KALEM SÛRESİİbnu'd-Durays, İbn Abbâs'tan bildirir: "Bir sûrenin baş tarafları Mekke'de nâzil olduğu zaman henüz Mekke'de iken ayrı bir sûre olarak yazılmaya başlanırdı. Yüce Allah daha sonra bu sûrenin âyetlerini dilediği gibi çoğaltır. Bu yönde Kur'ân'da ilk nâzil olan sûreler Alak, Kalem, Müzzemmil ve Müddessir sûreleridir." Nehhâs, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kalem Sûresi, Mekke'de nâzil oldu" demiştir. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: "Kalem Sûresi, Mekke'de nâzil oldu" demiştir. 1"Nûn. Kalem'e ve yazdıklarına Yemin olsun!" Abdurrezzâk, Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, Azame'de Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye, el-Esmâ ve's-Sifât'ta Beyhaki, Târih'te Hatîb ve el-Muhtâre'de Diyâ, İbn Abbâs'tan bildirir: "Yüce Allah'ın ilk yarattığı şey Kalem'dir. Yüce Allah ona: "Yaz!" emrini verince, kalem: "Ne yazayım?" diye sordu. Yüce Allah: "Kaderi yaz!" buyurdu. Bu emir üzerine kalem kıyamete kadar olacak bütün şeyleri yazdı. Sonra yazdığı kitap dürüldü, kalem de kaldırıldı. Yüce Allah'ın Arş'ı suyun üzerindeydi. Suyun buharı yükselince bu buhardan gökler yaratıldı. Daha sonra ise Yüce Allah, Nûn'u yarattı. Yeryüzünü de Nûn'un sırtına yerleştirdi. Nûn hareket edince yeryüzü üzerinden yayıldı, dağlar ise sabit kılındı. Bundan dolayı dağlar kıyamet gününe kadar yeryüzüne karşı övünür." Ravi der ki: Daha sonra İbn Abbâs: "Nûn. Kalem'e ve yazdıklarına Yemin olsun!" âyetini okudu. İbn Cerîr, Taberânî ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yüce Allah'ın ilk yarattığı şey kalem ile balıktır. Yüce Allah ona: «Yaz!» emrini verince, kalem: «Ne yazayım?» diye sordu. Yüce Allah: «Kıyamete kadar olacak olan her şeyi» buyurdu." Daha sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Nûn. Kalem'e ve yazdıklarına Yemin olsun!" âyetini okudu. Buradaki Nûn'dan kasıt balıktır. Kalem ise bildiğimiz kalemdir. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Tirmizî ve İbn Merdûye, Ubâde b. es-Sâmit'ten bildirir: Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: "Yüce Allah'ın ilk yarattığı şey Kalem'dir. Yüce Allah ona: «Yaz!» emrini verince, kalem sonsuza kadar olacak bütün şeyleri yazdı." İbn Cerîr, Muâviye b. Kurra'dan, o da babasından bildirir: "Nûn. Kalem'e ve yazdıklarına Yemin olsun!" âyeti konusunda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Nurdan bir kalem, nurdan bir levha üzerine kıyamet kadar olacak bütün şeyleri yazar. " İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah divit (mürekkep hokkası) olan Nûn'u, sonra da kalemi yarattı. Yüce Allah ona: "Yaz!" emrini verince, kalem: "Ne yazayım?" diye sordu. Yüce Allah: "Kıyamete kadar olacak olan her şeyi" buyurdu. Râfiî Târîhu Kazvîn'de Cüveybir vasıtasıyla Dahhâk'tan, o da İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Nûn, Levh-i Mahfûz'dur. Kalem de ışıldayan bir nurdandır" buyurmuştur. Hakîm et-Tirmizî, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: "Yüce Allah ilk önce kalemi daha sonra da divit (mürekkep hokkası) olan Nûn'u yarattı. Kaleme: «Yaz!» emrini verince, kalem: «Ne yazayım?» diye sordu. Yüce Allah: «Kıyamet gününe kadar kişilerin amelleri, geriye bıraktıkları, rızıkları veya ecellerine yönelik her şeyi yaz» buyurdu. Bu emir üzerine kalem kıyamete kadar olacak bütün şeyleri yazdı. «Nûn. Kalem'e ve yazdıklarına Yemin olsun!» âyetinde ifade edilen de budur. Bunlar yazıldıktan sonra kaleme mühür basıldı. Bundan dolayı kıyamete kadar kalem artık başka bir şey yazmaz. Daha sonra Yüce Allah aklı yarattı ve ona: «İzzetime Yemin olsun ki seni sevidiklerimde tam kılacak, sevmediklerimde ise eksik bırakacağım» buyurdu." Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Nûn. Kalem'e ve yazdıklarına Yemin olsun!" âyetini açıklarken: "Nûn'dan kasıt divittir. Kalem de kalemdir" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Nûn" ifadesini açıklarken şöyle demiştir: "Bu ve bunun benzeri olan şeyler, Yüce Allah'ın yeminlerindendir. Ayrıca Nûn, Yüce Allah'ın isimlerindendir." Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Nûn" ifadesini açıklarken: "Bundan kasıt, mürekkep hokkasıdır" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Nûn" ifadesini açıklarken: "Bundan kasıt, yeryüzünü üzerinde taşıyan balıktır" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Nûn. Kalem'e ve yazdıklarına Yemin olsun!" âyetini açıklarken: "Nûn'dan kasıt, yerin yedi kat altındaki balıktır. Kalem de kendisiyle Zikr'in yazıldığı kalemdir" demiştir. İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildirir: "Yüce Allah ilk olarak Kalem'i yarattı. Yarattıktan sonra onu sağ eline aldı ki her iki eli de sağdır. Sonra divit (mürekkep hokkası) olan Nûn ile Levh'i yarattı. Kalemle de levhin üzerine yazdı. Daha sonra gökleri yarattı. Hepsini yarattıktan sonra da dünya üzerinde kıyamete kadar nelerin yaratılacağı, iyi veya kötü hangi amellerin yapılacağı, helal veya haram, yaş veya kuru tüm rızıkları bu Levh'e yazdı." Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Katâde'den bildirir: "Kalem, Yüce Allah'ın büyük bir nimetidir. Şayet kalem olmasaydı ne bir din ayakta durabilir, ne hayatın bir düzeni olurdu. Yüce Allah da mahlükatını nasıl ıslah edeceğini en iyi bilendir." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Nûn. Kalem'e ve yazdıklarına Yemin olsun!" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Yüce Allah önce kalemi yarattı ve ona: "Yürü!" dedi. Bu emir üzerine kalem kıyamet gününe kadar olacak bütün şeyleri yazdı. Sonra Nûn'u yarattı ki o da balıktır. Yeryüzünü bu balığın üzerine yaydıktan sonra da: "Nûn. Kalem'e ve yazdıklarına Yemin olsun!" buyurdu. İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: "Nûn. Kalem'e ve yazdıklarına Yemin olsun!" âyeti konusunda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Nûn, yerlerin üzerinde durduğu balıktır. Kalem de Yüce Rabbimizin hayrı ve şerri, faydası ve zararı ile kaderi yazdığı kalemdir. Yazıcılardan kasıt ise insanın amellerini yazan değerli meleklerdir." Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Hâkim'in değişik kanallardan bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Ve yazdıklarına" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd, Mücâhid ile Katâde'den aynısını bildirir. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Ve yaptıklarına" şeklinde açıklamıştır. 2Bkz. Ayet:3 3"Rabbinin lütfuyla, sen mecnun değilsin. Şüphesiz sana tükenmez bir mükâfat vardır." İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildirir: Kafirler Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için: "Deli olmuş! İçine şeytan girmiş" diyorlardı. Bunun üzerine: "Rabbinin lütfuyla, sen mecnun değilsin" âyeti nâzil oldu. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Şüphesiz sana tükenmez bir mükâfat vardır" âyetini açıklarken: "Sana haddi hesabı olmayan mükâfat vardır" demiştir. 4"Şüphesiz sen yüce bir ahlâk üzeresin." İbn Merdûye, Delâil'de Ebû Nuaym ve Vâhidî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe şöyle demiştir: Ahlakı Resûlüllah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) daha iyi olanı yoktu. Ashâbından veya ailesinden biri ne zaman ona seslense: "Buyur! Geldim!" şeklinde karşılık verirdi. Bundan dolayı Yüce Allah onun hakkında: "Şüphesiz sen yüce bir ahlâk üzeresin" âyetini indirmiştir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Müslim, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve İbn Merdûye, Sa'd b. Hişâm'dan bildirir: Âişe'nin yanına geldim ve: "Ey müminlerin annesi! Bana Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ahlâkından bahset" dedim. Âişe: "Onun ahlâkı Kur'ân ahlâkıdır. "Şüphesiz sen yüce bir ahlâk üzeresin" âyetini okumuyor musun?" karşılığını verdi. İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de Ebu'd-Derdâ'dan bildirir: Âişe'ye Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ahlâkı sorulduğunda: "Onun ahlâkı Kur'ân'dır. Kur'ân'ın razı olduğuna razı olur, Kur'ân'ın hoşlanmadığı şeyden de hoşlanmazdı" dedi. İbn Merdûye, Abdullah b. Şakîk el-Ukaylî'den bildirir: Hazret-i Âişe'nin yanına gelip Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ahlâkını sordum. Âişe: "İnsanlar arasında ahlâkı en güzel olan kendisiydi. Zira ahlâkı Kur'ân ahlâkıydı" dedi. İbn Ebî Şeybe, Tirmizî ve İbn Merdûye, Ebû Abdillah el-Cedelî'den bildirir: Âişe'ye: "Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ahlâkı nasıldı?" diye sorduğumda: "Kaba biri değildi. Kaba hareketlerde bulunmazdı. Çarşılarda bağırıp çağırarak konuşmaz, münakaşa etmezdi. Kendisine