HADÎD SÛRESİ

İbnu'd-Durays, Nehhâs, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hadîd Sûresi, Medine'de inmiştir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbnü'z-Zübeyr: "Hadîd Sûresi, Medine indi" dedi.

Taberânî ve İbn Merdûye'nin zayıf bir isnâdla İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hadîd Sûresi, sah günü indi ve Allah demiri salı günü yarattı. Hazret-i Adem'in oğlu da kardeşini salı günü öldürdü" buyurmuştur. Resûlüllah ta (sallallahü aleyhi ve sellem) salı günü hacamat yaptırmayı yasakladı.

Deylemî'nin Câbir'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sah günü hacamat olmayınız. Çünkü Hadîd Sûresi Salı günü inmiştir" buyurdu.

Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Merdûye ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin İrbâd b. Sâriye'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) uyumadan önce Musabbihât denilen sûreleri okur ve: "Bunların içinde bin âyetten daha faziletli bir âyet vardır" buyururdu.

İbnu'd-Durays'ın Yahya b. Ebî Kesîr'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Musabbihât denilen sûreleri okumadan uyumaz ve: "Bunların içinde bin âyetten daha faziletli bir âyet vardır" buyururdu. Yahya: "Bu âyetin Haşr Sûresinin son âyeti olduğunu düşünüyoruz" dedi.

Bezzâr, Taberânî, İbn Merdûye, Hilye'de Ebû Nuaym, Delâil'de Beyhakî ve İbn Asâkir, Hazret-i Ömer'den bildirir: Ben insanlar arasında Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı en şiddetli kişi idim. Sıcak bir günde ve sıcağın şiddetli anında Mekke yollarından bir yolda iken bir kişiyle karşılaştım. Bu kişi bana: "Sana şaşıyorum ey Hattâb'ın oğlu! Sen şöyle şöyle olduğunu iddia etmektesin. Hâlbuki olanlar senin evinde oldu" dedi. Ona: "Ne olmuş ki?" dediğimde: "Kız kardeşin Müslüman oldu" karşılığını verdi. Bunun üzerine kızgın bir şekilde geri dönüp kapıyı çaldığımda: "Kim o?" dediler. Ben: "Ömer'im" deyince dağıldılar ve benden saklandılar. Onlar okudukları sahifeyi açıkta unuttular veya bıraktılar. İçeri girdim ve karyolaya oturdum. Sahifeye baktım ve: "Bu nedir? Onu bana ver" dedim. O: "Sen buna layık değilsin. Sen cenabetlikten yıkanmaz ve temizlenmezsin. Oysa bu, ancak temizlerin dokunabileceği bir kitaptır" dedi. Onu bana verinceye kadar ona baskıda bulundum. Onu açtığımda bir de baktım ki: "Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle" yazmaktaydı. "Rahmân ve Rahîm olan" ifadesini okuyunca korktum ve onu ellerimden bıraktım. Sonra korkum gitti ve onu tekrar elime alıp baktım. Onda: "Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle. Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ı tespih etmektedir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir"' yazmaktaydı. Allah'ın isimlerinden her bir isme gelmemde korktum. Korkum gidince de okumaya devam ettim. "Ey insanlar! Allah'a ve Peygamberine inanın; sizi varis kıldığı şeylerden sarfedin,.." âyetine geldiğim zaman: "Allah'dan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in onun elçisi olduğuna şahitlik ederim" dedim. Bunun üzerine oradakiler müjdelenerek ve tekbir getirerek kalkıp gitti.

1

"Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ı tespih etmektedir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet salibidir"

Ebu'ş-Şeyh Azame'de Ebu'l-Esved'den bildirir: Re'su'l-Câlut şöyle dedi: "Tevrat helal ve haram konusunda kitabınız Kur'ân gibidir. Ancak kitabınız Kur'ân: "Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ı tespih etmektedir..." kelâmında olduğu gibi çok kapsamlıdır. Böylesi şeyler Tevrat'ta: «Kuşlar ve aslanlar Allah'ı tesbih eder» şeklinde geçmektedir."

2

Göklerin ve yerin mülkü O’nundur; diriltir ve öldürür. O, her şeye kadîrdir.

3

"O, Evvel ve Ahîr'dir. Zâhı'r ve Bâtın'dır. O, her şeyi hakkıyla bilendir."

Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbnu'l-Münzir, Azame'de Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), ashâbıyla beraber oturmakta iken üzerlerine bir bulut geldi ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Ashâb: "Allah ve Resûlü en iyi bilir" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem).' "Bu bir buluttur. Bu bulutlar yeryüzünün sulayıcısıdır. Allah onları kendisine şükretmeyen ve kendisine dua etmeyen kullarına bile göndermektedir" buyurdu. Sonra da: "Üzerinizde ne var biliyor musunuz?" diye sorunca, ashâb: "Allah ve Resûlü en iyi bilir" dediler. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu semadır, o korunmuş tavan ve geri çevrilmiş bir dalgadır" buyurdu. Sonra da: "Bu sema ile sizin aranızdaki mesafenin ne kadar olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Ashâb: "Allah ve Resûlü en iyi bilir" deyince: "Sizinle onun arasındaki mesafe beş yüz yıllık bir mesafedir" buyurdu. Sonra: "Onun üstünde neler olduğunu biliyor musunuz?" diye sorunca, ashâb: "Allah ve Resûlü en iyi bilir" dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onun üzerinde iki sema daha vardır. Bu iki semanın arasındaki mesafede beş yüz yıllık bir mesafedir" buyurdu ve yedi kat semayı sayıp her birinin arasındaki mesafenin yeryüzü ve birinci sema arasındaki mesafe kadar olduğunu söyledi. Sonra: "Onları da üzerinde ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Ashâb: "Allah ve Resûlü en iyi bilir" deyince: "Onların üzerinde de Arş vardır. Arş ile son semanın arasındaki mesafe iki sema arasındaki mesafe kadardır" buyurdu.

Sonra: "Altınızda neler olduğunu biliyor musunuz?" diye sorunca, ashâb: "Allah ve Resûlü en iyi bilir" dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Altınızdaki yeryüzüdür" buyurup: "Onun da altında neler olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Ashâb: "Allah ve Resûlü en iyi bilir" deyince: "Onun altında da başka bir yer vardır ki ikisinin arasındaki mesafe beş yüz yıllık bir mesafedir" buyurdu ve yedi kat yeri sayarak her birinin arasındaki mesafenin beş yüz yıllık bir mesafe olduğunu söyledi. Sonra da: "Muhammed'in canı elinde olana yemin olsun ki, siz, sizden birini bir iple yedi kat yerin dibine sarkıtmış olsaydınız bu kişi Allah'ın indine inerdi" buyurup: "O, Evvel ve Ahir'dir. Zâhir ve Bâtın'dır. O, her şeyi hakkıyla bilendir" âyetini okudu.

Tirmizî: "Bazı ilim ahalisi bu hadisi(n son bölümünü): "Bu kişi Allah'ın ilmi, kudreti ve saltanatı üzerine inerdi" şeklinde açıklamıştır.

İbn Merdûye'nin Abbâs b. Abdilmuttalib'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Muhammed'in canı elinde olana yemin olsun ki, siz, sizden birini bir iple yedi kat yerin dibine sarkıtmış olsaydınız bu kişi Allah'ın indine inerdi" buyurup: "O, Evvel ve Ahir'dir. Zâhir ve Bâtın'dır. O, her şeyi hakkıyla bilendir" âyetini okudu.

Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Ümmü Seleme'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sen Evvel'sen; senden önce hiçbir şey yoktur ve sen en sonsun, senden sonra da hiçbir şey olmayacaktır. Perçemi elinde olan canlının şerrinden, günah işlemekten, tembellikten, kabir azabından, Cehennem azabından, zenginliğin ve fakirliğin fitnesinden günah işlemekten ve borç altına girmekten sana sığınırım" şeklinde dua ederdi.

İbn Ebî Şeybe, Müslim, Tirmizî ve Beyhaki, Ebû Hureyre'den bildirir: Hazret-i Fâtıma bir hizmetçi istemek için Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelince, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona şöyle dua et buyurdu: "Yedi kat göklerin Rabbi ve büyük Arş'ın sahibi Allahım! Ey Rabbimiz ve ey her şeyin Rabbi! Tevrat'ı, İncil'i ve Kur'ân'ı indiren, ey taneyi ve çekirdeği yaran Rabbim! Perçemi elinde olan her şeyin şerrinden sana sığınırım. Sen Evvelsin, senden önce hiçbir şey yoktur ve sen en Ahir'sin, senden sonra da hiçbir şey olmayacaktır. Sen Zahir'sin ve senin üstünde hiçbir şey yoktur. Sen Bâtın'sın ve senden başka hiçbir varlık yoktur. Borçlarımızı öde ve bizi yoksulluktan kurtar."'

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Müslim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) uyuyacağı zaman şöyle dua ederdi: "Yedi kat göklerin Rabbi ve büyük Arş'ın sahibi Allahım! Ey Rabbimiz ve ey her şeyin Rabbi! Tevrat'ı, İncîl'i ve Kur'ân'ı indiren, ey taneyi ve çekirdeği yaran Rabbim! Senden başka ilah yoktur. Perçemi elinde olan her şeyin şerrinden sana sığınırım. Sen Evvel'sin, senden önce hiçbir şey yoktur ve sen Ahir'sin, senden sonra da hiçbir şey olmayacaktır. Sen Zâhir'sin ve senin üstünde hiçbir şey yoktur. Sen Bâtın'sın ve senden başka hiçbir varlık yoktur. Borçlarımızı öde ve bizi yoksulluktan kurtar. "

Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dualarından biri de şöyleydi: "Hiçbir şey var olmadan önce var olan ve her şeyi var eden (Rabbim!). Sonradan var olan da hiçbir şeydir. Senin koruyan, bağışlayan, kabul eden ve kurtaran bakışlarından bir bakış istiyorum."

