NECM SURESİ

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Necm Sûresi, Mekke'de inmiştir.

İbn Merdûye, İbnü'z-Zübeyr'den aynısını bildirir.

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Necm Sûresi, Mekke'de inmiştir.

İbn Merdûye, İbnü'z-Zübeyr'den aynısını bildirir.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Merdûye, İbn Mes'ûd'dan bildirir: İçinde tilavet secdesi indirilen ilk sûre, Necm Süresidir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sûreyi okuyup secde edince orada bulunan herkes secde etti. Ancak bir kişinin bir avuç toprak alarak ona secde ettiğini ve sonradan bu kişinin kafir olarak öldürüldüğünü gördüm. Bu kişi de Umeyye b. Halefti.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ilk olarak sesli okuduğu sûre, Necm Süresidir" dedi.

İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Necm Sûresini okuyup secde etti. Bunun üzerine orada bulunan cinler, insanlar ve ağaçlar da secde etti.

İbn Ebî Şeybe'nin Ebu'l-Âliye'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Necm Sûresini okuyup secde edince Müslümanlar da secde etti.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Müslümanlar Necm Sûresinde secde etti. Ancak şöhret olmak amacıyla iki kişi secde etmemişti" dedi.

İbn Merdûye, Şa'bî'den bildirir: Câbir b. Abdillah'ın yanında Necm Sûresi zikredilince: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Necm Sûresini okuyup secde edince orada bulunan müşrikler, cinler ve insanlar da secde etti" dedi.

İbn Ebî Şeybe'nin Şa'bî'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Necm Sûresini okuyup secde edince orada bulunan Müslümanlar, müşrikler, cinler ve insanlar da secde etti.

İbn Merdûye ve Beyhakî Sünen'de bildirdiğine göre İbn Ömer: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize namaz kıldırıp Necm Sûresini okudu. Beraber secde ettik ve uzun bir süre secdede kaldık" dedi.

İbn Merdûye'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Necm Sûresini okudu ve secde âyetine gelince secde etti.

İbn Ebî Şeybe'nin Musannef’te Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir güneş tutulmasında iki rekat namaz kıldı ve rekatın birinde Necm Sûresini okudu.

Tayâlisî, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Zeyd b. Sâbit: "Ben, Necm Sûresini Resûlüllah'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında okudum ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) secde etmedi" dedi.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de iken Necm Sûresini okuduğu zaman secde ederdi. Ancak Medine'ye hicret ettikten sonra secde etmez oldu" dedi.

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret ettiği zamandan beri mufassal olan surelerde secde etmez oldu.

Ahmed'in bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber on bir tilavet secdesi etmiştir. Bunlardan biri de Necm Süresidir.

1

"Batmakta olan yıldıza Yemin olsun kî"

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Batmakta olan yıldıza Yemin olsun ki" âyetini açıklarken: "Batmakta olan Süreyya yıldızına Yemin olsun ki mânâsındadır" dedi. Başka bir lafızda ise: "Tan ağarırken yıldızın inmesine Yemin olsun ki" şeklindedir. Yine başka bir lafızda: "Süreyya yıldızının batmasına Yemin olsun ki" şeklindedir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Batmakta olan yıldıza Yemin olsun ki" âyetini açıklarken: "Sarkan Süreyya yıldızına Yemin olsun ki, mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Batmakta olan yıldıza Yemin olsun ki" âyetini açıklarken: "Akıp giden Süreyya yıldızına Yemin olsun ki mânâsındadır" dedi.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Batmakta olan yıldıza Yemin olsun ki" âyetini açıklarken: "Kaybolan Süreyya yıldızına Yemin olsun ki, mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Batmakta olan yıldıza Yemin olsun ki" âyetini açıklarken: "Kur'ân'ın inmesine Yemin olsun ki, mânâsındadır " dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Ma'mer'den bildirdiğine göre Katâde: "Batmakta olan yıldıza Yemin olsun ki" âyetini açıklarken Utbe b. Ebî Leheb'in: "Ben yıldızın Rabbini inkar ediyorum" dediğini söyledi. Ma'mer der ki: Tâvus'un bana babasından bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Utbe b. Ebî Leheb'e: "Allah'ın, köpeğini sana musallat etmesinden korkmuyor musun?" buyurdu. Daha sonra Utbe b. Ebî Leheb bazı kişilerle beraber bir sefere çıktı. Yolda bir yerde iken bir aslan kükremesi işittiler. Utbe b. Ebî Leheb: "Bu (aslan) mutlaka beni istemektedir" dedi. Bunun üzerine arkadaşları etrafında toplanarak kendisini ortalarına aldılar. Ancak uyudukları zaman aslan gelip onun kafasını kopardı.

Ebu'l-Ferec el-lsbehânî el-Eğânî'de İkrime'den bildirir: "Batmakta olan yıldıza Yemin olsun ki" âyeti indiği zaman Utbe b. Ebî Leheb, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ben batmakta olan yıldızın Rabbini inkar ediyorum" dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allahım! Ona köpeklerinden bir köpek gönder" diye beddua etti. Bu konuda İbn Abbâs şöyle anlattı: "Aralarında Hebbâr b. el-Esved'in de bulunduğu bir grup Şam'a gitmek üzere yola çıktılar. Gece vakti Ğâdire vadisine ulaştılar ve orada konakladılar. O vadide aslanlar bulunmaktaydı. Onlar bir saf olarak yataklarını açınca, Utbe: "Beni yalnız bir tarafta mı bırakacaksınız? Hayır, vallahi ben ortanızda geceleyeceğim" dedi. Hebbâr: "Aslan geldi ve teker teker oradakilerin başlarını koklamaya başladı. Utbe'ye ulaşınca da onu gözü ve kulakları arasından azı dişleriyle kaptı" dedi.

Ebû Nuaym Delâil'de ve İbn Asâkir, Urve vasıtasıyla Hebbâr b. el- Esved'den bildirir: Ebû Leheb ve oğlu Utbe, Şam'a gitmek için hazırlanınca ben de onlarla beraber gitmek üzere hazırlandım. İbn Ebi Leheb: "Vallahi, Muhammed'e gidip ona Rabbi konusunda eziyet edeceğim" dedi. Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına giderek: "Ey Muhammed! Ben batmakta olan yıldızı, yaklaşıp sarkanı, iki yay arası kadar bir mesafeyi veya daha yakını inkar ediyorum" dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allahım! Ona köpeklerinden bir köpek gönder" diye beddua etti.

Ebû Nuaym, Tâvus'tan bildirir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Batmakta olan yıldıza Yemin olsun ki" âyetini okuyunca, Utbe b. Ebî Leheb: "Ben yıldızın Rabbini inkar ediyorum" dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah, köpeklerinden bir köpeğini, sana musallat etsin" buyurdu.

Ebû Nuaym, Ebu'd-Duhâ'dan bildirir: İbn Ebî Leheb: "Batmakta olan yıldıza Yemin olsun ki" diyen kişiyi inkar ediyorum" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Umulur ki, Allah, köpeklerinden bir köpeği sana gönderir" buyurdu. Bu durum Utbe'nin babasına bildirilince arkadaşlarına vasiyet ederek: "Bir yerde konakladığınız zaman onu ortanızda bırakacak şekilde konaklayın" dedi. Ancak bir gece Allah ona bir aslan gönderdi ve onu öldürdü.

2

"Arkadaşınız ne sapıttı, ne de azıttı”

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Batmakta olan yıldıza Yemin olsun ki; Arkadaşınız ne sapıttı ne de azıttı" âyetlerini: "Allah, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) sapıtmadığına ve azmadığına dair yemin etmektedir" şeklinde açıkladı.

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Batmakta olan yıldıza Yemin olsun ki" âyetini: "Allah, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) sapıtmadığına ve azmadığına dair Kur'ân'ın yıldızlarıyla yemin etmektedir" şeklinde açıkladı.

3

Bkz. Ayet:4

4

"O, nefis arzusu ile konuşmaz. Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahy iledir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "O, nefis arzusu ile konuşmaz. Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahy iledir" âyetlerini açıklarken: "O, kendi hevâsına göre konuşmaz. Allah, Cibrîl'e, Cibrîl de Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) vahyeder (ve öyle konuşur)" dedi.

İbn Merdûye, Ebu'l-Hamrâ'dan ve Habbe el-Uranî'den bildirir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid'deki kapıların kapatılmasını emredince bu Müslümanlara ağır gelmişti. Habbe der ki: Hamza İbn Abdilmuttalib kırmızı kadifeden bir elbise içinde gözlerinden yaş akar bir şekilde: "Amcanı, Ebû Bekr'i, Ömer'i ve Abbas'ı çıkarıp amcan oğlunu yanında bıraktın" diyordu. O zaman bir kişi: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), amcası oğlunu yükseltmekten geri kalmaz" dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu durumun Müslümanların ağırına gittiğini bildi ve emri üzerine: "Cemaat namaza!" diye nida edildi. Müslümanlar toplanınca da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) minbere çıktı. Daha önce temcid ve tevhidde bundan daha fasih bir şekilde asla hutbe verdiği işitilmemişti. Temcid ve tevhidi bitirdikten sonra: "Ey insanlar! Bu kapıları ne ben kapattım, ne de ben açtım. Ne ben sizi çıkardım, ne de ben amcam oğlunu yanımda tuttum" buyurdu. Sonra da: "Batmakta olan yıldıza Yemin olsun ki; Arkadaşınız ne sapıttı ne de azıttı. O, nefis arzusu ile konuşmaz. Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahiy iledir" âyetlerini okudu.

Ahmed, Taberânî ve Diyâ'nın Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şüphesiz ki, peygamber olmayan bir kişinin şefaati ile Rabîa ve Mudar kabileleri gibi" -veya iki kabileden birisi gibi- kabileler cennete girecektir" buyurdu. Bir kişi: " Resûlüllah! Rabia kabilesi Mudar kabilesinden değil midir?" diye sorunca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ben bana söyletileni söylemekteyim" buyurdu.

Bezzâr'ın Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Size Allah katındandır diyerek haber verdiğim her şey, hakkında şüphe olmayandır" buyurmuştur.

Ahmed'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ben ancak hak olan şeyi söylerim" buyurdu. Ashâbından bir kişi: " Resûlüllah! Bizimle şaka yapıyorsun" deyince: "Şüphesiz ki ben ancak hak olan şeyi söylerim" buyurdu.

Dârimî'nin bildirdiğine göre Hassân: "Cibrîl, Kur'ân'la indiği gibi sünnetle de inerdi" dedi.

