FİL SURESİ

 

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Fîl Sûresi, Mekke'de nazil oldu" demiştir.

1

Bkz. Ayet:5

2

Bkz. Ayet:5

3

Bkz. Ayet:5

4

Bkz. Ayet:5

5

"Rabbinin, fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi? Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı? Özerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar atan sürü sürü kuşlar gönderdi. Nihayet onları yenilmiş ekin yaprakları hâline getirdi."

İbn Ebî Hâtim ve Ebû Nuaym Delâil'de Osman b. Muğîre b. el-Ahnes'ten bildirir: Ebrehe el-Eşrem el-Habeşî, Yemen kralıydı. Kızının oğlu olan Eksûm b. Sabâh el-Himyerî de hac için Mekke'ye gitmişti. Dönüşte Necrân'da bulunan bir kilisede konakladı. Mekke ahalisinden bazıları kiliseye baskın yapıp kilisenin içindeki zinetleri ve Eksûm'un şahsi eşyalarını alınca Eksûm öfke içinde dedesi Ebrehe'nin yanına döndü. Bunun üzerine Ebrehe, arkadaşlarından Şehr b. Ma'kûd adında bir adamın komutasında Havlân ve Eş'arî kabilelerinden yirmi bin kişilik bir orduyu yola çıkardı. Ordu yola düşüp Has'am kabilesinin bölgesine geldi. Has'am kabilesi önlerinden çekilince yollarına devam ettiler. Tâif'e yaklaştıklarında Has'am, Nasr ve Sakîf kabilelerinden bazıları Şehr'in huzuruna çıktılar ve: "Küçük bir kasaba olan Tâif'ten ne istiyorsun? Biz sana Mekke'de kendisine ibadet edilen ve insanlara sığınak olan evin üzerine gitmeni tavsiye ederiz. Zira bu eve hakim olan tüm Araplara da hakim olur. Sen bizi bırak da o evi almaya bak" dediler.

Bunun üzerine Şehr, Mekke'ye doğru yola çıktı. Muğammes'e ulaştığında Abdulmuttalib'e ait olan işaretli yüz deve gördü. Askerleri tarafından bu develere el konuldu. Abdulmuttalib bunu duyunca Şehr'in yanına geldi. Abdulmuttalib güzel yüzlü birisiydi ve Yemenlilerden Zû Amr adında bir arkadaşı vardı. Abdulmuttalib, Zû Amr'a develerini geri vermesini isteyince, Zû Amr: "Benim bunu yapmaya gücüm yetmez, ancak istersen seni Şehr'in huzuruna çıkarırım" dedi. Abdulmuttalib de: "Çıkar" deyince, Zû Amr onu Şehr'in huzuruna çıkardı. Abdulmuttalib: "Senden bir isteğim var" deyince, Şehr: "İstediğin her şeyi sana vereceğim" karşılığını verdi. Abdulmuttalib şöyle dedi: "Ben Haram olan bir beldede oturuyorum. Araplar ile Acemler arasında olan bir yerde bulunuyordum. Burada işaretli olan yüz devem vardı. Bu develerle ailelerimizin yiyecek ihtiyacını karşılıyor, bunlarla ticaretimizi yapıyor ve düşmanlarımıza karşı koymada bunları binek olarak kullanıyoruz. Ancak askerlerin saldırıp bunlara el koydu. Komşusuna zulmetmek de senin gibi birinin şanına yakışmaz."

Şehr bunları duyunca dönüp Zû Amr'a baktı ve hayretler içinde ellerini şaklattı. Sonra: "Şayet sahip olduğum ne varsa hepsini isteseydin yine sana verecektim. Develerine gelince biz onları iki katıyla sana vereceğiz" dedi ve: "Fakat neden Haram olan bu beldeniz ile eviniz (Kâbe) konusunda benimle konuşmadın?" diye sordu. Abdulmuttalib: "Bu beldemiz ile evimizin bir Rabbi var. Şayet dilerse onları korur. Ben ise ancak kendi malım olan şey konusunda seninle konuşabilirim" dedi. Sonrasında Şehr ordunun yola çıkması emrini verdi ve: "Kâbe yıkılacak! Mekke de talan edilecek!" dedi.

