BURÛC SÜRESİ

 

İbnu'd-Durays, Nehhâs, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Burûc Sûresi, Mekke'de nazil oldu" demiştir.

Abd b. Humeyd, Ebû Hureyre'den bildirir: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yatsı namazlarında Burûc ile Târik sûrelerini okurdu."

Ahmed ve Abd b. Humeyd, Ebû Hureyre'den bildirir: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yatsı namazlarında Semâvât Sûreleri şeklinde adlandırılan sûrelerin (Burûc ile Târik sûreleri) okunmasını emretti."

Tayâlisî, İbn Ebî Şeybe Musannef’te, Ahmed, Dârimî, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Hibbân, Taberânî ve Beyhakî Sünen'de Câbir b. Semure'den bildirir: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) öğle ile ikindi namazlarında Târik ile Burûc sûrelerini okurdu."

Saîd b. Mansûr, Câbir'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Muâz'a (Yemen'e gönderirken): "Onlara yatsı namazını kıldırırken A'lâ, Leyl ve Burûc sûrelerini oku" buyurdu.

1

Bkz. Ayet:3

2

Bkz. Ayet:3

3

"Andolsun burçlara sahip gökyüzüne, vaadedilmîş güne, şahide ve şahit olunana."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Burçlar, gökyüzünde olan saraylardır" demiştir.

İbnu'l-Münzir, A'meş'ten bildirir: Abdullah'ın öğrencileri: "Andolsun burçlara sahip gökyüzüne" âyetini açıklarken: "Sarayları bulunan gökyüzüne andolsun, anlamındadır" derlerdi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: "Andolsun burçlara sahip gökyüzüne" âyetini açıklarken: "Burçlardan kasıt, büyük yıldızlardır" demiştir.

İbn Merdûye, Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem), "Andolsun burçlara sahip gökyüzüne" âyeti sorulunca: "Burçlardan kasıt yıldızlardır" buyurdu. "Gökte burçlar vareden, orada ışık saçan Güneş ve aydınlatan Ay'ı yaratan Allah, yücelerin yücesidir" âyeti sorulunca:

"Burada da burçlardan kasıt yıldızlardır" buyurdu. "Nerede olursanız olun, sağlam burçlar içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir..." âyeti sorulunca: "Buradaki burçlardan kasıt saraylardır" buyurdu.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Andolsun burçlara sahip gökyüzüne, vaadedilmiş güne, şahide ve şahit olunana" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: "Gökyüzünün burçları yıldızlarıdır. Vaadedilmiş günden kasıt da kıyamet günüdür. Şahid olan ile şahit olunan da Yüce Allah'ın değerini yüksek kıldığı ve dünyada olan iki gündür. Bu günlerden birinin kıyamet günü, diğerinin ise Arafe günü olduğu bize anlatılırdı."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Andolsun burçlara sahip gökyüzüne, vaadedilmiş güne, şahide ve şahit olunana" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: "Gökyüzü en güzel bir şekilde dokunup yaratıldıktan sonra yıldızlarla süslenmiştir. Vaadedilmiş bu gün kıyamet günüdür. Şahid olan gün Cuma günü, şahit olunan da kıyamet günüdür."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Andolsun burçlara sahip gökyüzüne" âyetini açıklarken: "Gökyüzünün burçlarından kasıt yıldızlarıdır" demiştir. "Şahide ve şahit olunana" âyetini açıklarken de: "Şahit olan insanoğludur. Şahit olunan da kıyamet günüdür" demiştir.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Vaadedilmiş güne, şahide ve şahit olunana" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: "Vaadedilmiş gün kıyamet günüdür. Şahit olan gün Cuma günü, şahit olunan gün de Arafe günüdür ki bir diğer adı Haccı Ekber'dir. Yüce Allah Cuma gününü Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ümmetine bayram günü kılmıştır. Bu günü onların bayramı yaparak da İslam ümmetini diğer ümmetlerden daha üstün kılmıştır. Cuma günü Allah katında günlerin efendisidir. Yüce Allah'ın en sevdiği ameller de böylesi bir günde yapılan amellerdir. Bugünde de öyle bir an vardır ki namaz kılıp hayır duasını bu ana denk getiren Müslüman kula Yüce Allah istediği şeyi verir."

Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Ebi'd-Dünya Ehvâl'de, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Sünen'de Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Vaadedilmiş gün kıyamet günü, şahit olunan gün Arafe günü, şahit olan gün de Cuma günüdür. Güneş bu günden daha üstün bir günün üzerine doğmuş veya batmış değildir. Bu günde de öyle bir an vardır ki hayır duasını bu ana denk getiren mümin kula Yüce Allah mutlaka icabet eder. Böylesi bir anda bir şeyden sığınan kişiyi de Yüce Allah sığındığı şeye karşı korur. "

Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhaki, Ebû Hureyre'den bildirir: "Şahide ve şahit olunana" âyeti konusunda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şahit olan gün Arafe günü ile Cuma günüdür. Şahit olunan gün de vaad edilmiş olan gündür ki o da kıyamet günüdür" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hazret-iAli: "Vaadedilmiş gün kıyamet günü, şahit olan gün Cuma günü, şahit olunan gün de Kurban bayramı günüdür" demiştir.

