HAŞR SURESİ

İbnu'd-Durays, Nehhâs, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Haşr Sûresi, Medine'de inmiştir" dedi.

İbn Merdûye, İbnu'z-Zübeyr'den aynısını bildirir.

Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: "İbn Abbâs'a: "Haşr Sûresi" dediğimde: "Nadîr Sûresi de!" karşılığını verdi.

Saîd b. Mansûr, Buhârî, Müslim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: "İbn Abbâs'a: "Haşr Sûresi" dediğimde: "Bu sûre Nadîr oğulları hakkında indi" karşılığını verdi.

1

Bkz. Ayet:7

2

Bkz. Ayet:7

3

Bkz. Ayet:7

4

Bkz. Ayet:7

5

Bkz. Ayet:7

6

Bkz. Ayet:7

7

"Göklerde olanlar da yerde olanlar da Allah'ı tesbih ederler. O güçlüdür, Hakim'dir. Kitap ehlinden inkarcı olanları ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O dur. Oysa Ey Mü’minler! Çıkacaklarını sanmamıştınız, onlar da, kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'ın azabı onlara beklemedikleri yerden geldi, kalplerine korku saldı; evlerini kendi elleriyle ve inananların elleriyle yıkıyorlardı. Ey akıl sahipleri! Ders alın. Allah onlara sürülmeyi yazmamış olsaydı, dünyada başka şekilde azap verecekti. Ahırette onlara ateş azabı vardır. Bu, Allah'a ve Peygamberine karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim Allah'a karşı gelirse bilsin ki Allah'ın cezalandırması şüphesiz çetindir. İnkarcı kitap ehlinin yurtlarında hurma ağaçlarını kesmeniz veya onları kesmeyip gövdeleri üzerinde ayakta bırakmanız Allah'ın izniyledir. Allah yoldan çıkanları böylece rezilliğe uğratır. Ey Mü’minler! Onların mallarından, Allah'ın Peygamberine verdiği şeyler için siz ne at ve ne de deve sürdünüz; fakat Allah peygamberlerine, dilediği kimselere karşı üstünlük verir. Allah her şeye Kadir'dir. Allah'ın, fethedilen memleketler halkının mallarından Peygamberine verdikleri; Allah, Peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir; ta kî içinizdeki zenginler arasında elden ele dolaşan bir devlet olmasın. Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden menederse ondan geri durun; Allah'tan sakının, Şüphesiz Allah'ın cezalandırması çetindir."

Hâkim İbn Merdûye ve Delâil'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: Nadîr oğullarının gazvesi -ki onlar Yahudilerden bir fırkadır- Bedir savaşından altı ay sonra idi. Evleri ve hurmalıkları Medine'nin kenarında bir taraftaydı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları kuşatmış ve sürgün etmek üzere onları kalelerinden indirmişti. Develerinin taşıyabileceği kadar mal ve eşyayı beraberlerinde götürecek, ama silah almayacaklardı. İşte o zaman Yüce Allah onların hakkında: "Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ı tespih etmektedir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. O, kitap ehlinden inkâr edenleri ilk toplu sürgünde yurtlarından çıkarandır...'" âyetlerini indirdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlarla savaştı. Sonra kendilerini Şam'a sürgün etmek üzere onlarla anlaştı. Onlar daha önce sürgün edilmemiş bir nesilden geliyordu. Sonunda Allah onlar hakkında bu âyetleri indirdi. Eğer bu âyetleri indirmemiş olsaydı onları ölüm ve esaretle azaplandırırdı. Ancak Allah: "...O, kitap ehlinden inkâr edenleri ilk toplu sürgünde yurtlarından çıkarandır..." buyurmaktadır. Dünyada ilk sürgün de Şam'a yapılmıştır.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî mürsel olarak Urve'den aynısını bildirir. Beyhakî: "Bilinen mürsel olduğudur" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Nadîr oğullarını sürgün ettiği zaman: "Bu, ilk sürgündür ve ben onların izi üzereyim" buyurmuştur.

Bezzâr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Ba's'da Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Mahşer yerinin Şam olduğundan şüphe eden kişi: "O, kitap ehlinden inkâr edenleri ilk toplu sürgünde yurtlarından çıkarandır..." âyetini okusun. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), onlara: "Buralardan çıkın" buyurunca, onlar: "Nereye gidelim?" dediler. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mahşer yerine gidin" karşılığını verdi.

Ahmed'in Zühd'de Kays'tan bildirdiğine göre Cerîr kavmine vaaz verirken: "Vallahi onda bir kerpiç bile koymamış olmak isterdim. Siz ancak gizlenen deve kuşu gibisiniz. Sizin topraklarınız ilk olarak sol taraftan, sonra da sağ taraftan harap olacaktır. Mahşer de burada olacaktır" dedi ve Şam'ı işaret etti.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "O, kitap ehlinden inkâr edenleri ilk toplu sürgünde yurtlarından çıkarandır. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız..." kelâmını açıklarken şöyle dedi: "Allah, Peygamberine, Yahudilere karşı ilk toplanmada fetih nasip etti. Onlarla iki veya üç defa savaşmadı. Allah Peygamberini ilk toplanmada onlara karşı üstün kıldı. Ancak Peygamber ve ashâbı onların kalelerinden asla çıkmayacaklarını zannetmişti."

Beyhakî Delâil'de Urve'den bildirir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Nadîr oğullarına topraklarını terk edip gitmelerini emretti. Medine'de nifak had safhaya ulaşmıştı. Onlar: "Nereye gideceğiz?" deyince, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sizi toplanma yerine gönderiyorum" buyurdu. Münafıklar Ehl-i Kitab'dan kardeşlerine ve dostlarına yapılacak şeyi işitince onlara haber gönderdiler ve: "Biz ölümde de, kalımda da sizinleyiz. Eğer savaşırsanız biz sizlere yardım edeceğiz. Buradan çıkarılacak olursanız sizi yalnız bırakacak değiliz" dediler. Şeytanın onlara zaferi temenni ettirmesiyle Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Vallahi kalelerimizden çıkmayacağız. Eğer bizimle savaşırsan biz de sizinle savaşırız" diye seslendiler.

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah'ın emri doğrultusunda onlar hakkında hüküm kılıp ashâbına emredince ashâb silahlarını kuşandı. Sonra da onlara saldırdı. Yahudiler evlerine ve kalelerine sığındılar. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yanlarına ulaşınca ashâbına ilk olarak yakında olan evleri yıkmaya başlamalarını ve hurma ağaçlarını kesip yakmalarını emretti. Allah Yahudileri ve münafıkları engellemiş ve münafıklar Yahudilere yardım edememişti. Allah her iki fırkanın da kalbine bir korku düşürmüştü. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), şehir merkezine yakın evleri yıkmayı her bitirişinde Allah onların kalplerine korku düşürüyordu. Bunun üzerine Yahudiler de arkalarından kendi evlerini yıkmaya başladılar. Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) karşısına çıkmaya güç yetiremiyorlardı. Yıkımda evlerinin sonuna yetişecekleri sırada münafıkları ve temenni etmiş oldukları galibiyeti bekliyorlardı.

Ancak bundan ümitlerini kestiklerinde Resûlüllah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem), ilk teklif etmiş olduğu şeyi istediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), silah dışında develerinin kaldırabileceği kadar mallarından almaları ve sürgün edilmeleri üzere hüküm kıldı. Artık her biri bir tarafa gitmişti. Fakat Müslümanların evleri yıkmalarını ve hurma ağaçlarını kesmelerini ayıplayarak: "Ağaçların suçu nedir ki? Bir de ıslah edici kişiler olduğunuzu söylemektesiniz" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: "Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ı tespih etmektedir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir... Hurma ağaçlarından, herhangi birini kesmeniz veya gövdeleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyledir ve O'nun yoldan çıkanları rezil etmesi içindir" âyetlerini indirdi. Allah ganimetleri (savaşsız elde edildiği için) Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ganimet kıldı ve başka birine bir pay vermedi. Sonra: "Ey Mü’minler! Onların mallarından, Allah'ın Peygamberine verdiği şeyler için siz ne at ve ne de deve sürdünüz; fakat Allah peygamberlerine, dilediği kimselere karşı üstünlük verir. Allah herşeye Kadir'dir" buyurdu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu ganimeti Allah'ın kendisine göstermiş olduğu ilk muhacirler arasında taksim etti.

İbn Cerîr, İbn Merdûye, Delâil'de Beyhakî ve İbn Asâkir'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Yahudileri kuşattı ve onların her şeyini ele geçirdi. Bunun üzerine Yahudiler, Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) İstediği her şeyi verdi. Resûlüllah da (sallallahü aleyhi ve sellem) kanlarının dökülmemesi, topraklarından ve vatanlarından çıkarak Şam topraklarına gitmek üzere onlarla anlaştı. Ayrıca onlardan her üç kişiye bir deve ve su tulumu verdi.

Beğavî'nin Mu'cem'de Muhammed b. Mesleme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisini Nadîr oğullarına göndermiş ve sürgün için onlara üç gün süre vermesini emretmiştir.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Tirmizî, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve Delâil'de Beyhakî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Nadîr oğullarının hurmalığını yaktırmıştı. Onların sürgünü de topraklarından başka topraklara gitmeleridir.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Tirmizî, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve Delâil'de Beyhakî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Nadîr oğullarının hurmalığını yaktırdı ve kestirdi. Bu hurmalık Buveyre hurmalığı idi. Bu konuda Hassan Sabit:

"Buveyre bahçesinde ateşler yükseldi

Benî Luey askerine bu kolay geldi" dedi.

Bunun üzerine Yüce Allah: "Hurma ağaçlarından, herhangi birini kesmeniz veya gövdeleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyledir ve O'nun yoldan çıkanları rezil etmesi içindir" âyetini indirdi.

Tirmizî, Nesâî, İbn Ebî Hâtim, M. el-Evsat'ta Taberânî İbn Merdûye ve İbnu'd-Durays'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) (=Hurma ağaçlarından, herhangi birini kesmeniz veya gövdeleri üzerinde bırakmanız) kelâmını açıklarken: "Âyetteki (.....) ifadesi hurma mânâsındadır" dedi. "O'nun yoldan çıkanları rezil etmesi içindir"" kelâmı hakkında ise: "Onları kalelerinden indirdiler ve hurmalıkları kesmekle emrolundular. Bu emir karşısında Müslümanlar tereddüt etmişlerdi. Müslümanlar: "Bu sebeple bir kısmını kestik, bir kısmını da bıraktık. Sonrasında Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) soralım: "Bize kestiklerimizde ecir, bıraktıklarımızda ise günah var mıdır?" dedik. Bunun üzerine Yüce Allah: "Hurma ağaçlarından, herhangi birini kesmeniz veya gövdeleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyledir ve O'nun yoldan çıkanları rezil etmesi içindir" âyetini indirdi.

Ebû Ya'la ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Câbir der ki: Önce onlara hurma kesmelerinde ruhsat verdi ve sonra şiddetle yasakladı. Ashâb: "Ya Resûlallah! Bize kestiklerimizde ecir, bıraktıklarımızda ise günah var mıdır?" diye sorunca, Yüce Allah: "Hurma ağaçlarından, herhangi birini kesmeniz veya gövdeleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyledir ve O'nun yoldan çıkanları rezil etmesi içindir"' âyetini indirdi.

İbn İshâk, Yezîd b. Rûmân'dan bildirir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Nadîr oğullarına inince Nadîr oğulları kalelerine çekildi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hurmalıkların kesilmesini ve yakılmasını emretti. Bunun üzerine onlar: "Ey Muhammed! Sen fesadı yasaklar ve ayıplardın, ne oluyor da hurmalıkları kesiyor ve yakıyorsun?" deyince bu âyet indi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Delâil'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid der ki: Muhacirlerin bir kısmı bir kısmını hurmaları kesmekten menederek: "Bunlar Müslümanların ganimetlerindendir" elediler. Hurmaları kesenler ise: "Bu, düşmanlara öfke içindir" dedi. Bunun üzerine Kur'ân, hurmaları kesmeyi menedenleri tasdik edip, kesenlerin de bir günahı olmadığını bildirdi ve: "Kesmesi de, bırakması da Allah'ın izniyledir" buyurdu.

İbn ishâk ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Haşr Sûresi, Nadîr oğulları hakkında inmiştir. Allah, Haşr Sûresinde onlardan aldığı intikamı ve Resulullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara musallat etmesini zikretmiştir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara yaptıklarını Allah'ın izni ile yapmıştır. Allah, Yahudilere haber gönderip de kendilerine yardım edeceklerini söyleyen münafıkları zikretmiş ve: "O, kitap ehlinden inkâr edenleri ilk toplu sürgünde yurtlarından çıkarandır. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da kalelerinin, kendilerini Allah'dan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'ın emri onlara ummadıkları yerden geldi. O, yüreklerine korku düşürdü. Öyle ki, evlerini hem kendi elleriyle, hem de mü'minlerin elleriyle yıkıyorlardı..." buyurmuştur. Burada da evlerini kapılarının yanından yıkmaya başlamaları kastedilmektedir. Sonra Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hurmaları kesmesini ve Yahudilerin kendisine: "Ey Muhammed! Sen fesadı yasaklardın, hurmaları kesmek te ne oluyor?" demelerini zikredip: "Hurma ağaçlarından, herhangi birini kesmeniz veya gövdeleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyledir ve O'nun yoldan çıkanları rezil etmesi içindir'" buyurmuş ve onlardan intikam aldığını bildirmiştir. Sonra Nadîr oğullarının ganimetini zikrederek: "Ey Mü’minler! Onların mallarından, Allah'ın Peygamberine verdiği şeyler için siz ne at ve ne de deve sürdünüz; fakat Allah peygamberlerine, dilediği kimselere karşı üstünlük verir. Allah herşeye Kadir'dir" buyurmuş ve bu ganimetin Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) has olduğunu, onu istediği şekilde dağıtabileceğini bildirmiştir. Sonra Müslümanların at koşturarak savaşıp fethettikleri ve kazandıkları ganimeti zikredip: "Allah'ın, fethedilen memleketler halkının mallarından Peygamberine verdikleri; Allah, Peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir..."" buyurmuştur. Burada at koşturarak savaşıp elde edilen ganimetler kastedilmektedir. Sonra münafıkları; Abdullah b. Ubey, Mâlik, Dâis ve bunların görüşlerinde olanları zikredip: "Münafıkların, kitap ehlinin inkarcılarından olan kardeşlerine: «Eğer siz yurdunuzdan çıkarılırsanız and olsun ki, biz de sizinle beraber çıkarız; sizin aleyhinizde kimseye asla uymayız; eğer savaşa tutuşursanız mutlaka size yardım ederiz» dediklerini görmedin mi? Allah onların yalancı olduklarına şahidlik eder... Onların durumu, kendilerinden az zaman önce geçmiş ve işlerinin karşılığını tatmış olanların durumu gibidir" buyurmuştur. Burada da Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sürgün etmiş olduğu Kaynukâ' oğulları kastedilmektedir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "O, kitap ehlinden inkâr edenleri ilk toplu sürgünde yurtlarından çıkarandır...'" kelâmını açıklarken şöyle dedi: "Sürgün Şam tarafına yapıldı. Sürgün edilenler Nadîr oğullarıdır. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Uhud'dan geri döndüğü zaman onları Medine'den Hayber'e sürgün etti."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "O, kitap ehlinden inkâr edenleri ilk toplu sürgünde yurtlarından çıkarandır... Hurma ağaçlarından, herhangi birini kesmeniz veya gövdeleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyledir ve onun yoldan çıkanları rezil etmesi içindir"' âyetlerini açıklarken şöyle dedi: "Yurtlarından sürgünle çıkarılanlar Nadîr oğullarıdır. Yüce Allah'ın onları rezil etmesi de âyetlerde bahsedilen şeylerden dolayıdır."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime der ki: Kim sürgünün Beytü'l- Makdis'e olduğundan şüphe ederse: "O, kitap ehlinden inkâr edenleri ilk toplu sürgünde yurtlarından çıkarandır..."" âyetini okusun. İnsanlar bir defa toplandı ki, o da Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Medine'de belirip Yahudileri sürgün ettiği zamandır.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Delâil'de Abdurrahman b. Ka'b b. Mâlik'ten onun da Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından bir kişiden bildirdiğine göre Bedir savaşından önce ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Medine'de iken Kureyş kafirleri Abdullah b. Ubey b. Selûl'a, Evs ve Hazrec kabilelerinden kendisiyle beraber putlara tapanlara: "Şüphesiz ki, siz bizim adamımızı yanınızda barındırdınız. Şüphesiz ki siz Medine'de sayıca en çok olanlarsınız. Allah'a yemin ederiz ki, siz onu ya öldürürsünüz ya da memleketinizden dışarı çıkartırsınız. Yoksa bütün Arapları toplayıp üzerinize yürür ve hepinizi öldürürüz. Kadınlarınızı ve çocuklarınızı kendimize helal kılarız" şeklinde bir mektup yazdılar. Bu mektup Abdullah b. Ubey ve yanındaki putperestlerin eline geçince haberleşip Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâbı ile savaşmak için toplandılar.

