tükenmeyen ve yok olup gitmeyen daimi nimetler diliyorum. Allahım! Senden darlık anında nimet, korku anında da emniyet diliyorum. Allahım! Bize verdiğin ve bizden uzak tuttuğun tüm şeylerin şerrinden sana sığınırım. Allahım! İmanı bize sevdir, kalplerimizi imanla süsle. Küfrü, günahı ve isyanı bize çirkin göster. Bizleri doğru yola girenlerden eyle. Allahım! Müslüman olarak canımızı al ve Müslüman olarak geri dirilt. Hüsrana uğramadan ve belalara maruz kalmadan bizleri salih kullarının arasına kat. Allahım! Ey hak olan her şeyin Rabbi! Elçilerini yalanlayan, insanları yolundan çeviren kafirleri helak et! Cezanı ve azabını üzerlerine indir. Allahım! Kendilerine kitap gönderdiğin halde kafir kalanları helak et! Sen ki hak olan ilahsın."'

9

"Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve adaletli davranın. Çünkü Allah adaletli davrananları sever."

Ahmed, Buhârî, Müslim, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve Beyhakî Sünen'de Enes'ten bildirir: Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem): "Abdullah b. Ubey'ye gitsen nasıl olur?" denilince bir eşeğe binip yola düştü. Müslümanlar da yanında yürüyerek onunla birlikte gittiler. Gittikleri yol da çorak bir araziydi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Abdullah'ın yanına vardığı zaman Abdullah: "Benden uzak dur! Vallahi eşeğin pis kokusu beni rahatsız etti!" dedi. Ensar'dan biri de ona: "Vallahi Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) eşeği senden daha hoş kokuyor" diye çıkıştı. Abdullah'ın kavminden bazıları ona böyle diyen kişiye çok kızdılar. Müslümanlar da böyle diyen Abdullah'a kızınca kimi hurma dalıyla, kimi eliyle kimi de ayakkabılarla birbirlerine girişip vurmaya başladılar. Bunlar hakkında da: "Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve adaletli davranın. Çünkü Allah adaletli davrananları sever" âyeti nazil oldu.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Ebû Mâlik'ten bildirir: İki adam karşılıklı çekişince her birinin kavmi diğerine öfkelendi ve el ile ayakkabılarla birbirlerine girdiler. Bunun üzerine Yüce Allah: "Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve adaletli davranın. Çünkü Allah adaletli davrananları sever" âyetini indirdi.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Evs ve Hazrec bir ara kılıç ve ayakkabılarla birbirlerine girip vuruşunca Yüce Allah: "Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve adaletli davranın. Çünkü Allah adaletli davrananları sever"âyetini indirdi.

İbn Cerîr, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Bazen iki kabile arasında bir husumet olurdu. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) onları davalaşıp hükme davet eder, ancak onlar buna yanaşmazlardı. Bunun üzerine Yüce Allah: "Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve adaletli davranın. Çünkü Allah adaletli davrananları sever" âyetini indirdi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Katâde'den bildirir: Bize bildirilene göre bu âyet aralarında bir alacak konusunda husumet bulunan Ensar'dan iki adam hakkında nazil oldu. Bunlardan biri akrabalarının çokluğuna güvenerek: "Onu senden zorla alacağım!" deyince, diğeri onu bu konuda Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) huzurunda davalaşmaya davet etti. Ancak adam davalaşmayı kabul etmeyince önce itiştiler sonra da el ve ayakkabılarla birbirlerine giriştiler. Aralarında da kılıçla herhangi bir vuruşma olmadı.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirin Ensar'dan İmrân adında bir adamın Ümmü Zeyd adında bir karısı vardı. Bu kadın ailesine ziyarete gitmek istedi, ancak kocası onu göndermedi ve ailesinden kimseyle görüşmesin diye de evin ikinci katındaki bir odada onu hapsetti. Ancak kadın biriyle ailesine haber gönderdi. Bunun üzerine kadının ailesi geldi ve onu ikinci kattan indirip götürmek istedi. Kocası da evde olmadığı için ailenin diğer fertleri adamın amcaoğullarından yardım istediler. Adamın amcaoğulları da gelip kadını ailesinden almak istediler. Bu şekilde önce itiştiler sonra da ayakkabılarla birbirlerine girdiler. "Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve adaletli davranın. Çünkü Allah adaletli davrananları sever" âyeti de onlar hakkında nazil oldu. Âyet nazil olunca Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) onları çağırıp barıştırdı ve Allah'ın buyruğuna döndüler.

Hâkim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer: "Bu âyetten dolayı çektiğim sıkıntı kadar başka bir şey için sıkıntı çekmiş değilim. Zira haddini aşan topluluğa Allah'ın emrettiği gibi savaşamadım" demiştir.

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir, Hibbân es-Sülemî'den bildirir: Haccâc'ın Harem'e girdiği dönemde İbn Ömer'e "Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve adaletli davranın. Çünkü Allah adaletli davrananları sever" âyetini sordum. İbn Ömer şu karşılığı verdi: "Peki haddi aşanın kim, saldırıya maruz kalanın kim olduğunu bilebildin mi? Vallahi saldırıya uğrayan mazlum tarafın kim olduğunu bilseydim senden ve herkesten önce yardımlarına ben koşardım. Peki ya her iki taraf da haddi aşmışsa? Bırak onlar dünyaları için savaşsınlar, sen evine dön. Şayet yine birlik kurulursa sen de onlara katıl."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah, Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) ve müminlere, müminlerden iki topluluğun savaşması halinde onları adilane bir şekilde Allah'ın hükmüne davet etmelerini emretti. Savaşan bu iki grup şâyet bu davete icabet ederlerse Allah'ın Kitab'ına göre aralarında hüküm verilir ve mazlum olan zalim olandan hakkını alır. Böylesi bir davete icabet etmeyen taraf da haddi aşan taraf sayılır ve Allah'ın hükmüne dönüp verilecek hükme razı olana kadar müminlerin imamı ile müminlerin bunlarla savaşma hakkı olur."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin..." âyetini açıklarken: "Sopalarla birbirlerine giren Evs ve Hazrec kabileleri hakkında nazil oldu" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Âyette geçen 'Tâife' ifadesi birden bine kadar olan kişi anlamına gelir. Bu âyet de kavga eden iki kişi hakkında nazil oldu."

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin..." âyetini açıklarken: "Bunların savaşı ayakkabı ve sopalarla olmuştur. Yüce Allah da Müslümanlara bunların aralarını bulmasını emretmiştir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Müslim, Nesâî, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin el-Esmâ' ve's- Sifât'ta İbn Amr'dan bildirdiğine göre Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Hükümlerinde, ailelerinde ve sorumluluğunu aldıkları işlerde adaletli olanlar kıyamet gününde Allah katında, Arş'ın sağ tarafında nurdan minberler üzerinde olacaklardır. "

İbn Ebî Şeybe'nin başka bir kanalla Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Dünyada adaletli olanlar bu adaletlerine karşılık kıyamet gününde Rahman olan Allah'ın katında inciden minberler üzerinde olacaklardır."

10

"Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah'a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Şîrîn bu âyeti: (.....) şeklinde okurdu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) lafzıyla, 'V' harfiyle okumuştur.

İbn Merdûye ve Beyhakî Sünen'de Hz. Âişe'den bildirir: Bu ümmetin "Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah'a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin" âyetinden uzaklaşması kadar başka bir şeyden uzaklaştığını görmüş değilim.

Ahmed, Kuheyd b. Mutarrif el-Ğifârî'den bildirir: Adamın biri Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) üç defa: "Biri haddini aşıp bana saldırırsa ne yapayım?" diye sordu. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) her üçünde de kendisine saldıranı bundan alıkoymaya çalışmasını söyledi. Adam: "Peki, bundan geri durmazsa?" diye sorunca, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bu durumda onunla dövüşebileceğim' söyledi. Adam: "Peki, sonumuz ne olacak?" diye sorunca, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem): "Şayet seni öldürürse Cennete girersin. Sen onu öldürürsen Cehenneme gider" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Dahhâk: "Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın..." âyetini açıklarken: "Haddi aşana karşı kılıçla savaşılır" dedi. Kendisine: "Onlarla yapılan böylesi bir savaşta öldürdüklerinin durumu nedir?" diye sorulunca: "Onların öldürdükleri Allah katında rızıklandırılan şehitler konumundadır" dedi. Kendisine: "Haddi aşan bu topluluktan ölenlerin durumu nedir?" diye sorulunca da: "Cehenneme giderler" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve Taberânî, Ammâr b. Yâsir'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem): "Benden sonra hükümranlık için birbirleriyle savaşan ve bunun için birbirlerini öldüren valiler çıkacaktır" buyurduğunu işittim.

11

"Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler.Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tövbe etmezse işte onlar zalimlerdir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil: "Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu âyet Bilâl, Selmân, Ammâr, Habbâb, Suheyb, İbn Fuheyre ve Ebû Huzeyfe'nin azatlısı Sâlim'le alay eden Temîm oğullarından bazıları haklında nazil oldu."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın..." âyetini açıklarken: "Hiç kimse bir diğeriyle zenginlik fakirlik ve daha değişik özellik ile üstünlüklerden dolayı alay etmesin" demiştir.

Abd b. Humeyd, Buhârî Edeb'de, İbn Ebi'd-Dünya Zemmu'l-Ğîbe'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: " (.....) âyetini: "Birbirinize dil uzatıp ayıplamayın" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: "Birbirinize dil uzatıp ayıplamayın" şeklinde açıklamıştır.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: "Birbirinize dil uzatıp ayıplamayın" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: " âyetini: "Birbirinize dil uzatıp ayıplamayın" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim "...Kendi kendinizi ayıplamayın..." âyetini: (.....) " şeklinde okumuştur.