Abdulmuttalib oradan ayrılırken bir yandan da şöyle diyordu:

"Allah'ım! Her kişi kendi malını korur

Sen de Hareminde oturanları koru

Onların haçı ve orduları haddi aşarak

Senin gücüne galip gelmesin

Şayet burayı kendi haline bırakırsan

Nihayetinde seni bileceğin iştir

Ancak korur muhafaza edersen

Bu daha önce yaptıklarının bir devamı olur

Yarın bütün güçleri ve filleriyle

Ahalini esir kılmak için saldıracaklar

Şayet onları Kâbe'yle baş başa bırakırsan

İşte o zaman vay halimize!"

Şehr ile askerleri fil ve diğer güçleriyle birlikte Kâbe'ye doğru yöneldiler. Ancak fili Kâbe'ye doğru çevirdikçe fil çöküp kalıyordu. Geldikleri yöne çevirince ise hızlıca koşuyordu. Bu şekilde geceyi ettiler. Gece olunca deniz tarafından yarasaları andıran kırmızı ve siyah renkte sığırcık kuşu gibi kuşlar havalandı. Askerler bu kuşları görünce korkuya kapıldı. Kuşlar da askerlerin üzerine kuru çamurdan ufak yuvarlak taşlar atmaya başladı. Bu taşlar askerin başına değince delip geçiyordu. Sabah olduğunda dağlara çekilen Abdulmuttalib ile yanındakiler kimselerin gelmediğini gördüler. Abdulmuttalib oğullarından birini hızlı koşan bir ata bindirip Şehr ile askerlerine ne olduğuna bakmak için gönderdi. Abdulmuttalib'in oğlu gidip bakınca hepsinin de yara bere içinde delik deşik olduklarını gördü. Hemen giysisini dizlerine kadar çekip hızlı bir şekilde atını sürdü ve geriye döndü. Abdulmuttalib oğlunun bu şekilde geri döndüğünü görünce: "Oğlum Arapların en cengâver adamıdır. Giysisini dizlerine kadar çekmesi de müjde vermek ya da uyarmak içindir!" dedi. Bulundukları yere ulaşınca ona: "Ne oldu?" diye sordular. "Hepsi helak oldu!" karşılığını verdi. Bunun üzerine Abdulmuttalib ile yanındakiler mallarını da alıp bulundukları yerden çıktılar. Çıkarken Abdulmuttalib şöyle diyordu:

"Sen ki ordular ile fili geri çevirdin

Ki Mekke dağlarını kaplamışlardı

Biz onlarla savaşmaya çekinmiştik

Zira her biri güçlü kuvvetli birisiydi

Zat-ı celâline şükreder ve hamdederiz. "

İçine düştükleri bu durumdan sonra Şehr tek başına kaçtı. İlk konakladığı yerde sağ kolu kopup düştü. İkinci konakladığı yerde sol ayağı kopup düştü.

Üçüncü konaklama yerinde sol kolu kopup düştü. Diğer konaklama yerinde de sağ ayağı kopup düştü. Yemen'e kavminin yanına ulaştığında elleri ile ayakları olmayan bir cesede dönmüştü. Olanları onlara anlattıktan sonra da gözlerinin önünde can verdi.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye, Ebû Nuaym Delâil'de ve Beyhakî Delâil'de İbn Abbâs'tan bildirir: Fil ordusu Sifâh denilen yere vardığında Abdulmuttalib yanlarına geldi ve: "Bu, Yüce Allah'ın evidir ve ona kimseyi musallat etmeyecektir!" dedi. Onlar ise: "Bu evi yıkmadan geri dönmeyeceğiz!" karşılığını verdiler. Ancak fillerini ne zaman öne doğru sürseler fil geriye doğru çekiliyordu. Sonrasında Yüce Allah onların üzerine ebabil kuşlarını gönderdi. Bu kuşlara da üzeri çamurla kaplı siyah taşlar verdi. Kuşlar üst taraftan ordunun hizasına gelince ayaklarındaki taşları üzerlerine bıraktılar. Ordu içinde kaşıntıya maruz kalmayan tek bir kişi dahi kalmadı. Öyle ki kişi derisini kaşıdığı zaman kaşıdığı yerin eti dökülüyordu.