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin Muhammed b. Ali'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Ali'ye üzüntülü anında etmesi için:

"Hiçbir şey var olmadan önce var olan, her şeyi var eden ve her şeyden sonra yine var olacak (Rabbim!) Bana şunu şunu yap/ver" duasını öğretmişti. Ali de bunu çocuğuna öğretmekteydi.

Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sıfât'ta bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân der ki: Bize bildirildiğine göre, Yüce Allah'ın: "O, Evvel ve Ahir'dir. Zâhir ve Bâtın'dır... O, her şeyi hakkıyla bilendir. O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'ın üzerine istivâ edendir. Yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. Nerede olsanız, o sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür" âyetlerinin açıklaması: "O, her şeyden önce var olan, her şeyin yok olmasından sonra yine var olacak olan, her şeyin üstünde olan, ilmiyle, kudretiyle her şeye her şeyden daha yakın olan, Arş'ın üzerinde bulunan ve her şeyi bilendir. Altı günün her bir günü bin yıllık bir süredir. O, yeryüzüne giren yağmur suyunu, yerden çıkan bitkileri, gökyüzünden inen yağmuru, gökyüzüne çıkan melekleri bilen, kudretiyle, saltanatıyla ve ilmiyle nerede olsanız sizinle beraber olandır. "Allah yaptıklarınızı görür" şeklindedir.

Ebu'ş-Şeyh'in Azame'de İbn Ömer ve Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar sürekli olarak her şey hakkında sorular soracaktır. Hatta: «Bu, Allah her şeyden öncedir. O zaman Allah'dan önce ne vardı?» diyeceklerdir. Eğer size öyle bir şey derlerse: «O, ilktir (Evvel) ve her şeyden önce olandır. O, en sonuncudur (Ahir) ve ondan sonra hiçbir şey olmayacaktır. O, Zâhir'dir ve üstünde bir şey yoktur. O, Bâtın'dır ve ondan başka hiçbir varlık yoktur. O, her şeyi bilendir» karşılığını verin. "

Ebû Dâvud'un bildirdiğine göre Zumeyl der ki: İbn Abbâs'a: "İçimde hissettiğim bu duygu da neyin nesidir?" dediğimde: "Ne hissediyorsun?" dedi. Bunun üzerine ona: "Vallahi bu konuda konuşmayacağım" deyince, İbn Abbâs: "Şüphe konusunda bir şey mi?" dedi ve gülerek şöyle devam etti: "Yüce Allah: «Eğer sana indirdiğimiz şeyden şüphe içinde isen, senden önce Kitab'ı (Tevrat'ı) okuyanlara sor...» âyetini indirine kadar hiç kimse bu düşüncelerden kurtulamamıştır, içinde öyle bir şey hissedersen: «O, Evvel ve Ahir'dir. Zahir ve Bâtın'dır. O, her şeyi hakkıyla bilendir» de."

4

"O, her şeyi hakkıyla bilendir. O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'ın üzerine istiva edendir. Yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. Nerede olsanız, O Sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Nerede olsanız, o sizinle beraberdir..." kelâmını açıklarken: "Nerede olursanız olun sizi (ne yaptığınızı) bilendir, mânâsındadır" dedi.

Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sıfât'ta bildirdiğine göre Süfyân es-Sevri'ye: "...O sizinle beraberdir..." kelâmının açıklaması sorulunca: "Burada beraberlikten kasıt, ilmidir" cevabını verdi.

İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Ubâde b. es-Sâmit'ten bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kişinin imanının en üstünü, nerede olursa olsun Allah'ın kendisiyle beraber olduğunu bitmesidir" buyurmuştur.

İbnu'n-Neccâr'ın Tarîh Bağdâd'da zayıf bir isnâdla bildirdiğine göre Berâ b. Âzib der ki: Hazret-i Ali'ye: "Ey müminlerin emîri! Rahmân'ın, Cibril'i gönderip özel olarak Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) öğrettiği, Resûlüllah'ın da (sallallahü aleyhi ve sellem) özel olarak sana öğrettiği şeyi bana da özel olarak öğretmeni Allah adına senden istiyorum" dedim.

Bunun üzerine Ali şöyle dedi: "Allah'ın büyük ismiyle dua etmek istediğin zaman Hadîd Sûresini başından altıncı âyetin sonuna kadar ve Haşr Sûresinin son dört âyetini oku. Sonra ellerini kaldırarak: «Ey bu vasıflarda olan (Allahım)! Bu isimlerin hakkı için senden Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) rahmet etmeni bana da şunu şunu vermeni istiyorum» diyerek istediklerini söyle. Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki, inşallah hacetlerin giderilecektir."

5

Bütün göklerin ve yerin mülkü O’nundur ve bütün işler (netice itibariyle) O’na döndürülür.

6

Geceyi gündüze katar (böylece gündüz uzar), gündüzü de geceye katar (da gece uzar). Hem O, bütün sînelerde saklı olanları bilir.

7

Bkz. Ayet:10

8

Bkz. Ayet:10

9

Bkz. Ayet:10

10

"Ey İnsanlar! Allah'a ve Peygamberine İnanın; sîzi varis kıldığı şeylerden sarf edin; aranızdan, İnanıp da sarfeden kimselere büyük ecir vardır. Peygamber sizi, Rabbinize inanmaya çağırdığı halde, Allah'a niçin inanmazsınız? Hem o, sizden söz almıştı, inanmışlar iseniz; bu çağrıya koşun. Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna, apaçık âyetler indiren odur. Şüphesiz Allah size karşı şefkatlidir, merhametlidir. Göklerin ve yerin mirasçısı Allah olduğu halde, Allah yolunda siz niçin sarf etmiyorsunuz? İçinizden Mekke'nin fethinden önce sarfeden ve savaşan kimseler, daha sonra sarfedip savaşan kimselerle bir değildirler, öncekiler daha üstün derecededirler. Allah, hepsine cenneti vadetmiştir. Allah, işlediklerinizden haberdardır."

Firyabî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Sizi varis kıldığı şeylerden sarfedin..." kelâmını açıklarken: "Burada elinizde bulunan rızık kastedilmektedir" dedi. "...Hem o, sizden söz almıştı..." kelâmı hakkında ise: "Siz daha Âdem'in (aleyhisselam) sulbünde iken Allah, sizden söz almıştır, mânâsındadır" dedi. "...Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için..." kelâmını da: "Sapıklıktan hidayete erdirmek için" şeklinde açıkladı.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "İçinizden Mekke'nin fethinden önce sarfeden ve savaşan kimseler, daha sonra sarfedip savaşan kimselerle bir değildirler, öncekiler daha üstün derecededirler. Allah, hepsine cenneti vadetmiştir..." kelâmını: "Mekke fethinden önce Müslüman olanlar daha sonra Müslüman olanlardan daha üstündür. Hicret eden hicret etmeyen gibi değildir. Allah, hepsi içinde Cenneti vadetmiştir" şeklinde açıkladı.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "içinizden Mekke'nin fethinden önce sarfeden ve savaşan kimseler, daha sonra sarf edip savaşan kimselerle bir değildirler, öncekiler daha üstün derecededirler. Allah, hepsine cenneti vadetmiştir. Allah, işlediklerinizden haberdardır" kelâmını açıklarken: "Biri diğerinden daha üstün olan iki savaş vardır. Yine biri diğerinden daha üstün olan iki nafaka vardır. Mekke fethinden önceki yapılan savaş ve verilen nafaka, daha sonraki yapılan savaş ve verilen nafakadan daha üstündür. "Allah, hepsine cenneti vadetmiştir..." dedi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime der ki: "İçinizden Mekke'nin fethinden önce sarfeden ve savaşan kimseler, daha sonra sarf edip savaşan kimselerle bir değildirler..." âyeti nâzil olduğu zaman Ebu'd-Dehdâh: "Vallahi bu gün, kendisiyle daha öncekilerini yetişeceği ve daha sonra hiç kimsenin kendisiyle beni geçemeyeceği bir nafaka vereceğim" dedikten sonra: "Allahım! Ebu'd-Dehdâh'ın sahip olduğu malın yarısı Allah yolundadır" dedi. Hatta ayakabısının bir tekini vererek: "Bu da" dedi.