Bu haber de Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) ulaşınca, onlara: "Kureyş'in tehdidi sizi o kadar etkiledi ki, onların size kurduğu tuzak sizin kendi nefsinize kurduğunuz tuzaktan daha büyük değildir. Oysa siz çocuklarınız ve kardeşlerinizle savaşmak istiyorsunuz" buyurdu. Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözleri işittiklerinde tekrar dağıldılar. Bu haber Kureyş'e ulaştı. Bu da Bedir savaşından önce olan bir şeydi. Kureyş kafirleri Bedir savaşından sonra Yahudilere: "Siz kale ve silah sahipleri kişilersiniz. Ya adamımızla savaşır ya da biz şunu şunu yaparız. O zaman da kadınlarınızın halhalları ile aramızda hiçbir engel kalmaz" diye bir mektup yazdı.

Bu mektup Yahudilere ulaşınca Nadîr oğulları hainlik etmek üzere toplandı ve Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Senin adamlarından otuz kişi, bizim de hahamlarımızdan otuz kişi yola çıksın ve orta yerde buluşalım. Hahamlarımız seni dinlesinler. Eğer onlar seni doğrulayıp iman ederse hepimiz iman ederiz" diye haber gönderdiler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından otuz kişi ile Yahudiler de otuz haham ile yola çıktı. Daha az bir mesafe yol almış iken Yahudiler birbirlerine: "Kendisinden önce ölmek isteyen ashabından otuz kişi yanında iken ona nasıl ulaşacaksınız?" demeye başladı. Bunun üzerine: "Biz altmış kişi iken nasıl anlaşacağız? Sen ashâbından üç kişi ile çık. Bizim de âlimlerimizden üç kişi çıksın ve seni dinlesinler. Eğer onlar seni doğrulayıp iman ederse hepimiz iman eder ve seni tasdik ederiz" diye haber gönderdiler.

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) üç kişiyle, Yahudiler de üç kişiyle çıktı. Onlar hançerlerini kuşanmış Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ansızın öldürmek istiyordu. Nadîr oğullarından temiz kalpli bir kadın Ensâr'dan olan Müslüman kardeşine Nadîr oğullarının hainlik ederek Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) öldüreceği haberini gönderdi. Kardeşi de hızlı bir şekilde Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve Nadîr oğulları yetişmeden gizlice bu haberi verdi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) geriye döndü. Sabah vakti Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ordularla onları kuşatarak: "Vallahi, siz bizimle bir antlaşma yapmadıkça size güvenmeyiz" buyurdu. Onlar antlaşma yapmayı reddedince o gün Müslümanlarla beraber onlarla savaştı.

Ertesi gün Nadîr oğullarını bıraktı ve ordularıyla Kureyza kabilesinin üzerine gitti. Onları antlaşma yapmaya davet etti. Onlar da bunu kabul edince onları bıraktı ve diğer gün tekrar ordularıyla Nadîr oğullarını kuşattı. Silah dışında develerinin kaldırabileceği kadar mallarından alarak sürgün edilmeyi kabul edinceye kadar onlarla savaştı. Bunun üzerine Nadîr oğulları develerinin kaldırabileceği kadar eşyalarından kapılarından ve direklerinden alarak gittiler. Onlar evlerini yıkarak işlerine yarayacak direkleri alıyordu. Onların sürgünleri insanların Şam'a olan ilk sürgünüydü.

Nadîr oğulları, Allah'ın İsrâil oğullarına sürgünü yazdığı zamandan beri sürgün edilmemiş bir nesildendi. Bu sebeple Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları sürgün etti. Allah onlara sürülmeyi yazmamış olsaydı, dünyada onlara Kureyza oğullarına vermiş olduğu azap gibi bir azap verirdi. Sonra Allah: "Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ı tesbih etmektedir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir... Ey Mü’minler! Onların mallarından, Allah'ın Peygamberine verdiği şeyler için siz ne at ve ne de deve sürdünüz; fakat Allah peygamberlerine, dilediği kimselere karşı üstünlük verir. Allah herşeye Kadir'dir" âyetlerini indirdi.

Nadîr oğullarının hurmalığı Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) has bir hurmalık oldu. Allah onu özel olarak Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) verdi ve: "Ey Mü’minler! Onların mallarından, Allah'ın Peygamberine verdiği şeyler için siz ne at ve ne de deve sürdünüz..." buyurdu. Bu da bu ganimet savaşsız olarak kazanılmıştır, mânâsındadır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hurmalığın çoğunu Muhacirlere verdi. Bir pay da Ensâr'dan ihtiyaç sahibi olan iki kişiye verdi. Bu iki kişiden başka Ensâr'dan hiç kimseye bir pay vermedi. Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sadakası da Hazret-i Fâtıma'nın çocuklarının elinde kalandır.

Abd b. Humeyd'in Ebû Mâlik'ten bildirdiğine göre -Yahudilerden iki kabile olan- Kureyza ve Nadîr oğulları Cahiliye döneminde Ensar'dan iki kabileye karşı müttefik idiler. Bunlar Evs ve Hazrec kabileleridir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldiği zaman Ensâr Müslüman olmuş ve Yahudiler Müslüman olmayı reddetmişti. Nadîr oğulları kalelerinde iken Müslümanlar üzerlerine yürüdü ve Yahudilerin kalelerinden kendi taraflarında olan yerleri yıkmaya başladılar. Yahudiler de onlara ulaşmak için kendi taraflarını yıkmaktaydı. Sonunda Nadîr oğulları kalelerinden inince: "O, kitap ehlinden inkâr edenleri ilk toplu sürgünde yurtlarından çıkarandır... Bu, Allah'a ve Peygamberine karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim Allah'a karşı gelirse bilsin ki Allah'ın cezalandırması şüphesiz çetindir" âyetleri indi.

Onlar, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile bir antlaşma üzere indiler. Nadîr oğulları aileleriyle sürgün edilecek, malları ve toprakları alınacaktı. Sonunda sürgün edilerek Hayber'e gittiler. Müslümanlar da hurmaları kesmekte idi. Bana Medine'den bazı kişilerin bildirdiğine göre bu hurmalar kötü hurma kabul edilen lîne denilen küçük hurmalardı. Müşrikler, Müslümanların hurmaları kesmesini kötüleyince Allah Müslümanların özrünü beyan ederi: "Hurma ağaçlarından, herhangi birini kesmeniz veya gövdeleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyledir ve O'nun yoldan çıkanları rezil etmesi içindir'" âyeti indirdi.

Allah'ın: "Ey Mü’minler! Onların mallarından, Allah'ın Peygamberine verdiği şeyler için siz ne at ve ne de deve sürdünüz..." kelâmı ise şöyledir: Onlar savaşa ne at, ne de binekle katılmamıştır. Onlar Medine'nin bir kenarındaydı. Kureyza, Nadîr oğullarından sonra bir veya iki yıl Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile yapmış oldukları antlaşma üzere Medine'de kaldı. Ahzâb günü müşrikler geldiği zaman kendilerine "Bizimle beraber Muhammed'e karşı savaşın" denildi. Bunun üzerine Yahudiler: "Bize rehin olarak sizden elli kişi gönderin" diye haber gönderdi. Nuaym b. Mes'ûd el- Eşcaî Müslümanların yanına gelerek durumu onlara haber verdi. Nuaym Müslümanlar ve müşrikler arasında güvenilir bir kişi idi. Yahudilerin müşriklerle beraber çıkmaları için: "Bize rehin olarak sizden elli kişi gönderin" diye haber gönderdiği ve müşriklerin bunu kabul etmediği haberi Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ulaştı. Bu durumda Yahudiler hem Müslümanlara, hem de müşriklere karşı savaş halinde oldular. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara Sa'd b. Muâz ve Havvât b. Cübeyr'i gönderdi. Yanlarına geldiklerinde Yahudilerin büyükleri olan Ka'b b. el-Eşref: "Benim iki kanadım (olan müşrikler ve Nadîr oğulları) vardı. Ancak siz bir kanadımı kestiniz. Ya bana kanadımı geri verirsiniz (Nadîr oğullarını sürgünlerinden geri çevirirsiniz) ya da üzerinize bir saldırı yaparım" dedi. Havvât b. Cübeyr: "Onu mızrağımla öldürmek isterim" dedi. Bunun üzerine Sa'd ona: "Sen kaçar gidersin ve beni yakalarlar" diyerek onun bu işi yapmasına mani oldu.

Tekrar Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına döndüler ve olanları anlattılar. Allah'ın izin vermesi üzerine toplanan düşman grupları geri döndüler ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) silahı bıraktı. Bu sırada Cibrîl gelip: "Sana kitabı indirene yemin olsun ki, müşrikler yanına geldiği zamandan Allah'ın onları hezimete uğrattığı zamana kadar ben atın üzerinden inmedim. Git, Allah, sana Kureyza ile savaşman için izin verdi" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbıyia beraber Kureyza'ya gidip: "Ey maymunların ve domuzların kardeşleri!" diye seslendi. Kureyza'lılar: "Ey Ebu'l-Kâsım! Sen böyle kötü konuşmazdın" dediler. Onlar da kalelerinden Sa'd b. Muâz'ın hükmü üzere indiler. Sa'd onların müttefik olduğu kabileden idi. Onlardan savaşçıların öldürülmesi, ganimetlerinin ve mallarının paylaştırılması yönünde hükmetti. Söylenene göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Sa'd için: "Allah'ın hükmü ile hükmetti" buyurmuştu. Sa'd onların başlarını vurup ganimeti ve mallarını taksim etti.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Yahya b. Saîd der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hacetinden dolayı Nadîr oğullarının yanına gitmişti ve Nadîr oğulları Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) öldürmeye kasdetmişti. Allah, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu durumdan haberdar edince Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanlara, onlara hücum etmesini emretti. Sonunda altın, gümüş ve develerinin taşıyabileceği kadar şeylerin kendilerinin, hurmalıkların, topraklarının ve silahlarının kendisinin olması üzere onlarla bir antlaşma yaptı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu ganimeti Muhacirler arasında taksim etti. Sehl b. Huneyf ve Ebû Ducâne dışında Ensâr'dan hiç kimseye bir şey vermedi.

Abd b. Humeyd'in İkrime'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün diyetin yanlarında nasıl olduğunu sormak için Nadîr oğullarına gitmişti. Nadîr oğulları, Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında az kişinin bulunduğunu görünce onu öldürmek ve ashabını esir alarak Medine'de Kureyşlilere satmak istedi.

Hal böyle iken Medine'li Yahudi bir kişi gelip arkadaşlarının Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında konuştuklarını görünce: "Ne yapmak istiyorsunuz?" diye sordu. Onlar: "Biz Muhammed'i ve ashâbını öldürmek istiyoruz" dediler. Bu kişi: "Muhammed nerededir?" diye sorunca: "Muhammed bize yakın bir yerdedir" cevabını verdiler. Bu arkadaşları: "Vallahi, ben Muhammed'i Medine'nin içinde bıraktım geldim" dedi. Bunun üzerine pişmanlık duyarak: "Demek ki aramızdaki antlaşmayı bozduğumuzu anladı" dediler.

Aralarında Huyey b. Ahtab ve Âs b. Vâil'in de bulunduğu altmış kişilik bir grup Ka'b'ın yanına gittiler ve: "Ey Ka'b! Sen kavminin efendisi ve onlar tarafından övülen bir kişisin. Muhammed ile aramızda hüküm kıl (bizim durumumuz mu daha iyi yoksa onun mu)" dediler. Ka'b: "Sizde neler vardır?" dîye sorunca: "Biz köleleri azat eder ve besili develerimizi keseriz.

Muhammed'in ise ne ailesi, ne de malı vardır" dediler.

Ka'b onları Resûlüllah'dan (sallallahü aleyhi ve sellem) daha üstün kılınca geri döndüler. Bunun üzerine Yüce Allah: "Kendilerine kitap verilmiş olanların, puta ve şeytana kanıp, inkar edenlere: «Bunlar, inananlardan daha doğru yoldadırlar» dediklerini görmedin mi? İşte, Allah'ın lanetledikleri onlardır. Allah'ın lanetlediği kişiye asla yardımcı bulamayacaksın"' âyetlerini indirdi.

Allah, Resûlüllah'l (sallallahü aleyhi ve sellem) öldürmek istediklerini haber vererek: "Ey Mü’minler! Allah'ın üzerinize olan nimetini anın: Hani bir topluluk size tecavüze kalkışmıştı da Allah onlara mani olmuştu. Allah'dan sakının, inananlar Allah'a güvensinler" âyetini indirdi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim Ka'b'ı benim yerime öldürür?" diye sorunca, aralarında Muhammed b. Mesleme'nin de bulunduğu ashabından bir grup: "Ya Resûlallah! Biz onu senin yerine öldürürüz. Ancak bize bir şeyi helal kılmanı istiyoruz" dediler. Sonra Ka'b'ın yanına gelerek: "Ey Ka'b! Muhammed bizden sadaka vermemizi istedi, sen bize bir şeyler sat" dediler. -İkrime: "Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) helal kılmasını istedikleri şey de buydu" dedi- Ka'b: "O zaman çocuklarınızı rehin olarak bana verin" deyince: "Bu yarın bizim için utanç verici bir şey olur. Çocuklarımız için: «Bir yük arpa karşılığı rehin olarak verilen çocuk» denilmesi kötü bir şeydir" dediler. Ka'b: "O zaman bana silahlarınızı rehin olarak bırakırsınız" dedi. Bu şekilde anlaştılar ve: "Yarın seninle buluşuruz" dediler.

İkinci gün tekrar yanına geldiler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazgahında namaz kılıp zafer kazanmaları için dua ediyordu. Ka'b'ın yanına gittiklerinde ona: "Ey Ka'b!" diye seslendiler. Ka'b yeni evlenmişti. Onlara cevap verince, Umeyr'in kızı olan hanımı: "Nereye gidiyorsun? Ben bu saatte kan kokusu alıyorum" dedi.