İbn Cerîr, Taberânî ve İbn Merdûye, Şurayh b. Ubeyd vasıtasıyla Ebû Mâlik el-Eş'arî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Vaadedilmiş gün kıyamet günü, şahit olan gün Cuma günü, şahit olunan gün de Arafe günüdür. Cuma gününü Yüce Allah bizim için seçmiştir. Orta namazdan (=Salâtu'l-Vustâ) kasıt da ikindi namazıdır."

Saîd b. Mansûr, Şurayh b. Ubeyd'den mürsel olarak aynısını bildirir.

İbn Merdûye ve İbn Asâkir, Cübeyr b. Mut'îm'den bildirir: "Şahide ve şahit olunana" âyeti konusunda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şahit olan gün Cuma günü, şahit olunan gün de Arafe günüdür" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd de İbn Abbâs ve Ebû Hureyre'den mevkûf (yani onun sözü) olarak aynısını bildirir.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin Saîd b. el- Müseyyeb'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Günlerin efendisi Cuma günüdür ki şahit olan gün de budur. Şahit olunan gün de Arafe günüdür" buyurmuştur.

İbn Mâce, Taberânî ve İbn Cerîr'in Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Cuma günü bana çokça salatu selam edin. Zira bu gün şahit olunan bir gündür ki melekler bu güne şahit olurlar" buyurmuştur.

Abdurrezzâk, Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: "Şahide ve şahit olunana" âyetini açıklarken: "Şahit olan gün Cuma günü, şahit olunan gün de Arafe günüdür" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre adamın biri Hasan b. Ali'ye, "Şahide ve şahit olunana" âyetini sordu. Hasan: "Benden önce bunu kimseye sordun mu?" deyince, adam: "Senden önce İbn Ömer ile İbnu'z- Zübeyr'e sordum. Bunların Kurban bayramı günü ile Cuma günü olduğunu söylediler" karşılığını verdi. Bunun üzerine Hasan: "Değil! Şahit olandan kasıt Muhammed'dir (sallallahü aleyhi ve sellem) dedi ve: "...Seni de onların üzerine bir şahit yaptığımız zaman halleri nice olacak" âyetini okudu. Ardından: "Şahit olunan da kıyamet günüdür" dedi ve: "...Bu, insanların toplanacağı gündür. Bu, şahit olunacak bir gündür" âyetini okudu."

Abd b. Humeyd, Taberânî M. el-Evsat ile M.es-Sağîr'de ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hasan b. Ali: "Şahide ve şahit olunana" âyetini açıklarken: "Şahit olandan kasıt, dedem Resûlullah'tır (sallallahü aleyhi ve sellem), şahit olunandan kasıt da kıyamet günüdür" dedi ve: "Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik" âyeti ile "...Bu, şahit olunacak bir gündür" âyetini okudu.

Abd b. Humeyd, Nesâî, İbn Ebi'd-Dünya Ehvâl'de, Bezzâr, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Merdûye ve İbn Asâkir'in değişik kanallardan bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Vaadedilmiş güne, şahide ve şahit olunana" âyetlerini açıklarken: "Vaadedilmiş günden kasıt, kıyamet günüdür. Şahit olandan kasıt, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), şahit olunandan kasıt, da kıyamet günüdür" dedi ve: "...Bu, insanların toplanacağı gündür. Bu, şahit olunacak bir gündür" âyetini okudu.

İbn Cerîr'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Şahit olandan kasıt, Yüce Allah, şahit olunandan kasıt da kıyamet günüdür" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Şahit olandan kasıt, Yüce Allah'tır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Şahit olandan kasıt, Yüce Allah, şahit olunandan kasıt da kıyamet günüdür" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in Ebû Zabyân vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Şahit olandan kasıt insan, şahit olunandan kasıt da kıyamet günüdür" demiştir.

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: "Şahit olandan kasıt insanın amellerine şahitlik edecek olandır. Şahit olunandan kasıt ise kıyamet günüdür" demiştir.

4

Bkz. Ayet:10

5

Bkz. Ayet:10

6

Bkz. Ayet:10

7

Bkz. Ayet:10

8

Bkz. Ayet:10

9

Bkz. Ayet:10

10

"Kahrolsun o hendek (=Uhdûd) sahipleri! Şiddetle yanan o ateşin sahipleri! Ki üzerine oturmuşlardı. Onlar da müminlere yapmakta oldukları işkenceyi seyrediyorlardı. Bu inkarcıların, inananlara kızmaları; onların sadece, göklerin ve yerin hükümranlığı kendisinin bulunan ve övülmeğe layık ve güçlü olan Allah'a inanmış olmalarındandı. Allah her şeye şahiddir. Şüphesiz iman eden erkek ve kadınları belaya uğratıp sonra tövbe etmeyenler, onlar için cehennem azabı vardır. Yakıcı azap da onlaradır."