İbn Ebi'd-Dünya'nın bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini açıklarken: "Lemz, gıybettir. Âyet de 'birbiriniz hakkında gıybet yapmayın' anlamındadır" demiştir.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî Edeb'de, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Bağavî Mu'cem'de, İbn Hibbân, Şîrâzî el-Elkâb'da, Taberânî, Ibnu's-Sünnî Amelu'l-Yevm ve'l-Leyle'de, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Ebû Cebîre b. ed-Dahhâk'tan bildirir: "...Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın..." âyeti biz Seleme oğulları hakkında nazil oldu. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bize geldiği zaman bizlerden herkesin iki veya üç lakabı bulunuyordu. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) birine lakabıyla seslenince, kendisine: "Yâ Resûlallah! Öyle deme! Zira kendisi bu isimle çağrılmaktan hoşlanmıyor" denilirdi. Bunun üzerine: "...Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın..." âyeti nazil oldu.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Ensar'dan her bir kabile insanlarının genelinin iki veya üç tane lakabı olurdu. Bazen Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) onlardan birine bu lakabıyla seslenince: "Yâ Resûlallah! Öyle deme! Zira kendisi bu isimle çağrılmaktan hoşlanmıyor" denilirdi. Bunun üzerine: "...Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın..." âyeti nazil oldu.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atâ: "...Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Birine "Ey domuz!" veya "Ey köpek!" veya "Ey eşek" gibi İslamî olmayan isimlerle seslenmektir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Birini kötü bir lakapla çağırmak demek, kötü bir iş yapıp da sonradan buna tövbe eden birini yaptığı o eski şeyle ayıplamaktır. Yüce Allah da böylesi bir şeyi yasaklamıştır."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "...Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Sonradan İslam dinine giren birine, eski inancıyla "Ey Yahudî!" veya "Ey Hıristiyan!" veya "Ey Mecûsî" diye seslenmektir. Aynı şekilde Müslüman birine "Ey fasık!" diye seslenmektir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Önceleri Yahudiyken Müslüman olan birine: "Ey Yahudi!" şeklinde seslenilirdi. Bu âyetle böylesi bir şeyden uzak durmaları emredildi."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "...Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın..." âyetini açıklarken: "Müslüman kardeşine 'Ey fasık!' veya 'Ey münafık!' şeklinde seslenme" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: "...Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın..." âyetini açıklarken: "Birinin diğerine 'Ey fasık!' veya 'Ey münafık!' şeklinde seslenmesidir" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye bu âyeti açıklarken: "Birinin diğerine 'Ey fasık!' veya 'Ey münafık!' şeklinde seslenmesidir" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın..." âyetini açıklarken: "Kişiye Müslümanken kafir olduğunu ima edecek şekilde seslenmektir" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir..." âyetini açıklarken: "Kişinin din kardeşine 'Ey fasık!' şeklinde seslenmesidir" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b: "...İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir..." âyetini açıklarken: "Sonradan İslam dinine giren birine, eski inancıyla "Ey Yahudî!" veya "Ey Hıristiyan!" diye seslenmektir" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ömer'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurduğunu işittim: "Kişi din kardeşine «kafir» dediği zaman ikisinden biri küfre bulaşmış demektir. Kendisine kafir denilen kişi gerçekten kafir değilse bu söz onu diyene geri döner. "

12

"Ey iman edenler! Zannın birçoğunda sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Elbette bundan tiksinirsiniz! Allah'a karşı gelmekten sakının, şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Miinzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakfnin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının..." âyetini açıklarken: "Yüce Allah, müminin mümin kardeşi hakkında kötü zanda bulunmasını yasakladı" demiştir.

Mâlik, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Zandan kaçının, zira yalanın çoğu zandadır. Birbirinizin kusurlarını araştırmayın. Başkalarının konuşmalarına gizlice kulak kabartmayın. Birbirinizle rekabet etmeyin. Birbirinize haset etmeyin. Birbirinize kin tutmayın. Yüce Allah'ın birbirine kardeş kulları olun. Kimse de nikahı kıyana veya terk edene kadar kardeşinin talip olduğu bir kıza talip olmasın. "

İbn Merdûye'nin Hz. Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Kardeşi hakkında kötü zanda bulunan kişi, Rabbi hakkında kötü zanda bulunmuş demektir. Zira Yüce Allah: «...Zannın birçoğundan sakının...» buyurur."

İbn Merdûye'nin Talha b. Ubeydillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Zan, yanlış da doğru da çıkabilir" buyurmuştur.

İbn Mâce, İbn Ömer'den bildirir: Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) Kâbe'yi tavaf ederken şöyle dediğini gördüm: "Ne hoşsun! Kokun da ne hoş! Ne kadar değerlisin ve ne kadar büyük bir kutsiyete sahipsin. Ancak Muhammed'in canı elinde olana yemin olsun ki Allah katında müminin kutsiyeti seninkinden daha büyüktür. Zira müminin malı ile kanı başkalarına kutsaldır ve hakkında sadece iyi zanda bulunulmalıdır. "

Ahmed'in Zühd'de bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb: "Kardeşinden çıkan bir sözü hayra yorma imkanın varsa sakın kötüye yormaya kalkışma" demiştir.

Beyhakî Şuabu'l-îman'da Saîd b. el-Müseyyeb'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) ashabından bazı kardeşlerim bana şöyle bir mektup yazdılar: "Kötülüğünden yana emin olmadıktan sonra kardeşin hakkında her zaman iyi niyet besle. İyiye yorabilme imkanın varken kardeşinin ağzından çıkan bir sözü kötüye yorma. Kendini ithamlara maruz bırakan kişi de bu konuda kendinden başkasını kınamasın. Kişi sırrını saklı tuttuğu sürece ipler elinde olur. Senin üzerinden Allah'a isyan edene verebileceğin en iyi karşılık onun üzerinden Allah'a itaat etmendir. Doğru ve güvenilir olan kardeşler edinmeye çalış ve böylesi kişilerden uzak düşme. Zira böyleleri iyi zamanlara kişinin süsü, musibetlere karşı da tedbiri gibidirler. Basit şeylerde bile yemine başvurma ki Allah senin değerini düşürmesin. Olmayan bir şey hakkında da olana kadar soru sorma. Sözünü sadece dinlemek isteyen kişilere söyle. Ölümüne sebep olsa da doğruluktan şaşma. Düşmanından uzak dur. Güvenilir olmadıktan sonra da dostlarına karşı tedbirli ol. Bilmelisin ki ancak Allah'tan korkan kişiler güvenilirdir. Yalnızken de Allah'tan korkan kişilerle iştişarede bulun."

Zübeyr b. Bekkâr'ın el-Muvaffakiyyât'ta bildirdiğine göre Ömer b. el- Hattâb şöyle demiştir: "İthamlara maruz kaldığın zaman sakın hakkında kötü zanda bulunanları kınama. Kişi sırrını saklı tuttuğu sürece ipler elinde olur. Sırrını ifşa etmesi durumunda ise ipler başkalarının eline geçer. Kötülüğünden yana emin olmadıktan sonra kardeşin hakkında her zaman iyi niyet besle. İyiye yorabilme imkanın varken kardeşinin ağzından çıkan bir sözü kötüye yorma. Kendine kardeşler edinmeye çalış ve böylesi kişilerden uzak düşme. Zira böyleleri iyi zamanlarda kişinin süsü, musibetlere karşı da tedbiri gibidirler. Kardeşlerinle takvaları oranınca kardeş ol. İşlerinde de Allah'tan korkan kişilerle istişare et."

İbn Sa'd, Ahmed Zühd'de ve Buhârî'nin Edeb'de bildirdiğine göre Selmân: "Hakkında kötü zanda bulunmayayım diye hizmetçime eti alınmış kemik bile teslim ederken sayarım" demiştir.

Buhârî Edeb'de Ebu'l-Âliye'den bildirir: "Çalma gibi kötü bir huyu olmasın veya hakkında kötü bir zanda bulunmayalım diye hizmetçiye bir şey teslim edeceğimiz zaman mühür kullanmamız, teslim ettiğimiz şeyi ölçmemiz veya saymamız tavsiye edilirdi."

Taberânî, Hâris b. en-Numân'dan bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Üç şey ümmetimden eksik olmaz. Bunlar da uğursuzluk, haset ve kötü zandır" buyurdu. Adamın biri: "Yâ Resûlallah! Kişi bunları nasıl aşabilir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Haset ettiğin zaman Allah'tan bağışlanma dile. Bir konuda zanda bulunduğun zaman peşine düşüp araştırma. Uğursuz sayılan bir şey gördüğün zaman da aldırma ve işine devam et" karşılığını verdi.

İbnu'n-Neccâr'ın Târih'de Hz. Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Kardeşi hakkında kötü zanda bulunan kişi, Rabbi hakkında kötü zanda bulunmuş demektir. Zira Yüce Allah: «...Zarının birçoğundan sakının...» buyurur."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuabül-îman'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Birbirinizin kusurlarını araştırmayın..."âyetini açıklarken: "Yüce Allah, mümine mümin kardeşinin ayıp ve kusurlarını araştırmayı yasakladı" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Birbirinizin kusurlarını araştırmayın..." âyetini açıklarken: "Gördüklerinize göre bir yargıya varın ve görmediğiniz şeylerin peşine düşmeyin" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde şöyle demiştir: "Tecessüs nedir biliyor musunuz? Kardeşinin kusurlarını araştırman ve gizli şeylerinin peşine düşmendir."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve Harâitî Mekârimül-Ahlâk'da Zürâre b. Musab b. Abdirrahman b. Avf vasıtasıyla Misver b. Mahreme'den bildirir: Abdurrahman b. Avf ile Ömer b. el-Hattâb gece devriyesine çıkıp Medine sokaklarında dolaşmaya başladılar. Giderken bir evin lambasının ışığı dikkatlerini çekti. Ne olduğuna bakmak için o tarafa doğru yöneldiler. Eve yaklaştıklarında kapalı bir kapının ardında yüksek sesle çirkin laflar eden bir toplulukla karşılaştılar. Abdurrahman b. Avf'ın elinden tutmuş olan Ömer: "Bunun kimin evi olduğunu biliyor musun?" diye sordu. Abdurrahman: "Rabîa b. Umeyye b. Halefin evi. Şu an içerde içki âlemi yapıyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsun?" deyince, Ömer: "Allah'ın yasaklamış olduğu bir şeye bulaştığımızı düşünüyorum. Zira Yüce Allah: "...Birbirinizin kusurlarını araştırmayın..." buyurur. Biz ise bunu yaptık" karşılığını verdi ve onları bırakıp oradan ayrıldılar.