Saîd b. Mansûr'un Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Yemen'e doğru işaret ederek: "İşte şuradan amellerinizi onların amellerine göre küçümseyeceğiniz bir kavim gelecektir" buyurdu. Ashâb: "Biz mi daha hayırlıyız, yoksa onlar mı?" diye sorunca, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Hayır siz daha hayırlısınız. Eğer onlardan bir kişi Uhud dağı kadar altın infak edecek olsa bile sizin verdiğiniz bir müd kadar, hatta yarışınca gelmez. Allah'ın: «İçinizden Mekke'nin fethinden önce sarfeden ve savaşan kimseler, daha sonra sarfedip savaşan kimselerle bir değildirler, öncekiler daha üstün derecededirler»' kelâmı bizimle (diğer) insanların arasını ayırdı."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Delâil'de Ebû Nuaym'ın Zeyd b. Eşlem vasıtasıyla Atâ b. Yesâr'dan bildirdiğine göre Ebû Saîd el-Hudrî der ki: Hudeybiye yılı Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber çıkmıştık. Usfân denilen Cidde ve Medine arasındaki bir vadide iken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kendi amellerinizi onların amellerine göre küçümseyeceğiniz bir kavmin gelmesi yakındır" buyurdu. Biz: "Bunlar da kimdir ya Resûlüllah! Yoksa Kureyşliler midir?" deyince: "Hayır değil, onlar Yemen ahalisidir. Onlar gönülleri en yumuşak ve kalpleri en ince olanlardır" buyurdu. Biz: "Ya Resûlallah! Onlar bizden daha mı hayırlıdır?" dediğimizde ise, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Eğer onlardan birinin, altından bir dağı olsa ve onu Allah yolunda infak etse sizin verdiğiniz bir müd kadar, hatta yarışınca gelmez. Allah'ın: «İçinizden Mekke'nin fethinden önce sarfeden ve savaşan kimseler, daha sonra sarfedip savaşan kimselerle bir değildirler, öncekiler daha üstün derecededirler» kelâmı bizimle insanların arasını ayırandır. "

Ahmed'in bildirdiğine göre Enes der ki: Hâlid b. el-Velîd ve Abdurrahman b. Avf arasında bazı sözler vardı. Hâlid, Abdurrahman b. Avf'a: "Siz önceki günlerinizle kendinizi bizden daha üstün görmektesiniz" dedi. Bu sırada Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve: "Ashâbımı rahat bırakın. Canım elinde olana yemin olsun ki, eğer Uhud dağı kadar infakta bulunsanız veya dağlar kadar altın infak etseniz onların amellerine yetişemezsiniz" buyurdu.

Ahmed'in bildirdiğine göre Yusuf b. Abdillah b. Selâm der ki: Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Biz mi daha hayırlıyız, yoksa bizden sonrakiler mi?" diye sorulunca, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer sizden sonrakilerden bir kişi Uhud dağı kadar altın infak etse sizin verdiğiniz bir müd kadar hatta yarışınca gelmez" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim Ebû Dâvud ve Tirmizî'nin Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ashabıma sövmeyin. Canım elinde olana yemin olsun ki, eğer sizden bir kişi Uhud dağı kadar altın infak etse onların verdiği bir müd kadar hatta yarışınca gelmez" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Ömer: Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına sövmeyin. Onlardan birinin bir saat işlediği amel, sizden birinin ömür boyu işlediği amelden daha hayırlıdır" dedi.

11

Kimdir Âhiretteki mükâfatını umarak Allah yolunda malını harcasın da, böylece Allah onun mükâfatını kat kat versin. Hem onun için çok iyi bir mükâfat da var.

12

Bkz. Ayet:16

13

Bkz. Ayet:16

14

Bkz. Ayet:16

15

Bkz. Ayet:16

16

"İnanmış erkek ve kadınları, defterleri sağdan verilmiş ve ışıkları önlerinde olarak giderken gördüğün gün onlara şöyle denilecektir: «Müjde; bugün içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacağınız cennetler sizindir.» İşte bu büyük kurtuluştur... İnananların gönüllerinin Allah'ı anması ve O'ndan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı daha gelmedi mi? Onlar, daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar; onların üzerinden uzun zaman geçti de kalbleri katılaştı; çoğu, yoldan çıkmış kimselerdir."

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): .Işıkları önlerinde olarak giderken..."' kelâmını açıklarken: "(İnanmış erkek ve kadınların) Cennete girene kadar Sırat'ta ışıklarının önlerinde olması kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "...Işıkları önlerinde olarak giderken..."" kelâmını açıklarken: "(İnanmış erkek ve kadınlar) Sırat'ta giderken mânâsındadır" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Yezîd b. Şecere der ki: "Siz, Allah katında isimleriniz, simalarınız, süsleriniz, sırdaşınız ve meclislerinizle yazılırsınız. Kıyamet gününde «Ey filan oğlu filan! Işığınla beraber gel. Ey Filan oğlu filan! Senin ışığın yoktur» denilir."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle dedi: "Bize bildirildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde bazı müminlerin nuru kendisine Medine ile Aden veya Medine ile Sana arası kadar veya buna yakın bir mesafeyi aydınlatır. Hatta bazı müminlerden bir kısmının da nuru ancak iki ayağını koyduğu yeri aydınlatır. İnsanların dereceleri amellerine göredir."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Işıkları önlerinde olarak giderken..." kelâmını açıklarken şöyle dedi: "Onlara, amelleri miktarınca bir nur verilecek ve Sırat'tan geçeceklerdir. Kimisinin nuru bir dağ kadarken kimisinin de bir hurma ağacı kadar olacaktır. Nuru en az oları da başparmağının üzerinde bir yanıp bir sönen ışığı olandır."

İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Abdurrahman b. Cübeyr b. Nufeyr'den bildirdiğine göre Ebû Zer ve Ebu'd-Derdâ der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyamet gününde secde etmesi için kendisine izin verilecek ilk kişi benim. Secdeden başını kaldırması için kendisine izin verilecek ilk kişi de ben olacağım. Ben başımı kaldırıp önüme, arkama, sağıma, soluma bakacağım ve diğer ümmetlerin içinden kendi ümmetimi tanıyacağım" buyurdu.

Bunun üzerine: "Ya Resûlallah! Nuh'un (aleyhisselam) zamanından senin zamanına kadar geçen zamanlarda yaşamış olan onca ümmet arasından kendi ümmetini nasıl tanıyacaksın?" denilince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Onları abdestin izi olarak alınlarında, el ve ayaklarındaki parlaklıktan dolayı tanırım. Bu parlaklık başka ümmetlerde yoktur. Ayrıca amel defterleri sağ ellerine verilecektir. Onları simalarından ve yüzlerindeki secde izinden tanırım. Onları, önlerinde, sağlarında ve sollarında giden ışıklarından tanırım.""

İbnu'l-Mübârek, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Umâme el-Bâhilî der ki: "Ey insanlar! Siz, iyilikler ve kötülükleri paylaştığınız bir menzilde sabahlayıp akşamladınız. Yakında da başka bir menzile göçeceksiniz. Orası da yalnızlık evi, karanlıklar evi, kurtçuk evi ve dar olan mezardır. Allah'ın geniş kıldığı mezarlar bunların dışındadır. Sonra oradan da kıyamet gününün konaklama yerlerine intikal edeceksiniz. Siz orada bazı yerlerde iken insanları Allah'ın emirlerinden bir emir bürüyecek ve bazı yüzler ağarırken bazı yüzler kararacaktır. Oradan da başka bir menzile intikal edeceksiniz. Orada insanları şiddetli bir karanlık bürüyünce nur taksim edilecektir. Mümin kişiye nur verilecek, ama kâfire ve münafığa hiçbir şey verilmeyecektir. Bu konuda Yüce Allah: "Veya derin denizin karanlıklarına benzer. Onu üst üste dalgalar ve dalgaların üstünde de bulutlar örter; karanlıklar üstünde karanlıklar; insan elini uzattığı zaman, nerdeyse onu bile göremez. Allah'ın nur vermediği kimsenin nuru olmaz" buyurmaktadır. Kör adamın, gören adamın gözünden faydalanamadığı gibi kâfir ve münafık kişi müminin nurundan faydalanamayacaktır. Münafıklar iman edenlere: "Bizi de gözetin; ışığınızdan faydalanalım" dedikleri gün, onlara: "Ardınıza dönün de ışık arayın" denir..." Bu, Allah'ın münafıklara yaptığı bir aldatmacadır. Allah: "Şüphesiz münafıklar Allah'ı aldatmağa çalışırlar, oysa o, onlara aldatmanın ne olduğunu gösterecektir..." buyurmaktadır. Bunun üzerine nurun taksim edildiği yere dönecekler ve bir şey bulamayacaklardır. Onlar müminlerin yanına geri dönmek ister, ama aralarına: "İçinde rahmet, dışında azap bulunan kapılı bir sur çekilir. Münafıklar, inananlara: "Biz sizinle beraber değil miydik (sizin gibi namaz kılıp sizin gibi savaşmıyor muyduk?)'" diye seslenirler. Onlar: "...Evet öyle; fakat sizler kendinizi aldattınız, bize pusu kurdunuz, Allah'ın kelâmı gelene kadar dinde şüpheye düştünüz; sizi kuruntular aldattı; sizi şeytanlar Allah'a karşı da ayarttı. Bugün sizden ve inkâr edenlerden fidye kabul edilmez; varacağınız yer ateştir, layığınız orasıdır; ne kötü bir dönüştür!" derler."

İbn Ebî Hâtim'in başka bir kanalla bildirdiğine göre Ebû Umâme der ki: "Kıyamet gününde öyle bir karanlık gönderilir ki, ne bir mümin ne de bir münafık avucunun içini bile göremez. Sonra Allah, müminlere amellerine göre bir nur gönderir. Münafıklar da arkalarından gelerek: «Bizi de gözetin; ışığınızdan faydalanalım» derler."

İbn Cerîr, İbn Merdûye ve Ba's'da Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "İnsanlar karanlıklar içinde iken Allah bir nur gönderir. Müminler o nuru görünce ona doğru yönelir. İşte bu nur da Cennete girmeleri için kendilerine Allah'dan bir delildir. Münafıklar, müminlerin nura gittiğini gördüğü zaman peşlerinden giderler. Bunun üzerine Yüce Allah münafıkların üzerine bir karanlık indirir. O zaman münafıklar: "Bizi de gözetin; ışığınızdan faydalanalım. Dünyada iken biz sizinle beraber idik" derler. Müminler de: "Ardınızdaki karanlıklara geri dönün ve orada ışık arayın" karşılığını verir.