Ka'b üzerinde safran ile boyanmış çarşafla yanlarına indi. Ka'b'ın perçemi de vardı. Yanlarına inince onlar: "Ne kadar güzel bir kokun vardır" dediler. Böyle demeleriyle Ka'b sevinmişti. Muhammed b. Mesleme kendisine doğru yönelince Müslümanların sözcüsü: "Bize onun kokusundan koklatın" dedi. Muhammed b. Mesleme elini Ka'b'ın elbisesine koyarak: "Koklayın" deyince onlar da kokladı. Ka'b kokusunu beğendiklerini sanarak seviniyordu.

Muhammed b. Mesleme: "Koklamayan bir ben kaldım" dedi. Onu perçeminden tutup: "Vurun boynunu" deyince, onlar da boynunu vurdular.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ikinci gün Nadîr oğullarına gitti. Onlar: "Bu gün bizi bırak da efendimiz için ağlayalım" deyince, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hayır" karşılığını verdi. Onlar: "Darbe üstüne darbe" deyince, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet, darbe üs tüne darbe" buyurdu. Durumun öyle olduğunu görünce evlerinden işlerine yarayacak şeyleri almaya başladılar. Müminlerde içeri girmek için evleri dış taraftan yıkıyordu. Eğer Allah onlara sürgünü yazmamış olsaydı onları kendi elleriyle öldürürdü.

Müslümanlardan bazı kişiler Nadîr oğullarına gidince hurmaları kesmeye başladılar. Onlar birbirlerine: "O, (senin yanından) ayrılınca yeryüzünde bozgunculuk yapmağa, ekin ve nesli yok etmeğe çalışır..."' diyordu. Müslümanlardan bir kişi ise: "...Bir vadiyi katetmezler ki... Açlığa uğramak, kafirleri kızdıracak bir yeri işgal etmek ve düşmana başarı kazanmak karşılığında, onların yararlı bir iş yaptıkları mutlaka yazılır..."' dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Hurma ağaçlarından, herhangi birini kesmeniz veya gövdeleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyledir ve O'nun yoldan çıkanları rezil etmesi içindir"' âyetini indirdi. Yani kesilenler de bırakılanlar da Allah'ın izniyledir."

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Öyle ki, evlerini hem kendi elleriyle, hem de mü'minlerin elleriyle yıkıyorlardı..." kelâmını açıklarken: "Müslümanlar içeri girmek için kendi taraflarından evleri dışından, Yahudiler de iç tarafından yıkıyordu" dedi.

Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân: "Öyle ki, evlerini hem kendi elleriyle, hem de mü'minlerin elleriyle yıkıyorlardı..." kelâmını açıklarken şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlarla savaşmaktaydı. Bir sokağı veya bir evi ele geçirdiği zaman savaş yerini genişletmek için o yerin duvarlarını yıkıyordu. Yahudiler de bir sokak veya bir evi ele geçirdiği zaman o yeri arkasından delip kale ediniyor ve hazırlık yapıyorlardı. Bu konuda Yüce Allah: "Ey akıl sahipleri! İbret alın" ve: "Hurma ağaçlarından, herhangi birini kesmeniz veya gövdeleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyledir ve O'nun yoldan çıkanları rezil etmesi içindir" buyurmaktadır. Âyetteki (.....) ifadesi ile hurma ağacı kastedilmektedir. Hurmalar Yahudiler için kölelerden daha değerlidir. Lînenin meyvesine: "Levn" denilir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hurmaları kesip ağaçları yaralayınca, Yahudiler: "Ey Muhammed! Sen ıslah etmek istediğini söylemektesin. Ağaçları yaralamak ve hurmaları kesip bozmak ıslah etmek midir?" dediler. Bu sözler Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) ağır gelmişti. Yahudiler öyle deyince Müslümanların içine hurmaları kesmek bozgunculuk olur korkusu düştü. Bir kısmı bir kısmına: "Kesmeyin, bu, Allah'ın bize vermiş olduğu ganimettir" dedi. Kesenler ise: "Bunları kesmekle onları öfkelendirmekteyiz" cevabını verdiler. Bunun üzerine Yüce Allah: "Hurma ağaçlarından, herhangi birini kesmeniz veya gövdeleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyledir ve O'nun yoldan çıkanları rezil etmesi içindir" âyetini indirdi. Bu âyetle Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ve müminlerin içi rahatlamıştı. Hurmaları kesip ağaçlan yaralamak Yahudi Nadîr oğulları için bir rezillikti.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Zührî: "...Öyle ki, evlerini hem kendi elleriyle... yıkıyorlardı..." kelâmını açıklarken: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile antlaşma yaptıkları zaman evlerinin direklerinden beğendikleri her direği mutlaka söküp aldılar. Elleriyle evlerini bozmaları bu şekildeydi" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Öyle ki, evlerini... yıkıyorlardı..." kelâmını açıklarken: "Evlerin içinden az olsun çok olsun beraberlerinde götüremeyecekleri işe yarayacak her şeyi yıkıp bozdular. Maksat gittiklerinde işe yarayacak bir şey bırakmamaktı. "Mü'minlerin elleriyle yıkıyorlardı..."' kelâmı hakkında ise: "Müminler onlara ulaşmak için evlerini dış taraftan tahrip etmekteydi" dedi. "Eğer Allah, onlar hakkında sürülmeye hükmetmemiş olsaydı, muhakkak kendilerine dünyada azap edecekti..." kelâmını da: "Allah onlara, Müslümanları musallat eder, başları vurulur ve çocukları esir alınırdı. Ancak Allah daha önce kitabında onlara sürgünü yazmıştır. Onlar Ezriât ve Erîhâ'ya sürgün edildiler" şeklinde açıkladı.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: "Öyle ki, evlerini hem kendi elleriyle, hem de mü'minlerin elleriyle yıkıyorlardı..." kelâmını açıklarken şöyle dedi: "Onların evleri süslerle dekore edilmiş ve Müslümanların bu evlerde oturacak olmalarını haset etmişlerdi. Onlar evlerini iç taraftan yıkarken Müslümanlar da dış taraftan yıkmaktaydı."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "el-Celâe ifadesi insanları bir şehirden başka bir şehire sürgün etmek mânâsındadır" dedi.

Firyabî, İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) kelâmını açıklarken: "Âyetteki (.....) ifadesi hurma ağacı mânâsındadır" dedi."

İbn Ebî Şeybe, Saîd b. Cübeyr'den aynısını bildirir.

Abd b. Humeyd, Atiyye, ikrime, Mücâhid ve Amr b. Meymûn'dan aynısını bildirir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Lîne ifadesi bir çeşit hurma ağacı mânâsındadır" dedi.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: "Lîne ifadesi, acve veren ağaç dışındaki bütün hurma ağaçlarıdır" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Zührî: "Lîne ifadesi acve dışındaki bütün hurma çeşitlerini kapsar" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) kelâmını açıklarken: "Lîne ifadesi hurma veya ağaç mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre A'meş bu âyeti: (.....) şeklinde okumuştur.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Şihâb der ki: Bana bildirildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Nadîr oğullarının mallarından bir kısmını yakınca bir kişi:

"Buveyre bahçesinde ateşler yükseldi

Benî Luey askerine bu kolay geldi" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Müslümanlar o gün hurma ağaçlarını kesmişti. Ancak bazıları bozgunculuktur düşüncesiyle kesmemişti. Yahudiler: "Bozgunculuk yapmanıza Allah mı izin verdi?" deyince, Yüce Allah: "Hurma ağaçlarından, herhangi birini kesmeniz veya gövdeleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyledir ve O'nun yoldan çıkanları rezil etmesi içindir" buyurdu. Lîne ifadesi acve dışındaki hurma ağaçlarıdır. Bu, Nadîr oğullarını öfkelendirmek içindir." Yine Katâde: "Ey Mü’minler! Onların mallarından, Allah'ın Peygamberine verdiği şeyler için siz ne at ve ne de deve sürdünüz..." kelâmını açıklarken: "Siz bu savaşta ne bir vadi geçtiniz, ne at, ne de deve koşturdunuz. Allah, Nadîr oğullarının bahçelerini Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) verdi" dedi.

İbn Merdûye'nin Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Nadîr oğullarının mallarını Kureyşliler ve Muhacirler arasında taksim etti. Bunun üzerine Yüce Allah: "Hurma ağaçlarından, herhangi birini kesmeniz veya gövdeleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyledir..." kelâmını indirdi. Âyetteki lîne ifadesi acve, atik ve hurma ağacı mânâsındadır. Bu Nuh'un (aleyhisselam) gemisinde bulunan hurmanın aslıdır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu mallardan Ebû Dücâne ve Sehl b. Huneyf dışında Ensâr'dan kimseye bir şey vermedi.

Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sıfât'ta bildirdiğine göre Evzaî der ki: Yahudi biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek irade hakkında sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "İrade Allah'a mahsustur" buyurdu. Adam: "Ben kalkmak istiyorum" deyince, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah kalkmanı istedi" buyurdu. Adam: "Ben oturmak istiyorum" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah oturmanı istedi" buyurdu. Adam: "Ben şu hurma ağacını kesmek istiyorum" deyince, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah onu kesmeni istedi" buyurdu. Adam: "Ben onu kesmekten vaz geçtim" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah vaz geçmeni istedi" buyurdu. Cibrîl, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek: "Delilini İbrâhîm (aleyhisselam) gibi anlattın" dedi. Bunun üzerine : "Hurma ağaçlarından, herhangi birini kesmeniz veya gövdeleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyledir ve O'nun yoldan çıkanları rezil etmesi içindir" âyeti indi.

Târih'te Buhârî, İbn Merdûye ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre Suheyb b. Sinân der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Nadîr oğullarını fethettiği zaman Yüce Allah: "Ey Mü’minler! Onların mallarından, Allah'ın Peygamberine verdiği şeyler için siz ne at ve ne de deve sürdünüz..." kelâmını indirdi. Nadîr oğullarının malları özel olarak Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) kalmıştı. Resûlüllah da (sallallahü aleyhi ve sellem) bu malları Muhacirler arasında taksim etti. Ensâr'dan ise Sehl b. Huneyf ve Ebû Lubâbe b. Abdilmünzir olmak üzere sadece iki kişiye pay verdi.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Zührî: "Ey Mü’minler! Onların mallarından, Allah'ın Peygamberine verdiği şeyler için siz ne at ve ne de deve sürdünüz..." kelâmını açıklarken şöyle dedi: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Fedekliler ve söylediği birkaç köy ile sulh yapmış ve o gün başka bir kavmi muhasara etmişti. Onlar sulh için haber gönderdiler. Allah, onların mallarını kendilerine savaşsız olarak kazandırdı. Onlar mallar için ne at, ne de deve sürdüler. Bu sebeple Allah: "Allah'ın Peygamberine verdiği şeyler için siz ne at ve ne de deve sürdünüz...'" buyurdu. Burada da savaş yapılmadığı kastedilmektedir. Nadîr oğullarının malları özel olarak Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) kalmıştı. Çünkü onu zor gücüyle değil de sulh yoluyla fethettiler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu malları Muhacirler arasında taksim etti. İki kişi dışında Ensâr'dan kimseye bir şey vermedi. Bunlar da ihtiyaç sahibi olan Ebû Dücâne ve Sehl b. Huneyftir."

Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb der ki: Nadîr oğullarının malları, Müslümanların at ve deve koşturmadan Allah'ın Resûlüne vermiş olduğu ganimetlerdendi. Bu mallar Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) has ganimetlerdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu mallardan ailesinin bir yıllık geçimini kaldırıp gerisini silah ve Allah yolunda savaş için atlar olarak harcardı.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Allah'ın Peygamberine verdiği şeyler için siz ne at ve ne de deve sürdünüz..." kelâmını açıklarken: "Rableri, Müslümanlara, Kureyza ve Hayber'de, kendilerini atsız ve savaşsız bir şekilde muzaffer kıldığını hatırlatmaktadır" dedi.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Allah'ın Peygamberine verdiği şeyler için siz ne at ve ne de deve sürdünüz..." kelâmını açıklarken şöyle dedi: "Allah, Resûlüne Kureyza ve Nadîr'e gitmesini emretti. O zaman Müslümanların çok sayıda at ve devesi yoktu. Bu sebeple Allah, Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) ganimeti harcamakta serbest bıraktı. Müslümanlar o savaşta ne at, ne de deve koşturmamıştı. Burada at ve deve koşturmaktan maksat bu hayvanlarla düşmanın üzerine saldırmaktır. Bu mallar Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) özel olarak Hayber, Fedek ve Bedevi köylerinden kalmış ganimetlerdi. Allah, Resûlüne Yenbû'a gitmesini emretti. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) oraya gitti ve hepsini kuşattı. Bazıları: "Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu taksim etmesi gerekmez miydi?" deyince, Yüce Allah: "Allah'ın, fethedilen memleketler halkının mallarından Peygamberine verdikleri; Allah, Peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir; ta ki içinizdeki zenginler arasında elden ele dolaşan bir devlet olmasın. Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden menederse ondan geri durun; Allah'dan sakının, Şüphesiz Allah'ın cezalandırması çetindir" âyetini indirdi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Allah'ın, fethedilen memleketler halkının mallarından Peygamberine verdikleri; Allah, Peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir..." kelâmını açıklarken: "Burada Kureyza'dan geriye kalan mallar kastedilmektedir. Allah o ganimetleri Kureyş muhacirlerine has kıldı" dedi.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Zührî: "Allah'ın, fethedilen memleketler halkının mallarından Peygamberine verdikleri; Allah, Peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir..." kelâmını açıklarken: "Bana bildirildiğine göre bu, yer vergisi ve zimmilerden alınan cizyedir" dedi.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Allah'ın Hayber'de Resûlüne bırakmış olduğu ganimetin yarısı, Allah'ın ve Resûlünün, diğer yarısı Müslümanların idi. Allah ve Resûlüne ait olan ganimetin yarısı, Ketîbe, el- Vatîh, Sulâlim ve Vahde kaleleridir. Müslümanların olan ise eş-Şak ve Natât kalesidir. eş-Şak kalesi on üç, Natât kalesi ise beş paydır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hudeybiye savaşında bulunanlar dışında Hayber Müslümanlarından hiç kimseye bir pay vermedi. Yine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Câbir b. Abdillah b. Amr b. Harâm el-Ensârî dışında Hudeybiye'ye çıkacağı zaman kendisinden geride kalanlardan hiç kimsenin Hayber'de bulunmasına izin vermedi.

Ebû Dâvud ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb der ki: Nadîr, Hayber ve Fedek'in ganimetleri olmak üzere Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) üç safiyyesi vardı. Nadîr oğullarının toprakları ihtiyaçları için, Fedek ise yolcular için tutulmakta idi. Hayber'i, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) üç hisseye ayırdı. İki hisseyi Müslümanlara, birini de kendine ve ailesine ayırdı. Kendine ve ailesine yetecek olandan fazlasını da fakir Muhacirlere iade etti.