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir, Şa'bî'den bildirir: Ömer b. el-Hattâb arkadaşlarından birini bir süre ortalıkta göremeyince İbn Avf'a: "Filan kişinin evine gidelim de bakalım nesi varmış" dedi. Adamın evine geldiklerinde kapısının açık olduğunu gördüler. Adam içerde oturmuş karısının doldurduğu kâseleri içiyordu. Ömer, İbn Avf'a: "Demek ki yanımıza gelmemesinin sebebi buymuş" deyince, İbn Avf: "Kâsenin içinde ne olduğunu nereden biliyorsun ki?" karşılığını verdi. Ömer: "Bu yaptığımızın tecessüs olmasından çekiniyor musun?" diye sorunca, İbn Avf: "Yaptığımız bizatihi tecessüstür" dedi. Ömer: "Peki bunun tövbesi nedir?" diye sorunca, İbn Avf: "Gördüğün bu şeyi adama anlatma ve bundan dolayı ona karşı içinde hayırdan başka bir şey düşünme" dedi. Sonrasında oradan ayrıldılar.

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Adamın biri Ömer b. el-Hattâb'a geldi ve: "Filan kişinin ayık olduğunu hiç görmedik" dedi. Bunun üzerine Ömer söz konusu kişinin yanına girdi ve: "Burada içki kokusu alıyorum. İçki mi içiyorsun?" diye sordu. Adam: "Ey Hattâb'ın oğlu! Sen de bunun peşine mi düştün! Yüce Allah başkalarının kusurlarını araştırmanı yasaklamadı mı?" karşılığını verince, Ömer hatasını anladı ve adamı bırakıp çıktı.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve Beyhakî Şuabu'l-îmatı'da Zeyd b. Vehb'den bildirir: İbn Mes'ûd'un yanına gelip: "Filan kişinin sakallarından içki damlıyor" dediler. Abdullah da: "Kişinin kusurlarını araştırmaktan menedildik, ancak bir suç bize açıkça görünecek olursa cezasını veririz" karşılığını verdi.

Ebû Dâvud, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye, Ebû Berze el-Eslemî'den bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bizlere bir hutbe verip şöyle buyurdu: "Ey diliyle Müslüman olan, ancak kalbine henüz imanı yerleştirememiş olanlar! Müslümanların ayıplarını araştırmayın! Çünkü her kim Müslüman kardeşinin ayıplarını araştırırsa Yüce Allah o kişiyi evinin içinde dahi olsa rezil eder!"

Harâitî Mekârimu'l-Ahlâk'da Sevr el-Kindî'den bildirir: Ömer b. el-Hattâb, Medine sokaklarında gece devriyelerine çıkardı. Dolaşırken bir evden adamın birinin şarkı söyleyen sesini işitti. Duvarın üzerinden atlayıp içeriye girince adamın yanında kadın ve içki bulunduğunu gördü. Ömer, adama: "Ey Allah'ın düşmanı! Sen ona karşı günah işlerken Yüce Allah'ın seni ortaya çıkarmayacağını mı sandın!" deyince, adam şöyle karşılık verdi: "Ey müminlerin emiri! Ağır ol! Eğer ben bir konuda Allah'a karşı geldiysem sen üç konuda karşı geldin. Yüce Allah: "...Birbirinizin kusurlannı araştırmayın..."buyurur, ama sen böylesi bir kusurun peşine düştün. Yüce Allah: "...Evlere kapılarından girin..." buyurur, oysa sen duvarın üzerinden atlayarak ve iznim olmadan evime girdin. Yüce Allah yine: "...Evlerinizden başka evlere, izin almadan, seslenip sahiplerine selam vermeden girmeyiniz..." buyurur." Ömer adama: "Peki şimdilik seni affedersem bundan sonra böylesi bir günaha bulaşmazsın değil mi?" deyince, adam: "Evet, bulaşmam" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ömer adamı bırakıp oradan çıktı.

İbn Merdûye ve Beyhaki, Berâ b. Âzib'den bildirir: Bir defasında Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bizlere bir hutbe verdi. Evlerinde bulunan kadınların bile duyabileceği yüksek bir sesle şöyle buyurdu: "Ey diliyle Müslüman olan, ancak kalbine henüz imanı yerleştirememiş olanlar! Müslümanlar hakkında gıybet yapmayın ve onların kusurlarını araştırmayın! Çünkü her kim Müslüman kardeşinin kusurlarını araştırırsa Yüce Allah da onun kusurlarını araştırır. Ve Yüce Allah kimin kusurlarını araştırırsa, o kişi evinin içinde olsa dahi onu rezil eder!"

İbn Merdûye, Büreyde'den bildirir: Bir defasında Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) arkasında öğle namazını kıldık. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) namazı bitirip bize doğru döndüğünde kızgın ve öfkeliydi. Evlerinde bulunan kadınların bile duyabileceği yüksek bir sesle şöyle buyurdu: "Ey diliyle Müslüman olan, ancak kalbine henüz imanı yerleştirememiş olanlar! Müslümanlara dil uzatmayın ve onların kusurlarını araştırmayın! Çünkü her kim Müslüman kardeşinin kusurlarını araştırırsa Yüce Allah da onun kusurlarını örtmekten vazgeçer ve evinin içinde olsa dahi onun kusurlarını ortaya çıkarır."

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Ey diliyle Müslüman olan, ancak kalbine henüz imanı yerleştirememiş olanlar! Müslümanlara eziyet etmeyin ve kusurlarını araştırmayın! Çünkü her kim Müslüman kardeşinin kusurlarını araştırırsa Yüce Allah da onun kusurlarını araştırır ve evinin içinde olsa dahi onları ortaya çıkarıp kendisini rezil eder."

Beyhakî'nin Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Kim haksız yere Müslüman kardeşinin itibarını zedelemek için bir kusurunu ifşa edip yayarsa kıyamet gününde Yüce Allah haklı yere onun itibarını yerle bir eder. "

Hakîm et-Tirmizî, Cübeyr b. Nüfeyr'den bildirir: Bir gün Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bizlere sabah namazını kıldırdı. Namazı bitirdikten sonra da cemaate doğru döndü ve evlerinde bulunanların bir duyacağı bir sesle şöyle buyurdu: "Ey diliyle Müslüman olan, ancak kalbine henüz imanı yerleştirememiş olanlar! Müslümanlara eziyet etmeyin, onları ayıplamayın ve kusurlarını araştırmayın! Çünkü her kim Müslüman kardeşinin kusurlarını araştırırsa Yüce Allah da onun kusurlarını araştırır. Üstelik Yüce Allah kimin ayıplarını araştırırsa, o kişi evinin içinde olsa dahi onu rezil eder!" Adamın biri: "Yâ Resûlallah! Müslümanların işledikleri günahlar örtülür mü?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: "Yüce Allah'ın müminin günahlarına yönelik örtüleri sayılamayacak kadar çoktur. Mümin günah işledikçe Yüce Allah günahlarını örttüğü bu perdeleri bir bir indirir. Perdeler bitince meleklere: «İnsanlara karşı kulumun günahlarını örtün. Zira onlar acımaz ve onu kınarlar» buyurur. Bunun üzerine melekler günah işleyen kulun etrafını kanatlarıyla sarar ve insanlara göstermezler. Şayet tövbe ederse Yüce Allah bu tövbesini kabul eder ve bir bir indirip bitirdiği perdeleri geri ona verir. Her bir örtünün yanında da ayrıca dokuz örtü daha vardır. Ancak günah işlemeye devam ederse, melekler: «Rabbimiz! Bizi aciz bıraktı ve rahatsız etmeye başladı» derler. Yüce Allah yine: «İnsanlara karşı kulumun günahlarını örtün. Zira onlar acımaz ve onu kınarlar» buyurur. Melekler yine onu etrafını kanatlarıyla sarar ve günahını insanlara göstermezler. Şayet tövbe ederse Yüce Allah bu tövbesini kabul eder, ancak günah işlemeye devam ederse, melekler bir daha: «Rabbimiz! Bizi aciz bıraktı ve rahatsız etmeye başladı» derler. Bunun üzerine Yüce Allah: «Onun yanında çekilin. Şayet karanlık bir gecede karanlık bir odadaki delikte günah işleyecek olsa onu da, günahını da açığa çıkaracağım!» buyurur."

Hakîm et-Tirmizî, Selmân el-Fârisî'den bildirir: "Mümin nurdan yetmiş örtü ile örtülmüştür. Bir günah işleyip de tövbe etmeyi ihmal eder ve bir günaha daha bulaşırsa Yüce Allah bu örtülerden birini kaldırır. Bu şekilde bir günah işledikten sonra tövbe etmeyi ihmal edip, ardından bir günah daha işledikçe bu örtüler bir bir indirilir. Ancak büyük günahlardan birini işlediği zaman Yüce Allah hayâ örtüsü hariç tüm örtüleri indirir ki en büyük örtü de hayâ örtüşüdür. Kişi bu büyük günahın ardından tövbe ederse Yüce Allah onun tövbesini kabul eder ve indirdiği tüm örtüleri kendisine geri verir. Ancak bu büyük günahın ardından tövbe etmeyi yine ihmal edip başka bir günaha daha bulaşırsa Yüce Allah hayâ örtüsünü de üzerinden indirir. Bu örtüsü inen kişiyi de sevmeyen ve sevilmeyen biri olarak görürsün. Kişi hiçbir şeyi sevmeyen ve kendisi de sevilmeyen biri olduğu zaman kendisinden emanet hasleti çekilip alnır. Emanet hasleti çekilip alınan kişinin de hain ve kendisine güvenilmeyen biri olduğunu görürsün. Kişi hain ve kendisine güvenilmeyen biri olduğu zaman içindeki merhamet duygusu da alınır. Merhamet duygusu kendisinden alınan kişinin de kaba ve katı yürekli olduğunu görürsün. Kişi kaba ve katı yürekli olduğu zaman İslam boyunduruğundan çıkar. İslam boyunduruğundan çıkan kişinin de lanetlenmiş ve kovulmuş bir şeytan olduğunu görürsün."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Birbirinizin gıybetini yapmayın..."âyetini açıklarken: "Yüce Allah ölü etini yasakladığı gibi bir konuda mümine gıybet etmeyi de yasakladı" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Birbirinizin gıybetini yapmayın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Denildiğine göre Selmân el-Farisî hakkında nazil olmuştur. Bir defasında Selmân fazla yemek yiyip karnı şişmiş ve öylece yatmıştır. İki adam onun yediği yemek ve karnının şişmesi hakkında konuşunca bu âyet nazil olmuştur."

İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Selmân iki adamla bir yolculuğa çıktı. Yolculuk boyunca hizmetlerini görecek buna karşılık yemeğini karşılayacaklardı. Yolculuk sırasında bir ara Selmân uyudu. Yanında gittiği iki adam onu aradılar, ancak bulamadılar. Bunun üzerine çadırı kendileri kurdular ve: "Selmân'ın istediği de buydu. Hazır yemek ile hazır kurulmuş çadır!" dediler. Selmân geldikten sonra da yiyecek bir şeyler almak üzere onu Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) gönderdiler. Selmân, Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) geldi ve: "Yâ Resûlallah! Arkadaşlarım şâyet varsa senden kendilerine yiyecek götürmem için beni gönderdiler" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Arkadaşların yemeği ne yapacaklar? Zaten yediler" karşılığını verince Selmân iki adamın yanına döndü ve durumu anlattı. İki adam Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) gelip: "Seni hakla gönderene yemin olsun ki konakladığımızdan beri yemek yemiş değiliz" deyince, Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Söylediğiniz o sözle Selmân'ı yediniz ya" buyurdu. Bunun üzerine de: "...Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı..." âyeti nazil oldu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil: "...Birbirinizin gıybetini yapmayın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu âyet Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) hizmet eden bir adam hakkında nazil oldu. Sahabelerden bazıları kendisinden yemek isteyince vermedi. Kendisi hakkında: "Pek cimri ve kötü birisiymiş" deyince de bu âyet nazil oldu.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: "...Birbirinizin gıybetini yapmayın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kişinin başka birinin ardından: «O şöyle biridir» diyerek onu kötü bir şekilde zikretmesidir."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "...Birbirinizin gıybetini yapmayın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bize bildirilene göre gıybet, kardeşini hoşlanmayacağı bir şekilde anman ve bir kusuru dolayısıyla onu ayıplamandır. Şayet onun hakkında dediğin şey yalan ise iftira etmiş olursun. Nasıl kurtlanmış bir leş gördüğün zaman ondan tiksiniyorsan aynı şekilde henüz diri olan kardeşinin gıybetini yapmaktan da öyle tiksin."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir ve İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirir: Allah Resûlü'ne: "Yâ Resûlallah! Gıybet nedir?" diye sorulunca, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Kardeşini hoşlanmayacağı bir şekilde anmandır" buyurdu. Kendisine: "Yâ Resûlallah! Söylediğim şey kardeşimde gerçekten varsa?" diye sorulunca: "Dediğin şey kendisinde varsa gıybet yapmış olursun. Yoksa da iftira etmiş olursun" buyurdu.

Abd b. Humeyd ve Harâitî Mekârimül-Ahlâk'ta Muttalib b. Hantab'tan bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Gıybet, birinin arkasından kendisinde olan bir şeyi söylemendir" buyurdu. Ashâb: "Biz gıybeti, kişiyi kendisinde bulunmayan bir şeyle anmak olarak biliyorduk" deyince, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Sizin dediğiniz iftiradır" karşılığını verdi.

Abd b. Humeyd, İkrime'den bildirir: Kadının biri Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) yanına girip çıktı. Çıktıktan sonra Hz. Âişe: "Yâ Resûlallah! Ne güzel ve ne hoş bir kadın, ama keşke bu kadar kısa olmasa" deyince, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem): "Ey Âişel Onun gıybetini yaptın" buyurdu. Hz. Âişe: "Yâ Resûlallah! Ama ben onda bulunan bir şeyi dile getirdim" deyince, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Ey Âişe! Şayet onda olan bir şeyi söylersen gıybetini yapmış olursun. Onda olmayan bir şeyi söylemen halinde ise ona iftira atmış olursun" buyurdu.

Abd b. Humeyd, Avn b. Abdillah'tan bildirir: "Birinin arkasından kendisinde olan bir şeyi söylersen gıybetini yapmış olursun. Onda olmayan bir şeyi söylemen halinde de ona iftira etmiş olursun."

Abd b. Humeyd, Muâviye b. Kurra'dan bildirir: "Yanından eli kesik biri geçse ve: «Bu adamın eli kesik!» desen gıybet yapmış olursun."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Muhammed b. Sîrîn'in yanında bir adamdan söz edildi. Muhammed: "O siyah adam mı?" dedikten sonra hemen ekledi: "Estağfirullah! Sanırım gıybetini yaptım."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı..." deyince: "Bundan hoşlanmayız" karşılığını verdiler. Bunun üzerine: "O zaman bu konuda Allah'tan korkun" dedi.

İbn Ebi'd-Dünya Zemmu'l-Ğîbe'de, Harâitî Mesâviu'l-Ahlâk'ta, İbn Merdûye ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Hz. Âişe'den bildirir: "Birbirinizin gıybetini yapmayın. Bir defasında Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanındayken oradan eteği uzunca bir kadın geçti. "Yâ Resûlallah! Eteği ne kadar da uzun" dediğimde, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem): "Tükür!" buyurdu. Tükürdüğümde ağzımdan bir parça et çıktı.

Abd b. Humeyd, İkrime'den bildirir: Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) uğradığı bir topluluğa: "Dişlerinizi temizleyin!" buyurdu. Onlar: "Ey Allah'ın Peygamberi! Vallahi bugün henüz bir şey yemiş değiliz" dediklerinde, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem): "Vallahi filan kişinin etlerinin dişlerinizin arasında olduğunu görüyorum" buyurdu. Gerçekten de söz konusu kişinin gıybetini yapmışlardı.

Diyâ el-Makdisî el-Muhtâre'de Enes'ten bildirir: Araplar yolculukları sırasında birbirlerine hizmetçiler verirlerdi. Bir yolculuk sırasında Ebû Bekr ile Ömer'in yanında hizmetlerini gören bir adam bulunuyordu. Bir ara uykudan uyandıklarında adamın yemek hazırlamadığını gördüler ve: "Bu adam pek uykucu biriymiş" dediler. Sonra adamı uyandırdılar ve: "Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanına git, bizim selamımızı söyle ve bizim için kendisinden yiyecek bir şeyler iste" dediler. Adam gidip bunu Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) ilettiğinde, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Onlar yemek yediler" buyurdu. Ebû Bekr ile Ömer bu cevabı aldıktan sonra geldiler ve: "Yâ Resûlallah! Ne yemeği yedik ki?" dediler. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Kardeşinizin etini yediniz! Canım elinde olana yemin olsun ki onun etini dişlerinizin arasında görüyorum" buyurunca, Ebû Bekr ile Ömer: "Yâ Resûlallah! Bizim için bağışlanma dile!" dediler. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "O hizmetçinize söyleyin, bağışlanmayı size o dilesin" buyurdu.

Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usûl'de Yahya b. Ebî Kesîr'den bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bir yolculuğa çıkmıştı ve Ebû Bekr ile Ömer de yanındaydı. Bir ara ashab birini gönderip Resûlullah'tan (sallallahu aleyhi vesellem) et istediler. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Ete doymuş bir şekilde gölgelerinize çekilmediniz mi?" karşılığını verdi. Adam: "Ne eti? Vallahi epey zamandır et yemiş değiliz" dediğinde, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Hakkında konuştuğunuz o arkadaşınızın etil" buyurdu. Ashâb: "Ey Allah'ın Peygamberi! Biz onun sadece zayıf olduğunu, bizlere yardım etmediğini dile getirdik" dediğinde, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "O bile yeterlidir! Bunu da demeyin" buyurdu. Bunun üzerine adam geri döndü ve ashaba olanları anlattı. Ebû Bekr bunu duyunca geldi ve: "Ey Allah'ın Peygamberi! Başımın üzerine bas ve bana bağışlanma dile!" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ona bağışlanma diledi. Ömer de geldi ve: "Ey Allah'ın Peygamberi! Başımın üzerine bas ve bana bağışlanma dile!" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ona da bağışlanma diledi.

Ebû Ya'lâ, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Dünyadayken kardeşinin etini yiyen (gıybetini yapan) kişiye kıyamet gününde kendi eti getirilir ve: «Diri olan kardeşinin etini yediğin gibi şimdi de senin kendi ölü etini ye!» denilir. Yüzünü buruşturarak ve bağırıp çağırarak da kendi etini yer."

Ahmed, İbn Ebi'd-Dünya ve ibn Merdûye, Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) azatlısı Ubeyd'den bildirin Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) zamanında iki kadın oruç tuttu. Oruçluyken de biri diğerinin yanında oturdu ve insanların etlerini yemeye (gıybetlerini yapmaya) başladılar. Bir ara adamın biri Allah Resûlü'ne geldi ve: "Yâ Resûlallah! Şurada oruçlu olan iki kadın var, ama neredeyse ölmek üzereler" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "O iki kadını bana getirin" buyurdu. Kadınlar gelince Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) bir kap veya bir bardak getirtti. Kadınlardan birine: "Kus" buyurunca kadın bardağın yansını dolduracak kadar kan, irin ve cerahat kustu. Diğerine de: "Kus" buyurunca o da bardağın kalan kısmını dolduracak kadar kan, irin ve cerahat kustu. Sonra Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: "Bu iki kadın Yüce Allah'ın kendilerine helal kıdığı şeylerden uzak durarak oruç tuttular. Ancak Allah'ın haram kıldığı bir şeyle oruçlarını bozdular. Zira biri diğerinin yanında oturdu ve ikisi de insanların etlerini yemeye (gıybetini yapmaya) başladılar."