Taberânî ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah, kıyamet gününde insanları annesine nispet ederek isimleriyle çağıracaktır. Suat'a gelince, Allah her mümine ve her münafığa bir nur verecektir. Sırat'ın üzerine geldiklerinde Allah erkek ve kadın münafıkların nurunu geri alacaktır. Bunun üzerine onlar müminlere: «Bizi de gözetin; ışığınızdan faydalanalım» diyecektir. Müminler tie: «Ey Rabbimiz! Nurumuzu tamamla» diyecektir. Orada hiç kimse hiç kimseyi hatırlamayacaktır.'"

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah öncekiler ve sonrakileri bir araya topladığı zaman, Yahudiler çağrılıp: «Siz kime ibadet ediyordunuz?» denilir. Yahudiler: «Biz Allah'a ibadet etmekteydik» cevabını verir. Onlara: "Allah'dan başka kime ibadet etmekteydiniz?" denilince: «Uzeyr'e» cevabını verirler. Bunun üzerine Yahudiler bir tarafa yönlendirilir ve Hıristiyanlar çağrılır. Onlara da: «Siz kime ibadet ediyordunuz?» denilir. Onlar: «Biz Allah'a ibadet etmekteydik» cevabını verir. Onlara: «Allah'dan başka kimseye ibadet eder miydiniz?» denilince: «Evet ederdik» derler. «Kime ederdiniz?» denilince de: «Mesih'e» cevabını verirler. Onlar da bir tarafa yönlendirilir ve Müslümanlar çağrılır. Müslümanlar yerden yüksekte bir tepe üzerindedirler. Kendilerine: «Siz kime ibadet ediyordunuz?» denilir. Onlar: «Biz yalnız Allah'a ibadet etmekteydik» cevabını verir. Onlara: «Allah'dan başka kimseye ibadet eder miydiniz?» denilince, öfkelenerek: «Allah'dan başka kimseye ibadet etmedik» derler. Bunun üzerine onlardan her birine bir nur verilir ve Sırat'a doğru dönerler. Münafıklardan olan kişinin nuru daha Sırat'a gelmeden sönecektir."

Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): İkiyüzlü erkek ve kadınlar, müminlere: «Bizi de gözetin; ışığınızdan faydalanalım» dedikleri gün, onlara: «Ardınıza dönün de ışık arayın» denir; inananlarla ikiyüzlüler arasına, kapısının içinde rahmet ve dışında azap olan bir sur çekilir" âyeti ile: "Allah'ın Peygamberini ve onunla beraber olan müminleri utandırmayacağı o gün, ışıkları önlerinde ve defterleri sağlarından verilmiş olarak yürürler ve: «Rabbimiz! Işığımızı tamamla, bizi bağışla, Şüphesiz Sen her şeye Kadir'sin» derler'" âyetini okudu.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İkiyüzlü erkek ve kadınlar, müminlere: «Bizi de gözetin; ışığınızdan faydalanalım» dedikleri gün, onlara: «Ardınıza dönün de ışık arayın» denir; inananlarla ikiyüzlüler arasına, kapısının içinde rahmet ve dışında azap olan bir sur çekilir"' âyetini açıklarken şöyle dedi: "İnsanlar karanlıklar içinde iken, Allah bir nur gönderir. Müminler bu nuru görünce ona doğru yönelir. Bu nur da Cennete girmeleri için kendilerine Allah'dan bir delildir. Münafıklar müminlerin gittiğini görünce kendileri de peşlerine takılırlar. Allah münafıkların üzerine karanlıklar indirince: «Bizi de gözetin; ışığınızdan faydalanalım. Bizde dünyada sizinle beraber idik» derler. Bunun üzerine müminler: «Ardınızdaki karanlıklara geri dönün ve orada ışık arayın» karşılığını verir."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Fâhite der ki: Allah kıyamet gününde bütün yaratıkları bir yere toplar ve üzerlerine karanlıkları gönderir. İnsanlar Rablerinden yardım ister ve Allah her mümine bir nur verir. Onun yanında münafıklara da bir nur verir. Sonra müminlerle münafıklar nurlarıyla Cennete doğru yönelirler. Onlar bu durumda iken Allah münafıkların nurunu söndürür. Onlar karanlıklarda tereddüt içinde giderken müminler onları geçip gider. Münafıklar: "Bizi de gözetin; ışığınızdan faydalanalım..." diye çağırırlar. "İman edenlerle ikiyüzlüler arasına, kapısının içinde rahmet ve dışında azap olan bir sur çekilir." Müminler ondan girdiği zaman rahmetle dolu idi ve karşısında Cennet vardı. Münafıklar: "Biz sizinle beraber değil miydik?" diye seslenirler. Onlar: "Evet öyle; fakat sizler kendinizi aldattınız, bize pusu kurdunuz..." cevabını verirler. Bunun üzerine münafıklar birbirlerine: "Gelin müminlere doğru yol alalım" derler. Sonra derin bir çukura düşerler ve yine birbirlerine: "Bu yol bizi müminlerin yanına götürür" derler. Bu çukurda da, Cehennemin dibine ulaşana kadar havalanırlar. "O, onlara aldatmanın ne olduğunu gösterecektir..." kelâmında olduğu gibi münafıklar işte orada aldatılırlar.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) şeklinde mevsul olarak ve (elif) harfini ötre ile okumuştur.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre A'meş bu âyeti: (.....) şeklînde maktu' olarak (elif) harfini üstün ve (zı) harfini esre ile okumuştur.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ: "(Ey insan!) Cehenneme gelindiği, doğu ve batı arasının kapandığı gün konusunda sen neredesin?" dedi. Yine denildiğine göre şöyle dedi: "(Ey insan!) cehennemin üzerinden (Sırat köprüsünden) geçmedikçe Cennete girmeyeceksin. Eğer beraberinde nur varsa, Sırat düz olur ve vallahi kurtulmuş ve hidayete ermiş olursun. Eğer beraberinde nur yoksa Cehennemin bazı kopandan veya kancalan seni alır. İşte o zaman helak olup ölürsün."

Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sıfât'ta bildirdiğine göre Mukâtil: "İkiyüzlü erkek ve kadınlar, müminlere: (.....) dedikleri gün..." kelâmını açıklarken: "Burada Sırat kastedilmektedir" dedi. (.....) ifadesi hakkında ise: "Bizi de gözetin, mânâsındadır" dedi. "Işığınızdan faydalanalım..." kelâmını da: "Bize de ışığınızdan bir pay verin de biz de sizinle gidelim, mânâsındadır" şeklinde açıkladı. "Onlara: "Ardınıza dönün de ışık arayın" denir..." kelâmını açıklarken: "Melekler onlara: «Geldiğiniz yere geri dönün» der. Bu, onların dünyada iken, müminlere, iman etmedikleri halde: «İman ettik» demek suretiyle alay ettikleri için kendileriyle edilen alaydır. Allah'ın: "Gerçekte Allah onlarla alay eder..." kelâmı da bunu ifade etmektedir" dedi. "İman edenlerle ikiyüzlüler arasına kapısının içinde rahmet ve dışında azap olan bir sur çekilir" âyeti hakkında ise: "A'raf ashabı ve münafıklar arasında yani Cennet ve Cehennem ahalisi arasında bir duvar çekilir. Duvarın içi, Cennet tarafından rahmettir, dışı da Cehennemdir. O da Cennet ve Cehennem ahalisi arasında bir örtüdür" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ubâde b. es-Sâmit Beytü'l-Makdis'in doğu duvarı üzerinde ağlamaya başladı. Ona: "Niçin ağlıyorsun?" diye sorulunca: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize, Cehennemi gördüğünü burada, haber vermişti" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Sinân der ki: "Ali b. Abdillah b. Abbâs ile beraber Cehennem deresinin yanında idim. O babasından bahsederek: "İman edenlerle ikiyüzlüler arasına... bir sur çekilir." Cehennem deresinin yanındaki surun yeri işte burasıdır" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Abdullah b. Amr b. el-Âs der ki: Allah'ın Kur'ân'da: "İman edenlerle ikiyüzlüler arasına kapısının içinde rahmet ve dışında azap olan bir sur çekilir" diye zikretmiş olduğu sur, Beytü'l-Makdis'in doğu tarafındaki surdur. Onun içi mesciddir. Dışında ise Cehennem deresi ve yanındakiler bulunmaktadır.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "İman edenlerle ikiyüzlüler arasına kapısının içinde rahmet ve dışında azap olan bir sur çekilir" âyetini açıklarken: "Burada Cennet ve Cehennem arasında çekilen sur kastedilmektedir. Onun içinde Cennet, dışında ise Cehennem vardır" dedi.

ibn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "İman edenlerle ikiyüzlüler arasına kapısının içinde rahmet ve dışında azap olan bir sur çekilir" âyetini açıklarken: "Âyetteki rahmet ifadesi ile Cennet, azap ifadesi ile de Cehennem kastedilmektedir" dedi.

Âdem b. İyâs, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: "İkiyüzlü erkek ve kadınlar, müminlere: «Bizi de gözetin; ışığınızdan faydalanalım» dedikleri gün, onlara: «Ardınıza dönün de ışık arayın» denir; inananlarla ikiyüzlüler arasına, kapısının içinde rahmet ve dışında azap olan bir sur çekilir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Münafıklar dünyada iken bazı zamanlar müminlerle beraber olur, onlarla evlenir, onlarla yaşar ve onlarla ölürlerdi. Kıyamet gününde hepsine birden nur verilir. Ancak surun yanına geldiklerinde münafıkların nuru söner ve müminler ile münafıklar birbirinden ayrılır. Sur, Cennet ile Cehennem arasında olan perde gibi bîr şeydir. İşte o zaman münafıklar: "Bizi de gözetin; ışığınızdan faydalanalım"' der. Müminler de: "Ardınıza dönün de ışık arayın" karşılığını verir.

