7Sana kitabı indiren O'dur. Ondan bazı âyetler muhkemdir ki, onlar kitabın anasıdır, diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne aramak ve teviline gitmek için onun müteşabihlerine tabi olurlar. Halbuki onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde kökleşenler: "Ona inandık; hepsi Rabbimizie katındandır” derler. Bu inceliği ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar. "Ondan bazı âyetler muhkemdir": Muhkem sağlam ve açıktır. Bundan kastedilen şey hususunda da sekiz görüş vardır: Birincisi: O nasihtir, bunu İbn Mes’ûd, İbn Abbâs, Katâde, Süddi ve diğerleri demiştir. İkincisi: O helâl ve haramdır, İbn Abbâs ile Mücâhid’ten rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: O, Âlimlerin tevilini bildikleri şeydir, bu da Cabir b. Abdullah’tan rivayet edilmiştir. Dördüncüsü: O neshe - dilmeyendir, bunu da Dahhâk, demiştir. Beşincisi: O lâfızları tekrar edilmeyendir, bunu da İbn Zeyd, demiştir. Altıncısı: Kendi başına müstakil olup açıklamaya ihtiyaç duymayan şeydir, bunu da Kadı Ebû Ya’lâ, İmam Ahmed’ten nakletmiştir. Şâfiî ile İbn Enbari de: Tevilinde ancak bir veçhe (yoruma) ihtimali olandır, demişlerdir. Yedincisi: O, huruf-ı mukattaa dışında Kur’ân’ın tamamıdır. Sekizincisi: O; emir ve nehiy, vaat ve tehdit, helâl ve haramdır. Bunu ve bir öncekini Kadı Ebû Ya’lâ demiştir. "Kitabın anası": Aslı demektir. İbn Abbâs ile İbn Cübeyr şöyle demişlerdir: Sanki: Onlar hükümleriyle amel edilen kitabın aslı ve helâl ile haramın toplandığı noktalardır, demek istiyor. Müteşabih üzerinde de yedi görüş vardır: Birincisi: O, mensuhtur, bunu İbn Mes’ûd, İbn Abbâs. Katâde, Süddi ve diğerleri demişlerdir. İkincisi: O, ulemanın bilmelerine imkan olmayan şeydir, meselâ kıyametin kopması gibi. Bu, Cabir b. Abdullah’tan rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: Onlar; elif, lâm, mîm vs. gibi huruf-ı mukataalardır, bunu da İbn Abbâs demiştir. Dördüncüsü: Manası karışık şeylerdir, bunu da Mücâhid, demiştir. Beşincisi: O lâfızları tekrar edilendir, bunu da İbn Zeyd, demiştir. Altıncısı: Birkaç yoruma ihtimali olan şeylerdir. İbn Enbari de şöyle demiştir: Muhkem, birkaç tevile ihtimali olmayan, aklı başında birine kapalı gelmeyen şeydir. Müteşabih de birçok tevili olan şeydir. Yedincisi: Kıssalar ve misallerdir, bunu Kadı Ebû Ya’lâ demiştir. Eğer: "Kur’ân’dan maksat açıklık ve hidayet iken muteşabihi indirmenin ne faydası vardır?” denilirse, buna dört türlü cevap verilir: Birincisi: Arap dili iki kısım olduğu için: Biri, işitene kapalı gelmeyen ve zahirinden başka bir şeye ihtimali olmayan; İkincisi: Mecaz, kinayeler, işaretler, referanslar olduğundan ve bu ikinci bölüm de Araplara tatlı geldiğinden, bu da kelâmlarında harika sayıldığından; Allah Te alâ da Kur’ân'ı bu iki bölüm üzerine indirmiştir ki, benzerini getirmekten aciz kalsınlar. Sanki onlara: Bu iki bölümden hangisiyle olursa olsun benzerini getirin, diye meydan okumuştur. Eğer hepsi muhkem ve açık inse idi: Bize daha tatlı gelen şeyle inseydi, ya derlerdi. Bir sözde ne kadar işaret veya kinaye veya ima veya benzetme olursa, o kadar fasih ve o kadar dikkat çekici olur. Şair İmruulkays şöyle demiştir: Gözlerin ancak kırık ve ezik kalbime İki ok atmak için ağladı. Şair, bakışı teşbih yoluyla oka benzetmiştir. Bu da şi’ri işiten ve okuyana daha tatlı gelir, şi’rin belagatini artırır. Yine İmruulkays şöyle demiştir: Bana bir ok attı; ayrılırken, Kalbime isabet etti, bense intikamını alamadım (sevgilinin bakışını oka benzetmiş ve sevgisi karşılıksız kalmıştır). Yine şöyle demiştir: Ona beliyle gerinip de eteklerinin karanlığı çökerek Göğsü ile üzerime yüklenince dedim ki,... Şair teşbih yoluyla gecenin beli, eteği ve göğsü olduğunu söylemiştir, Böylece şi’ri daha güzel olmuştur. Bir başkası da şöyle demiştir: Kestaneyi iki aşçısı çok iyi yapmış; Onu tencerede tam öldürmemiştir. İki aşçıdan maksat, teşbih yoluyla gece ile gündüzdür. Bir başkası da şöyle demiştir: Her şafak vakti Haşim’e ağlar; Dalların üzerinde güvercinlerin ağladığı gibi. Bir başkası da şöyle demiştir: Şaştım ona, nasıl güzel şarkı