KIYAMET SÛRESİ
İbnu'd-Durays, Nehhâs, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kıyâmet Sûresi, Mekke'de nazil oldu" demiştir. Başka bir lafızda: "Lâ uksimu biyemi'l-kiyâme Sûresi, Mekke'de nazil oldu" şeklinde geçer. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. ez-Zübeyr: "Kıyâmet Sûresi, Mekke'de nazil oldu" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Katâde'den bildirir: Bize bildirilene göre Ömer b. el-Hattâb: "Kıyamet günü hakkında bir şeyler sorup öğrenmek isteyen kişi bu sûreyi okusun" demiştir. 1Bkz. Ayet:13 2Bkz. Ayet:13 3Bkz. Ayet:13 4Bkz. Ayet:13 5Bkz. Ayet:13 6Bkz. Ayet:13 7Bkz. Ayet:13 8Bkz. Ayet:13 9Bkz. Ayet:13 10Bkz. Ayet:13 11Bkz. Ayet:13 12Bkz. Ayet:13 13"Kıyamet gününe yemin ederim. Ve nefsi levvâmeye yemin ederim. İnsan, kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor? Evet, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter. Fakat insan önündekini yalanlamak ister. «Kıyamet günü ne zamanmış?» diye sorar. Gözün kamaştığı, Ay'ın tutulduğu, Güneş ve Ay bir araya getirildiği zaman, işte o gün insan: «Kaçış nereye?» diyecektir. Hayır, sığınacak yer yoktur. O gün varıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur. O gün insana, ileri götürdüğü ve geri bıraktığı ne varsa bildirilir." İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) âyetini: "Yemin ederim!" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Hâkim, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: İbn Abbâs'a: "Kıyamet gününe yemin ederim" âyetini sorduğumda: "Rabbin, yarattıklarından dilediği şey üzerine yemin eder" dedi. "Ve nefsi levvâmeye yemin ederim" âyetini sorduğumda: "Kınanmış olan nefse yemin ederim, anlamındadır" dedi. "İnsan, kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor? Evet, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter" âyetlerini sorduğumda da: "Yüce Allah dilerse onların parmaklarını deve ve atın ayakları gibi çift veya tek tırnaklı da yapabilir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Kıyamet gününe yemin ederim" âyetini açıklarken: "Yüce Allah yarattıklarından dilediği şey üzerine yemin eder" demiştir. (.....) âyetini açıklarken de: "Nefsi levvâme, günahkar olan nefis anlamındadır. Yüce Allah burada böylesi bir nefse yemin etmemiştir" demiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ve nefsi levvâmeye yemin ederim" âyetini açıklarken: "Nefsi levvâme'den kasıt, kınanmış olan nefistir" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ve nefsi levvâmeye yemin ederim" âyetini açıklarken: "İyi olsun kötü olsun yaptığı her şeyde kendini kınayan ve: "Şöyle yapsaydın, böyle yapsaydın" diyen nefistir" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Ve nefsi levvâmeye yemin ederim" âyetini açıklarken: "Nefsi levvâme'den kasıt, geçmiş için pişman olan ve bu konuda kendini kınayan nefistir" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Ve nefsi levvâmeye yemin ederim" âyetini açıklarken: "Nefsi levvâme'den kasıt, geçmiş için pişman olan ve bu konuda kendini kınayan nefistir" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Ebi'd-Dünya'nın Muhâsebetu'n-Nefs'de bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Ve nefsi levvâmeye yemin ederim" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Mümin her zaman için: «Bu sözü niye söyledim! Bunu neden yedim! Bunu neden düşündüm!» şeklinde kendi nefsini hesaba çekip sorgular. Günahkâra gelince ise yaşayıp gider de hiçbir zaman nefsini hesaba çekip onu kınamaz." Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Evet, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter" âyetini açıklarken: "Dilersek onun parmaklarını birleştirir tek parça yaparız" demiştir. Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Evet, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter" âyetini açıklarken: "Dilersek onun parmaklarını birleştirir devenin ayağı gibi tek parça yaparız" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Evet, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah dilese onların parmaklarını birleştirip deve ayağı veya at toynağı gibi yapardı. Ancak ey insanoğlu! Yüce Allah onları güzel ve düzgün bir şekle koyup yaratmıştır." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Evet, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter" âyetini açıklarken: "Yüce Allah dilerse insanın ayaklarını deve ayağı gibi yapar. Bu şekilde de insan onlarla hiçbir iş yapamaz" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime: "Evet, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter" âyetini açıklarken: "Yüce Allah dilerse insanın ayaklarını deve ayağı gibi yapar. Bu şekilde de insan onlardan gereği gibi faydalanamaz" demiştir. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Evet, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter" âyetini açıklarken: "Yüce Allah dilerse insanın el ve ayaklarını deve ayağı gibi yapmaya kadirdir" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), "Evet, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter" âyetini okudu ve şöyle dedi: "Yüce Allah insanın yiyeceğini temiz kılmak istediği içindir ki onun ellerini tırnaklı veya toynaklı hayvanlar gibi yapmamıştır. Ona ihsan ettiği elleriyle yemeğini yer, kötü şeylerden sakınır. Hayvanlar ise bunları ağzıyla yerine getirir." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Fakat insan önündekini yalanlamak ister" âyetini açıklarken: "Burnunun doğrultusunda koşmak, kafasının dikine gitmek ister" demiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Fakat insan önündekini yalanlamak ister" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt, hesap gününü yalanlayan kafirdir" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Fakat insan önündekini yalanlamak ister" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "İnsan günah olan bir durum karşısında «Önce yapayım sonra tövbe ederim» der, anlamındadır." İbn Ebi'd-Dünya Zemmu'l-Emel'de ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Fakat insan önündekini yalanlamak ister" âyetini açıklarken: "Günah olan şeyleri hemen işler de tövbeyi erteler, anlamındadır" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Fakat insan önündekini yalanlamak ister" âyetini açıklarken: "Burnunun doğrultusunda koşmak, kafasının dikine gitmek ister" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Fakat insan önündekini yalanlamak ister" âyetini açıklarken: "Allah'a isyan olan bir işte ısrarla yürür gider" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Fakat insan önündekini yalanlamak ister" âyetini açıklarken: "Yüce Allah'ın korudukları hariç, insan nefsinin devamlı olarak günahlara doğru meylettiğini görürsün" demiştir. "Kıyamet günü ne zamanmış, diye sorar" âyetini açıklarken: "Kıyamet ne zaman kopacak, diye sorar" demiştir. Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Fakat insan önündekini yalanlamak ister" âyetini açıklarken: "İleride tövbe ederim diyerek tövbesini hep erteler" demiştir. "Kıyamet günü ne zamanmış, diye sorar" âyetini açıklarken de şöyle demiştir: "Kıyamet ne zaman kopacak, diye sorar. Yüce Allah da buna cevaben: "Gözün kamaştığı, Ay'ın tutulduğu, Güneş ve Ay bir araya getirildiği zaman..." buyurmuştur. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Göz kamaştığı zaman" âyetini açıklarken: "Ölüm geldiği zaman, anlamındadır" demiştir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Göz kamaştığı zaman" âyetini açıklarken: "Gözler dehşet içinde dikilip kaldığı zaman, anlamındadır" demiştir. "Ay tutulduğu zaman" âyetini açıklarken de: "Ay'ın ışığı söndüğü zaman, anlamındadır" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Göz kamaştığı zaman" âyetini açıklarken: "Ölüm anında gözün dehşet içinde dikilip kalmasıdır" demiştir. "Ayın tutulduğu, Güneş ve Ay bir araya getirildiği zaman" âyetlerini açıklarken de: "Kıyamet gününde Ay'ın ışığının gittiği, Güneş ile Ay dürüldüğü zaman, anlamındadır" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Güneş ve Ay bir araya getirildiği zaman" âyetini açıklarken: "Kıyamet gününde Güneş ile Ay dürüldüğü zaman, anlamındadır" demiştir. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atâ b. Yesâr: "Güneş ve Ay bir araya getirildiği zaman" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kıyamet gününde Güneş ile Ay bir araya getirilip denize atılırlar. Bu şekilde deniz Yüce Allah'ın büyük ateşine dönüşür." Ebû Ubeyd, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Abdullah b. Hâlid'den bildirir: "Kaçış nereye?" âyetini İbn Abbâs: (.....) lafzıyla, Fe harfini esre ile okumuştur. Yahya b. Vessâb ise (.....) lafzıyla, Fe harfini fetha ile okumuştur. Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünya el-Ehvâl'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in değişik kanallardan bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Kaçacakları ne bir kale, ne de bir sığınakları olur" şeklinde açıklamıştır. Başka bir lafızda: "Böylesi bir şeyden kaçış yoktur" şeklindedir. Başka bir lafızda da: "Kaçıp sığınacakları bir dağ bulamazlar" şeklindedir. Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesinin anlamı nedir?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Vezer ifadesi, sığınak anlamındadır" dedi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Amr b. Külsûm'un: "Ömrüne yemin olsun ki ne ferah bir mekanı vardır Ömrüne yemin olsun ki ne de sığınacak bir yeri" dediğini işitmez misin?" Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünya el-Ehvâl'de, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: (.....) âyetini açıklarken: "Kaçıp sığınacakları bir kale bulamazlar" demiştir. Abd b. Humeyd de Saîd b. Cübeyr, Atiyye ve Ebû Kılâbe'den aynısını bildirir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Araplar tehlike anında dağa doğru kaçıp oraya sığının anlamında: «Vezer! Vezer!» diye bağırırlardı." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "Kaçacakları ne bir sığınak, ne de bir dağ vardır, anlamındadır" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Kılâbe: (.....) âyetini açıklarken: "Kaçacakları ne bir mağara, ne de bir sığınak vardır, anlamındadır" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini açıklarken: "Onları koruyacak bir dağ bulamazlar, anlamındadır" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini açıklarken: "Vezer, Himyer dilinde dağ anlamındadır" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mutarrif: (.....) âyetini açıklarken: "Vezer, dağ anlamındadır" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "Öylesi bir günde ne bir dağ ne bir sığınak, ne bir barınak ne de kaçacak bir yer bulunur" demiştir. (.....) âyetini: "O gün, sonunda varılacak yer Rabbinin huzuru olur" şeklinde açıklamıştır. "O gün insana, ileri götürdüğü ve geri bıraktığı ne varsa bildirilir" âyetini açıklarken de: "O günü insana Allah'a itaat konusunda ne yaptığı ve Allah'ın haklarından neleri heba ettiği bildirilir" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid ile İbrâhim: . "O gün insana, ileri götürdüğü ve geri bıraktığı ne varsa bildirilir" âyetini açıklarken: "İlk amelleri ile son amelleri kendilerine bildirilir" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "O gün insana, ileri götürdüğü ve geri bıraktığı ne varsa bildirilir" âyetini açıklarken: "İşlediği günahlar, yaptığı kötülükler, hatalar ile yapmadığı iyi şeyler kendisine bildirilir" demiştir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "O gün insana, ileri götürdüğü ve geri bıraktığı ne varsa bildirilir" âyetini açıklarken: "Hayattayken yaptığı ameller ile öldükten sonra iyi olsun kötü olsun geride kalanlara bıraktığı sünneti (geleneği) kendisine bildirilir" demiştir. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "O gün insana, ileri götürdüğü ve geri bıraktığı ne varsa bildirilir" âyetini açıklarken: "Hayatta iken yaptıkları ile öldükten sonra insanlar için sünnet (gelenek) olarak bıraktığı şeyler kendisine bildirilir" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: "O gün insana, ileri götürdüğü ve geri bıraktığı ne varsa bildirilir" âyetini açıklarken: "Hayatta iken yaptığı iyi işler ile ölümünden sonra öğrettiği bir ilim veya verilmesini istediği sadaka gibi geride bıraktığı iyi sünnetler kendisine bildirilir" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "O gün insana, ileri götürdüğü ve geri bıraktığı ne varsa bildirilir" âyetini açıklarken: "İşlediği günahlar ile yapmadığı iyi ameller kendisine bildirilir" demiştir. İbn Ebi'd-Dünya'nın Kitâbu'l-Muhtadarîn'de bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "O gün insana, ileri götürdüğü ve geri bıraktığı ne varsa bildirilir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Ölüm anında ölüm meleği kişiye hafaza meleklerini getirir ve iyi ile kötü amelleri kendisine sunulur. Kişi iyi bir ameli gördüğü zaman yüzü gülüp sevinirken kötü bir amelini gördüğü zaman yüzünü ekşitip üzülür." İbn Ebi'd-Dünya, Mücâhid'den bildirir: "Bize ulaşana göre iyi olsun kötü olsun tüm amelleri kendisine sunulmadan müminin ruhu çıkmaz." 14Bkz. Ayet:15 15"Mazeretlerini sayıp dökse de, insanoğlu, artık kendi kendinin şahididir" Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in değişik kanallardan bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Mazeretlerini sayıp dökse de, insanoğlu, artık kendi kendinin şahididir" âyetini açıklarken: "İnsan özürler, mazeretler ortaya sürse de kendi kendinin şahididir ve neler yaptığını kendisi bilir" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Saîd b. Cübeyr'den aynısını bildirir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Mazeretlerini sayıp dökse de, insanoğlu, artık kendi kendinin şahididir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "İnsan amel olarak neler yaptığı konusunda kendi kendinin şahididir. Kıyamet gününde kendini savunmaya yönelik geçerli ve doğru olmayan mazeretler sürmek istese de Yüce Allah bunları kabul etmeyip reddeder." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Mazeretlerini sayıp dökse de, insanoğlu, artık kendi kendinin şahididir" âyetini açıklarken: "Kişi kendini savunup temize çıkarmaya yönelik mazeretler ortaya koysa da aslında kendini ve neler yaptığını iyi bilir" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Özürlerini sayıp dökse de" âyetini açıklarken: "Kendini savunmaya yönelik deliller, kanıtlar ortaya koysa da, anlamındadır" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İmrân b. Hudeyr'den bildirir: İkrime'ye: "Mazeretlerini sayıp dökse de, insanoğlu, artık kendi kendinin şahididir" âyetini sorduğumda dişlerini misvakladığı için bir cevap vermedi. "Bu konuda Hasan: «Ey insanoğlu! Amelin herkesten çok sana yaraşır» derdi" dediğimde, İkrime: "Doğru söylemiş" karşılığını verdi. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "İnsanoğlu kendi kendinin şahididir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bazen kişinin başkalarının kusurlarını görürken kendi kusurlarından gafil olduğunu görürsün. İncil'de: "Ey insanoğlu! Kardeşinin gözündeki çöpü görürsün de kendi gözündeki merteği görmezsin!" yazılı olduğu söylenirdi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Mazeretlerini sayıp dökse de, insanoğlu, artık kendi kendinin şahididir" âyetini açıklarken: "Kişi tüm giydiklerinden arınsa da gözü, kulağı, elleri, ayakları ve diğer organları kendi aleyhinde şahitlik ederler" demiştir. Allah: "Şüphesiz onu toplamak ve okumak bize aittir" buyurdu ve Kur'ân'ın ezberlenmesi ile bir araya getirilmesini üzerine aldığını bildirdi." "Biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşuna uy" âyetini açıklarken: "Kur'ân'da helal kılınan şeylerin peşinden git, haram kılınan şeylerden de uzak dur, anlamındadır" demiştir. "Sonra onu açıklamak da bize aittir" âyetini açıklarken de: "Helal ile haramlarını, Allah'a itaat ile isyan olan konulan sana açıklayacağız, anlamındadır" demiştir. 16(Ey Resûlüm, vahy daha tamamlanmadan) ona acele ederek, (kelimeleri kaçırmıyayım diye)dilini onunla depretme; 17Çünkü O Kur’ân’ı (kalbinde) toplamak ve dilinde okuyuşunu sağlamak bize aiddir. 18Biz onu (Cebrâil dili ile) okuduk mu, sen onun okunuşunu takib et. 19Sonra onu açıklamak da muhakkak bize aiddir. 20Bkz. Ayet:21 21"Hayır! Doğrusu siz, çarçabuk geçeni seviyorsunuz da âhireti bırakıyorsunuz." Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Mücâhid bu âyetleri: "(=Hayır! Doğrusu onlar, çarçabuk geçeni seviyorlar da âhireti bırakıyorlar)" şeklinde okurdu. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim, "Hayır! Doğrusu siz, çarçabuk geçeni seviyorsunuz da âhireti bırakıyorsunuz" âyetlerini: (.....) lafzıyla okumuştur. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "(=Hayır! Doğrusu onlar, çarçabuk geçeni seviyorlar da âhireti bırakıyorlar)" âyetini açıklarken: "Yüce Allah'ın merhamet edip koruduğu kişiler hariç insanların çoğu çarçabuk geçeni seçmiş ve onun peşine düşmüşlerdir" demiştir. Abdullah b. Ahmed Zühd'e zevâidinde bildirdiğine göre İbn Abbâs: "(=Hayır! Doğrusu onlar, çarçabuk geçeni seviyorlar)" âyetini açıklarken: "Tüm nimet ve güzellikleri ile dünya onlara hemen sunulmuşken âhiret zamanı gelinceye kadar saklanmış, gizli tutulmuştur" demiştir. 