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ümrnü Seleme'ye gıybet konusu sorulunca şöyle demiştir: Bir Cuma günü sabahladığımızda Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) namaza gitti. O Sirada komşum da olan Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) eşlerinden biri yanıma geldi. Bazı erkekler ile bazı kadınlar hakkında konuştuk, gülüp vakit geçirdik. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) namazı bitirip gelinceye kadar birilerinin hakkında konuşup durduk. Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) sesini işitince hemen sustuk. Allah Resulü (sallallahu aleyhi vesellem) kapıya geldiğinde giysisiyle burnunu kapattı ve: "Off! Kalkıp kusun ve suyla temizlenin" buyurdu. Ben kalkıp kusmaya başladım. Midemden çok miktarda kokuşmuş et çıktığını gördüğümde ne zaman et yediğimi düşünmeye başladım. Ancak en son eti iki hafta önce yemiştim. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) ne kustuğumu sorunca olanları ona anlattım. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Bu, ben gelene kadar (gıybet ederek) yiyip durduğun etti. Bir daha ne sen, ne de yanına gelen o arkadaşın böylesi bir şey yapmayın" buyurdu. Daha sonra yanıma gelen kadın da aynı şekilde kokuşmuş et kustuğunu bana söyledi.

İbn Merdûye'nin Ebû Mâlik el-Eş'arî Ka'b b. Âsım'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Her mümin başka bir mümine haramdır. Müminin eti başka bir mümine haramdır. Onun etini yiyemez ve gıyabında gıybetini yapamaz. Müminin namusu diğer mümine haramdır ve bunu kirletemez. Yüzü de başka bir mümine haramdır, yüzüne vuramaz."

Abdurrezzâk, Buhârî Edeb'de, Ebû Ya'lâ, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî Şuabu'l- îman'da -sahîh bir isnâdla- Ebû Hureyre'den bildirir: Mâ'iz (zina ettiğini ısrarla itiraf edip) recmedildikten sonra Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) iki adamın onun hakkında: "Yüce Allah günahını gizli tutmasına rağmen rahat durmayıp sonunda kendisini recmettiren şu adamı gördün değil mi?" dediklerini işitti. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) yoluna devam edip yolda bir eşek leşiyle karşılaşınca, o iki adamı kastederek: "Filan kişi ile falan kişi neredeler? Gelin ve şu eşeğin leşinden yiyin!" buyurdu. Bu iki adam: "Böylesi bir şey yenilir mi ki?" deyince, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Demin (gıybetini yaparak) kardeşinizden yediğiniz et vebali bundan daha ağır olan bir etti. Canını elinde olana yemin olsun ki şimdi o Cennetteki ırmaklarda yıkanmaktadır" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed Zühd'de, Buhârî Edeb'de ve Harâitî'nin bildirdiğine göre Amr b. el-Âs arkadaşlarıyla birlikte giderken ölü bir katır gördü ve onlara şöyle dedi: "Vallahi birinizin karnını doyurana kadar bunun etinden yemesi Müslüman kardeşinin (gıybetini yaparak) etini yemesinden daha iyidir."

Buhârî Edeb'de ve İbn Ebi'd-Dünya, Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ile beraberken içindekilerin azap gördüğü iki mezarın başına gelip durdu ve: "Bunlar büyük günah işledikleri için böylesi bir azabı çekmiyorlar" buyurdu. Sonra ağlayarak: "Biri insanların gıybetini yapardı. Diğeri ise idrarının üzerine bulaşmasından sakınmazdı" buyurdu. Daha sonra yaş olan iki ağaç dalı getirilip mezarın üzerine dikilmesini emretti ve: "Bu iki dal yaş durduğu sürece azaplarını hafifletecektir" buyurdu.

Buhârî Edeb'de İbn Mes'ûd'dan bildirir: "Yanında gıybeti yapılan bir mümini savunan kişiye Yüce Allah dünyada da, âhirette de mükâfatını verir. Yanında gıybeti yapılan bir mümini savunmayan kişiye ise Yüce Allah dünyada da, âhirette de bunun karşılığını kötü bir şekilde verir. Kişi bir müminin gıybetini yapmaktan daha kötü bir lokma yiyemez. Şayet onda bildiği bir şeyi söylerse gıybetini yapmış olur. Bilmediği bir şeyi söylemesi durumunda ise ona iftirada bulunmuş olur."

Ahmed, Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ile beraberken bir ara çok pis bir leş kokusu ortalığı kapladı. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Bunun ne kokusu olduğunu biliyor musunuz? Bu, insanların gıybetini yapanların kokusudur" buyurdu.

İbn Ebi'd-Dünya, Enes'ten bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Senin de içlerinde bulunduğun bir toplulukta birine gıyabında dil uzatıldığı zaman sen bu kişiye arka çık, ona dil uzatanları kına ve oradan ayrıl" buyurdu ve: "...Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Elbette bundan tiksinirsiniz..." âyetini okudu.

Beyhakî'nin Şuabu'l-îman' da İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Faiz (riba) yetmiş iki çeşittir. Bunlardan en hafifi bile Müslüman birinin kendi annesiyle ilişkiye girmesi kadar ağırdır. Faizle elde edilen bir dirhemin vebali otuz beş zinadan daha ağırdır. Ancak faizin en büyüğü, en ağırı ve en pis olanı Müslüman birinin namusunu lekelemek ve mahremiyetlerini çiğnemektir. "

Ahmed, Ebû Dâvud ve Beyhakî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Mîrac'da bakırdan tırnakları bulunan bir toplulukla karşılaştım. Bunlar o tırnaklarla kendi yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyorlardı. «Ey Cebrail! Bunlar kim?» diye sorduğumda, bana: «Bunlar, insanların etlerini yiyen (gıybetlerini yapan) ve onların onurlarına dil uzatan kimselerdir» karşılığını verdi. "

Ahmed, Ebû Dâvud, Beyhaki, Ebû Ya'lâ, Taberânî ve Hâkim'in Müstevrid'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Kim bir müslümanın gıybetini yapma karşılığında bir yemek yerse, Yüce Allah ona Cehennem ateşinden aynısını yedirir. Kim bir müslümanın aleyhinde konuşması karşılığında bir giysi giyerse Yüce Allah ona Cehennem ateşinden aynısını giydirir. Kim de birinin aleyhinde olması karşılığı gösteriş ve şöhret makamına oturursa, kıyamet gününde Yüce Allah onu gösteriş ve şöhret peşinde olanların makamında oturtur."

İbn Merdûye ve Beyhaki, Enes'ten bildirir: Bir defasında Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Müslümanların oruç tutmasını, ancak izin verene kadar da kimsenin iftarını yapmamasını emretti. Bu emir üzerine Müslümanlar oruç tuttu. Akşam olduğunda müslümanlar tek tek gelmeye ve: "Sabahtan beri oruçluyum, izin ver de iftarımı yapayım" demeye, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) de izin verince iftarlarını yapmaya başladılar. Bir ara adamın biri geldi ve: "Yâ Resûlallah! Akrabalarından iki genç kız sabahtan beri oruç tutuyorlar. İzin ver de iftarlarını yapsınlar" dedi. Ancak Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ona yüz vermedi. Adam bir daha aynı şeyi söyleyince, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Onlar oruç tutmadı! İnsanların etlerini yiyip duran biri nasıl oruçlu olabilir ki? Git ve eğer hâlâ oruçlularsa kusmalarını söyle" buyurdu. İki kız denileni yaptıklarında her biri bir et parçası kustu. Adam gelip durumu Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) aktardığında: "Şayet bu et parçaları içlerindeyken ölselerdi Cehennem ateşi de onları yiyecekti" buyurdu.

Beyhaki, Hz. Âişe'den bildirir: "Kişi nasıl olur da (oruçlu iken) kardeşi hakkında söyleyeceği pis bir sözden uzak durmaz da kendisi için helal kılınan yiyecekten uzak durabilir?"

Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs ve Âişe şöyle demişlerdir: "Biri ağızdan biri de uykudan olmak üzere iki şey kişinin abdestini bozar. Ancak ağızdan dolayı olanı daha ağırdır ki o da yalan ile gıybettir."

Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî): "Abdest, pislikten temizlenme ve Müslümanlara eziyetten uzak durma olmak üzere iki şekilde olur" demiştir.

Harâitî Mesâviu'l-Ahlâk'ta ve Beyhaki, İbn Abbâs'tan bildirir: Oruçlu olan iki adam Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) arkasında öğle veya ikindi namazlarını kıldılar. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) namazı bitirince bu iki adama: "Yeniden abdest alın ve kıldığınız namazı iade edin. Orucunuza devam edin, ancak onun yerine başka bir günde oruç tutun" buyurdu. İki adam: "Yâ Resûlallah! Neden?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Çünkü filan kişinin gıybetini yaptınız" buyurdu.

Harâitî, İbn Merdûye ve Beyhaki, Hz. Âişe'den bildirir: Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) otururken kısa boylu bir kadın oradan geçti. Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) parmağımla kadını işaret ettiğimde: "Onun gıybetini yaptın" buyurdu.

İbn Cerîr, İbn Merdûye ve Beyhaki, Ebû Hureyre'den bildirir: Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) yanında orutuyorduk. Adamın biri oradan kalkıp gitmek istedi. Ancak kalkarken zorlanınca oradakilerden bazıları: "Filan kişi ne kadar da zayıfmış" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Adamın etini yediniz, gıybetini yaptınız" buyurdu.

Beyhaki, Muâz b. Cebel'den bildirir: Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) yanında adamın biri zikredildi. Bazıları onun için: "Ne kadar da aciz biridir" deyince, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Adamın gıybetini yaptınız" buyurdu. Oradakiler: "Yâ Resûlallah! Biz onda bulunan bir şeyi dile getirdik" dediklerinde, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Zaten onda olmayan bir şeyi söyleseydiniz iftira etmiş olurdunuz!" buyurdu.

İbn Cerîr, Muâz b. Cebel'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanında bulunuyorduk. Bir ara bazıları bir adamdan söz ettiler ve onun için: "Yemek yedirmeseler kendisi yiyemez. Yardım etmeseler yükünü vuramaz. Ne kadar da aciz biri" dediler. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Adamın gıybetini yaptınız" buyurdu. Onlar: "Yâ Resûlallah! Kendisinde bulunan bir şeyi dile getirmek de mi gıybet oluyor?" dediklerinde, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Kardeşinizde bulunan bir şeyi dile getirmeniz gıybet için yeterlidir" buyurdu.