5

Bkz. Ayet:18

6

Bkz. Ayet:18

7

Bkz. Ayet:18

8

Bkz. Ayet:18

9

Bkz. Ayet:18

10

Bkz. Ayet:18

11

Bkz. Ayet:18

12

Bkz. Ayet:18

13

Bkz. Ayet:18

14

Bkz. Ayet:18

15

Bkz. Ayet:18

16

Bkz. Ayet:18

17

Bkz. Ayet:18

18

"Kur'an'ı) ona, üstün göçlere sahip, muhteşem görünümlü (Cebrail) öğretti. O, en yüksek ufukta bulunuyorken (aslî suretine girip) doğruldu.Sonra (ona) yaklaştı derken sarkıp daha da yakın oldu. (Peygambere olan mesafesi) iki yay aralığı kadar, yahut daha az oldu.Böylece Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti. Kalp, (gözün) gördüğünü yalanlamadı. (Şimdi siz) gördüğü şey hakkında onunla tartışıyor musunuz? Yemin olsun ki, o, Cebrail'i bir başka inişte daha (aslî suretiyle) görmüştü. Sidretül-Müntehâ'nın yanında. Me'vâ cenneti onun (Sidre'nin) yanındadır. O zaman Sidre'yi kaplayan kaplamıştı. Göz (gördüğünden) şaşmadı ve (onu) aşmadı. Yemin olsun, o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir kısmını gördü."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî: "Onu, müthiş kuvvetleri olan biri öğretti" âyetini açıklarken: "Burada Cibrîl kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Onu, müthiş kuvvetleri olan biri öğretti" âyetini açıklarken: "Burada Cibrîl kastedilmektedir" dedi. "Kuvvetli biri..." ifadesi hakkında ise: "Uzun ve güzel yaratılışlı mânâsındadır" dedi.

Firyabî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Onu, müthiş kuvvetleri olan biri öğretti. Kuvvetli biri..." âyetlerini açıklarken: "Burada kuvvet sahibi yani Cibrîl kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kuvvetli biri..." ifadesini: "Güzel yaratılışlı" şeklinde açıklamıştır.

Tastî'nin Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: "Bana: "iy s%"m kelâmını açıkla" deyince, İbn Abbâs: "Allah'ın emirlerini uygulamada şiddet sahibi mânâsındadır" dedi. Nâfi' b. el-Ezrak: "Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Evet bilirler, Nâbiğa b. Zubyân'ın:

"Gece yarısından sonra misafirim olsa da benim

Ona, şiddet sahibi gibi nimetler ikram ederim" dediğini işitmedin mi?" karşılığını verdi.

Ahmed, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Ebu'ş-Şeyh'in Azame'de İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Cibrîl'i kendi sûretinde sadece iki defa görmüştür. Bunlardan birincisi, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Cibrîl'i kendi suretinde görmek istemişti ve onu gördüğünde Cibrîl ufku kaplamıştı. İkincisi ise Mirac'a çıkarıldığı zamandır. Allah'ın: "O en yüksek ufukta idi... Yemin olsun, o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir kısmını gördü" kelâmı da bunu ifade etmektedir. Yani burada Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), Cibrîl'i görmesi kastedilmektedir.

Ahmed, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, Taberânî, Azame'de Ebu'ş-Şeyh İbn Merdûye, Ebû Nuaym ve Delâil'de Beyhaki, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Cibrîl'i kendi suretinde gördü ve Cibrîl'in altı yüz kanadı vardı. Onun her bir kanadı ufku kaplamıştı. Onun kanatlarından ancak Allah'ın bilebileceği rengârenk inciler ve yakutlar dökülmekteydi.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cibrîl'i Sidretü'l-Münteha'nırı yanında gördüm. Onun altı yüz kanadı vardı. O, tüylerinden rengârenk inciler ve yakutlar döktürmekteydi" buyurmuştur.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "O, en yüksek ufukta idi" âyetini açıklarken: " Burada Güneş'in çıktığı yer kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "O en yüksek ufukta idi" âyetini açıklarken şöyle dedi: Hasan(-ı Basrî) bu konuda: "Burada doğunun en yüksek yeri kastedilmektedir" dedi. "Sonra yaklaşmış ve inmiştir" âyetini de: "Burada Cibrîl kastedilmektedir" şeklinde açıklamıştır. "Aradaki mesafe iki yay boyu oldu, hatta daha yakın" âyeti hakkında ise "Allah ve Cibrîl arasındaki mesafe iki yay boyu kadar kaldı, mânâsındadır" dedi.

Buhârî, Müslim, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Aradaki mesafe iki yay boyu oldu, hatta daha yakın" âyetini açıklarken: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Cibrîl'i gördü ve onun altı yüz kanadı vardı" dedi.

Firyabî, Abd b. Humeyd, Tirmizî İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî, Azame'de Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye, Ebû Nuaym ve Delâil'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Gözünün gördüğünü gönlü yalanlamadı" âyetini açıklarken: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Cibrîl'i gördüğü zaman onun üzerinde ipek kumaştan yeşil iki elbise vardı. O, yeryüzü ve gökyüzü arasını doldurmuştu" dedi.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Delâil'de Beyhakî Hazret-i Âişe'den bildirir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ilk olarak rüyasında Cibrîl'i Ecyâd denilen yerde görmüştü. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir ihtiyacından dolayı çıkınca Cibrîl kendisine: "Ey Muhammed! Ey Muhammed!" diye seslendi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sağına soluna baktı ve bir şey göremedi. Sonra yukarı baktığında onu gökyüzünün en yüksek yerinde ayak ayaküstüne atmış bir şekilde gördü. Cibrîl kendisini sakinleştirmek için: "Ey Muhammed! Ben Cibrîl'im, ben Cibril'im" diyordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kaçarak insanların arasına karıştı. Bir daha baktığında da bir şey göremedi. İnsanlardan ayrılınca baktı ve Cibrîl'i bir daha gördü. Allah'ın: "Batmakta olan yıldıza Yemin olsun ki... Sonra yaklaşmış ve inmiştir" kelâmı da bunu ifade etmektedir. Burada Cibril'in Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) yaklaşması kastedilmektedir. (.....) âyetindeki (.....) ifadesi yarım parmak mânâsındadır. "Böylece Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti." Yani Cibrîl, Rabbinin kuluna vahyedeceğini vahyetti.

İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Sonra yaklaşmış ve inmiştir" âyetini açıklarken: "Burada Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yüce Rabbine yaklaşıp sonra da inmesi kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Sonra yaklaşmış..." kelâmını: "Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), önce Rabbine yaklaşmış ve sonra inmiştir" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Aradaki mesafe iki yay boyu oldu..." kelâmını: "Ona iki yay boyu kadar yaklaştı, mânâsındadır" şeklinde açıkladı. Abd b. Humeyd'in lafzı ise: "Aralarında iki yay boyu bir mesafe vardı" şeklindedir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Aradaki mesafe iki yay boyu oldu..." kelâmını: "Cibrîl, ona yaklaştı ve aralarındaki mesafe bir veya iki arşın kadar kaldı" şeklinde açıklamıştır.

Taberânî, İbn Merdûye ve Muhtâre'de Diyâ'nın bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: (.....) ifadesi kadar, ifadesi ise iki arşın mânâsındadır" dedi.

Taberânî'nin Sünne'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) kelâmını açıklarken: "Kabe ifadesi kadar, Kavs ifadesi ise arşın mânâsındadır" dedi.

Taberânî'nin Sünne'de bildirdiğine göre Şakîk b. Seleme: (.....) âyetini açıklarken: "Burada arşın kastedilmektedir. Kavs ifadesi ise kendisiyle her şey ölçülen arşın mânâsındadır" dedi.

Taberânî'nin Sünne'de bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti açıklarken: "Arşın bir ölçüdür" dedi.

Âdem b. Ebî İyâs, Firyabî ve el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: "Aradaki mesafe iki yay boyu oldu..." kelâmını açıklarken: "Burada yay kirişinin yaya olan uzaklığı kadar bir mesafe kastedilmektedir. Bu da Rabbiyle arasında kalan mesafedir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid ve İkrime: "Ona o kadar yaklaştı ki aralarında yay kirişi ile yayın tutacak yeri arasındaki mesafe kadar bir mesafe kaldı" dediler.

Taberânî'nin Sünne'de bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) kelâmını açıklarken: "Burada iki yay boyu bir mesafe kastedilmektedir" dedi.

Taberânî'nin Sünne'de bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) kelâmını açıklarken: "Sizin, bu yaylarınızdan iki yay boyu bir mesafe kastedilmektedir" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Saîd el-Hudrî: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi götürüldüğü zaman Rabbine yaklaştı. "Aradaki mesafe iki yay boyu oldu, hatta daha yakın" oldu. Yayın kirişe ne kadar yakın olduğunu görmüyor musun?" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Bize bildirildiğine göre Kâbe ifadesi yayla kiriş arasındaki mesafedir" dedi.

Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Böylece Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti" âyetini: "Allah, kulu Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) vahyetti" şeklinde açıklamıştır.

Sünne'de Taberânî ve Hâkim'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ben büyük nuru gördüm. Aramızda üzerinde inciler ve yakutlar olan bir hicap vardı. Allah bana dilediğini vahyetti" buyurmuştur.

Ebu'ş-Şeyh ve Delâil'de Ebû Nuaym'ın bildirdiğine göre Şureyh b. Ubeyd: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gökyüzüne çıkarıldığı zaman Allah kendisine dilediğini vahyetti" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ise şöyle buyurdu: "Cibril, Rabbine yaklaştığını hissedince secdeye kapandı. Allah bana vahyedeceğini vahy edene kadar sürekli olarak: «Celal, kudret, büyüklük ve azamet sahibini her türlü eksikliklerden tenzih ederim» şeklinde tesbih ediyordu. Sonra başını secdeden kaldırdığında onu Allah'ın yaratmış olduğu şekilde gördüm. Onun kanatlan zeberced, inci ve yakuttandı. Bana iki gözünün arası ufku kapatmış gibi göründü. Daha önce onu sadece birilerinin suretinde görmüştüm. Onu en çok Dıhye el-Kelbî suretinde görmüştüm. Bazı zamanlarda da onu kişinin dostunu bir eleğin arkasından görmesi gibi görürdüm."

Abd b. Humeyd'in İbn Ömer'den bildirdiğine göre Cibrîl, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem), Dıhye el-Kelbî suretinde gelirdi.

Ahmed, Müslim, Taberânî, İbn Merdûye ve el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Gözünün gördüğünü gönlü yalanlamadı... Yemin olsun onu bir de diğer inişte görmüştü" âyetlerini: "Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) kalbiyle Rabbini iki defa gördü" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Gözünün gördüğünü gönlü yalanlamadı" âyetini: "Rabbini kalbiyle gördü" şeklinde açıklamıştır.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbrâhîm en-Nehaî (.....) ifadesini: (.....) şeklinde okuyup: "Onu bulursunuz" mânâsında açıklamıştır. (.....) okunmasını da: "Onunla mücadele edersiniz" şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti: (.....) şeklinde okurdu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) şeklinde okurdu.

