MÜRSELÂT SÛRESİ
İbnu'd-Durays, Nehhâs, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Mürselât Sûresi, Mekke'de nazil oldu" demiştir. Buhârî, Müslim, Nesâî ve İbn Merdûye, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Mina'da bir mağarada Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraberken Mürselât Sûresi nazil oldu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sûreyi okuyor, ben de dinleyip bunu bizzat onun ağzından öğreniyordum. Henüz sûreyi yeni okumuştu ki karşımıza bir yılan çıkıverdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onu öldürün!" buyurunca hepimiz onu öldürmek için hareketlendik. Ancak yılan kaçıp kurtulunca Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sizin şerrinizden korunduğu gibi siz de onun şerrinden korundunuz" buyurdu. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Mürselât Sûresi, Hirâ mağarasında yılan gecesinde nazil oldu" dedi. Kendisine: "Yılan gecesi de ne oluyor?" diye sorduklarında da şöyle dedi: "Mağaradayken karşımıza bir yılan çıktı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onu öldürün!" buyurdu. Ancak yılan deliğine girince Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onu bırakın! Yüce Allah onu sizin şerrinizden, sizi de onun şerrinden korudu" buyurdu. Hâkim ve İbn Merdûye, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte bir mağaradayken Mürselât Sûresi nazil oldu. Bu sûreyi de bizzat onun ağzından dinleyip öğrendim. Ancak henüz yeni okumuşken, sûreyi "Onlar artık ondan sonra hangi söze inanacaklar?" âyetiyle mi yoksa "Onlara «Rüku edin» denildiğinde rükûya varmazlar" âyetiyle mi bitirdiğini bilemiyorum. İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim ve İbn Mâce, İbn Abbâs'tan bildirir: Ümmü'l-Fadl benim Mürselât Sûresi'ni okuduğumu işitince şöyle dedi: "Evladım.' Bu sûreyi okuyunca hatırladım da Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) okuduğunu işittiğim son sûre buydu ve bir akşam namazında okumuştu." Taberânî M. el-Evsat'ta Abdulazîz Ebû Sükeyn'den bildirir: Enes b. Mâlik'in yanına geldim ve: "Bize Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) nasıl namaz kıldığından bahset" dedim. Bunun üzerine Enes bize öğle namazını kıldırdı. Bu namazda fısıldar gibi Mürselât, Nâziât, Nebe' sûreleri ile bunlara benzer bir sûre daha okudu. 1Bkz. Ayet:15 2Bkz. Ayet:15 3Bkz. Ayet:15 4Bkz. Ayet:15 5Bkz. Ayet:15 6Bkz. Ayet:15 7Bkz. Ayet:15 8Bkz. Ayet:15 9Bkz. Ayet:15 10Bkz. Ayet:15 11Bkz. Ayet:15 12Bkz. Ayet:15 13Bkz. Ayet:15 14Bkz. Ayet:15 15"Birbiri ardından gönderilenlere, şiddetle esenlere, yaydıkça yayanlara, birbirinden iyice ayıranlara, önlemek veya uyarmak için zikri getirenlere andolsun ki uyarıldığınız şey elbette gerçekleşecektir. Yıldızların ışığı söndürüldüğü zaman, gök yarıldığı zaman, Dağlar savrulduğu zaman, elçilere vakit belirlendiği zaman, bunlar hangi göne ertelendiler? Ayırım gönüne. Ayırım gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin! O gün yalanlayanların vay hâline!" İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre: "Birbiri ardından gönderilenlere" âyetini açıklarken: "Bunlar iyi şeylerle gönderilen meleklerdir" demiştir. İbn Cerîr'in Mesrûk vasıyasıyla bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Birbiri ardından gönderilenlere" âyetini açıklarken: "Bunlar meleklerdir" demiştir. İbn Merdûye, Amr b. Şuayb'dan, onun babasından, onun da babasından naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Rüzgarlar