yapılan kötülüğe kötülükle karşılık vermez, affeder ve hoş görülü davranırdı" dedi. İbn Merdûye, Zeyneb binti Yezîd b. Vesk'den bildirir: Âişe'nin yanındayken Şam ahalisinden kadınlar geldi. Ona: "Ey müminlerin annesi! Bize Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ahlâkından bahset" dediklerinde, Âişe: "Onun ahlâkı Kur'ân ahlâkıydı. Kur'ân'ı okuyun; zira onun ahlâkı Kur'ân'dı. Örtüler içinde saklanan bekar kızlardan daha fazla haya sahibiydi" karşılığını verdi. İbnu'l-Mübârek, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Delâil'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre Atiyye el-Avfî: "Şüphesiz sen yüce bir ahlâk üzeresin" âyetini açıklarken: "Kur'ân edebine sahipsin" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Şüphesiz sen yüce bir ahlâk üzeresin" âyetini açıklarken: "Bu ahlâk, Kur'ân'dır" demiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin değişik kanallardan bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Şüphesiz sen yüce bir ahlâk üzeresin" âyetini açıklarken: "Yüce birdin olan İslam üzeresin" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Şüphesiz sen yüce bir ahlâk üzeresin" âyetini açıklarken: "Yüce bir din üzeresin" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem: "Şüphesiz sen yüce bir ahlâk üzeresin" âyetini açıklarken: "Yüce bir din üzeresin" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik: "Şüphesiz sen yüce bir ahlâk üzeresin" âyetini açıklarken: "Yüce bir din olan İslam üzeresin" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Ebzâ ile Saîd b. Cübeyr bu âyeti açıklarken: "Yüce bir din üzeresin, anlamındadır" demişlerdir. Taberânî Mekârimu'l-Ahlâk'ta Sâbit'ten bildirir: Enes: "On bir sene boyunca Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hizmetinde bulundum. Asla bana: "Şunu şöyle yapsaydın veya neden şunu yaptın söylemiş değildir" deyince, ben: "Ey Ebû Hamza! O, Yüce Allah'ın: «Şüphesiz sen yüce bir ahlâk üzeresin» şeklinde ifade ettiği gibi bir ahlâka sahipti" karşılığını verdim. Harâitî, Enes'ten bildirir: Sekiz yaşımdan beri Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hizmetinde bulundum. Hiçbir gün yaptığım bir şeyden dolayı beni azarlamadı. Ailesinden biri beni azarlamaya kalkınca da: "Onu rahat bırakın! Bir konuda takdir gerçekleşmişse o iş olacaktır" buyururdu. İbn Sa'd, Meymûne'den bildirir: Bir gece Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımdan çıktı. Çıkınca ben de kapıyı arkasından kapattım. Ancak çok geçmedi geri gelip kapıyı açmamı istedi. Ben açmayınca: "Yemin verdim kapıyı aç!" buyurdu. "Benim sıramdayken diğer eşlerinin yanına mı gidiyorsun?" dediğimde, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hayır! Bunu yapmış değilim, ama idrar zorluğu çekiyordum" karşılığını verdi. 5Yakında göreceksin, onlar da (akıbetlerini) görecekler; 6Bkz. Ayet:9 7Bkz. Ayet:9 8Bkz. Ayet:9 9"Göreceksin, onlar da görecekler hanginizin fitneye uğradığını... Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Göreceksin, onlar da görecekler hanginizin fitneye uğradığını" kelâmını açıklarken şöyle demiştir: Müşrikler Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için: "Şeytandır, delidir!" diyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah bu âyetleri indirerek kıyamet gününde kimin şeytan olduğunu hem Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem), hem de müşriklerin öğreneceğini bildirdi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Göreceksin, onlar da görecekler hanginizin fitneye uğradığını" kelâmını açıklarken: "Kimin fitne içinde olduğu ortaya çıkacak ve öğreneceksiniz" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Göreceksin, onlar da görecekler hanginizin fitneye uğradığını" kelâmını açıklarken: "Kimin deli olduğunu sen de göreceksin, onlar da görecekler" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr ile İbn Ebzâ: "Hanginizin fitneye uğradığını" âyetini açıklarken: "Hanginizin deli olduğunu" demişlerdir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Hanginizin fitneye uğradığını" âyetini açıklarken: "Hanginizin deli olduğunu" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Hanginizin fitneye uğradığını" âyetini açıklarken: "Hanginizin deli olduğunu" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebu'l-Cevzâ: "Hanginizin fitneye uğradığını" âyetini açıklarken: "Hanginizin deli olduğunu" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Hanginizin fitneye uğradığını" âyetini açıklarken: "Hanginizin şeytan olduğunu" demiştir. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Hanginizin fitneye uğradığını" âyetini açıklarken: "Hanginizin şeytana daha yakın olduğunu" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Göreceksin, onlar da görecekler hanginizin fitneye uğradığını" kelâmını açıklarken şöyle demiştir: "Hanginizin şeytanın fitnesine maruz kaldığını göreceksiniz, anlamındadır ki şeytanın fitnesine uğrayanlar kendileriydi." İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar" âyetini açıklarken: "Bazı konularda onlara müsaade etseydin onlarda sana bazı konularda müsaade ederlerdi" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar" âyetini açıklarken: "Üzerinde bulunduğun hak yolu bırakıp da onlara uysaydın onlar da sana karşı yumuşayacaklardı" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar" âyetini açıklarken: "Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı yumuşamak için onun da davasında az bir yumuşamasını istediler" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) âyetini açıklarken: "Küfürleri üzerinde devam edebilmek için senin de kafir olmanı istediler" şeklinde açıklamıştır. 10Bkz. Ayet:16 11Bkz. Ayet:16 12Bkz. Ayet:16 13Bkz. Ayet:16 14Bkz. Ayet:16 15Bkz. Ayet:16 16"İtaat etme yemin edip duran aşağılık kimseye, koğuculuk eden, söz götürüp getirene, hayra engel olan, mütecaviz günahkâra, kaba ve soysuz olana! Mal ve oğullar sahibi olmuş diye... Yakında biz onun burnunu damgalayacağız." İbn Merdûye, Ebû Osman en-Nehdî'den bildirir. İnsanlar Yezîd'e biat ettiklerinde Mervân b. el-Hakem: "Ebû Bekr ve Ömer'in de sünneti budur" dedi. Abdurrahman b. Ebî Bekr: "Bu Ebû Bekr ile Ömer'in sünneti değil, aksine bu (Bizans kiralı) Hirakl'in sünnetidir" karşılığını verince, Mervân: "Bu adam Yüce Allah'ın, hakkında: "Anne ve babasına, «Öf size! Benden önce nice nesiller gelip geçmiş iken, beni çıkartılmakla mı tehdit ediyorsunuz?» diyen kimse..." âyetini indirdiği kişidir" dedi. Hazret-i Âişe bunu duyunca Mervân'a şöyle dedi: "Bu âyet Abdurrahman hakkında nâzil olmadı. Ama senin baban hakkında: "İtaat etme yemin edip duran aşağılık kimseye, koğuculuk eden, söz götürüp getirene, hayra engel olan, mütecaviz günahkâra, kaba ve soysuz olana..." âyetleri nâzil oldu. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İtaat etme yemin edip duran aşağılık kimseye" âyetini açıklarken: "Yemin edip duran bu aşağılık kişi Esved b. Abdi Yağûs'tur" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âmir eş-Şa'bî: "İtaat etme yemin edip duran aşağılık kimseye" âyetini açıklarken: "Bu aşağılık kişi Sakîf kabilesinden Ahnes b. Şarîk adında biriydi" demiştir. Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "İtaat etme yemin edip duran aşağılık kimseye" âyetini açıklarken: "Zayıf biri olduğu için her şey için yemin edeni dinleme" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "İtaat etme yemin edip duran aşağılık kimseye"' âyetini açıklarken: "Her şeyde yemin edip duran korkak ve ödlek olan kişiye itaat etme" demiştir. "Kaba ve soysuz olana" âyetini açıklarken de: "İbn Abbâs'a göre bundan kasıt, kaba saba hareketleri, asabi huyu olan, bir aileye sonradan katılan ve soy olarak kendilerinden olmayan kişidir" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "itaat etme yemin edip duran aşağılık kimseye" âyetini açıklarken: "Aşağılık (=muhîn) olması çokça kötülük yapmasındandır" demiştir. "Koğuculuk eden, söz götürüp getirene" âyetini açıklarken: "İnsanların etini yiyene" demiştir. "Hayra engel olan, mütecaviz günahkâra" âyetini açıklarken: "Herhangi bir iyilikte bulunmayan, sözlerinde de, işlerinde de haddini aşana" demiştir. "Kaba ve soysuz olana" âyetini açıklarken de şöyle demiştir: "Çirkin ve kötü bir huya sahip olan kişidir. Bize bildirilene göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kabalık, ahlâksızlık, kötü komşuluk ve akrabalarla bağların kesilmesi yayılmadıkça kıyamet kopmaz" buyurmuştur." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Umâme: "Kaba ve soysuz olana" âyetini açıklarken: "Ahlaksız ve rezil kişidir" demiştir. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd, Hasan ile Ebu'l-Âliye'den aynısını bildirir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Ebu'l-Âliye'den bildirir: (.....) ifadesi sağlıklı olan kişi anlamındadır, (.....) ifadesi ise günahkar anlamındadır. " Başka bir lafız da: (.....) ifadesi kafir anlamındadır" şeklinde geçer. Abd b. Humeyd ve İbn Asâkir, İkrime'den o da İbn Abbâs'tan bildirir: (.....) ifadesi soysuz olan, başkaları tarafından sahiplenilen kişidir. Şaririn: "Başhalan tarafından sahiplenilen soysuz Liridir Paçaların derinin kenarlarına eklenmesi gibi" dediğini İşitmez misin?" İbnu'l-Enbârî'nin eî-Vakf ve'l-İbtidâ'da bildirdiğine göre İkrime'ye (.....) ifadesi sorulunca: "Veledi zinadır" dedi ve anlamı konusunda bir şairden şöyle bir beyit okudu: "Zenîm biridir babası kim belli değildir Annesi fahişe olan rezil bir soya sahiptir. " Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu kişi iri yarı (=utull) bir adamdı. Elinde fazlalık olan bir et parçası (zeneme) vardı ve bu et parçası onun bir sıfatı (zenîm) olarak bilinirdi." Abd b. Humeyd, Şehr b. Havşeb'den bildirir: (.....) ifadesi sağlıklı, çokça yiyip içen kişi kişi anlamındadır. (.....) ifadesi ise günahkar anlamındadır." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Keçinin küpelerinden tanınması gibi kafir olan kişi de müminden öyle ayrılır. Keçinin küpeleri de gerdanında memeye benzer iki uzantıdır." Abd b. Humeyd, Mücâhid'den bildirir: "Keçinin gerdan memesinin olup olmaması nasıl bilinebiliyorsa zenîm olan kişi de böylesi bir özellikten tanınıp bilinir." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb: (.....) âyetini açıklarken: "Zenîm, başka bir soya sonradan katılan, kendilerinden olmadığı halde onlardan sayılan kişidir" demiştir. Abd b. Humeyd, Şehr b. Havşeb'den bildirir: İbn Abbâs: "Altı kişi Cennete asla girmez. Bunlar ana babasına asi olan, alkolik olan, ca'sel olan, cevvâz olan, kattât olan ve utul ve zenîm olan kişilerdir" dedi. Kendisine: "Ey İbn Abbâs! İlk ikisini anladık da diğer dördü ne oluyor?" diye sorduğumda da şöyle dedi: "Ca'sel kırıcı, kaba saba davranan kişidir. Cevvâz mal biriktirip cimri davranan kişidir. Kattât gıybet yaparak insanların etini yiyen kişidir. Utul ve zenîm ise insanlar arasında koğuculuk yapan kişidir." Ahmed, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve İbn Asâkir, Şehr b. Havşeb'den bildirir: Abdurrahman b. Ğanm'ın bana bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cevvâz, Ca'zarî ve utullun zenîm olan kişiler Cennete giremez" buyurmuştur. Müslümanlardan biri: "Cevvâz, Ca'zarî ve utullun zenîm olmak nedir?" diye sorunca, Allah Resûlü şöyle buyurmuştur: "Cevvâz mal biriktirip cimri davranandır. Derileri kavurup soyan alevli Cehennem ateşi bu kişiyi kendine doğru çağıracaktır. Ca'zarî ise kırıcı, kaba saba olan kişidir. Yüce Allah bu konuda: «Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi...» buyurur. Utullun zenîm'e gelince katı, sert, umursamaz, sağlıklı, bolca yiyip içen, istediği kadar yiyecek ve içecek bulan, insanlara zulmeden kişidir." İbn Sa'd ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Amir(-i Şa'bi)'ye Zenîm ifadesinin anlamı sorulunca şöyle dedi: "Kötülük kendisinin bir sıfatı olan ve bununla tanınan kişidir. Sakîf kabilesinden Ahnes b. Şarîk adında birisidir." İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Enbârî el-Vakf ve'l-İbtidâ'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Zenîm, başkaları tarafından sahiplenilen, soysuz, kendi soyundan başka bir soya katılan rezil kişidir" demiş ve: "Başkaları tarafından sahiplenilen soysuz biridir Paçaların derinin kenarlarına eklenmesi gibi" şeklinde bir beyit okumuştur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "itaat etme yemin edip duran aşağılık kimseye" âyetini açıklarken: "Ahnes b. Şarîk hakkında nâzil oldu" demiştir. Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir, Kelbî'den aynısını bildirir. İbn Cerîr ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: "İtaat etme yemin edip duran aşağılık kimseye, koğuculuk eden, söz götürüp getirene, hayra engel olan, mütecaviz günahkâra..." âyetleri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) nâzil olduğu zaman bunun kim olduğunu bilmiyorduk. Ancak: (.....) âyeti de nâzil olunca bu kişinin kim olduğunu anladık. Zira onun da keçinin gerdan küpesi gibi boğazında sarkan bir et parçası (=zeneme) vardı." Tayâlisî, Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve İbn Merdûye, Hârise b. Vehb'den bildirir: Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: "Sizlere Cennet ahalisinin kim olduklarını söyleyeyim mi? Bunlar zayıf olan ve zayıf görülen , yemin edecek olsa Yüce Allah tarafından bu yemini doğru çıkarılan kişilerdir. Peki, Cehennem ahalisinin kimler olduğunu söyleyeyim mi? Bunlar da kaba, kırıcı, mal biriktirip cimri davranan ve böbürlenen kimselerdir. " Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Sema, Yüce Allah tarafından kendisine sağlıklı bir beden, huzur içinde bir kalp, yeteri kadar mal ihsan ettiği halde insanlara karşı zalim olan bir kula ağlar. (Ayette geçen) utullun zenîm de işte böyle bir kişidir." İbn Ebî Hâtim, Muâviye'nin azatlısı Kâsım ile Mûsa b. Ukbe'den bildirir: Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) utullun zenîm olan kişinin kim olduğunu sorulunca: "Kaba ve rezil olan kişidir" buyurdu. Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Deylemî, Ebu'd-Derdâ'dan bildirir: (.....) âyeti konusunda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Utull olan kişi umursamaz, huysuz, yiyecek ve içecek konusunda obur, mal biriktirip iyilik yapmaktan uzak duran kişidir." Ahmed, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Amr: "Hayra engel olan, mütecaviz günahkâra, kaba ve soysuz olana"' âyetlerini okudu ve şöyle dedi: Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: "Cehennem ahalisi kaba saba, kırıcı, böbürlenen, malk biriktirip cimri davranan kişilerden oluşmaktadır. Cennet ahalisi de zayıf görülen ve çaresizlerden oluşmaktadır." İbn Merdûye, Hârise b. Vehb'den bildirir: Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: "Sizlere Cennet ahalisinin kim olduklarını söyleyeyim mi? Bunlar zayıf olan ve zayıf görülen, (buna karşılık) yemin edecek olsa Yüce Allah tarafindan bu yemini doğru çıkarılan kişilerdir. Peki, Cehennem ahalisinin kimler olduğunu söyleyeyim mi? Bunlar da kaba, kırıcı, mal biriktirip cimri davranan ve böbürlenen kimselerdir." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: "Utull soysuz olan, başkaları tarafından sahiplenilen kişidir. Zenîm ise kötülükle tanınan ve kendilerinden şüphe duyulan kişilerdir." Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, Harâitî Mesâviu'l-Ahlâk'ta ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Keçinin gerdan küpesiyle (.zeneme) bilinmesi gibi kötülüğüyle tanınıp bilinen kişidir" demiştir. İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Zenîm, bir topluluğun yanından geçerken onun hakkında: "Ne kötü adamdır" denilen kişidir. Buhârî, Nesâî, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu kişi Kureyş'ten bir adamdı. Keçinin gerdan küpesi gibi boğazında bir et parçası vardı ve bununla tanınırdı." İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyetleri açıklarken şöyle demiştir: "Bu kişinin âyetlerde özellikleri anlatıldı, ancak kim olduğu bilinemedi. En sonunda Zenîm denilince anlaşıldı. Zira bu kişinin boynunda keçinin gerdan küpesini andıran bir et parçası vardı ve bununla biliniyordu." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Zenîm, başkalarının soyuna katılan soysuz kişidir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Zenîm, başkaları tarafından sahiplenilen soysuz, ahlâksız ve rezil kişidir" demiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Zenîm, zalim kişidir" demiştir. Tastî'nin Mesâü'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesinin anlamını sorunca, İbn Abbâs: "Zinadan olma soysuz kişi anlamındadır" dedi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Şairin: "Başkaları tarafından sahiplenilen soysuz biridir Paçaların derinin kenarlarına eklenmesi gibi" dediğini İşitmez misin?" Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: "Zenîm, rezil ve kafir olan kişidir" demiştir. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Yalancı" şeklinde açıklamıştır, (.....) ifadesini: "Gıybetçi" şeklinde açıklamıştır, (.....) ifadesini: "Acımasız, katil" şeklinde açıklamıştır. (.....) ifadesini: "Başkalarının soyuna katılan, soysuz" şeklinde açıklamıştır. "Yakında biz onun burnunu damgalayacağız" âyetini açıklarken de: "Bu kişi Bedir savaşına katılmış ve kılıçla burnu kesilerek damgalanmıştır" demiştir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Yakında biz onun burnunu damgalayacağız" âyetini açıklarken: "Burnuna devamlı olarak taşıyacağı bir işaret konulacaktır" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Yakında biz onun burnunu damgalayacağız" âyetini açıklarken: "Ona öyle bir işaret koyacağız ki bunu hep üzerinde taşıyacaktır" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, "Mal ve oğullar sahibi olmuş diye" âyetini "Malı ve oğulları var diye mi?" anlamına gelecek şekilde: (.....) lafzıyla okurdu. İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Merdûye ve Şuabu'l-îman'da Beyhakî'nin Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kişi başkaları hakkında konuşan, onlarla alay eden, lakap takan biri olarak öldüğü zaman kıyamet gününde Yüce Allah her iki yanağının üzerine kendisiyle tanınacağı bir işaret koyacaktır. " 17Bkz. Ayet:40 18Bkz. Ayet:40 19Bkz. Ayet:40 20Bkz. Ayet:40 21Bkz. Ayet:40 22Bkz. Ayet:40 23Bkz. Ayet:40 24Bkz. Ayet:40 25Bkz. Ayet:40 26Bkz. Ayet:40 27Bkz. Ayet:40 28Bkz. Ayet:40 29Bkz. Ayet:40 30Bkz. Ayet:40 31Bkz. Ayet:40 32Bkz. Ayet:40 33Bkz. Ayet:40 34Bkz. Ayet:40 35Bkz. Ayet:40 36Bkz. Ayet:40 37Bkz. Ayet:40 38Bkz. Ayet:40 39Bkz. Ayet:40 40"Biz, vaktiyle bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, onlara da bela verdik. Hani onlar sabah olurken onu devşireceklerine yemin etmişlerdi. (Bunu tasarlarken) istisna da yapmıyorlardı. (İnşaallah demiyorlardı.) Nihayet onlar uykuda iken Rabbinden bir afet (ateş) bahçeyi sardı. Böylece bahçe, (anızı) yakılmış toprağa döndü. Derken, sabahleyin birbirlerine, «Haydi, eğer ürününüzü devşirecekseniz erkenden gidin» diye seslendiler. Bunun üzerine, «Sakın, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın» diye fısıldaşarak yola koyuldular. (Yoksullara yardım etmeğe) güçleri yettiği halde (böyle söyleyerek) erkenden yola çıktılar. Fakat bahçeyi o halde gördüklerinde, «Biz mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız!» dediler. (Gerçeği anlayınca da), «Hayır, meğer biz mahrum bırakılmışız!» dediler. Onların en akl-ı selim sahibi olanı, «Ben size 'Rabbinizi tespih etseydiniz ya! dememiş miydim?» dedi. Onlar, «Rabbimizi tesbih ederiz (yüceltiriz). Şüphesiz biz zalim kimseler imişiz» dediler. Bunun üzerine birbirlerini kınamaya başladılar, şöyle dediler: «Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kişilermişiz! Umulur ki, Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü biz artık Rabbimizi arzulayanlarız.» İşte böyledir azap! Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür,- ah bir bilselerdi! Şüphesiz Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında Naîm cennetleri vardır. Sor onlara: «Onların hangisi buna kefildir?»" Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Biz, vaktiyle bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, onlara da bela verdik..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah bu bahçe sahiplerinin hikayesini anlatmış ve başlarına gelenleri açıklamıştır." İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Cüreyc'den bildirir: Bedir savaşı sırasında Ebû Cehil Müslümanları kastederek: "Onları yakalayın ve iplerle bağlayın, ancak içlerinden kimseyi öldürmeyin!" dedi. Bunun üzerine: "Biz, vaktiyle bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, onlara da bela verdik. Hani onlar sabah olurken onu devşireceklerine yemin etmişlerdi" âyeti nâzil oldu. Bahçe sahipleri de bahçelerindeki ürünleri toplamaya güçlerinin yeteceğini zannediyorlardı ancak bunu yapamadılar. Siz de bu niyetinizi gerçekleştiremeyeceksiniz mesajı verildi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Biz, vaktiyle bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, onlara da bela verdik..." âyetini açıklarken: "Bunlar Ehl-i Kitab'dan olan kimselerdi" demiştir. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Biz, vaktiyle bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, onlara da bela verdik..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bunlar Habeşli insanlardı. Babalarının bir bahçesi vardı ve ölene kadar bu bahçeden yoksullara dağıtırdı. Ancak babaları ölünce çocukları: "Babam bahçeden yoksullara dağıtarak düşüncesizlik etmiş" demeye başladılar. Hasat zamanı ürünü sabah vakti toplayacaklarına ve bu ürünlerden yoksullara hiçbir şey vermeyeceklerine dair yemin ettiler. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Katâde'den bildirir: Bu bahçe İsrail oğullarından yaşlı bir adamındı. Bahçeden çıkan üründen bir yıllık azığını kaldırır, gerisini de dağıtırdı. Hayattayken çocukları onun bu şekilde ürünü dağıtmasına engel olmaya çalışırlardı. Babaları ölünce bir sabah vakti bahçeye geldiler ve: "Bugünden sonra bu bahçeye tek bir yoksul dahi girmeyecek!" dediler. Yüce Allah bu konuda kararlılıklarını: "Amaçlarına ulaşmaya güçleri yetiyormuş gibi erkenden gittiler" âyetiyle ifade etmiştir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Biz, vaktiyle bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, onlara da bela verdik..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yemen'de adına Daravân denilen bir bahçeydi. San'â ile arasında altı millik bir mesafe vardır." Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik: (.....) kelâmını: "Sabahtan gideceklerine" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: "Onlar istisna da etmiyorlardı" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "İstisnâda bulunmamaları «Sübhanallah» dememeleridir." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Nihayet onlar uykuda iken Rabbinden bir afet bahçeyi sardı" âyetini açıklarken: "Bu afet Yüce Allah'ın emri ile bahçeyi sarmıştı" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Nihayet onlar uykuda iken Rabbinden bir afet bahçeyi sardı" âyetini açıklarken: "Bu afet ateşten bir cezaydı. Bahçenin vadisinden çıkıp tüm bahçeyi sarmıştı" dedi. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Nihayet onlar uykuda iken Rabbinden bir afet bahçeyi sardı" âyetini açıklarken: "Gece vakti bahçe hakkında Allah'ın emri geldi" demiştir. "Sonunda devşirilmişe dönüverdi" âyetini açıklarken de: "Gece vuran afetle sabah vakti sanki bahçenin tüm ürünleri toplanmış gibi oldu" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) âyetini açıklarken: "Gecenin karanlığı gibi simsiyah kesiliverdi" demiştir. Abd b. Humeyd, Matar b. Meymûn'dan aynısını bildirir. Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Günahlardan uzak durun! Zira kul bir günah işler de bundan dolayı ilimden bir kısmını unutur. Kul bir günah işler de bundan dolayı gece kıyamından mahrum edilir. Kul bir günah işler de bundan dolayı kendisine hazırlanmış olan bir rızıktan mahrum kalır" buyurdu. Sonra: "Nihayet onlar uykuda iken Rabbinden bir afet bahçeyi sardı. Sonunda devşirilmişe dönüverdi" âyetlerini okudu ve: "Onlar da işledikleri günahtan dolayı bahçelerinin ürününden mahrum bırakıldılar" buyurdu. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Gecenin karanlığı gibi simsiyah kesiliverdi" demiştir. Tastî'nin Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesinin anlamını sorunca, İbn Abbâs: "Gitmiş, yok olmuş anlamındadır" dedi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Şairin: "Bir sabah erkenden yanma vardığımda oturuyordu Ancak kalkıp gitmek için de hazırlanmıştı " dediğini İşitmez misin?" Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Ürünlerinizi devşirecekseniz erken çıkın" âyetini açıklarken: "Bu bahçe üzüm bahçesiydi" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Fısıldaşarak yola koyuldular" âyetini açıklarken: "Aralarında kimselerin duymayacağı şekilde kısık bir sesle konuşmaya başladılar" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Fısıldaşarak yola koyuldular" âyetini açıklarken: "Bahçeye hiçbir yoksulu sokmayacaklarını aralarında fısıldaşarak konuşuyorlardı" demiştir. "Amaçlarına ulaşmaya güçleri yetiyormuş gibi erkenden gittiler" âyetini açıklarken: "Kendilerince bahçenin ürünlerini toplamaya güçlerinin olduğunu düşünerek yola düştüler" demiştir. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Amaçlarına ulaşmaya güçleri yetiyormuş gibi erkenden gittiler" âyetini açıklarken: "Yoksulları bahçeden alıkoymaya ve ürünü toplamaya güçlerinin yettiğini düşünerek erkenden bahçeye gittiler" demiştir. Saîd b. Mansûr ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Amaçlarına ulaşmaya güçleri yetiyormuş gibi erkenden gittiler" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yoksulları bahçenin ürünlerinden alıkoymaya güçlerinin yetebileceğini düşündüler. Bu konuda ortak bir karara varıp erkenden bu işe koyuldular." Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) ifadesini: "Öfke içinde" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Amaçlarına ulaşmaya güçleri yetiyormuş gibi erkenden gittiler" âyetini açıklarken: "Bu amaç fakirleri bahçenin ürününden mahrum etmektir" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âmir: "Amaçlarına ulaşmaya güçleri yetiyormuş gibi erkenden gittiler" âyetini açıklarken: "Yoksulları ondan uzaklaştırmaya güçlerinin yetebileceğini düşünerek ve bunun azmi içinde erkenden bahçeye gittiler" demiştir. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Fakat bahçeyi gördüklerinde «Mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız» dediler" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bahçelerinin yerini şaşırıp farklı bir bahçeye geldiklerini düşündüler." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Fakat bahçeyi gördüklerinde «Mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız» dediler" âyetini açıklarken: "Yolumuzu şaşırmış olmalıyız, zira bizim bahçemiz bu değildir, demeye başladılar" demiştir. "Yok, Şüphesiz biz mahrum bırakılmışız!" âyetini açıklarken: "Hayır, biz birilerini ondan mahrum bırakınca biz de ondan mahrum edildik, dediler" demiştir. "Ortancaları «Ben size demedim mi? Tesbih etmeli değil miydiniz?» dedi" âyetini açıklarken: "Ortancalarından kasıt, içlerinden en adil, en asil ve sözü en fazla dinlenilir olanıdır" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Yok, Şüphesiz biz mahrum bırakılmışız!" âyetini açıklarken şöyle demiştir: İşaretlerden yola çıkarak söz konusu bahçenin kendi bahçeleri olduğunu öğrendiklerinde yolu şaşırmadıklarını, yanlış yere gelmediklerini anladılar ve: "Yok, Şüphesiz biz mahrum bırakılmışız!" dediler. İbnu'l-Münzir, Ma'mer'den bildirir: Katâde'ye: "Bahçe sahipleri Cennet ahalisinden mi, yoksa Cehennem ahalisinden midir?" diye sorduğumda: "Beni zor bir işin altına koydun" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Ortancaları «Ben size demedim mi? Tesbih etmeli değil miydiniz?» dedi" âyetini açıklarken: "Ortancalarından kasıt, en mutedil olanıdır" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "Ortancaları «Ben size demedim mi? Tesbih etmeli değil miydiniz?» dedi" âyetini açıklarken: "Ortancalarından kasıt, içlerinden mutedil olanıdır. Kur'ân'da bulunan Evsat ifadelerinin tümü de bu anlamdadır" demiştir. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ortancaları «Ben size demedim mi? Tesbih etmeli değil miydiniz?» dedi" âyetini açıklarken: "Ortancalarından kasıt, en mutedil olanıdır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: "Ortancaları «Ben size demedim mi? Tesbih etmeli değil miydiniz?» dedi" âyetini açıklarken: "O zamanlar bir konuda istisnâda bulunmayı tesbih ile ifade ederlerdi" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Ortancaları «Ben size demedim mi? Tesbih etmeli değil miydiniz?» dedi" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Tesbihten kasıt, istisnâda bulunmadır. Sabah erkenden ürünü toplayacaklarına dair yemin ettiklerinde herhangi bir istisnâda bulunmamışlardı. Tesbihten kasıt da bizim 'İnşaallah' dememiz gibi bir istisnâda bulunmalarıdır." Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "İşte azap böyledir; ama âhiret azabı daha büyüktür; keşke bilseler!" âyetini açıklarken: "Dünyada verilen ceza işte böyledir, ancak âhirette verilecek ceza daha büyük ve ağır olacaktır" demiştir. "Sor onlara: Onların hangisi buna kefildir?" âyetini açıklarken de: "Önceki hususların doğruluğu konusunda kim garanti verebilir?" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: (.....) ifadesini: "Okuyorsunuz" şeklinde açıklamıştır, (.....) ifadesini de: "Bizden aldığınız sözler mi var?" şeklinde açıklamıştır. 41Yoksa onların (bu sözde) ortakları mı var? Öyle ise, o ortaklarını da getirsinler, eğer (sözlerinde)doğru iseler.” 42"O gün baldırdan açılır ve secdeye davet edilirler; fakat güç getiremezler." Buhârî, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye, Ebû Saîd'den bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: "Yüce Allah baldırını açtığı zaman mümin olan erkek ve kadınların tümü secdeye kapanır. Geriye dünyada iken gösteriş ve nam için namaz kılanlar kalır ki onlar da secdeye gitmek isterler, ancak sırtları tek parçaymış gibi bükülmez. " İbn Mende er-Reddu Ala'l-Cehmiyye'de Ebû Hureyre'den bildirir: "O gün baldırdan açılır..." âyeti konusunda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yüce Allah o günde baldırını açar" buyurmuştur. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Mende'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuş ve: "O günü Yüce Alllah baldırını açar" şeklinde açıklamıştır. Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye, Beyhakî el-Esmâ ve's- Sıfât'ta ve İbn Asâkir, Ebû Mûsa'dan bildirir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "O gün baldırdan açılır..." âyetini açıklarken: "Yüce Allah o gün büyük bir nurun üzerini açar ve tüm insanlar ona secdeye kapanır" buyurmuştur. Firyabî, Saîd b. Mansûr, İbn Mende ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbrâhim en-Nehaî, "O gün baldırdan açılır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu konuda İbn Abbâs: "Burada baldırdan kasıt büyük bir işin üzerini açması, onu açığa çıkarmasıdır" dedi. İbn Mes'ûd ise: "Yüce Allah baldırının üzerini açınca tüm müminler secdeye gider. Kafirin sırtı ise sertleşip tek bir kemik parçası haline gelir, secde edemez" dedi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta İkrime vasıtasıyla bildirir: İbn Abbâs'a, (.....) âyeti sorulunca şöyle dedi: "Kur'ân'da anlamını bilmediğiniz bir ifade ile karşılaştığınız zaman anlamını şiirde arayın. Zira şiirler Arapların divanıdır. Bu ifade hakkında şairin: "Tak ammül edin dizginler hızlıca koşmasına Sahiplerindir kafa kesmeme yol veren Ve sıkıntılar üzerine işte savaş da koptu" dediğini işitmez misiniz? Sâk ağır sıkıntıların olduğu bir gündür." Tastî'nin Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyetinin anlamını sorunca, İbn Abbâs: "Âhiretin şiddeti ile sıkıntılarının üzeri açılır, anlamındadır" dedi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Şairin: "Ve sıkıntılar üzerine savaş da koptu" dediğini işitmez misin?" İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sifât'ta bildirdiğine göre İbn Abbâs: "O gün baldırdan açılır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Baldırın açılmasından kasıt, kıyamet gününün o korkunç ve dehşetli hallerinin ortaya çıkarılmasıdır." İbn Mende'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "O gün baldırdan açılır..." âyetini açıklarken: "Baldırın açılmasından kasıt, kıyamet gününün dehşetinin üzerinin açılmasıdır" demiştir. Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Mende'nin bildirdiğine göre Mücâihd: "O gün baldırdan açılır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Baldırların açılmasından kasıt, kıyamet gününün o dehşetli hallerinin ortaya çıkarılmasıdır. İbn Abbâs da bu konuda: "Kıyametin en dehşetli günü bu gündür" derdi. Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sifât'ta bildirdiğine göre İbn Abbâs, "O gün baldırdan açılır..." âyetini okumuş ve: "Baldırın açılmasından kasıt, kıyamet günü ve anının dehşetinin açığa çıkmasıdır" demiştir. Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "O gün baldırdan açılır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Baldırın açılması âhiret saatinin gelmesi ve amellerin ortaya serilmesidir." Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbn Mende, Amr b. Dînâr vasıtasıyla bildirir: İbn Abbâs bu âyeti: (.....) lafzıyla okurdu. Ebû Hâtim es-Sicistânî: "Yani âhiret baldırını açar ve daha önce insanlara görünmeyen yönleri açığa çıkar" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, "O gün baldırdan açılır..." âyetini (.....) lafzıyla okumuştur. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sifât'ta bildirdiğine göre İkrime'ye: "O gün baldırdan açılır..." âyeti sorulunca şöyle dedi: Araplar savaş kızıştığı ve sıkıntılar arttığı zaman durumun vehametini açıklamak için: "Savaş baldırını açtı" derlerdi. Yüce Allah o günün dehşetini Arapların da bildiği bir deyimle dile getirmiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bunlar Yüce Allah'ın önündeki perdelerdir. Kıyamet gününde bu perdeler müminler için açılır." Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr'e (.....) âyeti sorulunca aşırı bir şekilde kızdı ve: "Bazıları bunun Yüce Allah'ın baldırını açacağı anlamına geldiğini söylüyor. Oysa bunun anlamı o günün dehşetinin üzerinin açılması, onun gösterilmesidir" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Secdeye davet edilirler; fakat güç getiremezler" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bunlar kafirlerdir. Dünyada güven içindeyken Allah'a itaate davet edilirlerdi. Ancak böylesi bir günde korku içindeyken bu davet kendilerine yapılır. Daha sonra Yüce Allah hem dünya, hem de âhirette müşriklerin itaate yapılan davete karşılık vermemelerinin sebeplerini de açıklar. "...Onlar işitemezler ve göremezlerdi" buyurarak dünyada iken itaata yapılan davete karşılık vermemelerinin sebebini ifade der. Âhiret te bunu yapamamalarının sebebi konusunda da: "...Secdeye davet edilirler; fakat güç getiremezler. Gözleri horluktan aşağı düşmüş bir halde kendilerini zillet bürür..." buyurur. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Bize bildirilene göre o günde her iki mümin arasında bir münafık bulunur. Müminler secde ederken münafığın sırtı sertleşir ve secdeye gidemez. Müminlerin bu şekilde secde etmeleri karşısında da münafıkların üzüntüleri ve pişmanlıkları daha da artar." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "O gün baldırdan açılır..." âyetini açıklarken: "Baldırın açılmasından kasıt, büyük bir belanın üzerinin açılmasıdır" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbrâhim en-Nehaî: "O gün baldırdan açılır..." âyetini açıklarken: "Baldırın açılmasından kasıt, büyük ve ağır olan bir durumun üzerinin açılmasıdır" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Rabî' b. Enes: "O gün baldırdan açılır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Baldırın açılmasından kasıt, Yüce Allah'ın önündeki perdenin açılmasıdır. Bu perde açılınca dünyada iken Allah'a iman etmiş olanlar secdeye kapanırlar. Diğerleri de secde etmeye davet edilirler ancak bunu yapamazlar. Çünkü dünyada iken iman etmemiş, bu davete kulak asmamış, güven içinde iken böylesi bir secdeye gitmemişlerdi." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "O gün baldırdan açılır ve secdeye davet edilirler; fakat güç getiremezler" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Kıyamet gününde büyük ve dehşet veren bir durumun üzeri açılır. Kafirler secdeye davet edilirler ancak bunu yapmaya güçleri yetmez. Bize bildirilene göre bu konuda Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyamet gününde müminlere secde için izin verilince secdeye giderler. Her iki mümin arasında da bir münafık bulunur. Secde sırasında münafığın sırtı sertleşir ve secde edemez. Yüce Allah müminlerin secdeye gitmesini münafıklar için kınama, küçük düşürme, zillet, pişmanlık ve hasret vesilesi kılar" buyurmuştur. "...Oysa kendileri sapasağlam oldukları zaman secdeye çağırılmışlardı"' âyetinde bu çağrının henüz dünyada iken yapıldığı ifade edilmiştir. İbn Merdûye, Ka'bu'l-Ahbâr'dan bildirir: Tevrat'ı Mûsa'ya, İncil'i İsa'ya, Zebûr'u Dâvud'a ve Furkân (Kur'ân)'ı Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) indirene yemin olsun ki "O gün işin dehşetinden baldırdan açılır; gözleri dönmüş olarak yüzlerini zillet bürür; secdeye çağırılırlar ama buna güçleri yetmez. Oysa kendileri sapasağlam oldukları zaman secdeye çağırılmışlardı" kelâmında sapasağlam iken kendilerine yapılan söz konusu çağrı ile davet, dünyada iken beş vakit namaz için yapılan çağrıdır." Şuabu'l-îman'da Beyhakî'nin bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "...Oysa kendileri sapasağlam oldukları zaman secdeye çağırılmışlardı" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt, beş vakit namazı cemaatle kılmaya yapılan çağrıdır" demiştir. Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Oysa kendileri sapasağlam oldukları zaman secdeye çağırılmışlardı" âyetini açıklarken: "Dünyada iken onlardan biri ezanı duyardı, ancak icabet edip namazı kılmazdı" demiştir. Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yüce Allah kıyamet gününde tüm insanları bir araya topladıktan sonra bir münadi: «Her kim bir şeye ibadet etmişse onun peşinden gitsin!» diye seslenir. Bunun üzerine her topluluk ibadet ettiklerinin peşinden giderler. Geriye Müslümanlar ile Ehl-i Kitab'dan olan diğer insanlar kalır. Yahudilere: «Siz kime ibadet ediyordunuz?» diye sorulunca: «Allah'a ve Mûsa'ya» derler. Ancak kendilerine: «Sizler Mûsa'nın yolundan değilsiniz, Mûsa da sizin yolda olan biri değildir» karşılığı verilir ve sol tarafa sürülürler. Sonra Hıristiyanlara: «Siz kime ibadet ediyordunuz?» diye sorulur. Hıristiyanlar: «Allah'a ve İsa'ya» derler. Ancak kendilerine: «Sizler İsa'nın yolundan değilsiniz, İsa da sizin yolda olan biri değil» karşılığı verilir ve onlar da sol tarafa sürülürler. Geriye Müslümanlar kalır. Onlara: «Siz kime ibadet ediyordunuz?» diye sorulunca Müslümanlar: «Allah'a ibadet ediyorduk» derler. Kendilerine: «Peki, onu tanıyor musunuz?» diye sorulunca, Müslümanlar: «Şayet bize kendini tanıtırsa tanırız» derler. İşte orada secde etmelerine izin verilir. Her iki mümin arasında da bir münafık bulunur. Müminler secdeye giderken münafıkların sırtı katılaşıp secdeye güç yetiremezler." Sonrasında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "...Secdeye davet edilirler; fakat güç yetiremezler'" âyetini okudu. İshâk b. Râhûye Müsned'de, Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünyâ, Taberânî, Âcurrî eş-Şerîa'da, Dârakutnî Ru'ye'de, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî el- Ba's'da Abdullah b. Mes'ûd'dan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yüce Allah kıyamet gününde gelmiş geçmiş tüm insanları bir araya toplar. Sonra kendisi de bulutların gölgesi altında gelir. Bir münadi: «Ey insanlar! Sizleri yaratan, en güzel şekli veren ve rızıklandıran Rabbinizin, her bir insanı dünyada iken kendisine ibadet ettiği ve dost edindiği kişiyle beraber kılmasına razı olur musunuz? Böyle yapması adilane olmaz mı?» diye seslenir. İnsanlar: «Tabi ki razıyız ve adilanedir» karşılığını verince, münadi: «O zaman her bir insan dünyada iken dost edindiği kişinin yanına gitsin» der. Bunun üzerine dünyada iken taptıkları şeylerin benzerleri karşılarına çıkarılır. İsa'ya tapanların karşısına İsa'nın şeytanı, Uzeyir'e tapanların karşısında Uzeyir'in şeytanı çıkarılır. Hatta ağaç, dal, taş her neye tapmışlarsa karşılarına bunların da benzerleri çıkarılır. İnsanlar çıkarılan bu şeylerin peşine takılırlar. Herkes gidince sadece Müslümanlar yerlerinde kalırlar. Bunun üzerine Yüce Allah bir sûrete bürünüp karşılarına çıkar ve: «Neden siz de diğer insanlar gibi ibadet ettiklerinizin peşinden gitmiyorsunuz?» diye sorar. Müslümanlar: «Bizim bir Rabbimiz var ve henüz onu görmedik» derler. Yüce Allah: «Rabbinizi görseniz o olduğunu nereden bileceksiniz?» diye sorunca, Müslümanlar: «Onunla aramızda bir işaret vardır. Bu işareti görünce onu tanıyacağız» derler. Yüce Allah: «Bu işaret nedir?» diye sorunca, Müslümanlar: «Baldırım açmasıdır» derler. Yüce Allah orada baldırını açınca daha önce isteyerek secde etmiş olanların tümü secdeye kapanır. Geriye sırtları sığır sırtı gibi tek parça olan ve secdeye gitmek istemelerine rağmen bunu yapamayanlar kalır. Emir verilince Müslümanlar başlarını secdeden kaldırırlar. Sonrasında dünyadaki amellerine göre kendilerine nur verilir. Bu nur kimisinin önünde dağ kadar olur, kimisinin yanında dağdan daha fazla olur. Kimisine verilen nur bir hurma ağacı kadar olur ve sağ tarafında durur. Kimisine verilen nur hurma ağacından daha da ufak olur ve yine sağ tarafında durur. En sona kalan kişinin nuru ise ameline göre ancak ayak başparmaklarını aydınlatacak kadar olur. Bu nur bazen yanıp bazen söndüğü için kişi, yanınca adımını atar, sönünce de durur. Bu şekilde Sırat'ın üzerinden geçmeye başlarlar. Sırat kılıçtan keskin olup üzerinde durulamayacak kadar kaygandır. İnsanlara: «Nurunuzun ışığına göre Suat'tan karşıya geçin» denilince amellerine göre kimisi ışık hızında, kimisi göz açıp kapayıncaya kadar, kimisi rüzgar gibi, kimisi koşma hızında, kimisi hızlı bir yürüyüşle karşıya geçer. Nuru ayak başparmaklarına verilen kişi ise Suat'ın üzerinde bir elini sürürken diğerini sabit tutar. Bir ayağını ileri atarken diğerini geride bırakır. Arada bir yan taraflarına ateş değer. Bu şekilde hepsi de karşıya geçince: «Seni (Cehennemi) bize gösterdikten sonra kurtaran Allah'a hamdolsun! Yüce Allah hiç kimseye vermediğini bize ihsan etti» derler. Ardından Cennetin kapısının yanında fazla derin olmayan bir suya gelip içinde yıkanırlar. Yıkandıktan sonra