Abd b. Humeyd'in Şa'bî'den bildirdiğine göre Şureyh bu âyeti: (.....) şeklinde (elif) harfi ile, Mesrûk ise (.....) şeklinde okurdu.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes: "Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), Rabbini gördü" demiştir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Rabbini gözüyle gördü" demiştir.

Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), Rabbini bir defa gözüyle, bir defa da kalbiyle olmak üzere iki defa görmüştür" dedi.

Tirmizî, Taberânî, İbn Merdûye ve el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Yemin olsun onu bir de diğer inişte görmüştü" âyetini: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), yüce Rabbini gördü" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve İbn Merdûye, Şa'bî'den bildirir: İbn Abbâs, Arafat'ta Ka'b ile karşılaşıp ona bir şey sorunca Ka'b(u'l-ahbâr) öyle bir tekbir getirdi ki sesi dağlarda yankı yaptı. İbn Abbâs: "Haşim oğulları iddia ederek: «Şüphesiz ki Muhammed Rabbini iki defa gördü» demektedir" dedi. Bunun üzerine Ka'b: "Allah görünmesi ve konuşmasını Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Mûsa (aleyhisselam) arasında taksim etti. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbini İki defa gördü. Mûsa'yi da (aleyhisselam) Rabbi iki defa konuşturdu" karşılığını verdi. Mesrûk der ki: "Hazret-i Âişe'nin yanına girip: «Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), Rabbini gördü mü?» diye sorduğumda, o: "Öyle bir şey sordun ki tüylerim diken diken oldu" cevabını verdi. Ona: "Acele etme" deyip: "Yemin olsun, o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir kısmını gördü" âyetini okudum. Bunun üzerine Hazret-i Âişe şöyle dedi: "Sen bu âyetle nereye götürülüyorsun? Onun gördüğü kişi Cibril'dir. Kim sana Muhammed'in Rabbini gördüğünü veya kendisine emredilenlerden bir şey gizlediğini veya "Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi şüphesiz yalnızca Allah katındadır. O, yağmuru indirir, rahimlerdekini bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır" âyetindeki bilinmeyen beş şeyi bildiğini söylerse en büyük yalanı söylemiş olur. Ancak Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Cibrîl'i görmüştür. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Cibrîl'i kendi suretinde iki defa görmüştür. Bir defa Sidretü'l-Münteha'da, bir defada Ciyâd'da gördü. Onun altı yüz kanadı vardı ve tüm ufku kaplamıştı."

Nesâî, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Dostluğun İbrâhîm'e (aleyhisselam), kelamın Mûsa'ya (aleyhisselam), görmenin de Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bahşedilmesine mi şaşıyorsunuz?" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime: "Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), Rabbini gördü" demiştir.

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Rabbimi en güzel bir surette gördüm. Bana: «Ey Muhammed! Meleu'l-A'lâ'dahilerin hangi konularda tartıştıklarını biliyor musun?» diye sordu. Ben: «Hayır, ey Rabbimi Bilmiyorum» dedim. Bunun üzerine Rabbim elini iki omuzum arasına koydu. Eli o kadar soğuktu ki, soğukluğunu göğsümde hissettim. O anda göklerde ve yerde olanları bildim ve: «Ey Rabbim! Kefaretler, dereceler, cemaat namazlarına gitmek ve namazdan sonra diğer namazı beklemek hakkında tartışıyorlar» dedim. Sonra: «Ey Rabbim! Şüphesiz ki sen İbrâhîm'i dost edindin, Mûsa ile konuştun ve şunu şunu yaptın» dedim. Bunun üzerine Yüce Allah: «Senin göğsünü açmadım mı? Yükünü üzerinden atmadım mı? Sana şunu yapmadım mı? Sana şunu yapmadım mı?» buyurdu. Bana öyle şeyler verdi ki bunları size anlatmama izin vermemiştir. «Sonra yaklaşmış ve inmiştir. Aradaki mesafe iki yay boyu oldu, hatta daha yakın. Böylece Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti. Gözünün gördüğünü gönlü yalanlamadı» âyetleri de bunları ifade etmektedir. Allah gözümün nurunu kalbimde kıldı ve ben Rabbime kalbimle baktım."

İbn İshâk ve el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Beyhakî'nin, Abdullah b. Ebî Seleme'den bildirdiğine göre Abdullah b. Ömer b. el-Hattâb elçisini: "Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), Rabbini gördü mü?" diye sorması için Abdullah b. Abbâs'a gönderdi. Abdullah b. Abbâs ta ona: "Evet, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), Rabbini gördü" diye haber gönderdi. Bunun üzerine Abdullah b. Ömer, elçisini: "Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbini nasıl gördü?" diye sorması için tekrar Abdullah b. Abbâs'a gönderdi. Abdullah b. Abbâs ta ona şöyle bir cevap gönderdi:

"Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbini yeşil bir bahçe içinde gördü. Aralarında altından bir örtü vardı ve altından kürsüsü üzerinde idi. Onu dört melek taşımaktaydı. Bir melek adam suretinde, bir melek öküz suretinde bir melek kartal suretinde ve bir melek aslan suretindeydi."

el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Beyhakî'nin İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs'a: "Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbini gördü mü?" diye sorulunca: "Evet, gördü, sanki ayakları bir bahçenin içindeydi. Aralarında inciden bir örtü vardı" dedi. Ona: "Ey İbn Abbâs! Allah: "Gözler onu idrak edemez..." buyurmuyor mu?" dediğimde: "Annen olmaya, burada Allah'ın nuru kastedilmektedir. Eğer Allah nuru ile tecelli edecek olursa hiçbir şey onu idrak edemez" cevabını verdi.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. Ka'b el- Kurazî'den bildirir: Ashâb: " Resûlüllah! Rabbini gördün mü?" diye sorunca, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onu kalbimle iki defa gördüm" buyurdu ve: "Gözünün gördüğünü gönlü yalanlamadı" âyetini okudu.

İbn Cerîr'in ashâbdan bir kişiden bildirdiğine göre Müslümanlar: " Resûlüllah! Rabbini gördün mü?" diye sorunca, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onu gözümle görmedim, ama kalbimle iki defa gördüm" buyurdu ve: "Sonra yaklaşmış ve inmiştir" âyetini okudu.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ebu'l-Âliye'den bildirir: Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "«Rabbini gördün mü?» diye sorulunca: «Evet, bir nehir gördüm. Nehrin öbür tarafında bir hicap, hicabın arkasında da bir nur gördüm. Başka bir şey de görmedim»" buyurdu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: "Gözünün gördüğünü gönlü yalanlamadı" âyetini: "Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), Rabbini gözü ile değil, kalbi ile görmüştür" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: "Gözünün gördüğünü gönlü yalanlamadı" âyetini: "Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), Rabbini iki defa kalbiyle görmüştür" şeklinde açıkladı.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Ben Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbini gördüğünü veya görmediğini iddia etmiyorum" demiştir.

Müslim, Tirmizî ve İbn Merdûye, Ebû Zer'den bildirir: Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Rabbini gördün mü?" diye sorduğumda, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "O bir nurdur, onu nasıl görebilirim?" karşılığını verdi.

Müslim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Zer, Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Rabbini gördün mü?" diye sorunca, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bir nur olarak gördüm" buyurdu.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Zer: "Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbini kalbi ile görmüştür, gözü ile görmemiştir" dedi.

Nesâî'in bildirdiğine göre Ebû Zer: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Rabbini kalbi ile görmüştür, gözü ile görmemiştir" dedi.

Müslim ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre Ebû Hureyre: "Yemin olsun onu bir de diğer inişte görmüştü" âyetini: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Cibrîl'i (aleyhisselam) görmüştür" şeklinde açıkladı.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî): "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Cibrîl'i kendi suretinde görmüştür" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Murra el-Hemdânî: "Cibrîl, Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) kendi suretinde sadece iki defa gelmiştir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu yeşillik bir yerde üzerine inciler asılmış bir şekilde gördü" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Yemin olsun onu bir de diğer inişte görmüştü" âyetini açıklarken: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Sidretü'l- Münteha'nın yanında büyük bir nur görmüştü" dedi.

Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Yemin olsun onu bir de diğer inişte görmüştü" âyetini açıklarken: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Cibrîl'i ayağı Sidre'ye asılı bir şekilde gördü. Ayağı üzerinde bitki üzerindeki yağmur damlacıkları gibi inciler bulunmaktaydı" dedi.

Ebu'ş-Şeyh'in Azame'de bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Yemin olsun onu bir de diğer inişte görmüştü. Sidretü'l-Münteha'nın yanında" âyetlerini açıklarken: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Cibrîl'i kendi suretinde altı yüz kanatlı bir şekilde Sidre'nin yanında gördü. Onun bir kanadı ufku kaplamıştı. Kanatlarından sadece Allah'ın bileceği rengarenk inciler ve yakutlar dökülmektedir" dedi.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Müslim, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve Delâil'de Beyhaki, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi çıkarıldığı zaman altıncı semada olan Sidretü'l-Münteha'ya götürüldü. Yeryüzünden çıkanlar orada son bulur ve orada ondan alınır. Üstünden inenler de orada son bulur ve orada ondan alınır. "O zaman Sidre'yi kaplayan kaplamıştı." Burada altın kelebekler kastedilmektedir. Orada Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) üç şey verildi. Bunlardan biri beş vakit namaz, biri Bakara Sûresinin son âyetleri ve biri de ümmetinden hiç bir şeyi Allah'a şirk koşmayanların ve büyük günahlarının bağışlanmasıdır.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs'a Sidretü'l- Münteha sorulunca: "Her âlimin ilmi orada son bulur. Ondan geriye olanı da ancak Allah bilir" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Dahhâk'a: "Niçin Sidretü'l-Münteha diye adlandırılmıştır?" diye sorulunca: "Çünkü Allah'ın emirlerinden her şey orada son bulur ve onu geçemez" dedi.

İbn Cerîr, Şimr'den bildirir: İbn Abbâs, Ka'b'ın yanına gelerek: "Bana Sidretü'l-Münteha'dan bahset" dedi. Bunun üzerine Ka'b(u'l-ahbâr): "Sidre Arş'ın ortasındadır. Her âlimin ilmi yani mukarreb meleğin ve peygamber olarak gönderilmiş resullerin ilmi orada son bulur. Ondan geriye olanı da ancak Allah bilir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr) der ki: "Sidretü'l-Münteha, Arş'ı taşıyanların başları üzerindedir. Bütün yaratıkların ilmi orada son bulur. Ondan geriye olan hakkında hiç kimsenin bir bilgisi yoktur. İlmin orada son bulması sebebi ile Sidretü'l-Münteha diye adlandırıldı."