İbnu'l-Enbârî'nin Mesâhifte bildirdiğine göre A'meş der ki: "Abdullah ve Zeyd b. Sâbit'in mushaflarında helal ve haram konusunda sadece iki yerde ihtilaf vardır. Bunlar Enfâl Süresindeki: (.....) âyet ile Haşr Süresindeki: (.....) âyettir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Allah'ın, fethedilen memleketler halkının mallarından Peygamberine verdikleri; Allah, Peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir..." kelâmını açıklarken şöyle dedi: Ganimetler sadece bu kişiler arasında taksim edilirdi. Ancak Enfâl Sûresinin: "Eğer Allah'a ve hakkı batıldan ayıran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız, bilin ki, ele geçirdiğiniz ganimetin beşte biri Allah'ın, Peygamber'in ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır..." âyeti, bu âyeti neshederek ganimetin beşte birini fey sahiplerine, kalan kısmını da savaşanlara verdi.

el-Emvâl'de Ebû Ubeyd, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, Ebû Avâne, İbn Hibbân ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Mâlik b. Evs b. el-Hadasân der ki: Ömer b. el-Hattâb güneşin yükseldiği anda bana bir haber gönderdi. Bunun üzerine yanına gittim. O, kumun üzerinde bulunan yataksız bir karyolada oturmuş ve deri yüzlü bir yastığa yaslanmıştı. Yanına girdiğimde: "Ey Mâlik! Senin kavminden bir kaç aile yanıma geldi. Ben de onlara az bir şeyler verilmesini söyledim. Sen bunları alıp aralarında taksim et" dedi. Ben: "Ey müminlerin emiri! Onlar benim kavmimdir. Ben az olan bu şeylerle onların yanına gitmek istemiyorum. Yerime başka birini görevlendirsen" derken, Ömer'in kölesi Yerfa gelip: "Ey Müminlerin emiri! Osman b. Affân, Talha b. Ubeydillah, Zübeyr ve Abdurrahmân b. Avf geldi, yanına girsinler mi?" diye sordu. Ömer: "Girsinler" diyerek izin verdi ve yanına girdiler. Sonra Yerfa bir daha gelip: "Abbâs ile Ali de geldi, yanına girsinler mi?" diye sorunca, Ömer: "Girsinler" deyip onlara da izin verdi ve onlar da yanına girdiler.

Abbâs: "Bana, buna karşı yardımcı olmayacak mısın?" dedi. Oradakiler: "Ey Müminlerin emiri! Onlar arasında bir hüküm kıl ki her ikisi de rahat etsin. Bu meseleyi halledersen hem sen, hem de kendileri rahat eder" dediler. Ömer: "Acele etmeyin" diyerek kollarını sıvadı ve: "Size Allah için soruyorum. Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bize mirasçı olunmaz, bıraktıklarımız sadakadır, peygamberler miras bırakmaz» buyurduğunu işitmediniz mi?" diye sordu. Onlar: "Evet, bunu işittik" diye cevap verince, bu kez Hazret-i Ali ile Abbâs'a dönerek: "Size Allah için soruyorum. Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle buyurduğunu işitmediniz mi?" diye sordu. Onlar da: "Evet, işittik" karşılığını verdiler.

Bunun üzerine Ömer şöyle devam etti: "Size bu durumu anlatayım. Yüce Allah, Peygamberine (sallallahü aleyhi ve sellem) başka hiçbir kişiye tanımadığı bir mülkiyeti tahsis etmiştir." —Ömer burada fey olarak Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) has kılınan ve kimsenin onda bir hakkı olmayan Nadîr oğullarının mallarını kasdetmektedir— "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu malları ne sizden başkaları için hazırlamış, ne de onda kendini size tercih etmişti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu malları aranızda taksim etti ve geriye bu kaldı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu maldan ailesinin bir yıllık ihtiyacını kaldırır ve geriye kalanı da Beytü'l-Mâla eklerdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat edene kadar bu, böyle devam etti.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat edince, Ebû Bekr halife oldu ve: "Ben Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) velisiyim. Ben de, onun yaptığı gibi yapacak ve onun hayatta iken gittiği yolda gideceğim" dedi. Ebû Bekr de, Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yaptığı gibi bu maldan ailesinin bir yıllık ihtiyacını kaldırır ve geriye kalanı Beytü'l-Mâla eklerdi. Ebû Bekr de vefat edene kadar bu şekilde devam etti. O da vefat edince, ben: "Ben, Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Ebû Bekr'in velisiyim. Ben de bu mallarda onlar gibi tasarrufta bulunacağım" dedim ve bu malları aldım. Siz bu mallar için yanıma gelip gidince bu mallan tekrar size vermeye karar kıldım. Ben bu mallar konusunda Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr'in ve benim yaptığım gibi yapacağınıza dair sizden Allah adına ahid ve söz aldım. Bu şekilde de bu mallan size verdim. Ey topluluk! Allah adına size soruyorum, ben bu mallan onlara bu şekilde vermedim mi?" dedi. Oradakiler: "Allah adına söylüyoruz ki öyle oldu" cevabını verince, Ömer, Osman ve Ali'ye dönerek: "Allah adına size soruyorum, ben bu malları size bu şekilde vermedim mi?" diye sordu. Onlar da: "Evet, öyle verdin" dediler. Ömer: "Benden başka bir hüküm mü bekliyorsunuz? Hayır, vallahi aranızda, kıyamet kopuncaya kadar bundan başka bir hüküm vermem. Eğer bu şartları yerine getirmekten aciz iseniz malları bana geri verin" dedi.

Sonra Ömer şöyle devam etti: Allah: "Ey Mü’minler! Onların mallarından, Allah'ın Peygamberine verdiği şeyler için siz ne at ve ne de deve sürdünüz; fakat Allah peygamberlerine, dilediği kimselere karşı üstünlük verir. Allah herşeye Kadir'dir'" buyurmaktadır. Bu mallar artık Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) olmuştu. Sonra, Allah: "Allah'ın, fethedilen memleketler halkının mallarından Peygamberine verdikleri; Allah, Peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir; ta ki içinizdeki zenginler arasında elden ele dolaşan bir devlet olmasın. Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden menederse ondan geri durun; Allah'dan sakının, Şüphesiz Allah'ın cezalandırması çetindir" buyurdu. Vallahi, bu malları sadece onlara vermedi. Sonra: "Allah'ın verdiği bu ganimet malları bilhassa; yurtlarından ve mallarından edilmiş olan, Allah'dan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım eden muhacir fakirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır" buyurdu. Vallahi, bu malları sadece onlara da vermedi. Sonra: "Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkarlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir" buyurdu. Vallahi, bu malları sadece onlara da vermedi. Sonra: "Onlardan sonra gelenler: «Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde müminlere karşı kin bırakma;

Rabbimiz! Şüphesiz sen şefkatlisin, merhametlisin» derler'" buyurdu. Allah bu malları zikretmiş olduğu şekilde taksim etti. Ben kaldığım sürece San'a'da olan çobancığın bile gelip istemediği halde hakkı verilecektir."

Abdurrezzâk, Ebû Ubeyd, el-Emvâl'de İbn Zencûye, Abd b. Humeyd, Nâsih'te Ebû Dâvud, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mâlik b. Evs b. el-Hadasân anlatıyor: Ömer b. el- Hattâb: "Sadakalar; Allah'dan bir farz olarak yoksullara, düşkünlere, onu toplayan memurlara, kalbleri Müslümanlığa ısındırılacaklara verilir; kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların ve yolda kalanların uğrunda sarfedilir. Allah bilendir, hakimdir" âyetini okudu ve: "Sadakalar bu kişilere verilir" dedi. Sonra: "Eğer Allah'a ve hakkı batıldan ayıran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız, bilin ki, ele geçirdiğiniz ganimetin beşte biri Allah'ın, Peygamber'in ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır..." âyetini okudu ve: "Ganimetin beşte biri bu kişilere verilir" dedi. Sonra: "Allah'ın, fethedilen memleketler halkının mallarından Peygamberine verdikleri; Allah, Peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir; ta ki içinizdeki zenginler arasında elden ele dolaşan bir devlet olmasın. Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden menederse ondan geri durun; Allah'dan sakının, Şüphesiz Allah'ın cezalandırması çetindir. Allah'ın verdiği bu ganimet malları bilhassa; yurtlarından ve mallarından edilmiş olan, Allah'dan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım eden muhacir fakirlerindir, işte doğru olanlar bunlardır" âyetler ini okudu ve: "Allah'ın verdiği bu ganimet malları (nın beşte biri) bilhassa Muhacirlere verilir" dedi. Sonra: "Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkarlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir" âyetini okudu ve: "Bu ganimet malları (nın beşte biri) Ensâr'a verilir" dedi. Sonra: "Onlardan sonra gelenler: «Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde müminlere karşı kin bırakma; Rabbimiz! Şüphesiz sen şefkatlisin, merhametlisin» derler" âyetini okudu ve şöyle dedi: "Bu bütün Müslümanları kapsadı. Sizin köleleriniz dışında, hiç kimse yoktur ki bu ganimette mutlaka bir hakkı vardı. Eğer yaşarsam bu ganimetleri kazanmakta alnı terlememiş çobana bile Himyer'in doğusunda sürüsünü güderken payı ulaşacaktır."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre babası der ki: Ömer b. el-Hattâb'ın şöyle dediğini işittim: "Bu malın yanına toplanın ve kimin olduğuna bakın" dedi. Sonra şöyle dedi: "Ben size, toplanıp bu malın kimin olduğuna dair görüşünüzü söyleyin" dedim. Ben Allah'ın Kitâb'ında bir âyet okudum ve o âyet bana yetti. Ben, Allah'ın: "Allah'ın, fethedilen memleketler halkının mallarından Peygamberine verdikleri; Allah, Peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir; ta ki içinizdeki zenginler arasında elden ele dolaşan bir devlet olmasın. Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden menederse ondan geri durun; Allah'dan sakının, Şüphesiz Allah'ın cezalandırması çetindir. Allah'ın verdiği bu ganimet malları bilhassa; yurtlarından ve mallarından edilmiş olan, Allah'dan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım eden muhacir fakirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır" buyurduğunu işittim. Vallahi, bu mal sadece onların değildir. Allah: "Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkarlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir" buyurmaktadır. Vallahi, bu mal sadece onların da değildir. Yine Allah: "Onlardan sonra gelenler: «Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde müminlere karşı kin bırakma; Rabbimiz! Şüphesiz sen şefkatlisin, merhametlisin» derler" buyurmaktadır. Vallahi, verilse de verilmese de Müslüman olan her kişinin hatta Aden'de bulunan çobanın bile bu malda mutlaka bir hakkı vardır."

Abdurrezzâk, ibn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, el-Emvâl'da İbn Zencûye, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb: "Köleleriniz dışında yeryüzünde bulunan her müslümanın bu fey'de bir hakkı vardır" demiştir.'

Abd b. Humeyd ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre Saîd b. el- Müseyyeb: Bir gün Hazret-i Ömer ganimet malını taksim etti. Bunun üzerine oradakiler kendisini övmeye başlayınca: "Ne kadar ahmaksınız, eğer bu benim malım olsaydı ondan size bir dirhem bile vermezdim" dedi.

Ebû Dâvud'un Nâsih'te bildirdiğine göre İbn Ebî Necîh: "Ganimet, fey' ve sadaka olmak üzere mal üç çeşittir. Bunlardan bir dirhem yoktur ki mutlaka Allah yerini göstermiştir."

Ebû Dâvud'un Nâsih'te İbn Ebî Necîh'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ın malını hesapsızca sarfeden kişinin yeri kıyamet gününde Cehennem olabilir" buyurmuştur."'

Ahmed ve Hâkim'in Semure'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ın, elinizin altındaki köleleri Acem kölelerden kılması, sonra onların aslanlar gibi sizin savaşçılarınızı öldürüp ve fey'inizi yemesi yakındır" buyurmuştur.

İbn Sa'd'ın Sâib b. Yezîd'den bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb üç defa: "Ondan başka ilah olmayana yemin olsun ki" dedikten sonra şöyle demiştir: İnsanlardan hiç kimse yoktur ki, kendisine verilse de, verilmese de bu malda mutlaka bir payı vardır. Köle dışında onda kimse kimseden daha fazla hak sahibi değildir. Benim de onda ancak sizler gibi bir payım vardır. Fakat Allah'ın Kitâb'ında ve Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) taksiminde herkesin bir derecesi vardır. Bu, kişinin islam'da hizmetine göre ve önceliğine göredir. Yine kişinin zenginliğine ve ihtiyaç sahibi olmasına göredir. Vallahi, eğer yaşarsam bu maldan San'â dağındaki çobana bile o yerindeyken payı ulaşacaktır.'"

İbn Sa'd'ın Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Ömer, Huzeyfe'ye: "Halkın payını ve rızıklarını ver" diye bir mektup yazdı. Huzeyfe de cevaben: "Bizde öyle yaptık, ama çok miktarda mal arttı" diye yazdı. Bunun üzerine Ömer ikinci mektupta: "Bu, Allah'ın onlara kılmış olduğu fey'dir. Bu mal ne Ömer'in, ne de ailesinindir. Artan malı da aralarında taksim et" diye yazdı. '

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ömer b. Abdilazîz der ki: Malın şu üç sınıf arasında taksim edildiğini gördüm. Bunlar: "Muhacirler, Ensâr ve onlardan sonra gelenlerdir.

İbn Ebî Şeybe, Hasan(-ı Basrî)'den aynısını bildirir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden menederse ondan geri durun..." kelâmını açıklarken: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara ganimetleri verir ve hainliği (ondan çalmalarını) yasaklardı" dedi.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden menederse ondan geri durun..." kelâmını açıklarken: "Burada her iki durumda da fey' kastedilmektedir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden menederse ondan geri durun..." kelâmını açıklarken: "Peygamber size itaatim ve emrimden ne verirse alın. Bana karşı masiyetten de geri durun, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Nesâî ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: Allah: "Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden menederse ondan geri durun..." buyurmuyor mu?" deyince oradakiler: "Evet" karşılığını verdiler. İbn Abbâs: "Allah: «Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur» buyurmuyor mu?" deyince de oradakiler: "Evet" karşılığını verdi. Bunun üzerine İbn Abbâs: "Şehadet ederim ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kabak, testi, içi oyulmuş ağaçtan kaplar ve ziftli küpler içinde yapılan şırayı yasaklamıştır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: İbn Ömer ve İbn Abbâs, Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kabak, testi, içi oyulmuş ağaçtan kaplar ve ziftli küpler içinde yapılan şırayı yasakladığına şahit olduklarını ve sonra Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden menederse ondan geri durun" âyetini okuduğunu söylediler.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin Alkame'den bildirdiğine göre Abdullah b. Mes'ûd: "Allah dövme yapan ve yaptıran kadınlara, yüz yolanlara, güzellik için diş törpülettirenlere ve Allah'ın yarattığı şekli değiştirenlere lanet etsin" dedi. Bu sözler Esed oğulları kabilesinden, kendisine Ümmü Yakub denilen bir kadının kulağına varınca, Abdullah b. Mes'ûd'un yanına geldi ve: "Bana söylenene göre sen şunu şunu lanetlemişsin" dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Mes'ûd: "Bu, Allah'ın Kitâb'ında mevcut iken ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunları lanetlemişken ben niye lanetlemeyeyim ki?!" dedi. Kadın: "Ben Kur'ân'ın iki kapağı arasını okudum, ama öyle bir şey görmedim" deyince, Abdullah b. Mes'ûd: "Eğer okumuş olsaydın onu bulurdun. Sen: "Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden menederse ondan geri durun..." kelâmını okumadın mı?" dedi. Kadın: "Evet, okudum" deyince de: "İşte bunları da o men etti" dedi.