Cennetliklerin kokusu ile ten rengine kavuşurlar. Açık olan Cennet kapısının aralıklarından bakınca Cennetin en alt yerinde bir ev görürler ve: «Rabbimiz! Bu evi bize ver» derler. Yüce Allah: «Sizleri Cehennemden kurtarmama rağmen hâlâ benden Cenneti mi istiyorsunuz?» karşılığını verince, onlar: «Rabbimiz! Sadece bu evi bize ver ve şu kapıyı da Cehennemle aramızda bir engel kıl ki onun sesini duymayalım» derler. Yüce Allah: «Ama bu evi verirsem siz başkasını da istersiniz!» buyurunca, onlar: «Hayır! İzzetine yemin olsun ki senden başkasını istemeyiz. Hem ondan daha güzel bir ev mi olur!» derler. Sonunda Cennete girerler. Girince o evin ötesinde başka bir ev daha görürler ki ilk gördükleri ev onun yanında bir hayal gibi sönük kalır. «Rabbimiz! O evi bize ver» dediklerinde, Yüce Allah: «Ama bu evi verirsem siz başkasını da istersiniz!» buyurur. Onlar: «Hayır! İzzetine yemin olsun ki senden başkasını istemeyiz. Hem bundan daha güzel bir ev mi olur!» derler. Bunun üzerine bu ev kendilerine verilir. Ancak bu evin de ötesinde başka bir ev daha görürler ki ilk gördükleri ev onun yanında bir hayal gibi sönük kalır. «Rabbimiz! O evi bize ver» dediklerinde, Yüce Allah: «Ama bu evi verirsem siz başkasını da istersiniz!» buyurur. Onlar: "«Hayır! İzzetine yemin olsun ki senden artık başkasını istemeyiz. Hem bundan daha güzel bir ev mi olur!» derler. Bu ev de kendilerine verilince bu defa susup artık konuşmazlar. Yüce Allah: «Neden daha başkasını da istemiyorsunuz?» diye sorunca, onlar: «Rabbimiz isteyeceğimiz kadarını istedik. Daha fazlasını istemeye de yüzümüz kalmadı» derler. Yüce Allah: «Yarattığım günden yok ettiğim güne kadar dünyada bulunan tüm şeyleri on katıyla birlikte size vermemi ister misiniz?» diye sorunca, onlar: «Sen ki alemlerin Rabbisin, bizimle alay mı ediyorsun?» derler." Ravi Mesrûk der ki: "Abdullah hadisin bu kısmına ulaştığı zaman gülmeye başladı ve: "Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hadisi birkaç defa anlattığını işittim ve her anlatmasında ne zaman insanın böyle dediği kısma ulaşsa tüm dişleri görünecek şekilde gülerdi" dedi. Ardından Resûlüllah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) naklen şöyle devam etti: "İnsanlar böyle deyince Yüce Allah: «Hayır, alay etmiyorum ama buna kadirim. Siz isteyin!» buyurur. İnsanlar: «Rabbimiz! Bizi Cennetteki diğer insanların yanına sok» deyince, kendilerine: «Diğer insanların arasına katılın» denilir. Bunun üzerine hızlıca Cennetin içlerine doğru gitmeye başlarlar. Birinin önüne içi oyulmuş içinden yapılmış bir saray çıkınca secdeye kapanır. Kendisine: «Başını kaldır!» denilince başını kaldırır ve: «Rabbimi gördüm!» der. Ancak kendisine: «O gördüğün senin evlerinden biridir» denilir. Bu saraya doğru gidince karşısına bir adam çıkar. Yine secde etmek için hazırlanınca kendisine: «Neyin var?» diye sorulur. «Bir melek gördüm» karşılığını verince, kendisine: «O bir melek değil senin hizmetçilerinden, kölelerinden biridir» denilir. Bunun üzerine bu hizmetçi yanına gelir ve: «Ben bu saraydaki hizmetçilerinden biriyim. Emrimde benim gibi senin hizmetini görecek olan bin kişi daha var» der. Sonra onu alıp saraya götürür. Kapıyı açıp onu içeriye alır. Saray da tavanları, kapıları, kapı tokmakları ve her şeyiyle birlikte içi oyularak yapılmış tek bir inciden ibarettir. Saraya girince karşısında dışı yeşil içi kırmızı, yetmiş arşın genişliğinde altmış kapısı olan bir cevher görür. Bu kapılardan her biri diğerlerinden farklı renkte olan başka bir cevhere açılır. Her bir cevherin içinde de tahtlar, eşler ve nedimeler bulunur. İçeri girince üzerinde yetmiş giysi bulunan bir huriyle karşılaşır. Hurinin bacaklarının iliği yetmiş kat giysinin üzerinden bile görünür. Hurinin göğüs kısmı adamın, adamın göğüs kısmı ise hurinin aynası olur. Adam başını bu huriden az bir çevirip tekrar baktığında yetmiş kat daha fazla güzelleştiğini görür. Huri de başını adamdan az bir çevirip tekrar baktığında yetmiş kat daha fazla güzelleştiğini görür. Huri: «Gözümde yetmiş kat daha fazla güzelleştin» derken adam da ona aynı şeyi söyler. Sonra Cennete sahip olduğu alana baktığında bunların göz alabildiğince, yüz yıllık bir yolculuk mesafesinde olduğunu görür." O esnada bunu dinleyen Ömer b. el-Hattâb: "Ey Ka'b! İbn Ümmü Abd'in Cennette en alt konumda bulunan kişinin sahip oldukları konusunda neler söylediğini duyuyor musun? Bu durumda en üst konumda olan kişi nasıl olur?" deyince, Ka'b şöyle karşılık verdi: "Ey müminlerin emiri! En üst konumda olan kişiye verilecekleri ne bir göz görmüş, ne de bir kulak işitebilmiştir. Yüce Allah Arş ile suyun üzerindeyken kendisi için kendi eliyle bir ev inşa etti. Bu evi dilediği şekilde süsledi ve içinde meyve ve içeceklerden dilediği şeyleri koydu. Sonra da bu evi kapattı. Bu evi yarattığından beri Cebrail olsun diğer melekler olsun yarattıklarından kimseler görmüş değildir." Ka'b: "Yaptıklarına karşılık onlar için saklanan müjdeyi kimse bilmez" âyetini de okuduktan sonra şöyle devam etti: "Bunun dışında Yüce Allah iki Cennet daha yarattı ve onları da dilediği şekilde süsledi. Bunların içini de zikrettiği gibi altın ve sırma işlemeli ipekten kumaşlarla donattı. Bu iki Cenneti meleklerden sadece dilediklerine gösterdi. Kaydı İlliyyün'da olanlar bu iki Cennete yerleşirler. İlliyyün'da olanlardan biri bineğine binip mülkünü dolaşmaya çıktığında yüzünün ışığı Cennetteki tüm evlerin içine girer. Hatta onun kokusunu içlerine çeker ve: "Ahh! Ne kadar da güzel bir kokuymuş" derler. Yine: "Bugün İlliyyün'da oturanlardan biri aramıza geldi" derler. Ömer bunları duyunca: "Vay sana ey Ka'b! Bunu duyan kalpler pek gevşedi! Bu kalpleri kendine getir!" deyince, Ka'b şöyle devam etti: "Ey müminlerin emiri! Cehennemin öyle bir inlemesi olur ki bunu duyan ne kadar melek ve peygamber varsa diz çöker. Hatta İbrâhîm (aleyhisselam) bile bunu duyunca: "Rabbim! Nefsim! Nefsim!" diyerek kendi başının çaresine bakmak ister. Orada amellerinin yanında yetmiş peygamber ameli daha olsa yine de Cehennemden kurtulamayacağını düşünürsün." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî'nin el-Ba's ve'n-Nüşûr'de bildirdiğine göre İbn Mes'ûd'un yanında Deccâl bahsi açılınca şöyle dedi: "Deccâl ortaya çıktığı zaman insanlar üç fırkaya ayrılır. Bir fırka onu peşinden gider. Bir fırka babalarının toprakları olan Cezire'ye giderler. Kalan diğer fırka ise Fırat sahiline doğru iner ve Deccâl'la karşılıklı bir savaşa girerler. Sonra müminler Şam kasabalarında toplanır ve Deccâl'ın bulunduğu yere bir öncü birlik gönderirler. Bu birliğin içinde kızıl veya beyaz bir atın üzerinde bir süvari de bulunur. Bu öncü birlik Deccâl tarafından öldürülür ve geriye dönen kimse olmaz. Daha sonra Mesih yeryüzüne iner ve Deccâl'i öldürür. Ardından Yecûc ile Mecûc ortaya çıkar ve yeryüzünü fesada boğarlar." İbn Mes'ûd: "Yecûc ve Mecûc'ün şeddi yıkıldığı zaman her dere ve tepeden boşanırlar" âyetini okuduktan sonra şöyle devam etti: "Daha sonra Yüce Allah bunların üzerine neğaf denilen bir kurt çeşidi gönderir. Bu kurt onların burun ve kulaklarına girince hepsini birden öldürür. Leşlerinin kokusu yeryüzünü sarınca diğer insanlar bu konuda Allah'a sığınırlar. Yüce Allah da gönderdiği su ile yeryüzünü onların leşlerinden temizler. Daha sonra içinde zemherir de bulunan soğuk bir rüzgar gönderir. Bu rüzgar yeryüzünde ne kadar mümin varsa hepsini de canını alır. Kıyamet de geriye kalan kötülerin üzerine kopar. Daha sonra Sûr'a üfleyecek olan melek sema ile yer arasında durup bir defa Sûr'a üfler. Sûr'a üfleyince Yüce Allah'ın diledikleri hariç gökte ile yeryüzünde ne kadar canlı varsa hepsi de ölür. Sûr'a ikinci üfleme zamanına kadar Yüce Allah'ın dilediği kadar bir süre geçer. Ancak ne kadar insan varsa yeryüzünde mutlaka ondan bir parça kalır. Yüce Allah bu süre içerisinde Arş'ın altından insan menisine benzer bir su gönderir. Toprağın yağmurla yeşermesi gibi bu suyla insanlar tekrardan ete ve kemiğe kavuşurlar." İbn Mes'ûd: "Allah, rüzgârları gönderendir. Onlar da bulutları hareket ettirir. Biz de bulutları ölü bir toprağa sürer ve onunla ölümünden sonra yeryüzünü diriltiriz. İşte ölümden sonra diriliş de böyledir'" âyetini okuduktan sonra şöyle devam etti: "Daha sonra Sûr'a üfleyecek olan melek sema ile yer arasında bir daha durup Sûr'a üfler. Sûr'a ikinci defa üflenince her bir ruh gidip kendi bedenine girer. Ruhlar bedene girince tüm insanlar tek bir kişinin hareketi gibi kalkıp alemlerin Rabbinin huzurunda dururlar. Orada Yüce Allah bir sûretle karşılarına çıkar. Öyle bir günde kimler Allah dışında bir şeye ibadet etmişlerse onun peşinden giderler. Yüce