Ebû Dâvud, Dârakutnî el-Efrâd'da, Harâitî, Taberânî, Hâkim, Ebû Nuaym ve Beyhaki, İbn Ömer'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurduğunu işittim: "Aracı olarak Allah'ın hadlerinden birinin yerine getirilmesine engel olan kişi, Allah'a verdiği emirde kafa tutmuş olur. Borçlu olarak ölen kişi, kıyamet gününde bu borcu dirhem ve dinarla değil iyiliklerinden öder. Bilerek ve haksız yere biriyle davalaşan kişi davasından dönünceye kadar Allah'ın öfkesine maruz kalır. Mümin hakkında kendisinde bulunmayan bir şeyi varmış gibi dile getiren kişiyi Yüce Allah söylediği bu sözün vebalinden kurtuluncaya kadar Cehennemliklerin irinlerinin toplandığı bir bataklıkta tutar. Ne var ki bu kişi söylediği bu sözün vebalinden kurtulamaz. "

Beyhakî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Allah'ı çokça zikredin. Zira kul «Allah'ı hamdiyle tesbih ederim» dediği zaman Yüce Allah buna karşılık kendisine on iyilik sevabı, on defa söylediği zaman yüz iyilik sevabı, yüz defa söylediği zaman da bin iyilik sevabı yazar. Daha fazla söylemesi halinde daha fazla yazar. Bağışlanma diyelen kişiyi Yüce Allah bağışlar. Aracı olarak Allah'ın hadlerinden birinin yerine getirilmesine engel olan kişi Allah'a verdiği emirde kafa tutmuş olur. Bilgisi olmadığı halde bir husumete katkıda bulunan kişi, Yüce Allah'ın öfkesine maruz kalır. Mümin bir erkek veya kadına iftirada bulunan kişiyi de Yüce Allah bunun vebalinden kurtuluncaya kadar Cehennemliklerin irinlerinin toplandığı bir bataklıkta tutar. Borçlu olarak ölen kişi, kıyamet gününde bu borcu iyiliklerinden öder. Zira orada ne dinar, ne de dirhem bulunur. "

Beyhakî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Birinin itibarını zedeleyecek bir söz eden kişiyi Yüce Allah bu sözün vebalinden kurtuluncaya kadar Cehennemliklerin irinlerinin toplandığı bir bataklıkta tutar."

Beyhaki, Evzaî'den bildirir: Bana bildirilene göre kıyamet gününde kula: "Kalk ve filan kişiden hakkını al" denilir. Bu kul: "Ama onda bir hakkım yok" deyince, kendisine: "Bilakis var! Zira filan günde senin hakkında şöyle şöyle demişti" karşılığı verilir.

İbn Merdûye ve Beyhaki, Ebû Saîd ve Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Gıybet zinadan daha ağırdır" buyurdu. Ashâb: "Yâ Resûlallah! Gıybet nasıl zinadan daha ağır olabilir?" dediklerinde, Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Çünkü zina eden kişi tövbe ettiği zaman Yüce Allah tövbesini kabul eder. Ancak gıybet eden kişiyi hakkında gıybet ettiği kişi affetmedikçe Yüce Allah da bağışlamaz" buyurdu.

Beyhakî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Gıybet zinadan daha ağırdır. Zira zina eden kişi tövbe edebilir, ancak gıybet eden kişinin tövbesi yoktur."

Beyhaki, Ğiyâs b. Kellûb el-Kûfî vasıtasıyla Mutarrif b. Semure'den, o da babasından bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Yüce Allah etçil evleri sevmez" buyurdu. Ğiyâs der ki: "Mutarrif'e: "Etçil evler ne demek?" diye sorduğumda: "İçinde gıybet yapılan evlerdir" dedi.

Aynı isnâdla Mutarrif, babasından naklen şöyle der: Ramazan ayında Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) hacamatçının önünden geçerken, hacamatçının önündeki adamla birlikte gıybet ettiklerini gördü. Bunun üzerine onlara:

"Hacamatçının da hacamat olanın da oruçları bozuldu" buyurdu. Beyhakî der ki: "Buradaki ravi Ğiyâs mechûl birisidir."

Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Faizlerin en büyüğü, kişinin din kardeşinin onuruna dil uzatmasıdır" buyurmuştur.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Abdullah b. el-Mübârek: "Biri birinin gıybetini yaptığı zaman helallik dilemek için bunu ona bildirmesin. Bunun yerine Allah'tan bağışlanma dilesin" demiştir.

Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre Şu'be: "Birinden yana şikâyette bulunma veya insanları ona karşı uyarma, gıybetten değildir" demiştir.

Beyhaki, Süfyân b. Uyeyne'den bildirir: "Üç kişi hakkında konuşma gıybetten olmaz. Biri zalim yöneticidir. Diğeri fasıklığını açıkça ortaya koyan fasık kişidir. Üçüncüsü de insanları kendi yoluna çağıran bidatçı kişidir."

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Bidat sahipleri hakkında konuşmak gıybetten değildir" demiştir.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem: "Gıybet, günahlarını açıkça yapmayan kişi hakkında konuşmaktır" demiştir.

Beyhaki, Harâitî Mesâviu'l-Ahlâk'ta, Hatîb, Deylemî, İbn Asâkir ve İbnu'n- Neccâr'ın Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Üzerinden hayâ elbisesini atan kişinin gıybeti olmaz (hakkında konuşmak gıybetten sayılmaz)" buyurmuştur.

Beyhakî ve Taberânî'nin Behz b. Hakîm'den, onun babasından, onun da dedesinden bildirdiğine göre Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem): "Fasık olan kişinin gıybeti olmaz" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Behz b. Hakîm'den, onun babasından, onun da dedesinden bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Facir olan kişi hakkında konuşmaktan çekiniyor musunuz? Oysa onda bulunan olumsuzlukları zikredin ki insanlar ona karşı dikkatli olsunlar" buyurmuştur.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hasan el-Basrî şöyle demiştir: "Üç kişi hakkında konuşmak gıybetten olmaz. Biri fasıklığını açıkça ortaya koyan fasık kişidir. Diğeri zalim yöneticidir. Üçüncüsü de bidatçi olduğunu açıkça ortaya koyan bidatçı kişidir."

Hakîm et-Tirmizî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde kulun iyilikleri bir kefeye kötülükleri de diğer kefeye konulur. Kötülüklerinin olduğu kefe daha ağır basınca bir kağıt getirilip iyiliklerin olduğu kefeye konulur. Bu şekilde iyiliklerin olduğu kefe ağır basınca, kul: «Rabbim! Bu kağıt da ne oluyor? Zira onunla gece ve gündüz yaptığım tüm ameller kabul gördü» diye sorar. Kendisine: «Söylenenlerden uzak olmana rağmen hakkında söylenenlerdir» karşılığı verilir. Bu şekilde de kurtulmuş olur. "

Hakîm et-Tirmizî'nin bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: "Masum birine iftira atmanın vebali, göklerden daha ağırdır" demiştir.

13

"Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır"

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî Delâil'de İbn Ebî Müleyke'den bildirir: Mekke fethedildiği zaman Bilâl, Kâbe'nin üzerine çıkıp ezan okudu. Bazıları: "Şayet Yüce Allah buna (Bilâl'e) öfkelenirse onu değiştirir" deyince "Ey insaniar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır" âyeti nazil oldu.

İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildirir: Mekke fethedildiği zaman Bilâl, Kâbe'nin üzerinde ezan okudu. Hâris b. Hişâm: "Bu köle Kâbe'de ezan okuyunca saçmalar" dedi. Hâlid b. Esîd: "Böylesi bir şeyi göremeden babamın canını alan Allah'a hamdolsun" dedi. Süheyl b. Amr: "Şayet Yüce Allah bundan hoşlanmazsa elbette onu oradan indirir" dedi. Ebû Süfyân ise sustu ve bu konuda bir şey demedi. Bunun üzerine "Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır" âyeti nazil oldu.

Ebû Dâvud Merâsîl'de, İbn Merdûye ve Beyhakî Sünen'de Zührî'den bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), Beyâda oğullarına emir vererek Ebû Hind'i kendilerinden bir kadınla evlendirmelerini söyledi. Beyâda oğulları: "Yâ Resûlallah! Kızlarımı azatlılarımızla mı evlendireceğiz?" dediklerinde "Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır" âyeti nazil oldu." Zührî der ki: "Bu âyet özel olarak Ebû Hind hakkında nazil oldu. Ebû Hind, Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) hacamatçısıydı."

İbn Merdûye'nin Zührî vasıtasıyla Urve'den bildirdiğine göre Hz. Âişe şöyle demiştir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Ebû Hind'e kız verin, ondan kız alın" buyurdu. Bu konuda da: "Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır" âyeti nazil olmuştur.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Mücâhid'den bildirir: Yüce Allah çocuğu hem erkeğin, hem de kadının suyundan yaratmıştır. Zira Yüce Allah: "...Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık..." buyurur.

İbn Merdûye, Ömer b. el-Hattâb'tan bildirir: "Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır" âyeti, Mekkî bir âyettir ve özel olarak Araplar hakkında nazil olmuştur. O'na karşı gelmekten sakınmadan kasıt ise şirkten uzak durmaktır.

Buhârî ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Şuûb ifadesinden kasıt, büyük kabilelerdir. Kabâil'den kasıt da kabilelerin boylarıdır" demiştir.

Firyâbî, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: "Âyette geçen 'şuûb' ifadesinden kasıt, alt kabilelerin toplandığı ana soydur. Kabâil'den kasıt da insanların tanışmasına vesile olan kabilelerin boylarıdır."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Kabâil'den kasıt, Mudar gibi büyük topluluklardır. Şuûb ifadesinden kasıt da, bu kalabalıkların boylarıdır" demiştir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Şuûb ifadesinden kasıt, uzak olan akrabalıktır. Kabâil'den kasıt da "Bu kişi filan oğullarından biridir" denilmesi gibi daha yakın olan akrabalıklardır."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Şuûb ifadesinden kasıt uzak olan akrabalıktır. Kabâil'den kasıt da daha yakın olan akrabalıktır. Tanışma da "Filan oğullarından Filan oğlu Filan" diyerek tanışma şeklindedir."