söylüyor diye; Konuşmak için ağzını açmadığı halde. İstiare yoluyla ona şarkı ve ağız nispet etmiştir. İkincisi: Allahü teâlâ onu kullarını denemek için indirmiştir ki, mü’min orada dursun da onu bir bilene havale etsin; böylece sevabı büyük olsun; münafık da ondan şüphe etsin, içine kuşku girsin; böylece azabı hak etsin, tıpkı onları Tâlut'un ırmağı ile denemesi gibi. Üçüncüsü: Allahü teâlâ ilim adamlarını müteşabihi muhkeme havale etmekle denemek istemiştir. Böylece onun üzerindeki düşünceleri artar, onu araştırma ilgileri kesintiye uğramaz. Bu yorgunluktan dolayı da sevap kazanırlar, tıpkı diğer ibadetlerden sevap kazandıkları gibi. Eğer Kur’ân'ın tamamı muhkem olsa idi, onda bilenle bilmeyen bir olur, alimin başkasından üstünlüğü olmaz ve düşünce fonksiyonları ölürdü. Halbuki düşünce ve çare ancak anlama ihtiyacı duyulduğu zaman gerçekleşir. Hekimler şöyle demişlerdir: Zenginliğin kusuru ahmaklık getirmesi, fakirliğin üstünlüğü de çare aratmasıdır. Çünkü muhtaç olduğu zaman çare arar. Dördüncüsü: Her sanat erbabı ilimlerinde kapalı şeyler ve ince meseleler koyarlar ki, öğrettikleri kimseleri denesinler, onları cevap bulmaya alıştırsınlar. Zira onların kapalı şeye güçleri yeterse, açığa daha çok yeter. Bu da Âlimlerce güzel olduğundan Allahü teâlâ’nın indirdiği müteşabihin de bu türden olması güzel olmuştur. Bu cevaplar, İbn Kuteybe ile İbn Enbari’nin görüşlerinden çıkarılmıştır. "Kalplerinde eğrilik olanlar": Eğrilik hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: O şüphedir, bunu Mücâhid ile Süddi, demişlerdir. İkincisi: Bu, meyildir, bunu da Ebû Mâlik, demiştir, İbn Abbâs’tan da bu iki görüşün benzeri rivayet edilmiştir. Bunun doğru yoldan sapmak olduğu da söylenmiştir. Bunların kimler olduğu hakkında da dört görüş vardır: Birincisi: Onlar, Haricilerdir, bunu Hasen Basri, demiştir. İkincisi: Münafıklardır, bunu da İbn Cüreyc, demiştir. Üçüncüsü: Necran’ın Hıristiyan heyetidir. Dördüncüsü: Yahudilerdir, onlar ebcet hesabı ile bu ümmetin süresini bilmek istemişlerdir, bunu İbn Sâib demiştir. "Onlar müteşabih olan şeye tabi olurlar": İbn Abbâs şöyle demiştir: Onlar muhkemi müteşabihe, müteşabihi de muhkeme havale eder ve karıştırırlar. Süddi de şöyle demiştir: "Bu ayete ne oluyor ki, onunla şöyle şöyle amel edildiği halde sonra neshediliyor?” derler. Burada fitneden ne murat edildiği hususunda da üç görüş vardır: Birincisi: O, inkârdır, bunu Süddi, Rebi’, Mukâtil ve İbn Kuteybe, demişlerdir. İkincisi: Şüphelerdir, bunu da Mücâhid, demiştir. Üçüncüsü: Arayı bozmaktır, bunu da Zeccâc, demiştir. Tevil hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O tefsirdir. İkincisi: Beklenen sonuçtur. Rasih ise sabit ve sağlam şeydir. Resaha yersahu rusuhan denir. Râsihler (derin ilim adamları) onun tevilini bilirler mi yoksa bilmezler mi? Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onu bilmezler, burası söz başıdır. Tâvûs, İbn Abbâs'tan (yekulurrasihune fililmi amenna bih) okuduğunu rivayet etmiştir. Bu manaya İbn Mes’ûd, Übey b. Ka’b, İbn Abbâs, Katâde, Ömer b. Abdülaziz, Ferrâ’, Ebû Ubeyde, Sa’leb, İbn Enbari ve cumhûr kail olmuşlardır. İbn Enbari şöyle demiştir: Abdullah b. Mes’ud kıraati: "İn te’viluhu illâ in de İlâh, verrasihune fililmi) şeklindedir; Übey ile İbn Abbâs kıraati de: "Ve yekulurrasihune fililmi” İlimlerde kökleşenler şöyle derler: Allahü teâlâ kitabında bazı şeyler indirmiştir, bunların ilmini kendine saklamıştır. Tıpkı: "Onun ilmi ancak Allah katındadır” (A’raf: 187); "bunların arasında daha birçok nesiller” (Furkan: 38) âyetlerinde olduğu gibi. Böylece Allahü teâlâ kapalıyı indirmiştir ki, ona mü’min iman etsin de mutlu olsun; kâfir de onu inkâr etsin de bedbaht olsun. İkincisi: Onlar bilirler ve onlar ifadesi istisnaya dahildir. Mücâhid, İbn Abbâs’tan: Ben onun tevilini bilenlerdenim, dediğini rivayet etmiştir. Bu da Mücâhid ile Rebi’’in görüşüdür. İbn Kuteybe ile Ebû Süleyman Dımeşki de bunu tercih etmişlerdir. İbn Enbari şöyle demiştir: Bu görüşü Mücâhid’ten İbn Ebi Necih rivayet etmiştir; onun Mücâhid’ten ettiği tefsir rivâyeti sahih değildir. |
﴾ 7 ﴿