4-NİSA SÛRESİBismillahirrahmanirrahim Medine’de inmiştir. 176 ayettir. 1Ey iman edenler, sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan, bu ikisinden de birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun. O’nunla birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık (bağlarını koparmak) tan korkun. Şüphesiz Allah üzerinizde bir gözeticidir. İnişi hakkında iki görüşle ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O Mekki'dir, bunu Atıyye, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Hasen, Mücâhid, Cabir b. Zeyd ve Katâde de bu görüştedirler. İkincisi: O Medenidir, bunu da Atâ’, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Mukâtil de bu görüştedir. Onun Medeni olduğu, ancak bir âyetinin Mekke’de Osman b. Talha hakkında indiği rivayet edilmiştir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem orayı fethedince, Ka’be’nin anahtarlarını ondan alıp da Abbas’a teslim etmek isteyince inmiştir; o da şu ayettir: Şüphesiz Allah size emanetleri ehline vermenizi emreder. Bunu Maverdi, demiştir. "Rabbinizden korkun": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, itâat manasınadır, bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Çekinmek manasınadır, bunu da Mukâtil, demiştir. Bir tek nefis: Âdem ve eşi Havva’dır. "Haleka minha"daki “he” zamiri cumhûrun kavline göre teb’iz (ba’z) manasınadır. İbn Bahr de: Ondan, yani onun cinsinden, demiştir. 1 1 - Ebû Hayvan el - Endelüsi, Bahrulmuhit, 3/154. “Eş“ i ne zaman yaratılmıştır? Bunda iki görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O (Âdem) cennete girdikten sonra yaratılmıştır, bunu İbn Mes’ûd ile İbn Abbâs, demişlerdir. İkincisi: Cennete girmeden önce yaratılmıştır. Bunu da Ka’bu’l - Ahbar, Vehb ve İbn İshak demişlerdir. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Allahü teâlâ Âdem’i yaratınca ona bir uyku verdi, Havva'yı onun sol eğelerinden birinden yarattı. 2 2 - Buhârî, Ehadisü'l - - Enbiya, bab, 1; Nikah, bab, 80; Müslim, Rıda, hadis no, 62. Ona hiçbir rahatsızlık vermedi. Eğer böyle bir rahatsızlık duysa idi, hiçbir zaman ona şefkat göstermezdi. Uyanınca: "Ey Âdem, bu kim?” denildi. O da: Havva, dedi. "Besse minhüma": Ferrâ’ şöyle demiştir: Besse yaymak manasınadır. Araplardan bazıları: Ebessalluhül halka derler. Besestüke ma nefsi ve ebsestüke derler ki, içimdekini sana açtım, demektir. "Ellezi tesâelûne bihi": İbn Kesir, Nâfi', İbn Âmir ve Burcumi, Ebû Bekir’den, o da Âsım’dan, Yezidi, Şuca, Cu’fi, Abdülvaris, Amr’dan rivayetle şeddeli olarak "tessaelune” okumuşlardır. Âsım, Hamze, Kisâi ve Ebû Amr’in arkadaşları ondan rivayetle şeddesiz okumuşlardır. Zeccâc şöyle demiştir: Aslı tetesaelune’dir, kim şedde ile okursa, teyi sine idgam eder, çünkü mahreçleri yakındır. Kim de şeddesiz okursa, ikinci teyi hazfeder, çünkü iki te birleşmiştir. "Tesâelûne bihi"'nin manası üzerinde üç görüş beyan ederek ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Onunla birbirinize şefkat duyarsınız, bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Onunla akit yapar ve sözleşirsiniz, bunu da Dahhâk ile Rebi’, demişlerdir. Üçüncüsü: Onunla haklarınızı istersiniz, bunu da Zeccâc, demiştir. "Vel-erhâm": Cumhûr mimin nasbi ile okumuştur, mana da: Akrabalık bağlarını koparmaktan sakının demek olur. Bunu bu şekilde İbn Abbâs, Mücâhid, İkrime, Süddi ve İbn Zeyd, demişlerdir. Hasen, Katâde, A’meş ve Hamze de, mimin kesri ile okumuşlar; mana da: O’nun adına ve akrabalık namına birbirinizden dilekte bulunursunuz, demek olur. Bunu bu şekilde Hasen, Atâ’ ve Nehaî tefsir etmişlerdir. Zeccâc şöyle demiştir: "Erham"ı cer ile okumak gramerce mümkün değildir, ancak şiirde kafiye zarureti için okunur. Dinde de hatadır, çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: "Babalarınızla yemin etmeyin” demiştir. 3 3 - Müslim, Kitabu'l - Eyman, hadis no, 4. Ferrâ’ da bu görüşe meyletmiştir. İbn Enbari de şöyle demiştir: Hamze’nin cer ile okunması, Arapların eski bir adetini haber vermek üzeredir; Mana şöyledir: Cahileyede O’nun ve akrabalık adına dilekte bulunduğunuz Allah’tan korkun. Ebû Ali de şöyle demiştir: Kim cer ile okursa, be ile mecmr olan ismin üzerine atfeder, ki, bu, kıyas olarak zayıftır ve az kullanılır. Onu terk etmek daha güzeldir. Rakîb’e gelince İbn Abbâs ile Mücâhid: Rakîb, gözetleyici, demişlerdir. Hattâbî de: O gözünden bir şey kaçmayan bekçidir, insanlar için kullanılırsa, bir şeyle görevlenen ve onu gözetleyen, onda gaflet etmekten sakınan kimse demektir. Rakabtüşşey’e erkubuhu rikbeten denir. 2Yetimlere mallarını verin. Temizi murdara değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu, büyük bir günahtır. "Yetimlere mallarını verin": İniş sebebi şöyledir: Gatafan kabilesinden bir adamın yetim yeğenine ait çok malı vardı, çocuk buluğa erince malım istedi, o da vermedi, onu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e dava etti, bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Said b. Cübeyr, demiştir. "Verin” emri velilere ve vasilere dönüktür. Zeccâc şöyle demiştir: Onlara buluğdan sonra da yetim denilmesi, daha önceki hallerine binaendir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e de: Ebû Talib’in yetimi derlerdi. "Vela tetebeddelul habise bittayyibi": İbn Muhaysın: Tek te ile "tebeddelu” okumuştur. Sonra Kelâmın manasında da iki görüş vardır: Birincisi: O gerçekten değiştirmektir. Sonra bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O iyiyi alıp yerine kötüyü vermektir. Bunu Said b. Müseyyeb , Dahhâk, Nehaî, Zührî ve Süddi, demişlerdir. Süddi şöyle demiştir: Birileri yetimin sürüsünden semiz koyunu alır, onun yerine zayıfı verirdi. Kaliteli dirhemleri alır, yerine sahte dirhemleri verirdi. İkincisi: O Yetime karşı kâr ederdi, yetim de toy olduğu için bunu bilmezdi, bunu Atâ’, demiştir. İkinci görüş: O gerçek değiştirme değildir, onu tüketmek üzere almaktır. Sonra bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar kadınları ve çocukları mirasçı yapmazlardı, mirası ancak büyük erkekler alırlardı. Buna göre adamın mirastan aldığı temiz, yetim hakkından aldığı da murdardır. Bu, İbn Zeyd’in görüşüdür. İkincisi: O, kendi mallarından yeme yerine yetimlerin mallarından yemedir, bunu da Zeccâc, demiştir. "İla” "maa” manasınadır, hub da günahtır. Hasen, Katâde ve Nehaî hanın fethası ile havb okumuşlardır. Ferrâ’ şöyle demiştir: Hicazlılar zamme ile hub, Temimliler de fetha ile havb, derler. İbn Enbari şöyle demiştir: Ferrâ’: Mazmum isim, meftuh da mastardır, demiştir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Bunda da üç lügat vardır: Hub, havb ve hab. 3Eğer yetimler (yetim kızlar) hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, sizin için helâl olan kadınlardan ikişer, üçer ve dörder olmak üzere nikah edin. Eğer yine adalet yapamayacağınızdan korkarsanız bir kadın yahut sağ ellerinizin sahip olduğu cariye ile (yetinin). Bu sapmamanıza daha yakındır. "Eğer yetimler hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız": Bunun inişi ve tevili hakkında altı görüşle ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Onlar cahiliye döneminde birçok kadınlarla evlenirlerdi, aralarında adaleti terk etmekten sakınmazlardı. Onlara bu âyetle: Yetimler arasında adaleti terk etmekten sakındığınız gibi kadınlar arasında da adaleti terk etmekten sakının, denildi. Bu mana İbn Abbâs, Said b. Cübeyr, Dahhâk, Katâde, Süddi ve Mukâtil’ten rivayet edilmiştir. İkincisi: Yetim velileri kadınlarla yetimlerin mallarıyla evlenirlerdi, kadınlar çoğalınca yetimlerin mallarına yüklendiler, bunun üzerine yetimlerin mallarını muhafaza etmek için dört kadınla sınırlandılar. Bu mana da İbn Abbâs ile İkrime’den rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: Bunun manası şöyledir: Ey yetimlerin velileri, yetim kızları nikahladığınız zaman mehillerinde adalet etmekten korkarsanız, Allah’ın size helâl ettiği yabancı kadınlardan nikahlayın. Bu mana da Hazret-i Âişe’den rivayet edilmiştir. Dördüncüsü: Bunun manâsı şöyledir: Ey yetimlerin velileri, eğer onları nikahlamada adaleti icra edememekten korkar, onlarla geçimsizlikten ve onlara rağbet etmemekten sakınırsanız, başkalarını nikahlayın. Bu mana da yine Hazret-i Âişe ile Hasen’den rivayet edilmiştir. Beşincisi: Onlar yetimlere veli olmaktan kaçınırlardı, zinadan da kaçınmaları emredildi ve helâl nikah yapmaları buyuruldu, bu mana da Mücâhid’ten rivayet edilmiştir. Altıncısı: Onlar yetimlerin mallarından kaçındıkları gibi, yetim kızları nikah etmekten de kaçınırlardı, Allah onlara bu âyetle müsaade etti ve onları adalet edebilecekleri sayı ile sınırladı ve: Ey yetimlerin velileri, onlarda adalet edememekten korkarsanız, onları nikahlayın, adalet etmeniz için de dörtten fazla nikahlamayın. Eğer onlarda adalet edememekten korkarsanız, bir tanesiyle evlenin. Bu mana da Hasen’den rivayet edilmiştir. İbn Kuteybe şöyle demiştir: "Eğer korkarsanız"ın manası: Adalet edemeyeceğinizi bilirseniz demektir. Aksatarrecülü denir ki, adalet etmektir, kasatarrecülü de: Haksızlık etmektir. Yetimler hakkında adalet etmenin manasında da iki görüş vardır: Birincisi: Yetimleri nikahlamada. İkincisi: Mallarında. "Fenkihu matabe leküm": Size helâl olanı nikahlayın, demektir. İbn Cerir şöyle demiştir: Size hoş olanla fiil kastedilmiş, kadınların şahısları kastedilmemiştir. Bunun için de "ma” demiş, "men” dememiştir. Yetimlerden nikah mı, başkalarından nikah mı? Bunda iki görüş vardır ve bunlar da yukarıda geçmiştir. "Mesna ve sülase ve ruba’": Zeccâc şöyle demiştir: Bu, "ma tabe leküm"den bedeldir, manası da: İkişer ikişer, üçer üçer ve dörder dörder demektir. Allahü teâlâ Araplara lügatlerin en fasihi ile hitap etmiştir. Düzgün konuşan bir kimsenin dokuz diyecek yerde: iki, üç ve dört demesi doğru değildir. Çünkü dokuz, bu sayıyı karşılamak için konulmuştur. O zaman konuşmada acizlik olur (bu sayıdan dokuz kadınla evlenmenin câiz olduğunu çıkaranlara söylüyor. Mütercim). İbn Enbari de şöyle demiştir: Bu vavın manası dağıtmadır, toplama değildir. Mana şöyledir: Size helâl olan kadınlardan bir durumda ikisi ile evlenin, başka bir durumda üçü ile evlenin, bu iki halin dışında da dört kadınla evlenin. Kadı Ebû Ya'lâ da şöyle demiştir: Buradaki vav istediği sayının mubah olması içindir, toplama için değildir. Bu sayı da ancak hürler içindir, köleler için değildir. Bu da Ebû Hanife ile Şâfiî’nin kavilleridir. İmam Malik ise: Onlar da hürler gibidir, demiştir. Bizim delilimiz: Nikahlayın kavlidir. Bu da nikah tasarrufunda bulunan için söz konusudur. Kölenin ise böyle bir imkanı yoktur. Onun arkasından: "Bir yahut ellerinizin sahip olduklarından” demiştir ki, kölenin böyle bir sahipliği yoktur. Onun için dört değil, ancak iki olabilir. "Fein hiftüm": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bilirseniz, demektir. İkincisi: Korkarsanız, demektir. "Adalet edememekten": Kadı Ebû Ya’lâ: Kadınlar arasında nöbette adaleti kastetmiştir, demiştir. "Bir tane": Yani tek eşle evlenin, demektir. Hasen, A’meş ve Humeyd, merfu olarak: Fevahidetün okumuşlar; mana da: Biri yeter, demektir. "Ev mameleket eymanüküm": Cariyeler demektir, İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Yetimlere bakmak zorunda kalıp da aralarında adalet edememekten korktuğunuz gibi kadınları nikahladığınız zaman da aralarında adalet edememekten korkun. Sonra şöyle demiştir: Eğer bu dört kadın arasında adalet edememekten korkarsanız, bir kadın nikahlayın ve cariye ile yetinin. "Zâlike edna": Bu daha yakındır. "Teulu"nun manasında da üç görüş vardır: Birincisi: Meyletmektir, bunu İbn Abbâs, Hasen, Mücâhid, İkrime, Atâ’, İbrahim, Katâde, Süddi, Mukâtil ve Ferrâ’, demişlerdir. Ebû Mâlik ile Ebû Ubeyd de: Haksızlık etmemenize daha yakındır, demişler. İbn Kuteybe şöyle demiştir: Zeccâc: Tecuru ile temilu’nun aynı manaya olduğunu söylemiştir. İki Arap bir adamı hakem tayin ettiler; birinin lehine hüküm verdi. Aleyhine hüküm verilen: Inneke vallahi teulu aleyye (Allah’a yemin ederim ki, bana haksızlık ediyorsun) dedi. İkincisi: Sapmamanıza demektir. Üçüncüsü: Ailenizin kalabalık olmaması için. Bunu İbn Zeyd demiş ve Ebû Süleyman Dımeşki tefsirinde onu imam Şâfiî’den rivayet etmiştir. Zeccâc ise onu reddetmiş ve: Bütün dilciler bu görüşün hatalı olduğunu söylemişlerdir. Çünkü bir kadım bile geçindirmek zordur, Köleleri idare etmek dört kadım idare etmekten daha az zor değildir (kalabalık dikkate alınmamalıdır demek istiyor. Mütercim). 4Kadınlara mehirlerini yürekten isteyerek verin. Eğer ondan birazını gönül hoşluğu ile size bağışlarlarsa, onu da afiyetle içinize sindirerek yiyin. "Kadınlara mehirlerini yürekten isteyerek verin": Bununla kimlere hitap edildiği hususunda iki görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Onlar kocalardır, bu da cumhûrun görüşüdür. Delil olarak da evlenenlere hitabın göçmiş olmasıdır. Bu da onun üzerine atfedilmiştir. Mukâtil şöyle demiştir: Bir adam mehirsiz evlenir ve: Ben sana mirasçı olurum, sen de bana mirasçı olursun, derdi. Kadın da: Peki, derdi; bunun üzerine bu âyet indi. İkincisi: Bu, velilere yöneliktir; sonra bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bir adam bir dulu evlendirdiği zaman mehrini kadın değil, kendi alırdı, bu âyetle bundan men edildiler. Bu da Ebû Salih’in görüşüdür. Ferrâ’ ile İbn Kuteybe de bunu tercih etmişlerdir. İkincisi: Bir adam bir adama kendi kız kardeşini verir, onun kız kardeşini de karşılık olarak mehirsiz olarak alırdı (değişik ederlerdi), bu âyetle bundan da men edildiler. İbn Kuteybe şöyle demiştir: Sadukat: Çoğuldur, tekili sadukadır. "Nihleten” üzerinde de dört görüş vardır: Birincisi: O farz manasınadır, bunu İbn Abbâs, Katâde, İbn Cüreyc, İbn Zeyd ve Mukâtil, demişlerdir. İkincisi: O hibe ve bağış manasınadır, bunu da Ferrâ’, demiştir. İbn Enbari de şöyle demiştir: Araplar cahiliyede kadınlara mehillerinden hiçbir şey vermezlerdi. Allah onlar için mehri farz kılınca, Allah’tan kadınlara bir ikram oldu, kadınlara hibe olarak erkeklere farz oldu. Zeccâc şöyle demiştir: O, Allah’tan kadınlara bir hibedir. Kadı Ebû Ya’lâ da şöyle demiştir: Mehre: Nihle denilmesi, kocanın ona karşılık bir şey almamasıdır. Çünkü nikahtan sonra temas ise kadının mülkündedir. Baksanıza, kadın şüphe ile temas edilmiş olsa, mehir kocanın değil kendinin olur. Kocanın hak ettiği şey ise sadece mubahlıktır, mülk değildir. Üçüncüsü: O gönül hoşluğu ile verilen bir hediyedir, sanki: Onlara mehirlerini istemeyerek vermeyin, demiştir. Bunu da Ebû Ubeyde, demiştir. Dördüncüsü: Nihlenin manası dindarlıktır, takdiri şöyledir: Onlara mehirlerini dindarlık olarak verin. Meselâ: Fülanün yentehilu keza, denir ki: Filan dindendir, demektir. Bunu Zeccâc, bazı Âlimlerden nakletmiştir. "Fein tıbne leküm": Yani kadınlar size mehri bağışlarlarsa demektir. Leküm (size) kavlinde de iki görüş vardır: Birincisi: Onlar kocalardır. İkincisi velilerdir, "minhu"daki zamir ise sadâk'a, yani mehre râcîdir. Zeccâc: Burada minhü cins içindir, demiştir; tıpkı "fecteniburricse minel evsan” âyetinde olduğu gibi ki, o putlar pistir, demektir. Sanki: Mehir denen şeyi yiyin demiş gibi olur. Binaenaleyh bir adamın zevcesinden mehrin tamamını istemesi câizdir. "Nefsen” ise temyiz olarak mensubtur. Mana: Eğer onu size gönül rızası ile bağışlarlarsa, onu afiyetle yiyin, demektir. Heni’de de üç görüş vardır: Birincisi: Akibeti hayır olan şeydir. İkincisi: Geriye fayda ve şifa bırakan şeydir. Üçüncüsü: O hayatı zehir etmeyen şeydir. "Meri” ise: hazmedilen ve memnun kalınan yemektir. 5Allah’ın ayakta durmanıza vesile kıldığı mallarınızı beyinsizlere vermeyin. Bunlardan onlara yedirin, onları giydirin ve onlara güzel sözler söyleyin. "Mallarınızı beyinsizlere (sefihlere) vermeyin": Sefihlerin kimler olduğunda beş görüş vardır: Birincisi: Onlar kadınlardır, bunu İbn Ömer, demiştir. İkincisi: Kadınlarla çocuklardır, bunu da Said b. Cübeyr, Katâde, Dahhâk, Mukâtil, Ferrâ’, İbn Kuteybe, demişlerdir. Hasen ile Mücâhid'ten de iki görüşün benzeri rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: Evlatlardır, bunu Ebû Mâlik, demiştir. Bu üç görüş, İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Hasen'den: Onların küçük çocuklar olduğu rivayet edilmiştir. Dördüncüsü: Yetimlerdir, bunu da İkrime ve bir rivayette de Said b. Cübeyr, demiştir. Zeccâc, âyetin manası şöyledir, demiştir: Beyinsizlere mallarını vermeyin; delili de "onlara ondan rızklarını verin” kavlidir. "Leküm” demesi, Allah’ın malları cins kılıp onları insanlara vermesidir. Başkası da: Malları velilere nispet etmesi, üzerinde kayyum olmalarındandır. Beşincisi: Söz mutlaktır, ondan maksat da kısıtlanmayı hak eden bütün beyinsizlerdir, bunu İbn Cerir, Ebû Süleyman Dımeşki ve diğerleri demiştir. Âyetten zahir olan da budur. "Mallarınızı” kavli üzerinde de iki görüş vardır: Birincisi: O yetimlerin mallarıdır. İkincisi: Beyinsizlerin mallarıdır. "Elleri cealallahu leküm kıyamen": Hasen: Ellâti ceale lekül kıvamen” okumuştur. İbn Kesir, Âsım, Hamze, Kisâi ve Ebû Ubeyde’de burada ye ve med ile "kıyamen"; Nâfi ile İbn Âmir de, elifsiz olarak "kayyimen” okumuşlardır; İbn Kuteybe şöyle demiştir: Kıyamen ve kıvamen aynı derecededir: Haza kıvamü emrike ve kıyamuhu, dersin ki, işini ayakta tutan şey demektir. Ebû Ali el - Farisi de şöyle demiştir: Kıvamen, kıyamen ve kayiymen işi ayakta tutan şeydir. Ve şöyle demiştir: Burada "kıyam” "kıymet"in çoğuludur sözünün hiçbir kıymeti yoktur. "Onlara onda rızklarını verin": Rızklarını ondan verin demektir. "Güzel söz” hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: Güzel vaattir, bunu İbn Abbâs, Atâ’, Mücâhid ve Mukâtil, demişlerdir. İkincisi: Güzel karşılık vermektir, bunu da Dahhâk, demiştir. Üçüncüsü: Duadır, meselâ: Allah afiyet versin demek gibi. 6Yetimleri deneyin: Nikah (evlilik) çağına yaklaştıkları zaman, eğer onlardan rüşdüne erdiklerini sezerseniz, mallarını onlara verin. Onları (mallarını) israf ederek ve büyürler de (ellerinizden alırlar) diye aceleye getirerek yemeyin. Kim zengin ise (yemekten) çekinsin. Kim de fakir ise örfe göre yesin. Onlara mallarını verdiğiniz zaman şahit tutun. Hesap görücü olarak Allah yeter. "Yetimleri deneyin": İniş sebebi şudur: Rifaa adında bir adam öldü, Sabit adında küçük bir çocuk bıraktı; amcası ona veli oldu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi: "Kardeşimin oğlu yetim olarak benim kucağımdadır, onun malından bana ne helaldir ve malını ona ne zaman vereceğim?” dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Aynısını Mukâtil de zikretmiştir. İbtila denemedir. Ne ile denenecekler? Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Onların akılları denenir, bunu İbn Abbâs, Süddi, Süfyan ve Mukâtil, demişlerdir. İkincisi: Akıllarında ve dinlerinde denenirler, bunu da Hasen ile Katâde, demişlerdir. Mücâhid’ten bu iki görüşün benzeri nakledilmiştir. Üçüncüsü: Akıl ve dinlerinde, mallarını muhafazada denenirler, bunu da Sa’lebî, demiştir. Kadı Ebû Ya’lâ da: Bu denemenin buluğdan önce olacağını söylemiştir. "Nikah çağına yaklaştıkları zaman": Yani kadınları nikah etme çağına demektir. "Fe-in ânestüm": Bilirseniz manasınadır. Esas ânestü: Gördüm, demektir. Rüşd için de dört görüş vardır: Birincisi: dinde salâh ve malı muhafaza etmektir, bunu İbn Abbâs ile Hasen, demişlerdir. İkincisi: Akılda usluluk ve malı korumaktır, bu da İbn Abbâs ile Süddi’den rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: O akıldır, bunu da Mücâhid ile Nehaî, demişlerdir. Dördüncüsü: Akıl ve dinde salâhtır, bu da Süddi’den rivayet edilmiştir. Bil ki: Allahü teâlâ yetimlerden kısıtlılığın kaldırılmasını iki şeye bağlamıştır: Buluğ ve rüşt. Velilere de onları denemelerini emretmiştir. Rüşdüne erdikleri anlaşılırsa mallarını onlara teslim etmek velilere vacip olur. Buluğ da beş şeyden biriyle olur, üçünde kadınlarla erkekler ortaktır; onlar da düş azmak, on beş yaşını doldurmak ve kıl bitmektir. İki şey de kadınlara özeldir; bunlar da hayız ile gebeliktir. "O malları israf ederek yemeyin": Velilere hitaptır, İbn Abbâs: Onları haksız yere yemeyin, demiştir. "Bidaren": Bu da malı çocuğun buluğa ermesinden önce yiyip bitirmektir. "Kim zengin ise yemekten çekinsin": Yani kendi malından yesin, yetimin malını yemesin. Ma’rûf: Örfe göre yemede de dört görüş vardır: Birincisi: O ödünç olarak almaktır, bu, Hazret-i Ömer, İbn Abbâs, İbn Cübeyr, Ebû’l - Âliyye, Ubeyde, Ebû Vâil , Mücâhid ve Mukâtil'den rivayet edilmiştir. İkincisi: İsraf etmeden muhtaç olduğu kadar yemektir, bu İbn Abbâs, Hasen, İkrime, Atâ’, Nehaî, Katâde ve Süddi’den rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: O yetim için çalıştığı zaman ücretini almaktır. Bu da İbn Abbâs ile Hazret-i Âişe’den rivayet edilmiştir. Ebû Talib ile Mansur’un İmam Ahmed radıyallahu anh’ten rivâyetleri de böyledir. Dördüncüsü: O zaruret anında almaktır, eğer eli bollaşırsa onu geri öder. Eğer bollaşmazsa, ona helaldir, bu da Şa’bî’nin görüşüdür. Âlimler bu âyetin muhkem yahut mensuh olduğunda iki görüş belirterek ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Muhkemdir; bu da Hazret-i Ömer, İbn Abbâs, Hasen, Şa’bî, Ebû’l - Âliyye, Mücâhid, İbn Cübeyr, Nehaî, Katâde ve diğerlerinin görüşleridir. Bunlara göre hükmü şöyledir: Zengine yetimin malından hiçbir şey yemek helâl değildir. Yetecek kadar malı olmayan ve yetimin malına bakmak kendisini geçiminden alıkoyan fakire gelince: örfe göre ve israf etmeden yetecek kadar alması câizdir. Zenginleştiği zaman tazmin edip öder mi? Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Tazmin etmez, işinin ücreti gibi olur, bu da Hasen, Şa’bî, Nehaî, Katâde ve Ahmed b. Hanbel’in görüşleridir. İkincisi: Zengin olduğu zaman tazmin etmesi vaciptir, bu da Hazret-i Ömer ile diğerlerinden rivayet edilmiştir. İbn Abbâs'tan da iki görüşün benzeri nakledilmiştir. İkinci görüş: O: "Mallarınızı aranızda bâtıll sebeplerle yemeyin” (Nisa: 29) âyetiyle mensuhtur. Bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir ki, sahih değildir. "Onlara şahit tutun": Kadı Ebû Ya’lâ: Bu, yetim ve veli için ihtiyattır, vacip değildir, demiştir. Yetim için ihtiyattır; çünkü şahit olursa malı almadığını kolay kolay iddia edemez. Veliye gelince: Emin olduğu meydana çıkar ve yetim malın verildiğini inkâr ettiği zaman yemin etmek mecburiyetinde kalmaz. "Hasîb” üzerinde de üç görüş vardır: Birincisi: O şahit, demektir, bunu İbn Abbâs, Süddi ve Mukâtil, demişlerdir. İkincisi: O yeter, demektir, ahsebeni hazeşşey’ü’den gelir ki, bana yeter, demektir. Şair de şöyle demiştir: Mahallenin çocuğu aç ise onu en iyi yiyeceklere besleriz, Eğer aç değilse, ona her şeyimizle yeteriz. Üçüncüsü: O hesaba çeken, demektir, o zaman celîs, ekil ve şerîb gibi ismi fail manasına gelir, bunu da İbn Kuteybe ile Hattâbî nakletmişlerdir. 7Erkekler için ana babanın ve akrabaların bıraktıklarından bir hisse vardır. Kadınlar için de ana babanın ve akrabaların bıraktıklarından az olsun yahut çok olsun farz kılınmış bir hisse vardır. "Erkekler için ana babanın ve akrabaların bıraktıklarından bir hisse vardır": İniş sebebi şöyledir: Evs b. Sabit el - Ensarî vefat etti, geriye üç kız ile bir kadın bıraktı. Amcasının oğullarından Katada ve Arfeta denen iki adam kalkıp malını aldılar, ne karısına ne de kızlarına bir şey vermediler. Bunun üzerine karısı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip durumu anlattı, fakirlikten şikayet etti. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu İbn Abbâs, demiştir. Katâde de şöyle demiştir: O zaman kadınlara miras vermezlerdi, bunun üzerine bu âyet indi. 4 4 - Taberi, Tefsir, 7/597. Ricâldan maksat erkekler, kadınlardan maksat da dişilerdir, ister küçük olsunlar isterse büyük olsunlar. "Nasîb” hisse demektir. O, bu âyette kapalı bırakılmıştır, miktarı başka yerde açıklanmıştır. Şu âyetler de öyledir: "Hasat zamanı hakkını ver” (En’am: 141); "onların mallarından sadaka al". (Tevbe: 103) Mafrûd da Allah'ın farz kıldığı, demektir ki, vacipten daha kuvvetlidir. 8Miras taksiminde hısımlar, yetimler ve yoksullar hazır bulundukları zaman onları da rızıklandırın. Onlara güzel bir söz söyleyin. "Miras taksiminde hısımlar hazır bulundukları zaman": Bu taksimde iki görüş vardır: Birincisi: Miras bırakanın ölümünden sonra mirasın taksimidir, buna göre hitap mirasçılaradır, fokları böyle demiştir; İbn Abbâs, Hasen ve Zührî bunlardandır. İkincisi: O ölünün ölmeden önce vasiyetidir, buna göre kendisine mirasçı olmayana bir şeyler belirtmekle memurdur. Bu İbn Abbâs ile İbn Zey’den rivayet edilmiştir. Müfessirler şöyle demişler: Akrabalardan maksat, mirasçı olmayanlardır. "Onları ondan rızıklandırın": Yani onlara verin. Bu, çoğunluğa göre müstehaptır. Bazıları da bunun malda vacip olduğunu söylemişlerdir. Eğer mirasçılar büyük olurlarsa, verme işini kendileri üstlenirler. Eğer küçük olurlarsa, onların yerine mallarının velisi yapar. Rivayete göre Ubeyde yetimlerin mallarını taksim etmiş, bir koyun satın alınmasını söylemiş ve onların mallarından alınmıştır. Yemek yapılıp dağıtılmıştır: Eğer bu âyet olmasa idi, kendi malımdan vermek isterdim, demiştir. Muhammed b. Sîrin de velisi bulunduğu yetimlere böyle yapmıştır. Mücâhid’ten de: Âyetin hükmü vaciptir, dediği rivayet edilmiştir. "Ma’rûf: Güzel söz” hakkında da dört görüş vardır: Birincisi: Veli onlara verirken; Al, Allah bereketli eylesin (bereketini gör), der. Bunu Salim el - Eftas, İbn Cübeyr’den rivayet etmiştir. İkincisi: Veli: Bu, yetimin malıdır, benim bunda hiçbir yetkim yoktur, der. Bunu da Ebû Bişr, İbn Cübeyr’den rivayet etmiştir. İbn Cübeyr’den gelen başka bir rivayet de şöyledir: Eğer ölü onlar için bir şey vasiyet etmiş ise, vasiyetlerini yerine getirir. Eğer mirasçılar büyük iseler onlara birer parça verir. Eğer küçük iseler, velisi: Benim bu malda müdahale hakkım yoktur, o küçüklere aittir der, işte güzel söz budur. Üçüncüsü: O güzel vaattir, mirasçıların velileri onlara şöyle der: Bunlar küçük mirasçılardır, buluğa erdikleri zaman hakkınızı tanımalarını söyleriz. Bunu Atâ’ b. Dinar, İbn Cübeyr’den rivayet etmiştir. Dördüncüsü: Onlara maldan bir şeyler verilir; arazi ve köleler taksim edilirken: Bereketini görün, denir. İşte güzel söz budur. Hasen ile Nehaî de: Biz ulularımızın böyle yaptıklarına eriştik, demişlerdir. Nasih ve mensuh âlimleri bu âyette iki görüş üzerinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O muhkemdir, bu da Ebû Mûsa'l - Eş’ari, İbn Abbâs, Hasen, Ebû’l - Âliyye, Şa’bî, Atâ’ b. Ebi Rebah, Said b. Cübeyr, Mücâhid, Nehaî ve Zührî’nin görüşleridir. Âyetin mazmununun çoklarına göre müstehap, bazılarına göre de vacip olduğunu zikretmiş bulunuyoruz. İkinci görüş: O mensuhtur, onu: "Allah size evlatlarınızda vasiyet eder” âyeti neshetmiştir. Bunu Mücâhid, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Said b. Müseyyeb , İkrime, Dahhâk, Katâde ve diğerlerinin görüşü de budur. 9Arkalarında onlara karşı korktukları küçük ve zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde (halleri) ne olur diye korkacak olanlar korksunlar. Allah’tan sakınsınlar ve doğru söz söylesinler. "Arkalarında zayıf zürriyetler bırakanlar korksunlar": Bu âyetle muhatap olanlar hakkında üç görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi:; vasiyet edenin yanında hazır olanlara hitaptır. Buna göre âyetin manasında iki görüş vardır: Birincisi: Malını vasiyet edenin yanında hazır bulunanlar ona malını mirasçı olmayana dağıtıp da mirasçılarını terk etmesini emretmekten sakınsınlar; tıpkı vasiyet edenler kendileri olup da onları mallarını evlatlarına bırakmasını söyleyenler memnun ettiği gibi. Bu mana İbn Abbâs, Hasen, Said b. Cübeyr, Mücâhid, Katâde, Dahhâk, Süddi ve Mukâtil tarafından verilmiştir. İkincisi: Tam bu görüşün zıddınadır; bu da vasiyet edenin yanında bulunanların onu akrabalara vasiyet etmesine mani olup sırf çocuklarına vasiyet etmesini önerenler böyle bir hareketten korksunlar. Bu görüş Mukassim, Süleyman et - Teymi ve diğerlerinin görüşüdür. İkinci görüş: Bu yetimlerin velilerine hitaptır ve: "Onları israfla ve acele yiyip bitirmeyin” kavline bağlıdır; buna göre Kelâmın manası şöyle olur: Velisi bulunduğunuz yetimlere iyilik edin, tıpkı sizden sonra evlatlarınızın velilerinin iyilik etmelerini istediğiniz gibi. Bu mana da İbn Abbâs ile İbn Saib’den rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: Bu vasilere hitaptır; vasiyet edenin çizdiği gibi vasiyeti yerine getirmek ve vasiyetin nerelere harcanacağına dikkat etmekle emrolundular, tıpkı hiç değiştirmeden zayıf zürriyetlere riayet edildiği gibi. Sonra bu da: "Kim vasiyet edenin haktan sapmasından veya bir günah işlemesinden korkar da aralarını bulursa, ona günah yoktur” (Bakara: 182) âyetiyle neshedilmiştir. Vasinin bu âyetle haktan sapma gördüğü zaman şer’î enstrümanları kullanması ve mirasçıların arasını bulması emredilmiştir. Bunu da Şeyhimiz Ali b. Ubeydullah ve diğerleri "Nasih ve Mensuh’ta” zikretmiştir. Buna göre âyet mensuh, öncekine göre de muhkem olur. "Dı’âf” dayıfın çoğuludur, onlar da küçük çocuklardır. Hamze ayni imale ederek "zıayfen” okumuştur; gerekçesi de şudur: Fial vezninde olup da başı istila harflerinden ve meksur olanlarda, meselâ zıâf, kıfâf ve hifâf gibi, bunlarda imale güzeldir. Çünkü istila harfi yükseltilmiş, sonra da kesr ile indirilmiş olur. Ama kesreye meylettikten sonra vurgu ile yükseltilmemesi de müstehaptır. O.zaman ses tek düzey olmuş olur. Hamze de hıyı imale ederek "hafu aleyhim” öyle okumuştur. Burada imale güzeldir, hı her ne kadar istila harfi ise de. Çünkü o "hiftü"deki kesreyi talep etmektedir, imale ile o tarafa gitmiş olur. Kavl-i sedid de: Doğru sözdür. 10Şüphesiz yetimlerin mallarını haksız olarak yiyenler, ancak karınlarında bir ateş yerler. Onlar çılgın ateşe gireceklerdir. "Şüphesiz yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler": Bunun iniş sebebi için iki görüş vardır: Birincisi: Gatafan kabilesinden Mersed b. Zeyd adında bir adam, kardeşi oğlunun malına mütevelli oldu ve onu yedi. Âyet bunun üzerine indi, bunu Mukâtil b. Hayyan, demiştir. İkincisi: Hanzala b. Şemerdel bir yetime veli oldu, malını yedi. Âyet bunun üzerine indi. Bunu da bazı müfessirler zikretmiştir. Sadece yemeden bahsedilmesi, en büyük hedefi yemek olmasındandır. Bunun almak yerine kullanıldığı da söylenmiştir. Said b. Cübeyr şöyle demiştir: Zulüm malı haksız yere almaktır. "Karınlar"dan bahsedilmesi de tekit içindir, nitekim: Gözümle gördüm, kulağımla işittim, dersin. Ateş yemelerinden ne kastedildiği hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar kıyamet gününde ateş yiyeceklerdir, İleride yiyecekleri için böyle denmiştir; meselâ: "İçki sıkıyorum” (Yûsuf.: 36) âyetinde olduğu gibi. Süddi de şöyle demiştir: Haksız yere yetim malı yiyen kabrinden kalktığı zaman ağzından, kulaklarından, burnundan ve gözlerinden ateş alevi çıkar. Onu her gören, onun yetim malı yediğini anlar.5 5 - Taberi, Tefsir, 8/26. İkincisi: Bu misaldir, manası: Kendilerini ateşe götürecek şeyleri yerler, demektir; şu âyette olduğu gibi: "Ölümle karşılaşmadan önce onu temenni ediyordunuz; işte onu gördünüz” (Al-i İmran: 143), yani sebeplerini gördünüz, demektir. "Seyaslevne saire": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, Hamze ve Kisâi, yenin fethası ile "seyaslevne” okumuşlar; Hasen ile İbn Âmir de, yenin zammesi ile okumuşlardır; İbn Mukassim de onlara katılmış, ancak o şeddeli okumuştur. Mana da: Ateşe yakılırlar ve kebap edilirler, demek olur. Sair ise: tutuşturulmuş ateştir, istiarünnar da ateşin tutuşmasıdır. Tefsir ve fıkıh bilgisi olmayan bazı kimseler, bu âyetin mensuh olduğunu vehmetmişlerdir, çünkü o indiği zaman bazılarının yetimlere karışmaktan sıkıldıklarını, bunun üzerine de: "Onlara karışırsanız kardeşlerinizdir” (Bakara: 220) kavlinin indiğini işitmişlerdir ki, bu yanlıştır. Onlardan sıkıntının kaldırılması ıslah niyetiyledir, zulmü mubah görmek niyetiyle değildir. 11Allah size çocuklarınız hakkında tavsiye ediyor: Bir erkek için iki dişi hissesi vardır. Eğer mirasçılar ikiden fazla kadın olurlarsa, murisin bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer bir dişi olursa, yarısı onundur. Ebeveyninden her birisi için altıda bir vardır; eğer murisin çocuğu varsa. Eğer çocuğu yoksa ve ona ebeveyni mirasçı oluyorsa, anası için üçte bir vardır. Eğer ölenin kardeşleri varsa, anası için altıda bir vardır. Bu da ettiği vasiyetten veyahut borçtan sonradır. Babalarınızın ve oğullarınızın sizin için hangisinin daha yararlı olacağını bilemezsiniz. Bu Allah’tan bir farz olarak (tespit edilmiştir). Şüphesiz Allah hakkıyle bilici ve hikmet sahibidir. "Allah size evlatlarınız hakkında vasiyet ediyor": İniş sebebi için üç görüş vardır: Birincisi: Cabir b. Abdullah hastalandı, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem onu ziyaret etti, o da: "Ya Resûlallah, malımda ne yapayım?” dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir. 6 6 - Buhârî, Vudu', bab, 44; Müslim Feraiz, hadis no, 6 ve 7; İmam Ahmed, Müsned, 3/298. İkincisi: Bir kadın peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e iki kız çocuğu getirdi: Ya Resûlallah, bunların babası, Uhut’ta seninle çarpışırken öldürüldü, amcaları da mallarının tamamını aldılar, dedi; âyet bunun üzerine indirildi. Bu aynı zamanda Cabir b. Abdullah tan da rivayet edilmiştir. 7 7 - İmam Ahmed, Müsned, 3/352; Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce ve Hakim. Hakim sahih olduğunu söylemiştir. Üçüncüsü: Hassan b. Sabit’in kardeşi öldü, geriye bir kadınla beş kız çocuğu bıraktı. Mirasçıları malını aldılar; ne karısına ne de kızlarına bir şey vermediler. Karısı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip şikayet etti, âyet bunun üzerine indi. Bu da Süddi’nin görüşüdür. Zeccâc şöyle demiştir: "Yûsîküm": Size farz kılıyor, demektir, çünkü vasiyetin bazısı farzdır. Başkası da şöyle demiştir: Vasiyetin zikredilmesi iki şeyden dolayıdır: Birincisi: Vasiyet işi artıracağı için daha tekit edicidir. İkincisi: Vasiyette Vasiyet edenin de hakkı vardır, bu da hakkına nispet edilmekle durumu daha da pekiştirmiş olur. Hasen ile İbn Ebi Able, şedde ile: "Yuvassîküm” okumuşlardır. "Erkek için iki dişi payı vardır": Yani oğlun mirası iki dişinin hissesi kadardır. Sonra ilk sıradaki dişilerin hissesini zikredip "eğer olurlarsa", yani dişiler olurlarsa; "ikiden çok kadınlar". "Fevka” kelimesi için de iki görüş vardır: Birincisi: O zaittir, meselâ "fardibu fevkal a’nak” (Enfal: 13) kavlinde olduğu gibi. İkincisi: O, fazla manasınadır. Kadı Ebû Ya'lâ şöyle demiştir: Neden ikiden fazla ve birden bahsetti de ikiyi vurgulamadı? Çünkü erkekle birlikte olan her bir dişi için üçte bir verince, dişi ile beraber üçte bir vermesi daha evladır. "Vein kanet vahideten": Cumhûr nasb ile; Nâfi de ref ile okumuştur. Mana da: Eğer bir vaki olur veyahut bir bulunursa, demektir. "Ve-li-ebeveyhi": Zeccâc şöyle demiştir: Ebevahu eb ve ebetin kelimelerinin tesniyesidir. Ümde aslolan ebet, demektir, ancak üm ile yetinilmiştir. "Ebeveyhi"deki zamir, her ne kadar zikri geçmemiş ise de ölüye râcîdir. "Annesi için üçte bir vardır": Yani geriye ebeveynden başkasını bırakmamışsa, malının üçte biri annesinindir, kalan da babanındır. Neden anne zikredilmiştir? Çünkü sırf "veverisehu ebevahu” ile yetinilse idi, malın aralarında ikiye bölüneceği zannedilirdi. Özellikle üçte bir deyince, fazla olduğunu gösterdi. İbn Kesir, Nâfi, Âsım, Ebû Amr ve İbn Âmir hemzenin ref'i ile şöyle okumuşlardır: "Feliümmihi"; “butuni ümmehatiküm” (Zümer: 6); "ümmiha” (Kasas: 59), "fi ümmil kitab". (Zuhruf: 4) Hamze ile Kisâi de bütün bunları vasi halinde kesre ile okumuşlardır. Delilleri de şudur: Onlar hemzeyi makablindeki ye veya kesreye uydurmuşlardır. "Eğer onun kardeşleri olursa": Yani ebeveynle beraber, onlar annenin üçte bir almasına mani teşkil ederler. Onu altıda bire döndürürler. Şunda ittifak etmiştirler ki, üç erkek kardeş olurlarsa, hisselerine engel olurlar, iki erkek kardeş olurlarsa, yine engel olurlar mı? Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Üçte bire mani olurlar, bunu da Hazret-i Ömer, Osman, Ali, Zeyd ve cumhûr, demişlerdir. İkincisi: Ancak üç mani olur. Bunu da İbn Abbâs demiş 8 8 - Beyhakî, es - Sünen el - Kübra, 6/227. ve delil olarak da ihve kelimesini ileri sürmüştür; ihve cemi ismidir. Cem’in de en azında ihtilaf etmişlerdir; cumhûr; En azı üçtür, demiştir. Bir topluluk da: ikidir, demiştir. Birincisi daha doğrudur. Ulemanın annenin hissesini iki erkek kardeşle düşürmeleri ittifak ettikleri bir delilden dolayıdır. Bazen ikiye de cemi, denir. Zeccâc şöyle demiştir: Bütün dilciler şunda oybirliği etmişlerdir ki, iki kardeş de cemidir. Sibeveyh şöyle hikaye etmiştir: Araplar: Vadaa rihalehüma derler ki, rahley rahileteyhime (iki yükü indirdiler) demek, isterler. "Vasiyetten sonra": Yani bu hisseler vasiyet ve borçtan sonra bölüştürülür. İbn Kesir, İbn Âmir, Âsım’dan, her iki yerde sadın fethiyle "yusabiha” okumuş; Nâfi, Ebû Amr, Hamze ve Kisâi de, ikisinde de kesr ile "yusi” okumuşlardır. Hafs da Âsım’dan rivayetle birinciyi kesr, İkinciyi feth ile okumuştur. Bil ki, borç lâfız itibarı ile sonraya konulmuş ise de mana bakımından öncedir, çünkü borç, aleyhine haktır, vasiyet ise lehine haktır. İkisi de birlikte mirasçıların haklarından öncedir, eğer vasiyet malın üçte birinde yapılmış ise. "Ev” edatı tertibi gerektirmez, ancak ikisinden biri bulunursa mirasın ondan sonra olacağını gösterir, ikisi olursa yine böyledir. "Babalarınızın ve oğullarınızın sizin için hangisinin daha yararlı olacağını bilemezsiniz": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O ahirette yarardır, sonra bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Baba çocuğundan daha yüksek dereceli olursa, çocuğu ona yükseltilir; çocuk için de durum aynıdır. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. İkincisi: Bu, birbirlerine şefaat etmeleridir, bunu da Ali b. Ebû Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkinci görüş: O dünyada yarardır, bunu da Mücâhid, demiştir. Sonra bunun manasında da iki görüş vardır: Birincisi: Mana şöyledir: Babaların ölümü yakın olup da oğulların onların mallarıyla yararlanacağını yahutta oğulların ölümü yakın olup da babaların onların mallarıyla yararlanacağını bilemezsiniz? Bunu İbn Bahr, demiştir. İkincisi: Mana şöyledir: Babaların ve oğulların yararları farklıdır; hangisinin daha yararlı olacağını bilemezsiniz. Zira evlatlar küçükken babalarından yararlanırlar; babalar da yaşlılıklarında oğullarından yararlanırlar. Bunu Kadı Ebû Ya’lâ, demiştir. Zeccâc şöyle demiştir: Kelâmın manası şöyledir: Allah hisseleri kendi hikmetine göre farz kılmıştır; eğer onu size bıraksa idi, hangisinin sizin için daha yararlı olacağını bilemezdiniz, o zaman mallar hikmetsiz olarak boşa giderdi. Şüphesiz Allah halkına yararlı olacak şeyi daha iyi bilir, farz kıldığı şeylerde de hikmet sahibidir. "Kâne"nin manasında da üç görüş vardır: Birincisi: Manası şöyledir: Allah eşyayı yaratmadan önce bilirdi, onlardan tedbirini takdir ettiği şeylerde de hikmet sahibi idi. İkincisi: Her zaman öyle demektir. Sibveyh şöyle demiştir: Sanki toplum ilim ve hikmet görmüşler, onlara: Allah her zaman böyledir, yani bu gördüğünüz şekildedir, sonradan olmuş değildir, denilmiştir. Üçüncüsü: Kâne aziz ve celil olan Allah için kullanılınca onun geçmişi ve geleceği bir olur; çünkü eşya O’nun yanında tek hal üzeredir. Bu görüşleri Zeccâc, demiştir. 12Zevcelerinizin terk ettiğinin yansı sizindir; eğer onların çocuğu yoksa. Eğer onların çocuğu olursa, onların bıraktıklarının dörtte biri sizindir; ettikleri vasiyetten yahut borçtan sonra. Sizin bıraktıklarınızın da dörtte biri onlarındır; eğer sizin çocuğunuz yoksa. Eğer çocuğunuz varsa, bıraktıklarınızın sekizde biri onlarındır. Bu da ettiğiniz vasiyetten veyahut borçtan sonra. Eğer bir adama "kelale” (mirasçıları arasında çocuğu ve babası olmayan) olarak mirasçı olunursa, yahut bir kadın olur da onun erkek veya kız kardeşi olursa, bunların her biri için altıda bir vardır. Eğer bundan çok olursa, onlar üçte birde ortaktırlar; bu da edilen vasiyetten veyahut borçtan sonradır. Kiliseye zarar vermeden. Bu Allah’tan bir vasiyet olarak böyledir. Allah hakkıyle bilendir, çok yumuşaktır. "Ve in kane recülün yuresıı kelaleten": Hasen, vavm fethi ve ranın kesri ve şedde ile "yüverrisü” okumuştur. Kelâle’de de dört görüş vardır: Birincisi: O, babasız ve çocuksuz kimsedir, bunu Ebû Bekir es - Sıddik, demiştir. Ömer b. Hattab da şöyle demiştir: Bir zaman kelâle’yi bilemedim, baktım ki, o; babası ve çocuğu olmayanmış. 9 9 - Beyhakî, es - Sünen el - Kübra, 6/224. Bu da Hazret-i Ali, İbn Mes’ûd, Zeyd b. Sabit, İbn Abbâs, Hasen, Said b. Cübeyr, Atâ’, Zührî, Katâde ve Ferrâ’’nın görüşleridir. Zeccâc dilcilerden şöyle nakletmiştir: Kelale: Tekellelehünnebes sözünden gelmektedir ki, kendisine ne oğlu ne de babası mirasçı olmayandır. Ve şöyle demiştir: Kelale baba ve çocuktan başkasıdır. O başın üzerindeki taç gibidir. İbn Kuteybe, Ebû Ubeyde’den onun tekellelehünneseb sözünden geldiğini ve soyu onu kuşatmış olduğunu nakletmiştir. Oğulla baba adamın iki tarafı gibidir. Adam ölüp de geriye onları bırakmadığı zaman iki tarafı gitmiş gibi olur. Bu nedenle iki tarafı gitmeye kelale, denilmiştir. İkincisi: Kelale çocuğu olmayandır, bunu İbn Abbâs, Ömer b. Hattab’tan rivayet etmiştir. Tâvûs da bu görüştedir. Üçüncüsü: Kelale, babadan başkasıdır, bunu da Hakem, demiştir. Dördüncüsü: Kelale, uzak amca çocuklarıdır, bunu da İbn Fâris , İbn el - A'rabi’den zikretmiştir. Kelâle hangi şeye denildiği hususunda da üç görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O, mirasçı olan diridir, bu da Ebû Bekir es - Sıddik’in görüşüdür. Ulemanın çoğunluğu şöyle demişlerdir: Kelale baba ve çocuktan başkasıdır. Onlar şöyle demişlerdir: Kelale: İçlerinde çocuk ve baba olmayan mirasçılardır. Bir Arap da şöyle demiştir: Malım çoktur, bana ise uzaktan akraba kelale mirasçı oluyor. İkincisi: ölünün de dirinin de ismidir, bunu İbn Zeyd, demiştir. Kelâle’nin nereden alındığı hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: O kuşatmadan alınmıştır ki, iklil (taç) da öyledir, çünkü o da başı kuşatır. İkincisi: O kella'den alınmıştır ki, yorgunluktur, sanki miras ona uzaktan ve yorgunluktan ulaşıyor. Şair A’şa şöyle demiştir: Yemin ettim, ona ağıt yakmayacağım; Ne yorgunluktan ne de çıplak ayaktan, ta Muhammed’i ziyaret edene kadar. "Onun erkek veya kız kardeşi varsa": Bunun da anadan olduğunda icma vardır. "Onlar üçte birde ortaktırlar": Katâde şöyle demiştir: Bunda erkekleri ve dişileri birdir. "Gayra mudâr": "Gayra” hal olmak üzere mensubtur. Mana da: Mirasçılara zarar vermeden onu vasiyet eder, demek olur. 13İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Resul’üne İtâat ederse, Allah onu altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Orada ebedi kalırlar. Bu da en büyük kurtuluştur. "İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır": İbn Abbâs: Allah’ın mirasta sınırını belirttiği farzlarıdır, demiştir. "Kim Allah’a ve Resûlüne itâat ederse": Miraslar hususunda, "yudhilhü cennâtin": İbn Âmir ile Nâfi iki yerde de nun lie "nüdhilhü” okumuşlar, kalanlar ise ikisinde de ye ile okumuşlardır. 14Kim Allah’a ve Resul’üne isyan eder ve O’nun sınırlarını çiğnerse, onu sürekli içinde kalacağı ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır. "Kim Allah'a isyan ederse": Taksimine razı olmazsa, "onu ateşe sokar": Eğer: "Asinin ateşte ebedi kalacağına nasıl kesin hüküm verilmiş?” denilirse, cevap şöyledir: Allah’ın hükmünü reddeder ve onu inkâr ederse, kâfir olur ve cehennemde ebedi kalır. 15Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara içinizden dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, onları ölüm alıp götürünceye yahut Allah onlara bir yol gösterinceye kadar evlerde tutun. "Vellatiye’tinel fahişete": Zeccâc şöyle demiştir: "Elleti"nin cem’i ellâti ve ellevati’dir. Şair şöyle demiştir: Şu ve şu kadınlar benim yaşlandığımı Ve yaşıtlarımdan büyük olduğumu iddia ettiler. Ellâti de teli ve tesiz olarak cemi olur. Şair şöyle demiştir: O, haccetmeden Allah’ın rızasını arayan Fakat suçsuz gafilleri öldürmek isteyen kadınlardandır. "Fâhişe” (fuhuş) çoğunluğa göre zinadır. "Onlara şahit getirin": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, kocalara hitaptır. İkincisi: Hakimlere hitaptır. Mana da şöyledir: İçinizden onlara dört şahit getirin. Bu iki maddeyi Maverdi, demiştir. Ömer b. Hattab da şöyle demiştir: Aziz ve celil olan Allah fuhşunuza karşı sizi örtmek için dört şahit şartı koşmuştur. "İçinizden": Müslümanlardan, demektir. "Onları evlerde tutun": İbn Abbâs şöyle demiştir: Kadın zina ettiği zaman bir yıl doluncaya kadar evde hapsedilirdi, Allah onlara bir yol gösterdi: O da ya yüz değnek ya da recmdir. 