Şuabu'l-îmân'da Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Fakat sizler kendinizi aldattınız, bize pusu kurdunuz, Allah'ın kelâmı gelene kadar dinde şüpheye düştünüz; sizi kuruntular aldattı; sizi şeytanlar Allah'a karşı da ayarttı" kelâmını açıklarken: "Sizler arzu ve lezzete düşkünlüğünüzle kendinizi aldattınız. Ölüm size gelene kadar tövbe de etmediniz. Şeytan sizi aldatmıştı, mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Sinan: "Fakat sizler kendinizi aldattınız, bize pusu kurdunuz, Allah'ın kelâmı gelene kadar dinde şüpheye düştünüz; sizi kuruntular aldattı; sizi şeytanlar Allah'a karşı da ayarttı" kelâmını: "Siz masiyetlerle kendinizi aldattınız ve tövbe etmediniz. Siz, Allah hakkında şüpheye düştünüz ve: "Allah bizi affeder" dediniz. Ölüm size gelene kadar hep uzak emeller peşinde oldunuz. Şeytan sizi aldatmıştı" şeklinde açıkladı.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mahbûb el-Leysî: "Fakat sizler kendinizi aldattınız, bize pusu kurdunuz, Allah'ın kelâmı gelene kadar dinde şüpheye düştünüz; sizi kuruntular aldattı; sizi şeytanlar Allah'a karşı da ayarttı" kelâmını açıklarken: "Siz arzularla kendinizi aldattınız ve tövbe etmediniz. Siz, Allah hakkında şüpheye düştünüz ve ölüm size gelene kadar hep uzak emeller peşinde oldunuz. Şeytan sizi aldatmıştı, mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Bize pusu kurdunuz, Allah'ın kelâmı gelene kadar dinde şüpheye düştünüz; sizi kuruntular aldattı; sizi şeytanlar Allah'a karşı da ayarttı" kelâmını açıklarken: "Hak ve hak ahalisine karşı pusu kurdular ve Allah hakkında şüpheye düştüler. Onlar şeytan tarafından aldatılmıştı. Vallahi, Allah onları ateşe atana kadar öyle kalacaklardır" dedi. "Bugün sizden ve inkâr edenlerden fidye kabul edilmez..."' kelâmı hakkında ise: "Burada münafıklar kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti: (.....) şeklinde okumuştur.

İbn Merdûye hadisi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) dayandırarak Enes'ten bildirir: "Allah muhacirlerin kalplerinin Kur'ân'ın inişinden on yedi yıl sonra gevşediğini görünce: «İnananların gönüllerinin Allah'ı anması ve O'ndan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı daha gelmedi mi? Onlar, daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar; onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı; çoğu, yoldan çıkmış kimselerdir» âyetini indirdi."

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid'de gülmekte olan ashâbından bir grubun yanına çıktı ve yüzü kızarmış halde ridasını çekiştirerek onlara: "Rabbinizin sizi bağışladığına dair bir eman gelmemişken mi gülüyorsunuz? Bu gülmeniz hakkında bana: «İnananların gönüllerinin Allah'ı anması ve O'ndan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı daha gelmedi mi...» âyeti indi" buyurdu. Bunun üzerine ashâb: "Ya Resûlallah! Bunun kefâreti nedir?" diye sorunca, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Güldüğünüz kadar ağlamanızdır" karşılığını verdi.

Müslim, Nesâî, İbn Mâce, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Bizim Müslüman olmamız ve Allah'ın bizi: "İnananların gönüllerinin Allah'ı anması ve ondan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı daha gelmedi mi..." âyeti ile kınaması arasında sadece dört yıl vardır" dedi.

İbnu'l-Münzir, Taberânî, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Abdullah b. ez- Zübeyr'den bildirdiğine göre İbn Mes'ûd kendisine, Müslümanlıkları ile Allah'ın, kendilerini kınayan: "İnananların gönüllerinin Allah'ı anması ve ondan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı daha gelmedi mi. Onlar, daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar; onların üzerinden uzun zaman geçti de kalbleri katılaştı; çoğu, yoldan çıkmış kimselerdir'" âyetini indirmesi arasında sadece dört yıl olduğunu haber vermiştir.

Ebû Ya'la ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: "İnananların gönüllerinin Allah'ı anması ve ondan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı daha gelmedi mi. Onlar, daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar; onların üzerinden uzun zaman geçti de kalbleri katılaştı; çoğu, yoldan çıkmış kimselerdir" âyeti indiği zaman birbirimize dönerek: "Biz ne işledik, biz ne yaptık?" demeye başladık.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Allah muhacirlerin kalplerinin gevşediğini görünce, Kur'ân'ın inişinin on üçüncü yılının başında: "İnananların gönüllerinin Allah'ı anması ve ondan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı daha gelmedi mi? Onlar, daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar; onların üzerinden uzun zaman geçti de kalbleri katılaştı; çoğu, yoldan çıkmış kimselerdir" âyetini indirerek onları kınadı.

İbn Ebî Şeybe'nin Musannef’te Abdulazîz b. Ebî Revvâd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı arasında şakalaşma ve gülmek ortaya çıkınca: "inananların gönüllerinin Allah'ı anması ve ondan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı daha gelmedi mi. Onlar, daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar; onların üzerinden uzun zaman geçti de kalbleri katılaştı; çoğu, yoldan çıkmış kimselerdir" âyeti indi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı mizahtan bir şeylere karışınca Allah: "İnananların gönüllerinin Allah'ı anması ve ondan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı daha gelmedi mi? Onlar, daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar; onların üzerinden uzun zaman geçti de kalbleri katılaştı; çoğu, yoldan çıkmış kimselerdir'" âyetini indirdi.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî vasıtasıyla bildirdiğine göre Kâsım der ki: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı usanmış ve: "Ya Resûlallah! Bize bir şeyler anlatsan" demişti. Bunun üzerine Yüce Allah: "Biz bu Kur'ân'ı vahyederek, sana en güzel kıssaları anlatıyoruz..." âyetini indirdi. Ashâb yine usanıp: "Ya Resûlallah! Bize bir şeyler anlatsan" deyince: "Allah, âyetleri birbirine benzeyen ve yer yer tekrar eden Kitab'ı sözlerin en güzeli olarak indirmiştir..." âyeti indi. Sonra yine usandıklarında: "Ya Resûlallah! Bize bir şeyler anlatsan" dediklerinde Yüce Allah: "İnananların gönüllerinin Allah'ı anması ve ondan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı daha gelmedi mi? Onlar, daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar; onların üzerinden uzun zaman geçti de kalbleri katılaştı; çoğu, yoldan çıkmış kimselerdir" âyetini indirdi.

İbnu'l-Mübârek, Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre A'meş der ki: Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı çektikleri zorluklardan sonra Medine'ye hicret edip rahat bir yaşam bulunca daha önce içlerinde bulundukları halden uzaklaştılar. Bunun üzerine kendileri kınanarak: "inananların gönüllerinin Allah'ı anması ve ondan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı daha gelmedi mi? Onlar, daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar; onların üzerinden uzun zaman geçti de kalbleri katılaştı; çoğu, yoldan çıkmış kimselerdir"" âyeti indi.

ibn Merdûye'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Dikkat edin, uzun bir zaman geçmeden kalpleriniz katılaşacaktır. Dikkat edin, gelecek olan her şey yakındır. Dikkat edin, uzak olan şey gelmeyecek olandır" buyurmuştur.

İbn Merdûye, İbn Mes'ûd'dan onun sözü olarak aynısını bildirir.

Saîd b. Mansûr ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Mes'ûd der ki: İsrail oğullarının üzerinden uzun bir zaman geçince kalpleri katılaştı ve yanlarından bir kitap çıkardılar. Gönülleri bunu istedi ve dilleri onu tatlılaştırdı. Hak ise birçok şeyde onların istekleri ile kendi aralarını ayırıyordu. Onlar sanki Allah'ın kitabını bilmiyormuş gibi omuz ardı etmiş ve (yanlarından çıkarmış oldukları kitap için): "Bu kitabı İsrâil oğullarına arzedin. Eğer size uyarlarsa onları bırakın, eğer uymazlarsa onları öldürün" dediler. Bazıları: "Hayır, bu kitabı" -aralarında bilgili olan- "filan kişiye gönderin. Eğer o buna uyarsa, ondan sonra da kimse size karşı gelmez. Eğer bu kişi bunu kabul etmezse onu öldürün. Yine ondan sonra kimse size karşı gelmez" dedi. Bunun üzerine ona bu kitabı gönderdiler. Bu kişi bir kâğıt alarak üzerine Allah'ın kitabını yazdı ve bir boynuzun içine yerleştirip boynuna astı. Sonra da giysilerini giydi. İsrâil oğulları bu kişiye kitabı arz ederek: "Buna iman ediyor musun?" dediler. Bu kişi göğsünü ima ederek: "Ben buna iman ettim" karşılığını verdi. Yine boynuzu kastederek: "Ben buna niye iman etmeyeyim ki?" dedi. Bunun üzerine onu bıraktılar. Bu kişinin yanına gidip gelen arkadaşları vardı. Öldüğü zaman içinde Allah'ın kitabının yazılı olduğu boynuzu üzerinde asılı buldular ve: "Ben buna iman ettim, ben buna niye iman etmeyeyim dediğini görmediniz mi? O, bu kitabı kastetmiştir" dediler. Bunun üzerine İsrâil oğulları yetmiş küsur fırkaya ayrıldı. Onların en hayırlı fırkası boynuz sahibi olan fırkadır.