İbn Ebî Hâtim'in Abdullah b. Nücey vasıtasıyla bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: "Hendek sahiplerinin peygamberi Habeşli birisiydi" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Hasan vasıtasıyla bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: "Kahrolsun o hendek sahipleri!" âyetini açıklarken: "Bunlar Habeşlilerdir" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: "Kahrolsun o hendek sahipleri!" âyetini açıklarken: "Bunlar Nebatilerdendi" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kahrolsun o hendek sahipleri!"âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bunlar İsrailoğullarından bir topluluktur. Hendekler açıp içinde ateşler yakmışlar sonra da bu ateşe atmak üzere hendeklerin yanına inanan erkek ile kadınları dizmişlerdir."

Firyâbî, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Uhdûd, Necrân'da yarıklardır. Bu yarıklarda insanlara işkence ederlerdi" demiştir.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Abdurrahman b. Cübeyr b. Nüfeyr: "Bu hendek olayları (Yemen kralı) Tubba' zamanında olmuştu" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: "Kahrolsun o hendek sahipleri!" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Yerde hendekler açıp bunların içinde de ateşler yakmışlar sonra Müslümanları getirip: "Allah'ın inkar edip bizim dinimize tâbi olun! Aksi taktirde sizleri bu ateşe atarız" demişlerdi. Müslümanlar küfür yerine ateşi tercih edince de bu hendeklerdeki ateşe atılmışlardı.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Kahrolsun o hendek sahipleri!" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bize bildirilene göre Ali b. Ebî Tâlib şöyle derdi: "Bunlar Yemen köylerinde yaşayan insanlardır. Bu insanların müminleri ile kafirleri birbirleriyle savaşınca müminler kafirlere galip geldi. Savaş sonrası birbirlerine ihanet etmeyeceklerine dair sözler verdiler ve anlaşmalar yaptılar. Ancak kafirler onlara ihanet edip hepsini yakaladılar. Müminlerden biri kafirlere: "Hayırlı bir iş yapmak ister misiniz? Büyük bir ateş yakın ve bizleri bu ateşe sunun. Sizin dininize girmeyi kabul edenler çıkarsa zaten sizin de istediğiniz budur. Kabul etmeyenleri ise ateşe atarsınız" dedi. Bunun üzerine kafirler büyük bir ateş yaktılar ve müminleri ateşe sundular. Küfre girmeyi kabul etmeyen müminleri de bir bir bu ateşe atmaya başladılar. Geriye kalan ihtiyar bir kadın ateşe girme konusunda az bir tereddüt edince kucağındaki bebeği ona: "Ateşe gir ve münafık duruma düşme!" dedi. Yüce Allah da onların başına gelenleri: "Kahrolsun o hendek sahipleri! Şiddetle yanan o ateşin sahipleri! Ki üzerine oturmuşlardı. Onlar da Müminlere yapmakta oldukları işkenceyi seyrediyorlardı" şeklinde anlatmıştır. Burada ateşin üzerine oturanlar müminler, onları seyredenler ise kafirlerdir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Şüphesiz iman eden erkek ve kadınları belaya uğratıp sonra tövbe etmeyenler..." âyetini açıklarken: "Beladan kasıt, onları ateşte yakmalarıdır" demiştir.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Şüphesiz iman eden erkek ve kadınları belaya uğratıp sonra tövbe etmeyenler..." âyetini açıklarken: "Beladan kasıt, onlara işkence etmeleridir" demiştir.

Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Zorba hükümdarlardan biri yerde hendekler açıp içlerini ateşle doldurdu. Sonra müminleri bu ateşin yanına getirdi. Kendisine tâbi olup küfre dönenleri serbest bırakıp, dinine tâbi olmayı kabul etmeyenleri ise ateşe atmaya başladı. Sıra kucağında küçük oğlu olan bir kadına gelince, kadın ateşten geri çekilir gibi oldu. Ancak kucağındaki bebeği: "Anneciğim! Ateşe atla ve münafıklardan biri olma!" deyince, kadın ateşe atladı. Vallahi ateşe atılanlar ateşten bir parça olacak şekilde yandıktan sonra hep birlikte Yüce Allah'ın rahmetine nail oldular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de bu konuda: "Ne zaman bu hendek sahiplerini hatırlasam belanın sıkıntısından Allah'a sığınırım" buyurmuştur.

İbn Merdûye, Abdullah b. Nücey'den bildirir: Necrân piskoposu Hazret-i Ali'nin yanına geldi ve ona hendek ashâbının (ashâb-ı uhdûd) kıssasını sordu. Piskopos bu kıssaya yönelik bir şeyler de anlatınca Hazret-i Ali: "Ben onların kıssasını senden daha iyi biliyorum" dedi ve şöyle anlatmaya başladı: "Habeşlilere kendilerinden bir peygamber gönderildi. Yüce Allah: "Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana anlattıklarımız da var, anlatmadıklarımız da var..." buyurur. Bu peygamber insanları Allah'a davet edince bazıları ona tâbi oldular. Kendisine karşı çıkanlarla savaşınca da ona tâbi olan arkadaşları öldürüldü. Kendisi de yakalanıp bağlandı. Ancak kaçmayı başarınca etrafında toplanan birkaç kişiyle birlikte yine kafirlere karşı savaştı. Ancak arkadaşları yine öldürüldü ve kendisi de yakalanıp bağlandı. Sonrasından kafirler yerde hendekler açıp bunların içinde ateşler yaktılar. Daha sonra da insanları bu ateş dolu hendeklerin yanına getirdiler. Peygambere tâbi olduğunu söyleyenleri ateşin içine atmaya, kendilerinden olduğunu söyleyenleri ise serbest bırakmaya başladılar. En son gelenler arasında kucağında erkek bebek bulunan bir kadın vardı. Kadın korkuya kapılınca kucağındaki bebek: "Anneciğim! Tereddüt etme ve ateşe gir!" dedi. Bunun üzerine de kadın ateşe atladı."