22Bkz. Ayet:23 23"O gün birtakım yüzler aydındır. Rablerine bakarlar." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "O gün birtakım yüzler aydındır" âyetini açıklarken: "Yüzlerin aydın olmasından kasıt, kişinin nimetler içinde olmasıdır" demiştir. İbnu'l-Münzir, Âcurrî eş-Şerîa'da, Lâlekâî Sünne'de ve Beyhakî'nin Ruye'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "O gün birtakım yüzler aydındır. Rablerine bakarlar" âyetini açıklarken: "O günü yaratıcılarına bakan bir takım yüzler güzellik içinde parıldayacaktır" demiştir. İbnu'l-Münzir ve Âcurî'nin bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî: "O gün birtakım yüzler aydındır" âyetini açıklarken: "O gün Yüce Allah bazı yüzleri güzelleştirip aydınlatarak kendisine nazar etmek için hazır hale getirir" demiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Lâlekâî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: "O gün birtakım yüzler aydındır" âyetini açıklarken: "O gün bir takım yüzler sevinç içindedir" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: "O gün birtakım yüzler aydındır" âyetini açıklarken: "O gün bir takım yüzler kendisine verilen nimetler dolayısıyla sevinç içinde parıldar" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: "O gün birtakım yüzler aydındır. Rablerine bakarlar" âyetini açıklarken: "O gün bembeyaz ve pırıl pırıl olan bazı yüzler Yüce Allah'ın yüzüne bakarlar" demiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Âcurî, Lâlekâî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İkrime: "O gün birtakım yüzler aydındır. Rablerine bakarlar" âyetini açıklarken: "O gün öyle yüzler vardır ki kendilerine verilen nimetlerin sevinci içinde yüzleri parıldar ve Yüce Allah'a gözleriyle bakarlar" demiştir. Dârakutnî, Âcurî, Lâlekâî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyetleri açıklarken: "Yüzlerin aydın olması güzelleşmesidir. Zira Yüce Allah'a baktıklarında O'nun nuruyla yüzleri paırıldayıp aydınlanır" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "O gün birtakım yüzler aydındır. Rablerine bakarlar" âyetini açıklarken: "Kıyamet gününde yaratıcılarına bakan yüzler güzelleşir" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: "O gün birtakım yüzler aydındır. Rablerine bakarlar" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kıyamet gününde bazı yüzler sevinç içinde parıldarlar. Yüce Allah'ın böylesi bir günde kulunun gözlerine verdiği feri bir düşünün. Yüce Allah, insan olsun cin olsun veya diğer canlılar olsun herkesin gözlerindeki feri alıp tek bir insanın gözünün ferine katsa, sonra da güneşin bir perdesini kaldırsa -ki bu perdenin gerisinde yetmiş tane daha perde vardır- yine de güneşe bakamazdı. Güneş, Kürsü'nün nurunun yetmiş bölümünden biridir. Kürsü, Arş'ın nurunun yetmiş bölümünden biridir. Arş da, Yüce Allah'ın önündeki perdenin nurunun yetmiş bölümünden biridir. Yüce Allah'ın kıyamet gününde kulunun gözlerine verdiği feri bir düşünün artık. Zira o günde Allah'ın yüce olan yüzüne gözüyle bakacaktır." İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "O gün birtakım yüzler aydındır. Rablerine bakarlar" âyetini açıklarken: "O günde bazı yüzler Rablerinin yüzüne bakarlar" demiştir. İbn Merdûye, Enes b. Mâlik'ten bildirir: "O gün birtakım yüzler aydındır. Rablerine bakarlar" âyeti konusunda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde Yüce Allah, herhangi bir keyfiyeti olmadan, sınırlara girmeden ve sıfatlar taşımadan insanlar tarafından görülür." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî, Âcurrî eş-Şerîa'da, Dârakutnî Rü'ye'de, Hâkim, İbn Merdûye, Lâlekâî Sunne'de ve Beyhaki, İbn Ömer'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Cennet ahalisi içinde en alt konumda bulunan biri bile bahçelerine, eşlerine, kendisine verilen nimetlere, hizmetçilerine ve koltuklarına baktığı zaman onların bin yıllık bir yolculuk mesafesi kadar uzandıklarını görebilir. Allah katında en üstün olanlar ise sabah akşam Yüce Allah'ın yüzüne bakarlar." Daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "O gün birtakım yüzler aydındır. Rablerine bakarlar" âyetlerini okudu ve: "O günü bazıları tertemiz ve bembeyaz yüzlerle her gün Yüce Allah'ın yüzüne bakarlar" buyurdu. Abdürrezzâk, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Nesâî, Dârakutnî Ru'ye'de ve Beyhakî el-Esmâ' ve's-Sifât'te Ebû Hureyre'den bildirir: Müslümanlar: "Yâ Resûlallah! Kıyamet gününde Rabbimizi görecek miyiz?" dediklerinde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bulutsuz bir günde Güneş'i görmenize herhangi bir engel var mı?" buyurdu. Müslümanlar: "Hayır yâ Resûlallah!" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Peki bulutsuz ve mehtaplı bir gecede Ay'ı görmenize herhangi bir engel var mı?" diye sordu. Yine: "Hayır!" dediklerinde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "İşte siz de onu bu şekilde göreceksiniz. Kıyamet gününde insanlar haşredilince: «Kim (dünyadayken) neye ibadet etmişse ona tâbi olsun!» denilir. Bunun üzerine Güneş'e tapanlar güneşe, Ay'a tapanlar Ay'a, tağutlara tapanlar da tağutlara tâbi olur ve münafıklarıyla birlikte geriye bu ümmet kalır. Yüce Allah bildikleri suretinin dışında başka bir suretle yanlarına gelir ve: «Ben sizin Rabbinizim!» buyurur. Onlar da: «Senden Allah'a sığınırız! Rabbimiz gelene kadar biz burada duracağız! Geldiği zaman onu tanırız» diyecekler. Bunun üzerine Yüce Allah onların da bilebilecekleri kendi suretiyle gelir ve: «Sizin Rabbiniz benim!» buyurur. Onlar da: «Evet! Sen bizim Rabbimizsin» derler. Sonrasında Yüce Allah'ın peşinden giderler, Sırat köprüsü de kurulur." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti: "Köprüyü ilk geçecek olan ben olacağım. O gün Peygamberlerin duası da: «Allahım! Selamete erdir! Selamete erdir!» şeklinde olur. Cehennemde sa'dân dikenleri gibi kancalar olacak, ancak ne kadar büyük olduklarını bir Yüce Allah bilir. Bu kancalar, geçenlere amellerine göre takılır. Kimi iyi amelleri sayesinde sağlam bir şekilde kurtulurken, kimi de parçalandıktan sonra kurtulur. Nihayetinde Yüce Allah kulları arasında hüküm verme işini bitirip de Cehennemlikler arasından Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet edenlerden dilediklerini oradan çıkarmak istediği zaman meleklere emir verir. Melekler de onları secde izlerinden tanırlar. Zira Yüce Allah ateşe, secde izlerini yakmayı haram kılmıştır. Melekler bu şekilde onları ateşten çıkarırlar. Ateş, Âdemoğlunun üzerindeki secde izi dışındaki tüm yerlerini yakmış olur. Bu şekilde yanıp kavrulmuş bir vaziyette ateşten çıkarılırlar. Üzerlerine «Hayat suyu» denilen bir su dökülünce sel suyuyla gelen toprak içinde tanelerin bitmesi gibi yeniden biterler. Bundan sonra geriye yüzü Cehenneme doğru dönük olan biri kalır. Bu kişi: «Rabbim! Yüzümü Cehennemden çevir, zira rüzgarı beni zehirledi, alevi beni yaktı» der. Bu şekilde dua edip durunca sonunda Yüce Allah ona: «Şayet bu dileğini yerine getirirsem sen başka şeyleri de istersin» buyurur. Ancak adam: «İzzetine yemin olsun ki istemeyeceğim!» der. Bunun üzerine Yüce Allah onun yüzünü Cehennemden çevirir. Sonra adam: «Rabbim! Beni Cennet kapısının yanına yaklaştır» deyince, Yüce Allah ona: «Hani benden o isteğinden başka bir şey istemeyecektin? Yazık sana ey insanoğlu! Ne kadar da hainsin!» karşılığını verir. Ancak adam bu yöndeki dualarına devam edip bu konuda ısrar edince, sonunda Yüce Allah: «Şayet bu dileğini de yerine getirirsem sen başka şeyleri de istersin» buyurur. Ancak adam: «İzzetine yemin olsun ki istemeyeceğim!» der. Adam bir daha bir şey istemeyeceğine dair söz ve ahitler verince Yüce Allah onu Cennetin kapısına yaklaştırır. Adam kapıya varıp da içerdeki şeyleri görünce bir süre susar. Sonra da: «Rabbim! Beni de Cennete sok» der. Yüce Allah: «Hani benden o isteğinden başka bir şey istemeyecektin? Yazık sana ey insanoğlu! Ne kadar da hainsin!» buyuruma, adam: «Rabbim! Beni mahlukatın içinde en bedbaht kişi kılma» der. Adam ısrarla bu yönde dua edip istekte bulununca sonunda Yüce Allah onun bu haline güler. Yüce Allah gülünce Cennete girmesine izin verir. Girdikten sonra ona: «Dile ne dilersen» denilir. Adam aklına geleni ister. Bir daha: «Dile ne dilersen» denilir. Adam bir daha aklına gelen tüm şeyleri ister. İstekleri bitince de Yüce Allah ona: «Bu istediklerin iki katıyla senin olsun» buyurur." Ebû Hureyre der ki: "Cennetlikler içinde Cennete son giren kişi de bu olur." Ravi Atâ der ki: Ebû Saîd el-Hudrî de orada oturmuş bunu rivayet eden Ebû Hureyre'yi dinliyordu. Rivayeti bitirene kadar da susup hiç müdahale etmedi. Ebû Hureyre rivayetin "Bu istediklerin iki katıyla senin olsun" kısmına ulaşınca, Ebû Saîd ona: "Ben Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu istediklerin on katıyla senin olsun" buyurduğunu işittim" dedi. Ebû Hureyre: "Ama ben: "Bu istediklerin iki katıyla senin olsun" buyurduğunu işittim" karşılığını verdi. Dârakutnî Rü'ye'de Ebû Hureyre'den bildirir: Müslümanlar Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yâ Resûlallah! Kıyamet gününde Rabbimizi görecek miyiz?" dediklerinde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Bulutsuz ve mehtaplı bir gecede Ay'ı görmenize herhangi bir engel var mı?" buyurdu. Müslümanlar: "Hayır yâ Resûlallah!" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Peki bulutsuz bir günde Güneş'i görmenize herhangi bir engel var mı?" diye sordu. Yine: "Hayır!" dediklerinde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Canım elinde olana yemin olsun ki, nasıl bunlardan birini görmeniz için herhangi bir engel yoksa Rabbinizi de aynı şekilde görmenize hiçbir engel olmayacaktır. Kul, Yüce Allah'ın huzuruna çıktığı zaman, ona: «Ey filan! Ben sana ikramlarda bulunmadım mı? Başkalarına seni efendi kılmadım mı? Seni eş sahibi yapıp, at ve develer vermedim mi? Mal mülk sahibi olmana ve iyi bir hayat yaşamana imkan tanımadım mı?» diye sorar. Kul da: «Rabbim! Evet, bunları yaptın» der. Yüce Allah da ona: «Sen nasıl beni (dünyadayken) unuttuysan ben de seni bugün öyle unutacağım» buyurur. Yüce Allah sonra bir diğerini huzuruna alacak: «Ey filan! Ben sana ikramlarda bulunmadım mı? Başkalarına seni efendi kılmadım mı? Seni eş sahibi yapıp, at ve develer vermedim mi? Mal mülk sahibi olmana ve iyi bir hayat yaşamana imkan tanımadım mı?» diye sorar. Kul da: «Rabbim! Evet, bunları yaptın» der. Yüce Allah ona: «Bir gün benim huzuruma çıkacağını hiç düşünmedin mi?» diye sorunca, kul: «Hayır!» diyecek. O zaman Yüce Allah da: «Sen nasıl beni (dünyadayken) unuttuysan ben de seni bugün öyle unutacağım» buyurur. Sonra üçüncüsünü huzura alır ve: «Sen kimsin?» diye sorar. Üçüncüsü: «Ben senin kulunum! Sana, gönderdiğin peygambere ve kitaba inandım. Oruç tuttum, namaz kıldım ve zekat da verdim» der ve elinden geldiği kadar Yüce Allah'a övgülerde bulunur. Kendisine: «Şimdi sana kendi şahidimizi göndereceğiz» denilir. Kul, kim bana şahitlik edecek diye düşünürken ağzı mühürlenir ve uyluğuna: «Konuş!» denilir. Uyluğu, eti ve kemiği bu münafığın yaptığını bir bir söylerler. Böyle yapılması kulun herhangi bir bahanesinin kalmaması içindir. İşte Yüce Allah'ın öfkesine maruz kalan kişi de böylesi biridir. Sonrasında bir münadi: «Her ümmet dünyadayken ibadet ettiği şeyin peşinden gitsin» diye seslenir. Bu çağrı üzerine Şeytan'a tapanlar Şeytan'ın peşine, Yahudi ve Hıristiyanlar da taptıkları şeylerin peşine düşüp Cehenneme doğru giderler. Ey müminler! İşte o zaman orada geriye biz kalırız. Geriye sadece biz kaldığımızda Yüce Rabbimiz gelir ve bizim için: «Bunlar neden burada duruyor?» diye sorar. Oradaki müminler: «Bizler Yüce Allah'ın mümin kullarıyız. Sadece ona kulluk ettik. O bizim Rabbimizdir. Gelecek ve ayaklarımızı sabit kılacaktır. O gelene kadar da burada bekleyeceğiz» derler. Bunun üzerine Yüce Allah: «Rabbiniz benim! Siz de devam edin!» buyurur. O zaman Sırat köprüsü kurulur. Bu köprünün üzerinde de geçenlere takılan ateşten kancalar vardır. İşte o zaman şefaat devreye girer ve şefaat edecek olanlar: «Allahım! Selametle geçir! Allahım! Selamete erdir!» diye dua ederler. Köprüyü aşanlardan Allah yolunda sahip olduğu maldan bir çift infak edenler Cehennem ateşinden kurtulmuş olurlar. Cennet bekçileri de bunlardan her birini: «Ey Allah'ın kulu! Ey Müslüman! Bu kapı daha hayırlıdır! Buradan gir! Ey Allah'ın kulu! Bu kapı daha hayırlıdır! Buradan gir» diyerek kendi kapısından Cennete davet eder." Ebû Bekr: "Yâ Resûlallah! Böylesi bir durumda kişi hangi kapıdan girse zararda sayılmaz!" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun omuzuna dokundu ve: "Canım elinde olana yemin olsun ki senin de onlardan biri olacağını umuyorum" buyurdu. Dârakutnî'nin Rü'ye'de Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah kıyamet gününde gelmiş geçmiş tüm insanları bir alanda topladıktan sonra, diğerlerine göre daha yüksekte duran müminlerin yanına gelir ve: «Rabbinizin kim olduğunu biliyor musunuz?» diye sorar. Müminler: «Şayet bize kendini tanıtırsa o zaman biliriz» derler. Onlara bir daha: «Rabbinizin kim olduğunu biliyor musunuz?» diye sorunca, Müminler yine: «Şayet bize kendini tanıtırsa o zaman biliriz» karşılığını verirler. Bunun üzerine Yüce Allah onlara tecelli olur ve yüzlerine güler. Müminler onu bu şekilde görünce de secdeye kapanırlar. " Nesâî, Dârakutnî ve Ebû Nuaym, Ebû Hureyre'den bildirir: Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: "Yâ Resûlallah! Rabbimizi görecek miyiz?" diye sorduğumuzda: "Bulutsuz bir günde Güneş'i görmüyor musunuz? Bulutsuz bir gecede Ay'ı görmüyor musunuz?" buyurdu. "Evet, görüyoruz" dediğimizde de şöyle buyurdu: "Aynı şekilde Yüce Rabbinizi görecek hatta Rabbinizle muhatap olacaksınız. Birine: «Kulum! Filan günahını biliyor musun?» diye sorunca, kul: «Ama beni bağışlamamış miydin?» diyecek. Yüce Allah da: «Zaten bağışlamam sayesinde buraya kadar gelebildin» buyuracak." Dârakutnî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Mehtaplı bir gecede Ay'ı, bulutsuz bir günde Güneş'i gördüğünüz gibi kıyamet gününde Yüce Allah'ı göreceksiniz. " Tayâlisî, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Dârakutnî, Hâkim ve Beyhaki, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: "Yâ Resûlallah! Kıyamet gününde Rabbimizi görecek miyiz?" dediğimizde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Bulutsuz bir günde Güneş'i görmenize herhangi bir engel var mı?" buyurdu. Biz: "Hayır yâ Resûlallah!" dediğimizde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Peki bulutsuz ve mehtaplı bir gecede Ay'ı görmenize herhangi bir engel var mı?" diye sordu. Yine: "Hayır!" dediğimizde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Burada Güneş veya Ay'ı nasıl görüyorsanız kıyamet gününde de Yüce Allah'ı öyle göreceksiniz." Ahmed, Abd b. Humeyd, Dârakutnî ve İbn Merdûye'nin Ebû Mûsa el- Eş'arî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah kıyamet gününde bütün insanları tek bir alanda toplar. Yüce Allah insanları ayırmak istediği zaman her bir ümmete dünyada iken ibadet edip peşinden gittikleri şeyleri karşılarına çıkarır. İnsanlar bunların peşine takılıp Cehenneme kadar giderler. Herkes bu şekilde dağıldıktan sonra Rabbimiz diğerlerine göre daha yüksekte duran biz müminlerin yanına gelir. «Siz kimsiniz?» diye sorunca, müminler: «Biz Müslümanlarız» derler. Yüce Allah: «Neyi bekliyorsunuz?» diye sorunca, müminler: «Rabbimizi bekliyoruz» derler. Yüce Allah: «Onu görseniz tanır mısınız ki?» diye sorunca, müminler: «Evet, tanırız» derler. Yüce Allah: «Onu hiç görmediğiniz halde nasıl tanıyacaksınız?» diye sorunca, müminler: «Tanırız, zira onun dengi ve benzeri olan hiçbir şey yoktur» derler. Bunun üzerine Yüce Allah gülümseyerek bizlere tecelli eder ve: «Ey Müslümanlar! Müjdeler olsun! Zira sizden her birinin Cehennemdeki yerine bir Yahudi veya bir Hıristiyan koydum» buyurur." İbn Asâkir, Ebû Mûsa'dan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: "Kıyamet gününde her bir millete dünyada iken taptıkları şeyler karşılarına çıkarılıp peşine takılırlar. Geriye tevhid ehli kalınca onlara: «İnsanların hepsi dağılmışken siz neden burada duruyorsunuz?» diye sorulur. Onlar: «Bizim dünyadayken kendisine kulluk ettiğimiz bir Rabbimiz vardı, onu henüz göremedik» karşılığını verirler. Onlara: «Onu görseniz tanır mısınız ki?» diye sorulunca: «Evet, tanırız» derler. Onlara: «Onu hiç görmediğiniz halde nasıl tanıyacaksınız?» diye sorulunca, müminler: «Tanırız, zira onun dengi ve benzeri olan hiçbir şey yoktur» derler. Bunun üzerine perde kalkar ve Yüce Allah onlara görünür. Onu gördüklerinde de secdeye kapanırlar. Geriye sanki öküz boynuzu yutmuş gibi olanlar kalır ki onlar da secdeye gitmek isterler, ama yapamazlar. «İşler kızıştığı gün, secdeye çağrılırlar da buna