16İçinizden fuhuş yapanlara eziyet edin. Eğer Tevbe eder ve hallerini ıslah ederlerse, onlardan vazgeçin. Çünkü Allah Tevbeleri çok kabul eden ve çok merhamet edendir. "Vellezâni": İbn Kesir nunun şeddesiyle "ellezanni” Taha’da, Hac’ta "hazanni", Kasas’ta: "İhdabneteyye hateyenni” ve "fezannike” hepsini nunun şeddesiyle okumuştur. Nafî, Âsım, İbn Âmir, Hamze ve Kisâi ise bütün bunları hafif olarak şeddesiz okumuşlardır. Ebû Amr ise yalnız "fezannike"yi şeddeli okumuştur. "Ellezâni": Zina eden kadın ve erkek demektir. Bu genel midir değil midir? Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O erkek ve kadınlardan bekârlar ve dullar için geneldir, bunu Hasen ile Atâ’, demişlerdir. İkincisi: O zina eden bekârlara özeldir, bunu da Ebû Salih, Süddi, İbn Zeyd ve Süfyan demişlerdir. Kadı Ebû Ya’lâ da şöyle demiştir: Birincisi daha doğrudur, çünkü bu, delaletsiz tahsistir. "Onu yapanlar": Yani fuhuş yapanlar, demektir. "Onlara eziyet edin": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, sözle incitme ve kınamadır, bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş, Katâde, Süddi, Dahhâk ve Mukâtil de böyle demişlerdir. İkincisi: O kınamadır, ayakkabılarla vurmadır, bunu da Ebû Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. "Eğer Tevbe ederlerse": Yani fuhuştan” ve "ıslah ederlerse": Yani hallerini "vazgeçin” onlara eziyet etmekten. Bütün bunlar had gelmeden önce idi. Zina haddi, daha önce eziyet ve özellikle kadını hapsetme şeklinde idi. Her iki hüküm de neshedildi. Nesihleri ne ile oldu? Bunda da ihtilaf etmişlerdir: Bazıları Ubade b. Samit’in Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet ettiği: "Benden alın, benden alın; Allah onlara bir yol gösterdi; evli evli ile zina ederse yüz değnek ve taş ile recim vardır; bekâr bekârla zina ederse, yüz değnek ve bir yıl sürgün vardır” 10 10 - İmam Ahmed, Müsned, 5/313,318; Müslim, Hudud, hadis no, 12; ayrıca Ebû Dâvud ve İbn Mâce. hadisi ile neshedildiğini söylemişlerdir. Bu da: Kur’ân’ın sünnetle neshini câiz görenlere göredir. Bazıları da: "Zina eden kadınla zina eden erkeğe, her birine yüzer değnek vurun” âyetiyle neshedildiğini, demişlerdir. Burada: "Onu yapanlara” ifadesi bekârlar içindir, bunların hükmü değnek ile evli kadınların hükmü ise recim ile neshedildi. Bazıları da şöyle demişler: Nesih, Kur’ân’lâ olup sonradan yazısı (okunuşu) kaldırılan ve hükmü baki kalan Kur’ânla olmuştur. Çünkü Ubade hadisinde: "Allah onlara bir yol gösterdi” deniyor. 11 11 - Bir önceki tahrice bakınız. Öyle görünüyor ki, nesih okunuşu sonradan kaldırılan bir vahiyle olmuştur. Kadı Ebû Ya’lâ da şöyle demiştir: Bu yorum doğrudur, Kur’ân’ın sünnetle neshini câiz görmeyenlerin fikrine uygundur. Ve şöyle demiştir: Neshin Ubade hadisiyle olması imkansızdır, çünkü o, âhad hadislerdendir, onunla nesh câiz değildir. 17Allah katında Tevbe ancak bilmeden kötülük edip sonra da çarçabuk Tevbe edenler idindir. İşte Allah onların Tevbelerini kabul eder. Allah çok iyi bilen ve hikmet sahibidir. "Allah katında Tevbe ancak bilmeden kötülük edenler içindir": Hasen şöyle demiştir: Tevbeyi ancak Allah kabul eder. "Kötülük” ise günahlardır. Onlara kötülük denilmesi akibetinin kötü olmasındandır. "Bi-cehâletin": Mücâhid: Her isyan eden isyan ettiği anda cahildir, demiştir. Hasen, Atâ’, Katâde, Süddi ve diğerleri de: Onlara cahil denilmesi isyanlarından dolayıdır; yoksa iyiyi kötüyü ayıramadıklarından değildir, demişlerdir. Zeccâc da şöyle demiştir: Âyetin manası: Onlar kötülüğü bilmiyorlar, demek değildir, zira bir Müslüman bilmeden bir kötülük yapsa, hiç kötülük etmemiş gibi olur. Burada iki ihtimal vardır: Birincisi: Onlar o şeyin içindeki kötülüğü bilmeden onu yapmışlardır. İkincisi: Onlar onun akibetinin iyi olmadığını gördükleri ve bildikleri halde ona atılmışlardır. O nedenle de onlara cahil denilmiştir. Çünkü az bir şeyi çok rahata ve hayırlı akibete tercih etmişlerdir. "Karîb/Çarçabuk” kelimesinde de üç görüş vardır: Birincisi: O sağlıklı iken Tevbe etmektir, bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş ve Süddi ile İbn Saib de böyle demişlerdir. İkincisi: O, öliim meleğini görmeden önce Tevbe etmektir, bunu da Ebû Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş ve Ebû Miclez de böyle demiştir. Üçüncüsü: O, ölmeden Tevbe etmektir, bunu İbn Zeyd ve diğerleri demişlerdir. 18Yoksa Tevbe, ne kötülükler yapıp da onlardan birine ölüm geldiği zaman: "Şüphesiz ben şimdi Tevbe ettim” diyenler ne de kâfir olarak ölenler içindir. İşte biz onlar için pek acıklı bir azap hazırladık. "Tevbe kötülükler yapanlar için değildir": Kötülükler üzerinde üç görüş vardır: Birincisi: Şirktir, bunu İbn Abbâs ile İkrime, demişlerdir. İkincisi: Nifaktır, bunu da Ebû’l - Âliyye ile Said b. Cübeyr, demişlerdir. Üçüncüsü: O Müslümanların kötülükleridir, bunu Süfyan Sevri, demiş ve: "Ne de kâfir olarak ölenlerin değil” kaydını delil göstermiştir. "Onlardan birine ölüm geldiği zaman": Ölümün gelmesinde de iki görüş vardır: Birincisi: Ölüme sevk edilmektir, bunu İbn Ömer, demiştir. İkincisi: O ruhu kabzetmek için gelen ölüm meleğini görmektir, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. Ali b. Ebû Talha, İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Allahü teâlâ bunun ardından: "Şüphesiz Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz” (Nisa: 116) âyetini indirdi. Müşrik olarak ölene bağışlanmayı haram etti ve kendini bir bilenleri de dilemesine bıraktı. 12 Buna göre âyet mü’minler için mensuhtur. 12 - İbn Cerir Taberî, Tefsir, 8/101. 19Ey iman edenler, kadınlara zorla mirasçı olmanız size helâl değildir. Apaçık kötü bir hareket yapmadıkça, onlara verdiğiniz (mehrin) bir kısmını ele geçirmek için onlara engel olmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız, olur ki, bir şeyden hoşlanmazsınız da Allah ona birçok hayır koymuş olabilir. "Ey iman edenler, kadınlara zorla mirasçı olmanız size helâl değildir": İniş sebebi şöyledir: Bir adam öldüğü zaman, onun velileri karısına daha çok hak sahibi olurlardı. İsterlerse onu evlendirmezlerdi, âyet bunun üzerine indi. Bunu İbn Abbâs, demiştir. 13 13 - Taberi, Tefsir, 8/104. Başka bir rivayet de şöyledir: İslâm’ın ilk yıllarında bir adam öldüğü zaman ona en yakın kimse ayağa kalkar, onun karısının üzerine bir örtü atar ve nikahına mirasçı olurdu. Mücâhid şöyle demiştir: Bir adam öldüğü zaman en büyük oğlu karısına en haklı olurdu. İsterse onun nikahlar, yahutta onu istediği biri ile evlendirirdi. Ebû Ümame Sehl b. Huneyf şöyle demiştir: Ebû Kays b. Eslet ölünce, oğlu ölümünden sonra karısı ile evlenmek istedi, bu da cahiliyede onlar için vardı; âyet bunun üzerine indi. 14 14 Taberi, Tefsir, 8/105. İkrime de şöyle demiştir: O kadının adı: Kebişe bint Ma’n b. Âsım’dır. Bu adet Araplarda vardı. Ebû Miclez de: Ensar da bunu yapardı, demiştir. İbn Zeyd: Bu adet Medine’de de vardı, demiştir. Süddi şöyle demiştir: Bu, kadın önce hareket edip de ailesine varmadıkça veliler için bir hakti. Ama kadın giderse artık söz kendisinin olurdu. "Kadınlara zorla mirasçı olmanız"ın manasında da iki görüş vardır: Birincisi: Nikahına mirasçı olmanız, bu cumhûrun görüşüdür. İkincisi: Mallarına zorla mirasçı olmanızdır. İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ölünün yakını genç kızın üzerine bir örtü atardı, eğer güzel ise onunla evlenirdi, çirkinse ölünceye kadar hapseder, ona mirasçı olurdu.15 15-Taberi, tefsir, 8/109 Kurralar "kürh” kelimesindeki kâfin fethi ve zammı üzerinde dört yerde ihtilaf etmişlerdir: Burada, Tevbe’de ve iki yerde de Ahkaf’ta; İbn Kesir, Nâfi ve Ebû Amr hepsini kâfin fethası ile Hamze de zammesiyle okumuştur. İbn Âmir de Nisa ve Tevbe’de feth, Ahkaf’ta da zam ile okumuştur. Bunların ikisi de lügattir, bunları Bakara’da anlatmış bulunuyoruz. "Onlara engel olmayın": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Bu eşlere (kocalara) hitaptır. Sonra yasak olan engelleme üzerinde de üç görüş vardır: Birincisi: Erkek karısıyla bir arada bulunmaktan nefret ederdi, eşinin de onda mehri olurdu, kadını hapsederdi; vazgeçmesi için onu döverdi. Bunu İbn Abbâs, Katâde, Dahhâk ve Süddi, demiştir. İkincisi: Erkek şerefli kadını nikahlardı, bazen de geçinemezlerdi; ondan ayrılırdı; izni olmadan da evlendirmezdi ve buna şahit tutardı. Biri kadını istediği zaman kadın onu razı ederse, ona izin verir, yoksa ona mani olurdu. Bunu İbn Zeyd, demiştir. Üçüncüsü: Onlar talaktan sonra da mani olurlardı, nitekim cahilîyede böyle yaparlardı, bundan men edildiler. Bu da İbn Zeyd’den rivayet edilmiştir. Bakara’da şunu da zikretmiştik: Adam kadını boşar, onu tekrar alırdı, yine boşar, tekrar alırdı, kadına zarar vermek için bunu sonsuza kadar tekrar ederdi, bunun üzerine: "Boşama iki defadır” (Bakara: 229) âyeti indi. İkinci görüş: Bu velilere hitaptır, sonra bu yasaklandıkları şeyde de üç görüş vardır: Birincisi: Cahiliyede adamın yakın bir kadın hısımı olursa, onun üzerine bir örtü atardı, bir daha onun izni olmadan evlenemezdi. Bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Bir adamın yanında yetim kız olurdu, onu ölünceye kadar hapsederdi, yahutta oğlu ile evlendirirdi, bunu da Mücâhid, demiştir. Üçüncüsü: Veliler kadınlara mirasçı olmak için kadınların evlenmelerine mani olurlardı. Yine bu da Mücâhid’ten rivayet edilmiştir. Üçüncü görüş: Bu, "kadınlara zorla mirasçı olmanız size helâl değildir” denilen kocaların mirasçılarına hitaptır. Adam yakınının karısına mirasçı olur, ölünceye kadar onu engeller ya da mehrini geri alırdı. Bu da İbn Abbâs ile diğerlerinin görüşüdür. Buna göre kelâm, yukarıya bitişik olur. Bundan önceki görüşlere göre de engelleme zikri "kadınlara mirasçı olmanız” kavlinden ayrı olur. "Kötü bir hareket” (fahişe) hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Kocaya karşı dik başlılık etmektir, bunu İbn Mes’ûd, İbn Abbâs Katâde ve diğerleri, demiştir. İkincisi: Zinadır, bunu da Hasen, Atâ’, İkrime ve bir grup müfessir, demişlerdir. Ma’mer, Atâ’ el - Horasani’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kadın fuhuş yaptığı zaman kocası ona verdiği mehri geri alırdı ve onu evden çıkarırdı. Bu, zina haddi ile neshedildi. İbn Cerir de şöyle demiştir: Bu görüş doğru değildir, çünkü had Allah’ın hakkıdır, fidye ise kocanın hakkıdır. Dolayısıyla biri diğerini iptal edemez. Doğrusu şudur: Kadın zina gibi veyahut dille eziyet etme gibi çirkin bir hareket yaparsa, ona engel olup mehrini fidye olarak geri verinceye kadar ona baskı yapması câizdir. "Mübeyyineten” kavline1 gelince: İbn Kesir ile Ebû Bekir - Âsım’dan rivayetle - iki yerde yenin fethası ile "mübeyyeneten” ve "ayatin mübeyyenatin” okumuşlardır. İbn Âmir, Hamze, Kisâi - Âsım'dan rivayetle - ikisini de yenin kesresi ile okumuşlardır. Nâfi ile Ebû Amr, kesre ile "mübeyyineten” ve fetha ile de "ayatin mübeyyenatin” okumuşlardır. "İşret” (geçim) kelimesinin manası da yukarıda geçmiştir. "Olur ki, bir şeyden hoşlanmamanız": İbn Abbâs şöyle demiştir: Olur ki, Allahü teâlâ onlara bir çocuk nasip eder de o çocuğa birçok hayır ve bereket vermiş olur. Âyet istenmese de kadını nikahta tutmaya çağırmış ve iki manaya da dikkat çekmiştir: Birincisi: İnsan hayrın nerede olduğunu bilemez; bazen kötü bir şey iyi hale gelir, iyi bir şey de kötü hale gelir. İkincisi: İnsan neredeyse içinde sevilmeyen bir şey olmayan iyilik bulamaz; onun için sevdiği şeyden dolayı sevmediğine katlanmalıdır. Bu manada şöyle bir şiir demişlerdir: Kim arkadaşına göz yummazsa, Bazı şeylerini görmezden gelmezse, itap ederek ölür. Kim başkasının tökezlemesini araştırırsa, Bulur, ömür boyu da kusursuz arkadaş bulamaz. 20Eğer bir zevceyi bırakıp yerine bir başka zevce almak ister ve onlardan birine bir kıntar (mehir) vermiş olursanız, ondan hiçbir şeyi almayın. Onu iftira ederek ve açık bir günah işleyerek mi alacaksınız? "Eğer bir zevceyi bırakıp yerine bir başka zevce almak isterseniz": Bu, erkeklere hitaptır. Zevç: Kadın demektir. "Kıntar” kelimesinin izahı da Al-i Imran’da geçmiştir. (Âyet: 14) "Ondan hiçbir şey almayın": Bu, kadına temas eden veyahut onunla baş başa kalan hakkındadır. Bunu arkasındaki âyet açıklamıştır. Kadı Ebû Ya lâ şöyle demiştir: Neden yeni bir zevce alma durumunda mehirden bir şeyler almak men edilmiştir; halbuki o her zaman yasaktır? Birileri temas hakkı kadına geçtiği için mehirdeki hakkı düştü zannetmesin veya ikincisi mehre birincisinden daha layıktır, çünkü onun yerine geçmiştir gibi bir fikre katılmaması içindir. Bühtân hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O zulümdür, bunu İbn Abbâs ile İbn Kuteybe, demişlerdir. İkincisi: Bâtılldır, bunu da Zeccâc, demiştir. Kelâmın manası: Onu bühtan ederek ve günaha girerek mi alacaksınız, demek olur? 21Onu nasıl alırsınız ki, birbirinize katılmışsınız ve onlar sizden ağır bir söz almışlardır. "Onu nasıl alırsınız?": Yani onu almayı nasıl görürsünüz? "İfdâ” (katılma): Hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O cimâdır, bunu İbn Abbâs, Mücâhid, Süddi, Mukâtil ve İbn Kuteybe, demişlerdir. İkincisi: Cimâ olmasa da kadınla halvette kalmaktır, bunu da Ferrâ’, demiştir. "Ağır sözden” ne kastedildiği hususunda üç görüş vardır: Birincisi: O Allah’ın erkeklerden aldığı, kadınları iyilikle tutmak veyahut güzellikle salıvermektir. Bu İbn Abbâs, Hasen, İbn Sîrin, Katâde, Dahhâk, Süddi ve Mukâtil'in görüşleridir. İkincisi: O nikah akdidir, bunu da Mücâhid ile İbn Zeyd, demişlerdir. Üçüncüsü: O, Allah'ın emanetidir, bunu da Rebi’, demiştir. 22Babalarınızın nikahladıklarını nikahlamayın; ancak geçenler (eskiden olanlar) hariç. Çünkü o, çirkin bir hareket, hışım sebebi ve kötü bir yoldur. "Babalarınızın nikahladıklarını nikahlamayın; ancak geçenler hariç": İbn Abbâs şöyle demiştir: Cahiliye halkı Allah'ın haram kıldıklarını haram bilirlerdi, ancak babanın karısı ile iki kız kardeşi bir arada nikahta bulundurma hariç. Âyet bunun üzerine indi. 16 Ensardan biri de şöyle demiştir: Ebû Kays b. Eslet vefat etti, oğlu Kays onun karısını istedi, kadın danışmak üzere Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi: Ben onu oğlum gözünde görüyorum, dedi; âyet bunun üzerine indi. Saleb’in kölesi Ebû Amr şöyle demiştir: Biz Sa’leb’ten, o da Kufelilerden, Müberrid de Basralılardan nakille şöyle demiştir: Nikah lügatte iki şeyi bir araya getirmektir, akitsiz temasa da nikah, denilmiştir. Şair A’şa şöyle demiştir: Nice mehirsiz nikah edilmiş kadınlar vardır; Bundan mehirsiz ve akitsiz temas edilmiş kadınları kastetmiştir. Kadı Ebû Ya’lâ da: Bazen nikah akde de denir, demiştir; Allahü teâlâ: "Kadınları nikahlar da onlara el sürmeden boşarsanız” (Ahzab: 49) buyurmuştur. Nikah cimada hakiki, akitte mecazidir; çünkü o bir araya gelmenin ismidir: Bir araya gelme ise ancak cimâ ile olur. O nedenle akde de nikah denilmiştir; çünkü cimaın sebebidir. "Ancak geçenler hariç": Bunda da altı görüş vardır: Birincisi: Mana şöyledir: Geçenler hariçtir, çünkü Allah onu bağışlar, bunu Dahhâk ile Mufaddal, demişlerdir. Ahfeş de şöyle demiştir: Mana şöyledir: Babalarınızın nikah ettiklerini nikah etmeyin; bundan azap görürsünüz, ancak geçenler hariçtir, Allah onları sizin üzerinizden düşürmüştür. İkincisi: O: Geçenler müstesnadır, manasınadır, bunu da Ferrâ’, demiştir. Üçüncüsü: Geçenler hariçtir ki, onu bırakın, demektir, bunu da Kutrub, demiştir. İbn Enbari de: Geçenler hariç, çünkü o fahiş bir şeydi, demiştir. Dördüncüsü: Mana şöyledir: Babalarınızın nikahladıkları gibi nikahlamayın, yani onların İslâm’da câiz olmayan nikahları gibi nikahlamayın, ancak cahiliyette geçenler müstesnadır ki, bunu İslâm’da başlatmak câiz değildir. Eskisi ise affedilmiştir. Bu da şuna benzer: Birine: Yaptığım yapma, dersin, yani eski yaptığının benzerini yapma, demektir. Bunu İbn Cerir, demiştir.17 Beşincisi: İlla vav manasınadır, takdiri de: Ne de geçeni yapın demektir. Mana da şöyle olur: Babalarınızın nikahlarını kesip atın, ona yeniden başlamayın. Bunu da bazı Maani bilginleri, demişlerdir. Altıncısı: O istisna içindir, Kelâmın takdiri şöyledir: Babalarınızın geçerli nikahla nikahladıklarını nikahlamayın, ancak geçmişte onlardan zina ve haramla ettikleri hariçtir ki, onlar size helaldir. Bunu da İbn Zeyd, demiştir. "Şüphesiz o": Yani nikah, demektir. "Fahişe” de: Fahiş ve çirkin olan demektir. "Makt” de şiddetli buğzdur, bu "makt"ten ne kastedildiği hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, nikahın ismidir; cahiliye de babanın karısını nikahlamaya makt, derlerdi. Ondan doğan çocuğa da "el - Maktiy” denilirdi. Onlara haram edilen bu nikahın hala kötü olduğu kendilerine bildirilmiştir. Bu Zeccâc’ın görüşüdür. İkincisi: O, bu işi yapana Allah’ın gazabını gerektirir, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. 23Size şu kadınlar haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızlar, kız kardeş kızları, sizi emziren (süt) anneleriniz, süt kız kardeşleriniz, kadınlarınızın anaları (kayın valideler), kendilerine duhul ettiğiniz (zifafa girdiğiniz) kadınlardan kucağınızda beslediğiniz üvey kızlarınız. Eğer onlara duhul etmemişseniz size bir beis yoktur. Kendi sulbünüzden oğullarınızın helalleri (eşleri, gelinleriniz) ve iki kız kardeşi bir arada almak; ancak geçenler (eskisi) hariç. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. "Hurrimet aleyküm ümmehâtüküm": Zeccâc şöyle demiştir: Ümmehatta aslolan: Ümmat demektir, ancak he tekit için ziyade kılınmıştır; meselâ ehraktülmae (suyu döktüm) de ziyade ettikleri gibi ki, aslı: Eraktü’dür. "Sizi emziren süt-anneleriniz": Bunlara anne denilmesi, hürmetlerinden dolayıdır. Âlimler şunda ihtilaf ettiler: Emişmede sayı muteber midir, yoksa değil midir? Hanbel, imam Ahmed den bir emme ile emişme sabit olur, dediğini nakletmiştir. Bu da Hazret-i Ömer, Ali, İbn Abbâs, İbn Ömer, Hasen, Tâvûs, Şa’bî, Nehaî, Zührî, Evzai, Sevri, İmam Malik, Ebû Hanife ve arkadaşlarının görüşleridir. Muhammed b. Abbas, İmam Ahmed’den: Emişme ancak üç emme ile sabit olur dediğini rivayet etmiştir. Ebû’l - Haris de İmam Ahmed’den: beş ayrı emmeden azı ile emişme sabit olmaz, dediğini nakletmiştir. Şâfiî'nin görüşü de böyledir. "Kadınlarınızın anneleri": Kayınvalideler de sırf kızlarına akit yapılmakla haram olurlar, kızlarına ister duhul vaki olsun ister olmasın. Bu; Hazret-i Ömer, İbn Mes’ûd, İbn Ömer, İmran b. Husayn, Mesruk, Atâ’, Tâvûs, Hasen ve cumhûrun görüşüdür. Hazret-i Ali radıyallahu anh de karısını duhul etmeden boşayan kimse hakkında: Annesiyle evlenebilir, demiştir. Bu Mücâhid ile İkrime’nin de görüşüdür. "Rebâibuküm": Rebibe: Kadının başka kocasından kızıdır. Rebibe: Beslenen demektir, çünkü adam onu besler. Kucağında besleme denilmesi de genellikle öyle olmasındandır, yoksa kucak şart değildir. "Ve helailii ebnaiküm": Zeccâc şöyle demiştir: Halail: Zevceler demektir. Halile de helâl olan manasınadır, helâl’den türemedir. Başkası da şöyle demiştir: Eşe halile denilmesi, kocası nereye hulul eder (konar)sa onunla beraber konmasındandır. Şeyhimiz lügatçi Ebû Mansur’dan şöyle okudum: Halil koca, halile de kadındır. Bunlara böyle denilmesi, aynı yere gitmelerinden yahut her biri diğerinin mahalline inmesindendir veyahut her biri diğerinin uçkurunu çözmesindendir. "Kendi sulbünüzden": Atâ’ şöyle demiştir: Sulbün zikredilmesi evlatlık içindir. "İlla ma kad selef' kavli hakkında da bir önceki âyette açıklama yapılmıştır. Burada ise iki şey ilâve etmişlerdir: Birincisi: Ancak Yakub aleyhisselam’ın geçen durumu hariç, çünkü o, Yûsuf’un annesiyle kız kardeşini de bir nikahta birleştirmişti. Bu da Atâ’ ile Süddi’den rivayet edilmiştir. Bunda iki yönden zafiyet vardır: Birincisi: Bu haramlık bizim şeriatimiz ile ilgilidir, bütün şeriatler bir değildir. Bizden başkasının yaptığı şeyde bizim de affolmamızın bir anlamı yoktur. İkincisi: Eğer bu sözü söyleyenden delil istense, getirmesi zor olurdu. İkinci görüş: Bu istisnanın şu faydası vardır: İki kız kardeşe yapılan akit fesih olmaz ve insan için onlardan birini seçme hakkı vardır. Firuz ed - Deylemi’nin hadisi de bunu göstermektedir, şöyle demiştir: Ben Müslüman oldum, yanımda (nikahımda) iki kız kardeş vardı; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e geldim: "Birini boşa” dedi. Bunu Kadı Ebû Ya’lâ zikretmiştir. 24Sağ ellerinizin sahip olduğu carıyeler müstesna olmak üzere, evli kadınlar da size haram kılındı. Üzerinize Allah'ın farzı olarak. Bunların (kesindekileri, namuslu ve zinaya sapmamış olarak mallarınızla aramanız size helâl kılındı. O halde onlardan yararlandığınız kadınlara takdir edilen ücretlerini (meliklerini) verin. Mehir kestikten sonra (bir miktar düşürmede) anlaşmanızda size günah yoktur. Şüphesiz Allah hakkıyle bilen, hikmet sahibidir. "Evli kadınlar da": Sebeb-i nüzulü şöyledir: Ebû Said el - Hudri rivayet etmiştir: Evtas savaşında evli kadınları esir aldık, onlarla buluşmak istemedik, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e sorduk, bunun üzerine bu âyet indi, biz de onları helâl saydık. 19 19 - İmam Ahmed, Müsned, 3/71; Müslim, Radâ, hadis no, 33; Ebû Dâvud, Nikah, bab, 44; Nesâî, Nikah, bab, 59; Beyhakî, es - Sünen el - Kühra, 7/167. Kurraların ihtilaflarına gelince: İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, Âsım, İbn Âmir ve Hamze, Kur’ân'ın her yerinde şadı fetha ile okumuşlardır. Yalnız Kisâi, bunu fetha ile okumuş, Kur’ân’ın diğer yerlerindekini kesre ile "el - muhsınati” ve "muhsınat” okumuştur. İbn Kuteybe şöyle demiştir: Ihsan: Bir şeyi himaye edip korumaktır, muhsanat da ondandır ki, kocaları olan kadınlardır. Çünkü kocalan onları korurlar, başkalarının yaklaşmasına mani olurlar. Muhsanât: Evli olmasalar da hür kadınlardır, çünkü hür kadın hem korunur, hem de kendisini korur, cariye ise öyle değildir. Burada muhsanâttan kimlerin kastedildiği hususunda da üç görüş vardır: Birincisi: Kocaları olan kadınlardır, bu İbn Abbâs, Said b. Müseyyeb , Hasen Basri, İbn Cübeyr, Nehaî, İbn Zeyd, Ferrâ’, İbn Kuteybe ve Zeccâc’ın görüşüdür. İkincisi: İffetli kadınlardır, çünkü onlar erkeklere nikah akdi veya cariyelik dışında haramdır. Bu da Ömer b. Hattab, Ebû’l - Âliyye, Ubeyde ve Süddi'nin görüşleridir. Üçüncüsü: Hür kadınlardır, Mana da şöyledir: Onlar sûrenin başında zikredilen dört kadından (dört kadın nikah ettikten) sonra haramdır, bu da İbn Abbâs ile Ubeyde'den rivayet edilmiştir. Birinci görüşe göre "ancak sağ ellerinizin sahip oldukları hariç” kavlinin manasında iki görüş vardır: Birincisi: Manası şöyledir: Ancak savaşlarda esir aldığınız cariyeler hariçtir. Hazret-i Ali, Abdurrahman b. Avf, İbn Ömer, İbn Abbâs âyeti böyle tevil etmişler. Bunlar cariyeyi satmayı talâk olarak görmezlerdi. İkincisi: Ancak esirlikle olsun veya başka bir sebeple olsun kocaları olan cariyeleriniz hariç. İbn Mes’ûd, Übey b. Ka'b, Cabir ve Enes âyeti böyle tevil etmişlerdir. Bunlar da cariyeyi satmayı talâk olarak görürlerdi. İbn Cerir; İbn Abbâs, Said b. Müseyyeb ve Hasen’den: Cariyeyi satmak talâktır, dediklerini zikretmiştir. Doğrusu birincisidir, çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Hazret-i Âişe Berire’yi azat ettiği zaman, kocası köle iken onu evlendirdikleri zevci ile kalmakla ayrılma arasında serbest bıraktı ve Hazret-i Âişe'nin onu azat etmesini talâk kabul etmedi. Eğer talâk olsa idi, onu serbest bırakmasının bir manası kalmazdı. Âyetin iniş sebebi olarak zikrettiğimiz şey de birinci görüşün doğruluğunu göstermektedir. İkinci görüşe göre manası şöyledir: İffetli kadınlar da mülk olmanın dışında haramdır, mülk akit olur, kadın da cariye olur. Üçüncü görüşe göre manası şöyledir: Sağ ellerinizin sahip olduğu cariyeler hariç dörtten sonra hürleri almak haramdır. Çünkü onların sayı ile bir sınırı yoktur. "Kitaballahi aleyküm": Zeccâc şöyle demiştir: Mensûb oluşu tekit olmak üzeredir, manaya göre yapılmıştır. Çünkü "hürrimet aleyküm ümmehatüküm"ün manası şöyledir: Ketaballahu aleyküm hâza kitaben. Emir olmak üzere mensûb olması da câizdir, o zaman "aleyküm” onu tefsir etmiş olur, mana da: Allah'ın kitabına sarılın, olur. "Bunların ötesindekiler size helâl kılındı": Yani bu sayılan şeylerden sonrakiler, ancak sünnet bir kadını halasının veya teyzesinin üzerine almayı da haram etmiştir, İbn Semeyfa’ ile Ebû Imran: kâfin, tenin ve benin fethi ile elifsiz olarak ve henin ref'i ile keteballahu aleyküm okumuşlardır. İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr ve İbn Âmir, hanın fethi ile: Ve ehalle okumuşlar; Hamze ile Kisâi de elifin zammı ile (ühille) okumuşlardır. Şeyhimiz Ali b. Ubeydullah şöyle demiştir: Ulemanın geneli: "Uhille leküm maverae zaliküm” kavlinin umum lafızla varit olup kendisine tahsis girdiği bir umum olduğunu söylemişlerdir. Tahsis eden de peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in, bir kadının üzerine halasını veya teyzesini nikahlamayı haram etmesidir. Bu nesh yolu ile yapılmış değildir. Bir bölük ulema da âyette zikredilen helalliğin bu hadisle neshedildiğine kail olmuşlardır. "Mallarınızla aramanız": Yani ya nikahta mehirle veya mülkte (cariyelikte) bedelle. "Muhsınin": İbn Kuteybe: Evliler manasınadır, demiştir. Zeccâc da: Evlilik akdi yapanlar, demiştir. Başkaları da: Zinaya sapmayan iffetli kimseler, demişlerdir. Sifah: Zinadır, İbn Kuteybe şöyle demiştir: Bunun aslı: Sefahtül kırbete’den gelir ki, kırbadaki suyu döktüm, demektir. Zinaya sifah denilmesi, erkek de kadın da meniyi döktükleri içindir. İbn Fâris de şöyle demiştir: Sifah, suyu (meniyi) akitsiz ve nikahsız dökmektir, o dökülüp zayi olan bir şey gibidir. "Yararlandığınız kadınlara mehirlerini verin": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bu, nikahta mehirle yararlanmaktır, bunu İbn Abbâs, Hasen, Mücâhid ve Cumhûr, demiştir. İkincisi: Bu, akitsiz olarak belli bir süreye kadar yararlanmaktır. Rivayete göre İbn Abbâs müt’a nikahına cevaz verirdi, sonra ondan döndü. Kurra müfessirlerden bazıları kendilerini zorlayarak şöyle demişlerdir: Bu Âyetten kastedilen müt'a nikahıdır, sonra o da Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yasağı ile neshedilmiştir. Bu ise gereksiz bir zorlamadır. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem müt’ayi önce helâl etti, sonra da men etti, böylece onun sözü ile neshedilmiş oldu. Âyet ise müt’anin cevazını içermiyor, çünkü Allahü teâlâ "namuslu ve zinadan kaçmak şartı ile mallarınızla aramanızda” demiştir. Bu da normal nikahı gösterir. Zeccâc şöyle demiştir: "Onlardan istifade ettiğiniz” ifadesi, geçerli şartlara göre kıydığınız nikah demektir, o da: "Namuslu olup zina etmemektir", yani evlenme akdi yaparak, demektir. "Onlara ücretlerini verin": Yani mehirlerini. Kim âyette bundan başka bir cihete giderse kesinlikle hata etmiş ve lügatten anlamamıştır. "Mehir kestikten sonra aranızda anlaşmanızda size günah yoktur": Bunda da altı görüş vardır: Birincisi: Bunun manası şöyledir: Kadının mehrinden bir miktarını terk edip kocasına hibe etmesinde size günah yoktur. Bu İbn Abbâs ile İbn Zeyd’den rivayet edilmiştir. İkincisi: Mehir kestikten sonra bir arada kalmanız veya ayrılmanızda size günah yoktur, yine bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: Ey kocalar, kadınlarınız için mehir kestikten sonra onların mehirlerinden bir miktar düşürmelerinde veya sizi tamamen ondan muaf tutmalarında size günah yoktur. Bunu da Ebû Süleyman et - Teymi, demiştir. Dördüncüsü: Müt'anin süresi dolduktan sonra süreyi uzatmalarında veya bağışlamayıp ücreti artırmalarında size günah yoktur, bunu Süddi, demiştir. Bu görüş müt’ayi kabul edenlere göredir. Beşincisi: Kadının mehrini erkeğe hibe etmesinde veya kendisine duhul etmeyen erkeğe mehrinin yarısını bağışlamasında size günah yoktur, bunu da Zeccâc, demiştir. Altıncısı: Bu, artırma ve eksiltmede, tehir veya ibrada genel bir hükümdür, bunu da Kadı Ebû Ya’lâ, demiştir. 25Sizden kim namuslu mü’min kadınları nikahlayacak bir bolluğa sahip olmazsa, sağ ellerinizin malik olduğu mü’min cariyelerinizden (alsın). Allah imanınızı çok iyi bilmektedir. Kiminiz kiminizdensiniz. Onları ailelerinin izni ile namuslu, zinaya kaçmayan ve dost tutmayan kadınlar olarak nikahlayın ve onlara mehirlerini normal surette verin. Onlar evlendikten sonra fuhuş işlerlerse onlara namuslu hür kadınlara olan cezanın yarısı vardır. (Cariye ile evlenme izni), içinizden günaha düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise daha hayırlıdır. Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. "Vemen lem yestatı’ minküm tavlen": "Tavl": Bir grup müfessire göre zenginlik ve bolluk, demektir. "Muhsanat": İse hür kadınlardır. Zeccâc: Mana: Kim hür kadının mehrini veremezse, demiştir. Tale fülanün tavlan alâ fülanin, denir ki, ondan fazla gücü olmaktır. Burada feteyat’tan maksat: Cariyelerdir. Cariyeye emet, köleye de abd denir. Köle olmayana da bu isim verilir. Ben Şeyhimiz lügatçi Ebû Mansur’dan şöyle okudum: Mütefettiye: Genç ve delikanlı kız, demektir. Yeni yetme cariyeye de: Fetat, denir. Kuteybe de şöyle demiştir: Feta genç ve yeni yetme manasına değildir, o ancak güçlü ve kuvvetli erkek, demektir. Cariye için imanın zikredilmesi mubah olması için şarttır, kitabiye cariyenin nikahlanması câiz değildir. Bu cumhûrun görüşüdür. Ebû Hanife ise: Câizdir, demiştir. "Allah imanınızı daha iyi bilir": Zeccâc: Manası şöyledir, demiştir: Siz imanınızın görünen kısmına göre amel edin, çünkü sizler birbirinizden gördüğünüz şeylere ‘ göre davranmak zorundasınız. "Birbirinizdensiniz": Bunda da iki anlam vardır: Birincisi: O, nesebi kastetmiştir, yani hepiniz adem oğlusunuz. Manasının: Dininiz birdir şeklinde olması da câizdir, çünkü burada mü'min cariyeleri murat etmiştir. Onlar için neden böyle denilmiştir? Çünkü Araplar başkalarının soylarına dil uzatır, kendi kökleri ile iftihar ederlerdi. Cariyeden doğan erkek çocuğa: Hecin, denir. Allah onlara kölelerle diğerlerinin durumlarının iman konusunda eşit olduğunu bildirdi. Cariye ile evlenmenin mekruh olması ve hür kadınla evlenme imkanı bulduğu takdirde haram olması, doğan çocuğun köle olmasındadır. Bir de cariye erkeklere hizmet etmek için el altında dolaşır. Bu da kocaya zor gelir. İbn Enbari şöyle demiştir: Âyetin manası: Hepiniz ademoğlusunuz, öyleyse zaruret halinde cariyelerle evlenmekten kibirlenmeyin, demektir. İbn Cerir Taberî de şöyle demiştir: Kelâmda takdim ve tehir vardır, takdiri şöyledir: Kim hür kadınlarla evlenme imkanı bulamazsa, birbirinizle evlenin, yani bu onun cariyesi ile o da öbürünün cariyesi ile evlensin. "Onları evlendirin": Yani cariyeleri, "ailelerinin izni ile"; Yani efendilerinin. "Ücretler” de Mehirler, demektir. "Normal surette": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bu, mana bakımından öncedir, takdiri de şöyledir: Onları ailelerinin izni ile normal şekilde, yani geçerli nikahla evlendirin", "ve onlara mehirlerini verin": Yani normal şekilde, emsallerinin mehirleri gibi. İbn Abbâs: "Muhsanat": İffetli, zina etmeyen", "vela müttehizati ahdan": Dost tutmayanlar, demiştir. Cahiliyede açık zinayı haram sayar, gizlisini helâl görürlerdi. Başka bir rivayette de şöyle demiştir: "Müsafihat": Açıktan zina eden kadınlardır. "Müttehizati ahdan” da: Bir tek dost edinen kadınlardır. Başkası şöyle demiştir: Kadın bir dost edinir ve onunla zina ederdi, başkasıyla etmezdi. "Feiza uhsınne": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Anar ve İbn Âmir: Hemzenin zammı ile "uhsınne” okumuşlar; Hamze, Kisâi, Ebû Bekir ve Mufaddal -Âsım’dan rivayetle- elifin ve sadın fethi ile (ahsanne) okumuşlardır. İbn Cerir de şöyle demiştir: Kim fetha ile okursa: Müslüman olur, İslâm sayesinde namuslarını haramdan korurlarsa, demek istemiş; kim de zamme ile okursa: Evlenirler de kocaları sayesinde namuslarını haramdan korurlarsa, demek istemiştir. "Fahişe": Zinadır, "muhsanat” da hür kadınlardır, "azap” da had cezası demektir. Kadı Ebû Ya’lâ şöyle demiştir: Cariyeye had uygulamak için Müslüman ve evli olmak şart değildir, bunlar olmasa da ona vacip olur. Hadde evliliğin şart olması, iffetli oldukları takdirde onlara evli kadınlara lâzım gelen cezanın yarısı lâzım gelir vehmine kapılmamak içindir. O da iffetli olduğu takdirde hür kadın gibi had cezası görür. "İşte bu": Cariyeleri evlendirmeye işarettir. "Anet“ te de beş görüş vardır: Birincisi: O, zinadır, bunu İbn Abbâs, Şa’bî, İbn Cübeyr, Mücâhid, Dahhâk, İbn Zeyd, Mukâtil ve İbn Kuteybe, demişlerdir. İkincisi: O, helaktir, bunu da Ebû Ubeyde ile Zeccâc, demişlerdir. Üçüncüsü: Cariyeyi sevmede karşılaşılacak meşakkattir, bunu da Zeccâc nakletmiştik Dördüncüsü: Burada anet, günahtır. Beşincisi: O onu zora sokan haddir. Bu ikisini İbn Cerir Taberî, zikretmiştir. Kadı Ebû Ya’lâ şöyle demiştir: Bu âyet, cariyeleri normal şekilde nikah etmeyi iki şarta bağlamıştır: Birincisi: Hürle evlenme imkânına sahip olmamak. İkincisi: Zinadan korkmaktır. Bu; İbn Abbâs, Şa’bî, İbn Cerir, Mesruk, Mekhûl, Ahmed, Malik ve Şâfiî’nin görüşleridir. Hazret-i Ali, Hasen, İbn Müseyyeb, Mücâhid ve Zührî’den: Zengin olsa da böyledir, dedikleri de rivayet edilmiştir. Bu, Ebû Hanife ile arkadaşlarının da görüşüdür. "Eğer sabrederseniz sizin için daha hayırlıdır": İbn Abbâs ve bir grup alim: Cariyeleri nikah etmemeye demişlerdir. Neden sabretmek istenmiştir? Çünkü doğan çocuklar köle olurlar. 26Allah size (bilmediklerinizi) açıklamak ve size sizden öncekilerin yollarını göstermek ve Tevbenizi kabul etmek istiyor. Allah çok iyi bilen ve hikmet sahibidir. "Yüridüllahi liylibeyyine leküm": Lâm, "en” manasınadır, bu da bir grup Arap dili bilginlerinin görüşüdür. İbn Cerir Taberî de bunu tercih etmiştir. Şunlar da da böyledir: "Ve ümirtü lia’dile beyneküm” (Şura: 15); "ve ümirna linüslime” (En’am: 71); "yüriduna liyutfıu". (Saf: 8) Allah’ın açıklaması; bazen Kur’ân’ın nassı (açık metni) ile bazen de başka bir nassın delaletiyle olur. Zeccâc şöyle demiştir: "Sünen": Yollar demektir. Mana da şöyledir: Peygamberlere ve onlara tabi olanlara doğru yolu gösterdiği gibi size de taatini gösterir. Başkası da şöyle demiştir: Kelâmın manası şöyledir: Allah size sizden önceki hak ve bâtıll ehlinin yollarını göstermek istiyor ki, batıldan sakınasınız ve hakka tabi olasınız ve sizi hakka hidayet etsin. 27Allah Tevbenizi kabul etmek ister. Halbuki şehvetlerine uyanlar, büyük (fena) bir şekilde sapmanızı isterler. "Allah Tevbenizi kabul etmek ister": Zeccâc şöyle demiştir: Tevbenize sebep olacak şeyi size göstermek ister. "Şehvetlerine uyanlar": Bu hususta da dört görüş vardır: Birincisi: Onlar zina edenlerdir, bunu Mücâhid ile Mukâtil, demişlerdir. İkincisi: Yahudilerle Hıristiyanlardır, bunu da Süddi, demiştir. Üçüncüsü: Onlar özellikle zina edenlerdir, bunu da İbn Cerir, demiştir. Dördüncüsü: Bâtıll ehlidir, bunu da İbn Zeyd, demiştir. "Fena şekilde sapmanızı isterler": Yani isyan ederek haktan sapmanızı isterler. 28Allah sizden yükünüzü hafifletmek ister. İnsan zayıf yaratılmıştır. "Allah sizden hafifletmek ister": Hafifletmek, teklifi kolaylaştırmak veyahut bir kısmım düşürmektir. İbn Cerir, mana şöyledir, demiştir: Allah hür kadınlarla evlenme imkanı bulamayanlara mü’min cariyelerle evlenmelerinde kolaylık ister. İnsanın zayıf yaratılmasında da üç görüş vardır: Birincisi: O esas yaratılışı itibarı ile zayıftır. Hasen Basri: O değersiz bir sudan yaratılmıştır, der. İkincisi: Onun kadınlara karşı sabrı azdır, bunu da Tâvûs ile Mukâtil, demişlerdir. Üçüncüsü: Onun, nefsi arzuların baskısını kırmak için azmi zayıftır. Bu; Zeccâc ile İbn Keysan’ın görüşüdür. 29Ey iman edenler, mallarınızı aranızda haksız (bâtıll) sebeplerle yemeyin; ancak rızaya dayalı bir ticaret olması hariç. Kendinizi öldürmeyin. Çünkü Allah size çok merhametlidir. "Mallarınızı aranızda batılla yemeyin": Bâtıll; şeriatte helâl olmayan şeydir. "İlla entekune ticareten": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr ve İbn Âmir: Ref ile "ticaretün” okumuşlar; Hamze, Kisâi ve Âsım da, nasb ile "ticareten” okumuşlardır. Biz de sebebini Bakara suresinin sonunda anlatmış bulunuyoruz. "Kendilerinizi (nefislerinizi) öldürmeyin": Bunda da beş görüş vardır: Birincisi: Bu zahirine göredir ve Allah bir kula nefsini öldürmeyi haram etmiştir. Bu da zahirdir. İkincisi: Bunun manası: Birbirinizi öldürmeyindir, bu da İbn Abbâs, Hasen, Said b. Cübeyr, İkrime, Katâde, Süddi, Mukâtil ve İbn Kuteybe'nin görüşleridir. Üçüncüsü: Mana şöyledir: Farz da olsa nefislerinize bir amel yüklemeyin. Amr b. el - As Zatüsselasil gazasında böyle tevil etmiştir: Soğuk bir gecede askerlerine cünüp iken namaz kıldırdı. Durum Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e intikal edince ona: "Ey Amr, cünüp iken arkadaşlarına namaz mı kıldırdın?” dedi. O da: Ya Resûlallah, ben soğuk bir gecede düş azmıştım, gusül edersem helak olmaktan korktum ve Allahü teâlâ’nın: "Nefislerinizi öldürmeyin” kavlini hatırladım, dedi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de güldü.20 Dördüncüsü: Mana şöyledir: Nefislerinizin hissesinden gafil kalmayın, kim ondan gafil kalırsa, kendini öldürmüş gibidir. Bu da Fudayl b. îyad’ın görüşüdür. Beşincisi: Günahlar işleyerek onları öldürmeyin. 30Kim bunu düşmanlık ve tecavüz için yaparsa, onu ateşe atacağız. Bu da Allah’a çok kolaydır. "Kim bunu düşmanlık ve tecavüz için yaparsa": Burada işaret edilen şey hususunda üç görüş vardır: Birincisi: O, nefsi öldürmedir, bunu İbn Abbâs ile Atâ’, demişlerdir. İkincisi: O Allahü teâlâ’nın sûrenin başından beri yasak ettikleri şeylere râcîdir, bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: Nefsi öldürmek, malları bâtıll sebeplerle yemektir, bunu da Mukâtil, demiştir. 31Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız (öbür) kötülüklerinizi örteriz ve sizi girilecek pek değerli bir yere sokarız. "Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız": Bir şeyden kaçınmak, onu bir tarafa itmektir. Büyük günahlar hakkında da on bir görüş vardır: Birincisi: Onlar yedidir; Buhârî ile Müslim, Sahih’lerinde Ebû Hureyre’den Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Yedi büyük günahtan sakının": "Onlar nedir?” dediler; şöyle dedi: Allah’a şirk koşmak, büyü yapmak, Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, namuslu ve bir şeyden haberi olmayan mü’min kadınlara iftira etmek. 21 21 - Buhârî, Vasaya, bab, 23; Tıb, bab, 48; Hudud, bab, 44, Müslim, iman, hadis no, 144; Ebû Dâvud, Vasaya, bab, 10; Nesâî, Vasaya, 12. Bu hadis başka bir yoldan da Ebû Hureyre’den rivayet edilmiştir; Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: Büyük günahlar yedidir: Birincisi Allah’a şirk koşmak, haksız yere cana kıymak, faiz yemek, büyürler de mallarını ellerine alırlar diye acele ile yetim malı yemek, savaştan kaçmak, namuslu kadınlara iftira etmek, hicret ettikten sonra badiyeye (kırsala) geri dönmek. 22 22 - Bu lafızla aslını bulamadım. Hazret-i Ali radıyallahu anh’ten de yedi diye rivayet edilmiş ve onları saymıştır. Atâ’’dan da; Yedirir, dediği ve onları saydığı rivayet edilmiştir. Ancak şirk ve badiye yerine yalancı şahitliği ve ana babaya asi olmaktır, denilmiştir. İkincisi: Onlar dokuzdur; Abd b. Umeyr, babasından rivayet etmiştir, ki, o zat sahabi idi, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e: "Büyük günahlar nelerdir?” diye soruldu, o da: Dokuzdur, dedi: En büyükleri Allah’a şirk koşmaktır, haksız yere adam öldürmek, savaştan kaçmak, yetim malı yemek, büyü yapmak, faiz yemek, namuslu kadına iftira etmek, Müslüman ana babaya asi olmak, ölülerinizin ve dirilerinizin kıblesi olan Ka’be’nin kutsallığını çiğnemek. 23 23 - Ebû Dâvud, Vasaya, bab, 10; Hakim, Müstedrek, uzun olarak, 1/59, 4/259; Beyhakî, es - Sünen el - Kübra, 3/408. Üçüncüsü: Dörttür: Buhârî ile Müslim Sahih’lerinde Abdullah b. Amr’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Büyük günahlar dörttür: Allah’a şirk koşmak, ana babaya isyan etmek, cana kıymak ve yalan yere yemin etmek. 24 24 - Buhârî, Eyman, bab, 16; Mürteddin, bab, 1; Diyat, bab, 2; Müslim'de bulamadım. Enes b. Malik rivayet etmiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem büyük günahları anlattı, yahut ona sordular; şöyle dedi: Allah’a şirk koşmak, cana kıymak, ana babaya isyan etmek ve şöyle dedi: Size büyük günahların en büyüğünü söyleyeyim mi? Yalan söylemek veya yalancı şahitliği etmektir. 25 25 - İmam Ahmed, Müsned, 3 /1.31. İbn Mes’ûd’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Büyük günahlar dörttür: Allah’a şirk koşmak, Allah’ın tuzağından emin olmak, Allah’ın rahmetinden ümit kesmek ve Allah’ın rahmetinden meyus olmak. İkrime’den de benzeri rivayet edilmiştir. Dördüncüsü: Onlar üçtür, İmran b. Husayn, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi? Allah’a şirk koşmak, ana babaya asi olmak, yaslanmıştı, doğruldu ve: Yalancı şahitliği etmektir, dedi. 26 26 - Beyhakî, es - Sünen el - Kübra: 8/210. Buhârî ile Müslim Sahih’lerinde Ebû Bekre’den Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Size büyük günahların en büyüklerini haber vereyim mi? Evet, ya Resûlallah, dedik, şöyle buyurdu: Allah’a şirk koşmak, Ana babaya isyan etmek ve yaslanmıştı, doğruldu: Yalancı şahitliği etmektir. Onu o kadar tekrar etti ki: Keşke sussa da kendine eziyet etmese, dedik. O ikisi, Sahih’lerinde İbn Mes’ûd hadisi olarak da rivayet etmişlerdir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e: "Günahların en büyüğü hangisidir, dedim; o da: Seni yaratan Allah’a şirk koşmak, dedi. "Sonra hangisidir?” dedim: "Seninle beraber yemek yer korkusuyla çocuğunu öldürmektir, dedi. "Sonra hangisidir?” dedim. Komşunun karısı ile zina etmektir, dedi. Beşincisi: Sûrenin başıpdan bu ayete kadar zikredilenlerdir, bunu da İbn Mes’ûd ile İbn Abbâs, demişlerdir. Altıncısı: On birdir: Allah’a şirk koşmak, ana babaya asi olmak, yalan yere yemin edip boyu beraber günaha batmak, yetim malı yemek, faiz yemek, savaştan kaçmak, namuslu kadınlara iftira etmek, yalancı şahitliği etmek, sihir yapmak ve hiyanet etmek. Bu, İbn Mes’ûd’dan da rivayet edilmiştir. Yedincisi: Onlar Allahü teâlâ’nın ateş veya lânet veya gazap veya azapla bitirdiği bütün günahlardır. Bunu İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Sekizincisi: Onlar Allahü teâlâ’nın ahirette azabı, dünyada haddi vacip kıldığı bütün günahlardır. Bu manayı Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş ve Dahhâk da böyle demiştir. Dokuzuncusu: Allah’a isyan edilen her şeydir, bu da İbn Abbâs ile Ubeyde’den rivayet edilmiştir. Bu zayıf bir görüştür. Onuncusu: Onlar Allah’ın ateşle tehdit ettiği bütün günahlardır, bunu Hasen, Said b. Cübeyr, Mücâhid, bir rivayette Dahhâk ve Zeccâc demiştir. On Birincisi: Onlar sekizdir: Allah’a şirk koşmak, ana babaya isyan etmek, mü’mini öldürmek, namuslu kadınlara iftira etmek, yetim malı yemek, yalancı şahitliği etmek, bir adamın yemini ve sözü ile az bir para koparmak. Bunu Muhriz, Hasen Basri’den rivayet etmiştir. "Nükeffir anküm seyyiâtiküm": Mufaddal, Âsım’dan, ikisinde de ye ile "yükeffir; kalanlar da ikisinde de nun ile nükeffir okumuşlardır. Nâfi, Eban - Âsım’dan - Kisâi - Ebû Bekir ile Âsım’dan - mimin fethi ile burada ve Hac’ta medhalen okumuşlar; diğerleri ise mimi zamme ile okumuşlardır. "Müdhale sıdkın” ve "muhrace sıdkın"ın miminin mazmuın olduğunda ise ihtilaf etmemişlerdir. 27 27 - İsra: 80. Ebû Ali el - Farisi şöyle demiştir: "Müdhal'in mastar olması da ismi- mekan olması da câizdir. Mimi ister meftuh isterse mazmum okusun. Süddi de şöyle demiştir: Seyyiat burada: Küçük günahlardır. Müdhal kerim de: Cennettir. İbn Kuteybe de: Kerim: Şerefli manasınadır, demiştir. 32Allah'ın kiminizi kiminizden üstün kıldığı (sizde olmayan) şeyleri temenni etmeyin. Erkekler için kazandıklarından bir nasip, kadınlar için de kazandıklarından bir nasip vardır. Allah'tan lütfünü isteyin. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyle bilendir. "Allah’ın kiminizi kiminizden üstün kıldığı şeyleri temenni etmeyin": İniş sebebi için üç görüş vardır: Birincisi: Ümmü Seleme: "Ya Resûlallah, erkekler gazâ ediyorlar, bizse etmiyoruz, biz ancak yarım miras alıyoruz, dedi; bunun üzerine bu âyet indi. 28 28 - İmam Ahmed, Müsned, 6/322; Hakim, Müstedrek, 2/305. İkincisi: Kadınlar: Biz de savaşmak ve erkekler gibi ecir kazanmak isteriz, dediler, bunun üzerine bu âyet indi, bunu İkrime, demiştir. Üçüncüsü: "Erkek için iki dişi hissesi vardır” âyeti inince, erkekler: Kadınlara mirasta üstün kılındığımız gibi iyiliklerimizle de üstün kılınmak isteriz, dediler. Kadınlar da: Biz de: Mirasımız onlarınkinin yarısı kadar olduğu gibi günahımızın da erkeklerinkinin yarısı kadar olmasını isteriz, dediler; bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Katâde ile Süddi, demişlerdir. Temennînin manası hakkında iki görüş vardır: Birincisi: Bir adamın başkasının malım temenni etmesidir, bunu İbn Abbâs ile Atâ’, demişlerdir. İkincisi: Kadınların erkek olmayı temenni etmeleridir. Ümmü Seleme'den: Keşke biz de erkek olsaydık, dediği rivayet edilmiştir. Bunun üzerine bu âyet inmiştir. Temenninin çeşitleri vardır: Birincisi: İnsanın başkasının malının elinden çıkıp kendisinin olmasını istemesidir ki, bu, hasettir. İkincisi: Başkasının malı kadar malı olmasını temenni edip malının elinden çıkmasını istememesidir ki, bu da gıptadır. Çoğu zaman o isteğin elde edilmesinde temenni edenin bir çıkarı olmaz. Hasen şöyle demiştir: Filanın malını temenni etme, ne biliyorsun, belki de onun helaki o maldadır. Üçüncüsü: Kadının erkek olmayı temenni etmesidir ki, bu gibi şey gerçekleşmez. Kul bilsin ki, menfaatleri Allah daha iyi bilir; o nedenle Allah’ın takdirine razı olsun, bütün temennileri ahiret amelini artırmak olsun. "Erkekler için kendi kazandıklarından bir nasip vardır, kadınlar için de kendi kazandıklarından bir nasip vardır": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bu kazançtan maksat mirastır, bu da İbn Abbâs ile İkrime’nin görüşüdür. İkincisi: O sevap ve azaptır. Mana da şöyledir: Kadın erkek gibi sevap kazanır, onun gibi de günah kazanır. Bu Katâde, İbn Saib ve Mukâtil’in görüşüdür. Doğruluğuna da Ebû Süleyman Dımeşki şunu delil getirmiştir: Miras kazançla ele geçmez, kaldı ki, âyet temenni ve üstünlük isteme hakkında nazil olmuştur. "Ves’elüllahe min fadlihi": İbn Kesir, Kisâi, Eban ve Halef - tircihi olarak - (veselullahe), (feselillahe), (fesel beni israile), (ve sel men erselna) ve bunlar gibi emir sigası ile olup başında "vav” veya "fe” olan kelimeleri böyle okumuşlardır ki, onlara göre bunlar mehmuz (hemzeli) değildir. Ebû Cafer ile Şeybe’den de böyle nakledilmiştir. Diğerleri ise bütün bunları hemze ile okumuşlardır. "Velyeselu ma enfeku” (Mümtehine: 10) kavlini hemze ile okumakta ihtilaf etmemişlerdir. Fadldan ne murat edildiğinde de iki görüş vardır: Birincisi: Fadl: Taattir, bunu Said b. Cübeyr, Mücâhid ve Süddi, demiştir. İkincisi: O rızktır, bunu da İbn Saib, demiştir. O zaman mana şöyle olur: Allah’tan nimetlerini temenni edin, başkasının malını temenni etmeyin. 33(Erkek ve kadından) her biri için ana babanın ve akrabaların bıraktıklarından mirasçılar kıldık. Yeminlerinizin bağladığı kimselere de paylarını verin. Şüphesiz Allah her şeye şahittir. "Veliküllin ce’alna mevâliye": Mevâli: Veliler demektir, onlar da asabe olsun diğerlerinden olsun mirasçılardır. Âyetin manası şöyledir: Her insanın terekesine mirasçı olacak varisler vardır. Vâlidan ve akrabun’un gramerce merfu okunmasının iki sebebi vardır: Birincisi: Mübtedanın haberi olmak üzere merfu olması, takdiri şöyledir: Humul validani velakrabune. O zaman cümle "mimma terek"te tamam olur. İkincisi: Onun malı terk eden fail olmak üzere merfu olmasıdır ki, bu takdirde: el -Validan humul mevla, demek olur. "Vellezine akadet eymânüküm": İbn Kesir, Nah, Ebû Amr ve İbn Âmir, elifle "âkadet” okumuşlar; Âsım, Hamze ve Kisâi de, elifsiz olarak okumuşlardır. Ebû Ali şöyle demiştir: Kim elifle okursa takdiri şöyle olur: Vellezine "akadethüm eymanüküm. Kim de elifi atarsa mana: Akadet hilfuhum eymenehum, şeklinde olur. Muzah atmış, muzafunileyhi onun yerine geçirmiş olur. Onların hakkında üç görüş vardır: Birincisi: Onlar yeminle mirasçı olanlardır; iki adam birbirleriyle yeminleşirlerdi; hangisi ölürse ötekisi ona mirasçı olurdu. Bu: "Veülül erhami baduhum evla biba’d” kavli ile neshedildi. Bunu İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Ondan Atıyye de şöyle rivayet etmiştir: Cahiliyede bir adam bir adamın arkasına düşer ona katılır ve ona tabi olurdu. Adam öldüğü zaman mirası ailesinin olurdu. Ona tabi olan da eli boş kalırdı. Bunun üzerine Allahü teâlâ "vellezine âkadet eymanüküm” kavlini indirdi, ona da mirasından verildi. Sonra bunun ardından "veülül erhami baduhum evla liba’d” kavli indi. Onların yeminli mirasçılar olduğunu söyleyenlerden bazıları da Said b. Cübeyr, İkrime ve Katâde’dir. İkincisi: Onlar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in kardeş yaptığı kimselerdir. Onlar da Ensar ile muhacirlerdir. Muhacirler akrabalarını değil de ensarı mirasçı bırakırlardı; çünkü Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem onları kardeş etmişti. Bunu Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Bunu İbn Zeyd de, demiştir. Üçüncüsü: Onlar cahiliyede başkalarının çocuklarını evlat edinirlerdi. Bu da Said b. Müseyyeb ’in görüşüdür. Birinci görüşün sahipleri şöyle demişlerdir: Yardım ve miras üzere antlaşma yapanların hükmü Enfal'ın sonundaki âyetle neshedildi. İbn Abbâs, Hasen, İkrime, Katâde, Sevri, Evzai, Malik, Ahmed ve Şâfiî böyle demişlerdir. Ebû Hanife ile arkadaşları ise: Bu hüküm bakidir, ancak akrabalar akideşenlerden ileri tutulmuştur. Bir grup da: Bunun manası: Onlara yardım ve nasihat gibi hisselerini verin, demişlerdir. Bu da İbn Abbâs ile Mücâhid’ten rivayet edilmiştir. Başka bir topluluk şuna kani olmuştur: Cahiliyede antlaşma sadece yardım üzerine yapılırdı, İslâm ise bunu değiştirmedi, onu daha da pekiştirdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: Cahiliyede ne gibi antlaşma varsa, İslâm onu daha da "kuvvetlendirmiştir.29 29 - Cübeyr b. Mut’im hadisi, İmam Ahmed, Müsned, 4/83. Bunun yardım ve destek olduğunu kastetmiştir. Bu da Said b. Cübeyr'in görüşüdür. Bu da âyetin muhkem olduğunu gösterir. 34Erkekler kadınlar üzerine hakimdirler; bu da Allah’ın bazılarını bazılarına üstün kılması ve erkeklerin mallarından kadınların nafakalarını temin etmeleri nedeniyledir. Onun için saliha (iyi) kadınlar itâatkardırlar. Allah kendi haklarını nasıl koruduysa onlar da gıyaben erkeğin (şeref ve namusunu) korurlar. Dik başlılık edeceklerinden korktuğunuz kadınlara gelince, onlara öğüt verin, yataklarda yalnız bırakın. (Yine olmazsa) onları dövün. Eğer size itâat ederlerse, onların aleyhlerine bir yol aramayın. Çünkü Allah çok yücedir, çok büyüktür. "Erkekler kadınlar üzerine hakimdirler": İniş sebebi şeyledir: Bir adam karısına bir tokat attı, kadın Resûlüllah’a şikayet etti, bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Müfessirler bunun Sa’d b. Rebi’ el -Ensari olduğunu zikretmişlerdir. İbn Abbâs: "Kavvamun": Kadınları hak üzere tedip etmekle görevlidirler, demiştir. Hişam b. Muhammed, babasından: "Erkekler kadınlar üzerine hakimdirler” kavlinde: Eğer erkeklerse, demiş ve şu beyti okumuştur: Sen her erkeği erkek mi ve Gece yanan her ateşi ateş mi sanırsın? "Bu da Allah’ın, bazılarını bazılarına üstün kılması nedeniyledir": Yani erkekleri kadınlara üstün kılması nedeniyledir. Erkeğin kadından üstün olması; aklının fazlalığı, miras hissesinin daha büyük olması, ganimet, Cuma namazı, cemaat, hilafet, cihad, talakın onun eline verilmesi vs. gibi şeylerledir. "Ve nafakalarını kendi mallarından temin etmeleriyledir": İbn Abbâs şöyle demiştir: Yani mehir ve nafakaları ile. "Salihât” üzerinde de iki görüş vardır: Birincisi: Kocalarına iyilik eden kadınlardır, bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Hayır işleyenlerdir, bunu da Abdullah b. Mübarek, demiştir, İbn Abbâs: "Kanitat": Kocalan hakkında Allah’a itâat eden kadınlar; "gıyaben muhafaza edenler” de: Kocaları yokken muhafaza edenlerdir, demiştir. Atâ’ ile Katâde de: Kocaları yokken onun malını ve korumaları lâzım gelen kendi nefislerini muhafaza eden kadınlar, demişlerdir. "Bima hafizallah": Cumhûr "Allah” ismini merfu okumuştur, mana da onların kıraatine göre üç türlü olur: Birincisi: Allah’ın onları muhafaza etmesi sebebiyle, bunu İbn Abbâs, Mücâhid, Atâ’ ve Mukâtil, demişlerdir. İbn Mübarek de Süfyan’dan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Allah’ın onları muhafaza edip öyle yapmasıyla. İkincisi: Allah’ın onların mehirlerini ve lâzım gelen nafakalarını koruması iledir, bunu da Zeccâc, demiştir. Üçüncüsü: Bunun manası şöyledir: Görünmeyeni Allah’ın emrinin korunduğu şeyle muhafaza edenlerdir. Bunu Zeccâc nakletmiştir. Ebû Cafer de Allah ismini mensûb okumuştur, mana da: Allah’ın onları kendi taatinde koruması iledir. "Dik başlılık etmelerinden korktuğunuz kadınlara gelince": Bu korku hakkında iki görüş vardır: Birincisi: O, bilmek manasınadır, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Dik başlılığın görünen işaretleri dolayısıyla zannetmek manasınadır, bunu Ferrâ’, demiş ve delil olarak da şu mısraı okumuştur: Ey Sellam, beni ayıplayacağından korkmadım (bunu zannetmedim). İbn Kuteybe şöyle demiştir: Nüşuz: kadının kocasından nefret etmesidir: Neşezetil meı’etü alâ zevcihe ve neşesat denir ki, ondan nefret etti ve yanında kalmaktan rahatsız oldu, demektir. Nüşuzun aslı: Rahatsız olmaktır. Zeccâc da: Aslı neşzden gelir ki, yüksek yer manasınadır, demiştir. "Onlara öğüt verin": İmam Halil şöyle demiştir: Öğüt: Kalbi heyecana getirecek şeyle hayrı hatırlatmaktır. Hasen de şöyle demiştir: Ona dili ile öğüt verir; eğer kabul etmezse, yatağını terk eder. Yatağını terk etme konusunda da dört ayrı görüş belirtmişlerdir: Birincisi: O, cimaı terk etmektir, bunu Said b. Cübeyr, İbn Ebi Talha ve el - Avf, İbn Abbâs’tan rivayet etmişlerdir. İbn Cübeyr ile Mukâtil de böyle, demişlerdir. İkincisi: Onu terk etmektir, cimaı terk etmek değildir, bunu da Ebudduha, İbn Abbâs’tan, Husayf da İkrime'den rivayet etmiştir. Süddi ile Sevri de böyle demişlerdir. Üçüncüsü: Yatakta kötü konuşmaktır; bu da İbn Abbâs, Hasen ve İkrime’den rivayet edilmiştir. Bu durumda mana: Onlara yatakta kötü konuşun, demek olur. Dördüncüsü: O döşeğini ve yatağım terk etmektir; bu da Hasen, Şa’bî, Nehaî, Muksim ve Katâde'den rivayet edilmiştir. İbn Abbâs şöyle demiştir: Onu yatakta terk et, eğer kabul ederse ne a’lâ, yoksa Allah sana onu yaralamadan dövmeye izin vermiştir. Bir grup ilim adamı da şöyle demiştir: Âyet tertip üzeredir: Dik başlılık korkusu halinde öğüt vermek, dik başlılık görüldüğü zaman yatağını terk etmek, bunu tekrar ettiği ve ısrar ettiği takdirde de onu dövmek. Henüz dik başlılığın başında dövmek câiz değildir. Kadı Ebû Ya’lâ: İmam Ahmed’in mezhebi de böyledir, demiştir: İmam Şâfiî de: Daha dik başlılığın başında dövmek câizdir, demiştir. "Eğer size itâat ederlerse": Yani yatakta, "onların aleyhlerine bir yol aramayın": Onu rahatsız etmek için bahaneler uydurmayın, demektir. Süfyan b. Uyeyne de: Seni sevmeye zorlama, çünkü kalbi onun elinde değildir, demiştir. İbn Cerir de mana şöyledir, demiştir: Çeşitli bahaneler ileri sürerek bedenleri ve malları hususunda size helâl olmayan bir yol aramayın. Bu da ona: Sen beni sevmiyorsun, deyip de onu dövmek veya ona eziyet etmek gibi şeylerdir. Şüphesiz Allah çok yücedir (aliyy), çok büyüktür (kebirdir): Ebû Süleyman Dımeşki şöyle demiştir: Eşlerinize zulmetmeyin, sonra Allah onların intikamını sizden alır. Hattâbî de şöyle demiştir: Kebir: Celal (azamet) sıfatı ile muttasıl’, şanı yüce, büyüklüğünün yanında bütün büyükler küçük kalır, demektir. Şöyle de denilmiştir: O mahluklarına benzemekten yücedir. 35Eğer aralarının açılmasından korkarsanız onun (erkeğin) ailesinden bir hakem ve onun (kadının) ailesinden de bir hakem gönderin. Eğer onlar barıştırmak isterlerse Allah onların aralarını uzlaştırır. Şüphesiz Allah hakkıyle bilendir, her şeyden haberdardır. "Eğer aralarının açılmasından korkarsanız": Korkuda iki görüş vardır: Birincisi: O varlığı kesin olmayanın varlığından sakınmaktır, bunu da Zeccâc, demiştir. İkincisi: O, bilmektir, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. Zeccâc şöyle demiştir: Şikak: Düşmanlıktır, müteşakkiyn’den gelir ki, her sınıf bir şıkka (tarafa) düşmektir. Hakem de: Kendisine verilen işi takip edendir. İki hakem göndermekle memur olan hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, davanın kendisine getirildiği yetkilidir, bunu Said b. Cübeyr ile Dahhâk, demişlerdir. İkincisi. Onlar eşlerdir, bunu da Süddi, demiştir. "Eğer onlar barıştırmak isterlerse": İbn Abbâs: Hakemler isterlerse, demiştir. "Allah aralarını uzlaştırır": Bunda da iki görüş vardır: O, hakemlere râcîdir, bunu İbn Abbâs, İbn Cübeyr, Mücâhid, Atâ’, Süddi ve cumhûr demişlerdir. İkincisi: O eşlere râcîdir, bunu da bazı müfessirler, demiştir. Hakemler eşlerin vekilleridir, verdikleri hükümde eşlerin rızası geçerlidir. Bu Ahmed, Ebû Hanife ve arkadaşlarının görüşüdür. Malik ile Şâfiî de: Hakemlerin hükmü eşlerin rızasına muhtaç değildir, demişlerdir. 36Allah’a ibadet edin, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, akraba komşuya, yabancı komşuya, yakın arkadaşa, yolda kalanlara ve sağ ellerinizin sahip olduğu kölelere iyilik edin. Şüphesiz Allah kendini beğenen ve daima böbürlenen kimseyi sevmez. "Allah’a ibadet edin": İbn Abbâs: O’nu birleyin, demiştir. "Ana babaya iyilik edin": Ferrâ’ şöyle demiştir: Allah insanları ebeveyne iyilik etmeye teşvik etmiştir. "Akraba komşuya": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, seninle onun arasında yakınlık olan komşudur, bunu İbn Abbâs, İkrime, Dahhâk, Katâde, İbn Zeyd, Mukâtil ve diğerleri, demişlerdir. İkincisi: O, Müslüman komşudur, bunu da Nevf eş - Şâmi, demiştir. O zaman mana: İçinizden Müslüman komşuya iyilik edin, olur. "Vel - caril cünübi": Mufaddal, Âsım’dan cimin fethi ve nunun sükunu ile vel - caril cenbi rivayet etmiştir. Ebû Ali Şöyle demiştir: Mana: El - Cari zil cünüb, demektir ki, muzaf hazfedilmiş olur. Yabancı komşu hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: O, seninle onun arasında yakınlık olmayan yabancıdır, bunu İbn Abbâs, Mücâhid, Atâ’, İkrime, Dahhâk, İbn Zeyd, Mukâtil ve diğerleri, demişlerdir. İkincisi: o; sağındaki, solundaki, önündeki ve arkandaki komşudur, bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: O; Yahudi ve Hıristiyan’dır, bunu da Nevf eş - Şami, demiştir. Yakın arkadaş hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: O, zevce (eş)tir, bunu da Hazret-i Ali, İbn Mes’ûd, Hasen, İbrahim Nehaî ve İbn Ebi Leyla, demişlerdir. İkincisi: O, yol arkadaşıdır, bunu da Mücâhid’in rivâyetinde İbn Abbâs, Katâde, Dahhâk, Süddi ve İbn Kuteybe, demişlerdir. Said b. Cübeyr’den de iki görüşün benzeri rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: O arkadaştır, bunu da İbn Cüreyc, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş ve İkrime de böyle, demiştir. İbn Zeyd de şöyle demiştir: Senden hayrının ulaşmasını umut eden kimsedir. Mukâtil de: O seferde ve hazarda arkadaşındır, demiştir. İbnüssebil hakkında da Bakara suresinde açıklama yapmıştık. "Sağ ellerinizin sahip olduklarına da": Yani kölelere iyilik edin. Bazıları: Buna dilsiz hayvanlar da girer, demişlerdir. İbn Abbâs şöyle demiştir: "el - Muhtal: Kibirli kibirli yürüyendir; fahur da: Kibriyle insanlara karşı böbürlenendir, demiştir. Mücâhid de: O verdiğini sayan ve Allah’a şükretmeyendir, demiştir. İbn Kuteybe de: Muhtal: Mağrur ve kibirli kimsedir, demiştir: Zeccâc da: Muhtal: Kasılan, gururlu ve cahil kimsedir, demiştir. Burada kibirli ve gururlunun zikredilmesi; bunların zengin oldukları zaman akrabalarından ve komşularından kaçmalarından dolayıdır. 37Onlar cimrilik eden, insanlara cimriliği öneren ve Allah'ın, lütfünden kendilerine verdiği şeyleri gizleyen kimselerdir. Biz o nankörlere aşağılayıcı bir azap hazırlamışızdır. "Onlar cimrilik edenlerdir": Müfessirler bu âyetin Yahudiler hakkında indiğini söylemişlerdir. Sebeb-i nüzulü ise şöyledir: İbn Abbâs şöyle demiştir: Kerdem b. Zeyd, Üsame b. Habib, Nâfi b. Ebi Nâfi, Bahri b. Amir, Huyey b. Ahtab ve Rifaa b. Zeyd b. Tabut, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabından bazı ensara gelir; onlara karışır ve onlara öğüt verirlerdi, onlara: Mallarınızı harcamayın, biz fakir olmanızdan korkuyoruz, infaka koşmayın; çünkü sonunun ne olacağını bilemezsiniz, derlerdi. Bunun üzerine bu âyet indi. 30 30 - bkz. İbn Hişam, es - Siyretü'n - Nebeviye, 2/208; Taberi Tefsiri, 8/353. Cimrilik ettikleri ve insanlara cimrilik önerdikleri şey üzerinde de iki görüş vardır: Birincisi: O maldır, bunu İbn Abbâs ile İbn Zeyd, demişlerdir. İkincisi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in sıfat ve nübüvvetini meydana çıkarmadır, bunu da Katâde ile Süddi, demişlerdir. "Ve ye’murunennase bilbuhli": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, Âsım ve İbn Âmir, sükunla: Bilbuhli okumuşlardır; Hamze ile Kisâi de harekeli olarak: Bilbahali okumuşlardır. Hadid suresindekinde de aynı ihtilaf vardır. "Allah’ın kendilerine lütfünden verdiği kimseler” hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar Yahudilerdir, onlara Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in sıfatları hakkında bilgi verilmiş; onlar da bunu gizlemişlerdi. Bu, cumhûrun görüşüdür. İkincisi: Onlar; mal sahipleridir; cimrilik ettiler ve zenginliği gizledirler. Bunu da Maverdi ile diğerleri demişlerdir. "A’tedna": Zeccâc: Manası: Onu kendileri için bir hazırlık kıldık, yani kendileri için tespit ettik, demiştir. 38Ve onlar mallarını insanlara gösteriş için harcayan, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan kimselerdir. Şeytan kime arkadaş olursa, o ne kötü arkadaştır! "Ve onlar mallarını gösteriş için harcayanlardır": Kimler hakkında indiğinde farklı üç görüş beyan etmişlerdir: Birincisi: Onlar Yahudilerdir, bunu İbn Abbâs, Mücâhid ve Mukâtil, demişlerdir. İkincisi: Onlar münafıklardır, bunu da Süddi, Zeccâc ve Ebû Süleyman Dımeşki, demişlerdir. Üçüncüsü: Mekke müşrikleridir; Peygambere düşmanlık etmek için mal harcadılar, bunu da Sa’lebî, demiştir. Karîn: Seninle ülfet eden ve sana ısınan arkadaşındır. O, fail veznindedir, iki şeyi birbirine yaklaştırmaktan gelir. Şeytanın ona yakın olmasının da iki manası vardır: Birincisi: Onun fi’line katılmasıdır. İkincisi: Ona cehennemde arkadaş olmasıdır. 39Eğer onlar Allah'a ve ahiret gününe iman etseler ve Allah’ın, kendilerine rızk ettiği şeylerden Allah yolunda harcasalardı, ne olurdu?! Allah onları çok iyi bilendir. "Onlara ne olurdu?": Mana şöyledir: Mallarını insanlara gösteriş için harcayan ve Allah’a iman etmeyen kimseler, eğer iman etselerdi ne olurdu? Burada zikredilen infak hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, sadakadır, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Zekattır, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. "Allah onları çok iyi bilir": Kavli de onların kötü niyetlerinden dolayı onlar için tehdittir. 40Şüphesiz Allah zerre kadar haksızlık etmez. Eğer o (zerre) bir iyilik olursa, Allah onu katlar ve sahibine kendi katından büyük bir mükafat verir. "Şüphesiz Allah zerre kadar haksızlık etmez": Haksızlığı (zulmü) geçen kısımda şerh etmiş idik. O, aziz ve celil olan Allah için imkansızdır. Çünkü dilciler: Zulüm, bir kimsenin sahip olmadığı şey üzerinde tasarruf etmesidir, demişler. Halbuki her şey O’nun mülküdür. Başkaları da şöyle demişlerdir: Zulüm, bir şeyi asıl yerinden başka yere koymaktır, O’nun hikmeti ise faydasız bir şey yapmaktan münezzehtir. Bir şeyin miskali, o şeyin ağırlığı demektir. İbn Kuteybe şöyle demiştir: Haza alâ miskali hâza, derler ki, onun ağırlığmdadır, onun kadardır, demektir. Zeccâc da: O siki kökünden mifal veznindedir, demiştir. Ben Şeyhimiz Ebû Mansur el - Lügavi’den şöyle okudum: İnsanlar miskalin sadece dinar (altın para) ağırlığında olduğunu zannederler, onların zannettikleri gibi değildir. Bir şeyin miskali onun ağırlığı kadardır, her ağırlığa miskal denir, ister ki, b. (gram, kilo) olsun. Allahü teâlâ: "Hardal tanesi kadar olsa” (Enbiya: 47) demiştir. Ebû Hatim de şöyle demiştir: Esmaî’ye, terazilerdeki ağırlık olan miskali sordum: Farsçadır, nasıl diyeceğimi bilmiyorum; ancak miskal diyebilirim; meselâ bir adama: Bana miskal uzat desen, o da sana binlik bir ağırlık birimi verse veya bir gramlık bir ağırlık birimi verse, dediğini yapmış ve doğru olur. Zerreden de ne kastedildiği hususunda da beş görüş vardır: Birincisi: O kırmızı karınca başıdır, bunu İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: O bir parça topraktır, bunu da Zeyd b. el - Asam, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: O en küçük karıncadır, bunu da İbn Kuteybe ile İbn Paris, demişlerdir. Dördüncüsü: O hardaldır. Beşincisi: Güneş ışığında delikten görünen toz parçasıdır, bu ikisini Sa’lebî, demiştir. Bil ki, zerre akılla bilinen (soyut) bir şey için misal verilmiştir. Maksat Allah’ın ne az ne de çok zulüm etmeyeceğidir. "Ve in tekü haseneten": İbn Kesir ile Nâfi: Ref ile hasentün okumuşlar; diğerleri de nasb ile okumuşlardır. Zeccâc şöyle demiştir: Kim ref ile okursa mana: Bir iyilik meydana gelirse demek olur. Kim de nasb ile okursa mana: Eğer o yaptığı bir iyilik olursa, demek olur. "Yudaifha": İbn Âmir ile İbn Kesir şeddeli olarak ve elifsiz "yuda’ifha okumuşlar; diğerleri de aynın kesri ve elifle yudaifha okumuşlardır. İbn Kuteybe: Elifle yudaifha, birkaç kat verir, demektir; elifsiz yuda'ifha ise bir katı verir, demiştir. "Min ledünhü": Yani kendi katından demektir. Büyük ecir de: Cennettir. 41Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine şahit getirdiğimiz gün (halleri) nice olur? "Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz gün halleri nice olur?": Zeccâc: Âyetin manası: Kıyamet gününde onların hali nasıl olur, demektir; hal kelimesi atılmıştır, çünkü manadan anlaşılmaktadır. "Keyfe” lâfzı istifham için ise de manası azarlamadır. Şahit de ümmetin Nebisidir. Ne ile şahitlik edeceği hususunda da dört görüş vardır: Birincisi: Risaletini ümmetine tebliğ ettiğine dair şahitlik edecektir, bunu İbn Mes’ûd, İbn Cüreyc, Süddi ve Mukâtil, demişlerdir. İkincisi: İmanlarına şahitlik edecektir, bunu da Ebû’l - Âliyye, demiştir. Üçüncüsü: Amellerine şahitlik edecektir, bunu da Mücâhid ile Katâde, demişlerdir. Dördüncüsü: Lehlerine ve aleyhlerine şahitlik edecektir, bunu da Zeccâc, demiştir. "Seni de getirdiğimiz zaman": Yani Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’i. "Onlar” kelimesi üzerinde de üç görüş vardır: Birincisi: Onlar bütün ümmetidir. Sonra bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onların aleyhlerine şahitlik edecektir. İkincisi: Onların lehlerine şahitlik edecektir; o zaman âlâ” lâm manasına olur. İkinci görüş: Onlar kâfirlerdir; mesajı tebliği ettiğine dair onların aleyhine şahitlik edecektir, bunu da Mukâtil, demiştir. Üçüncüsü: Yahudi ve Hıristiyanlardır, bunu da Maverdi, zikretmiştir. 42O gün kâfirler ve Peygamber'e isyan edenler yerle bir olmalarını isterler ve Allah'a karşı hiçbir sözü gizleyemezler. "Lev tüsevva bihimülard": İbn Kesir, Âsım ve Ebû Amr, tenin zammesi ve sin şeddesiz olarak tüsva okumuşlardır. Mana da: Toprak olmayı ve yerle bir olmayı isteyeceklerdir, demektir. Bu da Ferrâ’ ile diğerlerinin görüşleridir. Ebû Hureyre şöyle demiştir: Allahü teâlâ mahlukatı mahşere topladığı zaman, hayvanlara, haşaratlara ve kuşlara: Toprak olun, der. O zaman kâfir: Keşke ben de toprak olsaydım, der. Nâfi ile İbn Âmir de, tenin fethası ve “sîn” in şeddesi ile: Lev tesevva okumuşlardır. Mana da lev tetesevva demektir, mahreçleri yakın olduğu için te sine idgam edilmiştir. Ebû Ali şöyle demiştir: Bu kıraatta biraz geniş düşünülmüştür; çünkü fiil yere (toprağa) isnat edilmiştir, maksat: Yerin de onlar gibi olmasını isterler demek değildir, esas mana: Onlar yerle bir olmayı isterler demektir. Sonra müfessirlerin mana üzerinde de iki görüşleri vardır: Birincisi: Bunun manası şöyledir: Yer yarılsa da içine batsalar, demektir. Bunu Katâde, Ebû Ubeyde ve Mukâtil, demişlerdir. İkincisi: Manası şöyledir: Onlar yeniden diriltilmeyi istemezler; çünkü oradan çıkmadan önce yerle bir olmuşlardı. Bunu da İbn Keysan, demiştir. Zeccâc da buna benzer söylemiştir. Hamze ile Kisâi de, tenin fethası, “sîn” in harekesi ve vav da imaleli şeddeli olarak: Lev tüsevvi okumuşlardır ki, tetesevva manasınadır; Nâfi ile İbn Âmir’in idgam ettiği te’yi hazfetmiştir. İki kıraatin manası da birdir. "Hiçbir sözü (hadisi) Allah’a gizleyemezler": Hadis üzerinde de iki görüş vardır: Birincisi: O: Biz müşrik değildik, sözleridir. İkincisi: O Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in durumu, na’t ve sıfatıdır. Bunu da Atâ’, demiştir. Birinci görüşe göre, gizleme ahiretle ilgilidir. İkinci görüşe göre ise dünya ile ilgilidir. O zaman mana: Onu gizlememiş olmayı isterlerdi, olur. Âyetin manasında da altı görüş vardır: Birincisi: Organları konuşarak onları rezil ettiği zaman Allah'a şirk koşmalarını gizlememiş olmayı isterler. Bu mana İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. İkincisi: Onlara aleyhlerine şahitlik edince ondan sonra hiçbir sözü Allah'a gizlemezler. Bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: Onlar bir yerde hiçbir sözü gizleyemezler, bir yerde de gizlerler ve: Biz müşrik değildik, derler. Bunu da Hasen, demiştir. Dördüncüsü: "Hiçbir sözü Allah’a gizleyemezler": Yeni söz başıdır; "yerle bir olmayı isterler” sözü ile ilişkili değildir. Bu da Ferrâ’ ile Zeccâc’ın görüşleridir. Allah’a hiçbir sözü gizleyemezler’in manası: Onu gizlemeye güçleri yetmez, çünkü o Allah katında açıktır, demektir. Beşincisi: Mana şöyledir: Yerle bir olup da Allah’a karşı hiçbir sözü gizlememiş olmayı isterler. Altıncısı: Onlar: "Biz müşrik değildik” sözlerinin yalan olduğuna inanmadılar, ancak putlara tapmanın itâat olduğuna inandılar. Bu iki görüşü de İbn Enbari bildirmiştir. Kadı Ebû Ya’lâ da şöyle demiştir: Onlara vehmettikleri şey haber verilmiştir; çünkü onlar müşrik olmadıklarını zannediyorlardı. Bu ise onları yalan söylemiş olmaktan çıkarmaz. 43Ey iman edenler, sarhoş İken ne dediğinizi bilinceye kadar ve cünüp iken - yolcu olmanız müstesna - gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur yahut yolculukta bulunur veyahut ayakyolundan (abdest bozmaktan) gelirseniz yahut kadınlara dokunursanız, temiz toprakla teyemmüm edin; yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz Allah çok affedici ve çok bağışlayıcıdır. "Ey iman edenler, sarhoş iken namaza yaklaşmayın": Ebû Abdurrahman es-Sülemi, Hazret-i Ali b. Ebû Talib radıyallahu anh’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Abdurrahman b. Avf bize bir yemek hazırladı, bizi davet etti ve bize içki içirdi, içki bize işledi, namaz vakti geldi; beni öne geçirdiler; ben de: "Kul ya eyyühel kafinin lâ a'büdü ma tabüdun, ve nanhu nabüdü ma tabüdun” okudum; bunun üzerine bu âyet indi. 31 31- Ebû Dâvud, Tirmizî ve Taberi tefsiri, Atâ’ b. Saib'den. Başka bir rivayette, Ebû Abdurrahman'dan ve Hazret-i Ali radıyallahu anh’ten, öne geçirip de bu sûreyi yanlış okuyanın Abdurrahman b. Avf olduğu bildirilmiştir. 32 32- İbn Cerir, Tefsir, 8/376. "Namaza yaklaşmayın": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Namaz vakitlerinde sarhoşluk verecek şeylere yaklaşmayın. İkincisi: Sarhoş iken namaza girmeyin. Birincisi daha doğrudur, çünkü sarhoş kendisine ne hitap edildiğini bilmez. "Sarhoş iken": Kavlinin manasında da iki görüş vardır: Birincisi: içkiden sarhoş iken, bunu cumhûr, demiştir. İkincisi: Uykudan. Bunu da Dahhâk, demiştir: Bu görüş akla uzaktır. Bu âyet, namaz vaktinin dışında sarhoş olmağa müsaade etmiştir, sonra da içkinin yasak edilmesiyle neshedilmiştir. "Vela cünüben": İbn Kuteybe şöyle demiştir: Cenabet, uzaklıktır. Zeccâc şöyle demiştir: Recülün cünübün, verecülani cünübün, ve ricalün cünübün; tıpkı şöyle denildiği gibi: Recülün rıda, ve kavmün rıza. Cünübe bu ismin verilmesinde iki görüş vardır: Birincisi: Suyun olduğu yere uzak olmasındandır. İkincisi: Namazdan, Kur’ân okumaktan, mushafa el sürmekten ve mescide girmekten uzak durması gerekmesindendir. "Ancak yoldan geçmeniz müstesna": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Mana şöyledir: Cünüp iken namaza yaklaşmayın, ancak yolcu olup suyu bulamamanız hariç; o zaman teyemmüm edin ve namazı kılın. Bu mana Hazret-i Ali radıyallahu anh, Mücâhid, Hakem, Katâde, İbn Zeyd, Mukâtil, Ferrâ’ ve Zeccâc’tan rivayet edilmiştir. İkincisi: Cünüp iken namaz kılman yerlere yani mescitlere yaklaşmayın, ancak oradan geçmeniz müstesna, oturmayın. Bu mana da İbn Mes’ûd, Enes b. Malik, Hasen, Said b. Müseyyeb , İkrime, Atâ’ el - Horasani, Zührî, Amr b. Dinar, Ebudduha, İmam Ahmed, Şâfiî ve İbn Kuteybe’den rivayet edilmiştir. İbn Abbâs ile Said b. Cübeyr'den de ilk iki görüşün benzeri rivayet edilmiştir. Birinci görüşe göre: "Âbirî sebîl": Yolcudur, namaza yaklaşmak da namazı icra etmektir. İkinci görüşe göre: "Âbirî sebîl ": Mescitten geçendir, namaza yaklaşmak da içinde namaz kılınan mescide girmektir. "Eğer hasta olursanız": Bu Kelâmın iniş sebebi hakkında iki görüş vardır: Birincisi: Ensardan bir 'adam hasta oldu, kalkıp abdest alamadı, hizmetçisi de yoktu; Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e geldi, ona durumu anlattı; bunun üzerine: "Eğer hasta olur ve yolculukta bulunursanız” âyeti indi, bunu Mücâhid, demiştir. İkincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabından yara çıktı, bu aralarında yayıldı, cünüp oldular; bunu Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e şikayet ettiler; bunun üzerine "Eğer hasta olursanız...” âyeti indi. Bunu İbrahim Nehaî, demiştir. Kadı Ebû Ya’lâ şöyle demiştir: Âyetin zahiri su kullanıldığı takdirde hastalık meydana gelecekse teyemmümün câiz olduğunu göstermektedir; ister telef olmaktan korksun, isterse korkmasın. Yolculuk da öyledir ki, onda da su bulunmadığı takdirde teyemmüm etmek câizdir, yolculuk da ister kısa, isterse uzun olsun. Suyun bulunmaması hasta için teyemmüm etmesinin câiz olması için şart değildir. Şart olan zararın mevcut olmasıdır. Yolculukta ise suyun bulunmaması teyemmümün mubah olması için şarttır, yolculuk şart değildir. Yolculuğun zikredilmesi suyun genellikle onda bulunmamasındandır. "Ev cae ahadün minküm minel ğaitı": "Ev” vav manasınadır, çünkü eğer öyle olmazsa, hasta veya yolcuya abdesti bozulmadığı halde abdest alması lâzım gelir. Ğait: Çukurca yerdir, abdest bozmaktan yeri ile kinaye edilmiştir. Bunu İbn Kuteybe, demiştir. Mezadeye (su tulumuna): Raviye denmesi de böyledir; aslında raviye, üzerinde su tulumu taşman devedir. Kadınlara: Zaain denilmiştir, aslında zaain: Hevdeçler (mahmiller)dir. Kadınlar onun içinde gizlenirler. Abdestsizliğe de izre denilmiştir, çünkü onlar dışkılarını evlerin çöplüğüne atarlardı. "Ev-lâmestümü’n-nisâe": İbn Kesir, Nail, Ebû Amr, Âsım ve İbn Âmir, burada elifle ve Maide’de: Ev lâmestüm okumuşlardır. Hamze, Kisâi ve Halef de tercihli olarak, Mufaddal da Âsım’dan rivayetle, Velid b. Utbe de İbn Âmir’den rivayetle, burada elifsiz ve Maide’de "evlemestüm” okumuşlardır. Lâmest/El sürmeden ne murat edildiği hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: O cimâdır, bunu Hazret-i Ali, İbn Abbâs, Hasen, Mücâhid ve Katâde demişlerdir. İkincisi: O el sürmedir, bunu da İbn Mes’ûd, İbn Ömer, Şa’bî, Ubeyde, Atâ’, İbn Sîrin, Nehaî, Nehdi, Hakem ve Hammâd demişlerdir. Ebû Ali de şöyle demiştir: Lems el ile olur, bazen burada genişlik yaparlar, başka şeye de denir. "Göğe el sürdük” (Cin: 8) âyeti de böyledir ki: Göğün gayıplarına daldık, içimizden kimileri kulak hırsızlığı eder, duyduklarını kahinlere iletir, onlara haber verirdi. Lems el sürmekten başka şeye de denildiği için: "Ellerini sürdüler” (En’am: 7) demiştir. Özellikle elin zikredilmesi, başka bir cihetle karışmaması içindir. Nitekim: "Kendi sulplerinizden oğullarınızın helalleri” (Nisa: 23) demiştir; çünkü oğul, sulpten olmayan evlatlığa da denilir. "Su bulamazsanız teyemmüm edin": Sebeb-i nüzulü şöyledir: Hazret-i Âişe radıyallahu anha bir seferinde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile beraberdi, gerdanlığı koptu, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onu aramak için durdu, yanlarında su da yoktu, bu âyet bunun üzerine indi. Üseyd b. Hudayr: Ey Ebû Bekir ailesi, bu sizin ilk bereketiniz değildir, dedi. Bunu Buhârî ile Müslim tahriç etmişlerdir. Buhârî ile Müslim’in tahriç ettikleri başka bir rivayet de şöyledir: Hazret-i Âişe radıyallahu anha, Esma’dan ödünç bir gerdanlık aldı, o da kayboldu. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, onu aramak üzere bir adam gönderdi; namaz vakti geldi, yanlarında su da yoktu. Abdestsiz kıldılar, bunu Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e şikayet ettiler, bunun üzerine teyemmüm âyeti indi. Teyemmüm lügatte: Niyet edip bir yere gitmektir, bunu da: "Vela teyemmemül habise” âyetinde zikretmiştik. Saîd ise: Topraktır. Bunu Hazret-i Ali, İbn Mes’ûd, Ferrâ’, Ebû Ubeyd, Zeccâc ve İbn Kuteybe, demişlerdir. Şâfiî de: Saîd ancak tozu olan toprağa denir, demiştir. Tayyib hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O temizdir. İkincisi: Helaldir. "Yüzlerinize ve ellerinize ondan sûrun": Teyemmümde yüzün sürülen kısmı, abdestte yıkanan belli yeridir. Ellerden sürülmesi lâzım gelen yerde ise üç görüş vardır: Birincisi: Hırsızlıkta kesilen bileğe kadardır. Ammar, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den: "Teyemmüm yüz ve eller için toprağa bir vurmadır” dediğini rivayet etmiştir. Said b. Müseyyeb , Atâ’ b. Ebi Rebah, İkrime, Evzai, Mekhûl, Malik, Ahmed, İshak ve Dâvud da böyle demişlerdir. İkincisi: O dirseklere kadardır. İbri Abbas, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in teyemmüm ettiğini ve kollarını mesh ettiğini rivayet etmiştir. İbn Ömer, oğlu Salim, Hasen, Ebû Hanife ve Şâfiî de böyle demişlerdir. Şa’bî’den de bu iki görüşün aynısı rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: Parmakların uçlarından koltuk altlarına kadar yerleri mesh etmek vaciptir. Ammar b. Yasir şöyle rivayet etmiştir: Bir yolculukta Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraberdik, toprağa el sürme hakkında izin indi, biz de ellerimizi bir vurup yüzlerimizi meshettik, bir daha vurup'omuz başlarına ve koltuk altlarına kadar olan kısımları meshettik. Bu da Zührî’nin görüşüdür. "İnnallahe kâne afüvven": Hattâbî şöyle demiştir: Afüv, mübalağa kalıbıdır, "afv” günahtan vaz geçmek, suçluyu cezalandırınamaktır. Onun: Afetirrilıül esere (rüzgar izi sildi) sözünden geldiği söylenmiştir, sanki affeden de suçlunun günahını silip atmıştır. 44Kendilerine kitaptan nasip verilenleri görmedin mi; onlar sapıklığı satın alıyor ve sizin yoldan sapmanızı istiyorlar. "Kendilerine kitaptan nasip verilenleri görmedin mi?": Kimler hakkında indiğinde üç görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Bu; Rifaa İbn Zeyd b. Tabut baklanda inmiştir. İkincisi: O İki adam hakkında inmiştir; bunlar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem konuştuğu zaman ağzına öykenir (hiddetlenir) ve onu kınarlardı. Bu iki görüş İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: O Yahudiler hakkında inmiştir, bunu da Katâde, demiştir. "Onlara verilen nasip": Hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in peygamber olduğunu bilmeleridir. İkincisi: Kitaplarındaki şeyleri bilmeleridir, onunla amel etmeleri değil (kuru bilgi). "Sapıklığı satın alıyorlar": İbn Kuteybe şöyle demiştir: Bunda kısaltma vardır; mana: Hidayete karşı sapıklığı satın alıyorlar, demektir. Şu âyet de öyledir: "Ona sonrakiler arasında bıraktık” (Saffat: 78), yani iyi bir ad bıraktık, iyi bir ad zikredilmemiştir; çünkü muhatap onu bilmektedir. Sapıklığı satın almalarında da dört görüş vardır: Birincisi: O, imanı sapıklıkla değiştirmeleridir, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem meydana çıkmadan önce ona iman, meydana çıktıktan sonra inkâr ile değiştirmeleridir. Bunu da Mukâtil, demiştir. Üçüncüsü: O rüşvet almak ve başkanlıklarını sürdürmek için Peygamberi inkâr etmeyi tercih etmeleridir. Bunu da Zeccâc, demiştir. Dördüncüsü: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i yalanlamalarına karşı hahamlarına para vermeleridir. Bunu da Maverdi, demiştir. "Yoldan sapmanızı istiyorlar": Mü'minlere hitaptır, yoldan maksat da: Hidayet yoludur. 45Allah düşmanlarınızı çok iyi bilmektedir. Gerçek bir dost olarak ve bir yardımcı olarak da Allah yeter. "Allah düşmanlarınızı çok iyi bilmektedir": O, size onların ne hal üzere olduklarını bildiriyor; artık onlardan yardım istemeyin, onlar da Yahudilerdir. "Allah veli (dost) olarak yeter": Allah size yeter; O kimin velisi olursa düşmanı ona zarar veremez. Hattâbî şöyle demiştir: "Veli” yardımcı demektir. "Veli", mütevelli, yani işleri üstlenen ve yerine getiren demektir. Aslı vely’den gelir ki, yakınlık manasınadır. "Nasîr” ise: Fail vezninde olup fail manasınadır. 46Yahudilerden bir kısıra kelimeleri yerlerinden değiştirirler, dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak; "İşittik ve isyan ettik, dinle, dinlemez olası", "raina” derler. Eğer onlar: "İşittik, itâat ettik, dinle ve bize bak” deselerdi, onlar için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat Allah inkârları yüzünden onlara lânet etmiştir. Artık pek azı hariç iman etmezler. "Yahudilerden bir kısmı": Mukâtil şöyle demiştir: Bu âyet; Rifaa b. Zeyd, Malik b. Dayf ve Ka’b b. Üseyd hakkında inmiştir; hepsi de Yahudi idiler. "Min” edatı hakkında da iki görüş vardır, bunları da Zeccâc bildirmiştir: Birincisi: O "ellezine utülkitabe"ye bağlıdır, mana da: Yahudilerden kendilerine kitaptan hisse verilen kimseleri görmedin mi?” demek olur. İkincisi: Yeni bir cümledir, mana da: Yahudilerden bir topluluk vardır ki, kelimeleri değiştirirler, olur. Değiştirirler kavli de sıfat olur, mevsuf da hazfedilmiş olur. Sibeveyh delil olarak şöyle bir beyt getirmiştir: Zaman iki iki defadan ibarettir: Ölürüm, bir defasında da Zahmetlerle geçim ararım. Mana: Onlardan bir defasında ölürüm, demektir. Ebû Ali el - Farisi: Mana şöyledir, demiştir: Allah Yahudilere karşı yardımcı olarak yeter, yani onlara karşı size yardım eder. "Tahrif": Değiştirme, demektir. "Kelim"eye gelince: "Kelâm"ın "kelm"den alındığı söylenmiştir ki, o da deriyi ve eti yaran yaradır; buna göre söze kelâm denilmesi, kulağı yarıp kelâmı ona ulaştırmasındandır. Hayır, hitap çeşitlerinde istenen manaları yardığı için de denilmiştir. "Kelimeleri değiştirmeleri"nde de iki görüş vardır: Birincisi: Onlar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bir şey sorarlardı; çıkınca da onun sözünü değiştirirlerdi, bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Bu onların Tevrat’ı değiştirmeleridir, bunu da Mücâhid, demiştir. "Yerlerinden": Yani mekan ve mana ihtimallerinden, demektir. "İşittik ve isyan ettik": Mücâhid şöyle demiştir: Sözünü işittik, emrine isyan ettik. "Vesma’ gayra müsmain": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bunun manası: Dinle, dinlemez olası, demektir. Bunu İbn Abbâs, İbn Zeyd ve İbn Kuteybe, demişlerdir. İkincisi: Manası şöyledir: Dinle, dediğin makbul değildir, bunu da Hasen ile Mücâhid, demişlerdir. Raina"nın manası da Bakara’da geçmiştir. "Leyyen bi-elsinetihim": Katâde şöyle demiştir: "Ley” dili kıpırdatmaktır. İbn Kuteybe de: "Leyyen bi-elsinetihim": "Râina kelimesini riayet etmek ve bakmaktan çıkarıp kabalık ederek sövmeye götürmektir, demiştir. İbn Abbâs da şöyle demiştir: "Onlar için daha hayırlı olurdu": Değiştirdikleri şeyden daha hayırlı ve "akveme": Daha adil olurdu. "Allah onlara inkârları yüzünden lânet etti": Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i inkârları yüzünden. "Pek azı hariç onlar iman etmezler": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlardan ancak pek azı iman ederler; onlar da Abdullah İbn Selam ile ona tabi olanlardır. Bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Ancak pek az iman ederler, bunu da Katâde ile Zeccâc, demişlerdir. Mukâtil de şöyle demiştir: O da Allah onları yarattı ve rızıklarını verdi, itikadıdır. 47Ey kendilerine kitap verilenler, bazı yüzleri silip de enselerine döndürmemizden veyahut Cumartesi yaranlarına lânet ettiğimiz gibi onlara da lânet etmemizden önce yanınızdakini tasdik etmek üzere gönderdiğimiz şeye (Kur’ân’a) iman edin. Allah’ın emri yerine getirilmiştir. "Ey kendilerine kitap verilenler, indirdiğimiz şeye iman edin": Sebeb-i nüzulü şöyledir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Yahudilerden içlerinde Abdullah b. Soriya ile Ka’b b. Esed de olan bir grup hahamı İslâm’a davet etti, onlara: Siz de bilirsiniz ki, benim getirdiğim şeyler haktır, dedi. Onlar da: Biz onu tanımıyoruz, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da İbn Abbâs demiştir. "Kitap verilenler": Hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar Yahudilerdir, bunu cumhûr, demiştir. İkincisi: Yahudilerle Hıristiyanlardır, bunu da Maverdi, demiştir. Birinciye göre Kitap: Tevrat’tır. İkinciyi göre de: Tevrat ile İncil’dir. İndirdiğimiz şeyden maksat da: Kur’ân’dır. Yanlarındaki şeyi tasdik etmenin manası da Bakara suresinde geçmiştir. "Bazı yüzleri silmemizden önce": Yüzleri silmede de üç görüş vardır: Birincisi: O, gözleri kör etmedir, bunu İbn Abbâs, Katâde ve Dahhâk, demişlerdir. İkincisi: Onlardaki göz, burun ve kaşı dümdüz etmektir, bu mana da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. İbn Kuteybe de bunu tercih etmiştir. Üçüncüsü: Onları hidayet yolundan çevirmektir; Hasen, Mücâhid, Dahhâk ve Süddi bu görüşe taraftar olmuşlardır. Mukâtil de şöyle demiştir: Yüzleri silmeden önce, yani milleti hidayet ve basiret'ten çevirmeden önce. Buna göre yüz mecazen zikredilmiş olur. Maksat: Basiret ve kalplerdir. Önceki iki görüşe göre de: Yüzden maksat, bilinen organdır. "Onları enselerine döndürürüz": Bunda da beş görüş vardır: Birincisi: Bunları ensede meydana getirip gözleri oraya yerleştirmektir. Bu İbn Abbâs ile Atıyye'nin görüşleridir. İkincisi: Onları, yani yüzleri ense gibi yapıp orada ne ağız ne kaş ne de göz koymaktır, bu da bir topluluğun görüşüdür; İbn Kuteybe de onların içlerindedir. Üçüncüsü: Yüzlerde, maymunlarda olduğu gibi kıl bitirmektir, bu da Ferrâ’’nın görüşüdür. Dördüncüsü: Onları yurtlarından ve yerlerinden sürmektir, İbn Zeyd de buna taraftar olmuştur. İbn Cerir şöyle demiştir: Mana şöyle olur: İleri gelenlerini ve konakladıkları bölgeleri değiştirip onları daha önce geldikleri Şam taralına göndermektir. Beşincisi: Onları sapıklığa döndürmektir, bu da Hasen, Mücâhid, Dahhâk, Süddi ve Mukâtil’in görüşüdür. "Yahut onlara lânet etmemizden önce": Yüzlerin sahipleri kastedilmiştir. Cumartesi yaranlarının lânet edilmesinde de iki görüş vardır: Birincisi: Onları domuza çevirmektir, bunu da Hasen, Katâde ve Mukâtil, demişlerdir. İkincisi: Onları çoklarının öldüğü Tih çölüne göndermektir, bunu da Maverdi, demiştir. "Allah’ın emri yerine getirilmiştir": İbn Cerir şöyle demiştir: Burada emir, me’mur manasınadır. Emir denilmesi ondan (emirden) meydana gelmesindendir. 48Şüphesiz Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz; bundan başkasını istediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, büyük bir günah uydurmuş olur. "Şüphesiz Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz": İbn Ömer şöyle demiştir: "Ey nefislerine zulmeden kullarım, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin; şüphesiz Allah bütün günahları bağışlar” (Zümer: 53) âyeti inince: "Ya Resûlallah, şirki de mi?” dediler; Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bundan hoşlanmadı; bunun üzerine bu indi. Şirk koşmanın manası da yukarıda geçmiştir. Âyetten maksat şudur: Allah şirk üzerinde ölen müşriki bağışlamaz. "Dilediği kimse için": Kaydında da iki açıdan nimet vardır: Birincisi: O şirkten başka günah işleyen her ölünün kesinlikle azaba uğrayacağını gerektirmez, ister ki, o günahın üzerinde ısrar ederek ölsün. İkincisi: O’nun isteğine bırakılmasında da Müslümanlar için yarar vardır; o da korku ve ümit üzerinde olmalarıdır. 49Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi? Bilakis Allah dilediğini temize çıkarır. Onlar hurma çekirdeğinin ince ipliği (fetil) kadar haksızlığa uğramazlar. "Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi?": İniş sebebi şöyledir: Merhap b. Zeyd ile Bahri b. Avn -ki, bunlar Yahudilerden idiler- küçük çocukları ile Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e geldiler; yanlarında da bir bölük Yahudi vardı: "Ya Muhammed, bunların günahı var mı?” dediler; o da: Yok, dedi. Onlar da: Allah’a yemin ederiz ki, biz de onlar gibiyiz; ne zaman gündüz bir günah işlesek, günahımız gece bağışlanır, nelzaman gece bir günah işlesek, günahımız gündüz bağışlanır, dediler; bunun üzerine bu âyet indi. Bu da İbn Abbâs’ın görüşüdür. "Görmedin mi?": Kavli üzerinde de iki görüş vardır: Birincisi: "Sana haber verilmedi mi?” demektir. Bunu da İbn Kuteybe, demiştir. İkincisi: "Bilmedin mi?” demektir, bunu da Zeccâc, demiştir. Kendilerini temize çıkaranlar hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: İbn Abbâs’tan naklettiğimize göre Yahudilerdir; Mücâhid, Katâde ve Mukâtil de böyle demişlerdir. İkincisi: Onlar Yahudi ve Hıristiyanlardır. Hasen Basri ile İbn Zeyd de böyle demişlerdir. "Kendilerini temize çıkarıyorlar"ın manası da: Temiz olduklarını iddia ediyorlar, demektir. Zekeşşey’ü, denir ki: Uygun şartlar altında büyüdü, demektir. Kendilerini ne ile temize çıkardıkları hakkında da dört görüş vardır: Birincisi: Kendilerini günahlardan temize çıkardılar, bunu İbn Salih, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. İkincisi: Yahudiler şöyle dediler: Bizim ölen çocuklarımız Allah katında bizi temize çıkarırlar ve bize şefaat ederler. Bunu da Atıyye, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Yahudiler namazda çocuklarını öne geçirirlerdi; onlar da imamlık ederlerdi; onların günahsız olduklarını iddia ederlerdi: bu İkrime, Mücâhid ve Ebû Mâlik’in görüşleridir. Dördüncüsü: Yahudiler şöyle dediler: "Bizler Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz” (Maide: 18); "cennete ancak Yahudi veya Hıristiyan olanlar girer". (Bakara: 111) Bu görüş de Hasen ile Katâde’ye aittir. "Bilakis Allah dilediğini temize çıkarır": Yani temiz kılar. Allah kimseye fitil kadar haksızlık etmez: İbn Cerir şöyle demiştir: Esas "fetîlâ": Meftul, yani bükülmüş demektir. Mef’ul sigası faîl’e çevrilmiştir; sari’ ve dehîn gibi. Fetîl üzerinde iki görüş vardır: Birincisi: O, hurma çekirdeğinin çukurunun içindeki şeydir, bunu İkrime, İbn Abbâs'tan rivayet etmiş; Mücâhid, Atâ’ b. Ebi Rebah, Dahhâk, Katâde, Atıyye, İbn Zeyd, Mukâtil, Ebû Ubeyde, İbn Kuteybe ve Zeccâc da böyle demişlerdir. İkincisi: O parmakların arası kirden oğuşturulduğu zaman çıkan (fitil gibi) şeydir, bunu el- Avfı, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Said b. Cübeyr, Ebû Mâlik, Süddi ve Ferrâ’ da böyle demişlerdir. 50Bak, Allah’a karşı nasıl yalan uyduruyorlar. Bu, apaçık bir günah olarak yeter. "Bak, Allah’a karşı nasıl yalan uyduruyorlar": Bu: "Biz Allah’ın oğullarıyız"; "Cennete Yahudi ve Hıristiyan olmayanların dışındakiler girmez"; Bizim günahımız yoktur vb. gibi yalandan uydurdukları sözleridir. "Bu da onlara yeter": Yani bu yalan sözleri "apaçık bir günah olarak yeter": İşitenler için yalanlarını meydana çıkaracak açık bir günah olarak. 51Kendilerine kitaptan nasip verilmiş olanları görmedin mi? Puta ve bâtıll İlâhlara inanıyorlar ve kâfirler için: "Bunlar, iman edenlerden daha doğru yoldadır” diyorlar. "Kendilerine kitaptan nasip verilmiş olanları görmedin mi?": İniş sebebi için dört görüş vardır: Birincisi: Bir grup Yahudi; Kureyş’e gittiler; onlar da: "Bizim dinimiz mi hayırlı yoksa Muhammed’in dini mi?” dediler. Yahudiler de: Hayır, sizin dininiz daha hayırlıdır, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bu da İbn Abbâs’ın görüşüdür. İkincisi: Ka’b b. Eşref ile Huyey b. Ahtap, Mekke’ye gittiler; Kureyşliler onlara: "Biz mi hayırlıyız yoksa Muhammed mi?” dediler. Onlar da: Siz, dediler; bunun üzerine bu âyet indi. Bu, bir rivayette İkrime’nin görüşüdür. Katâde de şöyle demiştir: Âyet, Ka’b, Huyey ve Nadir oğullarından iki başka adam hakkında indi, bunlar Kureyş’e: Siz Muhammed’den daha doğru yoldasınız, dediler. Üçüncüsü: Kureyş kâfirlerine: Siz Muhammed’den daha doğru yoldasınız, diyen Ka’b b. Eşreftir, âyet de bunun üzerine inmiştir. Bu Mücâhid, Süddi ve bir rivayette de İkrime’nin görüşüdür. Dördüncüsü: Huyey b. Ahtab, müşriklere: Biz de sizler de Muhammed’den daha iyiyiz, dedi; bunun üzerine bu âyet indi. Bu da İbn Zeyd’in görüşüdür. Bu ayfette zikredilenlerden kastedilenler Yahudilerdir. "Cibt” hakkında da yedi görüş vardır: Birincisi: O, sihirdir, bunu Hazret-i Ömer b. Hattab, Mücâhid ve Şa’bî, demişlerdir. İkincisi: Putlardır, bunu da Atıyye, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkrime de: Cibt, puttur, demiştir. Üçüncüsü: Huyey b. Ahtab’tır. Bunu İbn Ebi Talha, İbn Abbâs'tan rivayet etmiş; Dahhâk ile Ferrâ’ da böyle demişlerdir. Dördüncüsü: Ka’b b. Eşreftir, bunu Dahhâk, İbn Abbâs ile Leys b. Sa’d’den rivayet etmiştir. Beşincisi: Kahindir, bu İbn Abbâs'tan rivayet edilmiştir. İbn Sîrin ile Mekhûl de böyle demişlerdir. Altıncısı: Şeytandır. Bunu Said b. Cübeyr - bir rivayette - Cübeyr, Katâde ve Süddi, demişlerdir. Yedincisi: Sihirbazdır, bunu da Ebû’l-Âliyye ile İbn Zeyd, demişlerdir. Ebû Bişr, Said b. Cübeyr’den: Cibt, Habeş dilinde sihirbazdır, dediğini rivayet etmiştir. Tağut’tan ne murat edildiği hakkında altı görüş vardır: Birincisi: Şeytandır, bunu Ömer b. Hattab, Mücâhid -bir rivayette- Şa’bî ve İbn Zeyd, demişlerdir. İkincisi: O putların önünde durup da onlar adına açıklama yapanlardır, bunu da el - Avfi, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Ka’b b. Eşreftir, bunu İbn Ebi Talha, İbn Abbâs'tan rivayet etmiş ve Dahhâk ile Ferrâ’ da böyle demişlerdir. Dördüncüsü: Kahindir, bunu da Said b. Cübeyr, Ebû’l - Âliyye, Katâde ve Süddi, demişlerdir. Beşincisi: O puttur, bunu da İkrime, demiş ve: Cibt ile tagut iki puttur, diye açıklama yapmıştır. Altıncısı: Sihirbazdır. Bu; İbn Abbâs, İbn Sîrin ve Mekhûl’den rivayet edilmiştir. Bu görüşler, bunların ayrı ayrı şeyler olduğunu gösterir. İbn Kuteybe ile Zeccâc’ın da içlerinde bulunduğu bir grup dilci de: Allah’tan başka tapılan, taş veya resim veyahut şeytan; cibt ve tâguttur, demişlerdir. "Kâfirlere diyenler": Yani Kureyş müşriklerine. Siz "iman edenlerden daha doğru yoldasınız"; yani Peygamber ile ashabından. "Yol bakımından": Yani diyanet ve itikat bakımından. 52İşte onlara Allah lânet etmiştir. Allah da kime lânet ederse, onun için asla bir yardımcı bulamazsın. 53Yoksa onların mülkte bir hisseleri mi var? Eğer öyle olsa idi, insanlara hurma çekirdeğinin çukuru kadar bir şey (zırnık) vermezlerdi. "Yoksa onların mülkte bir hisseleri mi var?": Bu, sorudur, manası ise inkârdır, takdiri: Onların hissesi yoktur, demektir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: "O zaman insanlara bir nakîr bile vermezler” kavli, gizli bir şartın cevabıdır, takdiri de şöyledir: Eğer onların bir hissesi olsa idi, insanlara zırnık bile vermezlerdi. "Nakîr” hakkında da dört görüş vardır: Birincisi: O hurma çekirdeğinin arka kısmındaki küçük noktadır, bunu İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Mücâhid, Atâ’ b. Ebi Rebah, Katâde, Dahhâk, Süddi, İbn Zeyd, Mukâtil, Ferrâ’, İbn Kuteybe ve diğerleri de demişlerdir. İkincisi: O çekirdeğin ortasındaki zardır, bunu da et - Teymi, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. Mücâhid’ten de: Onun çekirdeğin ortasındaki iplik olduğu rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: O bir adamın başparmağının ucuyla bir şeyi oymasıdır, bunu da Ebû’l - Âliyye, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Dördüncüsü: O çekirdeğin ortasındaki habbedir, bunu İbn Ebi Nüceyh, Mücâhid’ten rivayet etmiştir. Ezheri de şöyle demiştir: "Fetil, nakir ve kıtmir” basit ve değersiz şeyler için verilen misallerdir. 54Yoksa, Allah’ın, insanlara lütf ü kereminden verdiklerini mi kıskanıyorlar? Gerçekten biz, İbrahim hanedanına kitap ve hikmet verdik ve onlara büyük bir mülk verdik. "Yoksa insanları mı kıskanıyorlar": İniş sebebi şöyledir: Ehl-i kitaplar: "Muhammed, kendine verilen şeylerin mütevazi olduğunu iddia ediyor, halbuki onun dokuz karısı vardır; hangi kral ondan daha üstündür?” dediler, âyet: bunun üzerine indi. Bunu el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. "Em” edatı hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O, istifham hemzesi manasınadır, bunu İbn Kuteybe, demiştir. İkincisi: O, "bel” (hayır) manasınadır, bunu da Zeccâc, demiştir. Hased de Bakara suresinde zikredilmişti. Burada haset edenler de: Yahudilerdir. Burada insanlardan da kimlerin murat edildiği hakkında dört görüş vardır: Birincisi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’dir, bunu Atıyye, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; İkrime, Mücâhid, Dahhâk, Süddi ve Mukâtil de böyle demişlerdir. İkincisi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Ebû Bekir ve Ömer’dir. Bu, Ali b. Ebû Talib radıyallahu anh’ten rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: Araplardır, bunu da Katâde, demiştir. Dördüncüsü: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabıdır, bunu da Maverdi, zikretmiştir. Allah'ın onlara lütfünden verdiği şey hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: Allahü teâlâ’nın, Nebisine dilediği kadar sayısız kadın alma müsaadesidir. Bu da İbn Abbâs, Dahhâk ve Süddi’den rivayet edilmiştir. İkincisi: O, peygamberliktir, bunu İbn Cüreyc ile Zeccâc, demişlerdir. Üçüncüsü: O, Araplardır görüşüne göre içlerinden bir peygamber göndermesidir. "İbrahim hanedanına kitap verdik": Yani Tevrat, İncil ve Zebur. Bütün bunlar İbrahim hanedanındadır. Bu Peygamber de İbrahim evladındandır. Hikmet hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O, Peygamberliktir, bunu Süddi ile Mukâtil, demişlerdir. İkincisi: Derin din bilgisidir, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. "Büyük mülk” hususunda da beş görüş vardır; Birincisi: Süleyman’ın mülküdür, bunu Atıyye, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Dâvud ile Süleyman’ın kadın mülkleridir; Dâvud’un yüz karısı, Süleyman’ın da yedi yüz karısı ile üç yüz cariyesi vardı. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Süddi de böyle demiştir. Üçüncüsü: Peygamberliktir, bunu da Mücâhid, demiştir. Dördüncüsü: Meleklerle desteklemedir, bunu da İbn Zeyd ile diğerleri demişlerdir. Beşincisi: Dünya siyaseti ile din şeriatini birlikte yürütmedir, bunu da Maverdi, demiştir. 55Onlardan kimi ona iman etti; onlardan kimi de ondan yüz çevirdi. Çılgın ateş olarak cehennem yeter! "Feminhüm men amene bih": “Hüm” zamirinin mercii hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar Efendimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in uyardığı Yahudilerdir, bu da Mücâhid, Mukâtil, Ferrâ’ ve diğerlerinin görüşüdür. Bu görüşe göre "bihi"dekı “He” zamiri hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: O, Allahü teâlâ’nın Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e indirdiği şeye râcîdir, bunu da Mücâhid, demiştir. Ebû Süleyman da şöyle demiştir: O zaman bu söz: "Allah'ın onlara lütfünden verdiği” kavline dayandırılmış olur ki, o da peygamberliktir. İkincisi: O Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e râcîdir, o zaman da: "İnsanları mı kıskanıyorlar” kavline dayalı olur ki, insanlardan maksat da Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'dir. "Onlardan kimi ona iman etti” kavlinden de murat edilenin Abdullah b. Selam ile arkadaşları olur. Üçüncüsü: O, İbrahim hanedanından habere râci olur ki, bunu da Ferrâ’, demiştir. İkinci görüş: "Feminhüm "deki hüm zamiri İbrahim hanedanına râci olur, buna göre "bihi"deki “He” zamiri hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O, İbrahim'e aittir, bunu Süddi, demiştir. İkincisi: Kitaba aittir, bunu da Mukâtil, demiştir. "Ve minhüm men sadde anh": İbn Mes’ûd, İbn Abbâs, İbn Cübeyr, İkrime, İbn Yamür ve Cuhderi, şadın ref'i ile: "Men sudde anh” okumuşlar; Übey b. Ka’b, Ebû’l - Cevza, Ebû Recâ’ ve el - Cevni de, şadın kesri ile okumuşlardır. 56Âyetlerimizi inkâr edenleri yakında cenenneme atacağız. Derileri piştikçe, azabı tatmaları için başka derilerle değiştireceğiz. Şüphesiz Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir. "Onları yakında cehenneme atacağız": Zeccâc: Ateşte kızartacağız, demiştir. Rivayete göre bir Yahudi kadını Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bir koyun kızartması hediye etmişti. "Derilerini başkalarıyla değiştiririz": Kavli üzerinde de iki görüş vardır: Birincisi: Bu gerçek değildir; buna göre: "günahlardan zevk alan deriler günahlardan zevk almayan derilerle nasıl değiştirilir?” demeye gerek kalmaz; çünkü deriler azabın onlara yetişmesi için alettir, tıpkı zevkin ulaşmasında da alet olduğu gibi. Azap görenler onlardır, deriler değil. İkincisi: Onlar yakıldıktan sotıra aynen tekrar iade edilir, tıpkı kabirlerde çürüdükten sonra tekrar iade edildiği gibi. O zaman değişme sıfata râci olur, zata değil. Mana da şöyle olur. Onları yanmamış derilerle değiştiririz. Meselâ: Suğtu hatemi hatemen aher, denir ki: Yüzüğümden yeni bir yüzük kalıba döktüm, demektir. Hasen Basri bu âyet üzerinde şöyle demiştir: Ateş onları günde yetmiş defa yer (yakar); her yediğinde onlara: Tekrar eski halinize dönün, denir, onlar da dönerler. 57İman edip iyi işler yapanları da altlarından ırmaklar akan ve içinde ebedi kalacakları cennetlere girdireceğiz. Onlar için orada tertemiz eşler vardır. Ve onları koyu bir gölgeye koyacağız. "Onları koyu bir gölgeye koyacağız": Zeccâc: Zalü (koyu gölge), hem sıcaktan hem de rüzgardan koruyan gölgedir. Bütün gölgeler öyle değildir, demiştir. Allahü teâlâ cennetin gölgesinde sıcaklık da olmadığını, soğukluk da olmadığını bildirmiştir. Eğer: "Cennette soğukluk veya sıcaklık olur mu ki, böyle denilmiştir?” denilirse, cevap şöyledir: Hayır, ancak onlara anlayacakları şeyle hitap edilmiştir. Meselâ: "Onlar için orada sabah akşam rızkları vardır” (Meryem: 62) âyetinde olduğu gibi. Başka bir cevap da şöyledir: Bu, onun sıfatının tam ve binasının mükemmel olduğuna işarettir; daha açıkçası, eğer rahatsız edici soğukluk veya sıcaklık olsa idi, binaları ve ağaçları arasında koyu gölge olurdu, demektir. 58Şüphesiz Allah size emanetleri ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah hakkıyle işitici ve hakkıyle görücüdür. "Şüphesiz Allah size emanetleri ehil olanlara vermenizi emreder": İniş sebebi için iki görüş vardır: Birincisi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’yi fethedince, Beytullah’ın anahtarını Osman b. Ebi Talha’dan istedi, o da ona vermeye gitti; Abbas: Anam babam sana kurban olsun, onu sikaye görevimle birlikte bana ver, dedi. Osman, Abbas’a verir korkusu ile elini çekti; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: "Anahtarı getir” dedi. Abbas da sözünü tekrar etti, Osman da elini çekti; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: Eğer Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsan anahtarı bana göster, dedi. O da: İşte ya Resûlallah, onu Allah’ın emaneti olarak al, dedi. Anahtarı aldı, Beyt’i açtı; bunun üzerine Cebrâil bu âyeti getirdi. O da Osman'ı çağırdı, anahtarı ona verdi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş, Mücâhid, Zührî, İbn Cüreyc ve Mukâtil de böyle demişlerdir. İkincisi: O amirler hakkında inmiştir, bunu İbn Ebi Talha, İbn Abbâs'tan rivayet etmiş; Zeyd b. Eslem, oğlu ve Mekhûl da böyle demişlerdir. Ebû Süleyman Dımeşki de bunu tercih etmiş ve: Amirler Müslümanların mallarındaki emanetleri eda etmekle emrolundular, demiştir. Üçüncüsü: O genel emanetler hakkında inmiştir, bu da Übey b. Ka’b, İbn Abbâs, Hasen ve Katâde’den rivayet edilmiştir. Kadı Ebû Ya’lâ da bunu tercih etmiştir. Bil ki, onun özel bir sebep üzerine inmesi hükmünün genel olmasına mani teşkil etmez. Çünkü o, emanetler ve benzerleri için geneldir. İbn Mes’ûd şöyle demiştir: Emanet abdestte, namazda, oruçta ve konuşmadadır; bunların en çetini ödünçlerdedir. "Allah size ne güzel öğüt veriyor": Yani size verdiği öğüt ne güzeldir. Biz de bunu Bakara’da açıklamıştık. 59Ey iman edenler, Allah’a itâat edin, Resule ve sizden olan emir sahiplerine itâat edin. Eğer bir şeyde tartışırsanız, Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız, onu Allah’a ve Resul’üne götürün. Bu daha hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir. "Ey iman edenler, Allah'a ve Resul'e itâat edin": İniş sebebi için iki görüş vardır: Birincisi: O, Abdullah b. Huzafe b. Kays es - Sehmi, hakkında inmiştir; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onu bir askeri birlikte göndermişti. Bunu Buhârî ve Müslim, İbn Abbâs hadisi olarak tahriç etmişlerdir. İkincisi: Ammar b. Yasir, bir askeri birlikte Halit b. Velid ile beraberdi, o kavim kaçtı, içlerinden biri Ammar’ın yanına girdi: "Ben Müslüman oldum, bunun bana faydası olur mu yoksa arkadaşlarım gibi ben de mi kaçayım?” dedi. Ammar da. Sen dur, sen emniyettesin, dedi. Adam da döndü, durdu, Halit geldi; adamı yakaladı; Ammar: Ben ona aman verdim, o Müslüman oldu, dedi. O da: "Ben senin amirin iken birine aman mı veriyorsun?” dedi. İkisi tartıştılar. Resûlallah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldiler; âyet bunun üzerine indi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. "Resul’e itâat edin": Resule itâat etmek, hayatında emrini tutup, yasağından kaçmaktır; ölümünden sonra da sünnetine uymaktır. Emir sahipleri hakkında da dört görüş vardır: Birincisi: Onlar amirlerdir, bunu Ebû Hureyre, bir rivayette İbn Abbâs, Zeyd b. Eslem, Süddi ve Mukâtil, demişlerdir. İkincisi: Onlar Âlimlerdir, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. Bu da Cabir b. Abdullah, Hasen, Ebû’l - Âliyye, Atâ’, Nehaî ve Dahhâk’ın görüşleridir. Bunu Husayf, Mücâhid'ten rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Onlar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabıdır; Bunu da Ebû Nüceyh, Mücâhid’ten rivayet etmiştir, Bekr b. Abdullah el - Müzeni de böyle demiştir. Dördüncüsü: Onlar Ebû Bekir ile Ömer’dir, bu da İkrime’nin görüşüdür. "Fe-in tenazatüm fi şey’in": Zeccâc: Manası; ihtilaf eder de her grup: Söz benim sözümdür, derse, demiştir. Münazaa kökünden gelir ki, her biri delil çekmeye çalışmaktır. "Onu Allah’a ve Peygambere havale edin": Nasıl havale edileceği hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onu Allah'a havale etmek kitabına havale etmektir; Peygamber’e havale etmek de sünnetine havale etmektir: Bu da Mücâhid, Katâde ve cumhûrun görüşüdür. Kadı Ebû Ya'lâ şöyle demiştir: Bu havale de iki şekilde olur: Birincisi: İsmiyle manasıyla mahsus olana havale etmektir. İkincisi: Delalet ve kıyas koluyla havale etmektir. İkinci görüş: Onu Allah’a ve Peygamber’e havale etmek, bir şey bilmeyenin: Allah ve Resûlü daha iyi bilirler, demesidir. Bunu bir grup demiştir ki, Zeccâc da içlerindedir. Tevilden de ne murat edildiği hakkında dört görüş vardır: Birincisi: O ceza ve sevaptır, bu Mücâhid ile Katâde’nin görüşüdür. İkincisi: O sonuçtur, bu da Süddi, İbn Zeyd, İbn Kuteybe ve Zeccâc'ın görüşüdür. Üçüncüsü: O gerçekleşmedir, meselâ: "Bu rüyamın tevilidir "tabiridir, gerçekleşmesidir” (Yûsuf: 100) kavlinde olduğu gibi. Bunu da bir rivayette İbn Zeyd, demiştir. Dördüncüsü: Bunun manası: Onu Allah’a ve Resûlüne havale etmeniz, kendi yorumunuzdan daha güzeldir, demektir. Bunu da Zeccâc, demiştir. 60Sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını iddia edenleri görmedin mi; tağuta baş vurmak istiyorlar; halbuki onu inkâr etmekle emrolunmuşlardı. Şeytan ise onları pek uzak bir sapıklıkla azdırmak istiyor. "inandıklarını iddia edenleri görmedin mi?” Âyetin iniş sebebi için dört görüş vardır: Birincisi: O, münafıklardan bir adam hakkında indi; onunla bir Yahudinin arasında dava vardı. Yahudi: Muhammed’e gidelim, dedi. Münafık da: Hayır, Ka’b b. Eşrefe gidelim, dedi. Yahudi kabul etmedi. İkisi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e geldiler; Yahudi’nin lehine karar verdi. Münafık: Ömer b. Hattab’a gidelim, dedi. Ona doğru yöneldiler, kıssayı ona anlattılar; o da: Az bekleyin, yanınıza geliyorum, dedi. Eve girdi; kılıcını kuşandı, sonra çıktı, münafığa bir vurdu; buz gibi oldu (öldü) ve: Allah ve Resul’ünün hükmüne razı olmayana benim hükmüm böyledir, dedi; bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Ebû Bürde el - Eşlemi kahin idi, Yahudiler arasında hüküm verirdi. Müslümanlardan bir bölük insan ona başvurdular; bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Bir Yahudi ile bir münafığın arasında dava vardı; Yahudi münafığı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e davet etti, çünkü o rüşvet almazdı. Münafık da kendi hakemlerine davet etti, çünkü onlar rüşvet alırlardı. Anlaşamayınca, bir kahini hakem etmeye karar verdiler; bunun üzerine bu âyet indi. Bu da Şa’bî’nin görüşüdür. Dördüncüsü: Nadiyr oğullarından bir adam Kurayza oğullarından birini öldürdü, dava ettiler; onların münafıklan: Kahin Ebû Bürde’ye gidelim, dediler; o iki gruptan Müslümanlar da: Hayır, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e gidelim, dediler; münafıklar kabul etmediler; kahine gittiler; bunun üzerine bu âyet indi. Bu da Süddi’nin görüşüdür. Za’m ve zü’m, ikisi de lügattir, çoğunlukla doğruluğu gerçekleşmeyen şey için kullanılır. "Sana indirilene ve daha önce indirilene iman ettiklerini iddia edenler": Hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O, münafıktır. İkincisi: Ona indirilene iman ettiğini iddia eden münafık, ondan önce indirilene iman ettiğini iddia eden de Yahudidir. Tağut ise Ka’b b. Eşreftir. Bunu İbn Abbâs, Mücâhid, Rebi’’ ve Dahhâk, demişlerdir. "Ona inanmamakla emrolunmuşlardı": Mukâtil: Kahinlerden el çekmekle emrolunmuşlardı, demiştir. "Dalâl baîd” ise: Uzun sapıklık, demektir. 61Onlara: "Allah’ın indirdiğine ve Resul’e gelin” denildiği zaman münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün. "Onlara: "Allah’ın indirdiklerine gelin” denildiği zaman": Mücâhid şöyle demiştir: Bu ve bundan önceki âyet Yahudi ile Münafığın davası hakkında inmiştir. "Lehüm"deki hüm zamiri, o iddiada bulunanlara râcîdir. "Allah'ın indirdiği": Kur’ân’ın hükümleridir. Resul’e gitmek de: Hükmüne razı olmaktır. 62Ellerinin öne sürdüğü şey yüzünden başlarına bir musibet geldiği zaman halleri nice olur? Sonra da sana gelip Allah’a yemin ederler ve: "Biz ancak iyilik etmek ve arabulmak istedik” derler. "Başlarına bir musibet geldiği zaman": Yani Allah’tan bir musibet geldiği zaman ne yaparlar ve hangi çareye başvururlar? Musibetten ne kastedildiği hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bu tehdit ve gözdağıdır. İkincisi: O, Hazret-i Ömer’in öldürdüğü münafığın imha edilmesidir. "Ellerinin öne sürdüğü şey” hususunda da üç görüş vardır: Birincisi: Münafıklık ve alay etmeleridir. İkincisi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hükmünü reddetmeleridir. Üçüncüsü: Eski günahlarıdır. "în eredna": Biz istemedik, demektir. "Ancak iyilik etmek ve arabulmak istedik": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Hazret-i Ömer onların adamını öldürünce, kanını istemeye geldiler; biz kan istemekle başka değil bize iyilik etmek ve hakka uygun iş yapmak istedik, dediler. İkincisi: Biz davayı Ömer'e götürmekle iyilik etmek ve arabulmak istedik. Üçüncüsü: Onlar başkasının hakemliğine gitmekle dönüp Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den özür dilediler ve: Senin kararından dönmemiz hükmü normalleştirmek ve hasımların arasını bulmak içindir, yoksa hakkın acılığına dayanamamak için değildir, dediler. 63Onlar öyle kimselerdir ki, Allah onların kalplerindekini bilir. Artık onlardan yüz çevir, onlara öğüt ver ve kendilerine tesir edecek söz söyle. "Onlar öyle kimselerdir ki, Allah onların kalplerindekini bilir": Yani münafıklık ve kaypaklığı. İbn Abbâs da: İçlerinde dediklerinin tersini saklamalarını, demiştir. "Onlardan yüz çevir": Onları cezalandırma. "Onlara öğüt ver": Dilinle. "Ve onlara tesirli söz söyle": Yani onlara git: Eğer bir daha yaparsanız canınızı yakarım, de. Zeccâc şöyle demiştir: Beluğarrecplü yebluğu belağaten fehüve beliğun, denir ki: Kalbindekini tam olarak dile getirmektir. Âlimler "belağat"in tarifinde konuşmuşlardır; bazıları: Manayı kalbe en güzel sözle ulaştırmaktır, demişler. "Belagat": Mananın doğru olmasıyla beraber ibarenin de güzel olmasıdır, demişler. Belagat: Manayı anlatmakla beraber kısa konuşmak ve karşıyı sıkmayacak şekilde çeşitli ibare kullanmaktır, demişler. Halid b. Safvan da şöyle demiştir: Sözün en güzeli lâfzı az, manası çok olandır. Kelâmın hayırlısı, başı sonunu dinlemek için heyecan uyandırandır. Başkası da şöyle demiştir: Bir sözün belagat ismini alması için lâfzı manasını geçmeli, manası da lâfzını geçmelidir. Lâfzı kulağına manasının kalbine gelmesinden daha önce gelmemelidir. Bazıları da: Bu âyette zikredilen "yüz çevirme"nin kılıç âyetiyle mensuh olduğuna kail olmuşlardır. 64Biz her peygamberi ancak Allah’ın izni ile kendisine itâat edilsin, diye gönderdik. Eğer onlar nefislerine haksızlık ettikleri zaman sana gelip Allah’tan bağış dileseler, Peygamber de onlar için bağış dilese idi, Allah’ın Tevbeleri çok kabul ettiğini, çok merhametli olduğunu görürlerdi. "Vema erseîna min resulin illâ liyutaa": Zeccâc şöyle demiştir: "Min” edatı tekit için gelmiştir; mana da: Biz bir peygamberi ancak itâat edilsin diye göndeririz, şeklinde olur. "Allah’ın izni ile": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: İzin emir manasınadır, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Bizzat izniyle demektir, bunu da Mücâhid, demiştir. Zeccâc da: Mana: Allah ona izin verdiği için itâat edilsin diye gönderdik şeklinde olur, demiştir. "Eğer onlar nefislerine haksızlık ettikleri zaman": "Hüm” (onlar) zamiri daha önce bahsi geçen hakeme başvuran iki adama râcîdir. İbn Abbâs: Resul’ün verdiği karara kızmakla nefislerine haksızlık edenler, demiştir. "Sana gelip de Allah’tan bağış dileselerdi": Yaptıkları şey için, demektir. 65Hayır, Rabbine yemin olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem tutup sonra da verdiğin karardan dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan ve iyice teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar. "Hayır, Rabbine yemin olsun ki, iman etmezler": Bunun iniş sebebi için iki görüş vardır: Birincisi: Bu, Zübeyr ile ensardan bir adamın Harre sulama kanalı mevzuunda tartışmaları üzerine inmiştir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Zübeyr’e: "Ey Zübeyr, sen bahçem sula, sonra da suyu komşuna gönder” dedi; bunun üzerine ensari kızdı: "Ya Resûlallah, halan oğlu olduğu için böyle karar verdin, değil mi?” dedi. Resûlüllah’ın rengi attı, sonra Zübeyr’e: Ey Zübeyr, sen bahçeni sula, su ağaçların köküne ininceye kadar suyu tut, dedi. Zübeyr: Allah’a yemin ederim ki, benim hakkımda indiğini zannediyorum, derdi. Bunu Buhârî ile Müslim rivayet etmişlerdir.36 36 - Buhârî, Kitabü’ş - Şürbi vel - Müsakat, bab, 6, 7, 8; Tefsirü Suretinnisa, bab, 12; Sulh, bab, 12; Müslim, Fedail, hadis no, 129; Ebû Dâvud, Akkdiye. Bab, 31; Tirmizî, Ahkam, bab, 26; Nesâî, Kada, bab, 19, 27; İbn Mâce, Mukaddime bab 2- Ruhûn bab, 20; Ahmed, Müsned, 4/5. İkincisi: O Ka’b b. Eşrefin hakemliğine müracaat eden münafık ile Yahudi hakkında inmiştir, kıssaları da yukarıda geçmiştir. Bunu da Mücâhid, demiştir. "Hayır, Rabbine yemin olsun ki, iman etmezler": Yani seni hakem tutmadıkça mü’min olmazlar, demektir. "Lâ” edatının onların mü’min oldukları iddialarını ret için olduğu da söylenmiştir. Mana da şöyledir: Hayır, hükmüne karşı çıkarken durum onların iman ettik diye zannetikleri gibi değildir, dedi, sonra da yeniden söze başladı ve: Rabbine yemin olsun ki, aralarında ihtilaf ettikleri şeyde seni hakem tayin etmedikçe iman etmiş olmazlar, dedi. "Harec” kelimesi üzerinde de iki görüş vardır: Birincisi: O şüphedir, bunu İbn Abbâs, Mücâhid, Katâde, Süddi ve diğerleri, demiştir. İkincisi: O sıkıntı, demektir; bunu da Ebû Ubeyde ile Zeccâc, demişlerdir. "İyice teslim olurlar": Üzerinde de iki görüş vardır: Birincisi: Emrettiğin şeye teslim olup sana itiraz etmezler. Bu; İbn Abbâs, Zeccâc ve cumhûrun görüşüdür. İkincisi: Çekiştikleri şeyi senin kararma teslim ederler. Bunu” da Maverdi, demiştir. 66Eğer biz onlara: "Kendinizi öldürün ve yurtlarınızdan çıkın” diye yazsaydık, bunu ancak içlerinden pek azı yaparlardı. Eğer onlar kendilerine verilen öğüdü tutsalardı hem onlar için daha hayırlı hem de imanlarını daha pekiştirici olurdu. "Eğer biz onlara: Kendinizi öldürün, diye yazsaydık": Âyetin iniş sebebi şöyledir: Yahudilerden bir adam: Allah’a yemin ederim ki, Allah bize: Kendinizi öldürün, diye yazdı, biz de onları öldürdük, dedi. Sabit b. Kays b. eş - Şemmas da: Allah’a yemin ederim ki, eğer Allah bize de aynısını yazarsa, biz de yaparız, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bu, Süddi’nin görüşüdür. Zeccâc da şöyle demiştir: "Lev” edatı, bir şeyin olmamasından dolayı başka bir şeyin olmaması içindir; meselâ: Levcaeni Zeydün leci’tuhu, denir ki, mana: O gelmediği için ben de gelmedim, demektir. "Ketebna": Farz kıldık manasınadır, anlam da: Eğer mü’minlere kendi nefislerinizi öldürün diye farz kılsaydık, olur. Ebû Amr: Nunun kesresiyle: Eniktülu, vavın zammesiyle de: Evuhrucu, okumuş; İbn Âmir, İbn Kesir, Nâfi ve Kisâi de: Nunun ve vavın zammesiyle: Enuktulu evuhrucu okumuşlardır. Âsım ile Hamze de ikisinin de kesresi ile okumuşlardır: Manada da şöyledir: Eğer Mûsa kavmine farz ettiğimizi onlara da farz etse idik, bunu içlerinden ancak pek azı yaparlardı. Bu, cumhûrun kıraatidir. İbn Âmir nasb ile: İlla kalilen okumuştur. "Eğer onlar": Yani mü’min olduklarını iddia eden ve tağutun hakemliğine başvuran münafıklar, "kendilerine verilen öğüdü tutsalardı": Yani kendilerine edilen Allah’a itâat ve emrini yerine getirme va’zını dinleselerdi, "onlar için elbette hayırlı olurdu", işleri daha sağlam olurdu. Süddi de: "Daha pekiştirici": Yani daha doğrulayıcı olurdu, demiştir. 67Ve o zaman onlara kendi katımızdan büyük bir mükafat verirdik. 68Onları elbet doğru bir yola iletirdik. 69Kim Allah'a ve Resul’e itâat ederse, işte onlar Allah’ın, kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddikler, şehitler ve salihlerle beraberdirler. Bunlar da ne güzel arkadaştır! "Kim Allah'a ve Resûl’e itâat ederse": İniş sebebi hakkında üç görüş vardır: Birincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in azatlısı Sevban, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’i çok severdi, Resûlüllah onu bir gün üzgün gördü: "Ey Sevban, neden üzgünsün?” dedi. O da: Bir ağrım yoktur, ancak ben seni görmediğim zaman seni özlüyorum, ahireti hatırlıyor; orada seni görememekten korkuyorum, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı, ona: Dünyada senden ayrılmak istemiyoruz, çünkü sen bizden ayrıldığın zaman bizim üstümüzde (yüksek derecelerde) olursun, dediler; bunun üzerine bu âyet indi. Bu da Mesruk’un görüşüdür. Üçüncüsü: Ensardan bir adam Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e üzgün vaziyette geldi: "Seni neden üzgün görüyorum?” dedi. O da: Ya Resûlallah, yarın sen peygamberlerle beraber yüksek makamlara çıkarsın, biz de sana ulaşamayız, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi, bu da Said b. Cübeyr’in görüşüdür. İbn Abbâs şöyle demiştir: Kim farzlarda Allah’a, sünnette de Resul’e itâat ederse. İbn Kuteybe şöyle demiştir: Sıddik: Çok doğru kimsedir; nitekim: Fıssik (çok fasık), sikkir çok sarhoş, şirrib çok içici, himmir, çok şarapçı, sikkit, çok suskun, ficcir çok günahkar, işşik çok aşık, dıllil çok sapık, zillim çok zalim, o şeyi çok yapan demektir. Bir şeyi bir iki kere yapana, onu çok yapıp da onu adet haline getirmedikçe böyle denilmez. Şüheda ise şehidin cem’idir, o da Allah yolunda öldürülendir. Ona şehit denilmesinde beş görüş vardır. Birincisi: Çünkü Allah ve melekleri onun cennetlik olduğuna şahitlik etmişlerdir. İkincisi: Çünkü rahmet melekleri ona şahitlik ederler. Üçüncüsü: yere düştüğü içindir, yer de şahidedir, bu iki görüşü dilci İbn Fâris , demiştir. Dördüncüsü: Öldürülünceye kadar Allah’ın emrinde hakka şahitliği yerine getirdiği içindir. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. Beşincisi: Çünkü o öldürülmekle Allah’ın kendisine hazırladığı ikrama şahit olacaktır, bunu da şeyhimiz Ali b. Abdullah, demiştir. Salihlere gelince: O içi ve dışı temiz olan herkese denir. Cumhûr; peygamberlerin, sıddiklerin, şehitlerin ve salihlerin bu sıfatları taşıyan herkes için genel olduğunu söylemişlerdir. İkrime ise özellikle: Burada Peygamberlerden maksat Muhammed, sıddiklerden maksat Ebû Bekir, şehitlerden maksat Ömer, Osman ve Ali; salihlerden maksat da diğer sahabelerdir, demiştir. "Ve hasüne ulaike refika": Zeccâc: Refika temyiz olmak üzere mensûb olmuştur, o tekildir, cemi yerine kullanılmıştır, demiştir. Şair de şöyle demiştir: Orada sıska develerin leşleri vardır, kemikleri ise Açığa çıkmıştır, derisinden de yağlar sızmaktadır. (Maksat, derilerinden demektir. Mütercim). Bir başkası da şöyle demiştir: Boğazınızda kemik vardır, biz de üzüldük. Yani boğazlarınızda kemikler vardır, demek istemiştir. 70Bu lütuf Allah’tandır. Allah’ın her şeyi bilmesi yeter. "Bu lütuf": Yani zikredilenlere verilenler, "Allah’tandır, Allah’ın da bilmesi yeter": Yani maksat ve niyetleri bilmesi yeter. 71Ey iman edenler, korunma tedbirinizi alın; müfrezeler halinde veyahut topluca sefere çıkın. "Fenfînı sübatin": Yani cemaatler halinde çıkın, demektir. Sübat’ın tekili sübedir, topluluklar halinde demek istiyor. Zeccâc da: "Sübat": Öbek öbek topluluklardır, demiştir. Şair Züheyr de şöyle demiştir: Sabah erkenden onurlu toplulukların yanına gidiyorum; Neşve içindeler ve istediğimiz her şey onlarda var. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Fenfiru sübatin: Gruplar ve ayrı birlikler halinde yahutta hepiniz gidin, demektir. İbn Abbâs’tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "înfiru hifafen ve sikalen” (Tevbe: 41); "illâ tenfiru yuazzibküm azaben elime” (Tevbe: 39) âyetleri, "mü’minlerin hepsinin sefere çıkması doğru değildir” (Tevbe: 122) âyetiyle mensuhtur. Ebû Süleyman Dımeşki de şöyle demiştir: Bu hususta durum devlet başkanının görüşüne bırakılmıştır; bunda mensuh diye bir şey yoktur. 72İçinizden şüphesiz ağır davranan vardır. Eğer başınıza bir musibet gelirse, "onlarla beraber hazır bulunmadım da Allah bana gerçekten lütfetti” der. "İçinizden şüphesiz ağır davranan vardır": Kimler hakkında indiğinde iki görüş halinde ihtilaf ettiler: Birincisi: O; Abdullah b. Übey ve adamları gibi münafıklar hakkında inmiştir, onlar cihada gitmekte ağır davranırlardı; eğer birlik bir sıkıntı ile karşılaşırsa, geride kalanlar: Allah bana iyilik etti, der; eğer bir ganimetle karşılaşırsa, keşke ben de onlarla beraber olsaydım, der. Bu da İbn Abbâs ile İbn Cüreyc’in görüşüdür. İkincisi: O din ilimleri hakında bilgileri az olup da din zayıflığı için değil de az bildikleri için ağır davrananlar hakkında inmiştir. Bunu da Maverdi ve diğerleri demiştir. Birinciye göre onların "sizden” diyerek mü’minlere nispeti İslâm’ı ağızlarıyla söylemelerinden ve hükümlerinin üzerlerine tatbik edilmesinden olur; İkinciye göre de nispet gerçekten olur. İbn Cerir: "Limen"deki lâm tekik içindir, demiştir. Zeccâc da: "Leyubettıenne"deki lâm da kasem lâmıdır, demiştir. Meselâ: İnne minküm lemen ahlefe billahi luyubattienne (içinizden ağırdan alacağım diye Allah’a yemin edenler vardır) demiş gibi olur. Ebtaerrecülü ve batue denir ki, ikisi de gecikmek ve ağırdan almaktır. Batue ağırlaşmak, ağırdan almak demektir. Ebû Cafer, hemzenin sükunu ile "leyubattien” okur. "Leyubattıenne"nin manası üzerinde de iki görüş vardır: Birincisi: O, kendisini geri kor, bu da İbn Abbâs’ın görüşüdür. İkincisi: Başkasını geri kor, bu da İbn Cüreyc’in görüşüdür. İbn Abbâs: Musibet, sıkıntı manasınadır, 73Eğer size Allah’tan bir lütuf dokunursa, sanki aranızda hiç dostluk yokmuş gibi, "keşke ben de onlarla beraber olsaydım da büyük bir başarı elde etseydim” der. "Allah’tan lütuf” da: Fetih ve ganimettir, demiştir. "Keen lem yekûn beyneküm ve beynehu meveddetün": İbn Kesir, Hafs, Mufaddal da Âsım’dan rivayetle, te ile: "Keenlemtekün” okur. Çünkü müsnedünileyh olan fail lafzan müennestir. Nâfi, Hamze, Kisâi, Ebû Bekir de Âsım’dan rivayetle ye ile okumuşlardır. Çünkü tenisliği gerçek değildir. Zeccâc da şöyle demiştir: Mananın şöyle olması câizdir: Sanki aranızda dostluk yokmuş gibi, yani sizinle beraber savaş etmeye söz vermemiş gibi, keşke ben de onlarla beraber olsaydım, der. Bu Kelâmın ara cümlesi olması da câizdir, o zaman mana şöyle olur: Eğer size Allah'tan bir iyilik dokunursa, keşke ben de onlarla beraber olaydım der. Eğer başınıza bir musibet gelirse, sanki onunla sizin aranızda bir sözleşme olmamış gibi: Allah bana iyilik etti, der. Bu durumda "meveddet"in manası: Sanki aranızda iman üzerine akit yokmuş gibi olur. 74O halde dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar Allah yolunda savaşsın. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veyahut galip gelirse, biz ona ileride çok büyük bir mükafat vereceğiz. "Ellezine yeşrunel hayateddünya": Yeşrune burada bir grup müfessire göre aramak manasınadır; şöyle bir beyit getirmişlerdir: Bürd'ü aradım.,. Keşke ben Bürd’ün arkasından bir kurukafa olaydım (öleydim). Bürd: Kölesi idi, onu satmıştı (şimdi onu arıyor. Mütercim). Âyetin manası şöyledir: Savaşanların savaşı ihlas üzere ve ahireti aramak üzere olsun. "Öldürülür veya galip gelirse": Bu genel neticeye göre söylenmiştir; bazen galip gelmeyen ve öldürülmeyen de sevap kazanır. 75Size ne oluyor da Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu kentten çıkar; bize katından bir sahip gönder; bize katından bir yardımcı ver” diyen zayıf erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz? "Vel-müsted’afîne mine-r-ricâl": Ferrâ’ şöyle demiştir: Takdiri: Vefilmüstadafine’dir. Aynısı İbn Abbâs’tan da rivayet edilmiştir. Zeccâc şöyle demiştir: Elmüstadafun mahallen mecrurdur, mana da: Allah yolunda ve zayıflar yolunda, demektir, yani: "Neden onları kurtarmaya koşmuyorsunuz?” demektir. İbn Abbâs şöyle demiştir: Onlar birtakım Müslümanlardı, Mekke’de idiler, çıkamıyorlardı. "el-Karye” (kent): Bir cemaate göre Mekke’dir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Ezzalimi"nin mecrur olması "ehl"in sıfatı olmasındandır. Ehil de karyeye ait olunca ona nispet edilen fiil kendisine nispet edilmiş gibi olur. Meselâ: Merertü birrecüli el -vasiaite darihi (evi geniş adama uğradım) demiş gibi olursun. "Bize kendi katından bir veli ver": Ebû Süleyman şöyle demiştir: Allah’tan kendilerini oradan çıkaracak bir veli ve onları müşriklerden koruyacak bir yardımcı istemişlerdir. İbn Abbâs şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’yi fethedince aziz ve celil olan Allah Peygamber aleyhisselam’ı onlara veli kıldı; Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de Attab b. Esiy’di başlarına geçirdi; onlara yardımcı oldu. Zayıf güçlüden intikam almaya başladı. 76Îman edenler Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler ise tağutun yolunda savaşırlar. Öyleyse siz de şeytanın dostları ile savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır. "Onlar tağutun yolunda savaşırlar": Burada tağut: Şeytandır. Ebû Ubeyde ise şöyle demiştir: Burada tağut cemi manasınadır, tıpkı "velahmel hinzir” kavlinde olduğu gibi ki: Ve lahmel hanazir, demektir. "İnne keyde-ş-şeytani": Yani şeytanın hilesi, demektir. "Zayıftır": Çünkü Bedir savaşında adamları perişan oldular. 77Kendilerine-, "ellerinizi savaştan çekin, namazı dosdoğru kılın ve zekâtı verin” denen kimseleri görmedin mi? Onlara savaş yazılınca, hemen içlerinden bir grup, insanlardan Allah'tan korkar gibi hatta daha şiddetli bir korku ile korkuyorlar. "Rabbimiz, bize savaşı niçin yazdın? Bizi yakın bir süreye kadar erteleseydin” dediler. De ki: "Dünyanın faydası pek azdır. Ahiret ise sakınanlar için daha hayırlıdır. Siz hurma çekirdeğinin ipliği kadar kadar haksızlığa uğratılmazsınız. "Kendilerine: Ellerinizi savaştan çekin, denen kimseleri görmedin mi?": Kimler hakkında indiğinde iki görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O muhacirlerden birkaç nefer hakkında indi, bunlar kendilerine müşriklerle savaşma izni verilmesini isterlerdi. Bunlar savaş farz kılınmadan önce Mekke'de idiler. Bundan men edildiler. Onlara izin verilince de bazıları bundan hoşlanmadılar. Bu manayı Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Katâde, Süddi ve Mukâtil de bu görüştedirler. İkincisi: Bu eski zamanda yaşamış bir kavmin sıfatını anlatmak için inmiştir; bu ümmet de onlar gibi davranmaktan ikaz edildiler. Atıyye bu manayı İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Ebû Süleyman Dımeşki de. Sanki: Bize bir kral gönder diyenlerin kıssasına atıfta bulunuyor demiştir. Mücâhid de: O Yahudiler hakkındadır, demiştir. El çekmek: Bundan maksat da savaşmaktan çekinmektir. Bu da Mekke’de idi. "Kütibe": Farz kılndı, manasınadır. Bu da Medine’de olmuştu. Bu da birinci görüşe göredir. "İçlerinden bir grup": Bu grupta da üç görüş vardır: Birincisi: Onlar münafıklardır. İkincisi: Onlar mü’minler idi, savaş farz kılınınca korku ve çekingenliklerinden münafık oldular. Üçüncüsü: Onlar mü’minlerdir, ancak karakterleri onları mağlup etti ve nefisleri savaştan nefret etti. "İnsanlardan korkarlar": Bu insanların kimler olduğu hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Mekke kâfirleridir. İkincisi: Bütün kâfirlerdir. "Ev eşedde haşyeh": Bu "ev” edatının vav manasına olduğu söylenmiştir. "Kütibet” ise: Farz kılındı manasınadır. "Levla” da: Hella (teşvik) manasınadır. Ferrâ’ şöyle demiştir: Eğer arkasından isim görmezsen, o soru edatıdır, hella manasınadır. Eğer arkasından merfu isim görürsen, o cevabı lâm olan türündendir. Örnek olarak: Levla Abdullah ledarabtüke (eğer Abdullah olmasa idi seni döverdim) dersin. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Onun cevapsız görürsen bil ki, o, "hella” manasınadır: Levla faalte keza dersin (şöyle yapmalı değil miydin!). "Levma” da onun gibidir. "Eğer "levla"nın cevabını görürsen, "hella” manasına değildir, o bir şeyin vukuundan dolayı başka bir şeyin olmadığını gösterir; meselâ şu örnekte olduğu gibi: "Eğer o (Yûnus) tesbih edenlerden olmasa idi, balığın karnında kalırdı". (Saffat: 143) Ben de derim ki: Cevabı olan "levma” konuşmada gayet çoktur, bu hususta şu misali göstermişlerdir: Eğer haya olmasaydı ve saçım da ağarmasaydı, Ben, Kasım’ın anasını ziyaret ederdim. "Hella” manasına olan levla için de şu örneği vermişlerdir: Sizler şişman deve kesmeyi en şerefli hareket sayıyorsunuz, Ey Davtara oğulları, sİlâha gömülmüş ve peçeli yiğitleri de saysaydınız ya! "Yakın bir süre": Bu hususta da iki görüş vardır: Birincisi: O ölümdür, sanki onlar şöyle demişlerdir: Bizi bıraksaydın da normal ölümümüzle ölseydik ve bizi öldürülmekten bagışlasaydın! Bu da Süddi ile Mukâtil’in görüşleridir. İkincisi: O zaman tanımadır, sanki şöyle demişlerdir: Bize cihadı farz etmeseydin de çoğalsa ve güçlense idik! Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki ve diğerleri, demişlerdir. "De ki: Dünyanın faydası azdır": Yani ondaki hayat süresi kısadır. "Vela tuzlemune fetilâ” İbn Kesir, İbn Âmir, Hamze ve Kisâi, ye ile vela yuzlemune okumuşlar; Nâfi, Ebû Amr ve Âsım da, te ile okumuşlardır. Meta ve fetil kelimelerinin manası da yukarıda geçmiştir. 