Abd b. Humeyd, Seleme b. Kuheyl'den bildirir: Hazret-i Ali'nin yanında hendek ashâbı (ashâb-ı uhdûd) zikredilince: "İçinizden onlar gibi olanlar da var. Onun için bu konuda onlardan daha aciz olmayın" dedi.

Abd b. Humeyd, Ali b. Ebî Tâlib'den bildirir: Mecûsilere de bir kitap inmişti ve kitaplarına sıkı sıkıya bağlıydılar. İçki onlara helal kılınmıştı. Krallarından biri içki içince sarhoş oldu. Sarhoş olunca da kızkardeşi veya kızıyla ilişkiye girdi. Ancak kendine gelince bu yaptığına pişman oldu. İlişkiye girdiği kıza: "Yazıklar olsun bize! Böylesi bir şeyi nasıl yapabildik? Bundan bir çıkış yolu var mı?" deyince, kız: "Bundan tek çıkış yolu insanlara bir konuşma yapıp: "Ey insanlar! Allah kızkardeşinizle (veya kendi kızınızla) evlenmeyi sizlere helal kıldı" demendir. Bunun üzerinden bir zaman geçip de insanlar bunu unutunca yeniden bir konuşma yapıp böylesi bir evliliği haram kılarsın" karşılığını verdi. Bunun üzerine kral bir konuşma yapmak üzere kalktı ve: "Ey insanlar! Allah kızkardeşinizle (veya kendi kızınızla) evlenmeyi sizlere helal kıldı" dedi. Ancak insanlar: "Böylesi bir şeye inanmaktan veya böylesi bir şeyi doğrulamaktan Allah'a sığınırız! Bunu bize söyleyen herhangi bir peygamber oldu mu? Allah Kitâb'ında böylesi bir şeyi indirdi mi?" diyerek kralın söylediğini kabul etmediler. Bunun üzerine kral, kızın yanına döndü ve: "Yazıklar olsun sana! İnsanlar söylediğimi kabul etmediler!" dedi. Kız: "Şayet kabul etmiyorlarsa o zaman kırbaçla bunu onlara kabul ettir" dedi.

Kral insanları kırbaçlatarak bunu kabul ettirmek istedi, ancak yine kabule yanaşmadılar. Kral, kızın yanına döndü ve: "Onlara karşı kırbaç kullandım, ancak yine kabul etmediler" dedi. Kız: "O zaman onlara karşı kılıcı kullan" deyince, kral bunu kabul etmeleri için kılıçları kullanmaya başladı. Ancak insanlar bunu yine kabul etmeyince, bu sefer kız: "Hendekler aç ve bu hendeklerin içinde ateşler yak. Sözünü kabul edeni serbest bırak, karşı çıkanları da hendeklere at" dedi. Bunun üzerine kral hendekler açtırdı ve içlerinde ateşler yaktı. Sonra ülkesinin insanlarını sırayla bu hendeklere getirtti. Evlilik konusunda sözünü kabul edenleri serbest bırakırken karşı çıkanları ateşin içine attırdı. Yüce Allah da onlar hakkında: "Kahrolsun o hendek sahipleri! Şiddetle yanan o ateşin sahipleri! Ki üzerine oturmuşlardı. Onlar da Müminlere yapmakta oldukları işkenceyi seyrediyorlardı. Bu inkarcıların, inananlara kızmaları; onların sadece, göklerin ve yerin hükümranlığı kendisinin bulunan ve övülmeğe layık ve güçlü olan Allah'a inanmış olmalarındandı. Allah her şeye şahiddir.

Şüphesiz iman eden erkek ve kadınları belaya uğratıp sonra tövbe etmeyenler, onlar için cehennem azabı vardır. Yakıcı azap da onlaradır" âyetlerini indirmiştir.

İbn Ebî Şeybe, Avf'tan bildirir: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), yanında hendek sahipleri (ashâb-ı uhdûd) zikredildiği zaman belanın şiddetinden Allah'a sığınırdı."

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve Taberânî, Suheyb'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ikindi namazını kıldıktan sonra konuşuyormuş gibi dudaklarını oynatırdı. Kendisine: " Resûlallah! İkindi namazını kıldıktan sonra neden konuşur gibi dudaklarını oynatıyorsun?" diye sorulunca şöyle buyurdu: "Peygamberlerden biri, ümmetinin çokluğuna hayran kaldı ve: «Bunların karşısında kim durabilir?» dedi. Bunun üzerine Yüce Allah ona: «Onlara söyle bir tercihte bulunsunlar! Ya cezalarını ben vereyim ya da onlara düşmanlarını musallat edeyim» diye vahyetti. Yüce Allah'ın cezasını tercih edince onlara ölümü gönderdi. Öyle ki tek bir günde bile onlardan yetmişbin kişi öldü."