8

"Allah'ın verdiği bu ganimet malları bilhassa; yurtlarından ve mallarından edilmiş olan, Allah'dan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım eden muhacir fakirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Allah'ın verdiği bu ganimet malları bilhassa; yurtlarından ve mallarından edilmiş olan, Allah'dan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım eden muhacir fakirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Onlar öyle muhacirlerdir ki, yurtlarını, mallarını ailelerini ve aşiretlerini terk ederek Allah ve Resulünün sevgisi üzere çıkıp giden, Müslüman olanların şiddet görmesine rağmen islam'ı tercih edenlerdir. Hatta bize bildirildiğine göre onlardan herhangi biri ayakta durabilmek için açlıktan dolayı karnına taş bağlamaktaydı. Yine onlardan herhangi biri kış mevsiminde kendisini ısıtacak bir elbisesi olmadığı için bir çukur kazar ve içine otururdu."

9

"Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkarlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir'" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Bunlar kendi yurtlarında Müslüman olup da Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yanlarına gelmeden iki yıl önce mescidleri yapan Ensâr denilen topluluktur. Bu konuda da Allah onları en güzel bir şekilde övmüştür. Bu ilk olan iki taife de bu ümmettendir. Onlar fazileti aldılar ve yollarına (yaşantılarına) devam ettiler. Allah fey'den onların paylarını belirlemiştir. Sonra Allah, üçüncü taifeyi zikrederek: "Onlardan sonra gelenler: «Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde müminlere karşı kin bırakma; Rabbimiz! Şüphesiz sen şefkatlisin, merhametlisin» derler" buyurdu. Bunlar da Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına dil uzatmakla değil de bağışlanma dilemekle emrolundular."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler..." kelâmını açıklarken: "Burada Ensâr kastedilmektedir. Onların muhacirleri kendi nefislerine tercih ettiği görülünce Allah onların alçak gönüllülüğünü vasfetti. O fey'den Ensâr'a da bir şey verilmemekteydi" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Yezîd b. el Esam'dan bildirdiğine göre Ensâr: "Ya Resûlallah! Topraklarımızı biz ve Muhacirler arasında taksim et" deyince, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hayır, onlar işlerinizi görsün ve meyvelerinizi paylaşın. Topraklarınız sizin kalsın" buyurdu. Ensâr: "Tamam buna razı olduk" deyince de, Allah: "Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir'" âyetini indirdi.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Muhacirler Ensâr'dan daha üstündü, ama Ensâr "İçlerinde bir çekememezlik hissetmez..." Yani onları haset etmezlerdi" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ömer der ki: "Benden sonraki halifeye ilk muhacirlere haklarını vermesini, onların değerlerine saygı göstermesini, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) daha hicret etmeden önce orayı yurt edinmiş ve göğüslerine iman yerleştirmiş olan Ensâr'dan da iyilik edenlerin iyiliğini kabul edip hatalarını bağışlamasını tavsiye ederim."

Zübeyr b. Bekkâr'ın Ahbâru'l-Medine'de Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Medine'nin on ismi vardır. Bunlar Medine, Taybe, Tâbe, Miskîne, Câbire, Mecbûre, Yended, Yesrib ve ed-Dâr'dır" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim, İbn Merdûye ve el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: Bir kişi Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek: "Ya Resûlallah! Bana zorluk geldi (açım)" dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarına birini gönderdi. Ancak onların da yanında bir şey bulamayınca: "Bu gece şu adamı misafir edecek bir kişi yok mudur ki, Allah ona merhamet etsin?" buyurdu. Ensâr'dan bir kişi -Bir rivayete göre Ebû Talha el-Ensârî-: "Ben (misafir eder)im, ya Resûlüllah!" dedi. Bu kişiyle beraber ailesinin yanına gidip eşine: "Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) misafirine ikramda bulun ve bir şeyi saklama" dedi. Bunun üzerine eşi: "Vallahi, yanımda çocukların azığından başka hiç bir şey yoktur" karşılığını verdi. Adam: "Çocuklar akşam yemeği yemek istediği zaman onları uyut gel, kandili de söndür. Biz bu gece Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) misafiri için aç kalırız" dedi. Kadın da öyle yaptı. Ertesi gün misafir Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiğinde, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah bu gece filan adamdan ve filan kadından hoşlandı" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah onların hakkında: "...Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onlars kendilerinden önde tutarlar...'" kelâmını indirdi.'

Müsned'de Müsedded, Kıra'd-Dıyf ta İbn Ebi'd-Dünyâ ve İbnu'l-Münzir'in Ebu'l-Mütevekkil en-Nâcî'den bildirdiğine göre Müslümanlardan bir kişi üç gün ard arda oruçlu olarak kaldı. Akşamladığı zaman iftar edecek bir şey bulamıyor ve tekrar oruçlu olarak sabahlıyordu. Ensâr'dan Sabit b. Kays denilen kişi onun bu durumunu sezince, ailesine: "Bu akşam bir misafirle geleceğim. Yemeği koyduğunuz zaman biriniz ışığı düzeltiyormuş gibi etsin ve onu söndürsün. Sonra da misafirimiz doyana kadar siz yiyormuş gibi edip elinizi yemeğe uzatın ve yemeyin" dedi. Akşam olunca bu kişiyle eve geldi ve yemekleri konuldu. Eşi ışığı düzeltiyormuş gibi edip onu söndürdü. Misafirleri doyana kadar yemek yiyormuş gibi edip ellerini yemeğe uzatıyor, ama bir şey yemiyorlardı. O akşam yemekleri de ancak kendilerine yetecek miktarda olan ekmekten ibaret idi. Sabit sabahladığı zaman Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gitti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Sabit! Allah, dün sizden ve yaptıklarınızdan hoşlandı" buyurdu. Bunun üzerine: "...Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar..." kelâmı indi.

Hâkim, İbn Merdûye ve Şuabu'l-îmân'da Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından bir kişiye bir koyun başı hediye edilmişti. Bu kişi: "Filan kardeşimin ve çocuklarının buna benden daha fazla ihtiyacı vardır" diyerek onu bu kişiye gönderdi. O da onu başka birine gönderdi. Derken bu koyunun başı tam yedi ev dolaştırıldı ve tekrar ilk verilen kişiye geri geldi. Bunun üzerine: "...Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar..." kelâmı indi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil: "...Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile...'" kelâmını açıklarken: "Kendileri fakirlik ve ihtiyaç içinde olsalar bile, mânâsındadır" dedi.

Firyabî, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre bir kişi ona: "Ben helak olmuş olmaktan korkuyorum" dedi. İbn Mes'ûd: "Neyin var ki?" diye sorunca, bu kişi: "Ben, Allah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Nefsinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir" buyurduğunu işittim. Ben ise tamahkâr bir kişiyim, hemen hemen benden dışarı bir şey çıkmaz" dedi. Bunun üzerine İbn Mes'ûd: "Bu tamahkârlık değildir, bu cimriliktir. Cimrilikte de bir hayır yoktur. Allah'ın Kur'ân'da zikretmiş olduğu tamahkârlık, kardeşinin malını haksız yere yemendir" dedi.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer: "Nefsinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir" kelâmını açıklarken: "Tamahkârlık kişinin malını dışarı vermemesi değildir. Kişinin malını dışarı vermemesi cimriliktir ve kötü bir şeydir. Tamahkârlık ise kişinin kendisinin olmayan şeye göz dikmesidir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Kişinin kendisine ait olmayan bir kadına bakması tamahkârlıktır" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Tâvûs der ki: "Cimrilik kişinin ellerinde olanı dışarı vermemesidir. Tamahkârlık ise kişinin insanların elinde olana göz dikmesidir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Abdurrahman b. Avf, Beyt'i tavaf ederken: "Allahım! Beni nefsimin tamahkârlığından koru" der ve buna başka bir şey eklemezdi. Bunun üzerine bu, kendisine sorulunca: "Eğer nefsim tamahkârlıktan korunursa hırsızlık etmem, zina etmem ve kötü bir şey yapmam" cevabını verdi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Nefsinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler...'" kelâmını açıklarken: "Burada haramı malına katmaktan ve zekâtı men etmekten korunan kişi kastedilmektedir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: "Kim malının zekâtını verirse nefsini tamahkârlıktan korumuş olur" dedi.

Harâitî'nin Mesâviu'l-Ahlâk'ta bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: "Tamahkârlık cimrilikten daha şiddetlidir. Tamahkâr kişi, elindekine tamahkâr olur ve elinden çıkmasını istemez. Başka kişilerin elindekine karşı da tamahkâr olup onu almak ister. Cimri kişi ise sadece elinde olan bir şeyin elinden çıkmasını istemeyen kişidir."

Zemmü'l-Buhl'da İbn Ebi'd-Dünyâ, İbn Adiy, Hâkim ve Hatîb'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah, Adn Cennetini ve ağaçlarını eliyle yarattıktan sonra ona: «Konuş» buyurdu. O: «Mü'minler, gerçekten kurtuluşa ermişlerdir» dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: «İzzetime ve Celâlime yemin olsun ki, cimri kişi sende bana komşu olamayacaktır» buyurdu." Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Nefsinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir» kelâmını okudu.

İbn Merdûye'nin Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kendisinde şu üç haslet bulunan kişi tamahkârlıktan uzak bir kişidir demektir; malının zekâtını veren, misafire ikramda bulunan, ihtiyaç ve güçlük anında veren. "

Hakîm et-Tirmizî, Ebû Ya'la ve İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hiçbir şey islam'ı tamahkârlık gibi helak etmemiştir" buyurmuştur.

İbn Merdûye'nin Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Fakirliği kalbinde olan kişiye dünyada ne kadar çok mal verilse ihtiyacını giderrnez. Zira tamahkârlık nefsine zarar vermektedir" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd, Ebû Ya'la, Taberânî ve Diyâ'nın bildirdiğine göre Mucemmi' b. Yahya b. Câriye der ki: Amcam Halid b. Câriye'nin bana bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim zekâtı verir, misafirine ikramda bulunur, ihtiyaç ve güçlük zamanlarında da verirse tamahkârlıktan uzak olur" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Nesâî, Hâkim ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bir kulun içinde Allah yolunda içine çektiği tozlarla Cehennem alevi bir araya gelmez. Yine bir kulun içinde imanla tamahkârlık bir araya gelmez" buyurmuştur.

Ebû Dâvud, Tayâlisî, Abd b. Humeyd, Edebü'l-Müfred'de Buhârî, Tirmizî, Ebû Ya'la, Tehzîb'de İbn Cerîr ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin Ebû Saîd el- Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "İki haslet vardır ki Müslüman kişinin içinde bir arada olamazlar. Bunlar cimrilik ve kötü ahlâktır" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Târih'te Buhârî, Ebû Dâvud, İbn Merdûye ve Şuabu'l- İmân'da Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) : "Kişide buluna en kötü şey, üzen tamahkârlık ve dehşete düşüren korkudur" buyurmuştur.

Ahmed, Edebü'l-Müfred'de Buhârî, Müslim ve Beyhakî'nin Câbir b. Abdillah'dan bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Zulümden sakının. Çünkü zulüm kıyamet gününde (Allah katında) karanlıklardır. Tamahkârlıktan sakının, sizden öncekiler tamahkârlıkla helak oldular. Sonuçta onları birbirlerinin kanlarını dökmeye ve mahremleri kendilerine helal kılmaya sevk etmiştir,"

İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Tamahkârlıktan ve cimrilikten sakının, çünkü bunlar sizden öncekileri akrabalık bağlarını koparmaya sevk etti de akrabalık bağlarını kopardılar. Mahremleri kendilerine helal kılmaya sevk etti de mahremleri helal kıldılar. Birbirlerinin kanlarını dökmeye sevk etti de birbirlerinin kanlarını döktüler. "

Tirmizî ve Beyhakî'nin Enes'ten bildirdiğine göre bir kişi vefat etti ve ona: "Cennetle müjdelen" dediler. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Biliyor musunuz? Belki de bu kişi kendisini ilgilendirmeyen bir şey hakkında konuşmuş veya kendisine faydası olmayan bir şey hakkında bile cimrilik etmiştir" buyurdu.

Beyhakî'nin başka bir kanalla bildirdiğine göre Enes der ki: Uhud savaşında bir kişi öldürülmüştü. Bu kişinin annesi gelip: "Seni şehadetle kutlarım ey oğlum!" deyince, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Nereden biliyor sun? Belki de o kendisini ilgilendirmeyen bir şey hakkında konuşmuş veya kendisine yararı olmayan bir şey hakkında bile cimrilik etmiştir" buyurdu.

Beyhakî'nin Amr'dan bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İki kısım insan vardır ki, Allah onları sever. Yine iki kısım insan vardır ki, Allah onlara buğzeder. Sevdiği insanlar cömert ve müsamahakâr olanlardır. Buğzettikleri ise kötü huylu ve cimri olanlardır. Allah, kulu hakkında hayır dilediği zaman onu insanların ihtiyaçlarını karşılamakta kullanır. "

İbn Cerîr, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Malının zekâtını veren, misafire ikramda bulunan, ihtiyaç ve güçlük anında veren kişi tamahkârlıktan uzaktır" buyurmuştur.

Beyhakî'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah cömertliği zayi etmez. Cömert kişi Allah'a yakın kişidir. Cömert kişi kıyamet gününde huzura çıktığı zaman, Allah elinden tutar ve düştüğü zaman ona yardımcı olur" buyurmuştur.

Zühd'de Ahmed, M. el-Evsat'ta Taberânî ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin Amr b. Şuayb'dan, onun babasından, onun da dedesinden bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu ümmetin ilki zühd ve takva ile ıslah olmuştur. Sonu da cimrilik ve fücur ile helak olacaktır" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cömert kişi Allah'a ve Cennete yakın, Cehennemden ise uzaktır. Cimri kişi ise Allah'a ve Cennete uzak, Cehenneme ise yakındır. Allah katında cömert olan cahil kişi, cimri olan âbid kişiden daha üstündür."

Beyhakî'nin Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cömert kişi Allah'a, Cennete ve insanlara yakın, Cehennemden ise uzaktır. Cimri kişi ise Allah'a, Cennete ve insanlara uzak Cehenneme ise yakındır. Allah katında cömert olan cahil kişi, cimri olan âbid kişiden daha üstündür."

el-Kâmil'de İbn Adiy ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cömert kişi Allah'a, Cennete ve insanlara yakın, Cehennemden ise uzaktır. Cimri kişi ise Allah'a, Cennete ve insanlara uzak, Cehenneme ise yakındır. Allah katında günahkâr cömert, cimri olan âbid kişiden daha üstündür."

Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Selime oğulları! Sizin efendiniz kimdir?" diye sordu. Onlar: "Ced b. Kays'tır ki biz onu cimri biri olarak görmekteyiz" cevabını verince, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hangi hastalık cimrilikten daha kötüdür ki?! Sizin efendiniz Amr b. el-Cemûh'tur" buyurdu.

Beyhaki, Câbir'den bildirir: Hazret-i Peygamber (Medine'ye) geldiği zaman: "Ey Selime oğulları! Sizin efendiniz kimdir?" diye sordu. Onlar: "Ced b. Kays'tır ki biz de onu cimri biri olarak görmekteyiz" cevabını verince, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hangi hastalık cimrilikten daha kötüdür ki?! Evet, sizin efendiniz beyaz ve cömert olan Amr b. el-Cemûh'tur" buyurdu. Bu kişi Cahiliye zamanında misafirleri ağırlardı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) evlendiği zaman da düğün yemeği yapardı.