Abdullah: "Muhakkak ki, sizden hayatta kalacak olanlar hoş olmayan kötü şeyler görecektir. Kişinin kötü bir şey görüp de onu değiştirememesi durumunda, kalben o kötü şeyi buğzettiğini Allah'ın bilmesi bu kişi için yeterlidir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Ömer: "İnananların gönüllerinin Allah'ı anması ve ondan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı daha gelmedi mi?.." kelâmını okuduğu zaman ağlar ve: "Evet, ey Rabbim! Evet ey Rabbim!" derdi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle dedi: Şeddâd b. Evs: "İnsanlar üzerinden kaldırılacak ilk şey korkudur" derdi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "İnananların gönüllerinin Allah'ı anması ve ondan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı daha gelmedi mi..." kelâmını açıklarken: "Bize bildirildiğine göre Şeddâd b. Evs, Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "İnsanlar üzerinden kaldırılacak ilk şey korkudur" buyurduğunu rivayet ederdi" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "İnananların gönüllerinin Allah'ı anması ve ondan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı daha gelmedi mi?..." kelâmını açıklarken: "Bu, iman edenlere görünmüyor mu, mânâsındadır" dedi.

İbnu'l-Mübârek'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Allah'ın, yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiğini bilin..." kelâmını açıklarken: "Burada katılaşan kalpleri tekrar yumuşatması kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Burada uzun bir zaman kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Şeybe'nin Ebû Harb b. Ebi'l-Esved'den, onun da babasından bildirdiğine göre Ebû Mûsa el-Eş'arî hafızları toplayarak: "Yanınıza Kur'ân'ı ezberleyen kişilerden başka kimse girmeyecektir" dedi. Bunun üzerine üç yüz kişi içeri girdik. O, bize: "Siz bu şehrin kurralarısınız. Ehl-i kitabın kalpleri katılaştığı gibi uzun bir zaman geçmeden sizin de kalbleriniz katılaşacaktır" dedi.

17

Şu gerçeği biliniz ki, Allah, arzı, kuruduktan sonra (yağmur sebebiyle) diriltir. İşte biz, aklınız ersin diye, size (azamet ve kudretimize delâlet eden) alâmetleri açıkça gösterdik.

18

Allah’ı ve Peygamberini tasdîk eden erkeklerle kadınlar ve gönül hoşluğu ile Allah yolunda (mal) harcayanlar (var ya); onların mükâfatları kat kat artırılır. Hem onlara, çok hoş bir mükâfat (cennet) de var...

19

Bkz. Ayet:20

20

"Allah'a ve peygamberlerine iman edenler var ya, işte onlar sıddîkler ve Allah katında şehitlerdir. Onların mükâfatları ve nurları vardır. İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince; işte onlar cehennemliklerdir. Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Âhırette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.”

İbn Merdûye'nin Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Her kim bir fitneden ve dinine olan korkusundan dolayı bir yerden kaçıp başka yerlere giderse Allah katında sıddîk olarak yazılır. Eğer vefat ederse Allah onun ruhunu şehit olarak kabzeder" buyurdu. Sonra: "Allah'a ve Peygamberlerine iman edenler var ya, işte onlar sıddîkler ve Allah katında şehitlerdir..." âyetini okuyup: "Bu âyet onlar hakkında inmiştir. Dinine olan korkusundan dolayı bir yerden kaçıp başka yerlere gidenler de kıyamet gününde Cennette İsa b. Meryem ile beraber aynı derecede yazılır" buyurdu.

İbn Cerîr'in Berâ b. Âzib'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Benim ümmetimin müminleri şehitlerdir" buyurdu ve: "Allah'a ve peygamberlerine iman edenler var ya, işte onlar sıddîkler ve Allah katında şehitlerdir...'" âyetini okudu.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Her mümin kişi sıddîk ve şehittir" dedi.

Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Kişi yatağında da şehit olarak ölür" dedi ve: "Allah'a ve peygamberlerine iman edenler var ya, işte onlar sıddîkler ve Allah katında şehitlerdir..."' âyetini okudu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre bir gün Ebû Hu rey re yanlarında iken: "Hepiniz sıddîk ve şehitsiniz" dedi. Kendisine: "Ey Ebû Hureyre! Ne demektesin?" denilince: "Allah'a ve peygamberlerine iman edenler var ya, işte onlar sıddîkler ve Allah katında şehitlerdir..." âyetini okuyun" karşılığını verdi.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Ebû Hureyre: "Şehit kişi yatağında da ölse Cennete girer" dedi. Burada yatağında ölüp de günahı olmayan kişi kastedilmektedir.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Her mümin kişi sıddîk ve şehittir" deyip: "Allah'a ve peygamberlerine iman edenler var ya, işte onlar sıddîkler ve Allah katında şehitlerdir..."' âyetini okudu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Amr b. Meymûn: "Her mümin kişi sıddîk ve şehittir" deyip: "Allah'a ve peygamberlerine iman edenler var ya, işte onlar sıddîkler ve Allah katında şehitlerdir..." âyetini okudu. Sonra: "Mümin kişiler, sıddîkler ve şehitlerdir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) (=Allah'a ve peygamberlerine iman edenler var ya, işte onlar sıddîklerdir) kelâmı (.....) (=Onlar, Allah katında şehitlerdir. Onların mükâfatları ve nurları vardır) kelâmından ayrıdır (Yani biri, Allah'a iman eden sıddîkler, diğeri ise Allah yolunda öldürülen şehitlerdir)" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) (=Allah'a ve peygamberlerine iman edenler var ya, işte onlar sıddîklerdir) kelâmı âyetin sonraki kısmından ayrıdır. Allah iman edenleri sıddîkler olarak adlandırdı. Sonra da: (.....) (=Onlar, Allah katında şehitlerdir. Onların mükâfatları ve nurları vardır) buyurdu.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mesrûk: "Bu şehitlere özel bir şeydir" dedi."

İbn Hibbân'ın bildirdiğine göre Amr b. Murra el-Cühenî der ki: Bir kişi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek: "Ya Resûlallah! Eğer Allah'dan başka ilah olmadığına, senin onun elçisi olduğuna şahadet edip beş vakit namazı kılarsam, zekat verirsem ve Ramazan orucunu tutarsam ben kimlerden olurum?" deyince, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sıddîllerden ve şehitlerden olursun" buyurdu.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Âhirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır..." kelâmını açıklarken: "Âhiret gününde insanlar bu iki durum üzere olacaklardır" dedi.

21

(Siz günahlarınızdan tevbe ederek) Rabbinizden bir mağfirete ve genişliği, yerle göğün genişliği gibi olan bir cennete yarışın ki; o, Allah’a ve peygamberlerine îman edenler için hazırlanmıştır. O, Allah’ın ihsanıdır; onu dilediği kimselere verir. Allah, çok büyük ihsan sahibidir.

22

Bkz. Ayet:23

23

"Yeryüzünde vuku bulan ve Sizin başınıza gelen herhangi bîr musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bîr kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır. Bu, kaybettiğinize üzülmemeniz ve Allah'ın sîze verdiği nimetlerle şımarmamanız içindir. Allah, kendini beğenip öğünen hiç kimseyi sevmez."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın..."' kelâmını: "Biz başınıza gelen din ve dünya musibetlerini mutlaka daha önce yaratmışızdır. Bu, (dünyada) kaybettiğinize üzülmemeniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmamanız içindir" şeklinde açıkladı.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır" âyetini açıklarken: "Bunlar, daha nefisler yaratılmadan önce yapılıp biten şeylerdir, mânâsındadır" dedi.

Ahmed ve Hâkim'in ("sahîh") Ebu Hassân'dan bildirdiğine göre iki kişi Hazret-i Âişe'nin yanına girip: "Ebû Hureyre'nin anlattığına göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): «Uğursuzluk kadında, atta ve evdedir» buyururdu" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Âişe: "Kur'ân'ı Ebu'l-Kâsım'a indirene yemin olsun ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) öyle dememiştir "Cahiliye ahalisi: «Uğursuzluk kadında, atta ve evdedir» derlerdi" buyururdu" dedi. Sonra: "Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır" âyetini okudu.

Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî)'ye bu âyet hakkında sorulunca: "Sübhanallah! Kim bu konuda şüphe etmektedir? Yeryüzünde ve gökyüzündeki her musibet daha nefsi yaratmadan önce kitapta yazılıdır" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve Şuabu'l- İmân'da Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Bu, kaybettiğinize üzülmemeniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmamanız içindir. Allah, kendini beğenip öğünen hiç kimseyi sevmez" âyetini açıklarken: "Hiç kimse yoktur ki, mutlaka üzülür ve sevinir. Fakat mümin kişi musibete maruz kalırsa ona sabreder. Yine mümin kişiye hayırlı şeyler verilirse ona şükreder" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın..." kelâmını açıklarken: "Burada din musibetleri değil de maişet musibetleri kastedilmektedir. Çünkü, Allah: "Bu, kaybettiğinize üzülmemeniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmamanız içindir..." buyurmaktadır. Burada da din musibetleri kastedilmemektedir. Zira Allah, kötülüğe üzülüp iyiliğe sevinmelerini emretmiştir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti açıklarken şöyle dedi: "Kötülük hakkındaki hüküm semada verilir. O her gün bir iştedir. Sonra bu şeyin olacağı vakit belirlenir ve o vakte kadar tutulur. Zamanı gelince de onu bırakır. Ona engel olacak hiç bir şey de yoktur. Bu şey, filan gün, filan ay filan yılda filan şehirde kıtlık ve kuraklık musibeti olacaktır, şeklindedir.