İbn Ebî Şeybe, İbn Abbâs'tan bildirir: Ka'b'a: "Sidretü'l-Münteha nedir?" diye sorduğumda: "Meleklerin ilminin son bulduğu yerdir. Allah'ın emirlerini de orada bulurlar. Hiçbir ilim onlara erişemez" dedi. Yine ona, Cennetü'l- Me'va'yı sorduğumda: "İçinde, şehitlerin ruhlarını yükselten yeşil kuşlar bulunan Cennettir" dedi.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında" âyetini açıklarken: "Burada Cennetin ortası kastedilmektedir. Onun üzerine ince ipek kumaş ve kalın ipek atlas konulmuştur" dedi.

Ahmed ve İbn Cerîr'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ben Sidretü'l-Münteha'ya götürüldüğümde meyvelerinin küpler gibi yapraklarının da fillerin kulakları gibi olduğunu gördüm. Allah'ın emri onu kapladığı zaman onun meyveleri ve yaprakları yakut, zümrüt ve buna benzer şeylere dönüştü" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid: "Sidretü'l-Münteha..." ayetini açıklarken: "Burada âhiret gününün ilk günü ve dünyanın son günü kastedilmektedir. İşte orası (her şey için) son bulan yerdir" dedi.

İbn Cerîr, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Esmâ binti Ebî Bekr, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Sidretü'l-Münteha'yı şöyle vasıflandırdığını işitmiştir: "Bir binitti bir dalının gölgesinde yüz yıl yol gider. Ya da bir dalının gölgesinde yüz binitti gölgelenir. Onda altından kelebekler vardır. Onun meyveleri küp gibidir. "

Hakîm et- Tirmizî ve Ebû Ya'la'nın İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "O zaman Sidre'yi kaplayan kaplamıştı" âyetini açıklarken: "Onu gördüm ve tespit ettim. Sonra aramızda altından kelebekler oluştu" buyurdu.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) şeklinde okudu ve: (.....) şeklinde okuyan kişileri ayıpladı.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Abdullah b. ez-Zübeyr: "Kim bu âyeti: (.....) şeklinde okursa Allah onu deli etsin. Çünkü bu âyet: (.....) şeklindedir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Me'vâ Cenneti onun (Sidre'nin) yanındadır" âyetini açıklarken: "Cennetü'l-Me'va Arş'ın sağındadır ve şehitlerin yeridir" dedi.

Âdem b. İyâs ve el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: "O zaman Sidre'yi kaplayan kaplamıştı" âyetini açıklarken: "Sidre ağacının dalları inci, yakut ve zeberceddendi. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) hem onu, hem Rabbini kalbiyle gördü" dedi.

Ebu'ş-Şeyh'in Azame'de bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Cennet yedinci semada en yüksek yerdedir. Cehennem ise yedi kat yerin dibindedir" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib bu âyeti: (.....) şeklinde okudu ve: "Konaklama Cenneti mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "O zaman Sidre'yi kaplayan kaplamıştı" âyetini açıklarken: "Burada Sidre'yi kaplayanlardan kasıt meleklerdir" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Seleme b. Vehrâm: "O zaman Sidre'yi kaplayan kaplamıştı" âyetini açıklarken: "Melekler Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) görmek için Yüce Allah'dan izin istediler. Allah da izin verince de melekler Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) görmek için Sidre'nin etrafını kapladılar" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Yakûb b. Zeyd der ki: "Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sidre'nin yanında ne gördün?" diye sorulunca, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Altından kelebekler gördüm" buyurdu.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes: "O zaman Sidre'yi kaplayan kaplamıştı" âyetini açıklarken: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu İsrâ gecesi götürüldüğü zaman gördü. Onu altından çekirgeler kaplamıştı" dedi.

Firyabî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Gözü oradan ne kaydı ve ne de onu aştı" âyetini açıklarken: "Göz ne sağa, ne de sola kaymadı ve kendisine emredileni de aşmadı, mânâsındadır" dedi.

Firyabî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Buhârî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Merdûye, Ebû Nuaym ve Delâil'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Yemin olsun, o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir kısmını gördü" âyetini açıklarken: "Ufku kaplayan Cennetten yeşil bir perde gördü" dedi.

İbn Cerîr'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İsrâ gecesi götürüldüğüm zaman Cibrîl beni Cennete götürdü. Cennete girdim ve bana Kevser verildi. Sonra beni Sidretü'l-Münteha'ya götürdü. O, Rabbine yaklaştı, derken sarkıp ve daha da yakın oldu. Aralarındaki mesafe, iki yay kadar yahut daha az kaldı. "

İbn Ebî Şeybe'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sidretü'l-Münteha'ya vardığımda onun yapraklarının filkulağı gibi meyvesinin de küp gibi olduğunu gördüm. Allah'ın emri onu kapladığı zamanda değişiverdi" buyurdu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun yakuta dönüştüğünü zikretti.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr): "Bütün eygamberlerin ve meleklerin işleri Sidretü'l-Münteha'da son bulur" dedi.

19

Bkz. Ayet:21

20

Bkz. Ayet:21

21

"Siz de gördünüz mü, Lât'ı ve Uzza'yı? Üçüncü olarak da öteki Menat'ı? Erkek size de, dişi O'na mı?"

Abd b. Humeyd, Buhârî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Lât, hacılara un çorbası yapan bir kişiydi" dedi. Abd b. Humeyd'in lafzı ise: "Lât, un çorbası yapar ve hacılara içirirdi" şeklindedir.

Nesâî ve İbn Merdûye, Ebu't-Tufayl'dan bildirir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'yi fethettiği zaman Hâlid b. el-Velîd'i, Uzza'nın bulunduğu yere Nahle'ye gönderdi. Hâlid, üç muğaylan ağacı üzerinde olan Uzza'nın yanına geldi ve bu ağaçları keserek üzerine inşa edilmiş olan evi yıktı. Sonra da Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip durumu haber verdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Geri dön, şüphesiz sen hiç bir şey yapmamışsın" buyurdu. Bunun üzerine Hâlid geri döndü. Uzza'nın hizmetçileri ve koruyucuları onu görünce: "Ey Uzza, ey Uzza!" diyerek dağa kaçtılar. Hâlid oraya gelince çırılçıplak bir kadının saçlarını sarkıtmış, başına avuçlarıyla toprak saçtığını gördü. Hâlid kadını öldürünceye kadar ona kılıcıyla vurdu. Yine Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) dönüp durumu haber verdi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "İşte o, Uzza'dır" buyurdu.

Taberânî ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Uzza Nahle'nin orta yerindeydi. Lât ise Tâif'te, Menât ise Kudeyd'deydi.

Saîd b. Mansûr ve Fâkihî, Mücâhid'den bildirir: Lât cahiliye zamanında Tâif'te evi bir kayalıkta olan ve koyunları bulunan bir kişi idi. Bu kişi koyunların sütünden yağı çıkarır, Tâif'ten de kuru hurma alarak bir çeşit çorba yapar ve bunu oradan geçenlere içirirdi. Bu kişi öldükten sonra ona taparak: "İşte Lât budur" dediler. Mücâhid: (.....) ifadesini: (.....) şeklinde şeddeli olarak okurdu.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Lât bir kaya üzerinde çorba yapan biri idi. Onun çorbasından içen kişi mutlaka semirirdi. Sonra ona taptılar.

Fâkihî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Lât öldüğü, zaman Amr b. Luhey, onlara: "O, ölmedi, kayanın içine girdi" dedi. Bunun üzerine o kayaya taptılar ve üzerine bir ev inşa etiler.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Siz de gördünüz mü, Lât'ı..." kelâmını açıklarken şöyle dedi: "Lât, kuru üzüm suyuyla ve unla çorba yapan Sakîf'li bir kişi idi. Öldüğü zaman mezarını put edindiler ve ona tapmaya başladılar. İnsanlar bu kişinin Adven'lilerden Âmir b. ez-Zarib olduğunu iddia etmekteydi."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "(=Siz de gördünüz mü, Lât'ı ve Uzza'yı)" kelâmını açıklarken: "Lât, Tâif'te un çorbası yapan bir kişi idi. Öldüğü zaman onun mezarını tapınak ettiler. Uzza ise ağaçlardan ibarettir" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Siz de gördünüz mü, Lât'ı ve Uzza'yı? Üçüncü olarak da öteki Menat'ı?" âyetlerini açıklarken: "Bunlar kendilerine taptıkları ilahlardır. Lât, Tâif ahalisinin taptığı, Uzza, Sükâme'de, Nahle'nin ortasında bulunan Kureyşlilerin taptığı, Menât ise Kudeyd'de Ensâr'ın taptığıydı" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Ebû Sâlih'ten bildirir: Lât onların ilahlarının bakıcısı idi. Kendilerine çorba yapardı. Uzza ise, Nahle denilen yerde kendisine deriden iplerini ve yünlerini astıkları hurma ağacıdır. Menât ise Kudeyd'de bir taştır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebu'l-Cevzâ: "Lât, üzerinde çorba yapılan bir taştı. Bu sebeple de Lât diye adlandırıldı" dedi.

22

"Oyle ise bu çok insafsızca bir paylaştırmadır”

Tastî'nin Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: "Bana: (.....) kelâmını açıkla" deyince, İbn Abbâs: "Dîzâ ifadesi insafsız mânâsındadır" dedi. Nâfi' b. el-Ezrak: "Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Evet bilirler, İmriu'l-Kays'ın:

"Esed oğulları hükümlerinde insafsız oldular

Çünkü başla kuyruğu birbirine eşit kıldılar" dediğini işitmedin mi?" karşılığını verdi.

Firyabî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Bu çok insafsızca bir paylaştırmadır" kelâmını açıklarken: "Bu, doğru olmayan bir paylaştırmadır" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Bu çok insafsızca bir paylaştırmadır" kelâmını açıklarken: "Bu, eksik bir paylaştırmadır" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humey ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: ..... kelâmını açıklarken: "Bu insafsızca bir paylaştırmadır" dedi.

Abd b. Humeyd, Dahhâk'tan aynısını bildirir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) kelâmını açıklarken: "Bu, insafsızca haksız bir paylaştırmadır" dedi.

23

 O putlar hiç bir şey değil, ancak sizin ve babalarınızın uydurduğu isimlerdir. Allah onlara (ilâh olduklarına dair) hiç bir hüccet indirmedi. O kâfirler, yalnız zanna ve nefislerin sevdasına tâbi oluyorlar. Hâlbuki kendilerine, Rableri katından doğru yolu gösteren (Rasûl) geldi.

24

"Yoksa insan, her arzu ettiği şeye sahip mi olacaktır?"

Ahmed, Buhârî ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sizden biri bir şey temenni ettiği zaman ne temenni ettiğine baksın. Şüphesiz ki o, temenni ettiğinden neyin kendi lehine yazılmış olduğunu bilemez" buyurmuştur.