Suheyb der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hadiseyi anlattığı zaman ardından şunu da anlatırdı: "Eskilerden bir kral vardı ve bu kralın da kendisine kehanetlerde bulunan bir kahini bulunuyordu. Bir gün bu kahin: «Bana akıllı veya zeki bir çocuk bulun da bildiklerimi ona da öğreteyim. Zira ölüp gitmekten, bildiklerimin de benimle birlikte yok olup gitmesinden ve benden sonra bunları bilen birinin kalmamasından korkuyorum» dedi. Bunun üzerine kahinin dediği vasıflarda genç bir çocuk buldular ve kahinin yanına gidip gelmesini, bildiklerini ondan öğrenmesini söylediler. Çocuk da denildiği gibi kahinin yanına gidip gelmeye başladı. Kahin giderken de yolu üzerinde kilisesinde duran bir rahip vardı. Çocuk da kahinin yanına her gidişinde bu rahibin yanına uğruyor ve burada ne yaptığını soruyordu. Çocuk devamlı olarak gidip gelirken bunu sorunca sonunda rahip: «Burada Allah'a ibadet ediyorum» dedi. Sonrasında genç çocuk devamlı olarak rahibin yanında oturmaya ve ara ara kahinin yanına gitmeye başladı. Kahin de çocuğun ailesine: «Çocuğunuz neredeyse yanıma hiç gelmiyor» diye haber yolladı. Çocuk bunu rahibe söyleyince, rahip de ona: «Şayet kahin nerede olduğunu sorarsa ailenin yanında olduğunu söylersin. Ailen nerede olduğunu sorarsa da kahinin yanında olduğunu söylersin» dedi.

Çocuk bu durum üzerindeyken bir defasında bir grup insanla karşılaştı. Aslan denilen bir hayvan önlerini kesmiş onları yollarından etmişti. Bunun üzerine çocuk bir taş aldı ve: «Allahım! Şayet rahibin dedikleri hak ise bu taşla şu hayvanın ölmesini senden diliyorum. Yok, eğer kahinin dedikleri hak ise bu taş şu hayvana bir şey yapamasın» dedi. Taşı atınca da aslan öldü. Oradakiler: «Hayvanı kim öldürdü?» diye sorunca, birisi: «Şu çocuk öldürdü» karşılığını verdi. Ardından insanlar korkuya kapıldılar ve: «Bu çocuk hiç kimsenin bilmediği şeyleri biliyor» demeye başladılar. Âma biri de bu söylenenleri duyunca çocuğun yanına geldi ve: «Eğer gözlerimi tekrar açarsan sana şunu şunu vereceğim» dedi. Çocuk: «Dediğin şeyleri senden istemiyorum. Ancak Gözlerin görmeye başlarsa tekrar görmeni sağlayana iman eder misin?» diye sorunca, âma adam: «Evet, ederim» dedi. Çocuk dua edince Yüce Allah adamın gözlerini açtı. Adam da gözleri açılınca Allah'a iman etti.

Kral olanlardan haberdâr olunca rahibi, çocuğu ve gözleri açılan adamı yanına getirtti. Onlara: «Herbirinizi diğerinden farklı bir şekilde öldüreceğim!» dedi. Sonrasında emrederek rahip ile gözleri açılan adam öne alındı. Birinin başının ortasına testere konuldu ve ikiye biçildi. Diğeri de farklı bir şekilde öldürüldü. Çocuk için de: «Bunu filan dağa götürün ve oradan aşağıya atini» dedi. Çocuğu aldılar ve başından aşağı atmaları emredilen dağa götürdüler. Ancak dağın tepesine çıkana kadar yanındaki adamlar teker teker aşağı düşmeye başladı ve geriye sadece çocuk kaldı. Adamlar bu şekilde düşüp ölünce çocuk geriye döndü. Bunun üzerine kral adamlarına çocuğu alıp denize atmalarını söyledi. Adamlar çocuğu alıp denize gittiler. Ancak Yüce Allah çocuğun yanındaki tüm adamları denizde boğdu ve çocuğu korudu.

Bunun üzerine çocuk kralın yanına döndü ve: «Beni bir yere bağlayıp okla vurmadan öldüremezsin. Oku atarken de: "Çocuğun Rabbi olan Allah'ın ismiyle!" demelisin» dedi. Bunun üzerine kral emrederek çocuk bir yere bağlandı. «Çocuğun Rabbi olan Allah'ın ismiyle!» diyerek de ona bir ok attı. Çocuk okun saplandığı yer olan şakağına elini koydu ve öldü. İnsanlar bunu görünce: «Bu çocuk hiç kimsenin bilmediği şeyleri biliyor. Biz de bu çocuğun Rabbine iman ediyoruz» diyerek iman ettiler. İnsanlar bu şekilde iman edince kralın adamları ona: «Sen üç kişinin iman etmesinden korkuyordun, ama şimdi herkes iman etti» dediler. Kral da: «Hendekler kazın ve hu hendekleri odun doldurup ateşe verin» emrini verdi. Emri yerine getirildikten sonra insanları topladı ve: «Kim yeni dininden dönerse onu serbest bırakırız. Dönmeyenleri de ateşin içine atacağız» dedi. Bu şekilde de kral dininden dönmeyenleri ateş dolu hendeklere atmaya başladı. Yüce Allah bu konuda: «Kahrolsun o hendek sahipleri! Şiddetle yanan o ateşin sahipleri! Ki üzerine oturmuşlardı. Onlar da Müminlere yapmakta oldukları işkenceyi seyrediyorlardı. Bu inkarcıların, inananlara kızmaları; onların sadece, göklerin ve yerin hükümranlığı kendisinin bulunan ve övülmeğe layık ve güçlü olan Allah'a inanmış olmalarındandı. Allah her şeye şahiddir. Şüphesiz iman eden erkek ve kadınları belaya uğratıp sonra tövbe etmeyenler, onlar için cehennem azabı vardır. Yakıcı azap da onlaradır» buyurur."