78Nerede olursanız ölüm size ulaşır; ister ki, sağlam kalelerde olun. Onlara bir iyilik dokunursa, bu, Allah katındandır, derler. Başlarına bir musibet gelirse, bu, senin yüzündendir, derler. De ki: Hepsi Allah katındandır. Bu topluluğa ne oluyor ki, neredeyse söz anlamıyorlar! "Nerede olursanız ölüm size ulaşır": İniş sebebi şöyledir: Münafıklar Uhut şehitleri hakkında: Eğer yanımızda olsalardı, ölmezler ve öldürülmezlerdi, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bu; İbn Abbâs ile Mukâtil’in görüşleridir. Buruc ise: Kalelerdir, bunu İbn Abbâs ile İbn Kuteybe, demişlerdir. "Müşeyyede” kavli hakkında da beş görüş vardır: Birincisi: O, sağlam demektir, bunu İbn Abbâs ile Katâde, demişlerdir. İkincisi: Yüksek demektir, bunu da Ebû Mâlik, Mukâtil ve İbn Kuteybe, demişlerdir. Üçüncüsü: Badanalı demektir, bunun da Hilal b. Habbab ile el - Yezidi, demişlerdir. Dördüncüsü: O kireçle yapılmıştır, demektir, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. Beşincisi: O göklere yükselen burçlardır, bunu da Rebi’ b. Enes ile Sevr i, demişlerdir. Süddi de: O göklere yükselen beyaz binalar (saraylar)dır, demiştir. "Başlarına bir şey gelirse": Bunlar hakkında da ihtilaf edilmiştir: Birincisi: Onlar münafıklarla Yahudilerdir, bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Onlar münafıklardır, bunu da Hasen, demiştir. Üçüncüsü: Yahudilerdir, bunu da Seriyy, demiştir. "İyilik ve kötülük” üzerinde de iki görüş vardır: Birincisi: İyilik; bolluk ve yağmur; kötülük de kıtlık ve pahalılıktır, bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: İyilik; fetih ve ganimet; kötülük de bozgun, yaralanma vesairedir. Bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. "Şendendir": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Senin uğursuzluğundandır, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Tedbirsizliğindendir, bunu da İbn Zeyd, demiştir. "De ki: Hepsi Allah katındandır": İbn Abbâs şöyle demiştir: İyilik ve kötülük: İyiliğin Allah katından olması, onu nimet olarak ihsan etmesindendir. Kötülüğün de O’ndan olması, onunla denemesindendir. "Fema lihaülail kavmi": Ebû Amr ile Kisâi, "fema "daki elif üzerinde vakfetmişler; şu âyetlerde de böyledir: "Mâli-hâzel kitâbi"; "mâli-hâze-r-resûli"; "femâ-lil-lezine keferû". Diğerleri ise lâm üzerinde vakfetmişlerdir. "Hadis” (söz) ise: Kur’ân olduğu söylenmiştir. Sanki: Kur’ân’ı anlamıyorlar ki, ona iman etsinler ve hepsinin Allah katından olduğunu bilsinler, demiştir. 79Başına gelen bir iyilik Allah’tandır. Başına gelen bir kötülük de kendi nefsindendir. Biz seni insanlara peygamber olarak gönderdik. Buna şahit olarak Allah yeter. "Başına gelen bir iyilik Allah’tandır": Bu kelâmla muhatap olanlar hakkında iki görüş vardır: Birincisi: Bu, geneldir, takdiri şöyledir: Ey insan başına gelen şey Allah’tandır, bunu Katâde, demiştir. İkincisi: O, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e hitap ise de maksat başkasıdır, bunu da Maverdi zikretmiştir. İbn Enbari de şöyle demiştir: Allah’ın sana verdiği iyilik ve Allah’ın sana verdiği kötülük O’ndandır. Her iki fiil de aziz ve celil olan Allah’a râcîdir. "İyilik ve kötülük” hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: İyilik; Bedir’de nasip olan fetihtir; kötülük de Uhut’ta başlarına gelendir, bunu İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: İyilik taat; kötülük de beladır, bunu da İbn Kuteybe, demiştir. Ebû’l - Âliyye’den de aynısı rivayet edilmiştir, doğrusu da budur. Çünkü âyet geneldir. Kirdab da Yakub’tan şöyle rivayet etmiştir: "Ma esabeke femennullahi (başına gelen Allah’ın vergisidir); nun şeddeli ve merfu, mîm mensûb, "Allah” ismi de mecrurdur. "Vema esabeke min seyyietin femen nefsük"; Bunda da mîm mensûb, sin merfudur (başına gelen Allah’tandır, nefsin kim oluyor?). İbn Abbâs da şöyle okumuştur: Maesabeke min seyyietin, femin nefsik ve ene ketebtüha aleyke (sana gelen bir kötülük nefsindendir, onu sana ben yazdım). İbn Mes’ûd da: Onu sana ben sayarak verdim, demiştir. "Fe min nefsik": Yani günahının yüzündendir, bunu Hasen ile Katâde ve bir grup müfessir demişlerdir. Burada İbn Enbari başka bir ihtimal daha zikretmiş ve mana şöyledir, demiştir: Efemin nefsike (kendinden mi?), istifham hemzesi gizlenmiştir; "ve tikle nimetün": Eve tikle nimetün kavlinde olduğu gibi. "Ve erselnake resula": Zeccâc şöyle demiştir: Resul’ün zikredilmesi "erselnake” kavlini tekit içindir. "Billahi"deki ba da tekit içindir. Mana: Allah şahit olarak yeter, demektir. Şehid de temyiz olmak üzere mansubtur, çünkü: Allah yeter der de neye yeteceğini açıklamazsan sözü kapalı bırakmış olursun. Burada Allah’ın şahitliğinden ne murat edildiği hususunda da üç görüş vardır: Birincisi: Senin Peygamber olduğuna şahittir, bunu da Mukâtil, demiştir. İkincisi: Onların dedikleri şeye şahittir, bunu da İbn Saib, demiştir. Üçüncüsü: Senin mesajı ilettiğine, onların da yalanlayıp münafıklık ettiklerine şahittir, bunu Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. Eğer: "Bunlar: İyilik Allah katındandır, kötülük Peygamber aleyhisselam katındandır dedikleri zaman, onları: "De ki: Hepsi Allah katındandır” sözü ile reddedip, sonra da dönüp "Sana gelen iyilik Allah’tandır, sana gelen kötülük ise nefsindendir” diyerek onları nasıl kınadı? O topluluk sadece böyle mi?” dediler, denilirse, buna iki türlü cevap verilir: Birincisi: Onlar kötülüğü ve uğursuzluğu ona nispet etmekle Peygamber'ee izafe ettiler; O da: Hepsi Allah’ın takdiri iledir, dedi. Sonra da: Sana gelen bir iyilik, Allah’tandır, yani O’nun lütfüdür, başına gelen kötülük de günahının yüzündendir, hepsi Allah’ın takdiri ile olsa da böyledir, dedi. İkincisi: Manaya aşina bir bölük de şöyle dediler: Kelâmda söylenmeyen sözler vardır, takdiri şöyledir: Bu topluluğa ne oluyor ki, neredeyse söz anlamıyorlar ve: Sana gelen bir iyilik Allah’tandır, sana gelen kötülük de nefsindendir, diyorlar. Buna göre bu, onların sözünden olur. Kur’ân’da hazfedilip de söylenmeyen çok söz vardır; Meselâ şunlar gibi: "Rabbimiz, bizden kabul buyur” (Bakara: 127): Yani Rabbimiz, derler, demektir. "Yahut başından rahatsızlığı olan fidye versin” (Bakara: 196), yani tıraş olursa fidye versin, demektir. "Yüzleri simsiyah olanlara: Kâfir mi oldunuz?” (Al-i İmran: 106), yani onlara böyle denir, demektir. "Melekler onlara her kapıdan girer: Selamün aleyküm” (Ra’d: 23, 24), böyle derler. "Yahut onunla ölüler konuşturulsaydı, hayır emir Allah’ındır” (Ra’d: 31), yani böyle bir şey olsaydı o, bu Kur’ân olurdu, demektir. "Üzerinizde Allah’ın lütfü ve rahmeti olmasaydı ve Allah çok şefkatli ve merhametli olmasaydı” (Nûr: 20), size azap ederdi, demektir. "Rabbimiz, gördük ve işittik” (Secde: 12), yani böyle derler. Şair Nemir b. Tevleb de bu kabilden şöyle demiştir: Kim ölümden korkarsa, Nerede (olsa) karşısına çıkar. Yani nereye gitse, demektir. Bir başkası da şöyle demiştir: Yemin ederim ki, senden başka bir elçi bize gelseydi, Ancak seni reddedecek bir şey bulamıyoruz. Yani onu reddederdik, demek istemiştir. 80Kim Peygambere itâat ederse, Allah’a itâat etmiştir. Kim de yüz çevirirse, biz seni onlara muhafız göndermedik. "Kim Peygamber’e itâat ederse, Allah’a itâat etmiştir": İniş sebebi şöyledir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: "Kim bana itâat ederse, Allah’a itâat etmiştir, kim de beni severse, Allah’ı sevmiştir", deyince, münafıklar: Bu adam şirke yaklaştı, dediler; bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Mukâtil, demiştir. Kelâmın manası şöyledir: Kim Peygamber’in getirdiğini kabul ederse, ancak Allah’ın dediğini kabul etmiştir. Kim de yüz çevirirse, yani ona itâatten yüz çevirirse, demektir. "Hafîz” üzerinde de iki görüş vardır: Birincisi: O gözcü demektir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Hesaba çekendir, bunu da Süddi ile İbn Kuteybe, demişlerdir. Müfessirler şöyle demişler: Bu, savaş emrinden önce idi, sonra kılıç âyetiyle neshedildi. 81"Baş üstüne” derler. Yanından çıkınca da, içlerinden bir bölük geceleyin senin dediğinden başkasını kurarlar. Allah onların geceleyin kurdukları planı yazıyor. Artık onlara aldırma. Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter! "Baş üstüne” derler: Münafıklar hakkında inmiştir, onlar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında iken, emniyette olmak için iman ederlerdi; çıkınca da muhalefet ederlerdi. Bu İbn Abbâs’ın görüşüdür. Ferrâ’ da şöyle demiştir: "Taatün"deki ref’, emrüke taatün (emrin baş üstüne manasından) dolayıdır, (mahzuf mübtedanın haberidir, Mütercim) demiştir. "Beyyete tâifetün": Ebû Amr ile Hamze, tenin sükunu ve tıya idgam ile beyyattaifetün okumuşlar, kalanlar ise "te ile okumuşlardır. Ebû Ali şöyle demiştir: Te, tı ve dal yakın bölgeden çıkarlar. O nedenle idgamı güzeldir. Ayrı okuyan da harfler ayrı ve mahreçleri de farklı olduğu için öyle okurlar. İbn Kuteybe de: Mana şöyledir, demiştir: Gece, sana dediklerinin tersini uydururlar. Şair de şöyle demiştir: Bana geldiler; ben de gece uydurduklarından hoşlanmadım Bana kötü bir şeyle gelirlerdi. Araplar: Hâza emrün kad kuddire bileyl (bu gece uydurulmuş bir şey) derler. Bazıları da: Beyyete, değiştirdi manasınadır, demiştir ve şu misali vermiştir: Kralın yanında sözümü değiştirdi, Allah senin gibi nankör kulun canını alsın! "Dediğinden başkasını": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O bölüğün senin yanında dediğinin tersini uydururlar, bu da İbn Abbâs ile İbn Kuteybe’nin görüşüdür. İkincisi: Ya Muhammed, senin dediğinin tersini uydururlar, bu da Katâde ile Süddi’nin görüşüdür. "Allah uydurduklarını yazıyor": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Onu meleklerin tespit ettiği ameller arasında yazıyor, bunu Mukâtil ve diğerleri, demişlerdir. İkincisi: Onu sana kitabında indiriyor. Üçüncüsü: Onu sizin adınıza muhafaza ediyor ki, cezasını çekesiniz. Bu iki görüşü Zeccâc, demiştir. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Onlardan yüz çevir, onları cezalandırma, aziz ve celil olan Allah’a güven. Güvence olarak Allah yeter. Ve şöyle demiştir: Sonra da bu yüz çevirme neshedildi ve onlarla savaşmakla emrolundu. Eğer: "önce toptan zikredilip de sonra da: "Bir bölük uydurdu” demenin hikmeti nedir, halbuki hepsi de münafıktırlar?” denilerse, Buna iki türlü cevap verilir; bunları müfessirler, demiştir: Birincisi: O gece uykusuz kalıp da işi kuran ve bir de kurmayanlardan bahs etti. İkincisi: O münafıklığı üzerinde kalacak olanları bildiğini zikretti, dönenleri zikretmedi. 82Yoksa Kur’ân’ı gereği gibi düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından olsa idi, onda birçok tutarsızlık görürlerdi. "Yoksa Kur’ân’ı gereği gibi düşünmüyor (tedebbür etmiyorlar mı?": Zeccâc şöyle demiştir: Tedebbür, bir şeyin sonunu düşünmektir. "Deb” arıdır, çünkü o kendine yararlı şeyin arkasına düşer. "Debr” çok maldır, debr denmesi çokluğundandır. Çünkü o sonrakilere ve arkadan gelenlere kalır. İbn Abbâs şöyle demiştir: Kur’ân’ı düşünmüyorlar mı, onun üzerinde fikir yürütüp âyetlerinin birbirini tasdik ettiğini ve kimsenin ona güç yetiremediğini görmüyorlar mı? İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Kur’ân: Ma kareetinnakatü selen kattu, kavlinden gelir ki, devenin rahmi, içine yavru almadı, demektir. Ebû Ubeyde de misal olarak şu beyti getirmiştir: Develer ak renklidir, rahimleri yavru içermemektedir. Kur’ân’a da böyle denilmesi, sureleri toplayıp içerdiği içindir. "Onda birçok tutarsızlık görürlerdi": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: O çelişkidir, bunu İbn Abbâs, İbn Zeyd ve cumhûr demişlerdir. İkincisi: Yalandır, bunu da Mukâtil ile Zeccâc, demişlerdir. Üçüncüsü: O üst düzey ve adi kelâm içermesi bakımından farklılığıdır, çünkü bir kelâm uzadıkça içine adi sözler alması kaçınılmazdır. Kur’ân’da ise üst düzeyden başkası yoktur. Bunu da bir bölükle beraber Maverdi, demiştir. 83Onlara güven veya korku ile ilgili bir şey geldiği zaman onu yayarlar. Eğer onu Peygamber’e ve içlerinden emir sahiplerine götürselerdi, içlerinden onun içyüzünü anlayanlar onun ne olduğunu bilirlerdi. Eğer üzerinizde Allah'ın lütfü ve rahmeti olmasaydı, içinizden pek azı hariç şeytana uyardınız. "Onlara güven veya korku ile ilgili bir şey geldiği zaman": İniş sebebi üzerinde iki görüş vardır: Birincisi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, kadınlarından ayrılınca, Hazret-i Ömer mescide girdi, insanların, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem hanımlarını boşadığını konuştuklarını duydu; Peygamber aleyhisselam’ın yanına girip, ona hanımlarını boşayıp boşamadığını sordu. O da: Hayır, dedi. Bunun üzerine çıktı: Ey insanlar, duyun, Resûlüllah, hanımlarını boşamadı, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. O işin iç yüzünü anlamış oldu. Bunu Müslim tek başına İbn Abbâs ile Ömer’den tahriç etmiştir. İkincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bir askeri birlik gönderip de galip gelip veya mağlup oldukları zaman insanlar bunu konuşurlar ve ifşa ederlerdi, Resûlüllah’ın çıkıp da konuşmasını beklemezlerdi. İşte bu âyet bunun üzerine indi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Bu âyette işaret edilen kimseler hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar münafıklardır, bunu İbn Abbâs ile cumhûr, demişlerdir. İkincisi: Münafıklar ile zayıf Müslümanlardır, bunu da Zeccâc, demiştir. “Emniyet“ ten de ne kastedildiği hakkında dört görüş vardır: Birincisi: Askeri birliğin zafer ve ganimet kazanmasıdır, bu da çoğunluğun görüşüdür. İkincisi: O, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bir kavmi yendiğine dair gelen zafer haberidir ki, onlardan emin olurdu. Bunu da Zeccâc, demiştir. Üçüncüsü: O, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in bir kavimle sulh yapıp onlara aman verme kararıdır, bunu da Maverdi, zikretmiştir. Dördüncüsü: Güven mahallinden gelen emniyettir ki, o da Medine’dir, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, Hazret-i Ömer’in bir hadisinden çıkararak söylemiştir. "Korku” hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: O, askeri birliğin maruz kaldığı felakettir, bunu da bir bölük müfessir, demiştir. İkincisi: O Peygambere gelen bir haberdir ki, bir kavmin kendine karşı birlik olduklarını işitir ve onlardan korkardı. Bunu Zeccâc, demiştir. Üçüncüsü: Peygamber’in verdiği savaş ve harb kararıdır, bunu da Maverdi, demiştir. "Ezâ’û bihi": İbn Kuteybe: Onu yayarlar, hakkında şayia çıkarırlar, demiştir. İbn Cerir Taberî de: "Bihi"deki “He” zamiri, şeye aittir, demiştir. "Onu götürselerdi": Yani o şeyi ve durumu, "Peygamber’e", haber veren o olsa idi. "İçlerinden emir sahiplerine": Bunlar hakkında da dört görüş vardır: Birincisi: Onlar Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali gibi kurmaylardır, bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Onlar Ebû Bekir ile Ömer'dir, bunu da İkrime, demiştir. Üçüncüsü: Âlimlerdir, bunu da Hasen, Katâde ve İbn Cüreyc, demişlerdir. Dördüncüsü: Askeri birliklerin komutanlarıdır, bunu da İbn Zeyd ile Mukâtil, demişlerdir. "yestenbitûnehü” içyüzünü anlayanlar": Hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar o haberi yayanları ve şayia çıkaranları araştıranlardır, bunu da Mücâhid, demiştir. İkincisi: Onlar emir ve komuta sahipleridir, bunu da İbn Zeyd demiştir. "Istinbât” lügatte çıkarmaktır. Zeccâc şöyle demiştir: Bunun aslı nabat’tan gelir ki, o, kuyudan ilk kazıldığı zaman çıkan sudur. Bundan da: Kad enbata fülünün ğadrae denir ki, suyu kara balçıktan çıkardı, demektir. Nabatlılara böyle denilmesi de yerden bir şeyler çıkarmalarındandır. İbn Cerir de şöyle demiştir: Âyetin manası şöyledir: Onlara Müslüman askeri birlik hakkında zafer veya hezimetle ilgili bir haber geldiği zaman onu ifşa ederler, Eğer Peygamber veya komutanlar o haberi değerlendirip de doğru veya yanlış olduğunu duyuruncaya kadar sussalardı, o zaman bunun doğruluğunu işi üstlenenler bilirlerdi. "Üzerinizde Allah’ın lütfü olmasaydı": “Lütuf“ tan ne murat edildiği hususunda da dört görüş vardır: Birincisi: O, Resûlüllah’tır. İkincisi: İslâm’dır. Üçüncüsü: Kur’ân’dır. Dördüncüsü: Emir ve komuta sahipleridir. “Rahmet” hakkında da dört görüş vardır: Birincisi: O vahiydir. İkincisi: İhsandır. Üçüncüsü: Nimettir. Dördüncüsü: Başarıdır. "Pek azı hariç şeytana uyardınız": Bu istisnanın manasında da üç görüş vardır: Birincisi: O haberi yaymaya râcîdir, takdiri, onu pek azlan hariç yayarlardı, demek olur. Bu görüş de İbn Abbâs ile İbn Zeyd’e aittir, Ferrâ’ ile İbn Cerir de bunu tercih etmişlerdir. İkincisi: O haberin aslım öğrenenlere aittir, takdiri şöyledir: Onu anlayanlar bilirdi, ancak pek azları hariç. Bu da Hasen ile Katede’nin görüşleridir, İbn Kuteybe de bunu tercih etmiştir. Bu iki görüşe göre âyette takdim ve tehir vardır. Üçüncüsü: O, şeytana uymaya râcîdir, takdiri de şöyledir: Şeytana uyardınız, ancak içinizden pek azları hariç. Bu da Dahhâk'in görüşüdür, Zeccâc da bunu tercih etmiştir. Bazı Âlimler de mana şöyledir, demişlerdir: Eğer size peygamber göndermek suretiyle Allah’ın lütfü olmasa idi, pek azınız hariç sapıtırdınız, onlar da akıllarıyla Allah’ı tanır ve O'ndan başkasına ibadet edenlerin sapıklıklarını anlarlardı, Kus b. Saide gibi. 84Artık sen de Allah yolunda savaş. Kendinden başkasından sorumlu tutulmazsın. Mü’minleri (savaşa) teşvik et. Olur ki, Allah, kâfirlerin şiddetini kırar. Şiddeti en sert ve cezası en ağır olan Allah’tır. "Artık sen de Allah yolunda savaş": İniş sebebi şöyledir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem insanları Uhut’tan sonra Küçük Bedir’de Ebû Siifyan’lâ karşılaşmaya çağırınca, bazıları bundan hoşlanmadı, bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. "Fe-kâtil"in fe’si hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O, "vemen yukatil fısebilillahi feyuktel ev yağlib” kavlinin cevabıdır. İkincisi: O "vema leküm latukatilune fi sebilillahi” kavline bağlıdır. Bu ikisini İbn Seriyy zikretmiştir. Allah yolundan maksat da: Cihattır. "Sen nefsinden başkasından sorumlu tutulmazsın": Yani nefsinle mücadele etmekten başkasından, demektir. "Harrid": Teşvik et, kışkırt manasınadır. Zeccâc şöyle demiştir: "Asâ” lügatte umut ve korku manasınadır. Allah’a umut bağlamak vaciptir. "Be’s” de şiddet manasınadır. İbn Abbâs: Allah’ın azabı çok şiddetlidir, demiştir. Katâde de: Tenkil: Azaptır, demiştir. 85Kim güzel bir şefaatte bulunursa, ona ondan bir nasip olur. Kim de kötü bir şefaatte bulunursa, ona da ondan bir pay olur. Allah’ın her şeye gücü yeter. "Kim güzel bir şefaatte bulunursa": Şefaatten ne murat edildiği hakkında dört görüş vardır: Birincisi: O, insanın insana bir fayda vermek veya onu bir beladan kurtarmak için aracılık etmesidir. Bu da Hasen, Mücâhid, Katâde ve İbn Zeyd’in görüşleridir. İkincisi: O iki kişinin arasını bulmaktır, bunu da İbn Saib, demiştir. Üçüncüsü: O erkek ve kadın mü’minlere dua etmektir, bunu da Maverdi, demiştir. Dördüncüsü: Manası şöyledir: Kim ya Muhammed, tek ashabını çift yapar da düşmanlarla savaşmada ve Allah yolunda cihad etmede onları çift hale getirirse, demektir. Bunu da İbn Cerir ile Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. “Kötü şefâat” hakkında üç görüş vardır: Birincisi: O kovuculuk yapmaktır, bunu da İbn Saib ile Mukâtil, demişlerdir. İkincisi: Erkek ve kadın mü’minlere beddua etmektir ki, Yahudiler böyle yaparlardı. Bunu da Maverdi, zikretmiştir. Üçüncüsü: Kim küfr ehlinin tekini mü’minlere karşı çift eder de mü’minlerle savaşırsa, demektir. Bunu da İbn Cerir ile Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: el - Kifl: Lügatte nasip demektir, iktefeltel baire kavlinden alınmıştır ki, devenin sırtına çulu atıp üzerine binmektir. Bu harekete kifl denilmesi, ondan bir nasibi kullandığı içindir. "Mukît” üzerinde de yedi görüş vardır: Birincisi: O muktedir, manasınadır, Uhayha el - Cellah, şöyle demiştir: Kindar insan vardır ki, nefsimi ondan çekmişimdir, Ve ben ona kötülük etmeye de muktedirimdir. İbn Abbâs, İbn Cerir, Süddi, İbn Zeyd, Ferrâ’, Ebû Ubeyd, İbn Kuteybe ve Hattâbî bu manaya kail olmuşlardır. İkincisi: O koruyucu manasınadır, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Katâde ile Zeccâc da böyle demişlerdir. Ve Katâde şöyle demiştir: O daha çok muhafıza benzemektedir, çünkü kut’tan türemiştir. Kuttürrecüle ekutuhu kuten denir ki, onu hayatta bırakacak şeyle canını muhafaza ettim, demektir. Kut: Bir şeyi ne artık ne eksik yeteri kadar koruyacak şeye denir. Mukitin manası da: Bir şeye ihtiyacı kadar koruma veren demektir. Şair de bu manada şöyle demiştir: Hesaba çekildiğim zaman fazilet lehime mi yoksa aleyhime midir? Ben kendimi hesapta korurum. Üçüncüsü: O şahittir, bunu da İbn Ebi Neciyh, Mücâhid’ten rivayet etmiştir. Ebû Süleyman Dımeşki de bunu tercih etmiştir. Dördüncüsü: O hesaba çekendir, bunu da Hasif, Mücâhid’ten rivayet etmiştir. Beşincisi: Denetleyicidir, bunu da Ebû Şeybe, Atâ’’dan rivayet etmiştir. Altıncısı: Devamlı demektir, bunu da İbn Cüreyc, Abdullah b. Kesir’den rivayet etmiştir. Yedincisi: O, kut (azık) verendir, bunu da Mukâtil b. Süleyman, demiştir. Hattâbî de şöyle demiştir: El - Mukît, rızık veren manasınadır. Ferrâ’ da: Katehu ve ekatehu birdir, demiştir. (Yani üçlüsü ile dörtlüsü aynı manayadır. Mütercim). 86Bir selamla selamlandığınız zaman ondan daha güzeli ile selam verin yahut ona aynısıyla karşılık verin. Allah her şeyin hesabını arayandır. "Ve iza huyyiytüm bi-tahiyyetin": “Tahiyye” hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O selamdır, bunu İbn Abbâs ile cumhûr, demiştir. İkincisi: Duadır, bunu da İbn Cerir ile Maverdi, demişlerdir. "Ondan daha güzeli ile": Bu da ona ilâve etmektir. Reddi de misliyle mukabele etmektir. Hasen şöyle demiştir: Müslüman kardeşin sana: es - Selamü aleyküm derse, selamını al ve: Ve rahmetullah’ı ziyade et. Yahutta misliyle mukabele et, ziyade etme. Dahhâk da şöyle demiştir: Esselamü aleyke derse, sen de: Vealeykümüsselam ve rahmetullahi ve berekatuhu, dersin. Selamın sonu budur. Katâde de şöyle demiştir: Müslümana daha güzeli ile dersin, ehl-i kitaba da misliyle mukabele edersin. 87Allah’tan başka hiçbir İlâh yoktur. Sizi vukuunda şüphe olmayan kıyamet gününde mutlaka toplayacaktır. Sözü Allah’tan daha doğru olan kimdir? "Allah’tan başka hiçbir İlâh yoktur": Mukâtil şöyle demiştir: öldükten sonra dirilmede şüphe edenler hakkında nazil oldu. Zeccâc şöyle demiştir: "Leyecmaanneküm "deki lâm kasem içindir: Vallahi leyecmaanneküm demiş gibidir. Kıyamete kıyamet denilmesi, insanların kabirlerinden kıyam edip kalktıkları için olması câizdir. Hesaba kalktıkları için olması da câizdir. "Sözü Allah’dan daha doğru olan kimdir?": Kendini neden bu sıfatla niteledi; çünkü halkın yalan söylemesi mümkündür de Halık’ın söylemesi mümkün değildir. 88Size ne oluyor da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Halbuki Allah onları yaptıkları yüzünden tepesi aşağı indirmiştir. Allah’ın saptırdığını doğru yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, onun için asla bir yol bulamazsın. "Size ne oluyor da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız?"; İniş sebebi üzerinde yedi görüş vardır: Birincisi: Bir kavim Müslüman oldular, Medine'de vebaya ve sıtmaya yakalandılar, çıktılar; onları Müslümanlardan birkaç nefer karşıladı: "Niçin çıktınız?” dediler. Onlar da: Biz Medine’de vebaya yakalandık, havası bize iyi gelmedi, dediler. Onlar da: "Resûlüllah sizin için örnek değil mi?” dediler. Bazıları: Münafık oldular, dediler, bazıları da: Münafık olmadılar, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Ebû Seleme b. Abdurrahman babasından rivayet etmiştir. İkincisi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Uhut savaşma çıkınca, onunla beraber çıkanlardan bazıları geri döndüler. Müslümanlar bunların hakkında gruplara ayrıldılar; bir grup: Onlarla savaşalım, dediler, bir grup da: Onlarla savaşmayalım, dediler. Bu âyet bunun üzerine indi. Bu, Buhârî ve Müslim’de Zeyd b. Sabit hadisinden alınmıştır. Üçüncüsü: Mekke’de bir kavim İslâm’ı telaffuz ettiler, bunlar müşriklere de yardım ederlerdi. Bir ihtiyaçlarından dolayı Mekke’den çıktılar. Müslümanlardan bir topluluk: Onlara çıkın, onları öldürün, çünkü onlar düşmanlarınıza arka çıkıyorlar, dediler. Bir topluluk da: Onlarla nasıl savaşrız ki, bizim dediğimizi onlar da diyorlar, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Atıyye, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Dördüncüsü: Bir kavim Medine’ye geldiler, Müslüman olduklarını gösterdiler, sonra da Mekke’ye döndüler; şirklerini açığa vurdular; bunun üzerine bu âyet indi. Bu Hasen ile Mücâhid’in görüşüdür. Beşincisi: Bir topluluk Mekke’de imanlarını ilan ettiler, hicretten de çekindiler; mü’minler bunlar hakkında ihtilaf ettiler; işte bu âyet onların hakkında indi. Bu Dahhâk’ın görüşüdür. Altıncısı: Münafıklardan bir grup Medine’den çıkmak istediler, mü’minlere: Biz Medine’de hasta olduk, hava değişimine çıktık; çünkü biz çöl halkıyız, dediler ve gittiler. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı bunlar hakkında ihtilaf ettiler; işte bu âyet bunun üzerine indi. Bu da Süddi’nin görüşüdür. Yedincisi: Bu Hazret-i Âişe hakkında konuşan İbn Übey hakkında nazil oldu, bu da İbn Zeyd’in görüşüdür. "Size ne oluyor?": Mü'minlere hitaptır, Mana da şöyledir: "Onların durumunda ihtilaf etmede size ne oluyor? "Fiet": Grup demektir. "Erkesehüm": Hakkında da dört görüş vardır: Birincisi: Onları geri çevirdi, demektir, bunu Atâ’, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Rekestüşşey’e ve erkestuhu ikisi de lügattir: Onları küfürlerine geri çevirdi, demektir: Bu Ferrâ’ ile Zeccâc’ın görüşleridir. İkincisi: Onları düşürdü, demektir. Bunu İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Onları helak etti, demektir, bunu da Katâde, demiştir. Dördüncüsü: Onları saptırdı, demektir, bunu da Süddi, demiştir. Kazandıkları şey ise: Küfür ve mürtetlikleridir. Ebû Süleyman şöyle demiştir: "Allah’ın saptırdığını doğru yola getirmek mi istiyorsunuz?” demesi şunun içindir; çünkü mü’minlerden bir topluluk: Onlar kardeşlerimizdir, bizim dediğimiz kelimeyi söylediler, dediler. "Onun için asla bir yol bulamazsın": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Delile giden bir yol, bunu Zeccâc, demiştir. İkincisi: Hidayete giden bir yol, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. 89Kendileri kâfir oldukları gibi sizin de kâfir olup eşit olmanızı isterler, öyleyse onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dostlar edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse, onları tutun; nerede bulursanız öldürün. Onlardan ne bir dost ne de bir yardımcı edinmeyin. "Kendileri kâfir oldukları gibi sizin de kâfir olmanızı isterler": Allahü teâlâ o taifenin içlerindekini mü’minlere haber verdi ki, onlara iyi zan etmesin, onları savunmasın ve düşman olduklarını bilsinler. "Onlardan dostlar edinmeyin": Yani onlara samimi davranmayın, çünkü onlar sizin düşmalarınızdır. "Hicret edinceye kadar": Yani Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e dönünceye kadar. İbn Abbâs şöyle demiştir: Eğer hicret ve tevhitten dönerlerse, "onları tutun": Yani esir edin ve harem içinde ve dışında nerede bulursanız onları öldürün. Kadı Ebû Ya’lâ şöyle demiştir: Hicret, Mekke fethedilinceye kadar farz idi. Hasen de şöyle demiştir: Hicretin farzlığı devam etmektedir. Şunu bil ki, insanlar hicret hususunda üç grupturlar: Birincisine hicret vaciptir; bu dar-ı harpte Müslüman olduğunu açıklayamaz, çünkü canından korkar, ama hicret etmeğe gücü yeter; işte hicret ona "Allah’ın dünyası hicret edeceğiniz kadar geniş değil miydi?” kavlinden dolayı vaciptir. İkincisi: Hicret ona vacip değil, müstehaptır; o da dar-ı harpte dinini açıklamaya gücü yetendir. Üçüncüsü: Hicret onun için müstehap da değildir; bu da dinini açıklamaya ve hareket etmeye gücü yetmeyendir, meselâ pir-i fani ve kötürüm hasta gibi ki, zorluktan dolayı hicret onun için müstehap değildir. 90Ancak sizinle onların arasında antlaşma bağı bulunan bir kavme iltica edenler yahut sizinle veyahut kendi kavimleri ile savaşmaktan içleri sıkılmış olarak size gelenler müstesna. Allah isteseydi mutlaka onları size Mûsallat ederdi de şüphesiz sizinle savaşırlardı. Eğer sizden geri çekilir, sizinle savaşmaz ve barışı size bırakırlarsa, Allah onlara karşı size bir yol bırakmamıştır. "Ancak iltica edenler müstesnadır": Bu istisna öldürülmeye râcîdir, dostluğa değildir. İltica edenler hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Temas kurup sığınanlardır. İbn Abbâs şöyle demiştir: Hilal b. Uveymir el - Eşlemi, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile ona yardım da etmemek aleyhinde de bulunmamak üzere mütareke yapmıştı. Kavminden olsun veya başkalarından olsun Hilal’e katılanlar, Hilal gibi korunmuş olurlardı. İkincisi: İntisap edenler, demektir, bunu İbn Kuteybe demiş ve şu beyti delil göstermiştir: İntisap ettiği zaman: Ey Bekr b. Vail oğulları der, Bekr ise onu esir etmiş ve burnunu sürtmüştür. Ittesalet ile o kabileye intisap etmeyi kastetmiştir. Zikri geçen kavim hakkında da dört görüş vardır: Birincisi: Onlar Bekr b. Zeyd-i Menat oğullarıdır. İkincisi: Onlar Hilal b. Uveymir el - Eşlemi, Süraka b. Malik ve Huzeyme b. Amir b. Abdimenaf’tır. Bunu da İkrime, demiştir. Üçüncüsü: Onlar Müdlic oğullarıdır. Dördüncüsü: Huzaa ve Müdlic oğullarıdır, bunu da Mukâtil, demiştir. İbn Abbâs da: Misak: Söz ve antlaşmadır, demiştir. "Evcâüküm": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Manası: Veyahut size gelen bir kavme iltica edenler, demektir. Bunu da bir cemaatle beraber Zeccâc, demiştir. İkincisi: O öldürülmek için arananlara râcîdir, takdiri şöyledir: Veyahut dönüp de içinize girenlerdir, Süddi de bu manada söylemiştir. "Hasırat suduruhum": Bunda iki görüş vardır: Birincisi: Bunda kad gizlidir "kad hasırat suduruhum". İkincisi: O haber üstüne haberdir. "Caukum” kavli birinci haberdir, cümle onunla tamam olmuştur. Hasırat da: İkinci haberdir ve yeni cümledir. Bu ikisini Zeccâc nakletmiştir. Hasen, Ya’kûb ve Mufaddal, Âsım’dan rivayetle hâl olarak: "Hasıreten suduruhum” okumuşlardır. "Hasırat” daralmak manasınadır. Kelâmın manası: Sizinle onların arasında antlaşma olduğu için sizinle savaşmaktan kalpleri sıkılanlar, demektir. Savaşmak istemedikleri kendi kavimleri de Kureyş’tir. Mücâhid şöyle demiştir: Sizinle savaşmaktan veyahut kavmi ile savaşmaktan kalbi sıkılan, Hilal b. Uveymir’dir. "Allah dileseydi onları size Mûsallat ederdi": Zeccâc şöyle demiştir: Allahü teâlâ onları savaşmaktan kalplerine korku salmakla geri çektiğini bildirmiştir. "Es - Selem": Kavlinde de iki görüş vardır: Birincisi: O İslâm’dır, bunu Hasen, demiştir. İkincisi: Sulh (barış)tır, bunu da Rebi’ ile Mukâtil, demişlerdir. Bir bölük müfessir de şöyle demişlerdir: Müşriklerin bu âyette geçen sözleşme ve sİlâh bırakmaları kılıç âyetiyle neshedilmiştir. Kadı Ebû Ya’lâ da şöyle demiştir: Allahü teâlâ İslâm’ı güçlendirince mü’minlere Arap müşriklerinden İslâm veya kılıç dışında bir şey kabul etmemelerini buyurdu. 91Diğerlerini de şöyle bulacaksınız: Onlar sizden ve kendi kavimlerinden emin olmak isterler. Ne zaman fitneye döndürülseler onun içine tepetaklak atılırlar. Eğer sizden uzaklaşmaz, barışı size bırakmaz ve ellerini sizden çekmezlerse, onları tutun, nerede yakalarsanız öldürün. İşte onlâra karşı size açık bir yetki vermişizdir. "Diğerlerini de şöyle bulacaksınız": Bunun kimler hakkında indiğinde ihtilaf etmişler ve dört görüş ileri sürmüşlerdir: Birincisi: Bu; Esed ve Gatafan kabileleri hakkında inmiştir, onlar sözleriyle mü’minlerden emin olmak için İslâm’ı demişler ve küfürleriyle de kendi kavimlerinden emin olmak istemişlerdir. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Bu, Abdüddar oğulları hakkında inmiştir, bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: O bir kavim hakkında indi ki, onlar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den aman almak istediler ve: Seninle de savaşmayacağız, kendi kavmimizle de savaşmayacağız, dediler. Bunu da Katâde, demiştir. Dördüncüsü: O, Nuaym b. Mes'ud el - Eşcai hakkında inmiştir, Müslümanlardan da müşriklerden de aman almıştı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile onların arasında söz götürüp getirirdi (ikili oynardı). Sonra Nuaym Müslüman oldu, bu Süddi’nin görüşüdür. Âyetin manası da şöyledir: Bir kavim de göreceksiniz ki, hem size hem de kavimlerine uyum sağlarlar, her iki grupdan da emin olmak isterler; şirke davet edildikleri zaman ona dönerler. Eğer sizinle savaşmaktan geri durmaz, barışı size bırakmaz ve ellerini sizinle savaşmaktan çekmezlerse, onları yakalayın, yani esir edin, nerede bulursanız onları öldürün. Onları öldürme hususunda size yetki vermişizdir. Müfessirler şöyle demişlerdir: Bu âyette zikri geçenlerden el çekmek, kılıç âyetiyle neshedilmiştir. 92Bir mü’minin bir mü’mini hata dışında öldürmesi olamaz, Kim bir mü’mini hataen (yanlışlıkla) öldürürse, mü’min bir köle azat etmesi ve maktulün ailesine diyet ödemesi gerekir. Ancak (diyeti, kan bedelini) bağışlamanız hariç. Eğer (öldürülen) mü’min olmakla beraber size düşman bir kavimden olursa, (öldürenin) mü’min bir köle azat etmesi gerekir. Eğer sizinle kendileri arasında antlaşma olan bir kavimden olursa, ailesine diyet ödemeli ve mü’min bir köle azat etmelidir. Bunu bulamayan Allah’tan bir Tevbe olarak arka arkaya iki ay oruç tutar. Allah her şeyi bilen, hikmet sahibidir. "Bir mü'minin bir mü’mini hata dışında öldürmesi olamaz": İniş sebebi üzerinde iki görüş vardır: Birincisi: Ayyaş b. Rebia Mekke'de Resûlüllah’ın hicretinden önce Müslüman oldu. Sonra Müslümanlığım kavmine açıklamaktan korktu, Medine'ye çıktı. Annesi iki oğlu Ebû Cehil ile Haris b. Hişam’a, ki, bunlar onun ana bir kardeşleri idiler: Allah’a yemin ederim ki, onu bana getirinceye kadar ne gölgede otururum, ne de bir şey yer ve içerim, dedi. Onlar da onu aramaya çıktılar. Yanlarında da Haris b. Zeyd vardı. Ayyaş’a geldiler, o yüksek bir eve sığınmıştı. Ona: Aşağı in, annen güneşte duruyor, yemiyor ve içmiyor. Dinine karışmayacağımıza sana söz veriyoruz, dediler. O da indi, onu bağladılar ve her biri ona yüzer değnek vurdular. Onu annesine getirdiler. Annesi: O dini inkâr etmedikçe bağlarını çözmem, dedi. Onu bağlı olarak güneşe attılar, o da dediklerini yaptı. Haris b. Zeyd ona: Ey Ayyaş, eğer üzerinde bulunduğun din doğru idiyse onu bıraktın; eğer sapık idiyse onu kabul ettin, dedi. O da kızdı ve: Allah’a yemin ederim ki, seni tenhada bulursam, mutlaka öldürürüm, dedi. Sonra Ayyaş ellerinden kurtuldu, Medine'de Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e hicret etti. Sonra da Haris Müslüman oldu, hicret etti, Ayyaş bunu bilmedi. Bir gün onunla karşılaştı ve onu öldürdü. Ona: O Müslüman olmuştu, dediler; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi, durumu haber verdi ve: Onun Müslüman olduğunu bilmiyordum, dedi. Âyet bunun üzerine indi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Said b. Cübeyr, Süddi ve cumhûr bu görüştedirler. İkincisi: Ebudderda bir askeri birlikte, lâilâhe illallah diyen bir adamı öldürdü, sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi, yaptığını anlattı. Bunun üzerine bu âyet indi. Bu da İbn Zeyd’in görüşüdür. Zeccâc da şöyle demiştir: Âyetin manası: Bir mü'minin bir mü’mini öldürmesi kesinlikle olamaz. İstisna birinciden değildir, mana: Mü’minin hata etmesi hariçtir, demektir. Ebû Ubeyde, Yûnus’tan rivayet etmiştir: O; Ru'be’ye bu Âyetten sordu, o da: Onu ne taammüden ne de yanlışlıkla öldüremez, ancak "illâ” "vav” yerine geçmiştir, dedi. Şair de şöyle demiştir: Her kardeş, kardeşinden ayrılacaktır, Babanın başına yemin ederim ki, böyledir, Ferkadan yıldızları hariç. Ferkadan yıldızları da, demek istemiştir. Bazı mana ehli de şöyle demiştir: Âyetin takdiri şöyledir: Ancak onu yanlışlıkla öldürür, bu da Allah’ın yazdıkları arasında yoktur. Çünkü yanlışlıkta serbestlik de yasaklık da söz konusu değildir. Şöyle de denilmiştir: İstisna ancak âyetin içerdiği günahı hak etme ve ölümün lâzım gelmesinden olmuştur. "Mü’min bir köle azat etmek": Said b. Cübeyr şöyle demiştir: Köle azat etmek katile kendi malında vaciptir. Namazı ve orucu sahih olmayan (çocuk) bir köleyi azat etmede ihtilaf etmişlerdir; İmam Ahmed’den câiz olduğu rivayet edilmiştir. İbn Talha da İbn Abbâs’tan böyle rivayet etmiştir. Bu Atâ’ ile Mücâhid’in de görüşüdür. İmam Ahmed’den: Ancak namazı ve orucu câiz olanın azat edilmesi yeter, dediği rivayet edilmiştir. Bir rivayette İbn Abbâs, Hasen, Şa’bî, İbrahim ve Katâde’nin de görüşleri böyledir. "Ailesine diyet vermek": Kadı Ebû Ya’lâ şöyle demiştir: Bu âyette bu diyetin kimlere lâzım geldiği açıklanmamıştır. Fakihler bunun katilin yakın mirasçılarına lâzım geldiğinde ittifak etmişlerdir. Bunu da yardımlaşma mahiyetinde üstlenirler. Diyet de üç yılda, her sene üçte biri olmak üzere ödenir. Bunda cinâyeti işleyene bir şey lâzım gelmez. Ebû Hanife: O da mirasçılardan biri gibidir, demiştir. Nefs/Canın altı çeşit bedeli vardır: Bin dinar, on iki bin gümüş dirhem, yüz deve, iki yüz sığır, bin koyun. Hulle (takım elbise)de de İmam Ahmed'ten iki rivayet vardır: Birincisi: Esas rivayet budur, iki yüz hulledir. Bu, Müslüman hür erkeğin diyetidir. Müslüman hür kadının diyeti ise bunun yarısıdır. "Bağışlamaları hariç": Said b. Cübeyr: Maktulün velilerinin katili diyetten affetmeleri hariçtir, demiştir. "Eğr (öldürülen) mü’min olmakla beraber size düşman bir kavimden olursa": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bunun manası şöyledir: Eğer maktul kâfir bir kavimden ise, onda bir köle azat etme vardır, diyet yoktur. Çünkü onun mirasçıları kâfirlerdir. İkincisi: Eğer o kavminin arasında ikamet eder de onu mü’min olduğunu bilmeyen biri öldürürse, ona bir köle azat etme vardır, diyet yoktur, çünkü o, kâfirlerin arasında ikamet etmekle kendi kıymetini heder etmiştir. İki görüş de İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Birincisini Nehaî, İkincisini de Said b. Cübeyr kabul etmiştir. Birinciye göre "min” ba’z manasına, İkinciye göre de fi manasına olur. "Eğer maktul sizinle onların arasında antlaşma olan bir kavimden olursa": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, ehl-i zimmetten yanlışlıkla öldürülen bir adamdır, onun katiline diyet ve kefaret lâzım gelir. Bu da İbn Abbâs, Şa’bî, Katâde, Zührî, Ebû Hanife ve Şâfiî’nin görüşleridir. Bizim arkadaşlarımızın ise diyet vacip olacak miktarda çeşitli açıklamaları vardır. İkincisi: O öldürülen mü’mindir, kavmi ise kâfirdir, onlar için bir anlaşma yapılmıştır; onun diyeti kavminin, mirası da Müslümanlarındır. Bu da Nehaî'nin görüşüdür. "Kim bunu bulamazsa arka arkaya iki ay oruç tutar": Bu orucun, bulunmadığı takdirde yalnız kölenin karşılığı mı yoksa köle ile diyetin karşılığı mı olduğunda ihtilaf etmişlerdir? Cumhûr: Yalnız kölenin karşılığıdır, demiş; Mesruk, Mücâhid ve İbn Sîrin de: ikisinin de karşılığıdır, demişlerdir. Âlimler şunda ittifak etmişdirler ki, iki ay oruca mazeretsiz olarak ara verilirse, yeniden başlaması gerekir. Ama bir hastalık veya hayızdan dolayı kesilirse, bize göre süreklilik bozulmuş olmaz, imam Malik de böyle demiştir. Ebû Hanife ise şöyle demiştir: Hastalık keser de, hayız kesmez. Aralarındaki fark şöyledir: Adet icabı hasta olmadan iki ayı doldurmak mümkündür de, hayızda ise bu mümkün değildir. Bize göre ise her iki durumda da mazurdur. "Allah’tan Tevbe olarak": Zeccâc, bunun manası şöyledir, demiştir: Allah bunu kendinden bir Tevbe olarak yaptı. "Allah her şeyi bilendir": Yani halkına hangi teklifin yararlı olduğunu daima bilir. "Hikmet sahibidir": Aralarında verdiği hükümde ve işlerini tedbir etmede. 93Kim bir mü’mini kasden (taammüden) öldürürse, onun cezası, içinde ebedi kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap ve lânet etmiştir. Ona çok büyük bir azap hazırlamıştır. "Kim bir mü’mini kasden öldürürse": İniş sebebi şöyledir: Makis b. Subabe, kardeşi Hişam b. Subabe’yi Neccar oğullarında ölü olarak buldu. O da Müslüman idi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e geldi, durumu ona aktardı. Resûlüllah, Fihr oğullarından bir elçi gönderdi, ona şöyle dedi: Neccar oğullarına git, benden onlara selam söyle ve onlara: "Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, size: Eğer Hişam’ın katilini biliyorsanız, onu Makis b. Subabe’ye teslim etmenizi, eğer katilini bilmiyorsanız, ona diyetini vermenizi emrediyor” de. Fihri de bunu onlara tebliğ etti. Onlar da: Biz onun katilini bilmiyoruz, ancak onun diyetini veririz, dediler ve ona yüz deve verdiler. Sonra da ikisi (kardeşi ile elçi) Medine’ye dönmek üzere yola koyuldular. Şeytan, Makis b. Subabe’ye geldi: Kardeşinin diyetini mi kabul ediyorsun? Bu sana yaşadığın sürece ar olacaktır. Yanındakini kardeşinin yerine öldür ve diyeti de fazlalık olarak al, dedi. O da Fihrliye bir taş attı, başını yardı, sonra da onlardan bir deveye bindi ve kalanlarını Mekke'ye doğru sürdü, şöyle diyordu: Ona karşılık bir Fikirliyi öldürdüm ve onun diyetini Neccar oğullarının ileri gelen büyüklerinin üzerine yükledim. İntikamımı aldım ve başımı yastığa koyup rahat uyudum Ve putlara dönen ilk adam oldum.. İşte bu âyet bunun üzerine indi. Sonra Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’nin fethinde onun idamını çıkardı, o da öldürüldü. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. "Kasden": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onun mü’min olduğunu bildiği halde kasden öldürürse, bunu Said b. Cübeyr, demiştir. İkincisi: Öldürmeyi kurarsa, demektir, bunu da bazı müfessirler, demişlerdir. "Onun cezası cehennemdir": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onun cezası kesin olarak cehennemdir. İkincisi: Eğer ona ceza verirse cezası cehennemdir, demektir. Âlimler: Bir mü’mini kasden öldürenin Tevbesi var mıdır, yok mudur diye ihtilaf ettiler? Çoğunluk Tevbesinin olduğuna kail oldular. İbn Abbâs ise onun Tevbesinin olmadığını bildirmiştir. Âlimler bu âyetin muhkem mi yahut mensuh mu olduğunda ihtilaf etmişlerdir: Bazıları: Muhkemdir, demiş ve bunun haber olduğunu; haberlerin de neshe ihtimali olmadığını delil getirmişlerdir. Sonra bunlar da iki bölüğe ayrılmışlardır: Birincisi: Şöyle demiştir: O (âyet) zahirine göredir, mü’minin katili cehennemde ebedi olarak kalır. İkincisi: O geneldir, tahsis edilmiştir; delili de şudur: Eğer onu bir kâfir öldürse idi de sonra Müslüman olsaydı, dünya ve ahirette cezası sıfırlanırdı. Onun tahsis edilmiş umum olduğu sabit olunca, tahsise hangi delil uygun ise onunla amel etmek vaciptir. Tahsis sebeplerinden biri de onu öldürmeyi helâl saymaktır; o zaman helâl saydığı için cehennemde ebedi olarak kalır. Bir topluluk da şöyle demiştir. O, Tevbe etmeyen için tahsis edilmiştir, delili de Furkan suresindeki. "Ancak Tevbe eden, iman eden ve iyi iş yapanlar müstesnadır ki, Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir” (Furkan: 70) âyetidir. Diğerleri de şöyle demişler: Bu: "Şüphesiz Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz, bundan ötesini dilediği kimse için bağışlar” (Nisa: 48) âyeti ile neshedilmiştir. 94Ey iman edenler, Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayın. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatini arayarak "sen Müslüman değilsin” demeyin. Çünkü Allah katında çok ganimet vardır. Siz de önceden böyle idiniz de Allah size lütfetti. Öyleyse durumu iyice araştırın. Çünkü Allah yaptıklarınızdan haberdardır. "Ey iman edenler, Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayın": İniş sebebi için dört görüş vardır: Birincisi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir askeri birlik gönderdi, içlerinde de Mikdad b. Esved vardı. O kavme gelince onların dağıldıklarını gördüler, bir adam kaldı, onun da çok malı vardı, yerinden ayrılmadı: Eşhedü enla İlâhe illallah, dedi. Mikdad da üzerine atılıp onu öldürdü. Arkadaşlarından biri: "Lailâhe illallah diyen bir adamı öldürdün! Bunu mutlaka Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e söyleyeceğim, dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelince: Ya Resûlallah, bir adam lâilâhe illallah diye şahadet getirdi, Mikdad da onu öldürdü, dediler. O da: Mikdad’ı bana çağırın, dedi. Gelince. "Ey Mikdad, lâilâhe illallah diyen bir adamı mı öldürdün, yarın lâilâhe illallah ile ne yapacaksın?” dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ: "Ey iman edenler, Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayın. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatini arayarak "sen Müslüman değilsin” demeyin, durumu iyice araştırın” âyetini indirdi. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem de Mikdad’a: O adam imanını kâfir kavminden gizliyordu, imanını açıkladı ve sen de onu öldürdün? Sen de daha önce Mekke’de imanım gizliyordun, dedi. 42 42- Hakim, Müstedrek, 2/245, sahihtir demiş, Zehebi de ona katılmıştır. İkincisi: Süleym oğullarından bir adam, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in bir bölük ashabı ile karşılaştı, yanında da bir koyun sürüsü vardı. Adam selam verdi; onlar da: Bizden korunmak için selam verdi, dediler ve onu öldürdüler. Koyanlarını da aldılar. Onu Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e getirdiler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Mekkelilerden bir kavim, Resûlüllah’ın bir askeri birliğinin kendilerine doğru geldiğini işitip kaçtılar. İçlerinden biri yerinde kaldı, Müslüman olmuştu. Ona Mirdas deniyordu. Askeri birliğin başında da Galip b. Fadale adında biri vardı. Mirdas atlıları görünce, Allahu ekber diyerek tekbir getirdi ve yanlarına geldi, onlara selam verdi, Üsame b. Zeyd de onu öldürüp koyunlarını sürdü. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e gelip haber verdiler. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem buna çok kızdı, bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Süddi de: Üsame birliğin komutanı idi, demiştir. Dördüncüsü: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Ebû Hadred el - Eşlemi, Ebû Katâde ve Muhallim b. Cessame'yi bir askeri birlik ile İdam bölgesine gönderdi. Onlar Amir b. Azbat el - Eşcai ile karşılaştılar. Amir onları İslâm selamı ile selamladı, Muhallim b. Cessame, üzerine atılıp onu öldürdü, devesini ve su kırbasını ganimet olarak aldı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelince, ona durumu haber verdiler, o da: "İman ettim dedikten sonra onu öldürdün mü?!” dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu İbn Ebi Hadred, babasından rivayet etmiştir. 43 43- İmam Ahmed, Müsned, 6/11. Âyetin tefsirine gelince: "Allah yolunda sefer ettiğiniz zaman": Yani yürüyüp gaza ettiğiniz zaman, demektir. "Fetebeyyenü": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, Âsım ve İbn Âmir, teybin maddesinden nun ile: Fetebeyyenu okumuşlardır ki, bir işe atılmadan önce iyice düşünüp taşınmaktır. Hamze ile Kisâi de, se ile: Fetesebbetu okumuşlardır ki, sebat edip acele etmemektir. Hucurat suresindekini de böyle okumuşlardır. "Limen elka ileykümüsselâme": İbn Kesir, Ebû Amr, Ebû Bekir, Hafs, Âsım’dan ve Kisâi “sîn” in fethasi ve elifle "es- selam” okumuşlardır ki, Zeccâc: Selam vermekten gelmesi de, teslim olmaktan gelmesi de câizdir, demiştir. Nâfi, İbn Âmir, Hamze, Halef, Cebel’e Mufaddal’dan, o da Âsım’dan rivayetle “sîn” in fethasi ve elifsiz olarak selem okumuşlardır ki, teslim olmak manasınadır. Eban b. Yezid de Âsım’dan rivayetle “sîn” in kesresi, “Lâm” ın sükunu ve elifsiz olarak silm okumuşlardır. "Silm” ise sulh ve barış demektir. Cumhûr mimin kesri ile: Mü’mina okumuş; Hazret-i Ali, İbn Abbâs, İkrime, Ebû’l - Âliyye, Yahya b. Ya’mur ve Ebû Cafer, emandan gelmek üzere mimin fethası ile "mü’mena” okumuşlardır. "Tebtağune aradal hayatid dünya": Arad: az olsun, çok olsun dünya malı demektir. Müfessirler: bundan maksat öldürdükleri adamdan aldıkları ganimettir, demişlerdir. "Allah katında çok ganimetler vardır": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, cennet sevabıdır, bunu da Mukâtil, demiştir. İkincisi: O dünyadaki rızık kapılarıdır, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. "Siz de daha önceden böyle idiniz": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Bunun manası şöyledir: Siz de daha önce mü’min kavminizden bu kelime ile aman alıyordunuz, öyleyse bunu diyenleri korkutmayın. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Siz de Mekke’de iken imanınızı bunun gizlediği gibi gizliyordunuz, bunu da Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Siz de önceden müşrik idiniz, bunu da Mesruk, Katâde ve İbn Zeyd, demişlerdir. "Allah size lütfetti": Lütfettiği şeyde de dört görüş vardır: Birincisi: Hicrettir, bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: imanı açıklamaktır, bunu da Said b. Cübeyr, demiştir. Üçüncüsü: İslâm’dır, bunu da Katâde ile Mesruk, demişlerdir. Dördüncüsü: O adamı öldürenin Tevbesini kabul etmesidir, bunu da Süddi, demiştir. "Fetebeyyenu": Bu da birinciyi tekittir. 95Mü’minlerden mazereti olmadığı halde savaşa katılmayanlarla Allah yolunda malları ve canları ile cihad edenler bir değildir. Allah mallarıyla canlarıyla cihad edenleri savaşa katılmayanlardan bir derece üstün kılmıştır. Gerçi her ikisine de güzellik va’detmiştir. Allah cihada katılanlara savaşa katılmayanlara karşı büyük bir mükafat vermiştir. "Savaşa katıl anlarla katılmayanlar bir değildir": Ebû Süleyman Dımeşki şöyle demiştir: Bu âyet, bir savaş çıktığı zaman ona katılmamak için izin isteyen bir topluluk hakkında inmiştir. Zeyd b. Sabit şöyle demiştir: Ben Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında oturuyordum, birden kendini sükunet hali bürüdü, sonra geçti: Yaz, dedi: Savaşa katılmayan mü’minlerle Allah yolunda cihad edenler bir değildir. Bunun üzerine (a’ma) İbn Ümmi Mektum kalktı: "Ya Resûlallah, cihada gücü yetmeyenler ne olacak?” dedi. Allah’a yemin ederim ki, daha sözünü bitirmemişti ki, aynı sükunet hali Resûlüllah’ı bürüdü, sonra da açıldı: Oku, dedi; ben de yazdığım âyeti okudum; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de: Mazereti olanlar hariç, kavlini okudu. Ben de onu ayete iliştirdim. "Oturup kalanlar bir değildir": Yani savaştan kalanlar, mana: Cihad eden daha üstündür, demektir. İbn Abbâs: Cihad ile Bedir savaşı kasdedilmiştir, demiştir. Mukâtil de: Tebuk gazası, demiştir. "Ğayrü üliddarari": İbn Kesir, Ebû Amr ve Hamze, ranın zammı ile: "Gayru” okumuşlar; Nâfi, İbn Âmir, Kisâi, Halef ve Mufaddal da, nasbi ile: Gayra, okumuşlardır. Ebû Ali şöyle yorumlamıştır: Kim rayı zammeli okursa, "ğayru"yu kaidun kelimesine sıfat yapar. Kim de mensûb okursa, onu kaidin’den istisna eder. "Darar” (mazeret) kelimesi hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O müzmin hastalık vb. sebebiyle acizliktir. İbn Abbâs: Onlar Hastalık ve ağrının kendilerini savaştan alıkoyduğu kimselerdir, demiştir. İbn Cerir ile İbn Kuteybe de: Onlar kronik hastalardır, demişler. Zeccâc da: Darar: Kör veya a’ma veya müzmin hasta gibi kimselerdir, demiştir. İkincisi: O mazerettir, bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. "Allah mallarıyla canlarıyla cihad edenleri savaşa katılmayanlardan bir derece üstün kılmıştır": Bu katılmayanlar hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar mazeret sebebiyle katılmayanlardır, bunu İbn Abbâs ile Mukâtil, demişlerdir. İkincisi: Mazeretleri olmadığı halde katılmayanlardır, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. İbn Cerir de şöyle demiştir: Derece fazilet demektir. Güzellik ise bir grup müfessire göre cennettir. "Allah cihada katılanları katılmayanlara üstün kılmıştır": İbn Abbâs şöyle demiştir: Burada katılmayanlar, sıkıntısı olmadan katılmayanlardır. Said b. Cübeyr de: Onlar mazereti olmayanlardır, demiştir. 96(O büyük mükafat) kendinden birtakım dereceler, bağışlanma ve rahmettir. Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir. "Derecâtin minhü": Zeccâc şöyle demiştir: Derecat, ecren azimen kavlinden bedel olaçak mensubtur ve mükafatı açıklamaktadır. Derecelerden ne murat edildiği hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar cennetin dereceleridir. İbn Muhayrîz şöyle demiştir: Dereceler yetmiştir, her derecenin arası koşu için zayıflatılan atın yetmiş yıl koştuğu mesafe kadardır. Mukâtil de aynısını söylemiştir. İkincisi: Derecelerin manası: Faziletler, demektir. Bunu da Said b. Cübeyr, demiştir. Katâde şöyle demiştir: Eskiler şöyle derlerdi: İslâm bir derecedir, İslâm’da hicret bir derecedir, hicrette cihad bir derecedir, cihadda öldürülme bir derecedir. İbn Zeyd de şöyle demiştir: Dereceler yedidir; bu da beraet suresinde: Susuzluk, bir vadiyi kat etme gibi sevabı yazılan yedi şeydir. (Tevbe: 120, 121) Eğer: "Allahü teâlâ sözün başında derece demişken sonunda niçin dereceler dedi?” şeklinde bir soru tevcih edilirse, buna iki türlü cevap verilir: Birincisi: İlk geçen derece, mücahitlerin mazeretleri olanlara karşı bir derece üstünlüğüdür. Dereceler ise mücahitlerin mazereti olmayanlara karşı birçok aşamalarla olan üstünlükleridir. Bu mana da İbn Abbâs’ın görüşünden çıkarılmıştır. İkincisi: İlk derece övgü ve ululama derecesidir. Dereceler ise: Cennet makamlarıdır. Bunu da Kadı Ebû Ya’lâ, demiştir. 97Melekler nefislerine zulmedenlerin canlarını aldığı zaman onlara: "Sizler nerede idiniz?” dediler. Onlar da: "Biz yeryüzünde acizlerden idik” dediler. Onlar (melekler): "Allah’ın yeryüzü hicret edeceğiniz kadar geniş değil miydi?” dediler. İşte onların barınakları cehennemdir. Orası ne kötü bir yerdir! "Melekler nefislerine zulmedenlerin canlarını aldığı zaman": Âyetin iniş sebebi için üç görüş vardır: Birincisi: Mekke'de bazı insanlar İslâm'ı ikrar ettiler, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Bedir savaşma çıkınca Kureyş onlardan yanlarında çıkmadık bir kimse bırakmadılar. İşte İslâm’ı ikrar eden bu kimseler öldürüldü; âyet de bunun üzerine indi. Bunu İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Katâde de şöyle demiştir: Bu âyet, İslâm’ı telaffuz eden birtakım insanlar hakkında indi. Bunlar Ebû Cehil’le beraber çıktılar; Bedir savaşında öldürüldüler. Geçersiz mazeret ileri sürdüler. Allah onlardan bu mazereti kabul etmedi. İkincisi: Bir grup, Bedir savaşında münafıklık ettiler ve: Bunları (Müslümanları) dinleri aldattı, dediler ve müşriklerle beraber kaldılar, sonunda da öldürüldüler. İşte âyet bunun üzerine indi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Bu Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den geri kalıp da onunla beraber çıkmayanlar hakkında nazil oldu. Bunlardan kimi Peygamber’e katılmadan önce öldü, melekler yüzlerine ve arkalarına vurdular. Bunu el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. "Teveffi (vefat etmek)” hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O, ölümle ruhları kabz etmektir. Bunu İbn Abbâs ile Mukâtil, demişlerdir. İkincisi: Cehenneme sürmektir, bunu da Hasen, demiştir. Mukâtil şöyle demiştir: Meleklerden maksat, yalnız ölüm meleğidir. Başka bir yerde de: Ölüm meleği ile yardımcılarıdır, demiştir. Onlar da altı tanedir: Üçü mü'minlerin ruhlarını kabz ederler, üçü de kâfirlerin ruhlarını kabz ederler. Zeccâc şöyle demiştir: "Zalimiy enfüsihim": Hal olarak mensubtur. Mana da: Nefislerine zulm ederken canlarını alır, demektir. Aslında zafimin idi, izafetten dolayı tahfif için nun düşürülmüştür. Nefislerine zulümleri hakkında da kıssalarında geçtiği üzere dört görüş ihtimali vardır: Birincisi: O, hicreti terk etmektir. İkincisi: Küfre dönmeleridir. Üçüncüsü: Yakînden sonra şüphe etmeleridir. Dördüncüsü: Müşriklere yardım etmeleridir. "Nerede idiniz!": Zeccâc şöyle demiştir: Bu azarlama sorusudur, mana da: Sizler müşriklerinin arasında mı idiniz yoksa Müslümanların arasında mı idiniz, demektir? "Bizler yeryüzünde zayıflar (ezilenler) idik, dediler": Mukâtil şöyle tefsir etmiştir: Biz Mekke toprağında ezilmiş idik, imanı dilimize almamız mümkün değildi. Melekler de: "Allah’ın yeryüzü geniş değil miydi?” dediler: Yani Medine. "Oraya hicret etseydiniz": Burada fi edatı ilâ manasına kullanılmıştır. Meleklerin bu sözü, onların hicrete güçlerinin yettiğini gösterir. 98Ancak ellerinden bir çare gelmeyenler ve bir yol bulamayan zayıf erkekler, kadınlar ve çocuklar müstesna. "Ancak zayıf erkekler müstesna": İniş sebebi şöyledir: Müslümanlar Mekke’deki zayıf Müslümanlar için: Bunlar Bedir’de öldürülenler gibidir, dediler; bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Mücâhid, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: "el – Müstadafin me’vahüm cehennem” kavlinden müstesna olmak üzere mensubtur. Ebû Süleyman da: Zayıflar; yaşlılar, kadınlar ve çocuklardır, demiştir. "Ellerinden bir çare gelmeyenler": Yani ne Mekke’den çıkmak ne yol masrafı bulmak ne de güç kazanmak için hiçbir çareleri olmayanlar, demektir. "Yol bulamayanlar": Bu hususta da iki görüş vardır: Birincisi: Medine’ye gidecek yolu bulamayanlar, demektir. Bunu İbn Abbâs, İkrime ve Mücâhid, demişlerdir. İkincisi: Gidecekleri bir yol bulamayanlar, demektir ki, çıktıklan takdirde helak olurlardı. Bunu da İbn Zeyd, demiştir. 99İşte umulur ki (şüphesiz), Allah onları affeder. Allah, çok affedici, çok bağışlayıcıdır. "Asâ (umulur ki,)": Kavli hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O icap (kesinlik) manasınadır, bunu da Hasen, demiştir. İkincisi: Reca manasınadır ki, mana: Onlar affı umarlar, demektir. Bunu da Zeccâc, demiştir. 100Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde birçok gidecek yer ve bolluk bulur. Kim evinden Allah’a ve Resul’üne hicret etmek üzere çıkar sonra da ona ölüm yetişirse, onun mükafatı Allah’a düşmüştür. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. "Yecid fil ar di murağamen kesiren ve saah": Said b. Cübeyr ile Mücâhid: Hoşuna gitmeyen şeyden kaçacak yer bulur, demişlerdir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Murağam ile muhacer aynı manayadır ve göçecek yer, demektir. Rağamtü ve hacertü denir ki, göçtüm, demektir. Aslı şudur: Bir adam Müslüman olduğu zaman kavmine rağmen çıkardı, yani onlara kızar ve hicret ederdi, onlarla alakasını keserdi. Onun için gidecek yere: Murağam, Peygambere dönmeye de, hicret denilmiştir. Çünkü adam, kavim ve aşiretini terk ederdi. Bolluk "se’aten” için de iki görüş vardır: Birincisi: Rızk bolluğudur, bunu İbn Abbâs ile cumhûr, demişlerdir. İkincisi: Dini açıklamaya imkan bulmaktır, bunu da Katâde, demiştir. "Kim evinden Allah’a ve Resul’e hicret etmek üzere çıkarsa": Şunda ittifak etmişdirler ki, bu âyet, hicret etmek üzere çıkıp da yolda ölen bir kişi hakkında inmiştir. Bunda da altı görüş beyan ederek ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O, Damure b. el - iys’dir, kör ve zengin idi: Beni taşıyın, dedi. Taşıdılar, hasta idi, Ten’im bölgesinde öldü. Bu kelâm onun hakkında indi. Bunu Said b. Cübeyr rivayet etmiştir. İkincisi: O, el -İys b. Damure b. Zinba’el-Huzai'dir. Ailesine kendisini sediri ile taşımasını söyledi, Ten'im bölgesine varınca öldü. Bu âyet de onun hakkında indi. Bunu Bişr, Said b. Cübeyr’den rivayet etmiştir. Üçüncüsü: O İbn Damure el-Cündai'dir, hastalandı, oğullarına: Beni Mekke’den çıkarın, onun sıkıntısı beni öldürdü, dedi. Onlar da: "Nereye? "dediler; eliyle Medine tarafına işaret etti, hicret etmek istiyordu. Bu kelâm onun hakkında indi. Bunu da İbn İshak zikretmiştir. Mukâtil de: Onun Cündeb b. Damure olduğunu söylemiştir. Dördüncüsü: Onun adı Sebure’dir; bu sûrenin 97 - 100 âyetleri inince hasta olduğu halde ailesine: Beni taşıyın, ben zenginim, beni Medine'ye ulaştıracak malım vardır, dedi. Harem bölgesini geçince, öldü, bu kelâm da onun hakkında nazil oldu. Bunu Katâde, demiştir. Beşincisi: O, Kinane oğullarından bir adamdır, hicret etti, yolda öldü; kavmi onunla alay ettiler: Ne istediğine kavuştu ne de ailesinin arasında kaldı ki, öldüğü takdirde defnedilsin, dediler. Bu kelâm onun hakkında indi. Bunu da İbn Zeyd, demiştir. Altıncısı: O Hakim b. Hizam’ın kardeşi Halid b. Hizam’dır, hicret etmek üzere çıktı, yolda öldü. Bunu Zübeyr b. Bekkar, demiştir. Ayetteki "vakaa” kelimesi: Vacip oldu manasınadır. 101Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman eğer kâfirlerin size fenalık yapacağından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur. Şüphesiz kâfirler sizin için apaçık bir düşmandır. "Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur": Mücâhid, Ebû Ayyaş’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Biz Usfan mevkiinde Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraberdik, müşriklerin başında da Halit b. Velid vardı, öğleyi kıldık, müşrikler: Eğer onlara namazda iken saldırırsak onları gafil avlarız, dediler. Bunun üzerine kısaltma âyeti öğle ile ikindi arasında indi. 46 Darb filard: Yeryüzünde seyahat etmektir; cünah da günahtır; kasr ise kısaltmadır, fitne de öldürmedir. 46- İmam Ahmed, Müsned. 4/95; Hakim, Müstedrek, 1/337. Namazı kısaltma hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: O rekat sayılarını azaltmaktır. İkincisi: Sınırlarını daraltmaktır. Âyetin zahiri kısaltmanın ancak korku anında câiz olacağını göstermektedir, durum ise öyle değildi. Âyet Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in seferinin çoğuna göre inmiştir ki, çoğunda genellikle düşman korkusu vardı. Şöyle de denilmiştir: "Namazı kısaltmanız” tam bir cümledir. "Eğer korkarsanız": İse yeni söz başıdır. Âlimler yolcu namazının kısaltılmış iki rekat mı yoksa değil mi olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları: Kısaltılmış değildir; yolcu namazı o şekilde farz kılınmıştır, demişlerdir. Bu da İbn Ömer, Cabir b. Abdullah, Said b. Cübeyr ve Ebû Hanife’nin görüşleridir. Buna göre namazın kısaltılması tek rekat olmasıdır. Bu da ancak yolculuk ve korku halinde câizdir. Çünkü onlara göre yolculuktaki iki rekat, korku olmazsa tamdır, kısaltılmış değildir. Delilleri de şudur: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Zi Kıred gazasında namaz kıldı, insanlar da arkasında iki saf oldular; bir saf arkasında idi, bir saf da düşman karşısında idi. Arkasındakilere bir rekat kıldırdı, sonra onlar çekilip ötekilerin yerlerini aldılar, onlar da geldiler; Efendimiz de onlara bir rekat kıldırdı. Geçen rekatı kaza etmediler. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Allah namazı Peygamberinize hazarda dört, seferde iki, korku halinde de bir rekat olarak farz kıldı. 47 47- Müslim. Salatü'l - Müsafirin ve Kasnına, hadis no, 5, 6; Ebû Dâvud, Sefer, bab, 10; Nesâî, Havi bab, 4; Ahmed, Müsned, 3/363.. İkincisi: O, kısaltılmıştır, tam değildir. Bu da Mücâhid, Tâvûs, Ahmed ve Şâfiî’nin görüşleridir. Ya’lâ b. Ümeyye de şöyle demiştir: Ömer b. Hattab’a: İnsanların bugün emniyet içindeyken namazı kısaltmalarına şaştım, Allahü teâlâ ise "eğer korkarsanız” demiştir, dedim. Hazret-i Ömer de: Ben de senin şaştığın şeye şaştım, bunu Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e söyledim; o da: Bu, Allah’ın size ettiği bir ikramdır, ikramını kabul ediniz, dedi. 48 48- Müslim, Salatü'l - Müsafirin, hadis no, 4; Ahmed, Müsned, 1/175; Ebû Dâvud, lirinizi, Nesâî ve İbn Mâce. Yolcu için namazı kısaltmak ancak yolculuğu mubah ise câizdir, bunu da imam Malik ile Şâfiî demişlerdir. Ebû Hanife ise: Yolculuğu masiyet ise de câizdir, demiştir. Niyet ettiği ikamet müddetinde tam kılacağı, ondan azında ise kısa kılacağı süreye gelince, arkadaşlarımız (Hanbeliler): Yirmi iki namazdır, demişler. Ebû Hanife ise: On beş gündür, demiştir. İmam Malik ile Şâfiî de: Dört gündür, demişlerdir. 102Sen içlerinde olup da onlara namazı kıldırdığın zaman onlardan bir grup seninle namaza dursun ve silâhlarını alsınlar. Secde ettikleri zaman sizlerin arkasında dursunlar. Namaz kılmayan öteki grup da gelsin, seninle beraber namaz kılsın; tedbirlerini ve silâhlarını alsınlar. Kâfirler isterler ki, silâhlarınızdan ve eşyanızdan gafil olasınız da üzerinize birden saldırsınlar. Eğer yağmurdan bir sıkıntınız olur veyahut hasta bulunursanız silâhlarınızı bırakmakta size bir günah yoktur. Tedbirlerinizi alın. Şüphesiz Allah kâfirler için aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır. "Sen içlerinde olup da onlara namazı kıldırdığın zaman": İniş sebebi şudur: Müşrikler Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabının öğleyi kıldıklarını görünce, birbirlerine: Onları bırakın, onların bir namazı vardır ki, babalarından ve oğullarından daha kıymetlidir, o da ikindi namazıdır. Ona kalktıklan zaman onlara saldırın, dediler. Onlar da ikindi namazına kalkınca, Cebrâil bu âyeti getirdi. Bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. "Sen içlerinde olduğun zaman": Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e hitaptır. Hükmün de onunla sınırlı olduğunu göstermez. Bu, "onların mallarından sadaka al” (Tevbe: 103) kavli gibidir. Ebû Yûsuf da: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’deri sonra korku namazı kılmak câiz değildir, demiştir. "Fihim"deki hüm zamiri, yeryüzünde sefere çıkanlara râcîdir. "Onlara namaz kıldırdığın zaman": Yani namaz kıldırmaya başladığın zaman, demektir. "Feltekum taifetün mink” (sizden bir bölük kalksın): Yani dursun, demektir. "Karanlık bastığı zaman dururlar” (Bakara: 20) âyetinde de böyledir. "Silâhlarını alsınlar": Bunda iki görüş vardır: Birincisi: Onlar geride kalanlar, demektir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Onlar kendisinin yanında namaz kılanlardır. Bunu da İbn Cerir, demiştir. Bu sİlâh da insanın kuşandığı kılıç ve koluna bağladığı hançer gibi şeylerdir. "Secde ettikleri zaman": Yani kendisiyle beraber namaz kılanlar. "Olsunlar": Burada işaret edilenler hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar namaz kılmayan ve namaz kılanları kollayan bölüktür. Bu mana İbn Abbâs’ın görüşünden alınmıştır. İkincisi: Onlar kendisiyle beraber namaz kılanlardır, secde ettikleri zaman korumalara katılmaları emredilmiştir. Âlimler secdeden sonra nasıl çekilecekleri hususunda ihtilaf etmişlerdir: Bazıları: imamla beraber bir rekatı tamamladıkları zaman kendi başlarına bir rekatı tamamlar ve çekilirler; namazları tamamdır, demişler. Diğerleri de şöyle demişlerdir: Bir rekat kılar, çekilirler. Bunlar da ihtilaf etmişlerdir: Bazıları: İmamla beraber bir rekat kıldıkları ve selam verdikleri zaman bu onlara yeter, demişlerdir. Diğerleri de, ki, Ebû Hanife de onların arasındadır: Hayır, o rekattan sonra korumalara katılırlar, onlar hala namazdadırlar, namaz kılmayan bölüğün yerine geçen düşmana karşı dururlar ve öteki grup gelir. Öteki grup hakkında da ihtilaf etmişlerdir: Bir topluluk: İmam onlara namaz kıldırdığı zaman teşehhüdü uzatır ki, onlar da kaçan rekatı kaza etsinler, sonra onlara selam verdirir, demişler. Diğerleri de şöyle demişlerdir: Hayır, ikinci bölüğe bir rekat namaz kıldırır, selam verir, onlar ise selam vermezler, tam tersine düşmanın karşısına dönerler. Sonra ilk grup gelir, kaçırdığı namazı kaza eder ve selam verir; gider, ötekisi gelir; namazını tamamlar. Bu, Ebû Hanife’nin mezhebidir. "Tedbirlerini ve silâhlarını alsınlar": İbn Abbâs şöyle demiştir: İlk önce namaz kılanları kasdetmiştir, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Bununla düşmanların karşısında olanları kasdetmesi de câizdir, çünkü namaz kılan savaşan değildir. Sİlâh taşıması emrolunan cemaat olması da câizdir, çünkü onlar düşmanı daha çok korkuturlar ve onlardan daha çok çekinirler. "Cünah": İsim (vebal) demektir. Canahtü kavlinden gelir ki, bir yerden sapmak ve hedeften şaşmaktır. Mana da şöyledir: Silâhlarınızı bıraktığınız zaman haktan sapmış olmazsınız. "Eğer sizde yağmurdan dolayı bir sıkıntı olursa": İbn Abbâs şöyle demiştir: Onlara silâhlarını bırakmalarına izin verilmiştir; çünkü silâhlar hastaya ve yağmurda ağır gelir. Ve şöyle demiştir: Tedbirinizi alın ki, sizi gafil avlamasınlar. 103Namazı bitirdiğiniz zaman Allah’ı ayakta, oturarak ve yanlarınız üstü yatarken zikredin. Güvende olduğunuz zaman namazı eksiksiz kılın. Şüphesiz namaz mü’minlerin üzerine belli vakitlerde yazılmış bir farzdır. "Namazı bitirdiğiniz zaman": Yani korku namazım, demektir. "Kadaytüm": Bitirmek manasınadır. "Allah’ı zikredin": Bu zikirde de iki görüş vardır: Birincisi: O, Allah'ı namaz dışında zikretmektir, bu İbn Abbâs’ın görüşüdür. Cumhûr da: Bu tesbih, tekbir, dua ve şükürdür, demiştir. İkincisi: O, namazdır, buna göre mana şöyle olur: Namazı ayakta kılın, eğer gücünüz yetmezse oturarak, yine de gücünüz yetmezse, yanlarınızın üzerine yatarak kılın. Bu İbn Mes’ûd’un görüşüdür. İtminanda olmaktan da ne murat edildiği hususunda iki görüş vardır: Birincisi: O seferden vatana dönmektir. Bu da Hasen, Mücâhid ve Katâde’nin görüşleridir. İkincisi: O korkudan sonra güvende olmaktır, bu da Süddi, Zeccâc ve Ebû Süleyman Dımeşki’nin görüşüdür. Namazı ikame etme hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: O namazı tamamlamadır. Bunu Mücâhid, Zeccâc ve İbn Kuteybe, demiştir. İkincisi: Rukuunu, secdesini ve korku halinde terk edilen şeylerden vacip olanları yerine getirmedir. Bu da Süddi'nin görüşüdür. "Kanet alel mü’minine kitaben mevkuta": Kitaben farz kılınmıştır, demektir. Mevkut üzerinde de iki görüş vardır: Birincisi: O, farz kılınmış manasınadır. Bunu İbn Abbâs, Mücâhid, Süddi ve İbn Zeyd, demişlerdir. İkincisi: Belli vakitlerde demektir, bu da İbn Mes’ûd, Katâde, Zeyd b. Eslem ve İbn Kuteybe’nin görüşüdür. 104O topluluğu (düşmanları) aramakta gevşemeyin. Eğer siz acı duyarsanız onlar da sizin gibi acı duyarlar. Allah’tan onların ummadıklarını umuyorsunuz. Allah her şeyi bilen, hikmet sahibidir. "O topluluğu aramakta gevşemeyin": Tefsirciler şöyle demişlerdir: İniş sebebi şöyledir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Uhut dönüşünde ashabına Ebû Süfyan ve adamlarının izlerini sürmelerini emretti. Onlar da yaralı olduklarını ileri sürdüler; bunun üzerine bu âyet indi. Zeccâc şöyle demiştir: "Tehinu": Zayıflamaktır, çekimi de, vehene yehinü şeklindedir. Her türlü zayıflık vehndir. İbteğal kavme de: Birilerini aramaktır. Kavim burada kâfirlerdir. "İn tekunu telemim": Eğer acı duyuyorsanız, onlar da sizin gibi acı ve yorgunluk çekiyorlar. Siz ise bununla beraber onların beklemediği şeyi bekliyorsunuz, demektir. Bu beklenen şeyde de iki görüş vardır: Birincisi: O, umuttur, bunu Mukâtil, demiştir. Zeccâc da: İlimlerine güvenilen bütün dilciler bu görüştedirler, demiştir. İkincisi: O korkudur. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs'tan rivayet etmiştir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Korkunun umut manasında kullanılması ancak negatif şekilde görülmüştür, meselâ "Neden Allah için saygı umut etmiyorsunuz?” (Nûh: 13); "Allah’ın günlerini ummazlar” (Casiye: 14) âyetlerinde olduğu gibi. Bu manada şair de şöyle demiştir: Develeri sürenle karşılaştığı zaman umut etmez (korkmaz): Yedi deve ile mi karşılaştı yoksa bir deve ile mi? El - Hüzeli de şöyle demiştir: Onu arı soktuğu zaman sokmasından korkmaz, Döner işçi arıların kovanına saldırır. "Korktum” manasına: Recevtüke; recevtüke manasında da korktum denilmez (olumlu cümlede. Mütercim). Zeccâc şöyle demiştir: Umudun korku manası içermesi şundandır; çünkü insan umudunun gerçekleşmemesinden korkabilir. Birinci görüşe göre mana: Siz zaferi, dininizin açığa çıkmasını ve cenneti umuyorsunuz, olur. İkinci görüşe göre de: Onlar korkmadıkları halde siz Allah’ın azabından korkuyorsunuz, olur. 105Şüphesiz kitabı sana hak ile indirdik ki, insanların arasında Allah’ın sana gösterdiği ile hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma. "Kitabı sana hak ile indirdik": Sebeb-i nüzulü için üç görüş vardır: Birincisi: Tu’me b. Ubeyrık, Katâde b. Numan’ın zırhını çaldı. Zırh da içinde un bulunan bir çuvalın içinde idi. Un çuvalın deliğinden akmaya başladı, eve kadar devam etti. Sonra da onu bir Yahudi’nin yanında sakladı. Zırh Tu’me’nin yanında arandı, onun yanında bulunmadı ve: Benim bilgim yoktur, diye yemin etti. Zırhın sahipleri de: Hayır, Allah'a yemin ederiz ki, o evimize girdi, onu aldı. Biz izini sürdük, unun izini gördük, dediler. Yemin edince onu bıraktılar. Unun izini sürdüler, Yahudinin evine vardığını görünce, onu yakaladılar. Yahudi: Onu bana Tu’me verdi, dedi. Tu’menin aşireti de: Onu Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e götürün, arkadaşımızın suçsuz olduğu meydana çıkar, dediler. Ona (Efendimize) geldiler, ona bu hususta konuştular. O da bir şeyler yapmak ve Yahudi’yi cezalandırmak istedi. Bu âyetlerin hepsi bunun üzerine indi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Yahudilerden bir adam, Tu’me b. Ubeyrık’a bir zırh emanet etti, o da emanete hiyanet etti. Etrafın haberdar olacaklarını anlayınca onu Ebû Müleyl el - Ensari’nin evine attı. Tu’me’nin aşireti onu savundular, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e geldiler, onu aklamasını ve Yahudi’yi yalanlamasını istediler. Bunun üzerine bu âyetler indi. Bu Süddi ile Mukâtil’in görüşüdür. Üçüncüsü: Rifaa b. Zeyd’in yukarı odası delindi, yiyeceği ve sİlâhı alındı, bundan Ubeyrık’ın oğulları itham edildi. Onlar da Beşir, Mübeşşir ve Bişr idiler. Katâde b. Numan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e gitti: Ya Resûlallah, bir ev halkımız haksızlığa maruz kaldı, amcam Rifaa b. Zeyd’in yukarı odasını deldiler, sİlâhını ve erzakını aldılar, dedi. O da: "Buna bakayım” dedi. Ubeyrık’ın kabilesinden bir topluluk Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gittiler: Katada b. Numan ve amcası bizden bir ev halkını hedef aldılar, onlara hırsızlık iftirası attılar; onlar ise Müslüman ve namuslu kimselerdir, dediler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Katâde’ye: "Sen kanıtın olmadığı halde onları itham ettin!” dedi. Bu âyetler bunun üzerine indi. Kitap: Kur’ân'dır. Hak da: Adaletle hükmetmektir. "İnsanlar arasında karar vermen için": Aralarında hüküm vermen için. "Allah'ın sana gösterdiği ile": Bu hususta da iki görüş vardır: Birincisi: Ona öğrettiği ilimdir, ona öğrettiği de delili olmayan hiç kimsenin iddiasını kabul etmemektir. İkincisi: İçtihadı ile vardığı karardır, bunu da Maverdi, zikretmiştir. "Hainlere hasım olma": Zeccâc şöyle demiştir: Hainlere hasım da olma, onları savunma da. Onun hasım olup olmadığında iki görüş beyan ederek ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Hitap etti ve onu mazur gördü. Bunu el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Buna niyetlendi, fakat yapmadı, bunu da Said b. Cübeyr ile Katâde, demişlerdir. Kadı Ebû Ya'lâ da şöyle demiştir: Bu âyet, bir kimsenin gerçek durumunu öğrenmedikçe bir kimseyi haklı veya haksız bulmaya yeltenmenin câiz olmadığını göstermektedir. Çünkü Allahü teâlâ bu gibi şeyde Peygamber’ine itap etmiştir. 106Allah’tan mağfiret dile. Çünkü Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. "Allah’tan mağfiret dile": Mağfiret dilemesini istediği şey hakkında iki görüş vardır: Birincisi: Onu mazur görmeye kalkışmasıdır. İkincisi: Buna azmetmesidir. 107Nefislerine hainlik edenlerden yana mücadele etme. Şüphesiz Allah aşırı hain günahkarı sevmez. "Nefislerine hainlik edenlerden yana mücadele etme": Yani nefislerini hain ilan edip hiyanet etmekle onları hain durumuna düşürenlerden yana mücadele etme, demektir. İkrime de şöyle demiştir: Onlardan maksat: Tu’me b. Ubeynk ile ondan yana mücadele eden kavmidir, Avfi nin, İbn Abbâs’tan rivayet ettiği hadiste şöyle denilmiştir: Tu'me'nin aşiretinden on kişi gece Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e gittiler: Arkadaşlarımız suçsuzdurlar, dediler. 108İnsanlardan gizlerler de Allah’tan gizlemezler. Halbuki O, razı olmayacağı şeyleri gece uydurup düzerlerken onlarla beraberdi. Allah, yaptıklarınızı kuşatmıştır. "İstihfa": Gizlemektir, Mana da şöyledir: Hiyanetleri açığa çıkmasın diye insanlardan gizlenirler de ilmi ile yanlarında olan Allah’tan gizlenmezler. Gece düşünülen ve gece içine dalınıp konuşulan şey de, büyyite ile ifade edilir. Ulemanın büyük çoğunluğu gizlenenler ve gece lâf uyduranlar Tu'me’nin kavmi olduğunda müttefiktirler. Uydurdukları da: Yalan söyleyerek arkadaşlarını temize çıkarmaya çalışmalarıdır. Zeccâc da şöyle demiştir: O, bizzat hırsızın kendisidir, uydurduğu da: Yahudi’yi hırsızlıkla itham ederim, ben çalmadım diye yemin ederim; yeminim kabul olunur, Yahudi’nin yemini ise kabul olunmaz, savıdır. 109Sizler öyle kimselersiniz ki, onları dünya hayatında müdafaa ettiniz; ya onları kıyamet gününde Allah’a karşı kim müdafaa edecek veyahut kim onların vekili olacak? "Ha entüm câdeltüm anhüm": Zeccâc şöyle demiştir: "Ha” tenbih edatıdır, başta tekrar edilmiştir. Mana da: Sizler onları savunan kimselersiniz, demektir. "Mücadele ve cidal": şiddetli husumettir. Cedel de ipi şiddetle bükmektir. Kelâm, hırsızı savunanlara dönüktür. "Anhum” zamiri ise hırsıza râcîdir. ‘Aleyhim” de: "Lehüm” manasınadır. Vekil ise: Müvekkilin işini gören kimsedir. Sanki O: Rabbinizle duruşurken size kim vekalet edecektir, demiştir? 110Kim bir kötülük yapar yahut kendine haksızlık eder de sonra da Allah’tan bağışlanmasını dilerse, Allah’ın çok bağışlayıcı ve çok merhametli olduğunu görür. "Kim bir kötülük eder veyahut kendine haksızlık eder de": İniş sebebinde üç görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: O, hırsıza hitap olarak ona Tevbe takdim etmek için inmiştir. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İbn Zeyd ile Mukâtil de böyle demişlerdir. İkincisi: O, kavminden kendisi için mücadele edenler hakkında inmiştir, bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Bundan bütün kötülük edenler ve günah işleyenler kasdedilmiştir. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. Onun genel oluşu, özel sebeple inmesine mani değildir. Bu kötülük hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: O, hırsızlıktır. İkincisi: Şirktir. Üçüncüsü: Günaha girecek her şeydir. Bu haksızlık hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, suçsuzu itham etmektir. İkincisi: Şirkten başka bütün günahlardır. 111Kim bir günah kazanırsa, onu ancak kendi aleyhine kazanır. Allah her şeyi bilen, hikmet sahibidir. "Kim bir günah kazanırsa": Yani kim bir günah işlerse, "onu ancak kendi aleyhine kazanır": Vebali kendi boynunda kalır, demektir. Bunu da Mukâtil, demiştir. Bu da Tu’me hakkındadır. 112Kim de bir hata veyahut bir günah kazanır, sonra da onu bir suçsuzun üzerine atarsa gerçekten bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmiş olur. "Kim bir hata veyahut bir günah kazanırsa": Ulemanın büyük çoğunluğu bu âyetin Tu’me b. Ubeyrık kıssası ile ilgili olarak indiğinde müttefiktirler. Dahhâk, İbn Abbâs’tan bunun Hazret-i Âişe’ye iftira atan Abdullah b. Übey b. Selul hakkında indiğini rivayet etmiştir. "Hatieten ev ismen": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: "Hatîe” hırsızın yalan yeminidir, "ism” de zırhtçalması ve Yahudi’nin üzerine atmasıdır. Bunu da İbn Saib, demiştir. İkincisi: "Hatie” günahla ilgili şeydir, "ism” de suçsuza iftira etmesidir. Bunu da Mukâtil, demiştir. Üçüncüsü: "Hatie” bazen kasıtlı olur, bazen de yanlışlıkla olur, "ism” ise hep kasıtlı olur. Bunu da İbn Cerir ile Ebû Süleyman Dımeşki, demişlerdir. Zeccâc da şöyle nakletmiştir: Hatie, günahı kaldırılan yanlışlıkla adam öldürme gibi şeydir (hata). Dördüncüsü: Allahü teâlâ bazı masiyetlere hatie, bazılarına da ism ismini vermekle şunu bildirmiştir ki, kim bu iki ismin altına girer, bir şey yapar da sonra da onu bir suçsuzun üzerine atarsa, bühtan etmiş olur. Bunu da Zeccâc, demiştir. "Sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa": Yani yaptığı cinâyeti bir suçsuzun üzerine yıkarsa, demektir. Eğer: "Hatîe ve ism ikilidir, sonradan nasıl (tekil zamirle) bihi demiştir?” denilirse, buna dört türlü cevap verilir: Birincisi: Şöyle demek istemiştir: Sonra o ikisini bir suçsuzun üzerine atarsa. İsm demekle hatie kelimesini tekrara gerek kalmamıştır. Meselâ: "İnfaddu ileyha” kavli gibi ki, bundan özellikle ticareti zikretmiş, mana ise ticaret ve eğlence, demektir. İkincisi: “He” zamiri kazanca râcîdir, "kazanırsa” kelimesi kazanca delalet edince onun yerine zamir kullanmıştır. Üçüncüsü: He hatie ve ism’in manasına râcîdir, sanki "Kim bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuza atarsa, demiş gibidir. Bu görüşleri İbn Enbari, zikretmiştir. Dördüncüsü: “He” zamiri özellikle ism’e râcîdir, bunu İbn Cerir Taberî demiştir. Hırsızın iftira ettiği suçsuzdan kimin kasdedildiği hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, Yahudi idi, bunu da İbn Abbâs, İkrime, İbn Sîrin, Katâde ve İbn Zeyd demişlerdir. İkrime ile Katede, isminin: Zeyd b. Sümeyr olduğunu demişlerdir. İkincisi: O Müslüman idi, bunu da İbn Abbâs, Katâde b. Numan, Süddi ve Mukâtil, demişlerdir. Bu müslümanın da kim olduğunda ihtilaf etmişlerdir: Dahhâk, İbn Abbâs’tan onun İbn Übey’in iftira attığı Hazret! Âişe olduğunu rivayet etmiştir. Katâde b. Numan da: O Lebid b. Sehl'dir, demiştir. Süddi ile Mukâtil de; O, Ebû Müleyl en - Ensaridir, demişlerdir. Bühtan ise, büyüklüğünden dolayı insanı şaşırtan (kuyruklu) yalandır. Bühiterrecülü denir ki: Adam şaştı, demektir. İbn Saib de şöyle demiştir: Suçsuza iftira etmekle bühtan yüklenmiş, yalan yemin etmekle de açık bir günah yüklenmiştir. 113Eğer üzerinde Allah’ın lütuf ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir bölük seni şaşırtmak isterlerdi. Onlar ancak kendilerini şaşırtırlar. Sana hiçbir şeyle zarar veremezler. Allah sana kitabı ve hikmeti indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah’ın senin üzerindeki lütfü büyüktür. "Eğer üzerinde Allah’ın lütuf ve rahmeti olmasaydı": İniş sebebi için iki görüş vardır: Birincisi: O, Tu’me ve kavminin kıssasıyla ilgilidir, şöyle ki, onlar onun durumunu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e karıştırdılar. Bu da İbn Saib yoluyla İbn Abbâs’ın görüşüdür. İkincisi: Sakif heyeti Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldiler: Savaşa katılmamak, öşür vermemek ve bir sene Uzza putuna tapmak üzere sana biat etmeye geldik, dediler. O da kabul etmedi, bu âyet bunun üzerine indi. Bu da Dahhâk rivâyetinde İbn Abbâs’ın görüşüdür. “Allah’ın lütuf ve rahmeti” nden ne murat edildiği hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Peygamberlik ve masumiyettir. İkincisi: İslâm ve Kur’ân’dır. Bu iki görüş İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Mukâtil de şöyle demiştir: Eğer Allah, Tu’me’nin durumunu sana açıklayarak ve seni Kur’ân'lâ hainleri tasdik etmekten çevirerek sana lütfetmeseydi, içlerinden bir grup seni şaşırtmak isterlerdi. Ferrâ’ da: Mana: Kad hemmet şeklindedir, demiştir (yani gizli kad edatı vardır, demek istemiştir. Mütercim). Eğer: Nasıl "eğer Allah’ın senin üzerinde lütuf ve rahmeti olmasaydı bir grup seni şaşırtmak isterdi?” denebilir ki, gerçekten de istemiştir? "denirse, cevabı şöyledir: Eğer Allah’ın senin üzerinde lütuf ve rahmeti olmasaydı, o istedikleri şeyin tesiri senin üzerinde görülürdü. O gruba gelince: İbn Saib’in, İbn Abbâs’tan rivâyetine göre,'Tu’me’nin kavmidir, Dahhâk’in rivâyetine göre de Sakif heyetidir. Şaşırtmada da iki görüş vardır: Birincisi: Kararda yanıltmadır. İkincisi: Haktan saptırmadır. Zeccâc da şöyle demiştir: Onlar ancak kendilerini şaşırtırlar, çünkü onlar sapıkların amellerini işlerler; dolayısıyla sapıklık da onlara döner. "Kitap” ise, Kur’ân’dır. "Hikmet"te de üç görüş vardır: Birincisi: Vahiy ile hüküm vermektir, bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Helâl ve haramdır, bunu da Mukâtil, demiştir. Üçüncüsü: Kitaptakini açıklamak, doğruyu ilham etmek, aklına doğru cevabı getirmektir. Bunu Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. "Sana bilmediğini öğretti": Kavli üzerinde üç görüş vardır: Birincisi: O, şeriattir, bunu da İbn Abbâs ile Mukâtil, demişlerdir. İkincisi: Öncekilerin ve sonrakilerin haberleridir, bunu da Ebû Süleyman, demiştir. Üçüncüsü: Kitap ve hikmettir, bunu da Maverdi, zikretmiştir. "Allah’ın senin üzerindeki lütfü büyüktür": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: İman ihsan etmesidir. İkincisi: Peygamberlik ihsan etmesidir, bu ikisi İbn Abbâs’ın görüşüdür. Üçüncüsü: Bu geneldir, Allah’ın ona özel olarak verdiği bütün lütufları içine alır. Bunu da Ebû Süleyman, demiştir. 114Onların birçok fısıldaşmalarında hayır yoktur. Ancak kim bir sadaka vermeyi veya bir iyilik etmeyi veyahut insanların arasını düzeltmeyi emrederse, onunki müstesnadır. Kim bunu Allah rızasını aradığı için yaparsa, yakında biz ona büyük bir mükafat vereceğiz. "Onların birçok fısıldaşmalarında hayır yoktur": İbn Abbâs: Onlar Tu’me’nin kavmidir, demiştir. Mukâtil de: Hepsi Yahudi’dir ve Tu’me’nin durumu hakkında fısıldaşmışlardır, demiştir. Mücâhid de: O, bütün insanların fısıldaşmaları için geneldir, demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Necvanın manası: Bir topluluğun veya iki kişinin gizli veya açık olarak bir tarafa çekilmesidir. Necevtüşşey’e lügatte: Bir şeyi ayırıp bir tarafa atmaktır. Necevtülcilde denir ki: Devenin veya başkasının derisini yüzüp çıkardım, demektir. Şair de şöyle demiştir: O ikisine: Onun derisini çıkarıp alın; Onun hörgücü ve iki kürek arası size yeter, dedim. Necevtü fülanen denir ki: Ağzını kokladım, demektir. Şair de şöyle demiştir: Mücalid’in ağzını kokladım, onun Çok eskiden ölmüş murdar köpek gibi koktuğunu gördüm. Bütün bunların aslı necve’den gelir ki, yüksek yer demektir. Şair de seli anlatırkan şöyle demiştir: Tepeye çıkanla düzlükte duran, Evine çekilenle açık araziye çıkan birdir (sel her tarafı kaplamıştır). Onların fısıldaşmalarından maksat da kendi aralarında uydurdukları sözdür. "Ancak sadaka emredeninki müstesna": Bunun manasının: Sadaka vermeyi emredenin fısıldaması müstesnadır, şeklinde olması câizdir. İstisna-i munkatı olması da câizdir ki, mana: Ancak sadaka emreden müstesnadır ki, onların fısıldaşmalarında hayır vardır, demek olur. "Sadaka emretmek” de: Ona teşvik etmektir. "İyilik (ma’ruf)": Üzerinde de iki görüş vardır: Birincisi: O farzdır, İbn Abbâs ile Mukâtil’den rivayet edilmiştir. İkincisi: O bütün iyi işler için geneldir. Bu da Kadı Ebû Ya’lâ ile Ebû Süleyman Dımeşki’nin tercihleridir. 115Kim kendisi için doğru yol belli olduktan sonra Peygamber’e muhalefet eder ve mü'minlerinkinden başka bir yola giderse, onu yöneldiği şeye döndürür ve onu cehenneme atarız. Orası ne kötü bir yerdir. "Kim Peygamber’e muhalefet ederse": Bunun İniş sebebi için de iki görüş vardır: Birincisi: Kur’ân, Tu’me’nin yalanını ve haksızlığını açıklayıp da o da dışlanmaktan ve rezillikten korkunca Mekke'ye kaçtı, müşriklere katıldı. Bu âyet de bunun üzerine indi. Bu da İbn Abbâs, Katâde, İbn Zeyd ve Süddi’nin görüşüdür. Mukâtil de şöyle demiştir: Tu’me Mekke’ye gelince, Haccac b. İlat es - Sülemi’ye misafir oldu, o da ona bolca ikram etti. Tu’me onun evinde altın olduğu haberini aldı, gece çıkıp evin duvarını deldi. Onlar da durumu fark edince evi kuşattılar, onu görünce onu taşa tutmak istediler. Haccac bundan utandı, çünkü misafiriydi. Onu bıraktılar, o da çıkıp gitti. Süleym oğulları bölgesine geçip putlarına taptı, şirk üzerinde öldü. Bunun üzerine: "Şüphesiz Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz; bunun dışında dilediğini bağışlar” âyetini indirdi. Başkası da şöyle demiştir: Hayır o, tüccarlarla beraber çıktı, onların bir şeyini çaldı, onlar da onu taşa tutup öldürdüler. Bir gemiye bindiği, orada mal çaldığı, anlaşılınca da denize atıldığı da söylenmiştir. İkinci görüş: Bir kavim Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip Müslüman oldular, sonra da dinden döndüler. Âyet onların hakkında indi. Bu da İbn Abbâs'tan rivayet edilmiştir. Âyetin manası şöyledir: Kim kendisi için tevhid ve hüküm belli olduktan sonra tevhid ve hudutta Peygamber’e muhalefet eder ve Müslümanların yolundan başkasına giderse, biz de onu yöneldiği şeye yönlendiririz, yani onu nefsi için tercih ettiği şeyle baş başa bırakırız ve onu cehenneme girdiririz. İbn Fâris de şöyle demiştir: Saleytüllahme aslihi, denir ki, eti kızarttım, kebap ettim, demektir. Onu yaktım demek istersen: Asleytuhu, dersin. "Sâet masîre": İse, ne kötü varacak yer, demektir. 116Şüphesiz Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, (haktan) çok uzak bir şekilde sapmış demektir. "Şüphesiz Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz": Bunun İniş Sebebi için iki görüş vardır: Birincisi: O, Tu’me b. Ubeyrık’ın Mekke’ye kaçıp şirk üzerinde ölmesi dolayısıyla inmiştir. Bu da içlerinde Said b. Cübeyr olmak üzere cumhûrun görüşüdür. İkincisi: Bedevilerden yaşlı bir kimse Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi: "Ben günahlara batmış bir kimseyim, ancak Allah’ı bildikten sonra O’na şirk koşmadım; pişmanım ve istiğfar ediyorum. Halim ne olacak?” dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Tefsiri ise yukarıda geçmiştir. 