Allah Yahudilerin yanına gelip: "Kime ibadet ediyordunuz?" diye sorar. Yahudiler: "Uzeyir'e ibadet ediyorduk" derler. Yüce Allah: "Su ister misiniz?" diye sorunca, onlar: "Evet, isteriz" derler. Bunun üzerine Yüce Allah Cehennemi onlara serap gibi gösterir." İbn Mes'ûd: "O gün cehennemi kafirlere öyle bir gösteririz ki!" âyetini okuduktan sonra şöyle devam etti: "Sonra Yüce Allah Hıristiyanların yanına gelip: "Kime ibadet ediyordunuz?" diye sorar. Yahudiler: "Mesih'e ibadet ediyorduk" derler. Yüce Allah: "Su ister misiniz?" diye sorunca, onlar: "Evet, isteriz" derler. Bunun üzerine Yüce Allah onlara da Cehennemi serap gibi gösterir. Allah'tan başka şeylere tapan herkese bu şekilde yapılır." İbn Mes'ûd: "Onları durdurun, çünkü onlar sorguya çekilecekler!" âyetini okuduktan sonra şöyle devam etti: "Müslümanlar geçince Yüce Allah onların da karşısına çıkar ve: "Sizler kime ibadet ediyordunuz?" diye sorar. Müslümanlar: "Biz sadece Allah'a ibadet eder ve hiçbir şeyi ona ortak koşmayız" derler. Onları kışkırtmak amacıyla bir iki defa daha: "Sizler kime ibadet ediyordunuz?" diye sorar. Müslümanlar yine: "Biz sadece Allah'a ibadet eder ve hiçbir şeyi ona ortak koşmayız" karşılığını verirler. Yüce Allah: "Peki Rabbinizi tanıyor musunuz?" diye sorunca, onlar: "Sübhânallah! Kendini bize tanıtırsa o zaman tanıyabiliriz" derler. İşte o zaman "...baldırı açılır..." ve herkes Yüce Allah'a secdeye kapanır. Geriye secdeye gidemeyen münafıklar kalır ki sanki sırtlarında demir varmış gibi bükülmez. Secde etmek istercesine: "Rabbimiz!" derler; ama Yüce Allah kendilerine: "Sizler güvende (dünyada) iken secdeye davet edilirdiniz de yapmazdınız!" karşılığını verir. Daha sonra Yüce Allah'ın emriyle Sırat, Cehennemin üzerine kurulur. İnsanlar da amellerine göre topluluklar halinde Sırat'tan geçmeye başlarlar. En baştakiler göz açıp kapayıncaya kadar veya şimşek hızında karşıda olurlar. Daha sonra gelenler rüzgar gibi karşıya geçerler. Daha sonra gelenler uçarcasına karşıya geçerler. Daha sonra gelenler en hızlı koşan hayvan hızında karşıya geçerler. Bu şekilde herkes ameline göre bir hızla karşıya geçer ve en sonda gelenlerden bazıları koşarak bazıları da yürüyerek karşıya geçerler. Nihayet herkesten sonraya kalan kişi Sırat'tan sürünerek geçmeye çalışır ve sürünürken de: "Rabbim! Beni pek yavaş kıldın" der. Yüce Allah: "Seni bu şekilde yavaşlatan amelindir" karşılığını verir. Daha sonra Yüce Allah şefaate izin verir. İlk şefaate başlayan kişi de Cebrail olur. Daha sonra İbrâhîm (aleyhisselam) daha sonra Mûsa peygamber (veya İsa peygamber) şefaat eder. Dördüncü olarak da Peygamberiniz (sallallahü aleyhi ve sellem) şefaat için kalkar ki onun şefaat ettiklerine daha sonra şefaat edecek kimse olmaz. Yüce Allah'ın: "Gecenin bir kısmında da uyanarak sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere teheccüd namazı kıl ki, Rabbin seni Makam-ı Mahmud'a ulaştırsın" âyetinde kendisine vaad ettiği Makam-ı Mahmud da budur. O zaman herkesin biri Cennette, biri de Cehennemde olmak üzere iki evi bulunur. O gün de pişmanlık günüdür. Zira Cehennemdekiler Cennette bulunan evlerine baktıkları zaman kendilerine: "Şayet amel etseydiniz burada olurdunuz" denilir. Cennettekiler de Cehennemde bulunan evlerine baktıkları zaman onlara: "Şayet Yüce Allah sizlere lütufta bulunmasaydı orada olurdunuz" denilir. Daha sonra melekler, peygamberler, şehitler, salih insanlar ve müminler de şefaat etmek isterler. Yüce Allah onların da şefaat etmelerine izin verir. Daha sonra Yüce Allah: "Ben ki merhametlilerin merhametlisiyim" buyurur ve bu rahmetiyle o ana kadar çıkanlardan daha fazlasını Cehennemden çıkarır. İçinde hayır bulunan hiç kimseyi Cehennemde bırakmaz." İbn Mes'ûd kafirler konusunda: "Sizi sekar'a sokan nedir?" diye sorulunca onlar şöyle derler: "Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksulu doyurmazdık. Dalanlarla birlikte dalıyorduk. Ceza gününü de yalanlıyorduk" âyetlerini okuduktan sonra şöyle devam etti: "Sizce bunlarda bir hayır var mıdır? Hayır yoktur. Yüce Allah içinde hayır bulunan kişileri Cehennemde bırakmaz ve oradan çıkarır. Yüce Allah artık içerden kimseyi çıkarmama kararı alınca içerdekilerin yüzleri ile renklerini değiştirir. Müminlerden bazıları yine de gelip şefaatte bulunmak ister. Onlara: "İçlerinde tanıdıklarınız çıkarsa şefaat edip oradan çıkarın" denilir. Ancak yüzleri ve renkleri değiştiği için kimseleri tanıyamazlar. Cehennemdekilerden biri şefaat etmek isteyen mümine: "Ey filan! Ben filan kişiyim!" der ancak mümin: "Seni tanımıyorum" karşılığını verir. Cehennemdekiler: "Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha günaha dönersek, artık belli ki biz zalim insanlarız" deyince, Yüce Allah: "Kalın kaldığınız yerde ve benimle konuşmayın" karşılığını verir. Yüce Allah onlara böyle dedikten sonra da Cehennem üzerlerine kapatılır ve artık içerden bir daha çıkan olmaz." 43Gözleri düşkün bir hâlde, kendilerini bir zillet saracaktır. Hâlbuki, vaktiyle (dünyada) başları selâmette iken, bu secdeye davet olunuyorlardı; (da onu kabul etmiyorlardı). 44O hâlde (Ey Resûlüm), bu Kur’ân’ı yalan sayanları bana bırak, (sen kalbini onlarla meşgul etme. Ben onların hakkından gelirim). Biz, onları, bilemiyecekleri yönden derece derece azaba yaklaştırırız;(Onlara sıhhat ve bol nimet veririz de, onu haklarında iyi zannederler. Hâlbuki o kâfirlere verdiğimiz bu mühletin sonu fecidir). 45Ben onlara mühlet veririm; çünkü benim azabım çok şiddetlidir, (onu kimse önliyemez). 46Yoksa sen, (Mekke halkına risaletini tebliğden dolayı) onlardan bir ücret istiyorsun da, borçlu kalmaktan, yük altında ezilmişlerdir? 47Yoksa gayb (Allah’ın ilmi) yanlarında da, onlar (ondan) mı yazıyorlar? 48Bkz. Ayet:49 49"Sen Rabbinin hükmüne kadar sabret; balık sahibi (Yunus) gibi olma! O, pek üzgün olarak Rabbine seslenmişti. Şayet Rabbinden ona bir nimet yetişmemiş olsaydı, o mutlaka kınanmış bir hâlde ıssız bir yere atılacaktı." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "...Balık sahibi (Yunus) gibi olma..." kelâmını açıklarken: "Yunus peygamber gibi kavmine karşı öfkeli olma" demiştir. Abdurrezzâk, Ahmed Zühd'de ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "...Balık sahibi (Yunus) gibi olma..." kelâmını açıklarken: "Yunus peygamber gibi sabırsız ve aceleci olup kavmine karşı öfke duyma" demiştir. Hâkim, Vehb'den bildirir: Hazret-i Yunus sinirli birisiydi. Peygamberlik yükü üzerine binince zorlandı ve bu yükü bırakıp kaçtı. Yüce Allah da Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "...Balık sahibi (Yunus) gibi olma! O pek üzgün olarak Rabbine seslenmişti" buyurdu. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Üzüntü içinde" şeklinde açıklamıştır. (.....) ifadesini de: "Kınanmış olarak" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini: "Üzüntü içinde" şeklinde açıklamıştır. 50Fakat Rabbi onu seçti de, kendisini salihlerden (peygamberlerden) kıldı. 51"O inkâr edenler Zikri işittikleri zaman neredeyse seni gözleriyle devirivereceklerdi. Hala da «Hiç şüphe yok o bir delidir» derler," İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Gözleriyle devirivereceklerdi..." kelâmını açıklarken: "Bakışlarıyla neredeyse seni delip geçeceklerdi" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Gözleriyle devirivereceklerdi..." kelâmını açıklarken: "Bakışlarıyla neredeyse seni delip geçeceklerdi" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "...Gözleriyle devirivereceklerdi..." kelâmını açıklarken: "Yüce Allah'ın Kitabı ve zikrine düşmanlıklarından dolayı bakışlarıyla neredeyse seni delip geçeceklerdi" demiştir. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Atâ'dan bildirir: İbn Abbâs: "O inkar edenler Zikr'i işittikleri zaman neredeyse gözleriyle devirivereceklerdi..." âyetini okur ve şöyle derdi: "Sana öyle keskin bir şekilde bakarlar ki neredeyse delip geçecekler. Araplar okun hedefi delip geçtiğini ifade etmek için "zeleka" ifadesini kullanırlar." Ebû Ubeyd Fadâil'de ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti "Neredeyse gözleriyle seni yok edeceklerdi" anlamına gelecek şekilde: (.....) lafzıyla okumuştur. Buhârî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Göz değmesi (nazar) haktır" buyurmuştur. İbn Adiy ve Ebû Nuaym'ın Hilye'de Câbir'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Nazar insanı mezara, deveyi kazana sokar" buyurmuştur. İbn Adiy, Tayâlisî, Târih'de Buhârî ve Bezzâr'ın Câbir'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ümmetimin çoğu, Yüce Allah'ın kader ile takdirinden sonra en fazla nazardan ölür" buyurmuştur. |
﴾ 0 ﴿