Suheyb der ki: "Çocuğa gelince bu çocuk defnedildikten bir zaman sonra tekrar çıkarıldı. Bize anlatılana göre Ömer b. el-Hattâb zamanında da çıkarıldığında eli öldürüldüğü anda olduğu gibi şakağında duruyordu."

Abd b. Humeyd ve İbn Merdûye'nin Suheyb'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Sizden önceki topluluklardan birinde, bir kral ve bu kralın da bir sihirbazı vardı. Sihirbaz yaşlandığı zaman, krala: «Ben artık yaşlandım, ecelim de yaklaştı. Bana genç bir çocuk gönder de ona sihiri öğreteyim» dedi. Kral da sihir öğretmesi için ona bir genç yolladı. Genç, sihirbazın yanına giderken yolda bir rahiple karşılaştı ve rahibin yanında oturup onu sözlerini dinledi. Rahibin sözlerini de çok beğendi. Ondan sonra da genç, sihirbazın yanına her gidişinde rahibe uğrayıp yanında oturur, sihirbazın yanına gittiği zaman da geç kaldığı için sihirbaz onu döver: «Neden geciktin?» diye çıkışırdı. Evine gitmek için sihirbazın yanından ayrılınca yine rahibin yanına gidip otururdu. Geç geldiği için ailesi de onu döver: «Neden geciktin?» diye çıkışırlardı. Genç bu durumu rahibe şikayet edince, rahip ona: "Sihirbaz seni döveceği zaman ona: «Ailem beni alıkoydu, ondan geç kaldım» dersin. Ailen seni dövmek istediği zaman da: « "Sihirbaz beni alıkoydu" dersin» dedi.

Genç bu hal üzerindeyken bir defasında insanları yollarından alıkoyan vahşi ve çok büyük hayvanla karşılaştı. İçinden: «Allah katında sihirbaz mı daha üstün yoksa rahip mi, bunu işte bugün öğreneceğim» dedi. Sonra eline bir taş aldı ve: «Allahım! Eğer rahibin durumu senin için sihirbazın durumundan daha sevimli ve rızana daha uygun ise bu taşla şu hayvanı öldür de insanlar yollarına gitsinler» dedi. Ona taşı atınca hayvan öldü, insanlar da yollarına devam ettiler.

Sonra genç çocuk, rahibin yanına gelince olanları ona anlattı. Rahib de ona: «Evladım! Sen benden daha üstün bir duruma gelmişsin. Ancak bazı belalara maruz kalacaksın ve eğer kalırsan sakın benden kimseye bahsetme» dedi. Genç çocuk, körleri ve alaca hastalarını da iyileştirmeye, insanlara her türlü hastalığa karşı şifa dağıtmaya başlamıştı. Kralın kör bir arkadaşı bunu duyunca gencin yanına birçok hediyeyle geldi ve: «Eğer beni de iyileştirirsen buradaki her şey senin olsun!» dedi. Genç ise: «Ben kimseyi iyileştirmiyorum fakat Yüce Allah şifa veriyor. Sen de iman edip ona dua edersen sana da şifa verir» karşılığını verdi. Adam iman edip dua edince de Yüce Allah ona şifa verdi. Sonra kralın yanına gelip her zaman oturduğu yerde oturdu. Kral ona: «Ey filan! Tekrar görmeni kim sağladı?» diye sorunca, adam: «Rabbim!» karşılığını verdi. Kral: «Ben mi?» diye sorunca, adam: «Hayır!» karşılığını verdi. Kral: «Benden başka Rabbin var mı ki?» diye sorunca, adam: «Evet, var» dedi. Bunu deyince genç çocuğun adını verene kadar adam işkenceye tâbi tutuldu.