25

Fakat Allah’ındır Âhiret ve dünya...

26

"Allah, dilediğine ve hoşnut olduğuna izin vermedikçe, göklerde bulunan nice meleklerin şefaati bir şeye yaramaz."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Göklerde bulunan nice meleklerin şefaati bir şeye yaramaz" kelâmını açıklarken: "Müşriklerin: «Putlar şefaat edeceklerdir» demeleri üzerine Allah: "Göklerde bulunan nice meleklerin şefaati bir şeye yaramaz" buyurmuştur" dedi.

27

Şüphesiz Âhirete îman etmiyenler, meleklere dişi ismi takıb duruyorlar. (Melekler, Allah’ın kızlarıdır diyorlar).

28

"Onların, bu hususta hiçbir bilgisi yok, ancak zanna kapılıyorlar ve şüphe yok ki zan, gerçeğe karşı hiçbir şeye yaramaz."

İbn Ebî Hâtim, Ömer b. el-Hattâb'dan bildirir: Din hususunda zanna kapılmaktan sakının. Şüphesiz ki, Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) zannı isabet ederdi. Çünkü Allah ona olacak şeyleri gösterirdi. Bizim görüşümüz ise bilmediğimiz bir şey hakkındadır. "Şüphe yok ki zan, gerçeğe karşı hiçbir şeye yaramaz."

29

Onun için (Ey Resûlüm), sen, o bizim Kur’ânımızdan yüz çevirib de yalnız dünya hayatını istiyen kimselere bakma.

30

"İşte onların erişebilecekleri bilgi budur. Şüphesiz Rabbin yolundan sapmış olanı pekiyi bilir, doğru yolda olanı da çok iyi bilir."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "İşte onların erişebilecekleri bilgi budur..." kelâmını açıklarken: "Burada görüşleri kastedilmektedir" dedi.

Tirmizî, İbnu's-Sünnî ve Hâkim, İbn Ömer'den bildirir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir meclisten kalkmadan önce mutlaka ashâbına şu duaları yapardı:

"Allahım! Sana karşı ma'siyetlerle aramıza perde olacak bir korku, bizi Cennetine götürecek bir kulluk ve bize, dünya musibetlerine karşı bizi güçlü kılacak bir iman nasip et. Allahım! Bizi yaşattığın sürece, kulaklarımız, gözlerimiz ve gücümüzden bizi faydalandır. Aynı şeyleri zürriyetimize de nasip et. Bize zulmedenlerden intikamımızı al ve düşmanlarımıza karşı bize yardım et. Musibetimizi dinimizde kılma. En büyük tasamızı ve ilmimizin sonunu dünya yapma ve bize acımayanları üzerimize musallat etme. "

31

"Göklerde ve yerde bulunanlar hep Allah'ındır. Bu, Allah'ın, kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, güzel davrananları da daha güzeliyle mükâfatlandırması içindir."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Bu, Allah'ın, kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, güzel davrananları da daha güzeliyle mükâfatlandırması içindir" kelâmını açıklarken: "Burada kötülük edenlerle şirk ahalisi, iyilik edenlerle de müminler kastedilmektedir" dedi.

32

"Onlar, küçük günahları dışında, büyük günahlardan ve çirkin işlerden uzak duran kimselerdir. Şüphesiz Rabbin, bağışlaması çok geniş olandır. Sizi, topraktan yarattığında da ve analarınızın karnında ceninler iken de, en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü o, Allah'a karşı gelmekten sakınanları en iyi bilendir."

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Onlar... büyük günahlardan ve çirkin işlerden uzak duran kimselerdir..." kelâmını açıklarken: "Burada büyük günahlarla Allah'ın ateşle cezalandıracağını bildirdiği günahlar, çirkin işlerle de ceza olarak dünyada iken had (şeri ceza) uygulanan işler kastedilmektedir" dedi.

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve Sünen'de Beyhakî İbn Abbâs'tan bildirir: Ebû Hureyre'nin, Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) rivayet etmiş olduğu hadisteki şu sözlerden daha fazla lememe (küçük günahlara) benzeyen bir şey görmedim: "Allah, Âdemoğluna zinadan payını yazmıştır ve Ademoğlu o payına mutlaka ulaşacaktır. Gözün zinası bakmak, dilin zinası ise konuşmaktır. İnsanın nefsi temenni eder ve arzular. Kişinin cinsel organı da bunları ya doğrular, ya da yalanlar."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve Şuabu'l- İmân'da Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Küçük günahları dışında" kelâmını açıklarken şöyle demiştir: "Gözlerin zinası bakmak, dudakların zinası ise öpmektir. Ellerin zinası tutmak, ayakların zinası ise yürümektir. Kişinin cinsel organı da bunları ya doğrular, ya da yalanlar. Kişi bu işlere cinsel organıyla yaklaşırsa zina etmiş olur. Aksi takdirde işlediği şeyler küçük günahlardan sayılır."

Müsedded, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre'ye: "...Küçük günahları dışında..." kelâmının açıklaması sorulunca: "Burada bakmak, çimdik atmak, öpmek ve okşamak kastedilmektedir. Eğer erkeklik organı kadının cinsel organına değerse gusül vacip olur. Çünkü bu zinadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abdullah b. ez-Zübeyr: "Ufak tefek kusurlar iki had (şeri ceza) arasında işlenen günahlardır" dedi.

Saîd b. Mansûr, Tirmizî, Bezzâr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Şuabu'l-imân'da Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Küçük günahları dışında..." kelâmını açıklarken: "Burada kişinin çirkin işler yapıp sonradan tövbe etmesi kastedilmektedir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda:

"Allahım! Bağışlarsan bütün günahları bağışlarsın,

Küçük günahı olmayan hangi kulun var ki?" buyurmuştur.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Küçük günahları dışında..." kelâmını açıklarken: "Burada Müslüman olmadan önceki geçmiş ufak tefek günahlar kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr, İbn Zeyd'den bildirir: Burada: "Onlar daha dün bizimle beraber bizim yaptıklarımızı yapmaktaydı" diyen müşrikler kastedilmektedir. Bunun üzerine Yüce Allah, Müslümanlıktan önce Cahiliye zamanında işledikleri şeyler hakkında: "...Küçük günahları dışında..." âyetini indirdi ve Müslüman olduklarında onların bu ufak tefek günahlarını bağışladı.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem: "Onlar... büyük günahlardan ve çirkin işlerden uzak duran kimselerdir..." kelâmını açıklarken şöyle dedi: "Burada büyük günahlarla şirk, çirkin işlerle de zina kastedilmektedir. Onlar İslam'a girdikleri zaman bu çirkin işleri bıraktılar. Bunun üzerine Yüce Allah, onların Müslüman olmadan önce işlemiş oldukları ufak tefek günahları bağışladı."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Şuabu'l-îmân'da Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre: "...Küçük günahları dışında..." kelâmını: "Burada ufak tefek kusurlarla zina ettikten sonra veya içki içtikten sonra tövbe edip onlara tekrar dönmemek kastedilmektedir. Kişinin işlediği günahlara tekrar dönmemesi “lemem” demektir" şeklinde açıkladı.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Küçük günahları dışında..." kelâmını: "Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı: «Ufak tefek kusurlar demek kişinin zina edip veya içki içtikten sonra bunlardan uzak durup tövbe etmesidir» derdi" şeklinde açıklamıştır.

İbn Merdûye'nin Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Lemem'in ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sorunca, ashâb: "Allah ve Resûlü en iyi bilir" dediler. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kişinin bakarak zina etmesi ve bunu tekrar etmemesi, kişinin içki içmesi ve bunu tekrar etmemesi ve kişinin hırsızlık edip bunu tekrar etmemesidir (yani bunlardan tövbe etmesidir)" buyurdu.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Küçük günahları dışında..." kelâmını açıklarken: "Kişinin bir zamanlar böylesi günahları işledikten sonra tövbe etmesi kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd, Ebû Sâlih'ten bildirir: Bana ufak tefek kusurlar hakkında sorulunca: "Bu, kişinin günah işledikten sonra tövbe etmesidir" dedim. Bu durumu İbn Abbâs'a haber verdiğimde, o: "Bu cevabı vermekte şerefli bir melek sana yardımcı olmuştur" dedi.

Buhârî'nin Târih'te bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "...Küçük günahları dışında..." kelâmını açıklarken: "Burada, bir zamanlar zina etmek kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: "...Küçük günahları dışında..." kelâmını açıklarken: "Burada zina edip te tövbe etmek ve bir daha ona dönmemek kastedilmektedir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atâ: "Burada cinsel ilişki dışındaki (okşamak, öpmek koklamak gibi) diğer günahlar kastedilmektedir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime'ye, Hasan'ın: "Lemem demek zinayı düşünmek demektir" dediği söylenince: "Hayır, öyle değildir. Lemem demek kucaklamak, öpmek ve koklamak demektir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Amr: "Lemem şirkin dışında olan günahlardır" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildirir: Lemem iki had arasında işlenen günahlardır. Biri dünya cezası, biri de âhiret azabıdır. Kişinin namazı bu günahlarına kefaret olur. Bu günahlar cezayı vacip kılan günahlar dışındadır. Dünya haddi, Allah'ın, dünyada iken cezasının çekilmesini emrettiği bütün günahlardır. Âhiret haddi ise Allah'ın ateşle mühürlediği ve cezasını âhirete bıraktığı bütün günahlardır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:..... kelâmını açıklarken şöyle dedi: "Lemem iki had arasında olan, dünya ve âhiret cezası gerektirmeyen ufak tefek kusurlardır. Yani Allah'ın âhirette cezalandıracağı günahlardan veya dünyada had (şeri cezayı) gerektiren çirkinliklerden daha hafif olan kusurlardır."

İbn Cerîr, Muhammed b. Sîrîn'den bildirir: Bir kişi Zeyd b. Sâbit'e: "Onlar, küçük günahları dışında, büyük günahlardan ve çirkin işlerden uzak duran kimselerdir..." kelâmının açıklamasını sorunca: "Allah sana çirkinliklerin açığını da, gizlisini de haram kılmıştır" dedi.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Merdûye, Ma'rife'de Ebû Nuaym ve Vâhidî, Sâbit b. el-Hâris el-Ensârî'den bildirir: Yahudiler kendilerinden küçük bir çocuk öldüğü zaman: "Bu sıddîk'tir (Allah dostudur)" derlerdi. Bu durum Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) ulaşınca: "Yahudiler yalan söylüyor. Allah'ın yarattığı hiçbir nefis yoktur ki, daha o annesinin karnında iken Allah, onun cennetlik mi, cehennemlik mi olacağını bilmesin" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah: "Sizi, topraktan yarattığında da ve analarınızın karnında ceninler iken de, en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, Allah'a karşı gelmekten sakınanları en iyi bilendir" âyetini indirdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Sizi, topraktan yarattığında da ve analarınızın karnında ceninler iken de, en iyi bilendir..." âyeti: "O, hidayete erenleri de en iyi bilendir" âyetinin bir benzeridir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Sizi, topraktan yarattığında da ve analarınızın karnında ceninler iken de, en iyi bilendir" kelâmını açıklarken: "Burada Âdem'i (aleyhisselam) yarattığı ve Âdem'den de sizi yarattığı zaman kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Sizi, topraktan yarattığında da ve analarınızın karnında ceninler iken de, en iyi bilendir" kelâmını açıklarken: "Allah her nefsin ne yaptığını, ne yapacağını ve nereye gideceğini bilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem: "Bunun için kendinizi temize çıkarmayın..." kelâmını açıklarken: "Kendinizi beri kılmayın mânâsındadır" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Bunun için kendinizi temize çıkarmayın..." kelâmını açıklarken: "Masiyetlerle amel edip: «Biz itaat üzere amel ediyoruz» demeyin, mânâsındadır" dedi.