117Onlar (müşrikler) O’ndan başka ancak dişilere dua ederler. Onlar ancak azgın şeytana dua ederler. "İn yed’une min dunihi illâ inasa": "İn” "ma” manasına, "yed’une” de ibadet ederler manasınadır. "Dunihi"deki “He” zamiri de aziz ve celil olan Allah'a aittir. Meşhur kıraat ise inasa’dır. Sa’d b. Vakkas, Abdullah b. Ömer, Ebû Miclez, Ebû’l - Mütevekkil ve Ebû’l- Cevza, vavm ve senin fethi ve hemzesiz olarak, illâ vesenen okumuşlar; İbn Abbâs ile Ebû Rezin de, hemzenin ve nunun refi ile elifsiz, ünüsen okumuşlardır. Ebû’l - Âliyye, Muaz el - Kari ve Ebû Nüheyk de hemzenin ref’i ve seden sonra elifle ünasen okumuşlardır. Ebû’s - Sivar el-Adevi ile Ebû Şeyh el - Hennani de, hemzenin fethi ve seden sonra elifle evsanen okumuşlardır. Ebû Hureyre, Hasen ve el - Cuni, fu’lâ vezninde ünsa okumuşlardır. Eyyub Sahtiyani ise, vavın ve senin ref'i ve elifsiz olarak, illâ vünsa, okumuşlardır. Muverrık el - İçli de, hemze ve senin ref’i ile elifsiz olarak, üşünen okumuşlardır. Zeccâc da şöyle demiştir: Kim, inansen derse, o ünsa’nın cem’idir. Kim de, ünüsen derse, o inasın cem’idir. Kim de, üsnen derse o, vesenin cem’idir. Aslı vüsndür, ancak vav mazmum olduğu zaman onu hemzeye çevirmek câizdir, meselâ Allahü teâlâ’nın: "Ve izerrüsülü ukkıtet” (Mürselat: 11) kavlinde olduğu gibi. Üşün olması da câizdir ki, aslı üsn’dür; zammeden sonra zamme gelmiştir. Üsn olması da câizdir, meselâ esed ve üsd gibi. Müfessirlere gelince onların inas’ın manasında dört görüşleri vardır: Birincisi: înas ölüler manasınadır, bunu da İbn Abbâs ve bir rivayette Hasen, demişlerdir. Hasen şöyle demiştir: Taş ve odun gibi bütün cansız şeyler inastır. Zeccâc da şöyle demiştir: Bütün ölülerden dişiler olarak haber verilir; meselâ el - ahcar tu’cibünü (taşlar hoşuma gidiyor) ve ed - derahimü tenfanuni (paralar bana fayda veriyor) gibi. İkincisi: İnas, putlardır, bu da Hazret-i Âişe ile Mücâhid’in görüşüdür. Üçüncüsü: İnas; Lât, Uzza ve Menat, hepsi de müennestir. Bu da Ebû Mâlik, İbn Zeyd ve Süddi’nin görüşleridir. Ebû Recâ’ da Hasen’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Arap kabilelerinden putu olmayan hiçbiri yoktu, ona: Filan oğullarının dişisi derlerdi. Bunun üzerine bu âyet inmiştir. Zeccâc da: Mana şöyledir, demiştir: Onlar ancak dişi ismi taşıyan şeylere ibadet ederler. Dördüncüsü: Onlar meleklerdir, onların Allah’ın kızlan olduklarını iddia ederlerdi, bunu da Dahhâk, demiştir. Şeytandan ne murat edildiği hususunda da üç görüş vardır: Birincisi: Putun içinde bulunan şeytandır. İbn Abbâs şöyle demiştir: Her putun içinde bir şeytan vardır, onlara hizmet edenlere görünürdü. Übey b. Ka’b de: Her putun yanında dişi bir cin vardır, demiştir. İkincisi: O İblistir, ona ibadet etme de, süslediği şeylerde ona itâat etmedir. Bu da Mukâtil ile Zeccâc’ın görüşüdür. Üçüncüsü: O, taptıkları putlarıdır, bunu da Maverdi, zikretmiştir. "Merîd"e gelince: Zeccâc şöyle demiştir: Merîd, mârid demektir ki, itâatten çıkan demektir, manası da: Kötülükte ileri giden manasınadır. Merederrecülü muruden denir ki, isyan edip itâatten çıkmaktır. Murudun tevili de cinsinin varabileceği en uç noktaya varan kimse demektir. Aslı lügatte, yumuşaklıktan gelir, buradan hareketle tüyü bitmemiş genç erkeğe emred derler. Aynı mantıkla yaprağı dökülmüş ağaca şeceretün merdae, düz kayaya da, sahratün merdae denir. 118Allah ona (şeytana) lânet etmiştir. (Şeytan): "Celalin hakkı için kullarından belli bir kesim edineceğim", dedi. "Allah ona lânet etti": Kavlinde de iki görüş vardır: Birincisi: Ona yeni baştan lânet etti, demektir, bu da o: Putlardır diyenlerin görüşüdür. İkincisi: O, eski durumunu haber vermektedir, bu da: O îblis’tir diyenlerin görüşüdür. İbn Cerir de: Kelâmın manası: Allah onu kovdu ve cennetten çıkardı, demiştir. Kale: İblis dedi: "Vallahi onlardan belli bir kesim edineceğim": İbn Kuteybe: Onlardan kendi nefsim için bir hisse ayırıp onu azdıracağım, demiştir. Mukâtil de şöyle demiştir: Kesilen hisse: Her b. kişiden birinin cennetlik, diğerlerinin ise cehennemlik olmasıdır. Zeccâc şöyle demiştir: Fard (farz), lügatte kesmek manasınadır. "Furda” da: Su kanalındaki çatlak ve yarıktır. Yaydaki "Fard” da: kirişin bağlandığı kertiktir. Allah’ın kullara lâzım kıldığı fard (farz) ise: Onlardan kesin olarak istediği (onlara kestiği) şeydir. 119"Onları kesinlikle saptıracağım, onları kuruntulara boğacağım ve onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar; onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler". Kim Allah’tan başka şeytanı dost edinirse, açık bir şekilde ziyan etmiştir. "Onları kesinlikle saptıracağım": İbn Abbâs: Doğru yoldan saptıracağım, demiştir. Başkası da: Onun davetten başka saptırma olanağı yoktur, demiştir. "Onları kuruntulara boğacağım": Kavlinde de dört görüş vardır: Birincisi: O, insanlara verdiği yalan haberdir. İbn Abbâs şöyle demiştir: Onlara: Cennet yoktur, cehennem yoktur, öldükten sonra dirilme yoktur, der. İkincisi: O Tevbeyi geciktirmeleridir, bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: O ahirette hayır şansına nail olacaksınız diye onları vehme kaptırmasıdır. Bunu da Zeccâc, demiştir. Dördüncüsü: O temennileri onlara süslemesidir, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. "Fe-leyübettikünne âzânel en'âmi": Katâde, İkrime ve Süddi şöyle demişler: O Bahire denen devenin kulağını yarmaktır. Zeccâc şöyle demiştir: "Yübettikünne"nin manası: Yarmaktır, betektüşşey’e ebtükühu betken denir ki, bir şeyi kesmektir. Betekehu ve beteke, kataahu ve kataat ile aynı manayadır. Bu da Bahire devesinde olurdu; cahiliye zamanında bir deve beş karın doğurur da beşincisi erkek olursa o devenin kulağını yarar, artık ondan istifade etmezlerdi. Ne sudan ne de meradan uzaklaştırılmazdı. Yorgun bir kimse ona rastlaşa üzerine binmezdi. İblis, bu davranışın onlar için Allah’a yakınlık olduğunu yaldızlamıştı. Allah’ın yarattığını değiştirmede de beş görüş vardır: Birincisi: O, Allah’ın dinini bozmadır, bunu İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Hasen - bir rivayette - Caid b. Müseyyeb, İbn Cübeyr, Nehaî, Dahhâk, Süddi, İbn Zeyd ve Mukâtil böyle demişlerdir. Dini değiştirmenin: Haramı helâl etme, helali haram etme olduğu da söylenmiştir. İkincisi: O erkeği eneyerek/iğdiş ederek Allah’ın yarattığını değiştirmedir, bunu da İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Bu ayıı zamanda Enes b. Malik’ten de rivayet edilmiştir. Katâde ile İkrime’den bu iki görüşün benzeri rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: O, dövme yaparak Allah’ın yarattığını değiştirmedir, bu da İbn Mes’ûd ve bir rivayette de Hasen’in görüşleridir. Dördüncüsü: O, Allah'ın emrini değiştirmedir, bunu da Ebû Şeybe, Atâ’’dan rivayet etmiştir. Beşincisi: O, güneşe, aya ve taşlara tapma, haram ettikleri hayvanları haram saymalarıdır. Halbuki bunlar, başka değil, onlardan istifade etmek için yaratılmıştır. Bunu da Zeccâc, demiştir. "Kim şeytanı Allah’tan başka veli edinirse": “Veli” üzerinde de iki görüş vardır: Birincisi: O, Rab manasınadır, bunu da Mukâtil, demiştir. İkincisi: Dostluktan (muvalalattan) gelmektedir, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. Eğer biri: "İblis, sonuçları nereden bildi de, onları mutlaka saptıracağım, dedi; A’raf 17’de: "Onların çoğunu şükredenler olarak bulamayacaksın” dedi; İsra 62’de de: "Mutlaka onların kökünü kazıyacağım” dedi?” denilirse, buna üç türlü cevap verilir: Birincisi: Bu onun zannıdır, zannı da gerçekleşmiştir. Bu hususta Allahü teâlâ şöyle demiştir: "İblis onlara zannını gerçekleştirdi". (Sebe7:20) Bunu da Hasen ile İbn Zeyd, demişlerdir. Bu zatının sebebinde de iki görüş vardır: Birincisi: O, Allahü teâlâ ona: "Yemin ederim ki, senden ve sana tabi olanlardan, hepinizden cehennemi mutlaka dolduracağım” (Sad: 85) deyince, maksadına nail olacağını anladı. İkincisi: O, Âdem’in ayağını cennetten kaydırınca: Bunun zürriyeti ondan daha zayıftır, dedi. İkincisi: Mana: Bu hususta onu teşvik edecek ve bunun için var gücümle çalışacağım, demektir, yoksa o, gaybı biliyordu, demek değildir. Bu da İbn Enbari’nin görüşüdür. Üçüncüsü: Onun, halkın çoğunun şükretmeyeceğini Allah'ın meleklere bildirmesi ile bilmiş olması da câizdir. Bunu da Maverdi, demiştir. Eğer: "Neden bir kısmı ile yetindi? "Belli bir kesim” dedi ve "çoklarını şükredenler olarak bulamaycaksın"; "ancak pek azı” dedi?” denirse, buna da üç türlü cevap verilir: Birincisi: Daha önce açıkladığımız gibi, halkın geleceğini melekler tarafından bilmiş olması câizdir. İkincisi: O, Âdem den her istediğini elde edemeyince, evlatlarının bir kısmına umut bağladı ve bir kısmından da umudunu kesti. Üçüncüsü: O cennet ve cehennemi gözüyle görünce, ikisine de gelecek olanları bildi, beli, kesim demekle de cehenneme gireceklere işaret etti. 120Şeytan onlara vaatlerde bulunur ve onları kuru temennilere boğar. Şeytanın vaad ettikleri aldatmacadan başka bir şey değildir. "Şeytan onlara vaatlerde bulunur": Yani şeytan, dostlarına vaatlerde bulunur. Vaat ettiği şeyler hakkında iki görüş vardır: Birincisi: Onlar için yeniden dirilme olmayacağıdır, bunu da Mukâtil, demiştir. İkincisi: Onlara yardım va’di. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, zikretmiştir. Onları kuru temennilere boğmasında da iki görüş vardır: Birincisi: O gurur ve kuruntulardır, meselâ: Sen uzun yaşacaksın, dünyadan murat (kâm) alacaksın, der. İkincisi: Allah'ın velilerini mağlup edeceksin, der. "Şeytanın va’dettiği aldatmacadan başka bir şey değildir": Yani onları aldattığı şey bir bâtılldır. Mahîs'e gelince: Zeccâc: O sapacak ve sığınacak yer, demiştir. Hıstü anirrecüli ahisu ve bir rivayette, cim ve dad ile: Cuddu ecidu denir ki, o da aynı manayadır. Fakat manaları bir olsa da Kur’ân'da câiz değildir, zira kıraat sünnettir, Kur’ân’daki de câiz olanın en fasihidir. Bir de: Huştu ehusu havsan ve hıyasaten denir ki: İplikle dikmek manasınadır. Esmaî şöyle demiştir: Hus ayne sakarik, derler ki: Şahininin gözünü seyrek olarak dik, demektir. Hus, aynı zamanda gözdeki çekikliktir. Vakaa haysa baysa ve hasa basa derler ki, kurtulamayacak bir şeyin içine düşmektir. 121İşte onların yeri cehenemdir. Ondan kaçacak yer de bulamazlar. 122İman edip iyi işler yapanları, altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedi kalacakları cennetlere girdireceğiz. Bu, Allah’ın bir hak va'didir. Sözü Allah'tan daha doğru olan kim vardır? 123İş ne sizin kuruntularınızla ne de kitap ehlinin kuruntularıyladır; kim bir kötülük yaparsa, onunla cezalandırılır. Allah’tan başka kendisi için ne bir dost ne de bir yardımcı bulabilir. "İş sizin kuruntularınızla değildir": İniş sebebi için üç görüş vardır: Birincisi: Din mensupları tartıştılar; Tevrat ehli: Kitabımız kitapların en hayırlısıdır, peygamberimiz de peygamberlerin en hayırlısıdır, dediler. İncil ehli de aynısını söylediler. Müslümanlar da: Bizim kitabımız, bütün kitapları ortadan kaldırmıştır, Peygamberimiz de Peygamberlerin sonuncusudur, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Sonra Allahü teâlâ dinler arasında şu kavli ile seçim yaptı: "Kendini Allah’a teslim edenden dini daha güzel kimdir?” dedi. Bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Mesruk, Ebû Salih, Katâde ve Süddi de bu manaya kail olmuşlardır. İkincisi: Araplar: bizler öldükten sonra dirilmeyiz, azap görmeyiz, hesaba çekilmeyiz, dediler; bunun üzerine bu âyet indi. Bu da Mücâhid’in görüşüdür. Üçüncüsü: Yahudi ve Hıristiyanlar: Cennete bizden başkası girmez, dediler. Kureyş de: Öldükten sonra dirilmeyiz, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bu da İkrime’nin görüşüdür. Zeccâc şöyle demiştir: "Leyse"nin ismi gizlidir, mana da: Allah’ın sevabı sizlerin kuruntularınıza göre değildir, şeklindedir. Sevabı gösteren şey yukarıda geçmiştir, o da: "Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere girdireceğiz” kavlidir. "Sizin kuruntularınız” kavlindeki sizden kimler kasdedildiği hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar, çoğunluğa göre Müslümanlardır. İkincisi: Mücâhid’in kavline göre de müşriklerdir. Müslümanların kuruntuları: "Bizim kitabımız bütün kitapları ortadan kaldırmıştır, Peygamberimiz de ahir zaman peygamberidir” demeleridir. Müşriklerin kuruntuları da: Öldükten sonra dirilmeyiz, demeleridir. Ehl-i kitabın kuruntuları da: Bizler Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz, ateş bize ancak sayılı günler dokunur, kitabımız kitapların en hayırlısıdır, peygamberimiz de peygamberlerin en hayırlısıdır, sözleridir. Allahü teâlâ ise cennete girmek ve mükafat kazanmak amellerledir, kuruntularla değildir, dedi. "Kötülük"ten ne murat edildiği hususunda iki görüş vardır: Birincisi: O günahlardır, Ebû Bekr es-Sıddik’in: "Ya Resûlallah, "kim bir kötülük yaparsa onun cezasını çeker” âyetinden sonra kurtuluş nasıldır? Bir kötülük yaptığımız zaman karşılığını göreceğiz” hadisi de buna gider. Efendimiz de: Allah seni bağışlasın, ey Ebû Bekir, sen hasta olmaz mısın? Sen üzülmez misin? Hiç başın dara düşmez mi? İşte cezasını çektiğiniz şeyler bunlardır, dedi. İkincisi: O şirktir, bunu da İbn Abbâs, Yahya b. Ebi Kesir, demişlerdir. Bu ceza (karşılık) hakkında iki görüş vardır: Birincisi: O bütün kötülük için geneldir, çünkü onun karşılığı verilecektir. Bu da Übey b. Ka’b ile Hazret-i Âişe’nin görüşüdür, İbn Cerir de bunu tercih etmiştir. Delil olarak da yukarıda naklettiğimiz hadisi getirmiştir. İkincisi: O kâfirlere mahsustur, onlar bütün yaptıklarının cezasını çekerler. Mü’min ise ettiği her kötülüğün cezasını çekmez, bunu da Hasen Basri, demiştir. İbn Zeyd de şöyle demiştir: Allah mü’minlere kötülüklerini silmeyi va’detti, müşriklere ise va’detmedi. "Kendisi için Allah’tan başka bir dost bulamaz": Ebû Süleyman şöyle demiştir: Allah’ın kendisini ameliyle cezalandırmak istediği kimse bir veli bulamaz. O da, yakın demektir. Allah’ın azap ve cezasına mani olacak bir yardımcı da bulamaz. 124Erkek veya kadından kim mü’min olarak iyi işler yaparsa, işte onlar cennete girerler ve hurma çekirdeğinin çukuru kadar haksızlığa uğratılmazlar. "Erkek veya kadından kim mü'min olarak İyi işler yaparsa": Mesruk şöyle demiştir: "İş ne sizin ne de ehli kitabın kuruntulanyla değildir” âyeti inince, ehl-i kitap: Biz de siz de eşitiz, dediler; bunun üzerine: Kim iyi işler yaparsa, âyeti indi. Bu da İmanın amel-i salihle ilişkili olduğunu gösterir; binaenaleyh biri olmazsa diğeri kabul olunmaz. Nakîr'in de izahı daha önce geçmiştir. 125İyilik yapan bir kimse olarak yüzünü (kendini) Allah’a teslim edenden ve İbrahim’in dosdoğru dinine tabi olandan daha güzel olan var mıdır? Allah İbrahim’i dost (halil) edinmiştir. "Yüzünü Allah’a teslim edenden dini daha güzel olan var mıdır?": İbn Abbâs: Allah bu âyetle dinlerin en hayırlısını ortaya koymuştur, demiştir. "Esleme": ihlas gösteren, demektir. "Vech” hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O dindir. İkincisi: Ameldir. İhsan (güzel yapma) da da iki görüş vardır: Birincisi: O Tevhidtir, bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Allah'ın farz ettiği şeyleri yerine getirmektir, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. "İbrahim’in milletine tabi olmada” iki görüş vardır: Birincisi: O tevhid ve taatte ona tabi olmaktır. İkincisi: Şeriatinde ona tabi olmaktır, Kadı Ebû Ya’lâ da bunu tercih etmiştir. Halil’e gelince: İbn Abbâs: Halil, saf, başkası da: Samimi, demiştir. Zeccâc da: O sevgisinde halel olmayandır, demiştir. Halil: Fakir manasınadır, İbrahim’e halil denilmesi, sevgisinin kâmil bulunmasından olması da câizdir, fakirlik ve ihtiyacını O’ndan başka birine arz etmediği için olması da câizdir. Hülle de: Sadakattir, çünkü iki dosttan her biri arkadaşının eksiğini kapatır. Halle de: İhtiyaçtır, ona halle denilmesi, ihitiyacm insanda ihtilal yapmasındandır. Yenen sirkeye de hail denilmesi, diğer tatları bastırmasındandır. İbn Enbari şöyle demiştir: Halil, hülleden fıfat-ı müşebbehedir, hülle de sevgidir. Bazı dilciler de şöyle demişlerdir: Halil, sevgisinde ne eksiklik ne de halel olan kimsedir. Mana da: O, Allah’ı severdi, Allah da onu öyle bir severdi ki, içinde ne eksiklik ne de halel vardı. Halil fakir manasınadır diyenler de vardır, Mana da şöyledir: Allah onu fakirlik ve ihtiyacını yalnız kendisine arz ettiği için Halil edinmiştir. Kendisini Halil edinme sebebinde de üç görüş vardır: Birincisi: Onu yemek yedirdiği için Halil edinmiştir. Abdullah b. Amr, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den şöyle dediğini rivayet etmiştir: O; "ey Cebrâil, Allahü teâlâ İbrahim’i niçin Halil edindi?” dedi. O da: Yemek yedirdiği için, dedi. 51 51 - Beyhakî, Şuabu'l - iman, cilt, 7, hadis no, 9616. İkincisi: Bir sene kıtlık oldu, insanlar İbrahim aleyhisselam’ın kapısına yiyecek istemeye geldiler. Onun da Mısır’da bir dostu vardı, ona her sene gıda maddesi gönderirdi. O da adamlarını develeriyle dostuna gönderdi. O da onlara bir şey vermedi. Adamları: Şu çölden kum yüklesek de insanlar gıda maddesi getirdiğimizi zannetseler, dediler ve hararları (çuval) kumla doldurdular, sonra da İbrahim aleyhisselam’a geldiler, durumu ona bildirdiler. İbrahim halk adına üzüldü. Uyudu, Sara geldi, o da olan biteni bilmiyordu. Hararları açtı, baktı ki, beyaz unla dolu. Ekmekçileri çağırdı, ekmek yaptılar ve insanlara yedirdiler. İbrahim uyandı: "Bu ekmekler de nereden?” dedi. Sara da: Mısırlı dostundan, dedi. O da: Hayır, dostum Allah'tan, dedi. İşte o gün Allah onu Halil edindi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: O, putları kırdığı ve kavmi ile mücadele ettiği için Allah onu Halil edinmiştir. Bunu da Mukâtil, demiştir. 126Göklerde ne var, yerde ne varsa (hepsi) Allah’ındır. Allah her şeyi kuşatmıştır. "Allah her şeyi kuşatmıştır": Yani ilmi her şeyi kuşatmıştır. 127Senden kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: Allah onlar hakkında, kitapta kendilerine yazılanları (mirası) vermediğiniz ve onlarla evlenmekten yüz çevirdiğiniz yetim kadınlar hakkında ve zayıf çocuklar hakkında size fetva veriyor ve size yetimler hakkında da adaleti ayakta tutmanızı emrediyor. Ne hayır işlerseniz, şüphesiz Allah onu hakkıyle bilicidir. "Senden kadınlar hakkında fetva isterler": İniş sebebi için beş görüş vardır: Birincisi: Onlar cahiliye devrinde kadınlara ve çocuklara miras vermezlerdi. Allahü teâlâ bu surede mirası farz kılınca, bu onlara zor geldi, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den bunu sordular. Bunun üzerine bu âyet indi. Bu; İbn Abbâs, Said b. Cübeyr, Mücâhid, Katâde ve İbn Zeyd’in görüşüdür. İkincisi: Yetim kız güzel olduğu ve onu sevdiği takdirde velisi onunla evlenir ve malını yerdi. Çirkin olduğu takdirde de onu ölünceye kadar erkeklerle evlenmekten men ederdi. Öldüğü zaman da ona mirasçı olurdu. İşte bu âyet bunun üzerine indi. Bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Üçüncüsü: Onlar kadınlara mehirlerini vermezlerdi, onlara velileri sahip olurdu. "Kadınlara mehirlerini isteyerek verin” âyeti inince, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e bunu sordular. İşte bunun üzerine bu âyet indi. Bu da Hazret-i Âişe radıyallahu anha’nın görüşüdür. Dördüncüsü: Bir adamın yaşlı bir karısı vardı, ondan da evladan vardı, onu boşamak istedi, kadın: Yapma, istersen yanımda ayda bir veya iki kere kal, dedi. O da: Eğer bu uygunsa benim için iyidir, dedi ve Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e gitti, bunu ona anlattı, o da: "Allah senin ne dediğini işitti, isterse sana cevap verir, dedi.52 52 - Buhârî, Sulh, bab, 4; Müslim, Tefsir, hadis no, 6. Bunun üzerine bu ve bundan sonraki âyet indi. Bunu da Salim el - Eftas, Said b. Cübeyr’den rivayet etmiştir. Beşincisi: Yetim kızın velisi, onun malına ve güzelliğine göz koysa, ona mehrini tam vermezdi. Bunun üzerine bu âyet indi ve onları tam mehri vermeye razı olmadıkça onlarla evlenmekten men etti. Bunu da Kadı Ebû Ya’lâ, demiştir. "Yesteftunek": Yani senden fetva isterler, fetva, zor meseleleri açıklamaktır. İstiftanın, haber isteme olduğu da söylenmiştir. Müfessirler şöyle demişlerdir: Fetvasını istedikleri meseleler de: "Kadın ve küçük çocuk nasıl mirasçı olur?” gibi şeylerdir. "Vema yütla aleyküm filkitab": Zeccâc şöyle demiştir: "Ma” merfudur (mübtedadır), Mana da şöyledir: Allah size onlar (kadınlar) hakkında fetva veriyor ve size onlar hakkında kitapta okunan şeyler hususunda da fetva veriyor. Onlar hakkında okunan da: "Yetimlere mallarını verin...” kavlidir. Erkeklere evlenme hususunda okunan şey de Allahü teâlâ’nın: "Eğer yetim kızlar hakkında adalet yapamayacağınızdan korkarsanız size helâl olan kadınlardan nikahlayın” (Nisa: 3) âyetidir. Yetim kadınlar hakkında iki görüş vardır: Birincisi: Onlar yetim kadınlardır; sıfat isme (mevsufa) muzaf olmuştur, meselâ yevmul cumua’ kavlinde olduğu gibi. İkincisi: Onlar yetimlerin analarıdır, yetim evlatları onlara izafe edilmiştir. Onlara yazdığı şey hususunda iki görüş vardır: Birincisi: O, mirastır, bunu da İbn Abbâs, Mücâhid ve diğerleri, demiştir. İkincisi: O, mehirdir. Sonra bununla muhatap olanlar hakkında iki görüş vardır: Birincisi: Onlar kadının velileridir; onlar mehri kadın değil kendileri alırlardı. İkincisi: Yetim kızın velisidir, onunla evlendiği takdirde mehri hususunda ona adil davranmazdı. "Ve terğabune en tenkihuhünne": Kavli üzerinde de iki görüş vardır: Birincisi: Onların güzelliklerine ve mallarına rağbet ederek onlarla evlenmek istiyorsunuz. Bu da Hazret-i Âişe ile Ubeyde’nin görüşüdür. İkincisi: Çirkin oldukları için onlarla evlenmekten çekiniyor ve mallarına rağbet ederek de onları yanınızda tutuyorsunuz. Bu da Hasen’in görüşüdür. "Velmüstadafine minel vildan": Zeccâc şöyle demiştir: Velmüstadafine "vema yütla aleyküm fil-kitabi fi yetemâ en-nisâi” kavline ma’tûf olarak mahallen mecrurdur. Mana da: Çocuklar hakkında fetva veriyor demektir. İbn Abbâs şöyle demiştir: Onların küçük erkek ve kız çocuklarına miras vermediklerini demek istiyor. Allah da onları bundan men etti ve her hisse sahibine hissesini beyan etti. "Ve en tekumu lilyetama bilkıstı": Kavli de tevil-i müfred hükmünde mahallen mecrurdur, Mana da şöyledir: Yetim kadınlar ve yetimlere adaletli davranmanız hakkında fetva veriyor. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Onların yani kadınların mehir ve miraslarında adil olmalarını istiyor. 128Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden yahut ona yüz vermemesinden korkarsa,o ikisinin aralarını sulh etmelerinde onlara günah yoktur. Sulh daima hayırlıdır. Zaten nefisler aşırı cimriliğe hazırlanmıştır. Eğer iyilik eder ve sakınırsanız, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır. "Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden korkarsa": İniş sebebi için üç görüş vardır: Birincisi: Şevde, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in onu boşamasından korktu: Ya Resûlallah, beni boşama, nikahında tut, nöbetimi Âişe’ye devredeyim, dedi; o da yaptı. Bu âyet bunun üzerine indi. Bunu İkrime, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Muhammed b. Mesieme’nin kızı, Rafi b. Hadic’in nikahı altında idi, Rafi yaşlılık veya başka bir durumundan dolayı onu sevmedi, onu boşamak istedi. O da: Beni boşama, yanıma istediğin zaman gel, dedi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Zührî, Said b. Müseyyeb ’ten rivayet etmiştir. Mukâtil de: Kadının isminin Huveyle olduğunu bildirmiştir. Üçüncüsü: Bundan önceki âyette Salim el - Eftas yoluyla Said b. Cübeyr’den rivayet ettiğimiz olay üzerine inmiştir. Hazret-i Âişe şöyle demiştir: Bu bir kadın hakkında indi, erkeği onunla çok durmak istemiyor ve ondan ayrılmak istiyordu. Belki kadın onu seviyor yahutta ondan çocuğu olduğu için ondan ayrılmak istemiyordu. Ona: Beni boşama, nikahında tut, bana ne yaparsan sana helâl ediyorum, dedi. Bunu Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir. Geçimsizik korkusu hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O meydana çıktığı zaman onu bilmektir. İkincisi: işaretleri görüldüğü zaman ondan korkmaktır. Zeccâc şöyle demiştir: Kocanın geçimsizlik etmesi: Kadına kötü muamele edip ona ve nafakasına önem vermemesidir. Ebû Süleyman Dımeşki şöyle demiştir: Nüşuz (geçimsizlik): Erkeğin kadından uzaklaşıp ona yüz vermeyerek başka kadınla meşgul olmasıdır. "Fela cünaha aleyhima en yessaleha": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr ve İbn Âmir, yenin fethi ve şedde ile: "Yessaleha beynehüma” okumuşlardır. Aslı "yetesaleha"dır, te şada idgam edilmiştir. Âsım, Hamze ve Kisâi de, yenin zammı ve şeddesiz olarak "yusliha” okumuşlardır. Müfessirler mana şöyledir demişlerdir: Razı olacakları ve aralarındaki geçimi devam ettirecek bir şey yapmalarında onlara günah yoktur. Meselâ başka kumalarını ona tercih etmesine sabretmesi gibi. Hazret-i Ali ile İbn Abbâs’tan, bu durumda kadının mehrinin bir kısmından geçmesini veya gece nöbet hakkını başka kadına devretmesini câiz gördükleri rivayet edilmiştir. "Sulh daima hayırlıdır": Bunda iki görüş vardır: Birincisi: Sulh ayrılıktan hayırlıdır, bunu da Mukâtil ile Zeccâc demişlerdir. İkincisi: Sulh, geçimsizlikten ve yüz vermemekten daha hayırlıdır. Bunu da Maverdi, demiştir. Katâde de şöyle demiştir: Kadın ne zaman aşağıdan alır ve aza kanaat eder ve bunun üzerinde sulh olurlarsa, câizdir. Eğer kadın kabul etmezse, erkek onu istemediği şeye zorlayamaz. "Nefisler cimriliğe (şuhh’a) hazırlanmıştır": "şuhh": Bir şeye aşırı hırs göstermektir. İbn Fâris şöyle demiştir: Şuhh, hırsla beraber cimriliktir. Teşahharrecülani alel emri denir ki, iki adam iddialarında ısrar ettiler, demektir. Bu aşırı cimrilik eşlerden hangisindedir? Bunda iki görüş vardır: Birincisi: Kadındadır, takdiri şöyledir: Kadının nefsi kocasına karşı hakkı üzerinde ısrar etmiştir. Bu da İbn Abbâs ile Said b. Cübeyr’in görüşüdür. İkincisi: Çifttedir; kadın kocasına karşı hakkında ısrar etmekte, erkek de başkasını sevmekle kadına karşı cimrilik etmektedir. Bu da Zeccâc’ın görüşüdür. İbn Zeyd de şöyle demiştir: Erkek ona bir şey verip de onu salıvermek istemez, kadın da malından bir şey verip de erkeğin şefkatini celbetmek istemez. "Eğer iyilik ederseniz": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Kadından hoşlanmadığı şeye sabretmekle. İkincisi: Onunla iyi geçinmeye özen göstermekle. "Sakınırsanız": Yani kadına haksızlık etmekten. "Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır": Size onun karşılığını verir. 129Ne kadar çaba gösterseniz de kadınlar arasında adaleti başaramazsınız. Bari birine tamamen meyledip de (diğerini) askıda gibi bırakmayın. Eğer nefislerinizi ıslah eder ve sakınırsanız, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. "Kadınlar arasında adaleti başaramazsınız": Tefsirciler şöyle demişlerdir: Tabiatın meyli demek olan kadınlar arasında sevgide eşitliği temin edemezsiniz, çünkü bu elinizde değildir. "Ne kadar çaba gösterseniz de": Buna karşı, "öyleyse meyletmeyin": Sevdiğiniz kadına nafaka ve gece nöbetinde. Mücâhid şöyle demiştir: Kötülük etmek isteyip de ötekini askıda gibi bırakmayın. İbn Abbâs şöyle demiştir: Askıda gibi: Ne dul, ne de kocalı demektir. Katâde de: Tutuk evinde gibi demiştir. "Eğer ıslah ederseniz": Yani nöbette adalet etmekle ve "sakınırsanız": Yani haksızlıktan, "şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır": Kalplerinizin meylini. 130Eğer (geçimsiz karı koca) ayrılırlarsa, Allah her birini bol rahmetinden zengin eder. Allah’ın rahmeti geniş, hikmet sahibidir. "Eğer geçimsiz karı koca ayrılırlarsa": Diyor ki: Eğer kadın kocasının sevdiği kadını tercih etmesini kabullenemez ve ayrılığı tercih ederse, şüphesiz Allah her birini bol rızkından zengin eder. İbn Saib şöyle demiştir: Yani kadını (yeni) erkekle, erkeği de kadınla zengin eder. Sonra hayır istemede rağbet etmeyi gerektiren şeyi zikredip şöyle dedi: 131Göklerde ne var, yerde ne varsa, hepsi Allah’ındır. Sizden önce kendilerine kitap verilenlere ve size Allah’tan korkun diye tavsiyede bulunduk. Eğer inkâr ederseniz şüphesiz göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Allah zengindir, övgüye layıktır. "Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah’ındır. Sizden önce kitap verilenlere şu tavsiyede bulunduk": Bunlar Tevrat, İncil ve diğer kitap ehlidir. "Ve size de tavsiyede bulunduk": Yani Kur’ân mensuplarına. "Allah’tan korkun": O’nu birleyin, diye. "Eğer inkâr ederseniz": Size tavsiye ettiklerini, "şüphesiz göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır": Sizin muhalefetiniz O’na zarar vermez. Göklerde ve yerde ne kadar melek varsa, hepsi O'nundur, diyenler de olmuştur ki, onlar Allah’a sizden daha itâatkârdırlar. "Zengin ve övgüye layıktır"ın manasını Bakara'da, "vekil"in manasını da Ali- İmran’da anlatmış bulunuyoruz. 132Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter. 133Ey insanlar, Allah dilerse sizi götürür ve başkalarını getirir. Allah buna kadirdir. "Ey insanlar, Allah dilerse sizi götürür": İbn Abbâs: Müşrik ve münafıkları kasdediyor, demiştir. "Ve başkalarını getirir": Ebû Süleyman şöyle demiştir: Bu, kâfirleri tehdittir, diyor ki: Eğer dilerse, sizden öncekileri küfrettikleri ve peygamberleri yalanladıkları için helak ettiği gibi sizi de helak eder. 134Kim dünya sevabını dilerse, dünya sevabı da ahiret sevabı da Allah katındadır. Allah her şeyi işiten ve her şeyi görendir. "Kim dünya sevabını dilerse": Şöyle denilmiştir: Bu âyet münafıklar hakkında inmiştir, onlar kıyameti tasdik etmez, sadece geçici dünyayı isterlerdi. Bunu Ebû Süleyman demiştir. Zeccâc da şöyle demiştir: Arap müşrikleri kendilerine dünya hayrından vermesi ve onlardan şerrini def etmesi için Allah’a ibadet ederlerdi, öldükten sonra dirilmeye iman etmezlerdi. Allah da dünya ve ahiret hayrının kendi yanında olduğunu bildirdi. Maverdi de: Dünya sevabından maksat, cihatta ganimettir, ahiret sevabından maksat da cennettir ve âyetin gayesi de cihad edeni Allah’ın sevabına teşvik etmektir, demiştir. 135Ey iman edenler, adaleti ayakta tutanlar ve Allah için şahitlik edenler olun. Şahitliğiniz ister ki, sizin yahut ana babanızın veyahut akrabalarınızın aleyhine olsun, (aleyhine şahitlik edilen) zengin yahut fakir olsun, Allah onlara (sizden) daha yakındır. Öyleyse hislerinize kapılıp adaletten sapmayın. Eğer dilinizi eğip büker yahut yüz çevirirseniz şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. "Ey iman edenler, adaleti ayakta tutanlar olun": İniş sebebi için iki görüş vardır: Birincisi: Bir fakirle bir zengin Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e dava ettiler, onun meyli fakire doğru idi, çünkü fakirin zengine zulmedemeyeceğini sanıyordu. Bunun üzerine bu âyet indi. Bu Süddi’nin görüşüdür. İkincisi: Bu, (yukarıda geçen) İbn Ubeyrık kıssası ile ilgilidir. Bu, onu savunanlara hitaptır. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. "Kavvam": Kaimden mübalağa kalıbıdır. "Kist” da: Adalet demektir. İbn Abbâs şöyle demiştir: Kime karşı olursa olsun, isterse nefsinize karşı olsun, şahitlikte adaletten ayrılmayın. Zeccâc: Kelâmın manası şöyledir, demiştir: Adaleti ayakta tutun, Allah için hak ile şahitlik edin. Hak ile şahitlik ister şahidin, ister ana babanın isterse yakının aleyhine olsun. "Eğer” lehine şahitlik edilen "zengin olursa", Allah ona daha yakındır. Eğer "fakir olursa” Allah yine ona yakındır. Nefsin aleyhine şahitlik: İnsanın üzerindeki hakkı ikrar etmesidir. Âyet, aleyhine şahitlik edilenin fakirlik veya zenginliğine bakılmamasım emretmiştir. Çünkü Allah onları görmektedir. Atâ’ da şöyle demiştir: Fakire haksızlık etmeyin, zengini de ululamayın, bu hususta dilinizi tutun. Âyetin şahitlik hakkında indiğini söyleyenlerden bazıları şunlardır: İbn Abbâs, Hasen Basri, Mücâhid, İkrime, Zührî, Katâde ve Dahhâk’tır. "Adalette hislerinize tabi olmayın": Bunda da dört görüş vardır: Birincisi: Bunun manası şöyledir: Hislerinize tabi olmayın, haktan sapmaktan Allah’tan korkun, bunu Mukâtil, demiştir. İkincisi: Adalet etmek için hislerine uymayın, bunu da Zeccâc, demiştir. Üçüncüsü: Haktan sapmak endişesiyle keyfinize uymayın. Dördüncüsü: Hevesinize uyup da haktan sapmayın. Bu son ikisini Maverdi, demiştir. "Ve in telvû": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr, Âsım ve Kisâi, ilki mazmum olmak üzere iki vav ile lâm da sakin olarak: "Telvû” okumuşlardır. Bu kıraatin manasında da üç görüş vardır: Birincisi: Haktan başka bir şeye şahitlik etmesi için şahidin dilini eğip bükmesidir. İbn Abbâs şöyle demiştir: Dilini haktan başka şeye büker, şahitliği olduğu gibi yapmaz veya ondan vazgeçip terk eder. Bu Mücâhid, Said b. Cübeyr, Dahhâk, Katâde, Süddi ve İbn Zeyd’in görüşüdür. İkincisi: Hakimin yüzünü bazı davacılara çevirip bazılarına hiç bakmamasıdır. Bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir. Üçüncüsü: İnsanın kibir ve gururundan dolayı Allah’ın emrinden boyun bükmesidir. Bu takdirde: "Ve in telvu": Yüz çevirirseniz manasına olur. Bunu da Maverdi, demiştir. A’meş, Hamze ve İbn Âmir, tek vav ile mîm de mazmum olarak: "Telu” okumuşlardır. Mana da: İnsanların işlerini üstlenir veya terk ederseniz olur. Hitap da hakimlere dönük olur. 136Ey iman edenler, Allah’a Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberini ve ahiret gününü inkâr ederse, haktan çok uzak sapmış demektir. "Ey iman edenler, Allah’a ve Peygamberine iman edin": İniş sebebi için iki görüş vardır: Birincisi: Abdullah b. Selam, Ka’b’in iki oğlu Esed ile Üseyd, Salebe b. Kays, Selam, Seleme ve Yamin, bunlar ehl-i kitabın mü’minleri idiler; Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip: Ya Resûlallah, biz sana, senin kitabına, Mûsa’ya, Tevrat’a ve Üzeyr’e iman ediyor, bundan başka kitapları ve peygamberleri inkâr ediyoruz, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. İkincisi: Ehl-i kitap mü’minleri ile Yahudiler arasında bir konuşma oldu, bunun üzerine bu âyet indi. Bu da Mukâtil’in, görüşüdür. "Ey iman edenler": Burada işaret edilenler hakkında da üç görüş vardır: Birincisi: Onlar Müslümanlardır, bunu Hasen Basri, demiştir. Mana da şöyle olur: Ey Muhammed’e ve Kur’ân’a iman edenler, imanınızda sebat edin. İkincisi: Yahudilerle Hıristiyanlardır, bunu da Dahhâk demiştir. Mana da şöyle olur: Ey Mûsa’ya ve Tevrat’a, İsa ve İncil’e iman edenler, Muhammed’e ve Kur’ân’a iman edin. Üçüncüsü: Münafıklardır, bunu da Mücâhid demiştir. Mana da: Ey görünürde dilleri ile iman edenler, kalplerinizle iman edin. "Velkitabillezi nezzele alâ resulihi": İbn Kesir, Ebû Amr ve İbn Âmir, ikisinde de zamme ile "nüzzile” alâ resuluhi velkitabillezi "ünzile” min kabl; Nâfi, Âsım, Hamze ve Kisâi de, iki fetha ile "nezzele” alâ resulihi velkitabillezi "enzele", okumuşlardır. Resûlüne indirilen kitaptan maksat: Kur’ân’dır, daha önce indirilen kitaptan maksat da Kur’ân’dan önce indirilen bütün kitaplardır. O zaman buradaki kitap cins ismi olur. 137Şüphesiz iman edip sonra kâfir olanları, sonra iman edip tekrar kâfir olanları, sonra küfürlerini artıranları, Allah onları bağışlayacak ve onları doğru yola iletecek değildir. "Şüphesiz iman edip sonra kâfir olanlar": Kimler hakkında indiğinde üç görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Birincisi: Bu âyet, Mûsa’ya iman eden, sonra Mûsa’nın ardından kâfir olan, sonra Üzeyr’e iman eden, sonra da onun ardından kâfir olan, sonra da Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile küfürlerini artıranlar hakkında inmiştir. Bu görüş İbn Abbâs’a aittir. Katâde’den de şöyle dediği rivayet edilmiştir: Onlar Mûsa'ya iman ettiler, sonra buzağıya tapmakla kâfir oldular, sonra onun dönüşünden sonra ona iman ettiler, sonra arkasından da İsa’yı inkâr ettiler, sonra da Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile küfürlerini artırdılar. İkincisi: O, Yahudi ve Hıristiyanlar hakkında nazil olmuştur, Yahudiler Tevrat’a iman ettiler, İncil'i inkâr ettiler; Hıristiyanlar da İncil’e iman ettiler, sonra onu bırakıp inkâr ettiler. Sonra da Kur’ân ve Muhammed ile küfürlerini artırdılar. Bunu da Şeyh an, Katâde’den rivayet etmiştir. Hasen’den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Onlar ehl-i kitaptan bir kavimdir, bunlar müslümanları şüpheye düşürmeye niyet ettiler, bunlar iman gösterir, sonra inkâr ederlerdi. Sonra dinlerinde kalmalan ile küfürlerini artırdılar. Mukâtil de şöyle demiştir: Onlar Tevrat’a ve Mûsa'ya iman ettiler, sonra Mûsa'nın ardından inkâr ettiler, sonra İsa’ya ve İncil’e iman ettiler, sonra da onun ardından kâfir oldular. Sonra da Muhammed ve Kur’ân’lâ küfürlerini artırdılar. Üçüncüsü: O, münafıklar hakkında inmiştir, onlar iman ettiler, sonra dinden döndüler, sonra küfürleri üzerinde öldüler. Bunu da Mücâhid, demiştir. İbn Cüreyc, Mücâhid’ten: "Sonra küfürlerini artırdılar” kavlinde: Ölünceye kadar onun üzerinde sebat ettiler, dediğini rivayet etmiştir. İbn Abbâs şöyle demiştir: "Allah onları bağışlayacak değildir": Bunun üzerinde kaldıkları sürece. "Onlara doğru yolu gösterecek değildir": Küfürleri sebebiyle onları hidayete erdirecek değildir. Bağışlanmamalarını küfürden sonra küfre bağlaması, şunun içindir; çünkü küfürden sonra iman edenin küfrü bağışlanır, tekrar dinden dönerse ilk küfründen de sorumlu olur (şartlı tahliye gibi eski cezayı da çeker. Mütercim). 138Münafıklara, kendileri için acıklı bir azap olduğunu müjdele! "Münafıklan müjdele": Mukâtil şöyle iddiada bulunmuştur: Feth suresinde Peygamber ve mü’minlerin bağışlandığı inince, Abdullah b. Übey ve yanındaki birkaç adam: "Bizim için ne var?"dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bir başkası da şöylfe demiştir: Münafıklar Yahudilerle dostluk kurarlardı, onun için azapla müjdelenmede onlara katıldılar. Zeccâc da: Âyetin manası şöyledir, demiştir: Onlara müjdeyi azapla ver. Araplar şöyle derler: Senin selamın dayaktır, yani sana selam yerine dayak vardır, demektir. Şair de şöyle demiştir: Atlılara atlılarla yaklaştım, Aralarında selamlaşma yerine çetin vuruşma oldu. 139Onlar ki, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların yanında izzet mi arıyorlar? Bütün izzet (onur) Allah’a aittir. "Onlar ki, kâfirleri dost edinirler": İbn Abbâs: Kâfirleri yardım ve destekte dost edinirler, demiştir. “Onların yanında izzet mi arıyorlar?": Yani Muhammed ve ashabını yenmekle, mana: Onlardan güç mü alıyorlar, demektir. Mukâtil de şöyle demiştir: Yahudiler Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile savaşmak için Arap müşriklerine yardım ederlerdi. Zeccâc da şöyle demiştir: Münafıklar kâfirlerin yanında onur mu arıyorlar? "izzet": Direnç göstermek, ezerek galip olmak, demektir. Arapların: Ardun azazun kavlinden gelir ki: Üzerinde bitki olmayan toprak demektir. Bu durumda izzet: Hor duruma düşme ihtimali olmayan üstünlük ve şiddet diye tevil edilir. Kadın Şair Hansa da şöyle demiştir: Sanki yaklaşılmaz bir koruluk gibi değillerdi; Çünkü o zaman galip gelen parsayı toplardı (men azze bezze). Kad üstüizze alel marid derler ki: Hastanın ağrısı arttı, demektir. Bu da: insanların: Yeizzü aleyye en yefale sözünden gelir ki: Bunu yapması zoruma gidiyor, demektir. Kad azzeşşey’ü de: Bir şeyin azalıp zor bulunmasıdır. Madde olarak aynı esastan gelir. 140Gerçekten Allah kitapta size şöyle indirmiştir: "Allah’ın âyetlerine küfredildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir konuşmaya dalıncaya kadar onlarla oturmayın. Aksi takdirde siz de onlar gibi olursunuz. Şüphesiz Allah münafıkları ve kâfirleri hep birlikte cehenneme toplayacaktır. "Ve kad nezzele aleyküm filkitabi": Âsım ile Ya’kûb , nunun ve zenin fethi ile: "Nezzele” okumuşlardır. Müfessirler şöyle demişlerdir: Allah onlarla oturmanın yasak olduğunu En’am: 68 âyetinde şöyle indirmiştir: Âyetlerimize dalanları gördüğün zaman, onlardan yüz çevir. Münafıklar Yahudi hahamları ile oturur, Kur’ân’lâ alay eder ve onu yalanlarlardı. Allahü teâlâ da müslümanları onlarla oturmaktan men etti. Allah’ın âyetleri: Kur’ân’dır. Mana da şöyledir: Allah’ın âyetleriyle küfredildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman küfür ve alaydan başka bir konuya geçinceye kadar onlarla beraber oturmayın. "Şüphesiz sizler": O durumda onlarla oturursanız, "onlar gibi olursunuz". Hangi konuda onlar gibi olacakları hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: İsyanda onlar gibi olursunuz. İkincisi: Hallerine razı olmada onlar gibi olursunuz. Çünkü kafirle oturan (haline razı olmadıkça) kâfir olmaz. Âyet, asilerle oturmaktan sakınmaya dikkat çekmiştir. İbrahim Nehaî de şöyle demiştir: Bir adam mecliste oturur, bir kelime konuşur, Allah da ondan razı olur, bu sayede ona rahmet eder, rahmet onun çevresindekileri de kaplar. Bir adam da mecliste oturur, bir kelime konuşur, Allah da ona kızar, ona gazap eder, gazap çevresindekileri de sarar. 141Onlar Sizi gözetlerler: Eğer sizin için Allah’tan bir fetih olursa: "Sizinle beraber değil miydik?” derler. Eğer kâfirler için (zaferden) bir nasip olursa: "Üstünlüğünüzü temin etmedik mi? Sizi mü'minlerden kollamadık mı?” derler. Allah kıyamet gününde arlarında hüküm verecektir. Allah, mü'minlere karşı kâfirlere asla bir yol vermeyecektir. "Onlar sizi gözetlerler": Ebû Süleyman şöyle demiştir: Bu âyet, özellikle münafıklar hakkında inmiştir. Mukâtil şöyle demiştir: Münafıklar mü'minlerin başına bir şeyler gelmesini beklerlerdi; eğer fetih olursa: Sizinle beraber değil miydik? Bize de ganimetten hisse verin, derlerdi. Eğer kâfirler için bir şans, yani devlet olursa kâfirlere: "Size akıl hocalığı etmedik mi?” derlerdi. Zeccâc: "Sizi destekleyerek galip gelmenizi sağlamadık mı?” derler, demiştir. "îstihvaz", lügatte, istila manasınadır. Huztül ibile ve huztüha denir ki: Develerin etrafını sarıp toplamaktır. Başkası da: Sizi yardım ve destek ile kollamadık mı, demiştir. İbn Cüreyc de: "Sizin dininizden olduğumuzu size açıklamadık mı?” demiştir. "Sizi mü’minlerden kollamadık mı?": Kavli üzerinde de üç görüş vardır: Birincisi: Sizi ondan soğutarak sizi ondan men etmedik mi? İkincisi: Onların haberlerini size bildirmekle. Üçüncüsü: Sizi imana girmekten çevirmekle. Anafikir: Kâfirleri minnet altında bırakmaktır, yani sizin üzerinizdeki hakkı bilin, demektir. "Allah kıyamet günü aranızda hüküm verecektir": Yani mü’minlerle münafıkların arasında. İbn Abbâs şöyle demiştir: Yani münafıkların azabını tehir ettiğini demek istiyor. "Allah kâfirlere mü’minlere karşı bir yol vermeyecektir": Bunda da üç görüş vardır: Birincisi: Kıyamet gününde onların diyecekleri bir şey olmayacaktır. Yüsey’ el - Hadrami, Hazret-i Ali b. Ebû Talip'ten şöyle rivayet etmiştir: Bir adam gelip kendisine: Allah kâfirlere mü’minlere karşı bir yol vermeyecektir, âyetini görüyor musun? Adamlar bizimle savaşıyor, üstümüze çıkıp bize galip geliyorlar, dedi. O da: Allah kâfirlere mü’minlere karşı kıyamet gününde bir yol vermeyecektir, dedi. İkincisi: Sebil (yol)dan maksat onları yenmektir, yani galip gelecek olanlar mü’minlerdir, hayırlı akibet de onlarındır. Bu mana İkrime rivâyetinde İbn Abbâs'tan nakledilmiştir. Üçüncüsü: Sebil (yol) delildir. Süddi: Yani onların öldürülmelerinde ve yurtlarından çıkarılmalarında onlara karşı diyecekleri bir şey olmayacaktır. İbn Cerir Taberî de şöyle demiştir: Allah münafıkları mü'minlerin gireceği cennete girdirmeyecek, mü’minleri de onların girecekleri yere girdirmeyecektir. Kâfirlerin mü’minlere: Sizler bizim düşmanlarımızdınız, münafıklar da dostlarımızdı, hepiniz cehennemde toplandınız, diyemeyeceklerdir. 142Şüphesiz Münafıklar Allah’ı aldatmaya çalışırlar; halbuki O, onları aldatmaktadır. Onlar namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkar ve insanlara gösteriş yaparlar. Allah’ı da pek az anarlar. "Şüphesiz münafıklar Allah’ı aldatmaya çalışırlar": Yani aldatan kimse gibi çalışırlar. Peygamberini aldatırlar, diyenler de olmuştur. O ise onları aldatır: Yani onları aldatmalarından dolayı cezalandırır. Zeccâc şöyle demiştir: Onların dıştan gösterdiklerini kabul etmekle emredince, onları bununla aldatmış gibi olur. Şöyle de denilmiştir: Onları aldatması, kıyamet gününde nurlarını söndürmekle olur. Bunun bir kısmını da Bakara suresinde şerh etmiştik. "Namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar": Yani ağır ağır kalkarlar. "Küsala": Keslan’ın cem’idir, "kesel” ise bir işi ağırdan almaktır. Ebû Amr el - Cuni, kâfin fethası ile "kesala” okumuş; İbn Semeyfa’ kâfin fethası ve elifsiz olarak "kesla” okumuştur. Çünkü onlar kanlarının akıtılmasından korktukları için namaz kılarlar, onun sevabını ummazlar, azabından korkmazlar. "İnsanlara gösteriş yaparlar": Yani insanlara göstermek için namaz kılarlar. Katâde şöyle demiştir: Allah’a yemin ederim ki, insanlar olmasaydı, münafık namaz kılmazdı. Allah’ı da pek az zikrederler. Onlara, az zikrederler denmesinde de üç görüş vardır: Birincisi: Az denildi, çünkü o makbul değildir, bunu da Hazret-i Ali radıyallahu anh ile Katâde, demişlerdir. İkincisi: Çünkü o, riyadır, eğer Allah için olsaydı, çok olurdu. Bunu da İbn Abbâs ile Hasen Basri, demişlerdir. Üçüncüsü: O bizatihi azdır, çünkü onlar dıştan görünen ile yetinirler. Gizli yapılan kıraat ve okuma ile ilgilenmezler. Bunu da Maverdi, zikretmiştir. 