Bunun üzerine kral, genci yanına çağırdı. Ona: «Evladım! Sihirde körleri ve alaca hastalarını iyileştirecek dereceye ulaşmışsın, birçok hastaya şifa veriyormuşsun» deyince, genç: «Ben kimseyi iyileştirmiş değilim, ancak Yüce Allah iyileştiriyor» karşılığını verdi. Kral: «Ben mi?» diye sorunca, genç: «Hayır!» karşılığını verdi. Kral: «Benden başka Rabbin var mı ki?» diye sorunca, genç: «Evet! Hem Rabbin hem de Rabbim olan Allah» karşılığını verdi. Kral genci de yakalattı ve rahibin adını verene kadar ona da işkence etti. Sonra rahibi yanına getirtti ve ona: «Dininden çık!» dedi, ancak rahip bunu kabul etmedi. Bunun üzerine bir testere getirildi ve başının orta yerine konulup rahip ikiye kesildi, iki parça halinde yere düştü. Sonra kör iken görmeye başlayan adam getirildi ve ona da: «Dininden çık!» dedi. Ancak o da bunu kabul etmedi. Bunun üzerine bir testere getirildi ve başının orta yerine konulup ikiye kesildi, iki parça halinde yere düştü.

Sonra genç çocuğa: «Dininden çık!» dedi. Çocuk da kabul etmeyince, kral onu bazı adamlarına teslim etti ve onlara: «Bunu filan dağa götürüp dağın tepesine kadar çıkarın. Eğer dinini terk etmeyi yine kabul etmezse oradan aşağıya atın!» dedi. Bunun üzerine çocuğu dağın tepesine çıkardılar. Çocuk: «Allahım! Dilediğin şekilde beni bunların şerrinden koru» diye dua edince dağ sallandı ve bütün adamlar aşağıya düştü. Sonra çocuk yürüyerek kralın yanına geldi. Kral ona: «Yanındakilere ne oldu?» diye sorunca, çocuk: «Yüce Allah beni onlardan korudu» dedi. Bunun üzerine kral onu başka adamlara teslim etti ve: «Onu bir gemiye bindirin ve denizin ortasına götürün. Şayet dininden dönmezse denize atın!» emrini verdi. Adamlar genci alıp denizin ortasına kadar götürdüler. Genç çocuk: «Allahım! Dilediğin şekilde beni bunların şerrinden koru» diye dua edince, gemi devrildi ve bütün adamlar boğuldu. Sonra genç çocuk yürüyerek kralın yanına geldi. Kral ona: «Yanındakilere ne oldu?» diye sorunca, genç çocuk: «Yüce Allah beni onlardan korudu» dedi.

Sonra krala: «Sana söyleyeceğim şeyi yapmadan sen beni öldüremezsin! Ama sana diyeceğimi yaparsan öldürürsün» dedi. Kral: «Ne o?» diye sorunca, genç: «İnsanları bir yerde topla ve beni de bir kütüğün üzerine bağla. Sonra benim ok torbamdan bir tane ok alıp yayın kirişine koy ve: «Bu gencin Rabbi olan Allah'ın ismiyle» diyerek oku bana at. Şayet bu şekilde yaparsan beni öldürebilirsin» dedi. Bunun üzerine kral bütün insanları bir yerde topladı ve genci de bir kütüğe bağladı. Sonra ok torbasından bir ok çekti, yayın kirişine yerleştirdi ve: «Bu gencin Rabbi olan Allah'ın ismiyle» deyip oku fırlattı. Ok gidip gencin şakağına saplandı. Genç elini okun saplandığı yer olan şakağına koydu ve öldü.

İnsanlar bunu görünce: «Bu gencin Rabbine iman ettik!» demeye başladılar. Kralın adamları: «Korktuğun şey vardı ya! O korktuğun şeyi Yüce Allah bütün insanların eliyle başına getirdi» dediler. Bunun üzerine kral yol ağızlarında hendeklerin kazılmasını emretti. Hendekler kazılıp içlerinde de ateşler yakıldı. Kral: «Dininden dönenleri serbest bırakın, dönmeyenleri de ateşe atın!» emrini verdi. Öyle yapmaya başladılar. İnsanlar arasında kura çekiliyor ve öyle ateşe atılıyorlardu. Nihayet yanında küçük çocuğuyla bir kadın geldi ve ateşe düşmemek için geri çekilir gibi oldu. Bunun üzerine çocuğu: «Anneciğim! Sabret, zira sen hak üzerindesin!» dedi."

11

Şüphesiz îman eden ve sâlih ameller işleyenlere (gelince:) Onlara (ağaçları) altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte bu, büyük bir kurtuluştur!

12

Şüphesiz Rabbinin (zâlimleri azap ile) yakalaması çok şiddetlidir.

13

Çünkü (varlığı) ilkin (yoktan) var eden ve (ölümden sonra tekrar) geri getiren (dirilten) O'dur.

14

O, gafûr (tevbe eden Mü'minleri çok bağışlayan)dır (ve) vedûd (kendisine itâat edenleri çok seven)dir.

15

Arş’ın sâhibidir. Mecîd (zâtında ve sıfatlarında çok yüce)dir.

16

Dilediğini yapandır.

17

(Ey Resûlüm, küfürleri yüzünden helâk olan) o orduların haberi sana geldi mi?

18

(Yani) Fir’avn ve Semûd (kavimlerinin)?

19

Fakat (kavminden) o kâfir olanlar, hâlâ bir yalanlama içindedirler.

20

Hâlbuki Allah, (ilim ve kudreti ile) onları arkalarından kuşatmıştır.