Beyhakî'nin Zührî vasıtasıyla Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Selime oğulları! Sizin efendiniz kimdir?" diye sordu. Onlar: "Ced b. Kays'tır" cevabını verince, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) : "Onu ne ile efendiniz saymaktasınız?" diye sordu. Bunun üzerine onlar: "İçimizde en fazla malı olan odur. Bu sebeple de onu cimrilikle itham etmekteyiz" dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) : "Hangi hastalık cimrilikten daha kötüdür ki?! O sizin efendiniz değildir" buyurdu. Onlar: "Ya Resûlallah! O zaman efendimiz kimdir?" diye sorunca: "Efendiniz Berâ b. Ma'rûr'dur" karşılığını verdi. Beyhakî: "Hadis mürseldir" dedi.

Hâkim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Selime oğulları! Sizin efendiniz kimdir?" diye sordu. Onlar: "Cimri biri olmasıyla beraber Ced b. Kays'tır" cevabını verince, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hangi hastalık cimrilikten daha kötüdür ki?! Evet, sizin efendiniz ve efendinizin oğlu Beşîr b. el-Berâ b. Ma'rûr'dur" buyurdu.

Ahmed ve Beyhakî'nin Ebû Bekr es-Sıddîk'ten bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cimri insan, aldatıcı, hain ve kölelere kötü davranan kimse Cennete giremez. Kendileri ile Allah arasındaki görevleri güzelce yerine getirmeleri, sahipleri ile aralarındaki ilişkileri güzelce yürütmeleri durumunda, cennetin kapısını ilk çalacak olanlar kölelerdir,"

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Sehl el-Vâsitî, Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

"Allah bu dini kendisi için seçmiştir. Bu dini ıslah etmek, cömertlik ve iyi ahlâkladır. Bu sebeple bunlarla ona ikramda bulunun" buyurduğunu bildiriyor.

Beyhakî değişik kanallarla, İbn Adiy, Ukaylî Ebû Nuaym, Mekârinıu'l- Ahlâk'ta Harâitî, el-Muttefık ve'l-Mufterik'te Hatîb, İbn Asâkir ve Diyâ'nın Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cibril, bana, Allah'ın: «Bu dini kendime seçtim. Onu ancak cömertlik ve güzel ahlâk ıslah eder. Bu sebeple yaşadığınız müddetçe ona bunlarla ikramda bulunun» buyurduğunu söyledi. "

İbn Adiy ve Beyhakî'nin Abdullah b. Cerâd'dan bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İyiliği aradığınız zaman onu güler yüzlü kişilerde arayın. Vallahi, Cehenneme ancak cimri kişiler, Cennet'e de cömert kişileri girecektir. Cömertlik, Cerınet'te cömert denilen bir ağaçtır. Cimrilikte, Cehennem'de cimri denilen bir ağaçtır. "

Beyhaki, el-İfrâd' da Dârakutnî  ve el-Buhalâ'da Hatîb'in Câfer b. Muhammed'den, onun babasından, onun da dedesinden bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cömertlik, dalları dünyaya sarkmış olan Cennet ağaçlarından bir ağaçtır. Kim ondan bir dala tutunursa o dal onu Cennete götürür. Cimrilikte dalları dünyaya sarkmış olan Cehennem ağaçlarından bir ağaçtır. Kim de ondan bir dala tutunursa o dal onu Cehenneme götürür. "

İbn Adiy'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cömertlik, Cennette bir ağaçtır. Cömert olan kişi de ondan bir dal almış olur. O dal da onu Cennete sokana kadar bırakmaz. Cimrilik te Cehennemde bir ağaçtır. Tamahkâr olan kişi ondan bir dal almış olur. O dal da onu Cehenneme sokana kadar bırakmaz. "

Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Ben Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber oturmuşken sarı elbiseler giyinmiş on üç kişi geldi. Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) selam verdikten sonra: "Ya Resûlallah! İnsanların efendisi kimdir?" diye sordular. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "İnsanların efendisi, Yusuf b. Yakûb b. İshâk b. İbrahim'dir" buyurdu. Bu kişiler: "Ümmetin içinde efendi yok mudur?" diye sorunca da: "Evet vardır, kendisine helal mal verilen, müsamahakâr olmakla rızıklandırılan, fakir kişiye yakınlık gösteren ve insanlar hakkında az şikâyette bulunandır" buyurdu.

Buhârî, Müslim ve Nesâî'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) CİFTİTİ ile cömerdi üzerlerinde demirden zırhlar bulunan ve elleri memeleri ile köprücük kemikleri arasında sıkıştırılan iki adama benzetti. Cömert her sadaka vermesinde zırhı genişler; o derece ki, parmak uçlarını bile kaplar ve hayırlarını çoğaltır. Cimri kişi ise bir sadaka vermek istediği zaman zırhı büzülür ve her halkası yerini alır. Cimri onu genişletmek ister, ama o genişlemez.

Zübeyr b. Bekkâr'ın Muvaffakiyât'ta bildirdiğine göre Abdullah b. Ebî Ubeyde b. Muhammed b. Ammâr b. Yâsir der ki: Halîd b. el-Velîd Rum toprakları tarafından esirlerle beraber Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara Müslümanlığı anlattı, ama onlar Müslüman olmayı kabul etmedi. Bunun üzerine boyunlarının vurulmasını emretti. Sıra son kişiye gelince Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Hâlid! Bu kişiyi bırak" buyurdu. Hâlid: "Ya Resûlallah! Onların içinde bana karşı bundan daha şiddetlisi yoktu" deyince, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu, Cibril'dir ki, bana Allah'dan haber verip bu kişinin kavmi arasında cömert biri olduğunu bildirmektedir, onu bırak" buyurdu. Bunun üzerine bu kişi Müslüman oldu.

10

"Onlardan sonra gelenler: «Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan Kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde müminlere karşı kin bırakma; Rabbimiz! Şüphesiz sen şefkatlisin, merhametlisin» derler."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Onlardan sonra gelenler...'" kelâmını açıklarken: "Burada sonra Müslüman olanlar; yani Abdullah b. Nebtel ve Evs b. Kayzî kastedilmektedir" dedi.

Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Sa'd b. Ebî Vakkâs der ki: İnsanlar üç aşama üzeredir. İkisi geçmiş ve biri kalmış bulunmaktadır. Sizin durumunuzun en güzeli de kalan bu aşamada olmanızdır. Sonra: "Allah'ın verdiği bu ganimet malları bilhassa; yurtlarından ve mallarından edilmiş olan, Allah'dan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım eden muhacir fakirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır" âyetini okudu ve: "Burada Muhacirler kastedilmektedir ki, bu da geçmiş bulunmaktadır" dedi. Sonra: "Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkarlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir" âyetini okudu ve: "Burada Ensâr kastedilmektedir ki, bu da geçmiş bulunmaktadır" dedi. Sonra: "Onlardan sonra gelenler: "Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde müminlere karşı kin bırakma; Rabbimiz! Şüphesiz sen şefkatlisin, merhametlisin" derler" âyetini okudu ve: "O iki aşama geçmiş ve bu aşama kalmış bulunmaktadır. Sizin durumunuzun en güzeli de bu aşamada olmanızdır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Onlardan sonra gelenler: «Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde müminlere karşı kin bırakma; Rabbimiz! Şüphesiz sen şefkatlisin, merhametlisin» derler"' âyetini açıklarken: "Allah, Muhacirlerin ve Ensâr'ın ne yaptıklarını bildiği halde sonradan gelenler onlara bağışlanma dilemekle emrolundular.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Mesâhifte İbnu'l-Enbârî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: "Onlar Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbına bağışlanma dilemekle emrolundukları halde onlara sövdüler" dedi ve: "Onlardan sonra gelenler: "Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde müminlere karşı kin bırakma..." âyetini okudu.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer Muhacirlerden bazılarına söven birini işitince, ona: "Allah'ın verdiği bu ganimet malları bilhassa; yurtlarından ve mallarından edilmiş olan, Allah'dan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım eden muhacir fakirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır"' âyetini okudu ve: "Onlar muhacirlerdir, sen onlardan mısın?" diye sordu. Bu kişi: "Hayır" deyince, ona: "Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir" âyetini okudu ve: "Onlar Ensâr'dır, sen onlardan mısın?" diye sordu. Bu kişi yine: "Hayır" deyince, ona: "Onlardan sonra gelenler: «Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde müminlere karşı kin bırakma; Rabbimiz! Şüphesiz sen şefkatlisin, merhametlisin» derler"' âyetini okudu ve: "Sen bunlardan mısın?" diye sordu. Adam: "Temenni ederim ki onlardanım" karşılığını verince: "Hayır, değilsin, âyette zikredilenler onlara şovenler değildir" dedi.

İbn Merdûye'nin başka bir kanalla bildirdiğine göre İbn Ömer'e bir kişinin Osman'a sövdüğü bildirilince onu çağırdı ve önüne oturtup: "Allah'ın verdiği bu ganimet malları bilhassa; yurtlarından ve mallarından edilmiş olan, Allah'dan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım eden muhacir fakirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır"' âyetini okudu. Sonra: "Sen onlardan mısın?" diye sordu. Bu kişi: "Hayır" deyince, ona: "Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir" âyetini okudu ve: "Sen onlardan mısın?" diye sordu. Bu kişi yine: "Hayır deyince, ona: "Onlardan sonra gelenler: «Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde müminlere karşı kin bırakma; Rabbimiz! Şüphesiz sen şefkatlisin, merhametlisin» derler" âyetini okudu ve: "Sen bunlardan mısın?" diye sordu. Adam: "Onlardan olmayı temenni ederim" karşılığını verince: "Hayır, vallahi onlardan değilsin, onlara söven ve onlara karşı kalbinde kin besleyen kişi onlardan değildir" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre A'meş bu âyeti: (.....) şeklinde okumuştur.

Hakîm et-Tirmizî ve Nesâî, Enes'ten bildirir: Biz Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında oturmuşken bir ara: "Şimdi şu yoldan Cennet ahalisinden olan bir adam çıkıp gelecek" buyurdu. O esnada Ensar'dan bir adam çıkageldi. Yeni abdest aldığı için abdest suyu hâlâ sakallarından damlıyordu ve ayakkabılarını da sağ koluna asmıştı. İkinci gün yine otururken Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şimdi şu yoldan Cennet ahalisinden olan bir adam çıkıp gelecek" buyurdu. Aynı adam da bir önceki günkü haliyle çıkageldi. Üçüncü gün de Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) aynı şeyi söyleyince yine aynı adam aynı haliyle çıkageldi. Adam oradan ayrılınca Abdullah b. Amr b. el-Âs adamın peşinden gitti. Ona: "Babamla kavga ettim ve üç gün boyunca evine girmeyeceğime dair yemin ettim. Üç günlüğüne evinde beni misafir edebilir misin?" diye sordu. Adam: "Evet, ederim" karşılığını verdi.

Abdullah b. Amr b. el-Âs sonrasını bize şöyle anlattı: Adamın evinde bir gece kaldım. Onun gece boyunca gece namazına kalktığını görmedim. Ancak gece vakti yatağında sağa sola dönerken uyandığı zaman Allah'ı zikreder ve tekbirler getirirdi. Sabah namazı vakti gelip kalkıncaya ve abdest alıncaya kadar bu şekilde hayırlı olan şeylerden başka tek bir kelime ettiğini işitmedim. Üç gece bu şekilde geçince kayda değer bir amelinin olmadığını düşünmeye başladım ve adama: "Ey Allah'ın kulu! Babamla aramızda ne bir kavga vardı ne de yanına girmeyeceğime dair yemin etmiştim. Fakat Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) üç defa: «Şimdi şu yoldan Cennet ahalisinden olan bir adam çıkıp gelecek» buyurduğunu işittim. Her üçünde de sen çıkıp geldin. Ben de yanında kalıp nasıl bir amele sahip olduğunu öğrenmek istedim" dedim. Bunun üzerine o: "Benim amelim gördüğün kadarıyladır" dedi. Gitmek üzere evinden çıktığımda adam beni geri çağırdı ve: "Benim amelim gördüğün kadarıyladır. Fakat bunun yanında içimde asla Müslümanlardan birini aldatma gibi bir duygu taşımam. Yüce Allah'ın ona verdiği bir mal veya hayır için de asla ona haset etmem" dedi. Ben de: "Seni Cennetlik olma derecesine ulaştıran da budur ki bu da güç yetiremediğimizdir" karşılığını verdim.'

Hakîm et-Tirmizî'nin bildirdiğine göre Abdulazîz b. Ebî Ravvâd der ki: Bize bildirildiğine göre bir kişi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber namaz kılıp gittikten sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu kişi Cennet ahalisinden biridir" buyurdu. Abdullah b. Amr der ki: "Bu kişinin yanına gittim ve: «Ey amca! Beni misafir eder misin?» dedim. O: "Evet ederim" dedi. Onun bir çadırı, bir koyunu ve hurmalığı vardı. Akşam olduğu zaman çadırından çıkıp keçisini sağdı ve bana yaş hurma toplayıp önüme koydu. Beraberce ondan yedik. O uyuyup kaldı, ama ben uyumadım. O iftar ederek sabahladı, ben ise oruçlu olarak sabahladım. Üç gece de aynı şeyleri yaptı. Bunun üzerine ona: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), senin Cennet ahalisinden olduğunu" söyledi.

Bana ne amel ettiğini söyle" dediğimde, o: "Sen, sana Cennet ahalisinden olduğumu söyleyene git te sana amelimi o söylesin" cevabını verdi. Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gittiğimde: "Ona git ve ne amel işlediğini bildirmesini emrettiğimi söyle" buyurdu. Tekrar ona gidip: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ne amel işlediğini bildirmeni emretmektedir" dedim. O: "Şimdi tamamdır; eğer dünya benim olsa ve o benden alınsa ona üzülmem. Bana geri verilse de sevinmem. İçimde hiç kimseye karşı bir aldatma duygusu taşımam" dedi. Bunun üzerine ona: "Vallahi, ben gece namazına kalkar ve gündüz oruç tutarım. Ancak bana bir koyun hibe edilse sevinirim. Eğer elimden alınacak olursa da üzülürüm. Vallahi, Allah açık olarak seni bizden üstün kılmıştır" dedim.

11

Bakmaz mısın, şu münâfıklık yapanlara? Ehl-i kitaptan o kâfir olan kardeşlerine şöyle diyorlar: “Yemin ederiz ki, eğer siz (yurdunuz Medine’den) çıkarılırsanız, muhakkak biz de sizinle beraber (oradan) çıkarız ve sizin aleyhinizde hiç bir zaman kimseye itâat etmeyiz. Eğer size savaş açılırsa, muhakkak size yardım ederiz.” Hâlbuki Allah, şahidlik ediyor ki, onlar hakikaten yalancıdırlar.

12

Yemin olsun ki (Medine’deki Yahûdî Benî Kurayze kabilesi) eğer çıkarılırsa, (münâfıklar) onlarla beraber çıkmazlar ve eğer onlara savaş açılırsa, onlara yardım etmezler. Bilfarz onlara yardım edecek olsalar, (bozguna uğrayarak) arkalarına dönerler. Sonra (Allah onları helâk eder de artık) kurtarılmazlar.

13

Her hâlde onların (münâfıklarla Yahûdilerin) yüreklerinden sizden olan korku, Allah’ınkinden ziyadedir. Bu, onların anlayışsız bir kavim olmalarındandır.

14

Bkz. Ayet:15

15

"Münafıkların, kitap ehlinden inkâr eden dostlarına: siz yurdunuzdan çıkarılırsanız, mutlaka biz de Sizinle beraber çıkarız; sizin aleyhinizde kimseye asla uymayız. Eğer savaşa tutuşursanız, mutlaka yardım ederiz» dediklerini görmedin mi? Allah, onların yalancı olduklarına şahitlik eder... Onların durumu, kendilerinden az zaman önce geçmiş ve işlerinin karşılığını tatmış olanların durumu gibidir. Onlara can yakıcı azap vardır."