İbnu'l-Münzir, Hâkim, Ebû Nuaym ve Beyhaki, İbn Abbâs'tan bildirir: Fil ordusu yola düşüp Mekke yakınlarına vardıklarında Abdulmuttalib onları karşıladı ve krallarına: "Seni buraya getiren sebep nedir? Haber gönderseydin biz sana istediğin şeyi yanına kadar getirirdik" dedi. Kral: "İçine giren herkesin güvende sayıldığı evin ahalisini korkutmaya geldim" karşılığını verdi. Abdulmuttalib: "Biz sana istediğin şeyi getiririz. Sen geri dön" dedi, ancak kral kabul etmedi ve Kâbe'ye girmeden geri dönmeyeceğini söyledi. Sonra Kâbe'ye doğru yöneldi. Abdulmuttalib geride kaldı. "Evin ve ahalisinin talan edilmesine şahit olamam" dedi ve bir dağa çekildi. Sonra: "Allahım! Her hükümdarın bir ahalisi vardır. Sen de kendi ahalini koru! Onların tedbiri senin tedbirine baskın çıkmasın. Allahım! Burayı koruman, nihayetinde senin bileceğin bir iştir" diye dua etti. Ordu Kâbe'ye yönelince deniz tarafından yükselen ebabil kuşları bir bulutun gölgesi gibi üzerlerine düştü. Bu kuşlar Yüce Allah'ın buyurduğu gibi "Onların üzerlerine pişkin tuğladan yapılmış taşlar atıyordu." Bu durum karşısında yanlarındaki fil böğürmeye başladı. Sonunda Yüce Allah, "Onları yenilmiş ekin yaprakları hâline getirdi."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: "Fil sahiplerine Rabbinin ne ettiğini görmedin mi?" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Habeşli Ebrehe el- Eşrem, Yemen ahalisinden kendisine tâbi olan savaşçılarla birlikte Allah'ın Evi'ne doğru yola koyuldu. Yemen'deki bir kilisenin Araplar tarafından saldırıya uğraması üzerine Kâbe'yi yıkmak istiyordu. Fillerini de alarak yola çıktılar. Sifâh denilen yere vardıkları zaman fil yere çöküp kaldı. Onu Kâbe'ye doğru çevirdiklerinde yere yatıyordu. Geldikleri yöne doğru çevirdiklerinde ise koşarak gidiyordu. Nahlatu'l-Yemâniyye denilen vadiye yetiştiklerinde Yüce Allah üzerlerine beyaz renkli ebabil kuşlarını gönderdi. Bu kuşlar çok kalabalıktı ve biri gagasında ikisi de ayaklarında olmak üzere her bir kuş üç tane taş taşıyordu. Kuşlar onların üzerlerine bu taşları bırakınca yenilmiş ekin yapraklarına döndüler. Kuşların bu saldırısından sadece Ebû Yeksûm (Ebrehe) sağ kurtuldu. O da uğradığı her bölgede bedenindeki etlerin bir bölümü kopup düşüyordu. Sonunda kavminin yanına ulaştı. Başlarına gelenleri onlara anlattıktan sonra da öldü."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Fil sahiplerine Rabbinin ne ettiğini görmedin mi?" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Ebû Yeksûm (Ebrehe) zorba krallardan birisiydi. Yemen'de bir kilisenin Araplar tarafından yıkılması üzerine o da Kâbe'yi yıkmak istiyordu. Bunun için bir fille birlikte ordusunu Mekke'ye doğru sürdü. Ancak fil Harem bölgesine yaklaşınca yere yattı. Geldikleri yöne doğru çevirdiklerinde ise koşarak gidiyordu."

İbn Ebî Şeybe, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: "Habeş kralı Ebû Meksûm (Ebrehe) filiyle birlikte Mekke'ye doğru yola çıktı. Harem bölgesine yaklaştıklarında fil bölgeye girmek istemedi. Geldikleri yöne çevirdikleri zaman hızlıca yol alıyor, Kâbe yönüne sürdüklerinde ise gitmemek için diretiyordu. Sonrasında üzerlerine ağızlarında nohut tanesi kadar taşlar olan beyaz renkli küçük kuşlar gönderildi. Bu kuşların bıraktığı taşlar kime değdiyse helak oluyordu."