Musibetler bazen tek kişiyi bazen de genel olarak herkesi kapsamaktadır. Hatta kişinin istemediği halde dayandığı bastonu alması gibi. Sonra ona alışır ve onu bir daha bırakamaz."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Rabî b. Ebî Sâlih der ki: Bir grupla beraber (tutuklancak olan) Saîd b. Cübeyr'in yanına girdim. Bir kişi ağlayınca Saîd b. Cübeyr ona: "Seni ağlatan nedir?" diye sordu. Bu kişi: "Senin içinde bulunduğun bu durumdan ve kendisine doğru gitmekte olduğun sonuçtan dolayı ağlıyorum" dedi. Bunun üzerine: "Ağlama, çünkü bunun olacağı Allah'ın ilminde bir kitapta yazılmıştır. Allah'ın: "Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın...'" âyetini işitmedin mi?" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın..." kelâmını açıklarken: "Kıtlıklar, ağrılar ve hastalıklar, daha biz onları yaratmadan önce kitapta yazılıdır, mânâsındadır" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti açıklarken: "Yüce Allah musibeti indirdi ve onu kendi katında tuttu. Sonra onun sahibini yaratır ve kişi o musibeti hak edecek bir günah işlediğinde onu kendisine gönderir" dedi.

Deylemî'nin Süleym b. Câbir el-Huceymî'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ahir zamanda ümmetime hiç kimsenin kapatamayacağı bir kader kapısı açılacaktır. Onları: «Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır» âyetiyle karşılamanız yeterlidir" buyurmuştur.

Abdullah b. Ahmed Zühd'e zevaid olarak bildirdiğine göre Kaza'a der ki:

İbn Ömer'in üzerinde kaba ve sert bir giysi gördüm. Ona: "Ey Ebu Abdirrahman! Ben sana Horasan'da yapılan yumuşak bir elbise getirdim. Onu üzerinde görmekle gözüm aydın olacaktır. Çünkü üzerinde kaba ve sert bir giysi var" dedim. Bunun üzerine İbn Ömer: "Onu giyip de kendimi beğenip övünmekten korkuyorum. Zira Allah kendini beğenip övünenleri sevmez" karşılığını verdi.

24

Onlar, o kimselerdir ki, hem cimrilik ederler, hem de insanlara cimriliği emrederler. Her kim (îmandan ve Allah yolunda malını sarfetmekten) yüz çevirirse, bilsin ki Allah, Ganî’dir= hiç bir şeye muhtaç değildir; (ancak kullar O’na muhtaçtır), Hamîd’dir= hamd edilmeğe lâyıktır.

25

"And olsun ki peygamberlerimizi belgelerle gönderdik; insanların doğru hareket etmeleri için peygamberlere kitap ve ölçü indirdik; pek sert olan ve insanlara birçok faydası bulunan demiri de indirdik. Bu, Allah'ın dinine ve peygamberlerine görmeksizin yardım edenleri meydana çıkarması içindir. Şüphesiz Allah Kavi'der, Aziz'dir."

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "...Peygamberlere kitap ve ölçü indirdik..." kelâmını açıklarken: "Adaleti indirdik, mânâsındadır" dedi.

Firyabî ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Pek sert olan ve insanlara birçok faydası bulunan demiri de indirdik...'" kelâmını açıklarken: "Burada kalkan ve silah kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: "Pek sert olan ve insanlara birçok faydası bulunan demiri de indirdik. Bu, Allah'ın dinine ve peygamberlerine görmeksizin yardım edenleri meydana çıkarması içindir. Şüphesiz Allah Kavi'dir, Aziz'dir'" kelâmını açıklarken: "Allah'ın semadan, demir olarak indirdiği ilk şey, kerpeten ve örstür" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs'a günler sorulunca şöyle dedi: "Cumartesi ve pazar günü sayıdır. Pazartesi günü amellerin arz olunduğu gündür. Salı günü kan günü, çarşamba günü ise demir günüdür. Bu konuda da: "Pek sert olan ve insanlara birçok faydası bulunan demiri de indirdik..." buyrulmaktadır. Perşembe günü yine amellerin arz olunduğu gündür. Cuma günü Allah'ın yaratmaya başladığı gündür. Bu günde de kıyamet kopacaktır."

26

Celâlim hakkı için, Nûh’u ve İbrâhîm’i (birer peygamber) gönderdik. Peygamberliği de, kitabı da onların nesillerine verdik. Öyle iken hidâyeti, içlerinden bazısı kabul etmiştir; çokları da fâsıklardır.

27

"Sonra bunların izinden ardanla peygamberlerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik, ona İncil'i verdik; ona uyanların kalplerine şefkat ve merhamet vermiştik. Uydurdukları ruhbanlığa gelince, onu biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır."

Abd b. Humeyd, Nevâdiru'l-Usûl'da Hakîm et-Tirmizî, Ebû Ya'la, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye, Şuabu'l-İmân'da Beyhakî ve İbn Asâkir'in değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Abdullah!" diye seslenince, üç defa: "Emrindeyim ya Resûlallah!" dedim. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "İmanın en sağlam kulpunun ne olduğunu biliyor musun?" diye sordu. Ben: "Allah ve Resûlü en iyi bilir" deyince: "İmanın en sağlam kulpu, Allah için dost olmak, onun için sevip onun için buğzetmektir" buyurdu ve: "Hangi insanların daha üstün olduğunu biliyor musun?" diye sordu. Ben: "Allah ve Resulü en iyi bilir" deyince: "İnsanların en üstünü dinlerinde fakih olup üstün amel işleyenlerdir" buyurdu ve: "Ey Abdullah! Hangi insanların daha bilgili olduğunu biliyor musun?" diye sordu. Ben: "Allah ve Resulü en iyi bilir" deyince şöyle buyurdu:

"En bilgili insan, insanların ihtilaflara düştükleri zaman amelleri az ve sırt ütü sürünüyor olsa bile gerçeği en iyi şekilde görebilendir. Bizden öncekiler yetmiş iki fırkaya ayrılmıştır. Onlardan üçü kurtuluşa ermiş, diğerleri ise helak olmuştur. Bir fırka krallara karşı çıkıp öldürülünceye kadar Allah'ın ve İsa b. Meryem'in dini uğrunda onlarla savaştılar. Birfirkanın ise krallara karşı çıkma gücü yoktu. Bunlar kendi kavimleri arasında kalmaya devam edip onları Allah'ın ve İsa'nın (aleyhisselam) dinine davet ettiler. Bunun üzerine de krallar onları testerelerle keserek öldürdüler. Bir fırkanın ise ne krallara karşı çıkma, ne de kavimleri arasında kalma gücü vardı. Bu sebeple dağlara çıkıp orada ruhbanlığa başladılar. Allah'ın haklarında: «Uydurdukları ruhbanlığa gelince, onu biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik» diye buyurduğu kişiler de bunlardır. İşte onlar bana iman edip beni tasdik edenlerdir. "İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır." Bunlar da nankörlük edip beni inkâr edenlerdir. "

Nesâî, Nevâdiru'l-Usûl'da Hakîm et-Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: İsa'dan (aleyhisselam) sonra Tevrat'ı ve İncil'i değiştiren krallar vardı. Aralarında Tevrat'ı ve İncil'i okuyan mümin kişiler bulunmaktaydı. Krallara (bu mümin kişileri kastederek): "Şunların bize sövmelerinden daha ağır bir küfür görmüyoruz. Çünkü onlar: «Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir... Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, fasıkların ta kendileridir»' âyetlerini okumaktadır. Bunları okumalarıyla beraber işlediğimiz amelleri ayıplamaktalar. Siz onları çağırın da bizim okuduğumuz gibi okuyup bizim inandığımız gibi inansınlar" denildi. Kral onları çağırıp topladı ve ya değiştirilen kısmı hariç Tevrat ve İncil'i okumayı bırakmalarını ya da öldürüleceklerini bildirdi. Onlara: "Bunları bırakmak için bizden ne istersiniz? Artık bizi bırakın" dedi. Müminlerden bir grup: "Bize bir kule inşa edip bizi üzerine çıkarın. Sonra da kendisiyle yiyeceğimizi ve içeceğimizi yanımıza çıkaracak bir şey verin. Bir daha yanınıza dönmeyiz" dedi. Başka bir grup: "Bizi bırakın yeryüzünde seyahat edip vahşi hayvanların yediği gibi yiyip, içtiği gibi içelim. Eğer bundan sonra da bizi topraklarınızda yakalarsanız öldürün" dedi. Diğer bir grup ise: "Siz bize çöllerde manastır yapın. Biz kuyular kazıp, baklalar ekelim. Sizden başka bir şey istemiyoruz. Bir daha sizin yanınıza da uğramayız" dedi. Fakat onların her kabile de dostları vardı. Onlar böyle yapınca da Yüce Allah «Uydurdukları ruhbanlığa gelince, onu biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar» âyetini indirdi. Diğerleri ise şirk ahalisinin taptığı şeylere tapan kişilerdi. Onlardan da ölenler ölünce: "Biz de, filan kişinin ibadet ettiği gibi ibadet eder, filan kişinin seyahat ettiği gibi seyahat eder ve filan kişi gibi manastır ediniriz" dediler. Onlar şirkleri üzerinde idi ve kendilerine uydukları kişilerin imanlarından habersiz idiler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderildiği zaman onlardan az bir kısım kalmıştı. Seyahatte olan seyahatinden ve manastırında olan manastırından gelerek Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) iman edip kendisini tasdik ettiler. Bu sebeple Yüce Allah: "Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve peygamberine iman edin ki, size rahmetinden iki kat pay (iki kat mükâfat) versin" buyurmaktadır. Bu da İsa'ya (aleyhisselam), iman edip nefisleriyle mücadele etmeleri, Tevrat'a, İncil'e ve Muhammed'e iman edip tasdik etmelerinden dolayıdır. "Size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur versin..." Bu da Kur'ân'a ve Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) tabi olmalarıdır."'