İbn Sa'd, Ahmed, Müslim, Ebû Dâvud ve İbn Merdûye'nin Zeyneb binti Ebî Seleme'den bildirdiğine göre kendisine Berre (=iyi kadın) ismi takıldığında, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kendinizi temize çıkarmayın. Sizden kimin iyi olduğunu Allah daha iyi bilendir. Onun adını Zeyneb koyun" buyurdu.

Zübeyr b. Bekkâr el-Muvaffakiyât'ta dedesi Abdullah b. Mus'ab'dan bildirir: Ebû Bekr es-Sıddîk, Kays b. Âsım'a: "Bize kendini vasfet" deyince, Kays: "Yüce Allah: «Bunun için kendinizi temize çıkarmayın...» buyurmaktadır. Ben de kendimi temize çıkaracak değilim. Allah bana bunu yasaklamıştır" dedi. Ebû Bekr, Kays'ın bu hareketini beğenmişti.

33

Bkz. Ayet:36

34

Bkz. Ayet:36

35

Bkz. Ayet:36

36

"Şimdi gördün mü o yüz çevireni? Biraz verip sonra vermemekte direneni? Gaybın bilgisi kendi yanındadır da o görüyor mu? Yoksa kendisine bildirilmedi mi Musa'nın sahîfelerinde olanlar?"

İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gazveye çıkmıştı. Bir kişi geldi ve bölüğe katılmak için bir binek bulamadı. Bir arkadaşını görünce de: "Bana bölüğe katılmam için bir binek ver" dedi. Adam: "Benim günahlarımı yüklenmen şartıyla sana bir devemi veririm" deyince o da bunu kabul etti. Bunun üzerine Yüce Allah: "Şimdi gördün mü o yüz çevireni? Biraz verip sonra vermemekte direneni?" âyetlerini indirdi.

İbn Ebî Hâtim, Derrâc Ebu's-Semh'ten bildirir: Bir bölük gazveye çıkmıştı. Bir kişi bölüğe katılmak için Resûlüllah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) bir binek isteyince, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Seni bindirecek bir binit bulamıyorum" buyurdu. Bunun üzerine adam üzgün bir şekilde oradan ayrıldı. Yolda giderken, çökmüş develerinin başında duran birini gördü ve durumunu ona anlattı. Bu kişi ona: "İyiliklerini bana vermen karşılığında sana bir deve versem ve bölüğe katılsan, ne dersin?" dedi. O da bunu kabul etti ve deveyi aldı. Bunun üzerine: "Şimdi gördün mü o yüz çevireni... Sonra çalışmasının karşılığı kendisine tastamam verilecektir" âyetleri indi.

İbn Cerîr, İbn Zeyd'den bildirir: Bir kişi Müslüman olmuş ve kendisini ayıplayan biri ile karşılaşmıştı. Ona: "Büyüklerinin dinini terk ederek onların sapıklık içinde ve Cehennemlik olduklarını mı iddia ediyorsun?" dedi. Müslüman olan kişi: "Hayır, ben Allah'ın azabından korkuyorum" karşılığını verince: "Bana bir şeyler ver ve ben senin bütün günahlarını yükleneyim" dedi. O da bunu kabul edip ona bir şeyler verdi. Ancak ayıplayan kişi: "Daha ver" deyince, Müslüman vermemekte o da daha istemekte diretti. Bunun üzerine Müslüman ona bir şeyler daha verdi. Sonra bu anlaşmalarını bir kâğıda yazdılar ve onu şahit kıldılar. Bu olay üzerine: "Şimdi gördün mü o yüz çevireni? Biraz verip sonra vermemekte direneni? Gaybın bilgisi kendi yanındadır da o görüyor mu?" âyetleri indi.

Firyabî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Şimdi gördün mü o yüz çevireni? Biraz verip sonra vermemekte direneni? Gaybın bilgisi kendi yanındadır da o görüyor mu?" âyetlerini açıklarken şöyle dedi: "Burada Velîd b. el-Muğîre kastedilmektedir. Bu kişi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Ebû Bekr'e gidip onların dediklerini dinlerdi. Onun kendi nefsinden bir şey vermesi dinlemek için kulak vermesiydi. Sonra da onları dinlemez oldu. Gayb ifadesiyle de Kur'ân kastedilmektedir. Velîd, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Ebû Bekr'in yanına gittiğinde Kur'ân'da batıl olan bir şey mi gördü, mânâsındadır" dedi.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Biraz verip sonra vermemekte direneni?" âyetini açıklarken: "Bu âyet az verip de sonra vermemekte direnen Âs b. Vâil hakkında inmiştir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Biraz verip sonra vermemekte direneni?" âyetini açıklarken: "Burada biraz itaat ettikten sonra artık itaat etmemek kastedilmektedir" dedi.

Tastî'nin Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: "Bana: (.....) kelâmını açıkla" deyince, İbn Abbâs: "Burada kişinin az verip çok vermeyi men etmesi ve verdiğiyle minnet etmesi kastedilmektedir" dedi. Nâfi' b. el-Ezrak: "Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Evet bilirler, şâirin:

"Azıcık bir şey verdikten sonra minnet etmekte

Oysa insanlar arasında iyilik eden övülmekte" dediğini işitmedin mi?" karşılığını verdi.

37

"Yine vazifesini yerine getiren İbrahim'in sahifelerinde olanlar bildirilmedi mi?"

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, el- Elkâb'da Şîrâzî ve Deylemî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yine vazifesini yerine getiren İbrâhîm'in sahifelerinde olanlar bildirilmedi mi?" âyetinin ne demek olduğunu biliyor musunuz?" diye sorunca, ashâb: "Allah ve Resûlü daha bilir" karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "O, günlük amelini günün başında kıldığı dört rekat namazla tamamlardı" buyurdu. Ashâb bu namazın kuşluk namazı olduğunu iddia ederdi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Yine vazifesini yerine getiren İbrâhîm'in sahifelerinde olanlar bildirilmedi mi?" âyetini: "Tebliğ ederek Allah'a karşı vazifesini yerine getirdi" şeklinde açıklamıştır.

Firyabî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Yine vazifesini yerine getiren İbrâhîm'in sahifelerinde olanlar bildirilmedi mi?" âyetini açıklarken: "Burada, Allah'ın kendisine farz kılmış olduğu şeyleri hakkıyla yaparak vazifesini yerine getirmesi kastedilmektedir" dedi.

Hâkim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: İslam'ın rükünleri otuz tanedir. Onları İbrâhîm'den (aleyhisselam) önce yerine getiren hiç kimse yoktur.

Zira Allah: "Yine vazifesini yerine getiren İbrahim'in sahifelerinde olanlar bildirilmedi mi?" buyurmaktadır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Yine vazifesini yerine getiren İbrahim'in sahifelerinde olanlar bildirilmedi mi?" âyetini açıklarken:

"Rabbinin risalelerini halkına tebliğ ederek vazifesini yerine getirdi mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid ve İkrime: "Yine vazifesini yerine getiren İbrâhîm'in sahifelerinde olanlar bildirilmedi mi?" âyetini açıklarken: "İbrâhîm (aleyhisselam): "Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez" kelâmını tebliğ ederek vazifesini yerine getirmiştir" dediler.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Yine vazifesini yerine getiren İbrâhîm'in sahifelerinde olanlar bildirilmedi mi?" âyetini açıklarken: "Kendisine emredilenleri tebliğ ederek vazifesini yerine getirmesi kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Yine vazifesini yerine getiren İbrâhîm'in sahifelerinde olanlar bildirilmedi mi?" âyetini açıklarken şöyle dedi: "İbrâhîm'in (aleyhisselam) itaatini tamamlaması, oğlu hakkında rüya gördüğünde onu boğazlamaya kalkması ve Musa'nın (aleyhisselam) sahifelerinde olan: «Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez» kelâmını tebliğ etmesidir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Kurazî: "Yine vazifesini yerine getiren ibrahim'in sahifelerinde olanlar bildirilmedi mi?" âyetini açıklarken: "Burada oğlunu boğazlamaya kalkışması kastedilmektedir" dedi.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Yine vazifesini yerine getiren İbrâhîm'in sahifelerinde olanlar bildirilmedi mi?" âyetini açıklarken şöyle dedi:

"İbrâhîm (aleyhisselam) İslam rükünlerinin tümünü yerine getirdi. Ondan başka hiç kimse bunları tam olarak yerine getirmemiştir.

Bu rükünler de otuz tanedir.

On tanesi Berâe (Tevbe) Sûresinde: "Şüphesiz Allah, mü'minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'ân'da kesin olarak vaadetmiştir. Kimdir sözünü Allah'dan daha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu, büyük başarıdır. Bunlar, tövbe edenler, ibâdet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû ve secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır. Mü'minleri müjdele" âyetleridir.

On tanesi Ahzâb Sûresinde: "Şüphesiz müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü'min erkeklerle mü'min kadınlar, itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah'a derinden saygı duyan erkekler, Allah'a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah'ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır" âyetidir.

Altı tanesi Mü'minûn Sûresinde: "Mü'minler, gerçekten kurtuluşa ermişlerdir... Onlar ki, namazlarını kılmağa devam ederler" âyetleridir.

Dört tanesi: "Biri çıkıp gelecek azabı sordu" âyeti ile: "Onlar, ceza gününü tasdik eden kimselerdir. Onlar, Rablerinin azabından korkan kimselerdir" âyetlerindedir.

İşte bu şekilde otuz tanedir. Bu rükünlerden birini yerine getiren kişi İslam rükünlerinden birini yerine getirmiş demektir. Bunların tümünü ancak İbrâhîm (aleyhisselam) yerine getirebilmiştir. Zira Allah: "Yine vazifesini yerine getiren İbrâhîm'in sahifelerinde olanlar bildirilmedi mi?" buyurmaktadır.