Abd b. Humeyd, Dahhâk'tan bildirir: "Şuûb ifadesinden kasıt, büyük kabilelerdir. Kabâil'den kasıt da bu kabilelerin boylarıdır."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da İbn Ömer'den bildirir: Mekke'nin fethedildiği gün Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bineği üzerinde Kâbe'yi tavaf etti. Rükünleri de elindeki asasıyla selamladı. Tavafını bitirdikten sonra kalabalıktan devesini çöktürecek yer bulamadı. Bunun üzerine insanların yardımıyla devesinden inip bir hutbe verdi. Allah'a hamdu senâda bulunduktan sonra şöyle buyurdu: "Sizden cahiliye kibri ile atalarla övünmeyi gideren Allah'a hamdolsun. İnsanlar iki çeşittir. Kişi ya iyi, müttaki ve Allah katında değerli biridir ya da günahkar, isyankâr ve Allah katında değersizdir. Tüm insanlar Âdem'in çocuklarıdır. Yüce Allah da Âdem'i topraktan yaratmıştır. Yüce Allah: "Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardırbuyurur. Bu sözümü söyler ve hem kendim, hem de sizin için Allah'tan bağışlanma dilerim."

İbn Merdûye ve Beyhaki, Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Vedâ haccında Teşrîk günlerinin ortasında bizlere bir hutbe verdi. Hutbesinde şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Bilin ki Rabbiniz birdir! Babanız da birdir. Bilmelisiniz ki takvadan başka Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap olana, siyah tenlinin esmere, esmerin de siyah tenliye herhangi bir üstünlüğü yoktur. Allah katında en değerliniz O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Tebliğimi yaptım mı?" Müslümanlar: "Evet, ettin yâ Resûlallah!" dediklerinde, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "O zaman burada bulunanlar bunları burada olmayanlara iletsin" buyurdu.

Beyhakî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah sizden cahiliye kibri ile atalarla övünmeyi gidermiştir. Eksiklikleriniz ve kusurlarınızla hepimiz birbirinize benzersiniz ve Âdem ile Havva'dansınız. Allah katında en değerliniz O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Dini ve güvenilirliği konusunda razı olacağınız biri sizden kız istediği zaman ona kız verin."'

Ahmed, İbn Cerîr, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Ukbe b. Âmir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Bağlı bulunduğunuz soylar başka soylara dil uzatma sebebi olamaz. İçinizden hiç kimse diğerinden daha mükemmel değildir ve hepiniz de Âdem'in çocuklarısınız. Dindarlığı ve takvasından başka hiç kimsenin diğerine bir üstünlüğü yoktur. Kıyamet gününde Yüce Allah sizleri soyunuz ve nesebinizden dolayı sorguya çekmez. Allah katında en değerliniz O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. "

Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde Yüce Allah şöyle buyurur: «Sizlere emirler verdim. Ancak sizler bana verdiğiniz sözleri heba ettiniz ve kendi soylarınızı üstün tuttunuz. Bugün de kendi kıldığım bağları yüceltip üstün tuttuğunuz soylarınızı alçaltacağım. Muttakiler nerede? Nerede takva sahipleri? Allah katında en değerliniz O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır.»"

Taberânî ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde Yüce Allah şöyle buyurur: «Ey insanlar! Ben sizlere bir bağ kıldım, ancak sizler kendi soylarınızdan olan bağları öne çıkardınız. Ben en değerlinizi Allah'tan en çok sakınanız kılmışken siz bunu kabul etmeyip: "Filan kişi falandan daha üstündür. Falan kişi filandan daha değerlidir"» deyip durdunuz. Bugün de kendi kıldığım bağları yüceltip üstün tuttuğunuz soylarınızı alçaltacağım. Bilin ki benim dostlarım takva sahipleridir. "

Hatîb'in Ali b. Ebî Tâlib'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde tüm insanlar Allah'ın huzurunda kılsız, tüysüz ve çıplak bir şekilde durdurulurlar. Sonra Yüce Allah onlara şöyle seslenir: «Kullarım! Sizlere emirler verdim. Ancak siz bunları heba ettiniz.

Kendi soylarınızı üstün tutup bu soylarla birbirinize karşı övündünüz. Bugün de yüceltip üstün tuttuğunuz soylarınızı alçaltacağım. Tek hükümran ve herkese hakkını veren benimi Muttakiler nerede? Nerede takva sahipleri? Allah katında en değerliniz O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır.»"

İbn Merdûye'nin Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Tüm insanlar Âdem'in çocuklarıdır, Âdem de topraktan yaratılmıştır. Takvadan başka Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap olana, esmerin beyaza, beyazın da esmere herhangi bir üstünlüğü yoktur."

Taberânî'nin Habîb b. Hirâş el-Asarî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Müslümanlar kardeştir ve takvadan başka kimsenin diğerine bir üstünlüğü yoktur" buyurmuştur.

Ahmed, Salît oğullarından bir adamdan bildirir: Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) yanına geldim. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve ihanet etmez. Takva da şuradadır" buyurdu ve göğsüne işaret etti. Sonra şöyle devam etti: "Birbirlerini Allah için seven iki kişinin arasının açılması, ancak ikisinden birinin işlediği bir günahtan dolayıdır. Böylesi bir şeyi işleyen kişi de kötüdür! Kötüdür! Kötüdür!"

Buhârî ve Nesâî, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) hangi insanların daha üstün ve değerli oldukları sorulunca: "Allah katında en değerlileri, Allah'a karşı gelmekten en çok sakınanlarıdır" karşılığını verdi. "Bizim sorduğumuz bu değil" dediklerinde, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "İnsanların en değerlisi Yusuf peygamberdir ki, hem kendisi, hem babası (Yâkub) hem dedesi (İshâk) birer peygamberdir. Dedesinin de babası (İbrahim) Halîlullah'tır" buyurdu. Yine: "Bizim sorduğumuz bu değil" dediklerinde, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) : "Araplardan en değerli olanları mı soruyorsunuz?" buyurdu. "Evet!" dediklerinde de, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Cahiliye döneminde en değerlileri şayet akledebilirlerse İslam döneminde de insanların en değerlileri olurlar" buyurdu.

Ahmed, Ebû Zer'den bildirir: Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bana: "Takvaca üstün olmadıktan sonra senin bir esmer veya siyah tenliye herhangi bir üstünlüğün yoktur" buyurdu.

Buhârî Edeb'de İbn Abbâs'tan bildirir: "Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır..." âyetiyle amel eden biri, bir başkasına: "Ben senden daha üstünüm" demez. Zira takvadan başka kimsenin kimseye bir üstünlüğü yoktur.

Buhârî Edeb'de İbn Abbâs'tan bildirir: "Sizler kimi değerli olarak görüyorsunuz? Yüce Allah, katında en değerli kişinin kendisine karşı gelmekten en çok sakınan kişi olduğunu ifade ediyor. Saygıdeğer olarak kimi görüyorsunuz? En saygıdeğer olanınız ahlâkı en iyi olanınızdır."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Taberânî, Beyhakî Şuabu'l-îman'da ve Harâitî Mekârimu'l-Ahlâk'da Ebû Leheb'in kızı Dürre'den bildirir: Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) minberdeyken adamın biri kalktı ve: "Yâ Resûlallah! İnsanların en hayırlısı kimdir?" diye sordu. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "İnsanların en hayırlısı Kur'ân'ı en çok okuyan, Allah'a gelmekten en çok sakınan, iyiliği en çok emreden, kötülükten en çok sakındıran ve akrabalık bağlarını en çok gözetendir" buyurdu.

Ahmed, Abd b. Humeyd Tefsîr'de, Tirmizî, İbn Mâce, Taberânî, Dârakutnî ve Hâkim'in Semure b. Cündiib'den bildirdiğine göre Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem): "Saygınlık malda, üstünlük ise takvadadır" buyurmuştur.

Ahmed, Hz. Âişe'den bildirir: "Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) dünyada en çok sevdiği şey takva, en sevdiği kişi de takva sahibi kişidir."

Hakîm et-Tirmizî'nin Vâsile b. el-Eska'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Kişi Allah'a karşı gelmekten sakındığı sürece Yüce Allah herkesin ona saygı duymasını sağlar. Ancak Allah'a karşı gelmekten sakınmadığı zaman onu her şeyden korkar hale getirir."

Hakîm et-Tirmizî'nin Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Hayâ süs, takva ise üstünlüktür. En hayırlı binek sabır, kurtuluşu (huzuru) Allah'tan beklemek ise ibadettir."

Hakîm et-Tirmizî ve Deylemî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah bir kula hayır dilediği zaman gönlünü zengin, kalbini de takvalı kılar. Bir kula kötülük dilediği zaman da fakirliği onun kaderi kılar."

Ebû Ya'lâ, İbnu'd-Durays Fadâilu'l-Kur'ân'da ve Hatîb, Ebû Saîd el- Hudrî'den bildirir: Adamın biri Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) geldi ve: "Bana nasihatte bulun" dedi. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: "Takvayı elden bırakma ki her hayrın başı takvadır. Cihaddan geri durma ki cihad Müslümanların zahitliğidir. Allah'ı zikretmekten ve Kur'ân'ı okumaktan geri durma ki bunlar yerde senin için bir nur olurken gökte de adının anılmasını sağlarlar. Hayır söylemek dışında dilini ağzında tut ki bu şekilde şeytanı yenmiş olursun."''

İbn Ebî Şeybe, Ebû Nadra'dan bildirir: Adamın biri Cennete girince kölesinin bir yıldız gibi üstünde parıldadığını gördü. "Rabbim! Bu adam dünyada iken benim kölemdi. Böylesi bir makama nasıl geldi ki?" deyince, kendisine: "Onun ameli senin amelinden daha iyiydi" karşılığını verdi.

Tirmizî, İbn Cerîr ve Hâkim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Soyunuzu sopunuzu öğrenin ki akrabalık bağlarını gözetesiniz. Zira akrabaları gözetmek aile içinde sevgi doğurur; malı çoğaltır ve ömrü uzun kılar."

Bezzâr'ın Huzeyfe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Hepiniz Âdem'in çocuklarısınız ve Âdem de topraktan yaratıldı. Bundan dolayı bazıları ya atalarıyla övünmekten artık vazgeçer ya da Allah katında bok böceğinden daha değersiz olurlar."