dördü azap, dördü de rahmet rüzgarları olmak üzere sekiz çeşittir. Azab olanlar âsıf (fırtına), sarsar (uğultulu), akîm (bereketsiz) ve kâsıf (kasırga) rüzgarlarıdır. Rahmet olanları ise nâşirât (yayan), mubeşşirât (müjdeleyen), mürselât (gönderilen) ve zâriyat (esip savuran) rüzgarlarıdır. Yüce Allah mürselât denilen rüzgarı gönderip bulutları harekete geçirir. Sonra mübeşşirât denilen rüzgarı gönderip bu bulutu aşılar. Sonra zâriyât denilen rüzgarı gönderip bu bulutu bir yerden başka bir yere taşır. Sonrasında bu bulut sağmal devenin süt vermesi gibi damlamaya başlar. Aşılanmış bulutlar da bu şekilde yağmur indirir. Sonrasında Yüce Allah nâşirât denilen rüzgarı gönderir. Bu rüzgarlar da Yüce Allah'ın dilediği şeyleri yayıp dağıtırlar." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Ubeydeyn, İbn Mes'ûd'a: "Birbiri ardından gönderilenlere, şiddetle esenlere, yaydıkça yayanlara, birbirinden iyice ayıranlara" âyetlerinin anlamını sorunca, İbn Mes'ûd: "Birbiri ardından gönderilenlerden kasıt rüzgardır. Şiddetle esenlerden kasıt rüzgardır. Yaydıkça yayanlardan da kasıt rüzgardır" dedi. "Birbirinden iyice ayıranlara" âyetini sorduğumda da: "Bu kadarı sana yeterlidir" dedi. İbn Râhûyeh, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da Hâlid b. Ar'ara'dan bildirir: Adamın biri kalkıp Ali b. Ebî Tâlib'e: "Şiddetle esenlere" âyetinde kastedilen nedir?" diye sordu. Ali b. Ebî Tâlib: "Bundan kasıt rüzgarlardır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Birbiri ardından gönderilenlere" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt rüzgardır" demiştir. "Şiddetle esenlere" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt rüzgardır" demiştir. "Birbirinden iyice ayıranlara" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt meleklerdir" demiştir. "Zikri getirenlere" âyetini açıklarken de: "Bundan kasıt meleklerdir" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Birbiri ardından gönderilenlere" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt meleklerdir" demiştir. "Birbirinden iyice ayıranlara" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt hak ile batılı birbirinden ayıran meleklerdir" demiştir. "Zikri getirenlere" âyetini açıklarken de: "Bundan kasıt, vahiy getiren meleklerdir" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Birbiri ardından gönderilenlere" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt rüzgardır" demiştir. "Şiddetle esenlere" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt rüzgardır" demiştir. "Yaydıkça yayanlara" âyetini açıklarken de: "Bundan kasıt rüzgardır" demiştir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Birbiri ardından gönderilenlere" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt rüzgardır" demiştir. "Şiddetle esenlere" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt rüzgardır" demiştir. "Birbirinden iyice ayıranlara" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt Yüce Allah'ın kendisiyle hak ile batılı birbirinden ayırdığı Kur'ân'dır" demiştir. "Önlemek veya uyarmak için zikri getirenlere" getirenlere" âyetlerini açıklarken de şöyle demiştir: "Zikri yani vahyi melekler peygamberlere getirirler. Peygamberler de bu vahyi insanlara iletirler. Yüce Allah'ın zikri göndermesi de insanların herhangi bir bahanelerinin kalmaması ve onları uyarması içindir." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Birbiri ardından gönderilenlere, şiddetle esenlere, yaydıkça yayanlara, birbirinden iyice ayıranlara, önlemek veya uyarmak için zikri getirenlere" âyetlerini açıklarken: "Bu âyetlerde söz konusu olanlar meleklerdir" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mesrûk: "Birbiri ardından gönderilenlere" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt meleklerdir" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: "Birbiri ardından gönderilenlere, şiddetle esenlere, yaydıkça yayanlara, birbirinden iyice ayıranlara" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: "Birbiri ardından gönderilenlerden kasıt, iyi şeylerle gönderilen peygamberlerdir. Şiddetle esenlerden kasıt rüzgardır. Yaydıkça yayanlardan kasıt yağmurdur. Birbirinden iyice ayıranlardan kasıt da peygamberlerdir." Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in başka bir kanalla bildirdiğine göre Ebû Sâlih: "Birbiri ardından gönderilenlere, şiddetle esenlere, yaydıkça yayanlara, birbirinden iyice ayıranlara, önlemek veya uyarmak için zikri getirenlere" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: "Birbiri ardından gönderilenlerden kasıt, iyi şeylerle gönderilen meleklerdir. Şiddetle esenlerden kasıt, rüzgar ve kasırgalardır. Yaydıkça yayanlardan kasıt, gönderilen kitapları yayan meleklerdir. Birbirinden iyice ayıranlardan kasıt, hak ile batılı ayıran meleklerdir. Zikri getirenlerden kasıt da Kur'ân ile diğer kitapları getiren meleklerdir. Melek ve elçiler de Yüce Allah tarafından insanlara, herhangi bir bahanelerinin kalmaması ve onları uyarması için gönderilirler." İbnu'l-Enbârî el-Vakfu ve'l-îbtidâ'de ve Hâkim'in Zeyd b. Sâbit'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kur'ân (kıraat olarak) tefhîm üzere indirilmiştir" buyurmuştur. Ravilerden Ammâr b. Abdilmelik der ki: (.....), (.....), (.....) ve benzeri ifadelerde olduğu gibi Kur'ân tefhîm ile okunur. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Yıldızların ışığı söndürüldüğü zaman" âyetini açıklarken: "Yıldızlar söndürülüp ışıkları gittiği zaman, anlamındadır" demiştir. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbrahim en-Nehaî: "Elçilere vakit belirlendiği zaman" âyetini açıklarken: "Peygamberlere belli bir vakit vaad edildiği zaman, anlamındadır" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini: "Bir vakit belirlendiği zaman" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Bir araya getirildiği zaman" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Ayırım gününe. Ayırım gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin! O gün yalanlayanların vay hâline!" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: "Ayırım günü, Yüce Allah'ın insanları amellerine göre Cennetlik veya Cehennemlik olarak birbirinden ayırdığı gündür. Bu gün çok büyük bir gündür ki dünyada iken yalanlayanlar için çok uzun olan Veyl vadisi vardır." Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Veyl, Cehennemde bulunan ve ateşte yananların irinlerinin içine aktığı bir vadidir. Bu vadi dünyada iken yalanlayanlar için hazırlanmıştır" demiştir. 16Biz, (peygamberlerini inkâr eden kavimlerden) evvelkileri, helâk etmedik mi? 17Sonra (inkârcı Kureyş gibi) arkadan gelenleri, onlara ekliyeceğiz. 18Biz, günahkârlara böyle yaparız. 19(Allah’ın âyetlerini) yalanlayanların o gün vay hâline!... 