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Münafıkların... dediklerini görmedin mi..." kelâmını açıklarken: "Burada Abdullah b. Ubey b. Selûl, Rifâa b. Tâbût, Abdullah b. Nebtel, Evs b. Kayzî ve arkadaşları olan Nadîr oğulları kastedilmektedir" dedi.

İbn İshâk, İbnu'l-Münzir ve Delâil'de Ebû Nuaym'ın İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre aralarında Abdullah b. Ubey b. Selûl, Vadîa, Mâlik, Suveyd ve Dâis'in bulunduğu Avf b. el-Hâris oğullarından bir grup, Nadîr oğullarına: "Siz sebat edin, biz sizi teslim etmeyiz. Eğer savaşırsanız biz de sizinle beraber savaşırız. Eğer yurdunuzdan çıkarılırsanız biz de sizinle çıkarız" diye bir haber gönderdi. Münafıklar söz verdikleri gibi sözlerinde durup onlara yardım etmediler. Allah kaplerine korku düşürünce Resûlüllah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem), silah dışında develerinin kaldırabileceği kadar mallarından almak üzere sürgün edilmelerini ve kanlarının dökülmemesini istediler. Resûlüllah ta (sallallahü aleyhi ve sellem) öyle yaptı. Kişi kendi evini tahrip edip devesine yüklüyor ve gidiyordu. Onların bir kısmı Hayber'e giderken, bir kısmı da Şam'a gitti.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî der ki: Kureyza ve Nadîr ahalisinden bazı kişiler Müslüman olmuştu. Aralarında münafıklar da vardı. Onlar Nadîr ahalisine: "Eğer siz yurdunuzdan çıkarılırsanız biz de sizinle beraber gideriz" diyordu. İşte: "Münafıkların, kitap ehlinden inkâr eden dostlarına: «Eğer siz yurdunuzdan çıkarılırsanız, mutlaka biz de sizinle beraber çıkarız; sizin aleyhinizde kimseye asla uymayız. Eğer savaşa tutuşursanız, mutlaka yardım ederiz» dediklerini görmedin mi? Allah, onların yalancı olduklarına şahitlik eder" âyeti de onlar hakkında indi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Münafıkların... dediklerini görmedin mi..." kelâmını açıklarken: "Burada Abdullah b. Ubey b. Selûl, Rifâa b. Tâbût, Abdullah b. Nebtel ve Evs b. Kayzî kastedilmektedir" dedi. "Münafıkların, kitap ehlinden inkâr eden dostlarına..." kelâmı hakkında ise: "Burada dostlar ifadesi ile Nadîr oğulları kastedilmektedir" dedi. "Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir. Sen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır" kelâmını da: "Kendi aralarındaki söz savaşı çetindir. Oysa münafıkların dini Nadîr oğullarının dinine muhaliftir" şeklinde açıkladı. "Onların durumu, kendilerinden az zaman önce geçmiş ve işlerinin karşılığını tatmış olanların durumu gibidir..." kelâmı hakkında ise: "Onların durumu Kureyşli kâfirlerin Bedir savaşında tatmış oldukları durum gibidir, mânâsındadır" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: "Sen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır" kelâmını açıklarken: "Bunlar batıl ahalisi gibidir. Şehadetleri, hevaları ve işleri birbirine muhaliftir. Ancak hak ahalisine karşı düşmanlıkta birleşmişlerdir" dedi. "Onların durumu, kendilerinden az zaman önce geçmiş ve işlerinin karşılığını tatmış olanların durumu gibidir..." kelâmı hakkında ise: "Burada Nadîr oğulları kastedilmektedir" dedi.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: Onların durumu, kendilerinden az zaman önce geçmiş ve işlerinin karşılığını tatmış olanların durumu gibidir...'" kelâmını açıklarken: "Burada müşrikler kastedilmektedir" dedi.

Deylemî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ali der ki: "Evleri ayrı ayrı olsa bile mümin kişiler birbirlerine karşı samimi ve sevgi ile doludur. Facirlerin bedenleri bir olsa bile birbirlerine karşı aldatıcı ve haindirler."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Onların durumu, kendilerinden az zaman önce geçmiş ve işlerinin karşılığını tatmış olanların durumu gibidir...'" kelâmını açıklarken: "Onların durumu, Kureyşli kâfirlerin Bedir savaşında tatmış oldukları durum gibidir, mânâsındadır" dedi.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Katâde: "Onların durumu, kendilerinden az zaman önce geçmiş ve işlerinin karşılığını tatmış olanların durumu gibidir...'" kelâmını açıklarken: "Burada Nadîr oğulları kastedilmektedir" dedi.

16

"Münafıkların durumu İnsana: «İnkâr et» deyip insan da inkar edince: «Şüphesiz ben senden uzağım; âlemlerin Rabbi olan Allah'dan korkarım» diyen şeytanın durumu gibidir."

Abdurrezzâk, İbn Râhûye, Zühd'de Ahmed, Abd b. Humeyd, Târih'te Buhârî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim, İbn Merdûye ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin Ali b. Ebî Tâlib'den bildirdiğine göre manastırın birinde ibadet eden bir kişi vardı. Erkek kardeşleri bulunan bir kadına bir şeyler (rahatsızlık) olmuş ve onu manastırda ibadet eden kişiye (tedavisi için) getirmişlerdi. Bu sırada bu kişi kadına istek duydu ve onunla beraber oldu. Kadın hamile kalmıştı. Şeytan gelerek: "Onu öldür! Eğer kardeşleri sana üstün gelirse rezil olursun" dedi. Bunun üzerine bu kişi kadını öldürdü. Kadının kardeşleri gelerek bu kişiyi alıp götürdü. Onlar yürüyüp giderken şeytan geldi ve: "Kadını sana güzel gösteren bendim. Bana secde et, ben de seni bunların elinden kurtarayım" dedi. Bu kişi de ona secde etti. Allah'ın: «Münafıkların durumu insana: "İnkar et"... diyen şeytanın durumu gibidir» kelâmı da bunu ifade etmektedir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Münafıkların durumu insana: «İnkar et» deyip insan da inkar edince: «Şüphesiz ben senden uzağım; alemlerin Rabbi olan Allah'dan korkarım» diyen şeytanın durumu gibidir" âyetini açıklarken şöyle dedi: "İsrâil oğullarından bir rahip Allah'a güzel bir şekilde ibadet etmekteydi. Her yerden gelip ona fıkhi sorular sorarlardı. O, âlim bir kişiydi. Üç kardeş vardı ki, onların insanlar içinde en güzel olan bir kız kardeşleri vardı. Bunlar sefere çıkmak istemiş ve kız kardeşlerini tek başına bırakmak istememişti. Bu sebeple bu rahibin yanına giderek: "Biz sefere çıkmak istiyoruz. Ancak biz senden daha emin ve daha güvenilir bir kişi bulamayız. Eğer kabul edersen kız kardeşimizi yanında bırakacağız. Onun şiddetli ağrıları vardır. Eğer ölürse onu defnedersin. Biz dönene kadar sağ kalırsa ona güzel bir şekilde bakarsın" dediler. Rahip: "Ben sizin yerinize ona bakarım inşallah" karşılığını verdi.

Rahip ona güzel bir şekilde bakıp tedavi etti ve kadın tekrar eski güzelliğine kavuştu. Rahip kıza baktığında onun bakımlı biri olduğunu gördü. Şeytan sürekli olarak rahiple uğraştı ve rahip kızla beraber olup onu hamile bıraktı. Bu sefer şeytan ona pişmanlık duygusu vererek kızı öldürmesinin doğru olduğunu gösterdi. Ona: "Eğer onu öldürmezsen rezil olursun. Çocuk sana benzer ve o zaman hiçbir mazeretin kalmaz" dedi. Şeytan kızı öldürtene kadar hep rahiple uğraştı. Kızın kardeşleri gelince: "Kız kardeşimiz nasıl oldu?" dediler. Rahip: "O, öldü ben de onu defnettim" dedi. Onlar da: "İyi yapmışsın" karşılığını verdiler.

Bunlar sürekli olarak rüyalarında rahibin kız kardeşlerini öldürmüş olduğunu ve filan filan ağacın altında bulunduğunu görmeye başladılar. Bunun üzerine o ağacın altına gittiler ve kızkardeşlerinin öldürülmüş olduğunu gördüler. Rahibin yanına giderek onu aldılar. Hal böyle iken şeytan, rahibe: "Ben sana zinanın güzel olduğunu, sonra da onu öldürmenin doğru olduğunu gösterdim. Eğer seni kurtarırsam bana itaat eder misin?" dedi. Rahip: "Ederim" deyince: "Bana sadece bir secde et" dedi. Rahip şeytana secde ettikten sonra öldürüldü. Allah'ın: "Münafıkların durumu insana: «İnkar et» deyip insan da inkar edince: «Şüphesiz ben senden uzağım; âlemlerin Rabbi olan Allah'dan korkarım» diyen şeytanın durumu gibidir" kelâmı da bunu ifade etmektedir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti açıklarken şöyle dedi: Koyun otlatan bir kadın vardı. Bu kadının da dört erkek kardeşi bulunmaktaydı. Kadın geceleyin bir rahibin manastırında kalıyordu. Bir gün rahip onun yanına indi ve onunla beraber oldu. Şeytan rahibe gelerek: "Onu öldür ve göm, sen sözü dinlenen doğru bir kişisin" dedi. Bunun üzerine rahip kadını öldürdü ve gömdü. Şeytan kadının kardeşlerine rüyalarında görünerek: "Rahip kız kardeşinizle beraber oldu. Onu hamile bırakınca da öldürüp filan filan yerde gömdü" dedi.

Sabahladıkları zaman bir kişi: "Ben dün gece rüyamda şunu şunu gördüm" dedi. Diğeri: "Vallahi, ben de aynı şeyi gördüm" dedi. Bir diğeri de: "Vallahi, ben de aynı şeyi gördüm" deyince: "Vallahi, bunda bir iş vardır" dediler. Sonra krallarına giderek rahibi getirmeleri için yardım istediler. Sonra gittiler ve onu manastırından indirip getirdiler. Şeytan gelip: "Seni bu duruma düşüren kişi benim. Seni bu durumdan da benden başka kimse kurtaramaz. Bana bir secde et ve seni düşürmüş olduğum durumdan kurtarayım" dedi. Rahip te ona secde etti. Rahip kralın yanına getirilince şeytan ondan uzaklaştı ve onu öldürdüler.

Mekâyidi'ş-Şeytan'da İbn Ebi'd-Dünyâ, İbn Merdûye ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ubeyd b. Rifâa ez-Zuraki, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu naklediyor: "İsrail oğullarından bir rahip vardı. Şeytan bir kadını alarak delirmesine yol açtı ve ailesinin kalbine çarenin rahip te olduğu hissini düşürdü. Bunun üzerine kardeşleri onu rahibe getirdi. Ancak rahip bunu kabul etmemişti. Fakat kabul edinceye kadar ona ısrarda bulundular. Kadın, rahibin yanında iken şeytan geldi ve sürekli olarak onu rahibe çekici göstermeye başladı. Sonunda rahip kadınla beraber oldu. Kadın hamile kalınca şeytan vesvese ederek: «İşte şimdi rezil olacaksın, kadının ailesi gelmektedir, onu öldür. Ailesi gelince de: "Öldü" de» dedi. Bunun üzerine rahip kadını öldürdü ve defnetti. Bu sefer şeytan kadının ailesine giderek kalplerine, rahibin onu hamile bırakıp öldürdüğü vesvesesini bıraktı. Kadının ailesi rahibe gelip onu sorunca, rahip: «Öldü» karşılığını verdi. Fakat kadının kardeşleri rahibi yakalamıştı. Şeytan rahibe gelip: «Kadını delirten de ailesinin kalbine vesveseyi düşüren de benim. Aynı zamanda seni bu hallere düşüren de benim. Bana itaat et kurtulursun. Bana iki secde etmen yeterlidir» dedi. Bunun üzerine rahip ona iki defa secde etti. Allah'ın: «Münafıkların durumu insana: "İnkar et"... diyen şeytanın durumu gibidir» kelâmı da bunu ifade etmektedir. "

İbnu'l-Münzir ve Harâitî'nin İ'tilâl el-Kulüb'da Adiy b. Sâbit vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: İsrail oğullarından uzun bir zaman ibadet eden bir rahip vardı. Ona delileri getirirler ve iyileşene kadar onlara okurdu. Bir gün ona şerefli bir aileden delirmiş bir kadın getirildi. Kardeşleri kadını, ona okuması için rahibe getirmişti. Şeytan sürekli olarak kadını kendisine çekici göstermeye başladı.

Bunun üzerine rahip kadınla beraber oldu ve onu hamile bıraktı. Kadının karnı büyümeye başlayınca şeytan onu öldürmenin çare olacağını göstermeye başladı. Rahip te onu öldürüp bir yere defnetti. Şeytan, bir kişi sûretinde kadının kardeşlerinden birine gelerek durumu ona haber verdi. Bu kişi de kardeşlerine: "Vallahi, bir kişi bana geldi ve şu şu haberi verdi" demeye başladı. Bu konuda bir karara vardılar ve onu krala şikâyet ettiler. Kral ve insanlar gidip onu manastırından indirince rahip itirafta bulundu. Rahip kralın emri üzerine çarmıha gerildi. Şeytan rahibe gelip: "Kadını sana çekici gösterip seni bu durumlara düşüren benim. Seni kurtarmam karşılığında bana itaat eder misin?" dedi. Rahip: "Evet ederim" cevabını verince, şeytan: "O zaman bana bir kez secde et" dedi. Rahip şeytana secde ederek küfre girdi ve o küfrü üzere öldürüldü.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Tâvûs der ki: İsrâil oğullarından âbid bir kişi vardı. Sanırım o delileri de tedavi ederdi. Güzel bir kadın delirmiş ve getirilip yanında bırakılmıştı. Kadın rahibin hoşuna gitmiş ve rahip onunla ilişkiye girerek onu hamile bırakmıştı. Şeytan rahibe gelerek: "Eğer bu duyulursa rezil olursun. Onu öldür ve evinde göm" dedi. O da öyle yaptı. Bir zaman sonra kadının ailesi gelip onu sorunca: "O, öldü" dedi. Onun dürüst olmasından dolayı ona inanmışlardı. Şeytan, kadının ailesine gelerek: "O, ölmedi, rahip onunla birleşti ve onu hamile bıraktı. Sonra onu öldürdü ve evinde filan filan yerde gömdü" dedi. Bunun üzerine kadının ailesi rahibe gelerek: "Biz sana inanmıştık. Fakat söyle onu nereye gömdün? Beraberinde kim vardı?" dediler. Rahibin evini arayınca onu gömmüş olduğu yerde buldular. Bunun üzerine rahip tutuklanıp hapsedildi. Şeytan gelip: "Eğer seni bulunmuş olduğun durumdan kurtarmamı istersen Allah'a küfret" dedi Rahip te şeytana itaat edip küfretti. Rahip götürülüp öldürüldü. O zaman şeytan kendisinden beri oldu. Tâvûs der ki: "Ben: "Münafıkların durumu insana: "İnkar et"... diyen şeytanın durumu gibidir" âyetinin ancak bu rahip hakkında indiğini biliyorum."