Abd b. Humeyd, İbn Abbâs'tan bildirir: Fil ordusu yola çıkıp Sifâh denilen yerde konakladıklarında Abdulmuttalib yanlarına geldi ve: "Bu, Yüce Allah'ın Ev'idir ve ona kimseyi musallat etmeyecektir!" dedi. Onlar ise: "Bu evi yıkmadan geri dönmeyeceğiz!" karşılığını verdiler. Ancak fillerini ne zaman öne doğru sürselerfil geriye doğru çekiliyordu. Sonrasında Yüce Allah onların üzerine ebabil kuşlarını gönderdi. Bu kuşlara da üzeri çamurla kaplı siyah taşlar verdi. Kuşlar üst taraftan ordunun hizasına gelince ayaklarındaki taşları üzerlerine bıraktılar. Ordu içinde kaşıntıya maruz kalmayan tek bir kişi dahi kalmadı. Öyle ki kişi derisini kaşıdığı zaman kaşıdığı yerin eti dökülüyordu.

Ebû Nuaym Delâil'de Süddî es-Sağîr vasıtasıyla Kelbî'den, oda Ebû Sâlih'ten, o da İbn Abbâs'tan bildirir: Kureyşli bir genç arkadaşlarıyla birlikte Habeşistan'a doğru yola çıktı. Bir deniz sahilinde de konakladılar. Konakladıkları sahilde Hıristiyanlara ait "Sercisan Suyu" adında bir kilise bulunuyordu. Yola çıkma zamanı geldiğinde yemeklerini pişirmede kullandıkları odunlardan arta kalanları toplayıp bir ateş yaktılar. Söndürmeden de yola çıktılar. Onlar gittikten sonra yaktıkları ateş kiliseye sıçradı ve onu yaktı. Necâşi (Habeş kiralı) bunu duyunca çok öfkelendi. Bunun üzerine Ebrehe es-Sabbahî, Ebu'l-Eksûm el-Kindî ve Hicr b. Şurahbîl el- Keidî el-Adevî yanına geldiler ve: "Ey kral! Neden bu kadar öfkeleniyorsun? Endişe etme! Sercisan Suyu kilisesini yeniden inşa etmeyi ve Allah'ın Kâbe'sini yakmayı biz sana garanti ediyoruz. Bu şekilde Kureyş'in sığınağı olan Kâbe, Sercisan Suyu kilisesinin karşılığı olur. Biz seninle birlikte gidip Kureyşlinin yaktığı Sircisan kilisesi yerine Kâbe'yi yakıp yıkarız. Mekke'nin fethini de sana garanti ederiz. Bu şekilde Kureyş kadınlarından dilediğini kendine seçersin" dediler. Bu yönde konuşarak sonunda onu ikna ettiler. Sonrasında Necâşi, büyük bir orduyla Mekke'ye doğru yola çıktı. İçlerinde Kinâne kabilesinin bir kolu da bulunan Yemenli çetelerden bir grubun başında Maklûs da ona katıldı. Vâdi'l-Mecâz (Mecâz vadisi) denilen yere ulaştıklarında orada konakladılar.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini açıklarken şöyle demiştir: "Peşpeşe uçan beyaz renkte ve çok sayıda kuş demektir. Deniz tarafından gelmişler, her biri ayaklarında iki, gagalarında da bir tane olmak üzere üç taş taşıyordu. Bu taşlar da değdiği yeri parçalıyordu."

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Bir araya toplanmış ve biribirini takip eden kuş sürüleri demektir" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ubeyd b. Umeyr: (.....) ifadesini açıklarken: "Çok sayıda kuş demektir" demiştir.

Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî)'den bunun aynısını bildirir.

Abd b. Humeyd, Firyâbî ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ubeyd b. Umeyr: (.....) ifadesini açıklarken şöyle demiştir: "Bunlar deniz tarafından çıkan bir kuş sürüsüdür. Hind bölgesi adamlarını andıran bir sûretleri vardı ve ayaklarında oturan develeri andıran taşlar taşıyorlardı. Bu taşların en küçüğü bir adam kafası kadardı. Ebrehe ordusundan dilediği kişinin üzerine şaşmadan bu taşı atabiliyorlardı. Kendisine taş isabet eden kişi de olduğu yerde can veriyordu. Ebâbîl ifadesi de 'peşpeşe gelen' anlamındadır."

İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ubeyd b. Umeyr: "Onların üstüne ebabil kuşlarını gönderdi" âyetini açıklarken: "Ebrehe ordusunun üzerine siyah renkte, gaga ile ayaklarında taşlar bulunan deniz kuşları salındı" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime ile Mücâhid: "Onların üstüne ebabil kuşlarını gönderdi" âyetini açıklarken: "Ebabil kuşları Ankâu'l-Muğrib (Anka kuşu) denilen kuşlardır" demişlerdir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Abdurrahman b. Sâbit: "Ebâbîl, bölük bölük anlamındadır" demiştir.

Firyâbî, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: "Ebâbîl, gagalarıyla taş atan kuşlardır. Üzerine bu taşlardan değen kişinin derisi de kabarıyordu. İnsanlar çiçek hastalığını ilk olarak bu olay sırasında görmüşlerdir."

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyetinin anlamı nedir?" diye sorunca, İbn Abbâs: "Kuşların, durmadan gaga ile ayaklarında taş taşımaları ve askerlerin üzerinde uçuşmalarıdır" dedi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Şairin:

"Verkâ'nın süvarileriyle öğrendiler

Ebabillere nasıl eyer atılıp binildiğini" dediğini işitmez misin?"

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Ebû Nuaym'ın Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Yüce Allah fil ordusunun üzerine taşları gönderdiği zaman bu taşlar değdiği yeri kabartıyordu. Çiçek hastalığının bölgede ilk olarak çıkışı da bu olay sırasında oldu. Daha sonra Yüce Allah bir sel gönderdi de hepsini toplayıp denize döktü" demiştir. Kendisine: "Ebâbîl nedir?" diye sorulunca da: "Bölük bölük demektir" karşılığını verdi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: (.....) ifadesini açıklarken: "Bölük bölük kuşlar demektir" demiştir.

Firyâbî ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Peşpeşe ve bölükler halinde kuşlar, anlamındadır. Bu kuşlar da deniz tarafından geliyordu" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Yeşil kuşlardır. Deve gibi burunları, köpek gibi pençeleri vardı" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Bu kuşların insan gibi elleri, vahşi hayvanlar gibi de pençeleri vardı" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebû Nuaym Delâil'de ve Beyhakî Delâil'de, Ubeyd b. Umeyr el-Leysî'den bildirir: "Yüce Allah fil ordusunu helak etmek istediği zaman deniz tarafından onların üzerine bir kuş sürüsü yolladı. Bu kuşlar benekli kırlangıç kuşlarını andırıyorlardı. Her bir kuş da gagasında bir, ayaklarında iki tane olmak üzere üç tane taş taşıyordu. Kuş sürüsü ordunun üst tarafına yetiştiği zaman bağırtılar içinde taşıdıkları taşları bırakmaya başladılar. Taşlar değdiği kişiyi delip geçiyordu. Kişinin başına düştüğü zaman dübüründen, başka bir tarafından düştüğü zaman da diğer tarafından çıkıyordu. Daha sonra Yüce Allah şiddetli bir rüzgar gönderince taşlar kuşların ayaklarından daha sert bir şekilde çıkmaya başladı. Bu şekilde fil ordusu bütünüyle helak oldu."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İkrime: (.....) ifadesini açıklarken şöyle demiştir: "Bunlar beyaz (başka bir lafızda yeşil) olan kuşlardı. Deniz tarafından gelmişlerdi. Vahşi hayvanları andıran bir yüzleri vardı. Daha önce hiç görülmedikleri gibi daha sonra da bir daha görülmediler. Fil ordusu bu kuşlardan dolayı çiçek hastalığına yakalandılar. Çiçek hastalığı da ilk olarak bu olay sırasında görüldü."