20Bkz. Ayet:48 21Bkz. Ayet:48 22Bkz. Ayet:48 23Bkz. Ayet:48 24Bkz. Ayet:48 25Bkz. Ayet:48 26Bkz. Ayet:48 27Bkz. Ayet:48 28Bkz. Ayet:48 29Bkz. Ayet:48 30Bkz. Ayet:48 31Bkz. Ayet:48 32Bkz. Ayet:48 33Bkz. Ayet:48 34Bkz. Ayet:48 35Bkz. Ayet:48 36Bkz. Ayet:48 37Bkz. Ayet:48 38Bkz. Ayet:48 39Bkz. Ayet:48 40Bkz. Ayet:48 41Bkz. Ayet:48 42Bkz. Ayet:48 43Bkz. Ayet:48 44Bkz. Ayet:48 45Bkz. Ayet:48 46Bkz. Ayet:48 47Bkz. Ayet:48 48"Sîzi bayağı bir sudan yaratıp onu belli bir süreye kadar sağlam bir yere yerleştirmedik mi? Buna gücümüz yeter; Biz ne güzel güç yetireniz! O gün yalanlamış olanların vay haline! Biz yeryüzünü, dirilerin ve ölülerin toplantı yeri yapmadık mı? Orada yüksek yüksek sabit dağlar var edip size tatlı sular içirmedik mi? Yalanlamış olanların vay o gün haline! İnkarcılara o gün şöyle denir: «Yalanlayıp durduğunuz şeye gidin; gölge yapmayan ve ateşten de korumayan cehennem dumanının üç kollu gölgesine gidin.» O gölgenin saçtığı her bir kıvılcım sanki birer sarı devedir, konak gibi de büyüktür. Yalanlamış olanların o gün vay haline! Bu, onların konuşamayacakları gündür. Onlara izin de verilmez ki özür beyan etsinler. Yalanlamış olanların o gün vay haline! «Bu, sizleri ve öncekileri topladığımız hüküm günüdür. Eğer bir düzeniniz varsa Bana kurun.» Yalanlamış olanların o gün vay haline! Allah'a karşı gelmekten sakınmış olanlar, elbette gölgeliklerde ve pınar başlarındadırlar. Canlarının istediği meyveler arasındadırlar. Onlara denir ki: «İşlediklerinize karşılık afiyetle yiyiniz, içiniz.» Biz, iyi davrananlara işte böyle karşılık veririz. O gün yalanlamış olanların vay haline Yiyiniz, biraz zevkleniniz bakalım, doğrusu sizler suçlularsınız. O gün yalanlamış olanların vay haline! Onlara «Rüku edin» denildiğinde rükua varmazlar." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Biz sizi bayağı bir sudan yaratmadık mı?" âyetini açıklarken: "Bayağı olmasından kasıt, dayanıksız, zayıf olmasıdır" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Biz sizi bayağı bir sudan yaratmadık mı?" âyetini açıklarken: "Bayağı olmasından kasıt, dayanıksız, zayıf olmasıdır" demiştir. "Sonra onu sağlam bir yere yerleştirdik" âyetini açıklarken de: "Onu rahme yerleştirdik, anlamındadır" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: (.....) âyetini: "Buna gücümüz yeter. Biz ne güzel güç yetireniz!" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini: "Biz yarattık. Biz buna ne güzel güç yetireniz!" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Biz yeryüzünü bir barınak kılmadık mı?" şeklinde açıklamıştır. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Biz, yeryüzünü toplanma yeri yapmadık mı?" âyetini açıklarken: "Yeryüzünü ölüler için bir barınak, diriler içinde pisliklerini örtüp gizleyen bir mekan kıldık" demiştir. Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe Musannef’te, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Mes'ûd yakaladığı bir biti mescide gömdü ve: "Biz yeryüzünü, dirilerin ve ölülerin toplantı yeri yapmadık mı?" âyetlerini okudu. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Biz yeryüzünü, dirilerin ve ölülerin toplantı yeri yapmadık mı?" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: "Yeryüzü ölüyü içine alır ve ondan geriye bir şey bırakmaz. Dirilere gelince de kişiyi evinde örter ve yaptıklarından hiçbir şeyi dışarıdakilere göstermez." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Yüksek dağlar" şeklinde açıklamıştır, (.....) âyetini: "Tatlı su" şeklinde açıklamıştır. (.....) âyetini: "Büyük, kocaman kıvılcımlar" şeklinde açıklamıştır. (.....) âyetini da: "Bakır levhaları" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Üç kola ayrılmış bir gölgeye gidin" âyetini açıklarken: "Bu gölge Cehennemin dumanıdır" demiştir. Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Kelbî: "Üç kola ayrılmış bir gölgeye gidin" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu âyet, "...Şüphesiz zalimler için, duvarları çepeçevre onları içine alacak bir ateş hazırlamışızdır..." âyetiyle aynı anlamdadır. Burada onları çepeçevre kuşatan duvar Cehennem ateşinin dumanıdır. Bu duman daha sonra her biri bir tarafa doğru olmak üzere üç kola ayrılır." İbn Cerîr, Katâde'den bunun aynısını bildirir. Abdurrezzâk, Firyâbî, Hennâd, Abd b. Humeyd, Buhârî, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, Hâkim ve İbn Merdûye değişik kanallarla Abdurrahman b. Âbis'ten bildirir: İbn Abbâs'a: "O, kütük gibi kıvılcım saçar" âyetinin anlamı sorulunca: "Biz üç arşın ve daha yukarı uzunlukta bir kütüğü, kışın odun olarak yakmak için kaldırırdık ve ona el-Kasr derdik" karşılığını verdi. "Kızgın dev halatlar gibi!" âyetinin anlamı sorulunca da şöyle dedi: "Cimâlât, gemi halatlarıdır. Bunlar üst üste sarılarak bir insanın beli kalınlığında olur." İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: İbn Abbâs, "O, kütük gibi kıvılcım saçar" âyetini: (.....) lafzıyla, Kâf ile Sâd harflerini fetha ile okur ve: "Kasar, Hurma ağacı gövdesi, hurma kütüğü anlamındadır" derdi. "Kızgın dev halatlar gibi!" âyetini de (.....) lafzıyla, Cîm harfini ötre ile okurdu. Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İbn Abbâs: "O, kütük gibi kıvılcım saçar" âyetini: (.....) lafzıyla okur ve: "Kasar, ağaç kütüğü anlamındadır" derdi. İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Cahiliye döneminde Araplar birbirlerine 'odun toplayın' anlamında: "Uksurû lena'l-hataba!" derlerdi. Bunun üzerine de bir veya iki arşın uzunluğunda odunlar kesilirdi. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin M. el-Evsat'ta bildirdiğine göre İbn Mes'üd: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Âyette saçıldığı söylenen kıvılcımlar ağaçlar ve dağlar kadar değil, şehirler ve kaleler kadardır" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Saray kadar" şeklinde açıklamıştır. (.....) âyetini de: "Sanki birer sarı deve gibidir" şeklinde açıklamıştır. İbnu'l-Enbârî'nin el-Azdâd'da bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), (.....) âyetini açıklarken: "Sufr, siyah anlamındadır" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) ifadesini: "Hurma kütüğü gibi" şeklinde açıklamıştır, (.....) âyetini açıklarken: "Cimâlât, köprüler anlamındadır" demiştir. Başka bir lafızda: "Cimâlât, halatlar, ipler anlamındadır" şeklindedir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini açıklarken: "Kasr, büyük ağaçların gövdesidir" demiştir, (.....) âyetini açıklarken de: "Sufr, orta büyüklükteki devedir" demiştir. İbn Cerîr, Harun'dan bildirir: Hasan, "O, kütük gibi kıvılcım saçar" âyetini: (.....) lafzıyla okudu ve: "Kasr, kalın ağaç kütüğü anlamındadır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini: "Sanki birer siyah deve gibidirler" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr'nin Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: "Sanki birer bakır levha gibidirler" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: "Kasr, ağaç gövdesi, hurma kütüğü anlamındadır" demiştir. (.....) âyetini açıklarken de: "Sufr, köprü halatı