21

Bkz. Ayet:22

22

"Şüphesiz Rabbinin yakalaması amansızdır. Başlatan ve tekrarlayan odur. O, çok bağışlayan ve çok sevendir. Şerefli Arş'ın sahibidir... Hayır, o şerefli bir Kur'ân'dır. Levh-i Mahfuz'dadır."

İbnu'l-Münzir ve Hâkim, İbn Mes'ûd'dan bildirir: "Andolsun burçlara sahip gökyüzüne, vaadedilmiş güne, şahide ve şahit olunana" âyetlerindeki yemin, "Şüphesiz Rabbinin yakalaması amansızdır... Hayır, o şerefli bir Kur'ân'dır. Levh-i Mahfuz'dadır" âyetleri içindir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Şüphesiz Rabbinin yakalaması amansızdır" âyetini açıklarken: "Daha önceki âyetlerde yapılan yemin bu söz içindir" demiştir. "Başlatan ve tekrarlayan odur" âyetini açıklarken: "İlk yaratan ve onu tekrar geri getirecek olan Allah'tır" demiştir. "O, çok bağışlayan ve çok sevendir" âyetini açıklarken de: "Yüce Allah kendisine itaat edenleri sever" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Başlatan ve tekrarlayan odur" âyetini açıklarken: "Azabı başlatan ve onu tekrarlayan odur" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in Azame'de bildirdiğine göre Hüseyn b. Vâkid: "O, çok bağışlayan ve çok sevendir" âyetini açıklarken: "Müminleri bağışlar, dostlarını da sever" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin el-Esmâ' ve's-Sifât'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Sevgili" olarak açıklamıştır. (.....) âyetini açıklarken de: "Pek şerefli Arş'ın sahibidir" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Levh-i Mahfuz'dadır" âyetini açıklarken: "Ana Kitap (Ümmü'l-Kitâb)tadır" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Levh-i Mahfuz'dadır" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bana bildirilene göre vahiylerin üzerinde yazılı olduğu levh tek bir tanedir. Bu levh nurdan olup üç yüz yıllık bir yolculuk mesafesi büyüklüğündedir."

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Levh-i Mahfuz'dadır" âyetini açıklarken: "Yüce Allah'ın katında mahfuzdur, saklanmaktadır" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Levh-i Mahfuz'dadır" âyetini açıklarken: "Müminlerin kalplerinde, gönüllerindedir" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Abdullah b. Bureyde: "Levh-i Mahfuz'dadır" âyetini açıklarken: "Bu, Allah'ın katında olan bir levh'dir (kitaptır) ve Ana Kitap (Ümmü'l-Kitâb) denilen de budur" demiştir.

İbn Cerîr, Enes'ten bildirir: Yüce Alah'ın: "Hayır, o şerefli bir Kur'ân'dır. Levh-i Mahfuz'dadır" âyetlerinde zikrettiği Levh-i Mahfuz, İsrâfil'in alnındadır" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh -ceyyid bir senedle- İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah Levh-i Mahfuz'u yüz yılık bir yolculuk mesafesi büyüklüğünde yarattı, sonra da henüz mahlukattan bir şeyi yaratmamış iken Kalem'e: "Mahlukatım hakkındaki bilgimi bunun üzerine yaz!" emrini verdi. Bunun üzerine Kalem kıyamete kadar olacak bütün şeyleri buraya yazdı.

Taberânî M. el-Evsat'ta, İbn Ebi'd-Dünya Mekârimu'l-Ahlâk'da, Ebu'ş-Şeyh Azame'de, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah'ın yeşil yakuttan bir levhi (kitabı) vardır ve bunu Arş'ın altına koymuştur. İçinde de şunu yazmıştır: «Kendisinden başka ilah olmayan Allah benimi Üç yüz on altı küsur çeşit huy yarattım. Her kim bu huylardan biri ve "Lâ ilahe illallah" şehadeti ile birlikte huzuruma gelirse Cennete sokulur.»"

Abd b. Humeyd ve Ebû Ya'lâ Müsned'de -zayıf bir senedle- Ebû Saîd el- Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah'ın önünde, içinde üç yüz on beş çeşit şeriat bulunan bir levh vardır. Rahman olan Allah da şöyle buyurur: «İzzetim ve celâlime andolsun ki kullarımdan biri bana şirk koşmadan ve içinizden bir şeriata tutunmuş olarak huzuruma gelirse onu Cennete sokarım.»"

el-Ezdî ed-Du'afâ'da ve Ebu'ş-Şeyh'in Azame'de Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah'ın bir tarafı yakuttan diğer tarafı da yeşil zümrütten olan bir Levh'i vardır. Bu Lehv'in kalemi de nurdandır. Yüce Allah her gün bu Levh'de dilediğini yapar. Dilediğini yaratır, dilediğine rızık verir, dilediğini diriltip öldürür, dilediğini de izzetli kılar. "

Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah beyaz inciden bir kitap (levh) yarattı ki bu kitabın kapakları yeşil zümrüttendir. Yazıları nurdandır. Yüce Allah her gün bu kitaba üç yüz altmış defa bakar ve bu bakışlarda dilediği şeyi yapar. Dilediğini diriltir, dilediğini öldürür, dilediğini yaratır, dilediğine rızık verir, dilediğini aziz, dilediğini de zelil kılar."

0 ﴿