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Fil sahiplerine Rabbinin ne ettiğini görmedin mi?" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Fil ordusu Ebû Yeksûm komutasında Mekke'ye girmek üzere yola çıktı. Muğammes'e vardıklarında kuş sürüsüyle karşılaştılar. Bu kuşlardan her biri gagasında bir, ayaklarında iki tane olmak üzere üç taş taşıyordu. Bu taşları ordunun üzerine atmaya başladılar. "Onların üstüne ebabil kuşlarını gönderdi" âyetinde ifade edilen de budur. Ebâbîlden kasıt, bu kuşların peş peşe sürüler halinde gelmesidir. Bu kuşlar Yüce Allah'ın da buyurduğu gibi: "Onlara siccîl'den taşlar atıyorlardı." Siccîl de çamur anlamındadır. Çamurdan olan bu taşlar koyun dışkışı büyüklüğündeydi ve Zafâr boncuklarını andırıyorlardı. Kuşlar bu taşları ordunun üzerine atmaya başlayınca, Yüce Allah'ın buyurduğu gibi, "Onları yenilmiş ekin yaprakları hâline getirdi." Atılan bu taşlar yenilip parçalanmış ekin yaprakları gibi onları parça parça etti. Fil ordusunun Mekke'ye doğru gelmesi Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) doğumundan yirmi üç yıl önce gerçekleşmişti.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebu'l-Kenûd: "Onlara siccîl'den taşlar atıyorlardı" âyetini açıklarken: "Bu taşlar nohut tanesinden küçük, mercimekten daha büyüktü" demiştir.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İmrân: (.....) ifadesini açıklarken: "Sürü halinde ve birçok taşla gelen kuşlardır. Bu kuşlar en büyüğü nohut, en küçüğü ise mercimek tanesi kadar olan taşlarla gelmişti" demiştir.

Ebû Nuaym'ın Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Onlara siccîl'den taşlar atıyorlardı" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bunlar fındık büyüklüğünde, pişmiş tuğla renginde kırmızımsı taşlardı. Her bir kuşta biri gagasında, ikisi de ayaklarında olmak üzere bunlardan üç taş vardı. Kuşlar gökyüzünden yükselip ordunun üzerine kadar geldi. Taşları bırakınca da sadece askerlerin bulunduğu yere düştü."

Ebû Nuaym, Nevfel b. Muâviye ed-Deylî'den bildirir: "Fil ordusunun üzerine atılan taşları gördüm. Mercimekten daha iri, nohut tanesi büyüklüğündeydiler. Zafâr boncukları gibi kırmızımsı ve pişirilmiş idiler."

Ebû Nuaym, Hakîm b. Hizâm'dan bildirir: "Atılan bu taşlar nohut ile mercimek arası bir büyüklükteydi. Boncuk gibi kırmızımsı ve pişirilmiş idiler. Şayet bir topluluk bunlarla cezalandırılmış olmasaydı alır mescidimde bunları kullanırdım. Müslüman olduğum sıralarda Mekke'de bu taşlardan çokça bulunuyordu."

Ebû Nuaym, Ümmü Kürz el-Huzâiyye'den bildirir: "Fil ordusunun üzerine atılan taşları gördüm. Zafâr boncukları gibi kırmızımsı ve pişirilmiş idiler. Taşlar konusunda bundan başkasını söyleyenler boş konuşmuş olurlar. Atılan taşlar bütün askerlere isabet etmemiş, içlerinden kurtulanlar da olmuştu."

Ebû Nuaym, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirir: "Bunlar iki fille gelmişlerdi. Mahmûd adındaki fil yere yatıp ileriye gitmedi. Diğer fil ise yoluna devam edince o da kuşlar tarafından atılan taşlara maruz kaldı."

Ebû Nuaym, Atâ b. Yesâr'dan bildirir: Fil ordusunda bulunan ve fili çeken ile süren kişilerle konuşan biri bana şunu anlattı: "Fili süren ile onu çeken iki adama filin hikayesini bana anlatmalarını istediğimde şöyle dediler: "Bu fil Habeş kiralının en büyük filiydi ve bu fille hangi ordunun üzerine yürüdüyse mutlaka onları yeniyordu. Bu fille Mekke'ye doğru yola çıktı. Harem bölgesine yaklaştığımızda fil yere çöktü. Ne zaman Mekke tarafına çevirsek yere yatıp kalıyordu. Bazen yürüyene kadar onu dövüyor, bazen de diretip yürümüyor biz de bıkıp onu bırakıyorduk. Bu şekilde Muğammes'e kadar ulaştık. Oraya geldiğimizde yere çöküp kaldı ve bir daha da kalkmadı. Zaten o sırada da söz konusu azapla karşı karşıya kaldık." Onlara: "İkinizden başka kurtulan oldu mu?" diye sorduğumda şöyle dediler: "Evet, oldu. Zira bu azaba herkes maruz kalmadı. Böylesi bir durumla karşılaşan Ebrehe, yanındakilerle birlikte memleketine geri dönmek üzere yola düştü. Ancak girdiği her bir gölgede bir organı kopup düştü. Has'am bölgesine yetiştiğinde bedeninde başından başka bir organı kalmamıştı. Orada da öldü."