anlamındadır" demiştir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: "Kasr, ağaç gövdesi, hurma ağacı gövdesi anlamındadır" demiştir. (.....) âyetini de: "Sanki birer siyah deve gibidirler" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime, "O, kütük gibi kıvılcım saçar" âyetini: (.....) lafzıyla okumuş ve: "Kasr, kalın hurma ağacı kütüğü anlamındadır" demiştir. (.....) âyetini de: "Sanki birer sarı deve gibidirler" şeklinde açıklamıştır. İbn Merdûye, Abdullah b. es-Sâmit'ten bildirir: Abdullah b. Amr b. el-Âs'a: "Yüce Allah'ın: "Bu, onların konuşamayacakları gündür. Onlara izin de verilmez ki özür beyan etsinler" âyeti hakkında ne dersin?" dediğimde şu karşılığı verdi: "Kıyamet günü, değişik halleri ve durumları olan bir gündür. Böylesi bir günde insanlar bazen konuşurlarken, bazen de konuşmalarına izin verilmez. Bazen de özür beyan etmekten başka bir şey yapmazlar. Size Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda bize söylediği şeyi aktarayım: "Kıyamet gününde Cebbar olan Yüce Allah bulutların gölgeleri altında, mahlukatla arasında üç perde olduğu halde iner. Tüm ümmetler o sırada diz çökmüştür. Her bir perde arasında da elli bin yıllık bir yolculuk mesafesi vardır. Bu perdelerden biri nurdan, biri karanlıktan, biri de sudandır. Bu perdeler dolayısıyla da Yüce Allah insanlar tarafından görülmez. Sonra Yüce Allah emrederek bu su o karanlığa karışır. Yüce Allah'ın bu emrini duyan her bir nefis de kendinden geçer. Bu şekilde de hiçbir şey konuşamazlar." Hâkim, İkrime'den bildirir: Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a, "Bu, onların konuşamayacakları gündür" âyetini, "...Artık sadece fısıltı işitebilirsin" âyetini, "Birbirlerine dönüp çekişirler" âyetini ve "...Alın, kitabımı okuyun" âyetini okudu ve: "Bu âyetler hakkında ne dersin?" dedi. İbn Abbâs: "Yazık sana! Benden önce bunları kimseye sordun mu?" diye sorunca, Nâfi': "Hayır" karşılığını verdi. İbn Abbâs: "Şayet sormuş olsaydın helak olurdun" dedi ve: "Yüce Allah: "...Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir" buyurmuyor mu?" diye sordu. Nâfi': "Evet" karşılığını verince, İbn Abbâs: "İşte bu günlerin her birinde insanların değişik hal ve tavırları olacaktır" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime'ye, "...Miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselirler" âyeti sorulunca şöyle dedi: "Bana sorduğunuz bu şeyden daha ağır olan bir şeyi söyleyeyim mi? İbn Abbâs, "O gün ne insana ve ne cine suçu sorulur" âyetini, "Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepsini sorguya çekeceğiz" âyetini ve "Bu, onların konuşamayacakları gündür" âyetini okuyup şöyle dedi: "Orada tek bir günde birçok değişik gün yaşanır. Bu günlerde de Yüce Allah dilediğini yapar. Bir gün, "Bu, onların konuşamayacakları gün..." iken, diğer bir gün "...Suratsız ve belalı bir gün..." olur." Abd b. Humeyd, Ebu'd-Duhâ'dan bildirir: Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a, "Bu, onların konuşamayacakları gündür" âyetini, "Sonra şüphesiz siz kıyamet günü Rabbinizin huzurunda muhakeme edileceksiniz" âyetini, "Sonra, «Rabbimiz Allah'a and olsun ki bizler ortak koşanlar değildik» demekten başka çare bulamazlar" âyetini ve "...Allah'tan hiçbir söz gizleyemezler" âyetini sorduğunda, İbn Abbâs şöyle dedi: "Vay sana ey İbnu'l-Ezrak! Ordaki söz konusu gün uzun bir gündür ve insanların orada değişik halleri olacaktır. Orada bir an gelir insanlar hiçbir şey konuşamazlar. Sonra onlara izin verilince birbirleriyle davalaşırlar. Bir süre geçtikten sonra da yeminler ederek Allah'a ortak koşmadıklarını söylerler. Bunları yaptıktan sonra da ağızlarına mühür vurulur ve uzuvlarının konuşması istenir. Kişinin uzuvları da yaptıklarını bir bir anlatırlar. Daha sonra dilleri açılır ve yaptıklarına yönelik kendi aleyhlerinde şahitlikte bulunur. "...Allah'tan hiçbir söz gizleyemezler" âyetinde ifade edilen de budur." Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir, Ebû Abdillah el-Cedelî'den bildirir: Beytu'l-Makdis'e geldiğimde Ubâde b. es-Sâmit, Abdullah b. Amr ve Ka'bu'l-Ahbâr orada sohbet ediyorlardı. Ubâde şöyle dedi: "Kıyamet gününde Yüce Allah tüm insanları, herkesin görebileceği, seslenenin sesini duyurabileceği tek bir yerde toplar ve şöyle buyurur: "Bu, ayırım günüdür. Sizi ve sizden öncekileri bir araya getirdik. Bir hileniz varsa, gösterin bana hilenizi!" Bugün benden ne bir inatçı zorba, ne de asi bir şeytan kurtulabilir." Abdullah b. Amr da şöyle dedi: "Kitap'ta şunların olduğunu görüyoruz: O günü ateşin içinden bir alev parçası çıkar ve hızlıca insanların olduğu yere gelir. İnsanların önüne ulaştığı zaman şöyle seslenir: "Ey insanlar! Üç zümre için buraya gönderildim ve onların kim olduklarını, babanın oğlunu tanımasından da daha biliyorum! Bana karşı onlara kimse yardımcı olamaz ve benden hiçbir yere saklanamazlar! Bunlar, Yüce Allah'la beraber başka ilahlar edinenler, inatçı zorbalar ve isyan eden her şeytandır." Sonra onların üzerine abanıp hesaptan kırk yıl (veya kırk gün) önce onları ateşe atar. Sonrasında bir topluluk aceleyle Cennete doğru gitmek ister. Melekler onlara: "Hesap için bekleyin!" dediklerinde onlar: "Vallahi ne mallarımız vardı, ne de yöneticilik yaptık!" karşılığını verirler. Yüce Allah da: "Kullarım doğru söylüyor! Verilen bir sözü en iyi ben ifa ederim! Cennete girin!" buyurur. Bu şekilde hesaptan kırk yıl (veya gün) önce Cennete girerler." Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: "Yapmakta olduğunuz şeylere karşılık afiyetle yiyin için" âyetini açıklarken: "Afiyetten kasıt ölümsüzlüktür" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: "Yiyiniz, biraz zevkleniniz bakalım, doğrusu sizler suçlularsınız" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt kafirlerdir" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Onlara «Rüku edin» denildiğinde rükuya varmazlar" âyetini açıklarken: "Rükûdan kasıt namazdır" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Onlara «Rüku edin» denildiğinde rükuya varmazlar" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Rükuyu güzelce yapmaya dikkat edin, zira namazın Allah katında özel bir yeri vardır. Bize bildirilene göre Huzeyfe namaz kılarken rüku yerine sırtını deve gibi kamburlaştıran bir adamı görünce: "Şayet bu adam şimdi ölse İslam'dan bir görevi yerine getirirken ölmüş sayılmaz" dedi. Yine bize anlatılana göre İbn Mes'ûd, rükû etmeden namaz kılan bir adamla izarını yerde sürüyeek yürüyen bir adam gördü ve gülmeye başladı. Kendisine: "Neden gülüyorsun?" diye sorulunca: "Şu iki adama gülüyorum. Birine Yüce Allah dönüp bakmazken diğerinin de namazını kabul etmez" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Onlara «Rüku edin» denildiğinde rükuya varmazlar" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Kıyamet gününde secde etmeleri istenir, ancak dünyada iken Allah'a secde etmedikleri için orada da secde edemezler." |
﴾ 0 ﴿