38

"Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez."

Abd b. Humeyd, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Necm Sûresi birinci âyetten: "Yine vazifesini yerine getiren İbrâhîm'in sahifelerinde olanlar bildirilmedi mi?" âyetine kadar indiği zaman: İbrâhîm (aleyhisselam): "Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez... Bu da önceki uyarıcılardan bir uyarıcıdır" âyetlerini tebliğ ederek vazifesini yerine getirdi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: "Yine vazifesini yerine getiren İbrâhîm'in sahifelerinde olanlar bildirilmedi mi?" âyetini açıklarken: İbrâhîm (aleyhisselam): "Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez" kelâmını tebliğ ederek vazifesini yerine getirdi" dedi.

Şâfiî, Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Sünen'de Beyhaki, Amr b. Evs'ten bildirir: İbrâhîm (aleyhisselam) gelene kadar kişi başkasının günahlarını kendi üstüne alırdı. Yüce Allah: "Yine vazifesini yerine getiren İbrâhîm'in sahifelerinde olanlar bildirilmedi mi?" buyurdu ve İbrâhîm (aleyhisselam): "Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez" kelâmını tebliğ ederek vazifesini yerine getirdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Yine vazifesini yerine getiren İbrâhîm'in sahifelerinde olanlar bildirilmedi mi?" âyetini açıklarken: "İbrâhîm (aleyhisselam) gelene kadar dostu dostunun günahlarından dolayı sorumlu tutarlardı, ibrâhîm (aleyhisselam): "Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez" kelâmını tebliğ etti.

İbnu'l-Münzir, Huzeyl b. Şerahbîl'den bildirir: Nuh (aleyhisselam) ile İbrâhîm (aleyhisselam) arasındaki zamanda kişi başkasının günahlarından dolayı sorumlu tutulurdu. Bu, İbrâhîm (aleyhisselam) gelip hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez diyene kadar öyle devam etti.

39

Bkz. Ayet:41

40

Bkz. Ayet:41

41

"İnsan için ancak çalıştığı vardır. Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir. Sonra çalışmasının karşılığı kendisine tastamam verilecektir."

Nâsih'te Ebû Dâvud, Nâsih'te Nehhâs, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İnsan için ancak çalıştığı vardır. Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir. Sonra çalışmasının karşılığı kendisine tastamam verilecektir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Yüce Allah bu âyetten sonra "İman eden ve nesilleri de iman konusunda kendilerinin yoluna uyanlar var ya, biz onların nesillerini kendilerine kattık..." buyurdu. Sonrada salih babalar vasıtasıyla çocuklarını da Cennete koydu.

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "İnsan için ancak çalıştığı vardır. Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir. Sonra çalışmasının karşılığı kendisine tastamam verilecektir" âyetlerini okuduğu zaman istircâ eder boyun bükerdi.

42

"Şüphesiz en son varış Rabbinedir."

el-Efrâd'da Dârakutnî ve Tefsîr'de Beğavî'nin Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şüphesiz en son varış Rabbinedir" âyetini açıklarken: "Rab hakkında tefekkür etmek olmaz" buyurdu.

Ebu'ş-Şeyh'in Azame'de bildirdiğine göre Süfyân es-Sevrî: "Şüphesiz en son varış Rabbinedir" âyetini açıklarken: "Rab hakkında tefekkür etmek doğru olmaz" dedi.

İbn Mâce ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah'ın zatını tefekkür eden bir kavim görünce: "Yaratılmışları tefekkür edin, yaratanın zatını tefekkür etmeyin, buna güç yetiremezsiniz" buyurdu.

Ebu'ş-Şeyh'in Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ın yaratıklarını tefekkür edin, Allah'ın zatını tefekkür etmeyin, yoksa helak olursunuz" buyurmuştur.

Ebu'ş-Şeyh, Yunus b. Meysere'den bildirir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbının yanına gitti ve ashabının Allah'ın azametini konuştuklarını gördü. Onlara: "Ne hakkında konuşuyorsunuz?" diye sorunca: "Biz, Allah'ın azametini tefekkür ediyorduk" dediler. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) üç defa: "Allah'ın zatını tefekkür etmeyin" dedikten sonra da üç defa: "Allah'ın yarattıklarının büyüklüğünü tefekkür edin" buyurdu.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Şuberme'nin azatlısı, Hakem adındaki Ebû Umeyye Küfe âlimlerinden birinin şöyle dediğini bildirir: Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı kendi aralarında bir şeyler hakkında konuşuyordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara doğru yönelince sustular. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ne hakkında konuşuyordunuz?" diye sorunca: "Güneş'e baktık, onun nereden gelip nereye gittiğini ve Allah'ın yarattıklarını tefekkür ediyorduk" dediler. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Öyle yapın, Allah'ın yarattıklarını tefekkür edin, ama Allah'ın zatını tefekkür etmeyin. Batının ötesinde Allah'ın beyaz toprakları vardır. Onun beyazlığı ve nuru, güneş ışınlarının ancak kırk günde ulaşabileceği bir mesafedir. Orada bir an olsa bile Allah'a karşı asi olmayan yaratıklar vardır" buyurdu. Ashâb: "Ey Allah'ın Peygamberi! Onlar Âdem'in (aleyhisselam) çocuklarından mıdır?" diye sorunca: "Onlar Âdem'in yaratılıp yaratılmadığım bilmezler bile" buyurdu. Ashâb: "Ey Allah'ın Peygamberi! İblis onların ne tarafındadır?" diye sorunca da: "Onlar İblis'in yaratılıp yaratılmadığını bilmezler bile" buyurdu.

Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildirir: Biz Mescid'de halkalar halinde oturmuşken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza girdi ve: "Hangi konuda görüşmektesiniz?" buyurdu. Biz: "Güneş'in nasıl çıktığını ve nasıl battığını tefekkür etmekteyiz" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"İyi etmektesiniz, yaratılanı tefekkür edin. Ancak yaratanı tefekkür etmeyin. Şüphesiz ki Allah dilediğini dilediği için yaratmıştır. Bu duruma şaşırın (tefekkür edin). Kaf dağının arkasında yedi deniz vardır. Her bir deniz beş yüz yıllık bir mesafedir. Onun ardında da ahalisini nuruyla ışıklandıran yedi tane yeryüzü vardır. Onun ardında da uçan yetmiş bin ümmet vardır. Onlar kuşlar gibi yaratılmışlardır ve havada yavrularlar. Allah'ın hiçbir tesbihatından geri kalmazlar. Onların ötesinde de rüzgârdan yaratılmış yetmiş bin ümmet vardır. Onların yiyeceği, içeceği, giysileri, kapları ve binekleri rüzgârdandır. Onların bineklerinirı ayakları kıyamet gününe kadar yere basmaz. Onların gözleri göğüslerindedir. Onlardan biri uyur ve uyandığı zaman rızkının başı ucunda olduğunu görür. Onların ardında da yetmiş bin ümmet vardır. O ümmetlerin ardında da Arş'ın gölgesi vardır. O gölgede yetmiş bin ümmet vardır. Onlar Âdem ve zürriyetinin, İblis ve zürriyetinin yaratıldığını bilmezler. Yüce Allah'ın: «Sizin bilmediğiniz daha nice şeyler yaratmaktadır!» kelâmı da bunu ifade etmektedir. "

43

"Şüphesiz, güldüren de, ağlatan da odur."

İbn Merdûye, Hazret-i Âişe'den bildirir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) gülen bir topluluğun yanından geçti ve: "Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz çok ağlar az gülerdiniz" buyurdu. Bunun üzerine Cibrîl kendisine inerek: "Şüphesiz ki, ağlatan da, güldüren de Allah'tır" dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu grubun yanına dönerek şöyle buyurdu: "Daha kırk adım gitmemiştim ki, Cibrîl bana gelerek: «Onların yanına git ve: «Şüphesiz ki, güldüren de ağlatan da odur" de» dedi."

Ebu'ş-Şeyh Azame'de ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Âdem, Cennetten kendisiyle gözyaşlarını sildiği beyaz bir yakutla indi. Âdem, Cennetten çıkarıldığı için kırk yıl boyunca ağladı. Bunun üzerine Cibril ona: «Ey Âdem! Niçin ağlıyorsun? Allah, beni sana taziye için gönderdi» dedi. Bunun üzerine Âdem güldü. Allah'ın: «Şüphesiz, güldüren de, ağlatan da odur» kelâmı da bunu ifade etmektedir. Âdem'in gülmesinden dolayı zürriyeti de gülmüş, ağlamasından dolayı da zürriyeti de ağlamıştır."

İbn Ebî Şeybe, Cebbâr et-Tâî'den bildirir: Ümmü Mus'ab binti'z-Zübeyr'in cenazesinde bulundum. İbn Abbâs ta orada bulunmaktaydı. Ağıt sesleri işittiğimde: "Ey İbn Abbâs! Sen burada iken öyle ağıt mı yakılıyor?" dedim.

Bunun üzerine İbn Abbâs: "Rahat bırak bizi ey Cebbâr! Şüphesiz ki, güldüren de, ağlatan da Allah'tır" dedi.

44

Öldüren de muhakkak O’dur, dirilten de...

45

Gerçekten O’dur, erkeği ve dişiyi iki eş yaratan;

46

Bir meniden, (mahalline) ekildiği zaman...

47

Elbette O’na aittir, ölüleri diriltmek.

48

"Şüphesiz zengin eden de varlıklı kılan da odur."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Şüphesiz zengin eden de varlıklı kılan da odur" âyetini açıklarken: "Verip razı eden odur, mânâsındadır" dedi.

Firyabî, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) kelâmını açıklarken: "Eğnâ ifadesi ile çokça vermek ve Eknâ ifadesi ile verilene razı etmek kastedilmektedir" dedi.

Tastî'nin Mesâil’de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: "Bana: (.....) kelâmını açıkla" deyince, İbn Abbâs: "Burada fakirlikten kurtarıp zengin kılma ve zenginlikle razı etme kastedilmektedir" dedi. Nâfi' b. el-Ezrak: "Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Evet bilirler, Antere el-Absî'nin:

"Allah seni hayâ sahihi kılıp razı etti, babasız kalasın

Ben öldürülmesem de ölecek kişiyim haberdar olasın" dediğini işitmedin mi?" karşılığını verdi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) kelâmını açıklarken: "Eğnâ ifadesi ile razı etmek, Eknâ ifadesi ile geçimliği vermek kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: (.....) kelâmını açıklarken: "Eğnâ ifadesiyle mal ile zengin kılması, Eknâ ifadesi ile kazanç sağlaması kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) kelâmını açıklarken: "Eğnâ ifadesiyle mal ile zengin kılması, Eknâ ifadesi ile hizmet ettirmesi kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Katâde ve Dahhâk'tan aynısını bildirir.