Ebû Nuaym, Ata ile Dahhâk vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: "Ebrehe el- Eşrem, Kâbe'yi yıkmak üzere Yemen'den yola çıktı. Ancak Yüce Allah ordusunun üzerine hortumları olan sürüyle kuşlar gönderdi. Bu kuşlardan her biri gagalarında bir, ayaklarında iki tane olmak üzere üçer taş taşıyordu. Bu taşlardan birini askerin başına bıraktığı zaman askerin eti ile kanı akıp gidiyor; asker eti, derisi ve kanı olmayan kemik yığınına dönüşüyordu."

Ebû Nuaym, Osman b. Affân'dan bildirir: Hüzeyl kabilesinden bir adama Fil Vakasını sorduğumda şöyle dedi: "Fil Vakasının olduğu gün dişi bir atın üzerinde gözcü olarak gönderilmiştim. Harem bölgesinden kuşların havalandığını gördüm. Bu kuşların gagasında ve ayaklarında taşlar vardı. Ardından bir rüzgar çıktı ve ortalığı bir karartı kapladı. Bundan dolayı atım iki defa yere çöktü. Bu rüzgar ile karartı onlara doğru yönelip içine aldıktan sonra rüzgar dindi, karartı da çekildi. Ortalık sakinleştikten sonra orduya baktığımda küle dönmüşlerdi."

İbn Merdûye ve Ebû Nuaym, Ebû Sâlih'ten bildirir: "Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hâni'nin yanında (Fil olayında askerlerin üzerine atılan) o taşlardan bir kafiz (2 kg) kadar gördüm. Zafâr boncukları gibi çizgili ve pişmişti. Her birinin üstünde, üzerine düşeceği askerin hem kendi ismi, hem de babasının ismi yazılıydı."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Onları yenilmiş ekin yaprakları hâline getirdi" âyetini açıklarken: "Onları samana çevirdi" demiştir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Onları yenilmiş ekin yaprakları hâline getirdi" âyetini açıklarken: "Onları samana çevirdi" demiştir.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Onları yenilmiş ekin yaprakları hâline getirdi" âyetini açıklarken: "Onları yenilmiş buğday yapraklarına çevirdi" demiştir.

Firyâbî, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) ifadesini: "Yenilmiş buğday yaprakları" olarak açıklamıştır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Tâvus: (.....) ifadesini: "Delik deşik olmuş buğday yaprakları" olarak açıklamıştır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) ifadesini açıklarken: "İçi yenilip boşaltılmış ekin manasındadır" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: "Parçalanmış ekin sapına çevirdik, anlamındadır" demiştir.

İbn İshâk Sîre'de, Vâkidî, İbn Merdûye, Ebû Nuaym ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe şöyle demiştir: "Fili süren ile onu çeken kişileri Mekke'de gördüm. Kör ve kötürümdüler. İnsanlardan yiyecek dileniyorlardı."

Abd b. Humeyd ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Ebzâ: "Fil olayı ile Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) doğumu arasında on yıl vardı" demiştir.

Ebû Nuaym ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Fil olayının olduğu yıl doğdu" demiştir.

İbn İshâk, Ebû Nuaym ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Kays b. Mahreme: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte Fil olayının olduğu yıl doğduk" demiştir.

Beyhaki, Muhammed b. Cübeyr b. Mut'im'den bildirir: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Fil olayının gerçekleştiği yıl doğdu. Ukâz, Fil olayından on beş yıl sonra çarşı, pazar olarak kullanılmaya başlandı. Kâbe'nin yeniden onarılıp inşa edilmesi Fil olayının tam yirmi beş yıl sonrasında oldu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de Fil olayından tam kırk yıl sonra peygamber olarak gönderildi."

0 ﴿