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti açıklarken şöyle dedi: "Allah, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanındaki kâfirlere ve münafıklara misal vererek: : "Münafıkların durumu insana: "inkar et"... diyen şeytanın durumu gibidir'" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Münafıkların durumu insana: "İnkar et"... diyen şeytanın durumu gibidir" kelâmını açıklarken: Âyetteki insan ifadesi ile bütün insanlar kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre A'meş bu âyeti: (.....) şeklinde okurdu.

17

Sonra ikisinin (şeytan ile o adamın) akıbeti, ebedî olarak cehennemin içinde kalmaları olmuştur. İşte zâlimlerin cezası budur.

18

Bkz. Ayet:20

19

Bkz. Ayet:20

20

"Ey Mü’minler! Allah'dan sakının; herkes yarma ne hazırladığına baksın; Allah'dan sakının, çünkü Allah işlediklerinizden haberdardır. Allah'ı unutup da, Allah'ın da kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın; onlar, yoldan çıkmış kimselerdir. Cehennemliklerle cennetlikler bir olmaz. Cennetlikler kurtuluşa erenlerin ta kendileridir."

İbn Ebî Şeybe, Müslim, Nesâî, İbn Mâce ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Cerîr der ki: Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında oturmuştum. Yün elbiseler giyinmiş ve kılıçlarını kuşanmış bir grup geldi. Üzerlerinde ne izar, ne de başka bir şey vardı. Hepsi de Mudar'dandı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onları öylesine zor durumda üryan ve aç olarak görünce yüzü değişti. Sonra kalkıp evine girdi. Sonra Mescid'e giderek öğle namazını kıldı(rdı) ve minbere çıkıp Allah'a hamdü sena ederek şöyle buyurdu: "Derim ki, Allah kitabında: «Ey Mü’minler! Allah'dan sakının; herkes yarına ne hazırladığına baksın; Allah'dan sakının, çünkü Allah işlediklerinizden haberdardır. Allah'ı unutup da, Allah'ın da kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın; onlar, yoldan çıkmış kimselerdir. Cehennemliklerle cennetlikler bir olmaz. Cennetlikler kurtuluşa erenlerin ta kendileridir»' buyurmaktadır. Sadaka veremeyecek duruma gelmeden önce sadaka verin. Sadaka ile aranızda bir engel konulmadan sadaka verin. Kişi dinarından, dirheminden buğdasından, hurmasından ve arpasından sadaka versin. Sadaka olarak vereceği hiçbir şeyi küçümsemesin, bu yarım hurma olsa bile."

Bunun üzerine Ensâr'dan bir kişi elinde bir çıkınla kalkarak onu halen minberde bulunan Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) verdi. Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sevinci yüzünden belli oluyordu. Sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kim, İslam'da hayırlı bir çığır açar ve kendisine uyulursa, bu kişi kendisine uyanların sevapları kadar sevap alır ve kendisine uyanların sevabından bir şey eksiltilmez. Kim de İslam'da kötü bir çığır açar ve kendisine uyulursa, bu kişi kendisine uyanların günahları kadar günah kazanır ve kendisine uyanların günahından bir şey eksiltilmez." Bunun üzerine halk kalkıp dağıldı. Kimisinden dinar, kimisinden, dirhem kimisinden yemek derken bir şeyler toplandı. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunları onların (Mudar'lı grubun) arasında taksim etti.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "...Herkes yarına ne hazırladığına baksın..." kelâmını açıklarken: "Yarın ifadesi ile kıyamet günü kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Nuaym b. Muhammed er-Rahabî der ki: Ebû Bekr es-Sıddîk'in bir hutbesi şöyleydi: "Biliniz ki, siz sabah akşam ilmi sizden gizli tutulan bir ecele doğru gidiyorsunuz. Zaman geçmektedir, siz hazırlıklı olun ve gücünüz nispetinde iyi ameller işleyin. Buna da ancak Allah'ın yardımı ile güç yetirebilirsiniz. Bazı kavimler vardır ki amellerini Allah'dan başkaları için işlediler. Allah, sizin de onlar gibi olmanızı yasakladı ve "Allah'ı unutup da, Allah'ın da kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın..." buyurdu. Kardeşlerinizden tanıdığınız kişiler nerededir? Onların amelleri bitti ve işledikleri amellere döndürüldüler. Şehirler imar edip de onları surlarla çevirip kale edinen ilk zorbalar nerededir? Onlar taş toprak altında kaldılar. İşte bu, acâip şeyleri bitmeyen ve nuru sönmeyen Allah'ın Kitab'ıdır. Karanlık bir gün için ondan aydınlanın. Onun kitabından ve açıklamalarından öğüt alın. Allah bir kavme övgüde bulunarak: "...Şüphesiz onlar; hayırlı şeylerde yarışıyorlar, korkarak ve umarak bize yalvarıyorlardı. Bize karşı derin saygı duyuyorlardı'" buyurmuştur. Allah rızası gözetilmeksizin söylenen bir sözde, Allah yolunda infâk edilmeyen bir malda, öfkesi sabrını yenen kişide ve Allah için başkalarının kınamasından korkan kişide hayır yoktur."

21

"Eğer biz Kur'ân'ı bir dağa indirmiş olsaydık, sen, onun, Allah korkusuyla başeğerek parça parça olduğunu görürdün. Bu misalleri, insanlar düşünsünler diye veriyoruz."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahbâk: "Eğer biz Kur'ân'ı bir dağa indirmiş olsaydık..."' kelâmını açıklarken şöyle dedi: "Eğer biz Kur'ân'ı bir dağa indirip size emrettiklerimizi ona emretseydik ve sizi korkuttuğumuz şeylerle onu korkutsaydık Allah korkusuyla o parça parça olurdu. Sizin, Allah'dan daha çok korkmanız, Allah'a karşı zelil olmanız ve Allah'ın zikriyle kalplerinizin yumuşaması gerekmektedir."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mâlik b. Dinâr: "Size yemin ederim ki, Kur'ân'a iman eden hiç kimse yoktur ki, mutlaka kalbi parçalanır" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Eğer biz Kur'ân'ı bir dağa indirmiş olsaydık, sen, onun, Allah korkusuyla başeğerek parça parça olduğunu görürdün. Bu misalleri, insanlar düşünsünler diye veriyoruz" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Allah: "Eğer biz Kur'ân'ı bir dağa indirmiş olsaydık ve sorumlukları ona yüklemiş olsaydık parça parça olurdu. Ağırlığından ve Allah korkusundan dolayı boyun eğerdi" buyurmaktadır. Kur'ân insanlara indiği zaman Allah onlara, onu boyun eğerek ve büyük bir huşu ile almalarını emretti. İnsanlar düşünsün diye Allah işte bu şekilde misaller vermektedir."

Deylemî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd ve Hazret-i Ali: "Eğer biz Kur'ân'ı bir dağa indirmiş olsaydık... O güçlüdür, Hakim'dir" âyetlerini açıklarken Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu âyetler ağrıların efsunu (duası)dır" buyurduğunu naklettiler.

Hatîb el-Bağdâdî Târih'te bildirir: Ebû Nuaym el-Hâfız'ın İbn Senbûze'nin kölesi diye bilinen Ebu't-Tayyib Muhammed b. Ahmed b. Yusuf b. Câfer el- Mukriu'l-Bağdâdî'den bildirdiğine göre İdrîs b. Abdilkerim el-Haddâd der ki: Su sûreyi Halefe okudum. "Eğer biz Kur'ân'ı bir dağa indirmiş olsaydık...'" âyetine ulaştığım zaman bana şöyle dedi: "Elini başına koy, ben bu sûreyi Süleym'e okudum ve bu âyete vardığımda bana: "Elini başına koy, ben bu sûreyi Hamza'ya okudum ve bu âyete yetiştiğimde, bana: "Elini başına koy, ben bu sûreyi A'meş'e okudum ve bu âyete yetiştiğimde, bana: "Elini başına koy, ben bu sûreyi Yahya b. Vessâb'a okudum ve bu âyete yetiştiğimde, bana: "Elini başına koy, ben bu sûreyi Alkame ve Esved'e okudum ve bu âyete yetiştiğimde, bana: "Elini başına koy, biz bu sûreyi Abdullah'a okuduk ve bu âyete yetiştiğimizde, bize: "Elinizi başınıza koyun, ben bu sûreyi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) okudum ve bu âyete yetiştiğimde, bana şöyle buyurdu: "Elini başına koy, Cibrîl bu sûre ile bana indiği zaman: «Elini başına koy, zira o, sâm dışında bütün hastalıklara karşı bir ilaçtır» dedi." Sâm da ölüm demektir.

22

Bkz. Ayet:24

23

Bkz. Ayet:24

24

"O, görüleni de görülmeyeni de bilen, kendisinden başka ilah olmayan Allah'tır. O, acıyıcı olandır, acıyandır. O, kendisinden başka ilah olmayan, hükümran, çok kutsal; esenlik veren, güvenlik veren, görüp gözeten, güçlü, kelâmını herşeye geçiren, ulu olan, Allah'tır. Allah onların koştukları eşlerden (ortaklardan) münezzehtir. O, vareden, güzel yaratan, yarattıklarına şekli veren, en güzel adlar kendisinin olan Allah'tır. Göklerde ve yerde olanlar onu tesbih ederler. O Aziz'dir, Hakim'dir."

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Allah'ın en büyük ismi, Allah ismidir" dedi.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin evinde bir hurma harmanı vardı. Ancak hurmalarının eksildiğini görünce gece nöbet tuttu. Bir adam sesi işitti ve: "Sen kimsin?" diye seslendi. O: "Ben cinlerden bir kişiyim, azığımız bitti ve bu eve gelip hurmalarınızdan aldık. Fakat Allah bu hurmalarınızdan bir şey eksiltmedi" dedi. Ebû Eyyûb el-Ensârî: "Eğer doğru söylüyorsan bana elini ver" deyince, cin elini kendisine verdi. Ebû Eyyûb el-Ensârî, onun ellerinin köpek elleri gibi kıllı olduğunu gördü. Ona: "Hurmalarımızdan almış olduğun sana helal olsun. Bana insanlardan ve cinlerden korunacağım en güzel şeyi söyler misin?" dedi. Bunun üzerine cin: "Bu, Haşr Sûresinin son âyetleridir" karşılığını verdi.

İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim Haşr Sûresinin son âyetlerini okur ve o gün veya o gece vefat ederse işlemiş olduğu bütün günahlar bağışlanır" buyurmuştur.

İbnu's-Sünnî Amelü'l-yevmu ve'l-leyle'de ve İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kişiye yatağına gireceği zaman Haşr Sûresinin sonunu okumasını emretti ve ona: "Eğer (o gece) ölürsen şehit olarak ölürsün" buyurdu.

Ebû Ali Abdurrahman b. Muhammed en-Nîsâbûrî'nin Fevâid'de Muhammed İbnu'l-Hanefiyye'den bildirdiğine göre Berâ' b. Âzib, Ali b. Ebî Tâlib'e: "Rahmân'ın, Cibrîl'i gönderip özel olarak Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) öğrettiği, Resûlüllah'ın da (sallallahü aleyhi ve sellem) özel olarak sana öğrettiği şeyi bana da özel olarak öğretmeni Allah adına senden istiyorum" dedi. Bunun üzerine Ali şöyle dedi: "Allah'ın büyük ismiyle dua etmek istediğin zaman Hadîd Sûresinin başından on âyet ve Haşr Sûresinin son dört âyetini oku. Sonra: "Ey bu vasıflarda olan ve hiç kimsenin kendisi gibi olmayan (Allahım)! Bana şunu şunu yapmanı istiyorum" diyerek istediklerini söyle. Ey Berâ'! Vallahi, bu şekilde bana beddua edecek olsan Allah beni yere batırır."

İbn Merdûye'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurmuştur: "Kim üç defa istiaze edip şeytanın şerrinden Allah'a sığınır ve Haşr Sûresinin sonunu okursa, insanların ve cinlerin şeytanlarını, gece ise sabahlayana, sabah ise akşamlayana kadar üzerinden def etmek için Allah ona yetmiş bin melek gönderir."

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes, Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) "Kim on defa istiaze edip şeytanın şerrinden Allah'a sığınırsa" ifadesini kullanarak aynısını bildirir.

Ahmed, Dârimî, Tirmizî, Taberânî, İbnu'd-Durays ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin Ma'kil b. Yesâr'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kim sabahladığı zaman üç defa: «Taşlanmış şeytanın şerrinden her şeyi bilen ve işiten Allah'a sığınırım» dedikten sonra Haşr Sûresinin son üç âyetini okursa, Allah, ona akşama kadar kendisine dua ve istiğfar edecek yetmiş bin meleği vekil kılar. Kişi o gün ölürse şehit olarak ölür. Kim de bunları akşam vakti uygulayıp okursa sabaha kadar aynı durumdadır."

İbn Adiy, İbn Merdûye, Hatîb ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kim gece veya gündüz Haşr Sûresinin sonunu okursa ve o gürı veya o gece ölürse Cennet ona vacip olur" buyurmuştur.'

İbnu'd-Durays'ın bildirdiğine göre (Jtbe der ki: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bir kişinin bize bildirdiğine göre kim sabahladığı zaman Haşr Sûresinin sonunu okursa o gece kaçırmış olduğu şeyleri telafi etmiş ve o gün akşama kadar korunmuş olur. Kim de bunu akşamladığı zaman okursa o gün kaçırmış olduğu şeyleri telafi etmiş ve sabaha kadar korunmuş olur. Eğer o gün de ölürse Cennet ona vacip olur.

Dârimî ve İbnu'd-Durays'ın bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu konuda: "Kim sabahladığı zaman Haşr Sûresinin son üç âyetini okursa ve o gün ölürse şehitler listesine yazılır. Kim de akşamladığı zaman bu âyetleri okuyup o gece ölürse yine şehitler listesine yazılır" demiştir.

Deylemî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ın en büyük ismi (İsm-i A'zam), Haşr Sûresinin son altı âyetindedir" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "O, görüleni de görülmeyeni de bilen, kendisinden başka ilah olmayan Allah'tır..." kelâmını açıklarken: "Allah gizli olanı da, açık olanı da bilendir" dedi. (.....) (el-Mu'min) ifadesi hakkında ise: "Burada Allah'ın onlara zulmetmeyeceğine dair güvence vermesi kastedilmektedir" dedi. (.....) (Muheymin) ifadesini de: "Şahit olandır" şeklinde açıkladı.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "O, görüleni de görülmeyeni de bilen, kendisinden başka ilah olmayan Allah'tır..." kelâmını açıklarken: "Görülmeyenden kasıt, olan ve olacak şeylerdir" dedi.

"...Çok kutsal..."' kelâmını açıklarken de: "Melekler onu takdis eder" dedi.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in Azame'de bildirdiğine göre Katâde: "...Çok kutsal; esenlik veren, güvenlik veren, görüp gözeten, güçlü, kelâmını herşeye geçiren, ulu olan, Allah'tır..." kelâmını açıklarken: "Allah mübârek olan, müminlere güven veren, onlara şahit olan, intikam alacağı zaman aziz olan, yaratıklarını istediği şeye mecbur kılan ve bütün kötülüklerden uzak olandır" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Zeyd b. Ali: "Allah'ın kendini Mü'min diye adlandırması azaptan güvence veren olmasındandır dolayıdır" dedi.

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Beyhakî'nin bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b: "Allah'ın kendini Cebbâr diye adlandırması yarattıklarını istediği şeye mecbur etmesindendir dolayıdır" dedi.

0 ﴿