Ahmed, Buhârî Târih'de, Ebû Ya'lâ, Bağavî, İbn Kâni', Taberânî ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da Ebû Reyhâne'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "İzzet ve saygı amacıyla soyundan dokuz tane kafir ataya kendisini nisbet eden kişi bunların onuncusu olur ve yeri de Cehennem ateşidir. "

İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Müslim'in Ebû Mâlik el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Dört şey Cahiliye âdetlerindendir ve ümmetimden eksik olmazlar. Bunlar asaletle övünme, neseplere dil uzatma, yıldızlardan yağmur isteme ve ölülerin arkasından feryat edip ağlamaktır. "

İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Müslim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "İnsanlarda iki haslet var ki bu iki şey onlar için küfre vesiledir. Biri neseplere dil uzatmak, diğeri ölünün arkasından feryat edip ağlamaktır."

14

"Bedeviler «İnandık» dediler. De ki: Siz îman etmediniz, ama «Boyıın eğdik» deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Bedeviler «İnandık» dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama «Boyun eğdik» deyin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bunlar Esed b. Huzeyme oğullarından olan bedevilerdir. İman ettiklerini söyleyince, bunlara: «İman ettik demeyin de öldürülme ve esir düşme korkusuyla boyun eğdik, deyin» denilmiştir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Bedeviler «İnandık» dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama «Boyun eğdik» deyin..." âyetini açıklarken: "Esed oğulları hakkında nazil oldu" demiştir.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Bedeviler «İnandık» dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama «Boyun eğdik» deyin..." âyetini açıklarken: "Bu âyet tüm bedevileri içine almaz, zira bedevilerden bazıları hakkında nazil oldu" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Bedeviler «İnandık» dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama «Boyun eğdik» deyin..."âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Hayatıma andolsun ki bu âyet tüm bedevileri kapsamamaktadır, zira bedeviler içinde de Allah'a ve âhiret gününe iman edenler vardır. Bu âyet Müslüman oldular diye Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) minnet eden bazı Arap kabileleri hakkında nazil oldu. Bunlar: "Biz filan oğulları gibi seninle savaşmadan gözül rızasıyla Müslüman olduk" deyince, Yüce Allah: "...Siz iman etmediniz, ama «Boyun eğdik» deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi..." karşılığını verdi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dâvud b. Ebî Hind'e iman konusu sorulunca: "Bedeviler «İnandık» dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama «Boyun eğdik» deyin..." âyetini okudu ve: "Müslümanlık dil ile ikrar etmek, iman ise kalp ile tasdik etmektir" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Zührî bu âyeti açıklarken: "Biz İslam'ın söz, imanın ise amel olduğunu düşünüyoruz" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildirir: Bir grup, Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanına geldiğinde bir adam hariç hepsine (ganimet mallarından) bir şeyler verdi. Ben: "Yâ Resûlallah! Hepsine bir şeyler verdin, ama şu adama bir şey vermedin. Oysa vallahi gördüğüm kadarıyla mümin biri" dediğimde, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Veya Müslüman biri" karşılığını verdi. Aynı şeyi üç defa dedim, ama her seferinde aynı cevabı verdi.

İbn Kâni' ve İbn Merdûye, Zührî vasıtasıyla Âmir b. Sa'd'dan, o da babasından bildirir: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ganimet mallarından dağıtırken bazılarına bir şey vermedi. "Yâ Resûlallah! Filan ile filana verdin ama filan kişiye mümin olduğu halde bir şey vermedin" dediğimde, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) : "Mümin yerine Müslüman biri, de" buyurdu." Ravi der ki: Sonrasında Zührî: "Bedeviler «İnandık» dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama «Boyun eğdik» deyin..." âyetini okudu.

İbn Mâce, İbn Merdûye, Taberânî ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da Ali b. Ebî Tâlib'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "İman kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve bedenle ameldir" buyurmuştur.

Ahmed, Bezzâr, Ebû Ya'lâ ve İbn Merdûye -sahîh bir isnâdla- Enes'ten bildirir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "İslam aleni, iman ise kalbidir" buyurdu. Daha sonra üç defa göğsüne işaret ederek: "Takva da buradadır! Takva buradadır" buyurdu.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bedeviler «İnandık» dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama «Boyun eğdik» deyin..."âyetini şöyle demiştir: "Bunlar Yüce Allah'ın kendileri için seçtiği isimleri kullanmayıp hicret etmeden önce muhacir ismini almak isteyen bedevilerdir. Bu da hicretin ilk zamanlarında, miras âyetlerinin inmesinden önceydi."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim "...Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez..." âyetini: (.....) lafzıyla, Elif siz Hemze' siz ve Lâm harfini esre ile okumuştur.

İbn Merdûye'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Ramazan ayını oruçlu geçirmeniz size farz kılındı. Farz namazlardan sonra kılacağınız gece namazları da sizler için nafiledir. Yüce Allah da: "...Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez..." buyurur."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid (.....) âyetini: "Size zulmetmez" şeklinde açıklamıştır.

Firyâbî, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: "Yaptıklarınızdan bir şey eksiltmez" şeklinde açıklamıştır.

Tastî'nin Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a (.....) âyetinin anlamını sorunca, İbn Abbâs: "Abs oğullarının dilinde 'Yaptıklarınızdan bir şey eksiltmez' anlamındadır" dedi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Hatîetu'l-Absî'nin:

"Sa 'd oğullarının eşrafına acilen bu mesajımı götür.

Ancak eksiltmeden ve içine yalan katmadan ulaştır" dediğini işitmez misin?"

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "...Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir" âyetini açıklarken: "Yüce Allah yaptığınız ameller konusunda size haksızlık edip zulmetmez. Yüce Allah çok olsa da günahları bağışlar ve kullarına karşı pek merhametlidir " demiştir.

15

"İman edenler ancak, Allah'a ve Peygamberine inanan, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru kimselerin ta kendileridir."

Ahmed ve Hakîm et-Tirmizî'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Dünyada müminler üç sınıftır. Biri Allah'a ve Resulüne iman eden, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad edenlerdir. Diğeri insanların malları ile canlarını kendisine emanet edebildiği kişilerdir. Bir diğeri de tamah ettiği bir şeyle karşı karşıya kaldığı zaman Allah için ondan vazgeçen kişilerdir. "

17

"Onlar İslam'a girdikleri için seni minnet altına sokuyorlar. De ki: Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Eğer doğru kimselerseniz bilesiniz ki, sizi imana erdirdiği için asıl Allah size lütufta bulunmuştur."

İbnu'l-Münzir, Taberânî ve İbn Merdûye -hasen bir isnâdla- Abdullah b. Ebî Evfâ'dan bildirir: Araplardan bazıları: "Yâ Resûlallah! Biz, filan oğulları gibi seninle savaşmadan gönül rızasıyla Müslüman olduk" deyince, Yüce Allah: "Onlar İslam'a girdikleri için seni minnet altına sokuyorlar. De ki: Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Eğer doğru kimselerseniz bilesiniz ki, sizi imana erdirdiği için asıl Allah size lütufta bulunmuştur"âyetini indirdi.

Nesâî, Bezzâr ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Esed oğulları Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) geldiler ve: "Araplar (Bedeviler) seninle savaşmadan Müslüman olmazken bizi savaşmadan Müslüman olduk" dediler. Bunun üzerine: "Onlar İslam'a girdikleri için seni minnet altına sokuyorlar. De ki: Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Eğer doğru kimselerseniz bilesiniz ki, sizi imana erdirdiği için asıl Allah size lütufta bulunmuştur" âyeti nazil oldu.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Esed oğullarından bedevi bir topluluk Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) geldiler ve: "Sana karşı savaşmadan Müslüman olmaya geldik" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: "Onlar İslam'a girdikleri için seni minnet altına sokuyorlar. De ki: Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Eğer doğru kimselerseniz bilesiniz ki, sizi imana erdirdiği için asıl Allah size lütufta bulunmuştur" âyetini indirdi.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Mekke fethedildiği zaman bazıları gelip: "Yâ Resûlallah! Biz, filan oğulları gibi seninle savaşmadan gönül rızasıyla Müslüman olduk" deyince, Yüce Allah: "Onlar İslam'a girdikleri için seni minnet altına sokuyorlar. De ki: Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Eğer doğru kimselerseniz bilesiniz ki, sizi imana erdirdiği için asıl Allah size lütufta bulunmuştur" âyetini indirdi.

İbn Sa'd, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirir: Hicretin dokuzuncu yılında Esed oğullarından içlerinde Hadramî b. Âmir, Dirâr b. el-Ezver, Vâbisa b. Ma'bed, Katâde b. el-Kâif, Seleme b. Hubeyş, Nukâde b. Abdillah b. Halef ve Talha b. Huveylid'in de bulunduğu bir heyet geldi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) de ashabıyla birlikte Mescid'deydi. Heyet gelip selam verdikten sonra sözcüleri: "Yâ Resûlallah! Allah'tan başka ilah olmadığına, tek ve ortaksız olduğuna, senin de Allah'ın kulu ve Resûlü olduğuna şehadet ediyoruz. Yâ Resûlallah! Üzerimize herhangi bir birlik göndermeden biz kendimiz Müslüman olmak için geldik. Bizden geride kalanlar adına da buradayız" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Onlar İslam'a girdikleri için seni minnet altına sokuyorlar. De ki: Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Eğer doğru kimselerseniz bilesiniz ki, sizi imana erdirdiği için asıl Allah size lütufta bulunmuştur" âyetini indirdi.

Taberânî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Rabbim bana Tevrat'ın yerine Seb'u't-Tivâl'i (yedi uzun sûreyi), İncil'in yerine el-Miûn'u verdi. Hepsine ilaveten de ayrıca bana Mufassal sûreler de verildi,"

İbnu'd-Durays ve İbn Cerîr'in Ebû Kılâbe'den bildirdiğine göre Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Bana Tevrat'ın yerine Seb'u't-Tivâl (yedi uzun sûre), İncil'in yerine Mesânî (Fatiha Sûresi), Zebûr'un yerine şu şu sûreler verildi. Hepsine ilaveten de ayrıca bana Mufassal sûreler verildi."

İbn Cerîr, İbn Mes'ûd'dan bildirir: "Sebu't-Tivâl (yedi uzun sure) Tevrat'ın yerine, Miûn (âyet sayısı 100 civarında olan) sûreler İncil'in yerine, Mesânî (Fâtiha Sûresi) Zebûr'un yerine verilmiştir. Kur'ân'ın diğer sûreleri de diğer kitaplara ilaveten verilmiştir."

0 ﴿