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hadramî: "Şüphesiz zengin eden de, varlıklı kılan da odur" âyetini açıklarken: "Kendi nefsini zengin kılan ve bütün yaratıkları kendisine karşı fakir yaratandır" dedi.

49

"Şüphesiz Şî'ra'nın Rabbi odur."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Şüphesiz Şi'ra'nın Rabbi odur" âyetini açıklarken: "Burada Şi'ra adlı yıldız kastedilmektedir" dedi.

Fâkihî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bu âyet, Şi'ra yıldızına tapan Huzâalılar hakkında inmiştir. Bu yıldız el-Cevzâ'yı (İkizler'i) takip eden bir yıldızdır" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Şi'ra, el-Cevzâ'nın arkasında olan yıldızdır. (Araplar) ona taparlardı" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Cahiliye zamanında insanlar Şi'ra denilen yıldıza tapardı. Bunun üzerine bu âyet nâzil oldu" dedi.

50

Bkz. Ayet:58

51

Bkz. Ayet:58

52

Bkz. Ayet:58

53

Bkz. Ayet:58

54

Bkz. Ayet:58

55

Bkz. Ayet:58

56

Bkz. Ayet:58

57

Bkz. Ayet:58

58

"Şüphesiz O, önce gelen Âd kavmini ve Semûd kavmini helâk etti ve hiç kimseyi bırakmadı. Daha önce de Nûh’un kavmini helâk etmişti. Şüphesiz onlar daha zalim ve daha azgın kimselerdi. "Mu'tefike"yi de kaldırıp yere çarpmış ve onlara örttüğü azap örtüsünü örtmüştür. O hâlde Rabbi'nin nimetlerinin hangisinden şüphe ediyorsun (ey insan!). Bu da önceki uyarıcılardan bir uyarıcıdır. Yaklaşmakta olan (Kıyamet iyice) yaklaştı. Onu Allah'tan başka açacak kimse yoktur."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Önceki Âd kavmini helâk eden de odur" âyetini açıklarken: "Sonraki Âd kavmi Hadramevt'teydi" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Daha önce de Nûh'un kavmini helâk etmişti. Şüphesiz onlar daha zalim ve daha azgın kimselerdi" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Nuh'un (aleyhisselam) kavminden daha önce, kendilerinden daha zalim ve daha azgın bir kavim yoktu. Nuh (aleyhisselam), onları dokuz yüz elli yıl hakka davet etti. Nuh (aleyhisselam), helak olan nesillerden sonra gelen nesilleri hep hakka davet etti. Hatta bize bildirildiğine göre kişi oğlunu elinden tutarak onu Nuh'un (aleyhisselam) yanına götürüp (Nuh'un yalancı olduğunu kastederek): "Ey oğlum! Ben de senin gibiyken babam beni bu kişinin yanına getirmişti" derdi (ve Hazret-i Nuh'u gösterirdi). Böylelikle gelen nesiller sapıklık ve Allah'ı yalanlamada giden nesilleri takip etti.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Altüst olan şehirleri de o böyle yaptı" âyetini açıklarken: "Cibrîl onu gökyüzüne doğru yükselttikten sonra ters çevirerek yere attı" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "Altüst olan şehirleri de o böyle yaptı" âyetini açıklarken: "Burada, Allah'ın gökyüzüne doğru yükselttikten sonra çevirip yere attığı Lût kavmi kastedilmektedir. Kıyamet gününe kadar yer onları çalkalayacaktır" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Altüst olan şehirleri de o böyle yaptı. Onları örtecek şeyler örttü de örttü" âyetlerini açıklarken: "Burada üzerleri taşlarla örtülen Lût kavminin köyleri kastedilmektedir" dedi. ..... âyeti hakkında ise: "Şimdi Rabbinin nimetlerinin hangisinde şüpheye düşersin, mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik el-Ğifârî: "Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez...Bu da önceki uyarıcılardan bir uyarıcıdır" âyetlerini açıklarken: "Bu âyetler İbrâhîm ve Mûsa'nın (aleyhime’s-selam) sahifelerinde vardır" dedi.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bu da önceki uyarıcılardan bir uyarıcıdır" âyetini açıklarken: "Burada Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) kastedilmektedir" dedi.

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b: "Bu da önceki uyarıcılardan bir uyarıcıdır" âyetini açıklarken: "Burada daha önceki peygamberler gibi uyarılarda bulunan Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Bu da önceki uyarıcılardan bir uyarıcıdır" âyetini: "Muhammed de (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisinden önce gönderilen peygamberlerin yaptığı şeyleri yapmak üzere gönderilmiştir" şeklinde açıklamıştır. "Yaklaşan yaklaştı. Onu Allah'dan başka açacak kimse yoktur" âyetleri hakkında ise: "Burada kıyamet günü kastedilmektedir. Onu Allah'dan başka engelleyecek kimse yoktur" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Âzife kıyamet günü isimlerindendir" demiştir.

Firyabî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Yaklaşan yaklaştı" âyetini: "Burada kıyametin yaklaşması kastedilmektedir" şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Yaklaşan yaklaştı. Onu Allah'dan başka açacak kimse yoktur" âyetlerini açıklarken: "Burada kıyametin yaklaşması kastedilmektedir. Onun zamanını ancak kendisi bilir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk bu âyeti açıklarken: "Allah'dan başka onların hiçbir ilahı kıyametin kopmasını önleyemez" dedi.

59

Bkz. Ayet:62

60

Bkz. Ayet:62

61

Bkz. Ayet:62

62

"Bu söze mi şaşıyorsunuz? Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz. Siz gaflet içinde oyalanmaktasınız! Haydi Allah'a secde edin ve ona kulluk edin."

Firyabî, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Bu söze mi şaşıyorsunuz?" âyetini açıklarken: "Burada Kur'ân kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Zühd'de Ahmed, Hennâd, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Sâlih Ebu'l-Halîl: "Bu söze mi şaşıyorsunuz? Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz" âyetleri indikten sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hiç gülmedi, sadece tebessüm etti" dedi. Abd b. Humeyd'in lafzı ise: "Bu âyetler indikten sonra vefat edene kadar Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) güldüğü veya tebessüm ettiği görülmedi" şeklindedir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bu söze mi şaşıyorsunuz? Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz" âyetleri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) indikten sonra vefat edene kadar bir daha güldüğü görülmedi" dedi.

Beyhaki, Şuabu'l-İmân'da Ebû Hureyre'den bildirir: "Bu söze mi şaşıyorsunuz? Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz" âyetleri indiği zaman Suffe ahalisi ağladı ve gözyaşları yanaklarında aktı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onların ağladığını işitince kendisi de ağladı. Biz de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber ağladık. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah korkusuyla ağlayan kişi, Cehenneme girmeyecektir. Masiyette ısrar eden kişi de Cennete girmeyecektir. Eğer sizler günah işlemeseydiniz Allah sizin yerinize günah işleyecek bir kavim yaratırdı ve onları bağışlardı" buyurdu.

Abdurrezzâk, Firyabî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Allah'dan yüz çevirerek oyalananlar" şeklinde açıklamıştır.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "Siz gaflet içinde olanlarsınız, mânâsındadır" dedi.

Abdurrezzâk, Firyabî, Ebû Ubeyd Fedâil'de Abd b. Humeyd, Zenımü'l- Melâhi'de İbn Ebi'd-Dünyâ, Bezzâr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: " ..... ' âyetini açıklarken: "Sâmidûn ifadesi Yemen lehçesinde şarkı söylemek demektir. Onlar Kur'ân okunduğunu işittikleri zaman şarkı söyler ve oynarlardı" dedi.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre ikrime: (.....) ifadesini açıklarken: "Himyerice şarkı söylemek mânâsındadır" dedi.

Firyabî, Ebû Ya'la, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Müşrikler Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından kibirlenerek geçerlerdi. Devenin semizlikten dolayı nasıl kuyruk sallayıp kibirlendiğini görmüyor musun?" dedi.

Tastî'nin Mesâil'de ve Taberânî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a:

Bana: (.....) ifadesini açıkla" deyince, İbn Abbâs: "Sâmidûn ifadesi boş işler ve oyalanmak, mânâsındadır" dedi. Nâfi' b. el-Ezrak: "Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Evet bilirler, Âd kavmi için ağlayan Huzeyl binti Bekr'in:

"Keşke Ad kavmi hakkı kabul edip kalmasaydı kâfir olarak

Ey Kayl! Kalk ve onlara bir bak, oyalanmayı bırak" dediğini İşitmedin mi?" karşılığını verdi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada öfkeden dolayı dudaklarını sarkıtanlar kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Mansûr vasıtasıyla İbrâhîm(i Nehai)'den bildirir: Topluluk (namaz için) kalkıp ta imamı beklemeyi sevmezdi. Buna da: "Bu, oyalanmaktan" veya: "Bu oyalanmaktır" denilirdi. Mansûr: "Müezzin namaz için kamet getirdiği zaman cemaat ayağa kalkıp imamı beklerdi" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Saîd b. Ebî Arûbe vasıtasıyla Ebû Ma'şer'den, onun da İbrâhîm(-i Nehaî)'den bildirdiğine göre kendisi, kamet getirildiği zaman imam gelmeden önce kalkmayı sevmez ve: "Siz gaflet içinde oyalanmaktasınız!" âyetini okurdu. Saîd: "Katâde de imam gelmeden önce kalkmayı sevmezdi. Ancak o, bu âyeti bu anlamda tefsir etmezdi" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Ebû Hâlid el-Vâlibî'den bildirir: Kamet getirildikten sonra Ali b. Ebî Tâlib yanımıza girdi. Biz ayakta onun öne geçmesini bekliyorduk. Bunun üzerine o: "Ne diye oyalanıyorsunuz? Ne namazdasınız, ne de oturup beklemektesiniz" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Haydi Allah'a secde edin ve ona kulluk edin" âyetini açıklarken: "Allah'a itaat ile toprakla (secde ederek) yüzünüzü zelil ve ak kılın, mânâsındadır" dedi.

Buharî, Tirmizî ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Necm Sûresini okuyup secde etti. Bunun üzerine orada bulunan müslümanlar, müşrikler, cinler ve insanlar da secde ettiler.

Ahmed, Nesâî, Hâkim ve İbn Merdûye, Muttalib b. Ebî Vedâa'dan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de Necm Sûresini okudu ve secde etti. Bunun üzerine yanında bulunanlar da secde etti.

Saîd b. Mansûr, Sebre'den bildirir: Ömer b. el-Hattâb bize sabah namazını kıldırdı. Birinci rekatta Yusuf Sûresini, ikinci rekatta Necm Sûresini okudu ve secde etti. Sonra kalkarak Zilzâl Sûresini okuyup secde etti.

0 ﴿