güçleri yetmez» âyetinde bahsedilen durum da budur. Sonrasında Yüce Allah: «Kullarım! Başınızı kaldırın! Sizlerden her birinizin yerine Cehenneme Yahudi veya Hıristiyanlardan birini koydum» buyurur." Dârakutnî'nin Bureyde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Her biriniz, mehtaplı bir gecede Ay'ı seyretmesi gibi Yüce Allah'la başbaşa kalacak ve onu seyredecektir." Dârakutnî'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Amr: "Kıyamet gününde isteklerinizi dile getirirken Yüce Allah her birinizle tek tek ve baş başa görüşecek hatta O'na şundan daha yakın olacaksınız" dedi ve yakınlarda olan bir şeye işaret etti. Dârakutnî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bir gözün Yüce Allah'a bakabileceği ilk gün kıyamet günü olacaktır" buyurmuştur. Ahmed, Müslim ve Dârakutnî, Ebu'z-Zübeyr'den bildirir: Câbir b. Abdillah'a vürûd konusu sorulunca şöyle dediğini işittim: "Kıyamet gününde bizler diğer insanlara nazaran daha yüksek bir yerde duracağız. Sonra milletler sırasıyla dünyada iken taptıkları putlar ile diğer şeylerle birlikte çağırılırlar. Bunlar taptıkları şeylerin peşine düşüp oradan gidince Rabbimiz yanımıza gelir ve: "Siz neyi bekliyorsunuz?" diye sorar. Bizler: "Rabbimizi bekliyoruz" karşılığını veririz. Yüce Allah: "Rabbiniz benim!" buyurunca, bizler: "Seni görmeden buradan ayrılmayız" deriz. Bunun üzerine Yüce Allah gülümseyerek bizlere tecelli eder. Sonrasında bizi alıp götürür, biz de peşine düşeriz. O günü bizlerden her birimizin bir nuru olur." Dârakutnî'nin Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde Yüce Allah bizlere tecelli edince yüzüne bakan herkes secdeye kapanır. Bunun üzerine Yüce Allah: «Başınızı kaldırın! Bugün artık ibadet günü değildir» buyurur." Dârakutnî ve İbnu'n-Neccâr'ın Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yüce Allah genel olarak insanlara tecelli ederken Ebû Bekr'e özel olarak tecelli edip görünür" buyurmuştur. Dârakutnî ve Hatîb Târih'de Enes'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: "O gün birtakım yüzler aydındır. Rablerine bakarlar" âyetini okutturdu ve şöyle buyurdu: "Yüce Allah bu âyetleri indirdikten sonra neshetmiş değildir. Kıyamet gününde müminler Yüce Allah'ı ziyaret ederler. Kendilerine yiyecekler, içecekler, kokular ve giysiler ikram edilir. Sonrasına Yüce Allah perdeyi kaldırır. Müminler ona bakarken O da müminlere bakar. «...Ve orada, sabah-akşam kendilerine ait rızıkları vardır» âyetinde ifade edilen de budur. " Dârakutnî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde müminler Rablerini görürler. Yüce Allah her Cuma gününde onlara bir defa görünür. Mümin kadınlar ise Ramazan ile Kurban bayramı günlerinde onu görürler." Dârakutnî, Enes'ten bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) etrafında toplanmış oturuyorken şöyle buyurdu: "Bir defasında Cebrâil yanıma geldiğinde elinde, üzerinde siyah nokta bulunan beyaz bir ayna vardı. Ona: «Ey Cebrail! Bu ne?» diye sorduğumda: «Bu Cuma'dır. Yüce Allah bu günün hem senin, hem de senden sonra ümmetinin bayramı olmasını istiyor» dedi. Ona: «Ey Cebrâil! Üzerindeki bu siyah nokta ne?» diye sorduğumda: «Bu siyah nokta kıyamettir ve bir Cuma gününde kopacaktır. Cuma günü dünya günlerinin efendisidir. Biz bu güne Cennette 'Arttırma günü (Yevmu'l-Mezîd)' diyoruz» dedi. Ona: «Ey Cebrâil! Neden ona arttırma günü diyorsunuz?» diye sorduğumda da şöyle dedi: «Çünkü Yüce Allah Cennette beyaz miskten geniş bir vadi edinmiştir. Cuma günü olduğu zaman Yüce Allah bu vadide bulunan kürsüsüne iner. Arş'ın çevresinde de çeşitli mücevherlerle süslenmiş altından minberler, bu minberlerin çevresinde de nurdan tahtlar olur. Daha sonra Yüce Allah Cennette meskenleri bulunan kişilerin o vadiye gelmelerine izin verir. Onlar da dizlerine kadar vadideki misk yığınlarına dalarlar. Üzerlerinde altın ve gümüşten bilezikler, altın ve gümüş işlemeli ipekten giysiler bulunur. O vadinin içine geldikten sonra oturup iyice yerleştiklerinde Yüce Allah adına Musîre denilen bir rüzgarı gönderir. Bu rüzgar beyaz miskleri de içine katıp oradaki müminlerin yüzlerine ve giysilerine doğru eser. O gün Cennetlikler sakalsız bıyıksız ve gözleri sürmelidir. Hepsi de otuz üç yaşındadır ve saçları bellerine kadar uzanır. Hepsi de Yüce Allah'ın Âdem'i yarattığı surette olurlar.» Daha sonra Yüce Allah Cennet bekçisi olan Rıdvan'ı çağırır ve: «Ey Rıdvan! Kullarım, misafirlerim ile aramdaki perdeleri kaldır» buyurur. Perdeler kalkıp da oradaki müminler Yüce Allah'ın güzelliği ve nurunu görünce hemen secdeye kapanırlar. Ancak Yüce Allah kendi sesiyle onlara: «Başınızı kaldırın! İbadet dünyada idi. Sizler şimdi mükafat diyarındasınız. Dileyin benden ne dilerseniz, zira vaad ettiklerine dünyada iken inandığınız ve sizlere nimetlerini tamamlayan Rabbiniz benim! Eütuflarda bulunacağım yer burasıdır. Onun için dileyin benden ne dilerseniz» diye seslenir. Oradakiler: «Rabbimiz! Bize yapmadığınız hayır kaldı mı ki? Ölüm sarhoşluğunda bizleri kendimize getirmedin mi? Mezarlarımızın karanlığında yalnızlığımızı gidermedin mi? Sûr'a üfürülüş anındaki o büyük korkudan yana bizleri güvende kılmadın mı? Hatalarımızı bağışlayıp, yaptığımız çirkin işleri gizli tutmadın mı? Cehennemin üzerindeki köprüde ayaklarımızı sabit kılmadın mı? Bizleri kendine yakın tutmadın mı? Bizlere sesinin lezzetini tattırıp nurunla bizlere tecelli etmedin mi? Bize ihsan etmediğin hayır kaldı mı ki?» karşılığını verirler. Yüce Allah kendi sesiyle tekrar: «Vaad ettiklerine dünyada iken inandığınız ve sizlere nimetlerini tamamlayan Rabbiniz benim! Dileyin benden ne dilerseniz» diye seslenir. Oradakiler: «Senden rızanı istiyoruz» dediklerinde, Yüce Allah: «Zaten sizden razı olduğum için hatalarınızı bağışladım, çirkin işlerinizi gizli tuttum, sizleri kendime yakınlaştırdım, sesimin lezzetini tattırdım ve nurumla sizlere tecelli ettim. Eütuflarda bulunacağım yer burasıdır. Onun için dileyin benden ne dilerseniz» buyurur. Bunun üzerine akıllarına gelen bütün istekleri dile getirirler. Yüce Allah bir daha: «Dileyin benden ne dilerseniz» buyurunca yine akıllarına geleni isterler. Yüce Allah bir daha: «Dileyin benden ne dilerseniz» buyurunca, onlar: «Rabbimiz! Bu kadarına razı olduk ve kabul ettik» derler. Ancak Yüce Allah bu isteklerinin yanında lütfü ve kereminden daha fazlasını verir. Cenneti onlar için öyle bir güzelleştirir ki böylesini ne bir göz görmüş, ne bir kulak duymuş ne de akla hayale gelmiştir. Bütün bunlar da sadece bir daha buluşuncaya kadar verilenlerdir." Enes der ki: "Yâ Resûlallah! Anam babam sana feda olsun! Hangi aralıklarla buluşurlar?" diye sorduğumda: "Haftada bir ve Cuma günleri buluşurlar" buyurdu ve şöyle devam etti: "Daha sonra Rabbimizin Arş'ını en yakın melekler taşırlar. Bunların yanında diğer melekler ile peygamberler de bulunur. Daha sonra Cennette meskenleri olanların bu meskenlere dönmelerine izin verilir. Her birinin de Cennette yeşil zümrütten yapılmış iki tane meskeni olur. Bu şekilde oradan ayrıldıklarında Rablerini bir daha görmek ve lütuf ile kereminden daha fazla nasiplenmek için diğer Cuma gününün gelmesini özlemle beklerler." Enes der ki: "Bunu, aramızda kimseler (raviler) bulunmadan bizzat Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ağzından işittim." Abdullah b. Ahmed Müsned'e zevâidinde ve Hâkim, Lakît b. Âmir'den bildirir: Nuheyk b. Âsim adında bir arkadaşımla birlikte heyet olarak Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldik. Vardığımızda sabah namazını kıldırmıştı. Namaz sonrası cemaata döndü ve: "Ey insanlar! Dört gündür susup sizlere hiçbir şey söylemedim. İçinizden kavmi tarafindan bana gönderilen ve kendilerine: «Bizim için Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) neler söylediğini öğrenin» denilen kişiler var mı? Varsa söylesin, zira sonradan unutabilir veya arkadaşı onu meşgul edip bunu unutturabilir veya gaflete düşüp sonradan soramayabilir. Böylesi bir şeyden de sorumlu tutulacak ve kendisine: «Mesajı gereken yere ulaştırdın mı?» diye sorulacak. Söyleyeceklerimi dinleyin ki hayat bulaşınız. Oturun! Oturun!" buyurdu. Bunun üzerine herkes oturdu. Arkadaşımla birlikte ayağa kalktık. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bakışlarının da düşüncesinin de bizde olduğuna kanaat getirdiğimizde: "Yâ Resûlallah! Gayb hakkında ne biliyorsun?" diye sorduk. Bu sorumuz üzerine, Allah ömrünü uzun kılsın, güldü ve başını salladı. Bu sorumla onun açığını bulmak istediğimi anladı. "Yüce Rabbin gaybîolan beş şeyi insanlara kapalı tutmuştur. Onları da Allah'tan başka kimseler bilemez" buyurdu ve eliyle beş işareti yaptı. Ona: "Bunlar nedir?" diye sorduğumda şöyle buyurdu: "Biri kişinin ne zaman öleceğidir. Her birinizin ne zaman öleceğini bilir, ancak siz ne zaman öleceğinizi bilmezsiniz. Diğeri meninin rahimdeki durumudur. Bunu sadece Allah bilirken sizler bilemezsiniz. Diğeri yarın ne yiyeceğindir, rızkındır. Bir diğeri sıkıntı ve kuraklık anında beklediğiniz yağmurun ne zaman yağacağıdır. Yüce Allah bu halinizi tebessümle karşılar, zira yağmura yönelik beklentinizi yakın tuttuğunuzu bilir. Bir diğeri de kıyametin ne zaman kopacağıdır." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) öyle buyurunca, içimden: "Hayırla bize gülümseyen Rabbimiz bizi asla bırakmaz" dedim. Sonra: "Yâ Resûlallah! Gayba yönelik hem senin, hem de diğer insanların bilebileceği şeylerden bahset. Zira olabilir ki bizim seni şimdi tasdik ettiğimiz gibi bize yakın duran Mezhic ile yanıbaşımızda bulunan Has'am kabileleri ve yanlarından geldiğimiz kavmimiz tasdik etmeyebilirler" dediğimde, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Bir süre sonra peygamberiniz ölecektir. Ondan da bir süre sonra Allah katından kıyameti koparacak olan çığlık gelecektir ki Allah'a andolsun ki bu çığlık dünya üzerinde bulunan her şeyi öldürür. Yüce Rabbinin yanında bulunan melekler dahi ölür. Daha sonra Rabbin nice şehirleri üzerinde barındıran yeryüzünde dolaşır. Sonrasında Arş'ın yanından gökyüzüne bir yağmur gönderir. Allah'a ondulsun ki bu yağmur yeryüzünde çığlıkla çarpılıp ölen veya öncesinde ölüp gömülmüş olan her bir ölünün üzerindeki toprağı açar. Başından başlayarak bu ölüler tekrar canlanır ve doğrulup otururlar. Rabbin öncesi ve sonrasında yaşadıkları şeyleri görünce onlara: «Sizlere ne oldu?» diye sorar. Kişi: «Rabbim! Henüz dün ölmüştük» demeye başlar ki henüz yeni öldüğünü ve yakınlarından yeni ayrıldığını zanneder." Ben: "Yâ Resûlallah! Rüzgarlar ve vahşi hayvanlar bizleri parça parça etmiş, her tarafımız dağılmışken Yüce Allah bizleri nasıl geri toplayacak?" diye sorduğumda şöyle buyurdu: "Bunu sana Allah'ın diğer nimet ve kudretlerinden örnek vererek açıklayayım. Bazen kupkuru bir araziye gelir ve: «Bu arazi asla ihya olmaz, bir şey bitirmez» dersin. Ancak Yüce Allah ona öyle bir yağmur gönderir ki birkaç gün sonra oraya gittiğinde her tarafın yeşillenmiş olduğunu görürsün. Allah'a andolsun ki Yüce Allah onları bundan çok daha kolay bir şekilde sudan ve bitkilerden toplayıp bir araya getirir. Bu şekilde kabirlerinden veya gömüldükleri yerden çıkarlar. Onlar Allah'a, Allah da onlara bakar." Ben: "Yâ Resûlallah! Bizler dünyayı dolduracak kadar kalabalık ve kendisi tek iken nasıl o bize bakar, biz ona bakabiliriz?" diye sorduğumda şöyle buyurdu: "Bunu da sana Allah'ın diğer nimet ve kudretlerinden örnek vererek açıklayayım. Güneş ile Ay, Yüce Allah'ın küçük de olsa iki âyetidir. Ama aynı anda hem siz onları görürsünüz, hem de onlar sizi görebilir. Onları görme konusunda da birbirinize hiç engel oluşturmazsınız. Allah'a andolsun ki Yüce Allah'ı görmeniz ve Allah'ın da sizi görmesi sizin Güneş ile Ay'ı görmenizden veya onların sizi görmesinden daha rahat ve kolay olur" Ben: "Yâ Resûlallah! Rabbimizin huzuruna çıktığımızda bize ne yapacak?" diye sorduğumda şöyle buyurdu: "Yüce Allah'ın huzuruna çıkarıldığınız zaman amel defterleriniz kendisine açık olur. Yapmış olduğunuz hiçbir şey ona gizli kalmaz. Sonra Yüce Allah bir avuç suyu alıp size doğru serper. Allah'a andolsun ki her birinizin yüzüne bu sudan bir damla değer. Bu su damlası Müslümanların yüzünü yumuşacık ve bembeyaz bir kumaş parçası gibi yaparken, kafirin yüzünü ise simsiyah kömür parçasına döndürür. Daha sonrasında Peygamberiniz, onun ardından da salih kimseler ateşten bir köprüyü geçmek üzere yola düşerler. Köprüyü geçerken biriniz ateş koruna basınca: «Ahh!» demeye başlar ki Yüce Allah da: «Yeridir!» karşılığını verir. Sonra hiç olmadığı kadar susamışken Resülün havuzunu göreceksiniz. Allah'a andolsun ki orada biri elini açtığı zaman kendisini pislikten, sidikten ve her türlü eziyet veren şeylerden kurtaracak kaseler düşer. Orada Güneş ve Ay'ı artık göremezsiniz." Ben: "Yâ Resûlallah! Güneş ve Ay olmayacaksa nasıl göreceğiz?" diye sorduğumda: "Burada Güneş henüz görünmeden ortalığı nasıl görüyorsanız orada da aynı şekilde göreceksiniz" buyurdu. Ona: "Yâ Resûlallah! İyilik ile kötülüklerimizin karşılığı nasıl verilecek?" diye sorduğumda: "Yaptığınız iyiliğin karşılığı on katıyla, yaptığınız kötülüğün karşılığı ise aynısıyla karşılık görecek. Ancak Rabbiniz bu kötülüklerinizi bağışlayabilir de" buyurdu. Ona: "Yâ Resûlallah! Cennet ile Cehennem nasıl yerlerdir?" diye sorduğumda: "Allah'a andolsun ki Cehennemin yedi tane kapısı vardır ki her bir kapısı binekli kişinin yetmiş yıl boyunca yol alabileceği kadar geniştir" buyurdu. Ona: "Yâ Resûlallah! Cennette neler göreceğiz?" diye sorduğumda şöyle buyurdu: "Süzülmüş baldan nehirler, başağrısı ve pişmanlık vermeyen şarap nehirleri, tadı ve rengi değişmeyen sütten nehirler ve kokmayan sudan nehirler göreceksiniz. Allah'a andolsun ki orada yine bildiğiniz meyvelerin benzerleri ve daha iyisi ile tertemiz eşlere de sahip olacaksınız." Ona: "Yâ Resûlallah! Cennette eşlerimiz de olacak mı?" diye sorduğumda: "Salih olanlara salih eşler de verilecektir. Şimdi nasıl eşlerinizle ilişkiye giriyorsanız orada da onlarla ilişkiye gireceksiniz, ancak hu ilişki sonunda çocuk olmayacaktır" buyurdu. Kendi kendime: "O halde ulaşabileceğimiz en yüksek mertebelere ulaşacağız" dedim. Sonra Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: "Yâ Resûlallah! Sana ne üzerine biat edeyim?" dediğimde, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Namaz kılman, zekatı vermen, müşriklerden uzak durman ve Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmaman üzerine" buyurdu. Ben: "Yeryüzünün doğu ile batısı bizimdir" dediğimde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kolunu geri çekip elini açtı. Zira buna karşılık yerine getiremeyeceği bir şartı koşacağımı zannetti. Ancak ben: "İstediğimiz yerde ikamet edebiliriz. Artık kişi ne yaparsa kendi için yapar" diye sözümü tamamladığımda, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "İstediğin senindir. Dilediğin yerde ikamet edebilirsin. Bir kötülük yaparsan da kendi aleyhinde yapmış olursun" buyurdu. Sonrasında yanından çekildik. Çekildiğimizde bizim için: "Allah'a andolsun ki bu ikisi hem dünya hem de ahirette insanların en takvalılarıdır" buyurdu. Ka'b: "Yâ Resûlallah! Kimler?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Muntefik'in oğulları, bunu hakediyorlar" karşılığını verdi. Oradan ayrıldıktan sonra tekrar yanına geldim ve: "Yâ Resûlallah! Cahiliye'deyken yapılan iyiliklerin bir karşılığı olacak mı?" diye sordum. Kureyşlilerden biri: "Vallahi senin baban Muntefik Cehennemdedir" dedi. Herkesin önünde babam hakkında böyle dediği için yüzümün eti ile derisi arasında sanki ateş konulmuş gibi öfkelendim. İçimden: "Yâ Resûlallah! Ya senin baban?" diye sormayı geçirdim, ancak sonra: "Yâ Resûlallah! Ya senin yakınların?" diye sordum. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Benim yakınlarım da! Amiri veya Kureyşlilerden müşrik olan herhangi birinin kabrine uğradığın zaman: «Kötü bir müjde ile beni sana Muhammed gönderdi. Cehennem ateşinde yüzün ve karnın üzerinde sürükleneceksin» de." Ona: "Yâ Resûlallah! Neden öylesi bir duruma düşecekler? Zira iyi şeyleri de yapar ve salih kişiler olduklarını düşünürlerdi?" diye sorduğumda, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Çünkü Yüce Allah her yedi ümmet sonrası bir peygamber gönderir. Yüce Allah'ın bu peygamberine karşı çıkanlar yolunu şaşıranlardan, itaat edenler ise hidayete ermişlerden olurlar" buyurdu. Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud ve İbn Mâce, Ebû Rezîn'den bildirir: Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: "Yâ Resûlallah.' Kıyamet gününde her birimiz ayrı ayrı Rabbimizi görecek miyiz?" diye sorduğumda: "Evet!" karşılığını verdi. "Bu nasıl olabilir?" diye sorduğumda, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mehtaplı bir gecede Ay'ı hepiniz ayrı ayrı görmüyor musunuz?" buyurdu. "Evet!" dediğimde de: "Yüce Allah her şeyden daha büyük ve yücedir" buyurdu. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Kıyamet gününde Yüce Allah'a ilk bakacak olanlar körlerdir" demiştir. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Mûsa b. es-Sabbâh'tan bildirir: Kıyamet gününde Allah dostları Yüce Allah'ın önünde üç sınıf halinde dururlar. İlk sınıftan bir adam huzura getirilir. Yüce Allah ona: "Ey kulum! Bana neden kulluk ettin?" diye sorunca, adam: "Rabbim! Cenneti, meyvelerini, ağaçlarını, nehirlerini, hurileri, türlü nimetleri ve sana itaat edenler için orada hazırladığın şeyleri duyunca bunların arzusu içinde gecelerimi ibadetle, gündüzlerimi de oruçla geçirdim" der. Bunun üzerine Yüce Allah: "Kulum! Sen Cennet için amel yapmışsın. O zaman Cennete gir. Bir lütuf olarak da seni Cehennemden azat ediyorum" buyurur. Sonrasında bu adam içinde bulunduğu sınıfla birlikte Cennete girer. Daha sonra ikinci sınıftan bir adam getirilir. Yüce Allah ona da: "Ey kulum! Bana neden kulluk etin?" diye sorunca, adam: "Rabbim! Cehennemi, zincirlerini, bukağılarını, alevini, ateş korlarını ve düşmanların için orada hazırladığın şeyleri duyunca bunların korkusuyla gecelerimi ibadetle, gündüzlerimi de oruçla geçirdim" der. Bunun üzerine Yüce Allah: "Kulum! Sen Cehennem korkusuyla amel yapmışsın. Seni Cehennemden azat ediyorum. Bir lütuf olarak da seni Cennete koyuyorum" buyurur. Sonrasında bu adam içinde bulunduğu sınıfla birlikte Cennete girer. Daha sonra üçüncü sınıftan bir adam getirilir. Yüce Allah ona da: "Ey kulum! Bana neden kulluk etin?" diye sorunca, adam: "Rabbim! Sana olan sevgim ve kavuşma arzumdan dolayı kulluk ettim. İzzetine yemin olsun ki sadece sana olan sevgim ve kavuşma özlemi içinde gecelerimi ibadetle, gündüzlerimi de oruçla geçirdim" der. Bunun üzerine Yüce Allah: "Kulum! Sen benim sevgim ve özlemimle kulluk etmişsin" buyurur. Sonra Rabbimiz ona tecelli eder ve: "İşte buradayım! Bakabilirsin" buyurur. Sonra: "Lütuf olarak seni Cehennemden azat edip Cennete koyuyorum. Ziyaretçi olarak da melekleri sana göndereceğim. Bizzat kendim sana selam edeceğim" buyurur. Sonrasında bu adam içinde bulunduğu sınıfla birlikte Cennete girer. İbn Ebî Şeybe, Nesâî ve Beyhakî el-Esmâ' ve's-Sifât'da Ammâr b. Yâsir'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dua ettiğini işittim: "Allahım! Gayb bilgine ve yarattıkların üzerindeki hükümranlığına dayanarak şayet yaşamak benim için daha hayırlı ise beni yaşat. Ölümüm benim için daha hayırlı ise de canımı al. Allahım! Yalnızken de insanlar içendeyken de senden korkmayı bana nasip et. Kızgınken de, sakinken de doğruyu söylemeyi bana bahşet. Allahım! Zenginlikte de, fakirlikte de iktisatlı olmayı senden diliyorum. Senden bitmeyen bir nimet ve ardı kesilmeyen bir mutluluk dilerim. Takdirine rıza göstermeyi, ölümden sonra rahat bir yaşamı, senin cemalini görme lezzetini ve herhangi bir zarara uğramadan sana kavuşmayı bana bahşet. Fitneler içinde sapmaktan sana sığınıyorum. Allahım! Bizleri imanın güzellikleriyle güzelleştir, bizleri hidayete erenlerden ve hidayete rehber olanlardan kıl." Beyhaki, Zeyd b. Sâbit'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana bir dua öğretti. Her gün bu duayı etmemi, aileme de etmelerini söylememi istedi. Bana şöyle buyurdu: "Sabahladığın zaman şöyle de: «Allahım! Emrindeyim ve buyruklarına âmâdeyim. Tüm hayırlar senin elindedir. Tüm hayırlar senden gelip yine sana varır. Allahım! Söylediğim her sözün, ettiğim her yeminim ve adadığım her adağın önünde mutlaka senin iraden bulunmaktadır. Zira ancak senin dilediğin olur, dilemediğin bir şey de asla olacak değildir. Senin iraden dışında ne bir güç ne de bir kuvvet olabilir. Sen ki her şeye kadirsin. Allahım! Şu ana kadar ancak senin merhamet ettiklerine dua ettim ve ancak senin lanetlediklerine lanet ettim. Dünyada da, âhirette de tek dostum sensin. Müslüman olarak canımı al ve beni salih kullarının arasına kat. Allahım! Hiçbir kötülüğün zararına uğramadan ve beni saptıracak bir fitneye bulaşmadan senin takdirine rıza göstermeyi, ölümden sonra (ateşten uzak) serin bir hayatı, senin cemaline bakma lezzeti ile sana kavuşma arzusunu bana nasip et. Allahım! Haksızlık etmekten veya haksızlığa uğramaktan, başkalarının hakkına tecavüz etmekten veya hakkıma tecavüz edilmesinden, bağışlamayacağın bir günaha bulaşmaktan veya bir suç işlemekten sana sığınırım. Ey gökleri ve yeri yaratan, gaybı ve aşikârı bilen, yücelik ve ikramlar sahibi Allahım! Bu dünya hayatımda sana söz verip seni şahit tutarak -ki şahit olarak sen yetersin- diyorum ki: Senden başka ilah olmadığına, tek olduğuna ve hiçbir ortağının bulunmadığına, hükümranlığın ve hamdin sadece sana mahsus olduğuna, her şeye kadir olduğuna şehadet ederim. Yine şahadet ederim ki Muhammed senin kulun ve Resûlündür. Vaadettiğin (o gün) haktır. Sana kavuşmak haktır. Cennet haktır. Kıyamet şüphesiz bir şekilde vaki olacaktır. Kabirlerdekini diriltecek olan da sensin. Ve yine şehadet ederim ki şayet beni bana bırakacak olursan, beni heba olmayla, kusurlarla, günah ve hatalarla baş başa bırakmış olursun. Oysa ben sadece senin merhametine güveniyorum. Tüm günahlarımı bağışla, zira günahları ancak sen bağışlayabilirsin. Tövbemi kabul et, zira tövbeleri kabul edip merhamet eden sadece sensin.»" İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: "O gün birtakım yüzler aydındır. Rablerine bakarlar" âyetini açıklarken: "Kıyamet gününde bir takım yüzler çok güzel olacaktır ve Rablerinden gelecek mükafatı bekleyeceklerdir, anlamındadır" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Rablerine bakarlar" âyetini açıklarken: "Rablerinden gelecek mükafatı bekleyeceklerdir, anlamındadır" demiştir. 24Bkz. Ayet:25 25"O gün birtakım yüzler de asıktır. Kendisinin belkemiğinin kırılacağını sanır." Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyetinin anlamı nedir?" diye sorunca, İbn Abbâs: "O gün bazı yüzler asıktır, somurtmuştur, anlamındadır" dedi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Ubeyd b. el- Abras'ın: "Sabah vakti Temîmlilerle Nessârda karşılaştık Yüzleri bembeyazdı, mutsuz ve somurtmuşlardı" dediğini işitmez misin?" Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: "O gün bazı yüzler asıktır" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "O gün birtakım yüzler de asıktır. Kendisinin belkemiğinin kırılacağını sanır" âyetini açıklarken: "O gün bazı yüzler kendilerine bir kötülük dokunacağını düşündükleri için somurtmuştur" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "O gün birtakım yüzler de asıktır. Kendisinin belkemiğinin kırılacağını sanır" âyetini açıklarken: "O gün bazı yüzler, başlarına bir musibet gelmesini bekledikleri için somurtmuştur" demiştir. 26Bkz. Ayet:30 27Bkz. Ayet:30 28Bkz. Ayet:30 29Bkz. Ayet:30 30"Hayır! Can boğaza dayandığı zaman: «Çare bulan yok mudur?» denilir. Artık ayrılık vaktinin geldiğini anlar. Bacaklar birbirine dolaşır. O gün sevk Rabbin huzurunadır." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: (.....) âyetini: "Can boğaza dayandığı zaman" şeklinde açıklamıştır. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Çare bulan yok mudur? denilir" âyetini açıklarken: "Tedavi edecek olan tabip yok mudur, anlamındadır" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Kılâbe: "Çare bulan yok mudur? denilir" âyetini açıklarken: "Şifa verecek bir tabip yok mudur, anlamındadır" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: "Çare bulan yok mudur?" denilir. Artık ayrılık vaktinin geldiğini anlar. Bacaklar birbirine dolaşır" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: "Canları boğaza dayandığı zaman kendilerini iyileştirecek tabipler ararlar. Ancak bu tabiplerin Allah'ın hükmü olan ölüme karşı yapabilecekleri bir şey yoktur. İşte o zaman bu kişi artık dünyadan ayrılma zamanının geldiğini anlar. Daha önce üzerlerine basıp dolaştığı ayakları ölmüş, artık kendisini taşıyamaz hale gelmişlerdir." Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Çare bulan yok mudur? denilir" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt tabiptir" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Çare bulan yok mudur? denilir" âyetini açıklarken: "Bana efsun yapıp iyileştirecek biri yok mudur, anlamındadır" demiştir. İbn Cerîr, İkrime'den aynısını bildirir. İbn Ebi'd-Dünya Zikru'l-Mevt'te, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "Ölüm anında kişinin ruhu bedeninden çekilmeye başlar. Boğazına kadar ulaşınca: "Ruhunu kim alıp göğe çıkaracak? Rahmet melekleri mi yoksa azap melekleri mi?" diye sorulur" demiştir. (.....) âyetini açıklarken de: "O an dünyası ile âhireti birbirine dolaşıp karışır, anlamındadır" demiştir. Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: (.....) âyetini açıklarken: "Ölüm anında kişinin ruhunu kimin göğe çıkaracağı konusunda rahmet melekleri ile azap melekleri aralarında çekişirler" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'l-Cevzâ: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: Kişinin ölüm anında melekler birbirlerine: "Onun ruhunu kim göğe çıkaracak? Rahmet melekleri mi, yoksa azap melekleri mi?" derler. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Artık ayrılık vaktinin geldiğini anlar" âyetini: (.....) lafzıyla okumuştur. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Dünya günlerinin son günü ile âhiret günlerinin ilk günü bir araya gelir. Yüce Allah'ın merhamet ettiği kimseler hariç böylesi bir anda kişi dehşet üzerine dehşet yaşar." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "Ölüm anında dünya işleri ile âhiret işlerinin birbirine karışmasıdır" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Bacaklar birbirine dolaşır" âyetini açıklarken: "Bir ayağı dünyada bir ayağı âhirette olan kişinin bu sıkıntı ile dehşeti yaşamasıdır" demiş ve şairin: "Ve savaş bütün dehşeti ile gelip çattı" beytini okumuştur. Abd b. Humeyd de İkrime, Rabî', Atiyye ve Dahhâk'tan aynısını bildirir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Bacaklar birbirine dolaşır" âyetini açıklarken: "Kişinin ölüm anında sıkıntı üzerine sıkıntı yaşamasıdır" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Bacaklar birbirine dolaşır" âyetini açıklarken: "Hayat ile ölümün kişide bir araya gelmesidir" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik: "Bacaklar birbirine dolaşır" âyetini açıklarken: "Ölüm anında ruhu bedeninden çekilen kişinin ayaklarının birbirine dolanmasıdır" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Şa'bî: "Bacaklar birbirine dolaşır" âyetini açıklarken: "Ölüm anında kişinin ayaklarının birbirine dolanmasıdır" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Bacaklar birbirine dolaşır" âyetini açıklarken: "Ölüm anında kişinin bir ayağıyla diğerine vurup çırpındığını görmez misin?" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Bacaklar birbirine dolaşır" âyetini açıklarken: "Kişinin ölüm sonrasında bedenini insanların, ruhunu ise meleklerin hazırlamasıdır" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî)'ye, "Bacaklar birbirine dolaşır" âyeti sorulunca: "Bunlar kefene sarılan bacaklarındır" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "O gün sevk Rabbin huzurunadır" âyetini açıklarken: "Bu sevkediliş âhirette olacaktır" demiştir. 31Bkz. Ayet:40 32Bkz. Ayet:40 33Bkz. Ayet:40 34Bkz. Ayet:40 35Bkz. Ayet:40 36Bkz. Ayet:40 37Bkz. Ayet:40 38Bkz. Ayet:40 39Bkz. Ayet:40 40"İşte o, tasdik etmemiş, namaz da kılmamıştı. Fakat yalanlamış ve yüz çevirmişti. Sonra da kasıla kasıla ailesine gitmişti. Bu azap sana lâyıktır, lâyık! Evet, lâyıktır sana, lâyık! İnsan, başıboş bırakılacağını mı sanır... Peki, bunları yapanın ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi?" Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "İşte o, tasdik etmemiş, namaz da kılmamıştı. Fakat yalanlamış ve yüz çevirmişti. Sonra da kasıla kasıla ailesine gitmişti. Bu azap sana lâyıktır, lâyık! Evet, lâyıktır sana, lâyık!" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: "Bu kişi Ebû Cehil b. Hişâm'dır. Ebû Cehil Allah'ın Kitab'ını tasdik etmemiş, Allah'a namaz kılmamış, Allah'a itaattan yüz çevirmişti. Kibir içinde kasıla kasıla bir yürüyüşü vardı. Bize bildrilene göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun yakasından tutmuş ve: "Bu azap sana lâyıktır, lâyık! Evet, lâyıktır sana, lâyık!" âyetlerini kendisine okuyarak Allah'ın ona azap üzerine azab edeceğini bildirmiştir. Buna karşılık Ebû Cehil: "Ne sen, ne de Rabbin bana bir şey yapamazsınız. Zira Mekke'de benden daha üstünü yoktur" demiştir. Yine bize bildirilene göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Her ümmetin bir firavunu vardır. Bu ümmetin firavunu da Ebû Cehil'dir" buyurmuştur. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Sonra da kasıla kasıla ailesine gitmişti" âyetini açıklarken: "Böbürlenerek ailesi ile yakınlarının yanına giden bu kişi Ebû Cehil'dir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Kasılmak" şeklinde açıklamıştır. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî ve İbn Merdûye, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: İbn Abbâs'a: "Bu azap sana lâyıktır, lâyık! Evet, lâyıktır sana, lâyık!" âyetlerini Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Cehil'e kendi yanından mı yoksa Yüce Allah'ın emriyle mi söyledi?" dediğimde, İbn Abbâs: "Önce kendi yanından söyledi, ancak sonradan Yüce Allah bunları âyet olarak indirdi" karşılığını verdi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Başıboş, kendi haline bırakılacağını mı sanıyor" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "İnsan, başıboş bırakılacağını mı sanır" âyetini açıklarken: "Kendisine emirler ve yasaklar konulmadan öylesine kendi haline bırakılacağını mı sanıyor" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini: "Başıboş, kendi haline bırakılacağını mı sanıyor" şeklinde açıklamıştır. "Peki, bunları yapanın ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi?" âyetini açıklarken de şöyle demiştir: "Bize bildirilene göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti okuduğu zaman: "O'nu tenzih ederim. Elbette buna gücü yeter" buyururdu. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Enbârî Mesâhif de Sâlih Ebu'l-Halîl'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Peki, bunları yapanın ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi?" âyetini okuduğu zaman: "Allahım! Seni tenzih ederim. Elbette buna gücün yeter" buyururdu. İbn Merdûye, Berâ b. Âzib'den bildirir: "Peki, bunları yapanın ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi?" âyeti nazil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Rabbiml Seni tenzih ederim. Elbette buna gücün yeter" buyurdu. İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), "Peki, bunları yapanın ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi?" âyetini okuduğu zaman: "Seni tenzih ederim. Elbette buna gücün yeter" buyururdu. İbnu'n-Neccâr Târih'de Ebû Umâme'den bildirir: Veda haccından sonra Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasında namaz kıldım. Namazlarında Kıyamet Sûresi'ni çokça okurdu. "Peki, bunları yapanın ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi?" âyetini okuduğu zaman da: "Elbette buna gücün yeteri Ben de buna şahitlerden biriyim" buyururdu. Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud ve Beyhakî Sünen'de Mûsa b. Ebî Âişe'den bildirir: Adamın biri evinin damında namaz kılıyordu. "Peki, bunları yapanın ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi?" âyetini okuduğu zaman da: "Seni tenzih ederim. Elbette buna gücün yeter" diyordu. Neden böyle dediği kendisine sorulunca: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) de böyle dediğini işittim" karşılığını verdi. Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbnu'l-Münzir, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Sünen'de Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Biriniz Ttn Sûresi'ni okurken «Allah, hüküm verenlerin en üstünü değil midir?» âyetine ulaştığı zaman: «Elbette en üstünüdür. Ben de buna şahitlerden biriyim» desin. Biriniz Kıyâmet Sûresi'ni okurken "Peki, bunları yapanın ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi?"âyetine ulaşınca: "Elbette buna gücün yeter" desin. Biriniz Mürselât Sûresi'ni okurken «Onlar artık bundan sonra hangi söze inanacaklar» âyetine ulaştığı zaman: «Allah'a iman ederiz» desin." İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye, Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kıyâmet Sûresi'ni okurken «Peki, bunları yapanın ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi?» âyetine ulaşınca: «Elbette buna gücün yeter» de." İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, Kur'ân okurken, "Peki, bunları yapanın ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi?"âyetine ulaşınca: "Allahım! Seni tesbih ederim. Elbette buna gücün yeter" dedi. Abd b. Humeyd ve İbnu'd-Durays, İbn Abbâs'tan bildirir: "Yüce Rabbinin adını tesbih et" âyetini okuduğun zaman: "Yüce Rabbimi tesbih ederim" de. "Peki, bunları yapanın ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi?" âyetini okuduğun zaman da: "Seni tesbih ederim. Elbette buna gücün yeter" de. |
﴾ 0 ﴿