Ebû Dâvud, Ebû Ya'la ve Diyâ'nın Enes'ten bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Nefislerinizi zora koşmayın. Aksi takdirde size zorluk çıkartılır. Zira bir kavim kendi nefsini zora koşmuş ve kendilerine zorluk çıkartılmıştır. Onlardan geriye kalanlar da kiliseler ve manastırlardadır. «...Uydurdukları ruhbanlığa gelince, onu biz yazmadık...»" buyurmuştur.

Taberânî ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin Sehl b. Ebî Umâme b. Sehl b. Huneyf'ten, onun babasından, onun da dedesinden bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Nefislerinizi zora koşmayın. Zira sizden öncekiler nefislerini zora koşmakla helak oldular. Onlardan geriye kalanları kiliselerde ve manastırlarda bulursunuz" buyurmuştur.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Merdûye ve İbn Nasr'ın bildirdiğine göre Ebû Umâme: "Allah size Ramazan ayı orucunu tutmanızı farz kıldı. Onda namaz (teravih) kılmanızı emretmedi. Siz onu bidat olarak edindiniz. Ancak ona devam ediniz. Çünkü İsrâil oğullarından bazı kimseler bir bidat edindi. O bidati terk etmeleriyle de Allah onları ayıpladı" dedi. Sonra da: "Uydurdukları ruhbanlığa gelince, onu biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır" âyetini okudu.

Ahmed, Hakîm et-Tirmizî, Ebû Ya'la ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Her ümmetin bir ruhbanlığı vardır. Bu ümmetin ruhbanlığı da Allah yolunda cihaddır" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "...Uydurdukları ruhbanlığa gelince..."' kelâmını açıklarken: "Bize bildirildiğine göre onlar, kadınlarını red edip manastırlara çekildiler" dedi.

28

"Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve Peygamberine iman edin ki, sîze rahmetinden iki kat pay versin, sîze kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur versin ve sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir."

Taberânî M. el-Evsat'ta İbn Abbâs'tan bildirir: Necâşî'nin ashâbından kırk kişi Hazret-i Peygamber'in yanına gelerek kendisiyle Uhud savaşında bulundular. Aralarında yaralananlar vardı, ama hiç biri ölmemişti. Bu kişiler müslümanların ihtiyaç sahibi olduğunu görünce: "Ya Resûlallah! Biz varlıklı kişileriz. İzin versen de malımızı getirip müslümanlara yardımda bulunsak" dediler. Bunun üzerine Allah: "Bu Kur'ân'dan önce kendilerine kitap verdiklerimiz var ya, işte onlar ona da inanırlar. Kur'an onlara okunduğu zaman: «Ona inandık, Şüphesiz o Rabbimizden gelen gerçektir; biz şüphesiz daha önceden müslüman olmuş kimseleriz» derler. İşte onlara, sabırlarından dolayı, ecirleri iki defa verilir; onlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da sarfederler" âyetlerini indirdi. Burada kendisiyle müslümanlara yardım ettikleri nafaka kastedilmektedir. Bu âyet indiği zaman: "Ey müslümanlar topluluğu! Bizden, sizin kitabınıza inananların iki ecri vadır. Kitabınıza iman etmeyenlerin de sizin gibi bir ecri vardır" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: "Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve peygamberine iman edin ki, size rahmetinden iki kat pay versin, size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur versin ve sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayıcıdır..." âyetini indirdi. Allah iman edenlere bir nur verip kendilerini bağışladı.

İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bu yorumun aynısını bildirir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân der ki: "İşte onlara, sabırlarından dolayı, ecirleri iki defa verilir; onlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da sarfederler" âyeti indiği zaman Ehl-i Kitab'dan iman edenler Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbına karşı böbürlenerek: "Bize iki ecir, size ise bir ecir vardır" dediler. Bu da ashâbın ağırına gitmişti. Bunun üzerine Yüce Allah: "Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve Peygamberine iman edin ki, size rahmetinden iki kat pay versin..." âyetini indirdi. Bu şekilde müminlere de Ehl-i Kitab'dan olan müminler gibi iki kat ecir verdi ve ecir konusunda onları eşitledi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Size rahmetinden iki kat pay versin, size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur versin..." kelâmını açıklarken: "Burada pay ifadesi ile ecir, nur ifadesi ile Kur'ân kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) kelâmını açıklarken: (.....) ifadesi ile iki kat ecir, (.....) ifadesi ile hidayet kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) ifadesini: "İki kat ecir" şeklinde açıkladı.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini: "İki pay" şeklinde açıkladı.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: ifadesini: "İki kat mânâsındadır" şeklinde açıkladı.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Musa: (.....) ifadesini: "Bu, iki kat ecir mânâsındadır ve Habeşicedir" şeklinde açıkladı.

Firyabî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre ibn Ömer: (.....) kelâmını açıklarken: "Kifl ifadesi Allah'ın rahmetinden üç yüz elli pay mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Kılâbe: kelâmını açıklarken: "Kifl ifadesi Allah'ın rahmetinden üç yüz pay mânâsındadır" dedi.

İbnu'd-Durays'ın bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur versin..." kelâmını açıklarken: "Burada nur ifadesi ile Kur'ân kastedilmektedir" dedi.

29

"Bunları açıkladık ki, kitap ehli, Allah'ın lütfundan hiçbir şeyi kendilerine has kılmaya güçlerinin yetmeyeceğini ve lütfun, Allah'ın elinde olduğunu, onu dilediği kimseye vereceğini bilsinler. Allah, büyük lütuf sahibidir."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Yezîd b. Hâzım der ki: İkrime ve Abdullah b. Ebî Seleme'nin bu âyeti okuduklarını işittim. Biri bu âyeti: (.....) şeklinde okurken, diğeri: (.....) şeklinde okudu.

İbn Merdûye'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah amelleri ve ecri taksim etmiştir. -Başka bir lafızda ise: "Zamanı taksim etmiştir" şeklindedir- Yahudilere: «Çalışın» denildi. Onlar da gün ortasına kadar çalıştılar. Bunun üzerine onlara: «Size bir kîrat ücret vardır» denildi. Hıristiyanlara: «Çalışın» denildi. Onlar da gün ortasından ikindi vaktine kadar çalıştılar. Onlara da: «Size bir kîrat ücret vardır» denildi. Sonra Müslümanlara: «Çalışın» denildi. Onlar da ikindi vaktinden güneş batımına kadar çalıştılar. Onlara da: «Size iki kîrat ücret vardır» denildi. Yahudiler ve Hıristiyanlar bu konuda konuşmaya başladılar. Yahudiler: «Biz gün ortasına kadar çalıştık ve bize bir kîrat ücret verildi» dedi. Hıristiyanlar: «Biz gün ortasından ikindi vaktine kadar çalıştık ve bize bir kîrat ücret verildi. Onlar da ikindi vaktinden güneş batımına kadar çalıştılar ve onlara iki kîrat ücret verildi» dedi." Bunun üzerine Yüce Allah: "Bunları açıkladık ki, kitap ehli, Allah'ın lütfundan hiçbir şeyi kendilerine has kılmaya güçlerinin yetmeyeceğini ve lütfün, Allah'ın elinde olduğunu, onu dilediği kimseye vereceğini bilsinler. Allah, büyük lütuf sahibidir" âyetini indirdi. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sizin durumunuz da, sizden önceki ümmetlerden ikindi ile güneş batımı arasında çalışan ümmetler gibidir" buyurdu.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde der ki: "Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve peygamberine iman edin ki, size rahmetinden iki kat pay versin, size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur versin ve sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir" âyeti indiği zaman Ehl-i Kitab, Müslümanları haset ettiler. Bunun üzerine Yüce Allah: "Bunları açıkladık ki, kitap ehli, Allah'ın lütfundan hiçbir şeyi kendilerine has kılmaya güçlerinin yetmeyeceğini ve lütfün, Allah'ın elinde olduğunu, onu dilediği kimseye vereceğini bilsinler. Allah, büyük lütuf sahibidir'" âyetini indirdi.'

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: "Yahudiler: «Bizden, elleri ve ayakları kesecek bir Peygamberin çıkması yakındır» dedi. Ancak Peygamber Arapların arasından çıkınca onu inkâr ettiler. Bunun üzerine Yüce Allah: "Bunları açıkladık ki, kitap ehl", Allah'ın lütfundan hiçbir şeyi kendilerine has kılmaya güçlerinin yetmeyeceğini ve lütfün, Allah'ın elinde olduğunu, onu dilediği kimseye vereceğini bilsinler. Allah, büyük lütuf sahibidir" âyetini indirdi. Âyetteki lütuf ifadesiyle Peygamberlik kastedilmektedir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti: (.....) şeklinde okumuştur.

0 ﴿