143Bu ikisi (küfürle iman) arasında gider gelirler; ne onlara (kâfirlere) ne de onlara (mü’minlere) yanaşırlar. Allah kimi saptırırsa, onun için asla bir yol bulamazsın. "Müzebzebine beyne zalik": Müzebzeb: iki şey arasında gidip gelendir. Aslı tezebzübtür ki, hareket ve sarsıntıdır. Bu da münafığın sıfatıdır. Çünkü o, dininde şaşmıştır, sağlam bir itikada dönmez. İbn Zeyd de şöyle demiştir: "Bunun arasında” kavlinin manası: İslâm’lâ küfür arasında demektir; küfrü açıklamazlar ki, kâfirlere katılsınlar, imanı da tasdik etmezler ki, mü'minlere ait olsunlar. İbn Abbâs da: Allah kimi saptırırsa sen onun için hidayete giden bir yol bulamazsın, demiştir. İbn Ömer, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Münafık; iki sürü arasında şaşkın kalan koyun gibidir; bir defa o tarafa gider, bir defa da bu tarafa gider; hangisine katılacağım bilemez. 56 56 - İmam Ahmed, Müsned, 7/129; Müslim, Sıfatül- Münafikin ve ahkamuhum, hadis no, 17. 144Ey iman edenler, mü’mînlerî bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Size karşı Allah’a apaçık bir delil vermek mi istiyorsunuz? "Kâfirleri dost edinmeyin": Kâfirlerden kimlerin kasdedildiğine dair iki görüş vardır: Birincisi: Yahudilerdir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Münafıklardır. Zeccâc şöyle demiştir: Onları sırdaş ve gözde edinmeyin. Sultan: Açık kanıttır. Emir’e sultan denilmesi, yeryüzünde Allah’ın delili olmasındandır. Sultan kelimesi, selit kökünden gelir, selit de ışık saçan şey demektir. Bundan dolayı da zeytinyağına salit, denilmiştir. Araplar sultan kelimesini müennes ve müzekker şeklinde kullanır: Kadat aleykessultan, emeretkessultan denir. Müzekker kullanılması daha çoktur. Kur’ân’da da o şekilde gelmiştir. Kim müennes yaparsa, hüccet (delil) manasını dikkate alır, kim de müzekker yaparsa, sultan (yetki) sahibini dikkate alır. İbn Enbari âyetin manası şöyledir, demiştir: Kâfirleri dost edinmekle Allah’a sizi azaba atacak ve sizi gazabına uğratacak bir delil mı vermek istiyorsunuz? 145Şüphesiz münafıklar cehennemin en alt katındadır. Sen onlar için asla bir yardımcı bulamazsın. "İnnel münafikine fidderkil esfeli minennar": İbn Kesir, Nâfi, Ebû Amr ve İbn Âmir, ranın fethasıyla okumuşlar; Âsım, Hamze, Kisâi ve Halef de ranın sükunu ile okumuşlardır. Her iki lügat de vardır. Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Cehennem derekeler, yani menziller halinde ve tabaka tabakadır. Onun her menzili bir dereke (decece)dir. İbn Enbari bir alimden: Derekeler, birbirinin altında derecelerdir, dediğini rivayet etmiştir. Dahhâk da şöyle demiştir: Derece: Üst üste olana (yukarı çıkana), dereke de alt alta olana (aşağı inene) denir. İbn Fâris de: Cennette dereceler, cehennemde de derekeler vardır, demiştir. İbn Mes’ûd da bu âyette şöyle demiştir: Onlar üzerlerine kapalı demirden tabutlar içindedirler. İbn Enbari de: Kilidi olmayan kapalı tabutlarda olurlar, demiştir. Burada geçen mübhem kelimesi karışık, manası bilinmeyen şeye denir ki, buradan hareketle tabutların kapısı yoktur, demek olur. "Onlar için asla bir yardımcı bulamazsın": Yani Allah’ın azabına mani olacak bir yardımcı. 146Ancak Tevbe edip kendilerini ıslah edenler, Allah’a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini Allah’a has kılanlar (samimi olanlar) hariç. İşte onlar mü’minlerle beraberdirler. Allah onlara yakında büyük bir mükafat verecektir. "Ancak Tevbe edenler hariç": Mukâtil şöyle demiştir: İniş sebebi şöyledir: Bir topluluk, münafıkların karar kılacakları yer söz konusu olunca: "Filan ve filan münafık idiler, Tevbe ettiler, onlara ne yapılacak?” dediler. Bunun üzarine bu âyet indi. Âyetin manası şöyledir: Ancak münafıklıktan Tevbe edenler, Tevbeden sonra amellerini "düzeltenler” ve "Allah’a sarılanlar": Yani dinine sarılanlar hariçtir. "Dinlerinde ihlas gösterenler": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Din İslâm’dır, onda ihlas göstermek de, şirkten arındırılmasıdır. Bunu da Mukâtil, demiştir. İkincisi: O, ameldir, ihlası da, münafıklık ve şirk şüphesinden uzak tutulmasıdır. Bunu da Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. "Feülaike maal mü’minin": "Maa” (beraber) kavlinde de iki görüş vardır: Birincisi: O aslı üzere olup yakınlık manasınadır. "Mü’minlere hangi hususta yakın olduklarında da iki görüş vardır: Birincisi: Dostlukta yakındırlar, bunu da Mukâtil, demiştir. İkincisi: Din ve sevapta yakındırlar, bunu da Ebû Süleyman, demiştir. İkincisi: "Min” manasınadır, takdiri de: Onlar mü’minlerdendir, şeklinde olur. Bunu da Ferrâ’, demiştir. 147Eğer şükreder ve O na inanırsanız, Allah size niçin azap etsin? Allah şükre karşılık veren, her şeyi çok iyi bilendir. "Ma yefalullahu biazabiküm": "Ma” istifham (soru) edatıdır, manası ise onaylamadır: Yani Allah şükreden mü’mine azap etmez, demektir. Âyetin manası da şöyledir: Eğer nimetine şükreder; O’na ve Peygamberi’ne iman ederseniz, size niçin azap etsin? îman, lafzan arkada ise de mana bakımından öndedir. İbn Abbâs'tan: Şükürden maksat, Tevhidtir, dediği rivayet edilmiştir. "Allah şükre karşılık verendir, her şeyi çok iyi bilendir": Yani az amellerinize çok karşılık veren, niyetlerinizi bilen, demektir. Şakiren: Kabul eden manasınadır, diyenler de vardır. 148Allah kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez; ancak haksızlığa uğrayan hariç. Allah hakkıyle işiten, kemaliyle bilendir. "Allah kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez": İniş sebebi üzerinde iki görüş vardır: Birincisi: Biri bir topluma misafir oldu, ona yüz vermediler, o da onları şikayet etti. Âyet bu şikayete izin mahiyetinde indi, bunu da Mücâhid, demiştir. İkincisi: Bir adam, Ebû Bekir’e kötü konuştu, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de orada hazır idi, Ebû Bekir defalarca sustu, sonra ona cevap verdi; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de kalkıp gitti. Ebû Bekir: "Ya Resûlallah, adam bana sövdü, sen ona bir şey demedin, ben ona cevap verince kalktın?” dedi. O da şöyle dedi: "Bir melek senin yerine ona cevap veriyordu; sen ona cevap verince melek gitti, şeytan geldi” dedi. Âyet de bunun üzerine inmiştir. Bu Mukâtil’in görüşüdür. Kurralar "illâ men zulim"i okumada ihtilaf etmişlerdir; cumhûr, zının zammı ve “Lâm” ın kesri ile "zulim” okumuşlar; Abdullah b. Amr, Hasen, İbn Müseyyeb, Ebû Recâ’, Said b. Cübeyr, Katâde, Dahhâk ve Zeyd b. Eslem, her ikisinin de fethi ile (zalem) okumuşlardır. Cumhûrun kıraatine göre Kelâmın manasında üç görüş vardır: Birincisi: Ancak mazlumun zalime beddua etmesi hariçtir ki, Allah ona izin vermiştir. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Mazlumun zalimden intikam alması hariçtir, bunu da Hasen ile Süddi, demişlerdir. Üçüncüsü: Mazlumun kendisine zulmedeni haber vermesi de hariçtir. Bunu da İbn Ebi Necih, Mücâhid’ten rivayet etmiştir. İbn Cüreyc de ondan: Misafirin kendisini kabul etmeyeni kötülemesi hariçtir, demiştir. Zıyı meftuh okuyanlara gelince, Saleb, onu: "Ma yefalullahu biazabiküm” illâ men zalem şeklinde mütalaa etmiştir. Zeccâc bunda iki görüş zikretmiştir: Birincisi: Mana şöyledir: Ancak zalim müstesnadır ki, haksızlıkla kötülüğü açıkça ifade eder. İkincisi: Ancak sizin zalim için kötülüğü açıklamanız hariçtir. Buna göre illâ burada istisna-i munkatı olur, Mana da şöyle olur: Ancak mazlum hariçtir ki, onun zalim hakkında kötü söylemesi câizdir. Ancak zalim de bazen kötü sözü açıkça söyler, siz de ona karşı açıkça karşılık verin, İbn Zeyd de şöyle demiştir: Ancak zulmeden, yani münafıklık üzerinde ısrar eden hariçtir ki, ona karşı kötülük açıkça söylenir ki, ondan vaz geçsin. "Şüphesiz Allah hakkıyle işitendir": Yani açıkça söylediğiniz kötü sözü işitendir; "hakkıyle bilendir": Gizlediğinizi. Mazlumun ahım işitir ve onun kalbindekini bilir, artık o da Allah’tan korksun ve haktan başka bir şey demesin, şeklinde manalandıranlar da olmuştur. Hasen de şöyle demiştir: Ancak zulme uğrayan hariçtir ki, onun aşırıya kaçmadan zalime beddua etmesine izin verilmiştir, meselâ: Allah’ım, ona karşı bana yardım et, Allah’ım, ondan hakkımı al, Allah’ım, bana yapmak istediği kötülüğe fırsat verme, demesi gibi. 149Eğer bir iyiliği açıklar veya gizlerseniz veyahut bir kötülüğü affederseniz, şüphesiz ki, Allah çok affedici ve çok güçlüdür. "Eğer bir iyiliği açıklarsanız": İbn Abbâs: Oruç ve sadaka gibi amelleri demiştir. Bazıları da: Kötülüğe karşı iyilik açıklarsanız, demişlerdir. Çokları "tuhfuhu"daki he’nin hayra râci olduğu görüşündeler. Bazıları da: Kötülüğe râcîdir, demişlerdir. "Şüphesiz Allah çok affedicidir": Ebû Süleyman: O kadar güçlü olmakla beraber affedicidir, siz de güçlü olduğunuz zaman affediniz, demiştir. 150Şüphesiz Allah’ı ve Peygamberlerini inkâr edip Allah’lâ Peygamberlerinin aralarını açmak isteyen ve: "Bir kısmına iman eder, bir kısmını da inkâr ederiz” diyerek her ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler (var ya); "Şüphesiz Allah’ı ve Peygamberlerini inkâr edenler": Âyetin iniş sebebi hakkında iki görüş vardır: Birincisi: Onlar Yahudilerdir ki, Mûsa’ya, Uzeyr’e ve Tevrat’a iman eder, İsa’ya, İncil’e, Muhammed’e ve Kur’ân’a küfrederlerdi, bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Onlar Yahudi ve Hıristiyanlardır ki, Yahudiler Tevrat’a ve Mûsa’ya iman ettiler; Hıristiyanlar da İncil ile İsa’ya iman edip Muhammed’i ve Kur’ân’ı inkâr ettiler. Bunu da Katâde, demiştir. "Allah’lâ Peygamberlerinin aralarını açmak istiyorlar": Kavlinin manası da çer ledir: Onlar Allah’a imanla Peygamberlerine imanın arasını açmak istiyorlar ki, O’na iman edip de Peygamberlerin tamamını veya bir kısmını inkâr etmekle iman sahih olmaz. "Bunun arasında bir yol tutmak istiyorlar": Yani bazı peygamberlere iman etmek ve bazılarını inkâr etmek arasında. "Bir yol": Yani fikren gidecek bir yol (mezhep), demektir. İbn Cüreyc de: Tutacakları bir din, demiştir. 151İşte onlar gerçek kâfirlerdir. Biz de kâfirler için aşağılayıcı bir azap hazırladık. "Onlar gerçek (hak) kâfirlerdir": Burada hak kelimesi küfürlerini tekit için zikredilmiştir; çünkü bazı peygamberlere iman etmenin onlardan kâfir ismini uzaklaştıracağını zannedenler olabilir. 152Allah’a ve peygamberlerine iman edip bunlardan hiçbirinin arasında fark görmeyenler ise, işte onlara da mükafatlarını verecektir. Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. 153Kitap ehli senden üzerlerine gökten bir kitap indirmeni isterler. Mûsa’dan ise bundan daha büyüğünü istemiş; "Bize Allah'ı açıkça göster” demişlerdi de onları haksızlıkları yüzünden yıldırım çarpmıştı. Sonra da kendilerine apaçık mucizeler gelmesinin ardından buzağıyı (ilâh) edindiler. Biz bunu da affettik. Mûsa’ya da apaçık bir yetki verdik. "Kitap ehli senden isterler": Âyetin iniş sebebi hakkında üç görüş vardır: Birincisi: Onlar kendilerine özel bir kitap indirilmesini istediler; bu da Hasen ile Katâde’nin görüşüdür. İkincisi: Yahudilerle Hıristiyanlar Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldiler: Bize Allah katından filancaya senin Allah'ın Peygamberi olduğuna dair bir kitap ve filancaya da senin Allah’ın Peygamberi olduğuna dair bir kitap getirmedikçe sana inanmayız, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bu da İbn Cüreyc'in görüşüdür. Üçüncüsü: Yahudiler Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den Mûsa’ya indirilen gibi kendilerine yazılı bir kitap indirmesini istediler. Bu da el - Kurazi ile Süddi’nin görüşüdür. Ehl-i kitaptan kimler murat edildiğine dair de iki görüş vardır: Birincisi: Onlar Yahudilerle Hıristiyanlardır. İkincisi: Yahudilerdir. Gökten indirilecek kitap hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O, Kur’ân'dan başka yazılı bir kitaptır. İkincisi: Onun risaletini tasdik eden bir kitaptır. Bakara suresinde de Allah'ı açıkça görmek istemelerinin, buzağıyı ilâh edinmelerinin manasını açıklamıştık. "Açık mucizeler” ise: Mûsa’nın getirdiği mucizelerdir. Eğer: Nasıl "sonra buzağıyı ilâh edindiler, "sümme” (sonra) edatı ise zaman bakımından gecikme ve geriliği iktiza eder; buzağıyı ilâh edinmeleri: "Bize Allah’ı açıkça göster” sözünden sonra mı oldu?” denilirse, buna dört türlü cevap verilir; bunları da İbn Enbari zikretmiştir: Birincisi: "Sümme” onların eski fiillerine yöneliktir, Mana da şöyledir: Bir zamanlar Mûsa ile kırk gece vaatleşmiştik, buna muhalefet ettiler, sonra da siz buzağıyı ilâh edindiniz. İkincisi: Lâfızda sonra ise de manada öncedir, takdiri şöyledir: Buzağıyı ilâh edindiler, sonra da Mûsa'dan bundan daha büyüğünü istediler. Bunun bir benzeri de şudur: "Mektubu onlara bırak, sonra onlardan geri çekil, ne cevap vereceklerine bak” (Neml: 28); mana ise şöyledir: Mektubu onlara at, sonra ne cevap vereceklerine bak, sonra onlardan uzaklaş. Üçüncüsü: Mana şöyledir: Sonra buzağıyı ilâh edinmişlerdi, edinmişlerdi, kavli gizlenmiştir. Dördüncüsü: Bunun manası haberde sonra ise de meydana gelmede öncedir, nitekim biri: Su içtim, sonra ekmek yedim, der ki, suyu içtim, sonra da size su içtiğimi haber verdikten sonra ekmek yedim, demektir. "Bunu da affettik": Yani buzağıya tapanların köklerini kazımadık, "sultamın mübin” ise: Açık delil demektir. İbn Abbâs da: Bunların Beyaz el ile asa olduğunu söylemiştir. Başkası da: Dokuz mucize olduğunu bidirmiştir. 154Sağlam sözleri sebebiyle Tur’u tepelerine kaldırdık ve onlara; "Kapıdan eğilerek girin” dedik. Onlara: "Cumartesi günü hakkında haddi aşmayın” dedik ve onlardan ağır söz aldık. "Sağlam sözleri sebebiyle Tûr'u tepelerine kaldırdık": Yani Tevrat’takilerle amel edeceklerine dair Allah'a verdikleri söz ve taahhüt sebebiyle. "Lâ ta’du fissebti"; Nâfi, aynın sükunu ile okumuş, Verş de ondan aynın fethası ve dalın şeddesiyle "taaddu” okuduğunu rivayet etmiştir. Diğerleri ise şeddesiz olarak "tadu” okumuşlardır. Hepsi de dalı zammeli okumuşlardır. Bunu ve diğerlerini Bakara’da zikretmiş bulunuyoruz. "Misâkan galîzâ": Kuvvetli söz demektir. 155Sözlerinden dönmeleri, Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri, Peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve: "Kalplerimiz perdelidir” demeleri sebebiyle (onlara lânet ettik). Hayır, Allah küfürleri yüzünden onların (kalplerini) mühüriemiştir. Artık pek azı hariç iman etmezler. "Febima nakdıhim misakahüm"; "Ma” edatı tekit için getirilmiştir, zaittir. Zeccâc da mana şöyledir, demiştir: Sözlerini bozmaları sebebiyle - ki, o da: Allah’ın Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in sıfatına ve diğer şeylere dair indirdiklerini açıklayacaklarına dair onlardan aldığı sözdür - "Be"nin gelmesini gerektiren ve onun âmili yani müteallakı olan şey hazfedilmiştir, (o da belalarını verdik vb. şeylerdir). (Onlara temiz şeyleri haram ettik): Yani sözlerini bozmaları ve daha sonra zikredilecek şeyler sebebiyle onlara bazı temiz şeyleri haram ettik. (İleride 60. âyette gelecek olan) "febizulmin” kavli, "febima nakdıhim” kavlinden bedeldir. Allah küfürlerinin cezası olarak kalplerini mühürlemiştir. İbn Paris şöyle demiştir: Tab’: Mühürlemektir. Allahü teâlâ’nın kâfirin kalbini mühürlemesi bundandır ki, ona ne hidayet ne de nûr ulaşmasın diye kalbini mühürlemiş gibidir. O zaman hiçbir hayra muvaffak olamaz. Tabe’ ise damga vurulan mühürdür. "Pek azı hariç artık iman etmezler": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Bunlar Abdullah b. Selam ile arkadaşlarıdır. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Mana şöyledir: Onların imanı azdır, o da: Rabbimiz Allah, demeleridir (Peygamber yok. Mütercim). Bunu da Mücâhid, demiştir. 156Bir de küfürleri ve Meryem’e büyük bir iftira etmeleri yüzünden. "Küfürleri yüzünden": Küfrün tekrar edilmesinde fayda vardır, bu hususta da iki görüş ileri sürülmüştür: Birincisi. Şunu murad etmiştir: Muhammed’i ve Kur’ân’ı inkârları sebebiyle. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Mesih İsa’yı inkârları sebebiyle, halbuki onunla müjdelenmişlerdi. Bunu Ebû Süleyman Dımeşki, demiştir. "Bühtân” ise: Bir grup alime göre: Meryem’e zina isnat etmeleridir. 157"Allah'ın Resul’ü Meryem oğlu İsa Mesih’i öldürdük” demeleri yüzünden (onlara lânet ettik). Halbuki onu öldürmediler de asmadılar da. Ancak (maktul onlara) karıştırıldı. Şüphesiz onun hakkında tartışanlar bundan dolayı bir şüphe içindedirler. Bu hususta zanna uymaktan başka bir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. 158Bilakis onu Allah kendi katına kaldırdı. Allah mutlak galip, ince hikmet sahibidir. "Mesih'i öldürdük demeleri sebebiyle": Zeccâc şöyle demiştir: Onu öldürmedikleri halde öldürdük diyerek itiraf ettikleri için öldürmüş gibi azap edilecekler. Çünkü onlar, öldürdükleri kimseyi, Peygamber olarak öldürdüler. "Allah’ın Resul’ü": kavlinde de iki görüş vardır: Birincisi: Bu, Yahudilerin sözlerindendir, o zaman mana: İddialarına göre o, Allah’ın Resul’üdür. İkincisi: O, Allah’ın sözüdür, o zaman da mana, onlardan hikaye etme (aktarma) şeklinde ölür. "Ancak (maktul) onlara karıştırıldı": Yani bir benzerini öldürdüler. Ona benzeyen kimse hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O, Allahü teâlâ’nın Yahudilerden öldürülmesini istediği biridir. Ebû Salih, İbn Abbâs’tan şöyle rivayet etmiştir: Yahudiler İsa’yı öldürmeye karar verince, Cebrâil onu bir kulübeye soktu, duvarda küçük bir dolap vardı. Arkasından bir adam girdi. Allah onu İsa'ya benzetti. Arkadaşlarının yanına çıkınca onu İsa zannederek öldürdüler. Sonra da onu astılar. Mukâtil ile Ebû Süleyman böyle, demişlerdir. İkincisi: O; Hazret-i İsa’nın arkadaşlarından biridir, Said b. Müseyyeb , İbn Abbâs’tan şöyle rivayet etmiştir: Allahü teâlâ İsa’yı göğe kaldırmak isteyince, İsa arkadaşlarına çıktı: "Hanginiz bana benzemek ve benim yerime öldürülmek ister ki, cennette benim derecemde olsun?” dedi. Bir genç kalktı: Ben, dedi. Ona: Otur, dedi, sonra da sözünü ona tekrar etti; genç yine kalktı, İsa: Otur, dedi. Sonra sözünü yine tekrar etti, genç yine: Ben, dedi. O da. Peki, öyleyse sen, dedi. Hazret-i İsa’nın kılığına girdi, İsa da göğe kaldırıldı. Yahudiler geldiler, o adamı yakalayıp öldürdüler, sonra da onu astılar. Bu görüş; Vehb b. Münebbih, Katâde ve Süddi’ye aittir. "Onun hakkında ihtilaf edenler": İhtilaf edenler hususunda iki görüş vardır: Birincisi: Onlar Yahudilerdir. Buna göre "fihi"deki “He” zamiri hakkında da iki görüş vardır. Birincisi: O, onun öldürülmesine râcîdir ki, onu öldürüp öldürmediklerinde ihtilaf ettiler. Bu hususta ihtilaf sebeplerinde de iki görüş vardır: Birincisi: Onlar Hazret-i İsa'ya benzeyen kişiyi öldürdükleri zaman ona sadece başı benzetilmişti, cesedi benzetilmemişti, bunun üzerine: Yüzü İsa’nın yüzü, ceset başkasının cesedi, dediler. Bunu da İbn Saib, demiştir. İkincisi: Onlar: "Eğer bu, İsa ise, o adam nerede? Eğer o adam ise, İsa nerede?” dediler. Bu da Süddi’nin görüşüdür. İkincisi: "He” zamiri Hazret-i İsa’ya râcîdir. O konuda ihtilaf etmeleri de kiminin o veled-i zinadır, kiminin de, sihirbazdır, demeleridir. İkincisi: İhtilaf edenler Hıristiyanlardır. Buna göre de "fihi"deki “He” zamirinde de iki görüş vardır: Birincisi: O, öldürülmesine râcîdir, öldürüldü mü yoksa değil mi? İkincisi: Ona râcîdir; o İlâh mıdır değil midir? "Minhu"nun hesinde ise iki görüş vardır: Birincisi: O, onun öldürülmesine râcîdir. İkincisi: Bizzat ona râcîdir; o İlâh mıdır? Yoksa veled-i zina mıdır? Yoksa büyücü müdür? "Malehüm bihi min ilmin illettibaaz zanni": Zeccâc şöyle demiştir: O, birinciden (ilimden) istisna değildir, Mana da şöyledir: Onların bir bilgileri yoktur, ancak onlar zanna tabi olurlar. Eğer merfu olursa, onların bilgileri zanna tabi olmaktır şeklinde olur. Nitekim Araplar: Senin selamın dayaktır, derler. "Vema kateluhu": "He” zamirinde üç görüş vardır: Birincisi: O zanna râcîdir; Mana da şöyledir: Zanlarını kesin olarak öldürmediler. Bu da İbn Abbâs’ın görüşüdür. İkincisi: O ilme râcîdir, yani: Onu bilmeyi kesin olarak öldürmediler. Görüş ve konuşma için: Onu kesin olarak öldürdüm ve onu bilerek öldürdüm, dersin. Bu da Ferrâ’ ile İbn Kuteybe'nin görüşüdür. İbn Kuteybe şöyle de demiştir: Bunun aslı şudur: Bir şeyi öldürmek onu ezmek, tepelemek ve yenmekle olur. Demek istiyor ki: Mesih’i öldürme bilgileri kavranılan bir bilgi değildi, ancak bir zan idi. Üçüncüsü: O, İsa'ya râcîdir, bu takdirde mana şöyle olur: İsa’yı gerçekten öldürmediler. Bu da Hasen Basri’nin görüşüdür. İbn Enbari de şöyle demiştir: Yakin kelimesi mana bakımından daha sonradır, takdiri şöyledir: Onu öldürmediler, bilakis Allah onu yakinen (kesinlikle) kendisine kaldırdı. 159Kitap ehlinden kim varsa mutlaka ölümünden önce ona (İsa’ya) iman edecektir. O da kıyamet gününde onlara şahit olacaktır. "Kitap ehlinden kim varsa mutlaka ona iman edecektir": Zeccâc, mana şöyledir, demiştir: Onlardan ona iman etmeyen olmayacaktır. Şu âyet de böyledir: "Ona içinizden uğramayacak yoktur". (Meryem: 71) Kitap ehli hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: Onlar Yahudilerdir, bunu İbn Abbâs, demiştir. İkincisi: Yahudilerle Hıristiyanlardır. Bunu da Hasen ile İkrime, demiştir. "Bihi"deki he’de de iki görüş vardır: Birincisi: O, İsa aleyhisselam’a râcîdir, bunu İbn Abbâs ile cumhûr, demiştir. İkincisi: O Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e râcîdir. Bunu da İkrime demiştir. "Mevtihi"deki “He” zamiri hususunda da iki görüş vardır: Birincisi: O, mü’mine râcîdir, Said b. Müsseyyeb, İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kıyamete kadar ne zaman bir Yahudi ölürse mutlaka İsa’ya iman eder. İbn Abbâs’a: "Ya damdan düşerse?” dediler, o da: Havada iken bunu dili ile söyler, dedi. Übey kıraatinde de: "kalbe mevtihim” denilmiştir. Bu da Mücâhid ile Said b. Cübeyr’in görüşüdür. Dahhâk da İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Yahudi ölmeden önce ona iman eder, İsa’nın kul olduğuna dair şahadet getirmedikçe Hıristiyan’ın canı çıkmaz. İkrime de şöyle demiştir: Yahudi ve Hıristiyan Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e iman etmedikçe ruhu çıkmaz. İkincisi: O, İsa’ya râcîdir. Atâ’ da İbn Abbâs’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: İsa yeryüzüne indiği zaman ona tabi olmayan ne bir Yahudi ne bir Hıristiyan ne de Allah’tan başkasına ibadet eden biri kalır, mutlaka ona tabi olur, onu tasdik eder ve onun Allah’ın ruhu, kelimesi, kulu ve Nebisi olduğuna şahadet eder. Bu da Katâde, İbn Zeyd ve İbn Kuteybe’nin görüşüdür. İbn Cerir de bunu tercih etmiştir. Hasen Basri’den de iki görüşün benzeri rivayet edilmiştir. Zeccâc ise bu akla uzaktır, demiştir, çünkü Allahü teâlâ: "Ehl-i kitaptan hiç kimse yoktur ki,” buyurmuştur. Yeryüzünde kalanlar da ufak bir azınlıktır. Meğer ki, mana: Onların hepsi: Deccal’i öldürmek için inen İsa’ya iman ederiz, derler şeklinde ola. "Kıyamet gününde onlara şahit olacaktır": Rabbinin mesajını ilettiğine ve kendinin de kul olduğunu ikrar ettiğine dair şahit olacaktır. 160Yahudilerin haksızlıkları ve birçok insanları Allah yolundan alıkoymaları yüzünden daha önce kendilerine helâl edilmiş temiz şeyleri onlara haram ettik. "Yahudilerin haksızlıkları yüzünden": Mukâtil şöyle demiştir: Allah Tevrat ehline faizi ve insanların mallarını haksız yere yemelerini haram etti; onlar ise bunu yaptılar ve insanları Allah'ın dininden ve Muhammed aleyhisselam’a iman etmekten alıkoydular, Allah da onlara: "Yahudilere bütün tırnaklıları haram ettik” (En’am: 146) kavlinde zikrettiği şeyleri bir ceza olarak haram etti. Ebû Süleyman şöyle demiştir: Haksızlık etmeleri: Verdikleri sözü bozmaları, Allah’ın âyetlerini ve daha önceki âyetlerde zikredilenleri inkâr etmeleridir. Mücâhid de şöyle demiştir: "İnsanları Allah yolundan alıkoymaları": Kendilerini ve başkalarını haktan alıkoymalarıdır, demiştir. İbn Abbâs da: İnsanları Allah yolundan yani İslâm’dan çevirmeleri, İnsanların mallarını haksız yere yemeleri, yani Allah’ın dinini yalan sayarak yemeleri, Allah’ın hükmüne karşı rüşvet almaları ve daha çok yemek için Allah’ın indirdiği kitapları değiştirmeleri, demiştir. 161Bir de men edildikleri halde faiz almaları ve insanların mallarını bâtıll sebeplerle yemeleri (haksız kazanç) yüzünden (bazı helalleri onlara haram ettik). Onlardan kâfir olanlara acıklı bir azap hazırladık. "Ve a’tedna": Kâfirlere hazırladık, demektir. Neden "onlardan” denilmiştir? Çünkü onlardan bir kısmının iman edip azaptan emin olacaklarını biliyordu. 162Ancak onlardan sağlam ilme sahip olanlarla mü'minler; sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler. Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve Allah’a ve ahiret gününe iman ederler. İşte onlara büyük bir mükafat vereceğiz. "Ancak sağlam ilme sahip olanlar": İbn Abbâs: Bu, kitap ehlinin mü’minleri için bir istisnadır, demiştir. Rasihun ise: İlimleri sağlam olanlardır. Ebû Süleyman da: Onlar Abdullah b. Selam, onunla beraber iman edenler ve Cafer b. Ebû Talip’le Habeşistan’dan dönen İncil ehlinden iman edenlerdir. Mü’minler de: Resûlüllah’ın ashabıdır, demiştir. "Namaz kılanlar": İse onu emredildikleri gibi yerine getirenlerdir. "El - mukîmîne"nin mensûb olmasında ise dört görüş vardır: Birincisi: O, katibin hatasıdır. Bu da Hazret-i Âişe’nin görüşüdür. Osman b. Affan’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Mushafta dilbilgisi hatası vardır, Araplar onu dilleriyle doğrultacaktır. İbn Mes’ûd, Übey, Said b. Cübeyr, İkrime ve Cuhderi ise vav ile: el - Mukimunessalate” okumuşlardır. Zeccâc da şöyle demiştir: Bu hatadır diyenin sözü cidden akıldan uzaktır, çünkü Kur’ân’ı toplayanlar dil ehli ve önder kimseler idiler. Onlar nasıl başkalarının doğrultacağı bir şeyi Allah'ın kitabında bırakırlar? Bunun onlara nispet edilmesi uygun değildir. İbn Enbari de şöyle demiştir: Osman hadisi sahih değildir, çünkü senedinde kopukluk vardır. Osman’ın kendinden sonrakilerin düzeltecekleri bir şeyi Kur’ân’da bırakması imkansızdır. İkincisi: O, "Ma"nın üzerine atıftır, Mana da şöyle olur: Sana indirilene ve namaz kılanlara iman ederler. Bunların da melekler olduğu, bir görüşte de peygamberler olduğu söylenmiştir. Üçüncüsü: O "minhüm"deki hüm zamirinin üzerine ma’tûftur, Mana da şöyledir: onlardan ve namaz kılanlardan ilimleri sağlam olanlar, sana indirilene iman ederler. Zeccâc şöyle demiştir: Bu nahiv Âlimlerince kötü bir görüştür, zahir mecrur şiir dışında zamir mecrura atfedilmez. Dördüncüsü: O, medh üzere mensubtur, Mana da şöyledir: Namaz kılanları yad et, onlar zekât verenlerdir! Şöyle bir misal getirdiler: Kavmim uzak olmasın; onlar Düşmanların zehiri, kesilecek develerin afetidir. Bütün savaş meydanlarına menleri yad et, Onlar harama uçkur çözmemişlerdir. Buna göre: Savaş meydanlarına inenleri yad et kavlinin manası: Onlar temizdirler, olur. Merertü bizeydin el kerim sözün de bu kabildendir ki: Eğer onu başkasından ayırmak istersen, elkerimi dersin ki, sözün akışı da öyledir. Eğer onu methetmek istersen nasb edersin: Biziyedin eklerime dersin. Sanki: Kerem sahibi Zeyd’i yad et demiş gibi olursun. Eğer istersen merfu okur ve: Huvel kerimi demiş gibi olursun. Caeni kavmükel mutimine filmahli velmuğisune fişşedadid (kıtlıkta yemek yediren kavmin geldi, onlar zorluklarda imdat edenlerdir) demek olur. Bu, Halil ile Sibeveyh’in görüşüdür. Bu görüşleri Zeccâc nakletmiş ve bu (son) görüşü tercih etmiştir. 163Nûh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettîğimiz gibi sana da vahyettîk. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyub’a Yûnus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyettîk. Dâvud’a da Zebur’u verdik. "Sana da vahyettik": İbn Abbâs şöyle demiştir: Adiy b. Zeyd ile Sükeyn: Ya Muhammed, Allah’ın Mûsa’dan sonra bir beşere bir şey indirdiğini bilmiyoruz, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Al-i İmran’da vahyin manasını zikretmiştik. Bunlar orada zikredilmişti. İshak: Yabancı bir isimdir, Arapça’ya uygun gibi görünse de öyledir. Eshakahullahu ishakan denir ki, Allah onu kahretsin, demektir. Yakub da yabancı bir isimdir. Arapça'daki yakub ise erkek keklik kuşudur, onun asıl Arapça’sı kabec’tir. Şeyhimiz dilci Ebû Mansur’dan böyle okudum. Eyyub: Yabancı isimdir. Yûnus da yabancı isimdir. Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Nunun zammı ve kesri ile Yûnus, Yunis, denir. Ebû Zeyd el - Ensari, Araplardan kesre, zamme ve fetha ile hemzeli şeklini rivayet etmiştir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Yûnus, nunun zammesiyle ve hemzesiz olarak Hicazlıların lügatidir. Esed oğullarından bazıları, hemze ile: Yu’nus, derler. Akil oğullarının bazıları da hemzesiz olarak nunun fethası ile Yunes, derler. Meşhur kıraat, hemzesiz olarak nunun refi ile Yûnus’tur. İbn Mes’ûd, Katâde, Yahya b. Ya’mur ve Talha: Nunun kesri ile hemzeli olarak: Yu’nis okumuşlardır. Ebû’l - Cevza, Ebû İmran ve Cuhderi, nunun fethi ile hemzesiz olarak Yunes okumuşlardır. Ebû’l - Mütevekkil de nun fethi le hemzeli olarak: Yu’nes okumuştur. Ebû Semmak el - Adevi de nunun kesri ile hemzesiz olarak Yunis okumuştur. Amr b. Dinar, nunun refi ile hemzesiz okumuştur. Harun da yabancı isimdir. Diğer peygamber isimleri ise yukarıda geçmiştir. Zebur’a gelince: Kurraların çoğu zenin fethi Zebur okurlar. Ebû Rezin, Ebû Recâ’, A’meş ve Hamze zenin zammı ile Zubur okumuşlardır. Zeccâc şöyle demiştir: Kim zeyi fetha ile okursa, bir kitabı kasdeder. Kim de zamme ile Zubur okursa, kitaplan kasdeder. Dâvud’u zikretmenin manası: Muhammed’in Kur’ân’lâ üstün kılındığını unutmayın, gerçi Allah Dâvud’a Zebur’u vermişse de bunu unutmayın, demektir. Ebû Ali şöyle demiştir: Hamze sanki Dâvud'un kitabını belli bölümlere ayırmış, her bölüme zübür demiştir. Sonra onu çoğul yaparak Zübur, demiştir. İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Zebur feul veznindedir, mef'ul manasınadır, meselâ halub, rekub deyip de mahlub ve merkub manasını kasdettiğin gibi. Bu da: Zebertül kitaba ezburuhu zebren kavlinden gelir ki, kitabı yazmak demektir. Bunda Zübur şeklinde bir lügat daha vardır ki, sanki cemi’dir, demiştir. 164Sana daha önce anlattığımız peygamberler ve sana anlatmadığımız peygamberler de gönderdik. Allah, Mûsa ile gerçekten konuştu. "Ve kellemellahu Mûsa teklima": Kelleme fı’linin teklim masdan ile tekit edilmesi, Mûsa’nın Allah’ın kelâmını gerçekten işittiğini gösterir. Ebû Süleyman Dımeşki rivayet etmiş, demiştir ki: İsmail b. Muhammed es - Saffar'dan işittim: Sa’leb'ten şöyle dediğini işittim: Eğer Allahü teâlâ fi’li masdar ile tekit etmese idi, birimizin birine: Kad kellemtü leke fülanen sözünü ona pusula yazdığı veya bir elçi gönderdiği manasına alması câiz olurdu. Ama teklimen deyince, bunun sadece Allah’ın kelâmım işitme olduğu meydana çıkar. 165Müjdeci ve uyarıcı peygamberler (gönderdik) ki, insanların peygamberlerden sonra Allah’a karşı bir delilleri (diyecekleri) olmasın. Allah mutlak galiptir, ince hikmet sahibidir. "İnsanların Allah’a karşı bir diyecekleri olmasın": Yani peygamberler gelmedi diye tevhidi ve taati terk etmede, mazeretleri olmasın. Çünkü bu gibi şeyler ancak peygamberlerle vacip olur. 166Ancak Allah sana indirdiğini bilerek indirdiğine şahitlik eder. Buna melekler de şahitlik ederler. Allah’ın şahitliği de yeter. "Ancak Allah şahitlik eder": Bunun iniş sebebi için iki görüş vardır: Birincisi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir Yahudi cemaatinin yanına girdi, onlara: Allah'a yemin ederim ki, benim Allah’ın Resul'ü olduğumu biliyorsunuz, dedi. Onlar da: Bunu bilmiyoruz, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bu, İbn Abbâs’ın görüşüdür. İkincisi: Mekke’nin ileri gelenleri Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldiler: Seni Yahudilerden sorduk, bilmediklerini iddia ettiler; seni Allah’ın gönderdiğine şahitlik edecek birini getir, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bu da İbn Saib’in görüşüdür. Zeccâc şöyle demiştir: Şahit: Tanıklık ettiği şeyi açıklayan kimsedir. Allahü teâlâ da bunu açıkladı, bunu açıklamakla beraber bunun hak olduğunu da bilir. "Onu bilerek indirdi": Kavlinin manasında da üç görüş vardır: Birincisi: Onu indirdi, o hususta bilgisi vardır, bunu Zeccâc, demiştir. İkincisi: Onu ilminden indirdi, bunu da Ebû Süleyman Dımeşki zikretmiştir. Üçüncüsü: Onu, senin en hayırlı yarattığı kulu olduğunu bilerek indirdi, bunu da İbn Cerir Taberî, demiştir. "Melekler de şahitlik ederler": Bunda da iki görüş vardır: Birincisi: Onu Allah’ın indirdiğine şahitlik ederler. İkincisi: Senin doğruluğuna şahitlik ederler. "Ve kefa billahi şehida (Allah’ın şahitliği de yeter)": Zeccâc, "be” tekit için gelmiştir, demiştir. Mana da: Allah’ın şahitliği ile yetinin, demektir. 167Şüphesiz inkâr edip insanları Allah’ın yolundan çevirenler, haktan uzak bir şekilde sapmışlardır. "Şüphesiz inkâr edip insanları Allah'ın yolundan çevirenler": Mukâtil ve diğerleri: Bunlar, Muhammed’i inkâr edip insanları İslâm’dan çevirenlerdir, demişlerdir. Ebû Süleyman da şöyle demiştir: Onların İslâm’dan çevirmeleri, müşriklere ve onlara tabi olanlara: Kitabımızda Muhammed’in sıfatını görmüyoruz, demeleridir. 168Şüphesiz (Allah’ı) inkâr edip zulmedenleri Allah bağışlayacak da değildir, doğru yola iletecek de değildir. "Şüphesiz inkâr edip zulmedenler": Mukâtil ve diğerleri şöyle demişlerdir: Bunlar da Muhammed’i ve Kur’ân’ı inkâr eden Yahudilerdir. Burada zikredilen zulüm hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O, şirktir, bunu Mukâtil, demiştir. İkincisi: O, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in kitaplarındaki sıfatını inkâr etmeleridir. "Allah onları bağışlayacak değildir": Onlardan küfür üzere ölenleri demek istiyor. Ebû Süleyman şöyle demiştir: Allah onların çirkin fiillerini kapatacak değildir, bilakis onları dünyada rezil edecek, sürgün ve esaretle onları cezalandıracak, ahirette de ateşle azap edecektir. "Doğru yola iletecek de değildir": Kurtulacakları yola. Mukâtil de: Hidayete giden yola, demiştir. 169Ancak içinde ebedi kalacakları cehennem yoluna iletir. Bu da Allah’a göre çok kolaydır. "Bu da Allah’a göre çok kolaydır": Yani onlara azap etmek Allah için basittir. 170Ey insanlar, Peygamberler size gerçeği getirmiştir; kendi hayrınıza olarak (ona) iman edin. Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah’ındır. Allah hakkıyle bilen, hikmet sahibidir. "Ey insanlar": Genel bir ifadedir. İbn Abbâs’tan ise: Müşrikleri kasdetti, dediği rivayet edilmiştir. "Peygamber size gerçeği getirmiştir": Yani hidayet ve doğruluğu. "Hayrınıza olarak iman edin": Zeccâc; Halil’den ve bütün Basralılardan şöyle nakletmiştir: Hayran mef’ûl-i leh olarak mensubtur, çünkü sen birine: Hayrına olarak vaz geç desen ve onu bir işten men edip başka bir işe itsen mana şöyle olur: O işe son ver ve senin için hayırlı olana gel, senin için hayırlı olan şeye gir. Halil ile Sibeveyh, Ömer b. Rebia’nın şu beytini delil olarak getirmişlerdir: Ey kadın, ona Malik’in iki büyük ağacın randevu ver Veya aralarındaki tepeyi, ova için. Sanki: Ovaya gel, demiştir. "Eğer inkâr ederseniz şüphesiz göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır": Yani O’nun size de sizin imanınıza da ihtiyacı yoktur. "Allah hakkıyle bilir” meydana gelecek iman veya küfrü. "Hikmet sahibidir": Sizin ne yapacağınızı bildiği halde bunu size teklif etmede. 171Ey kitap ehli, dininizde haddi aşmayın. Allah’a karşı haktan başka bir şey söylemeyin. Ancak Meryem oğlu İsa Mesih, Allah’ın elçisidir, Meryem’e attığı (ulaştırdığı) bir söz ve kendisinden bir ruhtur. Artık Allah’a ve Peygamberlerine iman edin; İlâhlar "üçtür” demeyin. Kendi hayrınıza olarak buna son verin. Ancak Allah bir tek İlâhtır. Çocuğu olmaktan O’nu tenzih ederiz. Göklerde ve yerde ne varsa, O’nundur. Vekil olarak Allah yeter. "Ey kitap ehli, dininizde haddi aşmayın": Mukâtil şöyle demiştir. Bu âyet, Necran Hıristiyanları, Seyyid, Akıb ve bu ikisinin yanındakiler hakkında inmiştir. Cumhûr ise: Bu Âyetten Hıristiyanların kasdedildiği hususunda müttefiktir. Hasen Basri de: Yahudi ve Hıristiyanlar hakkında, indi, demiştir. Guluv: İfrat ve haddi aşmadır. Galassa’ru de: Fiyatların yükselmesidir. Zeccâc da şöyle demiştir: Guluv: Haksızlıkta ileri gitmektir. Hıristiyanların İsa hakkında aşırı gitmeleri, bazılarının: O Allah’tır, bazılarının da o: Üçün üçüncüsüdür, demeleridir. Hasen’e göre de, Yahudilerin aşırı gitmeleri: O (İsa) veled-i zinadır, demeleridir. Bazı Âlimler de: Dininizde ilaveler zorluklarla haddi aşmayın, demişlerdir. "Allah’a karşı haktan başka bir şey söylemeyin": Yani: Allah’ın ortağı veya oğlu veyahut eşi (zevcesi) vardır, demeyin. "Mesih’in, "kelime"nin manasını da Al-i Imran suresinde anlatmış bulunuyoruz. "O’nun ruhudur” ifadesinde de yedi görüş vardır: Birincisi: O, beden ruhlarından bir ruhtur. Übey b. Ka’b şöyle demiştir: Allahü teâlâ Âdemoğullarından söz alınca İsa da o ruhlardan biri idi, onu Meryem'e gönderdi, ondan da hamile kaldı. İkincisi: Ruh, üfürmedir, ona ruh demesi, Cebrâil’in Meryem’in iç çamaşırına üfürmesindendir. Şair Zürrimme’nin beyti de bu manayadır: Onu (ateşi) ağzına yaklaştır ve ona ruhun (nefesin)le üfür, Onu iyice harlandır, dedim. Üçüncüsü: (Kendisinden bir ruhtur) sözünün manası, Allah’ın diriltmesiyle bir diridir, demektir. Dördüncüsü: Ruh, rahmettir, mana da: Ondan bir rahmettir, olur. "Kendisinden bir ruhla destekledi” (Mücadele: 22) kavli de böyledir. Beşincisi: Burada ruh Cebrâil’dir, mana da. Onu Meryem’e Allah attı, atan da onun ruhu (Cebrâil) dir. Bu üç görüş Ebû Süleyman Dımeşki’ye aittir. Altıncısı: Kur’ân’a ruh denilmiştir. Bunu da Kadı Ebû Ya’lâ zikretmiştir. Yedincisi: Ruh vahiy demektir, Allahü teâlâ Meryem’e onunla müjde vermek için vahyetti, Cebaril’i de onu gömleğine üfürmekle görevlendirdi, Bunu da İsa’nın zatına: Ol, demekle vahyetti ve oldu. "Melekleri emrinden ruhla indirir” (Nahl: 2) âyeti de böyledir ki, vahiyle indirir, demektir. Bunu da Sa’lebî, demiştir. "O'ndan” ifadesi de şereflendirmek için bir izafettir, meselâ: Beytullah (Allah'ın Ev)i denmesi gibi. Şu da buna yakındır: "Göklerde ve yerde ne varsa hepsini kendinden size müsahhar etti". (Casiye: 13) "Vela tekulu selasetün": Zeccâc: Selasetün gizli mübtedanın haberi olarak merfudur: Alihetüna salasetün demek olur, demiştir. "Ancak Allah bir tek İlâhtır": Yani İlâh sadece birdir. "Sübhaneh": Bunun manası da, O’nu evlat edinmekten tenzih etmektir. Ebû Süleyman şöyle demiştir: "Allah vekil olarak yeter": Halkının kayyumu ve işlerinin idarecisi olarak yeter. 172Ne Mesih (İsa) ne de Allah’a yakın melekler, Allah’a kul olmaktan çekinmezler. Kim O’na itâat etmekten çekinir ve kibir taslarsa, Allah onların hepsini yakında kendi huzurunda toplayacaktır. "Mesih İsa Allah’a kul olmaktan çekinmez": İniş sebebi şöyledir: Necran heyeti Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip: Ya Muhammed, arkadaşımızdan bahsetmiyorsun, dediler. O da: "Arkadaşınız kim?” dedi. Onlar da: İsa, dediler. O da: "Onun hakkında ne diyeyim? O, Allah'ın kuludur, dedi. Onlar da: Hayır, O, Allah’tır, dediler. O da. Allah'ın kulu olması onun için utanç vesilesi değildir, dedi. Onlar da: Hayır, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Zeccâc şöyle demiştir: Yestenkifü: Çekinmektir, aslı nekeftüddem’a’dan gelir ki, gözyaşını parmağı ile yanaktan uzaklaştırmaktır. Şair de şöyle demiştir: Ayrıldılar; eğer onların yeminini hatırlamasa idi, Gözünün yaşları durmazdı. "Ne de Allah’a yakın melekler": İbn Abbâs: Bunların Arş'i taşıyan melekler olduğunu söylemiştir. 173İman edip iyi işler yapanlara gelince, Allah onlara mükafatlarını eksiksiz ödeyecek ve lütfünden onlara fazla verecektir. İbadetten çekinip büyüklük taslayanlara gelince, onlara da pek acıklı azap edecektir. Onlar kendileri için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır. "Onlara mükafatlarını eksiksiz verecektir": Yani amellerinin sevabını. "Lütfünden de artıracaktır": İyiliklerini kat kat artıracaktır. İbn Mes’ûd, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den: "Mükafatlarını eksiksiz verecektir” kavlinde şöyle dediğini rivayet etmiştir: Cennete girerler, lütfünden de dünyada iyilik edenlerden kendilerine cehennem hak olanlara fazla olarak şefaat verecektir. 174Ey insanlar, size Rabbinizden bir delil gelmiştir ve size apaçık bir nûr indirilmiştir. "Size Rabbinizden bir delil gelmiştir": Delil hakkında üç görüş vardır. Birincisi: O, kanıttır, bunu Mücâhid ile Süddi, demişlerdir. İkincisi: Kur’ân’dır, bunu da Katâde, demiştir. Üçüncüsü: Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir, bunu da Süfyan Sevri, demiştir. Apaçık nûr ise: Kur’ân’dır, bunu da Katâde, demiştir. Ona nûr ismi verilmesi, hükümlerin onunla ışıkla meydana çıkmış gibi açıklanmasındandır. 175Allah'a iman edip O'na sımsıkı saçılanlara gelince, Allah onları rahmet ve lütfüne girdirecek ve onları kendi doğru yoluna iletecektir. "İ’tesamu bihi": O’na sımsıkı sarılanlar, demektir. "Bihi"deki he’ zamirinde iki görüş vardır: Birincisi: O, nûra râcîdir ki, o da Kur’ân’dır. Bunu da İbn Cüreye, demiştir. İkincisi: Allahü teâlâ ya râcîdir, bunu da Mukâtil, demiştir. "Rahmet"te de iki görüş vardır: Birincisi: O, cennettir, bunu da İbn Abbâs ile Mukâtil, demişlerdir. İkincisi: O, bizzat rahmettir. Mana da: Allah onlara rahmet edecektir, şeklindedir, bunu da Ebû Süleyman, demiştir. "Lütuf” hakkında da iki görüş vardır: Birincisi: O, cennetteki rızıktır, bunu da Mukâtil, demiştir. İkincisi: O, iyiliktir, bunu da Ebû Süleyman, demiştir. "Onları kendi doğru yoluna iletecektir": Yani onları doğru yolu bulmaya muvaffak kılacaktır. İbn el - Hanefıyye de: Doğru yol, Allah'ın dinidir, demiştir. 176Senden fetva isterler. De ki: Allah size "kelale” hakkında şöyle fetva veriyor: Bir kimse ölür de onun çocuğu olmaz; kız kardeşi olursa, onun için bıraktığının yarısı vardır. O da (kelale de) onun (kadının) çocuğu yoksa ona mirasçı olur. Eğer kız kardeşler iki olurlarsa, onlar için bıraktığı şeyin üçte ikisi vardır. Eğer erkekli kadınlı kardeş olurlarsa, erkek için iki dişi hissesi vardır. Allah size, şaşırırsınız diye bunları açıklıyor. Allah her şeyi iyi bilmektedir. "Senden fetva isterler": Âyetin iniş sebebi için iki görüş vardır: Birincisi: O, Cabir b. Abdullah hakkında inmiştir. Ebuzzübeyr, Cabir’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hastalandım, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem beni ziyarete geldi, yanında da Ebû Bekir vardı. Beni baygın buldu. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem abdest aldı, sonra abdest suyundan üzerime döktü, ben de ayıldım ve: "Ya Resûlallah, malımı ne yapacağım, dokuz kız kardeşim vardır. Çocuğum da yoktur?” dedim. Bana bir cevap vermedi, sonra çıktı ve beni yalnız bıraktı. Sonra bana döndü ve: Ey Cabir, senin bu hastalıktan ölmeyeceğini görüyorum, aziz ve celil olan Allah kız kardeşlerin hakkında âyet indirdi ve çınlara üçte iki hisse verdi, dedi ve: "Senden fetva isterler, Allah size kelale hakkında fetva veriyor” âyetini okudu. Cabir: Bu âyet benim hakkımda indi, derdi. 58 İkincisi: Ashabı, kelale konusu düşündürmüştü, bunu Allah’ın Peygamberine sordular, bunun üzerine bu âyet indi. Bu da Katâde’nin görüşüdür. Said b. Müseyyeb de şöyle demiştir: Ömer b. Hattab, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e: "Kelale’ye nasıl miras vereceğiz?” diye sordu. O da: "Allah size bunu açıklamamış mıydı?” dedi ve: "Eğer bir adama kelale olarak mirasçı olunursa” âyetini okudu, sonra da aziz ve celil olan Allah: "Senden fetva isterler, de ki: Allah size kelale hakkında fetva veriyor” âyetini indirdi. 59 59- Taberi, Tefsir, 9/431. "Eğer bir kimse helak olur": Yani ölür de, "onun çocuğu olmazsa": Yani babası olmazsa, demektir. İkisinden birini zikretmekle yetindi. Konunun kelale hakkında olması da hazfedileni gösterir; o da çocuğu ve babası olmayandır. "Onun kız kardeşi olursa": Ana baba bir kız kardeşi olursa, demek istiyor. "Onun için ölünün bıraktığının yarısı vardır": Tek olduğu zaman. "O da ona mirasçı olur": Yani kadının ne çocuğu ne de babası olmazsa, kız kardeşinin mirasının tamamını alır. Bu da ana baba bir veya baba bir erkek kardeştir. "Eğer iki dişi olurlarsa": Yani iki kız kardeş olurlarsa, demektir. Ahfeş’e: "isneteyn (iki) kaydının ne faydası vardır? Halbuki "kaneta’dan bu anlaşılmaktadır?” diye sordular. O da şöyle dedi: Sıfat taşımayan sayıyı ifade etmiştir, çünkü (kaneta) iki küçük kızı yahut iki hür kızı veya iki iyi kimseyi veya iki kötü kimseyi ifade edebilir. Ama "iki” diye mutlak olarak nitelenince, nasıl olursa olsun, demektir. "O ikisi için üçte iki vardır": ölü kardeşlerinin terekesinden. "Eğer olurlarsa": Yani geriye bırakılanlar. "Allah size şaşırırsınız diye açıklama yapıyor": İbn Kuteybe: Şaşırmayasınız diye demiştir. Zeccâc da bunda iki görüş vardır, demiştir: Birincisi: Şaşırmayasınız diye, olumsuzluk edatı "lâ” gizlenmiştir. İkincisi: Şaşırmanızı istemediği için diye. Bu da Basralıların görüşüdür. İbn Ciireyc de: Miraslar konusunda şaşırmayasınız, demiştir. |
﴾ 0 ﴿